* KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK
*
KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK
*
TOKGÖZLÜLÜK
*
AZA KANAAT
*
DİLENCİLİĞİN ZEMMİ
*
İHSANI KABUL
* KANAATİN MEDHİ VE ONA TEŞVİK
,ـ4854 ـ1ـ عن
عُبيداللّهِ
بن محصن
الخطمي
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
أصْبَحَ
مِنْكُمْ
آمِناً في
سِرْبِهِ، مُعَافىً
في بَدَنِهِ،
عِنْدَهُ
قُوتُ يَوْمِهِ،
فَكأنَّمَا
حِيزَتْ لَهُ
الدُّنْيَا
بِحَذَافِيرِهَا[.
أخرجه
الترمذي.قوله
»آمِناً في
سِرْبِهِ« أي
في
نفسهِ.و»اَلْحَذَافِيرُ«
أعالِى الشئ
ونواحيه،
واحدها حذفار
يقال أعطاه الدنيا
بحذافيرها: أى
بأسرها .
1. (4854)- Ubeydullah İbnu
Mihsan el-Hutamî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden kim nefsinden emin, bedeni sıhhatli ve günlük
yiyeceği de mevcut ise sanki dünyalar onun olmuştur." [Tirmizî, Zühd 34,
(2347); İbnu Mace, Zühd 9, (4141).][1]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen سرب kelimesi, meşhur şekliyle sirb diye okunmuştur. Bu durumda nefis demek olur. Serb
diye de rivayet edilmiştir. Bu durumda meslek manasında olur. Ayrıca sereb
şeklinde de rivayet edilmiştir ki, bu durumda beyt (ev, aile) manasına gelir.
Yani kişinin can, iş ve aile
emniyetlerini ifade eder.
2- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hayat denen dünya yaşayışının "gün" denen
bölümlerden meydana geldiğini, ecel gizli olması hasebiyle , ömrü bir günlük
kesit halinde değerlendirmek gerektiğini, bu bir günlük kesitin mes'udane
olması için başlıca üç şartın aranması gerektiğini belirtiyor. Bu üç şart
şunlardır:
1- Can (veya meslek veya mesken) emniyeti.
2- Sağlık.
3- Günlük gıda (sabah ve akşam yiyeceği)
Bunlardan birinin eksikliğini, diğerlerinin fazlalığı ile telafi
edemiyeceğimizi düşünürsek, Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu hadislerindeki
hikmetin büyüklüğünü anlarız. Sözgelimi, çok zenginiz ama sağlığımız yok veya can
emniyetimiz yok. O zenginlik ne işe yarar? Sağlığımız, zenginliğimiz yerinde,
fakat can emniyetimiz yok; her an ölüm
ve düşman tehlikesi içinde hayatımız zehir olur. Devlet ve içtimâî nizamın
gayesi, fertlere mal, can ve ırz emniyetini, çalışma (meslek) sulhünü
sağlamaktır.
Bu şartlardan birinin eksik olduğu yerlerde ve zamanlarda hayat
tatsızdır, insanlar mutsuzdur. Münâvî:
"Hadis, fakrı gınaya efdal
bulanlara hüccettir" der.[2]
ـ4855 ـ2ـ
وعن عُثْمَان
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
لَيْسَ ِبْن
آدَمَ حَقٌّ
في سِوَى
هذِهِ الْخِصَالِ:
بَيْتٌ
يَسْكُنُهُ،
وَثَوْبٌ يُوَارِي
بِهِ
عَوْرَتُهُ،
وَجِلْفُ
الْخُبْزِ
وَالْمَاءِ[.
أخرجه
الترمذي.»الجِلْفُ«
الخبز وحده إدام
معه، وقيل هو
الخبز الغليظ
اليابس .
2. (4855)- Hz. Osman
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur. İkamet
edeceği bir ev, avretini örteceği bir
elbise, katıksız bir ekmek ve su." [Tirmizî, Zühd 30, (2342).][3]
AÇIKLAMA:
1- Alimler, hadiste geçen hisâl (şey) ile, kazanmak için
peşinden koşması gereken temel ihtiyaçlarının kastedildiğini belirtir. Bunlar:
İkamet edeceği mesken, avretini örteceği giyecek ve kuru ekmek ile sudur.
Mesken ve giyeceğin de sade ve asgarî ölçüde olacağı açıktır. Çünkü, gıda kuru
ekmek ile ifade edilmiştir. Resulullah gıdayı ifade ederken kuru ekmek veya
katıksız ekmek mânasına gelen cilf kelimesini kullanmakla, bu zaruri maddelerin
asgarî ölçülerini ifade etmiş olmaktadır. Nitekim mesken veya ev deyince
gecekondudan villaya kadar çok farklı mertebeleri var; giyecek de öyle. Şu
halde hak olarak ifade edilen nisab, hayatın devamını konforsuz olarak
sağlayacak asgarî miktardır.
Münavi, bazı alimlerin şu
mütalaasını kaydeder: "Dünyadan mal edinmek maksadıyla mesken, giyecek,
binecek gibi şeylerden, bu miktardan fazlasına sahip olan kimse, bu fazlalığı,
ona kendisinden daha fazla muhtaç olan Allah'ın diğer kullarına karşı
yasaklamış olur." el-Kâdi der ki: "Resulullah, hak ile, Allah'ın
kişiye -ahirette bir mükafaat veya suali olmadan- vermesi gereken şeyi
kasteder. Bundan dolayı kişiye ahirette mükâfaat veya mücazaat yoktur. Çünkü
bunlar, nefsin yaşayabilmek için mutlaka muhtaç olduğu şeylerdir. Bu zikredilen
miktardan fazlası sorumluluğu olan nasiblerdir."
Hakkı açıklama zımnında şöyle de söylenmiştir: "Onunla,
insanın müstehak olduğu şey kastedildi. Çünkü insan, o miktara muhtaçtır ve
hayatının devamı ona bağlıdır. Maldan gerçek mânada kastedilen de o (hak olan)
miktardır. Zemahşerî der ki: "Mesken, giyecek, yiyecek ve içecek, insana
zaruri olan ana unsurlardır."[4]
ـ4856 ـ3ـ
وعن
فُضَالَةِ
بْنِ عُبَيْد
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: طُوبى
لِمَنْ
هُدِىَ
لِ“سَْمِ
وَكَانَ
عَيْشُهُ
كَفَافاً
وَقَنِعَ[.
أخرجه
الترمذي .
3. (4856)- Fadale İbnu
Ubeyd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İslam hidayeti nasip edilen ve yeterli miktarda maişeti
olup, buna kanaat edene ne mutlu!" [Tirmizî, Zühd 35, (2350).][5]
AÇIKLAMA:
Yeterli miktar diye tercüme ettiğimiz kefaf'ı en-Nihaye'de
İbnu'l-Esir şöyle açıklar: "Bu, kendisine muhtaç olunan miktarı
karşılayıp, artmayan şeydir. Bir başka ifadeyle asgarî ölçüde ihtiyaca yeten miktardır. Kefaf miktarda
tereffüh, tefahur yoktur."
Şu halde hadis, İslamî hidayetle müşerref olduktan sonra muhanete
muhtaç kılmayacak en az miktarda maddî ihtiyaçlarını temin edebilen kimseyi
tebrik etmekte, "ne mutlu ona" demektedir. Çünkü fazlasının hesabı
var, o fazlalığın şevkiyle şımarma, harama kaçma, "hakkını verememe"
tehlikesi var.[6]
ـ4857 ـ4ـ
وعن أبي سعيد
الخُدْريّ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]سَألَ نَاسٌ
مِنَ
ا‘نْصَارِ
رَسُولَ اللّهِ
# فأعْطَاهُمْ
مَا سَألُوهُ
ثُمَّ سَألُوهُ،
فأعْطَاهُمْ
مَا
سَألُوهُ.
ثُمَّ
سَألُوهُ
فأعْطَاهُمْ مَا
سَألُوهُ.
حَتّى إذَا
نَفَذَ مَا
عِنْدَهُ
قَالَ: مَا
يَكُونُ
عِنْديِ مِنْ
خَيْرٍ
فَلَنْ
أدّخِرَهُ
عَنْكُمْ، وَمَنْ
يَسْتَعْفِفْ
يُعِفُّهُ
اللّهُ، وَمَنْ
يَسْتَغْنِ
يُغْنِهِ
اللّهُ،
وَمَنْ يَتَصَبَّرْ
يُصَبِّرْهُ
اللّهُ،
وَمَا أُعْطِي
أُحَدٌ
عَطَاءً هُوَ
خَيْرٌٌ لَهُ
وَأوْسَعُ
مِنَ
الصَّبْرِ[.
أخرجه
الستة.وزاد رزين
رحمه اللّه
تعالى:
]وَقَدْ
أفْلَحَ مَنْ
أسْلَمَ
وَرُزِقَ
كَفَافاً
وَقَنَّعُهُ
اللّهُ بِمَا
آتَاهُ[.قُلْتُ:
زَيَادَة
رزين أخرجها
مسلم والترمذي
من رواية ابن
عمرو بن العاص
واللّه أعلم.»الكَفَافُ«
الّذي
يفضل عن
الحاجة و ينقص
.
4. (4857)- Ebu
Saidi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensar (radıyallahu anhüm)'dan
bazı kimseler, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)' dan bir şeyler talep
ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini verdi. Sonra tekrar istediler,
o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o isteklerini yine verdi.
Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular:
"Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak (kendim için)
biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli
kılar. Kim istiğna gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç
kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır."
[Buharî, Zekat 50, Rikak 20; Müslim, Zekat 124, (1053); Muvatta, Sadaka 7 , (2,
997); Ebu Davud, Zekat 28, (1644); Tirmizî, Birr 77, (2025); Nesaî, Zekat 85,
(5, 95).]
Rezin rahimehullah şu ziyadede bulunmuştur: "İslam'a girip,
yeterli miktarla rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi
nasip ettiği kimse kurtuluşa ermiştir."[7]
AÇIKLAMA:
1- Allah'ın gani kılması, kalp
zenginliği vermesidir. Zîra bir hadiste "Hakiki zenginlik kalp
zenginliğidir, (gözütokluktur)" buyrulmuştur. [8]
2- HADİSTEN ÇIKARILAN BAZI FEVAİD
* Hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sehavetini ve
Allah' ın, isteyenlere verme hususundaki
emrini infazını göstermektedir. Hatta bir
kere değil, üst üste isteyene ikinci, üçüncü sefer verdiğini de
görmekteyiz.
