1000.
[2:239, Hadîs No: 1748]
Sa'd'dan rivayetle:
Allah noksandan
münezzehtir, eksiksiz yapılan güzel şeyi sever. Temizdir, temizliği sever.
Kerem sahibidir, keremi sever. Cömerttir, cömertliği sever. Öyle ise
oturduğunuz yerin çevresini temizleyiniz ve Yahudilere benzemeyiniz.[1]
1001.
[2:239, Hadîs No: 1749]
îbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor: Allah çok affedicidir, affetmeyi sever.[2]
1002.
[2:240, Hadîs No: 1750]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Allah her konuşanın
yanındadır. Öyle ise kul Allah'tan korksun ve ne söylediğine iyi baksın.[3]
1OO3.
[2:240, Hadîs No: 1752]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor: Allah şöyle buyurdu:
"Kim Benim bir
dostuma düşmanlık beslerse, Ben ona harb ilân etmişimdir. Kulum bana kendisine
farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle yaklaşamaz. Kulum nafilelerle
Bana yaklaşa yaklaşa nihayet onu severim. Onu sevdiğimde de işiten kulağı,
gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu kendisine
mutlaka veririm. Bir şeyden Bana sığınırsa onu mutlaka korurum. Ölmek
istemeyen mü'minin ruhunu almakta tereddüt ettiğim kadar yaptığım hiçbir şeyde
tereddüt etmedim. Çünkü Ben onu üzmekten hoşlanmam.[4]
1004.
[2:242, Hadîs No: 1753]
İbni Ömer'den
rivayetle:
Allahu Teâlâ şöyle
buyurdu: "Yarattığım insanlar içerisinde öyleleri var ki, dilleri baldan
tatlı, kalbleri sabir bitkisinden daha acıdır. Büyüklüğüme yemin ederim ki,
onların başına öyle bir fitne indiririm
ki, akü sahibi olanlarını hayretler içerisinde bıraksın. Bunlar rahmetime mi
aldanıyorlar, yoksa Bana karşı cüretkâr mı davranıyorlar?[5]
1005- [2:243,
Hadîs No: 1756]
Utban bin Mâlik
rivayet ediyor:
Allah sadece Kendi
rızasını gözeterek "Lâ ilahe illallah" diyenleri ateşe haram
kılmıştır.[6]
1006-
[2:244, Hadîs No: 1757]
Hârice bin Huzâfe'den
rivayetle:
Allah size kırmızı
koyunlardan daha hayırlı olan bir namaz ile yardım etmiştir: Vitir namazı.
Allah, onun vaktini yatsı namazından itibaren fecir doğuncaya kadarki zaman
arasına yerleştirmiştir.[7]
1007-
[2:245, Hadîs No: 1760]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Şüphesiz, Allah
ümmetimi dalâlet üzere birleşmekten korumuştur.[8]
1008.
[2:246, Hadîs No: 1762]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Gözün zinası harama
bakmak, dilin zinası fuhşu konuşmaktır. Nefis de o işi temenni edip istek
duyar. Tenasül organı ise bunları ya doğrular veya o işi yapmayarak onları yalancı
çıkarır.[9]
1009.
[2:247, Hadîs No: 1763]
İbni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz Allah
iyilikleri de, kötülükleri de takdir etmiştir. Sonra bunu meleklerine
açıklamıştır. Kim bir iyilik yapmayı düşünür, sonra da yapamazsa Allah ona tam
bir sevap yazar. Eğer o iyiliği düşünür de, düşündüğünü gerçekleştirirse,
Allah, Kendi katında on, yedi yüz ve çok daha fazla sevap yazar. Eğer bir
kötülüğü düşünür de yapmazsa, Allah kendi katında tam bir sevap yazar. Eğer o
kötülüğü düşünür de yaparsa, Allah sadece bir günâh yazar. Allah ancak kendi
eliyle helâka gidenleri helak eder.[10]
1010.
[2:249, Hadîs No: 1765]
Cerir bin Abdullah
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah gökleri ve yeri
yaratmadan önce Levh-i Mahfuz'a şöyle yazmıştır:
"Ben Rahmanım.
Sıla-i rahmi [akrabalık haklarını] yarattım. Ve ondan kendime bir isim
türettim. Kim sılâ-i rahmi devam ettirirse Ben de ona iyilik ve ihsanımı
sürdürürüm. Kim de onu koparırsa, Ben de ona olan iyilik ve ihsanımı
keserim."[11]
1011 .
[2:249, Hadîs No: 1766]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz Allah size
çalışmayı farz kılmıştır. O halde çalışınız.[12]
1012.
[2:250, Hadîs No: 1768]
Yahya bin Ebt Kesir
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allahu Teâlâ şu üç
hasleti size çirkin görür:
1. Kur'ân
okurken boş laf etmek,
2. Duada
sesi yükseltmek,
3. Namazda
eli fazla aşağıdan bağlamak.[13]
1013-
[2:250, Hadîs No: 1769]
Yahya bin Ebî
Kesîr'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allahu Teâlâ şu altı
hasleti size çirkin görür:
1. Namazda
lüzumsuz hareketler,
2. Sadakayı
başa kakmak,
3. Orucu
tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunmak,
4.
Kabirlerin yanında gülmek,
5. Cünup
olarak mescide girmek.
6. izinsiz
başkasının evine göz atmak.[14]
1014.
[2:251, Hadîs No: 1770]
Ebû Ümâme Peygamber Efendimizin
(a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah konuşmanızda
sanat yapacağım diye yapmacıklığa kaçmanızı çirkin görür.[15]
İslâm dini fıtrat
dinidir. Herşeyin fıtrî ve tabiî olmasını, yapmacık hareketlerden
kaçınılmasını ister. Bu hadiste de güzel konuşacağım diye edebiyat yapılmasını,
yapmacık konuşmalara girilmesini çirkin görür. Zaten böyle bir davranış hiç hoş
karşılanmaz, kişinin maksadının aksiyle muamele görmesine sebep olur,
tiksindirir, kişinin ağırlığını, vakarını zedeler, küçük duruma düşürür
1015.
[2:251, Hadîs No: 1772]
Ebâ Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kim kötü sırdaştan
korunrrmşsa, o kurtulmuştur.
1016.
[2:252, Hadîs No: 1773]
Ümmü Seleme (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah size haram
kıldığı şeyde sizin için şifâ yaratmamıştır.[16]
1017.
[2:252, Hadîs No: 1774]
İbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Allahu Taâla zekâtı,
ancak verildikten sonra geri kalan malınızı temizlemek için farz kılmıştır.
Mirası da sizden sonrakilere kalması için farz kılmıştır. Kişinin hazine olarak
sakladığı en hayırlı şeyi sana haber vereyim mi? O sâliha hanımdır. Ki,
kendisine baktığında kocasını sevindirir. Emrettiğinde emrini yerine getirir.
Yanında bulunmadığında namus ve şerefini muhafaza eder.[17]
Hadîste dikkat çekilen
hususlardan birisi zekâttır. Zekâtın malı temizlediği bildirilmektedir. Evet,
zekâtı verilmeyen ma! kirlidir. Tıpkı fakirin cebinden bir miktar parayı alıp
mala karıştırmak gibidir. Çünkü o malda fakirin de payı vardır. Eğer çalışan
fakir, fukara, işçi ve memurlar olmasaydı, zengin onları kazanma imkânı
bulamazdı. Onun içindir ki Allah'ın takdir ettiği zekât fakire verildiğinde
mal temizlenmiş olur. Bu kir giderilmediğinde Cenab-ı Hak başka şekillerde onu
temizler. Çünkü o zekât muhakkak onun malından çıkar. Ya hırsız alır veya bir
felâket alıp götürür. Sonra o zengin malını kaybetmekle kalmaz, fakirin hayırlı
duasını da almaktan mahrum kalır. Kin ve düşmanlığını üzerine çeker.
Allah'ın mirası farz
kılmasının bir hikmeti de sonrakilerin ondan faydalanması içindir. Bir anne
baba âhiretine muhakkak bir şeyler göndecmeli, ama evlatlarının rahat bir
hayat sürebilmeleri için de meşru dâirede kalarak onların yüzünü güldürecek
miras bırakmayı da ihmal etmemelidir.
Ayrıca hadiste saliha
kadının en kıymetli bir hazine olduğu belirtilmektedir. Bir kişi için sabah
akşam beraber olduğu, bir ömür sürdüğü eşinin iyi olması el-betteki çok
önemlidir. Sevgiyi, acıyı, tatlıyı, dayanışmayı, yardımı birlikte paylaştığı
bir hayat arkadaşının kötü oluşunun hayatı zindana döndürdüğü düşünülürse
bunun önemi daha iyi anlaşılır.
Saliha kadın aile
saadetinin temel taşını teşkil eder. Çünkü o anlayışlı ve sevimli tavrıyla
eşini memnun eder. Hadiste belirtildiği gibi kocasi baktığında sevindirir. Söz
ve davranışlarıyla kendini sevdirir. Kocası birşey istediğinde itaat eder.
Yanında bulunmadığında namus ve şerefini muhafaza eder.
İşte hadîste böylesine
salih bir kadının hazine olarak saklandığı belirtilir ki, burada mü'minleri
böyle bir kadının kıymetini bilmeye teşvik vardır.
1018.
[2:254, Hadîs No: 1776]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah beni kullarına
karşı katı ve güçlük çıkaran olarak değil, öğretici ve kolaylaştırıcı olarak
gönderdi.[18]
1019.
[2:255, Hadîs No: 1779]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah beni yanlış
konuşan kılmadı. Benim için en hayırlı kelâm olan kitabı, Kur'ân'ı verdi.[19]
1020.
[2:256, Hadîs No: 1782]
Ibni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, ihtiyarlık
hariç yarattığı her derdin şifasını da yaratmıştır. İnek sütünü size tavsiye
ederim. Çünkü inek onu çeşitli bitkilerden toplar.[20]
1021.
[2:256, Hadîs No: 1783]
Ebû Saîd el-Hudrî
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah ölüm hâriç her
derdin dermanını da vermiştir. Ancak bunu bilen bilir, bilmeyen bilmez.[21]
1022.
[2:257, Hadîs No: 1784]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
Yasakladığı hiçbir
haram yoktur ki, Allah, sizin ona yelteneceğinizi bilmesin. Dikkat edin!
Kelebekler ve sinekler gibi ateşe atılmaya-sınız diye eteklerinizden tutuyorum.[22]
1023.
[2:258, Hadîs No: 1787]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah dünyayı
yarattığında ona baktı, sonra yüz çevirerek şöyle buyurdu:
"İzzet ve
celâlime yemin ederim ki, senin sevgini ancak kötü kullarımın kalbine
atarım."[23]
1024.
[2:258, Hadîs No: 1788]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allahu Taâlâ mahlûkâtı
yarattığında Kendi eliyle Kendisi için yazdı: "Rahmetim gazabıma galip
gelir."[24]
1025.
[2:259, Hadîs No: 1789]
îbni Amr (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah İslâmı onunla
ilgisi olmayan bâzı kimselerle de destekler.[25]
1026.
[2:259, Hadîs No: 1790]
Amr bin Nu'man'dan
(r.a.) rivayetle:
Şüphesiz Allah, dinini
günahkâr bir adamla da kuvvetlendirir.[26]
Resûlullah bu sözünü
Uhud Savaşı esnasında Kuzman isimli birisinin davranışları sebebiyle
söylemişti. Kuzman düşman saflalarına kahramanca dalmıştı. Yedi sekiz kâfiri
tepeledi. Resûlullah Uhud Savaşı öncesi onun Cehennemlik olduğunu bildirmişti.
Birçok Sahabînin bundan haberi yoktu. Bir ara Kuzman yaralandı ve Sahabîier
yanına varıp onu tebrik ettiler: "Tebrik eder, Cennetle müjdeleriz"
dediler. Kuzman buna şu karşılığı verdi: "Niçin beni tebrik ediyor, müjdeliyorsunuz?
Vallahi ben sadece kabilecilik düşüncesiyle çarpıştım. Böyle olmasaydı
çarpışmazdım." Yarası ağırlaşınca da çantasından çıkardığı bir okla kolunun
damarını keserek intihar etti. Durum Resûluüaha bildirildiğinde, "Allahü
ekber! Ben, gerçekten, Allah'ın kulu ve Resulü olduğuma şehadet ederim" buyurdu
ve şunları söyledi: "Şüphe yok ki, Allah bu dini, günahkâr bir adamla da
kuvvetlen di rir."[27]
Bu olay da
göstermektedir ki, Cenab-i Hak bu dini günahkâr biriyle de kuvvetlendirebilir.
Bazan şartlar öyle gelişir ki kişi İslâmı ve Müslümanları düşündüğü için değil
de daha başka gayelerle İslâmî bir hizmete omuz verebilir. Onun niyetinin
farklılığı kendisini bağlar. Kişi niyetiyle sevap veya günah- kazanır. Önemli
olan İslama hizmet etmek olduğuna göre biz hizmet yapanın kimliğinden ziyade,
hizmetine bakmalı, faydalı bir hizmet kimden ve nereden gelirse gelsin kabul
etmeliyiz. Fakat bu onu sevmemizi veya onun günahsız olmasını gerektirmez.
1027.
[2:261, Hadîs No: 1794]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah salih bir
Müslüman kulu hürmetine komşusu olan yüz hane halkını beİâ ve musibetten korur.[28]
1028.
[2:262, Hadîs No: 1795]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Allahu Teâla kulun bir
şey yeyip, birşey içtikten sonra Allah'a hamdetmesinden memnun olur.[29]
1029.
