2727. [4:365, Hadîs No: 5632]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Kıyamet günü, mü'minin amel defterinin başlığı insanların kendi­si hakkındaki övgüleri olacaktır.[1]

 

2728. [4:365, Hadîs No: 56j34]

Ebû Ümame (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'a verilen söz yerine getirilmesi en lâyık olan sözdür.[2]

 

2729. [4:366, Hadîs No: 5636]

Ebû Said'den (r.a.) rivayetle:

Hastaları ziyaret ediniz. Cenazenin kaldırılmasına katılınız ki, nınlar size âhireti hatırlatsın.[3]

 

2730. [4:366, Hadîs No: 5637]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Hastaları ziyaret ediniz. Dua etmelerini isteyiniz. Şüphesiz hasta­nın duası makbul, günahları da affediliniştir.[4]

 

2731. [4:367, Hadîs No: 5639]

Hakim bin Umeyr'den (r.a.) rivayetle:

Kalblerinizi murakabeye alıştırın. Çokça tefekkür edin ve ibret alnı.[5]

 

2732. [4:367, Hadîs No: 5640]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kabir azabından Allah'a sığınınız. Cehennem azabından Allah'a sığınınız. Meseh-i Deccal'in fitnesinden Allah'a sığınınız. Dirilerin ve ölülerin fitnesinden Allah'a sığınınız[6].

 

2733. [4:367, Hadîs No: 5644]

Hasan-ı Basrî'den (r.a.) rivayetle:

Kişinin birgün din kardeşine yardıma olması, bir ay camiye ka­panmasınan daha hayırlıdır.[7]

 

2734. [4:3.67, Hadîs No: 5646]

îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Hastaları ziyaret etmenin, cenazeleri uğurlamaktan daha büyük sevabı vardır.[8]

 

2735. [4:368, Hadîs No: 5647]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

İki göz vardır ki onlara Cehennem ateşi dokunmaz: Allah korku­sundan ağlayan göz ve Allah yolunda nöbet tutan göz.[9]

 

2736. [4:369, Hadîs No: 5650]

lbniAbbas (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor:

Yaptığı bağışı geri alan, kustuğu şeyi geri yutan kimse gibidir.[10]

 

2737. [4:370, Hadîs No: 5654]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Afiyet on parçadır. Dokuzu geçimini sağlamaya çalışmakta, bir ta­nesi de diğer şeylerdedir.[11]

 

2738. [4:370, Hadîs No: 5655]

Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

Âlim yeryüzünde Allah'ın güvendiği kimsedir.[12]

 

2739. [4:371, Hadîs No: 5657]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Âlim ilmiyle Allah'ın rızasını aradığında herşey kendisinden say­gıyla karışık bir korku duyar. Fakat, ilmiyle mal yığmak istediğinde kendisi herşeyden korkar.[13]

 

2740. [4:371, Hadîs No: 5658]

Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Alim yeryüzünde Allah adına hareket eden bir sultandır. Ona dil uzatan helak olmuştur.[14]

 

Bu hadis amelin ilim ve âlimden kopmaz bir parça olması gerektiğini gösteri­yor. Yani ilmin yanında amel de olmalıdır. Yaşanmayan ilmin ne faydası olabi­lir? İnşaatçı bildiklerini pratiğe dökmezse, öğretmen bildiklerini öğretmezse, doktor hastalarını muayene etmezse veya kendisi aynı dertten muzdarip oldu­ğu halde başkalarını muayeneye kalkarsa ilimlerinin ne ölçüde faydasını göre­bilirler?

İlim uygulamak için olmalıdır. Âlim, insanlara iyi şeyleri öğreten, anlatan in­san demektir. Yanıp tükenen bir mum gibi olma yerine devamlı yanan bir kandil gibi olmalıdır. Bildiklerini yaşamayan âlim kendisi etrafına ışık verdiği halde tü­kenen muma benzer.

Bildiklerini yaşamayan âlimlerle ilgili bir kısım tehditler vardır ki, bunlar âlim­leri titretecek güçtedir. Kur'ân-ı Kerîm, bildiklerini yaşamayanları îkaz ederek "Halka iyiliği emredip de kendinizi unutur musunuz?"[15] buyurur. "Ey îman eden­ler! Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz. Yapmadıklarınızı söylemeniz Allah katında büyük bir vebaldir"[16] buyurularak da bildiklerini yaşamamanın veballiliği-ne dikkat çekilir. Kur'ân'da, kendilerine Tevrat gönderildiği halde onun gereğiyle amel etmeyenlerin kitap yüklenmiş eşeklere benzetilmesi de[17] oldukça düşündü­rücüdür. Hadislerde de böyle âlimler için büyük tehditler vardır. Onlar Cehenne­me atılacak, bağırsakları dışarı çıkarılacak, harman döven at gibi döndürüle­ceklerdir. Cehennemlikler etrafında halkalanıp soracaklar: "Ey falan! Niçin bu haldesin? Sen dünyadayken iyiliği emredip kötülükten sakındırmaz miydin?" O da, "Evet, öyleydim. İyiliği emreder, fakat kendim yapmazdım. Kötülükten sa­kındırır, fakat kendim sakınmazdım."[18] Ayrıca Resûl-ü Ekrem (a.s.m.,) Miraç ge­cesinde de böyle âlimlerin makasla dudaklarının doğrandığını gördüğünü bildir­mektedir.

Bu tehditler göstermektedir ki, ilim adamı herşeyden önce örnek olmak zo­rundadır. Sözleri davranışlarını, davranışları da sözlerini doğrulamalıdır. Pey­gamberlerin anlattıklarını önce kendilerinin yaşadıklarını düşünürsek bilhassa tebliğ vazifesini üstlenmiş kimselerin daha çok dikkatli olmaları gerektiğini anla­rız. Hûd Sûresinin 88. âyetinde anlatıldığı gibi halkına İlahî emirleri anlatmakla görevli Şuayb (a.s.), "Ben, ancak gücümün yettiği kadarınca sizi ıslah etmek isti­yorum" diyordu.

Bildiklerini yaşamayan âlimler kötü örnek olmuş olurlar. Halk, böyle âlimlerin davranışlarına bakıp, "Onlar böyle olursa biz nasıl oluruz?" gibisinden başıboş­luğa ve lâkaydlığa girerler. Onları taklid edenlerin günahlarını da yüklenirler. Böylece kötülükler yaygınlaşmış olur.

Böyle olmayıp da âlim tenkide maruz kalsa yine zararlıdır, önde ve örnek ol­ması gerek'enlerin şikayete konu olmaları da son derece zararlıdır. Şahsen yıp­ranırlar.

Bildiklerini yaşamayan âlimler halk üzerinde fazla etkili de olamazlar. Dürüst­lük nedir bilmeyen bir âlim dürüstlükten bahsetse, namaz kılmada tembellik ve lâkaydlık gösteren bir âlim de namaz kılmanın öneminden bahsetse, halk üze­rinde etkili olamazlar.

 

2741. [4:372, Hadîs No: 5659]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Âlim ve ilim Cennettedir. Âlim ilmiyle amel etmeyince ilim ve amel Cennette olur; âlim ise Cehenneme gider.[19]

 

2742. [4:372, Hadîs No: 5660]

Rafi' bin Hadic (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Zekât toplayıp ilgili yere ulaştırmada haktan sapmadan çalışan kimse, evine dönünceye kadar aziz ve celil olan Allah yolunda savaşa çıkmış gazi gibidir.[20]

 

2743. [4:373, Hadîs No: 5662]

Ma'kıl bin Yesar'dan (r.a.) rivayetle:

Fitne ve anarşi döneminde ibadet, sevap bakımından bana hicret etmek gibidir[21]

 

2744. [4:374, Hadîs No: 5669]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Kul, Allah hakkında ne düşünüyorsa, Allah katında aynı muame­leyi görür. Kul, sevdiğiyle beraberdir.[22]

 

2745. [4:374, Hadîs No: 5671]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Hem anne babasına, hem de Rabbine itaat eden kul, en yüksek mertebededir.[23]

 

2746. [4:377, Hadîs No: 5683]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Söz, yerine getirilmesi gereken bir borçtur. Söz verip de sözünden dönene yazıklar olsuü. Söz verip de sözünden dönene yazıklar olsun. Söz verip de sözünden dönene yazıklar olsun.[24]

 

2747: [4:378, Hadîs No: 5685]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

Adalet güzeldir. Fakat idarecilerde olursa daha güzeldir. Cömert­lik güzeldir. Fakat zenginlerde olursa daha güzeldir. Dinde titiz ol­mak güzeldir. Fakat âlimlerde olursa daha güzeldir. Sabır güzeldir. Fakat fakirlerde olursa daha güzeldir. Tövbe güzeldir. Fakat gençler­de olursa daha güzeldir. Haya güzeldir. Fakat kadınlarda olursa da­ha güzeldir.[25]

 

2748. [4:380, Hadîs No: 5690]

Ebu'l-Yüsr (r.a.) Peygamber E fendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukla­rını rivayet ediyor:

İyilik insanlar arasında kesintiye uğrayabilir. Fakat bunu yapanla Allah arasında kesintiye uğramaz.[26]

 

Bu hadis bize iyiliklerin Allah için yapılması gerektiğinin güzel ifadelerinden birisidir. Bunun büyük bir önemi vardır.

İyilikle iyilik yapılan kişi arasında otomatikmen manevî bir bağ kurulmuş olur. Kişi iyiliğini Allah için yapar, kendisine iyilik yapılan kişi de gerek diliyle ve ge­rekse haliyle teşekkürlerini dile getirir. Bu dinin olduğu kadar insanlığın, mede­nîliğin de gereğidir.

Ama bu her zaman meşru ve makûl ölçüler içerisinde cereyan etmeyebilir. İyilik yapan gerektiği tarzda yapar da iyilik yapılan üzerine düşeni yapmayabilir. Böyle anlarda iyilik yapanın durumu ne olacaktır?

İşte hadis bizi hiçbir karşılık beklemeden, sevabını sırf Allah'tan umarak ih-lâsla iyilik yapmaya teşvik etmektedir ki böyle durumlarda iyilik yapanın şevki de, morali de bozulmasın, iyilikten vazgeçmesin, her hal ü kârda iyilik yapmaya devam etsin. Allah da iyiliğinin sevabını bahşetsin.

Hayatını iyilik felsefesi üzerine bina eden, îmana dayalı salih amele bütün zerrâtıyla yönelmeyi gaye edinen ecdadımız, bu hadisi adetâ ruhlarına nakşet­miş, "İyilik et denize at, balık bilmezse Hâlık bilir diyerek karşılıksız iyilik yap­manın formülünü ortaya koymuş, iyilikteki bu ruh ve mânâyı çok güzel yakala­mışlardır.

Evet, hadiste belirtildiği gibi iyilik yapılan kimse iyiliğin değerini bilmeyebilir, hatta inkâr edip nankörlük noktasına kadar da gidebilir. Bu bizim iyiliğimizi zayi etmez. Çünkü mükâfatını Cenâb-ı Allah verecektir. Sonra böyle bir davranış bi­zi iyilikten vazgeçirmemelidir de. Muhatabımız ister teşekkür veya takdir etsin, ister etmesin, bu hadis gereğince yine iyilik yapmamız gerekir.

Nitekim başka bir hadiste "Lâyıkı olsun, olmasın sen iyiliği yap. Eğer lâyıkıysa ne âlâ, isabet etmiş olursun. Eğer lâyıkı değilse sen iyiliğin ehli olursun" buyurularak mü'-minlerin kendilerini kayıtsız şartsız iyiliğe alıştırmaları gerektiği öğütlenir. Bütün mesele ihlasla iyilik yapabilmek, mükâfatı sadece ve sadece Allah'tan beklemektir.

 

2749. [4:381, Hadîs No: 5696]

Halis bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Afv yerine getirilmesi gereken en lâyık şeydir.[27]

    

2750. [4:382, Hadîs No: 5701]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

iradecilere yamanmadıkları ve dünyaya dalmadıkları sürece âlim­ler peygamberlerin güvenilir vekilleridir. İdarecilerin, dümen suyu­na girdikleri ve dünyaya daldıkları takdirde, peygambere hiyânet et­miş olurlar. Onlardan sakının.[28]

 

2751. [4:383, Hadîs No: 5703]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

Âlimler yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin varisleridir.[29]

 

2752. [4:384, Hadîs No: 5704]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Âlimler önderdirler. Takva sahipleri efendi ve reistirler. Bunlarla oturup kalkmak hayır ve iyiliği arttırmak demektir.[30]

 

2753. [4:384, Hadîs No: 5705]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Göktekiler onları sever. Öl­düklerinde iâ Kıyamete kadar denizdeki balıklar kendilerine Allah'­tan mağfiret dilerler.[31]

 

2754. [4:385, Hadîs No: 5706]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Alimler üç türlüdür.

1) iliminden hem kendisinin, hem de insanla­rın istifade ederek yaşadıkları âlim.

2) ilminden insanlar istifade et­tiği halde kendisi istifade etmeyip kendi kendini helak eden âlim.

3) Kendisi ilminden istifade edip buna göre yaşadığı halde başkaları kendisinden istifade etmeyen âlim.[32]

 

2755. [4:385, Hadîs No: 5707]

lbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

tlim ibadetten üstündür. Dinin temel direği takvadır.[33]

 

2756. [4:385, Hadîs No: 5708]

îlim amelden üstündür. Amellerin en hayırlısı, orta olanıdır. Al­lah'ın dini aşırı sert ve aşırı yumuşak olanın arasındadır, iyilik, iki kötülük olan ifrat ve tefritin ortasmdadır. Buna, ancak Allah'ın yar­dımıyla ulaşılabilir. En kötü yürüyüş yorucu yük yüklenerek yürü­mektir.[34]

 

Hadiste birkısım önemli hususlara işaret edilmiştir. Bunlardan biri ilmin amel­den üstünlüğüdür. İlim, yapılan ameli şartlarına uygun şekilde bilmek, amel de onu uygulamaya dökmektir. Uygulamak önemlidir, ama bilmek çok daha önem­lidir. Çünkü bilmeden faydalı hiçbir şey yapılamaz. Meselâ namaz kılan bir kim­se eğer namazın şartlarını, rükünlerini bilmiyor, bunlardan birini eksik bırakıyor­sa namazı geçersiz olur da farkında olmaz. Resül-ü Ekrem (a.s.m.) bir başka Hadis-i Şeriflerinde de bu gerçeğe dikkatleri çekmiş, kendisine "Hangi amel üs­tündür?" diye sorulduğunda, "İlim" cevabını vermiş, "Biz ilmin faziletini sorma­dık. Amellerin en faziletlisini sorduk. Siz ise ilim diye cevap verdiniz" dediklerin­de de şöyle buyurmuşlardı:

"Amel, ne kadar az da olsa ilimle birlikte fayda verir. Cahilce işlenen ameller ise insana fayda vermez."