* Hadiste isteyene özür beyan etmenin, iffetli olmasını
tavsiye etmenin cevazı da gözükmektedir.
* Sabretmek, istememek
evla olmakla beraber, ihtiyaç durumunda istemenin caiz olduğu hükmü de
çıkarılmıştır.
* Sabır, insana verilen en hayırlı ihsan ve en bol sermayedir.
İbnu'l-Cevzî demiştir ki: "İffetli olmak için halini halktan gizlemek ve
onlara karşı istiğna izhar etmek gerektiği için, iffet sahibi batında Allah
için muamelede bulunuyor demektir. Böylece, bu husustaki sıdkı nisbetinde maddî
ve mânevî kâra mazhar olur. Resulullah sabrı, ihsanların en hayırlısı olarak
ifade buyurdu. Çünkü o, nefsi, sevdiği şeylerden alıkoyar ve peşin yapılması
hoşuna gitmeyen şeyleri yapmaya mecbur kılar. Halbuki, herkes yaptığı bu şeyleri terketse veya işlese ahirette eza ile
karşılaşacaktı."
* Allah'ın müstağni kılması, ya maddî olarak rızık vermesi şeklinde, yahut da kalbine
kanaat atması şeklinde tecelli eder.[9]
ـ4858 ـ5ـ
وعن أبِى
اُمَامَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: يَا
بْنَ آدَمَ
إنَّكَ إنْ
تَبْذُلِ
الْفَضْلَ
خَيْرٌ لَكَ،
وَإنْ
تَمْسِكْهُ
شَرٌّ لَكَ،
وََ تَُمَ
عَلى كفَافٍ،
وَابْدَأْ
بِمَنْ
تَعُولُ،
وَالْيَدُ
الْعُلْيَا خَيْرٌ
مِنَ الْيَدِ
السُّفْلَى[.
أخرجه مسلم والترمذي.»الْيَدُ
الْعُلْيَا«
هي المعطي نّها
بالحقيقة
تعلو على يد
السائل صورة
ومعنى .
5. (4858)- Ebu Ümame
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resululllah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Ey ademoğlu! Eğer fazla malını Allah yolunda harcarsan bu
senin için daha hayırlıdır. Kendine saklarsan senin için zararlıdır. Kefaf
(yeterli miktar) sebebiyle levm edilmezsin. (Harcamaya), bakımları üzerinde
olanlardan başla. Üstteki el (yani veren), alttaki elden (yani alandan) daha
hayırlıdır." [Müslim, Zekat 97, (1036); Tirmizî, Zühd 32, (2344).][10]
AÇIKLAMA:
1- Burada Resulullah, İslam'ın ideal ahlakını tebliğ
buyurmaktadır; ihtiyacı normal görecek kefaf miktarla yetinmek ve fazlasını
Allah yolunda, O'nun rızası için harcamaktır. Kişi böylece, uhrevî mesuliyetten kurtulmaktan başka, onun
sevabına mazhar olacaktır.
2- Kefaf miktarla yetinen, levm edilmez. Çünkü hayatının
devamı için gerekli olan mesken, libas, yiyecek ve içecek için hesap
sorulmayacaktır. Kefafı taşan istihlak ve mülkiyet, hesaba bais olacaktır.
3- Kişi malını harcarken,
önce bakmakla mükellef olduğu yakınlarına öncelik vermelidir. Kendi yakınları ihtiyaç içinde iken, sevap
düşüncesiyle yabancılara harcamak, tasaddukta bulunmak caiz değildir.
Resulullah, kişinin ailesine harcadıklarının da sadaka olduğunu beyan
buyurmuştur.
4- Hadis, "veren el alan elden üstün" demekle,
"zenginlik fakirlikten üstündür" diyenlere delil olmaktadır.[11]
ـ4859 ـ6ـ
وعن عُمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: لَوْ
أنَّكُمْ
تَتَوَكَّلُونَ
عَلى اللّهِ
حَقَّ تَوَكُّلِهِ
لَرَزَقَكُمْ
كَمَا
يَرْزُقُ
الطَّيْرَ،
تَغْدُو
خِمَاصاً
وَتَرُوحُ بِطَاناً[.
أخرجه
الترمذي.»الخِماصُ«
الجياع الخاليات
البطون من
الغذاء.و»البِطَانُ«
الشباع
الممتلئات
البطون .
6. (4859)- Hz. Ömer
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de,
kuşları rızıklandırdığı gibi
rızıklandırırdı: Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz." [Tirmizî,
Zühd 33, (2345) .] [12]
ـ4860 ـ1ـ عن
أبِى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
لَيْسَ
الْغِنَى عَنْ
كَثْرَةِ
الْعَرَضِ،
وَلَكِنَّ
الْغِنَى
غِنَى
النَّفْسِ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي.»الَعرضُ«
ما يتموله
انسان
ويقتنيه من
المال وغيره .
1. (4860)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Zenginlik mal çokluğuyla değildir. Bilakis zenginlik göz
tokluğuyladır." [Buhârî, Rikak 15; Müslim, Zekat 120, (1051); Tirmizî,
Zühd 40, (2374).][13]
AÇIKLAMA:
1- Göz tokluğu diye tercüme ettiğimiz ibarenin aslı غِنَى
النَّفْسِ dir,
yani nefis zenginliği, Bazı
hadislerde غِنَى
الْقَلْبِ kalp zenginliği
şeklinde gelmiştir. Dilimizde bunu en güzel ifade eden tabir göz tokluğu
tabiridir. Bunun zıddı da aç gözlülüktür.
2- Hadisin İbnu Hibban'da gelen bir veçhi şöyle: "Hz. Ebu
Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (bir defasında) bana:
"Ey Ebu Zerr! Zanneder misin ki mal çokluğu
zenginliktir?" buyurdular. Ben:
"Evet!" dedim. Tekrar:
"Mal azlığının da fakirlik olduğunu mu sanırsın?"
buyurdular. Ben yine: "Evet! Ey Allah'ın Resulü!" dedim. Bunun
üzerine:
"Şurası muhakkak ki gerçek zenginlik kalp zenginliğidir,
gerçek fakirlik de kalp fakirliğidir!" buyurdular.
İbnu Battal der ki: "Hadisin mânası şudur: "Zenginliğin
hakikatı mal çokluğu değil. Çünkü Allah'ın bol mal verdiği pekçok kimse,
kendisine verilene kanaat etmez, daha da artırmak için gayret sarfeder; haram mı,
helal mi nereden geldiğine aldırmaz. Hırsındaki şiddete bakınca fakir
zannedersin. Ancak zenginliğin hakikati ise nefis zeginliği, göz tokluğudur.
Gözü tok olan da, kendisine verilenle müstağni olan, ona kanaat getiren, rıza
gösteren, artırmak için hırsa kaçmayan, talepte ısrarlı olmayandır. İşte bu
zengin gibidir." Kurtubî der ki: "Hadisin mânası: "Faydalı veya
büyük veya memduh olan zenginlik nefis
zenginliğidir. Şöyle ki: Kişinin nefsi müstağni oldu mu tamahkârlığı bırakır,
izzet ve büyüklük kazanır. Böyle bir kimsenin elde ettiği itibar, saygı, şeref
ve övgü, hırsı sebebiyle aç gözlü olan bir
kimsenin elde ettiği zenginlikten fazladır. Çünkü hırs onu, cimriliği ve düşüklüğü sebebiyle
rezil işlere, hasis ve adi fiillere
atar. Halktan onu kınayanlar çoğalır, insanlar nazarında itibarı düşer,
herkesten daha hakir, daha zelil duruma düşer. Hülasa, nefis zenginliği ile
muttasıf olan kimse, Allah'ın kendine verdiği rızka kanaatkârdır, ihtiyaç dışı
olan şeyleri artırmak için hırs etmez,
talepte ısrarlı olmaz; istemek, dilenmek alçaklığını göstermez, bilakis
Allah'ın verdiği nasibine razı olur. Sanki ebedî bir zenginliğe kavuşmuş
gibidir. Aç gözlülükle muttasıf olan kimse, öbürünün zıddınadır. Herşeyden önce Allah'ın verdiğine razı
değildir, durmaksızın habire bir arayış ve talep içindedir. Onun gayesi mal elde
etmektir, haramhelal nasıl geldiği pek mühim değil, yeter ki kazansın. Bu hırs
içinde kaybedecek olursa çok üzülür, adeta yıkılır. O sanki mal yönüyle
fakirdir. Çünkü kendisine verilene istiğna göstermez ve sanki zengin değildir.
Şurası da var: Tokgözlülük, Allah'ın indindeki mükafaatın daha
hayırlı ve ebedî olduğunu bilerek Allah Teala'nın hükmüne rıza ve emrine teslim
olmaktan neş'et eder. Bu kimse hırs ve talepten yüz çevirmiştir."
Tîbî der ki: "Hadiste tokgözlülükle ilmî ve amelî kemalatın
husûlünün murad edilmiş olması da mümkündür. Öyleyse akil kişi, vaktini
kemalatı tahsilden ibaret hakiki
zenginliği kazanma yolunda harcamalıdır.
Mal toplamak için değil; zîra bu fakrı artırmaktan öte bir işe
yaramaz."
İbnu Hacer der ki: "Nefs zenginliği, kalp zenginliğiyle,
bütün işlerinde Allah'a karşı fakrını idrakle hasıl olur. Böylece, yakin
kesbeder ki bütün ihtiyaçları gören, maddî ve manevî zenginlikleri veren O'dur.
Bunları alan ve engelleyen de O'dur. Bu yakine eren kimse, Allah'ın kazasına
razı olur, nimetlerine şükreder. Sırrı
ortaya çıkınca O'na iltica eder. Kalbin, Rabbine duyduğu iftikârdan Rabbi dışındakilere karşı istiğna
(tokgözlülük) neş'et eder."[14]
ـ4861 ـ2ـ
وعنه رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #:
لَيْسَ
الْمِسْكِينُ
الّذِي
تَرُدُّهُ
اللُّقْمَةُ
وَاللُّقْمَتَانِ،
وَالتَّمْرَةُ
وَالتَّمْرَتَانِ،
وَلَكِنِ الْمِسْكِينُ
الّذِي َ
يَجِدُ غِنىً
يُغْنِيهِ
وََ يُفْطَنُ
بِهِ
فَيُتَصَدَّقَ
عَلَيْهِ،
وََ يَقُومُ
فَيَسْألَ
النَّاسَ[. أخرجه
الستة إ
الترمذي .