[2:262, Hadîs No: 1796]
Ebû Saîd (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah Kıyamet Günü
kulunu öylesine hesaba çeker ki, ona kötülüğü gördüğünde niçin engel
olmadığını bile sorar. Şayet Allah onun kalbine vereceği cevabı ilham etmişse o
şöyle der: "Ya Rabbi, ben insanlardan ayrılarak sana ümit bağladım."[30]
İnsan, Kıyamet Gününde
bütün yaptıklarından bir bir hesaba çekilecektir. Bu, insanın yüklendiği
sorumluluğun büyüklüğünün gereğidir. Kötülüğü görüp de engel olmamak da
sorumluluk getiren davranışlardandır. Onun için Cenab-ı Hak, kulunu bundan bile
sorguya çekecektir. Çünkü mü'minin yeryüzünde bulunmasının hikmetlerinden
birisi, iyiliği temsil etmek, yaygınlaşmasını sağlamak ve kötülükleri
engellemektir. Ancak kul, kötülüğü engelleyecek güçte olmaz, bundan âciz kalır
ve kalbiyle de o kötülüğü çirkin bulursa o zaman sorumluluktan kurtulur.
Cenab-ı Hakkın ilham ettiği tarzda şöyle der: 'Ya Rabbi, ben insanlardan
ayrılarak Sana ümit bağladım."
Hadiste dikkat çekilen
husus küçük görülen bir vazifenin bile hesaba dahil edileceğidir. Çünkü
kötülüğe güç yetiyorsa elle, yetmiyorsa dille, ona da güç yetmiyorsa kalben
buğzetmek bir vazifedir. Bu vazifeyi ihmal etmek, kötülüklere karşı lâkayd
kalmak, umursamaz bir havaya bürünmek, nemelazımcı olmak da sorumluluk getirir.
İşte Kıyamet Günü mü'min sadece yapması gerekip de yapmadıklarından değil,
engel olması gerekip de engel olmadıklarından da hesaba çekilecektir. Hadis,
"Ne yapayım, ben vazifemi yapıyorum. Gerisine kanşmam" gibi
insanların vurdumduymaz telakkilerini nazara vermekte, bunun da sorumluluk
gerektirdiğine dikkat çekmektedir.
1030.
[2:262, Hadîs No: 1797]
Ebû Saîd (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah rahmetini şu üç
grup üzerine bol bol yağdırır:
1. Namaz
için saf tutanlara,
2. Gece
yarısı namaz kılanlara,
3. Yalın
kılıç Allah yolunda savaşanlara[31]
1031 .
[2:263, Hadîs No: 1798]
Ebû Musa'dan (r.a.)
rivayetle:
Allah Şaban ayının 15.
gecesinde [Berat Gecesi] rahmetiyie tecellî ederek kendisine şirk koşan ve
Müslüman kardeşine kin güden kimseler hâriç bütün kullarını affeder.[32]
1032.
[2:263, Hadîs No: 1799]
Ukbe bin Âmir (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah kötülüğe iltifat
etmeyen genci emsallerine üstün tutar.[33]
1033.
[2:264, Hadîs No: 1800]
Ebû Musa'dan (r.a.)
rivayetle:
Allah zâlime mühlet
verir. Yakaladığında ise bir daha yakasını bırakmaz.[34]
1034.
[2:264, Hadîs No: 1802]
Semûre bin Cündeb
(r.a.) rivayet ediyor:
Allahu Taâla ihsan
sahibidir. Öyle ise siz de ihsanda bulununuz.[35]
1035.
[2:265, Hadîs No: 1804]
îbni Ebî Evfâ'dan
(r.a.) rivayetle:
Allah, zulmetmediği
müddetçe hâkimle beraberdir, zulmettiğinde onu bırakır, şeytanı ona arkadaş
eder.[36]
1036.
[2:265, Hadîs No: 1805]
Abdullah bin Cafer
(r.a.) rivayet ediyor:
Kişi, Allah'ın
hoşlanmadığı bir yere harcamak için borçlanmadığı sürece, Allah, borcunu
ödeyinceye kadar onunla beraberdir.[37]
1037.
[2:265, Hadîs No: 1806]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz gerçek
ucuzlatıp pahalandıran, daraltan, genişleten ve rızık veren Allah'tır. Ben, ne
bir kan, ne de bir mal ile ilgili herhangi bir hakkı benden isteyecek kimsenin
bulunmadığı bir halde Rabbime kavuşmayı ümit ederim.[38]
Yüce dinimiz, bir fert
olsa dahi kimsenin hakkının zayi olmasını istemez. Bu itibarla, bir yandan
tüketicinin, diğer yandan da üreticinin, satıcının hakkını düşünür. Her
ikisini birden düşündüğü içindir ki, fiyatlar resmî kanaldan ayarlandığında,
yani narh konulduğunda üreticinin ve satıcının hakkı zayi olabileceğinden bunu
hoş karşılamamıştır. Hattâ fıkıh kitaplarımızda böyle birşeyin, yani fiyat
ayarlamanın mekruh olduğu kaydı vardır. Evet, İslâmiyette serbest piyasa
esastır. Kâr için belirli bir yüzde yoktur. Fiyatlar arz ve talebe, alıcı ve
satıcının rızâsına göre ayarlanır.
Nitekim Asr-ı Saadette
fiyatlar bir ara yükselmişti. Bunun üzerine Sahabîler Peygamberimize gelmişler
ve "Yâ Resûlallah, fiyatlar yükseldi. Bizler için fiyatları tahdit ve
tayin eder misiniz?" diye ricada bulunmuşlardı. İşte izah ettiğimiz hadisin
söyleniş sebebi budur. Bu hadisten de anlaşılacağı gibi, Peygamberimiz (a.s.m.)
üreticinin malını satmak hususunda bir fiyat tayin etmeyi ona yapılacak bir
haksızlık olarak görmüştür.
Fiyat sınırlamayarak
üreticinin hakkını koruyan dinimiz, tüketicinin hakkını ise güzel ahlâkı ve
takvayı emrederek, hileyi ve fahiş fiyatla mal satmayı yasaklayarak korur.
Peygamberimiz (as.m.) bir hadislerinde, "Müslümanlar arasında aldatma
olmaz. Bizi aldatan bizden değildir"[39]
buyurmuş; diğer bir hadislerinde ise, "Biriniz kendi nefsi için arzu
ettiği şeyi mü'min kardeşi için de arzu etmedikçe, kâmil bir fman sahibi
olmaz"[40] buyurarak mü'minlere
şaşmaz bir ölçü vermiştir. Peygamberimizin şu müjdesi de alış verişinde ve
ticâretinde istikâmeti, doğruluk ve dürüstlüğü esas alan tüccarlaradır:
"Doğru sözlü ve
kendisine güvenilen tüccar âhirette peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle
beraber olacaktır.I>[41]
Evet, ticârette esas
meselenin doğruluk ve itimat olduğu hadis-i şerifte açıkça bildirilmektedir.
Öyle ise, aldatmanın, yalanın, liflenin olmadığı bir cemiyette fiyatların resmî
yoldan ayarlanmasına gerek yoktur.
Ancak günümüzde de
sıkça görüldüğü gibi, genel olarak satıcıların insafsız davrandıkları,
müşteriyi aldattıkları, stokçuluk yaptıkları, fahiş fiyatla mal sattıklan,
serbest piyasa hürriyetini fertlerin zararına olacak şekilde kullandıkları zamanlarda
ilgililer, fiyatlara müdahale edebilirler ve belirli bir fiyat koyabilirler.
Böyle durumlarda da bu bir zarurettir ve caizdir. Çünkü bu durumda Müslüman
halkın hukukunu koruma ve aldatılmasını önleme söz konusudur.
Nitekim Hz. Ömer bir
satıcının fiyatına müdahelede bulunmuş ve "Ben bununla ancak memleket
halkının menfaatini korumak istiyorum" demiştir.[42]
1038.[2:266,
Hadîs. No: 1807]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah tektir, teki
sever.[43]
Her neye bakarsak
bakalım, bir birlik görürüz. Kâinat birlikle ayakta durur ve tek bir Zâtı gösterir.
Çünkü bir şeyde birlik varsa ancak bir tek zâtın eseri olabilir. İkinci bir el
karışsa karıştırır. "Bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir
gül goncası gibidir. Belki esma ve efâl-i umûmiye-i İlâhiyenin [Allah'ın bütün
isimleri] adedince vahdetleri giymiş birtek insan-ı ekberdir [büyük bir
insandır]. Belki envâ-ı mahlûkât sayısınca dallarına vahdetler, birlikler
asılmış bir şecere-i tûba-i hilkattir [yaratılışın tuba ağacıdır]. Evet,
kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir bir
bir tâ binbtr bir birler kadar... Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller
bir iken, herbiri kâinatı veya ekserini ihata eder. Yani, içinde işleyen
hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve muhtaçlarının
imdatlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir ve
hâkezâ bir bir bir tâ binler birbirler... Hem bu kâinatın sobası olan güneş
bir, lambası olan kamer [ay] bir, aşçısı olan ateş bir, levazımat deposu ve
hazineii direği olan dağ bir, şakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri
bir ve hâkezâ bir bir bir tâ binbir birler kadar...
"İşte, âlemin bu
kadar birlikleri ve vahdetleri güneş gibi zahir birtek Vâhid-i Ehade işaret ve
delâlet eden bir hüccet-i bahiredir [ap açık bir delildir]. Hem kâinat
unsurlarının ve nevilerinin herbirisi bir olmasıyla beraber, zeminin yüzünü
ihata etmesi ve birbirinin içine girmesi ve münasebetdârâne ve belki
muâvenet-kârâne birleşmesi, elbette-mâlik ve sahip ve Sâni'lerinin bir olmasına
bir alâmet-i zahiredir."[44]
Cenab-ı Hak tektir,
birdir. Birliğine aynalık eden yaratıklarda da bir birlik vardır. Onun içindir
ki birliğine teceilîgâh ve ayna olan yaratıkları sever. Birlik beraberlik,
işleri karıştırmamak; tek elden düzenle yürütmek, ikinci bir el karıştırmamak
da Allah'ın sevdiği hareketlerdendir. Namaz tesbihatında sayıların tek olması,
zikir ve dualarda bu tekliğe riâyet edilmesinin önemli hikmetlerinden birisi,
birliğe ayna oluşu sebebiyledir.
Bunun gibi yaptığımız
işlerde de, meselâ suyu üç yudumda içmek gibi tekli rakamlarda karar kılmak
Allah'ın sevdiği davranışlardandır.
1039.
[2:268, Hadîs No: 1811]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz Yüce Allah
anne rahmine bir meleği vekil tayin etmiştir. O melek şöyle der: "Ya Rabbi
nutfe oldu. Ya Rabbi rahme tutunan yapışkan bir madde oldu. Ya Rabbi, bir
çiğnemlik et oldu. Allahu Ta-âlâ yaratılışını gerçekleştirmek istediğinde
melek, 'Yâ Rabbi, itaatkâr mıdır âsi midir? Erkek midir, kız mıdır? Rızkı ne
olacaktır? Ömrü ne kadardır?" Bunlar böylece anne rahminde iken yazılır.[45]
1040.
[2:269, Hadîs No: 1812]
Enes bin Mâlik (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah Kadir Gecesini
ümmetime hediye etmiş, ondan önce kimselere vermemiştir.[46]
1041 .
[2:269, Hadîs No: 1813]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Safta boşluk
bırakmayıp dolduranlara Allah rahmet eder, melekler de mağfiret diler. Kim
saftaki bir boşluğu doldurursa, Allah onun bir derecesini yükseltir.[47]
1042.
[2:269, Hadîs No: 1814]
Câbir (r.a.) Resûl-ü
Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:[48]
Allah birinci
saftakilere rahmet, melekler de istiğfar eder.
1043.
[2:271, Hadîs No: 1818]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Allah ümmetimi dalâlet
üzerine birleştirmez. Allah'ın rahmet ve himaye eli cemaatin üzerindedir. Kim
cemaatten ayrilırsa Cehenneme doğru ayrılır.[49]
1044. [2:271,
Hadîs No: 1819]
Câbir bin Abdullah
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah, söz ve
davranışlarında hayâsızlık yapan ve kendisini buna necbur hisseden kimseleri
sevmez.[50]
1045.
[2:272, Hadîs No: 1821]
İbni Amr'dan (r.a.)
rivayetle:
Bir mü'min kul dünyada
çok sevdiği bir yakınını kaybeder de sabredip musibetin mükâfatını Allah'tan
beklerse, Allah o kulu için Cennetin dışında bir mükâfata razı olmaz.[51]
1046.
[2:272, Hadîs No: 1823]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
mükâfatlandırdığı
mü'mine etmez, onu âhirette de
mükâfatlandım. Kâfire gelince o
hayır verilecek kalmaksın
onu âhirete göndersin.[52]
1047.
[2:273, Hadîs No: 1826]
îbni Amr'dan (r.a.)
rivayetle:
Allahu Taâla
kullarından birden bire ilmi çekip almaz. Fakat âlimlerin ruhunu almakla ilmi
kaldırır. Öyle ki, hiçbir âlim bırakmayınca insanlar câhil liderler edinirler.
Onlara soru sorulduğunda bilgisizce fetva verirler. Hem kendileri haktan
sapar, hem de insanları saptırırlar.[53]
1048.
[2:275, Hadîs No: 1828]
Ebû Ümâme rivayet
ediyor:
Allah, sadece Kendisi
için ve rızâsı gözetilerek yapılan ameli kabul eder.[54]
1049.