Bu hadis de açıkça göstermektedir ki, mü'min amelden önce onun ilmini edinmelidir. Bununla birlikte şu da unutulmamalıdır ki amelsiz, yani uygulamaya konulmayan ilim de insana pek bir fayda sağlamaz. Nitekim Resûl-ü Ekrem fay­dasız ilimden Allah'a sığınarak böyle bir ilmin tehlikesine dikkat çekmiştir.

Hadiste üzerinde durulan hususlardan birisi de amellerin en hayırlısının orta olanı gerçeğidir. Herşeyde istikâmeti, orta yolu tavsiye eden dinimiz her türlü aşırılığı yasaklamış, inançta olduğu gibi amelde de orta yolda olmayı emretmiş­tir. Fevrîlikler, aşırılıklar, her devirde, her zaman zararlara, yıkımlara sebep ol­muş, fayda yerine zarar getirmiştir. Amel ne kadar faziletli de olsa aşırılığa giril­diğinde onu sonuna kadar devam ettirmek mümkün değildir. Bir noktada duraksayacak, kesintiye uğrayacaktır. Bir anda parlayıp sönen yıldırım olmak­tansa devamlı yanan yıldız olmak daha faydalıdır. Resûl-ü Ekremin (a.s.m), amellerin en efdalinin az da olsa devamlı olanı olduğunu bildirmesi müminleri istikrarlı ve devamlı ibadet ve amellere sevk etmek içindir. Devamlı oruç tutmak isteyen Abdullah bin Amr bin As'a Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şu tavsiyede bulun­muştu:

"Eğer bunu böyle yapmaya devam edersen gözlerin zayıflar ve vücudun çö­ker. Sepin üzerinde nefsinin hakkı olduğu gibi, ailenin ve çocuklarının da hakkı vardır, öyle ise bazı günlerde oruç tut, bazılarında tutma ve gecenin bir kısmın­da namaz kıl, diğer kısmında da uyu!"

Resûlullahın mü'minlere diğer bir tavsiyesi de şöyledir: "Din kolaylıktır. Fazla amel yapayım diye dine galip gelmek isteyen buna yenik düşer, amel yapma gücünü kaybeder. Şu halde doğru yolu takip edin ve dengeyi koruyun. En mü­kemmelini yapmaya gücünüz yetmezse, ona en yakın olanını yapın. Müjdele­yin, kolaylaştırın. İbadet ve çalışmalarınızda sabah, öğleden sonra ve seher vakitlerinde faydalanın."*

İzahını yaptığımız hadiste insanı tâkattan düşürecek derecede nafile ibadet yapmanın sakıncalarına dikkat çekildiği gibi, farzları tam olarak yerine getire­meyecek kadar gevşek ve ilgisiz kalmanın da tehlikesine parmak basılmıştır. Hadiste ortaya konulan Peygamber! ölçü gözetildiğinde iki zararlı ucun tehlike­sinden sakınılmış olunacaktır.

Bu emir ve tavsiyeler de göstermektedir ki İslâm dini fıtrata en uygun olanı .aşırılıklardan uzak durmayı ve orta olanı göstermekte, ona sevk etmektedir. Daha sonra yer alan ifade de, dinin, aşırı sert veya aşırı yumuşak olmadığına, orta olduğuna dikkat çekilmiştir ki, bu da yukardaki mânâyı teyid eder. Islâmın emir ve yasakları mücerred birer kavramdır. Bunları muşahhaslaştıran, hayata yansıtan Müslümanlardır. öyleyse Müslüman da ne aşırı sert, kaba, kırıcı; ne de küçümsenecek, hor görülecek, kendini ezdirecek derecede yumuşak olacak, aksine ikisinin ortasını takip edecektir.

Ayrıca hadiste iyiliğin önemli bir tarifi de yapılmakta, ifrat ve tefrit olan ve her ikisi de kötü karşılanan iki şeyin ortasında olduğu bildirilmektedir. Kötülüğü kal­bin hoşlanmadığı, iyiliği de kalbin yatıştığı şey olarak tarif eden Allah Resulü or­ta olan herşeyin iyi, iyi olan herşeyin de kalbi tatmin ettiğini bildirmektedir.

Hadiste üzerinde durulan diğer bir önemli husus da bütün bunlara Allah'ın yardımıyla ulaşılabileceğidir. Evet, istikâmetti bir hayata, iyiliklere ancak Allah'ın yardımıyla ulaşılabilir. Kişi istikâmeti yakalamak ve ondan sapmamak için sü­rekli olarak Allah'a yalvarmalı, Onun desteğini kazanmaya çaba sarf etmelidir. Zâten kulluğun özü de budur.

Hadiste yukardan beri üzerinde durulan hususlar bir benzetme ile özetlen­miştir. Bu benzetmede aşırılığa kaçma çok ağır bir yüklenmeye teşbih edilmiş ve bunun hayat yolculuğunda insanı ne kötü durumlarla karşı karşıya getirebile­ceğine dikkat çekilmiştir.

 

2757. [4:387, Hadîs No: 5710]

lbni Ömer'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

ilim üç türlüdür: Açıklayıcı bir kitap, eskiden beri sürüp gelen gü­zel bir âdet ve "Bilmiyorum" diyebilmektir.[35]

 

Üç türlü ilimden birincisi kapalı hiçbir nokta bırakmayan, ele aldığı meselele­ri hiçbir şüpheye yer bırakmayacak, akla yeni sorular getirmeyecek tarzda açık­lığa kavuşturan kitaptır. Burada kitabın yazılı metin mânâsına geldiği ve yazılı olan herşeyi içine aldığı düşünülürse, bu özelliği taşıyan bir makalenin, bir risa­lenin, bir tezin veya küçük büyük herhangi bir maksada matuf olarak yazılmış yazıların ne derece faydalı olacağı, birçoğunun ruh dünyasını aydınlatacağı, yola getireceği, kötülüklere bir kılıç gibi ineceği göz önüne getirilebilir. Kur'ân'da kaleme yemin edilmesi bu hikmete binâen olsa gerektir. Tarih boyunca bu mâ­nâyı taşıyan nice kitabın kütüphanelerin baş köşesinde yer aldığını, elden ele dolaştığını, ruh ve kalblerin derinliklerine kadar işlediğini görüyoruz.

İşte Hadis-i Şerifte dikkat çekilen özellikleri azamî derecede kendisinde bu­lunduran en mükemmel kitap hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerîmdir. Kur'ân'ın bir ismi­nin "Kitap" olması da bu ismin en liyakatli şekilde ve öncelikle ona yakıştığının bir ifadesidir. Diğer kitaplar onunla paralellik arzettiği ve onun manevî güneşin­den feyzlendiği ölçüde değer kazanırlar.

Hadiste yerleşmiş, eskiden beri devam edegelen güzel âdetlerin de ilim çe-;; şitleri arasında sayılması oldukça manâlıdır. Çünkü bu âdetler defalarca tecrü­belerden geçirilerek süzülegeien, muşahhaslaşan, şuurluca devam ettirilen, bi­lerek uygulanan, kökü maziye dayalı prensiplerdir. Bu manevî miras kültür 0 kelimesiyle de ifade edilebilir. Milletleri ayakta tutan unsurların en önemlilerin-* den biridir. Çünkü böyle âdetler geleceğe atlama tahtası olur, geçmişle gelecek arasındaki bağı kurar, devamlılık ve canlılık sağlar. Bu güzel âdetler bir milletin adetâ kimlik belgesidir. Bu belgeyi yitiren milletler şahsiyetlerini kendi elleriyle ayakları altına almış olurlar.

Faydalısıyla zararlısıyla kültürü, örf ve âdetleri öğrenmek faydalı bir davra­nıştır. Faydalı uygulanmak, zararlı da sakınılmak için öğrenilir. Faydalılık ve zararlılığın ölçüsü de Allah'ın dinidir.

Hadiste "Bilmiyorum" diyebilmek de ilim olarak gösterilmiştir. Yerinde ve za­manında söylenen bu kelime gerçekten ilmin, birşeyler bilmenin ifadesidir. "Bil­miyorum" diyebilmek tevazûdan çok bir gerçeği dile getirir. Aynı zamanda bu ilerlemenin, inkişafın da temel taşıdır. İnsan bilmediği konuda "Bilmiyorum" di­yebilmelidir. Çünkü bir kimsenin herşeyi bilmesi mümkün değildir. Bilmediği hal­de "Biliyorum" diyen kimsenin öğrenebileceği birşey de yoktur. Kendine ilim ha­zinelerini kapamış olur. Yükselmesi de söz konusu olmaz.

İlimde mesafe alanlar öğrendikçe cehaletlerini anlamış, daha çok öğrenme aşk ve şevki içerisine girmişlerdir.

"Bilmiyorum" diyebilen insanlar aynı zamanda haddini bilen insanlardır. Bir-gün Imam-ı Ebû Yusuf'a bir soru sorulmuş, "Bilmiyorum" cevabını vermişti. "Bil­miyorsun da kâdıu'l-kudât unvanıyla şu kadar maaşı niçin devlet hazinesinden alıyorsun?" dediklerinde'şöyle demişti: "Ben bildiğim kadar alıyorum. Bilmedi­ğim kadar alsaydım devlet hazinesi buna yetmezdi."

İşte hadisin belirttiği üç ilimden birisi de budur.

 

2758. [4:388, Hadîs No: 5711]

İbni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:

Üim îslâmm hayatıdır, îmanın direğidir. Bir ilmi öğrenene Allah, eksiksiz mükâfat verir. İlmi öğrenip de onunla amel eden kimseye Allah bilmediğini öğretir.[36]

 

2759. [4:389, Hadîs No: 5712]

Ali'den (r.a.) rivayetle:

İlim hazineler şeklindedir. Anahtarları ise soru sormaktır. Soru sorun ki, Allah size merhamet etsin. Çünkü soru sormakla dört kişi mükâfat alır.

1) Soruyu soran,

2) cevabı vermek suretiyle öğreten,

3) dinleyen,

4) ve bunları seven.[37]

 

2760. [4:389, Hadîs No: 5715]

Übade (rh.) rivayet ediyor:

Âlim bildiğiyle amel edendir.[38]

 

2761. [4:390, Hadîs No: 5716]

İbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:

Üim dindir. Namaz dindir. O halde bu din ilmini kimden aldığını­za ve bu namazı nasıl kıldığınıza iyice bakın. Çünkü Kıyamet günü bunlardan sorguya çekileceksiniz.[39]

 

2762. [4:390, Hadîs No: 5717]

Cabir (r.a.) rivayet ediyor:

Üim ikidir: Birisi kalbdedir. Faydalı ilim de budur. Birisi de sade­ce dildedir. Bu ilim Allah'ın insanoğlu aleyhindeki delilidir.[40]

 

Hadise göre faydalı ilim kalbe kök salmış olan ilimdir. Bu ilim "Marifetullah", yâni Allah'ı tanıma ilmidir. Marifetullah insana Allah sevgisi ve korkusunu verir. İnsanı gizli ve açık büyük günahlardan uzaklaştırır.

ldüğü gibi böyle bir ilim olgun ve ideal bir Müslüman olmaya iten bir ilim­dir. Bunu elde etmenin yolu ise tahkiki îman aşılayan eserleri bol bol okumak, kâinat kitabını satır satır tefekkür etmek, bir an gibi marifetullah polenleri al­makla olur. Hangi ilim olursa olsun, eğer o ilim marifetullahta mesafe aldırıyorsa o ilim kalbe yerleşmiş ilimdir.

Dildeki ilim ise öze işlememiş, kalbe kök salamamış, gücünü kalbden alma­yan ilimdir. Böyle bir ilim kökü kurumuş ağaca benzer.

Dildeki ilim kalbe nüfuz edememiş, dille kalb arasında çelişki içerisinde olan ilimdir.

Dildeki ilim, yaşanmayan ilimdir. "Yapmadığınız şeyi niçin söylersiniz?"[41] âyeti, yaptıklarıyla söyledikleri birbirini tutmayan insanları şiddetle kınar.

Eğer ilim dilde kalıyor, tatbikata dönüştürülmüyorsa, hadis bunun kişinin aleyhine bir delil olacağını bildirmektedir.

 

2763. [4:391, Hadîs No: 5720]

tbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

îlim ve mal her kusuru örter. Cehalet ve fakirlik de her kusuru or­taya çıkarır.[42]

 

2764. [4:391, Hadîs No: 5721

Ebu Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

timi esirgemek helâl değildir.[43]

 

2765.

 [4:392, Hadîs No: 5724]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Sarık, Arapların tacıdır. Onu bıraktıkları zaman izzetlerini de yi­tirirler.[44]

 

2766. [4:392, Hadîs No: 5725]

Rükkane (r.a.) rivayet ediyor:

Takke üzerine sarık sarmak bizimle müşrikler arasındaki ayına özelliktir. Kıyamet günü kişiye başına sardığı herbir sarıma karşılık bir nur verilir.[45]

 

2767. [4:394, Hadîs No: 5735]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Umre diğer bir umreye kadar yapılan günahlara keffarettir. Mak­bul bir haccın mükâfatı Cennetten başka birşey değildir. Hacı herbir "Sübhanellah, Lâ ilahe illallah ve Allah ü ekber" dediğinde mutlaka birşeylerle müjdelenir.[46]

 

2768. [4:396, Hadîs No: 5745]

ibniAbbas (r.a.) rivayet ediyor: Göz değmesi haktır. Dağı bile yıkar.[47]

 

2769. [4:397, Hadîs No: 5747]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Göz değmesi haktır. Aşırı bir hayranlıkla bakarken şeytan ve in­sanoğlunun hased duygusu hazır bulunur.[48]

 

2770. [4:397, Hadîs No: 5748]

Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Nazar insanı mezara, deveyi de kazana götürür.[49]

 

2771. [4:398, Hadîs No: 5751]

Ibni Mes'ûd'dan (r.a.) rivayetle:

Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder, tenasül uzvu zina eder.[50]

 

Kur'ân-ı Kefîm, bir âyetinde, "Zinaya yaklaşmayın"[51] buyurur. İlk bakışta da görüldüğü gibi "Zina yapmayın" tarzında bir ifade yerine "Zinaya yaklaşmayın" ifadesi tercih edilmiştir. Bunun sebebi yasaklananın sadece zina değil, zinayla birlikte zinaya yaklaştırıcı herşeydir. İşte söz konusu olan Hadis-i Şerifte sadece tenasül uzvunucı değil, gözlerin, ellerin, ayakların da zinası bulunduğu bildiril­mekte, tümünden kaçınma gerektiğine dikkati çekilmektedir.

