1155. [2:344, Hadîs No: 2006]

Huzeyfe bin Esîd rivayet ediyor:

Şu on alâmet çıkmadan Kıyamet kopmaz:

1. Duhan,

2. Dabbetü'1-Arz.

3. Deccal   

4. Güneşin batıdan dogması.

5.7. Üç yerde, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında yere batma­lar.

8. Hz. îsâ'nm inmesi.

9.  Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkması Aden şehrinin aşağılarından bir ateşin çıkıp insanları mahşere sevk etmesi ve yanlarından ayrılma­ması. Öyle ki onlar geceyi geçirdiklerinde ateş de yanlarında geceler, gündüz istirahat ettiklerinde o da yanlarında bekler.[1]

 

1156. [2:344, Hadîs No: 2007]

Sahur, Allah'ın size verdiği bir berekettir. Onu ihmal etmeyiniz.[2]

 

1157. [2:345, Hadîs No: 2008]

Muttalip babasından (r.a.) rivayetle:

Gerçek saadet, Allah'a itaatte geçirilen uzun ömürdür.[3]

 

1158. [2:345, Hadîs No: 2009]

Mikdam bin Madikerb'den rivayetle:

Bahtiyar kişi fitnelerden uzaklaştırılan ve musîbet verildiğinde sabredendir.[4]

 

1159. [2:345, Hadîs No: 2010]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Düşük olarak doğan çocuk, anne ve babası Cehenneme girdiğinde Allah'a karşı naz yapar. Kendisine "Ey Allah'a karşı naz yapan ço­cuk, anneni ve babanı al da gir Cennete" denir. O da onları göbek ba­ğı ile çekip Cennete girdirir.[5]

 

1160. [2:346, Hadîs No: 2011]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Selâm, Allah'ın isimlerinden birisidir. Yere indirilmiştir. Öyle ise selâmı aranızda yayın.[6]

 

1161. [2:346, Hadîs No: 2012]

Büreyde bin Husayb (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Yedi kat gök, yedi kat yer ve dağlar zina eden ihtiyara lanet eder. Zina edenlerin avretlerinin kokusu bütün Cehennem halkına ezâ ve­rir.[7]

 

1162. [2:346, Hadîs No: 2013]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Efendi cimri olamaz.[8]

 

1163. [2:347, Hadîs No: 2016J

îbni Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Şüphesiz güneş ve ay hiç kimsenin ne ölümünden ve ne de haya­tından dolayı tutulmazlar. Fakat bunlar Allah'ın büyüklüğünü göste­ren iki delildir. Allah onlarla kullarını korkutur. Bunu gördüğünüz zaman namaz kılın ve açılıncaya kadar duâ edin.[9]

 

Resûl-ü Ekremin (as.m.) oğlu İbrahim'in ölümü esnasında güneş tutulmuş, bunun üzerine halk, "Bak, güneş bile İbrahim'in ölümü üzerine yas tutuyor" de­mişlerdi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukarıdaki hadislerini bu hadise üzerine söyledi.

Her gün güneş doğar, batar. Her akşam ay görünür, bazan kaybolur. Mevsi­mi, günü ve vakti geldiğinde yağmur yağar. Kâinatta cereyan eden hadiseler hiç aksamadan muntazam bir şekilde devam eder, gider. Bütün bunlar, Rabbimizin büyüklük, kudret ve hikmetine işaret eden olaylardır. Fakat insan yaratılışı îcabı çabuk gaflete kapılabildiğinden, kendisi dâhil, kâinattaki bütün varlıkları ilgilen­diren bu hadiselere bakıp onlarda Yaratıcının hâkimiyet ve tasarrufunu, hikmet ve rahmetini görmezden gelir, bazan unutuverir.

İşte insana yaratılış maksadını ve dünyaya gönderiliş gayesini unutturan böyle bir hal, yine aynı kudret ve azamet tarafından birtakım tasarruf ve icraat­larla hatırlatılır.

Allah'ın emrinde çalışan birer memur ofan güneş ve ay, yine o emirle bir müddet yüzüne karanlık perdesini çeker, insanları korku ve endişeye düşürür. Böylece insanın gafleti dağıtılır, İnsanlar korkutularak günaha girmekten kurta­rılıp, ibâdet ve tevbeye yöneltilir. Bunları gören insan Rabbine yönelir, huzuru­na durur, el bağlar, acizliğini ve güçsüzlüğünü dile getirir. Bu ânın bir ibâdet vakti olduğu şuuru içinde bulunur, kul olarak kendine düşen vazifeyi yapmaya başlar. Zaten Peygamberimiz de izahını yaptığımız hadislerinde ümmetini bu durumlarda buna davet etmektedir.

Güneş ve ay tutulması, yağmursuzluk aynı zamanda bu nimetlerin kıymetini hatırlatan birer ikazdır. Böylece Rabbîmiz yağmur yağmadığında, ay ve güneş tutulması devam ettiğinde halimizin ne olacağını, hayatımızda ne gibi acı deği­şikliklerin meydana geleceğini düşünmemizi ister.

Yağmursuzluk yağmur namazının vakti olduğu gibi, ay ve güneş tutulmaları da bu ibâdetlerin vaktidir. Yapılan ibâdetler ve kılınan namazlar bunlann açıl­ması için değil, bu vesileyle Yaratana yakınlaşmak içindir. Yoksa astronomik hesaplarla ne kadar süre ile kapalı kalacağı bilinen bir hadisenin, normal hale gelmesi için duâ etmek söz konusu değildir.

 

1164. [2:349, Hadîs No: 2019]

Ebâ Ümâme (r,a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:[10]

 

1165. [2:350, Hadîs No: 2022]

Muaz bin Cebel'den (r.a.) rivayetle:

Şeytan insanın kurdudur. Koyunun kurduna benzer. Kurdun, sü­rüden ayrılan kenarda duran koyunu kaptığı gibi, şeytan da cemaat­tan ayrılanı gözetir. Ayrılıktan sakının. Cemaattan, topluluktan ve camilerden ayrılmayın.[11]

 

1166. [2:351, Hadîs No: 2025]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Şeytan şöyle dedi:

"Ya Rabbi! İzzetine yemin ederim ki, kullarının ruhları cesetlerin­de kalmaya devam ettikçe, onları devamlı olarak yolundan saptıraca­ğım." Cenâb-ı Allah da şöyle buyurdu:

"îzzet ve celâlime yemin olsun ki, Ben de onları Benden bağışlan­ma diledikleri sürece bağışlayacağım."[12]

 

1167- [2:352, Hadîs No: 2026]

Südeyse 'den rivayetle:

Ömer Müslüman olduğundan beri şeytan her karşılaştığında mut­laka yüz üstü düşmüştür.[13]

 

1168. [2:353, Hadîs No: 2029]

İbni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Şeytan birinize gelir şöyle vesvese verir:

"Göğü kim yarattı?" O kişi, "Allah" der, "Yeri kim yarattı?" der. O kişi "Allah" cevabını verir. Bu defa "Allah'ı kim yarattı?" der. Biriniz bunu hissettiğinde "Ben Allah'a ve Resulüne îman ettim" desin.[14]

 

Varlıkları Yaratıcı ve yaratılan olarak iki şıkta toplamak mümkündür. Allah Yaratıcı, diğerleri ise yaratıktır. Bu durumda Yaratıcı yaratık olarak düşünüle­meyeceği gibi, yaratık da Yaratıcı olamaz. Nasıl bir masa aynı zamanda hem masa, hem de kendisinin ustası olamıyorsa bir varlık da aynı zamanda hem Yaratıcı, hem de yaratık olamaz. O halde Allah Yaratıcı olduğuna göre yaratık-mış gibi düşünülüp de, "Kim yarattı?" gibisinden bir soru sorulamaz. Bunu bir örnekle daha açıklayalım: Nasıl camiide bir imam, imamın arkasında da cema­at bulunmaktadır. İmam kendisine uyulan, cemaat de ona uyandır. "Cemaat imama uymaktadır. Peki imam kime uyar?" diye bir soru sorulamaz. Çünkü o da uysa imam değil, cemaat olur. Bunun gibi yaratıkları "Kim yarattı?" diye sorabili­riz. Ama Allah yaratık olmadığı için "Onu kim yarattı?" şeklinde bir soru sorula­maz. Şu örnekle de meseleye bakabiliriz. Trenin önünde bir lokomotif, arkasın­da da vagonlar vardır. Vagonları lokomotif çeker. Ama lokomotifi çeken ikinci bir lokomotif yoktur. 'Vagonları ne çekiyor?" diye bir soru sorulsa, "Lokomotif cevabını verebiliriz. Ama, "Lokomotifi ne çekiyor?" diye bir soru sorulmaz. Çün-. kü lokomotif çekilmemektedir. Bunun gibi "Allah'ı kim yarattı?" şeklinde sorulan bir soru da mantıksızdır. Tamamen şeytandan gelmektedir. Peygamberimiz (a.s.m.) bu hadislerinde, böyle bir vesveseye muhatap ofan kimsenin "Ben Allah-a ve Resulüne îman ettim" demesini tavsiye etmekte, başka bir hadislerinde de böyle diyen kimseden söz konusu vesvesenin yok olacağın, bildirmektedir.

 

1169. [2:354, Hadîs No: 2031]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Şeytan ağzını Âdemoğlunun kalbi üzerine koymuştur. Kişi Allah'ı zikrettiğinde geri çekilir, Allah'ı unuttuğunda ise kalbini yutar.[15]

 

1170. [2:356, Hadîs No: 2034]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz şeytan namaz kılanların kendisine kulluk etmelerinden ümidini kesmiştir. Fakat onları birbirine karşı kışkırtma konusunda hâlâ ümitlidir.[16]

 

1171. [2:358, Hadîs No: 2036]

Safıyye binti Huyey'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz şeytan Âdemoğlunun bedeninde, kanın bedende dolaştı­ğı gibi dolaşır.[17]

 

1172. [2:359,Hadis  No:2039]

Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz şeytan senden korkuyor, yâ Ömer.[18]

 

1173. [2:359, Hadîs No: 2038]

Ümmü Umâre (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

Oruçlu kimsenin yanında yemek yendiğinde, yemek işi bitinceye kadar, melekler durmadan Allah'tan onun için günahlarının bağış­lanmasını dilerler.[19]

 

1174. [2:359, Hadîs No: 2039]

Âişe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Şüphesiz sâlih kimseler sıkıntıya maruz bırakılır. Mü'mine bir di­ken veya daha küçüğü de olsa her hangi bir musibet dokunursa, mutlaka bununla bir günahı dökülür ve mertebesi de bir mertebe yükseltilir,[20]

 

1175. [2:361, Hadîs No: 2043]

Ebu'd-Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:

Mü'min, günahları Uhud Dağı kadar olduğu halde başağrısı ve ateşli hastalıklara müptelâ olur. Hardal tanesi kadar da olsa günah­ları kalmayınca bırakılır.[21]

 

1176. [2:361, Hadîs No: 2045]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Sadaka ancak malı çoğaltır.[22]

 

1177. [2:362, Hadîs No: 2046]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

Akrabalara verilen sadakanın sevabı iki kat olarak verilir.[23]

 

1178. [2:362, Hadîs No: 2047]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Sadaka Rabbin gazabını söndürür. Sahibini kötü ölümden korur.[24]

 

1179. [2:362, Hadîs No: 2049]

Ukbe bin Amir'den rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Sadaka, sahibinden kabir hararetini söndürür. Mü'min Kıyamet Gününde ancak verdiği sadakanın gölgesinde gölgelenir.[25]

 

1180. [2:364, Hadîs No: 20533

Süheyl bin Hassan (r.a.) rivayet ediyor:

Alimlerin, üzerinde kaymaktan kurtulamadığı çok kaygan bir te­pe vardır ki, o da tamadır.[26]

 

1181 . [2:365, Hadfs No: 2055]

Enes 'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Namaz, mü'mini Allah'a yaklaştıran bir vasıtadır.[27]

 

1182. [2:366, Hadîs No: 2057]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Kuşlar, sabaha çıktıklarında Rablerini teşbih eder ve ondan gün­lük rızıklarını dilerler.[28]

 

1183. [2:366, Hadîs No: 2059]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Ar, Kıyamet gününde insanı öylesine kaplar ki, Cehennemdeki azabın şiddetini bildiği halde şöyle demek zorunda kalır: "Ya Rabbi, beni Cehenneme göndermen, içinde bulunduğum şu halden daha iyi­dir.[29]

 

1184. [2:368, Hadîs No: 2062]

İbni Ömer rivayet ediyor:

Kuİ, namaza durduğunda, bütün günahları getirilir, başı ve omuz­ları üzerine konulur. Rükû ve secdeye gittikçe dökülür.[30]

 

1185. [2:369, Hadîs No: 2064]

Hasan-ı Basrt'den rivayetle Resûlullah (a.s.m.) şöyle buyurmuşlar­dır:

Kul bir günah işler. Onunla Cennete girer. Bu şöyle olur: İşlediği günah devamlı hatırındadır. Ondan tevbe edip kaçınır, böylece Cen­nete girer.[31]

 

1186. [2:369, Hadîs No: 2065]

Hasan (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Kulun bütün düşüncesi âhiret olursa, Allah onun işini derli toplu yapar. Gönlünü zengin kılar. Artık o kimse zengin yatar, zengin kal­kar. Şayet bütün düşüncesi dünya olursa, Allah onun işini dağıtır. Akşam ihtiyaç içinde fakir yatar, ihtiyaç içinde kalkar.[32]

 

1187. [2:369, Hadîs No: 2066]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m,) şöyle buyurmuşlardır:

Kul, hem insanlar arasında namaz kıldığında güzel kılar, hem de kimsenin görmediği yerde güzel kılarsa Allah, "İşte bu benim gerçek kulumdur" buyurur.[33]

 

1188. [2:370, Hadîs No: 2068]

Ebû Berze (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Kul, bir parça ekmeği sadaka olarak verir, bu Allah katında Uhud Dağı kadar büyür.[34]

 

1189. [2:370, Hadîs No: 2069]

Ebû'd-Derdâ'dan (r.a.) rivayetle Resâl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır.