[2:275, Hadîs No: 1830]
îbni Mes'ud'dan (r.a.)
rivayetle:
Allah zayıflarına
hakkını vermeyen bir ümmeti temize çıkarmaz.[55]
1050.
[2:277, Hadîs No: 1832]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz Allahu Taâla
sizin boy poşunuza ve mallarınıza bakmaz, ancak kalblerinize ve amellerinize
bakar.[56]
1051.
[2:278, Hadîs No: 1833]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, eteklerini
sürüye sürüye kibirle yürüyenlere rahmet nazarıyla bakmaz.[57]
1052. [2:278,
Hadîs No: 1836]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah, kendisinde
zerre kadar hayır bulunan bir kimseyi rezil rüs-vay etmez.[58]
1053.
[2:279, Hadîs No: 1837]
Aişe'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, şaka yaparken
doğru söyleyen şakacıyı bundan dolayı sorumlu tutmaz.[59]
1054.
[2:279, Hadîs No: 1839]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah, hacda tavaf
edenlerle iftihar eder.[60]
1055.
[2:279, Hadîs No: 1840]
İbni Amr'dan (r.a.)
rivayetle:
Allah, Arafe Gününün
akşamında Arafat'a çıkan hacılarla meleklerine karşı iftihar eder ve şöyle
buyurur: "Kullarıma bakm. Bana saçı başı dağınık, toz toprak içinde
gelmişler."[61]
1056.
[2:280, Hadîs No: 1841]
Talka bin Ubeydullah
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah, ibâdete düşkün
gençle meleklere karşı iftihar ederek şöyle buyurur: "Kuluma bakm. Benim
rızâm için nefsânî isteklerini terket-miştir."[62]
1057.
[2:280, Hadîs No: 1842]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, mü'min kulunu
hastalığa müptela eder ki, üzerindeki bütün günahları döksün.[63]
1058.
[2:281, Hadîs No: 1843]
îbni Kani' (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah verdiği
nimetlerle kulunu imtihan eder. Eğer Allah'ın takdii ettiği kısmetine razı
olursa bereket verir ve genişlik verir. Razı olmazsa bereket vermez ve takdir
edilenden fazlasını elde edemez.[64]
1059.
[2:281, Hadîs No: 1844]
Ebû Musa'dan (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyl buyurmuşlardır:
Şüphesiz Allahu Taâlâ
gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleı için geceleyin rahmet elini açar; gece
günah işleyenlerin tevbesi içi de gündüzleyin rahmet elini açar. Bu durum güneş
batıdan doğuncaya kadar devam eder.[65]
1060.
[2:281, Hadîs No: 1845]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz Allahu Taâlâ
her yüz yılın başında bu ümmet için dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.[66]
Peygamberimiz
peygamberlik zincirinin son halkasını teşkil eder. Ondan sonra peygamber
gelmeyecektir. Yalnız yukardaki hadiste de belirtildiği gibi, her asırda
Resûlullahın temsilcisi olarak onun yolunu takip eden, fslâmı, çağının idrak
ve anlayışına uygun tarzda takdim eden görevliler gelecektir ki, bunlara
müceddid adı verilir.
Müceddidler Islama
hizmeti gaye edinmiş, herşeyferiyle İslama teslim olmuş, ilim ve ameliyle
kendini kabul ettirmiş büyük âlimlerdir. Onlar kendiliklerinden ve yenibaştan
bir hüküm getirmez, ancak ve ancak Sünnet-i Seniyyeye uyar, yaşar ve yaşatmaya
çalışır, onu gösterir, kuvvetlendirir, içerisine sokulmak istenen bid'at ve
hurafeleri ayıklar, dine yöneltilen hücum ve saldırılan bertaraf ederler.
Onların bütün gayreti
dini asliyetiyle ortaya koyabilmek, asırlann getirdiği yanlış yorum ve
izahlardan arındırmak, esas ve asliyetini bozmadan yeni tarz ve metodlarla,
ikna usulleriyle gözler önüne sermektir.
Müceddidler her
yönleriyle örnek insanlardır. Sözleriyle fiilleri arasında bir tezat yoktur.
Dine sim sıkı bağlıdırlar. En küçük bir fstâmî hakikatten canlan pahasına da
olsa taviz vermez; ihlas, sadakat ve samimiyetle hizmetlerini yürütür, hiçbir
fedakârlıktan çekinmezler.
Müceddidler manen
görevli insanlar oldukları için ilhama mazhardırlar. Onlar ancak yüce hakikat
ve mânâların tercümanı hükmündedırler, O hakikatlere bir çeşit ayna olurlar.
Onlara düşen ancak bu mânâ ve hakikatleri kendi dillerince terennüm ve ifade
etmektir.
Her asrın müceddidiyle
ilgili âlimlere göre değişik sınıflandırmalar yapılmıştır. Bu hadisin rivayet
edildiği yerin şerhinde, yaşadığı döneme kadarki müceddidlerin isimleri Suyutî
tarafından şöyle sayılmıştır: Hz. Ömer bin Abdülaziz, Şafiî, İbni Süreye,
Eş'ârî, Bakıllânî, Seni ve İsferayinî, Gazali, Razî, Rafiî, Hafızü'l-Enam
Zeynüddin.
Ayrıca İmam Rabbânî,
Mevlana Halid de müceddidtirler. 6000 küsur sayfalık eserlerine ve hizmetlerine
baktığımızda çağımızın müceddidinin ise Bedîüzza-man Said Nursî olduğu görülür.
Şemsülhak ise şu
kişileri müceddid olarak sayar:
(1) Ahmed bin Hanbel,
(2) Muhammed bin İsmail el-Buharî, (3) Mâlik bin Enes, (4) Müslim en-Nisaburî,
(5) Ebû Davud es-Sîcistanî, (6) Ebû Cafer es-Sahafiyyü'l-Hanefî, (7) Ebû Cafer
el-İmamî, (8) Ebû Haseni'l-Eş'arî, (9) en-Neseî, (10) Ebû Hamid el-İsferayânî,
(11) Ebû Bekir Muhammedi'l-Havarizmî.
1061.
[2:283, Hadîs No: 1849]
İbni Amr'dan (r.a.)
rivayetle:
Allah, güzel
konuşacağım diye inekler gibi dilini ağzında dolaştıran kimseye buğzeder.[67]
1062.
[2:284, Hadîs No: 1850]
Muaz bin Cebel (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, kibirli ve
şımarık kimselere buğz eder.[68]
1063.
[2:284, Hadîs No: 1852]
Ali bin Ebî Tâlib'ten
(r.a.) rivayetle:
Allah çok zulmeden
zengine, çok câhil ihtiyara ve kibirli fakire bugz eder.[69]
1064.
[2:285, Hadîs No: 1854]
Ali bin Ebî Tâlib(r.a.)
rivayet ediyor:
Allah Müslüman
kardeşine karşı surat asan kimseye lanet eder.[70]
1065.
[2:285, Hadîs No: 1856]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, dünya işlerinin
âlimi, âhiret işlerinin ise câhili olan kimseye buğz eder.[71]
1066.
[2:285, Hadîs No: 1857]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah, hayatında iken
cimri, ölüm ânında ise cömert olan kimseye buğz eder.[72]
Kişinin böyle bir
duruma düşmesinin sebeplerinden biri, sahip olduğu malın bir emanet olduğunu
düşünememesi, kendini mal sahibi zennetmesidir. Hele, "Ben kazandım,
aklımla, fikrimle, gücümle elde ettim" noktasına varmışsa, başkalarına
zırnık koklatmaz.
Kişinin cimri
olmasının bir sebebi de, Allah'ın sonsuz rahmet, ihsan ve ikramına
güvenememesidir. Oysa her hazine Onun elindedir. Bütün nimetler Onun
hazinesinden gelir. Ve o hazine bitmez, tükenmez. Halbuki bilse ki, Allah Kendi
uğrunda verene, ikram ve ihsanda bulunanlara daha çok verecektir, o zaman
"Malım azalır" düşüncesinden sıyrılacak, imkânları ölçüsünde boi bol
vermeye çalışacaktır.
Cimri, bilerek veya
bilmeyerek, ister şu, ister bu sebeple olsun, cimriliğiyle Allah'ın sonsuz
cömert mânâsındaki Cevvad ismine ters bir harekette bulunmakta ve böylece de
manen Allah'tan uzaklaşmaktadır. Cimri, Allah'ın emanet olarak verdiği malda
hasislik yapmakta, bu vesileyle de rahmetten uzak kalmaktadır.
Hadiste son âna kadar
cimri yaşayıp ölüm ânında biraz sonra elinden çıkacak olan mal hususunda
cömert kesilen kimseye dikkat çekilmiştir. Niçin kişi bir anda cömert
kesilmektedir? Eğer mirasçılarına kızgınlığı ve onları mirastan mahrum bırakmak
maksadıyla bunu yapıyorsa, büyük vebale sebeptir. Miras haktır. Mirasçılarını
bu haktan mahrum etmeye kimsenin hakkı yoktur. Eğer ölümün dehşetini görüp de
cömert davranma yoluna girmişse bu da yanlıştır. Geniş, rahatlık ve bolluk
zamanlarında gereken cömertliği yapmamışta o anda yapıyorsa, bu da ona fazla
bir fayda sağlamaz. Üstelik ölümün dehşetini görüp de ikram ve ihsana kalkma,
Allah'ın gazabını celbedebilecek bir durumdur. Bir âyette böyle insanlar
kınanır ve durumları şöyle anlatılır: "Sizden birine ölüm gelip de, 'Ey
Rabbim, ne olurdu bana biraz daha mühlet verseydin de malımın sadakasını verip
salihlerden olsaydım' demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden
bağışta bulunun."[73]
1067.
[2:286, Hadîs No: 1858]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, günahları
pervasızca işleyen şuursuz mü'mine gazap eder.[74]
Bir mü'min için en
mühim mesele Allah'ın rızasını kazanmak, gazabından uzak kalmaktır. Şuurlu bir
mü'min işlediği günahın maddeten ve manen ne gibi zararlara sebep olabileceğini
çok iyi bilen insan demektir. Çünkü gönlünde yerleşmiş olan îman, şuurlu
davranmayı gerektirir. Kendini gerek Allah ve gerekse insanlar nazarında küçük
düşürücü, değerini azaltıcı günahlara girmeye cür'et etmez. Sonra mü'min güzel
örnek olmakla da mükelleftir.
Şuursuz mü'min ise bu
duygu ve düşünceleri hissedemeyen kimsedir. Ve dolayısıyla Allah'ın gazabını
celbedebllecek bir atmosfere girmektedir.
Allah'ın rızasının Ona
itaatta ve gazabının da Ona isyanda olduğu unutulmamalıdır. Şuursuz mü'min bu
sırrı düşünemediği için, tereddütsüzce günahlara girebilmekte, farzları yapma
konusunda da bir gayrete girmemektedir.
İşte Cenab-ı Hak böyle
şuursuz mü'minlere gazap etmektedir. Allah'ın gazabının ne demek olduğunu,
mü'mini nasıl çarpacağını, yerden yere nasıl atacağını, nasıl gerçekleşeceğini
bilemeyiz. Bunu hadiseler gösterir. Bu bazan dünyada verilebileceği gibi bazan
da âhirete kalır. Mü'min, Allah'ın azametini, günahlara karşı gayretini düşünüp
haramlara girmekten çekinmelidir. Aksi halde Allah'ın gazabının kulda ne zaman
ve nasıl tecellî edeceği belli olmaz. Hayatının en tatlı ânını yaşadığını
sanarken, tepesine bir yumruk gibi iniverin
1068.
[2:286, Hadîs No: 1861]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah, bir iş
yaptığında hakkını vererek yapanı sever.[75]
1069.
[2:287, Hadîs No: 1863]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah yardım isteyenin
yardımına koşulmasını sever.[76]
1O7O.
[2:288, Hadîs No: 1865]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, yumuşak ve
güler yüzlü kimseyi sever.[77]
1071 .
[2:288, Hadîs No: 1866]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Allah tevbekâr genci
sever.[78]
Akıldan çok histeriyle
hareket eden gençlerin yaşlılara göre günah işlemeleri daha kolaydır. Gücü,
kuvveti, enerjisi, güzelliği, imkânları buna son derece elverişlidir. Dünya
bütün çekiciliği ve güzelliğiyle tebessüm eder. Nefsi okşayan kötülükler ona
daima davetiye çıkarıp durur. Bunlara karşı nefsi dizginlemek, günahtan
kaçınmak büyük bir muvaffakiyet ve fazilettir. Ama genç her zaman bu başarıya
ulaşamaz. Şeytana kanıp nefsine uyup günahlara dalabilir. Böyle anlarda akla,
mantığa ve dine en uygun davranış, günahlarda ısrar etmemek, hemen tövbe etmek,
bir daha işlememeye azmetmek, nefisle mücadele etmektir. Günahlarda ısrar ve
devam gazab-ı İlâhîyi celb edebilirken, ondan pişmanlık duyup tövbe etmek affa
vesile olur. Böyle kimseler de Allah'ın sevdiği kimselerdir.
1072.
[2:288, Hadîs No: 1867]
îbni Ömer rivayet
ediyor:
Allah, gençliğini
Allah'a itaat yolunda geçiren genci sever.[79]
1073.
[2:290, Hadîs No: 1873]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, bir mesleği
olup, mesleğinde maharet sahibi olan mü'min kulunu sever.[80]
1074.
[2:291, Hadîs No: 1874]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah eski dostluğu
devam ettirmeyi sever. Öyle ise onu devam ettirin.[81]
1075.
