810. [2:83, Hadîs No: 1391]

EbûFatıma'dan rivayetle:

Çok çok secde yapın. Çünkü Allah için bir defa secde eden her Müslütnanı, Allah mutlaka o secdesi sayesinde Cennette bir derece yükseltir, bir günahını da siler.[1]

 

811 . [2:83, Hadîs No: 1392]

tbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor: Afiyet vermesi için Allah'a çok duâ et.[2]

 

812. [2:83, Hadîs No: 1393]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Evinde çok namaz kıl ki, hayır bereketi artsın. Ümmetimden kime rast gelirsen selâm ver ki, sevapların çok

Olsun.[3]

 

813. [2:83, Hadîs No: 1394]

Ebû Eyyub (r.a.) rivayet ediyor:

"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh"ı çok söyle. Çünkü o, Cennet ha-zinesindendir.[4]

 

814. [2:84, Hadîs No: 1395]

Şüreyh rivayet ediyor:

Ölümü çok hatırlayın. Çünkü böyle yapman ölümün dışında her musibete karşı sana teselli verir.[5]

 

815. [2:84, Hadîs No: 1396]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok hatırlayın.[6]

 

816. [2:84, Hadîs No: 1397]

Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ı o kadar çok zikrediniz ki, münafıklar size mecnun desinler.[7]

 

817. [2:86, Hadîs No: 1401]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Ölümü çok zikredin. Çünkü bu, günahları yok eder; dünyadan so­ğutur. Zenginlik ânında ölümü hatırlarsanız bu onu yıkar. Fakirlik ânında onu hatırlarsanız, elinizdekine kanaat etmenize sebep olur.[8]

 

İnsanı günaha iten sebeplerin en önemlilerinden birisi gaflettir. İnsan, bazan dünyanın zevk ve eğlencelerine öylesine elalar ki, ölüm hatırına bile gelmez. Öt­meyecek m işeesi ne dünyaya sarılma duygusudur ki insanı günahlara daldırır.

Oysa ölüm hatıra gelse, kötü duygu ve düşüncelerin önü birden kesiliverir. Her doğan nasıl ölmeye mahkumsa, her fani gibi insanın ölümü de kaçınılmaz­dır. Sonra ölümün ne zaman geleceği belli değildir. Ecel celladı her an İnsanın başını kesmek için gelebilir. Başında ecel tırpanı dolaşmakta oian insan nasıl cesaretle günahlara dalabilir?

Hadîste belirtilen zengin bir insanın ölümü hatırlaması, zenginliğine güvene­rek isteyebileceği bir kısım günahlardan uzaklaşmasını netice verir. Malına ha­ram karıştıran muslukları kapattırır. Eğer malına haram karıştırmtşsa, hak sa­hiplerine ödemesine sebep olur. Günahlarını affettirmek için bolca ibadet ve hayırlar yapar, sadakalar verir. Bu yolda gerekirse bütün servetini dahi dağıtabi­lir. Salih bir zengin ise zaten ölümü daima hatırında tutar ve günahlara girme ihti­yacım hissetmez. Böyle bir zenginin Allah'ı gücendirme pahasına mal yığma gibi bir gayesi de yoktur. Meşru dairede kalmakla beraber kendisine ihsan edilen var­lık ise tamamıyla Ailah'ın bir lütfudur. Fakir insan bazı günahları istese de imkânı olmadığı için işleyemez. Ama zengin rahatça işleyebilir. O anda ölüp Allah'ın hu­zurunda hesaba çekileceğini düşününce kolay kolay günahlara giremez.

Fakirin ölümü hatırlaması ise fakirliğin sebep olabileceği can sıkıntısını ön­ler. Şikayete girmemesini, haline şükretmesini sağlar, isyana engel olur. Çalışıp çabalamasını ve sonunda ele geçene kanaat etmesini temin eder.

Evet, fakir belki az kazanmaktadır. Ama ölümü hatırlayıp sabrettiği takdirde ölümden sonra elde edeceği sevap ve mükâfatları düşünerek gönül huzuruyla yaşar.

 

818. [2:87, Hadîs No: 1403]

Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

Cuma günü bana çok salavat getirin. Çünkü Cuma günü "Yev-mü'l-meşhuttur" yâni o günde melekler hazır bulunur. Sizden biriniz bana salavat getirdiğinde bitirilinceye kadar bana arz edilir.[9]

 

819. [2:87, Hadîs No: 1404]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle;

Cuma günleri bana çok salavat getirin. Çünkü ümmetimin saİa-vatları her Cuma günü bana sunulur. Ümmetimin bana en yakın olanları ençok salavat getirenleridir.[10]

 

820. [2:87, Hadîs No: 1405]

Enes (r.a.) rivayet ediyor;

Cuma günü ve gecesi bana salavat getirin. Çünkü bunu yapana Kıyamet Günü lehinde şahitlikte bulunur ve şefaat ederim.[11]

 

821. [2:88, Hadîs No: 1406]

Uz. Haşarıdan (r.a.) rivayetle:

Bana çok salavat getirin. Çünkü bana getireceğiniz salavatlar, ba­ğışlanmaya vesilesidir. Benim için Derece ve Vesîle'yi isteyiniz. Çün­kü bana verilecek oian Vesile, Rabbim katında sizin için şefaat sebe­bidir. [12]                                                                                                       

 

822. [2:89, Hadîs No: 1410]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Sizi onu söylemekten alıkoyacak bir engel çıkmadan önce kelime-i şehadeti çok söyleyiniz. Ve onu ölmek üzere olan hastalarınıza da telkin ediniz.[13]

 

Kelime-i şehadet İslâmm nişanı, îmanın bekçisidir. Onu çokça söyleyen in­san, kalbine îmanı doldurmuş olur. Çünkü îmanın sembolü olan bu kelime, ruh ve kalblerin gıdasıdır. İnsanın ona her zaman ihtiyacı vardır. Hergün hergün önüne başka dünyalar açılan insanoğlu, bu âlemleri kelime-i şehadetin nuruyla aydınlatır.

Manevî hayatımız her an, her saniye çeşitli tehlilekelerle karşı karşıyadır. İn­sanın ağzından farkında olmadan îmanını tehlikeye götüren kelime ve cümleler çıkabiliyor. Bu bakımdan îmanını her an yenilemeye muhtaçtır.

Kalbe kök salan tahkîkî îmanın bir ifadesi haline gelen kelime-i şehadeti ne kadar çok tekrar edebilirsek, o kadar gönlümüz huzurla dolar. Cennete girmenin anahtarı olan bu kelimeye kalble inanıp dille söylemeye her ruhun ihtiyacı var.

Bu kelimeyi çokça tekrar eden insan, onun ruh ve mânâsına uygun hareket etme, hayatını ona göre yönlendirme gereğini de duyar.

Peygamberimiz hadisin ikinci bölümünde de bir diğer mühim hususa dikkat çekiyor. Ölmek, üzere ofan hastalara kelime-i şehadeti telkin etme tavsiyesinde bulunuyor. Zaten bu, ölmek üzere olan birisine karşı müminlere düşen bir vazi­fedir de. Çünkü, hayatı boyunca insanın îmanını çalmak için çaba gösteren şeytan, ölüm ânında buna daha fazla gayret sarf eder.

Böyle bir telkin yapılacağı zaman, önce hastanın yanında V3 ona işittirecek bir sesle kelime-i şehadet veya kelime-i tevhid getirilerek hatırlatılır ve münasip aralıklarla tekrar edilir. Hastanın keiime-i tevhidi bir defa söylemesi kâfidir, tek­rar etmesine lüzum yoktur.

Ancak hastaya, "Haydi sen de söyle" gibi birşey denilmez. Söylemesi için ıs­rar da edilmez. Çünkü insan bu halde iken büyük bir sıkıntı, acı ve ızdırap için­de bulunmaktadır. Belki farkında olmadan veya tam düşünmeden söylenilenleri reddedebilir, "Söylemiyorum" diyebilir.

Bu telkini, hatırlatmayı hastanın sevdiği birisinin yapmasında da fayda var­dır. Çünkü insan, sevdiği ve sesine ünsiyet duyduğu bir yakınının teklifini red­detmez, onun dediklerini tekrar etmekten çekinmez.

 

823. [2:89, Hadîs No: 1412]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Evlerinizde Kur'ân'ı çok okuyunuz.  Çünkü Kur'ân okunmayan evin hayrı az, şerri çok olur ve o ailenin geçimi daraltılır.[14]

 

824.[2:89, Hadîs No: 1413]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Cennete çok ağaç dikin. Çünkü onun suyu tatlı, toprağı güzeldir. Cennetin ağaçlarından olan "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ faillâh" cüm­lesini çok söyleyin.[15]

 

825. [2:90, Hadîs No: 1416]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.tn.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet etmiştir:

İnsanların en değerlisi, ençok takva sahibi olanlardır.[16]

 

826. [2:90, Hadîs No: 1419]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Çocuklarınıza değer verin ve onları güzelce terbiye edin.[17]

 

827. [2:91, Hadîs No: 1420]

İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Kur'ân1! okuyan ve onu ezberleyenlere hürmet edin. Onlara hür­met eden bana hürmet etmiş olur.[18]

 

828. [2:92, Hadîs No: 1424]

Ebû Sekine rivayet ediyor:

Ekmeğe saygı gösterin. Çünkü Allah onu değerli kılmıştır. Kim ekmeğe değer verirse Allah da ona değer verir.[19]

 

829. [2:92, Hadîs No: 1426]

Abdullah bin Ümmü Haram'dan (r.a.) rivayetle:

Ekmeğe saygı duyun. Çünkü o göğün ve yerin bereketler indendir. Kim sofradaki ekmek kırıntılarını yerse günahları bağışlanır.[20]

 

830. [2:93, Hadîs No: 1428]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Alimlere hürmet gösterin. Çünkü onlar peygamberlerin vârisleri­dir. Onlara hürmet gösteren Allah ve Resulüne hürmet etmiş olur.[21]

 

Peygamberler maddî miras bırakmazlar. Onların mirasları manevîdir. O da ilimdir. İşte âlimler peygamberlerin ilimlerine varis olmuşlardır.

Âlim ilim hazinesini taşıyan insandır. İlim ise üstündür. Onu. taşıyan da üstün olmuş olur. Âlime gösterilen hürmet de ilmi sebebiyledir. Bir âyette ilim sahipleri­ne yüksek derecelerin verildiği bildirilmiştir.[22] Allah'ın ve Resulünün değer verdi­ği, itibar ettiği ilim sahipleri, elbetteki hürmete lâyıktırlar. Çünkü hürmet büyükle­re gösterilir. Alimler ise ilimleri sayesinde büyük insanlardır.

Hz. Ali birgün Hz. Ebû Bekir'in de içinde bulunduğu bir topluluğa katıldı. Otu­racak yer yoktu. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Ali'ye kim yer verecek?' diye etrafına bakındı. Hz. Ebû Bekir herkesten önce ayağa kalktı ve ona yer verdi ve "Bura­ya buyur ey Hasan'ınbabası" diye de iltifatta bulundu. Bunu gören Allah Resulü şöyle buyurdular:

"Ey Ebû Bekir, fazilet ehlinin faziletini, ancak fazilet sahibi olan bilir."

Gerçek âlim Allah ve Resulü yolunda olduğu için onlara gösterilen hürmet Al­lah'a ve Resulüne gösterilmiş demektir.

 

831. [2:94, Hadîs No: 1431]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Doğruyu söyleyen şahitlere hürmet edin. Çünkü Allah onlar saye­sinde gerçekleri ortaya çıkarır ve onlarla zulmü kaldırır.[23]

 

832. [2:95, Hadîs No: 1433]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şu altı şeyi koruyacağınıza dair garanti verin; ben de Cennete gi­receğinize kefil olayım: namaz, zekât, emânet, namus, mide ve lisan.[24]

 

833. [2:97, Hadîs No: 1439]

Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Gücünüzün yeteceği kadar ameli üstlenin. Çünkü siz usanmadik-ça, Allah da usanmaz. Ve Allah'a en sevimli amel az da olsa devamlı olandır.[25]

 

834.[2:97, Hadîs No: 1441]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Mü'minlerin îman bakımından en oigun olanları, ahlâkı en güzel olanlarıdır. En hayırlılarınız kadınlarına en hayırlı olanınızdır.[26]

 

835. [2:98, Hadîs No: 1442]

Abdullah bin Mugaffel, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

Ashabım hakkında Allah'tan kcrkun. Ashabım hakkında Allah'­tan korkun. Sakın benden sonra onlara düşman olup sövmeyin. On­ları seven bana olan sevgisinden dolayı sevmiş olur. Onlara kızıp kin duyan da bana olan kin ve düşmanlığından dolayı böyle yapmış olur. Onlara sıkıntı veren bana sıkıntı vermiş; bana sıkıntı veren de Al­lah'a eza etmiş gibi olur. Allah'a ezâ eden de büyük bir felâketle yüz yüze gelmiş olur.[27]

 

836. [2:98, Hadîs No: 1443]

Ka'b bin Mâlik'den (r.a.) rivayetle:

Elinizin altındakiler hakkında Allah'tan korkun. Elinizin altında­kiler hakkında Allah'tan korkun. Onları giydirin. Karınlarını doyu­run ve onları yumuşak söz söyleyin.[28]

 

837. [2:99, Hadîs No: İ444]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'tan başka hiçbir yardımcısı olmayan kimseleri gözetme hu­susunda Allah'tan korkun. Allah'tan korkun.[29]

 

838. [2:99, Hadîs No: 1445]

Ebû Rimse'den rivayetle: Şifâ veren Allah'tır.[30]

 

839. [2:99, Hadîs No: 1446]

Abdullah bin Ebî Evfâ (r.a.) rivayet ediyor:

Hâkim zulmetmedikçe Allah onunla beraberdir. Zulmedince Allah ondan ayrılır, şeytan yapışır.[31]

 

840. [2:100, Hadîs No: 1447]

Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Garip ve kimsesizlerin dost ve yardımcısı Allah ve Resulüdür.[32]

 

841. [2:100, Hadîs No: 1448]

Sehl bin Sa'd (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, âhiret hayatından başka gerçek hayat yoktur.[33]

 

842. [2:100, Hadîs No: 1449]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, Muhammed âlinin dünyadaki rızkını yetecek kadar kıl![34]

 

843. [2:101, Hadîs No: 1451]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, hacca gideni ve hacca gidenin kendisi için duâ ettiği kimseyi bağışla.[35]

 

844. [2:101, Hadîs No: 1453]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, fayda vermeyen ilimden, katında kabul edilmeyen amel­den, dinlenilmeyen duadan Sana sığınırım.[36]

 

845. [2:103, Hadîs No: 1455]

Câbir bin Semûre rivayet ediyor:

Allah'ım, Senden bildiğim ve bilmediğim bütün hayırları dilerim. Bildiğim ve bilmediğim bütün serlerden de Sana sığınırım.[37]

 

846. [2:103, Hadîs No: 1456]

 bin Ebi Erdate'den rivayetle:

Allah'ım, ner türlü işte âkibetimizi hayreyle. Bizi dünya zilletin­den ve âhiret azabından muhafaza eyle.[38]

 

847. [2:103, Hadîs No: 1457]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, sabahın erken saatlerini ümmetime bereketli kıl.[39]

 

848. [2:105, Hadîs No: 1459]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, Sen bizden ancak Senin yardımınla altından kalkabile­ceğimiz şeyleri istiyorsun. Allah'ım, bunlardan rızânı kazandıracak şeyleri nasib et.[40]

 

849. [2:106, Hadîs No: 1462]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, beni iyilik yaptıklarında sevinen, bir günah işlediklerin­de ise Allah'tan mağfiret dileyen kimselerden eyle.[41]

 

850.[2:106, Hadîs No: 1464]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, ümmetimin her hangi bir işini üzerine alıp da onlara güçlük çıkaranın sen de işini güçleştir. Ümmetimin bir işini üzerine alıp da onlara merhamet ve yumuşaklık gösterene Sen de merhamet et ve yumuşaklık göster.[42]

 

851. [2:107, Hadîs No: 1465]

Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Allah'ım, yaptığım ve yapmadığım şeylerin şerrinden Sana sığını­rım.[43]

 

852. [2:107, Hadîs No: 1466]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, ölüm sekeratı ve sıkıntılarına karşı bana yardım et.[44]

 

853. [2:108, Hadîs No: 1467]

Ömer (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Allah'ım, bizim için hayırları arttır, eksiltme. Bizi aziz kıl, zillete düşürme. Bize hayır ihsan et, mahrum bırakma. Bizi düşmanlarımı­za karşı üstün tut, onları bize galip getirme. Bizi hoşnut kıl ve biz­den razı ol.[45]

 

854. [2:108, Hadîs No: 1468]

Abdullah bin Amr binÂs'dan (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, ürpermeyen kalbten, kabul edilmeyen duadan, doyma­yan nefisten, fayda vermeyen ilimden Sana sığınırım. Bu dört şeyden sana sığınırım.[46]

 

855.[2:109, Hadîs No: 1469]

Abdullah bin Yezid rivayet ediyor:

Allah'ım, bana sevgini ve sevgisi Senin katında fayda verecek kimselerin sevgisini nasip et. Allah'ım, bana rızık olarak verdiğin ve benim de sevdiğim şeyleri Senin sevdiğin şeyler yapmak hususunda bana destek ol. Arzu ettiğim halde bana vermediğin şeyleri senin sevgini kazanmaya vesile kıl.[47]

 

856. [2:110, Hadîs No: 1470]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, günahımı bağışla, evimi genişlet, rızkıma bereket ver.[48]

 

857. [2:110, Hadîs No: 1471]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, nimetinin yok olmasından, verdiğin afiyetin değişmesin­den, aniden gelecek azabından ve bütün gazabından Sana sığınırım.[49]

 

858. [2:110, Hadîs No: 1472]

Kutbe bin Mâlik'ten rivayetle:

Allah'ım, kötü huylardan, kötü işlerden, kötü arzulardan ve kötü hastalıklardan Sana sığınırım.[50]

 

859. [2:111, Hadîs No: 1474]

Ebû Mâlik el-Eş'ârt (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, benim Senin Resulün olduğumu bilen kimseye ölümü sevdir.[51]

 

860. [2:112, Hadîs No: 1777]

İbni Abbos (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Allah'ım, Senin katından öyle bir rahmet istiyorum ki, onunla kal­bime yol gösteresin, işimi derleyip toparlayasm, dağınıklığımı gidere-sin, benim iç dünyamı ıslah edesin, dış görünüşümü yüceltesin, ame­limi bereketlendirip temizleyesin, doğru yolumu bana ilham edesin, mahlukâttaki ibret noktalarını görmeye engel olan ülfetimi gideresin ve beni bütün kötülüklerden koruyasm.

