1000. [2:239, Hadîs No: 1748]

Sa'd'dan rivayetle:

Allah noksandan münezzehtir, eksiksiz yapılan güzel şeyi sever. Temizdir, temizliği sever. Kerem sahibidir, keremi sever. Cömerttir, cömertliği sever. Öyle ise oturduğunuz yerin çevresini temizleyiniz ve Yahudilere benzemeyiniz.[1]

 

1001. [2:239, Hadîs No: 1749]

îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor: Allah çok affedicidir, affetmeyi sever.[2]

 

1002. [2:240, Hadîs No: 1750]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Allah her konuşanın yanındadır. Öyle ise kul Allah'tan korksun ve ne söylediğine iyi baksın.[3]

 

1OO3. [2:240, Hadîs No: 1752]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Allah şöyle buyurdu:

"Kim Benim bir dostuma düşmanlık beslerse, Ben ona harb ilân etmişimdir. Kulum bana kendisine farz kıldığım şeylerden daha se­vimli bir şeyle yaklaşamaz. Kulum nafilelerle Bana yaklaşa yaklaşa nihayet onu severim. Onu sevdiğimde de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu kendi­sine mutlaka veririm. Bir şeyden Bana sığınırsa onu mutlaka koru­rum. Ölmek istemeyen mü'minin ruhunu almakta tereddüt ettiğim kadar yaptığım hiçbir şeyde tereddüt etmedim. Çünkü Ben onu üz­mekten hoşlanmam.[4]

 

1004. [2:242, Hadîs No: 1753]

İbni Ömer'den rivayetle:

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: "Yarattığım insanlar içerisinde öyle­leri var ki, dilleri baldan tatlı, kalbleri sabir bitkisinden daha acıdır. Büyüklüğüme yemin ederim ki, onların başına öyle bir  fitne indiririm ki, akü sahibi olanlarını hayretler içerisinde bıraksın. Bunlar rahmetime mi aldanıyorlar, yoksa Bana karşı cüretkâr mı davranı­yorlar?[5]

 

1005- [2:243, Hadîs No: 1756]

Utban bin Mâlik rivayet ediyor:

Allah sadece Kendi rızasını gözeterek "Lâ ilahe illallah" diyenleri ateşe haram kılmıştır.[6]

 

1006- [2:244, Hadîs No: 1757]

Hârice bin Huzâfe'den rivayetle:

Allah size kırmızı koyunlardan daha hayırlı olan bir namaz ile yardım etmiştir: Vitir namazı. Allah, onun vaktini yatsı namazından itibaren fecir doğuncaya kadarki zaman arasına yerleştirmiştir.[7]

 

1007- [2:245, Hadîs No: 1760]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz, Allah ümmetimi dalâlet üzere birleşmekten korumuş­tur.[8]

 

1008. [2:246, Hadîs No: 1762]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Gözün zinası harama bakmak, dilin zinası fuhşu konuşmaktır. Nefis de o işi temenni edip istek duyar. Tenasül organı ise bunları ya doğrular veya o işi yapmayarak onları yalancı çıkarır.[9]

 

1009. [2:247, Hadîs No: 1763]

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allah iyilikleri de, kötülükleri de takdir etmiştir. Sonra bunu meleklerine açıklamıştır. Kim bir iyilik yapmayı düşünür, son­ra da yapamazsa Allah ona tam bir sevap yazar. Eğer o iyiliği düşü­nür de, düşündüğünü gerçekleştirirse, Allah, Kendi katında on, yedi yüz ve çok daha fazla sevap yazar. Eğer bir kötülüğü düşünür de yapmazsa, Allah kendi katında tam bir sevap yazar. Eğer o kötülüğü düşünür de yaparsa, Allah sadece bir günâh yazar. Allah ancak ken­di eliyle helâka gidenleri helak eder.[10]

 

1010. [2:249, Hadîs No: 1765]

Cerir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Allah gökleri ve yeri yaratmadan önce Levh-i Mahfuz'a şöyle yaz­mıştır:

"Ben Rahmanım. Sıla-i rahmi [akrabalık haklarını] yarattım. Ve ondan kendime bir isim türettim. Kim sılâ-i rahmi devam ettirirse Ben de ona iyilik ve ihsanımı sürdürürüm. Kim de onu koparırsa, Ben de ona olan iyilik ve ihsanımı keserim."[11]

 

1011 . [2:249, Hadîs No: 1766]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allah size çalışmayı farz kılmıştır. O halde çalışınız.[12]

 

1012. [2:250, Hadîs No: 1768]

Yahya bin Ebt Kesir Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Allahu Teâlâ şu üç hasleti size çirkin görür:

1. Kur'ân okurken boş laf etmek,

2. Duada sesi yükseltmek,

3. Namazda eli fazla aşağıdan bağlamak.[13]

 

1013- [2:250, Hadîs No: 1769]

Yahya bin Ebî Kesîr'den rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Allahu Teâlâ şu altı hasleti size çirkin görür:

1. Namazda lüzumsuz hareketler,

2. Sadakayı başa kakmak,

3. Orucu tehlikeye düşürecek davranışlarda bulunmak,

4. Kabirlerin yanında gülmek,

5. Cünup olarak mescide girmek.

6. izinsiz başkasının evine göz atmak.[14]

 

1014. [2:251, Hadîs No: 1770]

Ebû Ümâme Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Allah konuşmanızda sanat yapacağım diye yapmacıklığa kaçma­nızı çirkin görür.[15]

 

İslâm dini fıtrat dinidir. Herşeyin fıtrî ve tabiî olmasını, yapmacık hareketler­den kaçınılmasını ister. Bu hadiste de güzel konuşacağım diye edebiyat yapıl­masını, yapmacık konuşmalara girilmesini çirkin görür. Zaten böyle bir davranış hiç hoş karşılanmaz, kişinin maksadının aksiyle muamele görmesine sebep olur, tiksindirir, kişinin ağırlığını, vakarını zedeler, küçük duruma düşürür

 

1015. [2:251, Hadîs No: 1772]

Ebâ Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kim kötü sırdaştan korunrrmşsa, o kurtulmuştur.

 

1016. [2:252, Hadîs No: 1773]

Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Allah size haram kıldığı şeyde sizin için şifâ yaratmamıştır.[16]

 

1017. [2:252, Hadîs No: 1774]

İbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâla zekâtı, ancak verildikten sonra geri kalan malınızı temizlemek için farz kılmıştır. Mirası da sizden sonrakilere kalması için farz kılmıştır. Kişinin hazine olarak sakladığı en hayırlı şeyi sa­na haber vereyim mi? O sâliha hanımdır. Ki, kendisine baktığında kocasını sevindirir. Emrettiğinde emrini yerine getirir. Yanında bu­lunmadığında namus ve şerefini muhafaza eder.[17]

 

Hadîste dikkat çekilen hususlardan birisi zekâttır. Zekâtın malı temizlediği bildirilmektedir. Evet, zekâtı verilmeyen ma! kirlidir. Tıpkı fakirin cebinden bir miktar parayı alıp mala karıştırmak gibidir. Çünkü o malda fakirin de payı var­dır. Eğer çalışan fakir, fukara, işçi ve memurlar olmasaydı, zengin onları kazan­ma imkânı bulamazdı. Onun içindir ki Allah'ın takdir ettiği zekât fakire verildiğin­de mal temizlenmiş olur. Bu kir giderilmediğinde Cenab-ı Hak başka şekillerde onu temizler. Çünkü o zekât muhakkak onun malından çıkar. Ya hırsız alır ve­ya bir felâket alıp götürür. Sonra o zengin malını kaybetmekle kalmaz, fakirin hayırlı duasını da almaktan mahrum kalır. Kin ve düşmanlığını üzerine çeker.

Allah'ın mirası farz kılmasının bir hikmeti de sonrakilerin ondan faydalanma­sı içindir. Bir anne baba âhiretine muhakkak bir şeyler göndecmeli, ama evlatla­rının rahat bir hayat sürebilmeleri için de meşru dâirede kalarak onların yüzünü güldürecek miras bırakmayı da ihmal etmemelidir.

Ayrıca hadiste saliha kadının en kıymetli bir hazine olduğu belirtilmektedir. Bir kişi için sabah akşam beraber olduğu, bir ömür sürdüğü eşinin iyi olması el-betteki çok önemlidir. Sevgiyi, acıyı, tatlıyı, dayanışmayı, yardımı birlikte pay­laştığı bir hayat arkadaşının kötü oluşunun hayatı zindana döndürdüğü düşünü­lürse bunun önemi daha iyi anlaşılır.

Saliha kadın aile saadetinin temel taşını teşkil eder. Çünkü o anlayışlı ve se­vimli tavrıyla eşini memnun eder. Hadiste belirtildiği gibi kocasi baktığında se­vindirir. Söz ve davranışlarıyla kendini sevdirir. Kocası birşey istediğinde itaat eder. Yanında bulunmadığında namus ve şerefini muhafaza eder.

İşte hadîste böylesine salih bir kadının hazine olarak saklandığı belirtilir ki, burada mü'minleri böyle bir kadının kıymetini bilmeye teşvik vardır.

 

1018. [2:254, Hadîs No: 1776]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allah beni kullarına karşı katı ve güçlük çıkaran olarak değil, öğ­retici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.[18]

 

1019. [2:255, Hadîs No: 1779]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah beni yanlış konuşan kılmadı. Benim için en hayırlı kelâm olan kitabı, Kur'ân'ı verdi.[19]

 

1020. [2:256, Hadîs No: 1782]

Ibni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, ihtiyarlık hariç yarattığı her derdin şifasını da yaratmıştır. İnek sütünü size tavsiye ederim. Çünkü inek onu çeşitli bitkilerden toplar.[20]

 

1021. [2:256, Hadîs No: 1783]

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Allah ölüm hâriç her derdin dermanını da vermiştir. Ancak bunu bilen bilir, bilmeyen bilmez.[21]

 

1022. [2:257, Hadîs No: 1784]

îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Yasakladığı hiçbir haram yoktur ki, Allah, sizin ona yelteneceğini­zi bilmesin. Dikkat edin! Kelebekler ve sinekler gibi ateşe atılmaya-sınız diye eteklerinizden tutuyorum.[22]

 

1023. [2:258, Hadîs No: 1787]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah dünyayı yarattığında ona baktı, sonra yüz çevirerek şöyle buyurdu:

"İzzet ve celâlime yemin ederim ki, senin sevgini ancak kötü kul­larımın kalbine atarım."[23]

 

1024. [2:258, Hadîs No: 1788]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Allahu Taâlâ mahlûkâtı yarattığında Kendi eliyle Kendisi için yazdı: "Rahmetim gazabıma galip gelir."[24]

 

1025. [2:259, Hadîs No: 1789]

îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Allah İslâmı onunla ilgisi olmayan bâzı kimselerle de destekler.[25]

 

1026. [2:259, Hadîs No: 1790]

Amr bin Nu'man'dan (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allah, dinini günahkâr bir adamla da kuvvetlendirir.[26]

Resûlullah bu sözünü Uhud Savaşı esnasında Kuzman isimli birisinin davra­nışları sebebiyle söylemişti. Kuzman düşman saflalarına kahramanca dalmıştı. Yedi sekiz kâfiri tepeledi. Resûlullah Uhud Savaşı öncesi onun Cehennemlik ol­duğunu bildirmişti. Birçok Sahabînin bundan haberi yoktu. Bir ara Kuzman yara­landı ve Sahabîier yanına varıp onu tebrik ettiler: "Tebrik eder, Cennetle müjde­leriz" dediler. Kuzman buna şu karşılığı verdi: "Niçin beni tebrik ediyor, müjde­liyorsunuz? Vallahi ben sadece kabilecilik düşüncesiyle çarpıştım. Böyle olma­saydı çarpışmazdım." Yarası ağırlaşınca da çantasından çıkardığı bir okla ko­lunun damarını keserek intihar etti. Durum Resûluüaha bildirildiğinde, "Allahü ekber! Ben, gerçekten, Allah'ın kulu ve Resulü olduğuma şehadet ederim" bu­yurdu ve şunları söyledi: "Şüphe yok ki, Allah bu dini, günahkâr bir adamla da kuvvetlen di rir."[27]

Bu olay da göstermektedir ki, Cenab-i Hak bu dini günahkâr biriyle de kuv­vetlendirebilir. Bazan şartlar öyle gelişir ki kişi İslâmı ve Müslümanları düşündü­ğü için değil de daha başka gayelerle İslâmî bir hizmete omuz verebilir. Onun niyetinin farklılığı kendisini bağlar. Kişi niyetiyle sevap veya günah- kazanır. Önemli olan İslama hizmet etmek olduğuna göre biz hizmet yapanın kimliğin­den ziyade, hizmetine bakmalı, faydalı bir hizmet kimden ve nereden gelirse gelsin kabul etmeliyiz. Fakat bu onu sevmemizi veya onun günahsız olmasını gerektirmez.