2. (4861)- Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"(Hakiki) fakir, kapı kapı dolaşırken verilen bir iki
lokmanın veya bir iki hurmanın geri çevirdiği kimse değildir. Fakat gerçek
fakir, ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan ve halini anlayıp kendisine
tasaddukta bulunacak biri çıkmayan, (buna rağmen) kalkıp halktan birşey
istemeyen kimsedir." [Buhârî, Zekat, 53, Tefsir, Bakara 48; Müslim, Zekat
102, (1039); Muvatta, Sıfatu'n-Nebiyy 7, (2, 923); Ebu Davud, Zekat 23, (1631,
1632); Nesaî, Zekat 76, (5, 85).][15]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Kur'an-ı Kerimde, kendisine zekat verilecekler
bahsinde (Tevbe 60) zikri geçen miskini açıklamaktadır. Miskin kelimesi kısaca
fakir demektir. Bu kelimenin örfî mânası izafîdir, herkesçe kabul edilmiş kesin
bir ölçüsü ve tarifi yoktur. Öyleyse, şerî ölçünün belirtilmesi gerekmektedir.
Aleyhissalâtu vesselâm, sadedinde olduğumuz hadiste bu meseleyi ele almakta, kapı kapı dolaşanların
hakiki fakir olmadıklarını belirtmekte,
insanlara halini açamayan gerçek fakirlerin araştırılması gereğine irşad buyurmaktadır.
Bazı alimler, kapı kapı dolaşanların şerî manada miskin olmadığını söyler ve
"Çünkü derler, böyle birisi yiyeceğini tahsile muktedirdir." Öyleyse
hadis, muzdar kalmadıkça, kapı kapı
dolaşanları zemmetmektedir. Tîbî, hadisten "Bu kimselerin zekata müstehak
olmaları gerektiği" hükmünü çıkarır. Ancak bazı alimler: "Murad,
onların müstehak olmalarını nefyetmek değil, gerçek fakirliğin bu bilinen
fakirliğin dışında olduğunu ve onların zekata müstehak olduklarını
takrirdir" demiştir. Hadisle ilgili olarak Nevevî de şunları söyler:
Hadisin mânası şudur: "Sadakaya
ehakk ve ona muhtaç olan kâmil mânadaki fakir miskin, kapıları
dolaşanlar değildir. Hadis böylelerinden fakirliği nefyetmiyor, kâmil mânada fakirliği
reddediyor."
Ayet-i kerimede Cenab-ı Hak da gerçek fakirleri, iffetinden insanlara açamayan ihtiyaç sahipleri olarak
tanıtır: "Sadakalar kendilerini Allah yolunda hizmete adamış fakirler içindir
ki, onlar yeryüzünde dolaşıp hayatlarını kazanmaya fırsat bulamazlar. Onların
hallerini bilmeyen kimse, istemekten çekindikleri için, onları zengin sanır. Ey
Habibim, sen onları yüzlerinden tanırsın. Yoksa onlar insanlardan ısrarla
birşey istemezler..." (Bakara 173.)
Şu halde ayet ve hadis, gerçek mânada fakirlik için iki şart beyan etmiş olmaktadır;
1) Zengin olmamak,
2) İffet sebebiyle ihtiyacını kimseye açmadığı için zengin
zannıyla halk tarafından fakirliği bilinmemek.
Başta Şafiî bir kısım
alimler, bu delilden hareketle, fakir ve miskin arasında bir fark görürler ve
derler ki: "Fakirin hali miskinden daha kötüdür. Miskin, birşeyleri olan
fakat kendisine kafi gelmeyen kimsedir.
Fakir ise, hiçbir şeyi olmayan kimsedir." Bu açıklamaya şu ayetten de
delil gösterilmiştir: "Gemiye gelince o, denizden çalışan miskinlere
aitti" (Kehf 79). Ayette, içinde çalıştıkları gemileri olduğu halde,
birkısım insanlar miskin diye yadedilmiştir.
Ebu Hanife ve diğer birkısım alimlere göre tam tersine miskin,
fakire nazaran durumu daha kötü olan kimsedir. Bunların delili,
"veya toprağa atılmış bir miskine" (Beled16) ayetidir. Bunlara
göre miskin, toprağa çıplaklık sebebiyle atılmıştır.
İbnu'l-Kasım ve Ashab-ı Malik: "Fakir ve miskinin aralarında
bir fark yoktur, ikisi de halen birbirlerine müsavidir" demiştir. Böyle
hükmedenlere göre: "Meskenet (miskinlik) fakrın ayrılmaz vasfıdır ama,
zillet ve alçaklık mânasına gelmez.
Zîra, öyle miskin vardır ki, nefis zenginliği sebebiyle büyük krallardan daha
izzetlidir. Öyleyse miskinin manası, dünyevî ihtiyaçlarını teminde aciz kimse
demektir. Aciz kimse, ihtiyaçlarını temine kalkmaz, yerinde sakin kalır.[16]”[17]
ـ4862 ـ1ـ عن
أبِي هُريرة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إذَا
نَظَرَ أحَدُكُمْ
الى مَنْ
فُضِّلَ
عَلَيْهِ في
الْمَالِ
وَالْخَلْقِ
فَلْيَنْظُرْ
الى مَنْ هُوَ
أسْفَلُ
مِنْهُ،
فذلِكَ
أجْدَرُ أنْ َ
تَزْدَرُوا
نِعْمَةَ
اللّهِ
عَلَيْكُمْ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي.
وزاد رزين في
رواية: قال
عون بن
عبداللّه بن
عتبة رحمه
اللّه: كنت أصحب
ا‘غنياء، فما
كان أحدٌ أكثر
همّا منّي؛ كنت
أرى دابة
خيراً من
دابتي،
وثوباً خيراً
من ثوبي. فلما
سمعت هذا
الحديث صحبت
الفقراء
فاسترحت.»ازدراء«
احتقار
والعيب
وانتقاص .
1. (4862)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Sizden biri, mal ve yaratılışça kendisinden üstün olana
bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak,
Allah'ın üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için gereklidir." [Buhârî,
Rikak 30; Müslim, Zühd 8, (2963); Tirmizî, Kıyamet 59, (2515).]
Rezin bir rivayette şu ziyadede bulundu: "Avn İbnu Abdillah
İbnu Utbe rahimehullah dedi ki: "Ben zenginlerle düşüp kalkıyordum. O
zaman benden daha heveslisi yoktu. Bir binek görsem benimkinden daha iyi
görürdüm; bir elbiseye baksam, benimkinden daha iyi olduğuna hükmederdim. Ne
zaman ki bu hadisi işittim, fakirlerle düşüp kalktım ve rahata erdim."[18]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Müslümanda bulunması gereken mühim bir edebi dile
getirmektedir. Daima kendimizden aşağıda olana bakmak. Kendimizden aşağı
deyince, sadece malmülk yönüyle aşağı olanlar anlaşılmamalıdır. Nitekim,
hadiste halk tabiri de geçmektedir; yaratılış diye tercüme ettik. Alimler bunu suretce (yani dış
görünüşce) diye açıkladıkları gibi, evlad, iyal, yakınlar, akrabalar gibi dünya
hayatının zinetine girebilecek herşey
diye de anlamışlardır.
Sadedinde olduğumuz hadis mânasında olmak üzere, Resulullah bir
başka rivayette: "Zenginlerle az düşüp kalkın. Zîra böyle yapmanız,
Allah'ın (size olan) nimetini küçük görmemenize yardımcı olur"
buyurmuştur.
Bazı alimler şöyle demiştir: "Bu hadiste mühim bir hastalığın
ilacı var; zîra bir kimse, kendinden üstün kimseye bakınca, bu halin onda hased
uyandırmayacağından emin olamaz. Bu haset hastalığının ilacı da kendinden
aşağıda olana bakmasıdır. Baktığı takdirde kendi haline şükretmeye tevessül
eder." Mevzumuzu bütünleyecek bir başka hadis de şöyle: "İki haslet
var ki, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazar.
Kim dünya işlerinde durumu kendisinden düşük olana bakarsa, kendisindeki ona
olan üstünlük sebebiyle Allah'a hamdeder. Kim de, dinî meselelerde kendinden
üstün olanlara bakarsa ona uyar. Kim de dünya işlerinde kendinden üstün olana
bakarsa, elinde olmayanlar için esef eder, üzülür ve böylece şükredici ve
sabredici olarak yazılmaz."[19]
ـ4863 ـ1ـ عن
ابْنِ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
]قَالَ
رَسُولُ اللّهِ
#: َ تَزالُ
الْمَسْألَةُ
بِأحَدِكُمْ حَتّى
يَلْقى
اللّهُ
وَلَيْسَ
بِوَجْهِهِ مُزْعَةُ
لَحْمٍ[.
أخرجه
الشيخان
والنسائي.»المزعةُ«
القطعة من
اللحم صغيرة
كالتفة من الشئ
.
1. (4863)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sizden biri dilenmeye devam ettiği takdirde yüzünde bir
parça et kalmamış halde Allah'a kavuşur." [Buhârî, Zekât 52; Müslim, Zekat
103, (1040); Nesâî, Zekât 83, (5, 94).][20]
ـ4864 ـ2ـ
وعن سمرة بن
جندب رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
المَسَائِلُ
كُدُوحٌ يَكْدَحُ
بِهَا
الرَّجُلُ
وَجْهَهُ،
فَمَنْ شَاءَ
أبْقى عَلى
وَجْهِهِ،
وَمَنْ شَاءَ
تَرَكُهُ. إَّ
أنْ يَسْألَ
الرَّجُلُ
ذَا سُلْطَانٍ
في أمْرٍ َ
يَجِدُ
مِنْهُ
بُداً[. أخرجه أصحاب
السنن.»الكُدوحُ«
الخموش.و»سُؤُالُ
السُّلْطَانِ«
قيل أراد به
أن يطلب حقه
من بيت المال .
