250. [1:275, Hadîs No: 426]
Atiyye es-Sa'di
rivayet ediyor:
İdareci çok
öfkelendiğinde şeytan ona galip gelir.[1]
251- [1:276,
Hadîs No: 428]
Ebû Mûsâ (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir kadın güzel koku
sürünüp bunu hissetsinler diye bir topluluğa uğrarsa, zina etmiş olur.[2]
Dinimizde hayır olsun,
şer olsun her işin vesilesi onun hükmünü alır. O iş farz ise vesilesi de farz,
haram ise vesilesi de haramdır. Buna göre namaz için alınan abdest farz olduğu
gibi, zinaya sebep olan harama bakma ve haram nazarlara kendini arzetme de
haramdır.
Dinimizde kadının
ihtiyaç olduğunda dışarıya çıkmasına izin verilmiştir. Fakat bir kadın her ne
sebeple olursa olsun dışarı çıktığında, Allah'ın emrettiği şekliyle tesettüre
uymalı, hissedilecek koku kullanmamalıdır. Çünkü bu fitneye sebep olabilir.
Bunun içindir ki Peygamberimiz bu hadislerinde, güzel koku sürünüp yabancı
erkeklerin dikkat nazarlarını üzerine çekmek için sokağa çıkan kadınların zina
etmiş olacaklarını ifâde etmektedir. Zinanın el zinası, göz zinası, dil zinası
gibi çeşitleri vardır. Burada bahsedilen zina da göz zinâsıdır. Süslenerek
sokağa çıkan kadtna bakan erkekler göz zinası işlemiş olacakları gibi, kadın
da buna vesile olduğu-için bu mânâda zinâkar olmuş sayılır. Eğer kadının
süslenerek sokağa çıkması zinayı da netice verirse, büyük bir günah işlenmiş
olacağı da nazardan uzak tutulmamalıdır.
252- [1:276
Hadîs No: 429]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Karşından iki kadın
birlikte geldiğinde aralarından geçme. Ya sağdan veya soldan geç.[3]
Kâinatın Efendisi
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîs-i şeriflerinde de bizlere bir edeb dersi
vermektedir. Birlikte yürüyen iki veya daha fazla kadının aralarından geçmek
edebe aykırıdır. Sağ veya sol taraftan hangisi müsaitse oradan geçilmelidir.
Bu, karşı tarafa bir nezaket olduğu gibi, insanın kalbinin de fitneden emin
omasına sebep olur. Ayrıca su-i zanlara sebep olmaktan da korur.
253. [1:277,
Hadîs No: 434]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle;
Bir kimse geceleyin
uyanır, eşini de uyandırır, iki rekât namaz kılarlarsa Allah'ı çok zikreden
kadın ve erkeklerden yazılırlar.[4]
254- [1:279,
Hadîs No: 436]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet
ediyor:
Biriniz uykudan
uyandığında afadest alsın ve burnuna üç defa su versin. Çünkü şeytan onun
genzinde sabahlar.[5]
255- [1:280,
Hadîs No: 437]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz uykudan
uyandığında şu duayı yapsın: "Ruhumu bana geri döndüren, vücuduma afiyet
ve Kendisini zikretme fırsatı veren Allah'a hamd olsun."[6]
256. [1:280,
Hadîs No: 438]
Ebû Said'den (r.a.)
rivayetle:
Kul Müslüman olup
Islâmm gereklerini yerine getirdiğinde, Allah daha önce işlediği bütün
kötülükleri affeder. Bundan sonra her amelin karşılığı şu şekilde verilir:
İyilik on katından yedi yüz katma kadar karşılık görür. Kötülük, Allah
affetmediği takdirde misliyle cezalandırılır.[7]
257. [1:281,
Hadîs No: 439]
Ebû Bekre (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir adam din kardeşine
silahını doğrulttuğunda ikisi de Cehen-nem'in kıyısındadır. Onu öldürdüğünde
îse ikisi de oraya düşerler.[8]
Şakayla dahi bir
mü'mine silah doğrultmayı yasaklayan Peygamberimiz (a.s.m.) burada öldürmek
maksadıyla birbirlerine silah doğrultanların tehlikeli hallerini nazara
veriyor. Çünkü her ikisi de birbirlerini öldürmek maksadıyla silahlarını
çekmiş, yekdiğerine doğrultmuşlardır. Öldürdüğünde ise biri katil, diğeri de
maktul olmuştur. Katilin suçluluğu açıktır. "Peki öldürülenin suçu
nedir?" Böyle bir soruya muhatap olan Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Çünkü
o da onu öldürmek istiyordu" buyurmuşlardır. Şu var ki birisi daha atik
davranmış, öbüründen önce silahı çekmiştir. Yoksa öbürünün de niyeti
öldürmekti.
Böyle kimselerin
halinin Cehennemin kıyısında bulunan kimselere benzetilmesi ise oldukça
düşündürücüdür. Öldürme esnasında ikisi de Cehennemi boylamaktadırlar.
Bu hadîs bize adam
öldürmenin ne kadar büyük bir günah olduğunu da bildirmektedir. O niyeti
taşımak bile tehlikelidir. Allah'ın verdiği cana, en şerefli bir yaratığının
hayatına kastetmek, onu öldürmeye yeltenmek yedi büyük günahtan biridir ve
onların yeri doğrudan Cehennemdir. Canı, malı ve namusu müdafaa ise bahsimizden
hariçtir.
258. [1:283,
Hadîs No: 446]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle
Sen bir ayakkabı
aldığında iyisini al. Elbise aldığında da iyisini al.[9]
Cenab-ı Hakkın Metin,
Muhsin, Cemil, Mücemmil gibi bir kısım isimleri vardır. Bu isimler,
tecelligahlannın da o ölçüde iyi, güzel, sağlam olmalarını isterler.
"Herşeyin iyisini al" kaidesi gereğince yediğimiz, içtiğimiz,
giydiğimiz şeylerde de mümkün mertebe iyi, sağlam olanlarını seçmek gerekir.
Ayakkabının, elbisenin iyisini seçmek de bunun içerisine pirer. Hem sağlam ve
iyi siüise, ayakkabı, ucuz ve kalitesiz olanlara göre daha dayanıklı olurlar ki
ucuzdan daha ucuza gelmiş olurlar. "Ucuz alacak kadar zengin
değilim" sözünde de ifade edildiği gibi ucuz mallar eğer kalitesiz iseler
gerçekten para bir ölçüde boşa verilmiş olur. Herşeyin en iyisine talip
olmamızı öğütleyen Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) giyim gibi bir meselede dahi buna
dikkat etmemizi öğütlemektedir.
259. [1:283,
Hadîs No: 447]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Mü'min hastalandığında
körüğün pasını, pisini temizlediği gibi, hastalık da onu günahlardan öyle
temizler.[10]
260. [1:284,
Hadîs No: 448]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Bir yerin ağrıdığında
elini ağrıyan yerin üzerine koy ve şöyle duâ et: "Allah'ın adıyla.
Hissettiğim şu ağrıdan Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım." Sonra
elini kaldır. Bunu sayısı tek olmak şartıyla tekrar tekrar yap.[11]
261- [1:285,
Hadîs No: 450]
Ebû Seleme (r.a.)
rivayet ediyor:
Birinizin başına bir
musibet geldiğinde şöyle desin: "Şüphesiz biz Allah'ın kullarıyız, sonunda
yine Ona döneceğiz. Allah'ım, musibetimin mükâfatını ancak Senden istiyorum.
Bundan dolayı beni mükâfatlandır ve onun ardından da bana daha hayırlısını
ihsan et.[12]
262. [1:285,
Hadîs No: 451]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Birinize bir sıkıntı
eriştiğinde şöyle desin: "Allah, Rabbim Allah. Ben Ona hiçbir şeyi ortak
koşmuyorum."[13]
263- [1:280,
Hadîs No: 452]
.îbni Abbas'tan (r.a,)
rivayetle:
Birinizin başına bir
musibet geldiğinde benim vefatımla başına gelen musibeti hatırlasın. Çünkü bu
en büyük musibetlerden birisidir.[14]
264. [1:286,
Hadîs No: 454]
Ebû Satd (r.a.)
rivayet ediyor:
İnsanoğlu
sabahladığında bütün organları diline yalvararak şöyle derler: "Hakkımızda
Allah'tan kork. Bizim istikâmetimiz ancak seninle mümkündür. Sen istikâmet
üzere olursan, biz de istikâmet üzere oluruz. Sen saparsan biz de
saparız."[15]
265. [1:287,
Hadîs No: 455]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Sabaha çıktığınızda şu
duayı okuyun: "Allah'ım, Senin yardımınla sabahladık. Senin yardımınla
akşama kavuşuyoruz. Kudretinle diri-Hyor, kudretinle ölüyoruz. Dönüşümüz de
ancak Sanadır.[16]
266. [1:288,
Hadîs No: 457]
îbni Arar (r.a.)
rivayet ediyor:
Yatağına uzandığında
şöyle duâ et: "Allah'ın adıyla. Onun gazabından, şiddetli azabından,
kullarının şerrinden, şeytanların vesveseleri ve yanımda bulunmalarından
Allah'ın mükemmel sıfatlarına sığınırım.[17]
267. [1:288,
Hadîs No: 458]
Câbir rivayet ediyor:
Biriniz uzun müddet
evinden ayrı olduğunda geceleyin habersiz olarak aniden eve dönmesin.[18]
Aile hayatının huzurlu
bir şekilde devamı, eşler arasındaki karşılıklı itimada bağlıdır. Peygamberimiz
her vesileyle bu itimadı sarsacak şeyleri yasaklamıştır. Bu hadislerinde de
uzun zaman evinden ayrı kalan erkeğin, haber vermeden baskın yapar gibi
geceleyin aniden eve gelmesini hoş karşılamamaktadır. Çünkü böyle bir davranış
"Kadının acaba bana itimadı yok mu? Benden kuşkulanıyor mu?"
şeklinde düşünmesine sebep olabilir.
Haberli olarak
dönmenin bir diğer hikmeti de kadınların hazırlanmaları, saçlarını, başlarını
tarayıp dağınıklıklarını gidermeleri, temizlenip süslenmeleri içindir. Uzun müddet
evinden ayrı kalan erkek hanımını pejmürde bir halde görmekten hoşlanmayacağı
gibi, kadın da beyini böyle karşılamaktan rahatsızlık duyar.
Bu hadisin bir diğer
hikmeti de zaman zaman yaşanılan aile faciasını önlemektir. Nitekim Asr-ı
Saadette bu ölçüye dikkat etmeyen bir Sahabî, neredeyse büyük bir faciaya sebep
olacaktı.
İslâm ordusu Müreysî
Savaşından dönüyordu. Ordu geceleyin Medine yakınlarında konaklamıştı.
Abdullah bin Revaha bir an önce evine gitmek istiyordu. Evine gitti, ıştk
yanıyordu. Pencereden hanımının odasında birisinin yattığını gördü. İki eli
yanına düştü. Çok heyecanlanmıştı. Hemen kılınanı sıyırdı ve ikisini de öldürme
düşüncesiyle içeri daldı. Fakat bir an durakladı, hanımıyla konuşmak istedi,
seslenerek onu uyandırdı, Kadın uyanır uyanmaz bağırdı. Abdullah, "Ben
Abdullah'ım. Şu yanında yatan kimdir?" diye sordu. Kadın, "O kafur
kadindır. Geleceğinizi işitmiştik. Onu saçımı taratayım ve kendime çeki düzen
vereyim diye çağırmıştım. Vakit geç olunca burada kaldı" dedi.
Eğer Abdullah sormadan
aklına gelen düşünceye göre hareket etseydi, büyük bir faciaya sebep olacaktı.
Sabah olunca Hz. Abdullah Peygamberimizi karşılamak için şehir dışına çıktı.
Abdullah'ın başından geçen hadise Peygamberimize vahyedilmişti. Yanındakilere,
"Abdullah geceleyin olanları anlatacak" buyurdu. Abdullah yanına
gelince de, "Ey Abdullah, ne oldu?" diye sordu. Abdullah geceleyin
başından geçenleri anlatınca Peygamberimiz, "Geceleyin kadınların yanına
girmeyiniz"[19] buyurdu.
268. [1:289, Hadîs No: 460]
Câbir bin Semre Resûl-i
Ekrem’in (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah birinize bir
servet ihsan ettiğinde önce kendisi ve aile efradının ihtiyaçlarına harcasın.[20]
269. [1:289,
Hadîs No: 461]
Ebû Osman'dan
rivayetle:
Birinize güzel koku
verildiğinde onu reddetmesin. Çünkü o Cennetten çıkmış gibidir.[21]
270. [1:290,
Hadîs
Ömer (r.a.) rivayet
ediyor:
İstemeksizin sana bir
şey verildiğinde ondan ye ve başkalarına da ikram et.[22]
271. [1:290,
Hadîs No: 463]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivayet ediyor:
Biriniz zekât
verdiğinde şöyle demekteki sevabı unutmasın: "Allah'ım, omı benim için
bir ganimet kıl, istemeyerek verilen bir mal kılma."[23]
İnsan âhiret saadetini
kazanmak, sevabını arttırmakla görevli olunca, önüne birçok imkân ve fırsatlar
açılır. İşte bunların en önemlilerinden biri de zekâttır. İslâmın beş şartı
içerisinde bulunan zekât vermenin büyük sevabı vardır. Bu büyük sevabı kazanmak
için zenginliğe ulaşmak ve zekâtı hakkıyla vermek gerekir. O nimete eren
mü'min gönül hoşluğuyla zekâtını verir ve bunu sevap defterini kabartan büyük
bir fırsat olarak değerlendirir ve o ânı dört gözle bekler. Hadis-i şerif bize,
"Onu benim için bir fırsat ve ganimet kıl, istemeyerek verilen bir mal
kılma" demek suretiyle bu fırsatı tam değerlendirmemiz gerektiğini öğretir.
Nefsin zekât vermeden hoşlanmayacağı düşünülürse, bu hususta nefsi yenmenin
gerekliliği de anlaşılır ve bunu başarmak için Allah'tan yardım dilenir. Nefsi
bu duygudan kurtarmak, zekâtı hoşlanarak, severek, gönül rızasıyla vermek
insana hadsiz sevap kazandırır.
Bu dua aynı zamanda
kolayca verebilme için Allah'tan yardım dilemeyi de ihtiva etmektedir. İnsanın
zekâtı rahat ve kolayca verebilmesi, o mal mülkün Allah'ın bir emaneti
olduğunu, bizim ise bir tevziat memurundan farkımız olmadığım düşünmekle olur.
