1952. [3:376, Hadîs No: 3686]

Saffan bin Süleym'den rivayetle:

Seyahata çıkın ki, sıhhat bulaşınız.[1]

 

1953. [3:377, Hadîs No: 3692]

Ebû Kırsafete rivayet ediyor:

Benden duyduklarınızı nakledebilirsiniz. Fakat asla yalan katma­yın. Kim benim söylemediğim şeyi söyledi diye benim adıma yalan söylerse, Cehennemde kendisi için bir ev yapılır. Orada yaşar.[2]

 

1954. [3:377, Hadîs No: 3693]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

İnsanların anlayıp kavrayacakları dilden konuşun. Onların Allah ve Resulünü yalanlamalarını ister misiniz?[3]

 

Mesele öğretmek, başkalarına birşeyler anlatmaksa, muhatabın zekâ, kabi­liyet ve anlayış seviyesini göz önünde bulundurmak gerekir. Bir ilkokul çocuğu­na üniversite talebesine verilen ders verilmez. Çocuğa, çocukça bir dille anlat­mak gerekir. Rabbimiz de kelâmını bizim anlayabileceğimiz bir dille göndermemiş midir? Anlayış kapasitemizin üstünde gönderseydi, değil anlamak inkâr et­mek işten bile olmazdı.

Bilhassa Islâmı tebliğle görevli kimselerin bu hadisteki ikaza çok dikkat et­meleri gerekir. Muhatabın kültür, idrak ve anlayış seviyesini iyi hesaplamalı; ak­lı almadığı için kabullenemeyeceği, inkâr ve itiraz edebileceği gerçekten haya­liyle anlatmamalıdır. Derin hakikatleri akla yaklaştırmak için gerek Kur'ân ve gerekse hadislerde verilen örnekler bize rehber olmalıdır.

Muhatabın ilim ve kültür seviyesi dikkate alınmadan anlatılan bir kısım me­seleler, muhatapta ters tepki uyandırıp inkârına sebep oluyor, Allah'ı ve Pey­gamberi yalanlamaya götürüyorsa, meselâ okunan âyeti ve söylenen hadisi, il­mi anlamaya, aklı kavramaya müsait olmadığı için, "böyle şey de olur mu canım? Bu akla yatmıyor" gibi bir ifade kullanarak inkâra sapıyorsa bunda önemli bir sorumluluk da anlatan kişiye düşmektedir. Maksat insanlara hak ve hakikati kabul ettirmekse, bunun usûlüne de riâyet etmek gerekir. Aksi halde kaş yapayım derken göz çıkarılmış olur.

 

1955. [3:378, Hadîs No: 3694]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Cebrail, bana Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu anlattı: '"La ilahe illallah' Benim kalemdir. Oraya giren azabımdan emin olur."[4]

 

1956. [3:379, Hadîs No: 3697]

Osman'dan (r.a.) rivayetle:

Aziz ve celil olan Allah yolunda bir gece nöbet beklemek; gecesi nafile ibâdetle, gündüzü nafile oruçla geçirilen bin günden fazîletli-dir.[5]

 

1957. [3:380, Hadîs No: 3702]

Âişe rivayet ediyor:

İnsanlardan her yumuşak huylu, ince kalbli, hoş geçimli ve cana yakın kimse Cehennem ateşine haram kılınmıştır.[6]

 

1958. [3:381, Hadîs No: 3705]

Büreyde'den (r.a.) rivayetle:

Allah yolunda cihada çıkan mücâhidlerin hanımlarının cihada çık­mayanlara haram oluşu tıpkı annelerinin kendilerine haram oluşu gibidir. Her kim mücâhidlerden birinin ailesinin işleri konusunda bii vazife alır da ona riâyet etmeyip hainlik ederse, Kıyamet Günü bu adam mücâhidin karşısında durdurulur ve kendisine şöyle denir; "Bu, senden sonra ailenin işlerini üzerine almış ve hainlik etmişti. Dolayısıyla iyiliklerinden istediğin kadarım al." O da onun sevabın­dan istediği kadar alır. Emânete ihanet etmiş olan bu adamın seva­bından geride birşey kalacağını mı sanıyorsunuz?[7]

 

1959. [3:381, Hadîs No: 3706]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Komşunun malının, namusunun ve buna benzer şeylerinin ha-ramlığı, kanını dökmenin haramhğı gibidir.

 

1960. [3:381, Hadîs No: 3707]

Abdullah bin Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle:

Müslümanın malının haramlığı, kanının haramlığı gibidir.[8]

 

1961. [3:383, Hadîs No: 3712]

Muaz bin Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Müezzinin namaza çağırdığını duyup da dâvetine uymaması, bir mü'min için kötülük ve hayırdan mahrumiyet olarak yeterlidir.[9]

 

1962. [3:383, Hadîs No: 3715]

Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

"Hasbiyallâhü ve ni'mel vekîl (Allah bana kâfidir. O ne güzel ve­kildir)" sözü her korkan kimse için bir emniyet kaynağıdır.[10]

 

1963. [3:384, Hadîs No: 3716]

Ebû Sabit rivayet ediyor:

Yaratıcıma olan ümidim bana yeter. Dünyamdan dinim bana ye­ter.[11]

 

1964. [3:384, Hadîs No: 3717]

Ammar bin Yasir'den (r.a.) rivayetle:

Güzel ahlâk, Allah'ın yarattığı en büyük şeydir.[12]

 

1965. [3:384, Hadîs No: 3718]

Enes (r.a.) rivayet ediyor: Güzel ahlâk dinin yansıdır.[13]

 

1966. [3:384, Hadîs No: 3719]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Güzel ahlâk, günahları güneşin buzu erittiği gibi eritir.[14]

 

1967. [3:385, Hadîs No: 3722]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle: Hüsn-ü zan güzel ibâdetlerdendir.[15]

 

1968. [3:386, Hadîs No: 3725]

Cabir (r.a.) rivayet ediyor:

Emri altındakilere karşı güzel davranmak, hayır ve berekete vesi­ledir. Kötü ahlâk uğursuzluktur, iyilik, Ömrün artmasına vesîledir. Sadaka kötü kazayı önler.[16]

 

1969. [3:387, Hadîs No: 3726]

Bera binÂzib'den (r.a.) rivayetle:

Kur'ân'ı seslerinizle güzeli eştirin. Çünkü güzel ses Kur'ân'm gü­zelliğine güzellik katar.[17]

 

Başka bir hadiste de güzel sesin, Kur'ân'm süsü olduğu[18] bildirilmiştir. Başka hadislerinde de Peygamberimiz Kur'ân'ı güzel sesle okuyanları teşvik ve iltifat etmiştir. Birgün Ebû Musa'l-Eş'ârî'nin güzel sesiyle Kur'ân okuduğunu görünce, "Ey Ebû Musa! Sana Hz. Davud'un güzel nağmelerinden bir nağme verilmiştir[19] buyurmuş, içe işleyen sesiyle Huzeyfe'nin âzadlı kölesi Salim'in Kur'ân okudu­ğunu işittiğinde de şöyle iltifatta bulunmuşlardı: "Allah'a hamdolsun ki, ümmetim içinde böyle insanlar var."[20] Allah'ın, Kur'ân'ı güzel ve terbiye edilmiş bir sesle okuyan kimseye güzel okuyuşuna karşılık hiçbirşeye verilmeyen bir sevap veril­diğini de[21] bildirmiştir ki, bunun kadar güzel sesle Kur'ân'ı okumanın önemini an­latan bir husus olamaz.

Niçin Kur'ân'm güzel sesle okunmasının bu kadar önemi vardır ve neden Peygamber Efendimiz (a.s.m.) güzel sesle okuyanlara böylesine bir iltifatta bu­lunmaktadır?

Yukardaki hadiste bunun önemli bir sebebi üzerinde durulmakta ve güzel se­sin "Kur'ân'ın güzelliğine güzellik kattığı" belirtilmektedir.

Kur'ân bütünüyle güzeldir. Güzei ses herşeyden önce o güzelliği yansıtır, dikkatleri üzerine çeker, tefekküre sevkeder. Bülbül gibi kuşların seslerinin ruha işlediği düşünülürse hoş bir sâdâ, yakıcı bir ses, ruha işleyici bir edâ ile bülbül sesli hafızlar tarafından okunan Kur'ân'm insanda yapacağı etkileri anlamak güç olmasa gerek.

Herşeyden önce Allah'ın kelâmı en mukaddes kelâmdır. Onu okurken, din­lerken gereken saygıyı göstermek, islâmın gereği olduğu kadar onu güzel ses­le okumak da ona olan saygının ifadesidir. Açıktan ve güzel sesle Kur'ân'ı oku­mak, dinleyenlerin gönlünü Islama meylettirir, dine olan bağlılık ve hürmetlerini arttırır. Ruhları büyüler, kalbleri yatıştırır, huzur, sürür ve sükûn verir. Ruhları okşuyan güzel bir sesle Kur'ân'ı dinleyerek hidayete eren kimselerin varlığı da bilinen bir gerçektir.

Kur'ân'] güzel bir sesle okumak demek, teğannîye kaçmadan, ağzı sağa so­la bükmeden hoş ve tatlı bir sâdâ ile onu okumak demektir.

Böyle bir sesle okunan Kur'ân'ı dinleyen insan, Allah'ın kelâmını dinleme, onu anlamaya çalışma ve düşünme fırsatı bulur. Allah yoluna girme, onda se­bat etme, gayret gösterme, kötülüklerden uzaklaşma çabası içerisine girer.

Bu hadisten sesleri güzel olmayan kimselerin Kur'ân okumamaları gibi bir mânâ çıkarılmamalıdır. Aslında bu hadiste bir Allah vergisi olan güzel seslerin yanında sesleri tecvid ve kıraat kaidelerine göre terbiye etmenin önemine dik­kat çekilmiştir.

 

1970. [3:387, Hadîs No: 3727]

Yala bin Mürre (r.a.) rivayet ediyor;

Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Allah Hüseyin'i seveni sev­sin.[22]

 

1971. [3:387, Hadîs No: 3728]

 

İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Mallarınızı zekâtla emniyet altına alınız. Sadaka vermekle hasta­larınızı tedavi ediniz. Belânın gelmemesi için duâ ediniz.[23]

 

1972. [3:389, Hadîs No: 3733]

-İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor;

Küçük çocuğun birşcyi hafızasına alması taş üzerine kazılan na­kış gibi kalıcıdır. Kişinin yaşlandıktan sonra birşeyi hafızasına alma­ya çalışması ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.[24]

 

Bu hadis, çocuk yaşta öğrenmenin önemini vurgulamaktadır. Nasıl taşa ka­zılan yazı, kolay kolay silinmezse, küçük yaşlardayken öğrenilen bilgiler de ko­lay kolay unutulmazlar. Onun içindir ki ebeveyn, çocuklarına daha küçük yaşlardayken okuma şevk ve hevesi yanında zarurî ve öz bilgileri verirlerse, çocuk hem çok şey öğrenir, hem de hayatını sağlam bir temel üzerine oturtmuş olur. Yaşlılıkta öğrenilenler ise suya yazı yazmak gibidir ki, çabuk unutulur ve silinir. Âdeta bu yorgunu yokuşa sürmeye benzer. Fazla başarı elde edilmez. Bu ger­çekle beraber insan yaşlıyken de birşeyler öğrenebilir. Bu hadis yaşlılıkta ilim öğrenmenin imkânsızlığına değil, çabuk unutulacağına dikkat çekmektedir. Yoksa mü'min ölünceye kadar öğrenmekle mükelleftir.

 

1973. [3:390, Hadîs No: 3736]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle;

Bir Müslümanm diğer Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: (1) Karşılaştığında kendisine selâm ver. (2) Seni davet ettiğinde dâveti­ne icabet et. (3) Senden nasihat istediğinde yol göster. (4) Aksırıp 'El­hamdülillah* dediğinde, fYerhamükellah [Allah sana merhamet et­sin]' de. (5) Hastalandığında kendisini ziyaret et, (6) Öldüğünde ce­nazesine katıl.[25]

 

1974. [3:391, Hadîs No: 3738]

Temim ed-Dâri (r.a.) rivayet ediyor;

Erkeğin hanımı üzerindeki hakkı yatağım terk etmemesi, dîne ters olmayan bir hususta yemin ettiğinde yeminini doğru çıkarması, sözünü dinlemesi, izni olmaksızın dışarı çıkmaması, hoşlanmadığı kimseleri evine almaması.

 

1975. [3:391, Hadîs No: 3740]

Muâviye bin Hayde'den rivayetle:

Kadının kocası üzerindeki hakkı şunlardır: Yemek yediğinde ona yedirmesi, birşey giydiğinde ona da giydirmesi, yüzüne vurmaması, "Çirkinsin" gibi sözlerle hakaret etmemesi, cezalandırmak düşünce­siyle evinin dışındaki bir yerde onu terk edip yalnız bırakmaması.

 

1976. [3:393, Hadîs No: 3741]

Ebû Muaviye bin Hayde rivayet ediyor:

Komşu hakkı, hastalandığında ziyaret etmen, öldüğünde cenazesi­ne katılman, borç istediğinde vermen, fakir düştüğünde bunu olur ol­maz yerde söylememen, güzel bir şeye kavuştuğunda tebrik etmen, başına bir musibet geldiğinde teselli etmen, binam onun binasından yüksek yapıp da evinin hava almasına engel olmaman, komşuna göndermeyeceksen, yaptığın yemeğin kokusuyla ona sıkıntı verme-mendir.

 

1977. [3:393, Hadîs No: 3742]

Ebû Rafi'den (r.a.) rivayetle:

Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona okuma yazmayı, yüzmeyi, ok atmayı öğretmesi ve ancak helâl rızıkla beslemesidir.