 

1027. [2:261, Hadîs No: 1794]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah salih bir Müslüman kulu hürmetine komşusu olan yüz hane halkını beİâ ve musibetten korur.[28]

 

1028. [2:262, Hadîs No: 1795]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Teâla kulun bir şey yeyip, birşey içtikten sonra Allah'a hamdetmesinden memnun olur.[29]

 

1029. [2:262, Hadîs No: 1796]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Allah Kıyamet Günü kulunu öylesine hesaba çeker ki, ona kötülü­ğü gördüğünde niçin engel olmadığını bile sorar. Şayet Allah onun kalbine vereceği cevabı ilham etmişse o şöyle der: "Ya Rabbi, ben in­sanlardan ayrılarak sana ümit bağladım."[30]

 

İnsan, Kıyamet Gününde bütün yaptıklarından bir bir hesaba çekilecektir. Bu, insanın yüklendiği sorumluluğun büyüklüğünün gereğidir. Kötülüğü görüp de engel olmamak da sorumluluk getiren davranışlardandır. Onun için Cenab-ı Hak, kulunu bundan bile sorguya çekecektir. Çünkü mü'minin yeryüzünde bu­lunmasının hikmetlerinden birisi, iyiliği temsil etmek, yaygınlaşmasını sağlamak ve kötülükleri engellemektir. Ancak kul, kötülüğü engelleyecek güçte olmaz, bundan âciz kalır ve kalbiyle de o kötülüğü çirkin bulursa o zaman sorumluluk­tan kurtulur. Cenab-ı Hakkın ilham ettiği tarzda şöyle der: 'Ya Rabbi, ben insan­lardan ayrılarak Sana ümit bağladım."

Hadiste dikkat çekilen husus küçük görülen bir vazifenin bile hesaba dahil edileceğidir. Çünkü kötülüğe güç yetiyorsa elle, yetmiyorsa dille, ona da güç yetmiyorsa kalben buğzetmek bir vazifedir. Bu vazifeyi ihmal etmek, kötülüklere karşı lâkayd kalmak, umursamaz bir havaya bürünmek, nemelazımcı olmak da sorumluluk getirir. İşte Kıyamet Günü mü'min sadece yapması gerekip de yap­madıklarından değil, engel olması gerekip de engel olmadıklarından da hesaba çekilecektir. Hadis, "Ne yapayım, ben vazifemi yapıyorum. Gerisine kanşmam" gibi insanların vurdumduymaz telakkilerini nazara vermekte, bunun da sorumlu­luk gerektirdiğine dikkat çekmektedir.

 

1030. [2:262, Hadîs No: 1797]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Allah rahmetini şu üç grup üzerine bol bol yağdırır:

1. Namaz için saf tutanlara,

2. Gece yarısı namaz kılanlara,

3. Yalın kılıç Allah yolunda savaşanlara[31]

 

1031 . [2:263, Hadîs No: 1798]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Allah Şaban ayının 15. gecesinde [Berat Gecesi] rahmetiyie tecellî ederek kendisine şirk koşan ve Müslüman kardeşine kin güden kim­seler hâriç bütün kullarını affeder.[32]

 

1032. [2:263, Hadîs No: 1799]

Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:

Allah kötülüğe iltifat etmeyen genci emsallerine üstün tutar.[33]

 

1033. [2:264, Hadîs No: 1800]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Allah zâlime mühlet verir. Yakaladığında ise bir daha yakasını bı­rakmaz.[34]

 

1034. [2:264, Hadîs No: 1802]

Semûre bin Cündeb (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâla ihsan sahibidir. Öyle ise siz de ihsanda bulununuz.[35]

 

1035. [2:265, Hadîs No: 1804]

îbni Ebî Evfâ'dan (r.a.) rivayetle:

Allah, zulmetmediği müddetçe hâkimle beraberdir, zulmettiğinde onu bırakır, şeytanı ona arkadaş eder.[36]

 

1036. [2:265, Hadîs No: 1805]

Abdullah bin Cafer (r.a.) rivayet ediyor:

Kişi, Allah'ın hoşlanmadığı bir yere harcamak için borçlanmadığı sürece, Allah, borcunu ödeyinceye kadar onunla beraberdir.[37]

 

1037. [2:265, Hadîs No: 1806]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz gerçek ucuzlatıp pahalandıran, daraltan, genişleten ve rızık veren Allah'tır. Ben, ne bir kan, ne de bir mal ile ilgili herhangi bir hakkı benden isteyecek kimsenin bulunmadığı bir halde Rabbime kavuşmayı ümit ederim.[38]

 

Yüce dinimiz, bir fert olsa dahi kimsenin hakkının zayi olmasını istemez. Bu itibarla, bir yandan tüketicinin, diğer yandan da üreticinin, satıcının hakkını dü­şünür. Her ikisini birden düşündüğü içindir ki, fiyatlar resmî kanaldan ayarlandı­ğında, yani narh konulduğunda üreticinin ve satıcının hakkı zayi olabileceğin­den bunu hoş karşılamamıştır. Hattâ fıkıh kitaplarımızda böyle birşeyin, yani fiyat ayarlamanın mekruh olduğu kaydı vardır. Evet, İslâmiyette serbest piyasa esastır. Kâr için belirli bir yüzde yoktur. Fiyatlar arz ve talebe, alıcı ve satıcının rızâsına göre ayarlanır.

Nitekim Asr-ı Saadette fiyatlar bir ara yükselmişti. Bunun üzerine Sahabîler Peygamberimize gelmişler ve "Yâ Resûlallah, fiyatlar yükseldi. Bizler için fiyatla­rı tahdit ve tayin eder misiniz?" diye ricada bulunmuşlardı. İşte izah ettiğimiz ha­disin söyleniş sebebi budur. Bu hadisten de anlaşılacağı gibi, Peygamberimiz (a.s.m.) üreticinin malını satmak hususunda bir fiyat tayin etmeyi ona yapılacak bir haksızlık olarak görmüştür.

Fiyat sınırlamayarak üreticinin hakkını koruyan dinimiz, tüketicinin hakkını ise güzel ahlâkı ve takvayı emrederek, hileyi ve fahiş fiyatla mal satmayı yasak­layarak korur. Peygamberimiz (as.m.) bir hadislerinde, "Müslümanlar arasında aldatma olmaz. Bizi aldatan bizden değildir"[39] buyurmuş; diğer bir hadislerinde ise, "Biriniz kendi nefsi için arzu ettiği şeyi mü'min kardeşi için de arzu etmedik­çe, kâmil bir fman sahibi olmaz"[40] buyurarak mü'minlere şaşmaz bir ölçü vermiş­tir. Peygamberimizin şu müjdesi de alış verişinde ve ticâretinde istikâmeti, doğ­ruluk ve dürüstlüğü esas alan tüccarlaradır:

"Doğru sözlü ve kendisine güvenilen tüccar âhirette peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber olacaktır.I>[41]

Evet, ticârette esas meselenin doğruluk ve itimat olduğu hadis-i şerifte açık­ça bildirilmektedir. Öyle ise, aldatmanın, yalanın, liflenin olmadığı bir cemiyette fiyatların resmî yoldan ayarlanmasına gerek yoktur.

Ancak günümüzde de sıkça görüldüğü gibi, genel olarak satıcıların insafsız davrandıkları, müşteriyi aldattıkları, stokçuluk yaptıkları, fahiş fiyatla mal sattıklan, serbest piyasa hürriyetini fertlerin zararına olacak şekilde kullandıkları za­manlarda ilgililer, fiyatlara müdahale edebilirler ve belirli bir fiyat koyabilirler. Böyle durumlarda da bu bir zarurettir ve caizdir. Çünkü bu durumda Müslüman halkın hukukunu koruma ve aldatılmasını önleme söz konusudur.

Nitekim Hz. Ömer bir satıcının fiyatına müdahelede bulunmuş ve "Ben bu­nunla ancak memleket halkının menfaatini korumak istiyorum" demiştir.[42]

 

1038.[2:266, Hadîs. No: 1807]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah tektir, teki sever.[43]

 

Her neye bakarsak bakalım, bir birlik görürüz. Kâinat birlikle ayakta durur ve tek bir Zâtı gösterir. Çünkü bir şeyde birlik varsa ancak bir tek zâtın eseri olabi­lir. İkinci bir el karışsa karıştırır. "Bu kâinat bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esma ve efâl-i umûmiye-i İlâhiyenin [Allah'ın bütün isimleri] adedince vahdetleri giymiş birtek insan-ı ekberdir [büyük bir insandır]. Belki envâ-ı mahlûkât sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûba-i hilkattir [yaratılışın tuba ağacıdır]. Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir bir bir tâ binbtr bir birler kadar... Hem bu kâina­tı çeviren isimler ve fiiller bir iken, herbiri kâinatı veya ekserini ihata eder. Yani, içinde işleyen hikmeti bir ve inayeti bir ve tanzimatı bir ve iaşesi bir ve muhtaç­larının imdatlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir ve hâkezâ bir bir bir tâ binler birbirler... Hem bu kâinatın sobası olan güneş bir, lambası olan kamer [ay] bir, aşçısı olan ateş bir, levazımat deposu ve hazineii direği olan dağ bir, şakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri bir ve hâke­zâ bir bir bir tâ binbir birler kadar...

"İşte, âlemin bu kadar birlikleri ve vahdetleri güneş gibi zahir birtek Vâhid-i Ehade işaret ve delâlet eden bir hüccet-i bahiredir [ap açık bir delildir]. Hem kâi­nat unsurlarının ve nevilerinin herbirisi bir olmasıyla beraber, zeminin yüzünü ihata etmesi ve birbirinin içine girmesi ve münasebetdârâne ve belki muâvenet-kârâne birleşmesi, elbette-mâlik ve sahip ve Sâni'lerinin bir olmasına bir alâmet-i zahiredir."[44]

Cenab-ı Hak tektir, birdir. Birliğine aynalık eden yaratıklarda da bir birlik var­dır. Onun içindir ki birliğine teceilîgâh ve ayna olan yaratıkları sever. Birlik bera­berlik, işleri karıştırmamak; tek elden düzenle yürütmek, ikinci bir el karıştırma­mak da Allah'ın sevdiği hareketlerdendir. Namaz tesbihatında sayıların tek olması, zikir ve dualarda bu tekliğe riâyet edilmesinin önemli hikmetlerinden biri­si, birliğe ayna oluşu sebebiyledir.

Bunun gibi yaptığımız işlerde de, meselâ suyu üç yudumda içmek gibi tekli rakamlarda karar kılmak Allah'ın sevdiği davranışlardandır.

 

1039. [2:268, Hadîs No: 1811]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Yüce Allah anne rahmine bir meleği vekil tayin etmiştir. O melek şöyle der: "Ya Rabbi nutfe oldu. Ya Rabbi rahme tutunan yapışkan bir madde oldu. Ya Rabbi, bir çiğnemlik et oldu. Allahu Ta-âlâ yaratılışını gerçekleştirmek istediğinde melek, 'Yâ Rabbi, itaat­kâr mıdır âsi midir? Erkek midir, kız mıdır? Rızkı ne olacaktır? Öm­rü ne kadardır?" Bunlar böylece anne rahminde iken yazılır.[45]

 

1040. [2:269, Hadîs No: 1812]

Enes bin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Allah Kadir Gecesini ümmetime hediye etmiş, ondan önce kimse­lere vermemiştir.[46]

 

1041 . [2:269, Hadîs No: 1813]

Âişe'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Safta boşluk bırakmayıp dolduranlara Allah rahmet eder, melek­ler de mağfiret diler. Kim saftaki bir boşluğu doldurursa, Allah onun bir derecesini yükseltir.[47]

 

1042. [2:269, Hadîs No: 1814]

Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:[48]

Allah birinci saftakilere rahmet, melekler de istiğfar eder.