2. (4864)- Semüre İbnu
Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İstemeler bir nevi cırmalamalardır. Kişi onlarla yüzünü cırmalamış olur. Öyle ise, dileyen (hayasını
koruyup) yüz suyunu devam ettirsin, dileyen de bunu terketsin. Şu var ki,
kişi, zaruri olan (şeyleri) iktidar
sahibinden istemelidir." [Ebu Davud, Zekat 26, (1639); Tirmizî, Zekat 38,
(681); Nesâî, Zekat 92, (5, 100).][21]
ـ4865 ـ3ـ
وعن عائذِ
بْنِ عَمْرُو
قال: ]سَألَ
رَجُلٌ
رَسُولَ
اللّهِ #
فأعْطَاهُ
فَلَمّا
وَضَعَ
رِجْلَهُ
عَلى أُسْكُفَّةِ
الْبَابِ
قَالَ #: لَوْ
تَعْلَمُونَ
مَا في
الْمَسْألَةِ
مَا مَشى
أحَدٌ الى
أحَدٍ يَسْألُهُ
شَيْئاً[.
أخرجه
النسائي .
3. (4865)- Aiz İbnu Amr
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'dan birşeyler istedi. Aleyhissalâtu vesselâm da verdi. Adam dönmek
üzere ayağını kapının eşiğine basar basmaz, Aleyhissalâtu vesselâm:
"Dilenmede olan (kötülükleri) bilseydiniz kimse kimseye
birşey istemek için asla gitmezdi!" buyurdular." [Nesâî, Zekat
83, (5, 94, 95).][22]
ـ4866 ـ4ـ
وعن الزبير
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: ‘نْ
يَأخَذَ
أحَدُكُمْ
أحْبُلَهُ
ثُمَّ يَأتِى
الْجَبَلَ
فَيَأتِى
بِحُزْمَةٍ
مِنْ حَطَبٍ
عَلى
ظَهْرِهِ فَيَبِيعُهَا،
خَيْرٌ لَهُ
مَنْ اَنْ
يَسْألَ
النَّاسَ، أعْطُوهُ
أوْ
مَنَعُوهُ[.
أخرجه
البخاري .
4. (4866)- Hz. Zübeyr
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kişinin iplerini alıp dağa gitmesi, oradan sırtında bir
deste odun getirip satması, onun için, insanlara gidip dilenmesinden daha hayırlıdır. İnsanlar
istediğini verseler de vermeseler de." [Buhârî, Zekat 50, Büyû' 15.][23]
AÇIKLAMA:
1- Dinimiz dilenme meselesine
de yer vermiş, onunla ilgili bazı teferruatı teşri etmiştir. Zaruret haline
gelen bir durumda, insanlara halini açmak meşru kılınmış ise de, dilenmeyi
kazanç vasıtası veya meslek haline getirmeyi haram kılmıştır. Yukarıda
kaydedilen hadisler bu hususu ifade etmektedir. Bu mevzuda müteakiben gelecek
başka hadisler de mevcuttur. Alimlerimiz Kim, insanlara (mal) artırmak için
talepte bulunursa ateş talep etmiş olur" hadisine dayanarak ihtiyacını
görecek miktar dışında istemeyi haram addetmiştir.
2- Hattabî'ye göre, dilencinin, kıyamet günü yüzünün eti ve
derisi dökülmüş olarak hesap vermeye gelmesi, onun itibarını, değerini, mevkiini kaybederek, iyice düşüp
alçaldığını ifade eder. Hattâbî devamla der ki: "Veya dilencinin azabı, yüzüne
tatbik edilecektir; bu sebeple yüzünün eti dökülecektir. Çünkü, ceza prensip
olarak cinayetin işlendiği azaya
uygulanır. Dilenci de, dilenmek suretiyle yüzünü alçaltıp zelil
etmiştir. Veya dilenci, yüzü tamamen kemik olduğu halde ba's olunur. Böylece bu
hal ona, kendisini tanıtan bir alâmet olur."
İbnu Ebî Cemre, yüzden etin dökülmesini, "Kişide hiçbir
güzellik kalmaz, çünkü yüz güzelliği yüzde
mevcut etle tahakkuk eder" der.
Mühelleb, zahirî mânayı esas almak ister. Ona göre, burdaki sır
şudur: "Kıyamet günü, güneş yaklaşacaktır, eğer kişi yüzünde et olmaksızın
gelirse, güneş ona daha çok eziyet verir. Hadisle, zengin olduğu halde malını
artırmak düşüncesiyle dilenene sadakanın helal olmadığı murad edilmiştir. Amma,
muzdar kalıp isteyen kimseye herhangi bir ikab yoktur, onun istemesi
mübahtır."
3- 4866 numarada kaydedilen Hz. Zübeyr (radıyallahu anh),
rivayetinde Aleyhissalâtu vesselâm, "kişinin rızkını temin için
dilenmektense, nefsini en meşakkatli işte yormasının daha hayırlı
olacağını" ifade etmektedir. Bu da
şeriat-ı garramız nazarında dilenmenin ne kadar çirkin olduğunu ifadeye kafidir.
Kişi isteyince, istemenin zilletini çektiği gibi, verilmeyince de reddedilmenin
zilletini çeker, bu esnada sarfedilecek kınamalar haysiyet kırıcı hakaretler de
caba. Kendisinden istenen kimse her
isteyene vermeye kalksa, zamanla o da darlığa düşer. İstemek meşru, her
isteyene vermek vacib olsa, bedava geçime alışan insanlar çoğalır, iktisadî
hayat bozulur. Bu sebeple dinimiz istemeyi çok dar kayıtlarla meşru kılmış,
kazanmaya gücü yetene dilenmeyi haram etmiştir.[24]
ـ4867 ـ5ـ
وعن
ثَوْبَانِ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
يَتَكَفَّلُ
لِي أنْ َ
يَسْألَ
النَّاسَ
شَيْئاً
وَاتَكَفَّلُ
لَهُ
بِالْجَنَّةِ.
فقَالَ
ثَوْبَانُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ: أنَا.
فَكَانَ َ
يَسألُ
أحَداً
شَيْئاً[.
أخرجه أبو داود
والنسائي .
5. (4867)- Sevban
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir
gün):
"Cenneti garanti etmem
mukabilinde, insanlardan hiçbir
şey istememeyi kim garanti edecek?"
buyurdular. Sevban (radıyallahu anh) atılıp:
"Ben, (Ey Allah'ın Resulü!)" dedi. Sevban (bundan böyle)
hiç kimseden birşey istemezdi." [Ebu Davud, Zekat 27, (1643); Nesâî, Zekat
86, (5, 96).][25]
AÇIKLAMA:
Burada istemek kelimesi, dilenmeden daha geniş bir mânada
kullanılmıştır. Çünkü hiçbir şey istememek talep edilmektedir. Nitekim,
Ashab'tan gelen rivayetler, onların
Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu nevi tavsiyelerini, söylediğimiz manada
anladıklarını te'yid etmektedir. Zîra Ebu Davud'un aynı babtaki bir başka
rivayetinde "(Bu hadisi işitenlerden bazıları vardı ki, yere kamçısı düşse
"şunu bana ver!" demez (bineğinden inip kendisi alır)dı"
denmektedir. Nevevî: "Bu hadiste, istemek denebilen bir şey ne kadar basit
de olsa ondan kaçınmaya teşvik var" der. Ancak alimler, nefse ölüm
getirecek bir darlık karşısında talebin
meşru olduğuna hükmederler. Çünkü derler, "Zaruretler haramı mübah
kılar." Hatta bazıları: "Böyle bir durumda istemez ve ölürse, asi olarak ölmüş
olur" demiştir.[26]
ـ4868 ـ6ـ
وعن مَعاوية
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ # َ
تُلْحِفُوا
في الْمَسْألَةِ،
فَوَاللّهِ َ
يَسْألُنِي أحَدٌ
مِنْكُمْ
شَيْئاً
فَتُخْرِجُ
لَهُ مَسْألَتُهُ
شَيْئاً
وَأنَا لَهُ
كَارِهٌ فَيُبَارَكُ
لَهُ فِيمَا
أعْطَيْتُهُ[.
أخرجه مسلم
والنسائي.»ا“لحافُ«
ا“لحاح في
المسألة وا“كثار
منها .
6. (4868)- Hz. Muaviye
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İstemede ısrar etmeyin. Vallahi, kim benden bir şey ister,
ben ona vermek arzu etmediğim halde, ısrarı (sebebiyle) bir şey kopartırsa,
verdiğim o şeyin bereketini görmez." [Müslim, Zekat 99, (1038); Nesâî,
Zekat 88, (5, 97, 98).][27]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), normalde
yasaklanmış olan istemeyle, mecbur kalındığı taktirde istemenin mühim bir
edebini öğretmektedir: Israr etmemek... Sadedinde olduğumuz hadiste ilhafla ifade edilen bu hali ısrar
etmek diye tercüme ettik. Ancak bir kısım dilencilerin bu husustaki halini ifade için sırnaşmak kelimesi de kullanılabilir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Nesâî'de gelen bir başka
hadislerinde ilhafın ne olduğunu açıklar; "Ebu Saidu'l-Hudrî anlatıyor: "Annem
beni
Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gönderdi. Yani ondan ciddi bir ihtiyacımız için
birşeyler isteyecektim. Yanına varıp oturdum (ihtiyacımı söyleyemedim).
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana yöneldi ve (niyetimi anlamışcasına):
"Kim (başkasına ihtiyaç arzından) istiğna ederse, Allah onu
müstağni kılar. Kim iffetini korumak isterse Allah onun iffetini korur. Kim
(azla) yetinmek isterse Allah ona
kifayet verir. Kim bir okiyye değerinde malı olduğu halde başkasından
isterse "ilhaf"ta bulunmuş olur" buyurdular. Ben (kendi kendime): "Bakûte
adındaki devem bir okiyye (=40 dirhem)den daha değerli!" deyip geri döndüm
ve Aleyhissalâtu vesselâm' dan istekte bulunmadım."
Şu hade, bu rivayete
göre, ulemanın ısrar diye açıkladığı
ilhaf, 40 dirheme tekabül eden bir malı olduğu halde dilenmektir. 4870 numaralı hadis bu miktarın altın cinsinden
olduğunu tasrih edecektir. Ebu Said rivayeti, ayrıca Ashab'ın, bu kırk dirheme
sahip olmaktan ne anladığını da göstermektedir: Bundan maksad 40 dirhemlik nakid
para değil, bu değerde, paraya tahvil edilebilecek bir maldır. Sözgelimi bir
devesi olmak, bağı bahçesi olmak gibi.[28]
ـ4869 ـ7ـ
وعن ابْنِ
الفَراسِِي:
]أنَّ أبَاهُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قَالَ:
يَا رَسُولَ
اللّهِ،
أسْألُ؟
قَالَ: َ.
