2150.
[3:509, Hadîs No: 4147]
Sefîne'den (r.a.)
rivayetle:
Benden sonra halifelik
otuz senedir. Ondan sonrası saltanattır.[1]
2151.
[3:509, Hadîs No: 4148]
Ebû Ümâme (r.a.)
rivayet ediyor: Haricîler, Cehennemin köpekleridir.[2]
Peygamber Efendimiz
{a.s.m.) bu hadisleriyle gaybî bir ihbarda bulunmakta, ileride ortaya çıkacak
bir grubu ismiyle haber vermekte ve onların Cehennemlik olduklarını
bildirmektedir.
Kimdi bu Haricîler ve
neler yapmışlardı ki, Cehenneme girmeye müstehak olmuşlardı?
Hz. Ali ile Hz.
Muaviye'nin arasında yapılan Sıffîn Savaşı, "Hakem Olayı "yia
sonuçlanmıştı. Müslümanlar arasında yapılan savaşa son vermek için, her iki
iaraf da aralarında birer kişiyi hakem seçmişlerdi. Hz. Ali ordusundan bir
grup, hakem fikrine karşı çıktılar. Şöyle dediler:
"Siz Allah'ın
emirlerine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz? Hayır, vallahi hüküm
yalnızca Allah'ındır ve Ondan başkası hüküm veremez."
Bu görüşte olan 12 000
kişilik bir grup, Hz. Ali'nin ordusundan ayrılarak Ha-rûra mevkiinde
toplandılar. Mü'minlerin emîrine itaattan çıktıkları için bunlara Haricîler
denildi. Bu davranışlarıyla İslâm birliğine büyük bir darbe indirmişlerdi.
Hz. Ali, büyük
Sahabîlerden Abdullah bin Abbas'ı Haricîlere gönderdi. Onlara nasihatta
bulunmasını istedi. Fakat Haricîler Hz. Abdullah'ı dinlemediler. Sonradan Hz.
Ali de onlarla konuştu. Onların "İnsanlar hüküm veremez. Hüküm
Allah'ındır" sözlerine karşı veciz bir konuşma yaptı. Konuşmasının bir
yerinde şöyle dedi:
"Biz bu konuda
insanların hüküm vermelerini kabul etmiş değiliz. Kur'ân'ın hükmünü talep
ediyoruz. Kur'ân-ı Kerim iki kapak arasında satırlarla yazılmış, dili olmayan
bir kitaptır. O ancak insanlar okuduğunda konuşur ve hükmünü açıklar."
Fakat Haricîler
gerçeği bir türlü anlamadılar. Netice'de onlarla savaşıldı. Pekçoğu öldürüldü.
Çok azı da kurtulup sağa sola dağıldılar. Haricîlerle yapılan bu savaş Hicretin
37. yılında oldu. Hz. Ali'yi de bu savaştan kurtulanlardan birisi olan Ibni
Mülcem şehit etti.
2152.
[3:510, Hadîs No: 4151]
îbniAbbas'dan (r.a.)
rivayetle: Hayır, büyüklerinizle beraberdir.[3]
2153.
[3:510, Hadîs No: 4152]
Muâviye (r.a.) rivayet
ediyor:
Hayır, fitrata
uygundur. Şer ise fitratm sapması sonucu işlenir. Allah kimin hakkında hayır
dilerse, onu dinde bilgili ve ince anlayış sahibi kılar.[4]
2154.
[3:511, Hadîs No: 4154]
Ibni Amr'dan (r.a.)
rivayetle:
Hayır çoktur, fakat
yapanı azdır.[5]
2155.
[3:514, Hadîs No: 4164]
Ebû Mûsâ (r.a.)
rivayet ediyor:
Cennette oyma inciden
yapılmış öyle çadırlar vardır ki, yükseklikleri altmış mildir. O çadırların
herbir köşesinde mü'minin bir hanımı bulunur. Onlar birbirini görmezler.[6]
2156.
[3:516, Hadîs No: 4170]
Zübeyr bin Avvam'dan
(r.a.) rivayetle:
Sizden önceki
ümmetlerin hastalığı yavaş yavaş size de bulaşır. Bu, hased ve kindir. Bu
hastalık tıraş edicidir. Fakat saçı değil, dini tıraş eder. Muhammed'in nefsi
kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz iman etmedikçe Cennete
giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de İman etmiş olamazsınız. Yaptığınız
takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi size haber vereyim mi? Aranızda
selâmı yayınız.[7]
2157.
[3:518, Hadîs No: 4175]
îbniAbbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Miraca çıkarıldığım
gece Cennete girdim, bir hışırtı işittim. "Yâ Cebrail, bu nedir?"
diye sordum. "Bu, müezzin Bilâl'dir" dedi.[8]
2158.
[3:518, Hadîs No: 4177]
Ebû Ümâme'den (r.a.)
rivayetle:
Cennete girdim,
kapısında şu yazıyı gördüm: "Sadaka için on sevap verilir. Karşılık
beklemeden verilen borca ise on sekiz sevap verilir." Şöyle dedim:
"Ey Cebrail, nasıl oluyor da sadakaya on, borca ise on sekiz sevap
veriliyor?" Şöyle cevap verdi:
"Çünkü sadaka
zenginin de, fakirin de eline düşebilir. Borç ise ancak muhtaç olana
verilir."[9]
2159.
[3:519, Hadîs No: 4178]
Âişe (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Cennete girdim, orada
bir okuma sesi işittim. "Bu okuyan kim?" diye sordum. "Harise
bin Nu'man" dediler. [Harise bin Numan anne babasına iyiliği sebebiyle bu
makama ulaşmıştır.] îşte anne babaya yapılan iyilik böyledir. İşte anne babaya
yapılan iyilik böyledir, işte kişiyi böyle yükseltir.[10]
2160.
[3:520, Hadîs No: 4180]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Cennete girdim, bir
hışırtı işittim. "Bu nedir?" diye sordum. "Mil-han'm kızı
Gumeysâ'dır" dediler.[11]
2161.
[3:520, Hadîs No: 4181]
Enes (r.d.)-rivayet
ediyor:
Cennete girdim,
kıyılarında inciden çadırlar bulunan bir nehir gördüm. İçinde akan suya elimi
daldırdım. Hâlis misk olduğunu gördüm. "Bu nedir, ey Cebrail?" diye
sordum. "Bu, Allah'ın sana vermiş olduğu Kevser'dir" dedi.[12]
2162.
[3:521, Hadîs No: 4183]
Büreyde'den (r.a.)
rivayetle:
Cennete girdim, genç
bir kız beni karşıladı. "Sen kiminsin?" diye sordum. "Zeyd bin
Hârise'ninim" dedi.[13]
2163.
[3:521, Hadîs No: 4184]
İbni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
Bu gece rüyamda
Cennete girdim, içine göz attım. Cafer'in meleklerle beraber uçtuğunu,
Hamza'nm da bir koltuk üzerine yaslandığını gördüm.[14]
2164.
[3:521, Hadîs No: 4186]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Cennete girdim,
kapısının iki kanadında altınla yazılmış şu üç satır yazıyı gördüm: Birinci
satır, "Allah'tan başka ilâh yoktur, Mu-hanımed Onun elçisidir"
yazıyordu. İkinci satır, "Önümüzden gönderdiğimiz iyilik ve hayırların
karşılığını bulduk. . Helâl olarak ye diki eri- mi zde kazançlı çıktık. Allah
yolunda harcamayıp da geride bıraktığımız şeylerde de zarar ettik"
şeklindeydi. Üçüncü satırda da şu yazıyordu: "Günahkâr bir ümmete, çok
bağışlayıcı bir Rab."[15]
2165.
[3:522, Hadîs No: 4191]
İbni Ömer (r.a.)
Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Bir kadın, bir kediyi
bağlayıp ölünceye kadar birşey yedirmediği ve yeryüzünün haşeratmdan da
yemesine müsaade etmediği için Cehenneme girdi.[16]
2166.
[3:524, Hadîs No: 4196]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Kişinin sağlığında Allah
yolunda harcadığı bir dirhem, ölümü
ânında bir köleyi hürriyetine kavuşturmasından daha hayırlıdır.[17]
2167.
[3:525, Hadîs No: 4197]
Ebû Derdâ (r.a.)
rivayet ediyor:
Bir Müslümanm yanında
yokken din kardeşi için yapmış olduğu duâ kabul olunur. Bu iş için görevli bir
melek bulunur. Din kardeşi için hayırla duâ ettiğinde, melek, "Amin.
Kardeşin için istediğinin bir misli de sana verilsin" der.[18]
2168.
[3:525, Hadîs No: 41981
Ümm-ii Hakimden (r.a.)
rivayetle:
Babanın duası, hiç bir
engelle karşılaşmadan Allah'ın huzuruna çıkar.[19]
2169.
[3:525, Hadîs No: 4199]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Babanın çocuğuna
duası, peygamberin ümmetine olan duası gibidir.[20]
2170.
[3:526, Hadîs No: 4201]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Kendisine iyilik
yapılan kişinin iyilik yapana olan duası geri çevrilmez.[21]
2171. [3:526,
Hadîs No: 4202]
Ebû Bekre (r.a.)
rivayet ediyor:
Sıkıntıda olan
kimsenin yapacağı duâ şudur: "Allah'ım, sadece senin rahmetini umarım.
Beni, göz açıp kapayıncaya kadar dahi nefsimin eline bırakma. Benim bütün
işlerimi yoluna koy. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.[22]
2172.
[3:526, Hadîs No: 42031
Sa'd bin Ebî
Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:
Yumıs'un (a.s.)
balığın karnında iken yapmış olduğu duâ şudur: "Senden başka ilâh yoktur.
Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben kendine
zulmedenlerden oldum." Birşey hakkında bunu okuyarak duâ eden hiçbir
Müslüman yoktur ki, Allah onun duasını kabul etmesin.[23]
Bu duanın önemini daha
iyi anlamak için Yunus'un (a.s.) durumunu göz önüne getirmek gerekir. Denize
atılan Yunus Peygamberi büyük bir balık yutmuştu. Gece alabildiğine karanlık,
deniz de dalgalıydı. Balık, gece ve deniz, aleyhinde âdeta ittifak etmişlerdi.
Allah'tan başka hiç bir ümit kapısı kalmamıştı. O anda bütün dünya onun
hizmetkârı olsaydı, beş kuruş faydası olamazdı. Ancak balığa, denize ve geceye
sözü ve hükmü geçen birisi onu o vaziyetten kurtarabilirdi. O da Allah'tı. Bunu
çok iyi bilen Hz. Yunus, "Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü
noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç şüphesiz ben kendine zulmedenlerden
oldum"[24] duasını yaptı. Bu dua
sebeplerin hiçbir tesiri bulunmadığını itiraf; her-şeyin dizgininin Allah'ın
elinde oluşunun, Onun emri ve izni olmaksızın hiçbir şeyin halledilemeyeceğinin
ifâdesinden başka birşey değildi. Sebepleri elinde tutan, kapısından başka
başvurulmaya değer bir ümit kapısı olmayan, herşeyin sahibi ve maliki Allah'ı
bulmak, Ona yönelmek, Ona sığınmak, Ondan meded ummak elbette neticesiz kalmaz.
Bu dua Hz. Yunus'a kurtuluş yolunu açmış, balığı bir denizaltı gemisi, geceyi
mehtaplı, denizi sakin hale getirmişti.
Yunus'un (a.s.) bu
vaziyetinden yüz derece daha müthiş bir vaziyette bulunduğumuzu söyleyen
Bedîüzzaman, bizim bu duaya ondan çok daha fazla muhtaç olduğumuzu söylüyor ve
şöyle diyor: "Hz. Yunus'un (a.s.) birinci vaziyetinden yüz derece daha
müthiş bir vaziyetteyiz. Gecemiz istikbaldir. İstikbâlimiz, nazar-ı gafletle,
onun gecesinden yüz derece daha karanlık ve dehşetlidir. Denizimiz, şu
sergerdan [başıboş] küre-i zeminimizdir. Bu denizin her mevcinde [dalgasında]
binler cenaze bulunuyor; onun denizinden bin derece daha korkuludur. Bizim
heva-i nefsimiz, hûtumuzdur [nefsimizin kötü arzuları balığımızdır]. Hayat-ı
ebediyemizi sıkıp mahvına çalışıyor. Bu hût, onun hûtundan bin derece daha
muzırdır. Çünkü onun hûtu yüz senelik bir hayatı mahveder. Bizim hûîumuz ise,
yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor.
"Madem hakiki
vaziyetimiz budur. Biz de, Hz. Yunus Aleyhisselâma iktidâen [uyarak,] umum
esbaptan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü'l-Esbâb olan [sebepleri
elinde tutan] Rabbimize iltica edip, "Lâ ilahe illâ ente süb-haneke innî
küntü minezzâlimîn" demeliyiz..."[25]
Görüldüğü gibi bu
duada katıksız ve halis birtevhid vardır. Doğrudan doğruya herşeyin dizgini
elinde olan Allah'a yönelme, sebeplerin tesirsiz olduğunu düşünüp hayrın
tamamen Onun elinde, şerri yaratan Allah olmakla birlikte onu isteyen ve sebep
olanın nefis olduğunu ve sebeplerin tükendiği noktada Ondan başka hiçbir merci
ve kurtarıcı bulanamayacağını, her ne kadar sebeplere sarılmak tevekkülün
gereği ise de neticede Onun izni olmadan hiçbirinin etkili olamayacaklarını
düşünme vardır.
İşte duanın bu mahiyet
ve özellikleri sebebiyledir ki yukardaki hadis-i şerifte Hz. Yunus'un bu
tesirli duası dikkate verilmekte, o duayla birşey isteyene Allah'ın isteğini
vereceği bildirilmektedir. Peygamberimiz bir başka hadis-i şeriflerinde bu
duanın en mühim bir özelliğine şöyle dikkat çekmektedir: "Kendisiyle dua
edildiğinde Allah'ın kabul ettiği ve birşey istenildiğinde verdiği ism-i âzami
Yunus bin Mettâ'nın duasıdır."[26]
Yüce Allah da Kur'ân-ı
Kerim'inde Hz. Yunus'tan naklen bu duaya yer vermekle bizi bu şekilde dua
etmeye teşvik etmektedir.
2173.
