1302.
[2:464, Hadîs No: 2312]
Sehl bin Sa'd (r.a.)
Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Şüphesiz Cennette
Reyyan denilen bir kapı vardır. Oruç tutanlar Kıyamet Günü o kapıdan Cennete
girecektir. Oradan onların dışında kimse girmez. "Oruçlular nerede?"
diye seslenilir. Oruçlular kalkar o kapıdan girerler. Onlar girince kapı
kapatılır, başka hiçkimse oradan girmez.[1]
1303.
[2:464, Hadîs No: 2313]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır.
Cennette üzerinde
zebercetten köşklerin bulunduğu yakuttan direkler vardır. Bu köşklerin
kapıları açıktır. Parlak yıldızın ışık saçtığı gibi ışık saçarlar. Buralarda
Allah rızâsı için birbirini sevenler, Allah rızâsı için sohbet meclisi
kuranlar ve Allah rızâsı için bir araya gelip yardıml aşanlar bulunacaklardır.[2]
1304.
[2:465, Hadîs No: 2314]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Cennette dışarıdan
içerisi, içeriden dışarısı görünen köşkler vardır. Allah bu köşkleri yemek
yediren, yumuşak söz söyleyen, oruca devam eden ve geceleyin insanlar uyurken
kalkıp namaz kılanlar için hazırlamıştır.[3]
1305.
[2:465, Hadîs No: 2315]
Ebû Saîd'den (r.a.)
rivayetle:
Cennette yüz derece
vardır. Bütün âlemler toplansa bir tanesi hepsini içine alır.[4]
1306.
[2:466, Hadîs No: 2316]
Muâviye bin Hayde
rivayet ediyor:
Cennette su denizi,
bal denizi, süt denizi ve sarhoş etmeyen şarap denizi vardır. Daha sonra
nehirler açılır.[5]
1307.
[2:467, Hadîs No: 2319]
Sehl bin Sa'd'dan
(r.a.) rivayetle:
Şüphesiz Cennette
gözün görmediği, kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler
vardır.[6]
1308.
[2:468, Hadîs No: 2321]
Hz. Aişe (r.a.)
rivayet ediyor:
Cennette büyük bir
köşk vardır. îsmi "Dârü'l-ferahtır [sevinç köşkü]." Buraya ancak
çocukları sevindirenler girer.[7]
1309.
[2:469, Hadîs No: 2323]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Cennette
"Duha" denilen bir kapı vardır. Kıyamet Günü olduğunda bir nida
edici şöyle seslenir: "Kuşluk namazına devam edenler nerede? İşte kapınız
budur. Allah'ın rahmetiyle buradan girin."[8]
1310.
[2:469, Hadîs No: 2324]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Cennette büyük bir
köşk vardır, ismi cömertler köşküdür.[9]
1311.
[2:473, Hadîs No: 2336]
Kişi malı, hanımı ve
çocuğuyla imtihan edilir.[10]
Hayat bir imtihandır.
İnsan bu dünyada herşeyiyle ve her yönden imtihan edilmektedir. Hadiste bu
imtihan vesilelerinin en önemlilerinden bir kaçı sayılmakta, kişinin malı,
hanımı ve çocuğuna dikkat çekilmektedir.
Kişi nasıl malla
imtihan edilmektedir?
Mal şükür maksadıyla
verilir. Malın gerektirdiği sorumlulukları yerine getiren kimse ona şükretmiş
olur. Eğer malının şükrünü yerine getirmiyor, zekâtını vermiyor, israf ediyor,
haram yerlerde harcıyor, hayır hasenat yapmıyorsa o kişi mal imtihanını
kaybetmiş demektir.
Peki kişinin hanımı
nasıl imtihan vesilesi olmaktadır?
Evin hanımı İslâm?
ölçülere riâyet etmiyor, kocasına itaat etmemesi bir yana onu günahlara,
haramlara sevk ediyor, israfa girmesine sebep oluyorsa kocasını maddeten ve
manen tehlikeye sevk etmektedir. Günaha şevkte karısına ayak uyduran bir koca
imtihanı kaybeder.
Bazı kadınlar görenek
belâsı çevrelerinde gördüklerinin alınmasını isterler. İmkânları buna yetmeyen
koca ise ya çalıp çırpar, ya da dilencilik eder. Bu onun için mânevi bir
yıkımdır.
Çocuk da imtihan
vesilesidir. Çocuklarına olan aşırı sevgilerinden anne ve baba onlara dokunmaz,
kötü olan davranışlarına ses çıkarmazlarsa hem onları, hem de kendilerini
zarara sokmuş olurlar. Eğer baba "Viran olası hanede evlad ü iyal
var" düşüncesiyle geçim derdine düşer, helali haramı araştırmadan haram
yollara girerse imtihanı kaybeder. Oysa helal dairesinin geniş olduğunu düşünüp
ona göre hareket eder ve ona göre bir geçim yolu ararsa imtihanı kazanır.
Kısaca söylemek
gerekirse eğer mal, eş ve evlad kişiyi Allah yolundan alıko-yuyarsa hem bir
fitne, hem de imtihanı kaybetmesine vesile olmuş olur. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.)
zamanında meydana gelen şu hadise bize bu konuda ışık tutar:
Mekke'de bazı kişiler
Müslüman oimuş ve Medine'ye hicret eden Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) yanma gitmek
istemişlerdi. Ancak eşleri ve çocukları buna engel olmak istemiş, hatta bir
süre kalmalarını da sağlamışlardı. Buna rağmen Müslümanlar gittiler. Gördüler
ki önceden gitmiş olan kardeşleri manen inkişaf etmiş, çok şeyler
öğrenmişlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Rab-bimiz şöyle
buyuruyordu: "Ey îman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size
düşman olup sizi ibadetten alıkoymak ve günaha sevk etmek isteyenler vardır;
onlardan sakının. Fakat onları affeder, kusurlarına bakmaz, bağışlarsanız,
muhakkak ki Allah da çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.
"Mallarınız ve
evlatlarınız sizin için ancak bir imtihandır. Asıl büyük mükâfat ise Allah
katındadır"[11] âyeti açıkça bu imtihanı
nazarımıza vermektedir.
Diğer bir rivayete
göre âyetler, Avf bin Malik hakkında nazil olmuştu. O savaşa gitmek istemiş,
fakat ailesi ve çocukları, ayrılığına dayanamayız deyip ağlayıp sızfamışlardı.
O da onları kırmamak maksadıyla cihada katılmamış, fakat hatası için de oldukça
pişman olmuştu. Bunun üzerine yukarıdaki âyetler gönderilerek eşlerin,
çocukların insanı Allah yolundan alıkoymaması gerektiğine dikkat çekilmişti.
1312.
[2:474, Hadîs No: 2340]
Huzeyfe'den (r.a.)
rivayetle:
Namuslu kadına iftira
atmak yüz senelik ameli mahveder.[12]
1313.
[2:476, Hadîs No: 2345]
Said bin Zeyd (r.a.) rivayet
ediyor:
Şüphesiz benim
ağzımdan yalan konuşmak her hangi birisinin ağzından yalan konuşmaya benzemez.
Kim benim ağzımdan bilerek yalan konuşursa Cehennemdeki yerine hazırlansın.[13]
1314.
[2:477, Hadîs No: 2349]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Allah'ın öyle kullan
vardır ki, insanları ferasetleriyle tanırlar.
İnsan bazı konuları
veya kişileri zaman zaman uzun bilgi ve tecrübeler sonucunda kavrar, onlar
hakkında bilgi ve kanaat sahibi olur. Tabii bu kişiden kişiye göre değişir.
Bazı insanlar ise bunu daha sür'atli yapar, hızla kavrarlar. İşte kişi ve
olayları bir nevi önsezi veya manevî bir kuvvetle çabucak kavrama ve anlama
bir feraset işidir. Feraset bir Allah vergisidir. îman inkişaf eîîikçe feraset
de gelişir ve mü'min meseleleri ve hadiseleri çabuk anlar, yorumlar. Kolay
kolay yanılma imkânı olmaz. Bir gün Hz. Osman'ın huzuruna bir adam gelmişti.
Ona, "Gözünden günah tütüyor" deyince adam itiraf etti:
"Gelirken bir kadına bakmıştım." Bu Örnek de göstermektedir ki,
mü'min ferasetiyle meseleleri çabucak kavrar. Bir hadiste de, "Mü'minin
ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar" buyurulmuştur.
Bu feraset âmî ve
cahil de olsa her mü'minde bulunur. Öyle ki karşılaştığı hadisenin durumuna
göre hoş karşılanacak, sevilecek birşeyse hoş görür, sempati duyar. Eğer
zararlı ve kötü bir şeyse aklı anlamasa da kalbi soğuk görür, manen nefret
eder.
1315.
[2:478, Hadîs No: 2352]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah'ın insanlara
faydalı olmaları için Özellikle nimet verdiği topluluklar vardır. Onlar bu
nimetlerden verdikleri sürece Allah o nimetini onlarda bırakır. Esirgedikleri
zaman ise Allah onlardan alır, başkalarına verir.[14]
1316.
[2:479, Hadîs No: 2355]
İbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz Allah'ın
yeryüzünde dolaşan melekleri vardır. Ümmetimden gelen selâmları bana
ulaştırırlar.[15]
1317.
[2:480, Hadîs No: 2358]
Enes'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
^ Allah'ın her namaz
vaktinde şöyle seslenen bir meleği vardır: "Ey Ademoğulları! Kendi
elinizle tutuşturduğunuz sizi yakacak olan ateşi namazla söndürmek için
kalkınız."[16]
1318.
[2:481, Hadîs No: 2360]
ibniAbbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah'ın Öyle bir
meleği vardır ki, ona ''Yedi gök ve yeri tek bir lokmada yut" dense
yutabilir. Onun yaptığı teşbih şudur: "Sen her yerde noksan sıfatlardan
münezzehsin"[17]
1319.
[2:481, Hadîs No: 2361]
Üsâme bin Zeyd'den
(r.a.) rivayetle:
Şüphesiz ki, Allah'ın
aldığı da Onundur, verdiği de. Herşey Onun yanında herşey için belli bir ömür
süresi tayin edilmiştir.[18]
1320.
[2:483, Hadîs No: 2367]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz ki, Allah'ın
doksandokuz ismi vardır. Onları mânâlarım anlayıp inanarak ezberleyip okuyan
Cennete girer. Bu isimler şunlardır:
O kendisinden başka
ilâh olmayan Allah'tır, Er-Rahman, Er-Rahim, El-Melik, El-Kuddûs, Es-Seîâm,
El-Mü'min, El-Müheymin, El-Aziz, El-Cebbar, El-Mütekebbir, El-Hâlık, El-Bâri,
El-Musavvir, El-Gaffar, El-Kahhar, El-Vehhab, Er-Rezzâk, El-Fettah, El-Alîm,
El-Kâbıd, El-Bâsıd, El-Hâfıd, Er-Rafi', El-Muiz, El-Muzil, Es-Sem'i, El-Basîr,
El-Hakem, El-Adl, El-Latif, El-Habîr, El-Halim, El-Azîm, El-Gafûr, Eş-Şekûr,
El-Aliyy, El-Kebîr, El-Hafîz, El-Mukîd, El-Hasîb, El-Celîl, El-Kerîm, Er-Rakîb,
El-Mucîb, El-Vâsi', El-Hakîm, El-Vedûd, El-Mecîd, El-Bâis, Eş-Şehîd, El-Hak,
El-Vekîl, El-Kavî, EI-Metîn, El-Veliyy, El-Hamîd, El-Muhsî, El-Mübdi1, El-Muîd,
El-Muh-yî, El-Mümît, El-Hayy, El-Kayyûm, El-Vâdd, El-Mâcid, El-Vâhid, Es-Samed,
El-Kâdir, El-Muktedir, El-Mukaddim, El-Muahhir, El-Evvel, El-Âhir, Ez-Zâhir,
El-Bâtm, El-Vâli, El-Müteâlî, El-Berr, Et-Tevvâb, El-Muntakim, El-Afuw,
Er-Rauf, Mâliku 1-Mülk, Zü'1-Celâl-i
ve'1-îkram, El-Muksid,
El-Câmi1, El-Ganî, El-Mugnî, El-Mani1, Ed-Dâr, Eri-Nâfi1, En-Nûr, El-Hâdi,
El-Bedi', El-Bâkî, El-Vâris, Er-Râşid, Es-Sabûr:[19]
Bir âyet-i kerimede
"En güzel isimler Allah'ındır. Allah'tan bu isimlerle isteyiniz"
Duyurulur.[20] Bu âyet, Cenâb-ı Hakkın
birçok isimlerinin bulunduğuna işaret eder. Her birisi güzel ve yüce mânâlar
ifâde eden bu isimlere, "En güzel isimler" mânâsına
"Esmâü'l-Hüsnâ denir. Yukarıdaki hadiste bunlardan bâzıları sayılmaktadır.
Cenâb-ı Hakkın
isimlerinin tamamı kesin olarak bilinmemektedir. Bâzı âlimler Esmâü'l-Hüsnânın
bin kadar olduğunu belirtirler. Nitekim Peygamberimiz Cevşenü't-Kebir isimli
duasında Rabbine binbir isim ve sıfatıyla niyaz eder. Bâzı âlimler Rabbimizin
güzel isimlerinin dört bini bulduğu kanaatindedirler. Bu isimlerin çoğunu
sadece Cenabı Hak bilir. Bir kısmını melekler, bir kısmını meleklerle birlikte
peygamberler ve peygamberlerin bildirdiği kadarıyla da insanlar bilirler.
Peygamberimiz bâzı
hadislerinde Esmâü'l-Hüsnânın faziletini sayar. İzahını yaptığımız hadis
bunlardan birisidir. Hadisteki müjdede kastedilen, bu isimlen mânâ ve
tecellîlerini düşünmeden ezberlemek değildir. Bu yüce ilâhî isimlerin içinde
bulunan ve taşımış oldukları ulvî mânâları düşünüp, kâinat yüzündeki tecellî
ve akislerini tefekkür etmek gerekir. Meselâ kişi, Allah'ın Rezzâk, yani rızık
verici olduğunu bilip düşünmeli, rızık için endişeye kapılmamalıdır. Rızkını helâlinden
aramalı, tok gözlü olmalıdır. Cenâb-ı Hakkın sadece kendisine ve diğer
insanlara değil, en küçük mikroptan file kadar, parmak kadar balıktan, tonlarca
ağırlıktaki balinalara kadar, bir çiçekten .koca çınar ağaçlarına kadar
milyarlarca canlının rızıklarını, hiç şaşırmadan, ihmâl etmeden, en güzel şekilde
ihsan ettiğini düşünüp tefekkür etmek, Rezzâk ismini okumanın bir yönüdür.
Hadîste sayılan doksan dokuz ismin mânâları şöyledir:
1. Allah:
Her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzak, bütün kemâl sıfatlarını taşıyan, en
güzel isim ve sıfatların sahibi ve yegâne hak mabûd.
2. Er-Rahman:
Şefkat ve merhametinin eserleriyle bütün kâinatı dolduran, Cennet bir cilvesi,
ebedî saadet bir parıltısı, dünyadaki bütün rızık ve nimetler birer damlası
olan, mü'min kâfir ayırd etmeksizin bu dünyada herkese nimetler veren.
3. Er-Rahîm:
Rahmeti herşeyi kuşatan, kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar af ve rahmet,
şefkat ve merhamet Kendi eseri olan ve âhirette mü'minlere sonsuz nimetler
ihsan edecek olan.
4. El-Melik:
Ferşten Arşa, yerden göğe, atomlardan yıldızlara ve ezelden ebede kadar herbir
varlığın sahibi ve idarecisi olan. Mülk ve saltanat en yüksek mertebesiyle
sadece Kendisine âit olan.
5. El-Kuddûs:
Bütün noksanlıklardan uzak ve temiz; dalâlet ehlinin Kendisi hakkındaki her
türlü asılsız düşüncelerinden uzak; kâinattaki bütün eksiklik ve kusurlardan
münezzeh olan; kâinatı bütün varlıklarıyla temizleyen, güzelleştiren ve bütün
yaratıkların tesbihatlan kudsi isimlerine bakan.
6. Es-Selâm:
Her türlü kusur, acizlik, noksanlık ve başkalarının kendisine kusur, noksan ve
zarar vermesinden sonsuz derecede uzak ve emin bulunan. Yaratıklarına huzur ve
emniyet bahşeden.
7. El-Mü'min:
Muhafaza ve himayesiyle her korkuyu gideren, her tehlike ve felâketten kurtuluş
ve güven veren.
8. El-Müheymin:
Bütün yaratıkları her türlü hal, hareket ve davranışlarında görüp gözeten; herşey
denetim ve koruyuculuğu altında bulunan.
9. El-Azîz:
İzzet, kudret ve bütün kudsî sıfatlarıyla acizlik ve kusurlardan uzak olan.
Bütün varlıkları acizlik, zayıflık ve tezellül içerisinde Kendisine boyun
eğdiren. Mutlak galip, karşı konulamayan güç sahibi.
10. El-Cebbar:
Sonsuz ve sınırsız büyüklük ve kudret sahibi olan; bütün varlıklar bütün
yönleriyle doğrudan doğruya kudretine bakan ve emrine boyun eğen; hiçbir şey
hiçbir cihetle mutlak kudretine karşı koyamayan.
11. El-Mütekebbir:
Yaratıkların bütün sıfatlarından sonsuz derecede yüksek olan; varlıklar
dünyasında büyüklüğünü gösteren; Kendini Zâtına lâyık sıfatlarla tanıtan.
12. El-Halık:
Bütün yaratıkları takdirine uygun olarak gerekli şartlarla birlikte yaratan.
13. El-Bâri:
Her bir varlığı belli ve farklı suretleriyle modelsiz ve benzersiz yaratan.
14. El-Musavvir:
Herbir yaratığa titizlik ve maharetle sanatlı bir şekilde farklı suretler
giydirerek sanatının güzellik ve mükemmellikleri gösteren.
15. El-Gaffar: Sonsuz rahmet, fazi ve keremiyle
kullarının günahlarını çokça bağışlayıp silen.
16. El-Kahhar:
Bütün varlıkları emir ve iradesi altında bulunduran. Hiçbir şey, hükmü altında
zerrece haddinden tecâvüz edemeyen. Hiç kimse hükmünden kaçıp kurtulamayan.
İnsanlık âleminde devamlı celâl silleleriyle izzet ve azametini gösteren.
17. El-Vehhab:
Sayı ve hesaba sığmaz çeşit çeşit nimetleri, türlü türlü rahmet hediyelerini
her varlığa lâyık olduğu şekilde, her an ve karşılıksız olarak ihsan eden.
16 El-Kahhar:
18. Er-Rezzâk:
Herbir yaratığın rızıklarını ayrı ayrı, tam bir ölçü, intizam, rahmet ve
hikmetle aksatmaksızın vakti vaktinde veren.
19. El-Fettah:
Basit basit maddelerden yarattığı sayısız ve mükemmel varlıkların ve türlü
türlü canlıların suretlerini ayrı ayrı, muntazam bir tarzda veren, her birisine
lâyık ve farklı birer şekil giydiren.
20. El-Alîm:
Ezelden ebede herşeyi bütün yönleriyle, hiçbir şey hiçbir şekilde hiçbir zaman
ilminden gizlenemeyen.
21. El-Kâbıd: Başta ruh, kalb ve nefisler
olmak üzere bütün varlıkları bütün halleriyle kudret elinde tutan; maddî,
manevî bütün darlık ve sıkıntılar sadece iradesiyle gerçekleşen. Dilediğinin
maddî ve manevî rızkını daraltan, canlıların ruhlarını alan.
22. El-Bâsıt:
Bütün zaman, mekân ve varlıklarda, ilim, yaratma, cisim ve n-zık gibi her
işteki genişlik, ferahlık ve bolluk yalnız Onun rahmet ve iradesiyle meydana
gelen. Maddî ve manevî rızıkları çoğaltan.
23. El-Hâfıd: İnançsızları ve emrine muhalefet
edenleri alçaltan, zelil kılan.
24. Er-Rafi': İnananları ve emrine itaat
edenleri yükselten; maddî manevî her türlü rütbe irâdesinin elinde olan ve
istediğini bu rütbelere yükselten.
25. El-Muizz: Bütün izzet doğrudan doğruya irâdesine bağlı olan;
dilediğini dilediği şekilde aziz kılan.
26. El-Muzül:
İzzet gibi zillet de bütünüyle irâdesine bakan; dilediğini müstehak olduğu
şekilde zillete düşüren.
27. Es-Semr: Ezelden ebede varlıkların bütün
seslerini biri diğerine engel olmaksızın işiten; kâinattaki bütün ses ve
işitmeler Onun herşeyi kuşatan işitme sıfatının tecellîleri olan.
28. El-Basîr:
Gizli ve açık herşeyi her haliyle çok iyi gören, sonsuz kudret ve hikmetiyle
her canlıya lâyık gözü ve görme kabiliyetini ihsan eden.
29: El-Hakem: Varlıklar dünyasında ve haklı
ile haksız arasında hiçbir adaletsizliğe, yanlışlığa ve itiraza yer
bırakmayacak şekilde hükmeden.
30: El-Adl: Zerreden kürelere kadar kâinatı
bütün varlıklarıyla birlikte ölçü altına alıp dengeleyen; canlı cansız herşeye
en güzel ve en uygun vaziyeti veren; her varlığa lâyık olduğu ölçüde varlığını
devam ettirme hakkı vermekle sonsuz adaletini gösteren; emrine itaat edenleri
mükâfatlandırırken, haddini aşanları dizginleyen ve hak ettikleri cezayı veren;
haşrin büyük mahkemesinde ise mutlak adaletini en geniş ve en mükemmel tarzda
gösteren.
31. El-Latif: Varlıkiarı en nâzik
incelikler ve nazenin güzellikler içinde yaratan, herbir canlıya lütufkarlıkla
ihsan ve ikramlarda bulunan; sonsuz ilmiyle eşyanın bütün inceliklerine nüfuz
eden.
32. El-Habîr:
Göklerde ve yerde, görünen ve görünmeyen âlemlerde en gizli sırtardan, en saklı
şeylerden haberdar olan. İlminin dışında hiçbir şey bulunmayan; her şeyin
gizli açık, küçük büyük her halini bilen.
33. El-Halîm:
Günah ve isyanlarına rağmen kullarını hemen cezalandırma-yıp onlar için tevbe
ve ümit kapılarını açık bırakan; onları sonsuz rahmet ve ke-remiyle
nzıklandırmaya devam eden.
