ÖLDÜRÜLMESİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN
HAYVANLAR
Bu bölüm dört fasıldır)
*
BİRİNCİ FASIL
KATİLDEN NEHY
*
İKİNCİ FASIL
KATLİN MÜBAH OLDUGU YERLER
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
KENDİNİ ÖLDÜRENİN HÜKMÜ
*
DÖRDÜNCÜ FASIL
ÖLDÜRÜLMESİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN HAYVANLAR
*
KÖPEGİN ÖLDÜRÜLMESİ
*
KARINCA VS'NİN ÖLDÜRÜLMESİ
ـ4922 ـ1ـ عن
سعيد بن العاص
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
عن ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]قال رسولُ اللّهِ
#: َ يزَالُ
الْمُؤْمِنُ
في فُسْحَةٍ
مِنْ دِينِهِ
مَالَمْ
يُصِبْ دَماً
حَرَاماً. قَالَ
وَقَالَ
ابْنُ عُمَرَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْهما:
إنّ مِنْ
وَرْطَاتِ
ا‘مُورِ
الّتِى َ مَخْرَجَ
لِمَنْ
أوْقَعَ
نَفْسَهُ
فيهَا سَفْكَ
الدّمِ
الْحَرَامِ
بِغَيْرِ
حِلِهِ[. أخرجه
البخاري.»الوَرْطَاتُ«
جمع ورطة: وهى
الهك .
1. (4922)- Said İbnu'l-As
(radıyallahu anh) hazretleri İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den naklen
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Mü'min, haram kana bulaşmadıkça dininde genişlik içindedir."
Said İbnu'l-As der ki: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)
(Resulullah' ın sözünden sonra şunu)
söylediler: "Kişi, nefsini bulaştırdığı taktirde, kurtuluşu olmayan çok
ciddi amellerden biri, haksız yere haram kan dökmesidir." [Buhârî, Diyât
1.][1]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, haksız
yere kan dökme cinayetinin büyüklüğünü
ihbar etmektedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), haram kan
akıtmadıkça mü'minin genişliğe mazhar olduğunu belirtiyor. Bu genişlikten
maksad, tevbe ettiği taktirde affedilme şansıdır. Haksız yere kan dökmeyen bir
mü'min, başkaca günahlarından tevbe ettiği taktirde affedildiğini ümid
edebilir. Ancak, haksız yere kan döken, cana kıyan kimse bu genişliği
kaybetmektedir.
Buhârî'de bu hadisin evvelinde şöyle bir rivayet kaydedilmiştir: "İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü!
Allah nazarında en büyük günah hangisidir?" diyerek sordu. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Allah seni yaratmış olduğu halde ona bir ortak
koşmandır!" buyurdular. Adam
tekrar: "Sonra hangi günah gelir?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sonra beraberinde seninle yemek yemesinden korktuğun için
çocuğunu öldürmendir" buyurdular. Adam tekrar: "Bundan sonra hangisi
gelir?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sonra komşunun zevcesiyle zina yapman" buyurdular. Aziz
ve celil olan Allah Teala Hazretleri, bu hükmü te'yiden şu ayeti inzal
buyurdular:
"Onlar Allah'ın yanısıra başkalarını da ilah edinip onlara
kulluk etmezler. Allah'ın haram ettiği bir cana haksız yere kıymazlar ve zina
etmezler. Kim bu günahları işlerse cezasını görür. O kimse kıyamet günü kat kat
azaba uğrar. Hor ve hakir olarak o azabın içinde ebediyyen kalır" (Furkan
68-69).
2- Hadiste geçen varatat, "varta"nın cem'idir.
Varta: Helak mânasına gelir. Kurtuluş imkanı olmayan şey için söylenir. Asıl
itibariyle hiçbir çıkış yolu olmayan derin yer mânasına gelir. Nitekim, hadisin
devamında "çıkışı olmayan" diye açıklama da getirilmiştir.
Haksız yere adam öldüren kimsenin, bu günahtan yapacağı tevbenin
makbul olmayacağına dair yaygın bir kanaat mevcuttur. İbnu Abbas (radıyallahu
anhümâ), böyle bir katile "Sen bir bardak
soğuk su iç, artık cennete gidemezsin" demiştir.
Tirmizî, Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den:
"Dünyanın tamamının zeval bulması, Allah nazarında bir Müslümanın haksız
yere öldürülmesinden daha
hafiftir" hadisini kaydeder.