[2:292, Hadîs No: 1876]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle:
Allah ısrarla duâ
edenleri sever.[82]
1076.
[2:292, Hadîs No: 1877]
Ebû Zer (r.a.) rivayet
ediyor:
Şüphe yok ki, Allahu
Taâla kötü komşusu olup Allah ölümle veya başka bir yolla hakkından gelinceye
kadar sabreden ve mükâfatını Allah'tan bekleyen kişiyi sever.[83]
1077.
[2:293, Hadîs No: 1882]
Ali'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, helâl kazanç
yolunda kulunu yorgun görmeyi sever.[84]
1078.
[2:294, Hadîs No: 1884]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah yakınlarını
nâmahremlerden kıskanan kullarını sever.[85]
Kıskançlık duygusunun
verilişinin en mühim hikmetlerinden biri iffet ve namusları korumak, onlara
toz kondurmam aktır. Bunun İçin ilk yapılacak iş, meşru dairede kalmak, namusu
gölgeleyecek davranışlardan uzak durmak, mahremiyet kaidelerine dikkat
etmektir. Eşinin tesettürüne riâyet etmeyip, "Böyle olsa ne olur?"
deyip lâkaydhğa girmek çok yanlıştır. Mahremini kıskanmayan sıkıntılara girer.
Dinî ölçülere uymamanın sıkıntılarını cemiyet olarak kötü örnekleriyle birlikte
yasaya gelmekteyiz. İlerde "Ah, vah" etmektense önceden bu ölçülere
uymak gerekir.
Yalnız bu konuda
ölçüyü kaçırmamak, aşırıya kaçmamak, vehm eder bir havaya girmemek gerekir.
Bir hadiste böyle bir davranışın Allah'ın hoşlanmadığı davranış olduğu üzerinde
durularak şöyle buyurulur:
"Kıskançlığın iki
çeşidi vardır; birini Allah sever, diğerini sevmez. Allah'ın sevdiği
kıskançlık, şüphe ve kötülük alâmetleri bulunan hususlardaki kıskançlıktır.
Allah'ın sevmediği kıskançlık da, şüphe ve kötülük alâmetleri olmayan yerdeki
kıskançlıktır."[86]
Islâmî ölçülere riâyet
eden namuslu bir eş hakkında duyulan yersiz ve sebepsiz kıskançlık güveni
zedeler, aile huzurunu sarsar; kavga ve gürültülere sebep olur, hayatın tadını
kaçırır. O halde herşeyde olduğu gibi kıskançlıkta da ölçüyü yitirmemek
gerekir.
Aynı durum sadece
erkeğin karısına karşı değil, kadının erkeğine, erkek kardeşin kız kardeşine,
kısacası herkesin yakınlarına karşı duyması gereken bir duygu olarak
düşünülmelidir.
1079.
[2:294, Hadîs No: 1887]
İmran bin Husayn (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, fakir ve çoluk
çocuğu çok olduğu halde insanlara el avuç açmayan kulunu sever.[87]
1080.
[2:295, Hadîs No: 1888]
Ebû Derdâ'dan (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allah, aşırı
şefkatinden ve Allah korkusundan mahzun olan her kalbi sever.[88]
1081 -
[2:297, Hadîs No: 1895]
Numan bin Beşir
rivayet ediyor:
Allah, öpmeye
varıncaya kadar çocuklarınız arasında âdil davranmanızı sever.[89]
1082-
[2:297, Hadîs No: 1896]
Câbir'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, temizliğe
dikkat ederek ibâdete düşkün olan kimseyi sever.[90]
1083.
[2:297, Hadîs No: 1897]
Zeyd bin Sabit (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah Kur'ân'ın indiği
şekliyle okunmasını sever.[91]
1084.
[2:298, Hadîs No: 1900]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allahu Taâla Kıyamet
günü "Lâ ilahe illallah" sözleri sebebiyle müezzinleri insanlar
içerisinde Allah'ın rahmetine en fazla uzanan kimseler olarak haşr edecektir.[92]
1085.
[2:298, Hadîs No: 1901]
Huzeyfe (r.a.) Resûl-ü
Ekrem Efendimizin (a.s.mj şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah, şefkatli bir
çobanın koyunlarını tehlikeli yerlerden uzaklaştırdığı gibi, kulunu himaye
eder.[93]
Allah'ın bir ismi
Rahîm, bir ismi de Rahman'dır. Bu isimleri ve daha başka birçok isimleriyle
kullarına sonsuz rahmetiyle muamele etmekte, onlara nzık ve nimetler ikram
etmekte, çeşit çeşit belâ ve felaketlerden kurtarmaktadır. Aslında Onun rahmeti
olmazsa bir an için olsun hayatta kalamayız. Neye sahipsek Onun sayesinde
sahibiz. Herşey bize Onun emaneti.
Eğer Onun koruması
olmasaydı, belâ ve felaketler sel gibi başımıza yağardı. Onun rahmeti
sayesinde ozon tabakası bir kuşak gibi atmosferimizi sarmakta, bizi saniyede
yağmur gibi binlercesi gelmekte olan göktaşlarından korumaktadır. Eğer
yağmurlar devamlı yağsaydı, dolular inseydi, kasırgalar, tayfunlar gelseydi ne
yapabilirdik? Güneş, ışınlarının milyonda birini değil de biraz daha fazlasını
gönderseydi yanıp kavrulmaktan kurtulamazdık. Bitki ve hayvanlann çoğalmasına
bir sınır konulmasaydırdünyamızın dengesini altüst ederlerdi.
Daha bildiğimiz ve
bilmediğimiz, hayatımızı tehdit edici öylesine musibetler vardır ki, biz
bunları çoğu zaman düşünmeyiz bile. Ancak gözle görülebilen, bilebildiğimiz
musibetlerden Allah'a sığınır, yardımını dileriz. Oysa hayatımızı ve
hayatımızın devamını tamamen muhtaç olduğumuz Rabbimiz, binlercesi birden hücum
eden sayısız musibetlere karşı korumasaydı, bir an için olsun yaşayabilmemiz
mümkün olmazdı.
Rabbimiz bazan,
çobanın sürüsüne bir îkaz taşını atıp koyunlannı tehlikelerden sakındırdığı
gibi, isyanlara, günahlara girmeyelim diye ufak yollu musibet taşı da atmakta,
sakındırmaya çalışmakta, âdeta "Dikkat et, böyle devam edersen
mahvolursun" buyurmaktadır. Bu da bir himayedir, manevî hayatımızın
mahvını önlemektedir. Hata yapan aklı başında olan bir kul, bunu bir îkaz olarak
değerlendirir ve hemen hatadan vazgeçer. Bu konuda MesnevM Nuriye'de şöyle
denilir:
"Merayı [otlağı]
tecavüz eden koyun sürüsünü çevirmek için çobanın attığı taşlara musab [hedef]
olan bir koyun, lisan-ı haliyle, 'Biz çobanın emri altındayız. O bizden daha
ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur; dönelim' diye kendisi
döner, sürü de\ döner."
Bu satırlardan sonra
da şunlara yer verilir:
"Ey nefisi Sen o
koyundan fajzla âsî ve dâli değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına
maruz kaldığın zaman 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciün'[94] söyle
ve mercî-i hakikiye dön, îmana gel, mükedder [kederlenme] olma. O seni senden
daha ziyade düşünür."[95]
Allah'ın kulunu
himayesi illâ musibetle îkaz şeklinde olacak demek değildir. Cenab-ı Hak rahmeti
gereği kullarını musibetlere dahi gerek kalmadan verdiği şuur ve tedbirle
muhafaza eder. Kul girebileceği kötülüğün nelere mal olacağını düşünerek
kendini tehlikeli pozisyonlara sokmaktan çekinir. Sonra etrafında tehlikelerle
boğuşmakta olan insanları görmesi de onu o kötülüklerden çekip almaya yeter.
Günah içindeki peşin ceza ve ızdırap onu o tehlikeli atmosfere girmekten
alıkoyarken, iyilikler içerisinde lezzetler de onu iyiliklere yöneltmekle böyle
tehlikelere düşmekten korumaktadır.
1086. [2:299,
Hadîs No: 1902]
Ebû Hüreyre'den (r.a,)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allah, uzun Kıyamet
Gününü dilediği kulları için bir farz namazı vakti kadar hafifletir..[96]
1087.
[2:299, Hadîs No: 1903]
Ukbe bin Âmir rivayet
ediyor:
Allah bir ok sebebiyle
üç kişiyi Cennete koyar: Onu yaparken sevabını Allah'tan bekleyen sanatkârı,
onu atan okçuyu ve okçuya onu atması için veren kimseyi.[97]
1088.
[2:399, Hadîs No: 1904]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, bir lokma
ekmek, bir avuç hurma ve bunlara benzer fakirlerin faydalandığı şeyler
sebebiyle üç kişiyi Cennetine koyar: Bunun verilmesini emreden aile reisini, o
evin işini düzgün yürüten evin hanımını ve onu fakirin eline veren hizmetçiyi.[98]
1089.
[2:300, Hadîs No: 1905]
Câbir bin Abdullah
(r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah, bir tek hac
sebebiyle üç grup insanı Cennete koyar: Yerine haccedilen ölüyü, bedel olarak
hacca gideni ve bunun gerçekleşmesine sebep olanı. [99]
1090.
[2:301, Hadîs No: 1907]
Ibni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, Kıyamet Günü
mü'min kulunu kendisine yaklaştırır. Rahmet perdesini üzerine gerer ve onu
insanlardan gizleyip günahlarını kendisine itiraf ettirerek şöyle buyurur:
"Filan günahını biliyor musun? Filan günahını da biliyor musun?"
Kul, "Evet, yâ Rabbi" der. Öyle ki, bütün günahlarını kendisine
itiraf ettirir. O kişi içinden helak olduğunu düşünür. Bunun üzerine Allah
şöyle buyurur: "Ben bunları dünyada iken senin için örttüm. Bu gün de
onları affedeceğim." Sonra amel defterini sağ tarafından kendisine verir.
Kâfir ve münafığa gelince, şahitler onlar için şöyle seslenirler: "İşte
bunlar, Rablerine iftira edenlerdir. Dikkat edin. Allah'ın laneti zâlimlerin
üzerinedir."[100]
1091.
[2:301, Hadîs No: 1908]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, sizin üç
şeyinizden hoşlanır, üç şeyinizden de nefret eder. Hoşlandığı şeyler: Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmadan Ona ibâdet etmeniz. Allah'ın ipine sımsıkı
sarılmanız ye ayrılığa düşmemeniz, Allah'ın idarenizi eline verdiği kimselerin
hayır ve iyiliğini dilemeniz.
Sevmediği şeyler ise
şunlardır: Dedi kodu etmeniz, yerli yersiz çok suâl sormanız ve faydasız yere
malınızı zayi etmeniz.[101]
1092.
[2:302, Hadîs No: 1909]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Allah bu Kur'ân
sebebiyle bâzı insanları yükseltir, bazılarını da alçaltır.[102]
1093.
[2:302, Hadîs No: 1910]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor: i tır.[103]
1094.
[2:302, Hadîs No: 1911]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:[104]
1095.
[2:303, Hadîs No: 1913]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah, Ramazan ve
Kurban Bayramı günlerinde yeryüzünde rah-metiyle tecellî eder. Öyîe ise namaz
ve ziyaret için evlerden dışarıya çıkın ki, rahmet size dokunsun.[105]
1096.
[2:304, Hadîs No: 1916]
îyad bin Ganem'den
rivayetle:
Allah, dünyada
insanlara işkence edenlere Kıyamet Günü azab eder.[106]
1097.
[2:304, Hadîs No: 1917]
Enes (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah, niyeti âhiret
olana dünyayı verir, ama niyeti dünya olana âhireti vermez.[107]
1098. [2:306,
Hadîs No: 1920]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah sadakayı kabul
eder, onu güzel bir şekilde muhafaza ederek sizden birinizin bir tayı [at
yavrusu] büyüttüğü gibi büyütür. Öyle ki, bir lokma Uhud Dağı kadar büyür.[108]
1099,
[2:306, Hadîs No: 1921]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, can boğaza
gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder.[109]
1100.
[2:307, Hadîs No: 1922]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Allahu Taâla Cehennem
ehlinden azabı en hafif olanına şöyle der: "Eğer yer yüzündeki herşey
senin olsaydı bu halden kurtulmak için verir miydin?" der. O, "Evet,
verirdim" der. Allah, "Sen daha Âdem'in sulbünde iken bundan daha
kolayını, Bana hiçbir şeyi ortak koşmamanı senden istedim, sen ise Bana ortak
koşmakta direttin."[110]
1101.
[2:307, Hadîs No: 1923]
Ebû Saîd (r.a.)
rivayet ediyor:
Allahu Taâla şöyle
buyurur: "Oruç Benimdir, mükafatını verecek olan da Benim. Oruçlu için iki
sevinç vardır: İftar ettiğinde sevinir, Allah'ın huzuruna gidip Allah
mükâfatlandırdığında sevinir. Mu-hammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha
hoştur[111].
1102.
[2:308, Hadîs No: 1924]
EbûHüreyreden
rivayetle:
Allah Teâlâ şöyle
buyuruyor:
"Birisi diğerine
hıyanet etmediği müddetçe Ben iki ortaktan üçün-cüsüyüm. Hıyanet yaptığında
aralarından çekilirim.[112]
1103.
[2:308, Hadîs No: 1925]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Ey Âdemoğlu! Bana
ibâdet etmek için seni meşgul eden şeyleri bırak ki, gönlünü zenginlikle
doldurayım. İhtiyaçlarını da gidereyim. Böyle yapmazsan elini meşgalelerle
doldururum, ihtiyacını da gidermem.[113]
1104.