[3:526, Hadîs No: 42041
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Çok günahkâr da olsa
zulme uğrayan kimsenin duası kabul edilir. Günahkârlığı kendine aittir.[27]
Allah âdildir. Adi
isminin gereği olarak herşeyi adaletle yürütür, kâinatı onunla ayakta tutar.
Zulüm ise adaletine bütün bütün zıt bir harekettir. Âdeta kâinattaki bu düzene
başkaldırmaktır, isyandır. Evet, zulüm, kâinatta hâkim olan hak ve hukuku
çiğnemek demektir.
Bunun içindir ki
Cenab-ı Hakkın gazap ettiği şeylerin başında zulüm gelir. Zulmün kötülüğünü,
zâlimlerin yardımcıları bulunmadığını, hasmının Allah olduğunu anlatan âyet ve
hadisler zerre kadar vicdanı olanlara ürperti vermekte, dikkate ve titizliğe
sevk etmektedir.
Bütün bunlara rağmen
zulme girmek büyük bir hatadır. Mazlumun yardımcısının Allah olduğunu bilmek
gerekir. Zulmeden insan bilerek veya bilmeyerek Allah'ı karşısına almaktadır.
Allah'la cedele gireni ise Allah mahveder.
Cenab-ı Hakkın, bazı
hataların cezasını âhirete bırakmadan daha dünyadayken peşin olarak verdiğini,
bunlar arasında zulmün de bulunduğunu düşünürsek zâlimin hiçbir zaman iflah
olamayacağını anlarız. Aİtah mazlumların yar-dımcısıdır. Hatta hadiste
belirtildiği gibi, zulme uğrayan çok günahkâr birisi dahi olsa, Allah onun
günahlarına bakmaksızın o kuluna yardım eder, dua ettiğinde duasını kabul eder.
Allah, o kişinin iyilik ve kötülüğünden ziyade içinde bulunduğu acıktı duruma,
yani zulmün dehşetine bakar, günahkâr da olsa ona yardım eder.
Bu hadis bize, kim
olursa olsun zulmetmenin cezasız bırakılmayacağını, mazlumlara Allah'ın
yardımcı olduğunu açıkça göstermektedir. "Mazlumun duasından sakının.
Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur" hadisi de bu gerçeği dile
getirir.
2174.
[3:527, Hadîs No: 4206]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Gizli yapılan bir duâ
açıktan yapılan yetmiş duaya denktir.[28]
2175.
[3:527, Hadîs No: 4208]
Muâz bin Cebel rivayet
ediyor:
Muâz'la uğraşma.
Şüphesiz Allah meleklere karşı Muaz bin Cebel ile iftihar ediyor.[29]
Peygamberimizin,
"Haramı ve helâli en iyi bilen" diye tarif ettiği Hz. Muâz, Akabe
Bîatında, daha on sekiz yaşında iken Müslüman olmuştu. Medineliydi. Hz. Muâz,
Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katıldı. Birgün Peygamberimiz Hz.
Muâz'ın elinden tutarak, "Ey Muâz, vallahi ben seni çok severim" buyurmuştu.
Peygamberimiz, irşadda
bulunması ve Müslümanlara dinlerini öğretmesi için onu vazifeli olarak Yemen'e
göndermişti. Hareket etmeden önce de ona şu tavsiyede bulundu: "Her ne
halde ve nerede olursan ol, Allah'tan kork, günah işlediğinde arkasından hemen
sevap kazandıracak bir amel işle ki, onu yok etsin. İnsanlara da güzel şekilde
muamele et."
Muâz (r.a.),
Peygamberimizin vefatına kadar Yemen'de kaldı, Islama hizmet etti. Orada
bulunduğu süre içerisinde Müslümanların sayısı gün geçtikçe arttı. Müslüman
olanlar önce kendisine bîat ediyor, sonra da Medine'ye gidip Resûlullaha bîat
ediyorlardı. Bir defasında sadece Nehâ Kabilesinden 100 kişi onun vasıtasıyla
Müslüman olmuştu.
Hz. Muâz, Hz. Ömer'in
halifeliği döneminde Suriye'de ordu kumandanı iken, Hicretin 18. yılında, 38
yaşında Şam'da çıkan veba hastalığına yakalandı ve o hastalıktan kurtulamayarak
vefat etti. Vefatından önce onun ağladığını görenler "Sen ki, Resûluflahın
Sahabîsisin. Sen ki bu kadar faziletli birisin. Niçin ağlıyorsun?" diye
sormuşlardı. Hz. Muâz şu cevabı verdi:
"Siz benim
ölümden korktuğum veya dünyayı terkettiğime üzüldüğüm için mi ağladığımı
zannediyorsunuz? Oysa ben öldükten sonra Cennete mi, yoksa Cehenneme mi
gideceğimden emin olmadığım için ağlıyorum."
Hz. Muâz'ın Hz.
Ömer'in yanında ayrı bir yeri vardı. Vetât ederken kendisine "Bize kimi
halife bırakıyorsun?" diyen birine şu cevabı vermişti:
"Şayet Muâz bin
Cebel sağ olsaydı, onu halife bırakırdım. Rabbime kavuştuğumda Rabbim bana
'Kimi halife bıraktın?' deyince, 'Senin kulun ve Resulün Muhammed'in {a.s.m.),
'Muâz Kıyamet gününde âlimlerin önünde tek başına bir cemaattir' buyurduğu
kimseyi bıraktım,'derdim."
Son olarak ilme çok
büyük değer veren ve kendisi de büyük bir âlim olan Hz. Muâz'ın ilimle ilgili
bir sözüne yer verelim:
"İlim öğrenin.
Çünkü o Allah'a karşı korkunuzu arttırır. İlim istemek ibâdettir. İlmî
müzâkerelerde bulunmak Allah'ı teşbih etmektir. İlimden bahsetmek cihad-dır.
Bilmeyenlere öğretmek sadakadır. İlmi lâyık olanlara dağıtmak, kişiyi Allah'a
yakınlaştırır. Çünkü ilim helâl ve haramın ölçülerini verir."
2176.
[3:528, Hadîs No: 4210]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
Dedikoduyu, çok suâl
sormayı ve malı boşu boşuna harcamayı terk et.[30]
2177.
[3:529, Hadîs No: 4213]
Hz. Hasan (r.a.)
rivayet ediyor:
Sana şüphe veren şeyi
bırak, şüphelendirmeyene bak. Şüphesiz doğruluk kalbin yatıştığı şeydir. Yalan
ise kalbin kuşku duyduğu şeydir.[31]
Helâl da, haram da
bellidir. Bir de ikisi ortasında bulunan şüpheliler vardır ki, bunlar helalliği
da, haramlığı da tam olarak kestirilemeyen hususlardır. Mü'mi-nin en önemli
vazifelerinden biri helal dairede yaşamak, haramlardan ve elden geldiğince de
şüphelilerden kaçınmaktır. Çünkü şüpheli şeylerde de harama düşme tehlikesi
vardır.
Hadis bize bir ölçü
daha vermektedir ki, o da doğruluğun mahiyetindeki özelliktir. Doğruluk kalbin
yatıştığı, rahatladığı; yalan da kalbin kuşkulandığı, tedirgin olduğu şeydir.
Bu aynı zamanda
iyiliklere verilen peşin bir mükâfat ve kötülüklere verilen peşin bir cezanın
güzel bir örneği olarak da önümüzde durmaktadır. Bozulmamış fıtrat ve
vicdanlar bu gerçeği hissetmekte gecikmezler. Doğru ve iyi olan şeyi yaptığı
zaman insan büyük bir huzur duyar, vicdanen rahatlar. Kötülük ise insanı
sıkıntıya atar, huzursuz ve tedirgin eder. Zaten Cenab-ı Hak iyilik ve kötülüklere
bu peşin karşılıkları vermiştir ki, insanların iyiliklere yönelip kötülüklerden
sakınmalarına birer vesile olsun, iyilik ve kötülüklerin bu özelliği üzerinde
duran Bedîüzzaman Hazretleri, Uhuvvet Risalesi isimli eserinde şöyle der:
"Cenab-ı Hak, kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adaletinden, iyilik
içinde muaccel [peşin] bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücazât
[ceza] dere etmiştir. Hasenatın [iyiliklerin] içinde âhiretin sevabını
andıracak manevî lezzetler; seyyiâtın içinde, âhiretin azabını andıracak
manevî cezalar dere etmiş."
Bu gerçeği dile
getiren Bedîüzzaman sonra da sevgi, düşmanlık, hürmet, merhamet, hırs, israf,
hased, tevekkül, kanaat, gurur, kibir, tevazu, enaniyeti terk etmek, sû-i zan
ve sû-i tevil gibi iyi ve kötü huyların
dünyada verilen peşin mükâfat veya cezalarından örnekler vermektedir. Bu
örneklerden sadece muhabbet ve düşmanlık üzerinde duralım: "Meselâ,
mü'minler mabeyninde [arasında] muhabbet, ehl-i îman için güzel bir hasenedir
[iyiliktir]. O hasene içinde âhiretin maddî sevabını andıracak mânevi bir
lezzet, bir zevk, bir inşirah-ı kalb [kalb rahatlığı] dere edilmiştir. Herkes
kalbine müracaat etse bu zevki hisseder.
"Meselâ,
mü'minler mabeyninde husûmet ve adavet [düşmanlık] bir seyyiedir [kötülüktür].
O seyyie içinde, kalb ve ruhu sıkıntılarla boğacak bir azab-ı vicdanîyi,
âlicenap ruhlara hissettirir. Ben kendim belki yüz defadan fazla tecrübe etmişim
ki; bir mü'min kardeşe adavetim vaktinde, o adavetten, öyle bir azap çekiyordum.
Şüphe bırakmıyordu ki, bu, seyyieme muaccel bir cezadır, çektiriliyor."[32]
Bu çerçeve içerisinde
doğruluk ve yalana baktığımızda da aynı şeyleri görürüz, îmanın en önemli
meyvesi olan doğruluk, kalbe öyle zevk ve huzur verir ki, insan, tehlike de
bulun doğruluğu tercih eder. Yalan da insanda öylesine büyük bir sıkıntı ve
huzursuzluk meydana getirir ki, onun bu acı meyvesini tadan kişi kolay kolay
yalana giremez. Tabii ki bu bozulmamış fıtrat ve vicdanlar için söz konusudur.
Bu ölçü helâl ve haram sınırları tam bilindikten sonra devreye girer.
2178.
[3:529, Hadîs No: 4214]
îbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Sana şüphe veren şeyi
bırak, şüphelendirmeyen şeye bak. Şüphesiz sen, Allah için terkettiğin hiçbir
şeyin kaybolup gittiğini göremezsin.[33]
2179.
[3:530, Hadîs No: 4217]
IbniAbbas (r.a.)
rivayet ediyor:
sakının. Çünkü göz ve
kalbten gelen şey Allah'tandır ve Onun rahmetindendir Elden ve dil den gelen
şey ise şeytandandır.[34]
2180.
[3:531, Hadîs No: 4222]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Sahabîlerimi bana
bırakın. Nefsimi kudreti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, siz Allah
yolunda Uhud Dağı kadar altın harcasa-nız, onların yaptıklarına yetişemezsiniz.[35]
2181.
[3:532, Hadîs No: 4227]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Bırakın konuşsun. Hak
sahibinin söz söylemeye hakkı vardır.[36]
2182.
[3:535, Hadîs No: 4241]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
islâm hâkimiyetinde
yaşayan gayr-i müslimin kan bedeli, Müslü-manın kan bedeli kadardır.[37]
2183.
[3:535, Hadîs No: 4242]
Câbir bin Abdullah
(r.a.) rivayet ediyor:
Kişinin dini, aklı
ölçüsündedir. Aklı olmayanın dini de yoktur.[38]
Akıllı olmanın ölçüsü
nedir? Çok para kazanmak mı? Yüksek öğrenim yapmak mı? Büyük bir makam ve
mevkiiye ulaşmak mı? Şan ve şöhrete kavuşmak mı? Bazılarına göre öyle. Oysa
gerçek akıllılığın ölçüsünü yukardaki hadis veriyor. Hadiste kişinin aklı
ölçüsünde dinine bağlı olacağı anlaşılıyor. Diyebiliriz ki, kişi dinine ne
kadar bağlıysa o kadar akıllı demektir. "Aklı olmayanın elini de
yoktur" ifadesi aklı olmayan delilerin mükellef olmadıklarını gösterdiği
gibi, dinden kopmuş insanların gerçek mânâda akıllı sayılamayacaklarını
anlatıyor.
Evet, akıllı Rabbini
bilen, kendisini dünyada Onun bir misafiri olarak telakki eden ve bu çerçevede
ömür süren kimsedir. Şu hadis-i şerif bu gerçeği ne güzel ifade ediyor:
"Akıllı o kimsedir ki, kendini bilir ve ölümden sonrası için çalışır.
Ahmak da o kimsedir ki nefsine uyar, sonra da Allah'tan olur olmaz şeyleri
te-mennî eder."[39]
Diğer bir hadis de şu mealdedir:
"Sizin akıl
yönünden en mükemmel olanınız, Allah'tan en çok korkanıntzdır. Allah'ın size
emrettiği ve sakındırdığı hususlarda—ameli bakımından en azınız olsa
bile—düşüncesi ve aklı tam olanınızdır."[40]
Başka bir hadiste
insanların en üstününün akıllı olanları olduklarının bildirilmesi de[41] bu
ifadeleri teyid etmektedir.
2184.
[3:536, Hadîs No: 4245]
İbni Abbas'dan (r.a.)
rivayetle:
Duâ edenle
"Âmin" diyen sevapta ortaktırlar. Okuyan ve dinleyen sevapta
ortaktırlar. Alim ve talebe sevapta ortaktırlar.[42]
2185. [ 3:537,
Hadîs No: 4247]
Büreyde (r.a.) rivayet
ediyor:
Hayrın yolunu gösteren
onu işleyen gibidir. Allah zor durumda bulunanın yardımına koşulmasını sever.[43]
2186.