Allah'ım, bana öyle bir îman ve yakîn ver ki, ondan sonra küfür olmasın. Öyle bir rahmet ver ki, dünya ve âhirette onunla Senin ik­ramının zirvesine ereyim.

Allah'ım, Senden, hakkımdaki hükümlerde lütfunu, şehitlere ya­pacağın ikramı, Senin itaatinla bahtiyar olanların yaşayışını ve düş­manlara karşı zaferi istiyorum.

Allah'ım, Senden ihtiyacımı gidermeni istiyorum. Eğer görüşüm kısa ve amelim zayıf olursa rahmetine ihtiyacım vardır. Ey bütün iş­lerin hükmü elinde olan ve ey kalblere şifâ veren! Senden denizlerin arasını ayırdığın gibi beni kızgın Cehennem azabından, musibet fer­yadından ve kabir fitnesinden korumanı istiyorum.

Allah'ım, görüşümün kısa kaldığı, niyetimin ulaşamadığı, isteği­min ermediği ve yaratıklarından her hangi birisine vaad ettiğin bir hayır veya kullarından her hangi birine vereceğin bir nimet varsa Senden onu da istiyorum. Rahmetinden diliyorum. Ey Âlemlerin Rabbi! Allah'ım, ey kuvvetli ipin ve doğru işin sahibi, Kıyamet Gü­nünde Senden emniyeti, ebediyet gününde huzurundaki mukarreb meleklerinle, çok rüku ve secde yapanlarla, sözlerini yerine getiren­lerle beraber Cennet istiyorum. Şüphesiz Sen çok merhametli ve kul­larını pekçok sevensin ve yine Sen istediğini yapansın. Allah'ım, bizi doğru yola eren, hidâyeti bulan, yoldan sapmayan ve başkalarını da saptırmayan dostlarınla barışık, düşmanlarına düşman olan eyle. Senin sevginle Seni sevenleri sevelim. Verdiğin düşmanlıkla Sana karşı gelenlere düşmanlık edelim.

Allah'ım, işte isteğim bu, cevap vermek Sana âit. İşte gayretim bu, güvenilmek Sana âit.

Allah'ım, benim için kalbimde bir nur yarat, kabrimde bir nur ya­rat, önümde bir nur yarat, arkamda bir nur yarat, sağımda bir nur yarat, solumda bir nur yarat, üstümde bir nur yarat, altımda bir nur yarat, kulağımda bir nur yarat, gözümde bir nur yarat, kıllarımda bir nur yarat, derimde bir nur yarat, etimde bir nur yarat, kanımda bir nur yarat ve kemiklerimde bir nur yarat.

Allah'ım, nurumu büyüt, bana bir nur ver. Benim için bir nur ya­rat. İzzetiyle kullarına şefkat gösteren ve bununla hükmeden Zâtı her türlü noksandan tenzih ederiz. Azamet Örtüsüne bürünen ve bu­nunla kullarına lütuf ve ikram eden Zâtı her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz. Teşbih sadece kendisine yakışan Zâtı her türlü nok­sandan tenzih ederiz. Fazl ve nimet sahibini her türlü noksanlıklar­dan tenzih ederiz. Azamet ve kerem sahibini her türlü noksan sıfat­lardan tenzih ederiz. Celâl ve ikram sahibini her türlü noksandan tenzih ederiz.[52]

 

861. [2:116, Hadîs No: 1478]

Ibni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, göz açıp kapayıncaya kadar dahi beni nefsimin hâkimi­yetine bırakma ve bana verdiğin güzel şeyleri geri alma.[53]

 

862. [2:116, Hadîs No: 1479]

Büreyde'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, beni çok şükreden, çok sabreden eyle. Beni kendi gözüm­de küçük, insanların nazarında büyük kıl.[54]

 

863. [2:117, Hadîs No: 1480]

Süheyb (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, şüphesiz Sen bizim îcad ettiğimiz bir ilâh değilsin. Bizim uydurduğumuz bir Rab da değilsin, Senden önce bir ilâhımız yoktu ki, Seni bırakıp ona sığınalım. Bizi yaratırken Sana hiç kimse yar­dım etmedi ki, onu Sana ortak koşalım. Sen çok yüce ve büyüksün.[55]

 

864. [2:117, Hadîs No: 1481]

îbni Abbas (r.a..) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, sözlerimi işitiyorsun, yerimi görüyorsun, gizlimi de, açı­ğımı da biliyorsun. Durumumdan hiçbir şey Sana gizli değildir. Ben çaresiz ve muhtacım. Yardımını istiyor ve korunmamı diliyorum. Azabından korkuyor, korkundan dolayı kalbim titriyor. Günahımı ik­rar ve itiraf ediyorum. Yoksui bir adamın isteyişi gibi Senden istiyo­rum. Günahkâr ve zelil bir kimsenin yakarışıyla yalvarıyorum. Zor durumda kalmış, Senden korkan, Sana boynunu bükmüş, Senin için göz yaşı akıtmış, bütün bedeniyle emrine girmiş birinin duası gibi Sana duâ ediyorum. Allah'ım, Sana yaptığım duada beni bitkin hale düşürüp ümitsiz kılma. Bana karşı son derece şefkatli ve merhametli ol. Ey kendisinden istenenlerin en hayırlısı ve ey istenenleri verenle­rin en hayırlısı.[56]

 

865.[2:118, Hadîs No: 1482]

Îbni Mes'ud (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, aramızı ıslah eyle. Kalblerimizi birbirine ısındır. Bizi se­lâmet yollarına hidâyet eyle. Bizi karanlıklardan kurtarıp nura gö­tür. Bizi açığıyla, gizlisiyle bütün çirkin günahlardan koru. Allah'ım, bizim için kulaklarımızı, gözlerimizi, kalblerimizi, eşlerimizi, nesli­mizi mübarek eyle. Tevbemizi kabul buyur. Şüphesiz Sen tevbeleri çok çok kabul eden tevvab ve merhameti bol Rahmisin. Bizi nimetine şükreden, onlarla Sana meth ü senada bulunan, onları Senden kabul edenler eyle. Üzerimizdeki nimetlerini tamamla.[57]

 

866. [2:119, Hadîs No: 1483]

Abdullah bin Cafer'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, gücümün tükenişini, çaremin bitişini ve insanların gö­zünde değersiz görülüşümü sadece Sana şikâyet ediyorum. Ey mer­hamet edenlerin en merhametlisi, beni kime havale ediyorsun? Beni bütün kabalığıyla karşılayacak bir düşmanıma mı, yoksa işimi eline verdiğin bir yakınıma mı? Sen bana kızgın olmadıktan sonra başka­sının düşmanlığına hiç de önem vermem. Şu kadar var ki, Senin afi­yetin beni de içine alacak kadar geniştir. Gazabını bana çevirmen­den, öfkeni üzerime indirmenden, gökleri ve yeri aydınlatan, karan­lıkları dağıtan, dünya ve âhiret işleri onunla yoluna giren kerim Zâ­tının nuruna sığmıyorum. Sen razı oluncaya kadar Senin rızânı dile­meye devam edeceğim. Kötülükten sakınma iyiliğe güç yetirme sade­ce Senin yardımınladır.[58]

 

867. [2:120, Hadîs No: 1484]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, âciz yavruları koruduğun gibi beni de koru.[59]

 

868. [2:120, Hadîs No: 1485]

îbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle;

Allahlim, yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlâkımı da güzel eyle.[60]

 

869. [2:120, Hadîs No: 1486]

îbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, beni Müslümanoa ayakta tut. Müslümanca oturt, Müs-lümanca yatır. Hiçbir düşman ve hasetçiyi bana güldürme. Allah'ım, hazineleri Senin elinde bulunan her türlü serden de Sana sığınıyo­rum.[61]

 

870. [2:121, Hadîs No: 1487]

îbni Mes'ud (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, Senden rahmetinin gerektirdiği şeyleri, kesin mağfireti­ni, her günahtan korunmuş olmayı, her iyiliği kazanmayı, Cenneti elde edip Cehennemden kurtulmayı istiyoruz.[62]

 

871. [2:121, Hadîs No: 1488]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, kulağımdan ve gözümden ölünceye kadar beni istifade ettir. Dinimde ve bedenimde bana afiyet ver. Hakkımı alıncaya ka­dar zulmedene karşı bana yardım et. Allah'ım, nefsimi Sana teslim ediyorum. İşimi Sana havale ettim. Sırtımı Sana dayadım. Yüzümü sadece Sana çevirdim. Senin azabından kurtuluş ve sığınma yalnızca Senin merhametine sığınmakla olur. Ben Senin gönderdiğin elçine ve indirdiğin kitabına îman ettim.[63]

 

872. [2:122, Hadîs No: 1489]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten, düş­kün ihtiyarlıktan, kalb katılığından, gafletten, başkasına yük olmak­tan, miskinlikten Sana sığınıyorum. Fakirlikten, inkarcılık ve küf-ran-ı nimetten, günahkârlıktan, hakka ters düşmekten, iki yüzlülük­ten, işitsinler ve görsünler diye amel işlemekten Sana sığınırım. Sa­ğırlıktan, dilsizlikten, delilikten, cüzzamdan, alaca hastalığından ve kötü hastalıklardan Sana sığınırım.[64]

 

Dinimizde âyet ve hadislerden alınan dualarla dua etmek tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyenin önemi yukardaki hadis-i şerif göz önüne getirildiğinde kendiliğin­den anlaşılır. Gerçekten de bu hadis, çok özlü ve şumütlü bir muhtevaya sahip­tir. Dünya ve âhirette insan için tehlike arzedecek her türlü maddî ve manevî musibetten Allah'a sığınılmaktadır.

Meselâ acizlik, değil sadece mü'mine, hiçbir insana yakışmayacak bir davra­nıştır. Âciz insan hayata bıkkınlıkla bakan insandır. Hayatın güçlüklerini göğüs-leyebilme cesaretini gösteremez. Oysa çaresi bulunabilen bir şeyde kendini ac-ziyete atmak ahmaklık alâmetidir.

Tembellik de hayatı felç eden bir belâdır. Ölmeden ölmek, demektir. Böyle bir insanın varlığıyla yokluğu arasında fark yoktur. Tembellik sefaleti, perişanlı­ğı, geri kalmışlığı, çeşit çeşit felaketleri davet eden bir musibettir. Onun ağına düşen insan sıkıntıyla yüz yüze gelir.

Yaratılışımıza yerleştirilen korku, çekingenlik ve ihtiyat hisleri hayatı muha­faza etmek, ihtiyatlı davranmak için verilmiştir. Yoksa hayatı zehire döndürmek, cendereye almak için değildir.

Cimrilik de insan yaratılışına ters bir davranıştır. Bencillikten, Allah'ın tüken­mez hazinesini iyi bilmemekten ve îman zayıflığından kaynaklanır. Cimri, kendi huzurunu kendi eliyle katleder. Başkalarının elinden tutmanın, yoksulu sevindir­menin zevkinden mahrumdur. Cimriliğin kıskacında sıkıntı içerisinde kıvranıp durur.

Düşkün ihtiyarlık ise; hele ilgileneni, bakanı yoksa çekilmeyecek hale gelir. İhtiyaçlarını kendi başına karşılayamaz, perişan olur.

Kalb katılığı ise duygusuzluk, merhametsizlik demektir. Kalb katılığının ta­rihte nelere meydan açtığını biliyoruz. Cemiyette de açtığı yaraiar gözlerimizin önündedir.

Gaflet ise hakikatlerin önüne gerilmiş bir perdedir. Gaflet gerçekleri görme­mek, bihaber yaşamak demektir. Büyük ve önemli-meseleleri unutup küçük me­seleler içerisinde boğulmaya sebep olan gaflet, insanı büyük zararlara atar. Hele gafletin öyle bir derecesi vardır ki, insanın ebedî hayatını mahveder. Ebedî kalacakmışcasına dünyaya bağlanan, sonsuz hayattan habersizce bir hayat sü­ren insan en büyük kötülüğü kendi elleriyle, yine kendine yapmış olur.

Başkasına yük olmanın muhatapta uyandıracağı hisler dikkate alındığında, Resûlullahın bu hadislerinde "başkasına yük olma" üzerinde özellikle durmuş olmasının önemini daha iyi anlarız. Yerine göre bıkkınlık vermeye kadar götü­ren "yük olma" şuurlu bir Müslümanın başvuracağı bir yol olamaz. Çünkü "Müs­lüman, eliyle ve diliyle kimseye zarar vermeyen kimsedir:"

Miskinlik ise yoksulluk demektir. Yoksulluğun kişi hayatında mal olduğu sı­kıntılar anlatmakla bitmez. Ancak gayret gösterip Cenab-ı Haktan yardım dile­mekle onun üstesinden gelinebilir.

Fakirliği de aynı çerçevede düşünmek gerekir. Başkasına muhtaç duruma düşmemek için çalışmalı, Allah'tan yardım dilemelidir.

Resûlullahın Allah'a sığındığı hususlardan biri de inkarcılık ve küfran-ı ni­mettir. Küfran-ı nimet demek, verilen nimetin değerini bilmemek, onu israf et­mek, haram dairede kullanmak, en mühimi ise gerçek nimet sahibini tanıma­mak demektir. Böyle bir nankörlükten ancak Allah'a sığınılır.

Günahlar ise manevî yaralardır. Küçüklüğüne, büyüklüğüne bakılmaksızın Allah'a karşı işlenmiş olmasının en azından büyük bir saygısızlık olduğu düşü­nülmelidir.

Hakka ters düşmeye gelince, hakkın hatırını herşeyin üzerinde tutma, onun yücelmesini, kuvvetlenmesini isteme Resûlullahın üzerinde titizlikle durduğu ko­nuların başında gelir. Hakka sahip çıkmayı, onu yüceltmeyi gaye edinmiş bir Peygamberin ona ters düşmekten Allah'a sığınması ve ümmetine bunu tavsiye etmesi, konuya ne kadar hassasiyetle eğilmemiz gerektiğini gösterir.

İkiyüzlülük de münafıklık alâmetidir. îmanda ikiyüzlülük münafıklık demektir. Münafıklar ise Cehennemin en alt tabakısında yer alacaklardır. Amelde ikiyüz­lülük de büyük bir tehlikedir. Mü'minlikle asla bağdaşmayan ikiyüzlülük mü'minin yılandan, akrepten kaçar gibi kaçması gereken büyük bir felâkettir.

Resûlullahın sığınmamızı öğrettiği bir kötü haslet de riyakârlıktır. Riya ihlası kırar, ameli iptal eder, zahiren sevapmış gibi görünen işleri günaha çevirir, Ma­nevî çöküş demektir. Hadisin ifadesiyle, "gizli şirk'tir. Riyadan, küçük büyük ya­pılan her iyi iş ve ibadeti Allah için yapmakla kurtulmak mümkündür.