Kul birşeye lanet ettiğinde o lanet göğe çıkar da gök kapıları ka­panır, giremez, yere döner. Yerin kapıları da kapanır, giremez. Sağa, sola gider, gelir. Bir yer bulamayınca lanet edilen şeye gider. Eğer la­nete lâyîksa ona gider, değilse söyleyene döner.[35]

 

1190. [2:371, Hadîs No: 2070]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kul bir günah işlediğinde kalbinde bir siyah nokta meydana gelir. Eğer o günahtan el çeker, Allah'tan bağışlanmasını diler ve tevbe ederse kalbi cilalanır. Eğer bir daha o günaha dönerse o siyah nokta büyür, öyle ki, bütün kalbi kaplar. İşte Yüce Allah'ın Kur'ân'mda, "Hayır! Hayır! Doğrusu onların kazandıkları günahlar birike birike kalplerini kaplayıp karartmıştır" (Mutaffîfîn Sûresi, 14) buyurduğu "karartma" budur.[36]

 

Allah'ın rızasının Ona itaatta, gazabının da Ona isyan etmekte olduğunu bi­liyoruz. Onun içindir ki günahlar, isyanlar hafife alınmamalı, Allah'ın gazabını celbedeceği düşünülmelidir.

Sonra günahlar küfre de götürebilir. Bedîüzzaman'm Lem'alar isimli eserinde belirttiği gibi, herbir günah içinde küfre giden bir yol bulunmaktadır. Şöyle denilir: "Günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler— neûzü biilâh—mahall-i îman olan bâtın-i kalbe [kalbin içine] ilişip îmanı zedeler ve îmanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.

"Evet, günah kalbe işleyip, siyahlândıra siyahlandıra, tâ nûr-u îmanı çıkann-caya kadar katılaştırıyor Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O gü­nah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, befki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor."

Bu satırlardan sonra da örnekler verilir. Meselâ utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkası görecek diye endişelenince, meleklerin gördüğünü düşünerek meleklerin varlığından sıkıntı duymaya başlar. Küçük bir bahane ile melekleri inkâra kalkar.

Veya adam Cehennem azabını netice verecek bir günah işler. İstiğfarla si­per alması gerekirken, bunu yapmaz. Cehenneme girileceği şeklindeki tehditleri düşününce de bu işine gelmez ve "Cehennem yok" deyip çı ki verir.

Diğer bir örnek de namazla ilgili. Meselâ bir memur küçük bir âmirinden vazi­fesinde ihmal veya eksikliği sebebiyle uyarı alır ve bundan müteessir olur. Farz namazını kılmayan insan da Allah'ın namaz kılmayanlar hakkındaki tehditlerini düşününce, dayanamaz ve "Keşke bu kulluk vazifesi olmasaydı" deyiverir. Bu arzudan Allah'a karşı bir düşmanlık duygusu uyanır. Allah'ın varlığı konusunda bir şüphe meydana gelse, ona kesin bir delilmiş gibi sarılır. Kendisine büyük bir helâket kapısı açılır da farkında olmaz.[37]

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, herbir günah içinde küfre giden bir yol bulu­nabilmektedir.

 

1191. [2:372, Hadîs No: 2071]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kul bir günah işler. Onu hatırladıkça üzülür. Onun üzüldüğünü gören Cenâb-ı Allah, o daha namaz veya oruç gibi günahına keffâret olacak bir amel işlemeye başlamadan onu affeder.[38]

 

1192- [2:372, Hadîs No: 2072]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Kul kabre konulduğunda, dostları dönüp gittiği ve onların ayak sesleri henüz işitildiği sırada iki melek gelir, onu oturturlar ve Hz. Muhammed'i kastederek, "Şu kişi hakkında ne düşünüyordun?" diye sorarlar. O kişi mü'minse şöyle der:

"Onun Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim." Bunun üzerine kendisine, "Cehennemdeki yerine bak. Şüphesiz Allah orayı Cennetteki yerinle değiştirdi" denir. O kişi her iki yerini de görür. Kabri yetmiş arşın genişletilir. Kıyamet Günü insanlar diri İtil inceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur.

Eğer kabre konan kişi kâfir veya münafık ise ona da, "Şu kişi hak­kında ne diyordun?" diye sorulur. O, "Bilemiyorum. İnsanların dedik­lerini diyordum" der. Bunun üzerine kendisine "Bilmeyesin, anlama-yasın" denir. Sonra demirden bir tokmakla başının tam ortasına bir darbe indirilir. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bü­tün yaratıklar işitirler. Kabri Öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.[39]

 

1193. [2:375, Hadîs No: 2074]

Hz. Hüseyin'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Kişinin kendi ameline güvenmesi yetmiş senelik amelini boşa çı­karır.[40]

 

Ye'se düşmek manen yıkılış olduğu kadar, tersine ucub, yani amele güven­me de en az o kadar felâkettir. "Ben mahvoldum" diye ümitsizliğe kapılan kim­se, azaptan kurtulabilmek için, dayanacağı bir nokta aramaya başlar. Azıcık bir-şey bulsa ona kurtuluş simidi gibi yapışmaya çalışır. İyiliklerine bel bağlamaya kalkar ve "Bunlar beni kurtarır, yeter" der, bir derece rahat eder. Oysa, "A'mâle [amellere] güvenmek ucbdür; insanı dalâlete atar. Çünkü insanın yaptığı kemâ-lât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez."[41]

Çünkü iyilikleri yapmaya muvaffak olduğu eli, ayağı, gözü, kulağı onun eseri değildir. Bedeni bütünüyle Allah'ın emanetidir. İnsan bunları yolda bulmuş da almış değildir, herhangi bir fabrikada da yaptırmamıştır. Tamamen Allah'ın ih­sanıdır ve onda emaneten oturmaktadır. Herşeyini bütünüyle Rabbine borçluy­ken iyiliklerine nasıl sahip çıkabilir?

Sonra insan sebepler içerisinde en güçlüsü olduğu halde, iradesiyle yaptığı en meşhur fiilleri olan yeme, içme gibi davranışlarının gerçekleşmesinde ancak yüzde bir gibi küçük bir paya sahiptir. Meselâ lokmayı ağzına atar, çiğner, son­rasına karışmaz. Yaptığı birçok işlem tamamen onun iradesi dışında meydana gelir.

Evet, insan iyiliklere sahip çıkamaz. Çünkü iyi bir manevî eğitimden geçme­miş insan nefsi iyiliğe asla razı değildir. Onu isteyen Allah'tır. Mükâfatı verecek olan da yine Allah'tır. Onu yapabilecek güç ve kuvveti ihsan «den de yine Odur. Bu bakımdan insanın iyilikleriyle gururlanıp övünmeye hakkı yoktur.

Hadiste ucbün yetmiş senelik ameli iptal edişinin bildirilişi ise çokluktan kina­yedir. Çünkü Arapçada yedi, yetmiş kelimeleri çokluğu ifade eder. Bu durumda hadîs, kendini beğenme, amele güvenmenin çok senelik amellerin sevabını yok ettiği şeklinde anlaşılmalıdır.

Mü'mine düşen ne ümitsizliğe düşmek, ne de ameline güvenmektir. Aksine korku ve ümit ortasında olmaktır. Tıpkı Hz. Ömer gibi. O şöyle demişti: "Bir kişi Cehennemliktir deseler, acaba o kişi ben miyim, diye korkarım. Bİrtek kişi de Cennete gidecektir deseler, 'Acaba o ben miyim?' diye ümit ederim.'"

 

1194. [2:377, Hadîs No: 2080]

Atiyye el-Ûft (r.a.) rivayet ediyor:

Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ancak suyla söndürülür. Öyle ise biriniz öfkelendiği zaman abdest alsın.[42]

 

1195. [2:377, Hadîs No: 2081]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Fitne gelecek ve insanları büyük bir felâkete atacak. Fakat âlim ilmiyle ondan kurtulacaktır.[43]

 

1196. [2:378, Hadîs No: 2082]

Câbir bin Semûre (r.a.) rivayet ediyor:

Hayasızlığın ve hayasızca sözler söylemenin İslâmda hiç yeri yok­tur, Müslümanlık bakımından insanların en iyi olanı ahlâkı en güzel olanlarıdır.[44]

 

1197. [2:379, Hadîs No: 2084]

Adil hâkim Kıyamet Günü hesap için getirilir. Şiddetli hesapla karşılaşınca şöyle der: "Keşke iki kişi arasında bir hurma için dahi hüküm vermeseydim."[45]

 

1198. [2:379, Hadîs No: 2085]

Osman bin Affan (r.a.) rivayet ediyor:

Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Kişi onun azabından kurtuldu­ğu zaman ondan sonrakiler daha kolay olur. Ondan kurtulamadığı zaman ise sonrakiler ondan daha sıkıntılıdır.[46]

 

1199. [2:380, Hadîs No: 2087]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Kâfir, bir veya iki fersah [24.000 adım] kadar uzayan dilini arka­sından sürükler. İnsanlar ona basar geçerler.[47]

 

1200. [2:380, Hadîs No: 2088]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Kâfir Cehennemde öylesine büyür ki, bir azı dişi Uhud Dağından daha büyük olur. Onun cesedinin bu dişe göre büyüklüğü, sîzden bi­rinizin cesedinin azı dişine nisbeti gibidir.[48]

 

1201. [2:381, Hadîs No: 2090]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

 Hastalığı indiren, şifâsını da indirmiştir.[49]

 

1202. [2:382.. Hadîs No: 2093]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Ezberinde Kur'ân'dan bir şey bulunmayan kişi harabe ev gibidir.[50]

 

1203. [2:384, Hadîs No: 2098]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz mü'min güzel ahlakıyla gece ibâdete kalkan ve gündüz oruç tutan kişinin derecesine yükselir.[51]

 

1204. [2:384, Hadîs No: 2099]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Mü'min, Allah'a hamd ede ede ruhunu teslim eder.[52]

 

1205. [2:385, Hadîs No: 2101]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Mü'min, şeytanını birinizin yolculukta devesini yorup zayıflattığı gibi zayıflatır.[53]

 

1206. [2:385, Hadîs No: 2102]

Âmir er-Râm Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

Mü'min bir hastalığa yakalanır, sonra da Allah ona o hastalıktan şifâ verdiğinde, bu geçmiş günahlarına keffâret ve ileride işleyeceği kusurlar için de bir îkaz olur. Münafık ise hastalanır, sonra da sıhha­tine kavuştuğunda sahibi tarafından bağlanan sonra da salıverilen, fakat niçin bağlandığını ve niçin sal iver ildiğini anlamayan deve gibi­dir.[54]