وَإنْ كُنْتَ
َ بُدَّ فاسْأل
الصَّالِحِينَ[.
أخرجه أبو
داود والنسائي
.
7. (4869)-
İbnu'l-Firâsî'nin anlattığına göre, babası (radıyallahu anh): "Ey Allah'ın
Resulü! (ihtiyacımı başkasından) isteyeyim mi?" diye sormuş, Aleyhissalâtu
vesselâm da:
"Hayır, isteme! Ancak istemek zorunda kalmışsan, bari
salihlerden iste!" buyurmuşlardır. [Ebu Davud, Zekat 28, (1646); Nesâî,
Zekat 84, (5, 95).][29]
AÇIKLAMA:
Burada salih, ihtiyacı görmeye muktedir olan demektir. Hayırlı
kimse mânasına da gelir. Salihler, isteyeni boş çevirmezler ve gönül rızası ile
verirler. Ayrıca salihlerin ihsanı helal maldandır, kıymetli, haysiyetlidir,
rencide edici değildir. Salih olan Allah rızası için verir, minnet etmez, hayır
duada bulunur.[30]
ـ4870 ـ8ـ
وعن ابْنِ
مسعودٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
سَألَ النَّاسَ
وَلَهُ مَا
يُغْنِيهِ
جَاءَ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وَمَسْألَتُهُ
في وَجْهِهِ
خُمُوشٌ أوْ
خُدُوشٌ أوْ
كُدُوحٌ
قِيلَ: وَمَا
يُغْنِيهِ؟
قَالَ: خَمْسُونَ
دِرْهَماً
أوْ
قِيمَتُهَا
مِنْ الذَّهَبِ[.
أخرجه
أصْحَابَ
السُّنَنِ .
8. (4870)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim, kendisini müstağni kılacak miktarda malı olduğu halde
isterse, kıyamet günü, istediği şey suratında bir tırmalama veya soyulma veya
ısırma yarası olarak gelir!" Yanında bulunanlar:
"Kişiyi müstağni kılan (miktar) nedir?" diye sordular.
"Kırk dirhem altın veya o kıymette bir başka şey!"
buyurdular." [Ebu Davud, Zekat 23, (1626); Tirmizî, Zekat 22, (650);
Nesâî, Zekât 87, (5, 97); İbnu Mace, Zekat 26, (1840).][31]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste dilenciliğin cezası olarak kıyamet günü suratta
hasıl olacak yaralar humuş, huduş ve küduh kelimeleriyle ifade edilmiştir.
Bunlar bir bakıma müterâdif kelimelerdir. Mânayı te'yiden üçü de söylenmiştir.
Bazı alimler, kelimeler arasında mâna farkı olduğunu söylemiştir. Buna göre az
isteyen, çok isteyen ve aşırı isteyen herbirinin mertebesine göre yara farklıdır,
tercümede tırmalama, soyma, ısırma diye bu derecelemeyi belirtmeye çalıştık.
2- Hadiste zenginliğin ölçüsüne temas edilmekte ise de, İmam
Malik ve Şafii rahimehumallah: "Zenginliğin malum bir sınırı, tarifi
yoktur, insanların haline itibar edilir" demişlerdir. Kişi
kazanabiliyorsa, Şafii'ye göre, tek dirhemle de
zengindir. Çalışmaktan aciz kimse, iyali de çoksa, bin dirhemi de olsa
fakirdir. Alimlerden bir kısmı, bu hadise dayanarak 50 dirhemi olan kimsenin zengin
sayılacağına ve sadakanın ona haram olacağına hükmetmiştir (Sevrî,
İbnu'l-Mübârek, Ahmed, İshak). Ebu Hanife ve ashabı sadakayı haram kılan
miktarın 200 dirhem olduğunu söylemişlerdir. Bu onlara göre aynı zamanda zekatı
farz kılan nisabtır.[32]
ـ4871 ـ9ـ
وعن أبِي
هريرة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
سَألَ النَّاسَ
تَكَثُّراً،
فإنَّمَا
يَسْألُ
جَمْراً فَلَيَسْتَقِلَّ
أوْ
لِيَسْتَكْثِرْ[.
أخرجه مسلم.
9. (4871)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim (malını artırmak için) insanlardan dilenirse, o mutlak
surette ateş talep etmiş olur. Öyleyse ister azla yetinsin isterse çoğaltmayı
istesin, (artık kendisi bilir)!" [Müslim, Zekat 105, (1041).][33]
ـ4872 ـ10ـ
وعن قبيصة بن
مخارق رَضِيَ
اللّهُ عَنْهُ
قال:
]تَحَمَّلْتُ
حَمَالَةً
فَلَقِيْتُ
رَسُولَ
اللّهِ #
أسْألُهُ
فيهَا.
فقَالَ: أقِمْ
حَتّى
تَأتِينَا الصَّدَقَةُ
فَنَأمُرَ
لَكَ مِنْهَا.
ثُمَّ قَالَ:
يَا
قَبِيصَةُ،
إنَّ
الْمَسْألَةَ
َ تَحِلُّ إَّ
‘حَدِ ثَثَةٍ:
رَجُلٌ
تَحَمَّلَ حَمَالَةً،
فَحَلّتْ
لَهُ
الْمَسْألَةُ
حَتّى يُصِيبَهَا.
ثُمَّ
يُمْسِكُ،
وَرجُلٌ
أصَابَتْهُ
جَائِحَةٌ
فَاجْتَاحََتٌ
مَالَهُ فَحَلّتْ
لَهُ
الْمَسْألَةُ
حَتّى
يُصِيبَ قِوَاماً
مِنْ عَيْشِ،
أوْ قَالَ
سِدَاداً مِنْ
عَيْشٍ؛
وَرَجُلٌ
أصَابَتْهُ
فَاقَةٌ، حَتّى
يَقُولَ
ثََثَةٌ مِنْ
ذَوِي
الْحِجَى
مِنْ
قَوْمِهِ:
لَقَدْ
أصَابَتْ
فَُناً
فَاقَةٌ،
فَحَلَّتْ
لَهُ
الْمَسْألَةُ
حَتّى
يُصِيبَ
قِوَاماً
مِنْ عَيْشٍ،
أوْ قَالَ
سِدَاداً
مِنْ عَيْشِ،
فَمَا
سِواهُنَّ
مِنَ
الْمَسألَةِ يَا
قَبِيصَةُ
سُحْتٌ،
يَأكُلُهُ
صَاحِبُهُ
سُحْتاً[.
أخرجه مسلم
وأبو داود
والنسائي.»الحمالةُ«
بفتح الحاء أن
يقع حرب بين
قومين فتقع
بينهم قتلى
فيلتزم رجل أن
يؤدي ديات
القتلى من
عنده طلباً
للصلح واتقاء
الفتنة.و»الجائِحَةُ«
اŒفة التي
تعرض ل“نسان
فتستأصل ماله
وتدعه
محتاجاً الى
الناس.و»القِوَامُ«
ما يقوم به
أمر ا“نسان من
ماله
ونحوه.و»السّدادُ«
بكسر السين ما
يكفي.و»السُّحْتُ«
الحرام، سمي
به ‘نه يسحت البركة،
أي يذهبها، أو
‘نه يهلك آكله.
10. (4872)- Kabisa İbnu
Muharik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sulh için diyet (hamâle) ödemeyi
kabullenmiştim. Bu hususta yardım istemek için Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
aradım ve karşılaştık. (Meseleyi açınca):
"Bekle, bize sadaka malı gelecek. O zaman ondan sana da
verilmesini emrederim" buyurdular. Sonra da:
"Ey Kabisa! İstemek, üç kişi dışında hiç kimseye helal olmaz:
* Sulh diyeti (hamale) kabullenen kimse. Buna, gereken miktarı
buluncaya kadar, istemesi helaldir. Ama o
miktara ulaşınca, artık istemez.
* Afete uğrayıp malını kaybeden kimse. Buna da maişetini temin
edecek miktarı elde edinceye kadar istemesi helaldir.
* Fakirliğe uğrayan adam. Eğer kavminden üç kişi, "Falancaya
fakirlik isabet etti" diye ittifak ederlerse, geçimine yetecek miktarı
elde edinceye kadar istemesi helaldir. Bunlar dışında istemek, ey Kabisa haramdır." [Müslim,
Zekat 109, (1044); Ebu Davud, Zekat 26, (1640); Nesâî, Zekat 86), (5, 96, 97).][34]
AÇIKLAMA:
1- Hamale, aralarında çıkan iki kabilenin veya kimselerin
arasını bulup sulhü temin etmek için bir tarafa ödenecek meblağa denir. Şu
halde hadiste Kabisa (radıyallahu anh) böyle bir vazifeyi üzerine almış ve
yüksek meblağ sebebiyle borçlu duruma düşmüştür. Bu durumda olan kimse
başkasından para isteyebilir.
2- Hadiste, dilenmesi caiz olan bir kimse fakirliğe uğrayan
adamdır. Ancak bunun fakirleştiğine dair, kendi kavminden aklı başında üç
kişinin şehadeti şart koşulmaktadır. Nevevî bu şehadet meselesiyle ilgili
olarak şu açıklamayı yapar: "Resulullah, şahidin kavminden olmasını şart
koştu. Çünkü onlar, adamın iç halini, mal durumunu, gizli olan ibadet durumunu
bilecek ehl-i hibredirler. Bu söylenenleri arkadaşlık sebebiyle yakından tanıyanlar
bilebilir. Akıl şartı zikredilmiştir. Çünkü şahitte teyakkuz (uyanıklık)
gerekli bir vasıftır, gaflet sahibinin şehadeti makbul olmaz.
Şahidin üç olması şartına gelince: Bu hususta ashabımızdan
(Şafiilerden) bazısı der ki: "Fakra düşmüş olmanın sübûtunda beyyine
budur." Böyle düşünenler, hadisin zahirini esas alarak, bu meselede az
sayıda şahidin kabul edilmeyeceğini söylemiştir. Ancak cumhur, zina hariç diğer
şahidliklerde olduğu gibi, bu meselede
de iki adil kimsenin yeterli olacağını söylemiş, hadiste geçen "üç"ü,
istihbaba hamletmiştir. Bu şart ayrıca, kendisinin malı olduğu bilinen kimseye
hamledilmiş; dolayısıyle, zengin kimsenin malından telef olduğu, fakirleştiği
husustaki şahsî beyanının makbul olmayacağına hükmedilmiştir. Malı olmadığı
bilinen kimse için beyyine yani şehadet
şart değildir, kendi beyanı esas alınır."