O takdirde istemeyerek verme, yüz buruşturma, ekşitme, başa kakma, söz ve
davranışla incitme gibi bir durum da söz konusu olmaz. Âyette mü'minlerin
vasıfları anlatılırken, "Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah
yofunda bağışta bulunurlar"1 buyurulur ki malın mülkün emanetten başka
birşey olmadığı anlaşılır. Öyleyse zekât verilirken "Onu benim için bir ganimet
kıl. İstemeyerek verilen bir mal kılma" denilmeli ki mülklenme, sahiplenme
gibi duygulara meydan verilmesin.
272- [1:290,
Hadîs No: 464]
Selman bin Âmir
rivayet ediyor:
Biriniz orucunu
açtığında onu hurmayla açsın. Çünkü o, berekettir. Onu bulamazsa suyla açsın.
Çünkü su çok temizdir.[24]
273- [1:291,
Hadîs No: 466]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kıyamet yaklaştığında,
nerede ise Müslüman kişinin hiçbir rüyası yalan çıkmaz. Rüyası en doğru olanlar
ise en doğru sözlü olanlardır. [25]
274- [1:292,
Hadîs No: 468]
Abbas (r.a.) rivayet
ediyor:
Kul, Allah korkusundan
dolayı ürperdiğinde, kuruyan ağaç yapraklan döküldüğü gibi günahları dökülür.[26]
275. [1:293
Hadîs No: 469]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kişi yeme içmeyi
azalttığında içine nur dolar.[27]
İçi dışı nur olmuş
nice İslâm büyükleri gelmiş geçmiştir ki hepsinin en belirgin özelliklerinden
biri az yiyip içmeleridir. Fazla yiyip içmekle nefsi azgıniaşttr-mamış, îâbir-i
caiz ise, dili kapıcı hükmünde şımartmamışlardır. İnsan, nur gibi hafif, içi
dışı aydınlanmış, manevî dünyası inkişaf etmiş, adetâ melekleşmiş böylesi
kimseleri görme, işitme, hayat ve eserlerini okuma zevkine erince büyük bir
muhabbetle gönlüne yerleştirivermekted ir.
Evet, yeme içmeyi
azaltan birçok maddî hastalıklardan uzak kalmayı başardığı gibi manen de
yükselme yoluna girmiş olur. Geçim sıkıntısı ve birçok maddî problemlerden kurtulur
Maddeten ve manen sağlıklı bir hayat sürme imkânı elde İçi nut dolduğu için
daima huzur ve saadet içerisindedir.
276. [1:294
Hadîs No: 471]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Namaz için kamet
getirildiğinde koşarak gitmeyiniz. Normal yürüyüş ve vakarla gidiniz.
Yetiştiğinizi kılın, yetişemedeğinizi tamamlayın.[28]
277. .
[1:295 Hadîs No: 475]
Ibnı Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir kişi din kardeşini
küfürle itham ettiğinde o küfür ikisinden birine döner.[29]
Yukarıdaki hadîste de
belirtildiği gibi, dinimizde bir Müslüman) küfürle itham etmemek gerektiği
bildirilir, böyle yapmanın büyük bir mes'uliyeti gerektirdiği ifâde edilir.
Kur'ân-ı Kerimde, "Size selâm verenlere 'Sen Müslüman değilsin1 demeyin"[30] buyruiarak bir İslâm şeâiri olan selâmı
verenlerin küfürle itham edilmemesi gerektiğine dikkat çekilir. Peygamber
Efendimiz de îman esaslarından üç
şeyi sayarken
bunlardan birisinin de "Lâ ilahe illallah diyenleri tekfir etmemek"
okluğunu söyler.
Hatta kendisini
küfürle itham edeni dahi küfürle itham etmemek gerekir. Hz. Ali'nin kendisini
küfürle itham eden Haricîlerin kâfir olup olmadıklarını soranlara
"Tekfirden sakınınız" cevabını vermesi, bu hususta gösterilebilecek
güzel bir örnektir.
İmam-i Gazalî
Hazretleri de bir Müslümanı küfürle itham etmenin büyük mes'ûliyet getirdiğini
ifâde eder ve şöyle der:
"Bir kimseye
küfür isnadında bulunmanın mânâsı, o şahsın öldürülmesinin mubah olmasına ve
âhirette ebedî olarak Cehennemde kalacağına hükmedil-mesi demektir. Bu sebeple
bir insanın kâfir olup olmadığında tereddüt varsa, tekfîr etmeyip duraklamak
gerekir."
Bediüzzaman Hazretleri
de küfürle itham etmeye çabuk cüret edilmemesine dikkat çekmiş; Allah'ın
"filan kimseye niçin kâfir demedin?" diye sormayacağını, fakat
Müslümana kâfir demenin insanı büyük bir mes'ûliyet altında bırakacağını
bildirmiştir.[31]
Bediüzzaman Hazretleri
mümkün olduğu kadar insanları küfürle itham etmekten sakınır, hattâ bir adamda
zahiren küfrünü gerektirecek bir durumu görse bile tevile çalışır, ona kâfir
demekten kaçınırdı.[32]
Öyle ise Müslümanları
hemen küfürle itham etmek, doğru değildir, büyük bir mes'ûiiyeti gerektirir.
278. -
[1:296 Hadîs No: 476]
Aişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Biriniz birşey yediği
zaman Allah'ın adını ansın. Eğer başında Allah'ın adını anmayı unutursa
"Bismillâhi alâ evvelini ve'1-âhirihî (Başında da, sonunda da Allah'ın
adıyla)" desin.[33]
279- [1:296
Hadîs No: 477]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Biriniz birşey
yediğinde, "Allah'ım, bunu bize bereketli kıl ve onun yerine daha
hayırlısını ihsan eyle" desin. Süt içtiğinde de, "Allah'ım, bunu bize
bereketli eyle, bizim için arttır" desin. Çünkü hem yemek, hem de suyun
yerini tutan sütten başka birşey yoktur.[34]
280. [1:298
Hadîs No: 480]
îbnİ Ömer (r.a.)
rivayet ediyor: Biriniz et yemeği yediğinde elindeki et ve yağ kokusunu yıkasın[35]
281-[1:298
Hadîs No: 482]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz yemek
yediğinde sağ eliyle yesin. Su içtiğinde sağ eliyle içsin. Sağ eliyle alsın,
sağ eliyle tutsun. Çünkü şeytan sol eliyle yer içer. Sol eliyle alır ve verir.[36]
282- [1:300,
Hadîs No: 486]
Berâ bin Âzib 'den
(r.a.) rivayetle:
İki Müslüman
karşılaştığında birbirleriyle müsafaha yapsın. Allah'a hamdeder ve karşılıklı
olarak birbirleri için mağfiret dilerlerse ikisinin de günahları bağışlanır.[37]
283- [1:300,
Hadîs No: 487]
Ömer (r.a.) rivayet
ediyor:
İki Müslüman
birbiriyle karşılaşıp birisi diğerine selâm verdiğinde Allah'a en çok sevimli
olanı arkadaşına daha çok güler yüz gösterendir. Birbiriyle müsafaha
ettiklerinde ise Allah ilk elini uzatana doksan, diğerine de on rahmet olmak
üzere yüz rahmet indirir.[38]
284- [1:302,
Hadîs No: 489]
Muhammed bin Mesleme
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah bir kişinin
kalbine bir kadına dünürlüğe gitme isteği koyduğunda ona bakmasında bir
sakınca yoktur.[39]
285- [1:302,
Hadîs No: 490]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Sizlerden biri
insanlara imam olduğunda namazı kısa tutsun. Çünkü içlerinde küçük, yaşlı,
zayıf ve güçsüz, hasta ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır. Tek başına kıldığında
ise istediği kadar uzatsın.[40]
286. [1:304
Hadîs No: 495]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz ayakkabısını
giydiğinde önce sağı giysin. Çıkardığında ise önce solu çıkarsın.[41]
287. [1:305
Hadîs No: 496]
Şeybe bin Osman
rivayet ediyor:
Biriniz bir meclise
vardığında kendisine yer verilirse oraya otursun. Yoksa baksın, gördüğü boş
yere otursun.[42]
288. [1:305,
Hadîs No: 497]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz bir meclise
gittiğinde selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalktığında da yine selâm
versin. Birincisi diğerinden daha üstün değildir.[43]
289- [1:306
Hadîs No: 498]
Ebu'l-Mes'ud rivayet
ediyor:
Kişi sevabını
Allah'tan bekleyerek ailesine bir harcamada bulunduğunda bu kendisi için
sadaka olur.[44]
290- [1:306,
Hadîs No: 499]
Aişe'den (r.a.)
rivayetle:
Kadın, âdete uygun
olarak ve israfa kaçmaksızın kocasının evinden birşey verirse, kendisi için
verdiğinden dolayı mükâfat, kocasına da onu kazandığı için mükâfat, ona
bekçilik edene de bundan dolayı mükâfat vardır. Bunlardan hiçbiri diğerinin
sevabını eksiltmez.[45]
291. [1:308,
Hadîs No: 503]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Birinizin
ayakkabısının bağı bile kopsa "înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz
Allah'ın kullarıyız, yine Ona döneceğiz)" desin. Çünkü bu da bir
.musibettir.[46]
292. [1:308
Hadîs No: 504]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Biriniz yatarken sağ
tarafı üzerine yatsın. Sonra şu duayı okusun: "Yanımı Senin isminle yere
koydum yâ Rabbi! Senin adınla onu kaldıracağım. Eğer ruhumu alırsan ona merhamet
et. Almazsan iyi kullarını muhafaza ettiğin gibi muhafaza et.[47]
293. [1:309
Hadîs No: 505]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kadın, geceleyin
kocasının yatağını terkederse sabaha kadar melekler ona lanet ederler.[48]
294. [1:309,
Hadîs No: 506]
Ebû Katâde (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz küçük
abdestini yaptığında tenasül uzvuna zaruret yokken sağ eliyle dokunmasın.
Tuvalete girdiğinde de dokunmasın. Su içtiğinde, su kabına üflemesin.[49]
295. [1:311,
Hadîs No: 509]
Hadrâmt bin Âmir
rivayet ediyor:
Biriniz küçük
abdestini yapacağı zaman rüzgara yönelmesin ki, rüzgar idrarını geri çarpmasın.
Sağ eliyle de istinca yapmasın. [50]
296. [1:313,
Hadîs No: 513]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Kul tevfae ettiğinde
Allah onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Aynı şekilde onun
organlarına unutturur. İşlediği yerdeki izlerini de yok eder. Tâ ki Allah'ın
huzuruna vardığında günah işlediğine dair aleyhinde şahitlik edecek birşey
bulunmasın.[51]
297- [1:314
Hadîs No: 516]
Ebû Saîd rivayet
ediyor:
Biriniz esnediğinde elini
ağzını kapatsın. Çünkü şeytan esneyince içeri girer.[52]
298. [1:315
Hadîs No: 517]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz esneyeceği
zaman kendini tutabildiğince tutsun. Çünkü birinizin esnerken "ha"
demesine şeytan güler.[53]
299. [1:315,
Hadîs No; 518]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz esnediğinde
eliyle ağzını kapatsın.[54]
300- [1:315
Hadîs No: 519]
Übâde bin Sâmit (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz geğirdiği veya
aksırdığında sesini yükseltmesin. Çünkü şeytan bu şekilde sesin yükseltilmesine
sevinir.[55]
301 -
[1:316, Hadîs No: 522]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Kişi bir kadınla dini
ve güzelliğinden dolayı evlendiğinde Allah o sayede fakirliğini giderir.[56]
302. [1:317,
Hadîs No: 523]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir topluluk ahiret isteyenlerin
görüntüsünü sergileyip gerçekte dünyayı istediklerinde yerleri Cehennemdir.[57]
303- [1:318,
Hadîs No: 526]
Ebû Ümâme'den (r.a.)
rivayetle:
İki Müslüman musafaha
ettiklerinde daha elleri birbirinden
ayrılmadan günahları bağışlanır.[58]
304. [1:318,
Hadîs No: 527]
İbni Amr (r.a.)
rivayet ediyor-
Malî yardlm yapmak
istediğinde hemen ver.[59]
305.-
[1:318, Hadîs No: 528]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Kadın kocasından başka
erkekler için güzel koku sürünüse bu onun için ancak ateş ve ahiret için utanç
olur.[60]
306. [1:319,
Hadîs No: 531]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Biriniz bir şey
temenni ettiğinde ne istediğine dikkat etsin. Çünkü hangi dileklerinin kabul
edileceğini bilmez.[61]
307. [1:319,
Hadîs No: 532]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor-ki, Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Biriniz Allah'tan
dilekte bulunduğunda bolca istesin. Çünkü Rabbinden istemektedir.[62]
308. [1:320,
Hadîs No: 533]
Enes (r.a.) Resûl-ü
Kibriya Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Biriniz din kardeşinin
beden veya elbisesinin üzerinden birşey aldığında onu kendisine göstersin.[63]
309. [1:320,
Hadîa No: 535]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle;
Biriniz güzelce abdest
alıp, sonra da sırf namaz için evinden çıkıp caminin yolunu tutarsa, attığı her
sol adımı ondan bir günah düşürür. Sağ adımına karşılık da bir sevap yazılır.
Bu, camiye girinceye kadar böyle devam eder. Eğer insanlar cemaatle kılman
yatsı ve sabah nam azı ndaki sevabı bilselerdi emekliyerek de olsa ona
gelirlerdi..[64]
310- [1:321,
Hadîs No: 536]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz evinde
abdestini alır, sonra camiye gelirse, dönünceye kadar namazda sayılır.[65]
311- [1:324,
Hadîs No: 545]
Ebû Zer'den (r.a.)
rivayetle:
Kişi ilim öğrenirken
ölürse şehid olarak ölmüş olur.[66]
Şehitlik üç kısma
ayrılır. Biri hem dünya, hem de âhiret şehididir. Hakiki şe-hidlerdir. Bunlar
Allah yolunda halis bir niyetle cihada çıkıp da ölen kimselerdir. Yıkanmadan
elbiseleriyle birlikte gömülürler. İkincisi sırf dünya şehididir ki, bu da
önceki gibi savaşa katılmış, çarpışmış ve ölmüştür. Ama Allah için çarpışmamış,
böyle bir niyet taşımamış, gerçek mahiyeti bilinmediği için dünyada şehid gibi
muamele görmüştür.
Bir de savaşa
gitmediği-halde âhiret şehidi sayılan kimseler vardır ki, bunlar dünyada şehid
muamelesi görmedikleri halde âhirette şehidlik sevabını kazanırlar. Bir
hadisten öğrendiğimize göre, veba gibi bulaşıcı hastalıklardan, kann
ağrısından, zatülcenb hastalığından, suda boğularek, yıkık altında kalarak, yangından,
hamileyken ve lahosalık dönemindeyken ölen kimseler[67] bu gruba girerler.