 

1207. [2:386, Hadîs No: 2104]

Ka'b bin Mâlik'den (r.a.) rivayetle: Mü'min kıhncıyla ve diliyle cihat eder.[55]

 

1208. [2:387, Hadîs No: 2105]

Aişe (r.a.) rivayet ediyor:

Mü'min sıkıntıya tabi tutulur. Çünkü bir diken batışı veya ondan daha küçük bir musibetle veya bir ağrıyla sıkıntıya düşerse Allah bu­nunla mutlaka onu bir derece yükseltir ve onun bir günahını düşü­rür.[56]

 

1209. [2:387, Hadîs No: 2106]

Muaz'dan (r.a.) rivayetle:

Allah için birbirlerini sevenler Arşın gölgesinde olacaklardır.[57]

 

1210. [2:387, Hadîs No: 2107]

Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

Kibirinden dolayı ağızlarını eğip bükerek konuşan gevezeler ateş­tedirler.[58]

 

1211 . [2:387, Hadîs No: 2108]

Ebû Sâid el-Hudrt (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduğunu rivayet ediyor:

Sohbet toplantıları üç çeşittir: (1) Zararsız, (2) kârlı, (3) zararlı.[59]

 

1212. [2:389, Hadîs No: 2113]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Kadın insana yöneîip gelirken bir şeytan suretinde gelir, ardını dönüp giderken şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördüğün­de, ondan hoşlanır, kalbinde ona karşı bir arzu hissederse, hanımına dönsün ve onunla beraber olsun. Böyle yapması nefsindeki arzuyu gi­derir.[60]

 

Dinimizde zina ve zinaya götürücü yollar haram kılınmıştır. İnsi1 ve cinnî şey­tanlar, Allah'ın mü'min kulların bu harama düşürebilmek için tuzak olarak kadını kullanırlar. Kadın vasıtasıyla erkekleri tahrik ederler. Çünkü kadın yaratılışı îca-bı caziptir. Şeytan bu cazibeyle nefisleri avlamak için her an fırsat kollar.

Zinayı haram kılan dinimiz, zinaya götürücü yolları da yasaklamıştır. Bu cüm­leden olarak kadınlara örtünmelerini, birbirine nikâhı düşen erkekle kadının baş-başa kalmamalarını, şehvetle birbirine bakmamalarını ve tokalaşmamalarını emretmiştir, işte dinimizin zinayı önleyici tedbirlerinden birisi de, izah ettiğimiz hadiste dikkat çekilen husustur. Yani erkeğin şehvetini eşiyle tatmin etmesidir.

Evet, evlilik, insanın iffet ve namusunu koruyan, hizmet ve ibâdetini gönül ra­hatlığıyla yapmasına yardımcı olan bir müessesedir. Evli bir erkek, şeytan ves­vese verdiği zaman, nefsindeki arzusunu hanımıyla tatmin eder. Böylece hem manevî hayatı tehlikeden kurtulmuş olur, hem de helâlle yetinip harama girme­diği için, büyük bir sevap kazanır.

Kadın, bu noktada beyine anlayış gösterir, ona yardımcı olursa hem onun gözünü dışarıdan kurtarmış, hem sevap kazanmış, hem de beyi için manevî bir kalkan vazifesi görmüş olur.

 

1213. [2:389, Hadîs No: 2114]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Kadınlarla dört hasleti için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelli­ği ve dînî için. Sen dindar olanını tercih et ki, mes'ûd olasın.[61]

 

Evleneceği kadını seçmek hususunda herkesin kendine göre bir tercih sebe­bi vardır. Kimi en mühim şart olarak güzelliği esas alır, kimi zengini tercih eder, kimi asil bir aileye mensup birisiyle evlenmek ister. Fakat bir Müslümanın tercih sebebi sadece bunlar olmamalıdır. O, seçeceği hayat arkadaşında herşeyden önce dindarlığı esas almalıdır. Çünkü dindar bir erkekle dînî yaşayışı zayıf bir kadının kuracakları yuvanın huzurlu olabileceğini ve devam edebileceğini söyle-mekçok zordur. Dünyaları ayrı iki insanın arasında muhabbetin devam etmesi, çok defa mümkün olmamaktadır.

Dindar bir kadınla, dinini yaşamayan bir erkeğin evlenmeleri de bundan fark­lı değildir. Böyle bir evliliğin de uzun süre mutlu bir şekilde devam edeceği söy-lenilemez.

İşte Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde bir Müslümanın evleneceği ka­dında öncelikle dindarlığı esas alması gerektiğini, dindarı tercih edenin mes'ûd olacağını bildirmektedir.

"Şer'an, koca karıya küfüv olmalı," yani birbirine münasip olmalı diyen Bedi-üzzaman Hazretleri de, bu denkliğin en mühimminin dindarlık noktasında olma­sı gerektiğine dikkat çekmiştir.[62]

Sadece güzelliğin mes'ûd bir yuva kurmaya yeterli olmadığı herkes tarafın­dan bilinen bir gerçektir. Bilakis dindarlık olmadığı zaman, güzel bir kadınla ev­lenmek çoğu zaman insanı sıkıntıya sokar. Çünkü, böyle bir kadını güzelliği tehlikeye atabilir.

Ayrıca güzel bir kadın, güzelliği sebebiyle kocasına karşı gurura kapılabilir.

Diğer bir husus, güzellik kalıcı değildir. Beş on sene sonra kaybolup gider. Hanımıyla sırf güzelliği için evlenmiş bir erkek, böyle bir zamanda ona evliliğin ilk yıllarında duyduğu sevgiyi gösterebilir mi?

Unutulmaması gereken bir diğer husus da, bir kadın ne kadar güzel olursa olsun, mutlaka ondan daha güzeli vardır. Hanımıyla sırf güzelliği için evlenen erkek, ondan daha güzel bir kadınla karşılaştığında evliliği ve aile hayatının tehlikeye düşme ihtimali vardır.

Güzellik, mes'ûd bir yuva kurmak için yeterli olmadığı gibi, zenginlik de böy­ledir. Çünkü, yarın ne olacağı belli değildir. Hiç beklenmedik anda kapıyı çalan bir musibet bütün serveti yok edebilir. Evliliğe temel yapılan servet yok olunca, evlilik artık nasıl bir bağla devam ettirilecektir?

Fakir birinin zengin bir ailenin kızıyla evlenmesi de problemlere sebep olabi­lir. Herşeyden önce, böyie bir kız, varlıklı bir şekilde büyümüştür. Maddeten sı­kıntı çekmemiş; hemen her istediğini alabilmiştir. Böyle olunca, birden bire sı­kıntılı hayata alışması düşünülemez. Neticede ise, mes'ûd bir aile yuvası için çok mühim olan evliliğin ilk günleri, sıkıntıyla geçer. Hattâ evliliğin devamı tehli­keye düşer.

Dindarlık olmadığı zaman zenginliğin bir diğer mahzuru da, kadının servetini kocasına karşı bir üstünlük vasıtası olarak kullanabilmesidir. Böyle bir kadın, devamlı olarak fakirliğini başına kakarak kocasını rahatsız edebilir. Ekonomik bakımdan kocasına bağımlı olmadığı için, herşeyi söyleyebilir. Bu tip bir evlili­ğin devam etse bile huzurlu bir şekilde yürümesi elbette beklenemez.

Ama dindar bir kadın güzel de olsa, zengin de olsa, bu tür şeyleri düşünmez. Kocasına itaat etmeyi, onu kırmamayı bir ibâdet olarak gördüğünden, ebedî ha­yat arkadaşını üzmemek için azamî hassasiyet gösterir. Sevgisinde samimîdir. Namusunu korur, ibâdetlerini eksiksiz yapmaya çalışır. Meşru isteklerinde koca­sına itaat eder.

Diğer taraftan, evleneceği kadını sırî dindarlığı ve ahlâkı için tercih eden bir erkek, artık onu Cenâb-ı Hakkın nâzik bir emâneti olarak görür. Beraberlikleri­nin sırf dünya hayatıyla kayıtlı olmadığını, âhirette de devam edeceğini düşü­nür. Ona olan sevgisini çabuk bozulan dış güzelliğine değil; îmanına, ahlâkına, edebine ve namusuna bina eder. Bunlar devam ettiği müddetçe sevgisi de arta­rak devam eder.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadislerinde bütün bunlan veciz bir şekil­de şöyle ifâde etmiştir:

"Kadınları sırf güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü güzellikleri onları tehli­keye atabilir. Sadece malları için de nikahlamayınız. Çünkü malları onları azdı-rabilir. Dindar olanını nikahlayınız. Şüphe yok ki, burnunun bir kısmı kesik, kula­ğı delik ve teni siyah dindar bir câriye, dindar olmayan hür bir kadından efdaldir."[63]

Aynı tercih kadın için de geçerlidir. O da seçeceği eşte evvelâ dindarlık ve güzel ahlâk şartını aramalıdır. Yoksa zengin olduğu veya tahsilli olduğu için din­darlığı hiç nazara almadan evlenmek, sonradan kötü neticeler doğurabilir.

 

1214. [2:390, Hadîs No: 2115]

Enes (r.a.) rivayet ediyor: Dilencilik şu üç durumda helâl olur:

1. Verilmediği takdirde hayatî tehlikeye sebep olacak kan bedelini Ödemek için.

2. Ağır bir borçtan kurtulmak için,

3. Şiddetli fakirlik sebebiyle.[64]

 

1213. [2:390, Hadîs No: 2117]

Seubân'dan (r.a.) rivayetle;

Müslüman,  din kardeşini  ziyarete gittiğinde dönünceye kadar Cennet bahçesi içindedir.[65]

 

1216. [2:390, Hadîs No: 2118]

Ebû Salih rivayet ediyor:

Kıyamet Günü mazlumlar mutlaka kurtuluşa ereceklerdir.[66]

 

1217. [2:390, Hadîs No: 2119]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asâletli ve ağır başlı olan kimse­lere yakışır.[67]

 

1218. [2:391, Hadîs No: 2120]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz kişiye bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyacı öl­çüsünde Allah'ın yardımı gelir. Musibetin derecesi ölçüsünde Al­lah'tan sabır gelir.[68]

 

1219. [2:392, Hadîs No: 2122]

Ebû Zerr'den (r.a.) rivayetle:

Dünyada malı çok olanlar, âhirette sevabı az olanlardır. Ancak Al­lah'ın kendisine ihsan ettiği serveti sağına, soluna, önüne ve arkası­na dağıtan ve onunla hayır hasenat işleyen kimseler bundan müstes­nadır.[69]

 

1220. [2:392, Hadîs No: 2123]

Saffan bin Assai rivayet ediyor:

Melekler, yaptıkları işlerden hoşlandıkları için ilim talebesinin önüne kanatlarını yere indirirler.[70]

 

1221. [2:393, Hadîs No: 2125]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Sıkıntı çeken fakir Müslümanlara acıdıkları için melekler kışın bitmesine sevinirler.[71]

 

1222. [2:396, Hadîs No: 2129]

Âişe (r.a,) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Sizden birinizin sofrası kurulu olduğu müddetçe melekler kendisi için istiğfar ederler.[72]

 

1223. [2:399, Hadîs No: 2136]

Ebû Bekir'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

insanlar zâlimi görüp zulmüne engel olmazlarsa, Allah'tan hepsi­ni kaplayan bir azabın gelmesi yakındır.[73]

 

1224. [2:399, Hadîs No: 2138]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

insanlar size tâbi olacaklardır. Dünyanın dört bir yanından dini öğrenmek için size geleceklerdir. O zaman onlara hayır tavsiye edi­niz.[74]

 

1225. [2:401, Hadîs No: 2140]

Said bin Müseyyeb'den (r.a.) rivayetle:

İnsanlar bir şeyi lâyık olduğundan fazla yüceltirlerse, Allah onu mutlaka alçaltır.[75]

 

1226. [2:401, Hadîs No: 2141]

Üsâme bin Şüreyk rivayet ediyor:

İnsanlara güzel ahlâktan daha değerli bir şey verilmemiştir.[76]

 

1227. [2:401, Hadîs No: 2143]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Adak, Allah'ın insanoğlu için takdir ettiğinden başkasını yaklaş­tırmaz. Fakat adak bazan kadere uygun düşer, bu da cimrinin ver­mek istemediği malını vermesine sebep olur.[77]

 

Adak, Yüce Allah'ın rızâsını kazanmak için helâl bir işin yapılmasını kişinin üzerine alıp yüklenmesidir. Adağa "nezir" de denilir.