Her ne kadar bu zinalar tenasül uzvuyla yapılan zina derecesinde değilse de, ona basamak ve vasıta olabilecek çapta birer günah olduğu için açıkça ya­saklanmışlardır.

Gözler haramdan korunmalıdır. Tâ ki göz zinasına girmesinler. Başka bir âyette, mü'minlerin bu durumlara düşmemeleri için gözlerini bakılması haram olan şeylerden korumaları[52] emredilmektedir. Peygamberimiz, Hz. Ali'nin şah­sında, "Ey Ali! Arka arkaya bakma. Birinci bakışa hakkın vardır. Ama ikinci ba­kışa hakkın yoktur"[53] buyurarak daha sonra gelebilecek tehlikelerden gözü koru­maya yöneltmektedir. Çünkü ikinci ve üçüncü bakışlar özellikle yapıldığı için nefse değişik duygular gelebelir, şehvet hissi uyandırabilir. Kişi her ne kadar "Ben nefsime güveniyorum" dese de zaruret olmadıkça birden fazla yapılan ba­kışlar manevî tehlikeleri davet edebilecek özelliktedir. Bir hadiste yabancı ka­dınları gözle süzmenin, iblisin oklarından zehirli bir ok olduğu bildirilir ve haram­dan gözünü çeviren kimseye, Cenab-ı Hakkın lezzetini kalbinde duyacağı bir ibadet bahşedeceği müjdelenir.[54] Kıyamet günü bütün gözlerin ağlayacağı, an­cak üç gözün ağlamayacağı, ağlamayan üç gözden biri de, Allah'ın bakmayı yasakladığı şeylerden sakınan göz olduğu bildirilir.[55] Tevrat'ta da harama bakı­şın şehvet tohumunu ektiği, bunun da insanda derin hüzünler doğurduğu belirtil­mektedir.

Görüntülü, görüntüsüz, gölgeli, gölgesiz, canlı cansız müstehcen neşriyatın îman ve ahlâkî yapımıza hücum ettiği bir zamanda mü'minlerin gözlerini daha bir titizlikle haramdan korumaları gerekmektedir. Açık saçıklık bir taraftan sami­mi hürmet ve muhabbeti yok edip aile hayatını zehirlerken, diğer fertlerin de ah­lâkını çökertmekte, ruhî çöküntü ve alçalışa sebep olmaktadır. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, "Nasıl ki. merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder. öy­le de, ölmüş kadınlar suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hük­münde olaYı suretlerine hevesperverâne bakmak, derinden derine hissiyât-ı ulvi-ye-yi insaniyeyi [insandaki yüce duyguları] sarsar, tahrip eder."[56]

.Harama bakmaktan kaçınan Allah'ın emrine uymanın zevkini yaşar, nefsin alçak, hâinâne düşünce ve duygularından uzaklaşır.

Harama bakmaktan çekinmeyen, gözünü Allah adına değil de nefis hesabı­na kullanan onu değerden düşürtmekle kalmaz, bahsi geçen manevî zevkten de mahrum kalır.

Bediüzzaman'ın ifadesiyle, "Göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer, Cenab-ı Hakka satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan; geçi­ci, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniye-ye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur." Eğer göz Allah hesabına kullanı­lırsa hem büyük bir kıymet kazanır, hem de göz gibi bir nimete sahip olma ve onu Allah yolunda kullanmanın manevî zevkini yaşatır. "Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine [görme duygusunu veren Allah'a] satsan ve Onun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan; o zaman şu göz, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın [büyük kâinat kitabının] bir mütalaacısı ve şu âlemdeki mûcizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin [Al­lah'ın herbiri bir sanat harikası, mucizesi olan eserlerinin] bir seyircisi ve küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar."[57]

Elin zinası da diğer bir hadiste belirtildiği gibi yabancı bir kadına şehvetle do­kunmak, tutmaktır. Nefsânî duyguların harekete geçtiği böyle bir tutuş da mane­vî bir sükûttur. Bir hadiste, bir kimsenin başına demirle çivi çakılmasının böyle bir hareketten daha iyi olduğu bildirilmiştir.[58]

Ayakların zina etmesi de böyledir. Nefis hesabına, şehevânî arzu ve istekler­le atılan her adım ayakların zinasıdır. Bir hadiste bu açıkça bildirilir: Gidilmesi yasak olan yerlere gitme, o yolu adımlama ayakların zinasıdır.[59]

Kısacas.ı bütün organların zinası vardır. Dil de, el de, ayak da, hatta kalb de zina yapar. Tenasül uzvu da bu arzuları ya gerçekleştirir, ya da reddeder. Bu hususu da yine bir hadisten öğreniyoruz.[60]

Görülüyor ki bir çarpıklık söz konusudur. Organları fıtrî vazifeleri dışında kullanma, maksatlarına ters istikâmetlere yönlendirme tehlikeli boyutlara yönelt­mekte, maddî ve manevî hasarete sebep olmaktadır.

 

2772. [4:399, Hadîs No: 5752]

Aişe (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını ri­vayet ediyor:

Kalb, organların hükümdarıdır. Hükümdar iyi olunca emrindeki-ler de iyi olur.'Bozuk olunca emrindekiler de bozulur.[61]

 

2773. [4:400, HadîS No: 5758]                   

Sehl bin Sa'd'dan (r.a.) rivayetle:

Bir sabah Allah için yol almabni veya akşamleyin geri dönmek dün­ya ve içindeki herşeyden daha hayırlıdır.[62]

 

2774. [4:401, Hadîs No: 5759]

Ebû Eyyub (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduk­larını rivayet ediyor:

Bir sabah Allah için yol almak veya akşamleyin geri dönmek, üze­rine güneşin doğup battığı herşeyden daha hayırlıdır.[63]

 

2775. [4:401, Hadîs No: 5762]

îbni Amn'dan (r.a.) rivayetle:                                                     

Denizde bir defa cihada çıkmak, karada on defa cihada çıkmaktan daha hayırlıdır. Denizi aşan bir kimse bütün vadileri aşmış gibi se­vap alır. Denizde cihad maksadıyla yolculuk yaparken başı dönen bir kimse Allah yolunda başı kana bulanan kimse gibidir[64]

 

2776. [4:402, Hadîs No: 5765]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Hamamdan çıkarken ayakları soğuk suyla yıkamak baş ağrısına karşı güvencedir[65]

 

2777. [4:402, Hadîs No: 5766]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Kap kaçakları yıkamak, evin çevresini temiz tutmak zenginlik ge­tirir.[66]

 

2778. [4:402, Hadîs No: 5767]

Âişe (r.a.) rivayet ediyor:

İki sarhoşluk sizi saracaktır. Dünya sevgisi sarhoşluğu ve cehalet sevgisi sarhoşluğu. Böyle bir zamanda artık iyiliği emretmez, kötü­lükten de sakındırmazsınız. O zamanda Kur'ân ve Sünneti ayakta tutanlar Muhacir ve Ensarın sevapta ileri olan ilkleri gibidirle[67]

 

2779. [4:403, Hadîs No: 5768]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Karanlık gecenin parçalan gibi fitneler sizi istilâ edecektir. Böyle bir fitne içerisinde insanların en çok kurtulanları yüksek bir dağda yaşayıp koyunlarının gelirleriyle geçimini sağlayan kimse veya atı­nın dizgininden tutup cihad yollarında yürüyerek kılmayla karnını doyurandır.[68]

 

Fitne denilince karışıklıklar, ara bozma için gösterilen gayretler hatıra gelir. Fitnenin öyle bir derecesi vardır k,i âyette belirtildiğine göre katiden dahi şiddet­lidir.[69] Hadislerde de fitne şiddetle kınanmış, yerilmiş, mü'mirilerin böyle bir fitne içine girmemesi, çıktığında da nasıl hareket etmeleri gerektiği üzerinde durul­muş, uyarılmışlardır. Bu îkazlara kulak verildiğinde problem çıkmaz, çıktığında da fitne ateşi yayılmadan söndürülmüş olur.

Fitne esnasında göz-gözü görmez olur. Kimin neyi, ne hesabına yaptığı bi­linmez. Faziletler, hayırlar ayaklar altına alınır. Nice iyi insan o fitne silindiri al­tında ezilir gider. Hak bâtıl birbirine karışır. Doğru yanlış farkedilmez olur.

İşte Hadis-i Şerif böyle bir zamanda iki şeyi tavsiye ediyor: Biri bir dağa çeki­lip koyunların geliriyle geçinmek, dolayısıyla fitne seline kapılmaktan kurtulmak. İkincisi de cihada girmek. Birincisi bir köşeye çekilip hiçbirşeye karışmadan ken­di halinde yaşamak, ikincisi de yine fitneye şu veya bu şekilde girmeyip cihadla uğraşmak.

Bu ikinci aşıkkı seçen kişi hele günümüzde bulunuyorsa, bütün kuvvet ve himmetiyle manevî cihada soyunmalı, gıll ü gıştan, fitneden ârî, istikâmetti bir hizmeti sürdürmelidir. Muhtaç ve müştak gönüllere îman ve Kur'ân hakikatlerini ulaştırmalı, ölü ruh ve kalbleri ihya etmeli, huzur ve saadete kavuşturma yarışı­na girmelidir. Bu kudsi hizmetin verdiği zevk, fitnenin doğurduğu huzursuzluğu yok edecek, o hizmetin aşk ve şevki yangın söndürücü gibi fitne ateşinin yayıl­masını önleyecek, sönmeye mahkûm edecektir. Çünkü fitne ateşinin böylesi güçlü bir söndürücü karşısında yapabileceği birşey yoktur.

 

2780. [4:403, Hadîs No: 5769]

Hakim bin Umeyr (r.a.) rivayet ediyor:

Bakılması haram olan şeylere karşı gözlerinizi yumunuz. Pislik ve kötülüklerden uzak durunuz. Cehennemliklerin işlerinden sakınınız.[70]

 

2781. [4:403, Hadîs No: 5770]

Muhammed bin Abdullah'dan (r.a.) rivayetle: Uyluklarını ört. Çünkü uyluklar da avrettendir.[71]

 

2782. [4:404, Hadîs No: 5774]

Cabir (r.a.) rivayet ediyor:

Kaplarınızın ağzını .kapatın. Su tulumlarının ağzını bağlayın. Ka­pılarınızı örtün. Yatarken kandillerinizi söndürün. Şüphesiz şeytan böylesi su kaplarına ve kapılara girmez ve böyle kapların ağzını aç­maz. Biriniz bir çubuktan başka kabını örtecek hiçbirşey bulamazsa bile Allah'ın adını anarak onu koysun. Şüphesiz fare ev halkının evi­ni ateşe verebilir.[72]

 

Bu Hadis-i Şerif mü'mine tedbirli, tertipli ve temiz yaşama, gerçek tevekkülü yerleştirme yollarını göstermektedir. Geçmiş çağlara doğru gittiğimizde kapların ağzını kapatma, su tulumunu bağlamanın hikmetinin haşerat, v.s.'nin içerisine düşmemesini sağlamaya yönelik olduğu anlaşılır. Kapıları kapatmaktan da maksat hırsız, kedi, köpek gibi zararlı yaratıkların girmesini önlemektir. Kandili söndürmenin hikmetini zâten Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bildirmekte, farenin kandili devirip evi ateşe verebileceğine dikkat çekmektedir. Bu tedbirliliğe mü'min öyle­sine alışmalıdır k,i kabı örtecek birşey bulamasa bile çubuk gibi birşeyi koymayı ihmal etmemelidir.

Hadiste bilhassa çağımızda daha açıkça anlaşılmış olan bir noktaya da dik­kat çekme vardır. Herkes bilir ki şeytanın girebilmesi için kapalı kapla, açık ka­bın farkı yoktur. İnsanın kan damarlarına kadar girebilen şeytanın kapalı kaba girmesi mesele değildir. Böyleyken Resûlullah niçin "Şeytan kapalı kaba girmez" buyurmaktadır.

Çağdaş âlimler Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu sözleriyle mikropları kas­tettiğini söylerler. Mikrobun ne olduğunu bilmeyen o çağın insanlarına, Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Gözle görülmeyen zararlı bir kısım küçük canlılar vardır. Kapla­rınız açık olursa içlerine girer, hastalık bulaştırabilirler. Onun için kaplarınızın üstünü örtünüz" deseydi, mü'minler şaşıracak, fırsat kollayan müşrikler de, "Bak Muhammed, nelerden bahsediyor" diye hücum edeceklerdi. Ama Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) böyle bir ifade kullanmakla en doğru ve en uygun olanını yapmış, her asır hadisten gerekli hisse ve dersini almıştır.

 

2783. [4:406, Hadîs No: 5777]

Ebû Hüreyrt'den (r.a.) rivayetle:

Aziz ve celil olan Allah bir yoldan bir diken dalını kaldırdığı için bir kişinin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamıştır.[73]

 

2784. [4:407, Hadîs No: 5781]

îbniAmr (r.a.) rivayet ediyor:

Zikir ehlinin meclislerinin ganimeti, Cennettir.[74]

 

2785. [4:407, Hadîs No: 5782]

Ebû Zer'den (r.a.) rivayetle:

Ümmetim için Deccal'dan daha fazla korktuğum kimseler vardır: Şaşırtıcı idareciler.[75]

 

2786. [4:409, Hadîs No: 5787]

lbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Aziz ve celil olan Allah yolunda cihada çıkan kişi ile hacca ve um­reye giden kişi Allah'ın elçileridir. Allah onları çağırmış, onlar da çağrısına uymuşlardır. Onlar Allah'tan ister. Allah da kendilerine ve­rir. [76] 

 

2787. [4:409, Hadîs No: 5788]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Aziz ve celil olan Allah yolunda bulaşan toz, Kıyamet gününde yüz parlaklığıdır.[77]

 

2788. [4:409, Hadîs No: 5789]

Ebû Ümame (r.a.) ruîâyet ediyor:

Sabah akşam camilere gidip gelmek Allah yolunda cihaddandır.[78]

 

2789. [4:409, Hadîs No: 5790]

lbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

îlim öğrenmek ve öğretmek için sabah akşam gidip gelmek Allah nezdinde fîsebüillah cihad etmekten daha faziletlidir.[79]

 

2790. Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Dünyada garipler dörttür: Zâlimin göğsündeki Kur'ân. Bir toplu­lukta bulunup da içinde namaz kılınmayan cami. Bir evde bulunup da okunmayan Kur'ân. Kötü bir topluluk arasında bulunan salih kişi.[80]

 

2791. [4:410, Hadîs No: 5793]

e tbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Garib, hastalanıp sağma, soluna, önüne ve arkasına baktığında tamdık biç kimseyi göremeyince Allah onun geçmiş günahlarını ba­ğışlar.[81]

 

Cenab-ı Hak bir kudsî hadiste "Ben kalbi kırıkların yanındayım" buyurur. Ga­rip, yetim, kimsesiz, fakir, mazlum, hakkın mücadelesini verdiği halde zayıf düş­müş kimselerle Cenab-ı Hak, beraberdir. Onların hâmisi, sahibi, yardımcısıdır. Ellerinden tutar, tutacak kimseleri gönderir, sebepler yaratır.

Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bir yetim iken rahmetiyle onun elinden tutup eğiten Cenab-ı Hak değil miydi? Yetimler, garipler, garibanlar yalnızlığın, kimsesizli­ğin, itilmişliğin sıkıntı ve ızdırabından ancak Allah'a yönelmekle kurtulabilirler.

Yukarıdaki hadis, garip bir kimsenin hastalığı esnasında sağına, soluna ba-ktp kimseyi göremeyince Allah'ın onun günahlarını bağışlayacağını bildiriyor. Garip üzülmemeli. Çünkü Allah onunla beraberdir. Allah'ın kendisiyle beraber olduğunu, günahlarını affettiğini bilen insan için üzüntüye değecek bir şey yok­tur. Ziyaretçilerinin bulunmayışı ona fazla tesir etmez.

 

2792. [4:410, Hadîs No: 5794]

Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Boğularak ölen şehiddir. Yanarak ölen şehiddir. Gurbette ölen şe-hiddir. Yılan ve benzeri haşeratın ısırmasından dolayı ölen şehiddir. Karın sancısından dolayı ölen şehiddir. Çöken evin altında kalan şe­hiddir. Damdan düşüp ayağı veya boynu kırılarak ölen şehiddir. Üze­rine taş yuvarlanarak ölen şehiddir. Meşru ölçüde kocasını kıskanan kadın Allah yolunda cihad eden gibidir. Ona bir şehid mükâfatı var­dır. Malı uğrunda öldürülen şehiddir. Canı uğrunda öldürülen şehid­dir. Din kardeşini savunurken ölen şehiddir. Komşusu uğrunda öldü­rülen şehiddir.İyiliği kötülükten sakındırırken ölen şehid­dir.[82]                                                                                         

 

2793. [4:411, Hadîs No: 5797]

Muaz'dan (r.a.) rivayetle:

Cihad iki türlüdür: Allah'ın rızasını arayarak, idarecisine itaat ederek, malının değerlisini vererek ortağına karşı müsamahakâr davranarak yeryüzünde fesad çıkarmaktan sakınarak cihad eden ki­şinin uykusu, -uyanıklığı hep mükâfattır. Övünmek, gösteriş, duysun­lar diye idarecisine karşı gelerek ve yeryüzünde fesad çıkararak ciha­da çıkan kişi Kıyamet günü kendisine fayda verecek hiçbir sevap elde edemez.[83]

 

2794.14:411, Hadîs No: 5800]

Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

Cuma günü yıkanmak, misvak kullanmak ve bulabilirse güzel ko­ku sürünmek bulûğ çağına ermiş herkese ahlâkî bir vecibedir.[84]

 

2795. [4:412, Hadîs No: 5804]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Şu günlerde yıkanmak önemli bir vazifedir: Cuma Günü, Rama­zan Bayramı Günü, Kurban Bayramı Günü ve Arefe günü.[85]

 

2796. [4:412, Hadîs No: 5805]

Muâviye (r.a.) rivayet ediyor:

Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Su ateşi sön­dürür. Öyleyse biriniz öfkelendiğinde abdest alsın.[86]

 

2797. [4:413, Hadîs No: 5806]

İbni Amr'dan (r.a.) rivayetle:

Gaflet, şu üç şeyde olur: Allah'ı ymmgk, sabah namazını kıldıktan sonra Güneş doğuncaya kadar zikir ve duayla meşgul olmak ve kişi­nin ne derece borca girdiğini düşünmeden ödeyemeyecek kadar borç alması[87]

 

2798. [4:413, Hadîs No: 5807]

Hasan bin Ali (r.a.) rivayet ediyor:

Kin ve hased, ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi sevapları yer biti­rir.[88]

 

2799. [4:414, Hadîs No: 5813]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Gerçek zenginlik insanların elindekinden ümit kesmektir. Aç göz-' Mlûkten sakın. Çünkü açgözlülük peşin bir fakirliktir.[89]

 

2800 [4:415, Hadîs No: 5815]

Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor:

Koyun berekettir. Deve, sahibi için izzet vesilesidir. At, Kıyamete kadar hayrın perçemine asıldığı bir hayvandır. Hizmetçin kardeşin­dir. Ona iyilik et. Bir işin altında ezilip kaldığını gördüğünde kendi-i yardım et.[90]

 

2801. [4:415, Hadîs No: 5818]

Ibni Mes'ûd'don (r.a.) rivayetle:

Savaşsız elde edilen ganimet kışta oruç tutmaktır.[91]

 

2802. [4:415, Hadîs No: 5819]

Semüre bin Cündeb (r.a.) rivayet ediyor:

Çocuk akikasına karşılık rehindir: Doğumunun yedinci gününde akika kurbanı kesilir, adı konur ve saçı tıraş edilir.[92]

 

Yeni doğan çocuğun başındaki saçına "akika" denir. Böyle bir çocuk için Ce-nâb-ı Hakka bir şükür olmak üzere kesilen hayvana da, "akîka kurbanı" denir. Akîka kurbanı, çocuğun doğduğu günden ergenlik çağına kadar kesilebilir. Fa­kat hadiste de jfâde edildiği gibi yedinci günü kesilmesi sünnettir. Çocuğun do­ğumunun yedinci günü adı konulur, saçı kesilir. Kesilen saç ağırlığınca altın ve­ya gümüş sadaka olarak verilir. Kurbanın da aynı günde kesilmesi müstehaptır. Kız çocukları için de akîka kurbanı kesilebilir. Akîka kurbanı kesen sevap kaza­nır, kesmeyen ise bir günaha girmiş olmaz.

Kurban olarak kesilebilirle şartlarını taşıyan hayvanlar, akîka kurbanı olarak da kesilebilir. Akîka kurbanının etinden sahibi yiyebilir, başkalarına ikram edebi­lir, tamamını da sadaka olarak dağıtabilir.

Akîka kurbanı kesilinceye kadar çocuğun rehin olması meselesine gelince: Bunun için çeşitli izahlar yapılmıştır. Küçükken ölen çocukların anne ve babala­rına şefaat etmelerinin akîka kurbanlarının kesilmesine bağlı olduğunu söyle­yen âlimler vardır. Akika kurbanı kesilen çocuğun şeytanın şerrinden emin ol­ması ümidinin buna bağlı olduğunu söyleyenler de vardır.

 

2803. [4:417, Hadîs No: 5822]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle:

Gıybet din kardeşini hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır.[93]

 

2804. [4:418, Hadîs No: 5824]

Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

Yakınını kıskanma îmandan, deyyusluk ise münafıklıktandır. [94]             

 

2805. [4:419, Hadîs No: 5827]

Abdülmelik bin Umeyr rivayet ediyor:

Fatiha Sûresi her hastalığa karşı şifadır. [95]

 

2806. [4:420, Hadîs No: 5830]

İmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:

Fatiha Sûresi ve Ayetü'l-Kürsîyi bir kul herhangi bir evde okursa, o gün o eve hiçbir insan ve cinnin nazarı değmez. [96]

 

2807. [4:421, Hadîs No: 5834]

Misver (r.a.) rivayet ediyor:

Fatıma benden bir parçadır. Onu üzen beni de üzer, onu sevindi­ren beni de sevindirir. Kıyamet günü akrabalık bağları kopar. Benim hısım ve akrabalıklarım bundan hariçtir. [97]

 

 

2808. [4:421, Hadîs No: 5835]

Ebû Said'den (r.a.) rivayetle:

Fatıma, îmran kızı Meryem hariç Cennet kadınlarının efendisidir. [98]

 

28Q9. [4:422, Hadîs No: 5836]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Fatıma, bana senden daha sevimli, sen ise bana ondan daha aziz­sin (Resûlullah bu sözü Hz. Ali'yi hitaben söylemiştir. [99]

 

 2810. [4:423, Hadîs No: 5838]

Safvan bin Assal'dan (r.a.) rivayetle:

Allah, tövbe için batı tarafında genişliği yetmiş yıllık mesafe olan bir kapı açmıştır. Güneş o taraftan doğuncaya kadar bu kapı kapan­maz. [100]

 

2811. [4:423, Hadîs No: 5839]

Huzeyfe (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurdukları­nı rivayet ediyor:

Kişinin ailesi, malı, nefsi, çocuğu ve komşusundan kaynaklanan günahlarına orucu, namazı, zekâtı ve iyiliği emredip kötülükten sa­kındırması keffarettir. [101]

 

2812. [4:424, Hadîs No: 5840]

Âişe'den (r.a.) rivayetle:                           

Kabirde benim hakkımda sorguya çekileceksiniz. Benim hakkım­da size soru sorulduğunda tereddütlü ve şüpheli cevap vermeyiniz. [102]

 

2813. [4:424, Hadîs No: 5841]

Ebû Hüreşre (r.a.) rivayet ediyor:

Dört nehir Cennetten akıtılmaktadır: Fırat, Nü, Seyhan ve Cey­han. [103]

 

2814. [4:425, Hadîs No: 5845]

.3i Ebû "Zer ve İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Ben Mekke'deyken evimin damı yarıldı. Cebrail indi. Göğsümü yardı. Sonra kalbimi zemzem suyuyla yıkadı. Sonra hikmet ve îman dolu altın bir leğen getirdi, onu kalbime boşalttı, tekrar kapattı. Son­ra elimden tutarak beni dünya semasına çıkardı. Oraya geldiğimizde Cebrail ile dünya semâsının kapıcısı arasında şöyle bir konuşma geç­ti: Cebrail: "Kapıyı aç/

Bekçi: "Kimsin?"

"Cebrail'im."

"Yanında kimse var mı?"

"Evet, yanımda Muhammed var."

"Gelsin diye kendisine haber gönderilmiş mi?"

"Evet, kapıyı aç."

Dünya semasına çıktığımızda sağında ve solunda bazı karartılar bulunan bir adamla karşılaştık. Sağına baktığında gülüyor, soluna baktığında ise ağlıyordu. Bu zât şöyle dedi: "Hoş geldin ey salih pey­gamber ve salih oğlum!" Ben, "Ey Cebrail bu kimdir?" diye sordum. Cebrail şöyle cevap verdi: "Bu Âdem'dir. Sağındaki ve solundaki ka­rartılar evlatlarının ruhlarıdır. Sağındakiler Cennetlikler, solundaki-ler de Cehennemliklerdir. Sağ tarafina baktığında gülüyor, sol tarafi-na baktığında da ağlıyor." Sonra Cebrail beni yukarı çıkardı. İkinci göğe vardık. Bekçisine, "Kapıyı aç" dedi. Melek ona dünya semasının bekçisininkine benzer sorular sordu. Hz. tdris'e uğradığımda bana şöyle dedi: "Merhaba ey salih Peygamber ve ey salih kardeş." Ben, "Bu kim?" diye sordum. Cebrail, "Bu îdris Peygamberdir" dedi. Sonra Hz. Musa'ya uğradım. Bana şöyle dedi: "Merhaba ey sâlih Peygam­ber ve sâlih kardeş!" Ben, "Bu kim?" diye sordum. Cebrail "Hz. Musa'dır" cevabını verdi. Sonra Hz. İsa'ya uğradım, bana "Merhaba ey sâlih Peygamber ve sâlih kardeş" dedi. Ben, "Bu kim?" diye sor­dum. Cebrail, "Meryem oğlu İsa'dır" cevabını verdi. Sonra Hz. İbra­him'e uğradım. Bana "Merhaba ey sâlih peygamber ve ey sâlih evlat" dedi. Ben, "Bu kimdir?" diye sordum. "Cebrail, "Hz. İbrahim'dir" diye cevap verdi. Sonra beni yukarı doğru çıkardı. Öyle bir yere çıktık ki,

orada kalemlerin cızırtısını işitiyordum. O anda aziz ve celil olan Al­lah ümmetime elli vakit namaz farz kıldı. Bununla dönerken Hz. Musa'ya uğradım. Mûsâ bana şöyle dedi: "Rabbin ümmetine neyi farz kıldı?" Ben, "Onlara elli vakit namaz" dedim. Hz. Mûsâ bana: "Rabbi-ne tekrar müracaat et. Çünkü ümmetin buna güç yetiremez" dedi. Bunun üzerine ben Rabbime geri döndüm ve yarısını indirdi. Hz. Musa'ya dönüp durumu haber verdiğimde bana "Rabbine geri dön. Çünkü ümmetin buna da güç yetiremez. Ben tekrar Rabbime dön­düm. Rabbim şöyle buyurdu: “Beş vakit olsun. Fakat bu elli vakte be­deldir. Çünkü benim katımda söz değişmez." Sonra Hz. Musa'ya dön­düm. Bana: "Rabbine tekrar müracaat et" dedi. Ben, "Artık Rabbim-den hâyâ ettim" dedim. Sonra Cebrail beni götürdü. Nihayet Sidre-tü'1-Münteha'ya vardık. Orasını mahiyetini bilemediğim renkler kap­lamıştı. Sonra Cennete girdim. Orada inciden kubbeler bulunduğunu ve toprağının misk olduğunu gördüm." [104]

 

2815. [4:430, Hadîs No: 5852]

Amr ibnü'l-Âs (r.a.) rivayet ediyor:

Bizim orucumuzla Ehl-i Kitabın orucu arasındaki fark sahura kalkmaktır. [105]

 

2816. [4:430, Hadîs No: 5854]

Câbir'den (r.a.) rivayetle:

Ramazan'daki Cuma gününün diğer Cumalara üstünlüğü, Rama-zan'ın diğer aylara olan üstünlüğü gibidir. [106]

 

2817. [4:431, Hadîs No: 5856]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Küçüklüğünden beri Allah'a çokça kulluk eden gencin yaşı ilerle­dikten sonra, ççkça kulluk etmeye başlayan ihtiyara üstünlüğü pey­gamberlerin diğer insanlara olan üstünlüğü gibidir. [107]

 

Hadiste çocukluğundan beri kendini ibadete vermiş bir genç övülerek onun ihtiyarlığında ibadete başlamış insandan üstün ve bu üstünlüğün peygamberle-«in diğer insanlara olan üstünlüğü gibi olduğu bildirilmiştir.

Başka bir hadislerinde Peygamberimiz gençlik çağında ibadet eden, ölümü Hatırlayıp kötülüklerden uzaklaşan, ihtiyarlar gibi âhirete hazırlanan gençleri öv­mekle ve onların en hayırlı genç olduğunu bildirmektedir.

Gençlik, insan ömrünün en verimli çağıdır. İnsan bu devrede azamî kapasi­tesini kullanabilir.