[3:537, Hadîs No: 4250]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Deccal'ın bir gözü
kördür. İki gözü arasında, "Bu kâfirdir" yazılıdır. Bu yazıyı her
Müslüman okur.[44]
Deccâl, İslâm dinini
inkâr eden bir kâfir-i mutlaktır. Kur'ân'ı ve hadisi esas ve ölçü almaz. Ebedî
hayatı bütün bütün inkâr eder. Onun içindir ki hadis-i şerif onun âhirete ve
akıbete bakan gözünün bütün bütün kör olduğunu bildirir. Dec-cal herşeyi
dünyadan ibaret sanar, bütün kuvvetiyle dünyaya bağlanır, ebedî
kalacakmışcasina dünyaya sarılır. Fakat herkes gibi o da fânilik damgasını yemekten
kurtulamaz. Bu hadisin izahı sadedince Şuâlaföa şu satırlara yer verilir:
"Büyük Deccalin ispirtizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslâm
Dec-calının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hatta
rivayetlerde, 'Deccalın bir göz kördür' diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek
büyük Deccalin bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör
hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kâfir-i mutlak bulunduğundan
yalnız ve münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve akıbeti ve âhireti
görebilecek gözleri olmamasına işaret eder."[45]
2187.
[3:538, Hadîs No: 4251]
Huzeyfe (r.a.) rivayet
ediyor:
Deccal'm sol gözü
şaşıdır. Saçları çoktur. Yanında da Cennet ve Cehennemi vardır. Onun Cehennemi
aslında Cennet, Cenneti ise aslında Cehennemdir.[46]
Deccal'ın şaşı ve
saçlarının bol olduğu açık ifadelerdir. Yanındaki Cennet ve Cehennem tabirleri
ise izaha muhtaçtır.
Deccalin Cennet ve
Cehenneminin ancak yalancı birer Cennet ve Cehennem olabileceği azıcık bir
düşünmeyle anlaşılabilir. Zâten hadis, Kıyamet alâ-metleriyle ilgili birçok
hadis gibi mecaz mânâda kullanılmıştır. Bu hadis, Deccalin birçok şeyi olduğu
gibi medeniyeti de sûistimal ederek onun kötü yönlerini nefisleri bende etmede,
insanları emri altında almada kullanacağını ifade etmektedir. Medeniyetin oyun
ve eğlenceleri onun yalancı Cennetinden başka bir-şey değildir. Sefaheti o
kadar cazip bir hale getirir ki ağızların suyunu akıtır. Bu yolla insanları
avlar, taraftar edinir. Taraftarlarını zevk ü safa içerisinde yaşatır.
Muhalefet edenlere ise çile ve sıkıntı çektirir. Bunun için zamanın en modern
araçlarını kullanmakta tereddüt etmez. Bu sayede kendine tâbi olanlara yalancı
bir Cennet, yani mutluluk, tâbi olmayanlara da azap çektirir. Âhirzamanla
ilgili hadisleri şerh ve izah etme konusunda orijinal izahları bulunan
Bedîüzzaman Said Nursî şunları söyler:
"Deccalin yalancı
Cenneti, medeniyetin câzibedâr lehviyâtı [oyunları] ve fan-îaziyeieridir.
Merkebi ise şimendifer [tren] gibi bir vasıtadır ki, bir başında ateş ocağı
bulunur, kendine tâbi olmayanları bazan ateşe atar. O merkebin bir kulağı,
yani diğer başı Cennet gibi tefriş edilmiş, tâbi olanları oraya oturtur. Zâten
sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve
dünya için yalancı bir Cennet getirir. Biçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için
medeniyet elinde Cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet
altına atar."[47]
Bu izahlar ışığında
Deccalın Cennetinin gerçekte Cehennem, Cehenneminin de gerçekte Cennet olduğunu
anlamak zor olmasa gerek. Onun yalancı Cenneti otan sefahet ve gayr-ı meşru
hayata kendini atan dünyasını Cehenneme çevirmekle kalmaz, âhiret hayatını da
berbad eder. Ona tâbi olmamakla sıkıntıları üstlenen insan ise, dünyada bir
nevi Cehennem içerisinde yaşasa da gönlü gül gülistanlık içindedir, huzurla
doludur; âhirette de sonsuz saadete erecektir.
2188.
[3:539, Hadîs No: 4252]
Ebû Sa'id'den
rivayetle:
Deccalın çocuğu olmaz.
Mekke'ye de Medine'ye de giremez.[48]
Deccal zürriyetsizdir.
Çocuğu olmaz. Gerek şahsı ve gerekse temsil ettiği dinsizlik rejimi Mekke ve
Medine'ye giremeyecektir. Bilindiği gibi, Deccal inkarcı biridir. Allah'ı ve
Resulünü inkâr etmekte tereddüt etmemektedir. Kurduğu sistemini de bu
inançsızlık üzerine oturtur. Eğitimi dinsizlik üzerine bina eder. Bütün hak
dinlere savaş açar. Güçlü, kuvvetlidir. Dünyanın büyük bir kısmını istilâ eder.
Dinsizliği esas alan komünizmin dünyanın büyük bir bülümünü istilâ etmesi, bu
hadisin acı bir tecellîsinden ibarettir. Cenab-ı Hak sevgili Resulünü
incitmemek için Deccala Mekke ve Medineye girme imkânı vermemiştir,
vermeyecektir. İslâm Deccalı olan Süfyanın da Islâmı inkâra dayanan sistemini o
mübarek beldelere sokma imkânından mahrum kalacağını yukarıdaki hadis-i
şeriften anlıyoruz.
2189. [3:539,
Hadîs No: 4253]
Ebû Bekir (r.a.)
rivayet ediyor: Deccal, doğuda, Horasan denilen yerden çıkacak. Ona yüzleri katmerli
kalkan gibi olan topluluklar uyacak.[49]
Şuâlar'öa bu hadis
şöyle tevil edilir: "Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve
Islâmiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan
taraflarında bulunup Anadolu'yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini
zikretmekle Süfyanî Deccal onların içinde zuhur edeceğine işarettir.
"Gariptir, hem
çok gariptir. Yediyüz sene müddetinde İslâmiyetin ve Kur'ân'ın elinde
şeref-şiâr, bârika-asâ bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü,
muvakkaten Islâmiyetin bir kısım şeâirine karşı istimal etmeğe çalışır. Fakat
muvaffak olmaz, geri çekilir. 'Kahraman ordu, dizginini onun elinden
kurtarıyor1 diye rivayetlerden anlaşılıyor."[50]
2190.
[3:540, Hadîs No: 4256]
Enes'den (r.a.)
rivayetle: Duâ ibâdetin özüdür.[51]
2191. [3:550,
Hadîs No: 4257]
îbni Abbas (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarım rivayet ediyor:
Duâ ibâdetin
anahtarıdır. Abdest, namazın anahtarıdır. Namaz da Cennetin anahtarıdır.[52]
2192.
[3:540, Hadîs No: 4258]
Ali'den (r.a.)
rivayetle:
Duâ mü'minin silâhı,
dinin direği, göklerin ve yerin nurudur.[53]
2193.
[3:541, Hadîs No: 4260]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Ezanla kamet
arasındaki duâ kabul edilir. O haldeyken duâ ediniz.[54]
2194.
[3:542, Hadîs No: 4264]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Şüphesiz duâ, başa
gelmiş ve gelecek olan şeylere
faydalıdır. Onun için ey Allah'ın kullan, duaya sımsıkı sarılın.[55]
2195.
[3:543, Hadîs No: 4266]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Muhammed ve onun Ehl-i
Beytine salavat getirilmedikçe, duâ ile Allah arasında bir perde vardır.[56]
2196.
[3:545, Hadîs No: 4272]
îbniArardan (r.a.)
rivayetle:
Dünya tatlıdır,
caziptir. Kim onu helâl yolla alırsa, Allah onu kendisine mübarek kılar.
Nefsinin arzuları içinde yüzen nice kimse vardır ki Kıyamet Günü ateşten başka
nasibi yoktur.[57]
2197.
[3:546, Hadîs No: 4275]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Dünya mü'minin
zindanı, kâfirin Cennetidir.[58]
Bâzı kimseler hadisin
zahirî mânâsına bakarak dünyanın mü'minler için bîr zindan gibi kabul edilmesi,
Müslümanların rahat yüzü görmemeleri, sürekli sıkıntı çekmeleri gerektiğini
söylerler. Halbuki gerçek, onların düşündüğü gibi değildir. Dünyada neden
kâfirler konfor ve rahat içinde yaşasınlar da Allah'ın yeryüzündeki en sadık
halifeleri olan Müslümanlar çile ve ızdırap çeksinler? Zaten hadise dikkatle
bakıldığında hiç de onların anladıkları gibi bir mânâ ifade etmediği görülür.
Çünkü Mü'minin âhireti
de Cennettir, dünyası da. Mü'min, îmanın verdiği nur ve sürûrla gerek ferdî,
gerek ailevî ve gerekse toplum içinde huzurlu bir hayat yaşar. Dünyanın meşru
her türlü nimetinden gerektiğince faydalanır. Onu dünya nimetlerinden
uzaklaştıracak hiçbir gerekçe ve sebep yoktur. Allah, âhiret nimetlerini
olduğu gibi dünya nimetlerini de mü'min kulları için hazırlamıştır.
Saadet kaynağı olan
îman içte olduktan ve dünya nimetlerinden mümkün olduğunca faydalandıktan
sonra dünya niçin zindana dönsün?
Gerçek bu iken
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) dünya ve âhireti niçin böyle bir ölçüyle
anlatmıştır?
Mü'min âhirette
öylesine güzel, muazzam ve muhteşem nimetlere kavuşacaktır ki, dünya hayatı
böylesine güzel olmasına rağmen âhiret hayatı yanında zindan gibi kalacaktır.
Buna karşılık kâfirin
ise âhireti olduğu gibi dünyası da Cehennemdir. Görünüşte ne kadar şatafatlı,
tantanalı bir hayat yaşarsa yaşasın, inançsızlığın verdiği sıkıntı ve ızdırab
sebebiyle daima huzursuzluk duyar. Hayatın tadını bir türlü alamaz. Ölümü
yokluk kapısı, bütün dost ve sevdiklerini asan darağacı olarak gören bir
kimsenin dünyada huzur-ve saadet bulması hiç mümkün müdür? Ama kâfir, âhirette
öylesine sıkıntı ve azaba maruz kalacaktır ki dünya hayatı onun yanında Cennet
gibi kalacaktır. Demek ki hadisi âhirete nisbetle mü'minin dünyası Cehennem,
kâfirin dünyası da Cennettir şeklinde anlamak gerekir.
2198. [ 3:548,
Hadîs No: 4279]
İbniAmr'dan (r,a.)
rivayetle:
Dünyanın tamamı kısa
süre için insanın faydalandığı bir nimettir. Dünya nimetinin en hayırlısı ise
dindar ve güzel ahlâklı kadındır.[59]
Mü'min ebedî saadetin
yolcusudur. Dünya ise kısa bir süre için de olsa bir konaklama yeridir—çünkü
âhiret hayalı sonsuz olduğu için dünya hayatı onun yanında göz kırpması gibi
kısa bir süre ancak tutar—ve dünya, içerisindeki çeşit çeşit güzellikleriyle
birlikte Cenab-ı Hakkın mü'min kulları için hazırlamış olduğu bir nimettir. Bu
nimetten mü'min meşru dairede faydalanmasını bilecektir.
Hadis-i şerif dindar
ve güzel ahlâklı kadını dünya nimetinin en hayırlısı olarak göstermektedir ki,
bu dindar bir kadının önemini açıkça bildirmektedir. Böyle bir kadın, başka bir
hadis-i şerifte de evlilik için ilk tercih sebebi olarak gösterilmiştir.
Saliha ve dindar kadın
niçin bu kadar önemlidir?
Çünkü kadın insanın hayatını
Cennete de çevirir, Cehenneme de. Dindar bir kadın ise huzur kaynağıdır. Onun
sayesinde ev Cennete döner. O, herşeyden önce Allah ve Resulünün emirlerine
uymayı kendine esas edinîr. Sevgi, saygı, itaat, yardımlaşma, dayanışma, acıyı
ve sevinci paylaşma, karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü esas edinen böyle bir
hanım, hiç şüphesiz kocasının sevgisini kazanır. Eşinin sevgisini boşa
çıkarmak istemeyen koca da ona karşı son derece olumlu davranır. Bu olumluluk
ise, Cennetin küçük bir numunesi haline gelen evde bahar havası estirir.
Dindar kadın bilgili,
kültürlü, şuurlu, ileri görüşlü, mütevazî, toleranslı ve affedici olur. Bu
güzel huylar da aile hayatını Cennete çevirmeye yeter.
İşte bu ve buna benzer
sebepler yüzündendir ki dindar ve güzel ahlâklı kadın, dünyanın en hayırlı
nimetidir.
2199.
[3:549, Hadîs No: 4281]
Ebü Hüreyre (r.a.i
Peygamber Efendimizin fa.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Allah'ı anma, Allah'ın
sevdiği şeyler, ilim sahibi ve ilmi öğrenmeye çalışanlar hariç, dünya ve içindeki
şeyler Allah'ın rahmetinden uzaktır.[60]
Hadîste sayılan (1)
Allah'ı anma, (2) Allah'ın sevdiği şeyler, (3) ilim sahibi ve ilmi öğrenmeye
çalışanlar gibi hususlar, her türlü iyilik ve fazileti içerisine aldıkları
için bunların dışındaki şeylerin Allah'ın rahmetinden uzak olduğu belirtilmektedir.
Dünyanın gayr-ı meşru
zevk ve lezzetleri, kötülükleri, sefâhet ve rezaletleri hep Allah'ın
rahmetinden uzak şeylerdir. Çünkü bunlar insanı Cehenneme sürükleyen, dünya ve
âhireti zindana çeviren hareketlerdir.
Hadiste sayılan
Allah'ı anma meselesi, insanın, her an Allah'ın kendisiyle beraber olduğu
duygusunu yaşattırdığı için gönlü huzurla doldurur. Kişi sonsuz güç, kuvvet ve
ilim sahibi bir Rabbi bulunduğunu düşünüp rahatlar. Bu duygu aynı zamanda
insanı kötülüklere karşı da frenler.
Allah'ın sevdiği
şeylere gelince; bunun içerisine her türlü iyilik, Alfah'ın emir ve yasaklarına
uyma girer.
İlim sahibi ve ilim
öğrenme yolunda olma da her türlü İyiliğin başıdır. Bilgisiz hiçbir şey olmaz.
İlim, dinin temelini teşkil eder. İlim sahibini ve ilim öğrenmeyi öven birçok
âyet ve hadis, İlmin hayatımızdaki yeri ve önemini anlatır.
2200.
[3:550, Hadîs No: 4283]
Ebu'd-Derda'dan (r.a. rivayetle:
Allah'ın rızasını
aramaya vasıta olan şeyler dışında dünya ve içindeki herşey Allah'ın
rahmetinden uzaktır.[61]
2201.