 

1978. [3:394, Hadîs No: 3743]

Ebû Hüreyre (r.a.) Resâlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Çocuğun babası üzerindeki hakkı güzel isim koyması, evlenecek yaşa geldiğinde evlendirmesi ve ona Kur'ân'ı Öğretmesidir.

 

1979. [3:394, Hadîs No: 3746]

Âişe'den (r.a.) rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, iyi bir anne ve eğitimi için uygun bir muhit seçmesi ve güzel bir terbiye vermesidir.[26]

 

1980. [3:395, Hadîs No: 3749]

Muaz bin Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Bir meclisten ayrılırken oradakilere selâm vermesi, kişinin üze­rinde bir haktır. Bir meclise uğradığında da selâm vermesi kişinin üzerine haktır.[27]

 

1981. [3:395, Hadîs No: 3750]

Ebû Büreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın haram kıldığı şeyden korunmak için evlenen kimseye yar­dım etmek, Allah üzerine bir haktır.[28]

 

1982. [3:396, Hadîs No: 3751]

Mesrâk'ten rivayetle, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Kişinin tenha bir yere çekilerek tek başına kalıp günahlarını ha­tırlayacağı, bu günahlardan dolayı Allah'tan af ve mağfiret dileyece­ği anlarının olması, güzel bir şeydir.[29]

 

1983. [3:396, Hadîs No: 3754]

Ebû Mâlik el-Eş'art'den (r.a.) rivayetle:

Dünyanın tatlılığı âhirette acıdır. Dünyanın acılığı âhirette tatlı­dır.[30]

 

1984. [3:396, Hadîs No: 3757]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Hamza Kıyamet günü Şehidlerin efendisidir.[31]

 

1985. [3:397, Hadîs No: 3759]

Hz. Hüseyin (r.a.) rivayet ediyor:

Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kim­seler, Kıyamet Günü Cennet ehlinin rehberleridir.[32]

 

1986. [3:397, Hadîs No: 3760]

Ibni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Kur'ân'ı ezberleyen, yaşayışıyla onun hükümlerine ayna olan kim­se Allah'ın dostudur. Dolayısıyla onlara düşmanlık besleyen Allah'a düşmanlık beslemiştir. Onları dost edinen Allah'ı dost edinmiştir.[33]

 

1987. [3:398, Hadîs No: 3762]

Mersed bin Abdullah Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Erkeklerden vezirim Zübeyr bin Avvam, kadınlardan ise Âişe'dir.[34]

 

1988. [3:398, Hadîs No: 3763]

İbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Sizden Önceki ümmetlere mensup bir adam hesaba çekilir. Yaptığı hiçbir hayıra rastlanmaz. Ancak o kimse dünyada iken hali vakti ye­rinde biriydi. İnsanlarla haşir neşir olur, hizmetçilerine fakir olan borçlularını affetmelerini emrederdi. Aziz ve celil olan Allah melek­lere şöyle buyurur: 'Biz aynısını yapmaya ondan daha çok lâyıkız. Siz de onu affedin/[35]

 

1989. [3:399, Hadîs No: 3765]

Abdullah binAmr (r.a.) rivayet ediyor:

Benim havzımm genişliği bir aylık mesafedir. Kare şeklinde olup dört kenarı eşittir. Suyu sütten daha beyazdır. Kokusu misk koku­sundan daha güzeldir. Sürahileri gökteki yıldızlar kadardır. Ondan içen bir daha ebediyyen susamaz.[36]

 

1990. [3:400, Hadîs No: 3768]

tiz. Hasan (r.a.) rivayet ediyor:

Nerde olursanız olun bana salavat getirin. Şüphesiz salavatlarınız bana ulaşır.[37]

 

1991. [3:401, Hadîs No: 3771]

Bekr bin Abdullah'dan (r.a.) rivayetle:

Hayatım sizin için hayırlıdır. Siz benimle konuşuyorsunuz, ben si­zinle konuşuyorum. Ben öldüğümde  vefatım da sizin için hayırlıdır.

Amelleriniz bana gösterilir. Bir hayır bulursam Allah'a hamd ede­rim. Kötülük bulursam sizin için Allah'tan bağışlanma dilerim.[38]

 

1992. [3:402, Hadîs No: 3774]

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Binekli hacıya devesinin attığı her adıma karşılık bir sevap veri­lir.[39]

 

1993. [3:402, Hadîs No: 3775]

Ebâ Umâme'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Hacı giderken de, dönerken de Allah'ın koruması altındadır.[40]

 

1994. [3:417, Hadîs No: 3776]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Hacı ve Allah yolunda savaşa çıkan mücâhid Allah'ın elçileridir. Duâ ederlerse Allah kabul eder, bağışlanma dilerlerse Allah affeder.[41]

 

1995. [3:403 Hadîs No: 3780]

Büreyde bin Husayb'den (r.a.) rivayetle:

Çörek otunda ölümden başka her derde şifâ vardır.[42]

 

1996. [3:403, Hadîs No: 3781]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Baştan kan aldırmak hastalıklardan kurtarıcıdır. Ben Yahudî ka­dının zehirlediği yemeğini yediğimde Cebrail benden böyle yapmamı istemişti.[43]

 

1997. [3:405, Hadîs No: 3784]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle

Baştan kan aldırmak, sahibi Allah'tan şifâ aramayı niyet ederse, şu yedi derde devadır: Delilik, baş ağrısı, cüzzam, alaca hastalığı, uyuklama, diş ağrısı, göz kararması.[44]

 

1998. [3:406, Hadîs No: 3791]

Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Hac ve umreye giden kişiler Allah'ın elçileridirler. Birşey isterler­se, Allah kendilerine verir, duâ ettiklerinde dualarım kabul eder. Birşey verdiklerinde Allah yerini doldurur. Muhammed'in nefsi kud­reti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir kimse, bir tümsek üze­rinde tekbir getirirse ve bir tepe üzerinde 'Lâilâhe illallah' derse, ye­rin öteki ucuna varıncaya kadar önündeki herşey onun hesabına tekbir getirir ve 'Lâ ilahe illallah' der.[45]

 

1999. [3:406, Hadîs No: 3792]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Hac Allah yoludur. O yolda yapılan harcamaların sevabı yedi yüze katlanır.

 

2000. [3:406, Hadîs No: 3793]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Kabul edilen bir haccın mükâfatı Cennetten başka birşey olamaz[46].

 

2001. [3:409, Hadîs No: 3803]

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Hacerü'l-Esved Cennet yakutlarından beyaz bir yakuttur. Onu müşriklerin hatâları kararttı. O, Kıyamette Uhud Dağı büyüklüğün­de diriltilecek, kendisini selâmlayan ve Öpen kimse hakkında şeha-dette bulunacaktır.[47]

 

2002. [3:410, Hadîs No: 3805]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Hacerü'l-Esved, yeryüzünde Allah'ın eli yerinedir. Ona dokunan yolundan ayrılmayacağına dâir Allah'a söz vermiş olur.[48]

 

2003. [3:410, Hadîs No: 3809]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Dine titizlikle bağlılık, ancak ümmetimin salihleri ve hayırlıların­da bulunur.[49]

 

2004. [3:411, Hadîs No: 3812]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor: Harp hiledir.[50]

 

Siyâsî ve askerî bir düstur olan bu hadîs, düşmanı tuzağa düşürmek için harb oyunlarının kullanılabileceğine işaret eder. Peygamberimiz bunu kendi ha­yatında da tatbik etmiştir. Meselâ Ka'b bin Mâlik (r.a.), Peygamber Efendimizin (a.s.m.) savaşa çıkacağı zaman asıl maksadının aksi bir istikâmete gidip düş­manı yanılttıktan sonra asıl hedefe yöneldiğini ve "Harp hiledir" buyurduğunu ri­vayet eder.[51] Mekke'nin fethine çıkarken de Sahabîlere sefer için hazırlanmala­rını söylemiş, fakat bunu bir müddet gizli tutmuştu. Nereye gideceğini açıklama­ması bir nevi hîle idi.

Hamrâü'l-Esed seferinde beş yüz yere ateş yakılmasını, Mekke'nin fethine giderken de on bin ateş yakılmasını emrederek düşmana Islâni ordusunun ka-iabalık olduğu intibaını vermişti.

Seyfullah, yani Allah'ın kılına olarak tanınan Hâlid bin Velid de (r.a.) Mûte Savaşında iki ordu birbirinden ayrıldıktan sonra sağ kanattaki askerleri sol ka­nada, sol cenahtakileri sağ cenaha, arka saftakileri ön safa alarak yardımcı kuv­vet geldiği intibaını vermişti. Ertesi gün farklı insanları karşılarında gören düş­man ordusu, Müslümanlara destek kuvveti geldiğini zannederek paniğe kapıl­mıştı.

Bu hadis, bir taraftan Müslümanlara savaşta düşmana karşı hîle yapabile­ceklerine ruhsat verirken, diğer taraftan düşmanın da bu yola başvuracağını ih­tar ederek dikkatli olmaya davet etmektedir.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadislerinde de üç yerde söylenilen yatandan dolayı mes'ûl olunmayacağını bildirmiştir. Bu üç yerden birisi de sa­vaştır. Dolayısıyla bir Müslüman savaşta düşman tarafına İslâm ordusunun sa­yısı, yeri ve buna benzer hususlarda gerçek olmayan açıklamalarda bulunabilir. Ancak verilen sözü bozmak, meşru bir hîle değildir. Buna cevaz yoktur.

 

2005. [3:412, Hadîs No: 3814]

Vasile bin el-Eskâ (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Aç gözlü, helal olmayan yoldan kazanç sağlamak isteyen kimse­dir.[52]

 

2006. [3:412, Hadîs No: 3816]

Semüre bin Cündiib (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Dünyada itibar mal ile, âhirette ise şeref takva iledir.[53]

 

 

2007. [3:413, Hadîs No: 3817]

Enes'den (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

Hased ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir. Sada­ka suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder. Namaz mü'mi-nin nurudur. Oruç Cehenneme karşı kalkandır.[54]

 

2008. [3:413, Hadîs No: 3818]

îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor: İki kimseye gerçekten gıpta edilir:

Allah'ın kendisine Kur*ân öğrenmeyi nasip ettiği kimse ki sürekli onu okuyor; helâlini helâl, haramını haram biliyor. Diğeri de Allah'ın kendisine mal verdiği kimse ki bu malla akrabalarına iyilik ediyor. Allah'a itaatta bulunuyor. Böyle kimseler gibi olmayı arzu edesin.[55]

 

2009. [3:414, Hadîs No: 3819]

Ebû Saîd'den rivayetle:

Hased, öd ağacının balı bozduğu gibi, îmanı bozar.[56]

 

2010. [3:415, Hadîs No: 3821]

îbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Hasan ve Hüseyin Cennet gençlerinin efendisidir. Babalan onlar­dan daha hayırlıdır.[57]

 

2011. [3:415, Hadîs No: 3825]

Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Hakkın kökü Cennette, bâtılın kökü ise Cehennemdedir.[58]

 

2012. [3:415, Hadîs No: 3826]

Fadl bin Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Benden sonra, Ömer nerede ise hak da oradadır.[59]

 

2013. [3:416, Hadîs No: 3827]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Hikmet [eşyayı gerçek yüzüyle bilmek ve nasıl gerekiyorsa öyle davranmak], şereflinin şerefine şeref katar. Köleyi sultanların maka­mına oturtuncaya kadar yükseltir.[60]

 

2014. [3:416, Hadîs No: 3829]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Yemin, ya yerine getirilmemekle veya pişmanlıkla son bulur.[61]

 

Yemin, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda iddiaya kuvvet vermek; bir haberi, bir iddiayı kuvvetlendirmek için Allah adını anmak demektir. "Vallahi şu işi yaptım," veya "Yapmadım," "Vallahi doğru söylüyorum" ifâdeleri birer ye­mindir. Yemin ayrıca bir şarta bağlı olarak da yapılabilir. Meselâ, "Filan işi ya­parsam, Allah rızası İçin şu kadar oruç tutayım," "Bir daha babamla konuşur­sam, hanımım benden boş olsun" ifâdeleri birer yemindir.

Dinimizde yeminin mühim bir yeri vardır. Bir âyet-i kerimede yeminin ciddiye­ti ile ilgili olarak şöyle buyurulur:

"Herşeye yemin etmemek, ettiğiniz yemini unutmamak ve bozmamak, boz­duğunuz yeminin de keffâretini vererek yeminlerinizi muhafaza ediniz"[62]

İşte Peygamberimiz de bu hadislerinde Müslümanlara her olur olmaz şeye yemin etmemeleri îkazında bulunmaktadır. Çünkü bir insan bir şeyi yapmayaca­ğına yemin eder, fakat o şeyi mutlaka yapması gerektiğinde yemininden dolayı pişman olur veya yeminini bozar, "Yapmayacağım" dediği şeyi yapar, ancak keffâretini ödeyemediği için manen mes'ûl duruma düşer. Böylece de günahkâr olur. Öyle ise bir Müslüman her olur olmaz şeye yemin etmemelidir. Hele hele yemininde boşanmayı kesinlikle ağzına almamalıdır. Zira böyle bir yeminin so­nu çoğu kez pişmanlıkla neticelenir.