[2:309, Hadîs No: 1926]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Kulumun dünyada iken
iki sevgili uzvunu [göz nurlarını] alırsam onun Benim yanımdaki mükâfatı ancak
Cennettir.[114]
1105.
[2:309, Hadîs No: 1927]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor: Allah Kıyamet günü şöyle buyurur:
"Nerede Benim
rızam için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bu günde
onları gölgelendireceğim."[115]
1106.
[2:309, Hadîs No: 1928]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kulum, Beni anıp
zikrimle dudakları kıpırdandıkça Ben onunla beraberim.[116]
1107.
[2:309, Hadîs No: 1929]
Ammare bin Za'kere
rivayet ediyor:
Benim gerçek kulum
savaşta rakibiyle karşılaştığında Beni zikredendir.[117]
1108.
[2:311, Hadîs No: 1932]
Ebû Saîd (r.a.)
rivayet ediyor: Allah Cennet ehline şöyle buyurur:
"Ey Cennet
Ehli," Onlar, "Buyur yâ Rabbi, emrine amadeyiz. Bütün hayırlar Senin
elindedir." Cenâb-ı Hak buyurur: "Razı oldunuz
mu?" Onlar,
"Nasıl razı olmayalım? Sen bize hiçbir mahlûkuna vermediğin şeyleri
verdin." Allah buyurur: "Bundan üstününü de vereyim mi?" Onlar,
"Ey Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir ki?" derler. Allah,
"Rızâmı üzerinize yağdırıyorum. Bundan sonra ebediy-yen gazap
etmeyeceğim."[118]
1109.
[2:312, Hadîs No: 1933]
Vasile bin Eskâ'dan
(r.a.) rivayetle: Allahu Teâla şöyle buyuruyor:
"Ben kulumun
Benim hakkımdaki zanni yanındayım. Benim hakkımdaki düşüncesi iyi ise iyi
muamele ederim, kötü ise kötü muamele ederim.[119]
1110.
[2:312, Hadîs No: 1934]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Kıyamet günü Allah
şöyle buyurur:
"Ey Âdemoğlu, Ben
hastalandım, Beni ziyarete gelmedin." Kul, "Ya Rabbi, Sen âlemlerin
Rabbi olduğun halde Seni nasıl ziyaret edebilirdim?" der. Allah,
"Filan kulumun hastalandığını ve senin de onun ziyaretine gitmediğini
bilmiyor musun? Onu ziyaret ettiğinde Beni orada bulacağını bilmiyor muydun? Ey
Ademoğlu, senden yiyecek birşey istedim, sen Bana yedirmedin" der. Kul,
"Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde Sana nasıl yemek yed irebilirdim?"
der. Allah, "Falan kulumun senden yiyecek birşey isteyip sen de ona
vermediğini bilmiyor musun? Ona verdisinde Benim katımda karşılığını bulacağını
bilmiyor muydun? Ey Ademoğlu, senden su istedim, bana su vermedin" der.
Kul, "Yâ Rabbi, Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde sana nasıl su
verebilirdim?" der. Allah, "Falan kulum senden kendisine su vermeni
istemişti; sen ise vermedin. Ona su verseydin Benim katımda mükâfatımı
bulacağını bilmiyor muydun?"[120]
1111.
[2:313, Hadîs No: 1935]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Allah buyuruyor:
"Şüphesiz Ben yer ehline azap vermek istediğimde, evlerim olan mescidleri
maddî manevî imar edenlere, benim rızam için birbirini sevenlere ve seherlerde
günahları için mağfiret dileyenlere bakıyor ve azabımı çeviriyorum."[121]
1112.
[2:314, Hadîs No: 1936]
îbni Habib rivayet
ediyor: Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Ben hikmetli söz
söyleyenin her sözüne bakmam. Ancak onun niyet ve isteğine bakarım. Niyeti ve
gayesi Allah'ın sevdiği ve razı olduğu şeyler ise bunu ifâde etmese bile onun
susmasını Allah'a hamd ve kendisi için heybet kılarım."[122]
1113.
[2:315, Hadîs No: 1905]
Ebû Musa'dan (r.a.)
rivayetle:
Allahu Taâlâ, hasta
tuttuğu sürece hastaya sağlığında devam etmekte olduğu amelinin karşılığından
daha fazlasını verir. Yolcuya da evinde iken işlediği amelinin karşılığından
daha fazlasını verir.
1114.
[2:315, Hadîs No: 1940]
Avfbin Mâlik (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, tedbir almakta
âciz davranmayı kınar. Sen tedbire riâyet et. Buna rağmen bir işe gücün
yetmezse şöyle de: "Hasbiyallahü ve ni'me'l-vekîl [Allah bana yeter. O ne
güzel vekildir]."[123]
1115.
[2:316, Hadîs No: 1941]
Ebû Saîd'den (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz Allah gecenin
son üçte biri kalıncaya kadar bekler; Sonra rahmetiyle dünya semâsına inerek
şöyle seslenir: "Günahının bağışlanmasını isteyen yok mu? Tevbe eden yok
mu? Birşey dileyen yok mu? Duâ eden yok mu?" Bu durum sabah oluncaya kadar
devam eder.[124]
1116.
[2:316, Hadîs No: 1942]
Aişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Allahu Taâlâ Şaban
ayının on beşinci gecesinde [Berat Gecesi] rahmetiyle dünya semâsına iner ve
Benîkelb kabîlesinin koyunlarının kılları adedinden fazla sayıda kimseleri
affeder.[125]
1117.
[2:317, Hadîs No: 1943]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Allahu Taâlâ şu
Mescid-i Haramdakilere hergün ve hergece yüz yirmi rahmet indirir. Altmışı
Kabe'yi tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi de Kabe'yi
seyredenleredir.[126]
1118.
[2:318, Hadîs No: 1944]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah aile fertlerinin
geçim yükü ölçüşünce yardım, belâ ölçüşünce sabır verir.[127]
Bir atasözümüz vardır:
"Allah, dağına göre kış verir" diye. Allah hiçbir kimseye altından
kalkamayacağı, dayanamayacağı yükü yüklemez. Her canlının rızkını daha
doğmadan vermeye başlayan Rabbimiz, yaşadığı sürece de herkesin rızkını
gönderecektir. Onun içindir ki hiçbir aile reisi "Çoluk çocuğum çok,
geçin-diremiyorum" diye endişe etmemelidir. Biraz gayret göstermesi
yeterlidir. Nice çok çocuklu aileler vardır ki, Cenab-ı Hak, onlara ummadıkları
yerden rızıkları-nı göndermektedir.
Belâ meselesine
gelince; Allah hiçbir kula taşıyamayacağı yükü yüklemez, dayanamayacağı belâyı
vermez. Belâ vermişse ona dayanabilme gücünü de ihsan eder. Onun için bir
musibet karşısında bağırıp çağırmamalı, sabır ve sükûnetle karşılaman,
Allah'tan yardım dilemeli, sabır gücünü dağ itmam alı dır. Çünkü sabır gücü
insanın hayatı boyunca başına gelebilecek bütün musibetlere karşı
dayanabilecek güçtedir. Hele geçmişe ve geleceğe dağıtılmazsa bulunduğu âna
fazlasıyla yeter. Bediüzzaman, Lem'alar isimli eserinde, müthiş bir hastalığa
yakalanan Erzurum'lu bir dostunun, 'Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup
yatamadım" diye acı bir şikayette bulunması üzerine sabır tavsiye etmiş ve
sabrı bulunduğu âna teksif etmesini istemişti. Konuşmalar şöyle:
"Kardeşim, geçmiş
sıkıntılı yüz günün şimdi sürûrlu [sevinçli] yüz gün hükmündedir. Onları
düşünüp şekva etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise madem daha
gelmemişler, Rabbin olan Rahmânürrahimînin rahmetine itimad edip, dövülmeden
ağlama, hiçten korkma, ademe [yokluğa] vücut rengi verme, Bu saati düşün.
Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfî gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki,
sol cenah [kanat] düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip [katılıp] ona
taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha
gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf
bırakıp, düşman ednâ [çok az] bir kuvvet ile merkezi harap eder." Dedim:
"Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et.
Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi, fânî ve kısa ömrünü uzun ve bakî
bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir şükret,'1 O da
tamamıyla bir ferah alarak, "Elhamdülillah," dedi, "hastalığım
ondan bire indi."[128]
O halde belâ ve
musibetler ne kadar ağır olursa olsun Rabbimizin, bize ona dayanabilecek güç ve
kuvvet verdiğini de düşünüp sabretmelidir.
1119.
[2:319, Hadîs No: 1947]
Mikdam bin Ma'dikerb
rivayet ediyor:
Allah, kadınlarınız
hakkında hayır tavsiye eder. Çünkü onlar anneleriniz, kızlarınız ve teyzeleri
nizdir.[129]
1120.
[2:321, Hadîs No: 1950]
Sevban (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Yer, günde yetmiş defa
seslenir: "Ey Âdemoğlu, dilediğinizi dilediğiniz kadar yiyin. Allah'a
yemin ederim ki, ben de sizin etlerinizi ve derilerinizi yiyeceğim.[130]
1121.
[2:321, Hadîs No: 1951]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
İslâm garib olarak
başladı, yine garip hale gelecektir. O gariplere müjdeler olsun.[131]
Bâzıları bu hadisde
göçen "seyeûd" fiilini "seyesîr" mânâsında anlayarak ve
neticenin kötü olacağı hükmüne varmışlardır. Buradan da İslâmın neticesinin iyi
olmayacağı kanaatına varıiarak ümitsizliğe düşülmüştür. Oysa bu yanlı anlayıştır.
Çünkü "yeûd"fiilinde "yeniden başlama" mânâsı davardır.
Doğru olan da "yeûd" kelimesine bu mânâyı vermektir. Bu mânâ İslâm
kültürüne uygur> bir mânâdır. Nitekim Peygamberimiz en zor şartlarda dahi
mü'minleri istikbalde yapacakları fetihlerle müjdelemiş, İslâmiyetin yeryüzüne
hâkim olacağını bildirmiştir. Dolayısıyla ümmetini ümitsizliğe düşürmek
Peygamberimizin yapmayacağı bir şeydir.
Âlimler, bu hadisin
neticenin kötü olacağını söyleyerek korkutmak değil, müjdelemek mânâsına
geldiğini söylerler. Meselâ bunlardan Elmalılı Hamdi Yazır, Nemi Sûresinin 93.
âyetinin tefsirinde "İslâmiyetin istikbâli gece değil, gündüzdür; sönük
değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar
uyandırmak içindir" dedikten sonra yukarıdaki hadis-i şerifi zikretmekte
ve özet olarak şöyle demektedir:
Birçok kimseler bu
hadisi hep mü'minleri korkutmak için söylemişler, onları ümitsizliğe ve
bedbinliğe sokmuşlardır. Bu hadis, İslâm garip olarak zuhur etti, ileride garip
olarak zuhur edecek" manasınadır. Hadiste geçen "fetûbâ (ne mutlu)"
kelimesi,, geleceğin karanlık olacağını söyleyerek korkutmak için değil, müjde
içindir. Çünkü hadisde geçen "garipler" İslâmı ilk yayan bahtiyar
kimseler gibidir.[132]
İslâmı ilk yayan
bahtiyar kimselere niçin "garip" deniliyordu?
Şirkin, putperestliğin
ve her türlü ahlâksızlığın yaygın olduğu Cahiliyye devrinde Peygamberimizin
Allah'ın birliği inancıyla ortaya çıkıp müşriklerin inandıkları sayısız
ilâhlar yerine tek Allah inancını savunması "bir" e indirmesi onlar
tarafından "garip" karşılanmıştı.
Müşrikler
Peygamberimize îman eden kimselerin işkenceyi, hattâ ölümü dahi göze alarak
sarsılmaz bir îmanla ona bağlanmalırını da "garip" karşılamışlardı. O
insanların Allah ve Resulü uğrunda, mallarını, mülklerini, ailelerini bırakarak
Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmeleri de "garip" di. Kısacası
müşriklere göre İslâmiyet de, Müslümanlar da "garip"di. Bu insanlar
müşriklerin nazarında gariptiler, fakat Allah'ın nazarında bahtiyardılar.
Rabbimiz bunu bir âyet-i kerimede şöyle bildirir:
"O Peygambere
îman eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yardımda bulunan ve onunla
indirilmiş olan nura [Kur'ân'a] uyanlar, kurtuluşa erenlerin tâ
kendisidir."[133]
İşte Peygamberimiz bu
hadislerinde Allah'ın bildirmesiyle asırlar sonrasını görmüş, İslâmiyetin ve
Müslümanların İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi "garip"
karşılanacaklarını, îmanları uğrunda sıkıntı çekeceklerini bildirmiştir.
"Ne mutlu o gariplere!" buyurarak da bu "garipliğe" razı
olanları, Allah ve Resulü uğrunda sıkıntı çekenleri müjdelemiştir.
Nitekim tarihin pekçok
devirlerinde mü'minler "garip" karşılanmışlar, sıkıntı çekmişler,
zindanlara atılmışlardır. Ülkemizde de Cumhuriyet devrinden sonra Allah'a îman
eden, Ona ibâdet eden ve bu noktada taviz vermeyen mü'minler "garip"
karşılanmış, eziyete tâbi tutulmuş, öldürülmüş, zindanlara atılmış, devlet
kademelerinden uzak tutulmuşlar ve mesleklerinden olmuşlardır. Yirminci yüzyılın
son çeyreğinde dahi insanlar İslâmiyet! savundukları için hapsedilmekte, başını
örttükleri için okuldan atılmaktadırlar. Peygamberimiz bu hadisleriyle İslâmiyet
uğrunda çile çekenleri bir yönüyle Sahabîlere benzetmekte, sabretmelerini
isteyerek "Ne mutlu o gariplere!" ifadesiyle istikbalin böylelerinin
olduğunu müjdelemektedir.