Bu mânayı te'yid eden hadisler çoktur.
Bir kısmını müteakiben göreceğiz. Bir ayet-i kerimede de şöyle buyrulmuştur:
"...Kim, bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini
öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de birisinin hayatını
kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur..." (Maide 32).
İnsan ve bahusus
mü'min kanının Allah indinde ne kadar
kıymetli ve bunlara karşı işlenen cinayetin ne kadar büyük bir helak (varta)
olduğunu anlamaya Rabbülalemin'in bu kelamları kafi ise de, İbnu'l-Arabi'nin şu
sözünü de kaydediyoruz: "Haksız yere hayvan öldürmenin yasağı ve bununla
ilgili tehdid sabittir. Öyleyse bir
insanın öldürülmesi nasıl olur? Hele bu Müslümansa? Müttaki ve salih ise?
"İslâm alimleri, "kâtil için tevbe var mıdır?"
meselesinde münakaşa ederler. İbnu Abbas örneğinde olduğu üzere, tevbe olmayacağına
hükmedenler olmuştur. Ancak, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat ulemâsı, çoğunluk
itibariyle, "Kâtilin durumu Allah'a kalmıştır, dilerse affeder" diye
hükmetmiştir. Onlar bu hükme giderken, Ashabın, Furkan suresinde -yukarıda kaydettiğimiz ayet üzerine- "Kâtile cehennem vacib olmuştur (tevbesi
yoktur)" diye hükmettikleri bir sırada, "Allah kendisine şirk koşmayı
mağfiret etmez. Bunun dışındaki günahları dilediğinden mağfiret eder..."
(Nisa 48) mealindeki ayetin inzal buyrulmasını te'yid eden rivayeti esas
almıştır. Bu hükmü te'yid eden başka rivayetler de mevcuttur. Bunlardan biri
daha önce geçtiği üzere, doksan dokuz kişiyi öldürdükten sonra günahından tevbe
imkanı arayan İsrailî zatın affıyla ilgili kıssadır.[2]
ـ4923 ـ2ـ
وعن معاوية بن
أبي سفيان
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
كُلُّ ذَنْبٍ
عَسى اللّهُ
أنْ
يَغْفِرَهُ
إَّ الرّجُلَ
يَقْتُلُ
الْمُؤْمِنَ
مُتَعَمّداً،
أوِ
الرَّجُلَ
يَمُوتُ كافِراً[.
أخرجه
النسائي .
2. (4923)- Muaviye İbnu Ebi
Süfyan (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Her günahı Allah'ın mağfiret buyurması muhtemeldir. Ancak
bilerek mü'mini öldüren veya kâfir olarak ölen
kimse hariç..." [Nesâî, Tahrim 1, (7, 81).[3]
ـ4924 ـ3ـ
وعن بريدة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
قَتْلُ
الْمُؤْمِنِ
أعْظَمُ
عِنْدَ
اللّهِ مِنْ
زَوَالِ
الدُّنْيَا[.
أخرجه
النسائي .
3. (4924)- Büreyde (radıyallahu
anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Mü’minin öldürülmesi, Allah katında dünyanın zevalinden daha
büyük (bir hâdise)dir." [Nesâî, Tahrim 2, (7, 83).][4]
ـ4925 ـ4ـ
وعن أبي الحكم
البجلى قال:
]سَمِعْتُ أبَا
هُرَيْرَةَ
وَأبَا
سَعِيدٍ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما
يَذْكُرَانِ
عَنْ رَسُولِ
اللّهِ أنّهُ
قَالَ: لَوْ
أنّ أهْلَ
السّمَاءِِ
وَأهْلَ
ا‘رْضِ اشْتَرَكُوا
في دَمِ
مُؤْمِنٍ
‘كَبْهُمُ
اللّهُ
تَعالى في
النَّارِ[.
أخرجه
الترمذي.
4. (4925)- Ebu'l-Hakem el-Becelî anlatıyor: "Ebu Hüreyre ve Ebu
Said (radıyallahu anhümâ)'i dinledim. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
şöyle söylediğini müzâkere ediyorlardı:
"Eğer semâ ve arz ehli bir mü'minin kanına (haksız yere
dökmede) iştirak etselerdi, Allah her ikisini birden cehenneme atardı."