Bu ve daha başka
hadislerde ilim öğrenirken ölen kimseler de bu üçüncü grup şehidlere dahil
edilmiş, âhirette şehid muamelesi görecekleri belirtilmiştir.
Bir âyette Rabbimiz, ilim
sahiplerine yüksek dereceler verileceğini[68]
bildirir ki, bu yüksek derecelerden biri de ilim yolunda ölen kişinin şehitlik
derecesine yükselmesidir. İlim öğrenenlerin Allah yolunda cihad edenlere eşit
mükâfatlara ermeleri gerçekten büyük bir lütuftur. Başka bir hadiste bu mânâ
teyid edilerek Kıyamet Gününde âlimlerin mürekkepleriyle şehidlerin kanının
tartılacağı ve âlimlerin mürekkebinin şehidlerin kanından üstün geleceği
bildirilir.[69] İlmin sayısız faydalan bir yana
kazandıracağı "şehid" olma gibi büyük mazhariyet mü'mi-ni ilme
teşvike yetmeli değil midir?
312- [1:325,
Hadîs No: 547]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Denkleri çıktığında
kızlarınızı evlendirin. Musîbet ve engellerin gelmesini beklemesin.[70]
Peygamber Efendimiz
(a.s.m.) bu hadislerinde kız velîlerine seslenerek uygun bir talip çıktığında
kızlarını bekletmeden evlendirmeleri tavsiyesinde bulunmaktadır. Evlenme
çağına gelmiş bir kıza bilhassa dînî yönden denk bir tâlîp çıktığında, kız
velisi ince eleyip sık dokumamah, bir engel yoksa velîsi olduğu kızı isteyen
gençle evlendirmelidir.
Evet, hayırda acele
etmek gerekir. Çünkü hayırlı işlerin pekçok engeli vardır. Bir musibet, bir
engel o hayırlı işin olmasına mâni olabilir. Hayırlı işi yerine getirmekte
acele etmek, sadece dengi çıkan kızları evlendirmede değil, Müslüma-nın
hayatının her safhasında tatbik etmesi gereken bir ölçüdür.
Ayrıca talibin
reddedilmesi, eğer kız da onunla evlenmeyi istiyorsa, istenmeyen durumların
ortaya çıkmasına da sebep olabilir.
313- [1:325,
Hadîs No: 549]
Enes rivayet ediyor:
Herhangi biriniz,
hanımiyla cinsî münasebette bulunduğunda bunu sevgi ve arzuyla yapsın.
Hanımından önce tatmin olursa, acele etmesin, onun da tatmin olmasını
beklesin.[71]
314. [1:326,
Hadîs No: 550]
Talk(r.a.) rivayet
ediyor:
Herhangi biriniz,
hanımıyla cinsî münâsebette bulunduğu zaman, kandinin tatmin olmasını istediği
gibi, hanımının da tatmin olmasını beklesin, hemen ayrılmasın.[72]
Peygamberimiz bu
hadislerinde erkeğin hanımıyla cinsî münasebette bulunurken bunu arzuyla
yapmasını, kendisi tatmin olduktan sonra eşinin de tatmin olmasını beklemesini
tavsiye ediyor. Ki, bu tavsiye aile hayatının huzuruna tesir eden bir husustur.
Çünkü evlilikte asıl gaye olmasa da cinsî lezzet, karı kocanın en tabiî
hakkıdır. Bu sebepte, erkek sadece kendisini değil; hanımının da tatmin
olmasını beklemelidir. Sırf kendisini düşünmesi hem bencillik, hem de haksızlıktır.
Üstelik böyle bir şey aile hayatında tedavisi mümkün olmayan yaralar da
açabilir. Meselâ tatmin edilmeyen ve kocasından hislerine karşı saygı görmeyen
kadın, kuvvetli bir îmana sahip değilse veya zayıf irâdeliyse, gözü dışarıda
kalabilir. Bu da aile düzenini alt üst eder.
Diğer taraftan, böyle
bir kadın, artık cinsî münâsebeti bir eziyet olarak görür. Kocasının isteğini
ya gönülsüz olarak karşılar, ya da reddeder. Bu durumun ailede problem
çıkmasına sebep olacağı ise kesindir.
Ayrıca kadında
psikolojik rahatsızlıklara ve ruhî bunalımlara sebep olduğu tıbbın tespitleri
arasındadır.
Bunun içindir ki,
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîsleriyle hem bir haksızlığı önlemiş, hem
de âilelede geçimsizliğin mühim bir sebebini ortadan kaldırmıştır.
315 [1:328,
Hadîs No: 558]
Ebû Ümâme (r.a.)
rivayet ediyor:
Birşey seni tereddüte
sevkedip içini kurcaladığında onu terket,[73]
316- [1:329,
Hadîs No: 560]
Zeyd binErkam'dan
(r.a.) rivayetle:
Kişi sevabı ölmüş anne
ve babasına olmak üzere hac yaparsa, bu hem kendisinden, hem de onlardan kabul
edilir ve onların ruhları göklerde bununla sevinir.[74]
317- [1:329,
Hadîs No: 561]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Kişi bir söz söylerken
sağına soluna bakmırsa, o söz emânettir.[75]
318- [1:330
Hadîs No: 563]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kalbinize başkasındaki
bir nimete karşı hased duygusu gelirse, o duyguya uyarak haddi aşmayın.
Kalbinize gelen sû-i zânnı gerçekmiş gibi kabul etmeyin. Uğursuz gördüğünüz
bir şeyi yapmaktan çekinmeyin ve Allah'a tevekkül edin. [76]
İnsanda sevgi, şefkat,
iyilikseverlik, cömertlik gibi müsbet duyguların yanısı-ra kin, hased,
düşmanlık, inad gibi menfi duygular da bulunur. Bu duyguların herbirinin ayrı
ayrı kullanma yerleri vardır. Müsbet duygular gibi menfî duygular da kanalize
edilmeli, gerçek mecralarına oturtulmalıdır. Yoksa kendi hallerine btrakılır,
gerekli kullanım yerlerini bulamazlarsa insanın başına belâlar açarlar.
Bu menfî duygulardan
biri de haseddir. Hased başkalarının başarılarını, üstünlüklerini, kabiliyet
ve imkânlarını kıskanmak, çekememek demektir. Bu duyguya kendini kaptıran
kimse, din kardeşine gelen musibetlere sevinecek, ona verilen nimetlerden
dolayı da üzülecek derecede alçalır. Bu tavrıyla kaderi tenkit ve rahmete
itiraz etmiş olur. Bu duygu ancak diğer bir hadiste belirtildiğine göre mal
mülk sahibi olup da onu Allah yolunda harcayan, bir de ilim öğrenip öğrendiği
ilmi öğreten kimselere imrenme şekline dönüştürülürse faydalı hale gelir. Artık
bu duygunun adı hased olmaktan çıkar, gıpta olur. Bu da gıpta edilen kimsenin
elindeki nimetten mahrum kalmasını değil, aynı nimetin kendisine de verilmesini
arzu etme şekline dönüşür.
Hased duygusu
belirttiğimiz müsbet tarzıyla kullanılmadığında ya içten içe sahibini yakan bir
ateş, ya da fiiliyata dökülerek bir fitne ve fesat âleti haline gelir. Böyle
kimseler hased ettiği kimsenin elindeki nimetin gitmesi için gıybet, düşmanlık,
hile ve entrika çevirme gibi çeşitli menfi tavır ve tutumlar içerisine girebilirler.
İşte hadiste bunlar haddi aşma olarak nitelendirilmiştir.
Kalbe gelen sû-i zan
da böyledir. Elde kesin bir delil olmadığı sürece "Öyle sanıyorum,
zannederim, bu böyle" gibi kuruntular çoğu zaman hayale hakikat rengi
vermek demektir. O sû-i zanna uyup onu gerçekmiş gibi kabul edip ona göre
hareket etmek herşeyden önce sû-i zan eden kişinin huzurunu kaçırır. Daima
tedirginlik içinde bırakır, Sû-i zan ettiği kişiye karşı bir güvensizlik içine
girer. Bunun farkına varan sû-i zanna maruz kalan kişi de menfî bir tavırla
karşılık verebilir. Böyle psikolojik bir atmosfere giren kişi çok geçmeden
kendisi de "Çalma kapıyı çalarlar kapını" kaidesi gereğince sû-i
zanna maruz kalır.
Kur'ân-ı Kerim bu ve
buna benzer mahzurları sebebiyledir ki insanlığa yakışmayan bu kötü huyu
yasaklar, "Ey îman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir
kısmı günahtır"[77]
âyetinde geçen ve günah olan zan, işte bu sû-i zandır.
Sû-i zan aynı zamanda
insanı yersiz, münasebetsiz ve faydasız araştırmalara iter, tecessüse götürür
ki bu da dinimizde yasaklanmış davranışlardandır. Tecessüs fayda değil, zarar
getirir. Kur'ân, "Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını
araştırmayın"[78]
buyurarak böyie bir davranışı yasaklar.
Başta da belirttiğimiz
gjbi zannı kanalize eden dinimiz onun hüsn-ü zanna dönüşmesini öğütler. Madem
insanda zan denilen bir duygu bulunmaktadır. Bunu sû-i zan değil de hüsn-ü zan
şeklinde uygu tay abilirsek bize büyük faydalar sağlar. Herşeyden önce hüsn-ü
zan kişiye huzur verir, muhatabının da düzelmesini sağlar. Maksat, göniün
huzur bulması ve başkalarına da faydalı olmaksa hüsn-ü zanla hareket
edilmelidir. "Neden meşrutî hükümete ve dinsiz olmayan Jöntürklere mümkün
olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?" sorusuna Bedîüzza-man Hazretleri şu
güzel cevabi vermişti: "Mümkün olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için,
ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise, zâten öyle. Yoksa, tâ öyle olsunlar; yol
gösteriyorum."[79]
Bu güzel duygunun
bilhassa geçmiş devirlerin İslâm büyükleri için kullanılması gerektiği
hususunda da şöyle diyor:
"Evet, insan
hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendinden üstün bilmelidir. Kendisinde
bulunan sû-i ahlakı [kötü ahlakı], sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil
etmesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmeşin
[çirkin bulmasın]. Binâenaleyh, eslâf-ı îzamın [geçmiş [slâm büyüklerinin]
hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise,
maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[80]
Bir şeyi uğursuz görme
meselesine gelince dinimiz böyle birşeyin caiz olmadığını bildirmektedir.
Baykuşun ötmesini, köpeğin ulumasını, bazı günleri ve eşyayı uğursuz görmek,
uğursuzluğa yormak hurafeden başka birşey değildir. Daha buna benzer toplumda
yaygınlaşmış bulunan birçok asılsız hurafe vardır ki bunların hiçbirinin
İslâmda yeri yoktur. Bir işi uğursuz görerek ondan çekinmek de doğru değildir.
İslâmda uğursuzluk değil, hayra yorma vardır. Kâinatın Efendisi Peygamber
Efendimiz (a.s.m.) "Uğursuz gördüğünüz bir şeyi yapmaktan çekinmeyin ve
Allah'a tevekkül edin" buyururken bizlere bu güzel dersi vermektedir.
Allah'a sığınıp dayandıktan, Ona tevekkül ettikten sonra hiçbir şeyin zararı
dokunmaz.
319- [1:330
Hadîs No: 564]
Şeddad bin Evs'den
(r.a.) rivayetle:
Vefatı esnasında
yanında bulunduğunuz kimsenin gözlerini kapatın. Çünkü göz ruhu takip eder.
Arkasından hayır söyleyin. Çünkü melekler aile fertlerinin söylediklerine âmin
der.[81]
320- [1:331,
Hadîs No: 565]
Atnr bin As (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Hâkim hüküm verirken
hakkı bulmada gayret gösterir de doğruyu bulursa iki sevap kazanır. Gayretine
rağmen hatâ ederse bir sevap kazanır.[82]
321- [1:331,
Hadîs No: 566]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Bir konuda hüküm
verdiğinizde âdil davranın. Bir canlıyı öldürdüğünüzde güzel davranın.
Şüphesiz Allah ihsan sahibidir, iyilik ve ihsan sahiplerini sever.[83]
322. [1:332,
Hadîs No: 569]
Ebû Hûreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Kul Allah'tan korkarsa
Allah da herşeye onun korkusunu verir. Kul Allah'tan korkmazsa Allah da onun
kalbine herşeye karşı korku verir.[84]
323. [1:333,
Hadîs No: 570]
Bir kul Kur'ân'ı
hatmederse altmış bin melek onun için duâ eder.[85]
324. [1:333,
Hadîs No: 571]Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz Kur'ân'ı
hatmettiğinde şöyle duâ etsin: "Allah'ım, kabrimde yalnız kaldığımda
korku ve yalnızlığımı gider."[86]
325. [1:333,
Hadîs No: 572]
Zeyd bin Erkam 'dan
(r.a.) rivayetle:
Biriniz bir yolculuğa
çıktığında din kardeşlerine veda etsin. Çünkü Allah onların kendisi için yapacakları
duayı mübarek kılar.[87]
326. [1:333,
Hadîs No: 573]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Üç kişi yolculuğa
çıktığında içlerinden birini başkan seçsinler.[88]
327. [1:334,
Hadîs No: 574]
Tavus rivayet ediyor:
Biriniz tuvalete
girdiğinde şöyle desin: "Bana eziyet veren şeyleri benden gideren, faydalı
şeyleri de bırakan Allah'a hamd olsun."[89]
328. [1:334 Hadîs No: 576]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Evinden çıktığında iki
rekât namaz kıl ki kötü bir çıkıştan seni korusun. Evine girdiğinde de iki rekât
namaz kıl ki, kötü bir girişten seni korusun.[90]
329. [1:334
Hadîs No: 577]
Vahşi bin Harb rivayet
ediyor:
Geceleyin evinizden
çıktığınızda kapılarınızı kapatın.[91]
330. [1:335,
Hadîs No: 578]
Ebû Hümeyd es-Sâidî
rivayet ediyor:
Biriniz bir kadınla
evlenmek istediğinde, gayesi sadece evlenmek olması şartıyla ona bakmasında
hiçbir sakınca yoktur, îsterse evlenmek istediği kimsenin bundan haberi
olmasın.[92]
331- [1:335,
Hadîs No: 580]
Âişe'den (r.a.)
rivayet etmiştir:
Biriniz bir kadınla
evlenmek istediğinde saçım siyaha boyuyorsa bunu ona haber versin.[93]
Dinimizde tercih
edilen görüşe göre bir adam gençlere benzeme ve birisini aidatma düşüncesi
olmaksızın saçını boyamasında bir günah yoktur. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
bu hadîslerinde evlenmek isteyen bir erkeğin saçını siyaha boyamışsa bunu
evlenmek istediği kadına haber vermesini, genç ve yakışıklı görünerek onu
aldatmaktan kaçınmasını istemektedir. Çünkü aldatmak dinimizce haram
kılınmıştır. Ayrıca böyle bir aldatma ilerde aile hayatına da zarar verebilir.