34. El-Azîm:
Bütün varlıkları her hallerinde kudret ve hâkimiyetiyle çekip çe-vjren, en
küçük zerreden Arş-ı Azama kadar herşeyi sınırsız isim ve sıfatlarının
tecellileriyle kuşatan.
35. El-Gafûr:
Sonsuz rahmetiyle dilediğinde küçük büyük bütün günahları bağışlayan
36. Eş-Şekûr:
Bütün kullarının bütün şükür ve sâlih amellerinden haberdar olan, şükredenlerin
nimetlerini arttıran; en küçüğünü dahi zayi etmeksizin bütün iyiliklere bol bol
sevaplar ihsan eden.
37. El-Aliyy:
Zât, sıfat ve isimleriyle her türlü kusur ve noksandan uzak, mümkün ve
düşünülebilecek ve tasavvur edilebilecek her türlü derece ve mertebelerin
üstünde olan.
38. EI-Kebîr: Sınırsız isim ve sıfatlarıyla
ilmimizi aşan sonsuz büyüklük sahibi olan.
39. El-Hafîz:
Bütün varlıkların her türlü davranış, hal ve hareketlerini kaydeden;
milyonları aşan canlı türlerinin nesillerini, tohum ve nutfelerinde muhafaza
edip devam ettiren; İnsanların bütün yaptıklarını sorgulama için inceden inceye
dikkatle kaydeden; bütün varlıkları devamlı gözetimi altında tutan; onları heı
türlü zarar ve kötülüklerden koruyan.
40. El-Mukît:
Herşeye gücü yeten, herşeyi lâyıkıyla gözeten, iyiyi iyiliğinden kötüyü de
kötülüğünden derecesine göre hissedar eden; maddî ve manevî heı türlü rızkı
veren.
41. El-Hasîb:
Bütün mevcudatın bütün amellerinin muhasebesini yapıp, neti cesini hıfz eden;
sonsuz acizlik ve hadsiz düşmanlara karşı mahlukâtın imdadı na kudret ve
rahmetiyle yetişen. Onlara her zaman, her ihtiyaçlarında kâfi bi vekil olan.
42. El-Celîl: Bütün celâl sıfatlarıyla
sıfatlanmış olan; en geniş dairelerde^ varlıkların türleri üzerinde icraat ve
tecelliyatlarıyla rubûbiyetinin ihtişamını gös teren; birliğini ve yüce zâtına
lâyık muhteşem sıfatlarını bildiren.
43. EI-Kerîm: Bütün zîhayatları binler işteha.
duygu, âlet ve organlarla dona tıp süsleyen; sonsuz rahmet hazinelerinin süslü
ve tatlı nimetlerini karşılık bek lemeden önlerine seren. Sonsuz keremi,
yarattığı bütün sanatlı mahlukât üze rindeki tezyinat ve bunların
terbiyelerindeki dikkat ve titizlikle açıkça görünen.
44. Er-Rakîb:
Mahlukâtın hareket, davranış, hal ve işlerini devamlı kontrol ve gözetimi
altında tutan, bunları kaydeden.
45. El-Mucîb:
Bütün varlıkların hal ve dil İle yardım istemelerine ve dualarına tam bir
hikmet, rahmet ve inayetle dâima cevap veren. Darda ve sıkıntıda olanların
imdadına koşan.
46. El-Vâsi': Kudret, rahmet, bağışlama, iş ve
fiilleri, tecellî ve tasarrufları, sıfat ve isimlen, bütün varlıkları içine
alacak kadar geniş olan. Kullarına bol bol nimetler veren.
47. El-Hakîm: Herşeyi en kısa yoldan, en
faydalı, en kolay ve en güze! bir şekilde yaratan. Boş iş yapmayan, herbir
şeyde sayısız faydalar gözeten, ve bunu yaratıkları üzerinde tecellileriyle
gösteren.
48. El-Vedûd:
Cemâlini, isimlerini ve bunların tecellîleri olan mahlukâtının güzelliklerini
çok seven; rahmetinin güzel meyveleriyle söz ve fiilleriyle kendini
yaratıklarına sevdiren.
49. El-Mecîd:
Zât ve sıfatı herşeyden yüce, şan ve şerefi herşeyin üstünde, lütuf ve
keremiyle herşeyden üstün, her türlü yüceltmeye nihayet derecede lâyık olan.
50. El-Bâis: Şuur
sahibi yaratıklarına elçiler göndererek emir ve yasaklarını bildiren; sayısız
insan, hayvan ve bitkileri hayat
sahnesine çıkaran; haşirde bütün ölüleri tek bir emirle diriltip kabirlerinden
çıkaran ve onları yüce huzurunda toplayan.
51. Eş-Şehîd: Bütün varlıkları her an müşâhadesi altında
bulunduran; varlık ve birliğine, elçilerinin ve kitaplarının hak olduğuna,
konuşması, fiilleri ve eserleriyle bizzat şahitlik eden.
52. El-Hakk: Varlığı gerçek olan ve hiç
değişmeyen, ibâdete lâyık ve her hakkın sahibi olan.
53. El-Vekîl: Bütün varlıkları bütün
halleriyle idare eden, bütün ihtiyaçlarını karşılayan, bütün hal ve
davranışlarını bilen ve gözeten; kendisine tevekkül edenlerin herşeyine kâfi
gelen.
54. El-Kaviyy: Kuvveti bütün kâinata hâkim ve
bütün eşyayı zapteden ve bütün varlıkları hükmü altına alan.
55. El-Metîn:
Herşeye tam bir teslimiyetle boyun eğdiren; hiçbir fiilinde hiçbir güçlükle
karşılaşmayan; hiçbir varlık, vasıta
ve cisim fiillerine hiçbir cihetle engel olmayan.
56. El-Veliyy:
Varlıkların bütün işlerini ve ihtiyaçlarını üzerine alan, bütün yardımlar ve
muvaffakiyetler kendisinden gelen, Kendisine îman ile bağlananları her zaman
yardım, himaye ve yakın dostluğuyla koruyup gözeten.
57. EI-Hamîd:
Zâtındaki sonsuz kemalâtıyla her hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyık olan;
ezelden ebede kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar karşılığında, hal ve dil iie
her kimden her kim için yapılırsa yapılsın sayısız hamd, şükür ve övgüler
yalnızca kendisine âit olan.
58. El-Muhsî:
İlmiyle maddî ve manevî bütün herşeyi kuşatan; ne zâtı ve ne de ilmi hiçbir
şekilde ihata edilemeyen. Bildirdikleri dışında hiçbir şey bilinemeyen;
dünyada kullarının küçük büyük bütün yaptıklarını bilen ve mahşerde sayıp
dökecek olan.
59. El-Mübdi':
Kudret ve iradesiyle varlıklara ilk yaratılışlarında yoktan, hiçten vücut
veren, onlara gerekli olan şeyleri de hiçten icad edip ellerine veren.
60. El-Muîd:
Ölmüş ve dağılmış sayısız canlıları her baharda ilk yaratılışlarında olduğu
gibi yeniden diriltip inşâ eden; gönderdiği rızıklarla varlıkların
mevcudiyetini her an tazeleyen; mahşerde ise bu ismin azamî derecede
tecellî-siyle bütün varlıkları oraya uygun bir tarzda yeniden yaratan.
61. El-Muhyî:
Cansız maddelerden canlı maddeler yaratan, hayatı veren ve onu rızıkla devam
ettiren; hayat için gerekli olan şartları hazırlayan; bütün canlıları
perdesiz, vasıtasız olarak kudretiyle ihya eden ve ölüleri dirilten; manen ölü
kalpleri îmanla hayatlandıran; kışta ölen sayısız canlıları baharda yeniden
dirilten.
62. El-Mümît: Ölümü veren, hayat vazifesinden
terhis eden, kullarını fâni dünyadan baki âleme götüren, kulluğun külfetinden
azâd eden.
63. El-Hayy: Sonsuz mükemmellikteki hayat
Zâtının sıfatı olan; Zâtı bu sıfattan ayrı düşünülemeyen; hayatı, daimî, ezelî
ve ebedî olup ölme ve yok olma gibi arızalardan uzak bulunan; kâinattaki bütün
hayat izleri ve canlı fertler üzerinde taklid edilmez mühürleri bulunan.
64. El-Kayyûm:
Varlığı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan, bizatihi varlıkta kaiabilen; fakat
bütün eşya onun iradesi ve yaratmasıyla varlıklarını sürdüren ve vücutta kalan.
Zerreler ordusundan yıldızlar ordusuna kadar bütün varlıkları hassas bir denge
ve ölçü ile ayakta tutan ve önemli vazifelerde çalıştıran.
65. El-Vâcid:
istediği herşeyi bulabilen, elinden hiçbir şey kaçmayan, sonsuz derecede
varlıklı olan.
66. El-Mâcid: Zâtı, sıfatlan ve isimleri,
izzet ve azametin şan ve şerefin son mertebesinde bulunan.
67. El-Vâhid: Zât, sıfat ve isimlerinde bir
olan, eşi bulunmayan; taklid edilmez imzalarla bütün varlıklarda tevhidin
mühürlerini nakşeden; bir bütün olarak kâinattan birliği görünen; birliğinin
tecetlisiyle kâinatı bir fabrika gibi çalıştırıp varlıkları o fabrikanın
çarkları ve bir vücudun azaları gibi birlik, dayanışma ve bütünlük içerisinde
birbirinin yardımına koşturan.
68. Es-Samed:
Herşey her halinde kendisine muhtaç olan, kendisi ise hiçbir şeye muhtaç
olmayan; bütün ihtiyaç ve dileklerde dergâhına başvurulan.
69. El-Kâdir:
Gücü herşeye yeten, kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen; Zâtından ayrılmaz ve
ezelî olan kudretine acizlik asla bulaşmayan.
70. El-Muktedir: Sonsuz ve sınırsız kudretine
bütün varlıkları itirazsız itaat ettiren.
71. EI-Mukaddim:
İstediğine, zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref,ve rütbe
bakımından öncelik veren.
72. El-Muahhir:
İstediğini zaman ve mekân yönünden; maddî manevî yönden, şeref ve rütbe
bakımından sona bırakan; herşeyi eceli gelinceye kadar erteleyen; imtihan
gereği genellikle kullarının cezasını hemen vermeyip âhiret gününe bırakan.
73. El-Evvel:
Başlangıcı olmadığı gibi, bütün varlıkların başlangıcı da Onun ilim ve
kudretine bağlı olan; herşeyin ilk hali ve aslı Onun ezelî ilminin
düsturla-rıyla tanzim edilen.
74. El-Âhir: Sonu olmayan, herşeyden sonra
varlığı devam eden; bütün varlıkların neticesi kendisine bakan ve Ona dönecek
olan; herşeyin son noktası, nesli, geleceği ve neticesi Onun emir ve kudretiyle
tanzim edilen.
75. Ez-Zâhir:
Varlık ve birliğinin delilleri herşeyde ap açık görünen; bütün varlıklar dış
görünüşleriyle ve sanatlı yapılışlarıyla Onun kudret ve sanatına şahitlik
eden.
76. El-Bâtın: Herşeyin gerçek yüzüne vâkıf
olan; herşeyin iç yüzü bilhassa canlıların vücut fabrikalarında işleyen binler
mucizeli ve muntazam tezgâhlar ilim, kudret ve hikmetine şahitlik eden;
şiddet-i zuhurundan, sınırsız büyüklüğünden ve zıddının olmayışından dolayı
mahlukâtın gözünden gizlenen, ancak eserleriyle varlığını gösteren,
77. El-Vâli:
Herşeyin dizginini elinde tutan, her işi sadece kendi elinde; varlıkları
idare, hâkimiyet ve tasarrufu altında bulunduran.
78. El-Müteâlî:
Yüceliğinin sonu olmayan, her türlü noksanlıklardan uzak bulunan.
79. El-Berr:
Dilediği kullarına kesintisiz iyilik ve ihsanda bulunan; nimet veren.
80. Eî-Tevvâb: İsyanından dönen kullarının
tevbelerini her zaman kabul eden; sevdiği kulunun günahla bağlantısını kesen ve
tevbeye muvaffak kılan.
81. El-Muntakim: Emir ve yasaklarına karşı
gelenleri, helâl dairenin dışına taşanları cezalandıran; din düşmanlarına,
hakkı alçaltmak için çalışanları er veya geç, hatır ve hayale gelmez
felâketlerle perişan eden.
82. El-Afuvv:
Günahları silen, çok affeden ve affetmeyi seven.
83. Er-Raûf: Rahmet ve şefkatiyle herbir
canlının üzerinde titreyen; en gizli ve en küçük ihtiyaçlarına cevap veren; son
derece merhamet ve şefkat sahibi.
84. Mâlikü'l-Mülk: Kâinatın, canlı, cansız; küçük büyük içindekilerin ezelden ebede tek
gerçek sahibi ve mutlak hâkimi.
85. Zü'l-Celâl-i ve'l-İkram: Sonsuz büyüklük,
azamet ve yüceliğiyle beraber, canlı mahlukâtına ihsan ve ikramlanyla iltifat
eden.
86. El-Muksıt:
Her fiil ve icraatında hak ve adaleti gözeten, adaletten ayrılmayan,
87. El-Câmi':
Zât, sıfat, isim ve fiillerinde her türlü kemâli toplayan; en büyük
mahlukâtindaki hikmet ve sanat numunelerini en küçüğüne de yerleştiren. Eser ve
fiillerinde zıtları bir arada kullanarak büyüklüğünü gösteren; haşirde bütün
mahlukâtı yüce divanında toplayan.
88. El-Ganî:
Sonsuz zengin olan; hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı bulunmayan.
89. El-Muğnî:
Bütün mevcudatın bütün ihtiyaçlarını tükenmez servet ve hazinelerinden
karşılayan ve varlık sahibi her bir yaratığa servet ve zenginliği ihsan eden;
kullarından dilediğini lütfü ile zengin kılan.
90. El-Mani': Varlıkları hadlerini aşmaktan
ve saltanatına ortaklıktan men eden; zararlı ve tehlikeli sebepleri izni
dışında yaratıklarına zarar vermekten alıkoyan; dilediğinden dilediği şeyi
esirgeyen.
91. Ed-Dâr: Her türlü zarar elinde bulunan
ve Onun izniyle var olan; bir hikmete binâen zarar vermek istediği bir
kimseden o zararı geri çevirecek Kendisinden başka hiç kimse bulunmayan.
92. En-Nâfi': Bütün hayır ve menfaat elinde
bulunan; Onun kudretiyle var olan ve hayır murad ettiği kimseden o hayrı geri
çevirecek Kendisinden başka kimse bulunmayan.
93. En-Nûr: Bütün kâinatı maddeten
aydınlattığı gibi, kullarının hayat yollarını akıl nimetiyle, gönderdiği kitap
ve peygamberlerle aydınlatan; mü'min kullarının kalplerini îman ile
nurlandtran.
94. El-Hâdi: Her bir varlığı tam bir
hikmetle yaratılış gayesine doğru ileten; dünyevî ve uhrevî her konuda bütün
zarar ve menfaatleri gösterip doğru yola sevkeden; lâyık gördüğü kullarını
hidâyete erdiren.
95. El-Bedi': Kâinatı hiçten, yoktan,
taklitsiz, modelsiz ve benzersiz bir surette yaratan, onu binbir isminin
sonsuz güzellikleriyle süsleyen
96. El-Bâki: Zât, sıfat ve isimleriyle dâimi
olan; her türlü yokluk ve fânilikten münezzeh bulunan; Kendisine ölüm arız
olmayan.
97. El-Vâris: Mülkün ezelî ve ebedî sahibi
olan; Ondan başka herşey ölüm ve yokluğa mahkûm olan, yaratıklar öldükten sonra
da varlığı devam eden ve herşey Kendisine dönecek olan.
98. Er-Raşîd: Hiçkimseye danışma ihtiyact
duymadan, bizzat, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan en güzel şekilde ayırıp
kullarına da bunu gösteren; kâinatı bütün varlıklarıyla istikâmet üzere
hikmetle, en kısa ve en kolay yola sevkeden.
99. Es-Sabûr:
Bütün âsilere lâyık oldukları cezayı vermeye her an gücü yettiği halde onları
cezalandırmada acele etmeyen; sabırsızlıkla henüz zamanı gelmeyen bir işi
yapmaya tevessü! etmeyen ve bütün
sabırlıların sabrı onun yardım ve rahmetiyle var olan.
1321.
[2:495, Hadîs No: 2371]
îbni Mes'ûd Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah'ın öyle kulları
vardır ki, onları öldürülmekten korur, güzel ameller içerisinde ömürlerini
uzatır. Rızıklarmı güzelce verir. Onları afiyetle yaşatır, ruhlarını
yataklarında huzur içerisinde aldığı halde onlara şehitlerin makamını verir.[21]
1322.
[2:498, Hadîs No: 2380]
Muhammed bin Abdullah
bin Cahş (r.a.) rivayet ediyor:[22]
Hiç şüphesiz kadının
yanında beyinin ayrı bir değeri vardır.
Kadın, annesini, babasın;, çocuklarını,
kardeşlerini ve diğer akrabalarını sever. Fakat kadının yanında beyinin ap
ayrı bir yeri vardır. Sayılan akrabalarının da iyi olmasını arzu eder, onlara
bir musibetin gelmemesini ister, ama beyi hakkındaki hassasiyeti daha
fazladır. Nitekim Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu sözü söylemesine sebep olan
hadisede de, bunu görüyoruz. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu sözünü şu hâdise
üzerine söylemişti:
Peygamberimizin halasının kızı ve baldızı
Hamne binti Cahş (r.a.), Mus'ab bin Ümeyr ile (r.a.) evliydi. Birlikte Mes'ûd
bir hayat yaşıyorlardı. Bir müddet sonra, Hz. Mus'ab, Uhud Savaşına çıkan
orduya katıldı. Yapılan savaşta çok büyük kahramanlıklar gösterdi. Neticede de
şehid edildi.
Bu arada Medine'de İslâm ordusunun mağlup
düştüğü ve Peygamberimizin şehid edildiği haberi yayılmıştı. Bunu duyan
kadınlar cepheye koştular. Bunların arasında Hz. Mus'ab'ın hanımı Hamne bint-i
Cahş da (r.a.) vardı. Bu hanımlar Peygamberimizin hayatta olduğu haberini
alınca çok sevindiler.
Uhud Savaşında Hz.
Hamne'nin dayısı Hz. Hamza, kardeşi Abdullah bin Cahş (r.a.) ve beyi Mus'ab bin
Ümeyr (r.a.) şehid düşmüştü. Bu haberi ona Peygamber Efendimiz (a.s.m.) vermek
istedi. Hamne'yi gördüğünde, "Ey Hamne, sabret ve Allah'tan sevabını
bekle" buyurdu. Hamne, "Kimin için sabredeyim yâ Resûlallah?"
diye sordu. Peygamber Efendimiz, "Dayın Hamza için" buyurdu. Hamne
kadere teslim olmuş birisiydi. "Bizler Allah'ın kullarıyız ve Ona döneceğiz.
Allah onu bağışlasın ve rahmet etsin. Onu şehidlik sevabıyla sevindirsin ve
müjdelesin" dedi.
Peygamber Efendimiz
(a.s.m.) tekrar, "Ey Hamne, sabret ve Allah'tan sevabını bekle"
buyurdu. Hamne, "Kimin için sabredeyim yâ Resûlallah?" diye sordu.
Peygamber Efendimiz, "Kardeşin için" buyurdu. Hamne metanet ve
tevekkül içerisinde "Bizler Allah'ın kullarıyız ve Ona döneceğiz. Allah
onu bağışlasın ve rahmet etsin. Onu şehidlik sevabıyla sevindirsin ve
müjdelesin" dedi.
Peygamberimiz yine
"Ey Hamne, sabret ve Allah'tan sevabını bekle" buyurdu. Hamne,
"Kimin için sabredeyim yâ Resûlallah?" diye sordu. Resûlullah
(a.s.m.), "Mus'ab bin Ümeyr için" buyurdu. O âna kadar sabır ve
metanetini hiç bozmayan Hamne (r.a.) birden değişti. Yetim kalan çocuklarını
düşündü. "Vay benim başıma gelenlere!" diye ağlamaya başladı. Bunun
üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
"Hiç şüphesiz
kadının yanında beyinin ayrı bir değeri vardır. Hamne, dayısının, kardeşinin
ölümüne dayanabildi. Fakat kocasının vefatını duyunca metanetini
koruyamadı."
Hz. Hamne, kocası için
aynı sabrı gösterememekle beraber, kadere itiraz da etmedi. Resûlullahın duâ ve
tesellisiyle sakinleşti.
Evet, kadının yanında
beyinin ayrı bir yeri vardır. Bu sebeple annesi, babası ve sair akrabaları için
beyini incitmesi uygun olmaz. Fakat bu, onları incitsin demek değildir. Onları
da incitmemelidir.
1323.
[2:498, Hadîs No: 2382]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Şeytanın sürmesi,
yalama şekeri ve enfiyesi vardır. Yalama şekeri yalan söyletmektir, enfiyesi
öfkelendirmektir. Sürmesi de uykuyu sevdirmektir.[23]
1324.
[2:499, Hadîs No: 2383]
Nu'man bin Beşir'den
(r.a.) rivayetle:
Şeytanın süsleri ve
tuzakları vardır. Süs ve tuzaklarından bir kısmı şunlardır: Allah'ın verdiği
nimetlerle şımarmak, Allah'ın ihsan ettiği şeylerle övünmek, Allah'ın
kullarına karşı büyüklük taslamak, Allah'ın rızasını bırakıp nefsinin gayr-i
meşru isteklerine uymak.[24]
1325.
[2:500, Hadîs No: 2385]
îbniAmr (r.a.) rivayet
ediyor:
Şüphesiz oruçlu için
iftar vaktinde geri çevrilmeyen bir duâ hakkı vardır.[25]
1326.
[2:500, Hadîs No: 2386]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Allah'ın nimetlerini
yiyip şükreden için oruç tutup sabredenin sevabı kadar sevap vardır.[26]
1327.
[2:501, Hadîs No: 2387]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz kabrin
sıkması vardır. Ondan kurtulan biri olsaydı, Sa'd bin Muaz kurtulurdu.[27]
Mü'min olsun, kâfir
olsun kabir her ölüyü sıkar. Kâinatın Efendisi, Peygamber Efendimiz {a.s.m.)
bu hadislerinde kabir sıkmasından hiçkimsenin kurtulamayacağını, eğer bundan
kurtulabilen birisi olsaydı, bunun Sa'd bin Muaz (r.a.) olacağını
bildirmektedir.