 

1043. [2:271, Hadîs No: 1818]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah ümmetimi dalâlet üzerine birleştirmez. Allah'ın rahmet ve himaye eli cemaatin üzerindedir. Kim cemaatten ayrilırsa Cehenne­me doğru ayrılır.[49]

 

1044. [2:271, Hadîs No: 1819]

Câbir bin Abdullah (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, söz ve davranışlarında hayâsızlık yapan ve kendisini buna necbur hisseden kimseleri sevmez.[50]

 

1045. [2:272, Hadîs No: 1821]

İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Bir mü'min kul dünyada çok sevdiği bir yakınını kaybeder de sab­redip musibetin mükâfatını Allah'tan beklerse, Allah o kulu için Cennetin dışında bir mükâfata razı olmaz.[51]

 

1046. [2:272, Hadîs No: 1823]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

mükâfatlandırdığı mü'mine  etmez, onu âhirette de mükâfatlandım. Kâfire gelince  o

hayır verilecek kalmaksın onu âhirete göndersin.[52]

 

1047. [2:273, Hadîs No: 1826]

îbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâla kullarından birden bire ilmi çekip almaz. Fakat âlimlerin ruhunu almakla ilmi kaldırır. Öyle ki, hiçbir âlim bırakma­yınca insanlar câhil liderler edinirler. Onlara soru sorulduğunda bil­gisizce fetva verirler. Hem kendileri haktan sapar, hem de insanları saptırırlar.[53]

 

1048. [2:275, Hadîs No: 1828]

Ebû Ümâme rivayet ediyor:

Allah, sadece Kendisi için ve rızâsı gözetilerek yapılan ameli ka­bul eder.[54]

 

1049. [2:275, Hadîs No: 1830]

îbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle:

Allah zayıflarına hakkını vermeyen bir ümmeti temize çıkarmaz.[55]

 

1050. [2:277, Hadîs No: 1832]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allahu Taâla sizin boy poşunuza ve mallarınıza bakmaz, ancak kalblerinize ve amellerinize bakar.[56]

 

1051. [2:278, Hadîs No: 1833]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah, eteklerini sürüye sürüye kibirle yürüyenlere rahmet naza­rıyla bakmaz.[57]

 

1052. [2:278, Hadîs No: 1836]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, kendisinde zerre kadar hayır bulunan bir kimseyi rezil rüs-vay etmez.[58]

 

1053. [2:279, Hadîs No: 1837]

Aişe'den (r.a.) rivayetle:

Allah, şaka yaparken doğru söyleyen şakacıyı bundan dolayı so­rumlu tutmaz.[59]

 

1054. [2:279, Hadîs No: 1839]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, hacda tavaf edenlerle iftihar eder.[60]

 

1055. [2:279, Hadîs No: 1840]

İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Allah, Arafe Gününün akşamında Arafat'a çıkan hacılarla melek­lerine karşı iftihar eder ve şöyle buyurur: "Kullarıma bakm. Bana sa­çı başı dağınık, toz toprak içinde gelmişler."[61]

 

1056. [2:280, Hadîs No: 1841]

Talka bin Ubeydullah (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, ibâdete düşkün gençle meleklere karşı iftihar ederek şöyle buyurur: "Kuluma bakm. Benim rızâm için nefsânî isteklerini terket-miştir."[62]

 

1057. [2:280, Hadîs No: 1842]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah, mü'min kulunu hastalığa müptela eder ki, üzerindeki bü­tün günahları döksün.[63]

 

1058. [2:281, Hadîs No: 1843]

îbni Kani' (r.a.) rivayet ediyor:

Allah verdiği nimetlerle kulunu imtihan eder. Eğer Allah'ın takdii ettiği kısmetine razı olursa bereket verir ve genişlik verir. Razı ol­mazsa bereket vermez ve takdir edilenden fazlasını elde edemez.[64]

 

1059. [2:281, Hadîs No: 1844]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyl buyurmuşlardır:

Şüphesiz Allahu Taâlâ gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleı için geceleyin rahmet elini açar; gece günah işleyenlerin tevbesi içi de gündüzleyin rahmet elini açar. Bu durum güneş batıdan doğunca­ya kadar devam eder.[65]

 

1060. [2:281, Hadîs No: 1845]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allahu Taâlâ her yüz yılın başında bu ümmet için dinini yenileyecek bir müceddid gönderir.[66]

 

Peygamberimiz peygamberlik zincirinin son halkasını teşkil eder. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Yalnız yukardaki hadiste de belirtildiği gibi, her asırda Resûlullahın temsilcisi olarak onun yolunu takip eden, fslâmı, çağı­nın idrak ve anlayışına uygun tarzda takdim eden görevliler gelecektir ki, bunla­ra müceddid adı verilir.

Müceddidler Islama hizmeti gaye edinmiş, herşeyferiyle İslama teslim olmuş, ilim ve ameliyle kendini kabul ettirmiş büyük âlimlerdir. Onlar kendiliklerinden ve yenibaştan bir hüküm getirmez, ancak ve ancak Sünnet-i Seniyyeye uyar, yaşar ve yaşatmaya çalışır, onu gösterir, kuvvetlendirir, içerisine sokulmak istenen bid'at ve hurafeleri ayıklar, dine yöneltilen hücum ve saldırılan bertaraf ederler.

Onların bütün gayreti dini asliyetiyle ortaya koyabilmek, asırlann getirdiği yanlış yorum ve izahlardan arındırmak, esas ve asliyetini bozmadan yeni tarz ve metodlarla, ikna usulleriyle gözler önüne sermektir.

Müceddidler her yönleriyle örnek insanlardır. Sözleriyle fiilleri arasında bir te­zat yoktur. Dine sim sıkı bağlıdırlar. En küçük bir fstâmî hakikatten canlan pa­hasına da olsa taviz vermez; ihlas, sadakat ve samimiyetle hizmetlerini yürütür, hiçbir fedakârlıktan çekinmezler.

Müceddidler manen görevli insanlar oldukları için ilhama mazhardırlar. Onlar ancak yüce hakikat ve mânâların tercümanı hükmündedırler, O hakikatlere bir çeşit ayna olurlar. Onlara düşen ancak bu mânâ ve hakikatleri kendi dillerince terennüm ve ifade etmektir.

Her asrın müceddidiyle ilgili âlimlere göre değişik sınıflandırmalar yapılmış­tır. Bu hadisin rivayet edildiği yerin şerhinde, yaşadığı döneme kadarki müceddidlerin isimleri Suyutî tarafından şöyle sayılmıştır: Hz. Ömer bin Abdülaziz, Şa­fiî, İbni Süreye, Eş'ârî, Bakıllânî, Seni ve İsferayinî, Gazali, Razî, Rafiî, Hafızü'l-Enam Zeynüddin.

Ayrıca İmam Rabbânî, Mevlana Halid de müceddidtirler. 6000 küsur sayfalık eserlerine ve hizmetlerine baktığımızda çağımızın müceddidinin ise Bedîüzza-man Said Nursî olduğu görülür.

Şemsülhak ise şu kişileri müceddid olarak sayar:

(1) Ahmed bin Hanbel, (2) Muhammed bin İsmail el-Buharî, (3) Mâlik bin Enes, (4) Müslim en-Nisaburî, (5) Ebû Davud es-Sîcistanî, (6) Ebû Cafer es-Sahafiyyü'l-Hanefî, (7) Ebû Cafer el-İmamî, (8) Ebû Haseni'l-Eş'arî, (9) en-Neseî, (10) Ebû Hamid el-İsferayânî, (11) Ebû Bekir Muhammedi'l-Havarizmî.

 

1061. [2:283, Hadîs No: 1849]

İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Allah, güzel konuşacağım diye inekler gibi dilini ağzında dolaştı­ran kimseye buğzeder.[67]

 

1062. [2:284, Hadîs No: 1850]

Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, kibirli ve şımarık kimselere buğz eder.[68]

 

1063. [2:284, Hadîs No: 1852]

Ali bin Ebî Tâlib'ten (r.a.) rivayetle:

Allah çok zulmeden zengine, çok câhil ihtiyara ve kibirli fakire bugz eder.[69]

 

1064. [2:285, Hadîs No: 1854]

Ali bin Ebî Tâlib(r.a.) rivayet ediyor:

Allah Müslüman kardeşine karşı surat asan kimseye lanet eder.[70]

 

1065. [2:285, Hadîs No: 1856]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah, dünya işlerinin âlimi, âhiret işlerinin ise câhili olan kimse­ye buğz eder.[71]

 

1066. [2:285, Hadîs No: 1857]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, hayatında iken cimri, ölüm ânında ise cömert olan kimseye buğz eder.[72]

 

Kişinin böyle bir duruma düşmesinin sebeplerinden biri, sahip olduğu malın bir emanet olduğunu düşünememesi, kendini mal sahibi zennetmesidir. Hele, "Ben kazandım, aklımla, fikrimle, gücümle elde ettim" noktasına varmışsa, baş­kalarına zırnık koklatmaz.

Kişinin cimri olmasının bir sebebi de, Allah'ın sonsuz rahmet, ihsan ve ikra­mına güvenememesidir. Oysa her hazine Onun elindedir. Bütün nimetler Onun hazinesinden gelir. Ve o hazine bitmez, tükenmez. Halbuki bilse ki, Allah Kendi uğrunda verene, ikram ve ihsanda bulunanlara daha çok verecektir, o zaman "Malım azalır" düşüncesinden sıyrılacak, imkânları ölçüsünde boi bol vermeye çalışacaktır.

Cimri, bilerek veya bilmeyerek, ister şu, ister bu sebeple olsun, cimriliğiyle Allah'ın sonsuz cömert mânâsındaki Cevvad ismine ters bir harekette bulun­makta ve böylece de manen Allah'tan uzaklaşmaktadır. Cimri, Allah'ın emanet olarak verdiği malda hasislik yapmakta, bu vesileyle de rahmetten uzak kalmak­tadır.

Hadiste son âna kadar cimri yaşayıp ölüm ânında biraz sonra elinden çıka­cak olan mal hususunda cömert kesilen kimseye dikkat çekilmiştir. Niçin kişi bir anda cömert kesilmektedir? Eğer mirasçılarına kızgınlığı ve onları mirastan mahrum bırakmak maksadıyla bunu yapıyorsa, büyük vebale sebeptir. Miras haktır. Mirasçılarını bu haktan mahrum etmeye kimsenin hakkı yoktur. Eğer ölümün dehşetini görüp de cömert davranma yoluna girmişse bu da yanlıştır. Geniş, rahatlık ve bolluk zamanlarında gereken cömertliği yapmamışta o anda yapıyorsa, bu da ona fazla bir fayda sağlamaz. Üstelik ölümün dehşetini görüp de ikram ve ihsana kalkma, Allah'ın gazabını celbedebilecek bir durumdur. Bir âyette böyle insanlar kınanır ve durumları şöyle anlatılır: "Sizden birine ölüm gelip de, 'Ey Rabbim, ne olurdu bana biraz daha mühlet verseydin de malımın sadakasını verip salihlerden olsaydım' demeden önce, size rızık olarak verdiği­miz şeylerden bağışta bulunun."[73]

 

1067. [2:286, Hadîs No: 1858]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah, günahları pervasızca işleyen şuursuz mü'mine gazap eder.[74]

 

Bir mü'min için en mühim mesele Allah'ın rızasını kazanmak, gazabından uzak kalmaktır. Şuurlu bir mü'min işlediği günahın maddeten ve manen ne gibi zararlara sebep olabileceğini çok iyi bilen insan demektir. Çünkü gönlünde yer­leşmiş olan îman, şuurlu davranmayı gerektirir. Kendini gerek Allah ve gerekse insanlar nazarında küçük düşürücü, değerini azaltıcı günahlara girmeye cür'et etmez. Sonra mü'min güzel örnek olmakla da mükelleftir.

Şuursuz mü'min ise bu duygu ve düşünceleri hissedemeyen kimsedir. Ve do­layısıyla Allah'ın gazabını celbedebllecek bir atmosfere girmektedir.

Allah'ın rızasının Ona itaatta ve gazabının da Ona isyanda olduğu unutul­mamalıdır. Şuursuz mü'min bu sırrı düşünemediği için, tereddütsüzce günahla­ra girebilmekte, farzları yapma konusunda da bir gayrete girmemektedir.

İşte Cenab-ı Hak böyle şuursuz mü'minlere gazap etmektedir. Allah'ın gaza­bının ne demek olduğunu, mü'mini nasıl çarpacağını, yerden yere nasıl ataca­ğını, nasıl gerçekleşeceğini bilemeyiz. Bunu hadiseler gösterir. Bu bazan dün­yada verilebileceği gibi bazan da âhirete kalır. Mü'min, Allah'ın azametini, günahlara karşı gayretini düşünüp haramlara girmekten çekinmelidir. Aksi halde Allah'ın gazabının kulda ne zaman ve nasıl tecellî edeceği belli olmaz. Hayatı­nın en tatlı ânını yaşadığını sanarken, tepesine bir yumruk gibi iniverin

 

1068. [2:286, Hadîs No: 1861]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, bir iş yaptığında hakkını vererek yapanı sever.[75]

 

1069. [2:287, Hadîs No: 1863]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah yardım isteyenin yardımına koşulmasını sever.[76]

 

1O7O. [2:288, Hadîs No: 1865]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever.[77]

 

1071 . [2:288, Hadîs No: 1866]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah tevbekâr genci sever.[78]

 

Akıldan çok histeriyle hareket eden gençlerin yaşlılara göre günah işlemeleri daha kolaydır. Gücü, kuvveti, enerjisi, güzelliği, imkânları buna son derece elve­rişlidir. Dünya bütün çekiciliği ve güzelliğiyle tebessüm eder. Nefsi okşayan kötü­lükler ona daima davetiye çıkarıp durur. Bunlara karşı nefsi dizginlemek, günah­tan kaçınmak büyük bir muvaffakiyet ve fazilettir. Ama genç her zaman bu başarıya ulaşamaz. Şeytana kanıp nefsine uyup günahlara dalabilir. Böyle anlar­da akla, mantığa ve dine en uygun davranış, günahlarda ısrar etmemek, hemen tövbe etmek, bir daha işlememeye azmetmek, nefisle mücadele etmektir. Gü­nahlarda ısrar ve devam gazab-ı İlâhîyi celb edebilirken, ondan pişmanlık duyup tövbe etmek affa vesile olur. Böyle kimseler de Allah'ın sevdiği kimselerdir.