'Yarın Allah rızâsı için oruç tutmak adağım olsun. Bir fakire şu kadar para vermeyi adıyorum" gibi, Allah rızâsı için ibâdet sayılacak bâzı şeyleri adamak, sevap kazanmaya sebeptir.

Fakat, "Şu işim olursa üç gün oruç tutacağım, kurban keseceğim, şu kadar sadaka vereceğim" gibi, dünyalık birşey sağlamak için yapılan adak makbul de­ğildir. Çünkü bu ilâhı bir maksada değil, dünyevî gayeye yöneliktir. Bu ise ibâ­dette olması gereken ihlâsa zıttır. Aslında böyle bir adak kaderi değiştirmez, takdire bir tesiri olmaz. Takdir ne ise o olur, adak neticeyi değiştirmez. Adak, ha­yır hasenat nevinden olması sebebiyle, malını hayırda harcamayan kimseler bu vesileyle başkalarına iyilik etmiş olur. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde bu gerçeğe dikkat çekmişlerdir.

Bununla beraber Allah için söz vermiş olduğundan, şartlarına uygun olarak yapılan bir adağa uyması gerekir. Zaten böyle bir adağın yerine getiriîmesi va­ciptir. "Adaklarını da yerine getirsinler"[78] âyet-i kerimesi, adak sahiplerine İlâhî bîr emirdir.

Peygamberimiz de bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

"Allah'a itaati ifâde eden bir adak yapılmışsa, bu şüphesiz Allah içindir ve ye­rine getirilmesi gerekir."[79]

 

1228. [2:402, Hadîs No: 2148]

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Hak yolda istikâmet, orta yol ve iktisat, peygamberliğin yirmi beş cüzünden bir cüzdür.[80]

 

1229. [2:403, Hadîs No: 2151]

Havle binti Haktm'den rivayetle:

Çocuk anne babasını cimri, korkak, câhil ve üzüntülü yapar.[81]

 

Nefis ve şeytan, çocuğu olan anne babalarla biraz daha fazla uğraşır. Nor­malde cömert, cesur, bilgili ve neşeli olmaları gereken ebeveyni cimri, korkak, cahil ve üzüntülü hale getirmeye çalışır. Şöyle ki:

Anne baba "Çocuğum var. Onları geçindirmem lâzım. İstikbale hazırlayıp, onlara birşeyler bırakmalıyım" der. Bunda ilk bakışta yanlışlık yoktur. Ama bu duygu anne babayı öylesine sarar ki bu hizmetleri yapacağım diye bütün bütün cimrileşir, beş kuruşluk hayır dahi yapmaktan çekinir. Fakir fukaraya hiçbirşey vermez. Oysa herşeyin yeri başkadır. Biri diğerine engel değildir.

Anne baba "Çoluk çocuğumun geçimini kazanacağım" diye okumaya, öğ­renmeye fırsat bulamaz. Geçim meselesine kendini öylesine kaptınr ki ilimle uğ­raşmaya, kitap okumaya, ilmî toplantılara katılmaya zaman ayıramaz. Bütün meşgalesi geçim olur, ilim irfandan nasipsiz kalır. Oysa herşeye yeteri kadarın-ca yer ayrılsa para kazanmaya da, okumaya da zaman kalır.

Yine çocuklarının iyilikleri, saadetleri için çırpınan anne babalar, kendilerini yerli yersiz üzüntülere de atarlar. Çocuklarının okumaları için nice sıkıntılara katlanan o fedakâr anne ve babalar, "Aman evladımız sınıfta kalmasın. Üniver­siteye girememezlik etmesin. Bu çocuğun istikbali ne olacak?" gibisinden kendi­lerini üzüntülere atarlar. Dert ve problemlerine, sıkıntı ve hastalıklarına üzülür, başına birşey gelecek diye telaşlanır, endişeye kapılırlar. Çocukları kavga ettik­lerinde yine üzülürler.

Anne babayı üzen sadece bunlar değildir. Eğer maneviyata düşkün kimse-lerse çocuklarının maneviyattaki zayıflıkları onları üzer, daha iyi olmalarını iste­dikleri halde bunu göremeyince sıkıntıya düşer, üzülürler.

Hadiste ifâde edildiği gibi çocuk anne ve babayı korkak da yapar. Böylece o anne baba, dinleri ve dünyaları için yapmaları faydalı olan birşeyi bazan tehlike­sinden çekinerek yapmayabilmektedirler.

 

1230. [2:404, Hadîs No: 2156]

Avfbin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

İnsanların en cimrisi, yanında benim adım anılıp da bana salavat getirmeyendir.[82]

 

1231. [2:405, Hadîs No: 2157]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

İnsanların en cimrisi selâm vermede cimri davranan, insanların en âcizi de duâ etmekte acizlik gösterendir.[83]

 

1232. [2:407, Hadîs No: 2161]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın en çok kızdığı kimse, dinini dünyalığına âlet etmek için hükümdarın memurlarını ziyaret eden âlimdir.[84]

 

1233. [2:408, Hadîs No: 2163]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

İblis tahtım su üzerine kurar. Sonra askerlerini bölük bölük gön­derir. Askerlerinin derece ve makamca kendisine en yakını, fitnesi en büyük olanıdır. Askerlerinden biri gelir şöyle der: "Şöyle şöyle iş­ler yaptım." İblis ona "Sen hiç bir şey yapmamışsın" der. Sonra da onlardan bir diğeri gelir ve "Filan kimsenin hanımıyla arasım açın-caya kadar yakasını bırakmadım" der. Bunun üzerine iblis o askerini kendisine yaklaştırır ve "Sen ne kadar iyisin" diyerek takdir eder.[85]

 

1234. [2:408, Hadîs No: 2164]

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

İblis en güçlü ve en kuvvetli adamlarını malını hayır yolunda sar-fedenlere gönderir.[86]

 

1235. [2:409, Hadîs No: 2165]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

İnşan, yasaklanan şeylere karşı aç gözlüdür.[87]

 

Nefiste aç gözlülük vardır. Mahiyeti icabı hep menfî, çirkin ve kötü şeylere meyleder. Yasaklar da en çok ilgi sahası içerisinde yer alır. Onu merak eder, içine girmeye çalışır. Oysa insan nefsini ikna edebilse, yasaklardaki kötülükleri görebilse, onu *renlemek güç olmaz. Helal dairenin keyfi ise yasaklara, haram­lara perde olacak kadar geniş ve sevimlidir. Keyfe kâfidir. Harama girmeye ihti­yaç bırakmaz. Meselâ nefis, keyf verici içkilere meyleder. Halbuki o içki birkaç dakikalık verdiği zevke karşılık, bazan aylarca, senelerce acı çektirir. Helâl dâi­rede ise öylesine çok içilecek şeyler vardır ki, içkiye hiç ihtiyaç bırakmaz. Çeşit çeşit meyve suları ve meşrubatlar var. İnsan bunlardan istediğini içebilir. İçki gi­bi ne sarhoş yapar, ne de insanın başına belâlar açar. Rahatla yaşar, keyfeder insan.

Aslında Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bizlere bu hadis-i şeriflerinde genel bir ölçü vermektedir. Sadece haram kılınan olumsuz şeylere karşı değil, yasaklanan olumlu şeylere karşı da insan merak duyar. Meselâ bir dönem ülkemizde din yasaklanmış, birçok insan iştiyakla ona yönelmiş, dört elle sarılmışlardır. Risa-le-i Nurlar üzerine yapılan baskıların da alâkayı daha çok topladığı yakın tari­hin unutulmaz hadiselerindendir.

Resûlullah, bu hadisleriyle Müslümanlara çok önemli bir eğitim metodunu da vermektedir. Bilhassa vaizler, mürebbîler, anne babalar buna çok dikkat etmeli­ler. Bazı yasaklardan ölçüsüzce bahseden vaizler sakındıralım derken ilgi odaklarını yasak üzerine de çekebilirler Ölçü çok iyi korunmalı, ifrat ve tefrite girilmemelidir. Anne babalar da çocuklarını eğitirlerken şiddet ve ısrarla sakın-dırmamalı, onun o yasağa alakasını celbedecek tavır ve sözlerden uzak kalma­lıdırlar.

 

1236. [2:409, Hadîs No: 2166]

Havle binti Kays Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Ademoğlu sıcak görse sızlanır, soğuk görse sızlanır.[88]

 

1237. [2:409, Hadîs No: 2167]

Ebû Bekre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardı r:

Şu benim oğlum Hasan seyyiddir, efendidir. Allah'ın onun vasıta­sıyla Müslümanlardan iki büyük gurubun arasını bulduracağını ümid ederim.[89]

 

Peygamberimizin sayısı binleri bulan mucizeleri vardır. Onun mucizelerinin bir çeşidi de gelecekle ilgili olarak verdiği haberlerdir. Sevgili Peygamberimiz, Allah'ın bildirmesiyle pekçok hâdiseyi olmadan önce bilmiş, bildirmiş, vakti gel­diğinde o hâdise onun haber verdiği gibi gerçekleşmiştir. İşte bu hadîs de, Pey­gamberimizin böyle bir mûcizesidir. Hz. Hasan, bu hadiste haber verildiği gibi, iki büyük İslâm ordusunun Müslüman kanı dökmesine mâni olmuştur. Bu hadi­se kısaca şöyle meydana' gelmişti:

Hz. Ali, Abdurrahman bin Mülcem tarafından şehid edilmişti. Bundan sonra Medine'de bulunan Müslümanlar Hz. Hasan'a bîat ederek onu kendilerine halife seçtiler. Birkaç gün içerisinde ona bîat edenlerin sayısı 40 bini buldu. Böylece Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgili torunu Irak, Hicaz, Horasan, Yemen, Mekke ve Medine şehirlerinde yaşayan Müslümanların halifesi oldu.

Ancak, Mısır ve Şam halkı onun halifeliğini tanımadılar. Çünkü onlar daha önce Hz. Muâviye'ye bîat etmişlerdi.

Bunun neticesinde Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberlik bir defa daha bozulmuştu. Yine savaş olacak, Müslüman kanı dökülecekti. Hz. Hasan'ın hali­feliğinin yedinci ayında, iki İslâm ordusu Medâyin'de karşı karşıya geldi. Hz. Muâviye tarafında bulunan ve dört Arap dâhisinden birisi olan Amr bin Âs (r.a.), Hz. Hasan'ın ordusunu görünce şu itirafta bulunmaktan kendisini alamadı:

"Ben karşımda öyle bir ordu görüyorum ki, karşısındaki orduyu yok etmedik­çe geri dönmez."

Aslında Muâviye de (r.a.), Müslüman kanı dökülmesini istemiyordu. O da sulh taraftarıydı. Hz. Hasan'a elçi göndererek sulh teklifinde bulundu. Halifelik dâvasından vaz geçtiği takdirde bütün tekliflerini kabul edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Hz. Hasan bâzı şartlar öne sürdü. Bunlardan birisi Muâviye'nin (r.a.) kendisinden sonra oğlu Yezid'i veliahd tayin etmernesiydi. Çünkü Müslümanla­rın halifelerini kendilerinin seçmelerini istiyordu. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgili torunu bir diğer teklifinde de fakirlere sadaka olarak dağıtılmak üzere her yıl bir miktar para gönderilmesini istiyordu, Hz. Muâviye onun tekliflerini kabul etti. Böylece İki İslâm ordusu arasında sulh temin edildi. Bundan sonra Hz. Ha­san taraflara hitaben bir konuşma yaptı, halifelik dâvasından vaz geçmesinin sebeplerini anlattı. Şöyle dedi:

"Takvaya uygun hareket etmek akıllılıktır. Fitne ve kötülük ise ahmaklıktan kaynaklanır. Halifelik eğer benim hakkımsa, Müslümanların birliğini sağlamak ve kanlarının dökülmesini önlemek için ben bu hakkımdan feragat ediyorum. Yok benden daha lâyık birisinin hakkı ise, devrederek gereğini yapmış oluyo­rum."