Asrımızın en büyük
"gariplerinden birisi de, en zor şartlar dahi İslâmiyetin geleceğinin
parlak olduğunu, istikbalde İslâmiyetin hükmedeceğini müjdeleyen Bediüzzaman'dır.
Bediüzzaman Said Nursî, Allah, Peygamber ve Kur'ân dediği için memleketinden,
talebelerinden koparılmış, çeşitli yerlere sürgüne gönderilmiş, zindanlara
atılmış, defalarca zehirlenmiştir. Fakat bu hadisi düşünerek Al-fah'a
şükretmiştir. Garipliğini ve bu hadisin kendisine nasıl tesellî verdiğini yer
yer atlayarak nakletmek istiyoruz:
"Sizleri ziyâde
müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyâde elîm kısmını tayyedip
[atlayıp] bir kısmını sizlere hikâye edeceğim....
"İhtiyarlık
sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akari-bimden
yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et
eden hazin bir gurbeti hissettim (...) Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha
açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan te-vellüd
eden firkatli bir gurbeti hissettim....
"Birden
fesübhânaflah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm.,..
Birden nûr-u iman,
feyz-i Kur'ân, lütf-u Rahman imdada yetiştiler. O beş ka-ranlıklı gurbetleri,
beş nûrânî ünsiyet dairesine çevirdiler. Lisânım: "Vekil olarak Allah
yeter. O ne güzel vekildir' söyledi. Kalbim, 'Allah bana yeter. Ondan başka
ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de
Odur" âyetini[134]
okudu.
"Meşhur Hikem-i
Atâiyyenin şu fıkrası: "Cenâb-ı Hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu
kaybeden, neyi kazanır?" Yâni: "Onu bulan herşeyi bulur. Onu bulmayan
hiçbir şeyi bulmaz, bulsa da başına belâ bulur." Ne derece âlî bir hakikat
olduğunu gördüm ve Tûbâ li'l-ğurabâ [Ne mutlu o gariplere]!' hadisinin sırrını
anladım, şükrettim."[135]
1122.
[2:322, Hadîs No: 1953]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle:
İslâm temizdir,
öyleyse siz de temizleniniz. Şüphesiz Cennete ancak temiz olanlar girer.[136]
1123.
[2:323, Hadîs No: 1954]
Usâme bin Zeyd (r.a.)
Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ameller Pazartesi ve
Perşembe günleri Allah'a arz edilir. Ben amelimin oruçlu iken arzedilmesini
isterim.[137]
1124.
[2:323, Hadîs No: 1956]
Ebû Ümâme'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
îdâreci insanlarda
şüpheli şeyler ararsa onları fesada götürür.[138]
1125.
[2:323, Hadîs No: 1957]
Abdullah bin Amr
(r..a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Birinizin elbisesi
eskidiği gibi göğsündeki îmanı da eskir. Öyle ise Allah'tan kalbinizdeki îmanı
tazelemesini dileyiniz.[139]
îman etmek önemlidir.
Kâinat çapında bir ehemmiyete sahiptir. İnsanın en önemli meselesidir. Fakat en
az onun kadar önemli olan ise o îmanı son âna kadar muhafaza edebilmektir.
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) birgün, "îmanınızı yenileyiniz" buyurdu.
"Nasıl yenileyelim, ya Resûlallah?" diye sorduklarında "Lâ ilahe
illallah' kelime-itevhidiyle"[140]
buyurdular.
Niçin îmanı
yenilememiz gerekmektedir?
İnsanın maddî dünyası
değiştiği gibi manevî dünyası da daima inkıiâblara maruz kalır. Manevî
dünyamızın merkezi hükmünde olan kalb hergün hergün değişik şekillere girmekte,
bir kararda durmamaktadır. Bir hadislerinde Peygamberimiz (as.m), "Kalb,
bir insanın başına asılan ve rüzgarın her ân alt üst ettiği bir kuş tüyüne
benzer"[141] buyurmuşlardır.
Evet, kalbimiz daima
manevî tahribata hedef olmaktadır: Günahlar dört bir yandan hücum etmekte,
şüphe ve tereddütler sarsmakta, ağzımızdan bilerek veya bilmeyerek isyan ve
küfür kokan kelimeler çıkmaktadır.
İşte hergün hergün
yıpranan, yara alan, zaman zaman kararan iç dünyamız, ancak îmanla tamir ve
tedavî edilebilir. Kararan dünyamızı aydınlatan îmandır. Beden temiz hava ve
sağlıklı gıdalarla beslendiği gibi ruh ve kalb de îmanı takviye edici manevî
gıdalara muhtaçtır. Şu satırlarda bu hakikat ne güzel anatılır:
"İnsanda madem
nefis, hevâ ve vehim ve şeytan hükmediyorlar. Çok vakit îmanını rencide etmek
için gafletinden istifade ederek çok hileler ederler, hile ve vesveselerle îman
nurunu kaplarlar. Hem zahirî şeriata muhalif düşen [dînîn zahirine ters düşen]
hatta bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimât ve harekât
[söz ve davranışlar] eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün
tecdid-i îmana [îman yenilemeye] bir ihtiyaç vardır."[142]
İşte bu ve buna benzer
sebepler münasebetiyledir ki kelime-i tevhid ve keli-me-i şehadeti sık sık
tekrarlamak, böylece îmanları yenilemek, bu konuda Allah'tan yardım dilemek
gerekir.
1126.
[2:324, Hadîs No: 1959]
îbni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz bereket
yemeğin ortasına iner. Dolayısıyla yemeğin etrafından yeyin, ortasından
yemeyin.[143]
1127.
[2:325, Hadîs No: 1961]
Sabit bin Ebî
Hümeysote'den rivayetle:
Yıldızlar yer ehline
ışık verdiği gibi, içinde Allah'ın anıldığı evler de gök ehline öylece ışık
verirler.[144]
1128.
[2:325, Hadîs No: 1963]
îbni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
îman ve haya beraber
bulunurlar. Birisi alındığında diğeri de peşinden gider.[145]
1129.
[2:326, Hadîs No: 1965]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Kimde iyi bir huy
bulunursa, Allah o iyi huy vesilesiyle onun bütün amellerini düzeltir. Kişinin
namaz için temizlenmesi sebebiyle Allah günahlarını örter. Namazı fazladan
kendisine kalır.[146]
1130.
[2:326, Hadîs No: 1966]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Hayrın yolunu gösteren
kimse, o hayrı işleyen gibidir.[147]
1131.
[2:327, Hadîs No: 1968]
Temim ed-Dârî'den
(r.a.) rivayetle:
Din, Allah için,
kitabı için, Resulü için, Müslümanların lideri için ve halk için hayır ve
iyilik dilemekten ibarettir.[148]
Allah için nasihattan
maksat, ona îman etmek, emirlerini tutup yasaklarından kaçınmaktır. İnsanları
buna davet etmek de nasihat cümlesindendir. Kâinatın Sultanını tanımanın
verdiği nur ve sürurla insanlar mutlu bir hayata kavuşmuş olacaklardır.
Kitap için nasihat
denilince Kur'ân'a ve diğer ilahî kitapların Allah'tan gönderildiğine bütün
gönlümüzce inanmak, Rabbimizin bize olan hitaplarını, emir ve yasaklarını
öğrenmek ve hayat veren bu prensipleri yaşamak ve insanları bu gerçeklere davet
etmektir.
Peygamber için nasihat
denilince onun seçkin hayatını iyice öğrenmek, güzel ahlâkını ve sünnetini
rehber edinmek, uygulamak ve insanları buna davet etmek anlaşılmalıdır.
İdareciler için
nasihat idarecilerin Allah ve Resulüne itaat etmeleri, isyana girmemeleri ve
onları bu önemli hususa davet düşünülmelidir.
Dinin bütün
Müslümanlar için nasihat olması ise onları hem dünya, hem de âhirette huzur ve
saadete sevk edecek İslâmın esas ve meselelerini anlatmak, ona yöneltmektir.
Kısacası din
idarecisinden idare edilenine kadar herkes için bir nasihattan ibarettir.
Görülüyor ki bütün bu nasihat şekillerinde insanların iyiliğini isteme, dünya
ve âhirette saadete kavuşmalan için gayret gösterme söz konusudur. Mutlulukları
paylaşma açısından bunun büyük önemi vardır.
1132-
[2:329, Hadîs No: 1969]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Din kolaylıktır. Bir
kimse onu ince eleyip sık dokursa din ona mutlaka galip gelir. Öyle ise ifrat
ve tefritten sakının, orta yolu tutun. Gücünüzün yettiği kadar yapın. Müjdeye
kavuşun. Nafile ibâdet için sabah, akşam ve biraz da gece vaktinden istifade
ediniz.[149]
1133-
[2:331, Hadîs No: 1972]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kişi uzun zaman Cennet
ehlinin amelini işler, sonra ameli Cehennemliklerin işi ile noktalanır. Başka
bir kişi de uzun zaman Cehennem ehlinin amelini işler, sonra ameli Cennet
ehlinin işiyle noktalanır.[150]
1134-
[2:332, Hadîs No: 1974]
Enes (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Sofraya oturduğunda
"Bismillah," sofradan kaltığmda da "Elhamdülillah" diyen
kişinin Önünden sofra henüz kalkmadan günahları bağışlanır.[151]
1135-
[2:333, Hadîs No: 1976]
Sevban'dan rivayetle:
Kişi Cennet
meyvelerinden birini kopardığında yerine başkası gelir. [152]
1136.
[2:333, Hadîs No: 1977]
Ebû Saîd (r.a.)
rivayet ediyor;
Erkek hanımına, hanım
da beyine sevgiyle baktıklarında Cenâb-ı Hak da onlara rahmet nazarıyla bakar.
Şayet erkek hanımının ellerini ellerine alırsa, her ikisinin de günahları
parmaklarının arasından dökülür.[153]
Karı kocanın
birbirlerine sevgiyle bakmaları halinde Cenâb-ı Hakkın onlara rahmet etmesi,
günahlarım bağışlaması, sevginin Allah hesabına olmasıyla mümkündür. Allah'ı
hiç hatıra getirmeden, sırf nefis ve nefsin arzulan hesabına, karı kocanın
birbirlerini sevmeleri, hadisin şümulüne girmez. Yani şehvet düşüncesiyle
birbirlerini seven karı kocanın birbirlerinin ellerini tutmalarıyla günahları
dökülmez.
Sevginin Allah rızâsı
için olmasının ölçüsü, kan kocanın birbirlerini yüz güzelliklerinden ziyâde,
ahlâk güzelliği sebebiyle sevmeleridir. Hem böyle bir sevgi, gittikçe daha da
kuvvetlenir. Böylece mes'ûd bir hayat yaşanır. Yoksa sevgi nefsânî olup sırf
maddî güzelliğe verilirse çabuk bozulur. Çünkü maddî güzellik bozulmaya,
kaybolmaya mahkûmdur.
1137.
[2:335, Hadîs No: 1980]
lbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle;
Kişi, kendisiyle
istişare edenin hayrına olan şeyi dilediği sürece görüşü doğru kalmaya devam
eder. Onu aldattığı anda ise Allah onun isabetli görüşünü alır.[154]
1138.
[2:335, Hadîs No: 1982]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir erkek veya kadın
altmış sene boyunca Allah'a itaatte bulunur, Sonra da ölüm ânında yaptıkları
vasiyette bazılarına zarar verirler de Cehennem ateşini hak ederler.[155]
Vasiyet, bir malı veya
her hangi bir menfaati, ölümünden sonra geçerli olmak üzere başkasına vermek
mânâsına gelir. Vasiyetin vacip ve müstehap gibi çeşitleri vardır.
Hadiste kişinin altmış
sene boyunca Allah'a itaatte bulunduktan sonra ölüm ânında yaptıkları vasiyetle
Cehennem ateşini hak edecekleri bildirilmektedir. Yani böyle bir kimse,
Cehennem azabını hak edecek kötü bir amel işlemiş olur. İyilik yapalım derken
cahilliklerinden veya hakkı gözetmediklerinden elleriyle kendilerini tehlikeye
atmış oludur. Vasiyet esnasında yapılabilecek haksızlıklara şu iki hususu
misâl olarak verebiliriz.
Kişinin malının üçte
birinden fazlasını vasiyet etmesi doğru değildir. Nitekim Peygamberimiz
(a.s.m.) malının tamamını vasiyet etmek isteyen Sa'd bin Ebî Vakkas'ın (r.a.)
teklifini kabul etmemiştir. Sa'dın mîrasçılan olduğundan ancak malının üçte
birini vasiyet etmesine razı oldu. Kalan kısmı mîrasçılara bırakmasını istedi.[156]
Peygamberimiz bir
diğer hadislerinde de mirasçılarını nazara almayarak fazla miktarda vasiyet edilmesini
yasakladı[157]
Miras bırakanın
yapacağı bir diğer haksızlık, malının bir kısmını veya kıymetli bir bölümünü
çocuklarından birisinin alması için vasiyette bulunması, ço-cuklan arasında
adaletli davranmamasıdır. Mirasçıyı hakkı olan mirastan mahrum bırakıcı
vasiyetler doğru olmadığı gibi, mirasçıya mirastan hak ettiği mala ilaveten
malın bir bölümünü vasiyet etmek de, insanın ebedî hayatını tehdit eder.