332. [1:336,
Hadîs No: 581}
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Günah gizli kaldıkça
sadece sahibine zarar verir. Ortaya çıktığında düzeltilmezse topluma zarar
verir[94].
Günahlar mânevi
kirlerdir. Tövbe edilmedikçe kalbde siyah bir leke bırakır, zamanla kalbi
karartarak mânevi felaketlerin sebebi olabilir. Fakat dikkat edilirse bu
felâket ferdîdir, zararını sadece günahkâr kişi çeker. Ne zaman ki o günah
gizlilikten çıkar, alenen işlenir veya duyulur, duyurulursa zararı kişiyi aşar;
topluma da sıçrar.
Çünkü günahlar
nefislerin hoşuna gittiği için kolayca benimsenir ve örnek alınırlar. Zamanla
o günah cemiyette yaygınlaşmaya başlar. Zararı ise sadece o kişiyi değil,
toplumu da sarar. Düzeltilmezse bir çokları ondan zarar görür.
Hadiste kusurları
araştırmamaya da bir teşvik bulunmaktadır. Öyle kusurlar vardır ki gizli
kaldıkça sahibini pişmanlığa götürür. Ama perde yırtılırsa cesaret kazandırır,
açıktan işlemesine sebep olur. Gizli kalırsa pişmanlık duyar, ıslahına
çalışır.
333- [1:336
Hadîs No: 582]
Ebû Hümeyd (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz camiye girince
Peygambere salâvat getirsin ve şöyle desin: "Allah'ım! Bana rahmetinin
kapılarını aç." Çıkınca da Resûlullaha salât ve selâm getirsin ve şöyle
desin: "Allah'ım, Senden fazi ve ihsanını diliyorum."[95]
334- [1:338
Hadîs No: 586]
Ebu Şeybe el-Hudri rivayet
ediyor:
Biriniz, bir
topluluğun yanına vardığında kendisine yer açılırsa otursun. Çünkü bu Allah
tarafından Müslüman kardeşinin kendisine yaptığı bir ikramdır. Eğer yer
açılmazsa baksın, boş yer neresi ise oraya otursun.
335. [1:339
Hadîs No: 588]
Ebû Ümâme (r.a.)
rivayet ediyor;
Biriniz Müslüman
kardeşine gittiğinde yanından ayrılıncaya kadar o kendisinin âmiri
durumundadır.[96]
336- [1:339
Hadîs No: 589]
Enes'den (r.a.)
rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Misafir, bir topluluğa
geldiğinde rızkıyla beraber gelir. Ayrıldığında da o topluluğun günahlarını
bağışlatmış olarak ayrılır.[97]
337- [1:340
Hadîs No: 592]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyort
Ramazan ayı girdiğinde
Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur.[98]
338. [1:340
Hadîs No: 593]
Ebû Saîd rivayet
ediyor:
Bir hastayı ziyaret
ettiğinizde, daha çok yaşayacağını söyleyin. Çünkü bu birşey değiştirmez, fakat
hastanın gönlünü hoş tutar.
Varlıklar dünyasında
en değerli şey insan hayatıdır. Hizmetlerin en üstünü de insan hayatına, onu
korumaya, maddî ve manevî hastalıklardan kurtarmaya yönelik hizmetlerdir.
Doktorlar hastanın
sağlığa kavuşması için uğraştıkları gibi ziyaretçilere düşen en büyük görev de
hastaya moral ve ümit vermektir. Ölecek olsa bile hastaya bu mora!
verilmelidir. Büyük İslâm âlimi Bedİözzaman "Meyus ve ümitsiz bir hastaya
manevî bir teselli, bin ilaçtan daha ziyade nâfidir [faydalıdır]."[99]
diyor. Doktorların da en önemli vazifesi bu olduğunu, olması gerektiğini tıp
otoriteleri söylüyorlar. Ünlü doktor Ebû Bekir er-Razî bu konuda şunları
söylüyor:
"Bir doktor şifâ
ümidi vermelidir. Eğer netice alınacağından emin değilse, ruhun bulucu gücüne
kulak vermiş gibi, doktor da henüz ölüm vukua gelmeden hastanın cesaretini
arttırmak, ona yaşama kudreti telkin etmelidir." Doktorlar Sultanı İbni
Sina da şöyle diyor;
'Tedavinin en iyi
yollarından, en tesirli olanlarından biri, hastanın aklî ve ruhî güçlerini
arttırmak, ona hastalıklarla daha iyi mücadele edebilmesi için cesaret vermek,
hastanın çevresini sevimli ve hoşa gider hâle getirmek, sevdiği insanlarla bir
araya getirmektir."[100]
Aslında bu ölçünün
dayanağı İslâmtn ruhundaki ümit ve şevlctir. Kur'ân, Allah'tan ümit
kesilmemesi gerektiğini öğretir.[101]
339- [1:341
Hadîs No: 594]
Kâtade (r.a.) rivayet
ediyor:
Bir eve girdiğinizde
ev halkına selâm veriniz. Çıktığınızda da onları selâmla Allah'a ısmarlayınız.[102]
340- [1:341
Hadîs No: 595]
Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Bir hastanın yanına
vardığında sana duâ etmesini iste. Çünkü onun duası meleklerin duası gibidir.[103]
341. [1:342
Hadîs No: 597]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Biriniz duâ ettiğinde,
isteğinde kararlı olsun. "Allah'ım, dilersen bana ver" demesin.
Şüphesiz Allah'ı zorlayan hiç kimse yoktur.[104]
342- [1:343,
Hadîs No: 598]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz duâ ettiğinde
kendi duasına "Âmin" desin.[105]
343- [1:343,
Hadîs No: 599]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Birisi yanında bulunmayan
kardeşine duâ ederse bu işe görevli melek "Sana da bir misli
verilsin" der.[106]
344. [1:343
Hadîs No: 600]
Talk bin Ali (r.a.)
rivayet ediyor:
Erkek Özel ihtiyacı
için hanımını çağırdığında, kadın ocak başında olsa dahi bırakıp kocasının
isteğini yerine getirsin.[107]
345- [1:344
Hadîs No: 602]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Bir erkek hanımını
yatağına çağırdığında hanımı gelmemekte diretir, kocası da kızgın olarak
sabahlarsa melekler sabaha kadar o kadına lanet ederler.[108]
Kadın, kocasına karşı
süslenir, temiz giyinir, onu kendisine bağlar ve kocasını cinsî noktadan
tatmin ederse, onu harama düşmekten ve manevî hayatını tehlikeye atmaktan
kurtarmış olur.
Fakat kocasına karşı
süslenmez, hasta olduğunu veya canının sıkıldığını bahane ederek dâvetine cevap
vermez, âdet hali bittiği halde "Devam ediyor" diyerek kocasına
yalan söylerse, mesul olur. Diğer taraftan, kocası zayıf irâdeliy-se, şeytanın
da vesvesesiyle gözü dışarılara kayıp harama düşebilir.
Ayrıca, erkeğin cinsî
noktadan tatmin olmaması, ailede büyük bir huzursuzluğa da sebep olabilir.
Hattâ bu huzursuzluk bazan boşanmaya kadar gidebilir.
İşte bu ve buna benzer
sakıncaları içindir ki, Peygamberimiz (as.m.) kadına, kocasının cinsî
noktadaki arzusunu yerine getirmesini tavsiye etmiş; âdeti bittiği halde
"Devam ediyor" diye yalan söyleyen kadınlara da lanet okumuştur.
Bununla beraber, erkek
de hanımın hastalık, aşırı yorgunluk gibi gerçek mazeretlerini nazara alarak
anlayış göstermeyi, sabırlı olmayı bilmelidir.
346. [1:344,
Hadîs No: 603]
Hilal bin Yesaf
rivayet ediyor:
Birisi duâ ettiğinde
kabul edilmese bile kendisine bir sevap yazılır.[109]
347- [1:344,
Hadîs No: 604]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Dua ettiğinde elinin
içiyle Allah'a duâ et, tersiyle değil. Duayı bitirdiğinde de iki elini yüzüne
sür.[110]
Bir Müslümanın
ibâdetlerinde, hatta bütün hareket ve davranışlarında pusulası, ölçüsü,
Sünnet-i Seniyyenin esasları olmalıdır. İbâdetin özü olan duada da
Peygamberimizin bu meseledeki tatbikatı örnek alınmalıdır. İşte Peygamberimiz
bu hadislerinde ümmetine duâ ederken ellerinin arkasıyla değil, avuçlarını
yukarı kaldırarak duâ etmelerini tavsiye etmektedir.
Namazda Kâbeye
yöneldiğimiz gibi, duâ ederken de ellerimizi göğe çeviriyoruz. Bu, Kabe
namazlarımızın kıblesi, gökyüzü de dualarımızın kıblesi olması sebebiyledir.
Temel kaide bu olmakla beraber bâzı istisnaî durumlar da vardır.
Bizler kul olarak
bütün ihtiyaçlarımızı Yüce Rabbimizden istediğimiz gibi Ondan kusur ve
günahlarımızı bağışlamasını da dileriz. Bizlere belâ vermemesi ve verdiği musibeti
kaldırması için Ona yakarışta bulunuruz. Rabbimizden birşe-yi vermesini
istediğim izdeki ses tonumuzla, vermemesini, bizi ondan korumasını istediğimiz
şeylerdeki ses tonumuz birbirinden farklıdır. O halde bu iki farklı
dileklerimizi yüce dergâhına arzederken ellerimizin durumu da farklı olur.
İstediğimiz şeylerde avuç içleri semâya bakarken, gelmesini İstemediğimiz
şeylerde avuç içleri yere bakar. Günlük hayatımızda da bir şeyin verilmesini
istediğimiz-deki el hareketimizle, istemediğimizdeki el hareketimiz farklı
değil midir?
Nitekim bu tatbikatı
Peygamberimizin hayatında da görüyoruz. Hallad bin Said (r.a.) Resûlullahın bu
tatbikatını şöyle bildiriyor:
"Peygamberimiz
(a.s.nr.), Allah'tan birşey istediği zaman, avuçlarının içini semâya kaldırır,
birşeyden Allah'a sığındığı zaman da ellerinin tersini semâya çevirirdi."[111]
Enes bin Mâlik de
(r.a.), Peygamberimizin (a.s.m.) yağmur duasında kuraklığın felâketinden
Allah'a sığınırken avuçlarının tersini gökyüzüne kaldırdığını bildirir.[112]
Çünkü yağmurun kesilmesi
ve uzun müddet yağmaması bir musibettir. Yağmur duası bu belânın kaldırılması
için yapılır. Kıtlığın, yağmursuzluğun giderilmesi için duâ edildiğinden
Peygamberimiz avuç içlerini aşağıya çevirmiştir.
348. -[1:345
Hadîs No: 606]
îbni Ömer (r.a.) rivayet
ediyor:
Biriniz düğün yemeğine
davet edildiğinde gitsin.[113]
349. [1:346
Hadîs No: 610]
îbni Mes'ud'dan (r.a.)
rivayetle:
Biriniz bir yemeğe çağrıldığında gitsin. Oruçlu değilse yesin. Oruçlu ise
bereketlenmesi için duâ etsin.[114]
350- [1:348,
Hadîs No: 616]
îbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
Size Allah'ın azabı
hatırlatıldığı zaman yapmak istediğiniz kötülükten vaz geçiniz.[115]
351 [1:348,
Hadîs No: 618]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz güzel bir rüya
gördüğünde onu tâbir ettirsin, başkalarına da anlatsın. Kötü bir rüya
gördüğünde de ne tâbir ettirsin, ne de başkalarına anlatsın.[116]
Hemen hepimiz hergün
bir veya birkaç rüya görürüz. Bazan yıllardır görmediğimiz bir yakınımızla
beraber olur, bâzan kuş gibi uçar, bâzan birbirinden güzel manzaralar içinde
gezip dolaşırız. Çoğu zaman bunun bir rüya olduğunun farkında dahi olmadan,
gerçekmiş gibi lezzet alır, sevinç duyarız. Ancak, herkesin her zaman güzel,
müjdeli rüya göreceği de söylenemez. Bâzan sıkıntılı, korkulu, üzücü rüyalar da
görebiliriz. Meselâ,—Allah geçinden versin—bir yakınımızın vefat etmesi,
yırtıcı hayvanların kovalaması, düşmanla savaşmak gibi. Bu durumda da çok kere
rüyada olduğumuzu anlayamadığımız için dehşete kapılır, kan-ter içinde
uyanıveririz. Bazen, birkaç gün gördüğümüz rüyanın tesirinden kendimizi
kurtaramaz, rüyamızı yakınlarımıza aniatarak bir tâbir bekleriz.
Peygamber Efendimiz
(as.rn.) bu hadislerinde kişinin iyi bir rüya gördüğünde onu yorumlamasını,
başkalarına da anlatmasını istiyor. Kötü bir rüya gördüğünde de onu
yorumiamamasını ve başkalarına da anlatmamasını tavsiye ediyor. Çünkü
Peygamberimiz başka bir hadislerinde, rüyanın tabir edilmedikçe askıda
olduğunu, tabire göre gerçekleşebileceğini bildirmektedir[117]
Bu, kötü rüya görenin
bunu hiç kimseye anlatmaması demek değildir. Çünkü Öyle rüyalar vardır ki,
dehşetli, korkulu olduğu halde mânâsı çok güzel olabilir. Bunun içindir ki
Peygamberimiz Sahabîlerin tabirlerini sorduklan rüyalar ürkütücü de olsa, onu
hayırlı bir şekilde tabir etmiştir. Meselâ bir defasında Peygam-beremizin
amcası Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü'l-Fadl (r.a.) Resûlullaha "Rüyamda sizin
bir uzvunuzu bizim evde gördüm" demişti: Peygamberimiz de "Bir hayır
görmüşsün. Kızım Fatıma bir erkek çocuk dünyaya getirecek, sen de onu
emzi-receksin" buyurdu.[118]
Öyle ise kötü rüya
gören biri onu hayra yoracak olanlara anlatabilir. Böyle rüya görenler o
rüyanın şerrinden Allah'a sığınmalıdır. Ayrıca her rüyanın tahakkuk
etmeyeceğini veya kötü ve şer gibi görülen rüyalardan hayırlı neticelerin çıkabileceğini
düşünmeli, dehşet ve korkuya kapılmamalıdır.