Bu konuşmadan sonra Hz. Hasan'in ordusunda bulunanlar Hz. Muâviye'ye bîat ettiler. Böylece hem Müslümanlar arasında birlik yeniden temin edilmiş ol­du, hem de Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bir mucizesi gerçekleşerek mü'min-lere şevk verdi.[90]

 

1238. [2:410, Hadîs No: 2169]

Ebû Eyyüb (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz öğle namazının vakti girdiğinde gök kapıları açılır. Öğle namazı vakti bitinceye kadar kapanmaz. O kapılardan benim için hayrın yükselmesini seviyorum.[91]

 

1239. [2:411, Hadîs No: 2171]

Hasan el-Basrî'den rivayetle:

Allah'ın ençok sevdiği kulu, diğer kullarının hayır ve iyiliğini en çok isteyendir.[92]

 

1240. [2:411, Hadîs No: 2172]

Ebû Satd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın kullan içerisinde Allah'a en sevimli olan kişi iyiliklerin ve iyilik işlemenin kendisine sevdirildiği kimsedir.[93]

 

1241. [2:411, Hadîs No: 2173]

Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Kulun Uykudan uyandığında söyleyeceği en sevimli söz şudur: "Ölüleri dirilten Allah bütün kusurlardan uzaktır. Onun herşeye gü­cü yeter."[94]

 

1242. [2:411, Hadîs No: 2174]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

Kıyamet Günü insanlar içerisinde Allah'a en sevimli olan ve Ona en yakın bulunan kişi âdil idarecidir. İnsanlar içerisinde Allah'ın en çok kızdığı ve Ondan en uzak olan kişi de zâlim idarecidir.[95]

 

1243. [2:416, Hadîs No: 2180]

EbûHüreyre'den (r.a,) rivayetle:

Biriniz kalkıp namaza durduğunda Rabbiyle konuşuyor. O halde Onunla nasıl konuştuğunu iyi düşünsün.[96]

 

1244. [2:416, Hadîs No: 2181]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Mü'min kardeşinin aynasıdır. Öyle ise üzerinde rahatsız edici bir-şey gördüğünde gidersin.[97]

 

Aynayı gözümüzün önünde canlandıralım. Baktığımızda bütün kusur ve ek­sikliklerimizi görebiliriz. Saçımızı, üstümüzü başımızı düzeltebiliriz.

Bunun gibi mü'min de diğer mü'min kardeşine karşı aynalık yapmak duru­mundadır. Gerek üst başında, gerek kılık kıyafetinde bir aksaklık, derbederlik varsa onun düzeltilmesinde yardımcı olmalı. Tabii ki tatlılıkla, güzellikle, kırıcı olmadan. Sadece bu maddî sahada-değil mânevi sahada da böyle olmalıdır. Mü'min, mü'min kardeşinin manevî hata ve kusurlarını gördüğü zaman da dü­zeltilmesi için yardımcı olmalıdır. Nemelâzım havasına girmemelidir.

 

1245. [2:417, Hadîs No: 2183]

Hz. Hasan'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

En güzel güzellik, güzel ahlâktır.[98]

 

1246. [2:419, Hadîs No: 2190]

Ebu'd-Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

Ümmetim hakkında ençok korktuğum, yoldan çıkarıcı önderler­dir.[99]

 

1247. [2:420, Hadîs No: 2192]

Câbir bin Abdullah'tan (r.a.) rivayetle:

Ümmetim hakkında en çok korktuğum, Lut kavminin işi olan li-vâtadır.[100]

 

1248. [2:420, Hadîs No: 2193]

Şeddat bin Evs (r.a.) rivayet ediyor:

Ümmetim hakkında en çok korktuğum, Allah'a ortak koşmaktır. Ben, güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Fakat Allah rızâsı dışında yapılan amelleri ve gizli arzuları kast ediyorum.[101]

 

1249. [2:421, Hadîs No: 2194]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Cennette en aşağı derecede olanın temaşa ettiği mülkünün mesa­fesi bin senelik yoldur. Mülkünde yer alan şeyler bahçeleri, hanımla­rı, sürüleri, hizmetçileri ve tahtlarıdır. Allah katında en değerli olan ise sabah akşam Rabbinin cemâlini seyreder.[102]

 

Cennet ve Cehennemle ilgili bir kısım hadisler vardır ki ilk bakışta insana mübalağalı gibi gelir. Oysa bütünüyle hak ve hakikattir. Çünkü âhiret âlemlerini dünya ölçüleriyle ölçmek, değerlendirmek, karşılaştırmaya kalkmak insanı ya­nıltır. Öyleyse Cennet ve Cehennem kendi ölçüleri içerisinde değerlendirilmeli­dir.

En aşağı derecede olanın mülkünün bin senelik yaya yürüyüşüyle bir ucun­dan diğer ucuna varılabilecek genişlikteki bir Cennet, dünya ölçüleriyle bakıldı­ğında geniş görünebilir. Ancak Cennet şartları içerisinde bakıldığında geniş de­ğil, dardır bile. Herşeyin en güzel, en iyi ve en mükemmelini isteyen bir insanı koca dünya tatmin etmiyor. Duygu ve kabiliyetleri dünyadakine göre yüz kere, bin kere daha gelişmiş bir insan, orada hayal hızı ve ruh sür'atine sahip olacak. Işık hızından daha hıziı gidebilen vasıtalara binecek.

O halde Cennette en aşağı derecede bulunan bir kimseye yaya yürüyüşüyle bir baştan diğer basma bin sene süren genişlikteki bir Cennetin verilmesi garip-senmemelidir.

En yukarı derecede bulunanın Cennetteki kavuşacağı nimetin bir tanesi ise kulun sabah akşam cemâlullâhı seyretmesidir. Bir hadisten öğrendiğimize göre Cenab-ı Hak aradan perdeyi kaldırıp kullarına görünecek, Cennetlikler cemâlul-'âhı seyretmenin zevkine öylesine kendilerini kaptıracaklar ki, ondan daha gü­zel ve sevimli bir nimet verilmediğini anlayacaklardır.[103]

Mektûbafla ise bu nimetin büyüklüğü bir vesileyle şöyle anlatılır:

"Dünyanın bin sene mes'ûdane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü'yet-i cemâ­line mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i hu­zuruna gidiyorsun."[104]

Cennette en aşağı mertebede bulunan kişi de Allah'ı görecektir. Ama belki birkaç günde, belki hafta da bir. En üst tabakada bulunan ise sabah akşam her-gün görecek ve yukarda anlatıldığı gibi o eşsiz zevki tadacaktır.

 

1250. [2:421, Hadîs No: 2196]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın kula en merhametli olduğu an, kabrine konulduğu andır.[105]

 

1251 . [2:422, Hadîs No: 2198]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Mü'minlerin ruhları yedinci kat göktedir. Oradan Cennetteki ma­kamlarını seyrederler.[106]

 

1252. [2:423, Hadîs No: 2199]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Cennet ehlinin hanımları, hiç kimsenin duymadığı güzel nağme­lerle kocaları için şarkı söylerler.[107]

 

1253. [2:424, Hadîs No: 2201]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

Kıyamet Günü insanlardan en çok pişmanlık duyacak olan, dinini başkasının dünyası için satan kimsedir.[108]

 

Dünya bütün güzelliği, ihtişamı ve cazibesine rağmen Cennetin yanında bir hiç hükmündedir. Fânî bir âlem ne kadar uzun ve güzel olursa olsun, sonsuz güzelliklerle dolu ebedî bir âlemle kıyaslanamaz. Tıpkı bu devamlı parlayan ve hiç sönmeyen bir güneşin, bir anda çakıp sönen şimşeğe nisbeti gibidir. Şu gü­zelim dünyamız, eğer mümkün olsaydı da Cennetle yanyana konulup karşılaş­tın labilseydi, dünyanın Cennet yanında bir zindan gibi kaldığı görülürdü.

Böylesine fâni, geçici bir dünyayla ebedî bir dünyayı değiştirmek, yani Al­lah'ın emirleri dairesinde yaşamak varken, ebedî dünyayı verip fânî dünyayı al­mak akıl ve mantıkla bağdaşmaz. Hele hele dünyanın nefse hitap eden süfli ve aldatıcı yönünü, ebedî bir âleme tercih etmek, yani ebedî âlemi verip dünyayı satın almak, yani kırılacak şişe hükmündeki sıradan dünya işleriyle elmas hük­mündeki ebedî hayata yönelik nimetleri değiştirmek ondan çok daha büyük bir ahmaklıktır.

İşte dinini dünyalık elde etmek için satan bu büyük fecaati işlemekte, belki geçici bir kısım menfaatler elde etmekte, ama bunun karşılığında ebedî saadeti netice veren dinini, îmanını kaybetmektedir.

Hadiste bu değiştirmenin daha kötüsüne dikkat çekilmekte, başka birinin, meselâ bir arkadaşı, bir dostu veya bir yakınının dünyalık kazanması uğruna yalan, hile, yalancı şahitlik, v.s. gibi dinini tehlikeye sokan davranışlar içerisine girmesi nazara verilmektedir. Belki onun o hatasıyla arkadaşı kazanacaktır, ama aslında hem onu, hem de kendini tehlikeye atmakta, ebedî hayatını tehli­keye sokacak bir yanlışlığın içerisine girmektedir. İşte, âhirette insanı ençok pişmanlığa iten davranışlardan biri budur.

 

1254. [2:424, Hadîs No: 2204]

Muâz (r.a.) rivayet ediyor:

Kazançların en helâl ve temiz olanı o tüccarın kazancıdır ki, ko­nuştuğunda yalan konuşmaz, birşey emânet edildiğinde hıyanet et­mez, söz verdiğinde sözünden dönmez, satın aldığında malı kötüle-mez, birşey sattığında aşırı methetmez, borç aldığında geciktirmez, alacağı olduğunda zorluk çıkarmaz.[109]

 

1255. [2:425, Hadîs No: 2206]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Allah'ın yasakladığı büyük günahlardan sonra kulun Allah'ın hu­zuruna onunla varacağı en büyük günah, kişinin borcunu ödemek için mal bırakmadan ölmesidir.[110]

 

1256. [2:426, Hadîs No: 2207]

Katade bin Diâme rivayet ediyor:

Kıyamet Günü insanların hatası en büyük olanları, boş lafa da­lanlarıdır.[111]

 

1257. [2:428, Hadîs No: 2213]

İmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:

Kıyamet Günü Allah kullarının en üstünleri çok hamdedenlerdir.[112]

 

1258. [2:428, Hadîs No: 2214]

Hz. Ali rivayet ediyor:

Ağızlarınız Kur'ân'm yollarıdır. Öyle ise misvakla temizleyiniz.[113]

 

Resûlullahın gerek bu ve gerekse başka hadislerinde misvak üzerinde özel­likle durduğunu görmekteyiz. Resûlullah bazı hadislerinde misvağı tavsiye eder­ken ağfz kokusunu güzelleştirdiği ve Allah'ın rızasına vesile olduğundan bah­setmektedir. Burada ise bu temizliğin diğer bir önemli noktası üzerinde durmakta, Kur'ân okuyan ağzın ona lâyık tarzda temiz olması gerektiğine dikkat çekmektedir. Bu elbette önemlidir. Herşeyden Önce Allah'ın kelâmına duyulan, duyulması gereken saygı ve edebin bir ifadesidir. Birçok sebepleri yanında sa­dece şu sebep bile insanı Kur'ân okuyacağı zaman misvak kullanmaya itecek ehemmiyettedir.

Ayrıca zikir ve Kur'ân'm meleklerin gıdaları olduğu düşünülürse, Kur'ân okunduğunda melekler gelip dinleyeceklerdir. Misvaklı, güzel kokulu bir ağız onları memnun eder.

Misvağın ağız temizliğinde farklı bir yeri de olsa diş fırçası da ağız temizli­ğinde kullanılabilir. Asıl olan ağız temizliğidir.

 

1259. [2:428, Hadîs No: 2216]

tbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Allah katında en büyük günah, kişinin, geçimi kendisine âit olan­ları ihmal etmesidir.[114]

 

1260. [2:430, Hadîs No: 2219]

Ebû Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz önünüzde sarp bir yokuş var. Onu yükü ağır olanlar aşa­mazlar.[115]

 

1261. [2:431, Hadîs No: 2221]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Ümmetim dalâlet üzere ittifak etmeyecektir. Siz bir ihtilaf gördü­ğünüzde sevad-ı azama tâbi olunuz.[116]

 

Resûlullah bir hadislerinde, "Ümmetim 73 fırkaya bölünecektir. Bunların 72'si Cehennemde biri de Cennette olacaktır" buyurmuştur.