Hz. Sa'd, Medineli
Müslümanlar içerisinde Peygamber Efendimize (a.s.m.) en sevgili olma şerefini
kazanan bahtiyar bir Sahabîdir. Bedir Savaşı ile ilgili istişarede yaptığı
konuşma, Peygamber Efendimize (a.s.m.) bağlılığını göstermesi bakımından bir
şaheserdir. Uhud ve Hendek savaşlarına da katılan Hz. Sa'd, Hendek Savaşından
hemen sonra yapılan Benî Kurayza Savaşından sonra düşmanla yapılan
müzekerelerde Yahudilerin teklifiyle hakem tayin edildi. Verdiği hükümle
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) takdirini kazandı. Biraz sonra da Hendek
Savaşında aldığı yarası açıldı ve şehid oldu. Vefatı Peygamber Efendimizi
(a.s.m.) çok üzdü, onun hakkında şöyle buyurdu:
"Sa'd'ın cenazesi
üzerine Rahman'ın Arşı titremiştir," "Sa'd bin Muâz için daha önce
yeryüzüne ayak basmamış yetmiş bin melek inmiştir."
Sa'd bin Muâz'tn
(r.a.) cenazesi taşınırken münafıklar, "Ne de hafif bir cenaze"
diyerek afaya almışlardı. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bunu duyduğunda,
"Onun cenazesini melekler taşıyordu" buyurdu.
İşte Sa'd bin Muâz
(r.a.) böylesine faziletli birisiydi. Buna rağmen Peygamber Efendimiz (a.s.m.)
kabrin onu dahi sıkacağını ifâde etmektedir. Fakat mü'-, mini sıkması şefkatli
bir annenin sıkması gibidir. Hiçbir korku vermez. Kâfiri ise, şiddetle sıkar,
kemiklerini birbirine geçirir.
1328.
[2:501, Hadîs No: 2389]
Enes'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır.
Kalbler tıpkı demir
gibi paslanır. Cilası ise istiğfardır.[28]
1329.
[2:502, Hadîs No: 2391]
Vasile bin el-Hattab
rivayet ediyor:
Müslümanın Müslüman
kardeşini gördüğünde yer açması, onun hakkıdır.[29]
1330.
[2:502, Hadîs No: 2393]
Ebû Saîd'den (r.a.)
rivayetle:
Kıyamet Günü
Muhacirler için üzerinde korkudan emin olarak oturacakları altından minberler
vardır.[30]
1331.
[2:504, Hadîs No: 2395]
İbni Abbas (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
İblisin şeytanlardan
azgın bir kısım askerleri vardır. Onlara şöyle der: "Hacıların ve
mücâhidlerin peşini bırakmayın. Onları Allah'ın yolundan saptırın."[31]
Şeytanın azılı
askerleri ancak dinî bakımdan dişli, zorlu olan kimselere musallat olur,
onları yoldan çıkarmaya çalışırlar. Hacı manen büyük bir üniformayı omuzuna
almış kişidir. Mücahid de Allah yolunda büyük zorlukları omuzlamış insandır.
Hayatını ortaya koyup yola çıkmıştır.
İşte şeytan manen
böylesine yüksek ve ilerde olan elamanlarla daha çok uğraşır. Onları yoldan
saptırmaya, hatalar yaptırmaya çalışır.
Onlar yoldan sapar,
hata yaparlarsa bu şeytanın hoşuna gider. Böylece şeytan bir çok hedefine
birden ulaşmış olur.
Çünkü hacı da, mücahjd
de örnek insandır, lyilikleriyle, kötülükleriyle örnek alınırlar. Bütün
hareketleri kılı kırk yararcasına kontrole tabi tutulur.
Eğer böyle kimselerin
kötülükleri tenkide uğrarsa, bu kendileri için zararlı olmakla kalmaz,
çevresindekiler açısından da kaygı verici, moral bozucu ve şevk kırıcı olur.
Eğer hatalı halleriyle
örnek alınırlarsa başkalarının yanlışa ve günaha girmelerine vesile olmuş, ve
veballerini yüklenmiş olurlar.
Onların hata ve
kusurları şahıslarında da kalmaz; dine, temsil ettikleri dâvaya, hizmete de
yüklenir. Onun için dinî kisveye bürünen hacılar ve Allah için cihada çıkan
mücahidler şeytanın tuzaklarına takılmamak, hizmetlerinin büyüklüğü ölçüsünde
titiz davranmakla kendilerini vazifeli bilmelidirler.
1332.
[2:504, Hadîs No: 2396]
İbni Abbas rivayet
ediyor:
Cehennemde sadece
öfkesini Allah'a isyanla dindiren kimselerin gireceği bir kapı vardır.[32]
1333.
[2:504, Hadîs No: 2397]
îbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Selâmı almak kadar,
mektuba cevap vermek de bir vazifedir.[33]
1334.
[2:505, Hadîs No: 2398]
Muhammed bin Mesleme
(r.a.) rivayet ediyor:
Rabbinizin ömrünüz
müddetince hiç eksik olmayan rahmet esintileri vardır. Size de dokunması için
ona yönelin. Ki, bundan sonra ebediyyen bedbaht olmayasmız.[34]
1335.
[2:505, Hadîs No: 2399]
Ebû Hümeyd
es-Saidî'den rivayetle: Hak sahibinin konuşmaya hakkı vardır.[35]
Dinimiz, hakkı
herşeyin üstünde tutar. Küçüğüne büyüğüne bakılmadan hakkı hak sahibine
vermeyi emreder. Adalet de zaten bu değil midir? Hak sahibinin de hakkını
arama, konuşma, meramını dile getirme hakkı vardır. Onu hakkını aramaktan kimse
alıkoyamaz. Hakkı mukaddes tanıyan İslâm, hakkın ortaya çıkması, sahibini
bulması için hak sahibine alabildiğince geniş hak ve hürriyet tanır; sözlü ve
yazılı olarak hakkını arayabilme kapılarını açar. Resûl-ü Ekrem (a.s.m.)
zamanında geçen şu hâdise bunu ne kadar güzel anlatır:
Bir gün Resûlullaha
bir bedevi geldi. Borç oiarak bir deve vermişti. Onu isteyecekti. Ama öyle bir
isteyişle istedi ki, herkes yadırgamıştı. Gayet haşindi çünkü. Sert bir tavır
takınmış, Sahabîler de bu saygısızlığı sebebiyle haddini bildirmek
istemişlerdi. Resûlullah (a.s.m.) müdahale edip, "Dokunmayın," dedi.
"Her hak sahibinin alacağını istemeye hakkı vardır" buyurdular ve
alacağının verilmesini emrettiler. İstediği yaşta bir deve bulunmadığını, daha
değerlisi bulunduğunu söylediklerinde de, "Bunu veriniz!"
buyurdular. "Sizin en hayırlınız en güze! şekilde borcunu
ödeyeninizdir."[36]
Başka bir rivayette
alacak vaktine bir gün kala bir Yahudi Resût-ü Ekreme gelmiş, "Ya
Muhammed, alacağımı öde. Siz Abdülmuttalipoğullarının âdeti borçlarını
zamanında ödemeyip uzatmaktır."
Bu hakaret dolu
sözleri duyan Hz. Ömer hemen müdahele etmiş, "Ey pis Yahudi, vallahi,
Resûlullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım" demişti.
Bunun üzerine söze
karışan Peygamberimiz, Hz. Ömer'e döndü ve, "Ey Hafs'ın babası! Allah seni
bağışlasın. Biz senden başka türlü davranmanı beklerdik. Sen bana, onun bendeki
hakkını güzellikle ödememi isteyecek, ona çla, alacağını almada yardımcı
olacak, hem de alacağını isterken nazikçe davranmasını isteyecektin."
Daha sonra Resûlullah,
Yahudîye ödeme gününün yarın sabah dolacağını bildirmiş, sonra da Hz. Ömer'e
borcunun, hem de fazlasıyla Ödenmesi talimatını vermiş, bu güzel muamele ve
yumuşak huyluiuğu gören Yahudi, ailesiyle birlikte Müslüman olmuştu.
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.)
bu tavırlarıyla hak arama, hak alma konusunda nasıl davranılması gerektiğinin
ölçüsünü vermektedir. Alacaklı meşru ve makul tarzda, edeb dairesinde,
nezaketle ve hukuk çerçevesinde alacağını istemelidir. Borçlu da alacaklının
olumsuz davranışlarıyla karşılaşsa bile olgunluğu, hoşgörüyü elden
bırakmamalı, gönlünü almalıdır. Aşırı bir tutumla karşılaşsa bile,
"Vermiyorum" gibi inatçı bir tavra girmemelidir.
1336.
[2:505, Hadîs No: 2400]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Kur'ân ehlinin
Kur'ân'ı her hatmettiğinde kabul edilecek bir duası ve Cennette bir ağacı
vardır. Ki, bir karga ihtiyarlayıncaya kadar uçsa, o ağacın kökünden dallarına
ulaşamaz.[37]
1337.
[2:505, Hadîs No: 2402]
Câbir'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kur'ân okuyanın kabul
edilecek bir duası vardır, isterse o duayı dünya için yapar, isterse onu
âhirete erteler, orada yapar.[38]
1338.
[2:507, Hadîs No: 2405]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Her ümmeti bir emini
vardır. Bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde bin Cerrah'tır.
1339.
[2:507, Hadîs No: 2406]
Cübeyr bin Nefir
rivayet ediyor:
Her ümmetin bir hakîmi
vardır. Bu ümmetin hâkimi de Ebu'd-Derdâ'dır.[39]
1340.
[2:507, Hadîs No: 2407]
Ka'b binîyaz'dan
(r.a.) rivayetle:
Her ümmet için bir
imtihan vesilesi vardır. Bu ümmetin imtihanı mal iledir.[40]
1341.
[2:508, Hadîs No: 2411]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Her dinin ahlakî bir
özelliği vardır. Benim ümmetimin ahlâkî özelliği hayadır.[41]
1342.
[2:508, Hadîs No: 2412]
İbni Amr'dan (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Her görevlinin
vazifesinin son bulacağı bir gün vardır. Âdemoğlu-nun memuriyetinin sonu ise
ölümdür. Öyle ise Allah'ın zikrine sarılınız. Çünkü bu âhirete âit işlerinizi
kolaylaştıracak ve âhireti size sevdirecektir.[42]
1343.
[2:509, Hadîs No: 2413]
İbni Ömer (r.a.)
Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Her ağacın bir meyvesi
vardır. Kalbin meyvesi de çocuktur.[43]
1344.
[2:509, Hadîs No: 2415]
Damre bin Hubeyb'den
rivayetle:
Herşeyin bir kapısı
vardır, ibâdetin kapısı da oruçtur.[44]
1345.
[2:510, Hadîs No: 2416]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Ahlâkı kötü olan kimse
müstesna her şeyin tevbesi vardır. Çünkü o bir günahtan tevbe eder etmez daha
kötüsünün içine düşer.[45]
1346.
[2:510, Hadîs No: 2417]
Ebud-Derdadan (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Herşeyin bir hakikati
vardır. Kul, başına gelen birşeyin mutlaka geleceğine, gelmeyen şeyin de
gelmesine imkân olmadığını bilmedikçe îmanın hakikatma erişemez.[46]
1347.
[2:510, Hadîs No: 2418]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Herşeyin bir direği
vardır. Bu dinin direği de din ilmidir. Şeytana karşı bir tek âlim, kendisini
ibâdete vermiş bin kişiden daha güçlüdür.[47]
1348.
[2:511, Hadîs No: 2419]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Herşeyin bir cilası
vardır. Kalblerin cilası da Allah'ı anmaktır. Parçalanmcaya kadar kılmanla
düşmana vurman dahil, Allah'ı zikretmekten daha fazla Allah'ın azabından
koruyan hiçbir şey yoktur.[48]
1349.
[2:511, Hadîs No: 2420]
Sehl bin Sa'd (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Herşeyin bir zirvesi
vardır. Şüphesiz Kur'ân'ın zirvesi Bakara Süresidir. Kim geceleyin evinde onu
okusa o eve üç gece şeytan girmez. Kim onu evinde gündüzleyin okusa, o eve üç
gün şeytan girmez.[49]
1350.
[2:512, Hadîs No: 2421]
İbni Abbas'tan (r.a.)
rivayetle:
Herşeyin bir şerefi
vardır. Oturuşların en şereflisi ise kıbleye yönelerek oturmaktır.[50]
1351.
[2:513, Hadîs No: 2423]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Herşeyin bir kalbi
vardır. Kur anın kalbi de Yâsîn Süresidir. Kim bu sûreyi okursa, Allah onun
için Kur'ân'ı on defa okumuş kadar sevap yazar.[51]
Hadîste geçen
"Herşeyin bir kalbi vardır" ifâdesi, "Herşeyin bir özü
vardır" mânâsındadır. Yâsîn Sûresine bu gözle baktığımızda, onun Kur'ân'ın
bir hulâsası olduğunu görüyoruz. Kur'ânın bütün sûre ve âyetlerinin etrafında
döndüğü dört temel esas vardır. Bunlar: Allah'ın varlık ve birliğinin İspatı,
peygamberlik müessesinin ispatı ve Peygamberimizin peygamberliğinin
hakkaniyeti, dünyada yapılanların hesabını vermek üzere öldükten sonra dirilme
gerçeğinin zihinlere nakşedümesi ve insanları yalnızca Allah'a kul yaparak
dünya hayatının nizam ve intizamının sağlanmasıdır. Bu dört esasa en etkili
ifâdelerle Yâsîn Sûresinde yer verilmiştir.
Hadîsin ikinci
kısmında ise bu sûreyi okuyanların Kufân'ı on defa okumuş gibi sevap
kazanacağına dikkat çekilmiştir. Bu ve benzeri hadislerde geçen faziletler ilk
bakışta mübalağa gibi görülebilir. Çünkü Kur*ânın içerisinde bu sûreler de yer
almaktadır. Dolayısıyla bu sûreler kendilerinin de yer aldığı bütün Kur'ân'la
mukayese edilmiş oluyor. Bediüzzaman, Sözler isimli eserinde bu meseleyi
Özetle şöyle izah ediyor:
Kur'ân'ın herbir
harfinin bir sevabı vardır. Allah'ın bir ihsanı olarak o harflerin sevabı
sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş. Âyete'l-Kürsî harflerine
yediyüz, Ihlâs Sûresi harflerine binbeşyüz, Berat Gecesinde ve makbul vakitlerde
okunan âyetlere onbin, Kadir Gecesinde okunan âyetlere otuz bin sevap verir.
Bu haliyle Kur'ân-ı Kerim'in sevabı tartmaya gelmez. Belki gerçek sevabıyla
bâzı sûrelerle tartılabilir.
Meselâ bin tane mısır
ekilmiş bir tarla farzedelim. Bazı tanelerin yedi sünbül verdiğini farzetsek,
her bir sünbülde de yüzer adet mısır tanesi bulunsa, bu durumda sünbül veren
yedi tane, bütün tarlanın üçte ikisine denk gelir. Meselâ bir mısır tanesi de,
on sünbül verse, her sünbülde ikiyüz tane bulunsa, bu durumda bir tek tane
tarlaya ekilen tanelerin iki misli kadar olur. Bunu daha fazla devam
ettirebiliriz.
İşte Kur'ân-t Hakîmi
nûrânî, mukaddes semavî bir tarla olarak düşünüyoruz. Her bir harfi asıl
sevabıyla birer tane hükmündedir. Diğer sûrelerin sünbülleri nazara
alınmadığında, Yasin Süresinin harflerine verilen sevap, diğer sürelerin
harflerine sünbülsüz olarak verilen sevabın on katına denk gelir.[52]
1352.
[2:514, Hadîs No: 2426]
îbni Amr'dan (.a.)
rivayetle:
Her işin bir gayret
dönemi vardır. Her gayret döneminin de bir gevşeme devri vardır. Kimin gevşeme
dönemi benim Sünnetim ölçüsünde olursa, o hidâyete ermiştir. Kaminki böyle
değilse helak olmuştur.[53]
Bu haöîs-i şerif insan
psikolojisini en güze! şekilde ortaya koymaktadır. İnsan her zaman aynı
olmayabilir. Saati saatine, dakikası dakikasına uymayabilir. İç âleminde bazan
bahar havası hüküm sürer, bazan da kış fırtınaları eser. Bazan o kadar
gayretli, şevkli olur ki, yorulmayacak, bıkmayacak, usanmayacak sanılır. Bazan
da öyle bir sönüklük, donukluk içerisine girer ki, sanki böyle davranan insan
önceki insan değildir.
İnsanın bu halet-i
ruhiyesi dikkate alınmadan onun hakkında teşhis koymak güç olur. İşte Resûl-ü
Ekrem (a.s.m.) insandaki bu değişikliği nazara alıp ona göre ölçü koymakta,
şaşırmaması, yanılmaması için yol göstermektedir. O halde insan gevşeme
döneminde hak ve adaletten, doğru yoldan ayrılma yerine Sünnet-i Seniyyeyi
kendine rehber edinse şaşırmaz, doğru olanı yapmış olur. Aksi halde o gevşeklik
nefse köle olma ve yoldan çıkmayı netice verirse o kimseyi helak olmaktan
kimse kurtaramaz.
Meseleyi bir örnekle
açıklamak gerekirse, meselâ bir kimse kendini öylesine ibadete veriyor ki,
aşırı denebilecek derecede gecesini, gündüzünü, namazla, oruçla geçiriyor. Veya
olağanüstü denebilecek bir aşk ve şevkle hizmetlere koşuyor. Şu var ki aynı
hızı bütün ömrü boyunca devam ettirmesi mümkün değildir. Zaman geliyor bir
gevşeme dönemine giriyor. Eski aşkı, şevki, gayreti kalmıyor. İşte böyle bir
anda ona yakışan tefrite düşmeden, farzları terk etmeden, haramlara girmeden,
çalışma grafiğini itidalde tutmak, Sünnetin çizdiği çerçevenin dışına
taşımamaktır.
1353.
[2:515, Hadîs No: 2431]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Her peygamberin hâlis
bir vezîr ye yardımcısı vardır. Benim hâlis vezirim ve yardımcım da Zübeyir bin
Avvam'dır.[54]
1354.
[2:516, Hadîs No: 2433]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
Her peygamberin
arkadaşları içerisinde hasları vardır. Benim Sa-habîlerim içerisindeki haslarım
da Ebû Bekir ve Ömer'dir.[55]
1355.
[2:517, Hadîs No: 2434]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Her peygamberin kabul
edilecek bir duası vardır. Onlar bu duayı yaptılar ve kabul edildi. Ben ise
duamı Kıyamet Günü ümmetime şefaat olarak sakladım.[56]
1356.
[2:519, Hadîs No: 2441]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Yeryüzünde âlimlerin
durumu, karanlık gecelerde karada ve denizde kendisine bakılarak yol bulunan
gökteki yıldızlara benzer. Yıldızlar kararınca yol arayan yolcuların
kaybolması an meselesidir.[57]
1357.
[2:519, Hadîs No: 2442]
Ebû Zer (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
içinizde Ehl-i
Beytimin durumu Hz. Nuh'un gemisine benzer. O gemiye binen kurtulur, binmeyen
helak olur.[58]
1358.
[2:520, Hadîs No: 2443]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Hediye verip de geri
isteyen kimsenin durumu, doyuncaya kadar yedikten sonra kusan, sonra da dönüp
kusmuğunu yiyen köpeğin durumuna benzer.[59]
1359.
[2:520, Hadîs No: 2444]
Ukbe bin Âmir rivayet
ediyor:
Kötülük yapıp sonra da
iyilik yapmaya başlayan kimsenin durumu, dar bir zırh giyip boğulacak dereceye
gelen adama benzer. Bu kişi bir iyilik yapınca zırhın bir halkası, bir iyilik
daha yapınca diğer halkası çözülür. Nihayet zırh tamamen çözülerek yere düşer.[60]
1360.
[2:521, Hadîs No: 2446]
Alâ bin Kesir'den
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır;
Güzel huylar Allah
katında bir hazine gibi korunmaktadır. Allah bir kulunu sevince, ona güzel bir
huy ihsan eder.[61]
1361.
[2:521, Hadîs No: 2448]
îbni Ömer (r.a.)
Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Hacerü'l-Esved ve
Kabe'nin Rükn-ü Yemânî köşesine el sürmek günahları bol bol döker.[62]
1362.
[2:522, Hadîs No: 2451]
Bilal bin Yahya
el-Absî Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah'ın dünyada kula
selâmet vermesi, yaptığı günahlarını ört-mesidir.[63]
1363.
[2:523, Hadîs No: 2454]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Rızkın anahtarları
Arşa yöneliktir. Allah insanların rızıklarını ihtiyaçlarına göre indirir.
İhtiyacı çoğalana çok verilir. Azalana az verilir.[64]
1364.
[2:524, Hadîs No: 2455]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Kur'ân okuyan kimse
için bir vekil melek tayin edilmiştir. Bu melek Kur'ân'dan bir bölüm okuduğu
halde güzel telaffuz edemeyen okuyucunun bu hatâsını düzeltip Allah nezdine
yükseltir.[65]
1365.
[2:525, Hadîs No: 2458]
Büreyde (r.a.) rivayet
ediyor:
Bâzı sözler sihir
gibidir. Bâzı ilimler cehalettir. Bâzı şiirler de hikmettir. Bâzı sözler de
dinleyene bir yüktür.[66]
1366.
[2:525, Hadîs No: 2459]
Talha bin
Ubeydullah'tan (r.a.) rivayetle:
Kişinin sohbet
toplantılarında aşağılarda oturmaya gönlünün râz: olması Allah için
tevâzudandır.[67]
1367.
[2:526, Hadîs No: 2461]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Günahlardan öyleleri
vardır ki, ne namaz, ne oruç, ne hac ve ne de umre onlara kefîâret olur.
Bunları ancak geçim yolunda çekilen sıkıntı affettirir.[68]
1368.
[2:526, Hadîs No: 2462]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Her canının çektiği
şeyi yemen israftandır.[69]
1369. [2:527,
Hadîs No: 2463]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Kişinin misafirini dış
kapıya kadar uğurlaması Sünnettendir.[70]
1370.