 

1072. [2:288, Hadîs No: 1867]

îbni Ömer rivayet ediyor:

Allah, gençliğini Allah'a itaat yolunda geçiren genci sever.[79]

 

1073. [2:290, Hadîs No: 1873]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah, bir mesleği olup, mesleğinde maharet sahibi olan mü'min kulunu sever.[80]

 

1074. [2:291, Hadîs No: 1874]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Allah eski dostluğu devam ettirmeyi sever. Öyle ise onu devam et­tirin.[81]

 

1075. [2:292, Hadîs No: 1876]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Allah ısrarla duâ edenleri sever.[82]

 

1076. [2:292, Hadîs No: 1877]

Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphe yok ki, Allahu Taâla kötü komşusu olup Allah ölümle veya başka bir yolla hakkından gelinceye kadar sabreden ve mükâfatını Allah'tan bekleyen kişiyi sever.[83]

 

1077. [2:293, Hadîs No: 1882]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

Allah, helâl kazanç yolunda kulunu yorgun görmeyi sever.[84]

 

1078. [2:294, Hadîs No: 1884]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Allah yakınlarını nâmahremlerden kıskanan kullarını sever.[85]

 

Kıskançlık duygusunun verilişinin en mühim hikmetlerinden biri iffet ve na­musları korumak, onlara toz kondurmam aktır. Bunun İçin ilk yapılacak iş, meşru dairede kalmak, namusu gölgeleyecek davranışlardan uzak durmak, mahremi­yet kaidelerine dikkat etmektir. Eşinin tesettürüne riâyet etmeyip, "Böyle olsa ne olur?" deyip lâkaydhğa girmek çok yanlıştır. Mahremini kıskanmayan sıkıntılara girer. Dinî ölçülere uymamanın sıkıntılarını cemiyet olarak kötü örnekleriyle bir­likte yasaya gelmekteyiz. İlerde "Ah, vah" etmektense önceden bu ölçülere uy­mak gerekir.

Yalnız bu konuda ölçüyü kaçırmamak, aşırıya kaçmamak, vehm eder bir ha­vaya girmemek gerekir. Bir hadiste böyle bir davranışın Allah'ın hoşlanmadığı davranış olduğu üzerinde durularak şöyle buyurulur:

"Kıskançlığın iki çeşidi vardır; birini Allah sever, diğerini sevmez. Allah'ın sevdiği kıskançlık, şüphe ve kötülük alâmetleri bulunan hususlardaki kıskanç­lıktır. Allah'ın sevmediği kıskançlık da, şüphe ve kötülük alâmetleri olmayan yerdeki kıskançlıktır."[86]

Islâmî ölçülere riâyet eden namuslu bir eş hakkında duyulan yersiz ve se­bepsiz kıskançlık güveni zedeler, aile huzurunu sarsar; kavga ve gürültülere se­bep olur, hayatın tadını kaçırır. O halde herşeyde olduğu gibi kıskançlıkta da ölçüyü yitirmemek gerekir.

Aynı durum sadece erkeğin karısına karşı değil, kadının erkeğine, erkek kardeşin kız kardeşine, kısacası herkesin yakınlarına karşı duyması gereken bir duygu olarak düşünülmelidir.

 

1079. [2:294, Hadîs No: 1887]

İmran bin Husayn (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, fakir ve çoluk çocuğu çok olduğu halde insanlara el avuç aç­mayan kulunu sever.[87]

 

1080. [2:295, Hadîs No: 1888]

Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Allah, aşırı şefkatinden ve Allah korkusundan mahzun olan her kalbi sever.[88]

 

1081 - [2:297, Hadîs No: 1895]

Numan bin Beşir rivayet ediyor:

Allah, öpmeye varıncaya kadar çocuklarınız arasında âdil davran­manızı sever.[89]

 

1082- [2:297, Hadîs No: 1896]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Allah, temizliğe dikkat ederek ibâdete düşkün olan kimseyi sever.[90]

 

1083. [2:297, Hadîs No: 1897]

Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:

Allah Kur'ân'ın indiği şekliyle okunmasını sever.[91]

 

1084. [2:298, Hadîs No: 1900]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâla Kıyamet günü "Lâ ilahe illallah" sözleri sebebiyle müezzinleri insanlar içerisinde Allah'ın rahmetine en fazla uzanan kimseler olarak haşr edecektir.[92]

 

1085. [2:298, Hadîs No: 1901]

Huzeyfe (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.mj şöyle buyurdu­ğunu rivayet ediyor:

Allah, şefkatli bir çobanın koyunlarını tehlikeli yerlerden uzaklaş­tırdığı gibi, kulunu himaye eder.[93]

 

Allah'ın bir ismi Rahîm, bir ismi de Rahman'dır. Bu isimleri ve daha başka birçok isimleriyle kullarına sonsuz rahmetiyle muamele etmekte, onlara nzık ve nimetler ikram etmekte, çeşit çeşit belâ ve felaketlerden kurtarmaktadır. Aslında Onun rahmeti olmazsa bir an için olsun hayatta kalamayız. Neye sahipsek Onun sayesinde sahibiz. Herşey bize Onun emaneti.

Eğer Onun koruması olmasaydı, belâ ve felaketler sel gibi başımıza yağar­dı. Onun rahmeti sayesinde ozon tabakası bir kuşak gibi atmosferimizi sarmak­ta, bizi saniyede yağmur gibi binlercesi gelmekte olan göktaşlarından korumak­tadır. Eğer yağmurlar devamlı yağsaydı, dolular inseydi, kasırgalar, tayfunlar gelseydi ne yapabilirdik? Güneş, ışınlarının milyonda birini değil de biraz daha fazlasını gönderseydi yanıp kavrulmaktan kurtulamazdık. Bitki ve hayvanlann çoğalmasına bir sınır konulmasaydırdünyamızın dengesini altüst ederlerdi.

Daha bildiğimiz ve bilmediğimiz, hayatımızı tehdit edici öylesine musibetler vardır ki, biz bunları çoğu zaman düşünmeyiz bile. Ancak gözle görülebilen, bi­lebildiğimiz musibetlerden Allah'a sığınır, yardımını dileriz. Oysa hayatımızı ve hayatımızın devamını tamamen muhtaç olduğumuz Rabbimiz, binlercesi birden hücum eden sayısız musibetlere karşı korumasaydı, bir an için olsun yaşayabil­memiz mümkün olmazdı.

Rabbimiz bazan, çobanın sürüsüne bir îkaz taşını atıp koyunlannı tehlikeler­den sakındırdığı gibi, isyanlara, günahlara girmeyelim diye ufak yollu musibet taşı da atmakta, sakındırmaya çalışmakta, âdeta "Dikkat et, böyle devam eder­sen mahvolursun" buyurmaktadır. Bu da bir himayedir, manevî hayatımızın mahvını önlemektedir. Hata yapan aklı başında olan bir kul, bunu bir îkaz ola­rak değerlendirir ve hemen hatadan vazgeçer. Bu konuda MesnevM Nuriye'de şöyle denilir:

"Merayı [otlağı] tecavüz eden koyun sürüsünü çevirmek için çobanın attığı taşlara musab [hedef] olan bir koyun, lisan-ı haliyle, 'Biz çobanın emri altında­yız. O bizden daha ziyade faydamızı düşünür. Madem onun rızası yoktur; dö­nelim' diye kendisi döner, sürü de\ döner."

Bu satırlardan sonra da şunlara yer verilir:

"Ey nefisi Sen o koyundan fajzla âsî ve dâli değilsin. Kaderden sana atılan bir musibet taşına maruz kaldığın zaman 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciün'[94] söy­le ve mercî-i hakikiye dön, îmana gel, mükedder [kederlenme] olma. O seni senden daha ziyade düşünür."[95]

Allah'ın kulunu himayesi illâ musibetle îkaz şeklinde olacak demek değildir. Cenab-ı Hak rahmeti gereği kullarını musibetlere dahi gerek kalmadan verdiği şuur ve tedbirle muhafaza eder. Kul girebileceği kötülüğün nelere mal olacağını düşünerek kendini tehlikeli pozisyonlara sokmaktan çekinir. Sonra etrafında tehlikelerle boğuşmakta olan insanları görmesi de onu o kötülüklerden çekip al­maya yeter. Günah içindeki peşin ceza ve ızdırap onu o tehlikeli atmosfere gir­mekten alıkoyarken, iyilikler içerisinde lezzetler de onu iyiliklere yöneltmekle böyle tehlikelere düşmekten korumaktadır.

 

1086. [2:299, Hadîs No: 1902]

Ebû Hüreyre'den (r.a,) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Allah, uzun Kıyamet Gününü dilediği kulları için bir farz namazı vakti kadar hafifletir..[96]

 

1087. [2:299, Hadîs No: 1903]

Ukbe bin Âmir rivayet ediyor:

Allah bir ok sebebiyle üç kişiyi Cennete koyar: Onu yaparken se­vabını Allah'tan bekleyen sanatkârı, onu atan okçuyu ve okçuya onu atması için veren kimseyi.[97]

 

1088. [2:399, Hadîs No: 1904]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah, bir lokma ekmek, bir avuç hurma ve bunlara benzer fakirle­rin faydalandığı şeyler sebebiyle üç kişiyi Cennetine koyar: Bunun verilmesini emreden aile reisini, o evin işini düzgün yürüten evin ha­nımını ve onu fakirin eline veren hizmetçiyi.[98]

 

1089. [2:300, Hadîs No: 1905]

Câbir bin Abdullah (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

Allah, bir tek hac sebebiyle üç grup insanı Cennete koyar: Yerine haccedilen ölüyü, bedel olarak hacca gideni ve bunun gerçekleşmesi­ne sebep olanı. [99]                                     

 

1090. [2:301, Hadîs No: 1907]

Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah, Kıyamet Günü mü'min kulunu kendisine yaklaştırır. Rah­met perdesini üzerine gerer ve onu insanlardan gizleyip günahlarını kendisine itiraf ettirerek şöyle buyurur: "Filan günahını biliyor mu­sun? Filan günahını da biliyor musun?" Kul, "Evet, yâ Rabbi" der. Öy­le ki, bütün günahlarını kendisine itiraf ettirir. O kişi içinden helak olduğunu düşünür. Bunun üzerine Allah şöyle buyurur: "Ben bunları dünyada iken senin için örttüm. Bu gün de onları affedeceğim." Sonra amel defterini sağ tarafından kendisine verir. Kâfir ve münafığa ge­lince, şahitler onlar için şöyle seslenirler: "İşte bunlar, Rablerine ifti­ra edenlerdir. Dikkat edin. Allah'ın laneti zâlimlerin üzerinedir."[100]

 

1091. [2:301, Hadîs No: 1908]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, sizin üç şeyinizden hoşlanır, üç şeyinizden de nefret eder. Hoşlandığı şeyler: Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan Ona ibâdet et­meniz. Allah'ın ipine sımsıkı sarılmanız ye ayrılığa düşmemeniz, Al­lah'ın idarenizi eline verdiği kimselerin hayır ve iyiliğini dilemeniz.

Sevmediği şeyler ise şunlardır: Dedi kodu etmeniz, yerli yersiz çok suâl sormanız ve faydasız yere malınızı zayi etmeniz.[101]

 

1092. [2:302, Hadîs No: 1909]

Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Allah bu Kur'ân sebebiyle bâzı insanları yükseltir, bazılarını da alçaltır.[102]

 

1093. [2:302, Hadîs No: 1910]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor: i tır.[103]

 

1094. [2:302, Hadîs No: 1911]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:[104]

 

1095. [2:303, Hadîs No: 1913]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, Ramazan ve Kurban Bayramı günlerinde yeryüzünde rah-metiyle tecellî eder. Öyîe ise namaz ve ziyaret için evlerden dışarıya çıkın ki, rahmet size dokunsun.[105]

 

1096. [2:304, Hadîs No: 1916]

îyad bin Ganem'den rivayetle:

Allah, dünyada insanlara işkence edenlere Kıyamet Günü azab eder.[106]

 

1097. [2:304, Hadîs No: 1917]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Allah, niyeti âhiret olana dünyayı verir, ama niyeti dünya olana âhireti vermez.[107]

 

1098. [2:306, Hadîs No: 1920]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allah sadakayı kabul eder, onu güzel bir şekilde muhafaza ederek sizden birinizin bir tayı [at yavrusu] büyüttüğü gibi büyütür. Öyle ki, bir lokma Uhud Dağı kadar büyür.[108]

 

1099, [2:306, Hadîs No: 1921]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, can boğaza gelmedikçe kulunun tevbesini kabul eder.[109]

 

1100. [2:307, Hadîs No: 1922]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâla Cehennem ehlinden azabı en hafif olanına şöyle der: "Eğer yer yüzündeki herşey senin olsaydı bu halden kurtulmak için verir miydin?" der. O, "Evet, verirdim" der. Allah, "Sen daha Âdem'in sulbünde iken bundan daha kolayını, Bana hiçbir şeyi ortak koşma­manı senden istedim, sen ise Bana ortak koşmakta direttin."[110]

 

1101. [2:307, Hadîs No: 1923]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâla şöyle buyurur: "Oruç Benimdir, mükafatını verecek olan da Benim. Oruçlu için iki sevinç vardır: İftar ettiğinde sevinir, Allah'ın huzuruna gidip Allah mükâfatlandırdığında sevinir. Mu-hammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur[111].