Şu halde, hadiste zikredilen bu üç hal dışında dilenmek haramdır.[35]
ـ4873 ـ11ـ
وعن أنَسٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]أتَى رَجُلٌ
مِنَ
ا‘نْصَارِ
يَسْألُ
رَسُولَ اللّهِ
# فقَالَ: أمَا
في بَيْتِكَ
شَىْءٌ؟
قَالَ: بَلى؛
حِلْسٌ نَلْبَسُ
بَعْضَهُ
وَنَبْسُطُ
بَعْضَهُ، وَقَعْبٌ
نَشْرَبُ
فيهِ
الْمَاءَ.
فقَالَ: ائْتَنِى
بِهِمَا.
فأتَاهُ
بِهِمَا.
فأخَذَهُمَا #
بِيَدِهِ،
وَقَالَ: مَنْ
يَشْتَرِي
هذَيْنِ؟
قَالَ رَجُلٌ:
أَنا
آخُذُهُمَا
بِدِرْهَمٍ. قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
يَزِيدُ عَلى
دِرْهَمٍ
مَرَّتَيْنِ
أوْ ثََثاً.
قَالَ رَجُلٌ:
أنَا
آخُذُهُمَا
بِدِرْهَمَيْنِ.
فأعْطَاهُمَا
إيَّاهُ،
وَأخَذَ
الدِّرْهَمَيْنِ
فَأعْطَاهُمَا
لِ‘نْصَارِي،
وقَالَ: اشْتَرِ
بِأحَدِهِمَا
طَعَاماً
فَانْبِذُهُ الى
أهْلِكَ،
وَاشْتَرِ
باŒخَرِ
قَدُوماً
فَاْتِنِي
بِهِ. فأتَاهُ
بِهِ فَشَدَّ
فيهِ رَسُولُ
اللّهِ #
عُوداً
بِيَدِهِ.
ثُمَّ قَالَ
لَهُ: اذْهَبْ
فَاحْتَطِبْ
وَبِعْ، وََ
أرَيَّنَّكَ
خَمْسَةَ
عَشْرَ
يَوْماً.
فَفَعَلَ
ثُمَّ جَاءَ،
وَقَدْ
أصَابَ
عَشَرَةَ
دَرَاهِمَ فَاشْتَرَى
بِبَعْضِهَا
ثَوْباً
وَبِبَعْضِهَا
طِعَاماً
فقَالَ لَهُ #:
هذَا خَيْرٌ
لَكَ مِنْ أنْ
تَجِئَ
الْمَسْألَةُ
نُكْتَةَ في
وَجْهِكَ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ،
إنَّ
الْمَسْألَةَ
َ تَصْلُحُ
إَّ لذِي
فَقْرٍ
مُدْقِعٍ، أوْ
لِذِي غُرْمٍ
مُقْطِعٍ،
أوْ لِذِي
دَمٍ مُوجِعٍ[.
أخرجه أبو
داود، وهذا
لفظه،
والترمذي
باختصار .
11. (4873)- Hz.Enes
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Ensârî bir zat gelip Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'dan birşeyler istemişti.
"Evinde hiçbir şey yok mu?" buyurdular. Adam:
"Evet, dedi. Bir çulumuz var. Bir kısmıyla örtünüp,
birkısmını da yaygı olarak yere seriyoruz! Bir de su içtiğimiz kabımız
var."
"Onları bana getir!" diye emrettiler. Adam gidip
getirdi. Aleyhissalâtu vesselâm eşyaları
eline alıp:
"Şunları satın alacak yok mu?" buyurdular. Bir adam:
"Ben bir dirheme satın
alıyorum" dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bir dirhemden fazla
veren yok mu?" dedi ve iki üç sefer tekrarlayarak (açık artırmaya
çıkardı). Orada bulunan bir adam:
"Ben onlara iki dirhem veriyorum" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm eşyaları ona sattı. İki dirhemi alıp Ensariye verdi ve:
"Bunun biriyle ailen için yiyecek al, ailene ver. Diğeriyle
de bir balta al bana getir!" buyurdular. Adam gidip bir balta alıp getirdi. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), ona eliyle bir saplık geçirdi. Sonra:
"Git, odun eyle, sat ve on beş gün bana gözükme!"
buyurdu. Adam aynen böyle yaptı, sonra yanına geldi. Bu esnada on dirhem
kazanmış, bunun bir kısmıyla giyecek, bir kısmıyla da yiyecek satın almıştı.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Bak, bu senin için, kıyamet günü alnında dilenme lekesiyle gelmenden daha
hayırlıdır!" buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti:
"Dilenmek, sersefil, fakra düşmüş veya rüsvay edici borca
batmış veya elem verici kana bulaşmış inanlar dışında, kimseye caiz değildir."
[Ebu Davud, Zekat 26, (1641); Tirmizî, Büyû 10, (1218); İbnu Mace, Ticârât 25,
(2198).][36]
AÇIKLAMA:
Hadiste geçen elem verici kan tabiriyle katil ve yakınları
kastedilmiştir. Çünkü diyet ödeyerek sulha bağlanan kan meselesinde, katilin
ödeyecek yeterli miktarda parası
olmadığı taktirde, katil ve yakınları sıkıntı
ve elem içerisinde kalır. Resulullah bu durumda katil tarafın dilenerek
de olsa, malum meblağı temin etmeye ruhsat
tanımıştır.
Hadis, fukaralık probleminin çözümünde en müessir, en muteber yolu
da göstermiştir: En zaruri eşyalardan bile olsa ucuzpahalı satıp basit bir
sermaye teşkil edip, bu parayı meşru olan bir iş, bir ticarete maya yapmak. Bu tarzda hiçbir kimseye minnet
mevcut değildir. Kişi ailesi içerisinde daha sade, maddî teçhizattan daha
mahrum bir vaziyette yaşayabilir. Başkasına borç pahasına lüks hayatı Resulullah
tavsiye etmemektedir. Zahmetli bile olsa çalışarak kazanmak, minnetli
yaşamaktan pek çok evladır.[37]
ـ4874 ـ12ـ
وعن حبشي بن
جنادة
السلولي
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه قال:
]أتَى أعْرَابِىٌّ
رَسُولَ
اللّهِ #
وَهُوَ وَاقِفٌ
بِعَرَفَةَ
فَأخَذَ
بِطَرَفِ
رِدَائِهِ،
وَسَألَهُ
إيّاهُ.
فَأعْطَاهُ
إيّاهُ. فَذَهَبَ
بِهِ مَعَهُ.
فَعِنْدَ
ذلِكَ حُرّمَتِ
الْمَسْألَةُ.
فقَالَ #: إنَّ
الصَّدَقَةَ َ
تَحِلُّ
لِغَنِيٍّ،
وَلِذِي
مِرَّةٍ سَوِيٍّ،
وََ تَحِلُّ
اَِّ لِذِي
فَقْرٍ
مُدْقِعٍ،
أوْ غُرْمٍ
مُفْظِعٍ،
أوْ دَمٍ
مُوجِعٍ،
وَمَنْ سَألَ
النَّاسَ
لِيُثْرِى
بِهِ مَالهُ
كَانَ
خُمُوشاً في
وَجْهِهِ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
وَرَضْفاً
يَأكُلُهُ
مِنْ
جَهَنَّمَ. فَمَنْ
شَاءَ
فَلْيُقْلِلْ،
وَمَنْ شَاءَ
فَلْيُكْثِرْ[.
أخرجه
الترمذي.وزاد
رزين رحمه
اللّه: »وَإنّي
‘عْطِي
الرَّجُلَ
الْعَطِيَّةَ
فَيَنْطَلِقُ
بِهَا تَحْتَ
إبْطِهِ أوْ
جَاعِلُهَا فِي
بَطْنِهِ
وَمَا هِيَ
إَّ نَارٌ
فقَالَ لَهُ
عُمَرُ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
فَلِمَ تُعْطِي
يَا رَسُولَ
اللّهِ مَا
هُوَ نَارٌ.
فقَالَ: أبَى
اللّهُ لِي
الْبُخْلَ
وَأبَوْا إَّ
مَسْألَتِى.
قَالُوا:
وَمَا
الْغِنَى
الَّذِى َ
يَنْبَغِي
مَعَهُ
الْمَسْألَةُ؟
قَالَ قَدْرُ
مَا
يُغَدّيهِ
أوْ
يُعَشِّيهِ«.»المِرّةُ«
بكسر الميم:
الشدة
والقوة.و»السّوِىّ«
التام الخلق
السليم من
اŒفات.و»الفَقْرُ
الْمُدْقِعُ«
هو الذي يلصق
صاحبه
بالدقعاء،
وهى التراب لشدته،
وقيل هو سوء
احتمال
الفقر.و»الغُرمُ«
أداء ما تكفلت
به.و»المُفظعُ«
الشديد
الشنيع.و»الدّمُ
المُوجِعُ« أن
يتحمل إنسان
دية فيسعى فيها
يؤدّيها الى
أولياء
المقتول،
وإن لم يؤدها
قتل المتحمل
عنه وهو نسيبه
أو حميمه
فيوجعه
قتله.و»الرَّضْفُ«
جمع رضفة، وهى
الحجارة
المحماة .
12. (4874)- Habeşî İbnu
Cünâde es-Selûlî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Arafat'ta vakfede iken bir bedevi gelerek ridasının bir ucundan
tutup, ondan bunu istedi. Aleyhissalâtu vesselâm da onu ona verdi. Adam ridayı
beraberinde alıp gitti. Tam o sırada
dilenmek haram kılındı. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sadaka zengine helal değildir; sağlığı yerinde güç kuvvet sahibine de helal değildir. O, sersefil edici,
fakre düşen, haysiyeti kırıcı borca giren, eleme boğan kana bulaşan kimseler
dışında hiç kimseye helal değildir. Öyleyse, kim malını artırmak için insanlara
el açarsa, bu, kıyamet günü suratında cırmalama yaralarına ve cehennemde
yiyeceği kızgın taşlara dönüşür. Öyleyse (buyursun) dileyen azla yetinsin,
dileyen de çoğaltmaya çalışsın." [Tirmizî, Zekat 23, (653).]
Rezin merhum şu ziyadede bulunmuştur: "Ben, bir adama ihsanda
bulunurum. Adam da onu koltuğunun altına koyarak alıp gider veya yiyip midesine
indirir. Halbuki bu, (eğer layık değilse) o adam için ateşten başka bir şey
değildir.