Hadiste sağırlık, dilsizlik, delilik, cüzzam, alaca hastalığı ve kötü hastalıklar­dan Allah'a sığınılıyor ki, bunlar sağlam ve sağlıklı hayat sürmenin önemini bi­len herkes için Allah'a sığınılması gereken hususlardandır.

İyiliklere kavuşmak, kötülüklerden sakınma konusunda Allah'ın yardımını is­temekten başka yapabileceğimiz birşey de olmasa gerek,

 

873. [2:123, Hadîs No: 1490]

îbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, fayda vermeyen ilimden, korku duymayan kalbten, ka­bul edilmeyen duadan, doymayan nefisten, insanı maddî ve manevî huzursuzluğa düşüren açlıktan en kötü sırdaş olan hıyanetten, tem­bellikten, cimrilikten, korkaklıktan, düşkün ihtiyarlıktan, sıkıntılı yaşlılıktan, Deccalin fitnesinden, kabir azabından, dirilerin ve ölüle­rin fitnesinden Sana sığınırım. Allah'ım, Sana yakarıp duâ eden, yo­lunda mütevazı, itaatkâr ve sana yönelmiş bir kalb istiyoruz. Al­lah'ım, herkesi kaplayan bağışlamanı, kurtarıcı emirlerini, her günahtan selâmeti, her iyiliği kazanmayı, Cenneti elde etmeyi ve Ce­hennemden kurtulmayı istiyorum.[65]

 

874. [2:125, Hadîs No: 1492]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, Senden iffeti ve dünyam, dinim, aile efradım ve malım hakkında afiyeti istiyorum. Allah'ım, eksikliklerimi ört, korkumu em­niyete çevir. Önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden gelecek günah ve felâketlere karşı beni muhafaza eyle ve alt tarafım dan farkında olmayarak helake götürülmekten Sana

 

875. [2:125, Hadîs No: 1493]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, Senden kalbime yapışacak öyle bir îman istiyorum ki, onunla benim için yazdığından başka bir şeyin bana isabet etmeyece­ğini bileyim. Ve bana kısmet ettiğin geçim kaynağından hoşnut ola­yım. [66]                                                                                              

 

876. [2:126, Hadîs No: 1494]

Ali'den (r.a,) rivayetle:

Allah'ım, İbrahim peygamber Senin kulun ve dostun idi. Mekke halkı için bereketle Sana duâ edeceğim. Ben Muhammed de Senin kulun ve Resulünüm. Senden Medine halkı için, Mekke ahalisi için bereketlendirdiğinin iki katı müd ve sa'—ölçü aletleriyle, Ölçtükleri şeylerle—olan ölçülerine bereket vermeni istiyorum.[67]

 

877. [2:126, Hadîs No: 1495]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

İbrahim peygamber Mekke'yi haram kılıp harem kıldı; ben de Me­dine'yi iki dağı arasıyla haram kılıyorum. Orada kan akıtılmayacak, savaş için silah taşınmayacak, hayvan besleme gayesi dışında ağaç kesilmeyecek. Allah'ım, bizim için Medine'mizi mübarek eyle. Al­lah'ım, sa' ile olan ölçümüze bereket ver. Allah'ım müd ile olan ölçü­müze bereket ver. Allah'ım, her bereketin yanma iki bereket ver. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Medine'deki hiç­bir tepe ve hiçbir dere yoktur ki, üzerinde iki melek bulunup siz geri dönünceye kadar onu korumasınlar.[68]

 

878. [2:127, Hadîs No: 1496]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, tembellikten, düşkün ihtiyarlıktan, günahlı yerlerden, borçlanmaktan, kabir fitnesinden ve kabir azabından, Cehennem fit­nesinden ve Cehennem azabından ve zenginliğin kçtü fitnesinden Sana sığınıyorum. Fakirlik fitnesinden Sana sığınıyorum. Mesih-i Deccalm fitnesinden Sana sığmıyorum. Allah'ım, günahlarımı ben­den su, kar ve dolu ile yıka. Beyaz elbise kirlerden temizlendiği gibi, kalbimi günahlardan temizle, Doğu ile batıyı birbirinden uzaklaştır­dığın gibi benim ve günahlarımın arasını da öylece ayır.[69]

 

879. [2:128, Hadîs No: 1497]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, şu anda hazır bulunanı ileride gelecek olanlarıyla, bil­diklerim ve bilmediklerimle bütün hayırları Senden istiyorum. Şu anda bulunanı ve ileride gelecek olanlarıyla, bildiklerim ve bilmedik­lerimle bütün serlerden Sana sığınırım. Allah'ım, Senin kulun ve peygamberinin dilediği hayırları Senden diliyor, kulun ve peygambe­rinin Sana sığındığı serlerden Sana sığınıyorum. Allah'ım, Senden Cenneti ve ona yaklaştıracak her türlü söz ve davranışı diliyor, Ce­hennemden ve ona yaklaştıracak her türlü söz ve davranıştan Sana sığınıyorum. Benim için takdir ettiğin bütün hükümleri hayır kılma­nı Senden istiyorum.[70]

 

880. [2:128, Hadîs No: 1498]

Âişe (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, temiz, pâk, mübarek, Sana en sevimli, vesile edinilerek Sana duâ edildiğinde kabul ettiğin, bir şey dilenildiği zaman verdi­ğin, merhamet istendiğinde merhamet ettiğin, musibet ve sıkıntıla­rın kalkması istendiğinde kaldırdığın ismin hürmetine Senden isti­yorum.[71]

 

881. [2:130, Hadîs No: 1501]

Şeddad bin Evs (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, Senden dinde sebatı istiyorum. Doğru yolda kararlılığı istiyorum. Nimetine şükretmeyi istiyorum. Güzelce Sana ibâdet et­meyi istiyorum. Doğru bir dil, selîm bir kalb istiyorum. Bildiklerimin şerrinden Sana sığınıyorum. Bildiklerimin hayrını Senden diliyo­rum. Bildiğin günahlarım için Senden bağışlanma diliyorum. Şüphe­siz Sen gaybları çok iyi bilensin.[72]

 

882. [2:131, Hadîs No: 1502]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, yalnız Sana teslim oldum. Yalnız Sana îman ettim. Yal­nız Sana tevekkül ettim. Ve yüzümü yalnız Sana çevirdim. Senin yo­lunda, Senin yardımınla düşmanlarıma karşı koyuyorum. Allah'ım, Senden başka ilâh yok. Beni saptırmandan yalnız Senin izzetine sığı­nıyorum. Sen hiç ölmeyen dirisin; cinler ve insanlar ise ölürler.[73]

 

883. [2:132, Hadîs No: 1505]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, bize bizimle Sana isyan sayılacak şeyler arasında perde olacak kadar korkunu, bizi Cennetine kavuşturacak taatinı, dünya musibetlerini bizden hafifletecek kuvvetli îmanı nasib eyle. Allah'ım, bizi hayatta bıraktığın sürece kulağımızdan, gözümüzden ve kuvveti­mizden bizi faydalandır. Bunları son ânımıza kadar bizden alma. Bi­ze zulmedenlerden intikamımızı al. Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bize dînî musibet verme. Dünyayı, bizim en büyük kaygımız ve ilmimizin son hedefi yapma. Bize acımayanları başımıza musallat etme.[74]

 

Allah korkusu kötülüklere karşı bir kalkandır. Bu korkudan uzak kafan insa­nın yapamayacağı kötülük yoktur. Korku kalbe girince, kul Allah'ın büyüklüğü­nü, cezasının şiddetini düşünerek günahlara girmeye kolay kolay cesaret ede­mez, dolayısıyla bu Allah'a isyan olabilecek her türlü davranışa bir perde olmuş olur. Allah'tan bu konuda yardım istemelidir.

Cennetin anahtarı îman, sonra da taattir. Taatler îmanı muhafaza ve takviye eder. İnsan Allah'a itaati ölçüsünde büyük mükâfatlara erişir ve Cennete lâyık hale gelir. Or.un içindir ki itaatin Cennete girmede büyük rolü vardır.

Hadiste geçen kuvvetli îmana gelince, bu îmanın insana kazandırdığı büyük faydalar vardır. Bunlardan biri de musibetlerin acı ve üzüntülerini hafifletmesi-dir. Kuvvetli, diğer bir ifadeyle tahkîkî bir îmana sahip olan bir kimse, inançsızla­rı intihara kadar götürebilecek şiddetli musibetleri göğüslemesini bilir. Böyle bir felâket ânında kadere teslim olur, mükâfatını düşünür, rahatlar, Çünkü, o artık bilir ki herşey Allah'ın izin ve takdiriyle yürümektedir. Onun merhameti sonsuz­dur. Hiçbir kuluna zulmetmez. Her yaptığı işte sayısız hikmet ve faydalar var­dır, Musibet de verse, bunun birçok hikmetleri vardır. Bu yolla Allah, kulunun günahlarını siler, manen yükselmesini sağlar. Çünkü musibetler ya geçmişteki hataların sonucudur; dolayısıyla günahlara keffarettir. Ya da ilerde verilecek bir mükâfatın başlangıcıdır. Bu mükâfat dünyada peşin olarak verilebileceği gibi, âhirete de ertelenebilir.

Kulak, göz, kuvvet gibi nimetler Rabbimizin büyük ihsanları arasında yer alır. Bunlar sayesinde dünyaya açılan pencerelerimiz, bizi ap aydınlık bir âlem­le karşılaştırır. Hayatın tadını alırız. Bu nimetlerden mahrumiyetin nelere mal olduğunu sağır, kör ve âciz insanları görünce daha iyi anlıyoruz. Bir an için bun­lardan mahrum kaldığımızı düşündüğümüzde de nimetlerin değerini anlamak güç olmaz. Bize düşen de son âna kadar bu nimetlerle beraber olabilmek için nimetlerin Sahibine doğrudan yönelip Onun yardımını istemektir.

Hadiste yapılan dualardan biri de zalimlerden intikamın alınması için Al­lah'tan yardım dilemektir. Zulme karşı çıkmak herşeyden önce îmanın gereği­dir. Ama bazan zâlim o kadar güçlü olur ki karşı koymak bile mümkün olmaz. Yapılabilecek şey ancak Allah'tan yardım dilemektir. Düşmanlara karşı da Onun yardımına muhtacız. Onların şerlerinden kurtulabilmek için güçlenmek, sonra da hilelerine karşı Allah'ın yardımını beklemek gerekir.

Resûlulİahın bu hadislerinde dinî musibetten de Allah'a sığındığını görmek­teyiz. Çünkü dinî musibet, maddî felaketlere göre çok daha korkunçtur. Dini yıkmaya, dini tahribe yönelik musibetler manevî hayatı alt üst eder; kişilerin ahla­ken çökmelerini, manen yıkılmalarını netice verir. Bu suretle îmanlar zayıflar, tehlikeye düşer. Hem dünya, hem de âhiret hayatını mahveden böyle bir belâ­dan elbet her zaman Allah'a sığınmak gerekir. Asıl musibet ve muzır musibetin dine gelen musibet olduğunu ve bundan Allah'a sığınmak gerektiğini belirten Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri, Hz. Eyyub örneğini verdiği Lem'alar'öa bu konuda şöyle diyor: "Hz. Eyyub Aleyhisselâmın zahirî yara hastalığının mu­kabili, bizim bâtını ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hz. Eyyub'tan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü iş­lediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.

"Hz. Eyyub Aleyhisselâmın yaralan, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit edi­yordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit edi­yor. O münacât-ı Eyyûbiyeye, o Hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.

"Bahusus, nasıl ki o Hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar kalb ve lisanı­na ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hâsıl olan vesveseler, şüpheler— neûzübillah—mahall-i îman olan bâtın-ı kalbe ilişip îmanı zedeler ve îmanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar."[75]

Daha sonra günahların kalbi kararttığından, herbir günah içerisinde küfre gi­den bir yol bulunduğundan söz eden Bedîüzzaman bunlara ayrı ayrı örnekler verir. O halde küfre götürebilecek günahlardan kaçınmak ve Allah'a sığınmak­tan başka yapabileceğimiz birşey yoktur.

Hadiste dikkat çekilen hususlardan biri de dünyayı en büyük kaygı ve ilmin son hedefi edinmemek ve bunlardan Allah'a sığınmaktır. Bütün haşmeti, güzel­liği, cazibesine rağmen dünya, ebedî âlemin yanında bir hiç hükmündedir, bir parça serabın hakîkî deryaya nisbeti gibidir. Onu en büyük kaygı edinmek, dün­yaya sırf dünya hesabına değer vermek, o nazarla bakıp çalışmak, bir yönüyle boşa kürek sallamak demektir. Ancak dünya âhiretîn tarlası olması yönüyle de­ğerlendirilirse dünya olmaktan çıkar, bütünü de âhiret hesabına geçer. İlmin maksadı da dünya olmamalıdır. İlim ancak Allah rızası için öğrenilir ve insanlı­ğın faydasına kullanılırsa gerçek değerini bulur.

"Acımayanları başımıza musallat etme" duası da önemlidir. Acımayan insan insanı hayattan bezdirir, hayatı çekilmez hale getirir. Böyle bir musibete maruz kalmamak için bir taraftan fiilî tedbir alırken, diğer taraftan da Allah'a dua etmeli­yiz.

 

884. [2:133, Hadîs No: 1506]

Ebû Hüreyre (r«a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, bana öğrettiğinden beni faydalandır. Ve fayda verecek şeyi bana Öğret. Ve ilmimi arttır. Her hâl ü kârda Allah'a hamd ol­sun. Cehennem ehlinin halinden Allah'a sığınıyorum.[76]

 

885. [2:134, Hadîs No: 1507]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, beni şükrünü çok yapan, zikrini çok eden, nasihatine uyan, tavsiyelerini gözeten eyle.[77]

 

886.[2:135, Hadîs No: 1509]

Şekele rivayet ediyor:

Allah'ım, kulağınım şerrinden, gözümün şerrinden, dilimin şerrin­den, kalbimin şerrinden ve şehvetimin şerrinden Sana sığınıyorum.[78]

 

887. [2:135, Hadîs No: 1510]

Ebû Bekre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, bedenime afiyet ver. Kulağıma afiyet ver. Gözüme afiyet ver. Allah'ım, küfrân-ı nimet ve fakirlikten Sana sığınırım. Allah'ım, kabir azabından Sana sığınırım. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.[79]

 

888. [2:137, Hadîs No: 1514]

Ebû Hüıeyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, işlerimin muhafızı olan dinimi benim için yoluna koy. Geçim sebebim olan dünyamı benim için yoluna koy. Varacağım yer olan âhiretimi benim için yoluna koy. Hayatımı her hayrı arttırmaya vesîle kıl. Ölümümü her kötülükten kurtulup rahat olmaya vesile kıl.[80]

 

889. [2:137, Hadîs No: 1515]

îbni Mes'ûd (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, Senden hidâyeti, takvayı, tok gözlülüğü ve zenginliği is­tiyorum.[81]

 

890. [2:138, Hadîs No: 1517]

Heysem bin Mâlik Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, sevgini bana en sevimli şey kıl. Korkunu benim için en çok korkulan şey kıl. Sana kavuşmaya olan iştiyakla dünyadan ihti­yaç bağlarımı kopar. Ehl-i dünyanın gözünü dünyalariyla aydınlatı-3'orsan benim gözümü de ibâdetinle aydınlat.[82]

 

891. [2:139, Hadîs No: 1519]

îbni Amr (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) söyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Allah'ım, Senden sıhhati, iffeti, emâneti, güzel ahlâkı ve kadere rı­zâyı istiyorum.[83]

 

892. [2:139, Hadîs No: 1521]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, gazabından rızâna, cezandan affına, azabından rahmeti­ne sığınıyorum. Senin medih ve senanı saymakla bitiremiyorum. Sen zâtını övdüğün gibisin.[84]

 

893. [2:140, Hadîs No: 1523]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, Senden sevdiğin amellerde başarıyı, Sana samimî tevek­kül etmeyi ve hüsn-i zan beslemeyi diliyorum.[85]

 

894. [2:141, Hadîs No: 1524]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, kulaklarımı zikrine aç. Taatmı, Resulüne itaati ve kita­bınla amel etmeyi bana nasib et.[86]

 

895. [2:141, Hadîs No: 1525]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, Senden îman içerisinde bir sıhhat, güzel ahlâk içerisinde bir îman, neticesinin kurtuluş olacağı bir başarı, Senden gelecek bir rahmet, afiyet, bağışlanma ve hoşnutluk diliyorum.[87]

 

896. [2:141, Hadîs No: 1526]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, beni, Seni görüyormuşumcasına Şenden korkan kıl. Tak­vanla beni mes'ud eyle. Sana itaatsızlıkla beni talihsiz eyleme. İki hükmünden en hayırlısını benim için tercih et. Benim için takdir et­tiğini mübarek kıl. Öyle ki, geciktirdiğin şeyin acele gelmesini, acele getirdiğinin de gecikmesini istemeyeyim. Zenginliğimi gönlüme koy. Kulağım ve gözümden beni faydalandır. Onları son ânıma kadar ben­den alma. Bana zulmedene karşı bana yardım et. Ondan hakkımı al­dığını bana göster ve beni bununla sevindir.[88]

 

897. [2:142, Hadîs No: 1527]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, her zorluğu kolaylaştırmakla bana lütufta bulun. Şüphe­siz her güçlüğü kolaylaştırmak Sana kolaydır. Senden kolaylık ve dünya ve âhirette afiyet diliyorum.   [89]                            

 

898. [2:143, Hadîs No: 1529]

Ümmü Ma'bed (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, kalbimi iki yüzlülükten, amelimi gösterişten, dilimi ya­landan, gözümü hıyanetten temizle. Şüphesiz Sen gözlerin hainliğini ve kalblerin sakladığını bilirsin.[90]               

 

899. [2:143, Hadîs No: 1530]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, bana çok ağlayan iki göz ver. Bunlar, yaş yerine kan akıtmadan ve kemikler köz olmadan önce Senin korkundan yaşlar akıtmakla rahatlasın.  [91]                                                         

 

900. [2:144, Hadîs No: 1531]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, kudretinle bana afiyet ver. Beni rahmetine daldır. Öm­rümü ibâdetlerin içerisinde geçir, onu en hayırlı amelimle noktala ve bunun mükâfatını Cennet eyle.[92]

 

901. [2:144, Hadîs No: 1532]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Aliah'ım, beni ilimle zengin kıl, hilimle süsle, takva ile beni şeref­lendir ve afiyetle beni güzelleştir.[93]

.