[3:551, Hadîs No: 4285]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Dünya mü'min için
sürekli bulanıktır, durulmaz. Nasıl durulabilir ki, onun zindanı ve imtihan
vasıtasıdır.[62]
2202.
[3:551, Hadîs No: 4286]
Talha'dan (r.a.)
rivayetle.
Güzel koku stresi
giderir. Güzel elbise zenginliği gösterir. Hizmetçiye iyilik etme, Allah'ın,
düşmanı yüzüstü düşürmesinin vesilelele-rindendir.[63]
2203.
[3:552, Hadîs No: 4287]
İbni Abbas (r.a.)
rivayet ediyor:
İlaç kullanmak da
kaderdendir. Allah'ın izniyle bazan fayda verir.[64]
Cenab-ı Hakkın bir
ismi de Safîdir. Rezzak ismi açlığı gerektirdiği gibi Şâfî ismi de hastalığı
gerektirir. Kul hasla olacaktır ki Cenab-ı Hak, Şâfî ismiyle onu şifaya
kavuştursun.
Ancak, Cenab-ı Hak
şifayı çeşitli sebeplere bağlamıştır. "Tedavi olunuz. Derdi yaratan Allah,
devayı da yaratmıştır"[65]
buyuran Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sebeplere sarılmamızı öğütlemiştir. Şifa
Allah'tandır. Ama bazan buna bir ilaç vesile olabilmektedir. Öyleyse şifayı
Allah'tan bekleyenin doktora, ilaçlara başvurmasının hiçbir sakıncası yoktur.
Aksine Resûlullah bunu tavsiye etmektedir.
Fıkıh kitapları
tedaviyi kesin, muhtemel, ihtimali az tedaviler olmak üzere üç kısma
ayırmışlardır. Bunlardan açlık ânında yemek yeme, susuzlukta su içme gibi bir
tedaviye kesin, ilaçfa yapılan bazı tedavileri muhtemel tedavîler içerisinde
değerlendirmişlerdir. Üçüncü tedavî de okuma gibi faydası yüzde elliden aşağı
ihtimali olan tedavilerdir.
Âlimler,
"tedavisi kesin olan hastalıkları tedavî farz, terketmek ise haramdır."
Tedavî etmesi muhtemel olan şeylere başvurmayı ise faydalı görmüş, terk etmenin
ise haram olmadığını belirtmişlerdir. Böyle tedaviler mubahtır, hatta
menduptur. Tıbbî tedavilerin bir kısmı bu sınıfa girmektedir.
Bu taksim çerçevesinde
bize düşen bir hastalık ânında tecrübeli doktorlara başvurmak, faydası denenmiş
ilaçları kullanmak olmalıdır. Eğer Cenab-ı Hak o vesileyle şifa ihsan edecekse
şifâyı verir.
Hadiste ilaç
kullanmanın da kaderden olduğu bildirilmiştir. Yâni Allah bizim herhangi bir
ilaçla iyi olacağımızı takdir etmişse, o ilacı kullandığımızda kaderimize
uygun hareket etmiş oluruz. Ancak ilacın illâ iyileştireceğine dair bir garanti
yoktur. Allah o ilaca şifayı yerleştirmişse kul şifa bulur.
2204.
[3:552, Hadîs No: 4289]
Aişe'den (r.a.)
rivayetle:
Amellerin yazıldığı
defterler üçtür. Bir defter vardır ki Allah ondaki hiçbirşeyi affetmez. Bir
defter de vardır ki ondakileri affetmesi Allah'a hiç zor gelmez. Bir defter de
vardır ki Allah ondaki hiçbirşe-yin karşılığını vermeden bırakmaz. Allah'ın
içindeki hiçbirşeyi affetmediği defter, Allah'a ortak koşmanın kaydedildiği
defterdir. İçindekileri affetmek Allah'a hiç zor gelmeyen defter ise kulun
Rabbiyle kendi arasında olan ve nefsine yaptığı zulümlerdir. Terk ettiği bir
günlük oruç, kılmadığı bir vakit namaz gibi. Allah dilerse bunu affeder ve
cezalandırmaktan vazgeçer. Allah'ın ondaki hiçbirşeyin karşılığını vermeden
bırakmadığı deftere gelince, kulların kendi aralarında yaptığı zulümlerdir.
Bunlarda kulların hakları mutlaka biribirle-rinden alınır. [66]
2205.
[3:555, Hadîs No: 4302]
Sevban (r.a.) rivayet
ediyor: Din nasihattir.[67]
Müslim'de ve 2251
no'lu rivayette yer aldığına göre Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), "Din nasihattan
ibarettir" buyurduğunda, "Kim için?" sorusu sorulmuş,
Resûlul-lah da "Allah için, kitabı için, peygamberi için, Müslümanların
imamları ve bütün Müslümanlar için" diye karşılık vermiştir.
Hadis bize nasihatin
dinin direği olduğunu göstermektedir. Evet, nasihat dini ayakta tutmak için
yapılan sözlü, yazılı ve davranışla ilgili bütün faaliyetleri içerisine
almaktadır[68]
2206.[ 3:556,
Hadîs No: 4303]
Muâz bin Cebel (r.a.)
rivayet ediyor:
Borç, dindarlığın bir
lekesidir.[69]
Peygamber Efendimizin
fa.s.m.) dualarından biri, "Borçlanmanın şerrinden Sana sığınırım"[70]
şeklindedir.
Bütün borçlanmalar
için değil, şerli olabilen borçlanmalar için bu dua geçerlidir. Yoksa kişi
zamanında ödedikten ve işini bu yolla geliştirebilecek olduktan sonra niçin
borçtan Allah'a sığınılmış olsun.
Resûlullah bir başka
hadislerinde borçlanmayı hayat ve ölümün fitneleri arasında sayıp Allah'a
sığındığında Hz. Ayşe sebebini sormuş, Peygamber Efendimiz de (a.s.m.),
"insan borçlandığı zaman yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz"
[71]
buyurmuşlardır.
işte sakıncalı olan
borçlanma böyle borçlanmadır. Kişi ödeyebileceği kadar borçlanır,
borçlandığında da borcunu öderse, böyle bir borçlanma elbet tehlikeli olamaz.
Ama kişi borçlanır, zamanı geldiğinde ödemez, yalan yanlış sözlerle
geçiştirmeye çalışır, yeni bir ödeme tarihi verip onda da ödemez ve işi
süründü-rürse, böyle borçlanmalardan gerçekten Allah'a sığınmak gerekir.
Hele dindar bir
kimsenin yalan söylemesi, alnında bir leke olarak kalır. Sözünde durmayan o
kişi toplumda itibarını yitirir, güven duyulmayan insan haline gelir.
Hele böyle bir kişi
borcunu ödeyebilmek için hiç de hoş olmayan yollara tevessül ediyor, çalıp
çırpıyor, rüşvet alıyorsa şeref ve haysiyetini bütün bütün ayaklar altına alır.
Borçlanmanın bu ve
buna benzer tehlikelerini görünce, Resûlultahın borçlanmadan Allah'a
sığınışıyla ilgili duasındaki hikmeti daha iyi anlıyoruz.
2207.
[3:556, Hadîs No: 4304]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Borç, yeryüzünde
Allah'ın bir sancağıdır. Allah bir kulunu zelil etmek istediğinde, o sancağı o
kulun boynuna diker.[72]
2208. [ 3:556,
Hadîs No: 4305]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Borç iki kısımdır. Kim
ki, borcunu ödemek niyetini taşıyarak ölürse, ben onun kefiliyim. Kim de ödeme
niyetini taşımayarak ölürse, işte o kimse iyiliklerinden alınıp alıcaklıya
verilen kimsedir. O gün dinar ve dirhem yoktur.[73]
2209.
[3:557, Hadîs No: 4306]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle:
Borç, geceleyin kaygı,
gündüzleyin zillettir.[74]
2210.
[3:557, Hadîs No: 4307]
Âişe (r.a.) rivayet
ediyor:
Borç, din ve şerefi
noks ani aştırır.[75]
2211. [
3:557, Hadîs No: 4308]
Ali'den (r.a.)
rivayetle:
Vasiyet yerine
getirilmeden önce borçlar ödenir. Mirasçı için vasiyet yapılmaz.[76]
Vasiyet, bir malı veya
herhangi bir şeyin kullanımını, ölümünden sonra geçerli olmak üzere başkasına
vermek mânâsına gelir. Önceki hadislerde vasiyetle ilgili bilgilere yer
vermiştik. Bu hadislerinde de Peygamber Efendimiz (a.s.m.), vasiyetle ilgili
iki mühim hususa dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi, vasiyet yerine
getirilmeden önce ölenin borçlarının ödeneceğidir. Bu borç ödenmediğinde, ölü
me-sûl olur. Bunun için, mirasçılar ölünün vasiyetlerini yerine getirmeden
önce, bıraktığı mirastan onun borçlarını ödemelidirler. Vasiyeti ise sonra
yerine getirmelidirler. Bu da kalan miktarın üçte birisini geçmemelidir.
Hadiste dikkat çekilen
bir diğer husus, mirasçı için vasiyet yapılmayacağıdır. Bunun içindir ki,
vasiyetin şartlarından birisi de, mal vasiyet edilen kimsenin mirasçı olacak
kadar yakın akraba olmamasıdır. Yani kendisine mirastan hisse düşmemesidir.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadislerinde bunun sebebini de
açıklamış ve şöyle buyurmuştur:
"Cenâb-ı Hak, her
mirasçıya mirastan olan nasibini tâyin etti. Artık hiçbir mî-rasçıya vasiyet
etmek caiz değildir [77]Demek
ki, mirasçıya vasiyet edilmesinin caiz olmamasının sebebi, Allah'ın herkese
hissesini vermiş olmasıdır.
Bununla beraber, bir
kimse vârislerden birine fazla birşey verilmesini bir maslahata binâen uygun
görürse, diğer vârisler de bunu kabul edip razı olurlarsa, bunu sağlığında iken
yapabilir. O zaman malında tasarruf hakkına sahip olduğundan, vermek istediği
şeyi sağlığında iken teslim edebilir. Fakat bunda da adaleti gözetmeli, diğer
mirasçıların haklarını da düşünmelidir.
2212.
[3:557, Hadîs No: 4309]
Abbas (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah'ı Rab, İslâmı
din, Muhammed'i Resul olarak kabul eden,
imanın tadını almıştır.[78]
2213. [ 3:558,
Hadîs No: 4311]
İbni Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Gafiller arasında
Allah'ı anan, cihaddan kaçanlarla birlikte kaç-mayıp vuruşmaya devam eden
gibidir. Gafiller arasında Allah'ı anan, karanlık evdeki'kandil gibidir.
Gafiller arasında Allah'ı anan, şiddetli soğuktan yapraklan dökülmüş ağaçlar
arasında yemyeşil duran ağaç gibidir. Gafiller arasında Allah'ı anan kişiye
Allah Cennetteki yerini ölürken gösterir. Allah, gafiller arasında Allah'ı
anan kimsenin bütün insanlar ve hayvanlar adedince günahlarını affeder.[79]
2214.
[3:559, Hadîs No: 4312]
Hz. Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Ramazan'da Allah'ı
anan kimsenin günahları bağışlanır. Rama-zan'da Allah'tan birşey isteyen kimse
mahrum kalmaz.[80]
2215.
[3:559, Hadîs No: 4314]
İbrahim et-Teyml'den
rivayetle:
Kişiyi boğazlamak,
yüzüne karşı onu övmendir.[81]
2216.
[3:561, Hadîs No: 4320]
Ebû Derdâ rivayet
ediyor:
îmanın zirvesi şu dört
haslettir: Allah'ın hükmüne karşı sabretmek, kadere rızâ göstermek, tevekkülde
samimî olmak, Allah'a teslim olmak.[82]
2217.
[3:561, Hadîs No: 4321]
Ebû Ümame'den (r.a.)
rivayetle:
îslâmm en son zirvesi
Allah yolunda cihaddır. Bu rütbeye ancak en üstün olanlar ulaşır.[83]
2218.
[3:561, Hadîs No: 4322]
Muaz (r.a.) rivayet
ediyor:
Bırak, insanlar iyi
ameller işlesinler! Şüphesiz ki Cennet yüz derecedir. Her iki derecenin arası
ve her iki derece arasındaki mesafe gökle yer arası kadardır. Firdevs, Cennetin
en ortası ve en üstün derecesidir. Onun üzerinde Rahmanın Arşı vardır.
Cennetin nehirleri oradan fışkırır. Allah'tan istediğiniz zaman Firdevs'i
isteyin.[84]
2219. [ 3:562,
Hadîs No: 4324]
Ali'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ümmetimden arif ve
ilhama mazhar kimseleri bırakın. Kıyamet Günü onlar hakkındaki hükmü Allah
verinceye kadar "onlar Cennetlik veya Cehennemliktir" diye bir hüküm
vermeyin.[85]
2220.
[3:562, Hadîs No: 4325]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Ben size birşey
söylemediğim sürece siz de bana birşey sormayınız. Çünkü, sizden önceki
ümmetler ancak çok soru sorduklan ve peygamberlerine muhalefet ettikleri için
helak oldular. Size birşey emrettiğimde gücünüz yettiği kadar onu yerine
getirin. Size birşey yasakladığımda ise onu terk edin.[86]
2221. [ 3:564,
Hadîs No: 4330]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Allah'ı anmak
kalblerin şifâsıdır.[87]
2222. [ 3:564,
Hadîs No: 4331]
Muaz (r.a.) Resul-ü
Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Salihleri anmak
günahlara keffarettir. Ölümü hatırlamak sadakadır. Kabri hatırlamak sizleri
Cennete yaklaştırır.[88]
2223.
[3:565, Hadîs No: 4333]
Ukbe bin Hars'dan
rivayetle:
Ben namazda iken
yanımızda bir miktar altın olduğunu hatırladım. Bizde sabaha kadar kalmasını
hoş karşılamadım, dağıtılmasını emrettim.[89]
2224.
[3:566, Hadîs No: 4338]
İbni Mes'ud (r.a.)
rivayet ediyor:
Gözün görmez hale
gelmesi günahlara keffârettir. Kulağın işite-mez hale gelmesi günahlara
kefîarettir. Bedenden eksilen diğer şeyler de bunun gibidir; ölçülerine göre
günahlara keffâret olurlar.[90]
İnsanın başına gelen
hiçbir musibet yoktur ki, sabredildiği takdirde manen insana çok şeyler
kazandırmasın.