352. -
[1:350, Hadîs No: 621]
Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz sevdiği bir
rüya görürse bu Allah'tandır. Bu sebeple Allah'a hamdetsin. Ve başkalarına
anlatsın. Sevmediği bir rüya gördüğünde ise bu şeytandandır. Ondan Allah'a
sığınsın ve onu hiç kimseye anlatmasın. Böyle yaparsa o rüya ona zarar vermez.[119]
353. .
[1:351, Hadîs No: 622]
Amir bin Rebîa rivayet
ediyor:
Biriniz kendi
şahsında, malında veya Müslüman kardeşinde çok hoşuna giden bir şey gördüğünde,
bereketi için duâ etsin. Çünkü göz değmesi haktır.[120]
354- [1:351,
Hadîs No: 623]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz musîbete
uğramış birisini gördüğünde içinden, "Beni sana verdiği musibetten
koruyan, beni sana ve kullarının bir çoğuna gerçekten üstün kılan Allah'a
hamdolsun" derse, bu söz kendisine verilen o nimete şükür olur.[121]
355. [1:352,
Hadîs No: 624]
Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz güzel bir
kadın gördüğünde, ondan hoşlanırsa, hanımına gelsin ve onunla beraber olsun.
Çünkü ikisindeki birdir, onda olan hanımında da vardır.[122]
356. .
[1:352, Hadîs No: 625]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz bir Müslüman
kardeşinde bir musibet gördüğünde kendisini o musibete uğratmadığı için
Allah'a hamdetsin. Fakat bunu ons duyurmasın.[123]
357. [1:354,
Hadîs No: 627]
îbni Amr (r.a.)
rivayet ediyor:
Ümmetimin zâlime,
"Ey zâlim" demekten korktuğunu gördüğünde ondan ümidini kes.[124]
.
358. [1:354,
Hadîs No: 628]
Âlimin fazlaca idareci
ile haşir neşir olduğunu gördüğünde, onun hırsız olduğunu bil.[125]
Âlimin en mühim
vazifelerinden birisi, idarecinin adaletle hükmetmesini temin etmek,
zulmetmesini önlemektir. Bu vazifeyi yapabilmesi için de vakarını koruması
gerekir. Bu gaye ile olmaksızın idareci ile sık sık haşir neşir olup, onun
ihsan ve ikramını kabul eder, idarecinin imkânlarını şahsı için kullanırsa,
genelde "kişi-ihsanın kölesi" olduğundan bu vazifesini hakkıyla
yapamaz. İdareciyi îkaz etmeyi düşündüğü anda onun kendisine yaptığı
ihsanları, emrine verilen devlet imkânlarını hatırlar, o ikazı yaparsa,
kendisine yapılan ihsanların artık kesileceğini düşünür, îkaz etmekten vaz
geçer, en azından taviz verir, fşte Peygamberimiz bu hadisleriyle, idareciyle
aşırı derecede haşir-neşir olan böyle âlimlerin aslında birer hırsız olduğuna,
o idareciden "sus payı" aldıklanna dikkat çekmektedir.
Güzel olan, âlimlerin
bilhassa îkaz etmekle vazifeli olduğu idareciden, minneti altına girebilecek
şekilde hediye kabul etmemesidir. Âlim eğer çeşitli ihsanları kabul etmişse,
bu durumda da İhsanın kölesi olmamalı, hakkın hatırını her-şeyden üstün
tutarak, gerektiğinde îkaz vazifesini yapabilmelidir.
359. [1:354,
Hadîs No: 629]
Ukbe bin Âmir (r.a.)
rivayet ediyor:
Kul Allah'a isyana
devam ettiği halde, Allah hâlâ ona sevdiği dünyalık şeyleri veriyorsa, bu
ancak Allah tarafından onun için bir istid-ractır[126].
Nimetlere mazhar
olmakla veya onlardan mahrum bırakılmakla imtihan olunuruz. Kul şükrederse
Allah nimetini bollaştırır, bereket ihsan eder. Günah ve isyanlara daldığında
ise nimetini kısar; açlık, kıtlık, yokluk gibi çeşit çeşit felâketler verir.
Genel kaide budur. Ama kul isyan ve günahlara gömüldüğü halde Allah hâlâ
nimetlerini/kulun sevdiği şeyleri veriyorsa, aslında bu onun için bir nimet
değil, bir musibettir, bir cezadır, daha da azmasına sebep olur. O halde
se-fahet ve günahlara dalan insanların dünya nimetlerine kavuşmaları onfan
aldat-mamalı, bizi de onlara özendirmemelidir. Netice önemlidir. Eğer o nimet
bizi dünya ve âhiretin saadetine götürüyorsa gerçekten nimettir. Eğer günaha,
dolayısıyla Cehenneme sevkediyorsa nimet değil, azaptır. Bir âyette de bu
husus şöyle dile getirilmiştir: "Artık Kur'ân'ı yalanlayanları Bana bırak.
Biz onları inkâr ve isyanlanna karşılık nimetler vererek hiç bilmedikleri bir
taraftan azaba yaklaştıracağız."[127]
360. [1:355
Hadîs No: 630]
İbni Abbas'dan (r.a.)
rivayetle:
Müslüman kardeşinde
şunları gördüğün de ondan hayır bekle: Haya, emânete riâyet ve doğruluk.
Bunları görmediğinde ondan hayır bekleme.[128]
.
361. [1:357,
Hadîs No: 634]
İbni Huzeyme (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir adamın camilere
devam etmeyi âdet haline getirdiğini gördüğünüzde, onun îmanlı olduğuna
şahitlik getirin.[129]
362. [1:358,
Hadîs No: 635]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Kişiye dünyaya kalben
bağlanmama arzusu ve az konuşma verildiğini gördüğünüzde ona yaklaşınız. Çünkü
ona hikmet telkin ediliyor.[130]
363. [1:359,
Hadîs No: 637]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Sahabîlerime dil
uzatanları gördüğünüzde "Allah'ın laneti kötülüğünüzün üzerine
olsun" deyin.[131]
364. [1:360
Hadîs No: 640]
Ebû Ümâme (r.a.)
rivayet ediyor:
Değiştirmeye gücünüzün
yetmediği bir kötülük gördüğünüzde, o şey Allah tarafından değiştirilinceye
kadar sabredin.[132]
Mü'minin en belirgin
vasıflarından birisi iyiliği tavsiye etmek ve kötülükten sa-kmdırmaktır. Bir
hadislerinde Peygamberimiz kötülüğe karşı mü'minin tavrını bildirirken
vazifesini önce elle, ona gücü yetmezse dille engellemek, ona da gücü yetmezse
kalble buğzetmek, nefret duymak, kötü karşılamak olduğunu bildirmişlerdir.
Kötülüğü önlemek için elimizden gelen her türlü gayreti sarfettikten sonra,
elimizden bir şey gelmediğini gördüğümüzde yapacağımız iş, o kötülüğün kalkması
için Allah'a dua etmek, sabırla sona ermesini beklemek olacaktır. İşte bu
hadis-i şerif kötülüğe karşı takınmamız gereken bu son tavrı nazanmıza vermektedir.
Aksi bir tutum, hizmet edeyim derken zararlı olmayı bile netice verebilir.
365. [1:361,
Hadîs No: 643]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah'ın, kula
fakirlik ve hastalık verdiğini gördüğünüzde şüphesiz Allah onu günahlardan
arındırmak istiyor demektir.[133]
366. [1:364,
Hadîs No: 650]
Selman el-Fârisî'den
(r.a.) rivayetle:
Mü'minin kalbi Allah
yolunda mücâdele ederken korku veya heyecandan titrediğinde, günahları olgun
hurma salkımlarının dökülmesi gibi dökülür.[134]
367- [1:365,
Hadîs No: 854]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Şu hayvanlara
bindiğinizde konaklayarak onları dinlendirip doyurun. Onlara karşı şeytanlar
kesilmeyin.[135]
368. [1:366
Hadîs No: 655.]
îbni Ömer Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Biriniz Müslüman
kardeşini ziyaret edip yanında oturduğunda ondan müsaade istemedikçe
kalkmasın.[136]
369. [1:366,
Hadîs No: 656]
Biriniz din kardeşini
ziyaret ettiğinde oturması için kendisini topraktan koruyacak bir şey
verdiğinde Allah da onu Cehennem azabından korur.[137]
Peygamberimiz pekçok
hadîslerinde Müslümanlar arasındaki kardeşliği kuvvetlendirici tavsiyelerde
bulunmuş, bu meyanda mü'minlerin birbirlerini ziyaret etmeleri, hal hatır
sormalarını teşvik etmiştir. Kardeşliği zedeleyici davranışlardan ise
sakındırmtştır. Bu hadîslerinde de, samimiyeti daha da arttıran, daha sık
ziyarete arzu uyandıran bir husus üzerinde durmaktadır. Bu da ilgidir. Bir insanın
kendisini ziyarete gelen bir din kardeşine oturması için yer göstermesi, ona
ilgi gösterdiğinin işaretidir. Bunu yapmadığında, ziyaretçi kendisine değer
verilmediği intibaına kapılıp bir daha ziyarete gelmeyebilir. Bunun için bir
mü'min ziyaretine gelen kardeşine yer göstermeli, küçük bir şeyle de olsa ikramda
bulunmalıdır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukandaki hadîslerinde böyle güzel
davranışların birbirine eklenerek Cehenneme karşı kişiyi koruyacağını müjdeler.
Din kardeşlerimizi
böyle izzet ve ikramla karşılamak bizim herşeyden önce İslâmî ve içtimaî
vazifemizdir. Yukandaki hadîs-i şerif ise bu görevimizi yerine getirirken bizim
için ayrıca bir teşvik unsuru olmaktadır.
370- [1:366,
Hadîs No: 658]
Ebû'd-Derdâ'dan (r.a.)
rivayetle:
Camilerinizi
nakışlarla, mushaflarınızı da altın ve gümüşle süslediğinizde felâket
başınızdadır.[138]
Camiler, içinde
Allah'a ibâdet edilmek, ilim öğrenilmek için inşâ edilen mübarek mekânlardır.
Bir ülkenin, bir şehrin bir köyün İslâm beldesi olduğununun en açık delilidir.
Nitekim dedelerimiz uğradıkları her yere birçok mabedler inşâ ederek İslâmın
mührünü basmışlardır. Bunun için mü'minlerin en mühim vazifelerinden birisi
içinde Allah'a ibâdet edilecek ve ilim tahsil edilecek camiler inşâ etmek,
camileri korumak, namazla camileri şenlendirmek, yani maddeten ve manen îmar
etmektir. Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede bu gerçeği şöyle bildirir:
"Allah'ın
mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden, namazlarını dosdoğru
kılan, zekâtlarını veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar
eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır."[139]
Ne var ki diğer manevî
hizmetlerden taviz verme pahasına camilerin maddî îmarfarında lükse ve
debdebeye kaçmak doğru değildir. Elbette camiler temiz olacak, halı döşenecek,
imkân varsa ısıtma tertibatı temin edilecektir. Fakat cami inşâsında
sadelikten ayrılmak, süslemede ifrata kaçmak, özü bırakıp şekille uğraşmak,
duvarları binbir nakışlarla süslemek, en pahalı avizeleri asmak, halı üzerine
halı sermek israftır. Camilere daha çok insanların gelmesini temin için îman ve
Kur'ân hizmetine sarfedilecek milyarlarca lirayı süse harcamak Islâmi-yetin
özünü kavramamak demektir.
Ayni şeyler Kur'ân
için de geçerlidir. Kur'ân elbette şanına layık kaliteli kağıda basılacaktır.
Fakat, aşırt derecede süslemek, maliyetini arttırmak, okunmak ve yaşanmak için
indirilen Kur'ân'ı bir süs eşyası durumuna düşürmek doğru değildir. İşte
Peygamberimiz bu hadislerinde camileri nakışlarla, mushafları altın ve gümüşle
süslediğimizde felâketi beklememiz gerektiğine dikkat çekiyor. Bu hadis aynı
zamanda Peygamberimizin bir mûcizesidir. Resûlullah asırlar sonra Müslümanların
özü bırakarak kısırla uğraşacaklarını bilmiş ve haber vermiştir. Ki biz bu gün
o felâketi yaşıyoruz.
371- [1:367,
Hadîs No: 659]
İbni Abbas 'dan (r.a.)
rivayetle:
Zilzal Sûresi
Kur'ân'ın yarısına denktir. Kâfîrûn Sûresi dörtte birine, thlâs Sûresi de üçte
birine denktir.[140]
Bu ve benzeri
hadislerde geçen faziletler ilk bakışta mübalağa gibi görülebilir. Çünkü
Kur'ânın içerisinde bu sûreler de yer almaktadır. Dolayısıyla bu sûreler
kendilerinin de yer aldığı bütün Kur'ân'la mukayese edilmiş oluyor.
Bedi-üzzaman, Sözler isimli eserinde bu meseleyi özetle şöyle îzah ediyor:
Kur'ân'ın herbir
harfinin bir sevabı vardır. Allah'ın bir ihsanı olarak o harflerin sevabı
sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş. Âyete'l-Kürsf harflerine yedi
yüz, İhlâs Sûresi harflerine bin beş yüz, Berat Gecesinde ve makbul vakitlerde
okunan âyetlere on bin, Kadir Gecesinde okunan âyetlere otuz bin sevap verir.
Bu haliyle Kur'ân-ı Kerimin sevabı tartmaya gelmez. Belki gerçek sevabıyla
bâzı sûrelerle tartılmaya gelebilir.
Meselâ bin tane mısır
ekilmiş bir tarla farzedelim. Bazı tanelerin yedi sünbül verdiğini farzetsek,
her bir sünbülde de yüzer adet mısır tanesi varsa bu durumda sünbül veren yedi
tane bütün tarlanın üçte ikisine denk geliyor demektir. Bunun gibi bir habbe
on sünbül verse, her sünbülde ikiyüz tane olsa, bu durumda bir tek habbe
tarlaya ekilen habbelerin iki misli kadar olmuş olur. Bunu daha fazla devam
ettirebiliriz.