 

2015. [3:417, Hadîs No: 3830]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Yemin, malı sattırırsa da bereketini giderir.[63]

 

2016. [3:417, Hadîs No: 3831]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Öfkelendiğinde öfkesine hâkim olan halîm kişi, dünyada da efen­didir, âhirette de efendidir.[64]

 

2017. [3:418, Hadîs No: 3833]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Fatiha Sûresi, Kur'ân'm anası, Kitabın kaynağı, tekrar edilen ye­di âyettir.[65]

 

2018. [3:418, Hadîs No: 3835]

Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet etmiştir:

Hamd şükrün başıdır. Kul Allah'a hamd etmedikçe şükretmiş sa­yılmaz.[66]

 

2019. [3:418, Hadîs No: 3836]

Ömer (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Nimete hamd etmek, nimetin gitmesine karşı bir garantidir.[67]

 

2020. [3:419, Hadîs No: 3838]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Ateşli  hastalıklar,  Cehennem  ateşinin şiddetindendir.  Öyleyse onu su ile serinletin.[68]

 

2021. [3:419, Hadîs No: 3839]

Ebû Ümâme (r.a.) Resâlullah Efendimizin (as.m.) şöyle buyurduk­larını rivayet ediyor:

Ateşli hastalıklar, Cehennemden bir körüktür. Mü'mine isabet ederse, bu onun Cehennemden payı yerine geçer,[69]

 

2022. [3:420, Hadîs No: 3843]

Esed bin Kürz'den (r.a.) rivayetle:

Ateşli hastalıklar, ağacın yapraklarını döktüğü gibi, günahları dö­ker.[70]

 

2023. [3:422, Hadîs No: 3849]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Ateşli hastalıklar, şehidliktir.[71]

 

2024. [3:422, Hadîs No: 3852]

Semûre bin Cündeb'den (r.a.) rivayetle:

Hâmîm ile başlayan sûreler Cennet bahçelerinden bir bahçedir.[72]

 

2025. [3:422, Hadîs No: 3853]

Halil bin Mürre (r.a.) rivayet ediyor:

Kur'ân'm Hâmîm'le başlayan sûreleri yedidir. Cehennemin kapıla­rı da yedidir. Her bir Hâmîm gelerek bu kapılardan birinde durur ve şöyle duâ eder: "Allah'ım, bana inanıp da beni okuyan kimseyi bu ka­pıdan sokma!"[73]

 

2026. [3:423, Hadîs No: 3855]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:

Cennet hurileri meleklerin teşbihinden yaratılmışlardır.[74]

 

Yüce Allah itaatkâr kullan için Cennet gibi ebedî bir hayatta, gözlerin görme­diği, kulakların işitmediği, akılların anlamaktan âciz kaldığı nimetler hazırlamış­tır. İşte bu Cennet nimetlerinden birisi de "huriler" dir. Kur"ân-ı Kerimin pekçok âyetinde bu hurilerden söz edilir. Bu âyetlerden birisi şu mealdedir:

"Cennette sedefinde saklı inciler gibi, iri gözlü huriler vardır."

Peygamberimiz de pekçok hadislerinde hurilerden ve vasıflarından bahset­miştir. İşte bu hadislerinde de hurilerin meleklerin teşbihinden yaratıldığına dik­kat çekmektedir. Câmiü's-Sagîı'öe yer alan bir önceki hadislerinde de Peygam­berimiz hurilerin za'ferandan yaratıldığını bildirmiştir.

Peygamberimiz bu hadisleriyle hurilerin eşsiz güzelliklerine dikkat çekmekte­dir. İnsan, hurilerin güzelliğini tasavvur etmek isterse, gördüğü ve duyduğu en güzel şeyi düşünsün. Sonra onun neden yaratıldığına baksın. Meselâ en güzel bir insan bile topraktan ve bir damla sudan yaratılmıştır. Hurilerin yaratılış mad­desiyle mukayese edildiğinde, toprak ve meni hakir görülen şeylerdir. Zaferan ise güzel kokulu ve saklanan, değer verilen bir maddedir. Meleklerin teşbihleri de mukaddestir. Dolayısıyla hakir maddelerden birbirinden güzel insanlar yara­tıldığına göre, za'feran ve meleklerin teşbihi gibi güzel manevî şeylerden yaratı­lan huriler de elbette o nisbette güzeldirler. Cennette herşey Cennete lâyık bir tarzda olduğu gibi, Cennet kadınları da elbette Cennete lâyık bir tarzda yaratı­lacaklardır.

 

2027. [3:424, Hadîs No: 3856]

Numan bin Beşir (r.a.) rivayet ediyor:

Helâl da bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şey­ler vardır. İnsanların çoğu bunların helâl mi, haram mı olduğunu bil­mez. Şüpheli şeylerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüp­heli şeylere giren harama da düşer. Böylelerin durumu, tıpkı korulu­ğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya da­labilir. Dikkat edin! Her sultanın bir koruluğu vardır, iyi dinleyin! Allah'ın yer yüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir. Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o iyi olduğunda bütün beden iyi olur. O

 

2028. [3:424, Hadîs No: 3857]

Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Helâl da bellidir, haram da bellidir. Öyle ise seni şüphelendiren şeyi bırak, şüphelendirmeyen şeye bak.[75]

 

2029. [3:426, Hadîs No: 3861]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Haya ile iman arkadaş kılınmışlardır. Biri gidince, diğeri de gider.[76]

 

2030. [3:427, Hadîs No: 3864]

îmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:

Haya ancak hayır getirir.[77]

 

2031. [3:427, Hadîs No: 3865]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Haya imandandır. îman ise Cennete götürür. Hayâsızlık kabalık­tandır. O da Cehenneme götürür.[78]

 

2032. [3:428, Hadîs No: 3866]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:

Haya ve dili muhafaza îmandan iki bölümdür. Hayâsızlık ve dili kötüye kullanma ise, münafıklıktan iki bölümdür.[79]

 

2033. [3:428, Hadîs No: 3868]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Haya süstür. Takva şereftir. En hayırlı binek sabırdır. Musibet anında aziz ve celil olan Allah'tan kurtuluş beklemek de ibâdettir.[80]

 

2034. [3:429, Hadîs No: 3869]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Haya îmandandır. Ümmetimin en hayalısı Osman bin Afvan'dır.[81]

 

2035. [3:429, Hadîs No: 3870]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Haya on parçadır. Dokuzu kadınlarda, biri erkeklerdedir.[82]

 

2036. [3:430, Hadîs No: 3875]

Hz. Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Halid bin Velid, Allah'ın müşriklere karşı kınından sıyırdığı kılınçlardan bir kılınçtır.[83]

 

2037. [3:430, Hadîs No: 3877]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Halid bin Velîd, Allah'ın ve Resulünün kılmadır. Hamza, Allah'ın ve Resulünün arslanıdır. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Allah'ın ve Resu­lünün güvendiği kişidir. Hüzeyfe bin el-Yeman, Rahmanın seçkin kullarmdandır. Abdurrahman bin Avf, aziz ve celil olan Rahman için ticâret yapanlardandır.[84]

 

2038. [3:431, Hadîs No: 3878]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Müşriklere muhalefet edin. Bıyıklarınızı kısaltın, sakalınızı da bı­rakın.[85]

 

Her inancın, sistemin, dinin kendine göre şart ve özellikleri vardır. Eğer o inanç, sistem ve din bu şart ve özelliklerini koruyamaz, başkalarını taklide kal­karsa zamanla rayından çıkar, mahiyetini yitirir.

İslâm dini ise öylesine köklü, sağlam ve hiçbir yabancı unsura ihtiyaç bırak­mayacak inanç, ibadet ve muamelat esaslarına sahiptir ki herşeye kâfî ve vafî-dir. Binanın temelini andıran inanç esasları ibadet ve muamelattaki uygulama­lar sayesindedir ki varlığını ve canlılığını sürdürebilir. Tatbikata dökülmeyen inanç meyvesiz ağacı andırır.

Muamelatta dine ters düşen davranışlar içerisine girmek, başkalarına özen­mek de herşeyden önce dine saygısızlıktır ve maneviyattaki zayıflığın ifadesi­dir. Onun içindir ki inançta olduğu gibi muamelatta da Islâmın koyduğu esaslara uymak gerekir. Peygamberimiz, taklitçiliğin çeşitli zararları sebebiyledir ki başka milletlere benzememeyi, bunun bir örneği olarak da onlar gibi bıyıkları uzatma­mayı, sakalı ise tıraş etmemeyi tavsiye etmiştir.

 

2039. [3:431, Hadîs No: 3880]

Şeybe bin Ebî Kesir Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Sarhoş edici şey içilip yüz ekşidiğinde, sevaplar yüzden dökülür.[86]

 

2040. [3:431, Hadîs No: 3881]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Kocana hizmetin sadakadır.[87]

 

2041. [3:432, Hadîs No: 3883]

Urve Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Hatice, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır. Meryem, döne­mindeki kadınların en hayırhsıdır. Fâtıma, dönemindeki kadınların en hayırhsıdır.[88]

 

2042. [3:432, Hadîs No: 3885]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Sonunu iyice düşünerek işe el at. Sonunu hayırlı görürsen yap, kö­tülüğe varacağından korkarsan vaz geç.[89]

 

2043. [3:433, Hadîs No: 3888]

Ebû Hiireyre (r.a.) rivayet ediyor:

Yeterli veya yetersiz olsun harama girmeden hakkını al.[90]

 

2044. [3:433, Hadîs No: 3889]

Ibni Amr'den (r.a.) rivayetle:

Kur'ân'ı şu dört kişiden öğrenin: Ibni Mes'ud, Übey bin Ka'b, Mu-az bin Cebel ve Ebû Hüzeyfe'nin azadh kölesi Sâlim'den.[91]

 

2045. [3:435, Hadîs No: 3893]

Yâ'iş Zûzvâid (r.a.) rivayet ediyor:

İdarecilerin ihsanını, ihsan olarak kaldığı sürece alın. Fakat, Ku-reyş kıhnçla hâkimiyeti birbirinin elinden kapmaya çalışınca ve ih­san, dininizden taviz için rüşvet halini alınca terk edin.[92]

 

2046. [3:435, Hadîs No: 3894]

Numan bin Beşir'den (r.a.) rivayetle:

Onlarda,sizdehelakolmadanbeyinsizlerinizinkötülüklerineen-?elolun.  [93]                                                                                       

 

2047. [3:435, Hadîs No: 3895]

Ebû Hiireyre (r.a.) rivayet ediyor:

Cehenneme karşı kalkanınızı alın. 'Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allâhü ekber' deyin. Çünkü bunlar, Kıyamet Gü­nü söyleyenin önünden, ardından yürümek ve onu korumak üzere gelirler. Bunlar, Kur'ân'm belirttiği "bakî kalan sâlih amelleredir.[94]

 

2048. [3:437, Hadîs No: 3903]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

Ben, Adem'den itibaren babam ve annem beni dünyaya getirince* ye kadar, zina sonucu değil, hep meşru evlilikten doğdum. Cahiliyye gayr-i meşruluğundan hiçbir şey bana bulaşmamıştır.[95]

 

2049. [3:438, Hadîs No: 3905]

Abdullah bin Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Sizden önceki ümmetlerden bir adam güzel bir elbise giyinerek dı­şarı çıktı, böbürlene böbürlene yürümeye başladı. Bunun üzerine Al­lah yere onu yutması için emir verdi. Bu adam Kıyamete kadar yere batmaya devam edecektir.[96]                                                  

 

2050. [3:438, Hadîs No: 3906]  :

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Peygamberlerden biri, halkıyla beraber Allah'tan yağmur dileme­ye çıkmışlardı. Peygamber, o anda bir karıncanın duâ eder tarzda ön ayaklarını göğe doğru kaldırdığını gördü, şöyle dedi: "Dönünüz! Çün­kü bu karınca sebebiyle sizin isteğiniz yerine gelmiştir."[97]

 

2051. [3:439, Hadîs No: 3908]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Cuma günü, imamın hutbe için minbere çıkışı, namazı; konuşması ise konuşmayı keser.[98]

 

Peygamberimiz bu hadislerinde, hatip hutbe okumak üzere minbere çıktığın­da, camiye o anda gelenlerin farzdan önce kılınan dört rekat sünnet namaza başlamamalarına dikkat çeker. Camiye sonradan gelen kimse, hatibin minbere çıkmak için hazırlandığını görürse, bu namaza başlamaz, oturur. Kılmadığı o dört rekat sünnet namazı, Cumanın farzından sonra kılar.

Hadiste dikkat çekilen ikinci husus, hatibin hutbeye başlamasıyla konuşma­nın kesileceğidir. Evet, hatip hutbeye başladığında, cemaat susup dinlemeli, selamlaşmamalı, hattâ Peygamberimizin ismi anıldığında açıktan değil, içlerin­den salât ve seiâm getirmeli, yapılan duaya içten "âmin" demelidirler. Mesele o kadar önemlidir ki, Peygamberimiz başka bir hadislerinde hutbe esnasında ya­nında konuşan birisine "Sus" bile demenin hutbenin sevabını götüreceğine dik­kat çekmiştir.

Hutbe esnasında konuşma doğru olmayacağı gibi, her hangi btrşeyie meş­gul olmak da doğru değildir.

 

2052. [3:439, Hadîs No: 3909]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Allah korkusu her hikmetin başıdır. Şüpheli şeylerden titizlikle sakınmak, amellerin efendisidir.[99]

 

2053. [3:441, Hadîs No: 3914]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Şu iki haslet münafıkta birleşmez: Güzel bir dînî tutum ve dînde ince anlayış.[100]

 

2054. [3:441, Hadîs No: 3915]

Ebû Saîd'den (r.a.) rivayetle;

îki haslet vardır ki, mü'minde bir araya gelmezler: Cimrilik ve çir­kin ahlâk.[101]

 

2055. [3:442, Hadîs No: 3916]

Abdullah bin Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

îki şey vardır ki, bunları devamlı olarak yapan Müslüman, mu­hakkak Cennete girecektir. Bu iki işi yapmak çok kolaydır. Ne var ki yapan da pek azdır.