"Cennette olan kimdir ya Resûlallah?" diye sorduklarında da "Benim ve As­habımın yolunda olan"[117] cevabını vermişlerdir.

Zaman bu hadisi doğrulamış, tarih içerisinde İslâm ümmeti 73 kadar gruba ayrılmış, içlerinde Resûlullahm yolunu bütünüyle takip eden ise Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat olmuştur. Diğer gruplardan hiçbiri onun kadar güç ve kuvvet kaza­namamış, birçoğu sönmek, yok olmak zorunda kalmış ve Resûlullahm yukarda-ki hadiste verdiği gaybt haberi doğrulamıştır. Kıyamete kadar da bu böyle de­vam edecektir.

Ehl-i Sünnetin bu derece kıymet ve kuvvet kazanmasının sebebi, Kur'ân'a ve Sünnet-i Seniyyeye olan bağlılığıdır. Aklını, içtihad gücünü sırf bu iki kay­naktan hüküm çıkarma yolunda kullanan Ehl-i Sünnet, ihlâs, iyi niyet ve gayret­leri sonucunda doğruyu, hakkı bulabilmiş ve bu hak etrafında da her devirde milyonların halkalanmasına sebep olmuştur.

Madem ki ümmet-i Muhammed dalâlet üzerine birleşmemekte, çoğunluğu ar­kasına alıp götürmekte, o halde "sevad-ı âzam" denilen bu büyük topluluğa tabi olmaktan başka çare yoktur.

Eh!-i Sünnet içinde de bir kısım İslâmî gruplar ortaya çıkacaktır. Bunlar ara­sında da en çok sadık ve en isabetli olanlar kervanı götürecek, ekseriyet onlar etrafında toplanacaktır. Bir ihtilaf esnasında yapılacak iş sadece ve sadece hakka taraftar olmak olmalıdır. Hiç şüphe edilmemelidir ki, er veya geç hakkın gücü kendini gösterecek, büyük halk çoğunluğu onların etrafında toplanacak, bayrağı birlikte götürecek, burca dikeceklerdir. Başka duygu ve düşüncelerle hareket ise, kişiyi yanıltmak ve zarara sokmaktan kurtarmaz.

 

1262. [2:431, Hadîs No: 2223]

Ibnı Ömer den (r.a.) rivayetle:                                     

Bu ümmetin ilim deryası Abdullah bin Abbas'tır.[118]

 

Hadîste "ilim deryası" olarak vasıflandırılan Abdullah bin Abbas, Peygambe­rimizin amcası Hz. Abbas'ın oğluydu. Teyzesi Hz. Meymûne de Peygamberimi­zin hanımlarındandı. Bu sebeple sık sık Resûlullahın evine gider, ondan ders alırdı. Çalışkanlığı ile, pratik zekâsıyla ve doğruluğuyla Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sevgisini kazanmıştı.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) onun âlim birisi olarak yetişmesi için gayret gösterir, her vesîleyle ona birşeyler öğretirdi.

Resûlullah vefat ettiğinde Hz. Abdullah 14, 15 yaşlarında bir gençti. Fakat Resûlullahtan aldığı dersler sayesinde Kur'ân ve hadis ilimlerinde bir derya ol­muştu. Bunda, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) kendisini kucaklayıp, "Allah'ım, ona Kitabı, Kitabın tefsirini ve hikmeti öğret. Allah'ım, onu dinde ince anlayış sa­hibi kıl" şeklindeki mübarek dualarının hissesi vardır.

Diğer taraftan, Hz. Abdullah Peygamber Efendimizin (a.s.m.) vefatından son­ra âlim Sahabîlerden de ders aldı. Bu hususta yılmadan, usanmadan gayret gösterdi. Neticede ilmin en yüce mertebelerine çıktı, yaşının küçüklüğüne rağ­men büyük ilim meclislerine katıldı, en zor meseleleri halletti. Sahabîler arasın­da "Kur'ân tercümanı," "Hadis Denizi" ünvanlarıyla anıldı. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi Sahabîlerin ilmî danışmanlığını yaptı. Hz. Ömer kendisine sorulan zor meseleleri Hz. Abdullah bin Abbas'a havale eder, onun verdiği tatminkâr ce­vap karşısında memnuniyetini ifâde ederdi. Hattâ bir defasında, hiç kimseden tatminkâr bir cevap alamayan Yemenli bir zâtın Hz. Abdullah'tan doyurucu ce­vap alması üzerine Hz. Ömer çok sevinmiş ve "Şahitlik ederim ki, Abdullah, Pey­gamber Efendimizin (a.s.m.) "evinde yetişti" diyerek veciz bir şekilde memnuni­yetini ifâde etmişti. Şu hadise onun ilminin büyüklüğünü gösteren pekçok misâl­den bir tanesidir:

Yaşı küçük olmasına rağmen Hz. Ömer, Abdullah bin Abbas'ı da (r.a.) Bedir ehli ile birlikte ilim meclislerine alıyordu. Bir gün Abdurrahman bin Avf (r.a.), Onun yaşında oğullarımız olduğu halde sen bu delikanlıyı da bizim aramıza ka­tıyorsun" dedi.

Hz. Ömer, "Bu genç sizin bildiğiniz gibi değildir" dedi, Ve bir gün onlara Hz. Abdullah'daki ilmi göstermek için toplantı halinde iken onu da çağırdı. Sonra halka hitaben:

"Cenâb-ı Hak, 'Ey Muhammed, Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman ve in­sanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğün zaman, Rabbine hamd ederek Onu teşbih et ve Onun mağfiretini dile. Çünkü O tevbeleri çok kabul edendir' âyetleri ile neyi kastediyor" diye sordu.

Kimisi, Allah'ın yardımı ve zaferi gelince ona hamdetmemizi ve ondan gü­nahlarımızı bağışlamasını istememizi emrediyor" dedi. Kimisi hiç cevap verme­di, Kimisi de "Bilmiyoruz" dediler.

Bunun üzerine Hz. Ömer, Abdullah bin Abbas'a sordu. Hz. Abdullah şu ceva­bı verdi:

"Cenâb-ı Allah bu sûreyi indirmekle, Peygamberimizin (a.s.m.) artık vazifesi bitip bu dünyadan göç edeceğini haber veriyor. Yâni, 'Allah'ın yardımı ve zaferi gelip insanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini ve Mekke'nin fethedildiğini gördüğünde artık senin görevin bitmiştir. Ölüme hazırlan' demek istiyor."

Onun cevabından memnun kalan Hz. Ömer, "Ben de bu sûreyi senin anladı­ğın gibi anlıyorum" dedi.

Pekçok hizmetlerde bulunan Hz. Abdullah, Hicretin 68. yılında vefat etti. Bu­rada onun ilim ve âlimle ilgili bir sözünü nakledelim; "Eğer ilim sahipleri ilmi hak­kıyla öğrenseler, ilimlerin gereğini yapsalardı, mutlaka Allah, melekler ve sâlih kimseler kendilerini severlerdi. İnsanlar da onlara saygı duyarlardı. Fakat âlim­ler ilimlerini dünya menfaati elde etmek için kullandılar. Bu sebeple, Allah kendi­lerine gazap etti. İnsanlar nazarında da küçük düştüler."

 

1263. [2:432, Hadîs No: 2225]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz ümmetimden öyle insanlar vardır ki, dinde bilgi sahibi olurlar, Kur'ân-ı Kerimi okurlar ve derler ki, "İdarecilere gidip dün­yalıklarından nasiplenelim. Dinimizi de onlardan gizli yaşayalım." Böyle birşey olamaz. Tıpkı diken bitkisinden dikenden başka meyve toplanmadığı gibi, onların yakınlığından da günahtan başka birşey toplanmaz. [119]                                                                            

 

1264. [2:432, Hadîs No: 2226]

Velid bin Ukbe'den rivayetle:

Şüphesiz Cennette bir kısım insanlar Cehennem ehline yukarıdan bakarlar ve onlara şöyle derler: "Neden Cehenneme girdiniz? Allah'a yemin ederiz ki, biz ancak sizden öğrendiklerimizle Cennete girdik." Onlar, "Biz söylerdik ama, söylediklerimizi kendimiz yapmazdık" ce­vabını verirler.[120]

 

1265. [2:433, Hadîs No: 2228]

Câbir (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Şüphesiz Cennet ehli orada yerler, içerler, fakat tükürmezler, kü­çük ve büyük abdest yapmazlar, sümkürmezler. Onların yedikleri ye­mekler bir geğirti ve kokusu misk kokusu gibi olan bir ter olarak çı­kar. Size nefes alıp vermeniz ilhamen öğretildiği gibi, onlara da Allah'ı teşbih ve hamdetme ilham edilir.[121]

 

1266. [2:435, Hadîs No: 2231]

Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle:

Cennette yüksek derece sahiplerini daha aşağıda olanlar sizin ufukta doğan yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Şüphesiz Ebû Bekir ve Ömer de onlardandır ve daha da üstündürler.[122]

 

1267. [2:436, Hadîs No: 2234]

Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:

Cennet ehli günde iki defa Allah'ın huzuruna çıkar. Aîlah onlara Kur'ân okur. Onlardan her biri amellerine göre orada inci, yakut, zümrüt, altın ve gümüşten minber üzerine otururlar. Gözleri hiçbir zaman bu kadar aydın olmamıştır. Bundan daha değerli ve güzel hiç­bir şey dinlememişlerdir. Sonra tekrarına kavuşmak ümidiyle ertesi günü bekler halde gözler aydınlatıcı diğer Cennet nimetlerinin yanı­na dönerler.[123]

 

1268. [2:437, Hadîs No: 2235]

Câbir'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle bu­yurmuşlardır.

Cennet ehli Cennette âlimlere muhtaç olacaklardır. Bu da şöyle olacaktır. Her Cuma günü Allah'ı ziyaret ettiklerinde Allah, "Diledi­ğinizi benden isteyin" buyuracak. Onlar âlimlere bakacaklar ve "Ne isteyelim?" diye soracaklar. Âlimler, "Şunu şunu isteyin" diyecekler. Onlar dünyada âlimlere muhtaç oldukları gibi Cennette de muhtaç olacaklar.[124]

 

1269. [2:437, Hadîs No: 2237]

Ebû Cüheyfe rivayet ediyor:

Şüphesiz bir ev halkı aralarında ne bir hür, ne bir köle veya câriye kalmaksızın peşpeşe Cehenneme düşerler. Bir ev halkı da aralarında hiçbir hür ve köle veya câriye kalmaksızın peşpeşe Cennete girecek­tir.[125]

 

Nedir bu ev halkını Cehenneme sürükleyen yanlışlıklar? Ve niçin istisnasız hep birlikte Cehenneme gitmektedirler?

Hadis bize açıkça göstermektedir ki, bazı günahlar vardır ki bunlar ferdî ol­maktan çıkmış, o günaha birçokları ortak olmuşlardır. İster aynı günahı birlikte işlemiş olsunlar, isterse ayrı ayrı günah işlemiş, diğerleri de ses çıkarmamış ol­sunlar, neticede hep birlikte Cehenneme yuvarlanmaktadırlar. O aile âdeta gü­nah işlemekte anlaşmış, kenetleşmiş, işbirliği yapmışlardır. İşledikleri günahları hoş görmekte, birlikte işlemekte, birbirlerini sakındırma yoluna gitmemekte, ak­sine söz ve tavırlarıyla desteklemekte, teşvik etmektedirler. Aslında birbirlerini Cehenneme sürükler de farkında değillerdir.

Oysa ailede birisi, meselâ, içki, kumar, v.s. gibi dinin kesinlikle haram kıldığı günahlara meyletse, diğerleri buna engel olmaya çalışsalar, en azından îkaz vazifesini yapsalar, sorumluluktan kurtulurlar. Haramlara sessiz kalmak günah­tır. Onlara katılmak, aynı günaha ortak olmak ise daha büyük günahtır.