İşte Kur'ân-ı Hakimi
nûrânî, mukaddes semavî bir tarla olarak düşünüyoruz. Her bir harfi asıl
sevabıyla birer habbe hükmündedir. Diğer sûrelerin sünbülleri nazara
alınmadığında Yasin, İhlâs, Fatiha, Kâfirûn, Zilzal Sûreleri bütün Kur'ân'la
tartılabilir. Meselâ Kur'ân'ın 300620 harfi vardır. İhlas Sûresinin harfleri
ise besmele ile birlikte 69'dur. Hadiste İhlâs Sûresi Kur'ân'ın üçte birisine
denktir denildiğine göre, İhlâs Sûresi'nin her bir harfine 1452 sevap düşmektedir.
Hadisde ifâde edilen diğer sûreler de bu şekilde hesaplanabilir"[141]
372- [1:368,
Hadîs No: 661]
Ebû Said rivayet
ediyor:
Biriniz Rabbinden
rızık istediğinde helâl olanı istesin.[142]
373- [1:368,
Hadîs No: 662]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz Rabbinden bir
şey istediğinde duasının kabul edildiğini hissederse, "îhsaniyla güze!
nimetlerin tamamlandığı Allah'a ham-dolsun" desin. Duasının kabulü geciken
de "Her hâl için Allah'a hamdolsun" desin.[143]
374- [1:368,
Hadîs No: 663]
îrbad bin Sâriye
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah'a duâ
ettiğinizde Firdevs Cennetini isteyin. Çünkü o, Cennetin en güzel yeridir.
375. [1:369,
Hadîs No; 665]
Abdullah bin Zeyd'den
(r.a.) rivayetle:
Birinize "Mü'min
inisin?" diye sorulduğunda, îmanında şüphe varlığını hissettiren bir
ifâde kullanmasın.[144]
Bir insan kalben îman
esaslarına inanıyorsa, bu Allah katında mü'min sayılması için yeterlidir.
Ancak Müslümanların onun mü'min olduğunu bilip ona göre muamele etmeleri için
dili ile ikrar da gereklidir. İşte böyle bir kimse bu durumunu dile getirmek
istediğinde kesinlik ifade eden bir deyimle Ben mü'minim demeli,
"İnşâallah mü'minim" dememelidir. Çünkü bunda bir kararsızlık kokusu
vardır. Bu konu kelâm kitaplarında "İmânda istisna" başlığı altında
incelenir.
İşte Peygamberimiz de
bu hadislerinde "Birinize 'Mü'min misin?' diye sorulduğunda fmanmda şüphe
ifâdesini kullanmasın, yani 'İnşâallah mü'minim' demesin" buyurarak buna
dikkat çekmektedir.
Bununla beraber
buradaki "demesin" ifâdesini kesin bir yasaklama şeklinde değil bir
tavsiye olarak değerlendiren bâzı kelâm âlimleri, zayıf ve taklidî bir îman
için "İnşâallah mü'minim" demek doğru olmasa da, mükemmel ve tahkikî
iman için "İnşâallah mü'minim" denilebileceğini söylerler. Buna göre
her mü'min îmanın aslı ve özünün kendisinde bulunduğuna dair kesin bir ifâde
kullanabilir. Ancak îmanının mükemmel olup olmadığı noktasında tereddüt dile
getiren bir ifâde kullanabilir. Ayrıca bu âlimler son nefesdeki durumu nazara
alarak kimsenin gelecek için kesin bir ifâde kullanması mümkün olmadığından
"İnşallah mü'minim" ifâdesini caiz görmüşlerdir. Bu durumda bu ifâde
"İnşâallah mü'min olarak öleceğim" demek olur.
376- [1:370,
Hadîs No: 668]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah birinizin gelir
kaynağını bir yöne bağlaraışsa, o yolla geçimini temin etmekte zorlanmadıkça o
rızık kapısını terketmesin.[145]
377, [1:371,
Hadîs No: 669]
Abdurrahman bin Cennab
es-Selmt'den (r.a.) rivayetle: Allah kul için önceden manevî bir makam takdir
etmiş, fakat kul ameliyle oraya ulaşamıyorsa Allah onun bedeni, çoluk çocuğu ve
malıyla ilgili bir musibet verir, sonra da daha önce takdir ettiği makama
ulaşması içip onu buna karşı sabırlı kılar.[146]
378.-
[1:372, Hadîs No: 670]
Ani Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir kişi senin
hakkında bildiği bir kusurla sana dil uzatırsa, sen de onun hakkında bildiğin
bir kusurla ona dil uzatma. Böyle yaparsan, bu senin için bir mükâfat; onun
için de bir vebaldir.[147]
379- [1:374,
Hadîs No: 677]
İyiliklerin seni
sevindirir, kötülüklerin de seni üzerse, sen olgun mü'minsin.[148]
380. [1:375,
Hadîs No: 680]
îrbad bin Sâriye
rivayet ediyor:
Erkek, hanımına su
dahi içirse ondan sevap kazanır[149].
381.. [1:376
Hadîs No: 681]
Câbir'den (r.a.)
rivayetle:
Birinizin lokması yere
düştüğünde, üzerindeki rahatsız edici şeyleri temizledikten sonra yesin. Onu
şeytana bırakmasın. Çünkü, bereketin yemeğin hangi parçasında olduğunu
bilemez.[150]
382. [1:378,
Hadîs No: 687]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir kişinin
"İnsanlar helak oldu" dediğini duyduğunda, asıl heiâk olan
kendisidir.
383- [1:378,
Hadîs No: 688]
îbni Mes'ud (r.a.)
rivayet ediyor:
Komşuların sana
"İyi bir iş yaptın" dediklerini duyduğunda iyi bir iş yapmışsın,
"Kötü bir iş yaptın" dediklerinde kötü bir iş yapmışsın demektir.[151]
Dinimizde insanın
bütün hayatını düzenleyen prensipler, esaslar vardır. Bu cümleden olarak komşu
münasebetleri de güzel bir şekilde tanzim edilmiştir. Yüce Rabbimiz bir âyet-i
kerimede iyilik ve ihsana lâyık kimse ve gruplar arasında komşuları da sayarak
şöyle buyurur:
"Allah'a ibâdet
edin ve hiçbir şeyi Ona ortak koşmayın. Anne ve babaya iyilik edin. Akrabaya,
yetimlere, fakirlere, akraba komşuya ve yabancı komşuya, yanınızdaki arkadaşa,
yolcuya, mâliki bulunduğunuz kimselere iyilik edin."[152]
Peygamber Efendimiz
{a.s.m.) pekçok hadîslerinde komşuluk üzerinde durur. Bunlardan ikisi şu
mâeldedir:
"Cebrail bana
durmadan komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti. Bu sıkı tavsiyeden komşuyu
komşuya mirasçı kılacağını zannettim."[153]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
"Peygamberimizin
(as.m.) üç defa: 'Vallahi mü'min olmaz' diye tekrarladığını işittim. Yâ
Resûlallah, kim mü'min olmaz?' diye sordular, 'Komşusu şerrinden emin olmayan
kimse' buyurdu."[154]
İşte Peygamber
Efendimiz (a.s.m.) izahını yaptığımız hadîslerinde de komşulukla ilgili bir
meseleye dikkat çekiyor. Nefsinin esiri olmayan, Allah'ın emirlerini yerine
getiren komşuların, kişinin yaptığı işin iyi mi, kötü mü olduğuna şahitlik
edebileceklerini bildiriyor.
İnsanın yaptığı iş
hakkında böyle komşuların "İyi yaptın" veya "Kötü yaptın"
şeklindeki değerlendirmelerini nazara almasını istiyor. Gerçekten de Allah'ın
emrini bilen ve yaşayan komşuların bir meselede "İyi yaptın" demesi
yapılan şeyin iyi olduğuna, "İyi bir şey yapmadın" demeleri de
yapılan şeyin iyi olmadığına delildir.
384- [1:378,
Hadîs No: ,689]
Ka'b bin Ucre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ezan sesini
işittiğinde Allah'ın dâvetçisi olan müezzinin çağrısına[155]
385. [1:379,
Hadîs No: 690]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Ezan sesini duyduğunda
namaza git. Giderken ağırbaşlılıktan ayrılma. Safta bir boşluk bulursan orayı
doldur. Yoksa din kardeşinin yerini daraltma. Kendin duyacağın kadar bir sesle
oku, yanındakileri rahatsız etme. Dünyadan biraz sonra ayrılacak bir kimsenin
namazı gibi namaz kıl.[156]
386- [1:380,
Hadîs No: 695]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Horozların seslerini
duyduğunuzda Allah'tan faz! ve ihsanını isteyiniz. Çünkü onlar melek
görmüşlerdir. Eşek sesini duyduğunuzda da şeytandan Allah'a sığınınız. Çünkü o
bir şeytan görmüştür.[157]
387- [1:381,
Hadîs No: 698]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor:
Geceleyin köpek
havlamalarını, eşek anırışını işittiğinizde şeytandan Allah'a sığınınız. Çünkü
onlar sizin görmediğiniz şeyleri görüyorlar.[158]
388. [1:382,
Hadîs No: 699]
Ebû Hümeyd rivayet
ediyor:
Benden rivayet edilen
bir söz işittiğinizde kalbleriniz onu güzel görür, bedeniniz ona itaata
meyleder, onu İslâmın ruhuna uygun bulursanız o bana aittir.
Şayet o sözü
kalbleriniz çirkin görür, bedeniniz ona itaattan kaçınır ve onu İslâmın ruhuna
uygun bulmazsanız ben o sözden uzağım.[159]
389- [1:383,
Hadîs No: 700]
Üsâme bin Zeyd'den
(r.a.) rivayet ediyor:
Bir yerde veba
hastalığının çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz. Eğer hastalık bulunduğunuz
yerde çıkarsa, kaçma niyetiyle oradan çı km ayınız.[160]
Peygamber Efendimizin
(a.s.m.) bu hadisleriyle bugün kullanılan karantina usûlünü 1400 sene önce
getirdiğini görüyoruz. Burada bulaşıcı bir hastalığa yakaianan kimsenin o
hastalığı başka taraflara taşımaması için bulunduğu yerden ayrılmamasını,
sıhhatli kimsenin de bulaşıcı hastalığın bulunduğu yere girmemesini
istemektedir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadîslerinde de bulaşıcı
hastalığa yakalanıp da bulunduğu yerden ayrılmayan, sabrederek neticeyi
bekleyen kimsenin sevab kazanacağına dikkat çekmiştir.[161]
İzah ettiğimiz hadis
aynı zamanda Müslümanın kader anlayışını yansıtması bakımından da mühimdir. Bir
Müslüman "Kaderimde ne varsa o olur" diyerek kendisini tehlikeye
atamaz. Buna karşı tedbir alması gerekir. Tedbirine rağmen musibete uğrarsa o
zaman da sabretmelidir.
Hicretin 18. yılında
Şam'da veba salgını çıkmıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer alınan tedbirleri yerinde
incelemek için Şam'a hareket etti. Şam'a yaklaştığında ordu kumandanı Ebû
Ubeyde bin Cerrah (r.a.) ve arkadaşları onu karşıladılar ve veba salgınının
iyice yaygınlaştığını söylediler. Hz. Ömer orada bulunanlarla istişare etti ve
neticede Medine'ye hareket etme emrini verdi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bin
Cerrah (r.a.) Hz. Ömer'e, "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diye
sordu.
Hz. Ömer'in verdiği
cevap manidardı. "Evet," dedi. "Allah'ın kaderinden yine
Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin? Eğer senin develerin olsaydı, onları
iki yamacı olan bir vadiye indirselerdi. O yamaçlardan birisinin yaylım otu
fazla, diğeri ise çorak olsa ve sen de develerini otlak yerde gütsen Allah'ın
kaderiyle gütmüş, otsuz yerde gütsen yine Allah'ın kaderiyle gütmüş olmaz
mısın?"
Ebû Ubeyde (r.a.) bu
güzel cevap karşısında söyleyecek bir şey bulamadı. Bu arada gelen Abdurrahman
bin Avf (r.a.), "Ben bu hususta bir şey biliyorum. Onu Resûlullahtan
işitmiştim" dedi ve yukarıdaki hadisi rivayet etti. Bunu duyan Hz. Ömer
Allah'a hamd etti.
390- [1:384,
Hadîs No: 702]
Abdullah bin Amr bin
Âs (r.a.) rivayet ediyor:
Ezanı duyduğunuzda
müezzinin sözlerini tekrarlayınız. Sonra bana salavat getirin. Çünkü kim bana
bir defa salavat getirirse Allah buna karşılık ona on defa rahmet eder. Sonra
da benim için Allah'tan Vesîle'yi dileyin. Vesîle, Cennette bir makamdır ki,
Allah'ın kullarından sadece bir tanesine nasib olur. Onun ben olacağını ümid
ediyorum. Kim benim için Vesîle'yi dilerse, kendisi için şefaatim kesin vacip
olur.[162]
391- [1:386,
Hadîs No: 707]
Ebû Katâde'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz su içtiğinde
içtiği kabın içine nefesini salmasın. Tuvalete girdiğinde tenasül uzvuna sağ
eliyle dokunmasın. Sağ eliyle temizlenmesin.
392- [1:386,
Hadîs No: 71
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Su içtiğinizde emerek
için. Ağzınıza dökercesine boşaltmayın.[163]
393- [1:392,
Hadîs No: 725]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Kadın beş vakit
namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, namusunu muhafaza eder, kocasının meşru
isteklerine itaat ederse Cennete girer.
394- [1:392,
Hadîs No: 726]
Rebi' binti Muâz
rivayet ediyor:
insanlar birinin
cenaze namazını kılıp onun iyiliğinden bahsederse Allah şöyle buyurur: "O
kişi için bildikleri şeyler hakkındaki şahitliklerini kabul ettim,
bilmedikleri kusurlarını da affedeceğim."[164]
395.1:393,
Hadîs No: 728
Haris et-Teymî rivayet
ediyor:
Sabah namazını
kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa "Allah'ım, beni Cehennem
ateşinden koru" de. Eğer o gün ölürsen Allah senin için Cehennem
ateşinden koruyucu bir berat yazar. Akşam namazını kıldığında hiç kimseyle
konuşmadan önce yedi defa "Allah'ım, beni Cehennem ateşinden koru"
de. Eğer o gece Ölürsen Allah senin için Cehennem ateşinden koruyucu bir berat
yazar.[165]
396. [1:393,
Hadîs No: 729]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Cenaze namazı
kıldığınızda Ölü için gönülden ve samimi duâ ediniz.[166]
397. [1:394,
Hadîs No: 732]
ibni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Sabah namazını
kıldığınızda rızık aramayı bırakıp uyumayınız.[167]
398. [1:395,
Hadîs No: 734]
Berâ bin Âzib'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
Farz namazını
kıldığınızda her namazdan sonra on defa şöyle deyin:
"Lâ iîâhe
ilallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü velehü'l-hamdü ve hüve alâ küllî
şey'in kadîr (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O tektir. Hiçbir ortağı
yoktur. Hâkimiyet Onundur. Hamd de Ona mahsustur. Onun herşeye gücü
yeter."