Resulullah'ın bu sözü üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resulü! Öyleyse ateş olan bir şeyi niye
veriyorsunuz?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Allah benim cimri olmamı kabul etmedi, insanlar da benden
istememeyi kabul etmedi!" cevabını
verdi. Orada bulunanlar:
"Dilenmeyi haram kılan zenginlik nedir?" diye sordular.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Sabah veya akşam yetecek kadar yiyecektir!" buyurdular."[38]
ـ4875 ـ13ـ
وعن ابْنِ
مَسْعودٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
نَزَلَتْ بِهِ
فَاقَةٌ
فَأنْزَلَهَا
بِالنَّاسِ
لَمْ تُسَدَّ
فَاقَتُهُ،
وَمَنْ
نَزَلَتْ بِهِ
فَاقَةٌ
فَأنْزَلَهَا
بِاللّهِ
فَيُوشِكُ
اللّهُ لَهُ
بِرِزْقٍ
عَاجِلٍ أوْ
آجِلٍ[. أخرجه
أبو داود
والترمذي
وصححه.
13. (4875)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim kendisine gelen
bir fakirliği hemen halka intikal ettirirse (yani onlara açarak dilenmeye
kalkarsa), onun fakirliğinin önüne geçilmez. Kime de fakirlik gelir, o da bunu
Allah'a açarsa, Allah ona er veya geç rızkıyla imdat eder." [Tirmizî, Zühd
18, (2327); Ebu Davud, Zekat 28, (1645).][39]
AÇIKLAMA:
Bu hadiste, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), herhangi bir
sebeple maddî sıkıntıya düşen, fakr u zarurete maruz kalan kimsenin, insanlara şekvâ etmeyip
Allah'a yönelmesini tavsiye etmektedir. Tîbî, hadiste, "İçine düştüğü
fakirliğin giderilmesinde
insanlardan dilenmeyi esas
alan" kimsenin kastedildiğini
söyler.
Hadisin Ebu Davud'daki veçhinde
"Kim fakrını Allah'a açarsa, Allah'ın ona acil bir ölüm veya acil
bir zenginlikle imdat etmesi yakındır" buyrulmuştur. Şarihler, acil bir
ölümden yakınlardan zengin birinin ölümüyle mirasa konması diye yorum
çıkarmışlardır.[40]
ـ4876 ـ14ـ
وعن ابْنِ
عَبّاسٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
شَرُّ النَّاسِ
الَّذِى
يَسْألُ
بِوَجْهِ
اللّهِ وََ يُعْطَى
بِهِ.
وَقَالَ: َ
تَسْألُوا
بِوَجْهِ اللّهِ
إَّ مِنْهُ[.
أخرجه رزين .
14. (4876)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İnsanların en şerlisi, "Allah rızası için" diyerek
dilenip de, istediği verilmeyen kimsedir."
İbnu Abbas derdi ki: "Allah rızası için" diyerek istekte
bulunmayın. Bu tabiri sadece Allah'tan isterken kullanın." [Rezin tahric
etti. Hadis Suyutî'nin elCamiu's-Sagîr'inde mevcuttur. (Feyzu'l-Kadir şerhi 4,
159); Nesâî'de de, hadisin birinci kısmı, uzun bir rivayetin bir parçası olarak geçer. (Zekat 74, (5, 83-84).][41]
AÇIKLAMA:
Bu hadis,
belirtilen iki kaynakta farklı şekilerde harekelenmiş ve mana da biraz farklı
şekillerde tevcih edilmiştir.
el-Camiu's-Sagir'de
şöyle: "İnsanların en şerlisi, kendisinden "Allah adına"
denilerek istenir de buna rağmen
vermeyen kimsedir." Şarih Münavî, manayı belirttiğimiz şekilde tevcih
eder.
Nesâî'de ise
şöyle "Size insanların en şerlisini haber veriyorum.. "Allah
adına" diyerek ister, fakat "Allah adına" diyerek istenince
vermez." Şarih Sindî: "Bu kimse iki çirkinliği birleştirmiştir. Biri:
Allah'ın adını vererek istemesidir, diğeri de Allah'ın adını vererek isteyene
vermemesidir" demek suretiyle, hadiste ortaya çıkan iki mühim edebe dikkat
çeker.
1) İstemelerde "Allah adına", "Allah
aşkına", "Allah rızası için" gibi tabirlerden kaçınma gereği.
2) Bu gibi tabirler kullanılarak talepte bulunulduğu takdirde,
imkan nisbetinde isteneni yerine getirme gereği.[42]
ـ4877 ـ15ـ
وعن علي
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنَّهُ سَمَعَ
رَجًُ
يَسْألُ
النَّاسَ
يَوْمَ عَرَفَةَ.
فقَالَ: أفِي
هذَا
الْيَوْمِ
وفي هذَا الْمَكَانَ
تَسْألُ مِنْ
غَيْرِ اللّهِ؟
وَخَفَقَهُ
بِالدِّرَّةِ[.
أخرجه رزين .
15. (4877)- Hz. Ali
(radıyallahu anh)'den anlatıldığına göre, arafe günü (dilenerek) insanlardan
(sadaka) isteyen bir adam görür ve:
"Yani şu günde, şu yerde Allah'tan başkasından mı
istiyorsun?" der ve adama çubuğunu vurur. [Rezin tahric etmiştir.][43]
ـ4878 ـ16ـ
وعن عُمر
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]تَعْلَمُوا
أيُّهَا
النَّاسُ
اِنَّ
الطَّمَعَ فَقْرٌ،
وَإنَّ
الْيَأْسَ
غِنىً، وإنَّ
الْمَرْءَ
إذَا أيِسَ
مِنْ شَىْءٍ
اسْتَغنَى عَنْهُ[.
أخرجه رزين .
16. (4878)- Hz. Ömer
(radıyallahu anh) şöyle hitap etmiştir:
"Ey insanlar! Bilin ki
tamahkârlık fakirliktir, yeis (tamahkâr olmamak) zenginliktir. Kişi bir
şeye tamah göstermezse ondan müstağni olur."
Rezin tahric etmiştir. [44]
ـ4879 ـ1ـ عن
ابن عمر رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما أنَّ
عُمَرَ قَالَ:
]كَانَ رَسُولُ
اللّهِ #
يُعْطِيني
الْعَطَاءَ،
فأقُولُ:
أعْطِهِ مِنْ
هُوَ أفْقَرُ
إلَيْهِ مِنّي،
فَيَقُولُ:
خُذْهُ،
وَمَا
جَاءَكَ مِنْ
هذَا
الْمَالِ
وَأنْتَ
غَيْرُ
مُشْرِفٍ وََ
سَائِلٍ
فَخُذْهُ
فَتَمَوَّلْهُ،
فإنْ شِئْتَ فَكُلْهُ،
وإنْ شِئْتَ
فَتَصَدّقْ
بِهِ، وَمَا َ
فََ
تُتْبِعْهُ
نَفْسَكَ.
قَالَ سَالِمٌ:
فَ‘جْلِ ذلِكَ
كَانَ عَبْدُ
اللّهِ َ يَسألُ
أحَداً
شَيْئاً وََ
يَرُدُّ
شَيئاً أُعْطِيَهِ[.
أخرجه
الشيخان
والنسائي.والمراد
بقول: »وأنْتَ
غَيْرُ
مُشْرِفٍ« أى
غير طامع فيه
و طالب
له.وقوله:
»وَمَا َ فََ
تُتْبِعْهُ
نَفْسَكَ« أي
وما يكون على
هذه الصفة بل
أثرته نفسك
ومالت إليه
فاتركه .
1. (4879)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "(Babası) Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu
anh) dedi ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (zaman zaman) bana
ihsanda bulunuyordu. (Her seferinde ben):
"(Ey Allah'ın Resûlü!) bunu, buna benden daha muhtaç olan
birine verseniz!" diyordum. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Al bunu! Bu maldan,
sen istemediğin ve gelmesini bekler durumda olmadığın halde gelen birşey
olursa onu al ve temellük et (yani kendi malın kıl, malın olduktan sonra)
dilersen ye, dilersen sadaka olarak bağışla. (Bu vasıfta) olmayan mala nefsini
bağlama!" buyurdular.
(Hadisi İbnu Ömer'den rivayet eden) Salim der ki: "Bu (hadis)
sebebiyle Abdullah, kimseden bir şey istemezdi, (kendiliğinden) gelen bir şey
olursa onu da reddetmezdi." [Buhârî, Ahkam 17, Zekat 51; Müslim, Zekat 110, (1045); Nesâî, Zekat 94, (5,
105).][45]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis,
yapılacak ihsanları kabul edip etmemesi
hususunda mü' minlere bazı ölçüler verme gayesini gütmektedir. Hadisin
Buhari'deki bir veçhi, mevzuyu daha iyi anlamamıza imkan tanıyacak bazı ziyadeleri havidir. Şöyle ki:
"[Hz.Ömer'in memurlarından olan] Abdullah İbnu's-Sa'di'-nin anlattığına
göre, Hz. Ömer halife iken, yanına gelmiştir. Hz. Ömer ona:
"Bana anlatıldığına göre, sen bazı devlet işlerini üzerine
alıp yaptığın halde, mukabilinde verilen ücreti kabul etmiyormuşsun, bu doğru
mu?" diye sorar. "Evet!" cevabını alınca, Hz. Ömer:
"Bundan maksadın ne?" diye tekrar sorar. Abdullah İbnu's-Sa'dî:
"Benim atlarım, kölelerim var. Hayır üzereyim (ihtiyacım
yok). Ben ücretimin Müslümanlara sadaka olmasını arzu ediyorum!" der. Bu
açıklama üzerine Hz. Ömer şunu söyler:
"Öyle yapma. Ben de (Resulullah zamanında) senin düşündüğünü
düşünmüştüm. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) [beni amil olarak istihdam
ediyor, mukabilinde ücret olarak bana] bir ihsanda bulunuyordu. Ben kendisine
"[Ey Allah'ın Resulü!] Onu ona benden
daha muhtaç olanlara verin!" diyordum. Bir seferinde yine bana mal
vermişti. Ben yine:
"Onu, ona benden daha muhtaç olana verin!" dedim. Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bana:
"Bunu al, kendi malın yap. Sonra da tasadduk et. Sen bu mala
muntazır değilken ve istemiş de değilken gelmişse al, böyle değilse ona gönlünü
bağlama" buyurdular" der.