[2:528, Hadîs No: 2465]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
İnsanlardan öyleleri
vardır ki, hayrın anahtarı, şerrin de kilitleridir. Öyleleri de vardır ki,
şerrin anahtarları, hayrın kilitleridir. Al-iah'm ellerine hayrın anahtarını
verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği
kimselere de yazıklar olsun.[71]
1371. [2:528,
Hadîs No: 2466]
İbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
İnsanların öyleleri
vardır ki, Allah'ı hatırlamanın anahtarıdır. Onlar görüldükleri anda Allah
hatırlanır.[72]
1372.
[2:529, Hadîs No: 2468]
îbniAmr'dan (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz içinizden
bana en sevimli olan, ahlâkı en güzel olandır.[73]
1373. [2:529,
Hadîs No: 2469]
Ebû Mûsâ (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Saçı sakalı ağarmış
Müslümana, Kur'ân okuyup hükümleri ile amel etmekte ifrat ve tefritten uzak
duran kişilere ve adaletli idareciye saygı göstermek Allah'ı tazim etmekten
sayılır.[74]
1374.
[2:529, Hadîs No: 2470]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Ümmetimin yaşlılarına
saygı göstermek bana saygı göstermekten sayılır.[75]
1375.
[2:529, Hadîs No: 2471]
Cündüb bin Abdullah rivayet
ediyor:
Olgun müminin
özelliklerinin bir kısmı şunlardır:
Dinde tavizsizlik,
yumuşaklıkta tedbirlilik, îmanda kesinliğe ulaşmak, ilimde aç gözlü olmak,
yürekte şefkat, âlim olmakla birlikte yumuşak huylu olmak, fakirlikte sabır,
tamahkârlıktan sakınmak, helâl kazanç, istikâmet üzere iyilik, doğru yolda
gayret, nefsânî isteklerini dizginlemek, bitkin düşene merhamet.
Allah'ın mü'min kulu,
kızdığına zulmetmez. Sevdiği kişi için günaha girmez. Kendisine emânet edilen
şeyi zayi etmez. Hased etmez. Başkasının şerefini lekelemez. Sövüp saymaz.
Şahidi bulunmasa da üzerindeki hakkı itiraf eder. Başkasına kötü lakap takmaz.
Namazda huşu
sahibidir. Zekâtını acilen verir. Sarsıcı olaylarda metanetini kaybetmez.
Bollukta çok şükreder. Sahip olduklarına kanaat eder. Kendisine âit olmayan
şeyi "Benimdir" diye iddia etmez. Başkalarının kusurlarını biriktirip
intikam alma yoluna gitmez. Yapmak istediği bir işe cimrilik mâni olmaz.
Öğrenmek için insanlarla haşir neşir olur. Meseleleri kavramak için insanlarla
konuşur. Zulüm ve haksızlık da görse Rahman olan Allah bizzat intikamım
alıncaya kadar sabreder.[76]
1376.
[2:532, Hadîs Ne: 2473]
Ebû Ruhm es-Sûmî'den
rivayetle:
"
Hırsızların en kötüsü,
idareciye nüfuz edip yularım eline geçirerek onu istediği gibi konuşturan
kimsedir. Hatâların en büyüğü, bir Müs-lümanın haksız yere malını almaktır.
Hasta ziyareti güzel
işlerdendir. Ziyaretin tamamlanması da elini hastanın üzerine koyman ve
hatırını sonnandır.
Aracı olmanın en
üstünü, evlenmek isteyen iki kişinin evlenmeleri için aracı olmaktır.[77]
İdarecilere yaklaşıp
dalkavukluk eden, onlardan menfaat uman insanlara tarihin her devrinde
rastlanmıştır. Gerek söz ve gerekse davranışlarıyla kendini sevdirebilen böyle
insanlar herşeyden önce hilekârdırlar. İdarecinin mizacını, psikolojisini çok
iyi bilir, onun koltuğunun altına girmeyi başarır; yaldızlı laflarıyla tesiri
altına alırlar. Bir taraftan apanr, kesesine doldurur, sûistimallere girer;
diğer taraftan da aynı sûistimallere idarecisini de ortak eder, âdeta gebe
yapar. İpini eline geçirip istediği tarafa çeker, onu istediği gibi konuşturur,
işte böyle kimseler hırsızların en kötüsüdür. Hırsızlıklarını ört bas
ettirmesini çok iyi bilir, idareciyi de avukatı haline getirirler.
Ayrıca hadiste, Müslümanın
malını haksız yere almanın hataların en büyüğü olduğuna dikkat çekilmektedir
ki, bu davranış gerçekten büyük bir haksızlıktır. Belki günler, belki yıllar
süren bir emek sonucu kazandığı herhangi bir mal* alma ve vermemenin ne demek
olduğunu yaşayanlar daha iyi bilir. Bir ömür tüketilip edinilen herhangi bir
mal veya eşyayı hiçbir alın teri dökmeden, hak etmeden zimmete geçirmek,
çalmak affedilir bir hata değildir. Böyle bir davranış hadiste hataların en
büyüğü olarak zikredilmiştir.
Haksızlığın her
türlüsüne karşı olan Resûi-ü Ekrem (a.s.m.) mü'minlerin böyle hatalara
düşmemeleri için dikkatlerini çekmektedir.
1377.
[2:532, Hadîs No: 2474]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Şunlar Kıyamet
alâmetlerindendir: İlmin kaldırılması, cehaletin yaygınlaşması, zinanın açıktan
işlenmesi, içkinin içilmesi, elli kadına bir tek erkek himaye ve nezâret edecek
kadar erkeklerin ölüp kadınların kalması.[78]
1378.
[2:533, Hadîs No: 2475]
Ebû Ümeyye
el-Cümehî'den rivayetle:
Bid'at sahibi manen
küçük insanların yanında ilim aramak, Kıyamet alâmetlerindendir.[79]
1379.
[2:533, Hadîs No: 2476]
Seleme binti'l-Hur
rivayet ediyor:
Kıyamet alâmetlerinden
biri, cami ehlinin kendilerine namaz kıldıracak birini bulamadıkları için
birbirlerini ileriye itmeleridir.[80]
1380.
[2:533, Hadîs No: 2477]
Ebû Saîd'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kıyamet Günü Allah
katında hıyanet edilen emânetlerin en büyüklerinden bir tanesi, erkeğin hanımı
ile cinsî münâsebette bulunduktan sonra, hanımının Sırrını yaymasıdır.[81]
1381.
[2:534, Hadîs No: 2479]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Yalanların en büyüğü
kişinin görmediği rüyayı gördüm demesidir.[82]
1382. [2:536,
Hadîs No: 2482]
Abdullah bin Enîs'den
(r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Büyük günahların en
büyüklerinden bir kısmı şunlardır: Allah'a ortak koşmak, anne babaya sıkıntı
vermek, yalan yere yemin etmek.[83]
1383. [2:536,
Hadîs No: 2483]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Mü'minlerin îman
bakımından en üstünlerinden bir tanesi de ahlâkı en güzel olanı ve aile
fertlerine en lütûfkâr davrananıdır.[84]
1384.
[2:536, Hadîs No: 2484]
Ebû Ümâme'den
rivayetle:
Ümmetimden öylesi
vardır ki, çarşıya gider bir dinarın yarısıyla veya üçte biriyle bir gömlek
alır, giyerken Allah'a hamd eder. Daha gömleği tam giymeden günahları
affedilir.[85]
1385.
[2:536, Hadîs No: 2485]
Ümmetimden öyle bir
topluluk vardır ki, onlara ilk Müslümanların sevabı kadar sevap verilir.
Bunlar, dînin hoş karşılamadığı şeyleri çirkin görüp yadırgayan kimselerdir.[86]
1386.
[2:537, Hadîs No: 2486]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor;
Kulun sözlerinde
"inşaallah" demesi, îmanının mükemmelliğinden di r.[87]
İnşaallah, Allah
dilerse mânâsına gelir. Allah dilemezse karınca adımını atamaz, kuş kanadını,
insan dilini oynatamaz. Herşey Allah'ın izin ve müsaadesiyle yürür. Kolumuzu
hareket ettirmekten kafamızı çalıştırmamıza varıncaya kadar vücudumuza öyle
bir sistem ve ahenk yerleştirilmiştir ki, Allah'ın sonsuz kudreti, emir ve izni
olmaksızın bunların hiçbirinin fonksiyonunu icra etmesi mümkün değildir.
Güneşin doğup batmasından, yağmurun yağması, rüzgarın esmesine varıncaya kadar
kâinatta cereyan eden hadiseler de aynı izin ve müsaadeyle yürür. Sirayette,
"Allah dilemedikçe siz hiçbirşeyi dileyemezsiniz"[88]
bu-yurulur ki, Allah'ın dilemesinin asıl olduğunu göstermektedir.
O halde herşeyin
anahtarının Onun yanında, herşeyin dizgininin Onun elinde olduğunu bilip
İnşaallah" kelimesini dilimizden eksik etmememiz, ancak mükemmel bir
îmanın eseri olabilir. Herşeyde Allah'ın kudretini, iradesini görmek ve ona
göre hareket edebilmek herşeyden önce güçlü ve tahkîkî bir îmanın neticesidir.
Burada Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) Yahudilere bir meselede "Yarın söylerim"
dediği, "İnşaallah" demeyi unuttuğu için o gün gelince cevap
veremediğini, Allah'ın ikazına muhatap olduğunu da düşünelim ve muhakkak söz
vermemiz veya bir işi yapmamız gerektiğinde inşaallah diyelim.
1387.
[2:538, Hadîs No: 2489]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kendisine okuma yazma
öğretmesi, güzel isim koyması ve buluğ çağına erişince evlendirmesi, çocuğun
babası üzerindeki haklarındandır.[89]
1388.
[2:538, Hadîs No: 2490]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor:
Kişinin ömrünün uzun
olup da, Allah'ın, her an ona Kendisine yönelmeyi nasip etmesi
bahtiyarlığından dır.[90]
1389.
[2:539, Hadîs No: 2493]
Ebû Said'den rivayetle
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Şunlar îmanın
zayınığındandır:
Allah'ı kızdırmak
pahasına insanları razı etmen, Allah'ın verdiği nzıktan dolayı insanları övmen,
Allah'ın sana vermediği rızıktan dolayı insanları kötülemen.
Bir kimse ne kadar
şiddetle isterse istesin, Allah'ın nasip etmediği şeyi sana getiremez. Hiç
kimsenin hoşnutsuzluğu da Allah'ın sana verdiğini geri alamaz.
Allah, hikmet ve
büyüklüğü ile huzur ve ferahı kadere rızâ ve kuvvetli imana; kaygı ve üzüntüyü
de şüpheye ve kaderine itiraz etmeye yerleştirmiştir.[91]
îman arttıkça kişi
sadece büyük değil küçük günahlardan da kaçınmaya başlar. Çünkü günahlar
maneviyat binasınt dinamitler durur. îmanı kuvvetli bir kimse için en önemli
mesele, günahlardan kaçınarak Allah'ın rızasını kazanmaktır. O artık Allah'ın
rızasından başka birşey düşünmemek gibi yüksek bir dereceye gelir. Allah'ın
rızasını esas alır, bu uğurda insanların küsmesine aldırmaz. Ama îman zayıfsa
insanların rızası ön plâna geçer. Allah'ı Öfkelendirme pahasına insanları
memnun etmeye bakar. Çünkü zarar ve menfaatin Allah'ın elinde olduğunu gaflet
sebebiyle düşünmez.
Yine îmanı zayıf olan
insanların düştükleri hatalardan biri, insanların hoşuna gitsin, onlar memnun
olsun diye Allah'a isyan mahiyetinde olan günahlara, haramlara öylesine dalar
ki, Allah'ın gazabını kazandığının farkında bile olmaz.
Allah'ın kızdığı
hususlardan biri de gerçek rızık veren Allah'ı göremeyip vasıtalara takılıp
kalmak, onları aşırı derecede övüp göklere çıkarmaktır. Böyle bir kimsenin
nazarı gerçek nimet verici Allah'ı göremediği için, bir insan kendisine bir
ihsan ve ikramda bulunsa onu göklere çıkarır, iyiliklerini öve öve bitiremez.
Birisi birşey vermediği zaman da ona göre ondan kötü insan yoktur. Oysa rızkı
veren Allah'tır. İnsanlar ise birer aracı, birer tevziat memurudurlar. Allah falan
veya filan kişinin eliyle rızık vermeyi takdir etmişse, o nzık muhakkak gelir
bizi bulur. Ama takdir etmemişse vermedi diye bazı kimseleri kınamanın mânâsı
yoktur. Sözieföe bu konuda şöyle bir örnek verilir: Bir padişahtan hediye getiren
bir adamın ayağına kapanıp hediyeyi gönderen padişahı tanımamak ne kadar büyük
bir aptallıksa, görünürdeki sebepleri tanıyıp gerçekten nimet veren Allah'ı
tanımamak ise ondan bin kere daha büyük bir aptallıktır. Ve gerçekten bu
Allah'ın gazabına vesile olacak çapta bir davranıştır.
Hadîste dikkat çekilen
bir husus da herkesin nasibinde, kısmetinde olan bir şeye ulaşacağı hususudur.
Kâinatta zerreden küreye kadar herşey, Allah'ın izni ve takdiriyle hareket
etmektedir. Allah ne dilemişse, ne takdir etmişse o olur, vasıtalar, sebepler
bize onu getirir. Onun içindir ki bir insanın gerek kendisi ve gerekse
başkaları için bir kısım şeyleri şiddetle istemiş olması, eğer Allah takdir
etmemişse gelmesi için yeterli olmaz. Eğer Allah takdir etmişse, insanlar
hoşlan-masa da, kıskansalar da o kişiyi bulur, onu kimse engelleyemez. Verdiği,
ihsan ettiği birşeyi de kimse geri alamaz. Bir defa buna bütün gönlümüzle
inanmalıyız. Sonra da yapılması gereken birşey varsa sebeplere sarılıp neticeyi
Allah'tan istemeliyiz. Çünkü biz rızkın gelip gelmeyeceğini bilemiyoruz. Belki
falan veya filan vasıtalarla bize ulaşacak. O vasıtalara başvurmak da vazifemizdir.
Hadîste dikkat çekilen
hususlardan biri de, huzur ve sevincin kuvvetli îmana ve kadere rızaya
bağlanmasıdır. Yukardaki hususlarla da alakası olan bu haki-kata bütün gönlüyle
inanan insanın hayata küsmesi, hadiseler karşısında ümitsizliğe düşmesi,
yıkılması mümkün değildir. Çünkü o güçlü îmanı ve kadere rıza ve teslimiyeti
sayesinde moral bozucu, yıpratıcı, üzücü olaylarla karşılaştığında Rabbıne
yönelir, "Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" deyip sabır ve
tahammül eder. Musibetler sebebiyle gam yemez, nimetlerle karşılaştığında da
sabır içinde şükreder.
Ama, bu gerçeği
gönlüne yerleştirememiş, herşeyin dizgininin Allah'ın elinde olduğunu tam
kavrayamamış, Onun hikmeti ve büyüklüğü gereği herşeyi en güzel şekilde
yarattığını, herşeyde sayısız hikmet ve gayeler gözettiğini tam his-sedememiş,
aksine herşeyden şüphe eder bir pozisyona girmiş, kadere itiraz etmeye
başlamış bir kimsenin bu huzuru duyması mümkün değildir. Dünyasını kendi eliyle
karartmıştır. En ufacık baş ağrıtıcı bir durumla karşılaştığında ruhen yıkılma
ve streslere girmekten kurtulamaz. Korkutucu bir hadise yoksa bile, olur olmaz
şeylerden kaygı ve endişe duymaya başlar, hayatını zindana çevirir. Kadere
inanan kederden kurtulurken, ona itiraz eden başını duvardan duvara vurur.
Kırık elle intikam almaya kalkan kimse, diğer elinin de kırılmasına sebep
olduğu gibi kadere itiraz eden kimse de ızdırabını arttırmış olur.
1390.
[2:540, Hadîs No: 2494]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah'ın öyle kulları
vardır ki, "Şu şöyle olacak" diye yemin etse, Allah onu yalancı
çıkarmaz.[92]
1391.
[2:540, Hadîs No: 2496]
Huzeyfe'den (r.a.)
rivayetle:
Eski peygamberlerin
sözlerinden insanlara ulaşan sözlerden biri de şudur: "Utanmadıktan sonra
dilediğini yap."[93]
1392.
[2:541, Hadîs No: 2498]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor:
Bildiklerini,
bilmediklerini öğrenerek arttırman, takvanın kay-naklarmdandır. Bildiklerini
arttırmaman, bildiklerini de azaltman demektir. Kişiyi ancak bildiklerinden
faydalanmaması öğrenmeye karşı isteksiz kılar.[94]
1393.
[2:542, Hadîs No: 2499]
Hâni bin Yezid'den
rivayetle:
Bol bol selâm vermek
ve güzel söz söylemek Allah'ın günahları bağışlamasını gerektiren
şeylerdendir.[95]
1394.
[2:542, Hadîs No: 2500]
Uz. Hasan rivayet
ediyor:
Müslüman kardeşini
sevindirmen, Allah'ın bağışlamasını gerektiren şeylerdendir.[96]
1395.
[2:542, Hadîs No: 2501]
İbrahim en-Nehâî'den
rivayetle:
Allah'ın kuluna olan
bir nimeti de çocuğunu kendisine benzetmesidir.[97]
1396.
[2:543, Hadîs No: 2503]
Aişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Kadının istenmesinin
kolay olması, mehrinin kolay ödenebilir olması ve kolay çocuk yapması onun
bereketli oluşundandır.[98]
1397.
|2:545, Hadîs No: 2510]
İbni Mes'ûd'dan (r.aj
rivayetle:
Şu altın ve gümüş
sizden öncekileri helak etmiştir. Sizi de helak edecektir.[99]
1398.
[2:545, Hadîs No: 2411]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz bu ilim din
ilmidir. Öyle ise dininizi kimden öğrendiğinize iyi bakın. [100]
1399.
[2:546, Hadîs No: 2413]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz şu Kur'ân
Allah'ın ziyafet sofrasıdır. Gücünüz yettiğince Onun sofrasından alın.[101]
Yeryüzünü maddî
organlarımız için bir nimet sofrası haline getiren Rabbi-miz, Kur'ân'ı da
manevî âlemimiz için bir nimet sofrası yapmıştır. Evet, Kur'ân Allah'ın
kullarına verdiği eşsiz bir ziyafet sofrasıdır. O sofradan ruh ve kalbimizi
doyurmak, herbiri birer manevî ilaç olan gıdaları almak için can atmak, her
imanlı insanın vazgeçemeyeceği bir husustur. "Gücünüzün yettiğince o sofradan
alın" buyuran Peygamberimiz (a.s.m.), bu güzel ziyafetten gerektiği gibi
faydalanmamızı tavsiye buyuruyorlar.
O haide Kur'ân'ı
dilimizden hiç düşürmememiz gerekiyor. Fırsat buldukça, gelirken giderken
ezbere bildiğimiz âyetleri, sûreleri okumak görevimiz olmalıdır. Mümkünse
hergün sabah veya akşam onu okumaya vakit ayırabilmeliyiz. Aynı zamanda onun
tefsirlerine müracaat ederek, Rabbimizin bu ziyafet sofra-sıyla bize neler
ikram ettiğinin farkına varabilmeli, mânâsını içimize nüfuz ettirip anlayarak
okumaya çalışmalıyız. Bilinmelidir ki Kur'ân anlaşılıp tatbik edilsin diye
gönderilmiştir. Anlayarak okumaya çalıştığımızda o ziyafet sofrasından alacağımız
lezzet o ölçüde büyük olacaktır.
Bir dünya büyüğünün
ziyafetine katılabilmek için can atan insanların, âlemlerin Rabbi olan
Allah'ın manevî Kur'ân ziyafetine nasıl büyük bir gayret ve doymaz bir arzu
ve^istekle yönelmesi gerektiğini anlamak zor olmasa gerek.
1400.
[2:546, Hadîs No: 2514]
Hâkim bin Hizam
rivayet ediyor:
Şu mal caziptir,
tatlıdır. Kim onu hak ederek alırsa kendisi için mübarek kılınır. Kim de onu aç
gözlülükle elde ederse bereketim görmez. Bu kişi yiyip de doymayan kişiye
benzer. Veren el alan elden üstündür.[102]
1401.
[2:552, Hadîs No: 2531]
Cerir bin Abdullah
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah yaratılışım güzel
yapmış. Öyle ise sen de ahlâkını güzelleştir.[103]
1402.
[2:553, Hadîs No: 2533]
Ebu'd-Derdadan (r.a.)
rivayetle:
Siz Kıyamet Gününde
kendi isimleriniz ve babalarınızın ismiyle çağrılacaksınız. Öyle ise kendinize
güzel isim koyunuz.[104]
1403.
|2:553, Hadîs No: 2535]
Halid bin Urfata
rivayet ediyor:
Benden sonra Ehl-i
Beytimle imtihan olunacaksınız.[105]
1404.
[2:554, Hadîs No: 2438]
Ebû Hüreyre'den (r,a.)
rivayetle:
Şüphesiz siz
idareciliğe karşı hırs göstereceksiniz. Halbuki idarecilik Kıyamet Gününde
pişmanlık ve hasret sebebi olacaktır. O, dünyada ne güzel süt anne, ölüm
sonrası için ise ne kötü sütten kesendir.[106]
1405.
[2:556, Hadîs No: 2542]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Siz öyle bir zamanda
yaşıyorsunuz ki, sizden biri emrolunanm onda birini terk etse helak olur.
Sonra öyle bir zaman gelecek ki, onlardan birisi kendisine emredilenin onda
birini yapsa kurtulur.[107]
1406.
[2:556, Hadîs No: 2543]
Ebû Zerden (r.a.)
rivayetle:
Siz Allah'ın huzuruna
Allah'tan gelenden, yâni Kur'ân'dan daha üstün bir şeyle varamazsınız.[108]
1407.
[2:557, Hadîs No: 2544]
Câbir (r.a.) Resûl-ü
Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Siz bugün sağlam bir
din üzeresiniz. Ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı öğüneceğim. Öyle
ise benden sonra gerisin geri dinden dönmeyiniz.[109]
1408.
[2:557, Hadîs No: 2545]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Siz mallarınızla bütün
insanları memnun edemezsiniz. Öyle ise güleryüzlülügünüz ve güzel huyunuzla
onları memnun edin.[110]
1409.