1. Müslüman, her namazın sonunda on defa "Sübhanallah," on de­fa "Elhamdülillah," on defa "Allâhü ekber" der. Bunların [beş vakit namaz hesabıyla] sayısı yüz elliyi bulur. Fakat, âhiret terazisinde se­vapları bin beş yüzdür.

2. Yatacağı zaman da, 34 defa "Allahü ekber," 33 defa "Elhamdü­lillah," 33 defa da "Sübhanallah" der ki, bunların toplamı da yüz eder. Fakat âhiret terazisinde, sevapları 1000'dir.

Hanginiz bir gece ve gündüzde 1500 günah işliyor ki?[102]

 

2056. [3:442, Hadîs No: 3918]

Abdullah bin Amr'dan (r.a.) rivayetle:

İki haslet vardır ki, kimde bulunurlarsa Allah onu şükredici ve sab-redici olarak yazar. Bulunmazsa, Allah onu şükredici ve sabredici ola­rak kaydetmez. Bunlar: Dîni konusunda kendisinden daha üstün ola­na bakıp onu-'örnek alan. Dünyası konusunda ise kendinden daha aşağıda olanlara bakıp kendisine verdiği üstünlükten dolayı Allah'a hamd eden. İşte Allah, bu kimseyi şükredici ve sabredici olarak yazar.

Dini yaşayışta kendisinden daha aşağıda olana bakıp onu örnek alanı ve dünyası konusunda ise, kendisinden daha yukarıda olana bakıp elde edemedikleri şeyler için hasret çeken kimseyi, şükredici ve sabredici olarak yazmaz.[103]

 

2057. [3:442, Hadîs No: 3919]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

İki şey vardır ki, onları başkalarından esirgemek helâl olmaz: Su ve ateş.[104]

 

2058. [3:443, Hadîs No: 3923]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Aranızda iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıhrsanız, yoldan sapmazsınız. Biri Allah'ın Kitabı, diğeri de benim Sünnetimdir. Bun­lar, Kevser Havuzuna varıncaya kadar birbirinden ayrılmazlar.[105]

 

2059. [3:444, Hadîs No: 3924]

îbniAmr'dan (r.a.) rivayetle:

İki haslet vardır ki, Allah onları sever. İki haslet de vardır ki, Al­lah onlardan nefret eder: Allah'ın sevdiği iki hasletten biri cömertlik, diğeri ise maddî ve manevî fedakârlıktır. Allah'ın nefret duyduğu iki haslet ise, biri kötü ahlâk, diğeri de cimriliktir. Allah, bir kulunun hayrını dilerse, onu insanların ihtiyaçlarını gidermede istihdam eder.[106]

 

2060. [3:444, Hadîs No: 3926]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allah, Adn Cennetini yarattı. Ağaçlarım özel bir itina ile dikti. Sonra da ona "Konuş" buyurdu. O da, "Mü'minler muradlarma erdi­ler" dedi.[107]

 

2061. [3:445, Hadîs No: 3928]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Allah Adem'i Kendi sureti üzere yarattı. Boyu 60 arşındır. [1 arşın 68 cm'dir] Sonra şöyle buyurdu: "Git şu oturan melekler topluluğuna selâm ver. Onların verecekleri karşılığı dinle, işte o senin ve neslinin selamlaşması olacaktır." Hz. Âdem gitti, "Es-Selâmü aleyküm" dedi. Melekler, "Es-Selâmü aleyke ve rahmetullahi" diye karşılık verdiler. Onun verdiği selâma "ve rahmetullahi" ilâve ettiler. Cennete giren herkes Adem'in altmış arşmhk uzunluğunda olacaklardır. İnsanlar ondan sonra şu âna kadar küçülmektedirler."[108]

 

2062. [3:447, Hadîs No: 3929]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Allah yüz rahmet yarattı. Bunlardan birisini yaratıklarının arası­na koydu. îşte, yaratıklar bu rahmetle birbirlerine karşı merhamet ederler. Allah yüz rahmetin doksan dokuzunu yanında bıraktı.[109]

 

2063. [3:451, Hadîs No: 3942]

Bu ümmetten dostum Veysel Karanîdir.[110]

 

Peygamberimizin "dostum" diye vasıflandırdığı Veysel Karânî, hemen he­men hepimizin duyduğu, "Yemen illerinde Veysel Karânî" ilâhisinde bahsi geçen zâttır. Asıl ismi Üveys bin Âmir'dir. Yemenlidir. İsmi Türkçemize Veysel Karânî diye geçmiştir.

Üveys, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sağlığında Müslüman olduğu halde, onu görmediği için Sahabî olma şerefine eremedi, fakat Tabiînin büyüklerinden oldu. Deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Hasta ve âmâ bir de annesi vardı.

Üveys, Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Medine'ye geldi. Hz. Ömer Pey­gamber Efendimizin (a.s.m.) onu metheder sözlerini işitmişti. Hemen ona gitti ve şöyle dedi:

"Ben Resûlullahın şöyle buyurduğunu işitmiştim: 'Size Yemen halkından yar­dımcı mücâhid kuvvetleriyle beraber, Karan Kabilesinden olan Üveys bin Âmir gelecektir. O baras hastalığına yakalanmış, vücudunda bir dirhem yerin dışın­da bu hastalıktan iz kalmamıştır. Onun bir annesi vardır. Annesine karşı çok taatkârdır. Üveys birşey hakkında Allah'a yemin etse, Allah onun yeminini muhakkak doğru çıkarır. Ey Ömer, eğer onun senin için istiğfar etmesini sağlayabi lirsen, bunu yap' buyurdu. Binaenaleyh benim için Allah'tan bağışlama dile."

Üveys, Hz. Ömer'in bu teklifini kırmadı ve Allah'a onu bağışlaması için duâ etti. Hz. Ömer ona nereye gitmek istediğini sordu. Üveys, Kûfe'ye gideceğini bil­dirince, "Küfe valisine senin için bir mektup yazayım" dedi. Üveys şu cevabı ver­di:

"Ben insanların zayıfları, fakirleri ve kendilerine değer verilmeyenler arasın­da olmak isterim. Bu benim için daha sevimlidir."

Sonra da birbirlerinden ayrıldılar. Ertesi yıl Hz. Ömer Kûfe'den gelen birine Üveys'i sordu. Adam, fakir bir halde yaşadığını söyleyince, Hz. Ömer ona Pey­gamberimizin yukarıdaki hadisini haber verdi.[111]

Tasavvufta "Üveysî" makamı vardır. Manevî rehberlerini görmedikleri halde onların ruhaniyetinden istifade edip feyz alarak yükselenlere "Üveysî" denilir. Bu tâbir, tasavvufta, Veysel Karânî Hazretlerinin Peygamberimizi görmeden feyz alıp ona tâbi olmak suretiyle yüksek derecelere kavuşmasına benzetilerek söy­lenmiştir.

Bediüzzaman, Mektûbat isimli eserinde Veysel Karânî'nin şöyie bir duasına yer verir:

"Yâ llâhenâ! Rabbimiz Sensin! Çünki biz abdiz. Nefsimizin terbiyesinden âci­ziz. Demek bizi terbiye eden Sensin! Hem Sensin Hâlık! Çünki biz mahlûkuz; yapılıyoruz. Hem Rezzak Sensin! Çünki biz rızka muhtacız; elimiz yetişmiyor. Demek bizi yapan ve rızkımızı veren Sensin. Hem Sensin Mâlik, çünkü biz memlûkuz. Bizden başkası bizde tasarruf ediyor. Demek Mâlikimiz Sensin. Hem Sen Azizsin! İzzet ve azamet sahibisin. Biz zilletimize bakıyoruz; üstümüzde bir izzet cilveleri var.. Demek Senin izzetinin âyineleriyiz. Hem Sensin Ganiyy-i Mutlak! Çünkü biz fakiriz. Fakrımızın eline yetişemediği bir gına veriliyor. De­mek ganî Sensin, veren Sensin. Hem Sen Hayy-ı Bakîsin! Çünki biz ölüyoruz. Ölmemizde ve dirilmemizde, bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz. Hem Sen Bakisin! Çünki biz, fena ve zevalimizde, Senin devam ve bekanı görüyoruz. Hem cevap veren, atiyye veren Sensin! Çünkü biz umum mevcudat, kâlî ve halî dillerimizle daimî bağırıp istiyoruz; niyaz edip yalvarıyoruz. Arzularımız yerleri­ne geliyor; maksutlarımız veriliyor. Demek bize cevap veren Sensin. Ve hâke-zâ."[112]

Hz. Üveys, Hicrî, 37. (Milâdî 637) senesinde şehid edilmiştir. Allah kendisin­den razı olsun.

 

2064. [3:452, Hadîs No: 3945]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır:

Beş şey beş şeyin karşılığıdır: (1) Bir topluluk verdiği sözden dö­nerse, Allah mutlaka düşmanlarını başlarına musallat eder. (2) Al­lah'ın indirdiğinden başka birşeyle hükmederlerse, fakirlik mutlaka aralarında yaygınlaşır. (3) Aralarında fuhuş yaygınlaşırsa, ölümler mutlaka çoğalır. (4) Ölçü ve tartıyı eksik yaparlarsa, ziraatın bereke­tinden mutlaka mahrum kalırlar ve kıtlığa yakalanırlar. (5) Zekâtı vermezlerse, Allah mutlaka yağmuru keser.[113]

 

2065. [3:452, Hadîs No: 3946]

Übâde bin Sâmit (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Aziz ve Celil olan Allah beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim ki, onlar için güzelce abdest alır, vakitlerinde kılar, rükû ve huşûlarını tam yaparsa Allah'ın onu affedeceğine dair bir sözü vardır. Kim böyle yapmazsa, Allah katında böyle bir sözü yoktur. Dilerse onu affe­der, dilerse azab eder.[114]

 

2066. [3:453, Hadîs No: 3948]

Abdullah binAmr (r.a.) rivayet ediyor:

Kim beş vakit namazı güzelce kılarsa bunlar, Kıyamet günü ken­disi için nur, delil ve kurtuluş olur. Kim de güzelce kılmazsa Kıya­met Gününde onun için bir nur, bir delil ve bir kurtuluş bulunmaz.[115]

 

2067. [3:454, Hadîs No: 3952]

Ebû Ümame (r.a.) rivayet ediyor:

Beş gece vardır ki onlarda yapılan duâ geri çevrilmez. Receb'in ilk gecesi olan Regâib Kandili, Şaban'ın on beşinci gecesi olan Berat Kandili, Cuma gecesi, Ramazan bayramı gecesi, Kurban bayramı ge-cesj [116]                                                                                                         

 

2068. [3:456, Hadîs No: 3957]

Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

Şu beş şey îmandandır. Kimde bunlardan birşey bulunmazsa, kâ­mil îmana sahip değildir: (1) Allah'ın emrine teslim olmak, (2) Allah'ın takdirine rızâ göstermek, (3) işinin sonunu Allah'a havale etmek, (4) Allah'a güvenmek, (5) musibetin ilk anlarında sabır göstermek.[117]

 

2069. [3:456, Hadîs No: 3958]

Hüseyini'l-Hatmî Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Şu beş şey peygamberlerin sünnetlerindendir: (1) Haya, (2) hilim, (3) kan aldırma, (4) misvak kullanma, (5) güzel koku sürünme.[118]

 

2070. [3:457, Hadîs No: 3961]

Ukbe binÂmir'den (r.a.) rivayetle:

şehiddir: (1) ölen şehiddir ır hastaIık sebebiyi yaralanarak ve vebadan ölen şehiddir. (5) Allah'a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehiddir.[119]

 

Islâmî kaynaklarda şehitlik üç başlık altında incelenir:

1.  Hem dünyevî, hem uhrevî şehid: Allah yolunda cihada çıkıp öldürülenler­dir. Böyle şehidler yıkanmazlar, kanlı elbiseleriyle gömülürler. Hadiste sayılan beş sınıf şehitten birincisi bu kısma girer.

2.  Dünyevî şehid: Düşmanla yapılan savaşa ganimet için, makam, şan, şöh­ret ve riyakarlık gibi dünyevî çıkarlar için katılan ve savaşta öldürülen kimsedir. Bu tür şehitlerin âhiretten hiçbir nasibi yoktur. Hattâ niyetine göre günah da ka­zanır. Bununla beraber, böyle biri niyeti bilinemediği için defnedilme hususunda birinci maddedeki şehid gibi kabul edilir, yıkanmaz, kanlı elbisesiyle gömülür. Böyle bir kimse, insanlar gözünde şehittir. Allah katında ise kesinlikle şehit sa­yılmaz.

3.  Uhrevî şehid: Bunlar da sadece âhirette şehid olarak muamele görecek olan kimselerdir. Uhrevî şehidlerin sevabı, savaşta öldürülen kimsenin makamı­na çıkamaz. Uhrevî şehidlere dünyada şehid muamelesi yapılmaz. Bunlar nor­mal olarak yıkanırlar, kefenlenirler, cenaze namazları kılınır, sonra defn edilir­ler.

İşte Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu hadislerinde saydığı beş sınıftan bi­rincisi hariç diğerleri bu manevî şehidler kısmına dâhildir. Başka hadislerde mâ­nevi şehidlerin sayısı daha arttırılır. Meselâ malını korurken ölen, ailesini korur­ken öldürülen, dini için öldürülen, yıkık altında kalarak ölen, yanarak ölenler de şehittirler.

Kaynaklarımızda uhrevî şehidin sayısı elliyi bulur. Yukarıda sayılanlardan başka, akrep sokması neticesinde ölen, gurbette ölen, ilim tahsil ederken ölen, Cuma gecesinde ölen, Islâmtn emirlerine uygun alışveriş yapan tüccar, ailesinin geçimi uğrunda ölen ev reisi de uhrevî şehid sayılır.