Aynı meseleye temas eden başka rivayetlerde Hz. Ömer'in Abdullah
İbnu's-Sa'di'ye 1000 dinar gönderdiği, Abdullah'ın bu parayı: "Benim
ihtiyacım yok" diyerek iade ettiği, bunun üzerine Hz. Ömer'in mezkur
açıklamayı yaptığı vs. şeklinde bazı kıymetli
teferruata da rastlanmaktadır.
İbnu Battal, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, Hz. Ömer'e bu
meselede tutulacak yolun en güzelini gösterdiğini belirtir: "Çünkü der,
her ne kadar, kendisine verilen ihsan için, ona kendinden daha muhtaç olanı
kendi nefsine tercih etmesi sevap
gerektiren bir amel ise de, onu alıp, bizzat tasadduk etmek üzere
mübaşeret etmesi, sonra da vermesi sevapça daha üstündür. Bu hadis, nefislerde mala karşı mevcut
cimrilik sebebiyle, herhangi bir şeyi kendi malı yaptıktan sonra tasadduk
etmenin faziletinin büyüklüğüne delildir."
2- Nevevî, der ki: "Hadiste, dilenme yasaklanmaktadır.
Ulema, zaruret olmadıkça dilenmenin yasak olduğu hususunda ittifak etmiştir.
Kesbe muktedir olan kimse hakkında ihtilaf edilmiştir. Ancak esahh olan,
tahrimdir. Ancak bazı alimler üç şart altında mübahtır demiştir. Mezkur şartlar
şunlardır:
* Nefsini zelil etmemelidir.
* İsterken ısrar etmemelidir.
* Sadaka istediği kimseye herhangi bir eziyete sebep olmamalıdır.
Bu şartlardan biri yerine gelmezse, dilenmek bilittifak
haramdır."
3- "Bu vasıfta olmayan mala nefsini bağlama"
ibaresini, alimler: "Mal sana kendiliğinden gelmezse, talibi olma, terket
onu" diye anlarlar. Bu ibareden çıkabilecek "îsardan, yani daha
muhtacı kendine tercihten de men" gibi bir mânanın maksud olmadığını;
çünkü alınıp mübaşeret edildikten sonra kendi eliyle tasaddukta bulunmasının
daha fazla ücrete vesile olacağına işaret buyrulduğunu da ayrıca belirtirler.
4- Nevevî, hadiste Hz.Ömer'le ilgili olarak zühd, îsâr ve
faziletinin beyanı gibi birkısım menkibelerin bulunduğuna da dikkat çeker. Aynı
mümtaz vasıflar Abdullah İbnu's-Sa'dî hakkında da söylenebilir.[46]
ـ4880 ـ2ـ
وعن عمرو بن
تغلب قال:
]أُتِيَ
رَسُولُ اللّهِ
# بِمَالٍ أوْ
شَىْءٍ
فقَسَّمَهُ
فَأعْطَى
رِجَاً
وَتَرَكَ آخَرِينَ.
فَبَلَغَهُ
أنَّ
الَّذِينَ
تَرَكَهُمْ
عَتَبُوا
عَلَيْهِ.
فَحَمِدَاللّهَ
وَأثْنَى
عَلَيْهِ
ثُمَّ قَالَ.
أمَّا بَعْدُ،
فَوَ اللّهِ
إنِّي ‘عْطِي
الْرَّجُلَ،
وَأدَعُ
الرَّجُلَ،
وَالَّذِي
أدَعُ أحَبُّ
إليَّ مِنَ الَّذِي
أُعْطِي،
وَلَكِني
أُعْطِي
أقْوَاماً
لِمَا أرَى في
قُلُوبِهِمْ
مِنَ الْجَزَعِ
وَالْهَلَعِ،
وَأكِلُ
أقْوَاماً
الى مَا
جَعَلَ
اللّهُ في
قُلُوبِهِمْ
مِنَ الْغِنَى
وَالْخَيْرِ:
مِنْهُمْ
عَمْرُو بْنُ
تَغْلَبَ.
قَالَ
عَمْرُو:
فَوَاللّهِ
مَا أُحِبُّ
أنَّ لِي
بِكَلِمَةِ
رَسُولِ
اللّهِ #
حُمْرَ النَّعَمِ[.
أخرجه
البخاري.»الهَلَعُ«
شدة الجزع والخوف.
2. (4880)- Amr İbnu Tağlib
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir mal -veya bir şey-
getirilmişti. Hemen onu taksim edip dağıttı. (Ancak, bunu yaparken) bir kısmına
verdi, bir kısmına vermedi. Kendilerine verilmemiş olan kimselerin, sonradan
hakkında dedikodu yaptıkları kulağına geldi. Bunun üzerine, (uygun bir
fırsatta, halka hitap etmek üzere doğruldu). Allah'a hamd ve sena ettikten
sonra:
"Sadede gelince; vallahi ben, birine verip diğerine
vermediğim olur (bu doğrudur, ancak) vermediğim, nazarımda, verdiğimden daha
çok sevgiye mazhardır. Ben birkısım insanlara, kalplerinde gördüğüm sabırsızlık
ve hırs sebebiyle veririm; birkısmını da, Allah Teala'nın kalplerine koymuş
bulunduğu zenginlik ve hayra havale eder (ve onlara bir şey vermem). İşte
bunlardan biri Amr İbnu Tağlib'dir!" buyurdular. Amr devamla der ki:
"Vallahi, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın (hakkımda telaffuz
buyurduğu) bu kelamına bedel kırmızı develerim olsaydı bu kadar
sevinmezdim." [Buhârî, Cum'a 29,
Humus 19, Tevhid 49.][47]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bazı
kereler mal dağıtımını birkısım siyasî mülahazalarla yaptığını göstermektedir.
Bu mülahazalara galebe çalan niyet onların kalplerini kazanmak, İslam'a
ısındırmaktır. Nitekim hadisin bir veçhinde: "Ben birkısımlarına,
kalplerinin eğilmesinden ve sabırsızlığından korkarak veririm.."
şeklinde gelmiştir. Bu çeşit kimselere
müellefe-i kulub (= kalpleri kazanılanlar) denmiştir.
2- Hadiste insanın fıtrat ve mahiyetiyle ilgili kıymetli
açıklama var: "İnsan kalbi sabırsızlık ve tamahkârlıkla yoğrulmuştur. İbnu
Battal, alimlerin, hadiste Allah
Teala'nın insanı sabırsabırsızlık, cimrilikcömertlik ahlakları üzerine yarattığının delilini
bulduklarını belirttikten sonra der ki: "Allah Teala hazretleri
namazlarına devam eden musallileri istisna kılmış, onların, namazın tekerrür
etmesiyle sabırsızlık edip sızlanmayacaklarını, mallarından Allah'ın hakkını
vermekte cimrilik göstermeyeceklerini belirtmiştir. Zîra onlar, bu emirleri
sevap umarak yaparlar ve böylece ahiret için çok kârlı bir ticarette
bulunduklarına inanırlar.[48] İşte bundan anlaşılır ki,
kim ahlâkındaki sıkılık ve cimrilik, fakirlikten sızlanma ve Allah'ın takdirine
sabırsızlık göstermesine rağmen,
kendisinin güç kuvvet sahibi olduğunu iddia ederse, bu kimse ne alim ne
de abiddir. Zîra, kendi menfaatini celb ve zararlarını defetmeye gücü yettiğini
iddia eden kimse, iftira etmiş, (yalan söylemiş) olur."
3- Hadis, dünyadaki rızkın, rızka mazhar olan kişinin
ahiretteki derecesiyle orantılı
olmadığını ifade etmektedir. Çünkü, dünyada herhangi bir rızkın verilip
verilmemesi, dünyevî siyasete bağlıdır. Nitekim, hadiste de görüldüğü üzere,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), vermediği takdirde sabırsızlık ve hırsın
galebe çalmasından korktuğu kimselere vermiş; sabrına, tahammülüne ve ahiret
sevabına kanaat edeceğine inandığı
kimselere vermemiştir.
4- Hadis, insanın fıtratında ihsana karşı sevgi, ihsansızlığa
karşı da buğz olduğunu; verilmeyince Allah'ın korudukları dışında kalan
insanların çabuk aksülamel göstereceklerini de ifade etmektedir.
5- Hadis, bazı durumlarda ihsanda bulunmamış olmasının, bundan
mahrum edilen kimse için hayırlı olduğunu göstermektedir. Nitekim, ayet-i
kerimede, Rabbimiz Teala hazretleri "Bir şeyden hoşlanmadığınız olur, ama o
sizin için hayırlıdır..." (Bakara 216) buyurmuştur. Bundandır ki, yüce
sahabi, Resulullah'ın bir kelamının, kendi nazarında kırmızı develerden hayırlı
olduğunu beyan etmiştir.
6- Hadiste gözüken mühim bir hüküm, sabırsızlığından korkulan
veya ihsan sebebiyle taate geleceği ümit edilen kimsenin bu yolla kalbinin
kazanılmasının caiz olduğudur.
7- Sadedinde olduğumuz hadiste temas edilen insan fıtratıyla
ilgili hususlara Mearic suresinde de temas edilmiştir. (Mealen): "Muhakkak
ki insan hırslı ve sabırsız yaratılmıştır. Ona bir kötülük dokunduğunda feryad
eder. Bir hayır eriştiğinde ise cimrilik
eder. Ancak namazlarını kılanlar müstesnadır. Onlar namazlarında devamlıdırlar.
Mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için belli bir hak vardır. Onlar
hesap gününe iman ederler. Onlar Rablerinin azabından korkarlar."( Mearic
19-27). [49]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/43.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/43-44.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/44.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/44-45.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/45.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/45.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/46.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/46.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/47.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/47-48.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/48.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/48.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/49.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/49-50.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/51.
[16] Böylece miskin kelimesinin "oturup
duran" demek olan sâkin kelimesinden geldiği ifade edilmektedir.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/51-52.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/53.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/53-54.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/55.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/55.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/56.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/56.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/56-57.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/57.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/58.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/58.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/58-59.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/59.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/59.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/60.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/60.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/61.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/62.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/62-63.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/63-64.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/65-66.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/66.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/67.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/67.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/67.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/67-68.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/68.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/68.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/69-70.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/70-71.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/72.
[48] Burada Meâric sûresinin 19-27. Âyetlerine
atıf yapmaktadır.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/72-73.