[2:558, Hadîs No: 2548]
Muâviye (r.a.) rivayet
ediyor:
Ameller dolu kaplar
gibidir. Altı güzel olduğu zaman üstü de güzel olur. Altı bozuk olduğu zaman
üstü de bozuk olur.[111]
1410. [2:559,
Hadîs No: 2550]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Ümit, ümmetime
Allah'ın bir rahmetidir. Eğer ümit olmasaydı, hiçbir anne çocuğunu emzirmez.
Hiçbir ağaç diken de dikmezdi.[112]
İnsan harika bir
yaratıktır. Heyecan, sevgi, korku, şefkat, merhamet gibi enteresan duygularla
yoğrulmuştur. Ondaki bu güzel duygulardan biri de ümiddir.
İşte hadis-i şerifte
ümid duygusuna dikkat çekilmekte, bunun Allah'ın bir rahmeti olduğu üzerinde
durulmakta ve bir iki de örnek verilmektedir.
Bu duygu birşeyler
umarak, hedefleyerek yaşamaktır. İnsan bu ümidle yaşar. Bu duyguyla hayata
bağlanır. İşlerine yönelir, şevkle sarılır.
İnsanın ümidi olmazsa
yıkılır, karamsarlık ve kötümserlik içerisinde boğulup gider. Hayatın tadını
alamaz.
Çiçek açan bitkilerde
bu ümid vardır. Hayvanların koşuşmasında bu duygu vardır.
Annenin çocuğunu
şefkatle bağrına basması, emzirmesinde de aynı duygu vardır.
O şevk ve ümit
olmasaydı insan zevkle çalışamaz, istikbale güvenle baka-maz, içinden hiçbir iş
yapmak gelmezdi.
Eğer Allah, rahmetiyle
bu hissi içimize koymasaydı, hayatın tadını, zevkini alamaz, hiçbir işe
iştiyakla yönelemez, bıkkın, isteksiz, âdeta ölü hale gelirdik.
Böyle bir duyguyu
kalbimize yerleştirdiği için Rabbimize hamdolsun.
1411.
[2:560, Hadîs No: 2552]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Yemin, ya bozmayı veya
pişmanlığı netice verir.[113]
Bu hadis yemin
konusunda dikkatli olmayı nazara verir. Çünkü olur olmaz şeylere yemin etmeyi
alışkanlık haline getiren insan güç durumlara düşer. Ba-zan geleceğe yönelik
öyle yanlış bir yeminde bulunur ki, bu bir yaptırımı gerektirebilir. Bozsa
keffaret ödemek zorunda kalır. Keffaret ödemese günahkâr olur. Ödese pişman
olabilir. Aleyhine ise bozmadığı takdirde de pişmanlık duyabilir. Her ikisi de
insanın aleyhinedir. Ne yeminini bozup keffaret ödemek zorunda kalmalı ve ne de
yapamayacağı birşey için yemin edip de bozamayıp, "Niçin yemin
ettim" diye pişmanlık duymalıdır.
1412. [ 2:561,
Hadîs No: 2555]
Ali'den (r.a.)
rivayetle: İtaat meşru dairede olur.[114]
1413. [ 2:562,
Hadîs No: 2560]
Enes (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kadın erkeğin
benzeridir.[115]
Kadın herşeyden önce
insan olduğu için erkeğin benzeridir. El, ayak, göz kulak gibi birçok uzuvda
ona benzer. Birçok his ve duygu yönüyle de erkekle ortaktır. Sevgide,
şefkatte, heyecanda, korkuda, ümidde aynı duyguları paylaşırlar. Hatta kadın
erkeğe o kadar yakındır ki, bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerini
tamamlarlar. Birbirlerine ünsiyet eder, yakınlık duyar, ısınır; neşe ve
kederlerini paylaşır, maddeten ve manen birbirlerine destek olurlar. Tarihin
bazı safhalarında kadının horlandığı, insan dahi kabul edilmediği veya birçok
haklardan mahrum bırakıldığı düşünülünce, kadına bu bakış açısını getiren
İslâm dininin ne kadar makul bir yaklaşım koyduğunu anlamak zor olmaz. Madem ki
kadınla erkek böylesine birbirine benzer varlıklardır. O halde kadının da
erkek gibi kendine mahsus bir kısım hak ve hürriyetlere sahip olduğunu kabul
etmek gerekir.
1414.
[2:563, Hadîs No: 2564]
Sevbân'dan (r.a.j
rivayetle:
Ben ümmetim için ancak
yoldan saptırıcı liderlerden korkuyorum. Günahları bağışlanan kimseler ancak
rahata ermiştir.[116]
1415. [2:564, Hadîs No: 2566]
Ümmü Seleme (r.a.)
rivayet ediyor:
Ben de ancak bir
insanım. Siz bir dâvayı halletmek için" bana gelirsiniz. Bâzınız
bâzınızdan delilini daha güzel bir ifâde ile getirebilir. Ben de işittiğime
uygun hüküm veririm. Ben kime bir Müslümanın hakkını vermekle hükmetmiş sem,
bilsin ki, bu ancak ateşten bir parçadır. Dilerse alsın, dilerse bıraksın.[117]
1416.
[2:565, Hadîs No: 2567]
Mcıhmud bin Lebld'den
rivayetle:
Ben ancak bir insanım.
Göz yaşarır, kalb ürperir. Fakat biz Rabbi-mizin hoşnut olmadığı birşeyi
söylemeyiz. Vallahi ey İbrahim, biz senin vefatından dolayı üzgünüz.[118]
1417.
[2:569, Hadîs No: 2577]
Ebu'd-Derdâ (r.a.)
rivayet ediyor:
İlim ancak kendini
zorlamakla öğrenilir. Hilim de ancak gayretle elde edilir. Kim hayrı
araştırırsa ona verilir. Kim de serden sakınırsa ondan korunur.[119]
1418.
[2:570, Hadîs No: 2580]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Ben sizin babanız
yerindeyim. Biriniz tuvalete gittiğinde kıbleye karşı yönelmesin, sırtını da
kıbleye dönmesin ve sağ eliyle temizlenmesin.[120]
Peygamberler,
ümmetlerinin manen babası yerindedir. Nasıl bir baba çocuğuna öğretilmesi
gereken şeyleri öğretmek durumundaysa, peygamberler de, ümmetlerine öğretmeleri
gereken herşeyi öğretirler. Peygamberimizin bu hadislerinde öğüdüne böyle bir
ifâde ile başlaması çok dikkat çekicidir. Bizlere güzel bir eğitim metodu
vermektedir. Genelde insan bir büyüğünün böyle konulardaki öğütlerinden utanır,
sıkılganlık hisseder. Bu da verilen öğütten istifade etmesine engel olur. İşte
Peygamberimiz bu hadisin baş tarafındaki ifadesiyle bu mahzuru ortadan
kaldırmayı ve öğüdünü ondan sonra vermeyi hedeflemiştir.
Peygamberimiz, hadisin
devamında ümmetine tuvalet adâbıyla ilgili iki hususu ders vermektedir. Bunlar
da gerek sırtını, gerekse önünü kıbleye dönmemek ve sağ el ile
taharetlenmemektir. Bununla beraber, tuvaletin yapılış şekli kıbleye karşı ise,
artık bu bir zarurettir. Kıbleye karşı dönülmüş olmasında bir mahzu.' yoktur.
Fakat eğer kişinin satın aldığı evde tuvalet yapılırken bu hususa dikkat
edilmemişse, ve ev sahibi bunu değiştirebilecek imkâna sahipse, yönünü değiştirmesi
daha iyi olur.
1419.
[2:571, Hadîs No: 2581]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Ben ancak bir kulum,
kullar gibi yer, kullar gibi içerim.[121]
1420.
[2:571, Hadîs No: 2582]
Muâviye'den (r.a.)
rivayetle:
Ben sadece tebliğ
ediciyim. Hidâyet veren Allah'tır. Ben sadece taksim edenim, veren Allah'tır.[122]
1421.
[2:572, Hadîs No: 2583]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor: Ben size ihsan edilmiş bir rahmetim.[123]
1422.
[2:572, Hadîs No: 2584]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Ben ancak güzel ahlâkı
tamamlamak için gönderildim.[124]
1423.
[2:573, Hadîs No: 2585]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Ben rahmet olarak
gönderildim, azab olarak değil.[125]
1424.
[2:573, Hadîs No: 2586]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Siz kolaylaştırıcı
olarak gönderilmişsiniz. Zorlaştırıcı olarak gönderilmemişsiniz.[126]
1425.
[2:573, Hadîs No: 2587]
Hz. Âişe (r.a.)
rivayet ediyor:
Ben tebliğci olarak
gönderildim, zorlaştırıcı olarak değil.[127]
1426.
[2:573, Hadîs No: 2588]
Abdullah bin Ebî
Rebîa'dan (r.a.) rivayetle:
Borcun karşılığı
teşekkür etmek ve söz verilen vakitte vermektir.[128]
1427.
[2:574, Hadîs No: 2590]
Sehl bin Sa'd (r.a.)
rivayet ediyor:
İzin isteme, evin
içindekilerini izinsiz görmemek içindir[129]
Hadîste isti'zanla
ilgili bir adaba dikkat çekilmiştir. İsti'zan, bir başkasının evine veya
odasına girerken kişinin izin istemesidir. Araplar Câhiliyye devrinde bir başkasının
haremgâhına izinsiz bir şekilde, âdeta baskın yaparcasına girerlerdi. Fıtrata
uymayan, çirkin olan her şeyi değiştiren Yüce dinimiz, o devrin bütün
çirkinlikleri gibi, bunu da yasakladı, haram kıldı. Hayatın her safhasını
tanzim etti, edebin en ince ayrıntılarını öğretti. İşte dinimizden öğrendiğimiz
binlerce edepten birisi de başkalarının evine girerken izin isteme nezâketidir.
Dinimize göre kapı açık da olsa yabancı birisinin evine girmeden önce izin
almak gerekir.
İzin almadan içeri
girmek haramdır. Bu husus âyet-i kerime ile sabittir. İzin isteme ile ilgili
âyetin inmesine sebep olan hadise şudur:
Ensardan bir kadın
Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, ben bazı zamanlar evimde açık
bir halde bulunuyorum ki, o halde iken ne babamın, ne oğlumun hiç kimsenin beni
görmesini istemem. Halbuki ben bu halde iken ailemden birisi yanıma çıka
gelir. Ben ne yapayım?" diye sordu. Bunun üzerine şu iki âyet nazil oldu:[130]
"Ey iman edenler!
Kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin alıp onlara selâm vermeden
girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Umulur ki, güzelce düşünüp öğüt
alırsınız.
"Orada kimseyi
bulamazsanız, size izin verilmedikçe oraya girmeyin, 'Dönün' denirse geri
dönün; bu sizin için daha nezih bir harekettir. Yaptıklarınızı Allah hakkıyla
görür.[131]
Bu âyetler nazil
olunca, Şama pekçok ticâret seferi yapan Hz. Ebû Bekir Peygamberimize gelerek,
"Yâ Resûlallah, Şam yolunda bâzı hanlar ve kervansaraylar var. Buralar
kimsenin daimî meskeni olmayıp yol uğraklarıdır. Buralara girmek için de izin
almak gerekir mi?" diye sordu.
Onun bu suâli üzerine
aynı sûrenin bir sonraki âyetiyle bu husus şöyle açıklandı:
"Meskûn olmayıp
umumun kullanımına açtk binalara girmenizde size bir günah yoktur."
İzin istemenin
âdaplarını da Peygamberimizden öğreniyoruz.
Peygamberimiz Sa'd bin
Ubâde'yi (r.a.) ziyarete gitmişti. Geldiğini bildirmek için selâm verdi, fakat
içeriden bir cevap alamadı. Tekrar selâm verdi, yine bir cevap duymadı. Üçüncü
defa selâm verdi, bu defa da cevap alamayınca döndü. Hz. Sa'd Resûlullahın
uzaklaştığını görünce hemen koştu ve "Annem babam sana feda olsun yâ
Resûlallah! Selâmını işitiyor ve cevap veriyordum. Fakat bize verdiğin
selâmların sayısını arttırmak için cevabımı size işittirmiyordum. Sonra
Peygamberimizi evine davet etti, uzun müddet Resûlullahla sohbet etti.[132]
3u hadîsten izin
isteme ile ilgili iki hususu öğreniyoruz. Birincisi, selâm vermek, aynı
zamanda iz!n istemektir. Veya önce selâm verip sonra izin istenilmeli-dir.
Nitekim bir defasında Sahabîlerden birisi "Girebilir miyim?" demişti.
Peygamber Efendimiz de ondan "Selâmü'n-aleyküm, girebilir miyim?"
demesini istemişti.[133]
Günümüzde kapıyı tıklatmak, öksürmek eksik de olsa bir çeşit izin isteme
sayılır. En azından içeridekilerin toparlanmalarına, kendilerine çeki düzen vermelerine
sebep olur. Fakat kapıya vurmak veya öksürmek izin verilmek demek değildir.
Kapıya vurduktan veya öksürdükten sonra izin verilmeden girilmemelidir.
Hadîsten öğrendiğimiz
ikinci âdâb, üçüncü defada da izin verilmediğinde dönüp gitmektir.
Bir yere girmek için
izin isterken, dikkat edilecek ikinci husus, kapının karşısında durmamak, kapı
açılır açılmaz, içeriyi gözetlememektir. Bir defasında Peygamber Efendimizi
(a.s.m.) ziyarete gelen Ebû Saîd el- Hudrî (r.a.), kapıya karşı durarak izin
istemişti. Peygamberimiz (a.s.m.), izin isterken kapıya karşı değil, sağ veya
sol tarafa durması gerektiğini ikaz etti.[134]
İzahını yaptığımız hadiste de izin istemenin evin içindekileri İzinsiz
görmemek için olduğuna dikkat çekmektedir.
izin isteme ile ilgili
üzerinde duracağımız son bir âdab da içeriden kim o?" diye sorulduğunda
izin isteyenin "Ben" diye cevap vermeyip ismini söylemesidir. Hz.
Câbir bununla ilgili bir hatırasını şöyle anlatıyor:
"Bir defasında
Resûlullahı (a.s.m.) ziyarete gitmiştim. Kapıyı çaldım, Resûl-i Ekrem,
"Kim o?" diye sordu. "Ben" cevabını verdim. Peygamberimiz
(a.s.m.) bu cevabımdan hoşlanmayarak "Ben, ben" diye iğneli bir
ifâdeyle beni tenkid etti.[135]
Bununla "Ben, ben deme. Câbir de" buyurmuş oluyordu.
İzin istemek sadece
yabancılara mahsus bir davranış değildir. Bir ailede çocukların da anne ve
babalarının bulundukları odaya girerken izin istemeleri dinimizin
âdâblanndandır. Bu konuyla ilgili âyet meâlleriyle konuyu bitirelim:
"Ey îman edenler!
Köle ve cariyeleriniz ve sizden olup da henüz buluğ çağına ermemiş
çocuklarınız, yanınıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah
namazı öncesi, öğle vakti elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazı
sonrası, sizin için üç mahrem vakittir. Bu vakitlerin haricinde yanınıza izinsiz
girmelerinde ne size, ne de onlara bir günah yoktur; çünkü onlar sizin yanınıza
sık sık girmek zorunda kalırlar, siz de birbirinizi sık sık dolaşırsınız.
Âyetlerini Allah size böyle açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilen, her işi
hikmetle yapandır.
"Çocuklarınız
bulûğ çağına erdiklerinde, kendilerinden önceki büyüklerin izin istemeleri
gibi, bu üç vaktin dışında da yanınıza girmek için izin istesinler. Âyetlerini
Allah size böyle açıklıyor. Allah herşeyi hakkıyla bilen, her İşi hikmetle
yapandır."[136]
1428.
[2:574, Hadîs No: 2592]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah'ın iyi kimselere
"ebrar" ismini vermesinin sebebi onların babalarına, annelerine ve
çocuklarına iyilik yapmaları sebebiyledir. Anne ve babanın senin üzerinde hakkı
olduğu gibi, çocuğunun da senin üzerinde hakkı vardır.[137]
Ebrar
"iyiler" mânâsına gelir. Hadîste Allah'ın bir kısım kimseleri bu
isimle anmasının sebebi açıkça anlatılmaktadır. Böyle kimseler anne, baba ve
çocuklarına karşı İyi davranan insanlardır. Çünkü bunlar anne babanın değerini
çok iyi bilmektedirler. Allah, onlara "Öf" bile denilmemesini
emretmiştir. Onlarda buna uyarlar. Onlara şefkat kanatların! gerer, sevgi ve
hürmette kusur etmez, gönüllerini kazanır, hayırlı dualarını alırlar. Onlar
evlatlarına karşı da iyi davranırlar. Şefkat ve merhametle eğilirler. Maddî ve
manevî tehlikelerden korurlar. Onları terbiyeli, ahlâklı, görgülü yetiştirir;
sevgi, saygıyı, insanlığı öğretirler.
İyi kimselerin anne,
baba ve çocuklarına karşı iyi davrandıklarını söyleyen Resûl-ü Ekrem (a.s.m.),
anne babanın da, çocukların da bir kısım hakları olduğunu bildirmektedir. Anne
babanın hakkı evladından sevgi, saygı ve iyilik beklemeleri, yardımlarına
koşmalarıdır. Çocuğun da hakkı güzel bir isim verilmesi; dinine, inancına
bağlı, ahlâklı, dürüst olarak yetiştirilmesi, bir meslek sahibi olmalarının
sağlanması, evlenme çağına geldiğinde evlendirmesidir.
1429. [3:2,
Hadîs No: 2596]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Ramazan ayına bu ismin
verilmesinin sebebi, günahları yakıp erittiği içindir.[138]
Ramazan, rahmet
ayıdır, mağfiret ve bağışlanma ayıdır. Bu ayda Cenâb-ı Allah mü'min kullarını
affeder. Peygamberimizin bir hadislerinde, Ramazan ayının bir önceki
Ramazan'dan bu yana işlenen günahlara keffâret olacağı İfâde edilir.[139]
Bu hadislerinde de bu
ayda tuttukları oruç sayesinde, Allah'ın kullarının günahlarını yakıp yok
ettiği için sözü geçen aya Ramazan ismini verdiğini belirtmiştir.
Peygamberimiz Ramazan kelimesinin sözlük mânâsından hareketle oruç ayının bu
özelliğine dikkat çekmiştir. Nitekim âlimler, başka mânâlarla birlikte bu
kelimenin şu mânâya da geldiğini ifâde ederler:
Arapçada
"ramaz" kelimesi diğer mânâları yanında güneşin hararetinden taşların
şiddetli olarak kızması mânâsına da gelir. Ramazan da, bu fiilin mastarı
olarak kızgın yerde yalın ayak yürüyerek yanmak demektir. Oruç ayına bu ismin
verilmesinin bir sebebi de, Ramazan'ın oruç hararetiyle günahları yakmasıdır.
1430. [3:2,
Hadîs No: 2597]
Enes (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.nı.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Şaban ayına bu ismin
verilmesi sebebi, bol hayırlar onda oruç tutan kimse Cennete girinceye kadar
dallanıp budaklandığı içindir.[140]
Hicri ayların 8. ve
mübarek üç ayların ikincisi olan Şaban'ın kelime mânâsı, çokça dallanıp
budaklanarak büyüyüp gelişen demektir. Şaban ayının bu ismi almasının sebebi,
hadiste de ifâde edildiği gibi, bu ayda oruç tutan kimse için hayırlar o kadar
bollaşır ki tıpkı bu hayır Cennete girinceye kadar dallanıp budaklanan bir
ağacı andırır.
Bu ayda oruç tutmanın
fazileti ile ilgili daha pekçok hadis vardır. Meselâ bunlardan birkaçının meali
şöyledir:
"Şaban Benim
ayımdır," "Şaban günahları temizleyendir."[141]
Bir defasında,
"Ya Resûlailah, Ramazan'dan başka fazileti ençok olan oruç ayı hangi
aydır?" diye sordular.
Peygamber Efendimiz
(a.s.m.) "Ramazan'ı tazim için Şaban'da tutulan oruçtur" cevabını
verdi.[142]
Server-i Kâinat
Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) Ramazan'dan sonra en fazla Şaban ayı
içerisinde oruç tutarlardı.
1431. [3:3,
Hadîs No: 2599]
Abdurrahman bin
Ezher'den (r.a.) rivayetle:
Ateşli hastalığa
yakalanıp titrediğinde mü'minin durumu ateşe girip kiri, pası giden, geriye
tertemiz olarak kalan demirin durumu gibidir.[143]
1432. [3:3,
Hadîs No: 26001
tbni Ömer (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Kur'ân'ı ezberleyenin
durumu, bağlı deve sahibinin durumu gibidir. Eğer ona göz kulak olursa, onu
yerinde durdurmuş olur. İpini çözerse gider.[144]
1433. [3:4,
Hadîs No: 2601]
Ebû Mûsâ el-Eş'arî
(r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Dindar ve güzel
ahlâklı bir sohbet arkadaşının durumu ile kötü bir sohbet arkadaşının durumu,
misk taşıyanla körük çeken adamın durumu gibidir. Miski taşıyan ya sana hediye
eder ya ondan satın alırsın veya onun güzel kokusundan istifade edersin. Körük
çeken ise ya elbisem yakar veya ondan üzerine pis bir koku siner.[145]
Resûl-ü Ekrem (a.s.m.)
bu hadislerinde iyi ve kötü arkadaşın özelliklerini bize veciz bir şekilde
anlatmaktadır.
Dindar ve güzel
ahlâklı kimse örnek bir kimsedir. Arkadaşına daima iyi şeyler telkin eder, iyi
yola sevkeder, dünya ve âhiret saadetinin yollarını gösterir. Kısaca iyi
arkadaşa takılan, sonunda bir oh çeker.
Kötü arkadaşa gelince,
o da körükçüye benzetilmektedir. Nasıl körükçünün yanında kalanın üzerine pis
kokular siniyor veya sıçrayan bir kıvflcımla elbisesi dahi tutuşabiliyorsa,
kötü arkadaş da insanın maddî ve manevî hayatı için bir tehlike unsuru olur.
Atalarımız, "Üzüm üzüme baka baka kararır" diyerek kişinin beraber
olduğu kimselerden bir kısım özellikler, huylar kapacağını bildirmişlerdir.
İyi arkadaştan iyi şeyler öğrenen kimse, kötü arkadaştan da kötü şeyler kapar.