Kim böyle derse, bir
köleyi hürriyete kavuşturmuş gibi kendisine sevap yazılır.[168]
399. [1:395,
Hadîs No: 735]
Ebû Zer (r.a.) rivayet
ediyor;
Ayın üç gününde oruç
tutacaksan on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci günlerinde tut.[169]
400- [1:397,
Hadîs No: 740]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
insanlar Allah yolunda
cihadı terkedip para pula düşkünleşip cim-rileştiklerinde, paraya ihtiyacı
olduğunda bir malı, veresiye daha yüksek bir fıata geri almak şartıyla peşin
düşük bir fıata satma şeklindeki alışverişte bulunduklarında, sığır
sürülerinin peşine takılıp gece gündüz onlarla uğraştıklarında Allah onları
öyle bir zillete düşürür ki yeniden dinlerine sarılmadıkça bu belâyı
başlarından defetmez.[170]
Bâzı çevreler direk
faize girmemek için işin hilesine kaçıyorlar. Meselâ birşe-ye ihtiyacı olan
birine ihtiyacı oian şeyi vadeli olarak satıp, sonra düşük fiyata peşin olarak
geri alıyorlar. Böylece faizden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu, faize
alışveriş isminin takılmasından başka birşey değildir. İslâm hukukunda buna
bey1 bi'l-îne denir. İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukarıdaki hadîsin
birinci kısmında böyle bir alışverişi yasaklamış ve bunun büyük bir zillet
sebebi olduğunu ifâde etmiştir.
Hadîste zillet sebebi
olarak gösterilen bir diğer husus da, Müslümanların kendilerini bütünüyle tarım
ve ziraata verip cihadı terketmeleridir. Düşmana karşı hâkimiyet ve
istiklallerini garanti altına almadan başka sahalarla meşgul olmak, düşmanın
iştahını biraz daha kabartmaya ve ona bir an evvel yem olmaya sebeptir.
Hadîste kötülenen tarım ve ziraata öncelik vermektir, yoksa geçim kaynaklarının
en tabiî iki esası olan tarım ve ziraatı ihmale teşvik değildir.
Hadîste dikkat çekilen
cihad hem maddî, hem de manevîdir. Düşmanlara üstün gelebilmek, onlara
İslâmiyetin yüceliğini anlatabilmek İçin ilim ve teknoloji yolunda ilerlemek de
cihaddır. Bu durumda imkânı olan mü'minler, çocuklarını herkesin yapabileceği
tarım ve ziraatla meşgul etmemeli, onlara hem dinlerini öğrenmeleri, hem de
ilim ve teknoloji alanında ilerleyebilmeleri için imkân hazırlamalıdırlar. Bu
yapılmadığında Allah'ın Müslümanları zillete düşüreceği kaçınılmazdır. Bu
zillet de din düşmanlarına ilimde, teknolojide dilenci olmaktan başlar,
hâkimiyetferi altına girmeye kadar varır.
401. [1:397,
Hadîs No: 741]
Câbir'den (r.a.)
rivayetle:
Et pişirdiğinizde
suyunu fazla koyun. Çünkü bu daha çok komşuya yeter.[171]
402- [1:398
Hadîs No: 742]
îbni Mes'ud (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz Müslüman
kardeşinden ihtiyacı olan bir şey istediğinde onu övmekle söze başlamasın.
Çünkü bu onun belini kırar.[172]
403- [1:399,
Hadîs No: 745]
Ebû Râfı'den (r.a.)
rivayetle:
Birinizin kulağı
çınladığında beni hatırlayıp bana salavat getirsin ve şöyle desin:
"Allah'ım, beni hayırla ananı Sen de an."[173]
404- [1:399,
Hadîs No: 746]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor:
İslâm ülkesinde
yaşayan gayr-i müslimlere zuhnedildiğinde o devlet, düşmanın eline geçer.[174]
405- [1:400,
Hadîs No: 747.]
Cabir (r.a.) rivayet
ediyor:
Bir hususta bir zanna
kapıldığınızda onu gerçekmiş gibi kabul etmeyiniz. Şeytan kalbinize hased
duygusunu attığında ona uyup zulmetmeyiniz. Bir şey hakkında uğursuzluk zannma
kapıldığınızda buna kulak verip de işinizden geri kalmayarak Aİlah'a tevekkül
ediniz. Satmak için birşey tarttığınızda fazlasıyla tartınız.
406- [1:400,
Hadîs No: 748.]
İbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Bir yerde zina açıkça
işlenip faiz açıkça yendiğinde ora halkı Allah'ın azabının gelmesine sebep
olmuşlardır.[175]
407- [1:401
Hadîs No: 750.]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Fuhuş yaygmlaşmca yer
sarsıntıları olur. idareciler zulüm ve haksızlık yaptıklarında yağmur kesilir.
İslâm idaresi altında yaşayan gayr-ı müslimlere verilen sözler yerine
getirilmediğinde de düşman galip gelir.[176]
408. [1:401,
Hadîs No: 751]
Muaz (r.a.) rivayet
ediyor:
Bid'alar çoğalıp bu
ümmetin sonra gelenleri önce geçenlerine lanet okuduğunda kim bir şey biliyorsa
onu yaysın. Çünkü o gün ilmi gizleyen kimse Hz. Muhammed'e indirileni gizleyen
kimse gibi olur.[177]
Sünnet terkedilip
bid'alara uyulmaya başlanınca, insanlar o kadar bozulur, dinî atmosferden
öylesine uzaklaşırlar ki, fazilet ve şeref âbidesi olarak ne varsa hepsini
yıkmaya başlarlar. Öyle bir zamanda dine hücum edilir, gerçek mânâda dini
temsil eden ne varsa tahribe yönelinir, İsiâmı en iyi şekilde temsil etmeye
çalışmış selef dediğimiz İslâm büyükleri karalanmaya başlanır.
Böyle bir anda
yapılacak iş, bilinen hakikatleri korkmadan, bıkmadan, yılmadan, usanmadan
anlatmaktır. Bu davranış, bid'a yangınını söndürmek için kullanılan su
mesabesindedir. Eğer, bilinen îmanı ve fslâmî hakikatler neşredilmez,
gizlenirse, bid'alar daha da cesaret bulup yaygınlaşır, dolayısıyla bu
hakikatleri neşretmeyen insanlar da vebal altında kalmış olurlar.
409- [1:402,
Hadîs No: 752]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz bir hastayı
ziyaret ettiğinde şöyle duâ etsin: "Allah'ım şu kuluna şifa ver ki, Senin
rızan için düşmanını huzursuz etsin. Yine Senin rızan için bir namaza gitsin.[178]
410. [1:402,
Hadîs No: 754]
Çocuk sağını solundan
ayırdığında ondan namaz kılmasını isteyin.[179]
Küçük yaşlarda
öğrenilen bilgiler, hayat boyu yaşanacak gerçeklere çekirdek ve temel olur.
Çocuğun sonraki yıllarda yaptıkları, bu bilgileri inkişaf ettirmekten başka
birşey değildir. Bu ilk bilgiler kolay kolay unutulmaz, hayat boyu taze ve
canlı kalırlar
Bu bakımdan çocuğun,
bilhassa küçük yaşlardayken dinî alt yapısı atılmalıdır. Bunun önemini
atalarımız "Ağaç yaşken eğilir" sözleriyle dile getirmişlerdir.
Hadis-i şerifte çocuğun sağını solundan ayırd etmeye başladığında dinin direği
olan namazın Öğretilmeye başlanması öğütlen m ektedir ki, çocuğun ilerdeki hayatında
dine bağlı kalabilmesi için bunun çok büyük önemi vardır. Öğretmenin çeşitli
metodlan vardır. Herşeyden önce anne ve baba örnek olmalıdır. Çünkü çocuk
büyüklerini takltd eder, onlara özenir. Anne ve babasının namaz kıldığını gören
çocuk, bunu kolayca benimser ve onlar gibi olmaya çalışır. Ama o çocuklar
böyle bir eğitimi almaz, örneği görmezlerse büyüdüklerinde bu faydalı bilgileri
edinmeleri zorlaşır, bu boşluğu zararlı bilgilerle doldurur, hem aileleri, hem
de cemiyetin başına belâ kesilir; gereken sevgi ve hürmeti göstermezler. Asrın
Mü-ceddidi Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri bir eserinde konunun önemini şöyle
anlatır:
"Bir çocuk,
küçüklüğünde kuvvetli bir ders-İ îmanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir
tarzda İslâmiyet ve îmanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim
birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer. Bilhassa
peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye
olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder vs validesine
hürmet yerinde istiskal edip [soğuk karşılayıp] çabuk ölmelerini arzu ile
onlara bir nevi belâ olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı
olur: 'Neden îmanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız.'"[180]
Başka bir yerde de bu
konuda şöyle der:
"O şefkatli
valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede [dünya hayatında] tehlikeye girmemesi,
istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye
eder. 'Oğlum paşa olsun' diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır,
Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini
düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor; Cehennem hapsine
düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu,
ahirette şefaatçi olmak lazım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, 'Niçin benim
îmanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?' diye şekva edecek
[şikayet edecek]. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için,
validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de
çok kusur eder[181]
411. [1:403,
Hadîs No: 755]
EbuHüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Biriniz aksirdığmda
iki eliyle yüzünü kapatsın ve sesini kıssın.[182]
412- [1:403,
Hadîs No: 756]
Ebû Mûsâ (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz aksirdığında
"Elhamdülillah" derse, siz de "Yerhamükel-lah" deyin. Hamd
etmezse birşey söylemeyin.[183]
413- [1:403,
Hadîs No: 757]
Salim bin Ubeyd el-Eşcaî
(r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz aksırdığında
"Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn [âlemlerin Rabbi olan Allah'a
hamdolsun]" desin. Böyle diyene "Yerhamükellah [Allah sana merhamet
etsin]" denilsin. Buna karşılık kendisi "Yeğfi-rullâhü lenâ ve leküm
[Allah bizi de, sizi de affetsin]" desin.[184]
414- [1:404,
Hadîs No: 758]
îbni Abbos'dan (r.a.)
rivayetle:
Biriniz aksırdığında
"Elhamdülillah" derse melekler, "Rabbilâle-min"i eklerler.
"Elhamdülillahi Rabbilâlemîn" derse melekler, "Allah sana
merhamet etsin" diye duâ ederler.[185]
415- [1:404,
Hadîs No: 759]
Ebu Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Biriniz aksırdığında
yanındaki kendisine "Yerhamükellah" desin. Eğer üç defadan fazla
aksmrsa bu hastalık sebebiyledir. Üç defadan fazlası için
"Yerhamükellah" denmez.[186]
416- [1:404,
Hadîs No: 760]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Ümmetim dünyaya
fazlasıyla değer verirse, îslâm heybeti ondan çekilip alınır. İyiliği tavsiye
ve kötülükten sakınma vazifesini terkedince vahyin bereketinden mahrum
bırakılır. Birbirlerine dil uzatınca, Allah katındaki değerleri düşer.[187]
Dünya bütün
güzelliğine rağmen fanî ve geçicidir. Ebedî hayatın yanında, deryanın yanında
bir serap; sönmez güneşe mukabil âni olarak parlayıp kaybolan bir şimşek
gibidir. Ancak dünya âhiretin tarlası oluşu nazarıyla değer verilirse bir mânâ
kazanır Bu da dinî yükümlülükleri yerine getirip, bilhassa baş vakit namazı
kılıp meşru dairede kalmakla mümkündür. Böyle olmayıp da dünyaya sırf dünya
hesabına bakılır, geçici yönüne ehemmiyet verilirse, Cenab-ı Hak, İslâm heybetini
alır. Artık o kimselere kimse gereken hürmeti göstermez, saygıya dayalı bir
korku içerisine de girmez, değer vermezler.
Cemiyette kötülüklerin
izale olup iyiliklerin hâkim kılınmasının en önemli unsurlarından birisi olan
iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesi ihmal edilince de Cenab-ı
Hak vahyin bereketinden mahrum bırakır. Vahyin bereketi demek, Kur'ân'ı anlama,
onun sır ve inceliklerini keşfetme ve yaşama demektir. Bu yapılmadığında
mü'minler bir nevi döküntü haline gelmiş olurlar.
Mü'minler birbirlerine
dil uzattıklarında ise Allah katındaki değerleri düşer. Allah katında değerleri
düşen kimselerin, insanlar katında değerli olmalarının ne kıymeti olabilir?
Kaldı ki böylelerinin insanlar nazarında da değerden düşecekleri unutulmamalıdır.
417- [1:405,
Hadîs No: 761]
Süleyk bin Amr'dan
(r.a.) rivayetle:
Âlim, ilmiyle amel
etmezse insanları aydınlatıp da kendini yakan lamba gibi olur.[188]
418- [1:405,
Hadîs No: 762]
Atâ rivayet ediyor:
Biriniz bir iş
yaptığında onu sağlam yapsın. Çünkü öyle davranmak musibete uğrayan kimsenin
gönlünü tesellî eden şeylerdendir.[189]
İşi sağlam yapmak,
herşeyden önce îmanın gereğidir. Herşeyiyle sağlam temellere oturan îman,
içerisinde bulunduğu kimsenin de işlerini sağlam yapmasını gerektirir. Sonra
Cenab-ı Hakkın Mutkın, Muhsin gibi isimleri tecelligahlarının da mükemmel ve
sağlam olmalarını isterler. İş ne kadar sağlam ve mükemmel yapılırsa bu
isimlere o ölçüde ayna olunmuş olunur.
Daha sonra işi sağlam
yapmak Allah'ın sevgisini kazanmanın yollarından biridir. Çünkü bir hadisde,
Peygamberimiz, Allah'ın sağlam iş yapmayı sevdiğini belirtmektedir.
Tevekkülün ilk şartı
da budur. Çünkü tevekkül sebeplere sarıldıktan, üzerine düşen her türlü
vazifeyi yaptıktan sonra sonucu Allah'a bırakmak demektir ki, bunun yolu da işi
sağlam yapmaktan geçer.
İşini sağlam yapan
kimse genellikle başarıya ulaşır. Başarıya ulaşamadığında veya olumsuz
sonuçlar doğduğunda, bir tehlikeye maruz kaldığında da kadere teslim olup
sabreder. Çünkü o üzerine düşeni yapmıştır. Üzülmesine gerek yoktur.