902. [2:144, Hadîs No: 1533]

İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, Senden fazl ve rahmetini istiyorum. Şüphesiz bunlar sa­dece Senin elindedir.[94]

 

903. [2:145, Hadîs No: 1535]

Saîd el-Makberî Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Allah'ım, gözleri üzerimde, kalbi beni gözetleyen, bir iyiliğimi gör­düğünde Ört bas edip, bir kötülüğümü gördüğünde ise bunu etrafa yayan hilekâr dosttan Sana sığınırım.[95]

 

904. [2:145, Hadîs No: 1536]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Allah'ım, günah ve hatalarımın tamamını bağışla. Allah'ım beni yücelt. Yaralarımı sar. Bana güzel amel ve huyların yolunu göster. Şüphesiz Senden başka bunların yolunu gösteren, Senden başka bunların kötü olanlarını insandan çeviren kimse yoktur.[96]

 

905. [2:146, Hadîs No: 1537]

Ammar bin Yâsir (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, gayba dâir ilmin ve bütün yaratıklar üzerindeki kudre­tinle hayatı benim için hayırlı bildiğin sürece beni yaşat. Ölümü be­nim için hayırlı bildiğinde de canımı al. Allah'ım, gizlide de, açıkta da Senden korkmayı diliyorum. Hoşnutken de, öfkeli iken de ihlâsh söz söylemeyi Senden diliyorum. Fakirlikte de, zenginlikte de iktisat­lı olmayı Senden diliyorum. Senden tükenmeyen bir nimet diliyo­rum. Senden bitmeyen bir sevinç diliyorum. Kazana rızayı Senden is­tiyorum. Senden ölümden sonra rahat bir hayat diliyorum. Cemâline bakma lezzetini; ziyan verici bir zarara ve şaşırtıcı bir fitneye uğra­madan Sana kavuşma aşkını Senden diliyorum. Allah'ım, bizi îman süsüyle süsle. Bizi kendileri hidâyette olup başkalarına da hidâyet yollarını gösterenler eyle.[97]

 

906. [2:147, Hadîs No: 1538]

Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Ey Cebrail, Mikâil ve israfil'in Rabbi olan Allah'ım, Cehennemin hararetinden ve kabir azabından Sana sığınıyorum.[98]

 

907. [2:147, Hadîs No: 1539]

İbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, borç altında ezilmekten, düşmanın galip gelmesinden ve düşmanlarımın bana gülmesinden Sana sığınırım.[99]

 

908. [2:148, Hadîs No: 1541]

Ebu'l-Yüsr'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Allah'ım, yüksek bir yerden düşmekten, yıkık altında kalmaktan, boğulmaktan ve yanmaktan Sana sığınırım. Ölüm ânında şeytanın sırtımı yere getirmesinden Sana sığınıyorum. Senin yolunda mücâ­dele ederken sırtımı dönüp kaçarak ölmekten Sana sığınıyorum. Yı­lan ve akreb gibi bir hayvanın ısırmasıyla ölmekten sana sığınıyo­rum.[100]

 

909. [2:148, Hadîs No: 1543]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, âlimlere uyulmadığı, ağır başlı kimselerden haya edil­mediği, insanların dilleri güzel sözler ettiği halde kalbleri hayvan kalbi gibi olan bir zamana erişmeyeyim.[101]

 

910. [2:149, Hadîs No: 1544]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, benden sonra gelip hadislerimi ve Sünnetimi başkaları­na nakleden ve onları insanlara öğreten halifelerime merhamet eyle.[102]

 

911. [2:149, Hadîs No: 1545]

Sa'd bin Ebî Vakkas (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, kadınların fitnesinden ve kabir azabından Sana sığını­rım.[103]

 

912. [2:149, Hadîs No: 1546]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Allah'ım, fakirlikten, yokluktan, zilletten Sana sığınırım. Zulmet mekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.[104]

 

913. [2:150, Hadîs No: 1547]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, açlıktan Sana sığınırım. Şüphesiz o kötü arkadaştır. Hı­yanetten Sana sığınırım. Şüphesiz o kötü bir sırdaştır.[105]

 

914. [2:150, Hadîs No: 1548]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, tefrikadan, iki yüzlülükten ve kötü ahlâktan sana sığınırım.[106]

 

915.[2:151,Hadis  No:1552]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ım, Ey Rabbimiz, bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru.[107]

 

916.[2:154, Hadîs No: 1559]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Allah'ım, günahlarımı, bilgisizliğimi, işlerimde israfımı ve Senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı bağışla. Allah'ım, hata ile yaptı­ğım kusurları, kasten yaptığım kusurları, şaka ile ve ciddî olarak iş­lediğim kusurları affet. Bütün bunlar bende vardır. Allah'ım, işleyip önde gönderdiğim, henüz işlemeyip geride bıraktığım, gizli veya açık­tan yaptığım kusurlarımı bağışla. Öne geçiren de, geri bırakan da Sensin. Senin herşeye gücün yeter.[108]

 

917. [2:155, Hadîs No: 1560]

tbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Allah'ım, nefsimi Sen yarattın, onu ölüme mazhar edecek de Sen­sin. Onun ölümü de, hayatı da Senin elindedir, Şayet hayatta bıra­kırsan onu muhafaza et. Eğer öldürürsen onu bağışla. Allah'ım, Sen­den afiyet diliyorum.[109]

 

918. [2:156, Hadîs No: 1565]

Rafı' bin Hadîc (r.a.) rivayet ediyor:[110]

 

919. [2:157, Hadîs No: 1567]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle: Evlenerek rızkı arayınız.[111]

 

920. [2:160, Hadîs No: 1578]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Cihada sarılınız ki, sıhhat bulaşınız ve zenginlemesiniz.[112]

 

Hadiste cihadın insana sağlık ve zenginlik kazandıracağı belirtilerek cihada teşvik yapılmaktadır. Bilindiği gibi cihadda esas olan beden ve kafanın hareket­te olmasıdır. Maddî cihadda başarılı olabilmek için bolca antreman yapmak, sür'atle hareket etmek, ustaca silah kullanmak gerekir, Bu ise bedenen hazırlık­lı olmakla mümkündür. Fakat cihadda sadece bedenen antremanlı olmak da yetmez. Ayrıca zihin idmanları yapmak icab eder. Birincisi bedenen, ikincisi de zihnen sağlıklı olmayı netice verir.

Manevî cihad için de aynı durum söz konusudur. İnsanların manevî hayatı­na yönelik hizmetler manevî cihadın temelini teşkil eder. îmanları kurtarmak, kuvvetlendirmek, inkâr ve isyan bataklığına gömülmüş insanların elinden tutmak da bir kısım gayretleri gerektirir. Yürümek, bir yerden diğer bir yere gitmek; yılmadan, bıkmadan, yorulmadan, köşe bucak koşuşturmak, îman hakikatlerini ulaştırmak bedenen olduğu kadar zihnen de faaliyet içerisinde olmayı gerektirir. Bu da insanı sağlığa ulaştırır. Hizmet eden bir kimse, ayrıca onun peşin mane­vî zevkini tadar, ruhen huzur bulur, sağlıklı olur. Vazifeyi ifa etmenin verdiği ma­nevî lezzeti bir yana, onun semerelerini gördükçe de gayrete gelir. Bu manevî haz ruh sağlığının, dolayısıyla da beden sağlığının temelini teşkil eder.

Cihadın hedefi olmamakla birlikte, onun tabiî bir sonucu olan ganimet de bir zenginlik vesilesi ve bir gelir kaynağıdır. Mağlup taraftan ele geçirilen ganimet, zenginliğe sebep olduğu gibi yine mağlup tarafın sahip olduğu bazj ilmî ve tek­nolojik gelişme ve yenilikler de birer mânevi ganimet sayılır, bu da bir zenginlik demektir.

 

921. [2:161, Hadîs No: 1582]

Abdulmüttalib bin Abdullah'tan rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendi­miz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Meşru dâirede eğleniniz ve oynayınız. Ben dinimizde bir katılığın görünmesinden hoşlanmıyorum.[113]

 

922. [2:164, Hadîs No: 1590]

Câbir (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Benim hayvanın yüzünü dağlayan ve yüzüne vuran kimseye lanet ettiğim size ulaşmadı mı?[114]

 

923. [2:164, Hadîs No: 1592]

Hasen bin Süfyan'dan rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Razı değil misiniz ki? Biriniz kocası kendisinden razı olduğu halde hamile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibâdet eden bir. kişinin sevabı kadar sevap alsın. Doğum sancısına tutulduğunda gök ve yer ahalisi dahi onun için ne sevindirici şeylerin hazırlandığı­nı bilemezsin. Doğum yaptığında çocuğun, memesinden emdiği her yudum süte karşılık kendisine bir sevap yazılsın. Gece çocuk onu uy­kusuz bıraktığında Allah rızası için yetmiş köle azad etmiş gibi se­vap kazansın. Ey Selâme! Bununla kimi kastettiğimi biliyor musun? Namusunu muhafaza eden, sâliha, kocasına itaat eden ve kocasın­dan gördüğü iyilikleri inkâr etmeyen hanımları kastediyorum.[115]

 

924. [2:166, Hadîs No: 1594]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Biriniz cemaatle namaz kılarken imamdan önce başını yerden kal­dırdığında; Allah'ın, başını eşeğin başına veya şeklini eşek suretine döndürmesinden korkmuyor mu?[116]

 

925. [2:166, Hadîs No: 1595]

Cûbir bin Semûre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir:

Biriniz namazda iken başını havaya kaldırdığında gözünün kendi­sine geri dönmemesinden korkmuyor mu?[117]

 

926. [2:167, Hadîs No: 1598]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Dikkat edin. Eğer siz lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok ha tır 1 asaydınız, bu sizi şu gördüğüm durumdan alıkordu. Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok hatırlayınız. Kabrin üzerinden hiç bir gün geçmez ki, konuşup şöyle demesin: "Ben gurbet eviyim. Ben yalnızlık eviyim. Ben toprak eviyim. Ben kurtçuklar eviyim." Mü'min bir kul, toprağa gömüldüğünde mezar kendisine şöyle der: "Merhaba, hoş geldin. Sen bana sırtımda dolaşanların en sevi mi isiydin. Bu gün sana kavuştum. Sen de bana varmış bulunuyorsun." Sana neler yapa­cağımı biraz sonra göreceksin." Sonra kabir, gözünün görebileceği kadar genişler. Kendisi için Cennete bir kapı açılır. Günahkâr veya kâfir bir kul gömüldüğünde ise mezar ona şöyle der: "Hoş gelmedin, sefa gelmedin. Sen bana sırtımda dolaşanların en sevimsiziydin. Bu gün seni ele geçirmiş bulunuyorum. Sen de bana gelmiş oldun. Sana ne yapacağımı biraz sonra göreceksin." Sonra mezar dört tarafı o kişi üzerinde birleşinceye kadar daralır. Kaburga kemikleri birbirine ge­çer. Ona yetmiş büyük yılan musallat edilir. Öyle ki, onlardan bir ta­nesi yer yüzüne nefesini salsa dünya durdukça yer yüzünde bir daha bitki bitmez. Hesap vermek üzere götürülünceye kadar bunlar onu tırmalayıp dişlerler. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.[118]

 

927. [2:169, Hadîs No: 1599]

Ebû Cühayfe'den rivayetle: Ben yaslanarak yemem.

Yaslanarak yeme konusunda ilk akla gelen sakınca kibir ve kendini beğen­mişlik alâmeti taşımasıdır. Böyle bir görüntü vermekten dahi kaçman Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), önemli bir görgü kuralını nazara vermekle kalmamış, ümmeti­ne güzel bir ders de vermiştir.

Yaslanarak yemek yemenin diğer bir mahzuru da sağlık açısındandır. Çün­kü gerek ayakta ve gerekse yaslanarak yeme esnasında mide bir torba gibi dol­durulmaya müsait durumda bulunmaktadır. Dolayısıyla yemek yiyen insan ölçü­yü kaçırıp fazlaca yiyebilmekte, sağlığını tehlikeye atmaktadır. Ama oturuldu­ğunda mide karnın ve diğer bir kısım organların baskısıyla daralmakta, böylece fazla yeme de önlenmektedir.

 

928. [2:169, Hadîs No: 1600]

Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

Gerçek Cehennemlik olanlar orada ne ölürler, ne de yaşarlar. Ce­hennemde bâzı insanlar da vardır ki, günahları sebebiyle ateş kendi­lerine dokunup kömür gibi oluncaya kadar yakar, öldürür. O anda kendileri için şefaat edilmesine izin verilir. Grup grup getirilir, Cen­net nehirlerine atılırlar. Sonra "Ey Cennet ehli, üzerlerine su atın" denilir. Onlar, selin biriktirdiği toprakta tanenin yeşermesi gibi yeşe-rirler.[119]

 

Bilindiği gibi Cennet hayatı da, Cehennem hayatı da ebedîdir. Buralarda ölüm yoktur. Cennette ölümün olmaması, Cennet ehline büyük bir fezzet verir. Fakat Cehennem ehli için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Onlar, çektikleri azab karşısında binler defa ölümü arzu ederler, fakat ellerine geçmez. Bir âyet-i kerimede bununla ilgili plarak şöyle buyurulur: "Rabbinin huzuruna mücrim ola­rak gelenin cezası Cehennemdir. Orada ne ölür, ne de yaşar."[120]

Gerek âyette, gerekse hadiste geçen "ne de yaşarlar" ifâdesi, "ne ölürler" ifâ­desine zıt değildir. Böyleleri devamlı azap içerisinde olduklarından, buna hayat denilemeyeceğine dikkat çekilmektedir. Âyette ve hadiste kastedilen kimseler, in­kâr ve isyan bataklığına yuvarlananlardır. Günahkâr mü'minlerin azabını ise hadişin ikinci kısmından öğreniyoruz. Bunlar, günahları miktarınca Cehennemde yandıktan ve bir nevi kömürteştikten sonra Allah, rahmetiyle şefaat edilmelerine izin verir. Cennet nehirlerinde yıKanarak verimli topraklarda tohumun yeşermesi gibi yeniden hayata kavuşurlar. Daha sonra da ebedî olarak Cennette kalırlar.