Musibetler hadiste de
belirtildiği gibi günahlara keffâret olur.
Bu açıdan bakıldığında
gözü görmeyen, kulağı işitmeyen, herhangi bir uzvu kopan veya zarar gören insan
gerçekten musibete uğramış olmuyor. Cenab-ı Hak vermediği nimetten kulunu
sorumlu tutmadığı gibi, elinden aldığı nimetlere karşılık olarak da günahlarını
affetmektedir. Şu var ki, kul kaybettiği bu nimetlerden dolayı isyan ve
şikâyetlere girmemeli, herşeyi Allah'tan bilip, Yunus Emre gioi "Nârın da
hoş, nurun da hoş" deyip sabretmelidir.
İnsan sabretmek
zorundadır. Çünkü nimetler kendisinin değildir. Dolayısıyla nimetleri veren
Allah, o nimetleri elinden kısa bir süre için de olsa alıyorsa, buna
sabretmesini bilmelidir. Bu konuda ümit verici olarak bir kudsî hadiste şöyle
buyurulmaktadır:
"Kulumun iki
sevgili uzvunu [göz nurlarını] giderirsem, o da ona sabrederse, iki gözüne
karşılık ona Cenneti veririm."[91]
Ayrıca musibete
uğrayan, elden, gözden, kulaktan olan mü'min âhirette öylesine büyük bir
nimete erecektir ki, herkes haline gıbta edecektir. Bir hadiste de bu husus
şöyle anlatılır:
"Kıyamet Gününde
musîbetzedelere sevap verileceği zaman dünyada afiyette ve azaları sağ salim
olanlar, dünyada iken derilerinin keskin âletlerle parça parça kesilmiş
olmasını arzu edeceklerdir."[92]
2225.
[3:567, Hadîs No: 4341]
Huzeyfe bin Esld'den
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Peygamberlik son
buldu. Benden sonra peygamberlik yoktur. Ancak mübeşşirât vardır. Bunlar
kişinin kendisinin gördüğü veya başkasının onun hakkında gördüğü sâlih
rüyalardır. [93]
2226. [ 3:568,
Hadîs No: 4344]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
İdareci ve ilim
sahibi, meclisin üst taraflarına daha lâyıktırlar.[94]
2227.
[3:568, Hadîs No: 4345]
Sa'd bin Ebî
Vakkas'dan (r.a.) rivayetle:
Dünyada iki yüzlü olan
Kıyamet Gününde ateşten iki yüzü olduğu halde gelir.[95]
2228. [ 3:569,
Hadîs No: 4351]
Nübeyt bin Şerit
Peygamber Efendimizin (a.s.m..) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Allah'ı anmak,
Allah'ın bir nimetidir. Onun şükrünü edâ ediniz.[96]
Ra'd Sûresinin 28.
âyetinde îman eden insanların özellikleri anlatılırken, "Onlar îman eden
ve kalbleri Allah'ın zikriyle huzur bulan kimselerdir. Haberiniz olsun ki,
kalbler ancak Allah'ın zikriyle huzura kavuşur" buyurulmaktadır.
Allah'ı zikirden
maksat her yerde, her zaman Allah'ı anmak, onu hatırlamaktır. Görüldüğü gibi
âyet-i kerime kalblerin Allah'ı anmakla yatıştığını, huzur bulduğunu
bildirmektedir. Bu insan için elbetteki herşeyden daha büyük bir nimettir.
O Allah ki, her
başlangıç ve sonuç Ona dayanır. Herşey Onda son bulur. Ondan önce kimse yoktur,
sonra da kimse olmayacaktır. Herşeyde etkili olan, fakat etkilenmeyen Odur.
Akıl, mantık, duygu,
düşünce, ümit, heyecan ancak Onu anmakla mutmain olur ve kemâlini bulur. Ondan
başka hiçbir şey insanın en küçük bir hissiyatını dahi tatmin edemez.
Allah'ı zikreden insan
bütün arzu ve emellerin, dilek ve maksatların dönüp dolaşıp Ona dayandığını
bilir. Ondan daha yüksek veya ikinci bir merci daha yoktur ki Ona yönelelim.
Herşeyin dizgini Onun elinde, herşeyin anahtarı Onun yanındadır. Onu bulan her
arzusuna kavuşur. Onu bulamayan hiçbirşey bulamaz. Bulsa da başına belâ olur.
İnsan ruhu dış
çevrede, sebepler arasında boğulma derecesine gelirken, Allah'ı zikretmekle
manen teneffüs eder. Onun eserlerini inceleyip tefekkür ederek Allahüekber
sâdâlarıyla hayrete düşer, ruhunu yatıştırır.
Zikretmek âdeta ölü
ruhları canlandıran bir iksirdir. O iksir canlara can katar.
Allah'ı her hal ü
kârda zikreden insan zikrin verdiği manevî zevki her ân hisseden insandır,
inançsız veya zikirsiz insan bu nimetten faydalanamaz.
Allah'ı zikir aynı
zamanda Onun verdiği sayısız nimetlere karşı bir şükran ifadesidir. O halde
varlığını, birliğini hissettirdiği, sayısız nimetlerle bize Kendini tanıttığı,
sevdirdiği için Onu tanıyıp sevecek, Onu dilimizden düşürmemekle şükretmiş
olacağız.
2229. [
3:570, Hadîs No: 4353]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Günah yalnız işleyen
için değil, başkaları için de kötülüktür: Onu ayıplarsa kendisinin de başına
gelir. Gıybet ederse günahkâr olur. Rızâ gösterirse ortak olur.[97]
2230. [ 3:572,
Hadîs No: 4357]
Zeyd bin Erkam (r.a.)
rivayet ediyor:
Altın ve ipek,
ümmetimin kadınlarına helâl; erkeklerine ise haramdır.[98]
2231.
[3:573, Hadîs No: 4358]
Enes'den (r.a.)
rivayetle:
Altın müşriklerin
süsüdür; gümüş, Müslümanların süsüdür; demir ise Cehennem ehlinin süsüdür.[99]
2232.
[3:573, Hadîs No: 4359]
Ebu'l-Ca'fa rivayet
ediyor:
Annem beni
doğurduğunda, vücudundan Busra saraylarını aydınlatan bir nurun çıktığını
gördü.
Peygamberimizin doğum
ânı, kâinatta en büyük hadisedir. Dolayısıyla böyle mühim bir anda elbette bâzı
harika haller yaşanacaktı. Herşey, onu bekleyecek, gelmesine sevinecek ve güzel
bir şekilde onu karşılayıp alkışlayacaktı.
İşte Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) doğduğu anda meydana gelen bu harika hadiselerden birisi
de, hadiste İfâde edilen doğumu ânında annesinin vücudundan Busra saraylarını
aydınlatan bir nurun çıkmasıdır. Hz. Âmine, gördüğü nur sayesinde Şam'ın saray
ve köşklerini seyrettiğini ifâde eder. Peygamberimizin doğumunda bulunan ve
ona ebelik yapma şerefini kazanan Şifâ Hatun da, Peygamberimizin doğumunda doğu
ile batının nurla dolduğunu bildirir. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi'nin,
"Doğdu ol saatte ol sultan-ı din, Nura gark oldu se-mavât u zemin"
sözleri de, işte bu nuru ifâde eder.
Peygamberimizin doğumu
esnasında annesinin vücûdundan çıkan ve Bus-ra'yı aydınlatan nur, Şam'ın
fethedileceğine, yine o esnada gözüken nurun doğu ile batı arasını aydınlatması
da şüphesiz Resûlutlahın tebliğ ettiği dinin doğu ile batı arasındaki tüm
insanları kucaklayacağını ifade ediyordu.
2233.
[3:574, Hadîs No: 4361]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle: Hikmetin başı Allah korkusudur.[100]
2234.
[3:574, Hadîs No: 4362]
Sevban'dan (r.a.)
rivayetle:
Dinin başı, Allah
için, dîni için, Resulü için, Kitabı için, Müslüman liderler için ve bütün
müslümanlar için nasihattir.[101]
2235.
[3:574, Hadîs No: 4363]
Enes (r.a.) Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Dinin başı şüpheli
şeylerden hassasiyetle kaçınmaktır.[102]
Dinimizde hükümler,
(1) haram, (2) helâl ve (3) şüpheli şeyler olmak üzere üç kısımdır. Haram,
işlenmemesi kesin delillerle istenilen şeydir. İçki içmek, kumar oynamak,
rüşvet almak, vermek, zina yapmak gibi. Helâl, yapılmasında bir günah olmadığı
yine kesin delillerle ifâde edilen şeydir. Meşru dâirede yiyip içmek gibi.
Şüpheli şeyler ise, haram veya helâl olduğu hakkında kesin delil bulunmayan
şeylerdir.
İşte Peygamberimiz, bu
hadislerinde, haramlığı hakkında kesin delil bulunmayan veya yeterli bilgiye
sahip olunmayan şeyleri işlemekten kaçınmanın, dinin başı olduğunu ifâde
etmektedir. Bu hadisi açıklayan bir başka hadis ise şu mealdedir:
"Helâl olan
şeyler bellidir; haram olanlar da bellidir. Bir de helâl ile haram arasında
şüpheli şeyler vardır ki, helâl mı, haram mı olduğunu çoğu kimseler bilmez. Kim
ki kendisince günah olması sezilen birşeyi terk ederse, haramhğı kesin olan
şeyi haydi haydi terkeder. Kim ki günah olması şüpheli olan şeye cüret ederse,
bu da haramhğı açık yasaklara dalmaya yaklaşır. Haramlar Allah'ın korusudur.
Bir çoban koru etrafında davarlarını otlatırsa, çok sürmeden koruya
dalabilir."[103]
Demek oluyor ki, bir
Müslüman haram mi, helâl mi olduğu şüpheli birşeyle karşılaştığında, hakkında
kesin bir bilgi elde edinceye kadar onu işlemezse, harama girme tehlikesinden
kurtulmuş olur. Böyle biri, işi temelden sağlam tutmuş ve dinî hayatını
garantiye almıştır.
2236.
[3:576, Hadîs No: 4367]
Şüpheli şeylerden
hassasiyetle sakınan kişinin iki rekât namazı, şüpheli şeylere bulaşan kimsenin
bin rekât namazından daha üstündür.[104]
2237. [4:2,
Hadîs No: 4368.]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Aklın başı, insanlarla
hoş geçinmektir. Dünyada iyilik sahibi olanlar, âhirette de iyilik
sahibidirler.[105]
2238. [4:2,
Hadîs No: 4369]
Said bin Müseyyeb
rivayet ediyor:
Meşverete muhtaç
olmayan hiç bir kimse yoktur.[106]
2239. [4:6,
Hadîs No: 4378]
îbni Abbas'dan (r.a.)
rivayetle:
Ben, melekleri Hanıza
bin Abdulmuttalib'in ve Hanzale bin Rahb'in cenazesini yıkarken gördüm.[107]
2240. [4:7,
Hadîs No: 4379]
îbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
Miraca götürüldüğüm
gece ibrahim'i (a.s.) gördüm. Bana şöyle dedi: "Ey Muhammedi Ümmetine
selâm söyle ve onlara bildir ki, Cennet toprağı hoş ve temiz suyu tatlı ve
kendisi düz ve boş bir arazidir. Bitkileri ise, "Sübhanallahi,
ve'lhamdülillah ve lâ ilahe illallahü val-lahü ekber velâ havle velâ kuvvete
illâ billah"tır.[108]
2241. [4:9,
Hadîs No: 4384]
Câbir'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ben Hatice'yi, Cennet
nehirlerinden biri üzerinde, inciden yapılmış bir saray içinde gördüm. Orada
ne bir boş söz, ne de bir yorgunluk vardır.[109]
2242. [4:9,
Hadîs No: 4386]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Ben Amr bin Âmir
el-Huzâî'yi ateşte bağırsaklarım sürüklerken gördüm. O, Mekke'de puta tapmayı
ilk başlatan idi.[110]
2243. [4:10,
Hadîs No: 4387]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Ben insan ve cin
şeytanlarını Ömer'den kaçarken gördüm,[111]
2244. [4:12,
Hadîs No: 4392]
Ebû Rezin (r.a.)
rivayet ediyor:
Salih müminin rüyası,
peygamberliğin kırk parçasından bir parçasıdır. Sahibi anlatmadıkça rüya bir
kuşun ayağına asılı vaziyettedir. Sahibi anlatınca düşer. Rüyayı ancak âlime,
akıllı kimseye veya sevdiğin birine anlat.[112]
2245. [4:12,
Hadîs No: 4394]
Selh bin Sa'd'dan
(r.a.) rivayetle:
Kişinin bir gün Allah
yolunda düşmana karşı durması, dünya ve üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.
Sizden biriniz Cennette kamçısının kapladığı yer, dünyadan ve üzerindeki
şeylerden daha hayırlıdır. Kulun Allah yolunda sabah çıkması ve akşam dönmesi,
dünya ve üzerindeki şeylerden daha hayırlıdır.[113]
2246. [4:14,
Hadîs No: 4399]
Übâde bin Sâmit (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah yolunda bir gün
düşmana karşı durmak bir ayın (veya bir yalın) gündüz oruçla, gece ibâdetle
geçirilmesinden daha hayırlıdır. Kim Allah yolunda düşmana karşı dururken
ölürse, Allah onu kabir azabından korur. Dünya durdukça nöbette imiş gibi
kendisine sevap yazılmaya devam edilir.[114]
2247. [4:16,
Hadîs No: 4404]
Ebû Hureyre'den (r.a.)
rivayetle:
Nice gece kalkıp
ibâdet yapanlar vardır ki, bu kalkıştan nasipleri sadece uykusuz kalmaktır.
Nice oruç tutanlar da vardır ki, bu oruçtan nasiplerini sadece aç ve susuz
kalmaktır.[115]
ibâdetlerde geçerlilik
için ilk ve en önemli şart ihlâstır. Yâni yapılanı sırf Allah için, Allah
emrettiği için yapmaktır. İhlâssız amel, ruhsuz cesede benzer. Hiçbir kıymet ve
mânâ taşımadığı gibi ibadetlerde şekilden başka ibâdetle yakından uzaktan
ilgisi kalmaz. İşte Resûl-ü Erkem (a.s.m.) böylesi kof, ruhsuz ibâdetlere örnek
vermektedir. İster gündüz yapılan ibâdetlerde olsun, ister gece yapılan
ibâdetlerde olsun bu duygu, bu inanç, bu maksat gözetilmez, riyaya girilirse o
ibâdet makbu! olmaz, hiçbir sevap kazandırmaz. Gece ibâdetinden kişiye kafa
kala sadece uykusuzluk kalır.