"Keşke şöyle yapsaydım, böyle yapsaydım" deme ihtiyacını duymaz. Allah'tan
gelene razı olur.
419- [1:406,
Hadîs No: 763]
Atâ rivayet ediyor:
Bir günah işlediğinde
hemen tevbe et. Gizli günaha gizlice, açık günaha açıkça tevbe et.[190]
İnsan beşerdir, kusur
ve hatadan uzak değildir. Önemli olan bunlarda İsrar etmemektir. İnsanlık îcabı
bir günah işlendiğinde hemen tövbe ipine sarılmalıdır. Tâ ki o günahları silip
süpürsün. Evet, tövbe ömür defterine yazılan günahları silen bir silgidir.
Hadiste açık günaha
açıkça, gizli günaha gizlice tövbe yapılması tavsiye edilmektedir. Bunun büyük
ehemmiyeti vardır. Bazı günahlar vardır ki açıkça işlendikleri için kötü örnek
olmuşlardır. Bundan açıkça tövbe etmek onu örnek alanlara vanlışlığını
göstermek demektir. Hem böylece o günahların peşlerinden gidilecek önemli
şeyier olmadıkları, pişmanlık getirdiği açıkça gösterilmiş olur. Açıktan
işlenen günahtan açıkça tövbe etmek, başkalarının cesaretlerini de kırar. Hem,
açıktan tövbe açıktan günahı işlemiş bir kimse için nefse indirilen bir darbe
ofduğundan açıkça tövbe edilmesi kolay da değildir. Bu zor işi yapan insan,
daha sonra işleyebileceği bu tip günahlara karşı daha uyanık olacaktır.
Üstelik bu samimî tövbesi hem Allah katında değerini arttıracak, hem de
çevresinde kaybettiği itibarını yeniden kazanacaktır.
Gizli günaha gizli
tövbe edilmesinin en önemli hikmetlerinden birisi, bu günahı dışarıya
vurmadan, ifşa etmeden, böylece insanlara kötü örnek olmadan mânevi
ağırlığından kurtulmaktır. Gizli günah kul ile Allah arasındaki bir meseledir.
Kul, bunu başkalarına duyurmadığı ve ezikliğini hissettiği sürece ondan dönüş
imkânı o nisbette kolay olacaktır. Hem de böyle günahlar, insanı daha başka ve
büyük günahlara karşı firenleyecektir.
[1] Mûsned 4:226.
[2] Ebû Davud, Tereccûd: 7; Tirmizt, Edeb: 35; Nesaî,
Zfnet: 35; Darlmî, Isti'zan; 18;
Mûsned, 4:400,414,418,
[3] Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından
[4] Ebu Davud,Vitr:13;İbni Mace,İkame:175.
[5] Buharî, Bed’ul Halk. 11; Nsseî, Taharet: 72
[6] İbnü’s-Sünni’den.
[7] Buharı, İman: 31
[8] ibni Mâce, Filen: 11; Müslim, Fiten: 16.
[9] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[10] İbni
Hıbban,Buhari’nin Edeb’i, .Taberani’nin Evsaf’ından.
[11] Tirmizî, Daavat 135.
[12] Tirmizî, Daavat: 83; Müsned, 4;27,28; 6:313,317.
[13] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[14] İbni
Adiyy’in
el-Kamil’i.Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından.
[15] Tirmizf, Zühd: 61; Müsned, 3:96,
[16] İbni Mâcs, Dua: 14; Müsned, 2:354,522.
[17] Ebu Nasr es-Sicziden.
[18] Buhar!, Nikah: 120; Müslim, Imare: 183.
[19] Sire, 3:305.
[20] Müslim, Imare: 10; Neseî, Büyü: 84; Müsned. 5:86,88.
[21] Tirmizî, Edeb: 37; Ebû Davud, Tereccül: 13; Neseî,
Zîneî: 74.
[22] Müslim, Zekât: 112; Ebû Davud, Zekât 28,30,31; Nesef,
Zekât: 94.
[23] İbni Mâce, Zekât: 8.
[24] Tirmizî, Zekât 26; Savm: 10; İbni Mâce, Siyam: 25;
Dârimî, Savm: 12; Mösned, 4:17,18,213,214. 1. Bakara Sûresi, 3.
[25] İbni Mâce, Rüya; 9; Müslim, Rüya: 6; Ebû Davud, Edeb:
88; Tirmizî, Rüya: 1.
[26] Tabsrânî'nin Kebenden.
[27] Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[28] Buharî, Cuma: 18; Ezan: 20,23; Müslim, Mesaaid:
151,152,153; Ebû Davud, Salat 54; Timiz!Salat 127
[29] Buhar!, Edeb: 73; Müslim, îman: 111; Tırmizİ, İman:
16; Taberâri, Kelâm: 1; Müsned. 2:18,44,47.
[30] Mâlde Sûresi, 94.
[31] Emirdağ Lahikası, 1:201.
[32] Şualar, s. 358.
[33] Ebû Davud, Etime; 15; Tirmizt, Eftme: 47; İbni Mâce,
Etime: 7; Dârimî, Etime: 1
[34] Ebu
Davud,Eşribe:21.
[35] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[36] Hasan bin Süfyan’ın
Müsned’inden.
[37] Ebu Davud, Edeb: 142
[38] Hakim ve Ebu’ş-Şeyh’ten.
[39] Ibni Micb, Nikâh: 9; Mûsned, 3:93; 4225,226.
[40] Müslim, Salât: 183,186; Buharî, Ezan: 63; Tırmizî,
Salât 61; İbnîMâce, İkâme: 48.
[41] Müslim, Libas: 67; Ebû Davud, Ubas: 41; Tırmizî,
libas: 37; Ibni Mâce, Libas: 78.
[42] Taberani’nin
Kebir’i ve Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından
[43] Ebû Davud, Edeb: 139; Mösned, 2530,439.
[44] Buharî, îman: 41; Nefakât: 1; Müslim, Zekât 48; Nessî,
Zekât: 60; Dârimî, İstizan: 35.
[45] Müslim, Zekat 79, 80; Ebu Davud, Zekat: 44, İbn Mace,
Ticaret: 65, Müsned: 6/44, 278.
[46] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[47] Buhar!, Daavât; 12; Tevhld: 13; Müslim, Zkr 62; Ebû
Davud, Edeb: 92; Tırmizî, Duâ: 20; ibni Mâce, Duâ: 15.
[48] Buharî, Nikah: 85; Müslim, Talak: 10; Darimî, Nikah;
38
[49] Buharî, Vuzu: 18, Eşrlbe: 25; Müslim, Tahare: 63;
Timiz!, Eşrfbe: 16; Nesel Tahare: 41; İbni Mâce, Eşrfbe:.
[50] Ebu
Yala’nın Müsned’inden.
[51] İbni
Asakir’den.
[52] Buharî, Edeb: 128; Ebû Davud, Edeb: 89; Tırmizl, Edeb:
7; Ibni Mice, İkâme: 42; Müsned. 2:242; 3:37.
[53] Buhari, Bed’ul-Halk: 11; Edeb: 125,128; Timizi Salât
156; Edeb: 7; Mûsned, 3:61,
[54] İbniMâce, İkâme: 4Z
[55] Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından
[56] Şirazi’nin
Kebir’inden
[57] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[58] Taberani’nin
Kebir’i nden.
[59] Müsned, 2:173
[60] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[61] Mûsnea, 2:357,387.
[62] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[63] Ebu Davud’dan.
[64] Taberani’nin
Kebir’i Hakim’in Müstedrek’i
ve Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[65] Hakim’in
Müstedrek’i nden.
[66] Bezzazdan.
[67] Neseî, Cenâiz: 14.
[68] Mücadele Sûresi, 11.
[69] Keşffl-Hafâ, 2:3281.
[70] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[71] Ebu
Ya’la’nın Müsned’i ve
Abdürrezzak’ın el-Cami’indan
[72] İbn Adiyy’in el-Kâmil’inden.
[73] Müsned, 5:252,256.
[74] Darekutni’nin
Sünen’inden.
[75] Timizi, Birr: 39
[76] İbn Adiyy’in el-Kâmil’inden.
[77] Hucurat Sûresi, 12,
[78] Hucurat Sûresi, 12.
[79] Münazarat, s. 135.
[80] Mesnevî-i Nuriye, s. 58.
[81] İbniMâce, Cenâiz: 6; Mösned, 4:12
[82] Buharî, llisam: 21; Müslim, Akdıye: 15, EM Davud,
Akdıye: 2; Neşet, Ahkâm: 2; İbniMâce, Ahkam: 3; Mösned,
[83] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[84] Ukayli’nin
Zuafa’sından.
[85] Deylemfnln Mûsnedü'l-Firdevs"
[86] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[87] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[88] Ebu Davud:Cihad:80.
[89] Darekutni’nin
Sünen’inden.
[90] Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından
[91] Taberani’nin
Kebir’i nden.
[92] ibni Mâce, Nikâh: 9; Müsned, 3:393; 4:393
[93] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[94] Taberani’nin Evsaf’ından.
[95] Tirmizî, Salât: 117; fbniMâce, MesackJ: 13; Müsned,
6:282,283.
[96] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[97] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[98] Buharı, Savm: 5; Bed'ü'l-Halk; 11; Müslim, Siyam: 2;
Neseî, Siyam: 4,5; Müsned, 2:281,401; 3:236.
[99] Barla Lahikası, s. 57.
[100] Müslüman İlim Öncüleri Ans., s. 106.
[101] Zümer Sûresi, 53.
[102] Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından
[103] İbni Mâcetden
[104] Buharı, Daavât: 21; Müslim, Zikir; 9; Tirmizl, Daavât:
77,
[105] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[106] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[107] Timizi, Rada':10
[108] Buharı, Bed'ül-Halk: 7; Nikâh: 85; Müslim, Talâk: 11;
Ebû Davud, NikâH: 40.
[109] Darekutni’nin
Sünen’inden.
[110] İbnİ Mice, İkâme; 119.
[111] Müsned, 4:56.
[112] Müslim, Istlskâ; 6,
[113] Muşum, Nikâh: 98,101; İbniMâce, Nikâh: 25; Müsned,
2:22.
[114] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[115] Bezzazdan.
[116] Tirmizi’den.
[117] İbni Mâce, Rüya: 7.
[118] A.g.e., Rüya: 10,
[119] Buharı, Tabir: 3, 46; Müslim, Rüya: 3; Tırmizî, Daavat
52; İbni Mâce, Rüya: 3 Müsned, 3:
[120] Ebu
Ya’la,Taberani,nin Kebir’i ve Hakim’in
Müstedrek’i nden.
[121] Beyhaki’nin
Şi’bü’l-İman’ından
[122] Hatib’in
Tarih’inden.
[123] İbni
Neccar’dan.
[124] Müsned, 2:162,190
[125] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[126] Müsned, 4:145.
[127] Kalem Sûresi, 44.
[128] İbni
Adiyy’in el-Kamil’i ve
Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[129] Timizi, Tefsîr-i Sûre: 9; tbniMâce, Mesacld: 19;
Mösned, 3:68-76.
[130] İbni
Mace,Zühd:1.
[131] Timizi, Menakıb: 59
[132] İbni
Adiyy’in el-Kamil’i
,Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[133] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[134] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[135] Darekutni’nin
Sünen’inden.
[136] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[137] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[138] Hakim’den.
[139] Tevbe Sûresi, 18.
[140] Timiz!, Sevabü'l-Kufân: 10.
[141] Sözler, s. 321.
[142] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[143] Beyhaki’nin
Daavat’ından.
[144] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[145] İbnİMâce, Ticâret: 4.
[146] Musned, 5:262; EM Dâvud, Cenâlz: 1.
[147] Deylemî'nin Mu'ce/rfinden
[148] Mösned, 1:18,26; 3:446.
[149] Taberani’nin
Evsaf’ı,Buhari’nin Tarih’inden.
[150] Müslim, Eşribe: 134,137; Ebû Davud, Efıme; 49; Timizi
Etime: 11; Mûsned, 3:100.
[151] İbni Mâce, Zühd: 25; Müsned, 1:402.
[152] Nîsa Sûresi, 3.
[153] Ebû Davud, Edeb: 123.
[154] Buhart Edeb; 69; Müslim, îman: 73.
[155] Taberani’nin
Kebir’i nden.
[156] İbni
Asakir’den.
[157] Buharî, Bed'ü'l-Halk: 15; Müslim, 2kr: 82; Timizi,
Daavat: 86; Mösned, 2:306,321.
[158] Ebû Davud, Edeb: 106; Müsrıed. 3:306,355
[159] Mösned, 3:97; 5:425.
[160] Buhar}, Tıb: 30, Enbiya: 54; Müslim, Selâm: 92, 94,
98; Ebû Davud, Cenaiz: 6; Taberânt, Medine: 22,23,
Mösned, 1:182,193.
[161] Buhâri, T\b: 31.
[162] Müslim, Salat: 11; Ebû Davud, Salat 36; Tırmizî,
Menâkıb: 1; Neseî, Ezan: 37; Mûsned, 2:168,265.
[163] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[164] Buhari’nir
Tarih’inden.
[165] Müsned, 4:234.
[166] Ebû Davud, Cenâiz: 56; İbni Mâca, Cenâlz, 23
[167] Taberani’nin
Kebir’i nden.
[168] Rafi’nin
Tarih’inden.
[169] Müsned, 5:162; Timiz!, Savm: 53; Neseî: Siyam: 84
[170] Mûsned, 2:28.
[171] İbni Ebi Şeybe’den
[172] Said bin Mansur’un
Sünen’inden.
[173] Ukayli’nin
Zuafa’sı , Taberani’nin Kebir’inden ve İbni Adiyy’in
el-Kamil’inden
[174] Taberani’nin
Kebir’i nden
[175] Taberani’nin Kebir’i ve Hakim’in Müstedrek’inden.
[176] Deylemi’nin
Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[177] İbni
Asakir’den.
[178] Hakim’in
Müstedrek’inden
[179] Ebu Davud ve
Beyhaki’nin Sünen’inden.
[180] Emirdağ Lahikası, 1:40.
[181] Lem'alar, s. 192.
[182] Hakim’in
Müstedrek’i ve.Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından.
[183] Müslim, Zühd: 54; Mösned, 4:412.
[184] Buharl Edefa; 126; Timizi Edeb: 3; İbniMâce, Edeb: 20;
Mösned, 1:120,122.
[185] Taberani’nin
Kebir’i nden.
[186] Ebu Davud’dan.
[187] Hakim’den.
[188] İbni Kani’ni
n Mu’cem’inden.
[189] İbni
Sa’d’ın Tabakafından.
[190] Müsned’den.