Cehenneme girenlerin aksine hürüyle, kölesiyle İslama sanlmış; bütün ben-likleriyle ona teslim olmuş, birbirlerini teşvik etmekte ve desteklemekteler. Küçügünden büyüğüne hep birlikte meselâ namazlarını kılıyor, oruçlarını tutuyor, ha­ramlardan şiddetle kaçınıyor, birbirlerine iyiliği, iyi yolu gösteriyor, buna teşvik ediyorlar. Hiç şüphesiz böyle bir aile daha dünyadayken Cennet hayatı yaşama­ya başlamış demektir. İslama sarılan bu aile, dünyada bir ölçüde tadını aldıkları Cennet hayatını ebediyete dek daha geniş ve ayrıntılı bir şekilde yaşamak için topyekün Cennete gireceklerdir.

 

1270. [2:439, Hadîs No: 2241]

İbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Bir ev halkı birbirlerine iyilik ve ikramda bulunduğunda Allah üzerlerine rızık akıtır ve Allah'ın himayesinde olurlar.[126]

 

1271. [2:439, Hadîs No: 2242]

îbni Ömer (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duğunu rivayet ediyor:

Gök ehli yer ahalisinden ezan sesinden başka birşey işitmezler.[127]

 

Okunan Kur'ânlar, güzel sözler, bilhassa ezan, göğe yükselen kelimeler ara­sındadır. Bunları gök ehli hep duyarlar. Bunlar içerisinde ezan doğrudan doğru­ya göğe yükselirken, Kur'ân'ı ve diğer güzel kelimeleri melekler taşırlar. Bilindiği gibi ezan Allah'ın birliği, büyüklüğü ve Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) Peygamberliği­nin kâinata ilânından ibarettir. Yerde insanlar, gökte de melekler onu rahatça duyarlar.

 

1272. [2:439, Hadîs No: 2243]

Ebû Satd (r.a.) rivayetle;

Cennet ehli hanımlarıyia cinsî münasebette bulunduklarında ka­dınlar yeniden bakire olurlar.[128]

 

1273. [2:441, Hadîs No: 2247]

Berâ bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor:

İslâmın en sağlam kulpu Alîah için sevmen, Allah için düşmanlık beslemendir[129].                                                                     

 

1274. [2:441, Hadîs No: 2248]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

İnsanlar içerisinde Allah'ın rahmet ve bağışlamasına en lâyık kişi insanlara önce selâm verendir.[130]

 

1275. [2:441, Hadîs No: 2249]

îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

Kıyamet Gününde insanlar içerisinde bana en yakın olan bana en fazla salavat getirendir.[131]

 

1276. [2:442, Hadîs No: 2250]

îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:

Allah'ın öldükten sonra mü'mine ilk mükâfatı, cenazesine katılan­ların bağışlanmasıdır.[132]

 

1277. [2:443, Hadîs No: 2253]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kıyamet Günü kula hesabı ilk sorulacak nimet şudur: "Biz sana sıhhat vermedik mi? Ve sana kana kana soğuk su içirmedik mi?"[133]

 

Sıhhatten söz açılsa, tartışmasız herkes önemini itiraf eder. Ne var ki sağlı­ğın kıymetini çoğu insan pek bilmez. Peygamberimiz de bir hadislerinde insan­ların iki şeyin kıymetini bilmediklerini anlatırken, bunlardan birinin boş vakit, di­ğerinin de sıhhat olduğunu bildirmişlerdir. Aydınlık karanlıkla bilindiği gibi sağlığın kıymeti de daha çok hastalanınca anlaşılır. Ama mühim olan hastalan­madan da onun kıymetini bilebilmektir, Yukardaki hadiste ilk hesabı sorulacak nimetin sıhhat olduğunun bildirilişi, pek önemsenmeyen bu büyük nimetin değe­rini bilmeye dikkat çekmek içindir.

Sağlığa dikkat edilmelidir. Çünkü sağlık hayatta herşey için gereklidir. İba­detler, maddî ve manevî her türlü faaliyetler onun sayesinde gerçekleşir. Sağlıktaki bir aksama, diğer görevlerde de aksamaları netice verir. Sonra sağlıklı bir vücutla yapılan görevler, hasta bir vücutla yapılan çförevlerden çok daha üstün­dür.

Her nimetin olduğu bahşedilen sağlık nimetinin de hakkını vermek, sorumlu­luklarını yerine getirmek zorunda olduğumuzu hatırdan çıkarmamalıyız. Sağlık­lı bir vücutla neler yapılmaz ki? Her şeyin en iyi ve en güzelini yapmak elimizde­dir. İbadetlerimiz, çalışmalarımız en mükemmel seviyeye sağlıkla ulaşır. Bunu yerine getirmemek ise şüphesiz insana büyük sorumluluklar yükler.

Hesabı sorulacak ilk şeylerden biri de kana kana içilen soğuk sudur. Birço­ğumuzun bolluğu sebebiyle pek değerini bilemediğimiz su nimetinin büyüklüğü, bilhassa susayınca anlaşılır. O anda verilen bir bardak soğuk su, dünyalara be­deldir. Bu kadar değerli bir nimetin, şükrü yerine getirilip getirilmediğinin hesabı sorulacaktır. Getirilmemişse cezası ağır olacaktır.

 

1278. [2:444, Hadîs No: 2257]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Kıyamete yakın bir zamanda öyle günler gelecek ki, o günlerde ce­halet inecek, ilim kalkacak, here çoğalacak. Herç, Öldürme demektir.[134]

 

1279. [2:444, Hadîs No: 2258]

îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz Allah'ın yeryüzündeki evleri camilerdir. Camilere ibâdet için uğrayan kimselere ihsanda bulunmak Allah'ın üzerine bir hak­tır.[135]

 

1280. [2:446, Hadîs No: 2262]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Güzel ahlâk, güneşin kırağıyı erittiği gibi, günahları eritir.[136]

 

1281. [2:446, Hadîs No: 2264]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Ahde titizlikle vefa göstermek îmandandır.[137]

 

1282. [2:447, Hadîs No: 2266]

Muhammed bin Kâ'b'dan rivayetle:

Birbirinin sıkıntısından dolayı acı çekmesi mü'minler üzerine hak­tır. Tıpkı bedenin sıkıntısından başın acı çekmesi gibi.[138]

 

1283. [2:448, Hadîs No: 2267]

Sevban (r.a.) rivayet ediyor:

Benim Havzımm genişliği Aden'den Amman'a kadardır. Suyu süt­ten beyaz, baldan tatlıdır. Kadehleri yıldızlar sayısmcadır. Ondan bir defa içen bir daha ebediyyen susamaz.[139]

 

1284. [2:449, Hadîs No: 2270]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

En hayırlınız, başkasının hakkını en güzel şekilde ödeyendir.[140]

 

1285. [2:449, Hadîs No: 2271]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz kul, günahları Benden [Allah'tan] başka bağışlayacak kimsenin olmadığını bilerek, "Ey Rabbim, günahlarımı bağışla" dedi­ğinde bu Allah'ın hoşuna gider.[141]

 

1286. [2:450, Hadîs No: 2273]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz Cebrail kalbime şöyle ilham etti: "Bir canlı ömür suresi­ni tamamlamadıkça ve rızkını tamamıyla almadıkça Ölmez. O halde Allah'tan korkun. Rızkı aramada güzel dayranin. Birinize rızkının gelmekte gecikmesi onu Allah'ın emirlerini ve yasaklarını çiğneyerek aramaya sevk etmesin. Şüphesiz Allah'ın yanındaki nimetlere ancak ona itaatla erişilir.[142]

 

1287. [2:452, Hadîs No: 2277]

Enes (r.a) rivayet ediyor:

Şüphesiz Subhanallah, Elhamdülillah ve Allâhü ekber kelimeleri ağacın yapraklarını döktüğü gibi günahları dökerler. [143]                      /

 

1288. [2:453, Hadîs No: 2279]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kur'ân'ın bir sûresi vardır ki, otuz âyettir. Kişi için bağışlanıncaya kadar şefaat edecektir. O sûre, "Tebârekellezî biyedihi'1-mülk" diye başlayan Mülk Süresidir.[144]

 

1289. [2:452, Hadîs No: 2280]

Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihattır.[145]

 

Bir hadîslerinde Peygamberimizin "Seyahat edin ki sıhhat bulaşınız" buyur­duğunu görüyoruz. Seyahatin sağlık açısından olduğu kadar, bilgi, tecrübe, maddeten ve manen inkişaf noktasından da büyük faydalan vardır.

Mü'minin seyahati boş, mânâsız, gönül eğlendirme, sırf hoşça vakit geçirme, eğlenme cinsinden bir seyahat değildir. Gezdiği, gördüğü yerlerdeki her şahit ol­duğu, incelediği, araştırdığı hâdise büyük mânâlar ifade eder. Bütün bunlara mü'min ibretle bakar, tefekkür süzgecinden geçirir, bilgi ve tecrübe dağarcığını doldurur. Birçok yeni kişiyle tanışan toplum ve olayları müşahede eden mü'min ünsiyet perdesini de büyük ölçüde yırtmış olur, monotonluktan kurtulur, yenile­nir; şevk ve heyecanla dolar.

Mü'min seyahatinde sadece manen kazançlı olmakla kalmaz, bazan ticaret yaparak maddeten de kazanır.

Daha bir sürü maddî ve manevî faydaları bulunan seyahatin mü'minin cihadı sayılması bu ve buna benzer hikmetleri sebebiyledir ki büyük bir önem taşır.

Ayrıca bu hadis-i şerif ümmet-i Muhammed'e seyahat gibi önemli bir ihtiyacı, cihadla karşılama yolunu da açmıştır. Yâni mü'min Allah yolunda cihada—bu maddî cihad da olabilir; manevî cihad da olabilir—yeri ve zamanı gelince girer, girmek zorunda kalır. Bu farz emri îfa ederken, bazan savunmada kalır, bazan da taarruza geçer. Bazan kilometrelerce mesafe katetmek, bazı şehir ve ülkele­re uğramak zorunda kalır. Bu bir ölçüde zorunlu seyahattir. Bir ölçüde sıkıntılı bir seyahattir, ama Allah yolunda hareket etmenin verdiği manevî huzur, hepsini izale edecek derecede büyüktür. Maddî ve manevî kazancı büyük böyle bir se-yahata mü'min hayatını ortaya koyacak kadar heveslidir. Her türlü fedakârlığı zevkle üstlenir.

 

1290. [2:453, Hadîs No: 2281]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Ümmetimin en şerlileri Sahabîlerime karşı en cüretkâr olanları­dır.[146]

 

1291. [2:454, Hadîs No: 2284]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Kıyamet Günü Allah katında yeri en kötü olan insan, kötü ahlâ­kından dolayı insanların terkettikleri kimsedir[147].

 

1292. [2:455, Hadîs No: 2287]

Cerir'den rivayetle:

Ramazan ayı orucu gökle yer arasında asılı durur. Ancak fıtır sa-dakasiyla Allah'ın huzuruna yükseltilir.[148]

 

1293. [2:456, Hadîs No: 2291]

Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:

Şüphesiz günahları yazan sol taraftaki melek günah işleyen Müs-lümanın günahını yazmadan altı saat bekler. Bu müddet içerisinde pişmanlık duyup Allah'tan bağışlanmasını dilerse yazmaz. Bunu yapmazsa bir günah yazılır.[149]

 

1294. [2:456, Hadîs No: 2293]

îbni Abbas't

an (r.a.) rivayetle:

Şüphesiz gizli verilen sadaka Allah'ın gazabını dindirir. Akraba­larla iyi ilişkiler ömrü uzatır. İyiliklerin yapılması kötü ölümden ko­rur. "Lâ ilahe illallah" sözü kendisini söyleyen kimseden doksan do­kuz belâ çeşidini defeder. Ki, bunların en hafifi kaygı ve üzüntüdür.[150]

 

1295. [2:458, Hadîs No: 2296]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

Cennetin dereceleri Kur'ân sûrelerinin âyetleri kadardır. Kur'ân'ı gereği gibi amel ederek okuyan kimse Cennete girince onun derecesi­nin üzerinde hiç kimse bulunmaz.[151]

 

1296. [2:459, Hadîs No: 2298]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Büyük mükâfatlar büyük musibetlerin beraberindedir. Allah sev­diği kavmi musibetlere müptelâ eder. Buna sabır ve rızâ gösterenlere Allah'ın rızâsı, hoşnutsuzluk gösterenlere ise gazabı vardır.[152]

 

1297. [2:459, Hadîs No: 2299]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kendisinden faydalanılan bir ilim, Allah yolunda harcanan bir ha­zine gibidir.[153]

 

1298. [2:460, Hadîs No: 2300]

Enes (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu ri­vayet ediyor:

Allah'ın evleri olan cami benzeri yerleri maddeten ve manen îmar edenler Allah'ın has kullarıdır.[154]

 

1299. [2:461, Hadîs No: 2306]

Ebû Saîd (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Şüphesiz Muhacirlerin fakirleri zenginlerinden beş yüz sene ka­dar evvel Cennete girecekler.[155]

 

1300. [2:462, Hadîs No: 2309]

îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

Fâtıma namusunu koruduğu için Allah da onu ve neslini Cehenne­me haram kıldı.[156]

 

1301. [2:463, Hadîs No: 2311]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Cuma gününde Öyle bir an vardır ki, Müslüman bir kul namaz kı­larken o anda Allah'tan hayırlı birşey dilerse, Allah onu mutlaka kendisine verir.[157]

 

 

 



[1] Müslim, Fiten: 39, 40,128,129; Ebû Davuö, Melahim: 12; Timizi Fiten: 21; İbni Mâce, Fiten: 25,28; Müsned, 2:324.