 

1102. [2:308, Hadîs No: 1924]

EbûHüreyreden rivayetle:

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Birisi diğerine hıyanet etmediği müddetçe Ben iki ortaktan üçün-cüsüyüm. Hıyanet yaptığında aralarından çekilirim.[112]

 

1103. [2:308, Hadîs No: 1925]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Ey Âdemoğlu! Bana ibâdet etmek için seni meşgul eden şeyleri bı­rak ki, gönlünü zenginlikle doldurayım. İhtiyaçlarını da gidereyim. Böyle yapmazsan elini meşgalelerle doldururum, ihtiyacını da gider­mem.[113]

 

1104. [2:309, Hadîs No: 1926]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Kulumun dünyada iken iki sevgili uzvunu [göz nurlarını] alırsam onun Benim yanımdaki mükâfatı ancak Cennettir.[114]

 

1105. [2:309, Hadîs No: 1927]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor: Allah Kıyamet günü şöyle buyurur:

"Nerede Benim rızam için birbirlerini sevenler? Gölgemden başka gölgenin bulunmadığı bu günde onları gölgelendireceğim."[115]

 

1106. [2:309, Hadîs No: 1928]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kulum, Beni anıp zikrimle dudakları kıpırdandıkça Ben onunla beraberim.[116]

 

1107. [2:309, Hadîs No: 1929]

Ammare bin Za'kere rivayet ediyor:

Benim gerçek kulum savaşta rakibiyle karşılaştığında Beni zikre­dendir.[117]

 

1108. [2:311, Hadîs No: 1932]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor: Allah Cennet ehline şöyle buyurur:

"Ey Cennet Ehli," Onlar, "Buyur yâ Rabbi, emrine amadeyiz. Bü­tün hayırlar Senin elindedir." Cenâb-ı Hak buyurur: "Razı oldunuz

mu?" Onlar, "Nasıl razı olmayalım? Sen bize hiçbir mahlûkuna ver­mediğin şeyleri verdin." Allah buyurur: "Bundan üstününü de vere­yim mi?" Onlar, "Ey Rabbimiz, bundan daha üstün ne olabilir ki?" derler. Allah, "Rızâmı üzerinize yağdırıyorum. Bundan sonra ebediy-yen gazap etmeyeceğim."[118]

 

1109. [2:312, Hadîs No: 1933]

Vasile bin Eskâ'dan (r.a.) rivayetle: Allahu Teâla şöyle buyuruyor:

"Ben kulumun Benim hakkımdaki zanni yanındayım. Benim hak­kımdaki düşüncesi iyi ise iyi muamele ederim, kötü ise kötü muame­le ederim.[119]

 

1110. [2:312, Hadîs No: 1934]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kıyamet günü Allah şöyle buyurur:

"Ey Âdemoğlu, Ben hastalandım, Beni ziyarete gelmedin." Kul, "Ya Rabbi, Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde Seni nasıl ziyaret ede­bilirdim?" der. Allah, "Filan kulumun hastalandığını ve senin de onun ziyaretine gitmediğini bilmiyor musun? Onu ziyaret ettiğinde Beni orada bulacağını bilmiyor muydun? Ey Ademoğlu, senden yiye­cek birşey istedim, sen Bana yedirmedin" der. Kul, "Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde Sana nasıl yemek yed irebilirdim?" der. Allah, "Falan kulumun senden yiyecek birşey isteyip sen de ona vermediği­ni bilmiyor musun? Ona verdisinde Benim katımda karşılığını bula­cağını bilmiyor muydun? Ey Ademoğlu, senden su istedim, bana su vermedin" der. Kul, "Yâ Rabbi, Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde sana nasıl su verebilirdim?" der. Allah, "Falan kulum senden kendi­sine su vermeni istemişti; sen ise vermedin. Ona su verseydin Benim katımda mükâfatımı bulacağını bilmiyor muydun?"[120]

 

1111. [2:313, Hadîs No: 1935]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah buyuruyor: "Şüphesiz Ben yer ehline azap vermek istedi­ğimde, evlerim olan mescidleri maddî manevî imar edenlere, benim rızam için birbirini sevenlere ve seherlerde günahları için mağfiret dileyenlere bakıyor ve azabımı çeviriyorum."[121]

 

1112. [2:314, Hadîs No: 1936]

îbni Habib rivayet ediyor: Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Ben hikmetli söz söyleyenin her sözüne bakmam. Ancak onun ni­yet ve isteğine bakarım. Niyeti ve gayesi Allah'ın sevdiği ve razı ol­duğu şeyler ise bunu ifâde etmese bile onun susmasını Allah'a hamd ve kendisi için heybet kılarım."[122]

 

1113. [2:315, Hadîs No: 1905]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ, hasta tuttuğu sürece hastaya sağlığında devam et­mekte olduğu amelinin karşılığından daha fazlasını verir. Yolcuya da evinde iken işlediği amelinin karşılığından daha fazlasını verir.

 

1114. [2:315, Hadîs No: 1940]

Avfbin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, tedbir almakta âciz davranmayı kınar. Sen tedbire riâyet et. Buna rağmen bir işe gücün yetmezse şöyle de: "Hasbiyallahü ve ni'me'l-vekîl [Allah bana yeter. O ne güzel vekildir]."[123]

 

1115. [2:316, Hadîs No: 1941]

Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Allah gecenin son üçte biri kalıncaya kadar bekler; Son­ra rahmetiyle dünya semâsına inerek şöyle seslenir: "Günahının ba­ğışlanmasını isteyen yok mu? Tevbe eden yok mu? Birşey dileyen yok mu? Duâ eden yok mu?" Bu durum sabah oluncaya kadar devam eder.[124]

 

1116. [2:316, Hadîs No: 1942]

Aişe (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ Şaban ayının on beşinci gecesinde [Berat Gecesi] rahmetiyle dünya semâsına iner ve Benîkelb kabîlesinin koyunları­nın kılları adedinden fazla sayıda kimseleri affeder.[125]

 

1117. [2:317, Hadîs No: 1943]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şu Mescid-i Haramdakilere hergün ve hergece yüz yirmi rahmet indirir. Altmışı Kabe'yi tavaf edenlere, kırkı namaz kı­lanlara, yirmisi de Kabe'yi seyredenleredir.[126]

 

1118. [2:318, Hadîs No: 1944]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah aile fertlerinin geçim yükü ölçüşünce yardım, belâ ölçüşünce sabır verir.[127]

 

Bir atasözümüz vardır: "Allah, dağına göre kış verir" diye. Allah hiçbir kimse­ye altından kalkamayacağı, dayanamayacağı yükü yüklemez. Her canlının rız­kını daha doğmadan vermeye başlayan Rabbimiz, yaşadığı sürece de herkesin rızkını gönderecektir. Onun içindir ki hiçbir aile reisi "Çoluk çocuğum çok, geçin-diremiyorum" diye endişe etmemelidir. Biraz gayret göstermesi yeterlidir. Nice çok çocuklu aileler vardır ki, Cenab-ı Hak, onlara ummadıkları yerden rızıkları-nı göndermektedir.

Belâ meselesine gelince; Allah hiçbir kula taşıyamayacağı yükü yüklemez, dayanamayacağı belâyı vermez. Belâ vermişse ona dayanabilme gücünü de ih­san eder. Onun için bir musibet karşısında bağırıp çağırmamalı, sabır ve sükûnetle karşılaman, Allah'tan yardım dilemeli, sabır gücünü dağ itmam alı dır. Çünkü sabır gücü insanın hayatı boyunca başına gelebilecek bütün musibetle­re karşı dayanabilecek güçtedir. Hele geçmişe ve geleceğe dağıtılmazsa bulun­duğu âna fazlasıyla yeter. Bediüzzaman, Lem'alar isimli eserinde, müthiş bir hastalığa yakalanan Erzurum'lu bir dostunun, 'Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım" diye acı bir şikayette bulunması üzerine sabır tavsiye etmiş ve sabrı bulunduğu âna teksif etmesini istemişti. Konuşmalar şöyle:

"Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün şimdi sürûrlu [sevinçli] yüz gün hük­mündedir. Onları düşünüp şekva etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise madem daha gelmemişler, Rabbin olan Rahmânürrahimînin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe [yokluğa] vücut rengi verme, Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfî gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah [kanat] düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip [katılıp] ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cena­hı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ [çok az] bir kuvvet ile merkezi harap eder." Dedim: "Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et. Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfat-ı uhreviyeyi, fânî ve kısa ömrünü uzun ve bakî bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekva yerinde ferahlı bir şükret,'1 O da ta­mamıyla bir ferah alarak, "Elhamdülillah," dedi, "hastalığım ondan bire indi."[128]

O halde belâ ve musibetler ne kadar ağır olursa olsun Rabbimizin, bize ona dayanabilecek güç ve kuvvet verdiğini de düşünüp sabretmelidir.

 

1119. [2:319, Hadîs No: 1947]

Mikdam bin Ma'dikerb rivayet ediyor:

Allah, kadınlarınız hakkında hayır tavsiye eder. Çünkü onlar an­neleriniz, kızlarınız ve teyzeleri nizdir.[129]

 

1120. [2:321, Hadîs No: 1950]

Sevban (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Yer, günde yetmiş defa seslenir: "Ey Âdemoğlu, dilediğinizi diledi­ğiniz kadar yiyin. Allah'a yemin ederim ki, ben de sizin etlerinizi ve derilerinizi yiyeceğim.[130]

 

1121. [2:321, Hadîs No: 1951]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

İslâm garib olarak başladı, yine garip hale gelecektir. O gariplere müjdeler olsun.[131]

 

Bâzıları bu hadisde göçen "seyeûd" fiilini "seyesîr" mânâsında anlayarak ve neticenin kötü olacağı hükmüne varmışlardır. Buradan da İslâmın neticesinin iyi olmayacağı kanaatına varıiarak ümitsizliğe düşülmüştür. Oysa bu yanlı anla­yıştır. Çünkü "yeûd"fiilinde "yeniden başlama" mânâsı davardır. Doğru olan da "yeûd" kelimesine bu mânâyı vermektir. Bu mânâ İslâm kültürüne uygur> bir mâ­nâdır. Nitekim Peygamberimiz en zor şartlarda dahi mü'minleri istikbalde yapa­cakları fetihlerle müjdelemiş, İslâmiyetin yeryüzüne hâkim olacağını bildirmiştir. Dolayısıyla ümmetini ümitsizliğe düşürmek Peygamberimizin yapmayacağı bir şeydir.

Âlimler, bu hadisin neticenin kötü olacağını söyleyerek korkutmak değil, müj­delemek mânâsına geldiğini söylerler. Meselâ bunlardan Elmalılı Hamdi Yazır, Nemi Sûresinin 93. âyetinin tefsirinde "İslâmiyetin istikbâli gece değil, gündüz­dür; sönük değil, parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir" dedikten sonra yukarıdaki hadis-i şerifi zikretmekte ve özet olarak şöyle demektedir:

Birçok kimseler bu hadisi hep mü'minleri korkutmak için söylemişler, onları ümitsizliğe ve bedbinliğe sokmuşlardır. Bu hadis, İslâm garip olarak zuhur etti, ileride garip olarak zuhur edecek" manasınadır. Hadiste geçen "fetûbâ (ne mut­lu)" kelimesi,, geleceğin karanlık olacağını söyleyerek korkutmak için değil, müj­de içindir. Çünkü hadisde geçen "garipler" İslâmı ilk yayan bahtiyar kimseler gi­bidir.[132]

İslâmı ilk yayan bahtiyar kimselere niçin "garip" deniliyordu?

Şirkin, putperestliğin ve her türlü ahlâksızlığın yaygın olduğu Cahiliyye dev­rinde Peygamberimizin Allah'ın birliği inancıyla ortaya çıkıp müşriklerin inandık­ları sayısız ilâhlar yerine tek Allah inancını savunması "bir" e indirmesi onlar ta­rafından "garip" karşılanmıştı.

Müşrikler Peygamberimize îman eden kimselerin işkenceyi, hattâ ölümü dahi göze alarak sarsılmaz bir îmanla ona bağlanmalırını da "garip" karşılamışlardı. O insanların Allah ve Resulü uğrunda, mallarını, mülklerini, ailelerini bırakarak Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmeleri de "garip" di. Kısacası müşriklere gö­re İslâmiyet de, Müslümanlar da "garip"di. Bu insanlar müşriklerin nazarında ga­riptiler, fakat Allah'ın nazarında bahtiyardılar. Rabbimiz bunu bir âyet-i kerime­de şöyle bildirir:

"O Peygambere îman eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yar­dımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nura [Kur'ân'a] uyanlar, kurtuluşa eren­lerin tâ kendisidir."[133]

İşte Peygamberimiz bu hadislerinde Allah'ın bildirmesiyle asırlar sonrasını görmüş, İslâmiyetin ve Müslümanların İslâmiyetin ilk yıllarında olduğu gibi "ga­rip" karşılanacaklarını, îmanları uğrunda sıkıntı çekeceklerini bildirmiştir. "Ne mutlu o gariplere!" buyurarak da bu "garipliğe" razı olanları, Allah ve Resulü uğ­runda sıkıntı çekenleri müjdelemiştir.

Nitekim tarihin pekçok devirlerinde mü'minler "garip" karşılanmışlar, sıkıntı çekmişler, zindanlara atılmışlardır. Ülkemizde de Cumhuriyet devrinden sonra Allah'a îman eden, Ona ibâdet eden ve bu noktada taviz vermeyen mü'minler "garip" karşılanmış, eziyete tâbi tutulmuş, öldürülmüş, zindanlara atılmış, devlet kademelerinden uzak tutulmuşlar ve mesleklerinden olmuşlardır. Yirminci yüz­yılın son çeyreğinde dahi insanlar İslâmiyet! savundukları için hapsedilmekte, başını örttükleri için okuldan atılmaktadırlar. Peygamberimiz bu hadisleriyle İs­lâmiyet uğrunda çile çekenleri bir yönüyle Sahabîlere benzetmekte, sabretmele­rini isteyerek "Ne mutlu o gariplere!" ifadesiyle istikbalin böylelerinin olduğunu müjdelemektedir.