Gençlik, insan hayatının en kritik ânıdır. Bu dönemde insan hayırda da, ser­de de büyük mesafe alabilir.

Gençlik, duygu ve kabiliyetlerin, enerjinin doruk noktaya ulaştığı bir zaman Bunları dizginlemek, kanalize etmek, tam kapasiteyle çalışmak insana çok şeyler kazandırır.

Bu iş çok zordur. Ama çocukluğundan itibaren kendini bu yola koyabilmiş, nefsini hayra yöneltmiş, alıştırmış bir genç Allah'ın rızası yolundadır. Birçok fencin hislerine mağlup olup cüretkâr akıllarıyla bataklıklara düştüğü bir za­manda hadisteki kulluğa devam eden gencin değeri daha iyi anlaşılmış olur.

 

2818. [4:432, Hadîs No: 5859]

Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Alimin kendisini ibâdete verene olan üstünlüğü, benim sizden en aşağı mertebede olan birine üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz azîz ve ce-lîl olan Allah, insanlara hayrı öğretene rahmet eder; Allah'ın melek­leri, gökler ve yer halkı, hattâ yuvasındaki karıncaya ve sudaki balı­ğa varıncaya kadar ona günahlarının bağışlanması ve mükafâtlandı-rılması için duâ ederler. [108]

 

2819. [4:433, Hadîs No: 5861]

Abdurrahman bin Avf (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını rivayet ediyor:

Alimin kendisini ibâdete verene olan üstünlüğü yetmiş derecedir. Her iki derecenin arası, gökle yer arası kadardır. [109]

 

2820. [4:434, Hadîs No: 5864]

Sa'd bin Ebî Vakkas'dan (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

İlmin fazileti, bana ibâdetin faziletinden daha sevimlidir. Dindar-hğınızın en hayırlısı haramdan titizlikle sakınmaktır. [110]

 

2821. [4:435, Hadîs No: 5870]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Cemaatla kılınan namaz kişinin tek başına kıldığı namazdan yir­mi beş derece daha üstündür, gecenin ve gündüzün melekleri sabah namazında bir araya gelirler. [111]

 

2822. [4:441, Hadîs No: 5890]

Fodl bin Abbas'dan (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:

Dünyada insanların gözünde mahcup duruma düşmek, âhirette rezil rüsvay olmaktan daha iyidir. [112]

 

Bir mü'min için asıl olan Kur'ân ve hadise uymaktır. Bu aynı zamanda Al-UtTın rızasını kazanmanın yoludur.

Kul bu ölçülere uyar da bazan çevre bunu kaldıramaz. Yadırganır, ayıplanır «i hatta kötülenir. Kul mahcup duruma da düşebilir. Ancak kulların rızası yerine Ulah'ın rızasını esas alan kimse, âhirette Allah'ın huzurunda rezil olmaktansa, oûnyada insanlara karşı mahcup olmayı tercih eder. Eğer meselelere dünya ve âhiret birlikte düşünerek bakılmazsa, kulun hakta sebat etmesi, taviz vermeme­si güçleşir. Ama hakkın hatırını herşeyin üzerinde tutan bir kimse âhirette peri­şan olmaktansa, dünyada mahcup olmayı tercih eder. Âhireti, ebedî saadeti ka­zanmak elbet kolay değildir.

 

2823. [4:442, Hadîs No: 5893]

Ebû Saîd (r.a.) rivayet ediyor:

iyilik yapmak kötü ölümlerden korur. [113]

 

2824. [4:442, Hadîs No: 5896]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Bir tek din âlimi, şeytana karşı bin âbidden daha çetindir. [114]

 

2825. [4:443, Hadîs No: 5898]

Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor:

Esiri hürriyetine kavuşturunuz, bir ziyafete veya hayra yardım dâvetine uyunuz, aç olanı doyurunuz, hastayı ziyaret ediniz. [115]

 

2826. [4:444, Hadîs No: 5902]

Cabir'den (r.a.) rivayetle:

Sen bir bakire ile evlenseydin daha iyi olmaz mıydı ki, karşılıklı gülüp oynaşlaydınız. [116]

 

Peygamberimiz bâzı hikmetlere binâen ümmetini bakirelerle evlenmeye tes­vit etmiştir. Meselâ bununla ilgili bir hadisleri şu mealdedir:

"Bakire kızlarla evlenmeye bakınız. Çünkü, onların ağızları daha tatlı, ra­himleri daha çok çocuk yapmaya müsaittir. Kendileri de kaanatkâr ve uyumlu­durlar." [117]

Bu hadiste Peygamber Efendimiz (a.s.m.), bakire ile evlenmeye teşvik edişi­nin sebeplerini de saymaktadır. Bunları şöyle açıklayabiliriz:

Bakirenin dul kadına nisbeten konuşması daha güzeldir, genelde eşine karşı lüzumsuz ve uygunsuz sözler sarfetmez, ölçüyü kaçırmaz. Dul kadına nisbeten daha utangaç ve daha saygılıdır. Çünkü daha önce başka bir erkekle yaşama­dığı için haya perdesi yırtılmamıştır. Tabî bunun böyle devam etmesi, kocası­nın bu perdeyi muhafaza etmedeki gayretine bağlıdır. Onu, bu perdeyi yırtma­ya mecbur bırakmamasıyla kayıtlıdır.

Hadiste ikinci hikmet olarak bakirenin daha çok çocuk yapmaya müsait oldu­ğu gösterilmektedir. Evliliğin en mühim gayesi nesli devam ettirmek olduğundan bu hikmet de mühimdir.

Üçüncü hikmet ise bakirenin aza razı olmasıdır. Dul bir kadın ölen veya bo­şandığı kocasının yanında iken bolluğa, başka bakımlardan da daha uygun bir yaşantıya alışmış olabilir. Bunu ikinci eşinin yanında bulamayınca huzursuzluk çabilir. Yine, eski kocasının bâzı vasıflarını çok beğeniyor olabilir. Yeni koca­sında bu vasıfları bulamaması veya tam tersiyle karşılaşması sıkıntıya sebep olabilir. Oysa bakire için böyle bir endişe söz konusu olmaz.

Bakireyi tercih tavsiyesinin dördüncü bir hikmeti, de bâzı erkeklerin aldıkları dul kadının eski kocasını düşünerek hissen rahatsız olmalarıdır.

Beşinci bir hikmeti de izahını yaptığımız hadisten öğreniyoruz. O da eşlerin biftoirleriyle oynaşmaları olarak ifâde edilmektedir.

Bununla beraber, Peygamber Efendimizin Câbir*e (r.a.) "Bakire ile evlensey­din daha iyi olmaz mıydı?" ifâdesi, tamamen bir tavsiyeden ibarettir. Bâzı du­rumlarda dul bir kadın bakireye tercih edilebilir. Nitekim bu hadisin devamından taunu anlıyoruz:

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sözü üzerine Câbir (r.a.) şu cevabı vermişti:

"Bakımları bana âit olan kız kardeşlerim vardı. Benimle onların arasına genç bir kızın girmesinden korktum."

Câbir'in (r'.a.) bu sözü üzerine Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardı: "Gayen bu olunca dul bir kadınla evlenmen daha iyidir."

 

2827. [4:445, Hadîs No: 5904]

Huzeyfe (r.a.) rivayet ediyor:

Verdiğiniz söze bağlı kalın. Biz onlara karşı Allah'tan yardım bek­leriz. [118]                

 

2828. [4:445, Hadîs No: 5905]

Ebû Zer'den (r.a.) rivayetle:

Devenin zekâtı vardır. Koyun ve keçinin zekâtı vardır. Sığırın ze­kâtı vardır. Buğdayın zekâtı vardır. Kim bir borcunu ödemek veya Allah yolunda harcamak gayesiyle olmaksızın parayı, pulu, altım, gümüşü biriktirirse [bu Allah'ın âyette belirttiği] kenzdir ve Kıyamet günü sahibi onlarla dağlanacaktır. [119]

 

2829. [4:446,Hadis No:5910]

Büreyde (r.a.) Resûl-ü Ekrem Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduk­larını rivayet ediyor:

insan vücudunda 360 eklem vardır. Herbir ekleme karşılık bir sa­daka vermek gerekir. Mescidtien bir pisliği gidermen, yoldan birşeyi kaldırman birer sadakadır. Eğer buna gücün yetmezse kılacağın iki rekat kuşluk namazı sana kâfî gelir. [120]

 

2830. [4:446, Hadîs No: 5911]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

İnsanda üç durum vardır: Biri kötüye yorma, biri zan, biri de ha-seddir. Kötüye yormadan kurtuluş işinden geri durmamakla, zandan kurtuluş onu gerçek saymamakla, hasedden kurtuluş da hased ettiği kimseye karşı haddi aşmamakla olur. [121]

 

2831. [4:447, Hadîs No: 5914]

Ebû Hüreyre (r.a.) Peyga

mber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyur­duklarını rivayet ediyor:

Cuma gününde öyle bir an vardır ki, kul, o saate denk gelecek şe­kilde Allah'tan bağışlanmasını isterse mutlaka bağışlanır. [122]

 

2832. [4:448, Hadîs No: 5917]

Sehl bin Sa'd'dan (r.a.) rivayetle:

Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Oruç tutanlar buradan girmek üzere çağrılırlar. Oruç tutanlar oradan girerler. Oradan giren ebediyyen susamaz. [123]

 

2833. [4:448, Hadîs No: 5918]

Ebû Musa (r.a.) rivayet ediyor:

Cennette inciden oyulmuş bir çadır vardır ki, genişliği altmış mil­dir. Her köşesinde mü'minin bir eşi vardır. Biri diğerini görmez. Mü'-min, onları ziyaret eder. [124]

 

2834. [4:448, Hadîs No: 5919]

Ubode bin Samit'den (r.a.) rivayetle:

Cennette yüz derece vardır. Her iki derecenin arası gökle yer ara­sı kadardır. En yüksek derecesi ise Firdevs'tir. Cennetin dört nehri oradan çıkar. Onun üzerinde arş vardır. Allah'tan istediğinizde Fir-devs'i isteyin. [125]

 

 2835. [4:449, Hadîs No: 5920]

Ebû Said (r.a.) rivayet ediyor:

Cennette öyle nimetler vardır ki, onu ne göz görmüş, ne kulak işit­miş ve ne de insanoğlunun hatır ve hayâline gelmiştir! [126]

 

2836. [4:449, Hadîs No: 5922]

Abdullah bin Şurahbil'den (r.a.) rivayetle: Kan aldırmada şifa vardır. [127]

 

 2837. [4:450, Hadîs No: 5928]

Ümm-ü Seleme (r.a.) rivayet ediyor:

İki melek vardır: Biri şiddeti emreder, diğeri yumuşaklığı. Her iki­si de haklıdır. Birincisi Cebrail, ikincisi Mikâil'dir. iki peygamberdır. Birisi Hz. İbrahim, diğeri de Hz. Nuh'tur. İki arkadaşım var: Bi­risi yumuşaklığı emreder, .diğeri şiddeti. Bunlar da Ebû Bekir ve Ömer'dir. [128]

 

2838. [4:451, Hadîs No: 5930]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Misvakta on güzel özellik vardır:

1) Ağza hoş tad verir.

2) Diş et­lerini pekiştirir.

3) Gözü parlatır.

4) Balgamı giderir.

5) Diş çürü­mesini durdurur.

6) Sünnete uygundur.

7) Merakları ferahlatır.

8) Rabbi hoşnut eder.

9) Sevapları arttırır.

10) Mide faaliyetini düzen­ler. [129]

 

2839. [4:452, Hadîs No: 5935]

Sürctka bin Malik (r.a.) rivayet ediyor:

Her canlıya yapılan iyilikte mükâfat vardır. [130]

 

2840. [4:453, Hadîs No: 5939]

Cabir'den (r.a.) rivayetle:

Münafıkta üç özellik vardır:

1) Konuştuğunda yalan söyler.

2) Söz verince sözünde durmaz.

3) Kendisine güvenilince hıyanet eder. [131]

 

2841. [4:453, Hadîs No: 5942]

Ebû Amr es-Seybanî rivayet ediyor:

Abdestte de israf olabilir. Herşeyde israf söz konusudur.

 

Bu Hadis-i Şerif, israf konusuna dikkatleri çekmekte, inananları bu tehlikeli âfetten sakındırmaktadır.

Normalde insanın aklına, "Acaba abdest gibi hayırlı birşeyde de israf söz ko­nusu mudur?" diye bir soru gelebilir. Hadis-i şerif bunda da israfın olabileceğini ve meseleyi daha da genelleştirerek israfın herşeyde mümkün olduğunu bildir­mektedir.

Başka bir Hadis-i Şerifte de "Evinizin önünden bir nehir aksa, abdest bile ala­cak alsanız suyu ihtiyaçtan fazla kullanmayın" öğütleri yapılarak yukardaki hu­sus teyid edilmektedir.

Bu hadiste de israf konusuna dikkat çekilmekte, abdest gibi hayırlı bir işte de olsa israftan kaçınılması tenbihlenmektedir. Çünkü bazı insanlar çıkıp "Ben kö­tü bir iş yapmıyorum ki? Hayırlı bir iş yapıyorum" diyebilir. Oysa hadis, bunun da israf olduğunu bildirmektedir. Böylece mü'mini her hususta, herşeyde ölçülü olmaya çağırmakta, yanlışlıklardan sakındırmaktadır. Başka bir hadiste de her israf edilenin haram olduğu bildirilmektedir ki bu, abdest gibi meşru bir fiilde da­hi geçerlidir.

Öte yandan ikinci hadiste mü'mine bir ölçü daha verilmektedir. Bu da, "Az­ken israf edilmez, ama çokken niçin fazla kullanmayalım?" gibi yanlış bir anlayı­şı da kökünden kesip atmaktadır, iktisat ölçüsü sadece kıt imkânlar içerisinde olanlar için değil, zengin-fakir herkes için gerekli ve geçerli bir husustur.

Bu hadisler, inanan herkesin şahsî, ailevî ve sosyal hayatını düzene sok­maktadır. Bu öğüde uyan insan geçim sıkıntısı çekmez. Çünkü başka bir hadis­te, tutumlu olanın geçim sıkıntısı çekmeyeceği bildirilmektedir.

Metindeki hadis, israfın sadece belli şeylerde değil, her hususta yapılabile­ceğini bildirmektedir. Kısacası emanet olarak verilen herşeyde israf söz konusudur. Ömür dakikalarımızdan tut, kullandığımız eşyaya, sahip olduğumuz or­gan ve kabiliyetlere varıncaya kadar her meselede israftan kaçınmak gerekir.

Böyle davranan mü'min iktisadlı davranmanın zevkini yaşamakla kalmaz, kimseye muhtaç olmadan alnı ak' başı dik bir hayat sürmeyi de başarır. Rahat­la, safa ile ömür sürer.