 

929. [2:170, Hadîs No: 1603]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Üç yerde hiç kimse kimseyi hatırlamaz: (1) Amellerin tartıldığı mizan yanında, iyilik kefesi hafif mi, ağır mı geldiğini öğreninceye kadar. (2) Amel defterleri dağıtılıp, 'İşte kitabımı okuyun" denildiği zaman. Amel defterinin sağına mı, soluna mı düşeceğini veya arka­sından mı verileceğini bilinceye kadar. (3) Cehennemin üzerine ku­rulduğunda Sırat yanında. Sıratın etrafında birçok çengeller ve di­kenler bulunmaktadır. Allah kullarından dilediklerini bunlarla durdurur. Buradan kurtulup kurtulamayacağını öğreninceye kadar.[121]

 

930. [2:171, Hadîs No: 1604]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz en doğru söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol, Muham-med'in yoludur. En çirkin iş, dinde sonradan uydurulan şeylerdir. Dinde her sonradan uydurulan şey bid'adır. Her bid'a da sapıklıktır. Her sapıklık Cehennemliktir. Kıyamet aniden başınıza gelecektir. (Peygamberimiz iki parmağını birleştirerek) Ben Kıyametle şöyle ya-km olarak gönderildim. Kıyamet, sabah veya akşam size baskın ya­pacakmış gibi hazırlıklı olunuz. Ben, bir mü'min için nefsinden daha yakınım. Kim ölümünden sonra bir mal bırakırsa mirasçıları nadir. Kim de bir borç veya yetim bırakırsa o bana aittir, onu ben üzerime alıyorum. Ben mü'minlerin velîsiyim.[122]

 

931. [2:171, Hadîs No: 1606]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Bâzı insanlara ne oluyor ki, Allah'ın kitabında olmayan bâzı şart­ları iieri sürüyorlar. Allah'ın kitabında olmayan her şart geçersizdir. Yüz defa da şart koşulsa böyledir. Allah'ın hükmü en haklı, Allah'ın şartı en sağlamdır.[123]

 

932. [2:173, Hadîs No: 1607]

Ebû Hümeyd es-Saîdî'den rivayetle:

Görevlendirdiğimiz bâzı kimselere ne oluyor ki, bize gelip şöyle di­yorlar: "Şunlar sizin, şunlar ise bana hediye edilenlerdir. Babasının ve annesinin evinde oturup bu şeyleri kendisine hediye edilip edilme­yeceğine baksa ya? Muhammed'in nefsi kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz umuma âit bir malı zimmetine geçi­rirse Kıyamet Günü mutlaka onu boynunda taşıdığı halde geiir. Eğer bu bir deve ise inleye inleye getirir. Eğer sığır ise böğüre böğüre geti­rir. Eğer koyun ise meleye meleye getirir. Şüphesiz, ben tebliğimi yaptım.[124]

 

933. [2:174, Hadîs No: 1608]

Zeyd bin Erkam (r.a.) rivayet ediyor:

Ey insanlar! Şüphesiz ben de ancak bir insanım. Pek yakında Al­lah'ın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun dâvetine icabet ede­bilirim. Ben, aranızda iki ağır emânet bırakıyorum. Birincisi Allah'ın kitabıdır ki, onda hidâyet ye nur vardır. Ona yapışan ve ona sarılan kimse hidâyet üzere olur. Ondan sapan ise sapıtır. Öyle ise Allah'ın kitabına sanlınız. Ona yapışınız. Diğer emânet ise, Ehl-i Beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum. Ehl-i Beytim hak­kında size Allah'ı hatırlatıyorum.[125]

 

934. [2:175, Hadîs No: 1609]

Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle:

Ey insanlar! Sözlerin en doğrusu, Allah'ın kitabıdır. En sağlam kulp kelime-i şehadettir. En hayırlı millet Hz. İbrahim'in milletidir. Yolların en hayırlısı, Muhammed'in yoludur. Sözlerin en değerlisi, Allah'ı zikretmektir. Kıssaların en güzeli, şu Kur'ân'dır. işlerin en hayırlısı, farz olan amellerdir. Herşeyin en kötüsü sonradan ortaya çıkan, bid'alardır. Davetlerin en güzeli peygamberlerin irşadıdır. En şerefli ölüm şehid olarak ölmektir. Körlüğün en kötüsü, hidâyete er­dikten sonra tekrar sapıklığa düşmektir. İlmin en iyisi faydalanılan ilimdir. Doğru yolun en iyisi izlenilen yoldur. En kötü körlük kalb körlüğüdür. Veren el, alan elden üstündür. Az ve yeterli olan mal, çok olup âhiretten alıkoyan servetten iyidir. En kötü mazeret ölüm anındaki mazerettir. Pişmanlığın en kötüsü, Kıyamet günü duyulan pişmanlıktır.

İnsanların bazısı namazı ancak vaktin sonunda kılar. Kimisi de Allah'ı nadiren hatırlar. En büyük hatâ dilin çok yalan söylemesidir. En hayırlı zenginlik, gönül zenginliğidir. En iyi azık takvadır. Hikme­tin başı Aliah korkusudur. Kalbde hürmetle saklanan en hayırlı şey, kuvvetli îmandır. îmânî meselelerde şüphe ve tereddüt küfürdendir. Ölüler için yüksek sesle ağlamak, dövünmek Câhiliyye âdetlerinden-dir. Müslümanların umumî malını zimmetine geçirmek, Cehennem közlerini toplamak demektir. Altını ve gümüşü biriktirip zekâtını vermemek, insanın vücudunu Cehennem ateşiyle dağlamaktır. Gaj'r-i meşru meseleleri, küfrü konu alan şiir, şeytanın nağmeler indendir. İçki, bütün kötülüklerin kendisinde toplandığı düğümdür. Kadınlar şeytanın tuzağıdır. Gençlik bir çeşit deliliktir. Kazançların en kötüsü, faizden kazanılandır. Yiyeceklerin en kötüsü, yetim malıdır. Bahti­yar, başkalarından ibret alandır. Kötü kimse daha annesinin karnın­dayken belirlenmiştir [Onun iradesiyle kötü bir insan olacağını, Al­lah daha ana karnındayken bilir]. Her birinizin nihayet gidebileceği yer birkaç metrelik topraktır. Her iş neticesiyle değerlendirilir. Amel­de esas olan akıbetidir. Haber yayanların en kötüsü, yalan haber ya­yandır. Gelmesi kesin olan şey yakındır. Mü'mine sövmek fâsıkların, mü'mini öldürmek ise kâfirlerin vasfıdır. Gıybetini yaparak mü'mi-nin etini yemek, Allah'a karşı gelmektir. Mü'minin malının dokunulmazlığı, kanının dokunulmazlığı gibidir. Kim yemin ederek, "Şu şöyle olacak" diye Allah adına hüküm verirse, Allah onu yalancı çıkarır. Kim bağışlarsa, Allah da onu bağışlar; kim affederse, Allah da onu af­feder. Kim öfkesini yutarsa, Allah onu mükâfatlandırır. Kim musibe­te sabrederse, Allah kaybettiklerinin yerini doldurur. Kim başkasını alaya alırsa, Allah onu rezil eder. Kim sabrederse, Allah sevabını kat kat verir. Kim Allah'a karşı gelirse, Allah ona azap verir.

Allah'ım, beni ve ümmetimi bağışla! (üç defa) Allah'tan beni ve si­zi affetmesini dilerim.[126]

 

935. [2:179, Hadîs No: 1610]

Ebû Said el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Dünya caziptir, tatlıdır. Allah onun tasarrufunu elinize verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan sakının, kadınlardan sakının. Çünkü İsrail oğul lan arasında çıkan ilk fitne, kadınlar yü­zünden çıkmıştır.

Dikkat edin! Âdemoğulları değişik sınıflar halinde yaratılmışlar­dır. Onlardan bir kısmı mü'mîn olarak doğar, mü'min olarak yaşar ve mü'min olarak ölür. Bir kısmı kâfir olarak doğar, kâfir olarak ya­şar ve kâfir olarak ölür. Bir kısmı mü'min olarak doğar, mü'min ola­rak yaşar, kâfir olarak ölür. Bir kısmı kâfir olarak doğar, kâfir ola­rak yaşar, mü'min olarak ölür.

Dikkat ediniz! Öfke, insan oğlunun içinde tutuşturulan bir kor­dur. Öfkelenen kimsenin gözlerinin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmüyor musunuz? Biriniz öfkelendiğini hissederse mutla­ka otursun. Dikkat edin! İnsanların en hayırlısı, geç öfkelenen, ça­buk sakinleşendir. İnsanların en şerlisi ise çabuk öfkelenen, geç sa-kinleşendir. Kişi geç öfkelenip geç sakinleşirse veya erken öfkelenir erken sakinleşirse, bu iki hal birbirini telâfi eder.

Dikkat edin! En hayırlı tüccar borcunu ödeyen, güzellikle isteyen­dir. En kötü tüccar ise borcunu kötülükle ödeyen ve kötülükle iste­yendir. Kişi güzellikle öder, kötülükle isterse veya kötülükle öder, güzellikle isterse, bu iki hal birbirini telafi eder.

Dikkat edin! Kıyamet Günü, sözünden dönen bir kimse için dön­düğü sözün değerine göre bir sancak dikilir.

Dikkat edin! Sözünden dönenin en büyüğü idarecinin verdiği söz­den dönmesidir. Dikkat edin, insanların korkusu kişiyi bildiği gerçe­ği söylemekten sakın alıkoymasın.

Dikkat edin! Cihadın en faziletlisi zâlim hükümdarın yüzüne kar­şı söylenen doğru sözdür.

Dikkat edin! Dünyanın geçen ömrüne göre kalan müddet şu günü­nüzün geçen kısmına göre kalan süresi kadardır.[127]

 

Hadîste geçen "Kâfir olarak doğar" ifâdesi, "kâfir bir aile ve küfür ortamında doğar" mânâsında anlaşılmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadislerinde "Her çocuk, İslâm fıtratı üzerinde doğar" buyurmuşlardır. Zâten bu çocuk kâfir olmaz. Zira îman ve küfür bir tercih işidir. Çocuk bu tercihi yapa­bilecek durumda değildir.

 

936. [2:182, Hadîs No: 1613]

Hz. Hüseyin'den (r.a.) rivayetle:

Gemiye bindikleri zaman ümmetimin batmaya karşı garantisi şöyle demeleridir:

"Yüzmesi de, durması da Allah'ın adıyla olsun. Şüphesiz ki, Rab-bim çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir." (Hûd Sûresi, 41) "On­lar Allah'ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki Kıya­met Gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufrundadır; gökler de Onun kudretiyle durulmuştur. O bütün noksanlardan münezzeh ve onların ortak koştukları şeylerden yücedir.[128]

 

937. [2:184, Hadîs No: 1618]

Süleyman bin Ebi Şeyh rivayet ediyor: Ümmü Eymen annemden sonra annemdir.[129]

 

Peygamberimiz, doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybet­mişti. Hem yetim, hem de öksüz olarak büyüdü. Fakat özellikle birkaç kadın, bir anne şefkatiyle o yüce Peygamberi bağrına bastı. Ona annesizlik acısını his­settirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterdiler. İşte bu kadınlardan birisi de Ümmü Eymen'di (r.a.). Peygamberimizin Ehl-i Beytten saydığı ve "annem­den sonra annem" diyerek iltifat ettiği bu büyük İslâm kadını, uzun yıllar pey­gamber ocağının hizmetini görmüştü. Peygamberimizin babası Abdullah'ın ve­fatından sonra da aynı evde kalmış, hem Hz. Âmine'nin, hem de Peygamberi­mizin yardımcısı olmuştu. Hz. Âmine Ebvâ'da vefat ettiğinde, o sıralarda sekiz yaşında olan Peygamberimizi Mekke'ye o getirmiş, dedesi Abdülmuttalip'e tes­lim etmişti. Peygamberimizi her türlü tehlikelere karşı koruyan ve çocukluğun­dan beri şefkat ve sadakat elini uzatan Ümmü Eymen (r.a.), ona peygamberlik vazifesi verildikten sonra hemen îman ederek ilk Sahabî kadınlardan olma şere­fini de kazanmıştı. Ümmü Eymen (r.a.), müşriklerin işkenceleri karşısında Ha­beşistan'a, sonra da Medine'ye hicret etti.

Peygamber Efendimiz, kendisine annelik yapan, îmanı uğrunda her türlü yokluk, çile ve ıztıraplara göğüs geren, hattâ bunun için işkencelere maruz ka­lan fedakâr dadısını tek başına bırakmadı. Onu evlendirerek bir yuva sahibi yaptı. Böylece vefakârlığını da gösterdi.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) "Cennetlik kadın" diye müjdelediği Ümmü Eymen (r.a.), Hz. Osman'ın halifeliğinin ilk yıllarında vefat etti. Allah onlardan razı olsun.

 

938. [2:184, Hadîs No: 1619]

Abdullah bin Busr'dan (r.a.) rivayetle:

Kıyamet Günü ümmetimin alnı secdeden dolayı beyaz, el ve ayak­ları ise abdestten dolayı parlaktır.[130]

 

939. [2:185, Hadîs No: 1621]

Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Ümmetim merhamete nail olan günahları bağışlanan ve tevbesi kabul edilen bir ümmettir.[131]

 

940. [2:185, Hadîs No: 1622]

Ebû Mâsâ el-Eş'arî'den (r.a.) rivayetle:

Şu ümmetim merhamete nail olmuştur, Ahirette azap görmeye­cektir. Onun azabı ancak dünyada ağır imtihanlar, zelzeleler, öldü­rülmeler ve musibetler şeklinde verilir.[132]

 

Bu hadis, mü'minlerin günahlarının cezasını büyük ölçüde âhirete gitmeden çektiklerini, çekeceklerini göstermektedir.

Günahsız kul olmaz. Ama AHah, sonsuz merhametiyle, tevbe ettikleri takdir­de kullarını affeder. Ayrıca mü'minin günahlarını affettirmeye birçok vesileler doğar. Hastalıklar, belâlar sabredildiği takdirde günahları bir bir siler, süpürür­ler. Öyle ki mü'min ayağına batan bir dikenin acısından dahi sevap kazanır.

Sonra mü'min ölüm acısı çeker. Bu da bir kısım günahlanna keffaret olur. Eğer biraz günahı daha kalmışsa kabirde azap çeker. Sonra mahşer gününün sıkıntılarıyla da bir kısım günahları affolur. Son durağa kadar günahlarının ce­zasını büyük ölçüde çeker. Şayet bütün bunlara rağmen günahı kalmışsa, an­cak o zaman Cehenneme girer. Orada günah kir ve paslarından arınır ve Cen­nete lâyık hale gelir.

Öyleyse mü'min dünyada maruz kaldığı belâ ve felâketler karşısında yıkıl-mamalı, sabır ve tevekkülle karşılamalı, manen kazanç sağlayacağını düşün­melidir. Şu hadis de müjde vericidir:

"Allah bir kulunun iyiliğini dilediği zaman, cezasını belâ ve musibetler maruz bırakarak dünyada verir."[133]

 

941. [2:188, Hadîs No: 1628]

Amr bin Haris (r.a.) rivayet ediyor:

Her işte ifrat ve tefritin ortasını tercih et. Çünkü işlerin en hayır­lısı orta olanıdır.[134]

 

942. [2:190, Hadîs No: 1632]

İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Ben kurban gününde bayram yapmakla emrolundum. Allah onu bu ümmete vermiştir.[135]

 

943. [2:190, Hadîs No: 1633]

Vasile bin Eskâ (r.a.) rivayet ediyor:[136]

 

944. [2:191, Hadîs No: 1636]

Abdullah bin Cafer'den rivayetle:

Bana, Hatice'yi Cennette inciden bir sarayla müjdelemem emre­dildi. Orada ne gürültü, patırtı vardır ve ne de yorgunluk ve meşak­kat.[137]

 

945. [2:192, Hadîs No: 1639]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor;

Bana Yesrib dedikleri [Medine] bir beldeye hicret etmem emredil­di. O, ateşin demirden pası giderdiği gibi, kötü insanları kendisinden uzaklaştırır.[138]

 

946. [2:193, Hadîs No: 1641]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Bize abdesti güzelce almak emredildi.

 

947. [2:195, Hadîs No: 1647]

Mekhül rivayet ediyor;

Hastayı ziyaret için bir mil de olsa yürü. İki kişinin arasını düzelt­mek için iki mil de olsa yürü. Allah için dost edindiğin birini ziyaret etmek için üç mil de olsa yürü.[139]

 

948. [2:195, Hadîs No: 1649]

Ebû Berze'den (r.a.) rivayetle:

Yoldan insanlara sıkıntı veren şeyleri gider. Çünkü bu senin için sadakadır.[140]

 

949. [2:196, Hadîs No: 1651]

Esved bin Asram rivayet ediyor:

Ellerine hâkim ol.[141]

 

950. [2:197, Hadîs No: 1653]

Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle:

Diline sahip ol. Evin sana dar gelmesin. Günahların için ağla.[142]

 

Hadîste dikkat çekilen hususlardan birisi diline sahip olmadır. Dilin insanın basma neler açtığı göz önüne getirilirse bu öğüdün ne kadar yerinde olduğu da­ha iyi anlaşılır. Çünkü insanın başına ne belâ gelirse ya elinden, ya da dilinden gelir. Dil sadece kötülük aracı değildir. Dizgini ele geçirip hâkim olunduğunda çok faydalı hizmetlere vesile olabilir. Diiin bu iki yönünü çok iyi kavrayan Yunus Emre iyilik ve kötülük adına dilin neler yapabileceğini bir kıt'ada şöyle anlatır:

"Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı

Bal ile yağ ede bir söz."