Hatta Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bir hadislerine istinaden, uhrevî şehid­lerin sayısını biraz daha arttırabiliriz. Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) bir hadisle­rinde şöyle buyurmuşlardır:

"Kim ihlâsla samimî olarak şehid olmayı Allah'tan dilerse, yatağında ölse bi­le, Allah onu şehidler makamına ulaştırır."[120]

 

2071. [3:458, Hadîs No: 3963]

Büreyde (r.a.) rivayet ediyor;

Beş şey vardır ki, onları Allah'tan başkası bilemez. O da şu âyette sayılan hususlardır: (1) Kıyamet vaktine dâir bilgi Allah katandadır. (2) Yağmuru O indirir. (3) Rahimlerde olanı O bilir. (4) Hiç kimse ya­rın ne kazanacağını bilmez. (5) Hiç kimse nerede öleceğini bilmez.[121]    [122]

 

Peygamberimiz Lokman Sûresi 34. âyette yer alan beş gaybî hususa dikkat­lerimizi çekmektedir. Bu beş husus insan ilminin sınırlı, Allah'ın ilminin ise sınır­sızlığının delillerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.

Bahsi geçen âyetin indirilişine şöyle bir olay vesile olmuştu: Birgün Resûl-ullaha Haris bin Ömer isimli bir kişi gelmiş, bazı sorular sormuştu. Şöyle diyordu Haris: "Ya Muhammedi Kıyamet ne zaman kopacak? Beldelerimiz kuraklıktan kırıldı, bolluk ne zaman gelecek? Karım hamile, ne zaman doğuracak? Bugün ne kazandığımı biliyorum. Peki yarın ne kazanacağım? Nerede doğduğumu bi­liyorum. Ama nerede öleceğim hakkında bilgim yok."

Bu sorular üzerine beş gaybı bildiren yukardaki âyet nazil olmuştu.[123] Âyette geçen beş hususun insanlarca bilinemediği bilinen bir gerçektir. An­cak ana rahmindeki çocuğun kız veya erkek oluşunun röntgen ışınlarıyla biline­bildiği, yağmur vaktinin meteoroloji istasyonlarınca tahmin edildiği şeklindeki gö­rüşler, âyetteki hususlar hakkında tartışmaya sebep olmaktadır.

Acaba âyette geçen ana rahmindeki çocuğun durumunu bilmekten maksat nedir? Sadece bazı eski tefsirlerde yer aldığı gibi çocuğun erkekliği, dişiliği me­selesi mi, yoksa daha başka hususlar da bunun içerisine girer mi? Bugün rönt­gen ışınlarıyla çocuğun erkekliği, dişiliğinin bilinebildiği belirtilmektedir. Bu âyete ters düşmez mi?

Hemen belirtelim ki, âyet, sadece çocuğun erkeklik, dişilik yönüne bakma­maktadır. Birçok özelliklerini, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse 'mukadderatını' içine almaktadır. Buhartde yer alan bir hadiste, bu mukadderata şöyle yer verilir: "Çocuk ana rahminde gelişme devrelerinden dördüncüsüne geldiğinde Cenab-ı Hak bir melek gönderir. O anda meleğe "işini, rızkını, ecelini, şakı veya saîd olacağını yaz"[124] buyurur.

Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri, Lem'alar isimli eserinde, bu hususu açıklarken âyetin şümulü içine çocuğun hayret verici hususî kabiliyetleri, Al­lah'ın taklid edilmez mührünü taşıyan siması, istikbalde alacağı vaziyet, hayat boyu başına gelecekler gibi hususların girdiğini belirtmektedir. Şöyle der: "Yüz bin röntgenmisal fikr-i beşerî birleşse, yine o çocuğun umum efrad-ı beşeriyeye [herbir insan ferdine] karşı birer alâmet-i farikası bulunan yalnız sima-yı vechi-yesini [yüz simasını] keşfedemez. Nerede kaldı ki, sima-yı vechîsinden yüz de­fa daha harika olan, istidadındaki sima-yı manevîyi keşfedebilsin!"[125]

Yağmurun vaktinin rasathanelerde bilinebildiğinin söylenmesi hususuna ge­lince; rasathanelerde yapılanlar herşeyden önce adı üstünde tahmindir. Bu tah­min tabii ki rastgele değil, bir kısım işaretlere dayanılarak yapılmaktadır. Yalnız bu, gaybta olanı bilmek değildir. Bir kısım belirtileri ortaya çıkmış, bilinebilen, görünebilen, hissedilebilen ve şehadet âlemine geçmiş veya geçmekte olan, ya­ni gayb olmaktan çıkmış, nem, v.s. gibi olaylarla gelişini göstermiş olan yağmu­ru tesbit edip tahmin yürütmekten ibarettir. Bu konuda yine Lem'alafda şu satır­lara yer verilir:

"Nasıl en hafî umûr-u gaybiyye [gizli, görünmeyen, bilinmeyen işler] vukua geldikte, veyahut vukua yakın olduktan sonra, hiss-i kable'l-vukûun [meydana gelmeden önce hissetmenin] bir nev'iyle bilinir. O gaybı bilmek değil, belki o, mevcudu veya mukarrebü'l-vücûdu [gerçekleşmesi yakın olanı] bilmektir. Hatta ben kendi asabımda [sinirlerimde] bir hassasiyet cihetiyle, yirmi dört saat evvel, gelecek yağmuru bazan hissediyorum. Demek yağmurun mukaddeman, meba-dîleri [geleceğini gösteren işaret ve belirtiler] var. O mebâdîler, rutubet nev'in-den kendini gösteriyor, arkasından yağmurun geldiğini bildiriyor. Bu hal, aynen kaide gibi, ilm-i beşerin gâibten çıkıp daha şehadete girmeyen umura vusule [iş­leri tesbit etmeye] bir vesile olur. Fakat daha âlem-i şehadete ayak basmayan ve meşiet-i hâssa ile rahmet-i hâssadan [Allah'ın hususî irade ve rahmetinden] çıkmayan yağmurun vakt-i nüzulünü [indiriliş vaktini] bilmek, ilm-i Allâmü'l-Gu-yûb'a [bütün gayb, gizli, görünmeyen, bilinmeyen ve ilerde olacakları bilen Al­lah'a] mahsustur."[126]

Hadiste geçen diğer hususlardan biri de Kıyametin ne zaman kopacağının bilinmesi meselesidir. Gerek bu ve gerekse diğer hususları bütün ayrıntılarıyla bilen Allah olduğu halde, bazı sevgili kullarına bildirdiğinde onlar da bilebilir. Ba­zı velilerin bu konuda âyet ve hadislere dayanarak fikir yürütmeleri, cifir ve eb-cedle yaklaşık ve muhtemel bir tarih çıkarmaları ancak böyle yorumlanabilir. Ni­tekim âlemlere rahmet olarak gönderilen, Kâinatın Efendisi Peygamber Efendi­miz de (a.s.m.) Kıyametin birçok alâmetlerinden söz etmiştir. Onun kesin vaktini ise ancak Allah bilir.

İnsanın yarın ne kazanacağını da bilmesi beşer ilminin sınırlarını aşar. İn­san iradesini kullanıp didinir, çırpınır; bir kısım tasarı ve tahminlerde bulunur; fakat bunlar tahminden öte geçmez. Rızkının nereden ve nasıl geleceğini, neler yapacağını, neler kazanıp neler kaybedeceğini kesin olarak kestirmesi asla mümkün olmaz. Bunları ancak Allah bilir. Kula ise sadece gayret göstermek dü­şer.

Ecel meselesine gelince; ecel, insanın ölüm vaktidir. İnsanın ne zaman ve nerede öleceğini de ancak ve ancak Allah bilir. Bu bakımdan insanın çeşitli olaylar karşısında paniğe, telaşa kapılmasına gerek yoktur. "Ecel birdir, vakti bellidir, üzülmemelidir" deyip gereken neyse onlar yapılmalı, gerisi ise Allah'a  bırakılmalıdır. İnsan nerede ve ne zaman öleceğini bilemediği içindir ki son âna kadar mutlu bir hayat sürebilmekte, öleceği yere bile bilmediği için sevinçle gide­bilmektedir.

 

2072. [3:458, Hadîs No: 3965]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır;

Şu beş şey insanın belini kıran şeylerdendir: (1) Anne babaya ezi­yet, (2) kocası kendisine emniyet ettiği halde onu aldatan kadın, (3) insanlar kendisine itaat ettiği halde Allah'ın emrini dinlemeyen ida­reci, (4) hayır işleyeceğine dair söz verdiği halde tersini yapan, (5) ki­şinin insanların nesebi hakkında ileri geri konuşması.[127]

 

2073. [3:459, Hadîs No: 3966]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Şu beş şey ibâdettendir: (1) Az yiyip içmek, (2) mescidlerde otur­mak, (3) Kabe'ye bakmak, (4) Kur'ân'ı açıp bakmak, (5) bildiğini ya­şayan âlimin yüzüne bakmak.[128]

 

2074. [3:459, Hadîs No: 3967]

Zeyd bin Erkâm'dan (r.a.) rivayetle:

Kendisine şu beş şey verilen kimsenin âhirete çalışmama nokta­sında mazereti kabul edilmez: (1) Dindar bir hanım, (2) hayırlı çocuk­lar, (3) insanlarla güzelce geçinebilme, (4) geçim kaynağının memle­ketinde olması, (5) Muhammed'in (a.s.m.) Ehl-i Beytini sevmek.[129]

 

2075. [3:459, Hadîs No: 3968]

Zeyd bin Sabit (r.a.) rivayet ediyor:

Şu beş şeyin cezası hemen dünyada verilir: (1) Zulüm, (2) hainlik etmek, (3) anne babaya eziyet etmek, (4) akrabalarla ilişkiyi kesmek, (5) yapılan iyiliği görmemek.[130]

 

2076. [3:460, Hadîs No: 3970]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Şu beş duâ kabul edilir: (1) Hakkım alıncaya kadar zulme uğra­yan kimsenin duası, (2) evine dönünceye kadar hacının duası, (3) ço­luk çocuğuna dönünceye kadar gazinin duası, (4) iyileşinceye kadar hastanın duası, (5) mü'minin nıü'min kardeşine yokluğunda yaptığı duâ. Bu dualardan en süratli kabul edileni ise, mü'minin mü'min kardeşine yokluğunda iken yaptığı duadır.[131]

 

2077. [3:460, Hadîs No: 3972]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Müminlerin en hayırlıları kanaatkar olanlar, en şerlileri ise aç gözlü olanlardır.[132]

 

2078. [3:461, Hadîs No: 3974]

Urue bin Meryem rivayet ediyor:

Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, benim de Allah'ın elçisi ol­duğuma şahitlik eden ümmetimin en hayırlıları iyilik yaptıklarında sevinen, kötülük yaptıklarında Allah'tan bağışlanma dileyenlerdir. Ümmetimin en şerlileri de, nimetler içerisinde doğan, nimetler içeri­sinde yüzen, tek düşünceleri çeşit çeşit yemekler yemek, türlü türlü elbiseler giymek olan ve konuşurken edebiyat parçalayan kimseler­dir.[133]

 

2079. [3:462, Hadîs No: 3975]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Ümmetimin en hayırlıları âlimlerdir. Âlimlerin de en hayırlıları merhametli olanlarıdır. Dikkat edin! Allah, câhilin bir tek günahını affetmeden önce, âlimin kırk günahını affeder, iyi dinleyin! Merha­metli âlim, Kıyamet Günü, nuru etrafi aydınlatacak şekilde gelir. Öy­le ki, doğu ve batı arasındaki yaratıklar, onun parlak bir yıldız gibi aydınlatan ışığında yürür.[134]

 

2080. [3:462, Hadîs No: 3976]

Übâde bin Sâmit (r.a.) rivayet ediyor:

Ümmetimin en hayırlıları, görüldüklerinde Allah hatırlanan kim­selerdir. En şerlileri ise, söz götürüp getiren, birbirini seven insanla­rın arasını açan, suçsuz ve masumlara sıkıntı vermeyi meslek edinen kimselerdir.[135]

 

2081. [3:463, Hadîs No: 3979]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Ümmetimin en hayırlıları, insanları Allah'a çağıran ve onları Al­lah'ın seveceği hallere teşvik edendir.[136]

 

2082. [3:463, Hadîs No: 3980]

Avfbin Mâlik (r.a.) rivayet ediyor:

İdarecilerinizin en hayırlıları o kimselerdir ki, siz onları seversi­niz, onlar da sizi sever. Siz onlara duâ edersiniz, onlar da size duâ eder. İdarecilerinizin en şerlileri ise o kimselerdir ki, siz. onlardan nefret edersiniz, onlar da sizden. Siz onlara lanet okursunuz, onlar da size lanet okur.[137]

 

2083. [3:464, Hadîs No: 3982]

Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:

En hayırlınız, Kur an'ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.[138]

 

2084. [3:464, Hadîs No: 3984]

îbni Amr (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

En hayırlılarınız, ahlâkı en güzel olanlannızdır.[139]

 

2085. [3:465, Hadîs No: 3985]

Ibni Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygambar Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

En hayırlılarınız, kendisiyle kolayca uyuşulabilen kimselerdir. En şerlileriniz ise, çok konuşan ve edebiyat parçalamaya düşkün olanla­nnızdır.[140]

 

2086. [3:466, Hadîs No: 3989]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlılarınız borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.[141]

 

2087. [3:466, Hadîs No: 3990]

Ebû Kebşe'den (r.a.) rivayetle:

En hayırlılarınız, çoluk çocuğuna en hayırlı olammzdır.[142]

 

2088. [3:466, Hadîs No: 3991]

îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:

Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına en iyi davrananınızdır.[143]

 