[Tirmizî, Diyat 8, (1398).][5]
AÇIKLAMA:
Hadis-i şerif, sema ehli yani melekler dahi haksız yere kan
dökümüne tevessül etmiş olsalar, onların da cezalandırılacaklarını ifade
etmektedir. Onlar, asi olmayacaklarına
göre, maksad, insan kanının hurmetine, ehemmiyetine dikkat çekmektir.[6]
ـ4926 ـ5ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنّ رَسولَ
اللّهِ #
قَالَ:
ا“يمَانُ
قَيْدُ الفَتَكِ،
َ يَفْتِكُ
مُؤْمِنٌ[.
أخرجه أبو
داود .
5. (4926)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"İman, ihanetle öldürmeye bağdır, mü'min ihanet suretiyle
öldürülmez." [Ebu Davud, Cihad 169, (2769).][7]
AÇIKLAMA:
Fetk: en-Nihaye'nin açıklamasına göre: "Kişinin [emandan
sonra] gafil halde olan arkadaşına
ansızın gelip onu öldürmesidir." Bu sebeple ihanet suretiyle öldürme diye
çevirdik. İşte iman, mü'mini böyle bir davranıştan alıkoyduğu için
"bağ" olarak ifade edilmiştir. Çünkü
bağ, engelleyicidir, mani olucudur. İman da gadre manidir. Ka'bu'l-Eşref
ve Ebu'l-Hukayk gibi bazı kâfirlerin bu suretle öldürülmesi, "Onların
öldürülmeleri bu yasaktan önceye aittir
veya onların öldürülmesi için hususi müsaade vahyedilmiştir. Çünkü onlar
İslam'a karşı gadr ve ihanet içinde idiler" diye açıklanmıştır.[8]
ـ4927 ـ6ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال
رَسُولُ
اللّهِ #:
لَيْسَ مِنْ نَفْسٍ
تُقْتَلُ
ظُلْماً إَّ
كَانَ عَلى اِبْنِ
آدَمَ ا‘وّلِ
كِفْلٌ
مِنْ
دَمِهَا،
‘نّهُ أوّلُ
مَنْ سَنّ
القَتْلَ[.
أخرجه الخمسة
إ أبا داود. »الكفل«
الحظ والنصيب
.
6. (4927)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki kâtilin
günahından bir misli Hz. Adem'in ilk oğluna (Kabil'e) gitmemiş olsun. Çünkü o,
haksız öldürme yolunu ilk açandır." [Buhârî, Diyât 2, Enbiya 1, İ'tisam
15; Müslim, Kasâme 27, (1677); Tirmizî, İlm 14, (2675); Nesâî, Tahrim 1, (7,
82).][9]
AÇIKLAMA:
Hadis, haksız yere cana kıymaktan nehiy mevzuunda ziyadesiyle açık
ise de, hadiste temas edilen Hz. Adem'in
iki oğlu meselesi ile ilgili bazı teferruatı bu vesile ile kaydedeceğiz.
Sunacağımız kıymetli bilgileri İbnu Hacer el Askalanî'nin Fethu'l-Bârî adlı
Buhârî Şerhinden alıyoruz. Buna göre:
1- Hz. Adem'in ilk oğlundan murad ulemânın ekseriyetine göre
Kabil'dir. Ancak aksini söyleyenler de
mevcuttur. Mesela el-Kadı Cemâlü'd-Din İbnu Vasıl, Tarih'inde demiştir ki:
"Hz. Adem'in öldürülen oğlunun ismi Kabil'dir. Kabil ismi de kurbanın kabul edilmesinden iştikak
etmiştir." Ancak onun ismine قابِن (Kabin) de denmiştir. Kaf harfinden sonra uzatma
elifi olmadan Kabin )قَبِنْ( diyen de
olmuştur. Taberî, İbnu Abbas'tan tahric ederek şunu kaydeder. "Bu iki
oğlanın durumu şudur: "Onlar zamanında kendilerine tasadduk edilecek fakir
kimse yoktu. Kişi Allah'a yakınlık maksadıyla kurban sunardı. Sunulan bu kurban Allah tarafından kabul edilince bir
ateş iner ve onu yakardı, kabul edilmemişse yakmazdı." Hasan Basri'den de
şunu kaydeder: "Habil-Kabil kıssasında geçen iki kardeş, Hz. Adem'in
sulbünden değillerdi. Benî İsrail'den iki kardeş idi." Mücâhid'den İbnu
Ebi Nüceyh'in rivayetine göre der ki: "Onlar, Hz. Adem'in sulbünden öz
evladları idi." İşte meşhur olan görüş budur. Bu görüşü, sadedinde
olduğumuz sahih hadis, oğulu, ilk olmakla tavsif etmek suretiyle te'yid eder.