Bu kadar iyilik ve kötülüğe sebep olabilen bir organa hakim olunmazsa, insa­nın hayatına dahi mal olabilir.

Hadîste dikkat çekilen hususlardan biri de eve bağlı olmaktır. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Evin sana dar gelmesin" buyururken huzuru, saadeti dışarlarda değil, evimizde aramamızı öğütlüyor. Eşiyle, çoluk çocuğuyla Cennete dönebilecek bir yuvayı beğenmeyip aile ocağını terkedip kahvehanelerde, sefalet yuvaların­da vakit geçirmek, hem aile ocağına değer vermemek, hem de huzursuzluğu peşin peşin kabullenmek demektir. Aile fertlerine yapılan ikramların bile sadaka olduğu düşünülürse, onlarla geçen dakikalar hem sevap hanemize geçecek, hem de mutlu olacağız. Eşini ve babalarınının sıcaklığını evlerinde hisseden aile fertleri de o ölçüde mutlu olurlar. Aynı durum kadınlar için de söz konusu­dur. Onlar da huzur ve saadeti dışarda değil, evlerinde çocuklarıyla meşgul ol­ma ve kocalarına itaatta aramalıdır.

Günahlar için ağlamak da önemlidir. Bir insan günahları için ağlayabiliyorsa, İlâhî affın yolunu bulmuş demektir. Hem günahları için ağlayabilen insan, bir ta­raftan geçmişin güzel bir muhasebesini yapmış olurken, diğer taraftan da gele­ceğe daha dikkatli bakmaya yönelmiş demektir. Sonraki hayatında, manevî dünyasında yaralar açan günahlara girmemek için daha titiz davranmasına da bir başlangıçtır.

 

951. [2:197, Hadîs No: 1656]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şeytanın vesvesesi ile en az yaklaşabildiği saf birinci saftır.[143]

 

952. [2:199, Hadîs No: 1661]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allah Hz. İbrahim'i dost edindiği gibi beni de dost edin­miştir. Benim dostum da Ebû Bekir'dir.[144]

 

953. [2:199, Hadîs No: 16621

Ebû Mâlik el-Eş'arî (r.a.) rivayet ediyor: Allah sizi şu üç felaketten korudu:

1. Peygamberinizin size beddua edip top yekûn helak olmanızdan.

2. Bâtıl ehlinin hak ehline galip gelmesinden.

3. Dalâlet üzere ittifak etmekten.[145]

 

Hadîste üç mühim husus üzerinde duruluyor. Âlemlere rahmet olarak gönde­rilen Peygamberimiz {a.s.m.) ümmetine bazı fertler dışında umumî mânâda bir beddua etmemiş, hep iyiliklerini istemişti. Diğer peygamberler ise ümmetinin ıs­lah olmadığını görünce, Alîah'a havale etmiş, helak olmalarını istemişlerdi. Bir Salih (a.s.), bir Yunus (a.s.m), bir Musa'nın (a.s.) başlarından geçen hadiseler bunun örneklerini teşkil eder.

Resûi-ü Ekrem (a.s.m.) kendine onca hakareti yapan, azgın ve taşkın bir kavme Sahabîler bile dayanamayıp beddua etmesini istedikleri halde o hidayet dilemekten başka birşey yapmamıştı.

Bunun en canlı misallerinden birisi Tâif seferi esnasında başından geçenler­dir. Tâifliler tarafından taşlanıp ayaklan kanlar içerisinde kaldığında dağlar me­leği gelmiş, emrine âmâde olduğunu bildirmiş, dilerse iki dağı birleştirip Tâiflileri yerin dibine geçirebilmeğini, bunun için bir emrinin kâfi geleceğini belirtmiş, fakat o buna razı olmamış, şöyle dua etmişti: "Hayır, ben böyle birşey istemem. İste­diğim tek şey, Cenab-ı Hakkın bu müşriklerin soyundan, Allah'a hiçbir şey ortak koşmaksızın ibadet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır."[146] Uhud'da da müşrik­lerin yaptıklanna karşılık onlara beddua etmemiş, sadece "Allah'ım, kavmimi af­fet. Onlara doğru yolu göster. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar"[147] demişti.

Hadiste geçen diğer iki husus da İslâmın doğuşundan bugüne dek uygulana-gelmiştir. Bâtıl ehli yok edercesine hak ehline galip gelememiş, ümmet de dalâ­let üzerinde birleşmemiş, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat daima galibiyetle günümüze kadar gelmiştir. Mesnevî-i Nuriye'de belirtildiği gibi âlem-i küfrün, bütün vasıtalarıyla, medeniyetiyle, felsefesiyle, fenieriyle, misyonerleriyle İslâm âlemine hü­cum ettiği, hatta maddeten galebe çaldığı halde, dinen galebe edememiştir. İç­te çıkan birçok dalâlet fırkatan da kuvvet bulamamış, zararlı birer azınlık grup olarak kalmaktan öte gidememiş ve İslâmiyet metanet ve salâbetini Ehl-i Sün­net ve Cemaat halinde muhafaza etmiştir.[148]

 

954. [2:200, Hadîs No: 1663]

Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, bid'atını terkedinceye kadar hiçbir bid'atçının tevbesini ka­bul etmez.[149]

 

955. [2:201, Hadîs No: 1667]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:                                

Allah hak edenlerin üzerine azabını indirdiğinde bâzı sâlih kimse­lerin de ölümüne sebep olur. Onlar da diğerleri ile beraber helak olurlar. Sonra âhirette niyetlerine ve amellerine göre mahşere getiri­lirler.[150]

 

956. [2:202, Hadîs No: 1668]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, nimet verdiği kulunun üzerinde bu nimetinin alâmetinin görülmesini ister. Allah zilleti ve zelil görünmeyi sevmez. Israrla is­teyen dilenciye buğzeder. Allah hayalı, haramdan sakınan ve bunun için gayret sarf eden kimseyi sever.[151]

 

957. [2:202, Hadîs No: 1669]

Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle:

Allah, bir kuldan razı olduğu zaman o kişi işlemediği yedi çeşit gü­zel hasletle övülür. Bir kula kızdığı zaman da o kul işlemediği yedi çeşit kötülükle yerilir.[152]

 

958. [2:203, Hadîs No: 1670]

Şurahbil bin Sımt rivayet ediyor:

Allah bir kulu hakkında birşey takdir etmişse, bu takdirini hiçbir şey geri çeviremez.[153]

 

959. [2:203, Hadîs No: 1671]

Huzeyfe hin Yeman (r.a.) ve Ammar bin Yâsir'den (r.a.) rivayetle:

Allah kullarına azap vermek istediğinde önce çocukların ruhunu alır, kadınları kısır bırakır. İçlerinde merhamete lâyık kimse kalma­yınca da başlarına belâ iner. [154]                                 

 

960. [2:203, Hadîs No: 1672]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah bir kulunu helak etmek istediğinde önce ondan hayayı çekip alır. Haya kendisinden çekilip alındığında artık onu herkesten nefret eder, herkesin de kendisinden nefret ettiği bir halde bulursun. O bu hale gelince bu defa kendisinden emniyet çekilip alınır. Emniyet alı­nınca onu hıyanet eden ve herkesin de hâin bildiği bir kimse olarak bulursun. Sonra merhamet çekilip alınır. Merhamet alınınca da onu ancak rahmetten kovulmuş, lanete uğramış ve boynundan İslâm bo­yunduruğu çıkarılmış olarak bulursun.[155]

 

961. [2:204, Hadîs No: 1673]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allah bir kulunu sevdiğinde Cebrail'i çağırıp şöyle buyu­rur: **Ben falanı seviyorum. Sen de onu sev. Bunun üzerine Cebrail onu sever. Sonra gök ehline seslenerek şöyle der: "Allah falanı sevi­yor, siz de onu seviniz." Gök ehli de onu sever. Sonra onun itibar ve değeri yer yüzüne de yerleştirilir. Allah bir kula gazab ettiğinde de Cebrail'i çağırıp, şöyle buyurur: "Ben falana gazap ediyorum, sen de gazap et." Bunun üzerine Cebrail ona gazap eder. Sonra gök ehline şöyle seslenir: "Allah falana buğz ediyor, siz de buğz ediniz. Bunun üzerine onlar da buğz ederler. Daha sonra ona olan nefret yer yüzü­ne de yerleştirilir.[156]

 

962. [2:208, Hadîs No: 1678]

Enes bin Mâlik'ten (r.a.) rivayetle:

Allah gökten insanlara bir felâket indirdiğinde bu, mescidleri maddeten ve manen îmar eden kimselerden uzak  tutulur.[157]

 

963. [2:208, Hadîs No: 1679]

Hz. Ali rivayet ediyor:

Allah bir millete gazap ettiğinde yere batırma ve suret değiştirme azabını vermese de, pahalılık onları ezer. Yağmurları yağmaz olur. Kötüleri idareyi ele geçirir.[158]

 

964. [2:209, Hadîs No: 1681]

Imran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:

Allah bu dini zâtı için özel olarak seçmiştir. Dininize ancak cö­mertlik ve güzel ahlâk yakışır. Dikkat edin, dindarlığınızı bu iki has­letle süsleyin.[159]

 

965. [2:210, Hadîs No: 1683]

Vasile bin Eskâ (r.a.) rivayet ediyor:

Allah İbrahimoğullarından İsmail'i, İsmâiloğullarmdan Kinâne'yi, Kinâneoğullarmdan Kureyş Kabilesini, Kureyş'ten Hâşimoğullarını, Hâşimoğullarmdan da beni seçti.[160]

 

966. [2:212, Hadîs No: 1684]

Ebû Said'den (r.a.) rivayetle:

Allah dört sözü diğer sözlere üstün kıldı: Sübhanallah, Elhamdü­lillah, Lâ ilahe illallah ve Allahü ekber. Kim Sübhanallah derse ona on sevap yazılır, on günahı da silinir. Allâhü ekber diyen de aynısını alır. Kim Lâ ilahe illallah derse yine aynısını alır. Kim bir nimete karşılık olmasa dahi Elhamdülillah derse otuz sevap yazılır, otuz gü­nahı da silinir.[161]

 

967. [2:212, Hadîs No: 1686]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah Bedir ehline rahmetiyle tecellî edip şöyle buyurdu: "Ne ya­parsanız yapınız, Ben sizi şimdiden affettim."[162]

 

Bedir Savaşı İslâmda önemfi bir dönüm noktasını teşkil eder. Bu savaşta Sahabîler bütün imkânlarını seferber etmiş, herşeylerini ortaya koymuş, Allah ve Resulü için cesaretle savaş meydanına atılmışlardı. Öylesine görülmemiş bir fedâkârlık örneği vermişlerdi ki tarihte ikinci bir benzerini görmek mümkün değildir.

Bedir, İslâmın ağırlığını ortaya koyusu, bir öfüm kalım savaşıydı. îmanın şahlanışıydı. İhlas ve samimiyetin zaferiydi. Şirke vurulan şiddetli bir darbeydi. Varlığının müşriklerce de kabul vesilesiydi. Kısacası Bedir, Allah'ın rızasını ka­zanmaya vesile olmuş, önemli bir zaferdi. Hadiste belirtildiği gibi bütün hataları affettirecek kadar önemli bir zaferdi.

Bedir'e katılmak herşeyi göze almak demekti. Halis bir îman gerektiriyordu. Böyle kimseler her türlü övgüye layıktı. Cenab-ı Hak hadiste belirtildiği gibi bir iltifatta buluı im ustu.

Bu iltifat, bu ikram ve övgü o büyük insanlarda şükretmekten başka bir deği­şikliğe sebep olmamıştı. Olamazdı da. "Bir kişi Cehenneme girecek deseler o ben olurum. Bir kişi Cennete girecek deseler yine o ben olurum" diyecek kadar ümit ve korku içerisinde bulunan insanlar için böyle iltifatlar elbetteki lâkaydlığa sebep olamazdı. Ne kadar övülseler istismara kalkmayan, şımarmayan, haddini aşmayan, gevşemeyen insanlara böylesi iltifatlar elbet yerindeydi. O Bedir Sa-habîleri ki, Allah olduğu gibi Resûlullah da onlara özel bir ilgi gösteriyordu. Bir-gün Cebrail (a.s.) Peygamberimize, "Bedir Savaşına katılanların aranızdaki de­recesi nasıldır?" diye sormuş, Peygamberimiz de, "Biz onları Müslümanların en üstünlerinden ve hayırlılarından sayarız" cevabını vermişti. Bunun üzerine Cebrail de (a.s.), "Bizde de böyledir. Biz de meleklerden Bedir'e katılanları me­leklerin üstünü ve hayırlısı sayarız"[163] dedi.

Evet, Sahabiler o güne kadar çok sıkı ve ince eleklerden geçmiş, çetin imti­hanları başarıyla vermiş ve o güne geimiş kimselerdi. Cenab-ı Hak bu fedakâr insanların istikbaldeki hayatlarına bakmış, bu hassas ruhları sebebiyle hata iş­lemeyeceklerini, fahiş bir kusurda bulunmayacaklarını görmüş ve bu mükâfatı vaadetmişti.

 

968.[2:213, Hadîs No: 1689]

Câbir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır:

Allah, Musa'ya kendisiyle konuşma, bana ise zâtını görme nimeti­ni verdi. Ve beni şefaat makamı olan Makam-ı Mahmud ve insanla­rın başına varacakları Kevser Havuzunu vermekle üstün kıldı.[164]

 

Hz. Mûsâ, büyük peygamberlerdendir. Allah ile vasıtasız konuşma nimetine kavuştuğu için "Kelîmullah" diye bilinir. Hz. Musa'yı kendisiyle konuşmakla şe­reflendiren Yüce Allah, Peygamber Efendimizi de (a.s.m.) Miraç Gecesinde zâ­tını göstermekle ve vasıtasız olarak konuşmakla şereflendirmiştir. Bilindiği üze­re Allah mekândan münezzehtir. O, her yerdedir. Bunun için, bizler Peygamber Efendimizin (a.S;m.) Miraçta Allah'ı gördüğüne, Onunla konuştuğuna inanıyo­ruz, fakat bunun nasıl gerçekleştiğini dar aklımızla kavrayamıyoruz. Burada şu­nu da belirtelim: Allah'la konuşma nimeti Hz. Musa'nın galip bir vasfıdır. Pey­gamber Efendimiz de (a.s.m.) her ne kadar miraçta olduğu gibi zaman zaman Allah ile vasıtasjz konuşmuş ise de bu onun önde gelen özelliklerinden değildir. Ancak Allah'ı vasıtasız olarak dünya gözü ile görme sadece ona nasip olmuş bir nimettir.

Hadiste ayrıca buna ilâveten Allah'ın Peygamber Efendimize (a.s.m.) Ma­kam-ı Mahmud'u ve Kevser Havuzunu vermekle üstün kıldığı bildiriliyor. Övül­müş makam mânâsına gelen Makam-ı Mahmud, şefaat ve Cennetin en yüksek makamıdır. Bu makam, sadece bir kişiye verilecek bir makamdır. Ve Yüce Allah o makamı Sevgili Peygamberimize (a.s.m.) verecektir. Bir âyette bu gerçek şöy­le bildirilir:

"Ey Resulüm, gece vakti de uyanıp, sadece sana mahsus fazladan bir ibâdet olarak teheccüd namazını kıl. Umulur ki Rabbin, seni Makam-ı Mahmuda ka­vuşturur."[165]

Peygamberimiz başka bir hadislerinde de ezan ve kametten sonra ümmetin­den kendisi için Allah'tan Makam-ı Mahmud'u istemeleri tavsiyesinde bulunarak şöyle buyurur:

"Kim ezanı işitince 'Kıyamete kadar devam edecek olan namazın ve şu mü­kemmel davetin Rabbi olan Allah'ım! Muhammed'e vesîle ve fazileti ver ve onu Makam-ı Mahmud'a ulaştır' derse Kıyamet Gününde kendisine şefaat edilmesi vacip olur."[166]

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu ve benzeri hadislerinde kendisi için duâ edilmesini, salavat getirilmesini istemesinin sebebi şahsî menfaati değildir. Bu noktada dahi ümmetini düşünmektedir. Çünkü makamı yükseldikçe ümmetin­den daha çok kimseye ve daha çok sayıda günahlarına şefaat edebilecektir. Bu duaları yapan ve Peygamber Efendimize (a.s.m.) salavat getiren kimse bir bakı­ma kendisi için duâ etmiş olmaktadır.