2089. [3:467, Hadîs No: 3992]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Sizin en hayırlılarınız ömrü uzun olup da, ameli en güzel olandır.[144]

 

2090. [3:467, Hadîs No: 3995]

Ibni Amr (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

En hayırlılarınız, görünüşü size Allah'ı hatırlatan, konuşması il­minizi arttıran ve davranışları sizi âhirete teşvik edendir.[145]

 

2091. [3:469, Hadîs No: 3998]

Ibni Araf dan (r.a.) rivayetle:

Allah katında en hayırlı arkadaş, arkadaşına karşı en hayırlı olan­dır. Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusuna karşı en hayırlı olandır.[146]

 

2092. [3:469, Hadîs No: 3999]

Hasan-ı Basrî (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:,

Arkadaşların en hayırlısı, sen Allah'ı andığında yardım eden, unuttuğunda da sana hatırlatan kimsedir.[147]

 

2093. [3:469, Hadîs No: 4001]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Amellerin en hayırlısı, ilk vaktinde kılınan namazdır.[148]

 

2094. [3:470, Hadîs No: 4403]

Hz. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Tabiînin en hayırlısı Veysel Karanı1 dir.[149]

 

2095. [3:471, Hadîs No: 4405]

îbni Amr'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Duaların en hayırlısı Arefe gününde yapılandır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en hayırlı söz de şudur: "Lâ ilahe il-lallahu vahdehû lâ şerike leh. Lehul-mülkü ve lehul-hamdü ve Hüve alâ külli şeyin kadir." (Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O tektir, ortağı yoktur. Mülk ancak Onundur. Hamd de Ona mahsustur. Onun herşeye gücü yeter.)[150]

 

2096. [3:471, Hadîs No: 4407]

Hz. Ali (r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlı ilaç Kur'ân'dır.[151]

 

2097. [3:472, Hadîs No: 4409]

Sa'd bin Ebî Vakkas'dan rivayetle:

En hayırlı zikir, gizli yapılandır. En hayırlı rızık da yetecek kadar olandır.[152]

 

2098. [3:473, Hadîs No: 4413]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

En hayırlı azık takvadır. Kalbe konulan en hayırlı şey de şüphe­den uzak, hâlis imandır.[153]

 

2099. [3:473, Hadîs No: 4417]

Zeyd bin Hâlid (r.a.) rivayet ediyor: Şahitliğin en hayırlısı, ihtiyaç anında istenmeden yapılan şahitlik­tir.[154]

 

2100. [3:474, Hadîs No: 4420]

Ukbe bin Âmir'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

En hayırlı mehir, en kolay ödenebilendir.[155]

 

İslâm hukukunda, nikâh sebebiyle kadının erkekten almaya hak kazandığı para veya mala "mehir" denir. Evlenen erkeğin evlendiği kadına mehir vermesi farzdır. Bununla ilgili olarak bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Evlendiğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin..."[156]

Dinimizde mehrin miktarı tespit edilmemiştir. İzahını yaptığımız hadislerinde de Peygamberimiz en kolay ödenebilen mehiri, "hayırlı mehir" olarak vasıflan-drrmıştir. Çünkü mehrin az olması, evliliği kolaylaştırır. Evliliğin kolaylaşması da, hem neslin çoğalmasına vesîle olur, hem de mü'mini haramdan korur. Bu­nun için, mehri yükseltip evliliğe engel hale getirmemelidir. Fakat bu, imkânı ola­nın mehri az vermesi mânâsına gelmez. Herkes imkânı ölçüsünde "kolay" olanı vermelidir.

Hadiste bahsedilen mehir, kadının hakkıdır. Günümüzde "başlık parası" adı altında alınan ve dinimizce caiz olmayan paranın mehirle ilgisi yoktur.

 

2101. [3:475, Hadîs No: 4022]

İbni Abbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduk­larını rivayet ediyor:

Sadakanın en hayırlısı, verildiğinde muhtaç duruma düşülmeyen sadakadır. Veren el, alan elden üstündür. Harcamaya, geçimi sana âit olanlardan başla.[157]

 

2102. [3:476, Hadîs No: 4025]

Abdullah bin Busr (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle bu­yurduklarını rivayet ediyor:

En hayırlı amel, dünyadan ayrılırken dilinin Allah'ın zikriyle meş­gul olmasıdır.[158]

 

2103. [3:476, Hadîs No: 4027]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

En hayırlı kazanç, yaptığı işin hakkını vermek şartıyla, kişinin kendi el emeğiyle sağladığı kazançtır.[159]

 

2104. [3:477, Hadîs No: 4031]

îbni Amr'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle b uyurmuşlardır:

En hayırlı Müslüman, Müslümanların dilinden ve elinden selâ­mette oldukları kimsedir.[160]

 

2105. [3:478, Hadîs No: 4032]

Dürre binti Ebî Leheb (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

En hayırlı insan, Kur'ân'ı en güzel okuyan, Allah'ın dilini en iyi bi­len, Allah'tan en çok korkan, iyiliği en çok emredip kötülükten en fazla sakındıran ve akraba hakkını en iyi gözetendir.[161]

 

2106. [3:480, Hadîs No: 4039]

Ebâ Bekre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

İnsanların en hayırlısı Ömrü uzun, ameli güzel olandır. İnsanların en şerlisi de ömrü uzun, ameli kötü olandır.[162]

 

2107. [3:480, Hadîs No: 4041]

îbni Ömer'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

insanların en hayırlısı, ahlâkı en güzel olandır.[163]

 

2108. [3:481, Hadîs No: 4043]

îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

İnsanların en hayırlısı gücünün yettiği kadar veren fakir mü'mindir.[164]

 

2109. [3:481, Hadîs No: 4044]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.

 

2110. [3:481, Hadîs No: 4045]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığı zaman kocasını sevindi­ren, birşey yapmasını istediğinde itaat eden, nefsi ve malı hususunda kocasının hoşlanmadığı tutum ve davranışlardan kaçınan kadındır.[165]

 

2111. [3:482, Hadîs No: 4047]

Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor: En hayırlı evlilik en kolay olanıdır.[166]

 

2112. [3:482, Hadîs No: 4049]

Abis bin Rebîa'den (r.a.) rivayetle:

En hayırlı kardeşim Ali, en hayırlı amcam Hamza'dır.[167]

 

2113. [3:482, Hadîs No: 4050]

Ebû Sebra (r.a.) rivayet ediyor:

İsimlerinizin en hayırlısı Abdullah ve Abdurrahman'dır.[168]

 

2114. [3:483, Hadîs No: 4051]

Cübeyr bin Mut'im'den (r.a.) rivayetle:

Müfreze kumandanlarının en hayırlısı Zeyd bin Hârise'dir: O, bir-şey taksim ettiğinde en eşit bölüştüreni, emri altındakilere de en âdil davranandır.[169]

 

2115. [3:483, Hadîs No: 4052]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Benden sonra ümmetimin en hayırlısı Ebû Bekir ve Ömer'dir.[170]

 

2116. [3:483, Hadîs No: 4054]

Salebe binZeyd'den (r.a.) rivayetle:

Ümmetimin en hayırlıları, baştan çıkacak kadar fazla servet veril­meyen ve başkalarına el açma durumuna düşecek kadar kendilerin­den esirgenmeyendir.[171]

 

2117. [3:483, Hadîs No: 4056]

Ebû Derdâ (r.a.) rivayet ediyor:

Ümmetimin en hayırlısı başı ve sonudur. Ortasında ise bulanıklık vardır.[172]

 

2118. [3:484, Hadîs No: 4058]

Ebû'd Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Müslümanların evleri içerisinde en hayırlısı, içerisinde kendisine iyi davramlan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanların evleri içerisinde en şerli olanı ise içerisinde kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Ben ve yetimin bakımını üstlenen kişi [Peygamberimiz iki parmağını bitiştirerek] Cennette şöyle yanyana-yız.[173]

 

2119. [3:486, Hadîs No: 4068]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Dininizin en hayırlısı en kolay olanıdır, ibâdetin en hayırlısı dini öğrenmektir.[174]

 

2120. [3:487, Hadîs No: 4071]

İbni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Gençlerinizin en hayırlısı, ihtiyarlarınız gibi ölümü düşünen, gençlik hevesatma mağlup olmayıp gaflette boğulmayandır. İhtiyar­larınızın en kötüsü gaflet ve nefsin isteklerine uymada gençlere ben­zemek isteyen, çocukcasma nefsin heveslerine uyandır.[175]

 

2121. [3:488, Hadîs No: 4073]

Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Kadınların en hayırlı namazı, evlerinin bir köşesinde kıldıkları namazdır.[176]

 

2122. [3:489, Hadîs No: 4077]

îbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Yeryüzündeki suların en hayırlısı Zemzem suyudur. Onda doyuru­cu bir gıda ve hastalıklara karşı şifâ vardır,[177]

 

2123. [3:489, Hadîs No: 4079]

Mü'min kişiye verilmiş olan şeylerin en hayırlısı güzel bir ahlâk­tır. Kişiye verilmiş olan şeylerin en kötüsü ise güzel bir beden içeri­sindeki kötü bir kalbdir.[178]

 

2124. [3:490, Hadîs No: 4083]

Câbir (r.a.) rivayet ediyor:

Uğrunda yolculuğa çıkılan yerlerin en hayırlısı, benim şu mesci­dim (Mescid-i Nebevi) ve Mescid-i Haramdır.[179]

 

2125. [3:492, Hadîs No: 4090]

Arap kadınlarının en hayırlısı, Kureyşin iyi amel sahibi kadınları­dır. Bunlar çocuklarına karşı en şefkatli ve kocalarının malını muha­faza hususunda da en dikkatlileridir.[180]

 

Dinimizde hiçbir kimse sırf kabile veya ırkından dolayı bir üstünlük sahibi o\-maz. Bu üstünlüğü ancak sahip olduğu bir vasfından dolayı kazanabilir. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde, Kureyş'in salih amel işleyen kadınlarını Arap kadınlarının en hayırlısı olarak vasıflandırmaktadır. Bunların "hayırlı" olmaları­na sebep olarak da, çocuklarına karşı şefkatli, kocalarının malını muhafaza hu­susunda da dikkatli olmalarını göstermektedir.

Kadının vazifeleri arasında en zor olanı, hiç şüphe yok ki anneliktir. Annenin meşakkati, daha yavrusuna hâmile kalır kalmaz başlar. Dokuz ay müddetle sı­kıntı üstüne sıkıntıyla onu karnında taşır. Doğum sancısı ise annelerin kendi ifâdeleri ile hemen hemen dokuz aydaki çekilen sıkıntıya bedeldir. Çocuk doğ­duktan sonra çekilen sıkıntı katlanarak artar. Anne artık kendi yemez yavrusu­na yedirir, içmez yavrusuna içirir. Gece, uykunun en tatlı ânında yavrusunun ağlama sesleriyle uyanır, altını değiştirir, karnını doyurur, onu uyutmak için kendisi uykusuz kalır. Anne yavrusu ile güler, yavrusu ile ağlar, onunla hasta olur, yavrusu iyi olursa kendisi de iyi olur. Yavrusunu tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmekten çekinmez.

Anneyi yavrusuna karşı bu derece fedakâr kılan güç, hiç şüphesiz Allah'ın annelere ihsan ettiği şefkat duygusudur. Anneler şefkat kahramanı oldukları için bu fedakârlığın altından kalkabiliyorlar. Bu şefkat az veya çok her annede bulu­nur. Ancak bu şefkatin tezahürü yöreden yöreye, toplumdan topluma değişebi­lir. Bazan da tam tersi ilgisizliklere kadar varabilir. Peygamberimiz bu fıtrî duy­guyu azamî derecede gösteren Kureyş kadınlarını bu özelliklerinden dolayı övmüştür. Bu övgü bir Özelliğe bina edildiğinden bu özelliği taşıyan her kadın için geçerlidir.

Çocuğa karşı şefkati hissettirmemek ne kadar zararlı ise, bu şefkat duygusu­nu kötüye kullanmak da o derece yanlıştır. Meselâ, şefkatli anne, çocuğunun dünya hayatında tehlikeye düşmemesi, istifade etmesi ve fayda görmesi için her türlü fedakârlığı nazara alır, çocuğunu öyle terbiye eder. "Oğlum hâkim olsun, doktor olsun, kaymakam olsun" der, bütün malını bu uğurda harcamaktan çe­kinmez. Dinî eğitim gören bir okuldan alır, Avrupa'ya gönderir. Bunu yaparken ciğerparesinin ebedî hayatının tehlikeye girdiğini düşünmez. Dünya hapishane­sinden kurtarmaya çalışır, fakat Cehennem gibi dehşetli bir hapse düşmesini hiç nazara almaz.

Cenabı Hakkın kendisine ihsan ettiği şefkatin tam zıddı olarak, o masum ço­cuğunu âhirette kendisine şefaatçi edecekken, tam tersine kendisinden dâvâcı ettirir. Kıyamet gününde, âhireti ihmal edilen ve cezaya çarptırılan evlâdt, anne­sinden şikâyetçi olur: Niçin benim îmanımı kuvvetlendirmeyip helâketime sebep oldun?" der.

Şefkatini kötüye kullanan anne sadece âhirette mi ceza çeker? Haytr, dünya­da da ceza çeker. Çünkü Islâmî terbiyeden nasibini alamayan çocuk, annesinin hakkına lâyıkıyla karşılık veremez. Çoğu zaman vicdansızca annesine karşı çı­kar, hattâ bazan döver.

Kadın eğer şefkat hissini kötüye kullanmayıp o hisle çocuğunu Cehennem­den kurtarmaya çalışsa, çocuğunun işlediği sevapların bir mislini kendisi de ka­zanır. Vefat ettiğinde de Islâmî terbiye ile yetiştirdiği evlâdı, hayır ve hasenatla ruhuna nurlar gönderir.