Yani Hz. Adem'in doğan ilk oğlu. Denir
ki: "Hz. Adem'in cennette, ondan ve ikiz eşinden başka çocuğu doğmadı. Bu
cennette doğmuş olmakla kardeşi Habil'e karşı: "Biz cennet çocuklarıyız,
siz ise yeryüzü çocuklarısınız" diye iftihar etmeye, böbürlenmeye kalktı." İbnu İshak bu
hâdiseyi el-Mübtede adlı eserde zikretti.
Yine Hasan Basrî'den rivayet edildiğine göre, demiştir ki:
"Bana zikredildiğine göre, öldürüldüğü zaman yirmi yaşında idi. Kardeşi Habil ise yirmi beş yaşında
idi."
Habil ismi Hibetullah'tan gelir.
Habil öldürülünce, Hz. Adem çok üzüldü. Bundan sonra Şîs doğdu,
mânası Atiyetullah (Allah'ın ihsanı) demektir. Hz. Adem'in zürriyeti ondan
intişar etti.
es-Sa'lebî der ki: "Kur'an-ı Kerim'i iyi bilen alimlerin
zikrine göre, Hz. Havva, Hz. Adem'e yirmi batında kırk çocuk doğurmuştur.
Bunların ilki Kabil ve kız kardeşi İklîma idi. Sonuncusu da Abdu'l-Muğîs ve
Emetu'l-Muğîs idi. Hz. Adem, çocuk ve torunları kırk bine ulaşıncaya kadar
ölmedi. Sonra hepsi helak oldu ve
Tufan'dan sonra sadece Nuh'un zürriyeti
baki kaldı. Bu da Şîs neslindendi. Allah
Teala Hazretleri şöyle buyurmuştur:
"Biz dünyada yalnız onun
neslini devam ettirdik" (Saffat 77).
Gemide Hz. Nuh'la birlikte seksen kişi vardı. Bunlara Kur'an-ı
Kerim'de "Zaten onun yanında pek az iman eden vardı" (Hud 40)
ayetiyle işaret edilmiştir. Bununla beraber, yeryüzünde sadece Nuh'un nesli
baki kaldı. Çoğalıp yeryüzünü doldurdular."
2- Kabil'in kardeşini öldürüş tarzı ve öldürdüğü yerle ilgili
bazı rivayetler de mevcuttur. Buna göre,
taşla başını ezmiştir. Hâdise Sevr dağında, Akabetu Harra'da,
"Hind"de, "Basra"da büyük mescidin yerinde cereyan
etmiştir.[10]
ـ4928 ـ7ـ
وعنه رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ رَسُولُ
اللّهِ #:
يَجِئُ
الرَّجُلُ
آخِذاً بِيَدِ
الرَّجُلِ،
فَيَقُولُ:
يَا رَبِّ
هذَا قَتَلَنِى.
فَيَقُولُ
اللّهُ: لِمَ
قَتَلْتَهُ؟
فَيَقُولُ:
لِتَكُونَ
الْعِزّةُ
لَكَ. فَيَقُولُ:
فإنّّهَا
لِى،
وَيَجِئُ
الرّجُلُ
آخِذاً
بِيَدِ
الرّجُلِ،
فَيَقُولُ:
يَا رَبِّ إنّ
هذَا
قَتَلَنِى.
فَيَقُولُ
اللّهُ لِمَ
قَتَلْتَهُ؟
فَيَقُولُ:
لِتَكُونَ الْعِزّةُ
لِفَُنٍ.
فَيَقُولُ:
إنّهَا
لَيْسَتْ
لِفَُنٍ.
فَيَبُوءُ
بِإثْمِهِ[.
أخرجه
النسائي .