Yine sadece Peygamberimize verilen Kevser Havuzu ise, çok büyük bir ha­vuzdur. Suyu tatlı, berrak ve ferahlatıcıdır. Mü'min kullar bu sudan içecekler, Mahşer meydanının hararetini onunla gidereceklerdir. Kâfirler ve günahkâr kul­lar ise bu nimetten mahrum kalacaklar, hararet ve ter içerisinde kıvranıp dura­caklardır.

 

969. [2:213, Hadîs No: 1690]

Abdurrahman bin Avffr.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allahu Teâla Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de size Teravihi sünnet kıldım. Öyle ise kim ki, îman ederek ve sevabını ke­sin olarak Allah'tan bekleyerek gündüzünü oruçlu, gecesini de ibâ­detle geçirirse, bu geçmiş günahlarına keffâret olur.[167]

 

970. [2:214, Hadîs No: 1691]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Allah, bana öğrettiklerini size öğretmemi ve size edeb dersi verme­mi bana emretti:

Evlerinize gireceğiniz zaman kapıda Allah'ın ismini anınız ki, pis şeytan kapıdan geri dönsün. Birinizin önüne sofra konulduğunda Al­lah'ın ismini ansın ki, pis şeytan rızkınıza ortak olmasın. Kim gecele­yin gusl ederse avret yerini açmaktan sakınsın. Bunu yapmadığı tak­dirde delilik emareleri görülürse kendisinden başkasını suçlamasın. Kim yıkandığı suya küçük abdestini yapar da vesvese veren şeytan kendisine musallat olursa kendisinden başkasını kınamasın. Sofra kaldırıldığında kırıntıları süpürün. Çünkü şeytan bunları toplar. Ona yemeğinizden bir pay vermeyin.[168]

 

971. [2:214, Hadîs No: 1692]

Büreyde (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah bana Ashabımdan hususî olarak dört kişiyi sevdiğini bildi­rip, benim de onları sevmemi emretti. Bunlar: Ali bin Ebî Tâlib, Mik-dad bin Esved, Selmân-ı Fârisî ve Ebû Zer'dir.[169]

 

972. [2:215, Hadîs No: 1693]

İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allahu Taalâ bana Fâtima'yı Ali ile evlendirmemi emret­ti.[170]

 

973. [2:215, Hadîs No: 1695]

Âişe (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah bana farzları yerine getirmemi emrettiği gibi, insanlarla gü­zel geçinmemi de emretti.[171]

 

974. [2:216, Hadîs No: 1696]

Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:

Allah derdi de dermanı da yaratmıştır. Ve her derdin devasını ver­miştir. O halde tedavi olunuz. Fakat haramla tedavi olmayınız.[172]

 

975. [2:217, Hadîs No: 1698]

İyad bin Himar (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, birbirinize karşı mütevazi davranmanızı bana vahiyle em­retti. Öyle ki, hiç kimse kimseye karşı övünmeyecek ve hiç kimse kimseye zulmetmeyecek.[173]

 

976.[2:217, Hadîs No: 1700]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Allah beni ikisi gökte ikisi yerde olmak üzere dört yardımcı ile destekledi. Gökte olanlar Cebrail ve Mikâil; yerde olanlar da Ebû Be­kir ve Ömer'dir.[174]

 

977. [2:218, Hadîs No: 1702]

îbni Ömer rivayet ediyor:

Allah beni bir rahmet ve ihsan olarak gönderdi. Ben bir kavmi yükseltmek, diğerini ise zelil kılmak için gönderildim.[175]

 

978. [2:218, Hadîs No: 1703]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah Firdevs Cennetini bizzat kudret eliyle yarattı. Ve onu her müşrike ve her içki müptelâsı sarhoşa yasakladı.[176]

 

979. [2:218, Hadîs No: 1704]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Dilleriyle söylemedikçe ve fiilen yapmadıkça, Allah, ümmetimin kalbinden geçirdiği şeyleri onlar için bağışlamıştır.[177]

 

İnsandan meydana gelen ve dînî hükümlerin alanına giren şeyieri şöyle tas­nif edebiliriz:

1. Dil ile söylenen sözler.

2.  Vücudun tamamı veya el ayak ve göz gibi bir organ ve vücudun bir kısmı ile işlenen fiiller.

3.  Küfür, îmân, ihtâs, riya gibi kalble işlenen işler.

Hadîs-i şerif, birinci ve ikinci maddelere giren işler hakkındadır. Bu gibi işler; dil ile söylenmedikçe; vücudun tamamı veya organları ile işlenmedikçe sadece kalpten geçmesi halinde günah sayılmaz. Meselâ bir kimsenin aleyhinde konuş­mak ve sövmek kalbten geçse bile, dil ile söylenmedikçe günah olmaz. Bunun gibi bir kimse hırsızlık yapmayı, kumar oynamayı, adam öldürmeyi kalbinden geçirse hırsızlık fiilini işlemedikçe, kumar oynamadıkça ve adam öldürmedikçe bir günah kazanmış olmaz. Hattâ bunları yapmak insanın hatırına geise, fakat yapmaya yanaşmazsa sevap kazanmış olur. Nitekim Peygamberimiz bu gerçe­ği bir hadislerinde şöyle bildirirler:

"Kim kötü bir iş yapmak ister de yapmazsa, Allah o kimseye tam bir sevap yazdi rır. Eğer gönlünden geçirir ve yaparsa Allah onun için bir günah yazdırır,"[178]

Hadîste, hatıra getirilen günahın işlenmemesine karşılık sevap kazanılaca­ğının belirtilmesi, bu safhada düşünülen bir günahı işlememenin ne kadar güç olduğuna işarettir. Dolayısıyla mesajını iyi anlamalı, hadiste ifâde edilen insa­nın kötü birşeyi yapmayı kalbinden geçirip yapmadığında sevap kazanması hu­susu bizi aldatmamalıdır. Çünkü, böyle kimselerin düşündükleri şeyleri yapmak için şeytanın daha kuvvetli vesvesesine maruz kalacakları şüphesizdir. Böyle kuvvetli vesvese altında kalan insanın her zaman irâdesine hâkim olması ve dü­şündüğü günahı işlememek için gayret göstermesi mümkün olmayabilir. Dolayı­sıyla "Nasılsa bu günahı işlemeyeceğim. Bu düşüncemi fiiliyata dökmeyeceğim" diye yapılması günah olan davranışları düşünmek zihnen de olsa kişiyi kötülük­le haşir neşir olmaya sevkeder, kalbini lekeler, kötülüğü meleke haline getirir. Böyle birinin kötülüğe bulaşması daha kolaydır. Bu sebeple, her zaman ulvî ve güzel şeyleri düşünmeli, sair azalar gibi hayal duygusunu da iyi şeylerde ve Al­lah rızâsı istikâmetinde kullanmalıdır.

Küfür, riya, ihlâs, hased gibi kalble işlenen fiillere gelince:

İnsan küfür, riya, ihlâs ve hased gibi şeyleri kendi isteği ile hatırına getirir de bunları kalbinde kökleştirirse, böyle birisi günahkâr olur. Hadis-i şerif böylelerin mes'ûl olmadığına delil teşkil etmez, Hadisin ifâde ettiği mânâ bir vesvese şek­linde insanın kalbinden geçen şeylerin günah sayılmadığını ifâde eder. Bunun üzerinde biraz duralım:

Bâzı hassas ve safi kalb insanlara küfrü haya! etmeyi, küfrü tasdikle; dalâleti hayal etmeyi dalâleti tasdik etmekle bir göstermek şeytanın en tehlikeli desisele­rinden birisidir. Şeytan, böylelerin hatırına mukaddes şeyler ve zâtlar hakkında gayet çirkin düşünceler getirir. Böylece o şahsın îmandaki yakînine zarar ver­meye çalışır, kalbine bir şüphe atar.

O hassas insan, bu düşünceler sebebiyle dalâlet ve küfür içerisinde olduğu­nu zannederek ümitsizliğe düşer, şeytana maskara olur. Şeytan, böyle kimsele­rin ümitsizliğini, zayıf damarını ve hayai etmeyi tasdikle karıştırmasını kullanır. Onu ya divâne eder veya "Ne olursa olsun" dedirir, dalâlete düşürür.

Günümüzde şeytanın bu nevi desiselerine aldanan insanların sayısı bir hayli fazladır. Oysa bu son derece esassız ve manasızdır. Çünkü insan kalbinden geçirdiği şeylerden dolayı mes'ûl değildir. Bu, Cenab-ı Hakkın mü'minlere bir lütfudur. İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukarıdaki hadîslerinde bu gerçeği ifâde etmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri de, şeytanın bu desisesinin ne kadar asılsız oiduğu hususunda, Lem'alat'öa özetle şöyle der:

Nasıl ki, aynadaki yılanın sureti ısırmaz, ateşin görüntüsü yakmaz, murdarın görüntüsü kirletmez. Öyle de, hayal veya fikir aynasında, küfriyatın ve şirkin akisleri ve dalâletin gölgeleri ve çirkin sözlerin hayalleri itikadı bozmaz, îmanı değiştirmez, hürmeti edebi kırmaz. Çünkü, meşhur kaidedir: "Sövmeyi hayal et­mek sövmek olmadığı gibi, küfrü hayal etmek de küfür değildir ve dalâleti dü­şünmek de dalâlet değildir.[179]

 

980. [2:219, Hadîs No: 1705]

Ebıı Zer'den (r.a.) rivayetle:

Allah, benim için ümmetimin hatâ ile, unutarak ve zor karşısında işlemiş olduğu günahları bağışlamıştır.[180]

 

Peygamberimiz bu hadislerinde Allah'a âit haklarda Allah'ın kendisi hürmeti­ne insandan mes'ûliyeti kaldırdığı hususları saymaktadır. Bunlardan birincisi, hatâdır. Hatâ, fiil veya sözün, yapanın veya söyleyenin iradesine aykırı olarak meydana gelmesidir. Meselâ yalan yere yemin etmek ağır mes'ûliyet gerektiren bir davranıştır. Fakat yapmadığı birşeyi yaptığını zannederek "Vallahi yaptım"

diye yemin eden kimse bu yemininde mes'ûl değildir.

Hadiste ifâde edilen ikinci husus, unutmaktır. Meselâ unutarak orucunu yi­yen ve vaktinde namazını kılmayı hatırlamayan bundan dolayı mes'ûl değildir. Unutan kimse hatırlayana kadar tekliften muaf tutulmuştur. Peygamberimiz bun­dan başka bir hadislerinde de bununla ilgili olarak şöyle buyururlar: "Kim uyur veya unutur da namazını kılmazsa, onu hatırlayınca kılsın."[181]

Yalnız burada unutmamak için dikkatli olmayı, meselâ namazı vaktinde kıl­mak gerektiğini de hatırlatmak isteriz.

Üçüncü husus zorlamadır. Hoşlanmadığı bir işi yapmaya zorlanan kimse de o fiilinden veya sözünden dolayı günahkâr olmaz. Ölümle veya bir uzvunun ke­silmesiyle tehdit edilen kimse bu tehdit karşısında şarap içse, domuz eti yese bir günah kazanmış olmaz. Zaruret olduğu halde şarap içmeyen ve domuz eti yemeyen ve bu sebeple zarara uğrayan biri bu durumda değil sevap kazanmak, mes'ûî olur.

Fakat Allah'ı inkârla ilgili bir zorlama böyle değildir. Allah'ı inkâra zorlanan bi­rine her ne kadar diliyle istenileni söylemesi için ruhsat verilmişse de, sabrede­rek şehid olması, onun için büyük bir fazilettir.

 

981. [2:220, Hadîs No: 1707]

Ebû Derda'dan (r.a.) rivayetle:

Allah, size, vefatınız esnasında üçte bir malınızı sadaka olarak vermiştir. Ve bunu amellerinizin artmasına vesile kılmıştır.[182]

 

Hadîste İfâde edilen husus vasiyettir. Vasiyet, bir malı veya herhangi bir menfaati, ölümünden sonra geçerli olmak üzere başkasına vermek mânâsına gelir. "Ben öldüğüm zaman şu malım falan kişiye ve falan kuruluşa verilsin veya filan gelirim şu hayır yoluna tahsis edilsin" gibi.

Vasiyet edebilecek kadar maddî durumları müsait olan kimselerin, vârislerini başkalarına muhtaç bir vaziyette bırakmamak şartıyla vasiyette bulunmaları müstehaptır. Yani farz ve vacibin dışında kalan sevaplı işlerdendir. İşte Cenâb-ı Hak, rahmetinin eseri olarak kuluna, ölüm ânında malının üçte birinde tasarruf etme selâhiyeti vermiştir. Ölüm düşeğinde malının üçte birisinden fazlasını vasi­yet eden kimse mes'ûl olur.

 

982. [2:220, Hadîs No: 1708]

tbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, hakkı Ömer'in diline ve kalbine yerleştirmiştir.[183]

 

983. [2:222, Hadîs No: 1713]

Ebû Said (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Allah iyilik için bâzı kimseleri yaratmıştır. Onlara iyiliği ve iyilik yapmayı sevdirmiş, iyilik isteyenlerin yönünü de onlara çevirmiştir. Tıpkı kuru araziye yağmuru kolayca gönderip onunla o yere ve canlı­larına hayat verdiği gibi bu kimselere iyilik yapmayı kolaylaştırmış­tır.

Allah bazılarını da iyiliğe düşman olarak yaratmıştır, onlara iyili­ği ve iyilik yapmayı düşman olarak göstermiştir. Tıpkı kuru araziye yağmurun yağmasını engelleyip orayı ve canlılarını helak ettiği gibi bunların iyilik yapmasını da güçleştirmiştir.

Allah'ın bu duruma düşürmeyip affettikleri ise daha yoktur.[184]

 

984. [2:223, Hadîs No: 1717]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Allah her peygamberin neslini  kendisinden, benim neslimi ise Ali'den devam ettirmiştir.[185]

 

985. [2:224, Hadîs No: 1719]

Abdullah bin Büsr'den rivayetle:

Allah beni cömert ve mütevazi bir kul olarak yarattı. Beni kibirli, inatçı ve hakkı bile bile çiğneyen bir kimse yapmadı.[186]

 

986. [2:225, Hadîs No: 1722]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Allah güzeldir, güzelliği sever. Cömerttir, cömertliği sever. Temiz­dir, temizliği sever.[187]

 

987. [2:226, Hadîs No: 1723]

îbni Abbas (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Şüphesiz Allahu Teâlâ cömerttir, cömertliği sever. Yüce huyları da sever. Aşağılık ahlâktan ise hoşlanmaz.[188]

 

988. [2:226, Hadîs No: 1724]

Ali (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu riva­yet ediyor:

Allah nesep sebebiyle evlenilmesini haram kıldıklarını, süt emme ile de haram kılmıştır.[189]

 

Evlilik müessesesini en ince ayrıntısına kadar tanzim eden dinimiz, evlenile­cek kadınlara bir sınır getirmiş ve bâzı kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Kendileri ile evlenilmesi haram olan kadınlar ebedî olarak haram kılınanlar ve geçici olarak haram kılınanlar olmak üzere iki kisımdtr. Evlenilmesi ebedî ola­rak haram kılınan kadınlar da, kan bağıyla, süt emme yoluyla ve evlilik sebebiy­le olmak üzere üç gruptur. Kan bağı ile ve süt emme yoluyla haram olan dokuz sınıf kadın, Nisa Sûresinde şöyle zikredilir:

"Size şu kadınları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz, kızlarınız, kız kar­deşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerini­zin kızları, sizi emzirmiş olan süt anneleriniz, süt kardeşleriniz..."[190]

Âyeî-i kerimede her ne kadar süt kızlar, süt halalar, süt teyzeler, süt erkek kardeş kızları, süt kız kardeş kızları sayılmıyorsa da bunlarla evlenmek de ha­ramdır. İşte îzahını yaptığımız hadis buna işaret eder. Yani neseben kişinin kı­zı, halaları, teyzeleri, erkek ve kız kardeşinden yeğenleri haram olduğu gibi, süt kızları, süt halaları, süt teyzeleri, süt erkek ve süt kız kardeşinden yeğenleri de haramdır.