 

2842. [4:454, Hadîs No: 5946]

Huzeyfe'den (r.a.) rivayetle:

Ümmetimden yirmi yedi yalana peygamber ve batılı hak gösteren Deccal çıkacaktır. Bunlardan dördü kadındır. Hiç şüphesiz ben son peygamberim. Benden sonra peygamber gelmeyecektir. [132]

 

2843. [4:455, Hadîs No: 5949]

Selâme bintü'l-Hasen rivayet ediyor:

Sakif Kabilesinde bir yalana ve bir de zalim çıkacaktır. [133]

 

 2844. [4:455, Hadîs No: 5951]

Ebû Musa'dan (r.a.) rivayetle:

Cehennemde bir vadi vardır ki içinde Hephep denilen birkuyu bu­lunur. Buraya bütün zorba zalimlerin yerleştirilmesi Allah üzerine bir haktır. [134]

 

2845. [4:457, Hadîs No: 5954]

Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Düğün yemeğinde bir miktar Cennet kokusu vardır. [135]

 

2846. {4:457, Hadîs No: 5956]

lmran bin Husayn'dan (r.a.) rivayetle:

Allah'ın kitabında nazara karşı sekiz âyet vardır: Birisi yedi âyetli Fatiha diğeri de Ayetü'l-Kürsî'dir. [136]

 

2847. [4:459, Hadîs No: 5963]

Kesîr bin Mürre rivayet ediyor:

Şaban'm 15. gecesi olan Berat Gecesinde Allah, müşrikler ve bir­birlerine karşı kin besleyenler dışında tövbe eden bütün yeryüzü ahalisinin günahlarını bağışlar. [137]

 

2848. [4:459, Hadîs No: 5964]

Raşid bin Sa'd'dan rivayetle:

Şaban'm 15. gecesi olan Berat gecesinde Allah, ölüm meleğine o sene içerisinde ruhunu almak istediği bütün canlıları vahiyle bildi­rir. [138]

 

2849. [4:460, Hadîs No: 5968]

İmran bin Husayn (r.a.) rivayet ediyor:

Bu ümmet içerisinde şarkıcı ve çalgıcı kadınlar ortalığı sarıp içki­ler içilince bir yere batma, hayvan şekline dönüşme ve gökten taş yağma vukubulacaktır. [139]

 

2850. [4:460, Hadîs No: 5980]

ibniAmr'dan (r.a.) rivayetle:

[Resûlullah anne babayı kastedereklşöyle buyurdular: Cihadın on­ları memnun etmek olsun. [140]

 

Resûlullah bu hadislerinde, bakacak başka kimseleri olmayan, fakat cihada gitmek için can atan bir Sahabîsine, anne ve babasını kastederek "Cihadın on­ları memnun etmek olsun" buyurmuşlardır.

Bu hadis anne-baba hakkının ne kadar önemli olduğunu gösterir. Bu, yerine göre cihad kadar önemlidir. Hatta burada olduğu gibi bazan cihada tercih edile­cek ehemmiyettedir.

O anne babalar ki evlatlarının yetişip büyümeleri, huzur ve saadetleri ve is­tikballerini kazanmaları için ellerinden gelen her türlü gayreti sarf etmektedirler. Gece gündüz demeden çeşit çeşit güçlüklere göğüs germekte, kendilerini tehli­kelerden tehlikelere atmaktadırlar. O fedakâr cefakârların hakkı elbetteki kolay

ödenmez. Onlara ihlâs ve sebatla bakmak, cihad kadar sevap kazandırabilir. Anne babanın ne demek olduğunu bilen îmanlı her evlat, onların haklarını yeri­ne getirmede ihmalkâr davranmaz, onlan mes'ûd edebilmek, hayırlı dualarını alabilmek için ellerinden gelen he; türlü gayreti sarf eder.

 

2851. [460, Hadîs No: 5971]

îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:

Allah'ın rahmetini ümit eden günahkâr bir kimse, Ondan ümit ke­sen ibadete düşkün bir kimseden rahmete daha yakındır. [141]

 

 2852. [4:461, Hadîs No: 5972]

Cabir'den (r.a.) rivayetle:

Salgın hastalığın çıktığı yerden kaçan savaştan kaçan gibidir. Sabredip orada kalan ise savaşta sebat eden kimse gibidir. [142]

 

2853. [4:461, Hadîs No: 5974]

Rüveyhib (r.a.) rivayet ediyor:

Hayra yorumlanabilecek şeyler birer müjdecidirler. Aksırma da söylenen söze doğru bir şahittir. [143]

 

Resûlullahın hoş bir âdeti de güzel isim ve hadiseleri hayra yorumlamasıydı. Şerre yorumlamaya ise kesinlikle karşıydı.

Hayat prensibi olabilecek bu önemli husus, güzel görüp güzel düşünmenin bir meyvesi, Islâmın hayata bakış -tarzının güzel bir örneğidir. Adetâ bu güzel yorum, bu hüşn-ü zan, "Kulum Benim hakkımda hüsn-ü zan beslerse, Ben de ona öylâ muamele ederim" kudsî hakikatına bağlılığın, ona göre hareket etme­nin; izni ve iradesi olmaksızın hiçbir olay gerçekleşmeyen Cenab-ı Haktan ade­tâ o hâdise veya işin yorumlandığı gibi, güzel gerçekleşmesini isteme ve öyle olması için bir dua, hem de kabule son derece yakın bir dua etmekten ibarettir. Böyle bir yorum genellikle insanı yanıltmaz. Kalbe doğan bir ilham mahiyetinde olduğu için müjde sinyalleri taşır.

Resûlullahın hicret esnasında başından geçen şu hadisede de bu güzel yo­rumu görüyoruz. İsim ve hâdiseleri hayra yorumlamanın ne kadar müjdeci oldu­ğunu açık bir örneğidir bu.

Resûl-ü Ekrem (a.s.m.), Hz. Ebû Bekir'le birlikte Amim denilen yere geldikle­rinde Sehmoğullarından Büreyde bin Huseyb'le karşılaşmışlardı.

Diğer birçokları gibi Kureyş'in Peygamberimizi yakalayanlar için vaadettiği 100 deve mükâfatı Büreyde de duymuş, yanına seksen kadar adamını alıp ora­ya kadar gelmişti. Resûlullah onu görünce sordu:

" Sen kimsin?"

"Ben Büreyde'yim" cevabını verince Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'e yöne-lip, "Ey Ebû Bekir! işimiz serinledi ve düzeldi" dedi. Çünkü Büreyde kelimesinde "serinlemek" mânâsı vardı.

Allah Resulü, Büreyde'ye ikinci sorusunu sordu:

"Kimlerdensin?"

"Eşlem Kabilesindenim" deyince de, "eşlem" en salim mânâsına geldiği için Peygamberimiz yine Hz. Ebû Bekir'e yönelip, "Ey Ebû Bekir, selâmete erdik" dedi.

Resûlullah, "Eslem'in hangi kolundansın?" diye sorduğunda "Sehmoğulları kolundanım" cevabını alsnca da "Ya Ebû Bekir okun çıktı" cevabını vermişti.

Resûlullah düzgün, tatlı ve etkileyeci konuşmalarıyla Büreyde'nin dikkatini çekmiş, Resûlullahı tanıyınca da beraberindekilerle birlikte hemen Müslüman olmuştu. [144]

Bu olay, Resûlullahın hâdiseleri şerre değil, hayra yorumladığının en güzel örneklerinden birini teşkil etmektedir. Onun yolunu yol edinen, Sünnetine bağlı­lığı esas alan asrın manevî hizmet öncüsü Bedîüzzaman Hazretlerinin de kumru, güvercin, serçe gibi kuşların pencereye gelip deprenmeden uzunca süre beklemeleri, okunan risaleleri âdeta dinler pozisyona girmelerini hayra yorumla­masında da aynı mânâ vardır.

Evet, hayra yormak sevinç ifadesi taşımakta ve birkısım sevinçli haber ve olayları müjdelemektedir.

Ayrıca Hadis-i Şerif bize söylenen bir sözün arkasından gelen aksırmanın da o söze doğru bir şahit olduğunu bildirmektedir. Âdeta aksırma bir tasdik mânâsı taşımaktadır. Bu fıtrî bir haldir. Bazan Cenab-ı Hak, kişinin temizlik, dürüstlük ve samimiyetine binâen söylediği sözün akabinden bir aksırma vererek o kişiyi adetâ fiilen tasdik etmektedir.

 

 2854. [4:461, Hadîs No: 5975]

Enes'den (r.a.) rivayetle:

Fitne uykudadır. Uyandırana Allah lanet etsin. [145]

 

2855. [4:464, Hadîs No: 5988]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Fakirlik insanların gözünde bir leke, Kıyamet günü Allah katında ise bir süstür. [146]

 

2856. [4:465, Hadîs No: 5992]

Abdullah bin Amr'dan (r.a.) rivayetle:

"Felak" Cehennemde bir hapishanedir. Allah, zorba zalimleri ve büyüklenenleri oraya hapseder. Cehennem oradan Allah'a sığınır. [147]

 

2857. [4:467, Hadîs No: 6001]

Fatıma'dan (r.a.) rivayetle:

Hadid, Vakıa ve Rahman sûrelerini okumaya devam eden kişi, göklerin ve yerin melekûtunda, "Firdevs Cennetinin sakini" diye isimlendirilir. [148]

 

2858. [4:468, Hadîs No: 6002]

Esma binti Umeys (r.a.) rivayet ediyor:

Tekâsür Sûresini okumaya devam eden kişi manevî âlemde "Şük­rü edâ eden" diye isimlendirilir. [149]

 

2859. [4:468, Hadîs No: 6003]

Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Orta yolu tutun, istikâmetten ayrılmayın. Başına gelen bir sıkıntı vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar Müslümanın uğradığı her musibet, günahlar için bir keffarettir. [150]

 

2860. [4:468, Hadîs No: 6004]

Büreyde (r.a.) rivayet ediyor:

tki hâkim Cehennemlik, birisi de Cennetliktir. Bir hâkim var ki, hakkı bilir, onunla hükmeder. Bu hâkim Cennetliktir. Bir hâkim de var ki hakkı bilir, fakat bile bile onunla hükmetmeyerek zulmeder. Bir hâkim de var ki, bilgisizce hükmeder. Bu ikisi de Cehennemliktir. [151]

 

2861. [4:468, Hadîs No: 6005]

Muâviye bin Hayde'den (r.a.) rivayetle:

Sedir ağacı kesen kişinin başını, Allah Cehennem ateşine yöneltir. [152]

 

Bu hadis bize yok yere, ihtiyaç olmaksızın ağaç kesmenin manevî mes'ûli-yetini anlatmaktadır.

Ağaç kökünden yapraklarına, çiçeklerinden meyvelerine varıncaya kadar herşeyiyle teşbihte bulunan güzel bir yaratıktır. Adetâ binler dille ibadet eden bir meleği andırmaktadır. "Hiçbirşey yoktur ki Allah'ı teşbih etmesin" [153]  âyeti ağaçla­rın da bu teşbih halkası içerisinde yer aldıklarını göstermektedir. Ağaç diken her kişi o teşbih sevabından faydalanır. Ağacı kesen ise daha hayırlı bir işte kullan­madığı sürece onun ibadetine, zikrine engel olmakta, hatta son vermektedir. Sonra ağaç ülkenin hem güzelliği, hem zenginliği, hem temizliğinin simgesidir.

Ağaç güzelliktir. Yemyeşil bir ülke sadece gözleri dinlendirmekle kalmaz; ru­ha da rahat bir nefes aldırır, insanları huzura, sükûna davet eder.

Ağaç zenginliktir. Bilhassa orman ürünlerinden birçok ülke geniş ölçüde isti­fade etmekte, ekonomisine büyük bir katkıda bulunmaktadır. Odunundan, ke­restesine kadar birçok yönlerinden faydalanılan ağaç cinsleri bereket ve bolluk­tur.

Ağaç temizliktir. Havayı temizler, serinletir; yağmuru celb eder, tozun topra­ğın yatışmasını sağlar. Ağaç, erezyonu önler. Çevrenin fıtrî haliyle kalmasını sağlar.

Geçmişte ağacın bu ve buna benzer faydalarını bilen halktan idareciye ka­dar herkes ona gereken değeri vermiş, atalarımız bilhassa su kenarlarını ve yol boylarını ağaçlarla süslemişlerdir. Fatih Sultan Mehmed'in ağacı korumakla ilgi­li söylediği şu sözü hemen hemen bilmeyen yoktur: 'Yaş kesenin başını kese­rim." Bu sözüyle Fatih yaş kesmenin dehşetini nazara vermektedir.

Bu izahlar çerçevesinde yukardaki hadisi göz önüne getirdiğimizde zarurî bir ihtiyaç söz konusu olmadığında ağaç kesmenin ne kadar zararlı olduğunu anla­mak güç olmasa gerek.

Kısaca söylemek gerekirse, dünyamızı Cennete döndürmek varken Cehen­neme çevirmenin akıl, mantık ve dinle bağdaşır yanı yoktur.