Öte yandan kendisini
gece ibâdetine veren öyle kimseler vardır ki bunlar ibâdet eder, gece
sabahlara kadar uykusuz kalırlar, ama kazandıkları sevap, gerek o ibâdeti
yaparken ve gerekse sonradan kazandıkları günahlar, yaptıkları ihmallerden
dolayı sevap hanesinde biışey bırakmaz.
Bazı insanlar da oruç
tutarlar, ama ellerinde sadece açlık ve susuzluk kalır. Çünkü bu ibâdeti
ihlâsla yapmamışlardır. Veya öylesine bir oruç tutmaktadırlar ki haramla imsak
ve iftar yapmakta, gıybet gibi büyük günahları işlemekten çekinmemektedirler. O
orucun kazandıracaklarda günahların götürdükleri denkleşmekte sevap namına
eide birşey kalmamaktadır. Oysa oruç sadece mideyi aç bırakmak değildir.
Mideyle birlikte ele, dile, göze, kulağa, akla fikre dahi oruç tutturmak
gerekir. Kişi midesiyle oruç tuttuğu halde diğer organlarıyla haramlara
girmekte tereddüt etmiyorsa oruçtan nasipsiz kalır da farkında olmaz.
2248. [4:16,
Hadîs No: 4405]
Ebû Hureyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Nice yemek yeyip
şükreden vardır ki, sevabı nafile oruç tutup sab-redenkinden daha büyüktür.[116]
Sabırla şükür,
mü'minin mücehhez olması gerektiği iki manevî haslettir. Bu hasletlerden
hangisinin ağır bastığı, öncelik kazandığı, faziletli olduğu tartışma konusu
olmuştur. Bazı âlimler sabrın, bazıları da şükrün önceliği üzerinde durmuşlardır.
Yukardaki hadiste şükrün faziletinin önceliğine dikkat çekilmiştir. Yiyip içip
şükreden kimsenin kazandığı sevabın nafile oruç tutarak sabreden kimsenin elde
ettiği sevaptan daha üstün olduğu bildirilmektedir.
Bu nasıl olmaktadır?
Onca nafile oruç tutmayı tavsiye eden hadislere rağmen bir nevi oruç tutmama
nasıl daha faziletli olabilmektedir?
Herşeyden önce burada
yapılan kıyaslama yiyip içip şükretme ile sadece açlığa sabretmeden ibaret
olan nafile oruçtur. Cenab-ı Hak âyetlerinde bizleri şükre davet etmekte,
şükredenler için büyük mükâfatlar verileceğini bildirmektedir. Şükreden insan
Cenab-ı Hakkın kâinat mutfağında kullan için hazırladığı binbir çeşit nimetin,
rahmet hazinelerinin tadını, lezzetini teftiş etmekte, müfettişlik ve bakanlık
mevkiîne yükselmektedir.
Ruhu bedenine, kalbi
nefsine, aklı midesine hükmeden, lezzeti şükür için isteyen ve Sünnete uygun
tarzda yiyip içip şükreden bir mü'minin kazandığı sevap elbetteki sadece
sabırdan ibaret oruç tutan bir mü'minin kazandığı sevaptan daha büyüktür.
Nafile oruç tutan sadece açlığa, susuzluğa, alışılageleni terk etmeye, tahammül
etmektedir. Şükreden kişinin şükründe önemli bir sabır da bulunmaktadır. Bu
sabır nimetleri isyan ve günahlara âlet etmeyip aksine şükre vasıta kılmak
şeklinde kendini göstermektedir.
İşte böylesine bir
şükür nafile oruca üstün gelmektedir. Yoksa hadise bakıp da nafile oruç
tutmamak tutmaktan daha faziletlidir mânâsı çıkarılmamalıdır. Aksi halde onca
nafile orucu tavsiye eden hadisler söylenmezdi. Zâten hadisin başında yer alan
"nice" kelimesi belli özellikleri taşıyan şükretmenin, sadece sabırdan
ibaret olan nafile oruçtan üstünlüğünü belirtmektedir.
2249. [4:17,
Hadîs No: 4409]
İbni Amr'dan (r.a.)
rivayetle:
Nice ilmi yüklenenler
vardır ki, dinde ince anlayış sahibi değildirler, îlmi kendine fayda vermeyen
kişiye cehaleti zarar verir. Kur'ân'ı seni kötülüklerden sakındırdığı müddetçe
oku. Eğer seni kötülüklerden sakındırmıyorsa okumamışsın demektir.[117]
2250. [4:18,
Hadîs No: 4411]
Hasan Basri (r.a.)
rivayet ediyor:
Receb Allah'ın ayı,
Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.[118]
2251. [4:18,
Hadîs No: 4412]
Ali'den (r.a.)
rivayetle:
Allah Ebû Bekir'e
merhamet etsin. Kızım benimle evlendirdi. Hicrette beni Medine'ye taşıdı.
Bilâl'ı efendisinden satın alarak hürriyetine kavuşturdu. İslâmiyette Ebû
Bekir'in malından faydalandığım kadar hiçbir maldan faydalanmış değilim.
Allah Ömer'e merhamet
etsin. Acı da olsa gerçeği söyler. Hakkı söylemesi kendisini dostsuz
bırakmıştır.
Allah, Osman'a
merhamet etsin. Melekler kendisinden haya ediyor. Tebük Savaşına çıkacak olan
"zorluk ordusunu" donattı. Mescidimizi, hepimizi içine alacak kadar
genişletti.
Allah, Ali'ye de
merhamet etsin. Allah'ım, hakkı onun döndüğü tarafa dönder.[119]
2252. [4:19,
Hadîs No: 4413]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah, Abdullah bin
Revaha'ya merhamet etsin. Nerede namaz vakti girerse orada devesini çökertir,
namazını kılardı.[120]
2253. [4:18,
Hadîs No: 4414]
Galib bin Ebhar'dan
rivayetle:
Allah, Kuss bin
Saide'ye merhamet etsin. O babam İbrahim oğlu, İsmail'in dini üzereydi.[121]
Hadiste,
Peygamberimizin "Allah rahmet etsin" şeklindeki duasına mazhar oian
ve Hz. İbrahim'in tevhid dini üzere oiduğu bildirilen Kuss bin Saide, Câhili-ye
Devrinde yaşamış birisiydi. Fakat Cahiliye Devrinin pisliklerinden kendisini
korumuştu. Allah'a îman etmiş, putlara tapmamıştı. Kuss bin Saide, Peygamberimiz
henüz Peygamberlikle vazifelendirilmeden önce, aralarında Peygamberimizin ve
Hz. Ebû Bekir'in de bulunduğu bir topluluğa hitaben bir konuşma yapmıştı.
Konuşması şu mealdeydi:
"Ey insanlar,
geliniz! Dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız. Yaşayan ölür, ölen fâni olur.
Olacak neyse olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, annelerinin ve babalarının
yerini alır. Derken, hepsi ölür gider.
"Hadiselerin ardı
arkası kesilmez. Hepsi birbirini kovalar. Kulak veriniz, dikkat kesiliniz;
gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü büyük bir divan, gökyüzü
yüksek bir tavan; yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez.
Acaba vardıkları yerden memnun oluyorlar da onun için mi kalıyorlar? Yoksa
orada kalıp da uykuya mı dalıyorlar?
"Yemin ederim ki,
Allah katında bir din vardır. O din, bulunduğunuz dinden daha sevimlidir. Allah'ın
göndereceği bir peygamber vardır ki, gelmesi pek yakındır. Gölgesi başınızın
üstüne gelmiştir. Ne mutlu o kimseye ki, ona îman eder. Yazıklar olsun, ona
isyan ve muhalefet edecek bedbahta. Yazıklar olsun, ömürleri gafletle geçen
milletlere.
"Ey insanlar!
Hani nerede babalar, dedeler, atalar? Nerede soy sop? Hani o süslü saraylar ve
mermer binalar yükselten Âd ve Semûd kavimleri? Hani ya dünya varlığından
gururlanıp da, 'Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?' diyen Firavunla
Nemrut?
"Onlar zenginlikçe,
kuvvet ve kudretçe sizden çok daha üstündüler. Ne oldular? Bu yer onları
değirmeninde öğüttü, toz etti, dağıttı. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri
yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini, yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın
onlar gibi gaflete düşmeyin! Onların yolundan gitmeyin.
"Herşey fânidir.
Bakî olan ancak Allah'tır. Ki O, birdir, ortağı ve benzeri yoktur. İbâdet
edilecek ancak Odur, doğmamış ve doğurmamıştır. Evvel gelip geçenlerde, bize
ibret olacak çok şeyler vardır.
"Ölüm bir ırmaktır.
Girecek yerleri çok, ama, çıkacak yeri yoktur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor.
Giden geri gelmiyor. Kat'î bildim ki, herkese olan, size ve bana da
olacaktır."[122]
Bu konuşmayı yapan
Kuss bin Saide, geleceğini müjdelediği son peygamberin gönderildiği günlere
kavuşamadan vefat etti.
Peygamber Efendimiz
{a.s.m.), peygamber olarak gönderildikten sonra, bir sohbet esnasında,
"Kuss bin Saide'nin bir zamanlar Sûk-u Ukaz'da, bir deve üzerinde,
'Yaşayan ölür, ölen fâni olur, olacak neyse olur!' diye yaptığı konuşma hiç
hatırımdan çıkmaz. O bir hayli söz daha söylemişti. Zannetmem ki, hepsi
hatırımda kalmış olsun!" demişti.
Hazret-i Ebû Bekir,
"Ey Allah'ın Resulü, ben de orada idim. Onun söylediği sözlerin tamamı
hatırımdadır" dedi ve söylediklerini aynen tekrarladı.
2254. [4:22,
Hadîs No: 4418]
Amr bin Avf Peygamber
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Allah Ensara, Ensann
çocuklarına ve çocuklarının çocuklarına merhamet etsin.[123]
2255. [4:22,
Hadîs No: 4421]
Ebû Eyyûb el-Ensârî
(r.a.) Resâlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah, ümmetimden
abdest alırken ve yemek yedikten sonra parmak aralarım ovahyarak yıkamayana ve
dişlerini temizleyenlere merhamet etsin.[124]
2256. [4:23,
Hadîs No: 4422]
Âişe (r.a.) Resûlullah
Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Allah, helâl kazanan,
iktisatla harcayan, fazlasını da fakirlik ve ihtiyaç günü olan Kıyamet için
önünden gönderene merhamet etsin.[125]
2257. [4:23,
Hadîs No: 4423]
Enes'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadırlar:
Allah, dilini ıslah
eden kişiye merhamet etsin.[126]
Dili korumaktan maksat
yalan, gıybet, küfür hatta boş, mânâsız, lüzumsuz sözler söylemekten ve çok
konuşmaktan uzak durmak demektir. Çok konuşanın az konuşana göre hata yapma
ihtimali daha fazladır. Kişi konuşacaksa ya hayrı, faydalıyı söylemeli;
zararlıyı, kötü olanı terk etmelidir. Sonra ihtiyaç kadannca konuşmalı, ölçüyü
kaçırmamalıdır.
Zamanı tanımaktan
maksat da, çağın şartlarına göre hareket edebilmektir. Yâni ilimde,
teknolojide, faydalı olan herşeyi aimada çağdan geri kalmamaktır. Islâmî
hizmetlerde de çağın şartları dikkate alınmalı, Islâmın bilhassa asrımıza bakan
hakikatleri nazara verilmelidir. Çünkü Kur'ân her asra hitap etmektedir.
istikâmetten maksat
ise akıl, öfke ve şehvet duygularını istikâmette tutabilmek, her türlü
aşırılıklardan korumak; aklı hikmet, öfkeyi şecaat, şehveti de iffette
muhafaza etmektir. Bu üç ana duyguda olduğu gibi, insan her türlü işinde de
istikâmeti muhafaza edebilmelidir.
İşte hadiste anlatılan
bu üç kimseye Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) düa etmekte, onlara Allah'tan merhamet
dilemektedir.
2258. [4:24,
Hadîs No: 4424]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah, ikindi
namazından önce dört rekât sünnet kılan kişiye, merhamet etsin.[127]
2259. [4:24,
Hadîs No: 4426.]
Ebû Ümâme'den (r.a.)
rivayetle:
Allah ya konuşup hayır
kazanan, ya susup selâmette olan kişiye merhamet etsin.[128]
2260. [4:26,
Hadîs No: 4433]
Ebû Hureyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:
Allah, din kardeşinin
şerefi veya malı konusunda kendisi üzerinde bir hakkı olup da, Kıyamet Gününde
bu hak kendisinden alınmadan önce helâllik dileyen kula merhamet etsin. O gün
dinar ve dirhem yoktur. İyilikleri varsa bu iyiliklerden alınır, iyilikleri
yoksa, hak sahiplerinin günahlarım kendisine yüklerler.[129]
2261. [4:27,
Hadîs No; 4435]
Hasan-ı Basrî'den
(r.a.) rivayetle:
însanlar onları hasta
zannettikleri halde aslında hasta olmayıp Allah korkusundan dolayı sararıp
solan bir topluluğa Allah merhamet etsin.[130]
Peygamber Efendimiz
(a.s.m.) bu hadislerinde, Hz. Hamza'mn ve Hz. Han-zala'nın faziletine dikkat
çekmektedir. Hz. Hamza, Peygamberimizin amcasıydı. İlk Müslümanlardandı.
Cesaretiyle meşhurdu. O Müslüman olduktan sonra Sa-habîler rahat bir nefes
aldılar. Çünkü müşrikler ondan çekindiklerinden, zulümlerine geçici de olsa
ara vermişlerdi.
Hz. Hamza, gerek
Bedir, gerekse Uhud Savaşında büyük kahramanlıklar gösterdi. Uhud Savaşında
şehid düştü ve Resûlullahın ifadesiyle "şehidlerin efendisi" olarak
Allah'ın rahmetine kavuştu. Onun şehadeti başta Peygamberimiz olmak üzere
bütün Müslümanları derinden üzdü. Peygamberimiz yukarıdaki hadislerinde Hz.