Kötü arkadaş, âdeta bulaşıcı hastalık taşıyan mikrobu andırır. Ona kötü şeyler
bulaştırır. Ahlâkını, hatta inancını dahi bozabilir. Sefahete, dalâlete atar.
Meyhanelere, sefalethalere, kumarhanelere iter. Dünya hayatını zindana çevirmekle
kalmaz, âhiret hayatını da mahveder. Cehenneme sürükler. Arkadaşları sebebiyle
Cehenneme yuvarlanan insanların pişmanlık dolu ifadeleri Kur'ân'da anlatılır:
"Keşke," denilir, 'lalanı arkadaş edinmeseydim. O beni hak yoldan saptırdı,
Allah yolundan alıkoydu, günahlara götürdü."[146]
1434. [3:4,
Hadîs No: 2604]
ibniAmr (r.a.) rivayet
ediyor:
Sizden önceki ümmetler
ancak kendilerine gönderilen kitap hakkında ayrılığa düştükleri için helak
oldular.[147]
1435. [3:5,
Hadîs No: 2606]
tbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
îki önemli şey vardır:
söz ve yol. En güzel söz, Allah'ın kelâmıdır. En güzel yol Muhammed'in yoludur.
Dinde sonradan uydurulan şeylerden sakının. İşlerin en kötüsü dinde olmayıp da
sonradan uydurulan şeylerdir. Her uydurulan şey bid'a, her bid'a ise
sapıklıktır.
Dikkat ediniz! Emel ve
arzularınız uzayıp da kalbleriniz katılaşmasın. Dikkat ediniz! Gelmesi kesin
olan herşey yakındır. Uzak olan sadece gelmeyecek olandır.
Dikkat ediniz! Kötü
kimse daha annesinin karnında iken belirle-nirfilerde iradesiyle kötülüğe
gideceğini Allah sonsuz ilmiyle bilip öyle yazar.] Bahtiyar kimse başkasından
ibret alandır.
Dikkat ediniz! Mü'mini
öldürmek kafirlerin, mü'mine sövmek fâ-sıkların vasfıdır. Bir mü'minin
kardeşini üç günden fazla konuşmayarak terketmesi helâl değildir.
Dikkat ediniz!
Yalandan sakının. Çünkü ciddi de olsa, şaka yollu da olsa yalan söylemek caiz
değildir. Kişi küçük çocuğuna söz verip de sonra onu yerine getirmemezlik
etmesin. Çünkü yalan kötülüğe, kötülük de Cehenneme götürür. Doğruluk ise
iyiliğe, iyilik de Cennete götürür. Doğru söyleyen kimseye "Doğru
söyledi, hayır işledi" denir. Yalancı için de. "Yalan söyledi,
günahkâr oldu" denir.
Dikkat ediniz! Kul
yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında yalancı olarak yazılır.[148]
1436. [3:7,
Hadîs No: 2607]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
İnsanlar niyetlerine
göre diriltilecek ve hesaba çekileceklerdir.[149]
1437. [3:7,
Hadîs No: 2609]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, insanoğluna
ancak korktuğu kimseleri musallat eder. Eğer insanoğlu Allah'tan başkasından
korkmazsa hiç kimseyi ona musallat etmez, insanoğlu, ümit bağladığı kimseye
havale edilir. Eğer Allah'tan başkasına ümit bağlamazsa, Allah da onun işini
kendi üzerine alır, başkasına havale etmez.[150]
1438. [3:7,
Hadîs No: 2610]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Cennete ancak onu ümit
edenler girer, Cehennemden de ancak ondan korkanlar uzaklaştırılır. Allah
ancak merhamet edenlere merhamet eder.[151]
1439. [3:10,
Hadîs No: 2618]
Hz. Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Dünyada, ancak
âhiretten nasibi olmayan kimse ipek giyer.[152]
Hadîste her ne kadar
umumî bir ifâde kullanılmışsa da, yasaklama sadece erkekler içindir. İpek
giymek kadınlar için helâldir. Nitekim Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir
hadislerinde Peygamberimiz sol eline ipek kumaş, sağ eline bir parça altın alıp
bunları yukarı kaldırarak, "Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram,
kadınlarına ise helâldir" buyurmuşlardır.[153]
İzahını yaptığımız hadiste
ipek giyen kimsenin âhiretten nasibi olmayacağının ifâde edilmesi, haramlığını
inkâr eden veya Peygamberimizin yasağını hafife alan kimseler içindir.
Dünyada Allah'ın emir
ve yasaklarına uyarak ipek giymeyen kimselerin âhi-rette Cennete lâyık ipekler
giyeceklerini de burada hatırlatalım.
1440. [3:11,
Hadîs No: 2620]
Sa'd bin Ebî Vakkas
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah bu ümmete ancak
zayıfların duaları, namazları ve ihlâsları sayesinde yardım ediyor.[154]
1441. [3:11,
Hadîs No: 2621]
el-Eğizze 'l-Müzenî 'den
rivayetle: Şüphesiz ben günde yüz defa Rabbimden bağışlanmamı dilerim.[155]
1442. [3:12,
Hadîs No: 2622]
Ebû Hüreyre rivayet
ediyor:
Şüphesiz Allah
kendisinden birşey istemeyene gazab eder.[156]
1443. [3:12,
Hadîs No: 2624]
Hz. Âişe'den (r.a.)
rivayetle:
Ben cinnî ve insî
şeytanları Hz. Ömer'den kaçarken görüyorum.[157]
1444. [3:13,
Hadîs No: 2627]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz ben lanet
edici olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim.[158]
1445. [3:13,
Hadîs No: 2628]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz ben şaka
yaparım, fakat şaka yaparken doğru olandan başkasını söylemem.[159]
İnsan her zaman ciddî
olamaz. Bâzı zamanlar şaka da yapmalıdır. Çünkü yüce Allah, insanın fıtratına
gülmeyi, eğlenmeyi de koymuştur. Fakat şaka yapmak demek, gayr-i meşru, yalan
yanlış şeyler yapmak ve söylemek demek değildir, işte insanlığa örnek olarak
gönderilen sevgili Peygamberimiz, bu hususta da ümmetine en güzel ölçüyü
veriyor. Sözle şaka yaparken dahi doğruyu söylediğini ifâde ederek, ümmetinden
de böyle olmalarını istiyor. Şu iki hadise Peygamberimizin şakasına güzei bir
örnektir:
Dadısı Ümmü Eymen
(r.a.) birgün Peygamberimizin huzuruna geldi ve "Bana bir binek temin
ediniz" diye ricada bulundu. Peygamberimiz "Sana binek olarak bir
deve yavrusu vereceğim" buyurdu. Ümmü Eymen, Resûlullahın ifâdesin-deki
inceliği anlayamadı. "Ey Allah'ın Resulü, yavrunun beni taşımaya gücü
yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki" dedi. Peygamberimiz sözünü
tekrarladı. "Seni ancak bir devenin yavrusuna bindireceğim" buyurdu.[160]
Evet, Peygamberimiz
şaka yaparken dahi hakikati söylüyordu. Her deve, bir başka deveden doğması
hasebiyle "deve yavrusu" değil miydi?
Bir defasında da yaşiı
bir kadın Peygamberimize gelerek "Duâ et de Cennete gireyim"
ricasında bulunmuştu. Peygamberimiz, 'Yaşlı kadınlar Cennete girmeyecek"
buyurdu. Kadın üzüldü, ağlamaya başladı. Peygamberimiz "Yaşlı kadınlar
yaşlı olarak Cennete girmeyecekler" buyurarak onu teselli etti[161]
1446. [3:14,
Hadîs No: 2631]
Zeyd bin Sabit (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz, ben sizin
için yerime iki şey bırakıyorum. Allah'ın kitabı ki, gök ve yer arasında
uzatılmış bir iptir. Ve ailem olan Ehl-i Beytim. Bu ikisi Kevser Havuzunun
başına varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar.[162]
1447. [3:16,
Hadîs No: 2636]
Ümeyme bint-i Rukeyka'dan
rivayetle: Şüphesiz, ben kadınlarla tokalaşmam.[163]
1448. [3:17,
Hadîs No: 2637]
Ebû Saîd (r.a.)
rivayet ediyor:
Şüphesiz, ben
insanların kalbini yarıp bakmakla ve göğüslerini açmakla emrolunmadım.[164]
1449. [3:17,
Hadîs No: 2640]
Enes'den (r.a.) rivayetle
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Şüphesiz, ben namaza
dururum, namazı uzatmak isterken bir çocuğun ağladığını işitip annesinin
bundan duyduğu şiddetli üzüntüyü bildiğimden namazımı kısa keserim.[165]
1450. [3:18,
Hadîs No: 2642]
Nu'man bin Beşir
(r.a.) rivayet ediyor: Ben zulme şahitlik yapmam.[166]
Bu hadîsin baş tarafı
vardır. Müslirrtöe geçtiği şekliyle hadîsin tamamı şöyledir:
Amre binti Revâha,
Beşir'den malının bir kısmını kendisinden doğan oğluna bağışlamasını istedi.
Beşir, bu kadının isteğini bir sene geciktirdi. Bir sene sonra, kadının
isteğini yerine getirmeye karar verdi. Kadın, "Oğluma yaptığın bu hibeye
Resûiullah şahitlik etmedikçe buna inanmam" dedi. Bunun Üzerine Beşir,
oğlu Nu'man'ın elinden tutarak Resûlullaha gitti. "Bu çocuğun annesi,
oğluna yaptığım bir bağış için sent şahit göstermemi çok arzu ediyor"
dedi. Peygamberimiz, "Ey Beşir, senin bundan başka çocuğun var mı?"
diye sordu. Beşir, "Evet, var" cevabını verdi. Resûiullah (a.s.m.),
"Onların her birine bu çocuğa yaptığın gibi birşeyler bağışladın mı?"
diye sordu. Beşir, "Hayır, bağışlamadım" dedi. Bunun üzerine adalet
güneşi Resûiullah (a.s.m.} şöyle buyurdu:
"Öyle ise beni bu
işe şahit tutma. Çünkü ben bir adaletsizliğe şahitlik etmem."[167]
Bu hadis, mü'mine, çocukları
arasında âdil davranmayı emretmektedir. Başka bir hadislerinde Peygamberimiz
öpmeye varıncaya kadar çocuklar arasında adaletli davranmayı tavsiye eder.
Çocuklar arasında adaletli davranmak çok mühimdir. Aksi durum çocukların anne
ve babalarına karşı çıkmalarına, onlara karşı vazifelerini ihmal etmelerine
sebep olur. Cemiyet hayatında bu Peygamber ölçüsünü nazara almamanın menfi
tesirlerini görüyoruz.
Bu hadisten alınacak
bir başka ders de, bir mü'minin, hakkın ortaya çıkması hususunda göstereceği tavra
ışık tutmasıdır.
1451. [3:18,
Hadîs No: 2643]
îbni Nâfi'den (r.a.)
rivayetle:
Ben âdilim. Ancak
adaletle şahitlik ederim.[168]
1452. [3:19,
Hadîs No: 2645]
Câbir bin Semûre
(r.a.) rivayet ediyor:
Şüphesiz, ben Mekke'de
bir taş tanıyorum ki, bana peygamberlik verilmeden önce bana selâm veriyordu.[169]
1453. [3:20,
Hadîs No: 2649]
Ümmü Seleme'den (r.a.)
rivayetle:
Ben evinden eteklerini
sürüye sürüye çıkıp kocasından yakınan kadına öfkelenirim.[170]
1454. [3:20,
Hadîs No: 2650]
Hüseyin bin Dahdah
rivayet ediyor:
Ben akrabalık bağlarım
kesmek için gönderilmedim.[171]
Akrabalık haklarını
gözetmek, yüce dinimizin emirlerindendir. Bununla ilgili pekçok âyet ve hadis
vardır. Meselâ bu âyetlerden birisi şu mealdedir:
"Allah adaleti,
iyilik yapmayı ve iyi kullukta bulunmayı, akrabaya ikram etmeyi emreder;
fuhşiyatı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar."[172]
Akrabaltk hakları ile
ilgili bir hadis de şu mealdedir:
"Rahim
[akrabalık] kelimesi, Allah'ın Rahman isminden gelir. Allah da, 'Kim akraba
haklarını yerine getirirse, Ben de o kimseye iyilik ve lütufla davranırım. Kim
bunu yapmazsa, Ben de ona iyilik ve lütufta bulunmam' buyurmuştur."[173]
İşte Peygamberimiz,
İzahını yaptığımız hadislerinde de kendisinin akrabalık bağlarını kesmek için
gönderilmediğine dikkat çekmektedir. Bu hadisin söylenmesine sebep kısaca
şuydu:
Ebû Talha isimli genç
Müslüman olmuştu. Peygamberimiz onun teslimiyetini ölçmek için gidip babasını
öldürüp öldürmeyeceğini sordu. Genç hemen ayağa kalktı, bu emri yerine getirmek
için evlerinin yolunu tuttu. Peygamberimiz onun bu itaatinden dolayı memnun
olmuştu. Çağırdı ve "Ben, akrabalık bağını kesmek için
gönderilmedim" buyurdu.
1455. [3:20,
Hadîs No: 2651]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Ben şu iki zayıfın
hakkını yemeyi size haram kılıyorum: yetim ve kadın.[174]
1456. [3:21,
Hadîs No: 2652]
Abdurrahman bin Semüre
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Ben akşam rüyada
hayret verici birşey gördüm. Ümmetimden bir adam gördüm ki, azap melekleri
etrafını sarmıştı. O anda almış olduğu abdest geldi ve onu kurtardı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, kendisi için kabir azabı hazırlanmıştı. Namazı geldi ve onu
kurtardı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, şeytanlar etrafını kuşatmıştı. Yaptığı zikirler geldi ve onu
onlardan kurtardı.
Ümmetimden bir adam gördüm
ki, susuzluktan dili dışarıya sarkmış soluyordu. Tuttuğu Ramazan orucu geldi
ve ona su ikram etti.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, önü karanlık, arkası karanlık, sağı karanlık, solu karanlık, üstü
karanlık, altı karanlıktı. Yaptığı hac ve umresi geldi, onu bu karanlıklardan
çıkardı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, ölüm meleği ruhunu almak için gelmişti. Anne ve babasına yaptığı
iyilikler geldi, meleğin o anda ruhunu almasına mani oldu.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, mü'minlerle konuştuğu halde, onlar kendisiyle konuşmuyorlardı.
Akrabalarıyla olan iyi ilişkileri geldi ve onlara hitaben "Bu akrabalarına
iyilik ederdi" dedi. Bunun üzerine onlar da o zâtla konuştular. O da
onlara karıştı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, peygamberler halka halka olmuşlardı. Hangi halkanın yanma varsa
kovuluyordu. O anda cünüp-lükten gusletmesi geldi, ellerinden tutarak yanıma
oturttu.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, Cehennemin hararetini elleriyle yüzünden uzaklaştırmaya
çalışıyordu. O anda verdiği sadakalar geldi, üzerine gölge, yüzüne karşı perde
oldu.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, azap zebanileri yanma gelmişti. O anda iyiliği tavsiye edip
kötülükten sakındırması geldi ve onu bu halden kurtardı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, Cehennem uçurumundan düşmüştü. Dünyada iken Allah korkusundan
döktüğü göz yaşlan geldi ve onu ateşten kurtardı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, amel defteri sol tarafından verilmişti. Allah korkusu geldi ve amel
defterini alıp sağ eline verdi.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, terazisinin iyilik kefesi hafif gelmişti. Küçük yaşta ölen çocukları
geldi ve terazisini ağırlaştırdı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, Cehennemin tam kıyısında bekliyordu. Allah korkusundan kalbinin
ürpermesi geldi, onu bu halden kurtardı.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, yaş hurma dalının sallanması gibi titriyordu. Allah'a olan hüsn-ü
zannı geldi ve titremesini dindirdi.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, Sırat Köprüsünde sürünerek ve emekliyerek yol almaya çalışıyordu.
Bana getirdiği salavatlar geldi, elinden tutarak ayağa kaldırdı. Böylece
Sıratı geçti.
Ümmetimden bir adam
gördüm ki, Cennet kapılarına kadar geldi, fakat kapılar yüzüne kapandı.
Getirdiği kelime-i şehadetler geldi, elinden tutarak Cennete girdirdi.[175]
1457. [3:27,
Hadîs No: 26563
Âişe'den (r.a.)
rivayetle:
Âhirette bana kavuşmak
istiyorsan dünyadan bir atlı yolcuya yetecek kadar azıkla yetin. Zenginlerle
oturup kalkmaktan sakın. Yamamadıkça bir elbiseyi eski diye bırakma.[176]
Resûf-ü Ekrem (a.s.m.)
her ne kadar bu hadisi Hz. Ayşe'ye bir öğüt olarak söylüyorsa da bundan her
Müslümanin alacağı çok dersler vardır.
Hadisi iyi
anlayabilmek için önce atlı yolcuya yetecek kadar rızık tabiri üzerinde durmak
gerekir. Atlı yolcu nasıl atında taşıyabileceği kadar rızıkla yola çıkıyor,
kendisini geri bırakacak, ayak bağı olabilecek fazlalıklara mümkün olduğunca
yer vermiyorsa, âhiret yolculuğunda kendini bir atlı yolcu gibi gören kimse de
öncelikle kendine yetecek kadar nzrk peşinde olmalıdır. Hayat yolculuğunda
gerekli olan rızkı elde etmek, e! âleme muhtaç olmayacak derecede birşeyler
kazanmak şarttır. Fazlasına ise âhirete tasarruf noktasında bakılmalı; hayra,
iyiliğe kullanılabilecekse o ölçüde itibar etmelidir. Eğer o kazandıklarımız
ebedî saadetimize ayak bağı oluyorsa o faydalı değil, zararlıdır. Eğer kazandıklarımız
bizi âhirette kurtarabilecek cinsten değilse yine zararlıdır. Bu gerçeği
Bediüzzaman Hazretleri ne kadar veciz anlatır: "Âhirette seni kurtaracak
bir eserin olmadığı takdirde fanî dünyada bıraktığın eserlere de kıymet
verme."
Şunu da hemen
belirtmek gerekir ki, bu hadise dayanarak "Dünyaya çalışmayacaksın. El
etek çekeceksin, terkedeceksin" şeklinde bir anlayışa da kapılmamak
gerekir. İnsan çalışıp çabalayacak, az veya çok kazanacak. Az kazandığında
şikâyete, isyana girmeyecek. Çok kazandığında da yukardaki ölçü içerisinde
davranacaktır.
Bu hadisin aynı
zamanda fedâkârlığıda en üst sınırını çizdiğini görüyoruz. Bu dünya için
çalışılmayacak, kazanılmayacak, mal mülk edinilmeyecek demek değil, aksine
çokça çalışılıp kazanılıp fazlası Allah yolunda sarfedilecek demektir.
Eğer zengin
imkânlarına rağmen, bu hadisin çizdiği çerçeve içerisinde kendini bir kısım
aşırı zevk ve lezzetlerden uzak tutabiliyor, imkânlarıyla îmana, Kur'ân'a
hizmet edebiliyor, zekât ve sadaka konusunda hassasiyet gösterebiliyorsa, o da
Peygamberimize kavuşur. Asr-ı Saadette servetini, imkânlarını hakkın hizmetine
sunan nice Sahabî, buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Böyle zenginlerde
elbeiteki Resûlullaha kavuşacaklardır.
Hadiste ayrıca
zenginlerle oturup kalkmaktan sakındırma vardır. Çünkü onlar seviyesinde
imkânları olmayan kişi onların yanında ezilip büzülebilir, minnet altında kalıp
aşağılık duygusuna kapılabilir, kuf köle olabilir. Veya kıskançlık duygusuna
girebilir. Veyahut onlara ayak uydurabilmek için imkânlarını aşarak lüks ve
israfa kaçabilir. Bunu karşılamak için de ya büyük sıkıntılar içinde kalır, ya
da gayr-i meşru kazanç yollarına tevessül eder. Her ikisinin de sonu pişmanlık
ve hüsrandır. Zenginlerle içli dışlı olan kimseleri daha başka tehlikeler de
bekler. Eğer zengin, manevî noktada zayıf biriyse, onunla oturup kalkan kişi ahlâkî
bakımdan da çok şeyler kaybedebilir. Bütün bütün dünyaya dalıp âhiretini
unutabilir. Ondan elde ettiği maddî kazançlar yanında kaybettikleri kat kat
fazla olur. Kısacası manen fakir olan zenginlerle düşüp kalkmanın birçok
zararları vardır.
Hadiste
"Yamamadıkça bir elbiseyi eski diye bırakmama" tavsiyesi yapılmaktadır.
Bu tavsiyede dünyaya değer vermemeye, nefsi söndürmeye, tevazu-ya teşvik
vardır. Yamalı elbise, insanın gurur ve kibirini kırar. Sonra Müslümanların
büyük çoğunluğu o zaman açtı, fakirdi. Herkesin yamalı elbise giydiği bir
zamanda yeni elbiselerle gezmek başkalarının duygularını tırmalar; rahatsızlıklarına
sebep olur. Onlarla yakın bir bağ kurmak güçleşir. Gerçi bazı Sahabîlerin güzel
ve yeni elbiseler giyebilecek imkânları vardı. Ancak halktan biriymiş gibi
yaşıyorlar, farklı bir yaşayış içerisine girmiyorlardı.
Bu ve benzeri hadis-i
şerifler, Sahabîler üzerinde ânında mâkes buluyordu. Meselâ Hz. Ömer'in
elbisesinde nerdeyse yama yapılmamış yer yoktu. Yine bizzat bu hadise muhatap
olan Hz. Âişe bir gün elbisesini yamarken Kusayr bin Ubeyd gelmiş, görüşmek
istemiş, Ayşe validemiz de, "Şimdi biraz bekle, elbisemi dikeyim de öyle
konuşuruz" demişti. Kuseyr, "Ey mü'minlerin annesi! Şimdi çıkıp senin
bu hareketini halka söylesem sana cimri diyecekler" deyince Hz. Ayşe şu
cevabı verdi:
"Oğlum akıllı ol!
Eskimiş elbiseleri giymeyen kimse yeni elbiseyi giymeye hak kazanamaz."[177]
Bugün belki gelişen
şartlar içerisinde yamalı elbise yadırganabilir. Bu konuda örfe uyma tercih
edilmeli, eğer örfte yamalı elbise yadırganmıyorsa yamalı dahi
giyilebilmelidir. Günümüzde halkın ekseriyeti yamalı elbise giymemektedir.