 

2862. [4:468, Hadîs No: 6006]

Nevvas bin Sem'an (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu 2862. [Taâla şöyle buyurur: "Ey Âdemoğlu! Gündüzün evvelinde-ki dört rekat namazı kılmaktan erinme ki, Ben de o günün sonunda­ki musibet ve kötülüklere karşı sana kâfi geleyim. [154]

 

2863. [4:469, Hadîs No: 6008]

Ebu'd-Derda'dan (r.a.) rivayetle:

Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Benimle cin ve insanların durumu çok acâiptir: Ben yaratıyorum, başkasına kulluk yapılıyor. Ben rızıklandırıyorum, başkasına şükrediliyor." [155]

 

2864.[4:469, Hadîs No: 6009]

Ebû Hind ed-Darî (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle» buyuruyor: "Benim hükmüme razı olmayan ve benim verdiğim musibete sabretmeyen kişi Benden başka bir Rab arasın." [156]

 

2865. [4:470, Hadîs No: 6011]

Cabir'den (r.a.) rivayetle:

Oruç kalkandır. Kul onunla Cehennem ateşinden korunur. Oruç Benim içindir. Onun mükâfatını da Ben veririm.[157]

 

2866. [4:471, Hadîs No: 6012]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allah şöyle buyuruyor: "Ademoğlunun her ameli kendisi içindir; oruç ise Benim içindir. Onun mükâfatını da ancak Ben veririm. Oruç bir kalkandır. Biriniz oruçlu olduğu gün kötü söz söylemesin, bağırıp çağırmasın.. Birisi kendisine söver veya kendisiyle dövüşmeye kal­karsa, "Ben oruçlu bir kişiyim" desin. Muhammed'in nefsi kudreti elinde olan Allah'a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah ka­tında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri orucunu açtığı zaman sevinir. Rabbine kavuştuğu zaman tuttu­ğu orucu sebebiyle sevinir. [158]

 

2867. [4:471, Hadîs No: 6013]                

EbûHüreyre'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Üç kişi vardır ki, Kıyamet günü Ben onların hasmıyım: Benim adımı anarak söz veren, söz verip son­ra da sözünden dönen kişi; hür birini satıp bedelini yiyen kişi, bir işçi tutup onu tam kapasite çalıştırdığı halde ücretini vermeyen kişi." [159]

 

2868. [4:473, Hadîs No: 6015]

İbni Abbas (r.a.) Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduk­larını rivayet ediyor:

Ademoğlu Beni yalanlıyor. Oysa bu onun hakkı değil. Beni kötülü-yor. Oysa' bu onun hakkı değil. Beni yalanlaması, Benim onu yeniden dirilterek eski haline dördürmeye güç yetiremediğimi iddia etmesi; Beni kötülemesi de benim çocuğumun bulunduğunu söylemesidir. Halbuki Ben eş veya evlad edinmekten münezzehim. [160]

 

2869. [4:474, Hadîs No: 6018]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöy­le buyurmuşlardır:

Allahu Taâlâ şöyle buyurdu: "Kulum Bana kavuşmayı isterse, Ben de Ona kavuşmak isterim. Bana kavuşmaktan hoşlanmazsa Ben de ona kavuşmaktan hoşlanmam." [161]

 

Allah'ı tanıyan Allah'a kavuşmak için can atar. Dünyadaki büîün güzellikler, sevilen şeyler güzel isimlerinin birer gölgesi olan Cenab-ı Hakka kavuşmak el­bette bin canla arzu edilir bir husustur. Hele bir saat Cennet hayatı bin senelik dünya hayatından, bir saat "Cemalullahı" seyretme de bin sene Cennette yaşa­maktan daha üstün olursa mü'min Allah'a bir an önce kavuşmak için can ata­caktır.

İlk vazifesi Allah'ı tanımak ve Ona inanmak olan mü'min Allah'ı tanıdıkça sever, sevdikçe de Ona bir an önce kavuşmaya çalışır. Bu arzu bilhassa ölüm ânında mü'mini bütünüyle sarar. Melekler de onu müjdelerler. Kul bu arzuyla sop dolu olunca Allah da o kuluna kavuşmak ister ve o kulunu gözlerin görmedi­ği, kulakların işitmediği, akıl ve hayale gelmeyen güzelliklerle mükâfatlandırır.

Jtr-Kâfir ise Allah'ı gerektiği gibi tanımadığı, Onu inkâra kalktığı için ona kavuş­maktan hoşlanmaz. Çünkü azap göreceğini bilir, ölmek istemez, kaçabildiğince «açar. Kendisine kavuşmak istemeyen kâfire de Allah kavuşmaktan hoşlanmaz. Onu Cehenneme atar.

 

2870. [4:475, Hadîs No: 6019]

Namazdaki kırâeti kulumla Kendim arasında ikiye paylaştırdım. Kuluma dilediği verilecektir. Kulum "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemin" dediğinde Allah "Kulum Bana hamdetti" buyurur. Kul "Er-Rah-mani'r-Rahîm" dediğinde Allah "Kulum beni medh ü sena etti" buyu­rur. Kul, "Mâliki yevmi'd-din" dediğinde Allah, "Kulum beni tazim etti" buyurur. Kul, "îyyâke naHbüdü ve iyyâke nesteîn" dediğinde Al­lah, "Bu Benimle kulum arasında birşeydir. Kuluma dilediği verile­cektir" buyurur. Kul, "thdine's-sırate'l-müstekîm. Sırate'l-lezîne en'amte aleyhim gayri'l-mağdûbi aleyhim vela'd-dâllîn" dediğinde Al­lah, "Bu kulumun hakkıdır ve kulumun dilediği kendisine verilecek­tir" buyurur. [162]

              

2871. [4:476, Hadîs No: 6020]

Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyurdu: "Ey kullarım! Şüphesiz ben zulmü Kendime yasak ettim. Onu sizin aranızda da haram kıldım. O halde birbirinize zulm etmeyiniz.

"Ey kullarım! Benim hidayet ettiklerimden başka hepiniz yanlış yoldasınız. O halde Benden hidayet isteyiniz ki, sizi doğru yola erişti­reyim.

T5y kullarım! Benim duyurduklarımdan başka hepiniz açsınız. O iıalde Benden rızık isteyiniz ki, sizi doyurayım.

"Ey kullarım! Benim giydirdiklerimden başka hepiniz çıplaksınız. O halde Benden giyecek isteyiniz ki, sizi giydireyim.

"Ey kullarım! Siz gece gündüz kusur işliyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim. O halde Benden bağışlanmanızı dileyiniz ki sizi bağışlayayım.

"Ey kullarım! Bana zarar vermeye gücünüz yetmez ki, bir zarar dokundurasınız. Fayda vermeye gücünüz yetmez ki, bir fayda dokun-durasmız.

"Ey kullarım! Geçmişleriniz ve gelecekleriniz, insanlarınız ve cin­leriniz sizden en çok takva sahibi birinin şekline girip onun kalbini taşısalar Benim mülk ve hâkimiyetime birşey eklemez.

"Ey kullarım! Geçmişleriniz ve gelecekleriniz, insanlarınız ve cin­leriniz sizden en kötü birinin şekline girip onun kalbini taşısalar bu Benim mülk ve hakimiyetimden birşey eksiltmez.

"Ey kullarım! Geçmişleriniz ve gelecekleriniz, insanlarınız ve cin­leriniz tek bir meydanda toplanıp Benden istekte bulunsalar, Ben de her insanın dilediğini versem, bu, Benim nezdimde ancak denize ba­tırıldığında iğnenin denizden eksilttiği kadar birşey eksiltebilir.

"Ey kullarım! Yaptıklarınız ancak sizin amellerinizdir. Onları si­zin için hesap eder, sonra da karşılıklarını size eksiksiz veririm. Kim ki, hayır bulursa Allah'a hamd etsin. Kim de bunun dışında birşey bulursa, nefsinden başkasını kınamasın." [163]

 

2872. [4:479, Hadîs No: 6021]

Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyurdu: "Mü'min kullarımdan birine bir belâ ve hastalık verdiğimde Bana hamdeder ve verdiğim belâ ve hastalığa sabır gösterirse, yatağından kalktığında annesinden doğduğu günkü gibi günahlardan temizlenmiş olarak kalkar. Allahu Taâlâ, hafaza meleklerine şöyle buyurur: "Ben bu kulumu yatağa esir ettim ve ona belâ verdim. O halde ondan önce sıhhatteyken kendisine yazmış ol­duğunuz sevapları yazmaya devam edin."[164]

 

2873. [4:480, Hadîs No: 6022]

Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyurdu: "Ey Ademoğlu, sen Beni andığın sü­rece Bana şükrediyorsun demektir. Beni unuttuğun sürece de Bana karşı küfran-ı nimette bulunuyorsun demektir." [165]

 

2874. [4:480, Hadîs No: 6023]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle: Sen başkalarına ver ki, Ben de sana vereyim. [166]

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

2875. [4:480, Hadîs No: 6024]

Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyurdu: "Zamanı yaratıcı kabul edip ona sö­ven Âdemoğlu, Beni öfkelendirir. Yaratıcı zaman değil, Benim. Her iş Benim elimdedir. Gece ve gündüzü Ben döndürürüm." [167]

 

2876. [4:481, Hadîs No: 6026]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ, "Rahmetim gazabımı aşmıştır" buyuruyor. [168]

 

2877. [4:482, Hadîs No: 6029]

Enes bin Malik (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "insanoğlu Bana bir adım yaklaşır­sa Ben ona bir arşın yaklaşırım. O Bana bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak gi­derim." [169]

 

2878. [4:483, Hadîs No: 6031]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Benim hiçbir ortaklığa ihtiyacım yoktur. Kim ki yaptığı işte başkasını Bana ortak koşarsa, Ben o or­taklıktan çekilir, onu ortağıyla baş başa bırakırım.[170]

 

2879. [4:483, Hadîs No: 6032]

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Ben Rahman'ım. Sıla-yı rahmi Ben yarattım ve ona kelime yapısı itibariyle ismimden türeyen bir isim taktım. Kim ki onu sürdürürse, Ben de onunla irtibatımı sürdü­rürüm. Kim de onu koparırsa, Ben de onunla irtibatımı koparırım. Kim onu keserse, Ben de ondan rahmet ve ihsanımı keserim."[171]

 

2880. [4:484, Hadîs No: 6034]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle:

Büyüklük Benim has sıfatımdır. Kim ki o has sıfatımda Benimle yarışırsa onu hor ve hakir kılarını.[172]

 

2881. [4:485, Hadîs No: 6036]

Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

Benim en sevgili kulum, vakti girer girmez iftarını açandır.[173]

 

2882. [4:485, Hadîs No: 6037]

Muaz bin CebeVden (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: «Benim rızam için birbirlerini se­venlere Kıyamet günü nurdan minberler verilecektir. Peygamberler ve şenıdler onlara gıpta edeceklerdir."

 

2883. [4:,485,HadisNo:6038]

Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Benim için birbirlerini sevenlere, Benim için oturup sohbet edenlere, Benim için mallarını, canlarını birbirlerine feda edenlere ve Benim için birbirlerini ziyaret edenlere muhabbetimi vacip kıldım.[174]

 

2884. [4:486, Hadîs No: 6039]

Ebû Ümame'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Kulumun Bana yapmış oldufu kulluğun en sevimlisi Bana karşı hayırhah olmasıdır."[175]

 

Allah'a karşı hayırhah olmak demek Ona muhabbet, hürmet ve ihlasla ibadet etmek demektir. Kulluğa başka duyguları karıştırmamak, Allah'a isyandan uzak kalmak, Onun afv ve mağfiretine sığınmak, rahmetinin sonsuzluğuna inanmak, Onun hakkında güzel duygular beslemek ve güzel davranışlar sergilemektir.

Hayırhahlık Allah'a lâyıkıyla kul olmak, Onun sevgisini kazanmak için gayret içine girmek demektir. İşte ihlas, samimiyet ve sadakatle yapılan bu kulluk, Al­lah'a yapılan kulluğun en sevimlisidir.

 

2885. [4:486, Hadîs No: 6040]

İbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:

Herhangi bir kulum Benim yolumda cihada çıkarsa, şu iki durum­dan birisini onun için garantilerim: Onu evine döndürürsem mükâfat ve ganimetle döndürürüm. Canını alırsam günahlarını bağışlayıp merhamet ederim ve onu Cennete koyarım.[176]

 

2886. [4:486, Hadîs No: 6041]

Ebû Katade'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: MBen senin ümmetine beş vakit na­mazı farz kıldım ve kendi kendime şöyle söz verdim: 'Her kim vaktin­de kılmak suretiyle haklarını gözetirse onu Cennete koyarım. Kim ki haklarını gözetmezse, ona vermiş olduğum bir sözüm yoktur.[177]

 

2887. [4:487, Hadîs No: 6043]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Kullarımdan herhangi birine be­deniyle, çocuklarıyla veya malıyla ilgili bir musibet verdiğimde bunu güzel bir sabırla karşılarsa Kıyamet günü onun için bir mizan kur­maktan veya bir hesap defteri açmaktan haya ederim.[178]

 

2888. [4:488, Hadîs No: 6045]

Enes'den (r.a.) rivayetle Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyur­muşlardır:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Kulumun iki sevimli organını, ya­ni iki gözünü alarak musibete uğrattığımda sabrederse onların karşı­lığında kendisine Cenneti veririm.[179]

 

2889. [4:489, Hadîs No: 6047]

Ali (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduklarını ri­vayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Kim Benim birliğimi ikrar ederse koruyucu kal'am içerisine girmiş olur. Benim koruyucu kal'am içerisine giren de azabımdan

emin olur.[180]

 

2890. [4:490, Hadîs No: 6048]

Ebu'd-Derda'dan (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: " Ey Ademoğlu! Sen Bana kulluk ettikçe, Bana ümit besledikçe ve Bana hiçbirşey ortak koşmadıkça ben de yaptıkların günahları affederim. Gök ve yer dolusu hata ve günahlarla da karşıma çıksan Ben de onlar dolusu mağfiretle seni karşılarım. Seni bağışlarım ve bunu çok görmem.[181]

 

2891. 4:491, Hadîs No: 6050]

Ey Âdemoğlu! Bana gelmek için ayağa kalk ki Ben de Sana doğru yürüyeyim. Bana doğru yürü ki Ben de sana doğru koşayım.[182]

 

2892. [4:492, Hadîs No: 6055]

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle:

Ey Ademoğlu! Fecirden ve ikindiden sonra Beni bir müddet an ki bu iki vakit arasındaki süre içerisinde Sana kâfi geleyim. [183]

 

2893. [4:493, Hadîs No: 6057]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Ben dünyada Müslüman bir kulu­mun örttüğüm bir kusurunu, âhirette ortaya çıkarıp onu rezil ve rüs-vay etmeyecek kadar büyük kerem ve af sahibiyim. [184]

 

2894. [4:494, Hadîs No: 6060]

İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyurdu: "Kulum, sen Beni yalnızken anarsan Ben de seni yalnızken hatırlarım. Sen Beni bir topluluk içerisinde anarsan, Ben de seni onlardan daha hayırlı ve daha büyük bir toplu­luk içerisinde anarım. [185]

 

2895- [4:494, Hadîs No: 6061]

Ebû Hureyre (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Mü'min kuluma bir hastalık verdi­ğimde Beni kendisini ziyarete gelenlere şikayet etmezse onu verdi­ğim hastalığın esaretinden kurtarırım. Sonra etini daha hayırlı bir et, kanını daha hayırlı bir kan ile değiştiririm. Sonra da—hastalık eski -günahlarına keffaret olduğu için—iyi ve kötü amellere yeniden başlar.[186]

 

2896. [4:495, Hadîs No: 6063]

Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "îzzetime ve celalime yemin ederim ki, kuluma iki emniyet ve iki korkuyu birden vermem; Kulum dünya­da azabımdan emin olursa, kullarımı topladığım Kıyamet Gününde ona korku veririm. Dünyada Benden korkarsa kullarımı topladığım gün onu emin kılarım. [187]

 

2897. [4:497, Hadîs No: 6068]

Selman-ı Farisî (r.a.) rivayet ediyor:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Ey Âdemoğlu! Üç şey vardır ki bunlardan birisi Benim, birisi senin, birisi de Benimle senin aranda ortaktır. Bana ait olan Bana kulluk yapman ve Bana hiçbirşeyi ortak koşmaman; sana ait olan, her ne amel yaptıysan karşılığını vermemdir. Şayet affedersem Ben bağışlayıcı ve merhamet ediciyim. Benim­le senin aranda ortak olan ise, sana düşen dua edip istemek, Bana düşen de kabul edip vermektir.[188]

 

2898. [4:497, Hadîs No: 6069}

Ebû Hureyre'den (r.a.) rivayetle:

Allahu Taâlâ şöyle buyuruyor: "Bana dua etmeyene gazap ede­rim." [189]

 

2899. [4:498, Hadîs No: 6070]

Enes (r.a.) rivayet ediyor:

Rabbiniz şöyle buyuruyor: "Ben Kendisine karşı gelinmekten sakımlmaya ve hiçbir şey ortak koşulmamaya lâyıkım. Kim ki Bana kar­şı gelmekten sakınır, hiçbir şeyi ortak koşmazsa Ben onu affetmeye ehilim. [190]

 

 



[1] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.