Asrımızın en büyük "gariplerinden birisi de, en zor şartlar dahi İslâmiyetin geleceğinin parlak olduğunu, istikbalde İslâmiyetin hükmedeceğini müjdeleyen Bediüzzaman'dır. Bediüzzaman Said Nursî, Allah, Peygamber ve Kur'ân dediği için memleketinden, talebelerinden koparılmış, çeşitli yerlere sürgüne gönderil­miş, zindanlara atılmış, defalarca zehirlenmiştir. Fakat bu hadisi düşünerek Al-fah'a şükretmiştir. Garipliğini ve bu hadisin kendisine nasıl tesellî verdiğini yer yer atlayarak nakletmek istiyoruz:

"Sizleri ziyâde müteessir etmemek için, gurbetimdeki firkatimin ziyâde elîm kısmını tayyedip [atlayıp] bir kısmını sizlere hikâye edeceğim....

"İhtiyarlık sırrıyla, hemen ekseriyet-i mutlaka ile, akran ve ahbabım ve akari-bimden yalnız ve garip kaldım. Onlar beni bırakıp âlem-i berzaha gittiklerinden neş'et eden hazin bir gurbeti hissettim (...) Ve şu gurbet içinde bir daire-i gurbet daha açıldı ki, vatanımdan ve akaribimden ayrı düşüp, yalnız kaldığımdan te-vellüd eden firkatli bir gurbeti hissettim....

"Birden fesübhânaflah dedim; bu gurbetlere ve karanlıklara nasıl dayanılır düşündüm.,..

Birden nûr-u iman, feyz-i Kur'ân, lütf-u Rahman imdada yetiştiler. O beş ka-ranlıklı gurbetleri, beş nûrânî ünsiyet dairesine çevirdiler. Lisânım: "Vekil olarak Allah yeter. O ne güzel vekildir' söyledi. Kalbim, 'Allah bana yeter. Ondan baş­ka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur" âyetini[134] okudu.

"Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası: "Cenâb-ı Hakkı bulan, neyi kaybe­der? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?" Yâni: "Onu bulan herşeyi bulur. Onu bul­mayan hiçbir şeyi bulmaz, bulsa da başına belâ bulur." Ne derece âlî bir hakikat olduğunu gördüm ve Tûbâ li'l-ğurabâ [Ne mutlu o gariplere]!' hadisinin sırrını anladım, şükrettim."[135]

 

1122. [2:322, Hadîs No: 1953]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

İslâm temizdir, öyleyse siz de temizleniniz. Şüphesiz Cennete an­cak temiz olanlar girer.[136]

 

1123. [2:323, Hadîs No: 1954]

Usâme bin Zeyd (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Ameller Pazartesi ve Perşembe günleri Allah'a arz edilir. Ben amelimin oruçlu iken arzedilmesini isterim.[137]

 

1124. [2:323, Hadîs No: 1956]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

îdâreci insanlarda şüpheli şeyler ararsa onları fesada götürür.[138]

 

1125. [2:323, Hadîs No: 1957]

Abdullah bin Amr (r..a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

Birinizin elbisesi eskidiği gibi göğsündeki îmanı da eskir. Öyle ise Allah'tan kalbinizdeki îmanı tazelemesini dileyiniz.[139]

 

îman etmek önemlidir. Kâinat çapında bir ehemmiyete sahiptir. İnsanın en önemli meselesidir. Fakat en az onun kadar önemli olan ise o îmanı son âna kadar muhafaza edebilmektir. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) birgün, "îmanınızı yenile­yiniz" buyurdu. "Nasıl yenileyelim, ya Resûlallah?" diye sorduklarında "Lâ ilahe illallah' kelime-itevhidiyle"[140] buyurdular.

Niçin îmanı yenilememiz gerekmektedir?

İnsanın maddî dünyası değiştiği gibi manevî dünyası da daima inkıiâblara maruz kalır. Manevî dünyamızın merkezi hükmünde olan kalb hergün hergün değişik şekillere girmekte, bir kararda durmamaktadır. Bir hadislerinde Peygamberimiz (as.m), "Kalb, bir insanın başına asılan ve rüzgarın her ân alt üst ettiği bir kuş tüyüne benzer"[141] buyurmuşlardır.

Evet, kalbimiz daima manevî tahribata hedef olmaktadır: Günahlar dört bir yandan hücum etmekte, şüphe ve tereddütler sarsmakta, ağzımızdan bilerek veya bilmeyerek isyan ve küfür kokan kelimeler çıkmaktadır.

İşte hergün hergün yıpranan, yara alan, zaman zaman kararan iç dünyamız, ancak îmanla tamir ve tedavî edilebilir. Kararan dünyamızı aydınlatan îmandır. Beden temiz hava ve sağlıklı gıdalarla beslendiği gibi ruh ve kalb de îmanı tak­viye edici manevî gıdalara muhtaçtır. Şu satırlarda bu hakikat ne güzel anatılır:

"İnsanda madem nefis, hevâ ve vehim ve şeytan hükmediyorlar. Çok vakit îmanını rencide etmek için gafletinden istifade ederek çok hileler ederler, hile ve vesveselerle îman nurunu kaplarlar. Hem zahirî şeriata muhalif düşen [dînîn zahirine ters düşen] hatta bazı imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimât ve harekât [söz ve davranışlar] eksik olmuyor. Onun için her vakit, her saat, her gün tecdid-i îmana [îman yenilemeye] bir ihtiyaç vardır."[142]

İşte bu ve buna benzer sebepler münasebetiyledir ki kelime-i tevhid ve keli-me-i şehadeti sık sık tekrarlamak, böylece îmanları yenilemek, bu konuda Al­lah'tan yardım dilemek gerekir.

 

1126. [2:324, Hadîs No: 1959]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz bereket yemeğin ortasına iner. Dolayısıyla yemeğin etra­fından yeyin, ortasından yemeyin.[143]

 

1127. [2:325, Hadîs No: 1961]

Sabit bin Ebî Hümeysote'den rivayetle:

Yıldızlar yer ehline ışık verdiği gibi, içinde Allah'ın anıldığı evler de gök ehline öylece ışık verirler.[144]

 

1128. [2:325, Hadîs No: 1963]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

îman ve haya beraber bulunurlar. Birisi alındığında diğeri de pe­şinden gider.[145]

 

1129. [2:326, Hadîs No: 1965]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Kimde iyi bir huy bulunursa, Allah o iyi huy vesilesiyle onun bü­tün amellerini düzeltir. Kişinin namaz için temizlenmesi sebebiyle Allah günahlarını örter. Namazı fazladan kendisine kalır.[146]

 

1130. [2:326, Hadîs No: 1966]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Hayrın yolunu gösteren kimse, o hayrı işleyen gibidir.[147]

 

1131. [2:327, Hadîs No: 1968]

Temim ed-Dârî'den (r.a.) rivayetle:

Din, Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların lideri için ve halk için hayır ve iyilik dilemekten ibarettir.[148]

 

Allah için nasihattan maksat, ona îman etmek, emirlerini tutup yasaklarından kaçınmaktır. İnsanları buna davet etmek de nasihat cümlesindendir. Kâinatın Sultanını tanımanın verdiği nur ve sürurla insanlar mutlu bir hayata kavuşmuş olacaklardır.

Kitap için nasihat denilince Kur'ân'a ve diğer ilahî kitapların Allah'tan gönde­rildiğine bütün gönlümüzce inanmak, Rabbimizin bize olan hitaplarını, emir ve yasaklarını öğrenmek ve hayat veren bu prensipleri yaşamak ve insanları bu gerçeklere davet etmektir.

Peygamber için nasihat denilince onun seçkin hayatını iyice öğrenmek, gü­zel ahlâkını ve sünnetini rehber edinmek, uygulamak ve insanları buna davet etmek anlaşılmalıdır.

İdareciler için nasihat idarecilerin Allah ve Resulüne itaat etmeleri, isyana girmemeleri ve onları bu önemli hususa davet düşünülmelidir.

Dinin bütün Müslümanlar için nasihat olması ise onları hem dünya, hem de âhirette huzur ve saadete sevk edecek İslâmın esas ve meselelerini anlatmak, ona yöneltmektir.

Kısacası din idarecisinden idare edilenine kadar herkes için bir nasihattan ibarettir. Görülüyor ki bütün bu nasihat şekillerinde insanların iyiliğini isteme, dünya ve âhirette saadete kavuşmalan için gayret gösterme söz konusudur. Mutlulukları paylaşma açısından bunun büyük önemi vardır.

 

1132- [2:329, Hadîs No: 1969]

Ebû Hüreyre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

Din kolaylıktır. Bir kimse onu ince eleyip sık dokursa din ona mutlaka galip gelir. Öyle ise ifrat ve tefritten sakının, orta yolu tu­tun. Gücünüzün yettiği kadar yapın. Müjdeye kavuşun. Nafile ibâdet için sabah, akşam ve biraz da gece vaktinden istifade ediniz.[149]

 

1133- [2:331, Hadîs No: 1972]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kişi uzun zaman Cennet ehlinin amelini işler, sonra ameli Cehen­nemliklerin işi ile noktalanır. Başka bir kişi de uzun zaman Cehen­nem ehlinin amelini işler, sonra ameli Cennet ehlinin işiyle noktala­nır.[150]

 

1134- [2:332, Hadîs No: 1974]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Sofraya oturduğunda "Bismillah," sofradan kaltığmda da "Elham­dülillah" diyen kişinin Önünden sofra henüz kalkmadan günahları bağışlanır.[151]

 

1135- [2:333, Hadîs No: 1976]

Sevban'dan rivayetle:

Kişi Cennet meyvelerinden birini kopardığında yerine başkası ge­lir.  [152]                                                             

 

1136. [2:333, Hadîs No: 1977]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor;

Erkek hanımına, hanım da beyine sevgiyle baktıklarında Cenâb-ı Hak da onlara rahmet nazarıyla bakar. Şayet erkek hanımının elleri­ni ellerine alırsa, her ikisinin de günahları parmaklarının arasından dökülür.[153]

 

Karı kocanın birbirlerine sevgiyle bakmaları halinde Cenâb-ı Hakkın onlara rahmet etmesi, günahlarım bağışlaması, sevginin Allah hesabına olmasıyla mümkündür. Allah'ı hiç hatıra getirmeden, sırf nefis ve nefsin arzulan hesabı­na, karı kocanın birbirlerini sevmeleri, hadisin şümulüne girmez. Yani şehvet düşüncesiyle birbirlerini seven karı kocanın birbirlerinin ellerini tutmalarıyla gü­nahları dökülmez.

Sevginin Allah rızâsı için olmasının ölçüsü, kan kocanın birbirlerini yüz gü­zelliklerinden ziyâde, ahlâk güzelliği sebebiyle sevmeleridir. Hem böyle bir sev­gi, gittikçe daha da kuvvetlenir. Böylece mes'ûd bir hayat yaşanır. Yoksa sevgi nefsânî olup sırf maddî güzelliğe verilirse çabuk bozulur. Çünkü maddî güzellik bozulmaya, kaybolmaya mahkûmdur.

 

1137. [2:335, Hadîs No: 1980]

lbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle;

Kişi, kendisiyle istişare edenin hayrına olan şeyi dilediği sürece görüşü doğru kalmaya devam eder. Onu aldattığı anda ise Allah onun isabetli görüşünü alır.[154]

 

1138. [2:335, Hadîs No: 1982]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Bir erkek veya kadın altmış sene boyunca Allah'a itaatte bulunur, Sonra da ölüm ânında yaptıkları vasiyette bazılarına zarar verirler de Cehennem ateşini hak ederler.[155]

 

Vasiyet, bir malı veya her hangi bir menfaati, ölümünden sonra geçerli ol­mak üzere başkasına vermek mânâsına gelir. Vasiyetin vacip ve müstehap gibi çeşitleri vardır.

Hadiste kişinin altmış sene boyunca Allah'a itaatte bulunduktan sonra ölüm ânında yaptıkları vasiyetle Cehennem ateşini hak edecekleri bildirilmektedir. Yani böyle bir kimse, Cehennem azabını hak edecek kötü bir amel işlemiş olur. İyilik yapalım derken cahilliklerinden veya hakkı gözetmediklerinden elleriyle kendilerini tehlikeye atmış oludur. Vasiyet esnasında yapılabilecek haksızlıkla­ra şu iki hususu misâl olarak verebiliriz.