Hamza'yı meleklerin yıkadıklarını müjdelemektedir.
Hadiste meleklerin
yıkadıklarına dikkat çekilen bir diğer Sahabî de Hz. Han-zala'dır. Bu Sahabî
Uhud Savaşında şehid olmuştu. Peygamberimiz, "Arkadaşınız Hanzala'yı
melekler .yıkadılar. Durumunu hanımına sorar mısınız?" buyurdu. Durumu
soran Sahabîler ondan şu cevabı aldılar:
"Uhud Harbine
davet çıkınca hemen evden çıktı. Cünuptü. Yıkanma fırsatı bulamamıştı.
Yıkansaydı savaşa geç kalacaktı."
Bunu haber alan
Peygamberimiz, "Melekler işte bunun için onu yıkadılar" buyurdular.[131]
Evet, Sahabîlerin
hayatında cihad öylesine önemli bir yer tutuyordu ki, cihad çağrısını duyar
duymaz hemen koşuyorlardı.
2262. [4:27,
Hadîs No: 4436]
îbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah Hz. Musa'ya
(a.s.) merhamet etsin. Kendisine bundan çok daha fazla sıkıntı verildi de o
sabretti.[132]
2263. [4:28,
Hadîs No: 4439]
Muâz bin Cebelden
(r.a.) rivayetle:
Allah kardeşim
Yahya'ya (a.s.) merhamet etsin. Hani o küçükken çocuklar kendisini oyuna
çağırmışlar, o da "Ben oyun için mi yaratıldım?" demişti.[133]
2264. [4:29,
Hadîs No: 4440]
İbniAbbas (r.a.)
rivayet ediyor:,
Allah, dilini koruyan,
zamanını tanıyan ve gittiği yol doğru olan kimseye merhamet etsin.[134]
2265. [4:29,
Hadîs No: 4442]
Ali'den (r.a.)
rivayetle:
Allah, çocuğuna
kendisine iyilik yapması için yardım eden babaya merhamet etsin.[135]
2266. [4:29,
Hadîs No: 4443]
Zeyd bin Halid
el-Cühenî rivayet ediyor:
Allah, bizden bir söz
işitip iyice kavrayan, sonra da onu kendisinden daha kavrayışlı birisine
ulaştıran kimseye merhamet etsin.[136]
2267. [4:30,
Hadîs No: 4446]
Übey bin Ka'b'dan
(r.a.) rivayetle:
Allah'ın rahmeti bizim
de, Musa'nın da üzerine olsun. Eğer sabret-seydi, arkadaşından hayret verici
şeyler görecekti.[137]
2268. [4:32,
Hadîs No: 4451]
Ebû Talha (r.a.)
rivayet ediyor:
Verilen selâmı alınız,
gözünüzü harama karşı yumunuz ve güzel söz söyleyiniz.[138]
2269. [4:32
Hadîs No: 4453]
Müstevrid'den rivayetle:
îğneyi ve ipliği
sahibine geri veriniz. Kim ki, bir iğne veya ipliği zimmetine geçirirse Kıyamet
Günü onu getiremese bile getirmeye zorlanır.[139]
2270. [4:33,
Hadîs No: 44563]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Allah'ın rızâsı
babanın rızâsını kazanmaktadır. Allah'ın gazabı da babayı kızdırmaktadır.[140]
2271.
[4:364, Hadîs No: 4459]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Yanında benim adım
anıldığı halde bana salavat getirmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. Üzerinden
Ramazan gelip geçtiği halde günahları bağışlanmayan kişinin burnu yere
sürtülsün. Anne ve babası, yanında ihtiyarladığı halde onları razı ederek
Cennete giremeyen kimsenin burnu yere sürtülsün.[141]
2272. [4:34,
Hadîs No: 4461]
Sevban (r.a.) rivayet
ediyor:
Ümmetimden yanlışlıkla
yaptıkları, unuturak işledikleri ve yapmaya zorlandıkları şeylerin günahı
kaldırılmıştır.[142]-
İnsan, diğer
mahlukaîtan farklı olarak, yaptığı davranışlardan mes'ûl olan bir varlıktır.
Ameline göre ya mükâfat görür veya cezalandırılır.
Peygamberimiz,
yukarıdaki hadislerinde, insandan mes'ûliyeti kaldıran bâzı hususlara dikkat
çekmektedir. Bunlardan birisi hatâ ile yapılan şeylerdir. Hatâ, bir söz veya
davranışın, yapanın veya söyleyenin irâdesine aykırı olarak meydana
gelmesidir. Bu durumda, mes'ûliyet kalkar. Meselâ yalan yere yemin etmek ağır
mes'ûliyet gerektiren bir davranıştır. Fakat birşeyi yapmadığı halde yaptığını
zannederek "Vallahi yaptım" diye yemin eden kimse, bu yemininden
dolayı mes'ûl değildir. Bununla ilgili olarak Bakara Sûresinin 225. âyet-i
kerimesinde şöyle buyurulur:
"Allah, sizi
yanlışlıkla veya yanılarak ettiğiniz yeminlerden dolayı mes'ûl tutmaz."
Hadiste ifâde edilen
günahı kaldıran hususlardan ikincisi, unutmaktır. Meselâ unutarak orucunu
yiyen ve vaktinde namazını kılmayı hatırlayamayan, bundan dolayı mes'ûl
değildir. Unutan kimse hatırlayana kadar yükümlülükten muaf tutulur.
Peygamberimiz başka bir hadislerinde de bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Kim uyur veya
unutur da namazını kılmazsa, onu hatırlayınca kılsın."[143]
Yalnız burada yatmadan
önce namaza kalkmak için gerekli tedbiri almak gerektiğini de belirtelim.
Varsa saat kurulmalı, uyumayan biri varsa ona tenbihte bulunulmalıdır. Namazı
unutmamak için de İlk fırsatta kılmalıdır.
Ölüm veya bir uzvunun
kesilmesi gibi ciddî bir tehditle karşılaşan kimse zorlama karşısında yaptığı
fiilden veya sözden dolayı günahkâr olmaz. Böyle bir tehdide maruz kalan kimse,
şarap içse, domuz eti yese bir günah kazanmış olmaz. Zorlamaya maruz kaldığı
halde şarap içmeyen ve domuz eti yemeyen ve bu sebeple zarara uğrayan birisi
de, bununla sevap kazanmış olmaz. Bilakis mes'ûl olur. Ancak, zaruret hali de
olsa, zorlama, yasakları ortadan kaldırmaz. Sadece ruhsat temin eder. Şarap
içmek, domuz eti yemek her zaman haramdır. Ancak böylesi durumlarda geçici bir
çâre olarak ruhsat verilmiştir.
Burada bir hususu daha
ifâde edelim: Allah'ı inkâra zorlanan birine her ne kadar diliyle istenileni
söylemesi için ruhsat verilmişse de, sabrederek şehid düşmesi, onun için büyük
bir fazilettir. Bunun gibi, başkasına âit bir malı yemek zorunda kalan bir
kimsenin bunu yapmayıp neticesine katlanması fazilettir. Yemesi ise bir
ruhsattır. Böyle yapan günahkâr olmaz.
2273. [4:35,
Hadîs No: 4463]
Ömer'den (r.a.)
rivayetle:
Şu üç kişiden
sorumluluk kaldırılmıştır: İyileşinceye kadar akıl hastası olan deliden,
uyanmcaya kadar uyuyandan, bulûğ çağına erinceye kadar çocuktan.[144]
2274. [4:36,
Hadis No: 4464]
Ali (r.a.) rivayet
ediyor:
Allah'ı iyice tanıyan
bir âlimin bir rekât namazı, Onu tam tanımayan bir câhilin bin rekât namazından
daha hayırlıdır.[145]
Allah'ı tanıyan âlim,
namazın mânâsını çok iyi anlamış olan kimsedir. Namaz nedir? Ne mânâlar ifade
etmektedir?
Namazın mânâsı Cenab-i
Hakkı tazim, teşbih ve şükürdür. Onun sonsuz büyüklüğü, celâli, kemâli,
cemâli, azameti karşısında gerek dille, gerek halle "Allâ-hüekber"
diyerek tazimde bulunma, "Sübhanellah" diyerek yüceltme,
"Elhamdülillah" diyerek şükür ve hamd etmekten ibarettir.
İbadetin mânâsı, kulun
acizlik, fakirlik ve zayıflığını hissederek Cenab-t Hakkın sonsuz büyüklüğü,
kudreti, ilmi ve rahmetini düşünüp heyecanlanma, hayret ve muhabbet duygularını
dile getirerek secdeye kapanmadır. Namazda kul kusur ve hatalarını istiğfarla
dile getirir ve Rabbinin, yaratıkların taşıdıkları ve ehl-i dalâletin isnad
ettikleri her türlü eksik ve kusurlardan uzak olduğunu îlân eder.
İşte Allah'ı bilen
âlim, namazın taşıdığı bu mânâları çok iyi bilen insandır. Âlemlerin Rabbinin
huzurunda bulunduğu şuuru içerisinde huşu ve huzû İle namazını kılmaktadır.
Sonra namazın farzlarını, vaciplerini, tadil-i erkânını, sünnetlerini, âdabını
da bilmektedir. Câhil insanlar ise, namazın mânâsının şuurunda olmaması bir
yana çoğu zaman namazın farz, vacip, sünnet ve âdabını bilmekten de
mahrumdurlar.
Bunun içindir ki
Allah'ı bilen âlimin bir rekat namazı, câhilin bin rekat namazından daha
efdaldir.
2275. [4:36,
Hadîs No: 4465]
Âişe'den (r.a.)
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
İki rekât sabah
namazı, dünya* ve içindeki herşeyden daha hayırlıdır.[146]
2276. [4:36,
Hadîs No: 4467]
Ebû Hüreyre (r.a.)
rivayet ediyor:
Misvak kullanılarak
kılman iki rekât namaz, misvaksız kılman yetmiş rekât namazdan daha
faziletlidir. Gizli yapılan bir duâ, açıktan yapılan yetmiş duadan daha
faziletlidir. Gizli verilen bir sadaka, açıktan verilen yetmiş sadakadan daha
faziletlidir.[147]
2277. [4:37,
Hadis No: 4468]
Câbir'den (r.a.)
rivayetle:
Sarıkla kılanan iki
rekât namaz, sanksız kılınan yetmiş rekât namazdan daha hayırlıdır.[148]
2278. [4:37,
Hadîs No: 4471]
Câbir (r.a.) rivayet
ediyor:
Gecenin ortasında
kılman iki rekât namaz günahları affettirir.[149]
2279. [4:39,
Hadîs No: 4477]
Hassan bin Atıyye'den
rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Âdemoğlunun gecenin
ikinci yarısında kılacağı iki rekât namaz, kendisi için dünya ve içindeki
şeylerden daha hayırlıdır. Eğer ümmetime zorluk çıkarmayacağım bilseydim, bu
iki rekât namazı onlara farz kılardım.[150]
2280. [4:39,
Hadîs No: 4478]
İbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor:
Mekke'de geçirilen bir
Ramazan, Mekke'den başka bir yerde geçirilen bin Ramazan'dan daha
faziletlidir.[151]
2281. [4:39,
Hadîs No: 4479]
Ramazan mübarek bir
aydır. Onda Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar
zincire vurulur. Her gece bir nida edici şöyle seslenir: "Ey hayrı arayan,
hayra yönel.Eş şerri arzulalayan vazgeç
[152]
2282. [4:39,
Hadîs No: 4480]
Bilâl bin Hars
el-Müzenî'den rivayetle:
Medine'de geçirilen
bir Ramazan, onun dışındaki yerlerde geçirilen bin Ramazan'dan daha
hayırlıdır. Medine'de geçirilen bir Cuma, onun dışında geçirilen bin Cuma'dan
daha hayırlıdır.[153]
2283. [4:40,
Hadîs No: 4484]
Enes (r.a.) rivayet
ediyor:
Zaman zaman
kalblerinizi dinlendirin.[154]
2284. [4:41,
Hadis No: 4486]
İbni Abbas 'dan (r.a.)
rivayetle:
Cennetin kokusu beş
yüz senelik mesafeden duyulduğu halde, ahi-ret ameliyle dünyalık isteyen kimse
onu duyamayacaktır.[155]
2285. [4:42,
Hadîs No: 4488]
îbniAbbas (r.a.)
rivayet ediyor: Evlat kokusu Cennet koku s un dan dır.[156]
2286. [4:43,
Hadîs No; 4490]
İbni Amr'den (r.a.)
rivayetle:
Rüşveti veren de alan
da Cehennemdedir.[157]
2287. [4:45,
Hadis No: 4494]
Ebû Katâde (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Güzel rüya
Allah'tandır. Kötü rüya da şeytandandır. Birisi hoşlanmadığı bir rüya görürse,
sol tarafına tükürsün ve şeytandan Allah'a sığınsın. Bunu yaptığında bu rüya
ona zarar vermez. Onu hiç kimseye anlatmasın. Eğer güzel bir rüya görürse, onu
başkasına müjdelesin. Fakat ancak sevdiği kimselere anlatsın.[158]
2288. [4:47,
Hadîs No: 4497]
Avfbin Mâlik (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Rü'ya üç çeşittir. Bir
tanesi insanoğlunun üzülmesi için şeytanın verdiği korkulardır. İkincisi,
uyanıkken fazla önem verdiği birşeyin rüyasına girmesidir. Biri de
peygamberliğin kırk altı parçasından bir parçadır.[159]
2289. [4:50,
Hadîs No: 4502]
İbni Mes'ûd (r.a.)
rivayet ediyor:
Faiz yetmiş çeşittir,
şirk de bunun kadardır.[160]
2290. [4:50,
Hadîs No: 4505]
îbni Mes'ûd'dan (r.a.)
rivayetle:
Faizli kazanç, çok
gibi görünse de, sonuç itibarıyla azalır.[161]
2291. [4:51,
Hadis No: 4511]
Ebû Said (r.a.)
rivayet ediyor:
Kişi kendine âit
binitin ön tarafına oturmaya, bir yerden çıktıktan sonra geri döndüğünde eski
yerine oturmaya herkesten daha çok hak sahibidir.[162]
2292. [4:52,
Hadîs No: 5416]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle:
Kişi dostunun dini
üzeredir. O halde sizden biriniz kiminle dostluk ettiğini iyi düşünsün.[163]
2293. [4:54,
Hadîs No: 4522]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdu-tunu rivayet ediyor:
Rahmet önce imamın
üzerine iner. Sonra sağındaki ilk kişiye, son-~ada sırasıyla diğerlerine.[164]
2294. [4:54,
Hadîs No: 4524]
Ebû'd-D er da'dan
rivayetle:
Rızık kişiyi ecelinden
daha fazla arar.[165]
2295. [4:56,
Hadîs No: 4529]
Cerir bin Abdullah
rivayet ediyor: Yumuşak huyluluk hikmetin başıdır.[166]
2296. [4:56,
Hadîs No: 4531]
Cerir bin Abdullah'dan
rivayetle:
Malın artışı ve
bereket kanaatkârlığa bağlıdır. Kanaatkârlıktan mahrum olan hayır ve berekketen
de mahrumdur.[167]
2297. [4:59,
Hadîs No: 4544]
îbni Ömer (r.a.)
rivayet ediyor: Eğlendiğiniz şeylerin en hayırlısı atıcılıktır.[168]
2298. [4:60,
Hadîs No: 4549]
Ebû Hüreyre'den (r.a.)
rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Rüzgar Allah'ın
emriyle hareket eden şeylerdendir. Rahmet de getirir, azab da. Estiğini
gördüğünüzde ona sövmeyiniz. Allah'tan hayrını isteyiniz. Şerrinden de Allah'a
sığınınız.[169]
2299. [4:61,
Hadîs No: 4553]
Ebû Hüreyre (r.a.)