Ancak modası geçti diye israfa kaçacak derecede lüks harcamalara, giyim kuşam
edinmeye de girilmemelidir. Elbise eskimeden üst üste yığma, yıllarca sandıkta
elbise saklama gibi bir yol seçilmemelidir.
1458. [3:28,
Hadîs No: 2657]
Abdurrahman bin Ebî
Kurad rivayet ediyor:
Ben Allah ve Resulünün
sizi sevmesini istiyorum. Öyle ise siz de size emânet edileni sahibine veriniz,
konuştuğunuz zaman doğru söyleyiniz. Komşularınıza karşı güzel davranınız.[178]
1459. [3:28,
Hadîs No: 26581
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Ben senin kalbinin
yumuşak olmasını istiyorum. Öyle ise yoksula yedir ve yetimin başını okşa.[179]
1460. [3:28,
Hadîs No: 2659]
Ebû'd-Derdâ (r.a.)
rivayet ediyor:
Elinizden geldiğince
çok istiğfar edin. Çünkü Allah katında kurtuluşunuza bundan daha iyi vesîle
olacak ve Allah'ın bundan daha çok sevdiği birşey yoktur.[180]
1461. [3:29,
Hadîs No: 2664]
Mersed el-Ganavî'den
rivayetle:
Eğer namazınızın kabul
edilmesini istiyorsanız, âlimleriniz size imam olsun. Çünkü onlar sizinle
Rabbiniz arasında ely-ılerinizdir.[181]
1462. [3:29,
Hadîs No: 2665]
Muâz bin Cebel (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Arzu ederseniz
Allah'ın Kıyamet günü mü'minlere ilk söyleyeceği söz ile mü'minlerin Allah'a
ilk söyleyeceği sözü size haber vereyim. Allah mü'minlere, "Bana kavuşmayı
arzu eder miydiniz?" buyurur. Onlar, "Evet, ey Rabbimiz" diye
cevap verirler. Allah, "Niçin?" diye 3orar. Onlar, "Affını ve
bağışlamanı ümit ederdik" derler. Allah "Ben af ve bağışlamamı size
vacip kıldım" buyurur.[182]
1463. [3:30,
Hadîs No: 2666]
Avf bin Mâlik'den
rivayetle:
Arzu ederseniz size idareciliğin
ne olduğunu haber vereyim. Başlangıcı kınanma, ortası pişmanlık, sonu ise
Kıyamet Gününün azabıdır. Ancak adaletli davrananlar bunun dışındadır.[183]
1464. [3:30,
Hadîs No: 2668]
Enes rivayet ediyor:
Birinizin elinde bir
fidan olduğu sırada Kıyamet kopacak olsa, onu dikmeye gücü yeterse diksin.[184]
1465. [3:31,
Hadîs No: 2669]
Ka'b binAcre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Kişi küçük çocuklanmn
rızkını temin için çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Yaşlı anne ve
babasının bakımı için çıkarsa, Allah yolundadır. Nefsini harama karşı korumak
için çıkarsa, Allah yolundadır. Yok eğer gösteriş ve başkalarına karşı öğünmek
için çalışmaya çıkarsa şeytan yolundadır.[185]
1466. [3:34,
Hadîs No: 2676]
Ebû Zer (r.a.) rivayet
ediyor:
Eğer nafile oruç
tutacak olursan ayın on üçü, on dördü ve on beşinde tutmaya bak.[186]
1467. [3:35,
Hadîs No: 2677]
El-Ferrâsî'den
rivayetle:
Birşeyi mutlaka
istemen gerekiyorsa, salih kimselerden iste.[187]
1468. [3:35,
Hadîs No: 2678]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Eğer bir günah
işlemişsen Allah'tan bağışlanmam dile ve Ona tev-be et. Şüphesiz günahtan
tevbe, kalbin pişmanlığı ve dilin Allah'tan bağışlanma dilemesidir.[188]
1469. [3:38,
Hadîs No: 2683]
Berâ bin Âzib (r.a.)
rivayet ediyor:
Ben peygamberim, bunda
hiçbir yalan yok. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum.[189]
1470. [3:39,
Hadîs No: 2686]
Amr bin Cebele'nin
kölesinden rivayetle:
Ben ümmî, doğru ve
tertemiz peygamberim. Bütün esef ve yazıklar beni yalanlayan ve benden yüz
çevirene olsun. Hayır, beni barındıran, bana yardım eden, sözümü tasdik eden
ve benimle beraber cihat eden kimselere olsun.[190]
1471. [3:40,
Hadîs No: 2689]
Encs (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
insanlar
dırıltılecekleri zaman en evvel ben kabrimden çıkacağım. Rablenmn huzuruna
geldiklerinde sözcüleri ben olacağım. Ümitlerini kestiklerinde müjdeleri ben
olacağım. O gün hamd sancağı benim elimde olacaktır. Ben Rabbim katında
Ademoğullarmm en değerlisi-yım. Bunları övünmek için söylemiyorum.[191]
1472. [3:42,
Hadîs No: 2693]
Ebû Said'den (r.a.)
rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uy ur muşlar dır:
Ben Kıyamet Günü
Ademoğull arının efendisiyim. Bunda hiçbir övünme yok. Hamd Sancağı elimde
olacaktır. Bunda hiçbir övünme yok. Ne Adem, ne de onun dışındaki hiçbir
peygamber yoktur ki, sancağımın altında olmasın. îlk şefaat edecek ve şefaati
ilk kabul edilecek olan benim. Bunda da hiçbir övünme yok.[192]
1473. [3:43,
Hadîs No: 2695]
Enes (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ben Araplardan, Süheyb
Rumlardan, Selman İranlılardan, Bilâl Habeşlilerden ilk Müslüman olanlarız.[193]
1474. [3:44,
Hadîs No: 2698]
Enes'den (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
Cennet kapısını ilk
defa ben çalacağım. Kulaklar, o kapı halkalarının kanatlara değerken çıkardığı
sesten daha güzel bir ses duymamıştır.[194]
1475. [3:46,
Hadîs No: 2703]
Übâde bin Sâmit
Resûlullahın (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ben Hz. ibrahim'in
duâsıyım. Beni en son müjdeleyen Hz. isa'dır.[195]
1476. [3:46,
Hadîs No: 2705]
îbni Abbas (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Ben ilmin şehriyim.
Ali ise ilmin kapısıdır. Kim ilim öğrenmeV istiyorsa ilmin kapısına gelsin.[196]
1477. [3:47,
Hadis No: 2706]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Peygamberler, baba bir
kardeştirler; anaları ayrı, dinleri birdir.[197]
1478. [3:49,
Hadis No: 2710]
Sehl bin Sa'd (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ben ve yetimin
bakımını üzerine alan kişi Cennette [şehadet ve orta parmağını bitiştirerek] şu
iki parmak gibiyiz.[198]
1479. [3:49, Hadis No: 2712]
Câbir (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Sen de, malın da
babanınsınız.[199]
Bu hadîsin tamamı, ibni
Mâce'öe geçtiği şekliyle şöyledir:
Bir defasında
Sahabîlerden birisi Peygamberimize gelerek, "Ey Allah'ın Resulü, babam
malımın hepsini yiyip bitirdi" diye şikâyette bulundu. Peygamberimiz ona,
"Sen babanın kazancısın, senin matın da ona helâldir" buyurdu. Sonra
sözlerine şöyle devam etti:
"Şüphe yok ki,
evlâdınız sizin en helâl kazancınızdandır. Bunun için onların kazancından
yiyiniz."[200]
Evlâdın, babanın
kazancı olması, mecazidir. Ondan bir parça olduğunu ifâde eder.
Şevkânî'ye göre, bu
hadis, babanın çocuğun malına ortak olduğuna işaret eder. Böyle olunca bir baba
evladının malını ondan izin almadan da yiyebilir. Kendi malından tasarruf
ettiği gibi, ondan da tasarruf edebilir. Fakat israf edemez ve gayr-i meşru
yollara harcayamaz.
Âlimlerin ekseriyetine
göre, zengin olan çocuğun fakir olan anne ve babasına bakması farzdır.
İmam Şafiî'ye göre
ise, baba fakir ve çalışamaz durumda oiursa, nafakası oğlu üzerine farz olur.
Şayet babanın malı varsa veya çalışabilecek kadar sıh-hatliyse, geçimi oğlunun
üzerine farz değildir.
Ibnü'l-Hümam da,
"Evladınız sizin kazancınızdır" ifâdesini izah ederken, bunun
"Çocuğun malı babasının malıdır" şeklinde anlaşılmaması gerektiğine
dikkat çeker. Delil olarak da, kişi öldüğünde eğer çocukları varsa, malının
altıda birisinin babasına miras olarak geçtiğini, eğer çocuğun malının
mülkiyet hakkı babanın olsaydı kişi vefat ettiğinde malının tamamının babasına
verilmesinin gerekeceğine dikkat çekmiştir.
Bu hadisle İlgili
Hattâbî'nin görüşleri ise şöyledir:
"Adamın maksadı
şu olabilir: 'Benim malım az, çocuğum da var. Böyle iken babam benden nafaka
istiyor. Eğer babamın istediği nafakayı verirsem, malım tükenir.'
"Resûlullah
{a.s.m.) onun mazeretini kabul etmeyerek, 'Sen babanın kazancısın, malın da
ona helâldir' buyurmuştur. Resülullahın bu sözünün mânâsı şudur: 'Baban kendi
malı gibi senin malından da ihtiyacı nisbetinde alır. Senin malın olmadığında
çalışarak mal kazanabilirsen, çalışıp babanın nafakasını ödemen vaciptir.
"Bu hadiste
babanın bir ihtiyacı yok iken ve nafakadan ayrı olarak evlâdının malını elinden
alıp, dilediği gibi kullanma mânâsı kastedilmemiştir. Bu hadisten, evlâdının
malını nafakadan başka şeylere harcayıp tüketme ve yok etme mânâsını çıkarıp,
bu şekilde hüküm vermiş bir İlim adamını da bilmiyorum."
Buna göre evlâdın işi
ve evi her ne kadar ayrı olsa da, ihtiyaç durumunda annesinin ve babasının
geçimini temin etmekle vazifelidir. Anne ve baba, zengin olan evladının
malından geçimini temin edecek kadar alabilir. Fakat evladın malının mülkiyeti
kendisine aittir. Babası onu israf edemez, sefahette de kullanamaz.
Burada şu hususu da
belirtelim: Eğer baba ile oğul aynı işte çalışıyorlarsa, aralarında bir
ortaklık da yoksa, kazanılan servet babanındır. Çünkü örfe göre oğul babasının
yardımcısı durumundadır, bu durumda evlâdın büyük veya küçük olması hükmü
değiştirmez. Şayet evli ve çoluk çocuk sahibiyse, bana onun ve çocuklarının
geçimini temin edebilecek miktarda bir ücret vermelidir.
Baba ile oğul, şayet
bir ortaklık akdi çerçevesinde çalışıyorlarsa, kazancı bu akde göre aralarında
paylaşırlar.
1480. [3:51,
Hadis No: 2716]
Râşid bin Sa'd'dan
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ramazan ajanda
ailenize yaptığınız harcamayı arttırm. Çünkü Ramazan'da yapılan harcama Allah
yolunda yapılan harcama gibidir.[201]
1481. [3:52,
Hadis No: 2718]
îbniAbbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Musibet ve sıkıntının
geçmesini sabırla beklemek ibâdettir.[202]
1482. [3:52,
Hadis No: 2721]
İbni Mes'üd (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet etmiştir:
imanın son sınırı
haramdan titizlikle sakınmaktır. Kim Allah'ın verdiği rızka kanaat ederse
Cennete girer. Kim de ciddî olarak Cenneti isterse Allah yolunda hiçbir
kınayanın kınamasından korkmaz.[203]
1483. [3:53,
Hadîs No: 27221
Ebû Miısâ (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah ümmetim için
bana iki güvence indirdi: Biri "Sen içlerinde olduğun halde Allah onlara
azap edecek değildir." Diğeri, "Onlar Allah'tan bağışlama
diledikleri halde Allah onlara azap verecek değildir" [204]
cümleleridir. Ben vefat,edince aralarında Kıyamete kadar ikinci güvence olan
istiğfarı bıraktım.[205]
1484. [3:53,
Hadîs No: 2723]
Katâde bin Nu'man'dan
(r.a.) rivayetle Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Allah Cebrail'i, bana
gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: "Ey
Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor:
"Ben dünyaya
dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Tâ ki, Bana
kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için
de bir Cennet olarak yarattım.[206]
Dilimizde dolaşan
güze! bir söz vardır: "Dünyada rahatlık yoktur" diye. Çünkü dünya
hayatı acılarla, üzüntülerle, sıkıntılarla doludur. Bilhassa mü'minin başından
belâlar eksik olmaz. Bunun sebebi mü'minin manen olgunlaşıp Cennete lâyık hale
gelmesidir. Cenab-ı Hak sevgili kullarına çeşitli musibetler verir; onları
sabra, tahammüle davet ederek manen yükselmelerini sağlar. Bu konuda Lem'alaföa
şöyle denilir: "Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffî eder, kemâl
bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder [olgunlaşır],
vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak [monoton] istirahat döşeğindeki hayat,
hayr-ı mahz [sırf hayır] olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan [bütün bütün
şer olan] ademe yakındır ve ona gider."[207]
Sabır ve tahammül
gösterildiğinde mü'min kullarının günahlarını silen, onla ra manevî makam ve
mertebeler ihsan eden Cenab-ı Hak, işte böyle dünya hayatını belâ ve
felaketlerle donatmıştır. Çile ve ıztırap eksik olmaz insanın hayatında. Bazan
dünya yıkılacak olur. insan o kadar daralır, bunalır ki nerdeyse çıldıracak
dereceye gelir. Ama mü'min bütün bu hallerde huzurundan pek bir-şey kaybetmez.
Çünkü o zahmette rahatı bulmuş insandır. Herşeyin Allah'ın izni ve müsaadesiyle
olduğuna inanır ve Ondan gelen herşeyi sabır ve tahammülle karşılar.
işte musibetlerin
verilmesinin hikmeti onlarla dünyanın aldatıcı cazibesini kırıp nazarları
Allah'a yöneltmek içindir. Böylece Cenab-ı Hak, sevgili kullarını, dostlarını
dünyadan küstürüp ebedî cemaline kavuşmayı özlettirir. Dünyanın öyle sıkıntılı
halleri vardır ki, meselâ Bedîüzzaman'ın belirttiği gibi, "İhtiyarlık
mevsimiyle; dünyevî, güzel ve câzibedar şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını
ve acı mânâsını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o fâniye bedel, bir bâkl
matlûbu arattırıyor."[208]
Allah'ın bu sevgili
kulları, Cennet ve cemalullah gibi o kadar büyük nimetlerle karşılaşırlar ki,
dünya hayatı bunun yanında zindan gibi kalır.
Allah'ın düşmanları
için dünyanın Cennet hâline gelmesi de âhiretlerine nis-betledir. Yani âhiretîe
öyle azap çekeceklerdir ki, dünya onun yanında bir Cennet gibi kalacaktır.
Yoksa kâfir dünyada da bir nevi Cehennem hayatı yaşamaktadır. Görünüşte
şatafatlı, parlak bir hayat geçirmektedir, fakat içi ıztırap ve sıkıntılarla
doludur. Çünkü inançsız insan, ölümü yokluk olarak görür. Her an darağacında
asılacakmışcasına korku ve endişe içerisinde kalır. Lezzetleri bütün bütün
kaçar. Hiçbirşeyden gerçek mânâda bir lezzet alamaz.
İnanan insan ise, dünyayı
âhiretin bir bekleme salonu şeklinde görür. Dünyası ne kadar sıkıntılı ve
ıztıraplı da olsa, gideceği yerde rahat edeceği düşüncesiyle sabreder,
şükreder. Mü'minin dünyası âhiretine nisbeten zindan şeklindedir. Yoksa mü'min
dünyada da bir nevi Cennet hayatı yaşamaktadır. Bedenen zindanda bile olsa
ruhen bahçelerde, saraylardadır. Çünkü mü'min acı tatlı herşeyin Allah'tan
geldiğini bilir, Yunus'un diliyle "Narın da hoş, nurun da hoş" der,
Allah'tan gelen herşeyi hoş karşılar, tahammül eder, sabreder.
1485. [3:56,
Hadîs No: 2732]
Ukbe bin Âmir (r.a.)
rivâye ediyor:
Bana benzeri asla
görülmemiş bâzı âyetler indirildi. Bunlar: Felâk ve Nâs sûreleridir.[209]
1486. [3:57,
Hadîs No: 2733]
Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Bana on âyet indi ki,
kim hakkını vererek onları okursa Cennete girer: Bu, Mü'minûn Sûresinin ilk on
âyetidir.[210]
Peygamber Efendimiz
(a.s.m.) Ashabıyla sohbet ederken, birden vahiy hali belirdi. Bir saat o hal
üzere kaldı. Vahiy hali gittikten sonra, "Bana on âyet indi ki, kim
hakkını vererek onları okursa Cennete girer" buyurdular ve bunun Mü'minûn
Sûresinin ilk on âyeti olduğunu ifâde etti ve okudu.
Hadiste yer alan
"hakkını vererek" okumaktan maksat, "hükmünü yerine getirerek,
yaşayarak" demektir. Mü'minün Sûresinin ilk on âyetine bakıldığında, bu
sözün ne kadar yerinde olduğu daha da iyi anlaşılır. Bahsi geçen âyetler meâlen
şöyledir:
"Mü'minler
kurtuluşa ermiş, umduklarına kavuşmuşlardır. Onlar namazlarını Allah'tan
korkarak, hürmet ve tevazu içinde ve tâdil-i erkân ile kılarlar. Onlar dünya ve
âhiretlerine taydaşı dokunmayan herşeyden yüz çevirirler. Onlar nail oldukları
her türlü nimetin zekâtını aksatmadan verirler. Onlar namuslarını korurlar.
Ancak hanımlarına ve cariyelerine karşı müstesna—bunlarla olan yakınlıklarından
dolayı kınanmazlar. Kim helâl sınırını aşarak bundan ötesine geçmek isterse,
işte öyleleri haddini aşmış olanlardır. O mü'minler ki, Allah'a ve kullarına
karşı olan emânet ve mesuliyetlerini yerine getirirler ve sözlerinde dururlar.
Onlar namazlarını devamlı olarak, vaktinde ve şartlarına riâyet ederek
kılarlar. İşte onlar [Firdevs Cennetine] vâris olanların tâ kendisidir."
Burada dikkat çekilen
amelleri işleyen kimse, kuvvetli bir imana sahip demektir. Böyle bir imana
sahip olan kimsenin, Allah'ın diğer emir ve yasaklarına da uyacağı ise
kesindir. Allah'ın böyle bir kulunu Cennetine koymaması için de zahirî hiçbir
sebep yoktur.
1487. [3:57,
Hadîs No: 2735]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
insanlara lâyık
oldukları değeri veriniz.[211]
İnsan şeretli, üstün
bir yaratıktır. Cenab-ı Hak diğer yaratıklara vermediği birçok özelliği ona
ihsan etmiştir. Bitkiler, hayvanlar, Ay, Güneş, atmosfer hep insana hizmet edip
durur. Allah'ın bu kadar değer verip yarattığı insana, şanına lâyık tarzda
hürmet ve ilgi göstermek gerekir,
Herşeyden önce insana
insan olduğu için değer vermelidir. Sonra ilmi, maddî ve manevî makamı
sebebiyle onlara ayrıca değer vermek gerekir. Âlimler, maneviyat büyükleri daha
çok hürmete lâyıktırlar. Makam ve mevki sahibi kimselere makamları gereği
hürmet gösterilir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), "Bir kavmin reisi geldiği
zaman hürmet gösteriniz" buyurmuş ve bizzat kabile reislerine özel bir
değer vermiştir, Bir cemaatin büyüğü, bir topluluğun reisi durumunda olan
kimselere duyulan hürmet, sadece onunla değil çevresiyle de dostluk bağlarını
kuvvetlendirir.
Eğer bir insan
gerçekten hürmete lâyık meziyet ve faziletlere sahipse ona değer verilmeli,
ilgi gösterilmeli, hürmet edilmelidir. İster makam sahibi olsun, ister olmasın
bu değişmez. Yalnız bu değer verme, haddi de aşmamatıdir. Lâyık olduğundan daha
fazla bir değer verilmemelidir.
insanlara lâyık
oldukları değeri vermemek, onları hiçe saymak; büyük bir saygısızlıktır. Değer
vermeyene değer verilmez.
1488. [3:58,
Hadîs No: 2738]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
İster zâlim, ister
mazlum olsun din kardeşine yardım et. "Mazlumken tamam da, zâlim iken ona
nasıl yardım edeyim?" diye soruldu. Resûlullah şöyle cevap verdi:
Onun zulmüne engel
olursun. İşte böyle yapman, kendisine yardım etmektir[212].
1489. [3:59,
Hadîs No: 2740]
Ebû Zer (r.a.) rivayet
ediyor:
Düşün, sen ne kırmızı
tenli, ne de siyah tenliden daha üstün değilsin. Ancak takvan ile üstün
gelebilirsin.[213]
1490. [3:59,
Hadîs No: 2742]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Nimet konu»undu
ktndinisd«n aıagıda olana bikımi, yukarıda olana bakmıymıg, Böylt yapmanız
Allah'ın üiirtnlidukt nimetlerini küçümsamemeniss açılından duha uygundur.[214]
1491. [3:60,
Hadîs No: 2744]
tbni Sa'd (r.a.)
rivayet ediyor:
Kocanla olan
davranışına dikkat et. Çünkü o senin cennetin veya cehennemindir.[215]
1492. [3:61,
Hadîs No: 2746]
Ebü Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Ver, ey Bilâl! Arş'm
sahibinin seni fakir düşürmesinden korkma.[216]
1493. [3:61,
Hadîs No: 2747]
Esma binti Ebû Bekir
(r.a.) rivayet ediyor:
Allah yolunda ver.
Verirken ince hesaplama. Yoksa Allah da sana inceden inceye hesaplayarak verir.