Kişinin malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmesi doğru değildir. Nitekim Peygamberimiz (a.s.m.) malının tamamını vasiyet etmek isteyen Sa'd bin Ebî Vakkas'ın (r.a.) teklifini kabul etmemiştir. Sa'dın mîrasçılan olduğundan ancak malının üçte birini vasiyet etmesine razı oldu. Kalan kısmı mîrasçılara bırakma­sını istedi.[156]

Peygamberimiz bir diğer hadislerinde de mirasçılarını nazara almayarak faz­la miktarda vasiyet edilmesini yasakladı[157]

Miras bırakanın yapacağı bir diğer haksızlık, malının bir kısmını veya kıy­metli bir bölümünü çocuklarından birisinin alması için vasiyette bulunması, ço-cuklan arasında adaletli davranmamasıdır. Mirasçıyı hakkı olan mirastan mah­rum bırakıcı vasiyetler doğru olmadığı gibi, mirasçıya mirastan hak ettiği mala ilaveten malın bir bölümünü vasiyet etmek de, insanın ebedî hayatını tehdit eder. Peygamberimiz bir hadislerinde mirasçıya vasiyet edilmeyeceğini bildir­mekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Cenâb-ı hak, her mirasçıya mirastan olan nasibini tayin etti. Artık hiçbir mi­rasçıya vasiyet etmek caiz değildir."[158]

Bununla beraber, bir kimse vârislerden birine fazla birşey verilmesini bir maslahata binâen uygun görürse, diğer vârisler de kabul edip razı olurlarsa, bu­nu sağlığında iken yapabilir. Kişi sağlığında iken malından tasarruf etme hakkı­na sahip olduğundan, vermek istediği şeyi sağlığında iken teslim edebilir. Fakat bunda da adaleti gözetmeli, diğer mirasçıların haklarını da düşünmelidir.

 

1139. [2:336, Hadîs No: 1983]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kişi hiçbir sakınca görmediği öyle bir kelime söyler ki, bu söz yü­zünden yetmiş sene Cehennemin dibine düşer.[159]

 

1140. [2:336, Hadîs No: 1984]

Ebû Saîd el-Hudrî'den (r.a.) rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır:

Kişi insanları güldürmek için bir mahzuru yokmuş gibi görülen öyle bir söz söyler ki, bu söz sebebiyle gökten daha yüksek bir mesa­feden aşağı düşer.[160]

 

Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır; bir gülle savaşı başlatır—1. Cihan Savaşında olduğu gibi—ve sonuçta otuz milyon kimsenin mahvolmasına sebep olur. Bazan bazı şartlar alttnda yapılan küçük bir hareket insanı âlâ-yı il-liyyîne, yücelerin yücesine çıkarır. Bazan da küçük bir fiil, insanı esfel-i sâfilîne, aşağıların aşağısına indirir.[161]

Bu ifâdeler sözün tesirini anlatır. Hadiste de belirtildiği gibi bazan insan, gül­dürmek maksadıyla öyle inkâr ve isyan kokan sözler söyler ki, bu onun manevî dünyasını yıkar, gökten yuvarlanıyormuşcasına düşürür. Güzel sözler söyleyip manen yükselebilecekken veya normalde belli bir mertebede iken söyiediği o sözler sebebiyle aşağılara doğru düşer de farkında olmaz. Veya faydalı ve gü­ze! sözler söyleyip manen yükselebilecekken, ilerleyebilecekken o fırsatı kaçır­mış oiur.

Bu hadis insanın sözlerine ne kadar dikkat etmesi gerektiğini gösterir. Şaka­cıktan da, güldürmek maksadıyla da olsa yalan, yanlış; dine, îmana ters düşen, hakaret ve inkâr mânâları taşıyan sözlerden uzak kalınmalıdır.

 

1141. [2:336, Hadîs No: 1985]

İbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Kişi, memleketinden uzak bir yerde vefat ettiğinde memleketin­den öldüğü yf>re kadar olan mesafe ölçülür ve Cennetten o kadar yer verilir.[162]

 

1142. [2:337, Hadîs No: 1988]

Zeyd bin Erkam'dan (r.a.) rivayetle:

Cennet ehlinden birtek kişiye yemede, içmede, arzuda ve cinsî münasebette yüz adamın kuvveti kadar güç verilir. Onlardan birinin def-i haceti ter olarak derisinden çıkar gider. Bir de bakar ki karnın­daki şişkinlik gitmiştir.[163]

 

1143. [2:338, Hadîs No: 1989]

Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

Kişi güzel ahlâkı sayesinde gece ibâdet eden ve kavurucu sıcakta susuzluk çeken oruçlunun derecesine ulaşır.[164]

 

1144. [2:338, Hadîs No: 1990]

îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Kıyamet Günü ter adamın gırtlağına kadar çıkar. Öyle ki, 'Ya Rabbi, Cehenneme göndermek suretiyle de olsa beni bu halden kur­tar" der.[165]

 

1145. [2:338, Hadîs No: 1991]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Kişi bir ihtiyacını onu karşılayabilecek birinden ister. Allah onun için daha hayırlı olduğundan bunu kendisine verdirmez. İhtiyacı kar­şılanmayan kişi, insanları haksız yere suçlayarak "Bunun verilme­mesine kim sebep oldu?" der.[166]

 

İhtiyaçsız kul olmaz. Bu ihtiyacını yine kullar vasıtasıyla giderir. Ama bazan müracaat ettiği kimse, ihtiyacına cevap verir. Bazan da imkânları yerinde oldu­ğu halde vermeyeDilir. Bunun sebebini hem biz bilmeyebiliriz, hem de vermiş ol­saydı verdiği şeyin hakkımızda hayırlı olup olmadığını bilemezdik. O halde ver-mediğinde, "Gücü yettiği, imkânları olduğu halde niçin karşılamadı?" diyerek suçlama yoluna gitmemeli, olgunlukla karşılaman, "Demek ki bunda da bir hayır varmış, herşeyden önce kader müsaade etmedi. Etseydi onu verebilecek hale getirirdi. Eğer onun eliyle beni rızıklandırmak isteseydi bunu kimse engelleye­mezdi" diye düşünmelidir. Sebebini bilemediğimiz bir hususta yapılması gere­ken hüsn-ü zanla davranıp meseleyi olumlu değerlendirmektir. Böyle yapmayıp da, ya doğrudan o kişiyi veya başkalarının engel olduğu zehabına kapılıp da, "Buna kim, niçin engel oldu?" gibi başkalarını suçlamak, araştırmaya koyulmak, şüpheyle şuna buna bakmak olgun mü'mine yakışmayacak davranışlardır. En uygunu onun da ihtiyacı olduğunu düşünüp başka çareler aramalıdır.

 

1146. [2:339, Hadîs No: 1992]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Kişinin Cennette derecesi yükseltilir, sebebini sorar "Yâ Rabbi, bu lütuf nereden?" ona şöyle cevap verilir: "Çocuğunun senin için yaptı­ğı istiğfar ve dualardan."[167]

 

1147. [2:340, Hadîs No: 1995]

Vkbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:

Kişi birinin tuttuğu yoldan ve yaptığı işten hoşlanırsa o da onun gibidir.[168]

 

1148. [2:340, Hadîs No: 1996]

Talk bin Habib 'den rivayetle:

Kişiye namazı kılması ve vaktini geçirmemesi, ehlinden ve malın­dan daha hayırlıdır.[169]

 

1149. [2:340, Hadîs No: 1997]

îbni Ebî Evfâ rivayet ediyor:

İçinde akrabalarla irtibatı kesen birinin olduğu bir topluluğa rah­met inmez.[170]

 

1150. [2:340, Hadîs No: 1998]

Ebû 'd-Derdâ1dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Kulun rızkı, kendisini ecelinin aradığından daha fazla arar.[171]

 

Ecel ölüm vaktidir. Aİlah, herkesin ölüm vaktini tayin etmiştir. İlm-i İlâhîde ke­sindir. Ne ileri, ne geri alınması söz konusu değildir. Bunun gibi rızık da tayin edilmiştir. Kimse açlıktan ölmez. Allah bitkilerin, hayvanların, ne kadar rızka muhtaç varlık varsa hepsinin rızkını verir, hiçbirini ihmal etmez. Ağaçlar topra­ğa tezgahlarını kurup tevekkülle yerlerinde dururlar. Rızıkları da ayaklarına ge­lir.

Kimse rızıksız kalmaz. Çünkü bir âyette, 'Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a ait olmasın"[172] buyurulmustur. Yalnız Mesnevf-i Nuriye'de belirtildiği gibi rızık ikidir. Biri hakiki, biri mecazîdir. "Âyette taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve zafiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bak­maz. Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları buna şahittir. Mecazî olan rızık ise, âyetin taahhüdü attında değildir. Ancak sa'y ve kisbe [çalışıp kazanmaya bağlıdır.][173]

Yukarıda da belirtildiği gibi, hakiki rızık garanti altındadır. Ancak bunun öte­sinde, yani mecazî rızkı kazanmak için ise fazladan gayret göstermek gerekir. Bunu elde edebilmek için gerekli sebeplere sarılmak, iradeyi kullanmak, gayrete geçmek lâzımdır. Yoksa rızık kendiliğinden ayağımıza gelmez.

Bu hadis bize rızık konusunda endişeye yer olmadığını göstermektedir. Kimse, "İş bulamam. Aç kalırsam ne olur halim" gibi bir düşünceye kapılmama­lıdır. İnsanın biraz elini oynatması, erinmeden, telaşlanmadan Allah'a güvenle yola çıkması yeterlidir. O rızkına, rızkı da ona gelir. Yalnız onu elde edeceğim düşüncesiyle harama da girilmemelidir.

 

1151. [2:341, Hadîs No: 2001]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz rüya tabir edildiği şekilde çıkar. Bunun misâli şuna ben­zer: Kişi ayağını kaldırır, ne zaman yere koyacağını bekler. Biriniz bir rüya gördüğünde onu ancak bir iyiliğini isteyen samimî dostuna

veya bir âlime anlatsın.[174]

 

1152. [2:342, Hadîs No: 2002]

İbni Mes'ûd'dan rivayetle:

Kur'ân'dan başka şeylerle yapılan okuyup üflemeler, nazar boncu­ğu ve kadının erkeğe sevdirmesi için sihir yaptırması Allah'a ortak koşmaktır.[175]

 

Hadiste şifa ve kimseye zarar vermeme, tedavi etme niyetiyle Kur'ân'dan âyetler okuyup üflemenin faydalı olacağı belirtilirken, bunun dışında başka şey­ler okuyup üflemenin, nazar boncuğu takmanın ve kadını erkeğe sevdirmek için sihir yaptırmanın Allah'a ortak koşma olduğu belirtiliyor.

Doktorla tedavisi mümkün olmayan bir kısım manevî hastalıklar vardır ki özellikle böyle anlarda Kur'ân'a başvurmak, dualar okumak dinde yeri olan dav­ranışlardandır. Resûlullahın bir kısım hastalıkların tedavisi için okumaya baş­vurduğu bilinmektedir.

Cahiliyye döneminde insanlar bir kısım mânâsız, karma karışık şeyleri oku­yup üfler ve bunların tesirli olacağına inanırlardı. İşte böylesine boş ve mânâsız şeylere tesir vererek okuyup üflemek Allah'a ortak koşma olarak değorlendirilmistir. Bu, Allah'a tevekküle, herşeyin Onun takdir, izin ve iradesiyle yürüdüğü inancına ters düştüğü için böyle bir inançla yapılan okuyup üflemeler Cahiliyye âdetidir ve şirk sayılmıştır.

Nazar boncuğundan meded ummak, bunun kaza ve belâları defedeceğine inanmak da böyledir. Birgün Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), kendisine bîat eden on ki­şiden birinin bîatını kabul etmemiş, pazusundaki muskayı çıkarmasını istemişti. Bu muskada Kur'ân veya dualar değil, bazı şifreli ve tılsımlı yazılar vardı. Mâ­nâsı bilinmeyen bir kısım harf ve rakamlar bulunmaktaydı. Onun için çıkarması­nı tenbihlemiş ve Allah'tan başkasından meded ummak mânâsını taşıyan bu hareket karşısında "Kim onu takarsa müşrik olur"[176] buyurmuştu. Yine Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), kolunda bir nevi boncuk ve muska mahiyetinde halka bulunan bir kimseye, niçin taktığını sormuş, ağrıyı gidermek için taktığını söylediğinde, çıkarmasını emretmiş ve "Çünkü o senin rahatsızlığını arttırır"[177] buyurmuşlardı.

Sihir meselesine gelince, büyü de denilen sihir Hz. İbrahim devrinden beri bi­linmekteydi. Hz. Musa ve Hz. Süleyman devirlerinde oldukça yaygınlaşmıştı.

Sihir, göz boyama ve aldatma esasına dayanan, gerçeğe ters düşen olum­suz bir sanattır. Mahiyetinde ilmî bir kısım gerçekleri tersyüz edip kullanmak, menfiye âlet etmek, zarar vermek bulunmaktadır. Onun içindir ki varlığı inkâr edilmeyen sihir, dinimizde kesinlikle yasaklanmış, haram kılınmıştır. Bu bakım­dan bir kadının, meşru, makûl yollan bırakıp da sihir yoluyla erkeğe kendini sevdirmeye kalkması haramdır. Eğer bu kadın eşi olan erkeğe karşı böyle bir yol deneyecekse ki, eğer tesiri Allah'tan değil de böyle bir şeyden bekleyerek si­hir yaptırma yoluna gidiyorsa, bu bir nevi Allah'a ortak koşmadır. Karşılıklı sev­gi ve saygının yerleşmesi için İsfâmî ve insanî birçok şartlar vardır. Bunlara riâ­yet eden genellikle erkeğinin ilgisini çekebilir. Böyle meşru olmayan yollara başvurmasına gerek yoktur. Nikah olmaksızın herhangi bir kadını elde etmek için yapılan sihiri de bu katagoride değerlendirmek gerekir. Kısacası sihrin her çeşidi haramdır.