Ayrıca annesinden dâvâcı olmak yerine bütün ruhu canıyla şefaatçi olur.[181]

Kadınları hayırlı kılan ikinci husus, kadının beyinin malını muhafaza etmesi­dir. Yüce Allah da bir âyet-i kerimede sâlih kadınların vasıflarını sayarken, ko­calarının malını korumayı da bu vasıfların içerisinde saymış ve şöyle buyur­muştur: "Salih kadınlara gelince, onlar Allah'ın emirlerine itaat edip kocalarının hakkına riâyet ederler ve Allah onların hukukunu nasıl koruduysa, onlar da ko­calarının malını, namusunu ve sırlarını kocalarının gıyabında korurlar...."[182]

 

2126. [3:492, Hadîs No: 4092]

Süleyman bin Yesar'den (r.a.) rivayetle:

Allah'tan korkmaları şartıyla, kadınların en hayırlısı, çok çocuk doğuran, kocasına karşı kendisini sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içerisinde olan kadındır.

Kadınlarınızın en şerlisi ise açılıp saçılan, böbürlenendir. Onlar münafıklık sıfatı taşımaktadırlar. Cennete ancak onların pek azı gi­receklerdir.[183]

 

2127. [3:493, Hadîs No: 4093]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Kadınların hayırlısı namusunu ve iffetini koruyan, cinsî duygusu fazla olsa bile, dışarıda gözü olmayan, sadece kocasına ilgi duyup ona kanaat edendir.[184]

 

2128. [3:494, Hadîs No: 4096]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmaktadır:

Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Hz. Âdem o günde yaratıldı. Vazifeli olarak Cennetten yer yüzüne o gün indirildi. Tevbesi o gün kabul edildi. Ruhu o gün alındı. Kıyamet o gün kopacaktır. Yeryüzünde insanoğlundan başka hiçbir canlı yoktur ki, Kıyamet Gününün korkusundan Cuma günü dikkatle bekleyerek sabahlamasın. O günde öyle bir an vardır ki, mü'min bir kul duâ ederken Allah'tan birşey isterse, Allah onu mutlaka kendisine verir.

 

2129. [3:496, Hadîs No: 4102]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlınız çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olanınızdır. Ben ço­luk çocuğuna karşı en hayırlı olammzım. Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimse­ler hor görür.[185]

 

2130. [3:496, Hadîs No: 4103]

Süheyb'den (r.a.) rivayetle:

En hayırlınız yemek yediren ve verilen selâmı alandır.[186]

 

2131. [3:497, Hadîs No: 4106]

tmran bin Husayn (r.a.) rivayet ediyor:

İnsanların en hayırlısı benim içerisinde bulunduğum nesildir. Son­ra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir. Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, hıyanet ederler, kendilerine emniyet edilmez. Şahitlik etmeleri istenmediği halde, şahitlik ederler. Adakta bulunur, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık baş gösterir.[187]

 

2132. [3:498, Hadîs No: 4108]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

En hayırlınız, kadınlarına ve kızlarına karşı en hayırlı olandır.[188]

 

2133. [3:498, Hadîs No: 4109]

Abdurrahman bin Avf(r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlınız, eli altındakilere en hayırlı olandır.[189]

 

2134. [3:498, Hadîs No: 4110]

Süraka bin Mâlik'dan (r.a.) rivayetle:

En hayırlınız, günaha girmemek şartıyla milletini savunandır.[190]

 

2135. [3:499, Hadîs No: 4112]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlınız, dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını ter-ketmeyen ve insanlara yük olmayandır.[191]

 

2136. [3:499, Hadîs No: 4113]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

En hayırlınız hayrı umulan, şerrinden emin olunandır. En şerliniz ise hayn umulmayan, şerrinden de emin olunmayandır.[192]

 

2137. [3:499, Hadîs No: 4114]

Hasan Basrî (r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlınız dünyaya karşı kalben en soğuk davrananınızdır. Ahirete karşı da en istekli olanınızdır.[193]

 

2138. [3:500, Hadîs No: 4115]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Dini bilmek şartıyla İslâmî bakımdan en hayırlınız, ahlâkı en gü­zel olanlardır.[194]

 

2139. [3:500, Hadîs No: 4116]

Ebû Berze (r.a.) rivayet ediyor:

En hayırlınız, en cömert olanımzdır.[195]

 

2140. [3:500, Hadîs No: 4118]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Süleyman (a.s.) mal, saltanat ve ilim arasında bir tercih yapma hususunda serbest bırakıldı; o ilmi seçti, ilmi seçtiği için kendisine saltanat ve mal da verildi.[196]

 

2141. [3:500, Hadîs No: 4119]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Ben şefaat etmek ile ümmetimin yarısının Cennete girmesi ara­sında bir tercih yapmam hususunda serbest bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü o daha umumî ve maksadı daha çok karşılayıcı­dır. Siz şefaatin takva sahibi mü'minlere mi edileceğini sanıyorsu­nuz? Hayır, bilakis o günahkâr, manen kirlenmiş çok hatâ işleyenler içindir.[197]

 

2142. [3:501, Hadîs No: 4120]

E6û Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Verilmesi emredilen şeyi verilmesi istenilen kimseye gönül hoşlu­ğu ile eksiksiz ve tam olarak veren Müslüman ve güvenilir veznedar sadaka veren kimselerden biri sayılır.[198]

 

2143. [3:502, Hadîs No: 4124]

Bera bin Âzib (r.a.) rivayet ediyor: Teyze anne hükmündedir.[199]

 

2144. [3:504, Hadîs No: 4131]

İbni Şihob'dan (r.a.) rivayetle:

Kabalık uğursuzluk, yumuşaklık ise uğurdur.[200]

 

2145. [3:505, Hadîs No: 4134]

Ümmü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

Güzel yazı hakkı ve hakikati daha fazla açıklar.[201]

 

Hadiste geçen yazı sadece güzel hat demek değildir. Daha çok güzel yazı gerçeklerin ve güzel düşüncelerin tercümanı olan yazıdır.

Bu mânâda güzel yazı, güzel bir makale, şahane bir kitap, yerine göre köşe yazısı veya bir roman olabilir.

Bu hiç şüphesiz üstün bir kabiliyet ve yoğun bir gayretin eseridir. Çokça ya­pılan yazı egzersizleri insanı zamanla o burca yükseltir.

Güzel yazı yazan insan, yazı mimarıdır. Söz taşlarını nerede ve nasıl kulla­nacağını çok iyi bilir. Hak ve hakikatleri öylesine güzel dile getirir, yerli yerince ifade eder, şanına yakışır tarzda takdim eder, anlatır ki hayran kalmamak müm­kün değildir.

Güzel yazı içinde hazineler taşıyan muhteşem bir köşkü andırır. Seyreden­ler karşısında adetâ büyüfenir. Güzel yazıyı okuyan kimse de ister istemez bü­yülenir, o yazının etkisi altında kalır. Güzel yazı yerine göre yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanı düşündürür, coşturur, heyecana getirir, hayra, hakka ve haki­kate sahip çıkmaya yöneltir. Islâmın geldiği yıllarda şâirlerin kabileleri coşturup savaşa sevk edecek, bazan da savaşt bitirecek derecede etkili oluşu güzel yazı ve hitabetin tesirlerinin en güzel örneklerinden birini teşkil eder. Bazan millî ko­nularda yazı ustalarının ortaya koydukları eserler yüzbinleri yönlendirmekte, coşturmakta; vatana, millete hizmet için aşk ve heyecanla koşturmaktadır.

Güzel yazı insanın manevî dünyasını da dalgalandıracak, çalkalayacak güç­tedir. Kişinin karanlık dünyası o yazıdaki fikirlerle aydınlanır; küfür ve inkâr zul­metleri dağılır, yerini îmanın aydınlığı alır. İnsan artık o nurla kâinatı bir başka görmeye başlar. Önceden herşey bir düşman gibi gözükürken, bu defa herşeyi dost ve arkadaş ve güzel görmeye başlar. Hayatın tadını alır, gönlü huzurla dolar. "Bazı sözlerde sihir vardır" buyuran Allah Resulü, sözün bu ve buna benzer tesirlerini veciz bir şekilde dile getirmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîmin, yazılanların en güzeli oluşu ve birçok kimseyi belagat ve fesahaîına hayran bırakıp îmanına vesile olduğu, bazılarını da dize getirdiği bilinen gerçeklerdendir.

Güzel fikirlerle dolu bir kitap, bir makale veya herhangi bir neşriyat aynı za­manda çağımızın fikir harbinde manevî birer nükleer silah niteliğindedir. Bedi-üzzaman Hazretleri, Sözler isimli eserinin 246. sayfasında özellikle bu gerçeği nazara verir ve şöyle der:

"Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belagat ve cezalet, bütün envâıyla âhirza-manda en merğûb bir suret alacaktır. Hatta insanlar, kendi fikirlerini birbirine ka­bul ettirmek için, en keskin silahını; cezalet-i beyandan [güzel ve sağlam ifade] ve mukavemetsûz [karşı konulmaz] kuvvetini, belağat-ı edadan [yerli yerince ifadeden] alacaktır."[202]

 

2146. [3:505, Hadîs No: 4135]

Ibni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır;

Bütün yaratıklar Allah'ın aile fertleri hükmündedir. Allah'a en sevgili kimse, Onun yaratıklarına en çok faydası dokunandır.[203]

 

Bu hadîste, yaratıkların, Cenab-ı Hakkın aile fertleriymiş gibi değerlendiril­mesi mecazî bir ifadedir. Nasıl bir aile reisi aile fertlerinin, çoluk çocuğunun rız­kını kazanıyor, ihtiyaçlarını temin ediyorsa, yaratıkların rızıklarını da Allah ta-ahhüd etmekte, hiçbir yaratığı nzıksız, yüzükoyun bırakmamakta, ihtiyaçları olan rızıkları ayaklarına göndermektedir.

Hadisin devamında "Allah'ın ençok sevdiği kimsenin insanlara en çok fayda­sı dokunan kimse" olduğunu bildirilmesi de oldukça dikkat çekicidir.

Bu hadise göre, kişi en yakınlarından başlayarak ailesine, aile fertlerine ne kadar faydalı olabiliyor, maddeten ve manen hizmet götürebiliyor, huzur ve saa­detleri için çalışabiliyorsa, o ölçüde Allah'ın sevgisine mazhar olur.

Bunun gibi eğer kişi, kendini aşıp topluma yararlı olabiliyorsa, o ölçüde Al­lah'ın sevgisine kavuşur. Diğer bir hadiste bu faydalılık, "İnsanların en iyisi in­sanlara en çok faydası dokunandır"1 şeklinde ifadesini bulmuştur.

Herşeyden Önce faydalı olma, başta insanların îmana, doğru yola ermeleri, bilgilendirilmeleri, iyiye yöneltilmeleri, davranışlarının düzeltilmesi, şefkat, mer­hamet; küçük, büyük demeden maddeten ve manen iyilikte bulunmak gibi her türlü hususu içerisine alır. Bu faydalılık sadece insanlara has kalmayacak, Al­lah'ın yarattığı bütün canlıları içerisine alacaktır.

Öte yandan insanın gücü, kapasitesi her zaman, herkese faydalı olmaya yetmeyebilir. En azından Yunus Emre'nin belirttiği gibi "Yaratılanı severiz Yara­tandan Ötürü" dediği gibi Yaratıcının hatırı için yaratılmışı sevmeli, hepsine kar­şı güzel duygular, iyi niyetler içerisinde olmalı, zarar vermekten sakınmalı, tatlı dil, güler yüz göstermeli, nezaketle davranmalıdır.

Kısaca insan çevresine faydalı olabildiği, zarar vermekten sakınabildiği ve iyi dilekler beslediği ölçüde Allah'ın sevgili kulu olmuş olur.

Bu hadis aynı zamanda bize insanın en dar daireden en geniş daireye kadar çevresine faydalı olabildiği ölçüde iyi ve üstün bir Müslüman olabileceğinin de göstergesidir.

 

2147. [3:506, Hadîs No: 4136]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

İyiliği öğreten kimseye denizdeki balıklara varıncaya kadar bütün yaratıklar duâ eder.[204]

 

2148. [3:507, Hadîs No: 4140]

Enes'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Ahlâk dinin kabıdır.[205]

 

2149. [3:507, Hadîs No: 4141]

îbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

İçki bütün kötülüklerin anasıdır. Günahların en büyüğüdür.[206]

 

 



[1] Abdürrezzak'ian.

[2] TaberânFnin Kebenden.

[3] DeylemTninMüsnedüV-F/fdevs'inden.

[4] Ibni Asakit'den.

[5] Taberânî'nin Keb/Vi, Hâkim'in MüstedreKi ve Beyhakl'nin Şi'bû'Nmaıimösn.

[6] Mûsned, 1:415.

[7] Müslim, Imare: 139; «esef, Cihad: 47; MOsned, 5:352,355

[8] Ebu'ş-Şeyh'in Sevabından.

[9] TaberânFrıin Keb/Vinden.

[10] Deytemînin Müsnedü'l-Firdevg'mdeT).

[11] Ebû Nuaym'ın rt/ye'sinden.

[12] Taberânînin Keb/Vinden.

[13] DeylettıFnin Müsnedü'i-Firdev&nden.

[14] Ibni Adiy/in e/-Kâm//inden.

[15] Ebö Davuö, Edeb: 81; Tirmizî, Daavat: 115; Müsned, 2:297,304,359.

[16] Ibni Asakifâen.

[17] Hâkim'in Müsfedretfinden.

[18] Zevaid, 7:171.

[19] Buharı, Fezâilü'l-Kur'ân: 31; Müslim, Müsafirîn: 235, 236; Dârimi, 1:349.