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Adamın biri bir
köydeki din kardeşini ziyarete gidiyordu. Allah onun yolu üzerine insan şeklinde
bir melek dikti. Melek o adama, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Adam, "Şu köydeki din kardeşimi ziyarete gidiyorum" cevabını verdi.
Melek, "Orada elde edeceğin bir menfaat var mı?" diye sordu. O
"Hayır, sadece ben onu Allah için sevdiğimden gidiyorum" dedi.
Melek, "Ben Allah'ın sana gönderdiği elçisiyim. Şüphesiz senin onu
sevdiğin gibi, Allah da seni sevmektedir" dedi.[170]
[1] Mûsned, 5:220,221.
[2] IbniMâce, Mukaddime: 12; Müsned, 4:355,382.
[3] Bezzar’dan.
[4] Ibni Mâce, Mukaddime: 17.
[5] Hatib'in Tariflinden.
[6] Buhar!, Tefsir-i Sûre: 55; Bed'ü'l-Halk: 8; Müslim,
Cennet: 23, 25; Thmizİ, Cennet: 3; Dârimî, Rikak: 109;
Müsned, 3:103,115;
4:400,411.
[7] Tirmizi, Kıyame: 56; Mösned, 1:165,167.
[8] Müsned, 1:245,209,309.
[9] Taberânrnin Kebtf'mden.
[10] TirmizîĞen.
[11] Müslim, Fezâilü's-Sahâbe: 105,108; Buharı,
Fezâilû's-Sahabe: 6; Müsned, 1:80; 3:106,125,239,
[12] Buharı, Rîkak: 53; Tefsir-i Sûre: 108; Ebû Davud,
Sünnet: 23; bniMâce, Zühd: 39; Dirimi, Rikak: 113; Müsned, 2:67; 3:103,115,152.
[13] Zya'dan
[14] Taberânî'nin Kebff\, İbni Adiyy'in el-Kâmit\ ve
Hâkİm'in Müstedrettloâen.
[15] Rafiîve ibnünneccaföan
[16] Buharı, Bed'ü'l-Halk: 16; Müslim, Tevbe: 25, IbniMâce,
Zühd: 30; Dârimî, Rikak; 93; Müsned, 2:269, 299,
[17] Ebü'ş-Şeytf\&n.
[18] Müslim, Zikir: 88; Tirmizİ, Birr: 50; IbniMâce,
Menâsik: 5, Müsned, 5:195.
[19] fcn/Mâçe, Dua: 11.
[20] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdevglnden.
[21] Deylemfnin Müsnedü'l-Firdevs'mâen.
[22] Ebû Davud, Edeb: 101.
[23] Tirenizi Daavât: 81; Müsned< 1:170.
[24] Enbya Sûresi, 87.
[25] Lem'alar, s. 6.
[26] Camiü's-Sağîr, 1:512 (H. 1034.)
[27] Taya/is/den.
[28] Ebfff-Ş&yhlen.
[29] Hakim'd&n.
[30] Taberânî'nin Evsafından.
[31] Buharı, Büyü1: 3; Tirmizî, Kıyame: 60; Wese/t Kudat:
11; Dârimî, Büyü'; 2.
[32] Uhuvvet Risalesi, 52, 53.
[33] Ebû Nuaym'ın Hılye'$\ ve Halib'in fan/finden.
[34] Buharı, Cenâiz: 33; Müsned, 2:110; 5:446.
[35] Buharı, Fazâilü Ashabi'n-Nebİyyi: 5; Müslim,
Fezâilü's-Salıabe: 221, 22; Dârimi, Sünnet: 10; Tirmizi, Menakıb: 58; İbni Mâce,
Mukaddime: 11; Müsned, 3:11.
[36] Buharı, İstikraz: 4; Vekâk: 6; Müslim, Mesakât: 120;
Müsned, 4:268,416,456.
[37] Taberâni'nin Evsafından.
[38] Ebû'ş-Şeyh'in Sevabından.
[39] Tirmizi, Kıyâme: 25; ibni Mâce, Zühd:31; Müsned,
4:124.
[40] Ihyâ ü Uiûmiddin Tere, 1:416.
[41] A.g.e., 1:421.
[42] DeyiemîninMüsnedüV-F/rcfei's'inden.
[43] Ebû Davud, Edeb: 115; Musned, 5:272,273; Tirmizİ,
İlim: 14.
[44] Buharı, Tevhid: 17; Müslim, Fiten: 100,103,105; Ebû
Davud, Melahım: 14.
[45] Şualar, s. 499.
[46] Müslim, Fiten: 104; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned,
5:383,397.
[47] Mektûbâî, s. 54.
[48] Mösned, 5:32, 43,47; 3:36, 43.
[49] Tirmizî, Fiten: 57; IbniMâce, Fiten: 33; Müsobö, 1:47.
[50] Şualar, s. 500,501.
[51] Tirmizî, Dua: 1.
[52] DeyiemîninMüsnedüV-F/rcfei's'inden.
[53] Ebû Ya'la'nın Müsnedi ve Hâkimin MüstedreKinöen.
[54] Ebû Davud, Salât: 35; Tirmizî, Salât: 44; Daavat: 128;
Müsned 3:119; 155, 225, 254.
[55] Tırmizl Daavât: 102; ibniMâce. Mukaddime: 10.
[56] Ebû'ş-Şeyb'ien.
[57] Taberânînİn Kebîf'möen.
[58] Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd:
3; Müsned, 2:197,323.
[59] Müslim, Raza: 59; Neseî, Nikâh: 15; Müsned, 2:168.
[60] Tirmizİ, Zühd; 14; İbniMâce, Zühd: 3.
[61] Taberânfrıin Kebîrinden.
[62] IbniLâtden.
[63] Ebû Nuaym'ın ef-T/ö'bı ve İbnü's-Sünnlden.
[64] Taberânİ'nin Kebîrinden.
[65] Buharı, Kitâbü't-Tıp, 4:12, 24; Müsned, 1:413, 446;
3:156.
[66] Buharı, Megaîi: 35; Müsned, 6:240.
[67] Buharînin Tarih'inöm.
[68] 1232 nolu hadisin izahına da bakınız.
[69] Kazâföen.
[70] Müslim, Zikir: 49.
[71] Müslim, Mesâcid:25.
[72] Hâkimin MüstedreK'ınden
[73] Taberânfnin Kebemden.
[74] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevgmden.
[75] Deylemrnin Müsnedü'i-Firdevs'möen.
[76] Beyhakı'nin Süneri\nöen.
[78] Deylerni'nın Müsnedü'l-Firdevg'ınden.
[79] Ebû Nuaym'ın Hılye'sinöen.
[80] Beyhaki'nin Şi'bü't-tmarti ve Taberânrnin Evsarından.
[81] ibni Ebi'd-Dünya'nın es-Sumf undan.
[82] Ebû Nuaym'ın H//ye'sinden.
[83] Taberânî'nin Kebîrinden.
[84] Tirmizî, Cennet: 4; Müsned, 2:335.
[85] Hatib'in Tarihinden.
[86] Müslim, İlim: 2; Müsned, 1:401. 421: 2:467. 495. 503.
508, 517.
[87] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevginden.
[88] Deylemrnin Müsnedü'l-Firdev&nden.
[89] Buharı, Ezan: 158; el-Amel Fi's-Salât: 18; Neşet,
Sehv: 104; Müsned, 4:8,384.
[90] İbni Adİyy'İn e\-Kâmh'\ ve Hatib'in Tarih'höen.
[91] Buharı, Merda: 7.
[92] Tirmizî, Zühd: 28.
[93] Taberâni, Rüya: 3.
[94] Deylemînin Müsnedü't-Firdevg'mden.
[95] Taberânî'nin Evsafından.
[96] Deylemİ'nin Müsnedü 1-Firdev4\nder\.
[97] Deylemİ'nin Müsnedü'l-Firdevg'mden.
[98] Taberânrnin Kebirinden.
[99] Zemahşeri'nin Cü/ünden.
[100] Hakim ve IbniLâtden.
[101]Buharı, îman: 42; Müslim, İman: 95.
[102] Ibni Adiyy'in e/-Kâm//inden.
[103] Tecrİd-i Sarih Tercümesi, 6:345.
[104] Beytıakrnin Şi'bü'l-imarf möan.
[105] Beyhakî'nin Şi'bü'-İmart ından.
[106] Beyhaki'nnin Şi'bü'l-İmariından.
[107] Taberânfnin Kebirinden.
[108] Taberânrnin /feö/Yinden.
[109] Taberânînin Keb/7inden.
[110] Buharı, Menakıb: 9; Tefsir-i Sûre: 5,13; Müslim,
Küsûf: 9,10; Cennet: 50, 51.
[111] Ibnİ Adiy/in e/-Kam//inden.
[112] Tirmizî, Rüya: 6; Müsned, 4:10.
[113] Buharı, Cihad: 73; Bed'ül-Halk: 8; Rikak: 2; Tirmizi,
Fezâilü'l-Cihad: 17,25; Tefsir-i Sûre: 3, 22, 56; IbniMâce, Zühd: 39; Dârimî, Rikak;
99
[114] Mars'tan.
[115] TaberânFnin Kebîrinden.
[116] Kaza/den.
[117] Tabrânînin Kebîrinden
[118] Ebu'l-Fetb bin el-Favari&ten.
[119] Tırmizî, Menakıb:19.
[120] ibni Asakifden.
[121] Taberânfrıin Ke6/?inden,
[122] Kısasü'l-Enbİya, 1:62.
[123] IbniMâce, Mukaddime: 11.
[124] ez-Zâ/den.
[125] Ibnünneccaf dan.
[126] Ibni Adiyy'in el-Kâmiîı ve Hatib'in 7ariffinden.
[127] 7//m/z/,Salât:2O1.
[128] Ebû'ş-Şeyh'\er\.
[129] Tirmizî, kıyame: 2; Müsned, 2:435.
[130] Ibni Mübarekleri.
[131] Hilyetül-Evliya: 1:357.
[132] Buhar!, Edeb: 53.
[133] Ibni A$akif<ien.
[134] Deylemİ'nin Müsnedü'l-Firdevg'mden
[135] Ebû'ş-Şeyh'in es-Seı/a6'ından.
[136] bni Asakiföen.
[137] Müslim, Fezail: 172; Ebû Davud, Huruf: 1.
[138] /fan/'Kan/'den.
[139] Taberânînin Kebenden.
[140] Timizi, Birr: 3.
[141] Tirmizî, Daavat: 100; Müsned, 2:204.
[142] Taberânînin Kebîrinden.
[143] EbûDwud.Sa\Zt:U.
[144] Buharı, Hudud: 22; Talak: 11; Ebû Davud, Hudud: 17;
Tirmizî, Hudud: 1; IbniMâce, Talak: 15; Mûsned,
6:100,101,144.
[145] Şirazrnin el-Elkab/\ndan.
[146] Buharı, Teheccüd: 10; Müslim, Müsafirin: 96; Ebû
Davud, Tatavvu: 26; Tirmizi, Salat: 190;
Taberânî, SalâtüUeiy.
32; Müsned, 1:283; 2:82; 6:39.
[147] İbnünneccafdan.
[148] Vnin Müsnedül-Fırdevdındm.
[149] Dey\em'\'r\\nMüsnedü'l-Firdev4\r\<ien
[150] IbniNast'dan.
[151] el-Bezzaı'da.n.
[152] Müslim, Siyam: 1; Timizi Savm: 1; NesGİ, Siyam: 3-5;
ibniMâce, Siyam: 2; Dârimî, Savm: 53; Taberânî, Siyam: 59.
[153] Taberânînin Keb/Vİnden.
[154] Ebû Davud'un Meras/finden.
[155] Deytemînin Mösne
[156] Taberânî'nin Evsafından.
[157] ibni Sa"rn Tabakalından.
[158] Buharı, Tıb: 39; Ta'bir: 10; Müslim, Rüya: 1, 23; Ebû
Davuö, Edeb: 88; Tirmizî, Rüya: 5; Taberânî, Rüya: 4,
Müsned, 2:219.
[159] İbni Mâce, Rüya: 3.
[160] Bezzazdan.
[161] Hâkimin MüstedreKİnden.
[162] Buharı, Libas: 100; Ebû Davud, Cthad: 58; Tirmizî,
Edeb: 25; Dârimİ, İstizan: 37; Müsned, 1:19; 3:32,422.
[163] Ebû Davud, Edeb: 16; Tirmizİ, Zühd: 45; Müsned,
2:302,334.
[164] Ebû'ş-Şeyh'in es-Sevab! ndan.
[165] Kazâ/den.
[166] Kazâlden.
[167] Taberânî'nin Ke£w7iinden.
[168] Dey\em'\'r\\nMüsnedü'l-Firdev4\r\<ien.
[169] IbniMâce, Edeb: 29; Ebû Davud, Edeb: 104; Tirmizî,
Daavat: 48; Müsned, 5:123.
[170] Müslim, Birr: 38; Müsnod, 2:292,408,462,482,508,