[2] Taberani’nin Kebir’inden.

[3] Buharı, Cihad: 171; Et'ıme; Nikah: 71; Merzâ: 4; Müsned, 323,31,48.

[4] Taberani’nin Evsat’ından.

[5] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.

[6] Müslim, Mesacid: 132; Neseî, Istiâze: 49,50,53.

[7] İbni Zenceveyh’ten.

[8] Deyıemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.

[9] Ebü Ya’la’nın Müsnedü’l-Firdevs’inden.

[10] İbni,Hibe:14,30;Zekat:59;Cihat:137;Hıyel:14;Müslim,Hibat:1,2,7,8;Ebü Davüd,Büyü,: 62; Nesei,Zekat:100.

[11] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.

[12] Ibnû Abdi'l-Berr’in İlim’inden.

[13] Deytemî'nin Mûsnedü'l-Fırdevs’inden.

[14] Deylemî'nin Müsnedü’-Firdevs’inden.

[15] Bakara Sûresi, 44.

[16] Saf Sûresi, 2-3.

[17] Cuma Sûresi, 5.

[18] Buharı, Fiten: 17; Müslim, Zühd: 7.

[19] Deylemî'nin Müsnedûl-Fırdevs’inden.

[20] Ebû Dâvûd, Imare: 7; Trmizî, Zekât: 18; IbniMâce, Zekât: 14; Müsned, 3:465; 4:143.

[21] Müslim, Filen: 130; Timizi, Fhen: 31; IbniMâce, Fiten: 14; Müsned, 525.

[22] Ebû'ş-Şeyh’ten.

[23] Deylemî'nin Müsnedül-Fırdevs’inden.

[24] İbni Asakir’den.

[25] Deytemî'nin Müsnedûl-Firdevs’inden.

[26] Ebû Nuaym'ın Hılye’sinden.

[27] Ibni Şahinin e/-Marife'sinden.

[28] Ukayli’nin ez-Zuafa’sından.

[29] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.

[30] İbnünneccar’dan.

[31] İbnünneccar’dar.

[32] Deylemi'nin Müsnedü'l-Firdevs’inden.

[33] Hattib’in Tarihin’den.

[34] Beyhakl'nkı Şi'bü'l-imarimdan.

[35] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevsi’nden.

[36] Ebû'ş-Şeyh’ten

[37] Ebû Nuaym'ın Hılye’sinden

[38] Ebû'ş-Şeyh’ten.

[39] Deylemî'nin Mûsnedü'l-Fırdevs’inden.

[40] İbni Ebî Şeybe ve Hatib'in Tarih’inden.

[41] Saf Sûresi, 3.

[42] Deylemî'nin Müsnedü'l-Firdevs’inden.

[43] Deylemî'nin Müsnedü'l-Fırdevs’inden.

[44] Deylemî'nin Mösnedü'l-Firdevs’inden.

[45] el-Baverdi’den.

[46] Beyhakl'nin Şi’bü’l-İman’ından.

[47] Müsned, 1274,294.

[48] el-Kecî'nin Sünen'inden.

[49] Ibni Adiyy’in el-Kamil’i ve Ebü Nuaym’ın Hılye’sinden.

[50] Mösned, 2:343,344,372,411.

[51] Isrâ Sûresi, 32.

[52] Nur Sûresi, 30.

[53] Ebû Davud, Nikah: 43; Tirmizî, Edeb: 28.

[54] Müsned, 5:264.

[55] et-Terğib ve't-Terhîb, 3:35.

[56] Sözler, s. 381.

[57] Ag.e., s. 25.

[58] et-Terğib ve't-Terhîb, 3:39.

[59] Buhari, Kitabü'l-lstizan; Müslim, 4:2047.

[60] A.g.e.. Kitabü'l-lstizan; Müslim, 4:2047.

[61] İbni Adiyy’in el-Kamill’inden.

[62] Buhari;Cihad:5,6,73;Rikak:2,51;Müslim,İmare:112,115;Tirmizi,Fezailü-Cihad:11,12.

[63] Buharı, Cihad: 5,6,73; Rikak: 2,51; Müslim, Imare: 112,115; Timizi, Fezâilül-Cihad: 17; Nesei, Cihad: 11,12.

[64] Hakim’in Müstedrek’inden.

[65] Ebû Naîm'in et-Tıb’bından.

[66] Hatib'in Tarih’inden.

[67] Ebû Nuaym'ın Hılye’sinden.

[68] Hâkimin Müstedrek’inden.

[69] Bakara Sûresi, 191.

[70] Taberâni’nin Kebir’inden.

[71] Hâkim’in Müstedrek’inden.

[72] Müslim, Eşribe: 96,99; Ibni,Mace,Eşribe:16;Müsned, 3:355.

[73] İbni Zznceveyh’ten.

[74] Mûsned, 2:177,190.

[75] Mûsned, 6:441.

[76] İbniMâce, Menasik 5.

[77] Ebû Nuaym'ın Hılyesinden.

[78] Taberânr’nin Kebirinden.

[79] Deylemî'nin Müsnedü’l-Firdevsin ‘den.

[80] Deylemi’nin Müstedü’l-Firdevs’inden.

[81] Ibnünneccar’dan.

[82] IbniAsâkiı'den.

[83] Nesei,Cihat:46;Bey’a:29;Darimi , Cihad: 24; Müsned, 5:234.

[84] Buharı,Ezan:161;Müslim,Cuma:4,7; Ebû Dâvûd,Tahare:127; Nesei, Cuma: 2,6,8,11; IbniMâce, İkame: 80.

[85] Deylemî'nin Müsnedü'l-Fırdevstinâen.

[86] İbniAsâkir’den.

[87] Taberani’nin Kebir’i veBeyhaki’nin Şi’bü’l-İmam’ından.

[88] İbni Sasari’nin Emaliye’sinden.

[89] Askerî ‘den.

[90] Bezzaz,dan.

[91] Ttrmizi, Savm: 73; Mûsned, 4:335.

[92] Tirmizi, Edâhî: 21; Ebû Dâvûd, Edâhî: 20; Atesef, Akika 5; km Mâce, Zebâih: 1; Dârimi, Edâhî: 9; Müsned, 5:8.

[93] Müslim, Birr. 70.

[94] Beyhaki'nin Ş/'bü7-/marfından.

[95] Beyhakl'nin Şfbû'Lİmartmian.

[96] Deylemî'nin Müsmdül-FirdevgMen.

[97] Mûsnod, 4:323,332.

[98] Hâkimin MüstedreMnden.

[99] taberânrnin Evsafından.

[100] Buharî'nin Tan/Zinden.

[101] Buhar!, Mevakît: 4; Zekât: 23; Savm: 3; Filen: 17; Merak*: 25; Müslim, iman: 231; Timizi, Fiten: 71; Ibni Mâce, Filen: 9.

[102] Hâkimin Müstedreklndm

[103] Mûsned, 2:261

[104] Buharı, Salât: 1; Hac: 76; Enbiyâ: 5; Müslim, İman: 263; Müsned, 5:122,143.

[105] Müslim, Siyam: 46; Timizi, Savm: 17; Nesei, Siyam: 27; Dirimi, Savm: 9; Müsned, 4:197.

[106] DeylemFnin Müsnedûl-Fırdevgınöm.

[107] Deylemfnin Müsnedü'/-F/rcteıtf inden.

[108] Tirmizt, İlim: 19.

[109] Ebû Ya'lâ'nın Müsnedmden

[110] Taberâni’nin Evsafı ve Hâkim'in MüstedreK'mden.

[111] Buhari, Ezan: 31; Salât: 87; Tefsir-i Sûre: 17; Tirmizt; salât: 47; Neseî, Salât: 21.

[112] Taberânînin Kebîrinden.

[113] ibni Etfd-Dünya'nın Kazâü'l-Haviid'mdm.

[114] Tirmizî, İlim: 19; IbniMâce, Mukaddime: 17.

[115] Buharı, Ahkâm: 23; Cihad: 171; Nikâh: 71; Efıme: 1; Merzâ: 4; Dârimi, Siyer: 26; Müsned, 4:394,406.

[116] Buharı, Büyü': 34; Vekâle: 8; Cihad: 113; Müslim, Raza: 54; Ebu Davud, Nikâh: 3.

[117] bniMâce, Nikâh: 7.

[118] Müslim, Cihad: 98; Mösned, 5:395,397.

[119] Müsned, 6:460.

[120] Ebû Davud, Edeb: 160; Müsned, 5:354,359.

[121] Taberâıtfnin Kebîrinden.

[122] Ibnü's-Sünntden.

[123] Tirmizi, Savm: 55; Neseî, Siyam: 43; Ibni Mâce, Siyam: 1.

[124] Buharı, Tefsir-i Sûre: 55; Bed"ü1-Halk: 8; Müslim, Cennet: 23-25; Timizi, Cennet: 3.

[125] Buhar!, Crhad: 4; Tevhid: 22; Timizi, Cennet: 4; Mûsned, 2:335.

[126] Taberâni’nin Kebîrinden.

[127] Ebû Nuaym'ın Hılyefsinden.

[128] Taberânînin KeöıVinden.

[129] Ebû Nuaym'ın Kitabü's-Sh/akmdan.

[130] Beyhaki'nin Ş/'bü'/-/marfından.

[131] Bezzaı'dan.

[132] Müsned, 2:34

[133] Müslim, Fezâilü's-Sahabe: 229; Müsned, 2:87,91,92

[134] Hâkim'in MüstedreKinden.

[135] Deylemtûsn.

[136] Deytemînin Müsnodü'l-Firdevilnfan.

[137] Beyhakl'nin Şi'bü'l-îman'ından.

[138] Dînûrfnin el-Mecalisefsioden.

[139] Tırmizi, Fiten: 21,38; Kader: 16, Ebû Davud, Melahım: 10; bniMâce, Fiten: 29; Müsned, :163.

[140] Buharı, Cihad: 138; Müslim, Birr: 5; Neseî, Cihad: 5; Mûsned, 6:165,195,197,221.

[141] Şiranînin Bkati\ ve Hâkirrfdm.

[142] Mûsned, 6:82,145,255.

[143] Hâkinföen.

[144] Üsdü'l-Gâbe, 1:176.

[145] Râfitde.

[146] Deylemf nin Müsnedü'/-F/rctev£inden.

[147] Ibni Mürdeveytften.

[148] Beyhaki'nin Şi'bü'l-lmart\ ve Deytemfnin Müsnedü'l-FirdevgMen.

[149] Deytemînin Mûsnedü'l-Firdevndm.

[150] Müslim, Münafıkîn: 71,76,78; Birr: 52; Tirmizi, Kader: 8; Telsir-i Sûre: 4; Müsned, 2:167,248,256.

[151] Hâkim'in MûstedreKMm.

[152] Beyhaki'nin Sünelinden.

[153] Isra Sûresi, 44.

[154] Müsned, 5:286,287; 6:440,451.

[155] Beyhakl'nin Şitü'l-lmartmdan.

[156] Taberâni’nin Kefe/finden.

[157] Uüsned, 1:195,196; 2:257.

[158] Buharı, Savm: 2; Libas: 78; Tevhid: 35,50; A/esef, Siyam: 41,42.

[159] Buhari, Büyü1:106; Icare: 10; bniMâce: Rühûn: 4; Müsned, 2:358.

[160] Buhar!, Telsir-i Sûre: 4.

[161] Tirmizi, Cenâiz: 67; Zühd: 6; A/ese/, Cenâiz: 10; Dârimî, Rikak: 43.

[162] Müslim, Salât: 38,40; Ebö Davud, Salât: 132; Tirmizi, Tefsir-i Sûre: 1; Nesei, Iftitah: 23; IbniMâce, Edeb: 52.

[163] Müslim, Birr: 55.

[164] Müsned, 4:123.

[165] Taberânînin Kebîfinden.

[166] Buharı, Tefsir-i Sûre: 11; Nefekât: 1; Tevhid: 35; Müslim, Zekât: 36,37.

[167] Buharı, Tefsir-i Sûre: 45; Tevhid: 35; Edeb: 101; Müslim, Elfaz: 1-5; Ebû Davud, Edeb: 169; Müsned, 2:238.

[168] Buharı, Tevhid: 15, 22,28,55; Bed'ül-Halk: 1; Müslim, Tevbe: 14-16; Tırmizî, Daavât: 99; IbniMâce, Mukaddime: 13; Zûhd: 35; Müsned, 2:242,258,260.

[169] Buharı, Tevhid: 15,50; Müslim, Zikir: 20-22; Tevbe: 1; Tırmizî, Daavât: 131; IbniMâce, Edeb: 58; Müsned, 2:413,435,480,482.

[170] Müslim, Zühd: 46; IbniMâce, Zühd: 21.

[171] Ebû Davûd, Zekât: 45; Ttrmizt, Birr: 9; Müsned, 1:191,194; 2:498.

[172] Hâkimin MüstedreKinden.

[173] Tirmizi, Savm:13.

[174] Taberânİ, Şi'r: 16; Mösned, 5:229,232,236,237,247.

[175] Müned, 5:254.

[176] Ateşe/, Cihad: 15; Müsned, 2:117.

[177] ibniMâce, İkâme: 194.

[178] Hâkim'den.

[179] Buharı, Merzâ: 7; Müned, 3:144.

[180] Şirazfüen.

[181] Taberâni’nin Kebirinden.

[182] Mösned, 3:478.

[183] Ebû Nuaym'ın Hı/ye'sinden

[184] Ukaytî'nİn Zuafâsınöm.

[185] Beyhakî'nin Şi'bü'l-îmartından.

[186] Beyhakî'nin Sönerfi ve Hâkim'in MûstedreKmâen.

[187] Ebû Nuaym'ın Haşinden.

[188] Taberânînin Kabil'inden.

[189] Askerînin eA/lfevâiz'inden.

[190] İbni Mace, Zühd: 35.