[20] Ibni Mâce, İkâme: 176.

[21] Müslim, Müsafirîn: 232, 234; Dârimî, 2:471, 474.

[22] Timizi, Menakıb: 30; fbniMâce, Mukaddime: 11; Müsned, 4:172.

[23] TaberânTnin Kebîri Ebû Nuaym'ın Htfye'si ve Hatibin Tarifimden.

[24] Hatib'İn Tarifimden.

[25] Buharı, Edeb: 125; Müslim, Zühd: 54; Neseî, Cenâiz: 52; İbni Mâce, Cenâiz: 1; Dârimî, İstizan: 5; Müsned,

1:89; 2:68.

[26] Beyhakı'nin Şi'bû'l-İmarfmöm.

[27] BeyhakVnin Şi'bö'l-îmaıfından.

[28] Ibni Adiyy'in e/-Kamtf inden.

[29] BeyhakVnin ŞFbü'l-fmartmâan

[30] Müsned, 5:342

[31] Şîrazî'nin ScâPından.

[32] Taberânfnin Kebirinden.

[33] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevstınden.

[34] Deylemi'nin Müsnedü'l-Firdevs>'möen.

[35] Müslim, Müsâkât: 30; Timizi, Büyü: 65; Müsned, 4:120.

[36] Müslim, Fezâil: 27; Mösned, 3:384.

[37] Taberânfnin KeöiVinden.

[38] İbniSa'd'ın Tabakâfından.

[39] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdsvg'mden.

[40] Deytemî'nin Mösnedü'l-Firdev&nien.

[41] IbniMâce, Menasik:5.

[42] Ebû Nuaym'ın Tib'bından:

[43] İbniSa'd'ın faöa/câfından.

[44] Taberânrnin Keö/Vinden.

[45] Beyhakî'nin Şi'bü'i-fmariınddn.

[46] Buhârî, Umre: 1; Müslim, Hacc: 437; Tirmizî,

    Hacc: 2,88; A/esef, Hacc: 3; Müsned, 1:387.

[47] İbni Huzeyme'âen.

[48] Deylemî'nin Müsnedö'l-Firdev^mden.

[49] Deylemî'nin Mösnedü'l-Fırdevfinüen.

[50] Buhar!, Cihad: 157; Menakıb: 25; Istitabe: 6; Müslim, Cihad: 18,19; Zekât: 153; Ebû Davud, Cihad: 92)

[51] Buharî, Cihad: 103; Müslim, Tevbe: 54; Ebû Dâvud, Cihad: 92.

[52] Taberânfnin Kebîf'mâen.

[53] Tirmiz'ı, Tefsîr-i Sûre: 49; IbniMâce, Zühd: 14; Müsned, 5:10.

[54] IbniMâce, Zühd: 22; Ebû Davud, Edeb:44.

[55] İbni  Asakir’den.

[56] Deylemî'ninMüsnedöV-firctei's'inden.

[57] Tirmizî, Menakıb: 30; IbniMâce, Mukaddime: 11; Mösned, 3:3,62,64,82; 5:391,392.

[58] Buharî'nin Tarifimden

[59] Ha/dm'den.

[60] İbni Adiyy'in et-Kâmit\ ve Ebû Nufrym'ın H//ye'sinden.

[61] Buharî'nin Tarifti ve Hâkim'in Müsîadretfinden.

[62] Mâide Sûresi, 89.

[63] Müslim, Mösakât: 132; ibniMâce, Ticâret: 30.

[64] Hatibin Tariflinden.

[65] Timizi, Tefsîr-i Sûre: 15.

[66] Beyhaki'nin Ş/'bü7-/marfından.

[67] Abdürrezzak'ın Câm/7inden.

[68] Buharı, Tıb: 28; Müslim, Selâm: 81; Tırmizî, Tıb: 25; Dârimî, Rikak: 55;

Taberânî, Ayn: 16; Müsned, 1:291)

[69] IbniMâce, Tıb: 19; Müsned, 5:252,264.

[70] fbniKânfâeo.

[71] Deylemî'nin Müsnedü'l-Fırdevginâen.

[72] Ibni Mûrdeveytfien.

[73] Beyhakı'nin Şi'bö'l-îmari\r\6an.

[74] Ibni MürdevByfflen.

[75] Taberânî'nin Evsafından.

[76]Ebû Nuaym'ın M/ye'si, Hâkim'in MüstedreM ve BeyhakVnin £?öü7-fman1indan.

[77] Buhârî, Edeb: 77; Müslim, îman: 60.

[78] Buharı, îman: 16; Edeb: 77; Müslim, îman: 57,59; Ebû Davûd, Sünnet: 14;

Timizi Birr: 56,80; A/ese/* îman: 16.

[79] Tirmizİ, Birr: 78; Mösneö, 5:269.

[80] Hakîm'den.

[81] Ibni AsâtoVden.

[82] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevs"\n6en,

[83] ibni Asâkir'ĞĞU.

[84] Deylemî'ninMüsnedüV-F/rdevs'inden.

[85] Buhari, Libas: 63,64; Ebû Davud, Tereccöl: 16; Tirmizî, Edeb: 18; Müslim, Tahare: 52,54; N&seî, Tahare: 14.

[86] İbra Adiyy'in el-Kâmit\ ve TaberânîYıin Keö/Vinden.

[87] Deylemfmn. Müsnedü'1-Firdevs'in.âen.

[88] Taberi ve Bezzaföan.

[89] Aböürrezzak, Ibni Adiyyln et-Kâmit\ ve Beyhakl'nin Şi'bü'l-İmarfmöan.

[90] Ibni Mâce, Sadakat: 15 ve Hâkim'in MüsfedreKinden

[91] Buharı, Fezâilü'l-Kur'ân: 8.

[92] Ebû Davud, Imare: 17.

[93] Taberânfnin Keb/ir'indsn.

[94] Hâkim'in Möstedrefcl ve Nesefden.

[95] Ibni Adiy/in e/-Kâm/fi ve Taberânî'nin Evsafından.

[96] Timizi, Kıyame: 47.

[97] Hâkim'in Möstedr&k inden.

[98] Beyhakl'nin Sö/ıe/ı'inden.

[99] Kazâfden.

[100]Jimizİ, İlim: 19

[101]Ebû Davud, Edeb: 100; Tirmizî, Dua: 25; Nesel, Sehv: 91; ibni Mâce, İkâme: 32; Müsned, 2:16.

[102]Tirmizî, Daavât: 25; Ebû Dâvud, Edeb: 100; Neseî, Sehv: 91.

[103] Tirmizî, Kıyame: 58.

[104] Taberânî'nin Sabinden.

[105] Ebû Bekir eş-Şâf/f den,

[106] BeyhakVnin Şi'bü'l-lman'mdm.

[107] Hâkim'in MüsfecfreA'inden.

[108] Buharı, Isti'zan: 1; Müslim, Birr: 115; Cennet: 28; Mösned, 2:244,251,315,323.

[109] Buharı, Edeb: 19; Müslim, Tevbe; 17,20; Tirmizî, Daavât: 99; Ibni Mâce, Zühd: 35.

[110] IbniSa'd'ın Tabaka!ından.

 

[111] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 225.

[112] Mektubât, s. 222.

[113] Taberânî'nin  Kebirinden.

[114] Ebû Davud, Salât:9; IbniMâce, İkâme: 194; Mösned, 5:317,322.

[115] IbniNasfdan.

[116] ibni Asâkifden.

[117] Bezzazdan,

[118] Taberânî'nin Kebîri, Ebû Nuaym'ın Marif&'$\ ve Beyhakl'nin Şi'bü'Hmarimdan.

[119] Müslim, İmare: 165; Neseî, Cenâiz: 14; Müsned, 2:441.

[120] Müslim, Imâre: 109; Neseî, Cihad: 25.

[121] Lokman Sûresi, 34.

[122] Buhari, îman: 37; Müslim, îman: 5,7; IbniMâce, Mukaddime: 9; Fiten: 25; Müsned, 2:52,426.

[123] Hak Dini Kur'ân Dili, 6:3852.

[124] Tecr. Sarih Tere, 7:18 (H. 1324.)

[125] Lem'aİar, s. 107.

[126] A.g.e., s. 107.

[127] Beyhakı'nîn Şi'bü'l-İman'mdan.

[128] Deylemî'ninMüs/)ecfû'/-fîrdevs'inden,

[129] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevs'höen

[130] fbniLâtöm.

[131] Beyhaki'nin £/'bü7-/man'ından.

[132] Kazâfden.

[133] Ebû Nuaym'm Misinden.

[134] Ebû Nuaym'ın Hıly&\ ve Hatib'in Tariflinden.

[135] Müsned, 4:277.

[136] Ibnünneccafdan.

[137] Müslim, İmare: 65,66; Tirmizî, Tefsîr-i Sûre: 49; Dârimî, Rİkak: 78.

[138] İbnü'z-Zarîsve IbniMördeveyttien.

[139] Buhâri, Fezâilü'l-Kur'ân; 21; Ebû Davud, Vitr: 14; Tirmizİ, Sevabü'l-Kur'ân:15; IbniMâce, Mukaddime: 16;

Dârimî, Fezâilü'l-Kur'ân: 2.

[140] Beyhaki'nin Ş/'öü7-/man'ından.

[141] Neşe/", Büyü': 64,103; IbniMâce, Sadakat: 16; Tırmizî, Büyü': 73,75.

[142] IbniMâce, Nikah: 50; Dârimî, Nikah: 55.

[143] Tirmizî, Raza: 11; Ibni Mâce, Nikah: 50; Müsned, 2:472.

[144] Hâkimin MüstedreKlnden.

[145] Hafc/m'den.

[146] Tirmizî, Birr: 28; Müsned, 2:168; Dârimî, Siyer: 3.

[147] Ibni Ebi'd-Dünya'mn Kitabü'i-lhvariından.

[148] Hâkim'in Müstedrek'mden.

[149] Hâkimin Müstedrekmöeo.

[150] Tirmizî, Salât: 108; Hacc: 102; Daavâfi 59.

[151] !b/j/Mâce,Tıb:28,41.

[152] Mûsned, 1:172,180,187.

[153] Ebû'ş-Şeyh'in Sevab'tndan.

[154] Taberânî'nin Kebîrinden.

[155] fbniMâcew Hâkimin MüstedreK'mden.

[156] Nîsa Sûresi, 4.

[157] Taberârtfnin Keb//1nden.

[158] Ebû Nuaym'ın H;/ye'sinden.

[159] Müsned, 2:334; 358.

[160] Müslim, îman: 64.

[161] Müsned, 6:68,436.

[162] 'Tirmizi, Zühtf: 21,22; D&rimt, RiKak: 30; Müsned, 4:188; 5:40,43,44,47.

[163] Taberânfnin Kebîrinden.

[164] Deylemî'ninMüsnedüY-firdevsInden.

[165] Müsned, 2:251,432,438.

[166] EbûDavud, Nikâh: 31

[167] Deylemî'ninMtfsnerfüV-fîrtfevS'inden.

[168] Taberânînin fecinden.

[169] Hâkimin Möstedreklnöen

[170] Ibni Asakit'den.

[171] ıbnı Şâhiriden,

[172] Hâfc/m'den.

[173] IbniMâce, Edeb;6.

[174] lbniAbdil[err'in///rfinden.

[175] Taberânrnin Keftfinden.

[176] Taberânrnin Kebenden.

[177] Taberânrnin Keb/Vinden.

[178] Ibni Ebi Şeybdûen.

[179] Mûsned, 3:336.

[180] Müslim, Fezâılü's-Sahabe: 201; Buharı, Nikâh: 11; Müsned, 1:319.

[181] Bediüzzaman Said Nursî, Lem'atar, s. 191, 192.

[182] Nisa Sûresi, 34.

[183] BeyhakVnin Söneninden.

[184] Deylemfnin Müsnedö'l-Firdevg'mden

[185] Ibni Asakifden.

[186] Ebû Ya'la'nm Müsned\ ve Hâkimin MösfedreKinden.

[187] Buhar!, Şehadât: 9; Fezâilü Ashabi'n-Nebiyyi: 1; Rikak: 7; İman: 10,27; Timiz!, Fİten: 45; Şehadât: 4; Menakıb: 56; Ibni Mâce, Ahkâm; 27:27; Müsned, 1:378

[188] Beyhaki'nin Şi'bül'l-îmarfmĞm.

[189] Deytemîmn Müsnedö'l-Firdevfmden,

[190] H«iüavud,Edeb:1i2.

[191]Hatib'in Tariflinden.

[192] Timizi, Fiten: 76; Mösned, 2:368,378.

[193] Beyhaki'nin Şi'bü'l-lman'mâan.

[194] Buhartm Edebinden.

[195] Ebû Ya'lâ'nın Müsnedioden.

[196] Deylemînin Müsnedû'l-Firdevg'möen.

[197] İbni Mice, Zühd: 37.

[198] Buharî, Icare: 1; Vekâle: 16; Müslim, Zekât: 79; Neseî, Zekât: 57,67; IbniMâce, Ticarât; 65; Müsned,

4:394,405,409.

[199] Buharî, Sulh: 6; Megazİ; 43; Ebû Davud, Talak: 35; Tirmizî, Birr:6.

[200] Ibni Ebi'd-Dünya'nın Zemmü'i-Gazab'mtiart.

[201] Dey\emîri\nMüsnedü'l-Firdevg\nden.

[202] Keşfü't-Hafâ, 1:393 (H. 1254.)

[203] Taberânfnin Kebif\ ve Ebû Ya'lâ'nın Müsnerfinden.

[204] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdeidinden.

[205] Hakîrrföen.

[206] TaberânTnin Kebît'mâen,