 

1153. [2:342, Hadîs No: 2003]

tbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Hacerü'l-Esved ve makam-ı İbrahim, Cennetin yakutlarından iki yakuttur. Allah onların nurunu gidermiştir. Şayet gidermeseydi do­ğu ile batının arasını aydınlatırdı.[178]

 

1154. [2:343, Hadîs No: 2005]

Abdullah bin Yüsr'den (r.a.) rivayetle:

Zinakârlar haşir meydanına vücutları alevler içinde yanar bir hal­de gelirler.[179]

 

 



[1] Müslim, Zekât: 65; Tirmizî, Teîsir-i Sûre, 2:36; Edep: 41; Dârimî, Rikak: 9; Müsned 2:328,

[2] Hâkİm'in Müstedretf\ ve İbni Adiyy'in el-Kâmit'möen.

[3] Ebû Nuaym'ın Hılye/smden.

[4] Buharı, Rikak: 38.

[5] Tirmizî, Zühd: 60.

[6] Tirmizî, Nikah: 25; İbni Mâce, Cihad: 12.

Buharı, Salât: 46,65; Teheccüd: 36; Rikak: 6; Müslim, Mesacid: 24; Zühd: 43;

[7] EbûDavud,Vitr: 1; Tırmizf,VHr. 1,1'bniMâce, İkâme: 114.

[8] İbniEbîÂsınidan.

[9] Buhar!, Isti'zan: 12; Kader: 9; Müslim, Kader: 20; Ebö Davud, Nikâh: 43; Müsned, 2:276.

[10] Buharı, Rikak: 31; Müslim, îman: 207, 208; Ebö Davud, Rikak: 70; Müsned, 1:279.

[11] Taberânî'nin Keöfr'inden.

[12] Taberâm'nin Ketlinden.

[13] Abdürrezzakın Câm/inden.

[14] Said bin Mansur'un Sönerimden.

[15] Taberânî'nin Keö/Vinden.

[16] Buharı, Ahkâm: 42; Kader: 8; Tırmizî, Zühd: 39; A/esef, Bey'a: 32; Mösned, 2:237,289.

[17] Ebû Davud, Zekât 32.

[18] Müslim, Talak: 29,34.

[19] Şiraztöen.

[20] Hâkim'in MüstedreKtoden.

[21] Hâkİm'in MüstedreK\nden.

[22] Mûsned, 1:390,424.

[23] İbni  Asakir’den.

[24] Buharı, Tevhid: 15,22,28,55; Bed'ü'l-Halk: 1; Müslim, Tevbe: 14,16; Timizi, Daavat; 99; Ibni Mâce, Mukaddime: 13; Zühd: 35; Müsned, 2:242,258.

[25] Taberânî'nin Kefilinden.

[26] Buharı, Cihad: 182; Menazî: 38; Kader: 5; Müslim, îman: 178; İbniMâce, Fiten: 35, Müsned, 5:222.

[27] Buharı, 4;34; Taberi, 3:26; Sîre, 1-2:524.

[28] Taberânî'nin Kebîrinden,

[29] Müslim, Zikir: 89; Tirmizî, Et'ıme: 18; Müsned, 3:100,117.

[30] İbni Mâce, Fiten: 21; Mûsned, 3:27,29,77.

[31] İbni Mâce, Mukaddime: 13.

[32] İbni Mâce, İkâme: 191; Mûsned, 2:176.

[33] Mûsned, 4:151.

[34] Buharı, Tefeîr-i Sûre: 11; Müslim, Birr: 62; Timizi, Tefsîr-i Sûre: 11-

[35] Ibnİ Adiyy'İn el-Kâmit'müen.

[36] Hâkim'in MûstedreKive Beyhakl'nin Söneninden.

[37] İbni Mâce, Sadakat: 10.

[38] Ebû Davud, 49; İbni Mâce, Ticârât: 27; Dua: 10; Dirim!, Büyü1:13; Müsned, 3:156, 286.

[39] Dârimî, Büyü: 10.

[40] Müslim, iman: 71.

[41] İbni Mâce, Ticâret: 1.

[42] Beyhaki, Sünen, 6:29.

[43] İbni Nas^dan.

[44] Şualar, s. 24.

[45] Buharı, Hayz: 17; Enbiya: 1; Kader: 1; Müslim, Kader: 5; Mösned, 3:116,148.

[46] Deylemî'ninMLİsnedü'/-Wev5'înden.

[47] İbni Mâce, İkâme: 50.

[48] Neseİ, İmame: 25; Ezan: 14; İbni Mice, İkâme: 50; Dârimî, Salât: 49; Ebû Davud, Salât 93.

[49] Tırmızî, Fıten: 7.

[50] Butıarfnin EtfeMnden.

[51] Neseî, Cenâiz: 23.

[52] Mûsned, 3:123,125,283.

[53] Buharî, İlim: 34; Müslim, ilim: 13; Tirmizl İlim: 5; İbniMâce, Mukaddime: 8.

[54] A/esef, Cihad: 24.

[55] Taberânî'nin Kebîrinden.

[56] Müslim, Birr: 33; İbniMâce, Zühd: 9; Müsned, 2:285,539.

[57] Buharı, Libas: 5; Ebû Davud, Libas: 27; İbniMâce, Mesacid: 14; Müsned, 2:346.

[58] ibni Adiyy'in e/-K3m//inden.

[59] İbni Asakitöen.

[60] Ebû Nuaym'ın Htly&si ve Beyhakî'nin Şi'bû'l-tmrimdan.

[61] Neseî, Âdâbü'l-Kudat: 37; Hacc: 194; Müslim, Hacc: 436; İbni Mâce, Mesacid: 19; Menasik: 56; Müsned, 2:186,187.

[62] Deylemî'ninMdsnedûV-F/rcfei'S'inden.

[63] Taberânî'nin Keb!f\ ve Hâkimin Müsfec/retfinden.

[64] Müsned, 5:24

[65] Müslim, Tevbe: 31; Musned, 4:395,404.

[66] Ebû Davud, Melahim; 1.

[67] Ebû Davud, Edeb: 86; Tırmizî, Edeb: 72; Müsned, 2:165,187

[68] Deylemî'nin MösnedüV-fîrdevs'indeı

[69] Taberânfnin Evsafından.

[70] DeylemPnin Müsnedü'l-Firddv&infon.

[71] Hâkim'İn

[72] Hatib'in Tarih'lnden.

[73] Münafıkûn Sûresi, 10.

[74] U/ray/fden.

[75] Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmaıtnvian.

[76] IbniAsakifüen.

[77] Beyhakl'nin £/'6üV-/man"ından.

[78] Ebu'ş-Şeytften.

[79] Ebû Nuaym'ın Hıtyefs\n<ien.

[80] Taberânfnİn Kebîfl ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmarimöan.

[81] DeylemPnin Müsnedü'l-Firdev#\t\âen

[82] İbni Adiyy'in el-Kâmi?\ ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmarimöan.

[83] Hatibin Tariflinden.

[84] Deylemî'nin Mösnedü'l-Firdev&lnden.

[85] TaberânPnin Evsafından.

[86] Ebû Davud, Cihad: 13.

[87] IbniMâce, Zühd:5.

[88] Taberânrnin Ke&ffi ve Hâkim'in MöstedreKmüen.

[89] İbnü'n-Neccatöan

[90] Halib'in M'inden.

[91] Sİczf nin /öane'sinden.

[92] Hatib'in Tar/tflnden.

[93] Beyhakî'nin #'dû'/-/manlından.

[94] Bakara Sûresi, 156.

[95] Mesnevî-İ Nuriye, 102.

[96] Beyhakî'nin Şi'bü '/-/roan'ından.

[97] Ebû Davud, Cihad: 23; Tirmizî, Cihad: 11; Neşe!, Cihad: 26; ibnl Mâce, Cihad: 19.

[98] Hâkimin MüstecfreVinden.

[99] Ibni Adiyy'in el-Kâmifi ve Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmari\ndm.

[100] Buhari, Mezalim: 2; Müsned, 2:105.

[101] Müslim, Ekdıye; 10; Taberânî, Kelâm: 20; Mösned, 2:327,360,367.

[102] Müslim, Müsafirîn: 269; İbniMâce, Mukaddime: 16; Dirimi, Fezâilül-Kur'ân: 9.

[103] İbni  Adiyy’in  el-Kamil’inden.

[104] Taberani’nin  Evsaf’ından.

[105] İbni Asakif den.

[106] Müslim, Birr: 117-119; BM Davud, Imare: 32; Müsned, 3:403,404.

[107] İbni Mübarekten.

[108] Tirmizİ, Zekât 28; Müsned, 2:268, 404,471.

[109] Tirmizİ Daavat: 98; İbniMâce, Zühd: 30; Müsned, 2:132,153; 3:425.

[110] Buharî, Enbiya: 1; Rikak: 51; Müslim, îman: 362,364; Münafıkîn: 51; Tirmizî, Cehennem: 12.

[111] Buharı, Savm; 9; Müslim, Siyam: 163,165; Neseî, Siyam: 42; Müsned, 2:232,273.

[112] EböDavud, Büyü': 26.

[113] Timizi Kıyame; 30; İbniMâce, Zühd: 2.

[114] Tırmizt, Zühd: 58; Müsned, 5:258.

[115] Müslim, Birr: 38; Tirmizî Zühd, 53; Dirimi Rfkak: 44; Taberâni, Şiir: 13; Müsned, 2:237,328.

[116] Buharî, Tevhîd: 43.

[117] Tirmizî, Daavat 118.

[118] Buharî, Tevhîd: 37; Rikak: 51; Müslim, îman: 302; Cennet; 9; Vrmizf, Kıyame: 18; Müsned, 3:88,95.

[119] Taberânfnİn Evsafı ve Ebû Nuaym'ın Mye'sinden.

[120] Müslim, Birr: 43.

[121] Beyhaki’nin  Şi’bü’l  İman’ından.

[122] /bnünnecca/'dan.

[123] Buharî, Nikah: 121; Ebû Davud, Ekdıye: 28; Müsned, 3:298.

[124] Müslim, Müsafirîn: 172; IbniMâce, İkâme: 182; Müsned, 2:383.

[125] ibniMâce, İkâme: 191; Müsned, 6538.

[126] Taberânî'nln KMfttnden.

[127] Ibnİ Adtyy'in el-Kâmit\nöen.

[128] Lem'alar, s. 11.

[129] Taberânî'nin Kefal/inden.

[130] Hakînfden.

[131] Müslim, İman: 232; Timizi İmân: 13; İbniMice, Fiten: 15; Dârimî, Rikak: 42; Müsned, 1:184,298.

[132] Hak Dini Kur'ân Dili, 5:3713; 3714.

[133] A'raf Sûresi, 157.

[134] Tevbe Sûresi, 129.

[135] Mektûbat, s. 22-24.

[136] Hatib'in far/Mnden.

[137] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmrfmdm

[138] Ebû Davud, Edeb: 37.

[139] Taberântnin KeW\ ve Hâkim'in MûstedreK\r\6w.

[140] Mûsned, 3:350; et-Terğib, 2:415.

[141] Müsned, 4:408.

[142] Mektubat, s. 308.

[143] Timizi, Erime: 12; Dârimî, Etime: 16; Müsned, 1:270, 343,364.

[144] Ebû Nuaym'ın Martfe'sinden.

[145] Beyfıaki'nin ŞWI-îmarf\Tvian.

[146] Hâkim'in Müstedreki ve Beyhaki'nin Şi'bö'i-îmaifmtian.

[147] Ebû Ya'la'nm Müsnedı, Taberânî'nin EvsaU ve Beyhakl'nin £/'bû'Wmarfından.

[148] Buhârî, îman: 42; Müslim, îman: 95.

[149] Buharî, İman: 29; Neseî, îman: 28; Mösned, 5:69.

[150] Müslim, Kader: 11.

[151] TaberânFnin Evsafından.

[152] Taberânî'nin Kebtfmöen.

[153] RâfiPnin fari/rinden.

[154] font Asakif den.

[155] Ebû Davud, Vesâyâ: 3; Timizi Vesâyâ: 2.

[156] Müslim, Vasâyâ: 8.

[157] Ibni Mâce, Vasâyâ: 3.

[158] Ibni Mâce, Vasâyâ: 6.

[159] Tirmizf, Zühd: 46; ibni Mâce, Ahkâm: 2.

[160] Timizi, Zühd: 10; Mösned, 3:38.

[161] Sünuhats. 19.

[162] Neseî, Cenâiz: 8; İbni Mâce, Cenâiz: 61; Mösned, 2:177.

[163] Taberânfnin Kebenden.

[164] Taberânfnin KeWtfrxJen.

[165] Taberânfnİn Kebîrinden.

[166] Taberânî'nin Keöftlnden.

[167] Ibni Mâce, Edeb: 1; Müsned, 2:509.

[168] Taberânrnin Kebîrinden.

[169] Saki bin Mansur'un Söneninden,

[170] Buharf nin Edebinden.

[171] Taberânî'nin Kebîr1] ve İbni Adiyy'in el-Kâmitİnden.

[172] Hûd Sûresi, 6.

[173] Mesnevî-i Nuriye, s. 67,

[174] Hâkim'in Müştekinden.

[175] Ebu Davud, Tıp: 29; Taberânî, Tıp: 39.

[176] Müsned, 4:156.

[177] İbni Mâce, Tıp: 39.

[178] Timizi Hacc: 49; Müsned, 2:213,214.

[179] Taberânt'nin Keb/rinden.