İhtiyaç fazlası malı esirgeme. Yoksa Allah da senden esirger.[217]
1494. [3:63,
Hadis No; 275I3]
Çoğu
sarhoşluk"veren şeyin, azından da sizi nehyederim.[218]
Sarhoşluk veren
içkilerin maddeten ve manen ne gibi zararlara sebep olduğu iadece ilmen
bilinen bir gerçek değil, yaşanan ve şahit olunan hadiselerden' illr. Nice
ocaklar içki yüzünden sönmektedir. Birçok kaza ve felâketlerin kaynağında o
vardır. Kavgalar, gürültüler, ölüm ve öldürme gibi hadiselerin birçoğundit İçki
bulunur. Ya hastahane, ya tımarhane, ya hapishane, ya da mezaristan* d«
noktalanan bir felakettir içki.
Höyle bir içkinin
sadece çoğunun değil, azının da haföm olduğunu bildiriyor Mnygamberimiz
(a.s.m.). Çoğu sarhoş ediyorsa, azı da haramdır. Onun İçindir Ki. "Bu az
birşey. Bundan ne çıkar" denilmemelidir. Böyle diyen, zamanla orii alışır,
kendini çoğunun içerisinde bulur. Bu bakımdan azından kaçınan, çoğunun sebep
olabileceği tehlikelerden de korunmuş olur. İlk adımlar çok önemli-diı Mühim
olan bu ilk adımı atmamaktır. Öyle ilk adımlar vardır ki kötü sonla noktalanır.
Resûlullah, içkinin azını yasaklamakla ilerde sebep olabilecek tehll-Kelori,
daha başından önlemeyi hedeflemiştir.
1495. [ 3:63,
Hadîs No: 2755]
Muûviye (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu. rivayet ediyor:
Her türlü gerçek dışı
sözü söylemekten sizi nehyediyorum.[219]
Dinimizde hassasiyetle
üzerinde durulan hususlardan birisi de, doğru söylemek; yalandan kaçınmakdır.
Peygamberimiz bu hadislerinde ümmetini her türlü gorçek dışı, yalan sözden
nehyetmiştir.
Unutmamak gerekir ki,
yalan söylemek münafıkların sıfatıdır. Peygamber Elendimiz (a.s.m.) bir başka
hadislerinde, konuştuğunda yalan söyleyen kimsenin münafık sıfatı taşıdığını
bildirmiştir.[220] Bir başka hadislerinde
ise "Sana inanan bir kırdffine yılın «yitmenden dahi büyük bir hıyân«l
yoMur"[221] buyurarak meselenin
ehemmiyetine dikkat çekmiştir,
Bedlüzzimın Hazretleri
ât, "Herşeyden evvel bİ2e lâzım elin nedir?" şeklin-deki bir suâl»,
"Doflruluk" ctvıbmı vermiştir. "Başka?" denilince do
"Yalan söy-lomemek" demiştir, "Neden?" denilince İse şöyle
karşılık vermiştir: "Küfrün mâhiyeti yalandır. İmânın mâhiyeti sıdktır.
Şu burhan [delil] kâli değil midir ki, hayatımızın bekası îmânın ve sıdkın ve
tesânüdün devamıyladır."[222]
1496. [ 3:64,
Hadîs No: 2759]
Şahsiyet sahibi
kimselerin hatâlarını affetmeyi ganimet biliniz.[223]
Herkes hata
işleyebilir. Bazıları bile bile hata yapar. Bazıları farkında olmadan Bazıları
hatalarında ısrar eder, pişmanlık duymazlar. Bazıları ise hata işle-n« de
hatalarından dönebilme, pişmanlık gösterebilme faziletini gösterirler.
Şah-üiyotll kimseler, ne yaptığını, ne yapacağını bilen, sözü sohbeti dinlenir,
olgun lııısîinlardır. Böyle kimseler şeref ve itibarlarını düşünür, toz
kondurmak iste-ııı«/, dolayısıyla bilerek kolay kolay hata yapmazlar. Hata
yaptıklarında da onu (Jıı/ttltmo yollarını ararlar. İşte böylesine onurlu,
şahsiyetli kimselerin hataları büyütülmemeli, afla karşılanmalıdır. Çünkü böyle
kimselerin öyle faziletleri vardır ki, hataları bunlar yanında çok ufak kalır.
O halde o faziletleri hürmetine birkaç kusurunu affedebilmeliyiz. Böyle
davranış, onların sevgisini kazanmaya ve-lllt olur, biz de sevap kazanırız.
Katı davranır, affetme yoluna gitmezsek en izından onları üzmüş olur, hatta nahoş
durumların ortaya çıkmasına sebep olabilir; atfetme sevabından da mahrum
kalmış oluruz. Hadis onları affetmeyi bir fıriit bilmemizi öğütlemektedir. Bu,
affeden kişi için büyük bir kadirşinaslıktır.
1497. [ 3:64,
Hadîs No: 2760]
Sftf« (r.a.J rivâyvt mllytm
la'd bin Mua&'ın
alümündin dolayı Rahman olan Allah'ın Arşı ttUandı.[224]
1498. [ 3:64,
Hadîs No: 2761] -
Enes'den (r.a)
rivayetle:
Bid'at ehli
yaratıkların ve mahlûkatm en kötüleridir.[225]
1499. [ 3:65,
Hadis No: 2763]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Cennet ehli
kılsızdırlar, sakalsızdırlar, siyah kirpiklidirler. Gençlikleri bitmez
tükenmez, elbiseleri eskimez.[226]
[1] Ibni Mâce, Siyam: 1.
[2] Beyhakı nın Şı bu l-lmanından.
[3] Müsned, 5:543.
[4] Tirmizî, Cennet: 4; Müsned, 3:29.
[5] Tirmizî, Cennet: 27; Müsned, 5:5.
[6] Taberânînin KeöıVinden.
[7] bni Adiyyln s/-Kâm#inden.
[8] Taberânf nin Evsafından.
[9] Taberânrnin Evsafından.
[10] Taberânînİn Kett/inden.
[11] Teğabün Sûreei, 14, 15.
[12] Taberânrnin Kebiri ve Hâkim'in MüstedreKinĞen.
[13] Buharİ, İlim: 38; Cenâiz: 33; Müslim, Zühd: 72; Ebû
Davud, ilim: 4; Timizi, Filen: 70; İlim: 8,13; IbniMâce,
Mukaddime: 4.
[14] Taberânrnİn Keb¥\ ve Ebû Nuaym'ın Hrfye'sinden.
[15] Hâkim'in MüstedreK'ı ve İbni Hıbban'ın Sa/ritf inden.
[16] Taberânrnin Kab/finden.
[17] Taberânînİn Kebirinden.
[18] Buharı, Cenâiz, 33; Merzâ: 9; Eyman: 9; Tevhîd, 2, 25;
Müslim, Cenâiz; 53; Müsned, 5:204,206,207.
[19] Tirmizi, Daavât: 83.
[20] A'raf Sûresi, 180.
[21] TaberânFnin Kebîfl ve Ebû Nuaym'ın Hy/ye'sinden.
[22] IbniMâce, Cenâiz:53.
[23] BeyhakVnin #'faü7-/marfından.
[24] !bni Asâkifâen,
[25] ibniMâce, Siyam: 48
[26] Hâkim'in Mûstedrek'möm.
[27] Müsned, 6:55,98.
[28] Ibni Adiy/in el-Kâmit'möm.
[29] Beyhaki'nin Şi'bû'l-lmart möan.
[30] Bezzazdan.
[31] Taberânînin Kebirinden.
[32] İbni Ebi'd-Dünyetdan.
[33] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdevgirvien.
[34] Taberânrnin Kabf/indan.
[35] Buharı, İstikraz: 4; Vekâle: 6; Müslim, Müsakât: 120;
Müsned, 4:268,416, 456.
[36] Tecrid-i Sarih Tere, 7:90 (H. 1039.)
[37] Hatib'in fan/finden.
[38] îbni Mürdeveyhıten.
[39] ibniAsakiföen.
[40] Tirmizİ, Zûhd: 26; Müsned, 4:160.
[41] IbniMâce, Zühd: 17; Taberânî, Hüsnü'!-Hulk: 9.
[42] Bağavtden.
[43] Bezzatdan.
[44] İbni Mübârek'in Zühdünden.
[45] Hatib'in far/frinden.
[46] Ebö Davud, Sünnet: 16. '
[47] Hatibin Tarifi] ve BeyhakVnin Ş/'fc>ü7-/marfından.
[48] Beyhaki'nin Şi'bü'l-îmartmdan,
[49] Ebû Ya'la'nın Müsnedı, Taberâni'nin Kebİfi ve
BeyhakVnin Şi'bü'Nmari möan.
[50] Taberânrnin Kebtt\ ve Hâkim'in MösfedreA'inden.
[51] Tirmizî, Sevabü'l-Kurân; 7; Dirimi, Fezailü'l-Kur'ân:
21.
[52] Sözler, s. 321.
[53] Beyhakî'nin $/'bü7-f/narfından.
[54] Buharı, Cihad: 40,41,135; Fezâilö's-Sahabe: 13;
Meğazî: 29; Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 48.
[55] TaberânTnin Kefe/finden.
[56] ibniMâce, Zühd: 37; Buharı, Tevhid: 31; Müslim, İman:
334, 345; Tirmizî, Daavat: 130; Darimî, Siyer: 28,
Rikak: 85; Taberâni,
Messü'l-Kufân: 26.
[57] Müsned, 3:157.
[58] Hâkim'in Müstedreklnden.
[59] Ebû Davud, Büyü1:81; Tirmizî, Vila: 7; Neseî, Hibe:
2,4; ibniMâce, Hibe: 5; Müsned, 1:234.
[60] Taberânînin Kebirinden.
[61] Hakİnttien.
[62] Ateşe/, Hacc: 134; Müsned, 2:11.
[63] Ebû Nuaym'ın Mar/fösinden.
[64] Darekutnînin Efradından.
[65] Rafiî'nin Tarihinden.
[66] Ebû Davud, Edeb: 87.
[67] Taberârtfnin Evsaf ı ve Beyhaki'nİn Şi'bû'l-îmarf
\ndan
[68] IbniAsakirve Ebû Nuaym'ın Hf/ye'sinden.
[69] IbniMâce, Et'ıme:51
[70] Ibni Mâce, Et'ıme: 55.
[71] IbniMâce, Mukaddime: 19.
[72] Taberânrnin /Cebf/'inden.
[73] Buharı, Fezâilû'l-Kur'ân: 27; Menakıb: 23; Tirmizî,
Birr: 71; Müsned, 4:193,194.
[74] EbüDavud, Edeb:20.
[75] Hatib'in Tariflinden.
[76] Ha/r/m'den.
[77] Taberânînin Kebîrinden.
[78] Müslim, İlim: 9; Timizi, Fıten: 34; IbniMâce, Fiten:
25.
[79] Taberânînin Kebîrinden.
[80] Mûsned, 6:381; Ebû Davud, Salât: 59.
[81] Müslim, Nikâh: 123; Ebû Davud, Edeb: 32; Müsned, 3:69.
[82] Buharı, Tabir: 45; Müsned, 2:96,119.
[83] Buharî, Edeb: 6; İman: 16; Diyat: 2; Istitabe: 1;
Tirmizî, Tefsir-i Sûre: 4;
Nesei, Tahrim: 3;
Kasâme: 48.
[84] IbniMâce, Nikâh; 50; Tirmizî, îman: 6.
[85] Taberânfrıin /Cebi/inden.
[86] Müsned, 4:62;
[87] Taberânİ'nin Evsafından.
[88] İnsan Sûresi, 30.
[89] Ibnünneccaı'dan.
[90] Hâkim'in MöstedreKlnden.
[91] Ebû Nuaym'ın Hılye'si ve Beyhaki'nİn
Şi'bü'l-îmarimâan.
[92] Buhari, Sulh: 8; Cihad: 12; Müslim, Kasame: 24;
Timizi, Cehennem: 13.
[93] Buharı, Enbiya: 54; Edeb: 78; Ebû Davud, Edeb: 6; Ibni
Mâce, Zühd: 17; Taberânî, Sefer; 46. Müsned,
4:121,122,273.
[94] Halib'in Tariflinden.
[95] Taberânînin Kebirinden.
[96] Taberânfnin Kebîfinden.
[97] Şirazî'nin Arab'ından.
[98] Müsned, 6:19,77.
[99] Taberanî'nin Kebiri ve Beyhaki'nin Şi'bü't-lmartmdan.
[100] S/cz/den.
[101] Hâkİm'in MüstedrekindBn.
[102] Buharı, Hums: 19; Cihad: 37; Vesâyâ: 9; Dârimi, Zekât:
20; Müsned, 4:93, 98.
[103] Müslim, Zekât: ,61.168; Noseİ, Zekât: 95,97.98;
Taberânİ, Sadaka: 13; Müsned, 1:200, 201,
290.
[104] Ebû Davud, Edeb: 61; Dârimi İstizan: 59.
[105] Taberânfnin Kebirinden,
[106] Buharı, Ahkâm: 7; Neseî, Be/a: 39; Kudat: 56; Müsned,
2:448.
[107] Tirmizî, Fiten: 79.
[108] Ahmed bin Hanbel'in Zühdünden.
[109] Neseî, Nikâh: 11; Ibni Mâce, Nikâh; 8; Müsned, 3:158,
245,254; 4:349, 351.
[110] Bezzar, Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.
[111] IbniMâce, Zühd: 20; Müsnsd, 4:94.
[112] Hatib'İn fanfinden.
[113] IbniMâce, Keffarat:5.
[114] Buharı, Buyu1: 79; Müslim, Müsakât: 101,102,104.
[115] Ebû Davud, Taharet: 94; Tırmizi, Tahare: 82; Ebû
Davud, Vudû: 76; Müsned, 6:256.
[116] Buharı, Ahkâm: 4; Âhad: 1; Megazî: 59; Müslim, Imare:
39, 40; Ebû Davud, Cihad: 87; Neseî, Beya: 34.
[117] Buharl Şehadât: 27; Ahkâm: 20; Hıyel: 10; Müslim,
Akdıye: 4,7; Dârimî, Mukaddime: 20.
[118] Buharî, Cenâiz: 43; Müslim, Fezâil: 62; IbniMâce,
Cenâiz: 53; Müsned, 3:237,250.
[119] Dârekutnî'nin Efradı ve Hatibin Tar/tfinden.
[120] Buharı, Vuzu'; 11; Neseî, Tahare: 20; Müsned, 5:416,
421.
[121] Ibni Adiyyln el-Kâmit inden.
[122] Taberânînin Kebirinden.
[123] Ibni Sad'ın TabakkU ve Hâkim'in Müsîedrek'mden.
[124] Buharîm Edeb'i, Hâkim'in Müstedrek'ı ve BeyhakVnin
Ş/'bü'/-/marfından.
[125] Buharî'nin Tariflinden.
[126] Buharı, Vüzu': 58; Edeb: 80; Sbü Davud, Tahare: 136;
Tirmizî, Tahare: 112; Ateşe», Tahare: 44.
[127] Müslim, Talak: 29; Tirmizî, Tefsîr-i Sûre: 66; Müsned,
3:328.
[128] Neseî, Büyü': 97; IbniMâce, Sadakat: 16; Müsned,
4:35,36.
[129] Buhar!, bfzan: 11; Müslim, Edeb: 41; Tirmizî,
Isti'zan: 17; Müsned, 5:330,335.
[130] Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azim, 3:291.
[131] Nur Sûresi, 27, 28.
[132] Tefsîrû'l-Kur'âni'l-Azîm, 3:290; Üsdü'l-Gâbe, 2:283.
[133] Tecrid-i Sarih Tercümesi, 12:167.
[134] A.g.e., 12:169.
[135] Tecrİd-i Sarih Tercümesi, 12:324.
[136] Nur Sûresi, 58, 59.
[137] Taberânfnin Keft/Vinden.
[138] Muhammedbin Mansuf dan.
[139] Müslim, Tahare: 16.
[140] Râfirnin fanft'inden
[141] Keşfü'l-Hafâ, 2:9.
[142] Tirmizî, Zekât: 28.
[143] Taberânfnin Kebiri ve Hâkim'in MüstedreKMen
[144] Buharı, Fezâilül-Kur'ân: 23, Müslim, Müsafirîn: 226;
IbniMâce, Edeb: 52; Ateşe/, Iftitah: 37; Taberânî, Kuran: 6; Mösned, 2:17,23.
[145] Buhar!, Zebâih: 31; Büyü': 38; Müslim, Birr: 146; Ebû Davud,
Edeb: 16; Müsned, 4:404,405, 408
[146] Furkan Sûresi, 29.
[147] Müslim, İlim: 2
[148] IbniMâce, Mukaddime: 7/46.
[149] Buharı, Savm: 6; Büyü': 49; Müslim, Fiten: 8; Tırmizî,
Fiten: 10; Zühd: 26; Müsned, 2:392,6:105.
[150] Hak iim'den
[151] Beyhakî'nih Şfbv'l-fmâtfmâan
[152] Buharı, Cuma: 7; îdeyn: 1; Büyü1:40; Hibe: 27,29;
Cihad: 177; Müslim, Libas: 6-10; Ebû Davud, Salât: 213;
Neşet, îdeyn: 5; Zînet:
83, 85, 90; Müsned, 1: 46, 49; 2:20.
[153] IbniMâce, Libas: 19.
[154] Tirmizî, Cihad: 24; Müsned, 5:198.
[155] Müslim, Zikir: 41; Ebû Davud, Vitir: 26.
[156] Tirmizî, Daavat: 24
[157] Buharı, Merzâ: 3,13,16; Müslim, Birr: 45; Dârimî,
Rikak: 57; Mösned, 1:381,441,455.
[158] Müslim, Birr: 87.
[159] Taberânî'nin Ksb/Vİnden
[160] Tabakât, 8:224.
[161] Hayatü's-Sahabe Tere, 3:178.
[162] Tirmizİ, Menâkıb: 31; Mösned, 3:14,17,26,59; 5:182.
[163] A/esef, Bey'a: 18; fbniMâce,Cihad: 43;
Taberânî,Bey*a:2; Müsned, 6:357,404,459.
[164] Buharı, Megâzi: 61; Müslim, Zekât: 144; Müsned, 3:4,
[165] Bubari, Ezan: 65; Müslim, Salât: 191; Müsned, 3:109
[166] Müslim, Hibat: 14-16; Neseî, Nahl: 1; Müsned,
4:268,270,273,276.
[167] Müslim, Hibât: 13-19.
[168] İbni Nafi’den.
[169] Müslim, Tİrmizive MûsnedĞen.
[170] Taberârrfnin Keb/lr'inden.
[171] Taberârrînin Kefe/Zinden.
[172] Nahl Sûresi, 90.
[173] Buhâri, Edeb: 13; Tirmizî, Birr: 16.
[174] Hâkim'in MüstedreK'ı ve Beyhaki'nin Şi'bü'l4mart\r\dan.
[175] TaberânîTıin Kebîf'ınâen.
[176] Timizî, Ubas: 38.
[177] Hayatü's-Sahabe, 2:472.
[178] Taberânfnin Keö/Ti'nden.
[179] Taberânînin Kebît'ı ve Beyhaki'nin Şi'bü'i-îmarfmöan.
[180] Hakînföen.
[181] Taberânfnin Kebîrinden
[182] Mösned, 5:238.
[183] Taberânrnin KetoVinden.
[184] Müsned,3:184,191.
[185] Taberânî'nin Kebirinden
[186] Neseî, Siyam: 84,83.
[187] Neseî, Zekât: 84.
[188] Beyhakt'nin, Şi'bü'i-lmariıodan.
[189] Buharı, Cihad: 52,61,97,167; Megazİ: 54; Müslim:
Cihad: 78,80; Timizi, Cihad; 15; Müsned, 4:280,281.
[190] IbniSa'd'ın Tabaka:1 ırıcan.
[191] Tİrmkî, Menakıb: 1; Dârimî, Mukaddime: 8.
[192] Müslim, Fezâil: 3; Ebû Davud, Sünnet: 13; Tirmizî,
Menakıb: 1; IbniMâce, Zühd: 37; MüsnedZ 540; 3:2. 1473.
[193] Hâkim'in MöstedreKinden.
[194] Ibnünneccafdan.
[195] Ibni Asafdfden.
[196] İbni Adiyyin el-Kâmit\, Taberânî'nin Keö/Yi ve
Hâkim'in MüstedreK'ınden.
[197] Buharı, Bedü'l-Halk: 64.; Enbiya: 68.
[198] Buhari, Talaı: 25; Edeb: 24; Müslim, Zühd: 42; Ebû
Davud, Edeb: 123; Timizi Bir: 14; Taberânî, Şiir: 5;
Müsned, 2:375
[199] IbniMâce, Ticârât: 64; Müsned, 2:179,204,214.
[200] İbni Mâca, Ticârât: 65.
[201] bni Ebi'd-Dünyâdan.
[202] Kazâîdon.
[203] Darekutnî'nin Efrarfından
[204] [Enfal Sûresi, 32.]
[205] Timizi Tefsir-i Sûre; 4, 8
[206] Beyhaki'nin Şi'bü'l-İmariından.
[207] Lem'alar, s. 9.
[208]
Sözler, s. 187.
[209] Ebû Davud, Edeb: 98; A/ese/, lstiâzer-1.
[210] Tirmizî, Tefsir-i Sûre: 23.
[211] Müslim ve Ebu Davuddau.
[212] Buharı, İkrah: 7; Müsned, 3:99.
[213] Müsned, 5:158.
[214] Müslim, Zühd: 9; Tirmizi, Kıyım»: 81; Ubu: 31; hnl
Mâca, Zühd: 9.
[215] TaberânFnin Kebîrinden.
[216] Bezzarve Taberânînin Kebîrinden.
[217] Buharı, Zekât: 22; Hibe: 15; Müslim, Zekât: 88,89;
Müsned. 6:139,160,345,346,353,354.
[218] Ebû Davud, Eşribe: 5; Timizi Eşribe: 3; Nesei, Eşribe:
25; Ibni MAce, Eşrlbo: 10.
[219] Taberânrnin Keb/Yinden,
[220] Müslim, İmân: 106.
[221] Ebû Davud, Edeb: 71.
[222] Münâzarât.s. 103,104.
[223] Ebû Bekir el Merziban'ın Kitabü'l-Mürûetinden.
[224] Buhari, M*nakıbü'l-Er>aAr: 12; Müslim,
Fezallü's-Sahabe, 123,125; Tırrnızi, Menakıb: 50; Ibni Mice,
Mukaddeme: 11; Müsned, 3:234; 296; 4:352.
[225] Ebû Nuaym'ın Hı/yt'sindtn,
[226] Tirmizî, Cennet: 8,12; Dârimî, Rikak: 104; Müsned,
2:295,343;5:232,240,