Peygamberimiz bir hadislerinde mirasçıya vasiyet edilmeyeceğini bildirmekte ve
şöyle buyurmaktadır:
"Cenâb-ı hak, her
mirasçıya mirastan olan nasibini tayin etti. Artık hiçbir mirasçıya vasiyet
etmek caiz değildir."[158]
Bununla beraber, bir
kimse vârislerden birine fazla birşey verilmesini bir maslahata binâen uygun
görürse, diğer vârisler de kabul edip razı olurlarsa, bunu sağlığında iken
yapabilir. Kişi sağlığında iken malından tasarruf etme hakkına sahip
olduğundan, vermek istediği şeyi sağlığında iken teslim edebilir. Fakat bunda
da adaleti gözetmeli, diğer mirasçıların haklarını da düşünmelidir.
1139.
[2:336, Hadîs No: 1983]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Kişi hiçbir sakınca
görmediği öyle bir kelime söyler ki, bu söz yüzünden yetmiş sene Cehennemin
dibine düşer.[159]
1140.
[2:336, Hadîs No: 1984]
Ebû Saîd el-Hudrî'den
(r.a.) rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kişi insanları
güldürmek için bir mahzuru yokmuş gibi görülen öyle bir söz söyler ki, bu söz
sebebiyle gökten daha yüksek bir mesafeden aşağı düşer.[160]
Öyle zaman olur ki,
bir kelime bir orduyu batırır; bir gülle savaşı başlatır—1. Cihan Savaşında
olduğu gibi—ve sonuçta otuz milyon kimsenin mahvolmasına sebep olur. Bazan bazı
şartlar alttnda yapılan küçük bir hareket insanı âlâ-yı il-liyyîne, yücelerin
yücesine çıkarır. Bazan da küçük bir fiil, insanı esfel-i sâfilîne, aşağıların
aşağısına indirir.[161]
Bu ifâdeler sözün
tesirini anlatır. Hadiste de belirtildiği gibi bazan insan, güldürmek
maksadıyla öyle inkâr ve isyan kokan sözler söyler ki, bu onun manevî dünyasını
yıkar, gökten yuvarlanıyormuşcasına düşürür. Güzel sözler söyleyip manen
yükselebilecekken veya normalde belli bir mertebede iken söyiediği o sözler
sebebiyle aşağılara doğru düşer de farkında olmaz. Veya faydalı ve güze!
sözler söyleyip manen yükselebilecekken, ilerleyebilecekken o fırsatı kaçırmış
oiur.
Bu hadis insanın
sözlerine ne kadar dikkat etmesi gerektiğini gösterir. Şakacıktan da,
güldürmek maksadıyla da olsa yalan, yanlış; dine, îmana ters düşen, hakaret ve
inkâr mânâları taşıyan sözlerden uzak kalınmalıdır.
1141.
[2:336, Hadîs No: 1985]
İbni Ömer (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kişi, memleketinden
uzak bir yerde vefat ettiğinde memleketinden öldüğü yf>re kadar olan mesafe
ölçülür ve Cennetten o kadar yer verilir.[162]
1142.
[2:337, Hadîs No: 1988]
Zeyd bin Erkam'dan
(r.a.) rivayetle:
Cennet ehlinden birtek
kişiye yemede, içmede, arzuda ve cinsî münasebette yüz adamın kuvveti kadar güç
verilir. Onlardan birinin def-i haceti ter olarak derisinden çıkar gider. Bir
de bakar ki karnındaki şişkinlik gitmiştir.[163]
1143. [2:338,
Hadîs No: 1989]
Ebû Ümâme (r.a.)
rivayet ediyor:
Kişi güzel ahlâkı
sayesinde gece ibâdet eden ve kavurucu sıcakta susuzluk çeken oruçlunun
derecesine ulaşır.[164]
1144.
[2:338, Hadîs No: 1990]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
Kıyamet Günü ter
adamın gırtlağına kadar çıkar. Öyle ki, 'Ya Rabbi, Cehenneme göndermek
suretiyle de olsa beni bu halden kurtar" der.[165]
1145.
[2:338, Hadîs No: 1991]
îbni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Kişi bir ihtiyacını
onu karşılayabilecek birinden ister. Allah onun için daha hayırlı olduğundan
bunu kendisine verdirmez. İhtiyacı karşılanmayan kişi, insanları haksız yere
suçlayarak "Bunun verilmemesine kim sebep oldu?" der.[166]
İhtiyaçsız kul olmaz.
Bu ihtiyacını yine kullar vasıtasıyla giderir. Ama bazan müracaat ettiği kimse,
ihtiyacına cevap verir. Bazan da imkânları yerinde olduğu halde vermeyeDilir.
Bunun sebebini hem biz bilmeyebiliriz, hem de vermiş olsaydı verdiği şeyin
hakkımızda hayırlı olup olmadığını bilemezdik. O halde ver-mediğinde,
"Gücü yettiği, imkânları olduğu halde niçin karşılamadı?" diyerek
suçlama yoluna gitmemeli, olgunlukla karşılaman, "Demek ki bunda da bir
hayır varmış, herşeyden önce kader müsaade etmedi. Etseydi onu verebilecek hale
getirirdi. Eğer onun eliyle beni rızıklandırmak isteseydi bunu kimse engelleyemezdi"
diye düşünmelidir. Sebebini bilemediğimiz bir hususta yapılması gereken hüsn-ü
zanla davranıp meseleyi olumlu değerlendirmektir. Böyle yapmayıp da, ya
doğrudan o kişiyi veya başkalarının engel olduğu zehabına kapılıp da,
"Buna kim, niçin engel oldu?" gibi başkalarını suçlamak, araştırmaya
koyulmak, şüpheyle şuna buna bakmak olgun mü'mine yakışmayacak davranışlardır.
En uygunu onun da ihtiyacı olduğunu düşünüp başka çareler aramalıdır.
1146.
[2:339, Hadîs No: 1992]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kişinin Cennette
derecesi yükseltilir, sebebini sorar "Yâ Rabbi, bu lütuf nereden?"
ona şöyle cevap verilir: "Çocuğunun senin için yaptığı istiğfar ve
dualardan."[167]
1147.
[2:340, Hadîs No: 1995]
Vkbe bin Âmir (r.a.)
rivayet ediyor:
Kişi birinin tuttuğu
yoldan ve yaptığı işten hoşlanırsa o da onun gibidir.[168]
1148.
[2:340, Hadîs No: 1996]
Talk bin Habib 'den
rivayetle:
Kişiye namazı kılması
ve vaktini geçirmemesi, ehlinden ve malından daha hayırlıdır.[169]
1149.
[2:340, Hadîs No: 1997]
îbni Ebî Evfâ rivayet
ediyor:
İçinde akrabalarla
irtibatı kesen birinin olduğu bir topluluğa rahmet inmez.[170]
1150.
[2:340, Hadîs No: 1998]
Ebû 'd-Derdâ1dan
(r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kulun rızkı, kendisini
ecelinin aradığından daha fazla arar.[171]
Ecel ölüm vaktidir.
Aİlah, herkesin ölüm vaktini tayin etmiştir. İlm-i İlâhîde kesindir. Ne ileri,
ne geri alınması söz konusu değildir. Bunun gibi rızık da tayin edilmiştir.
Kimse açlıktan ölmez. Allah bitkilerin, hayvanların, ne kadar rızka muhtaç
varlık varsa hepsinin rızkını verir, hiçbirini ihmal etmez. Ağaçlar toprağa
tezgahlarını kurup tevekkülle yerlerinde dururlar. Rızıkları da ayaklarına gelir.
Kimse rızıksız kalmaz.
Çünkü bir âyette, 'Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını
vermek Allah'a ait olmasın"[172]
buyurulmustur. Yalnız Mesnevf-i Nuriye'de belirtildiği gibi rızık ikidir. Biri
hakiki, biri mecazîdir. "Âyette taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır.
Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve
zafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz. Denizin balıklarıyla karanın
patlıcanları buna şahittir. Mecazî olan rızık ise, âyetin taahhüdü attında
değildir. Ancak sa'y ve kisbe [çalışıp kazanmaya bağlıdır.][173]
Yukarıda da
belirtildiği gibi, hakiki rızık garanti altındadır. Ancak bunun ötesinde, yani
mecazî rızkı kazanmak için ise fazladan gayret göstermek gerekir. Bunu elde
edebilmek için gerekli sebeplere sarılmak, iradeyi kullanmak, gayrete geçmek
lâzımdır. Yoksa rızık kendiliğinden ayağımıza gelmez.
Bu hadis bize rızık
konusunda endişeye yer olmadığını göstermektedir. Kimse, "İş bulamam. Aç
kalırsam ne olur halim" gibi bir düşünceye kapılmamalıdır. İnsanın biraz
elini oynatması, erinmeden, telaşlanmadan Allah'a güvenle yola çıkması
yeterlidir. O rızkına, rızkı da ona gelir. Yalnız onu elde edeceğim
düşüncesiyle harama da girilmemelidir.
1151.
[2:341, Hadîs No: 2001]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Şüphesiz rüya tabir
edildiği şekilde çıkar. Bunun misâli şuna benzer: Kişi ayağını kaldırır, ne
zaman yere koyacağını bekler. Biriniz bir rüya gördüğünde onu ancak bir
iyiliğini isteyen samimî dostuna
veya bir âlime
anlatsın.[174]
1152.
[2:342, Hadîs No: 2002]
İbni Mes'ûd'dan
rivayetle:
Kur'ân'dan başka
şeylerle yapılan okuyup üflemeler, nazar boncuğu ve kadının erkeğe sevdirmesi
için sihir yaptırması Allah'a ortak koşmaktır.[175]
Hadiste şifa ve
kimseye zarar vermeme, tedavi etme niyetiyle Kur'ân'dan âyetler okuyup
üflemenin faydalı olacağı belirtilirken, bunun dışında başka şeyler okuyup
üflemenin, nazar boncuğu takmanın ve kadını erkeğe sevdirmek için sihir
yaptırmanın Allah'a ortak koşma olduğu belirtiliyor.
Doktorla tedavisi
mümkün olmayan bir kısım manevî hastalıklar vardır ki özellikle böyle anlarda
Kur'ân'a başvurmak, dualar okumak dinde yeri olan davranışlardandır.
Resûlullahın bir kısım hastalıkların tedavisi için okumaya başvurduğu
bilinmektedir.
Cahiliyye döneminde
insanlar bir kısım mânâsız, karma karışık şeyleri okuyup üfler ve bunların
tesirli olacağına inanırlardı. İşte böylesine boş ve mânâsız şeylere tesir
vererek okuyup üflemek Allah'a ortak koşma olarak değorlendirilmistir. Bu,
Allah'a tevekküle, herşeyin Onun takdir, izin ve iradesiyle yürüdüğü inancına
ters düştüğü için böyle bir inançla yapılan okuyup üflemeler Cahiliyye âdetidir
ve şirk sayılmıştır.
Nazar boncuğundan
meded ummak, bunun kaza ve belâları defedeceğine inanmak da böyledir. Birgün
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), kendisine bîat eden on kişiden birinin bîatını kabul
etmemiş, pazusundaki muskayı çıkarmasını istemişti. Bu muskada Kur'ân veya
dualar değil, bazı şifreli ve tılsımlı yazılar vardı. Mânâsı bilinmeyen bir
kısım harf ve rakamlar bulunmaktaydı. Onun için çıkarmasını tenbihlemiş ve
Allah'tan başkasından meded ummak mânâsını taşıyan bu hareket karşısında
"Kim onu takarsa müşrik olur"[176]
buyurmuştu. Yine Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), kolunda bir nevi boncuk ve muska
mahiyetinde halka bulunan bir kimseye, niçin taktığını sormuş, ağrıyı gidermek
için taktığını söylediğinde, çıkarmasını emretmiş ve "Çünkü o senin
rahatsızlığını arttırır"[177]
buyurmuşlardı.
Sihir meselesine
gelince, büyü de denilen sihir Hz. İbrahim devrinden beri bilinmekteydi. Hz.
Musa ve Hz. Süleyman devirlerinde oldukça yaygınlaşmıştı.
Sihir, göz boyama ve
aldatma esasına dayanan, gerçeğe ters düşen olumsuz bir sanattır. Mahiyetinde
ilmî bir kısım gerçekleri tersyüz edip kullanmak, menfiye âlet etmek, zarar
vermek bulunmaktadır. Onun içindir ki varlığı inkâr edilmeyen sihir, dinimizde
kesinlikle yasaklanmış, haram kılınmıştır. Bu bakımdan bir kadının, meşru,
makûl yollan bırakıp da sihir yoluyla erkeğe kendini sevdirmeye kalkması
haramdır. Eğer bu kadın eşi olan erkeğe karşı böyle bir yol deneyecekse ki,
eğer tesiri Allah'tan değil de böyle bir şeyden bekleyerek sihir yaptırma
yoluna gidiyorsa, bu bir nevi Allah'a ortak koşmadır. Karşılıklı sevgi ve
saygının yerleşmesi için İsfâmî ve insanî birçok şartlar vardır. Bunlara riâyet
eden genellikle erkeğinin ilgisini çekebilir. Böyle meşru olmayan yollara
başvurmasına gerek yoktur. Nikah olmaksızın herhangi bir kadını elde etmek için
yapılan sihiri de bu katagoride değerlendirmek gerekir. Kısacası sihrin her
çeşidi haramdır.
1153.