 

989. [2:226, Hadîs No: 1725]

Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

Allah şüphesiz Cenneti gösteriş yapan herkese haram kıldı.[191]

 

990- [2:225, Hadîs No: 1726]

Mugîre bin Şu'be'den (r.a.) rivayetle:

Allah size annelere sıkıntı vermeyi, kız çocuklarını diri diri göm­meyi, vermeyip istemeyi haram kıldı. Ve dedikoduyu, yerli yersiz çok suâl sormayı ve malı boş yere harcamayı da çirkin gördü.[192]

 

991. [2:228, Hadîs No: 1729]

Ya 'la bin Ümeyye (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah çok hayâlı ve çok ayıp örtücüdür. Hayayı ve örtünmeyi se­ver. Öyle ise biriniz yıkandığında avret yerini örtsün.[193]

 

992. [2:228, Hadîs No: 1730]

Selman'dan (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allahu Teâlâ, çok hayâlı ve kerem sahibidir. Kişi, ona doğru elini kaldırdığında ellerini boş ve mahrum olarak geri çevir­mekten haya eder.[194]

 

993. [2:229, Hadîs No: 1731]

Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allahu Taâlâ Bakara Sûresini Arş'ın altındaki hazine­sinden alıp bana verdiği iki âyetle bitirmiştir. Dolayısıyla onları öğre­niniz. Kadınlarınıza ve çocuklarınıza Öğretiniz. Çünkü onlar rahmet, Kur'ân ve duadır.[195]

 

 

 

 

994. [2:234, Hadîs No: 1739]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allahu Taâla rahmeti yarattığı gün onu yüz parçaya böl­müştür. Doksan dokuzunu Kendi katında tutmuş, birini de bütün ya­ratıkları arasına salmıştır. Eğer kâfirler Allah katındaki rahmeti bil­selerdi Cennetten ümitlerini kesmezlerdi. Eğer mü'minler de Allah nezdindeki azabı bilselerdi, Cehennemden emin olmazlardı.[196]

 

995. [2:235, Hadîs No: 1740]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allahu Teâla gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz rahmet de yaratmıştır. Her bir rahmet, gök ve yerin arasını doldurur. Bunlar­dan bir tanesini yer yüzüne indirmiş. Bu tek rahmet sayesinde anne­ler yavrularına, vahşî hayvanlar, kuşlar birbirlerine şefkat beslerler. Doksandokuz rahmeti ise yanında tutmuştur. Kıyamet Günü geldi­ğinde bu doksan dokuzu o bir ile yüze tamamlayacaktır.[197]

 

996. [2:236, Hadîs No: 1742]

Mihcen bin Edra'dan rivayetle:

Allah bu ümmet için kolaylıktan hoşlanmış, güçlüğü ise çirkin gör­müştür.[198]

 

997. [2:237, Hadîs No: 1743]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Allah yumuşaktır, yumuşaklığı sever ve yumuşaklık karşılığında verdiğini, sertlik karşılığında vermez.[199]

 

998. [2:237, Hadîs No: 1745]

Enes (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allahu Taâla her idareciyi idare ettikleri hakkında sorguya çeke­cektir. Haklarını gözetmiş mi, yoksa zayi mi etmiş? Öyle ki, kişiyi ai­le fertleri hakkında bile sorguya çeker.[200]

 

999. [2:238, Hadîs No: 1747]

Huzeyfe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah her sanatkârın ve sanatının sanatkârıdır.[201]

 

 



[1] Müsnedöen.

[2] Hâkim'în MüstedreKmdet

[3] Beyhaki’nin  Şi’bü’l  İman’ından.

[4] Ebû Ya'lâ'nın Müsnedl, Taberânî'nin Kebîri ve Ibni Hıbban'ın Safc/tfinden.

[5] İbni Ebi'd-Dünya'dan.

[6] Tımvzî, Kıyame: 26; Zühd: 4; Neseî, Cenâiz: 3.

[7] Mûsned, 3:68,71.

[8] ibni Ebi'd-Dünyddan.

[9] ibni Mâce, Cenâiz: 65.

[10] Beyhaki'nin Şi'bü'l'İmartından.

[11] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îınariınd&n.

[12] İbniAsakiı'öen.

[13] İbni Adiyy'in el-Kâmit'ı ve Ebû Ya'lâ'nın Müsnetfinden.

[14] Dârekutnî'nin Efrarfından.

[15] Taberânî'nin Kebemden.

[16] Buharf, Enbiyâ: 14; Tefsîr-i Sûre: 12.

[17] İbniMâce, Edeb:3.

[18] Deylemî'nin Müsnedü'İ-Fİrdevs'mden.

[19] Taberânî'nin Kebîrinden.

[20] Taberânî'nin Keö/rinden.

[21] Buharfnin Edeb'möen.

[22] Mücadele Sûresi, 11.

[23] Buharfnin Taritfmüen,

[24] Taberânî'nin Evsafından.

[25] Buhar!, Savm: 49; Rikak: 18; Müsün), îman: 199.

[26] Ebû Davud, Sünnet 14; Tırmizt, Rada: 11; îman: 6; Müsned, 2;25O.

[27] Timizi, Menâkıb: 59; Müsned, 4:87; 5:54.

[28] Taberânî'nin Keö/finden.

[29] Ibni Adiyy'in ef-KMInden.

[30] Ebû Davudâan.

[31] Vrmizİ Ahkâm: 4; İbniMâce, Ahkâm: 2.

[32] Timizi Ferâîz: 12.

[33] Buharı, Rikak: 1; Cihad: 33,110; Menakıbü'l-Ensar:9; Megazî:29; Müslim, Cihad: 126.

[34] Buharı: Rikak: 17; Müslim, Zühd: 18,19; Zekât: 126; Timizi, Zühd: 38;

İbniMâce, Zühd: 9; Mûsned, 2:232.

[35] Beyhakl'nin ŞfWfowrintfan.

[36] Müslim, Zikr: 73; Ebû Davud, Vitr: 32; Tirmizİ, Daavat: 68; Neseî, Istiâze; 13,18,21,64; İbni Mâce, Mukaddime; 23; Müsned, 2:167.

[37] Taberânî'nin Kabrinden

[38] Müslim, 4:181.

[39] Timizi, Büyü':6; İbni Mâce, Ticârât: 41; Müsned, 1:154-156; 3:416,417.

[40] İbni Asakifden.

[41] Müslim, Salât: 105; Ebû Davud, Tahare: 60; Büyü': 37; Tıp: 19.

[42] Müslim, İmare: 19.

[43] Ebû Davud, Vltr: 32; Neseî, Sehv: 63; Mösned, 6:139.

[44] Tırmizî, Cenâİz: 8.

[45] Mûsned, 1:34.

[46] Müslim, Zikir; 73; Ebû Davud, Vitir: 32; Tırmizî, Daavât: 68; Nesei, İstiâze: 2,13,18; İbni Mâce, Mukaddime: 23.

[47] Tırmizî, Daavat 73.

[48] Müsnod, 4:63.

[49] Ebû Daw/d,Vitn 32.

[50] Ebû Davud, Daavat126.

[51] Taberârjî'nin Kebîfmdm.

[52] Tirmizî, Daavat: 30.

[53] Bezzafûân.

[54] Bezzaföan.

[55] Taberânî'nin Keö/Vinden.

[56] Taberânı'nin Kebîrinden.

[57] Taberânı'nin Kebîti ve Hâkirn'in Müstedretfinden

[58] Taberânî'niP Kebirinden.

[59] Ebû Ya'fâ'nın Müsnecf'mûen.

[60] Müsned, 1:403; 4:68,155.

[61] Hâkim'in MüstedreK'mden.

[62] Hâkim'in Müsfedre/rtnden.

[63] Hâkim'in MüstedreKMen.

[64] Hâkim'in Müstedre/finden.

[65] Hâkim'in Müstedre/finden.

[66] Bezzazdan.

[67] Timizi, Menakıb;67.

[68] Müslim, Hacc: 475; Ebıî Davud, Menasik: 95; Müsned, 2:256; 3:23,

[69] Buharı, Cıhad: 25,74; Et'ıme: 28; Tefsîr-i Sûre: 16; Daavat 36,38,40; Müslim, Daavat: 48,52; Tirmizî, Daavat 70,76

[70] Ibni Mâce, Dua: 4.

[71] İbni Mâce, Dua; 9.

[72] Neseî, Sehv; 61; Tirmizf, Daavat: 23; Müsned, 4:123,125.

[73] Buharı, îman: 12; Tevhid: 7; Müslim, zikir: 68; Müsned, 1:302.

[74] Tırmizî, Dua: 87.

[75] Lem'alar, s. 8, 9.

[76] Tirmizî, Daavat: 128.

[77] TirmizîĞen.

[78] Neseî, Istiâze; 4,10,11; Ebû Davud, Vitr; 32.

[79] Müslim, Zikir: 33,35; Ebû Davud, Edeb: 101; Tirmizî, Daavat: 66; İbni Mâce, Dua: 4; Müsned, 5:42.

[80] Müslim, Zikir: 71; Neseî, Sehiv: 89; Müsned, 4:399.

[81] Müslim, Zikir: 72; Tirmizl Daavat; 72; İbniMâce, Dua: 2; Müsned, 1:411, 416.

[82] Ebü Nuaym'ın tf//ye'sinden.

[83] Taberânî'nin Keö/rtnden.

[84] Müslim, Salâî: 222; Ebû Davud, Salât: 148; Viîr: 5; Timizi, Daavat: 75.

[85] Ebû Nuaym'm H/Jye'sinden.

[86] Taberânî'nin Eı/safından,

[87] Taberânî'nin Evsafı ve Hâkİm'in Müstedrefânden.

[88] Taberânfnin Evsafından.

[89] Taberânî'nin Evsatmâan.

[90] Hatib'in fari/finden.

[91] ibni Asakifden.

[92] İbni AsakifĞen

[93] İbnünneccafdan

[94] Taberânî'nin Keb/rlnden

[95] İbnûnneccaföan.

[96] Taberânî'nin Keb/rinden.

[97] Buhar!, Merza: 19; Daavat: 29; Müslim, Zikir: 10; Ebû Davud, Cenâiz: 9; Nesei, Sehv: 26.

[98] Nesei, Istiâze: 56.

[99] Nesef, İstiâze:24,31,32.

[100] Neseî, Isîiâze: 61.

[101] Müsned, 5:340.

[102] TaberânPnin Evsafından.

[103] Harâiti'nin /W/â/ından.

[104] Wese/,istiâze:14

[105] Ebû Davud, Vitir: 32; Neseî, İstiâze: 19,20; İbni Mâce, Erime: 53.

[106] Ebû Davud, Vrtir: 32; Neseî, fstiâze, 21.

[107] Buharİ, Daavat: 55; Müslim, Zikir: 23,26; Ebû Davud, Vitir: 26; Menasik: 51; Tirmizî, Daavat 71.

[108] Buharı, Daavat: 60; Müslim, Zikir: 70; Müsned, 4:55.

[109] Müslim, Zikir: 59; Müsned, 2:79.

[110] Taberani’nin  Kebir’inden.

[111] Deylemî'ninMüsnedü'/-F/rdevs'inden.

[112] İbni Adiyy'in eZ-Kâ/m/inden.

[113] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmarimdan.

[114] Taberâm'nin/Ceöfrinden.

[115] Taberânrnin Evsafından.

[116] Buhar!, Ezan: 53; Müslim, Salât: 115,116,119; Timizî, Cuma: 56; EbûDavud, Salât 75.

[117] Buharî, Ezan: 53; Müslim, Salât 154; Neşet, İmame: 38; İbni Mâce, İkâme: 41; Müsned, 5:90,93.

[118] Tirmizi, Kıyame: 26; Zühd: 4; Neseî, Cenâiz: 3; İbni Mâce, Zühd: 31; Müsned, 2:293. ***

[119] Müslim, îman: 306; İbniMâce, Zühd: 37; Darimî, Rikak: 96; Müsned, 3:5,11,20,25.

[120] Tâhâ Sûresi, 74.

[121] Müsned, 6:101.

[122] Buharı, Edep: 70; İbni Mâce, Mukaddime: 7; Müslim, Cumua; 43; Neseî, îdey: 22.

[123] Buharı, Mekâtip; 1,2; Büyü1:67,73; Müslim, ttk: 6, 8; Neşet, Büyü1:85,116. Taberânt, Kk: 17.

[124] Buharı, îman: 9.

[125] Mösned, 3:U, 17.

[126] İbniAsakirvB Beyhaki'nİn De/â//İnden.

[127] Tirmizî, Fitne: 26; Zühd: 41; İbniMice, Fiten: 19; Dârimî, Rikak: 37; Mösned, 3:7,19,22.

[128] Ebû Ya'lâ'nın Musnerfinden.

[129] Ibni Asakifden.

[130] Tırmizî, Cuma: 74; Müsned, 4:189.

[131] Hâkimin Küna'sından.

[132] Ebû Davud, Filen: 7; Mûsned, 4:410,418.

[133] Tirmizf, Zühd: 57; Müsned, 4:87.

[134] Beyhakİ'nin Şi'bü'Nman'mtian.

[135] Neseî, Dahâyâ: 2; Müsned, 2:167.

[136] Müsned,1:237,285,307.

[137] Buharı, Bedü'l-Halk: 145; Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 71; Müsned, 1:205,395; 2:231; 4:355.

[138] Buharı, Medine: 2; Müslim, Hacc: 488; Taberâni Medine: 5; Müsned, 2:237, 247, 284.

[139] İbni Ebi'd-Dünyâtian.

[140] Buharfnin Ecteb'İnden.

[141] Buharî'nin Tariflinden.

[142] Müsned, 2:212; 4:158; 5:259.

[143] Ebû Şeytften.

[144] Taberânî'nin Keö/rtncten.

[145] Ebû Davud, Fiten: 1; Dârimî, Mukaddime; 8.

[146] Buharı, 4;83; Sfre, 2:60-63.

[147] Uyûnü'l-Eser, 2:24.

[148] Mesnevl-i Nuriye, s. 86.

[149] Taberânî'nin Evsafı, Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmrimfan.

[150] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îman'möan,

[151] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmar/\f\Ğan.

[152] Mösned, 3:38, 40.

[153] İbni Kân/den.1 ...

[154] Şirazrnin Sfcattndan.

[155] fen/Afice, Fiten: 27.

[156] Buharı, Edeb:41; Bedü'l-Halk: 6.

[157] İbni  Asakir’den.

[158] İbni Asakif den.

[159] Taberani’nin  Kebir’inden.

[160] Müslim,Fezail:1;Tirmizi,Menakıb:1;Müsned,4:107.

[161] Müsned, 2:310; 3:35, 37.

[162] Hâkim'in Müstedrek!inder\.

[163] tbni Mâce, Mukaddeme: 160; Müsned, 3:465.

[164] İbni Asâkitden.

[165] fsrâ Sûresi, 79.

[166] Buhârt, Ezan; 8; Timizi Salât: 43; ibni Mâce, Ezan: 4; Ebû Dâvud, Salât: 37.

[167] İbniMâce, İkâme: 173; Neseî, Sıyam:40; Müsned, 1:191,195.

[168] Hakîrrföen.

[169] İbni Mâce, Mukaddime; 11.

[170] Taberânî'nin Kebîrinden.

[171] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevs'\r\den.

[172] Ebû Davud, Tıp: 11; Taberânî, Ayn: 12.

[173] Müslim, Cennet: 64; Ebû Davud, Edeb; 40; İbniMâce, Zöhd: 16,23.

[174] Taberânî'nin Kebîf\ ve Ebû Nuaym'ın H/Asinden.

[175] İbni Asakiföen.

[176] Beyhakl'nin ŞFbÛI-îmartıntan.

[177] Müsiim, îman: 201; İbniMâce, Talâk: 15.

[178] Müslim, İman: 207.

[179] Lem'alar, s. 71-72.

[180] İbniMâce, Talâk: 16.

[181] Ebû Dâvud, Salât: 11.

[182] Taberânî'nin Kebenden.

[183] Taberânî'nin Kebîrinden.

[184] İbni Ebi'd-Dünyâdan.

[185] Hatib'in Tariflinden.

[186] Ebû Davud, Etime: 17; İbniMâce, Etime; 6.

[187] İbni Adiyy'in e/-Kam/,'inden.

[188] Beyhakî'nin Şi'bü't-îmartmĞan.

[189] Tirmizî, Raza': 1; Müsned, 2:182.

[190] Nisa Sûresi, 23.

[191] Ebû Nuaym'ın Hılyefsi ve Deylemfnin Müsnedü'l-Firdev&nâen.

[192] Buharı, Isti'zân: 35; İstitâbe: 1; Şehadât: 10; Müslim, îman: 143; EbûDavud, Vesâyâ: 10.

[193] Ebû Davud, Hammam: 1; Vitr: 23.

[194] Tirmizî, Daavat: 104; İbniMâce, Via: 13; Mûsned, 5:438.

[195] Hâkim'in MüstedreKMen.

[196] Müslim, Tevbe: 17.

[197] Müslim, Tevbe: 21.

[198] Taberânî'nin Kebîrinden.

[199] Müslim, Birr: 77; Ebû Davud, Edeb: 10; İbni Mâce, Edeb; 9; Dârimt, Rikak: 75.

[200] Buharî, Enbiya: 50; Müslim, İmare: 44; Tirmizî, Cihad: 27; Müsned, 2:297.

[201] Buharî'nin Halk-ı Efâl-i İbâıfı ve Hâkimin Möstedrefftnöen.