[2] Neşet Siyam: 18,19; İbniMâce, Siyam: 22; Dârimî, Savm: 9; Müsned, 2:377,477; 3:32,99.

[3] Halib'in TariMnden.

[4] £bû Davud, Fiten: 2.

[5] IbniMâce, Cenâlz:58.

[6] BuharTnin Etfeö'inden.

[7] Bezzazdan.

[8] Hatibin Tar/tfinden.

[9] Buharî, Küsûf: 1,6,13,15; Bed'öl-Halk: 4; Müslim, Küsûf: 6,10; Ebû Davud, Istiskâ: 3,4; İbniMâce, Cenâiz: 53; Dârimî, Salât: 187; Müsned, 2:118.

[10] Taberani’nin  Kebir’inden.

[11] Müsned, 5:233,243.

[12] Müsned, 3:29,41.

[13] Taberânî'nİn Kebîrinden.

[14] Taberânî'nİn Kebîrinden

[15] Beyhaki'nin Şi'bü'i-îmarti ve Ebû Ya'la'nm Müsnerfinden.

[16] Müslim, Münafikûn: 65; Tırmizî, Birr 25; Fiten: 2; İbni Mâce, Menasik: 76,

[17] Buharı, Ahkâm: 21; Bed'û'l-Halk: 11; lükaf: 11,12; Ebû Davud, Savm: 78; Sünnet 17; İbni Mâce, Siyam: 65,

[18] Mösned, 5:353.

[19] Timiz!, Savm: 67.

[20] Müsned, 6:160,215.

[21] Müsned, 5:198,199.

[22] Ibnl Adlyy'İn el-Kâmit\tvien.

[23] Taberânî'nln KebMnden.

[24] Timizi, Zekât 28.

[25] Taberânî'nln Kebîfintten.

[26] İbnü'l-Mûbârekten

[27] İbni Adiyy'in e/-K2m//İnden.

[28] Hatib'in farin'inden.

[29] Hâkim'in MüstedreK'mden.

[30] Taberânrnin Kebîri ve Ebû Nuaym'ın Httye'sl ve Beyhakl'nin Sünelinden.

[31] ibni Mübarekten.

[32] Müsned, 5:183.

[33] tbniMâce, Züh&.ZO.

[34] Taberânî'nin Kebenden.

[35] EböDavud, Edeb: 45; Müsned, 4:296.

[36] 77mj/z/,Tefsîr-iSûre:13.

[37] Lem'alar, s. 9.

[38] Ibni Asakitöen,

[39] Buhsrî, Cenâiz: 68,87; Müslim, Cennet 70,72; Ebû Davud, Cenâiz: 74; Neşet, Cenâiz: 108,110.

[40] Deyiemî'nin Müsnedü'l-Firdevsflnden.

[41] Mesnevî-i Nuriye, s. 57.

[42] Müsned, 4:226.

[43] Ebû Nuaym'ın Mye'slnden.

[44] Müsned, 5:89.

[45] DârekırtnPnin Söneninden.

[46] Tmizl Zühd: 5; İbniMâce, Zühd: 32.

[47] Timizi, Cehennem: 3; Müsned, 2:92.

[48] îbni Mâce, Zühd: 38.

[49] Hâkim'in MüstedreKMen.

[50] Timizi Sevabü'l-Kur'ân: 18; Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân: 1.

[51] EbûDavud, Edeb:7; Taberânf, Hüsnü'l-Hulk: 6.

[52] Beyhakl'nin £/îbü'/-/matfından.

[53] Müsned, 2:380.

[54] EbûDavud, Cenâiz: 1; Müslim, Birr: 52.

[55] Mûsned, 3:456,460; 6:387.

[56] Hâklm'in MüstedreKİve Beyhakt'nin Şi'büUmatfmöan.

[57] TaberânFnin Kedinden.

[58] Taberânrnin KeW/1nden.

[59] Mûsned, 3:75.

[60] Müslim, Nikâh: 9,10; Tirmİzî, Rad'a: 9; Ebû Davud, Nikâh: 43; Mûsned, 3:330.

[61] Buhar;, Nikâh: 15; Müslim, Rada: 4, 6,8,53,54; Fiten: 86; HKÎ Davud, Nikâh: 2; Timizi, Nikâh: 4; Neseî, Nikâh:10; İbniMâce, Nikâh: 6,38; Dârimî, Nikâh: 4.

[62] Lem'alar.s. 186.

[63] Ibnl Mâce, Nikâh: 6.

[64] Ebû Davud, Zekât: 26; Tirmizî, Zekât: 23; fbni Mâce, Ticâret: 25.

[65] Müslim, Birr: 41; Tirmizf, Cenâiz: 2; Müsned, 1:81,2:326.

[66] İbni Ebfd-Dünyatdan.

[67] Taberânî'nin KaMrlnden.

[68] Beyhaki'nin £/'bü'/-//nan'ından.

[69] Buhar!, Rikak: 13; Müslim, Zekât: 33.

[70] Tayalisföen.

[71] Taberânf'nin Kebîrinden.

[72] Haktrrtden.

[73] ibniMâce, Filen: 20; Ebû Davud, Melahim: 17; Timizi, Fiten: 8; Tefsîr-I Sûre: 5,17.

[74] Timizi lüm: 4; İbniMâce, Mukaddime: 22.

[75] Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmarfırvian.

[76] Taberânî'nin Kedinden.

[77] Müslim, Nezir: 7.

[78] Hac Sûresi, 29.

[79] Nesel Eymân;41.

[80] Ebû Davud, Edeb: 2; Tiımizî, Birr: 66; Müsned, 1:296.

[81] Hâkim'in MüstedreKİ

[82] Deytemîve İbni AsâkiMen

[83] Ebû Ya'la'nın Müsnerfinden.

[84] Ebö Lafden.

[85] Müslim, Sıfatü'l-Münâfıkm: 67; Müsned, 3:97,127.

[86] Taberânfnin Evsafından.

[87] Deylemi’nin  Müsnedü’l-Firdevs’inden.

[88] Mûsned, 6:410.

[89] Buharî, Sulh: 9; Fiten: 20; Fezâilü Ashabı'n-Nebiyyi: 22; Menatab; 25; Ebû Davud, Sönne: 12; Timizi Menâkıb; 25; Neseî, Cuma: 27.

[90] Müstadrek, 3:272; HayâtûS-Sahabe, 3:350.

[91] Müsned, 5:417,420; Timizi Vıtr: 16.

[92] Ibni Ahmed bin HanbeTIn Zevâidöz-Zûhdünöen.

[93] Ibni Ebi'd-Dünya'nın Kazâül-Havâiöİ ve Ebu'ş-Şeyttten.

[94] Hatibin far/Mnden.

[95] Timizi Ahkâm; 40.

[96] Hâkimin Müsfedretfinden.

[97] Ebû Davud, Edeb: 49; Tirmizf, Birr: 18.

[98] İbniAsâkirve MüstağferTnin Mûselselâtmdan.

[99] Timizi Hudud: 24; Fiten: 59; Zühd, 21; ibni Mâce, Hudud: 12; Zühd: 21; Müsned, 1:22,44; 3:7,30.

[100] Timizi, Hudud; 24; IbniMâce, Hudûd: 12.

[101] /bn/Mace, Zühd: 21.

[102] Buharı, Rikak: 51; Müslim, îman: 308, 311,314; Timizi, Cennet: 17,23; Tefsfr-i Sûre: 32,75,

İbni Mâce, Zühd: 39; Mûsned, 2:13,64; 3:27.

[103] Müslim, îman: 297; Tirmizi, Cennet: 16.

[104]  Mektûbât, s. 210.

[105] Dey\em\'nm Müsnedü'l-Firdevs'inden.

[106] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevsünden.

[107] TaberânPnin Evsafından.

[108] Buharînin farih'inden.

[109] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmarimdan

[110] EbûDâvud, Buyu": 9; Mösned, 4:392.

[111] ibni Ebl'd-Dünyetten.

[112] Taberânt'nin Keö&'inden.

[113] Ebû Nuaym'ın Kitabö's-SivaK) ve SiczPnin /bane'sinden.

[114] Müslim, Zekât: 40 ve Taberânî'nin Keöfrlnden.

[115] Hâkim'in Mûstedrek'ı ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-îmarimdan.

[116] İbniMâce, Fiten: 8; Müsned, 4:278,357, 383.

[117] Tirmizî, 2:107; İbniMâce, 2:1321; Ebû Davud, 4:197.

[118] Hatib'ln raritttnden.

[119] İbniMâce, Mukaddime: 23.

[120] Taberânî'nin KWinden.

[121] Müslim, Cennet: 15,18; Müsned, 2:232,316; 3:364.

[122] Timizi, Menakıb: 14; İbniMâce, Mukaddime; 11; Müsned, 3:27,93,98.

[123] Hadden.

[124] İbni Asâkifden.

[125] Taberânî'nİn Kebîrinden.

[126] ibni Asâkif'den.

[127] İbni Adiyy'in e/-Kâm//inden.

[128] Taberâni'nin Sabinden.

[129] Mûsned 4:286; 5:247

[130] Eöö0aw/tf,Edeb:133.

[131] Tirmİzîve Buharfnin farfttinden.

[132] Beyhaki'nin £/'6ü7-/marfından.

[133] Tefsîr-i Sûre; 102.

[134] Buharı, İlim: 24; İstiskâ: 27; Edeb: 39; Fiten: 5,25; Müslim, İlim; 10,11; Frten: 18; Ebû Davud, Fiten: 1; ibniMâce, Fiten: 25,26.

[135] Taberânî'nin Kedinden.

[136] Harâitî'nin Mekârimü'l-AhlâKmian.

[137] Hâkim'in MöstedreKMen.

[138] Ebu'ş-Şeyftten.

[139] Müslim, Tahare: 36; Ebû Davudi Edeb: 110; Timizi Kıyame: 15; Cennet: 10; İbni Mâce, Zühd: 36,39.

[140] ,Mûs//rotMüsakât120.

[141] Ebû Davud, Cihad: 74; Tirmizî, Daavat: 46.

[142] Ebû Nuaym'ın Misinden.

[143] Mûsned, 3:152.

[144] Timiz!, Sevabü'l-Kur'ân: 9; İbni Mâce, Edeb: 52; Müslim, îman: 302; Müsned, 3:94.

[145] EbÛDavud, Cihad: 6.

[146] İbni Adiyy'in el-Kmit'ınöen.

[147] Buhari, Edeb: 38; Tımıizf, Blrr: 59.

[148] İbni Sasarînin /ma/ıye'sinden.

[149] Taberânî'nin Keöf/'inden.

[150] İbni Asakifâen.

[151] Ibnİ Murdeveyttten.

[152] Tırmizl Zühd: 57; IbniMâce, Rten: 23; Müsned, 427,429.

[153] İbni Asakifâen.

[154] Ebû Ya'la'nın Müsned], TaberânFnin Evsat\ ve Beyhaki'nin Sünerfinden.

[155] Müsned, 2:168; 3:224; Dârimî, Rikak: 118.

[156] Ebû Ya'la'nın Musn&fi, Taberânf'nin Kebîri ve Hâklm'in Müsfedretffnden.

[157] Buharf, Cumua: 37; Talak: 24; Müslim, Müsafirîn: 166,167; Cumua: 13,15; Tirmizf, Cumua: 2; TefeN Sûre, 85.