[2:342, Hadîs No: 2003]
tbni Amr (r.a.)
rivayet ediyor:
Hacerü'l-Esved ve
makam-ı İbrahim, Cennetin yakutlarından iki yakuttur. Allah onların nurunu
gidermiştir. Şayet gidermeseydi doğu ile batının arasını aydınlatırdı.[178]
1154.
[2:343, Hadîs No: 2005]
Abdullah bin Yüsr'den
(r.a.) rivayetle:
Zinakârlar haşir
meydanına vücutları alevler içinde yanar bir halde gelirler.[179]
[1] Müslim, Zekât: 65; Tirmizî, Teîsir-i Sûre, 2:36; Edep:
41; Dârimî, Rikak: 9; Müsned 2:328,
[2] Hâkİm'in Müstedretf\ ve İbni Adiyy'in el-Kâmit'möen.
[3] Ebû Nuaym'ın Hılye/smden.
[4] Buharı, Rikak: 38.
[5] Tirmizî, Zühd: 60.
[6] Tirmizî, Nikah: 25; İbni Mâce, Cihad: 12.
Buharı, Salât: 46,65;
Teheccüd: 36; Rikak: 6; Müslim, Mesacid: 24; Zühd: 43;
[7] EbûDavud,Vitr: 1; Tırmizf,VHr. 1,1'bniMâce, İkâme:
114.
[8] İbniEbîÂsınidan.
[9] Buhar!, Isti'zan: 12; Kader: 9; Müslim, Kader: 20; Ebö
Davud, Nikâh: 43; Müsned, 2:276.
[10] Buharı, Rikak: 31; Müslim, îman: 207, 208; Ebö Davud,
Rikak: 70; Müsned, 1:279.
[11] Taberânî'nin Keöfr'inden.
[12] Taberâm'nin Ketlinden.
[13] Abdürrezzakın Câm/inden.
[14] Said bin Mansur'un Sönerimden.
[15] Taberânî'nin Keö/Vinden.
[16] Buharı, Ahkâm: 42; Kader: 8; Tırmizî, Zühd: 39;
A/esef, Bey'a: 32; Mösned, 2:237,289.
[17] Ebû Davud, Zekât 32.
[18] Müslim, Talak: 29,34.
[19] Şiraztöen.
[20] Hâkim'in MüstedreKtoden.
[21] Hâkİm'in MüstedreK\nden.
[22] Mûsned, 1:390,424.
[23] İbni
Asakir’den.
[24] Buharı, Tevhid: 15,22,28,55; Bed'ü'l-Halk: 1; Müslim,
Tevbe: 14,16; Timizi, Daavat; 99; Ibni Mâce, Mukaddime: 13; Zühd: 35; Müsned,
2:242,258.
[25] Taberânî'nin Kefilinden.
[26] Buharı, Cihad: 182; Menazî: 38; Kader: 5; Müslim,
îman: 178; İbniMâce, Fiten: 35, Müsned, 5:222.
[27] Buharı, 4;34; Taberi, 3:26; Sîre, 1-2:524.
[28] Taberânî'nin Kebîrinden,
[29] Müslim, Zikir: 89; Tirmizî, Et'ıme: 18; Müsned,
3:100,117.
[30] İbni Mâce, Fiten: 21; Mûsned, 3:27,29,77.
[31] İbni Mâce, Mukaddime: 13.
[32] İbni Mâce, İkâme: 191; Mûsned, 2:176.
[33] Mûsned, 4:151.
[34] Buharı, Tefeîr-i Sûre: 11; Müslim, Birr: 62; Timizi,
Tefsîr-i Sûre: 11-
[35] Ibnİ Adiyy'İn el-Kâmit'müen.
[36] Hâkim'in MûstedreKive Beyhakl'nin Söneninden.
[37] İbni Mâce, Sadakat: 10.
[38] Ebû Davud, 49; İbni Mâce, Ticârât: 27; Dua: 10;
Dirim!, Büyü1:13; Müsned, 3:156, 286.
[39] Dârimî, Büyü: 10.
[40] Müslim, iman: 71.
[41] İbni Mâce, Ticâret: 1.
[42] Beyhaki, Sünen, 6:29.
[43] İbni Nas^dan.
[44] Şualar, s. 24.
[45] Buharı, Hayz: 17; Enbiya: 1; Kader: 1; Müslim, Kader:
5; Mösned, 3:116,148.
[46] Deylemî'ninMLİsnedü'/-Wev5'înden.
[47] İbni Mâce, İkâme: 50.
[48] Neseİ, İmame: 25; Ezan: 14; İbni Mice, İkâme: 50;
Dârimî, Salât: 49; Ebû Davud, Salât 93.
[49] Tırmızî, Fıten: 7.
[50] Butıarfnin EtfeMnden.
[51] Neseî, Cenâiz: 23.
[52] Mûsned, 3:123,125,283.
[53] Buharî, İlim: 34; Müslim, ilim: 13; Tirmizl İlim: 5;
İbniMâce, Mukaddime: 8.
[54] A/esef, Cihad: 24.
[55] Taberânî'nin Kebîrinden.
[56] Müslim, Birr: 33; İbniMâce, Zühd: 9; Müsned,
2:285,539.
[57] Buharı, Libas: 5; Ebû Davud, Libas: 27; İbniMâce,
Mesacid: 14; Müsned, 2:346.
[58] ibni Adiyy'in e/-K3m//inden.
[59] İbni Asakitöen.
[60] Ebû Nuaym'ın Htly&si ve Beyhakî'nin
Şi'bû'l-tmrimdan.
[61] Neseî, Âdâbü'l-Kudat: 37; Hacc: 194; Müslim, Hacc:
436; İbni Mâce, Mesacid: 19; Menasik: 56; Müsned, 2:186,187.
[62] Deylemî'ninMdsnedûV-F/rcfei'S'inden.
[63] Taberânî'nin Keb!f\ ve Hâkimin Müsfec/retfinden.
[64] Müsned, 5:24
[65] Müslim, Tevbe: 31; Musned, 4:395,404.
[66] Ebû Davud, Melahim; 1.
[67] Ebû Davud, Edeb: 86; Tırmizî, Edeb: 72; Müsned,
2:165,187
[68] Deylemî'nin MösnedüV-fîrdevs'indeı
[69] Taberânfnin Evsafından.
[70] DeylemPnin Müsnedü'l-Firddv&infon.
[71] Hâkim'İn
[72] Hatib'in Tarih'lnden.
[73] Münafıkûn Sûresi, 10.
[74] U/ray/fden.
[75] Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmaıtnvian.
[76] IbniAsakifüen.
[77] Beyhakl'nin £/'6üV-/man"ından.
[78] Ebu'ş-Şeytften.
[79] Ebû Nuaym'ın Hıtyefs\n<ien.
[80] Taberânfnİn Kebîfl ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmarimöan.
[81] DeylemPnin Müsnedü'l-Firdev#\t\âen
[82] İbni Adiyy'in el-Kâmi?\ ve Beyhakl'nin
Şi'bü'l-îmarimöan.
[83] Hatibin Tariflinden.
[84] Deylemî'nin Mösnedü'l-Firdev&lnden.
[85] TaberânPnin Evsafından.
[86] Ebû Davud, Cihad: 13.
[87] IbniMâce, Zühd:5.
[88] Taberânrnin Ke&ffi ve Hâkim'in MöstedreKmüen.
[89] İbnü'n-Neccatöan
[90] Halib'in M'inden.
[91] Sİczf nin /öane'sinden.
[92] Hatib'in Tar/tflnden.
[93] Beyhakî'nin #'dû'/-/manlından.
[94] Bakara Sûresi, 156.
[95] Mesnevî-İ Nuriye, 102.
[96] Beyhakî'nin Şi'bü '/-/roan'ından.
[97] Ebû Davud, Cihad: 23; Tirmizî, Cihad: 11; Neşe!, Cihad:
26; ibnl Mâce, Cihad: 19.
[98] Hâkimin MüstecfreVinden.
[99] Ibni Adiyy'in el-Kâmifi ve Beyhaki'nin
Şi'bü'l-îmari\ndm.
[100] Buhari, Mezalim: 2; Müsned, 2:105.
[101] Müslim, Ekdıye; 10; Taberânî, Kelâm: 20; Mösned,
2:327,360,367.
[102] Müslim, Müsafirîn: 269; İbniMâce, Mukaddime: 16;
Dirimi, Fezâilül-Kur'ân: 9.
[103] İbni
Adiyy’in el-Kamil’inden.
[104] Taberani’nin
Evsaf’ından.
[105] İbni Asakif den.
[106] Müslim, Birr: 117-119; BM Davud, Imare: 32; Müsned,
3:403,404.
[107] İbni Mübarekten.
[108] Tirmizİ, Zekât 28; Müsned, 2:268, 404,471.
[109] Tirmizİ Daavat: 98; İbniMâce, Zühd: 30; Müsned,
2:132,153; 3:425.
[110] Buharî, Enbiya: 1; Rikak: 51; Müslim, îman: 362,364;
Münafıkîn: 51; Tirmizî, Cehennem: 12.
[111] Buharı, Savm; 9; Müslim, Siyam: 163,165; Neseî, Siyam:
42; Müsned, 2:232,273.
[112] EböDavud, Büyü': 26.
[113] Timizi Kıyame; 30; İbniMâce, Zühd: 2.
[114] Tırmizt, Zühd: 58; Müsned, 5:258.
[115] Müslim, Birr: 38; Tirmizî Zühd, 53; Dirimi Rfkak: 44;
Taberâni, Şiir: 13; Müsned, 2:237,328.
[116] Buharî, Tevhîd: 43.
[117] Tirmizî, Daavat 118.
[118] Buharî, Tevhîd: 37; Rikak: 51; Müslim, îman: 302;
Cennet; 9; Vrmizf, Kıyame: 18; Müsned, 3:88,95.
[119] Taberânfnİn Evsafı ve Ebû Nuaym'ın Mye'sinden.
[120] Müslim, Birr: 43.
[121] Beyhaki’nin
Şi’bü’l İman’ından.
[122] /bnünnecca/'dan.
[123] Buharî, Nikah: 121; Ebû Davud, Ekdıye: 28; Müsned,
3:298.
[124] Müslim, Müsafirîn: 172; IbniMâce, İkâme: 182; Müsned,
2:383.
[125] ibniMâce, İkâme: 191; Müsned, 6538.
[126] Taberânî'nln KMfttnden.
[127] Ibnİ Adtyy'in el-Kâmit\nöen.
[128] Lem'alar, s. 11.
[129] Taberânî'nin Kefal/inden.
[130] Hakînfden.
[131] Müslim, İman: 232; Timizi İmân: 13; İbniMice, Fiten:
15; Dârimî, Rikak: 42; Müsned, 1:184,298.
[132] Hak Dini Kur'ân Dili, 5:3713; 3714.
[133] A'raf Sûresi, 157.
[134] Tevbe Sûresi, 129.
[135] Mektûbat, s. 22-24.
[136] Hatib'in far/Mnden.
[137] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmrfmdm
[138] Ebû Davud, Edeb: 37.
[139] Taberântnin KeW\ ve Hâkim'in MûstedreK\r\6w.
[140] Mûsned, 3:350; et-Terğib, 2:415.
[141] Müsned, 4:408.
[142] Mektubat, s. 308.
[143] Timizi, Erime: 12; Dârimî, Etime: 16; Müsned, 1:270,
343,364.
[144] Ebû Nuaym'ın Martfe'sinden.
[145] Beyfıaki'nin ŞWI-îmarf\Tvian.
[146]
Hâkim'in Müstedreki ve Beyhaki'nin Şi'bö'i-îmaifmtian.
[147] Ebû Ya'la'nm Müsnedı, Taberânî'nin EvsaU ve
Beyhakl'nin £/'bû'Wmarfından.
[148] Buhârî, îman: 42; Müslim, îman: 95.
[149] Buharî, İman: 29; Neseî, îman: 28; Mösned, 5:69.
[150] Müslim, Kader: 11.
[151] TaberânFnin Evsafından.
[152] Taberânî'nin Kebtfmöen.
[153] RâfiPnin fari/rinden.
[154] font Asakif den.
[155] Ebû Davud, Vesâyâ: 3; Timizi Vesâyâ: 2.
[156] Müslim, Vasâyâ: 8.
[157] Ibni Mâce, Vasâyâ: 3.
[158] Ibni Mâce, Vasâyâ: 6.
[159] Tirmizf, Zühd: 46; ibni Mâce, Ahkâm: 2.
[160] Timizi, Zühd: 10; Mösned, 3:38.
[161] Sünuhats. 19.
[162] Neseî, Cenâiz: 8; İbni Mâce, Cenâiz: 61; Mösned,
2:177.
[163] Taberânfnin Kebenden.
[164] Taberânfnin KeWtfrxJen.
[165] Taberânfnİn Kebîrinden.
[166] Taberânî'nin Keöftlnden.
[167] Ibni Mâce, Edeb: 1; Müsned, 2:509.
[168] Taberânrnin Kebîrinden.
[169] Saki bin Mansur'un Söneninden,
[170] Buharf nin Edebinden.
[171] Taberânî'nin Kebîr1] ve İbni Adiyy'in el-Kâmitİnden.
[172] Hûd Sûresi, 6.
[173] Mesnevî-i Nuriye, s. 67,
[174] Hâkim'in Müştekinden.
[175] Ebu Davud, Tıp: 29; Taberânî, Tıp: 39.
[176] Müsned, 4:156.
[177] İbni Mâce, Tıp: 39.
[178] Timizi Hacc: 49; Müsned, 2:213,214.
[179] Taberânt'nin Keb/rinden.