7. (4928)- Yine İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "(Kıyamet günü) bir adam bir başkasının elinden tutmuş
olarak gelir ve:
"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Aziz ve celil olan
Allah da:
"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:
"İzzet senin için olsun diye öldürdüm!" der. Rab Teâla:
"İzzet benim içindir!" buyurur. Bir başka adam da bir
başkasının elinden tutmuş olarak gelir ve:
"Ey Rabbim! Bu, beni öldürdü!" der. Aziz ve Celil olan
Allah:
"Onu niye öldürdün?" diye sorar. Adam:
"İzzet falancanın olsun diye öldürdüm!" der. Rab Teala:
"İzzet falancanın değildir!" buyurur. Adam (öbürünün)
günahıyla döner." [Nesâî, Tahrim 2, (7, 84).][11]
AÇIKLAMA:
Hadis, kıyamet günü, kâtilin Allah huzurunda nasıl muhakeme
edileceğini anlatmaktadır. Bu muhakemede îlayı kelimetullah için öldürülen
kurtulacak, fakat gayr-ı meşru bir maksadla öldüren, öldürdüğü kimsenin de
günahını yüklenerek hesap yerinden ayrılacaktır. "Günahı ile döner"
ifadesinde geçen "günahı" ibaresi maktulün günahı mânasını ifade
ettiği gibi, kâtil kendi günahı ile birlikte döner mânasına da gelir. Yani kâtil, uhdesine terettüp eden
sabit bir günahla huzurdan ayrılır demektir.[12]
ـ4929 ـ8ـ
وعن المقداد
بن ا‘سود رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنّهُ قَالَ:
يَا رَسُول اللّهِ،
أرَأيْتَ إنْ
لَقِيتُ
رَجًُ مِنَ الْكُفّارِ
فَاقْتَتَلْنَا
فَضَرَبَ
إحْدى يَدىّ
بِالْسَّيْفِ
فَقَطَعَهَا.
ثُمّ َذَ
مِنّي
بِشَجَرَةٍ.
فقَالَ:
أسْلَمْتُ
للّهِ،
أأقْتُلُهُ
بَعْدَ أنْ
قَالَهَا؟
فقَالَ
رَسُولُ اللّهِ
# َ
تَقْتُلُهُ.
فقَالَ: يَا
رَسُولَ اللّهِ
إنّهُ قَطَعَ
إحْدى
يَدَيّ،
ثُمَّ قَالَ
ذلِكَ. فقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: َ
تَقْتُلْهُ،
فإنْ
قَتَلْتَهُ
فإنّهُ
بِمَنْزِلَتِكَ
قَبْلَ أنْ
تَقْتُلَهُ،
وإنّكَ بِمَنْزِلَتِهِ
قَبْلَ أنْ
يَقُولَ
كَلِمَتَهُ الّتِي
قَالَ[ أخرجه
الشيخان وأبو
داود.»َذَ« أي
التجأ واحتمى.وقوله:
»فإنّكَ
بِمَنْزِلَتِهِ«
أي في إباحة
الدم ‘ن
الكافر قبل أن
يسلم مباح
الدم فإذا
أسلم فقتله
أحد كان قاتله
مباح الدم بحق
القصاص.
8. (4929)- Mikdad İbnu'l-Esved (radıyallahu anh)'in anlattığına göre şöyle
demiştir:
"Ey Allah'ın Resulü! Ben küffardan bir adama rastlasam ve
aramızda mukatele çıksa. O kılıcıyla vurup elimin birini kesip atsa. Sonra adam
(sıkışıp) bana karşı bir ağaca sığınsa ve:
"Allah için Müslüman oldum!" dese, bu sözünden sonra ben
onu öldürebilir miyim?" Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır! Sakın onu öldürme" buyurdu. Ben ısrar ettim:
"Ama ey Allah'ın
Resulü! O benim bir elimi kesti ve sonra Müslüman olduğunu söyledi" dedim.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır! Sakın onu öldürme,
eğer öldürürsen, o adam, sen onu öldürmezden önceki senin makamındadır
ve sen de, onun söylediği kelimeyi söylemezden önceki durumunda olursun!"
buyurdular." [Buharî, Diyat 1, Megazî 11; Müslim, İman 155, (95); Ebu
Davud, Cihad 104, (2644).][13]
AÇIKLAMA:
Şarihler, hadisten savaş
sırasında Müslüman olduğunu ilan eden kimsenin kanının artık haram
olacağı hükmünü çıkarırlar. Böyle bir durumda, Müslüman kimse, karşısındakini
öldürdüğü taktirde kâfir olur hükmü çıkarılmamıştır. Hattâbi şöyle der: "Hadisin mânası şudur: "(Muharib) kâfirin
Müslüman olmazdan önce, dini sebebiyle, kanı mübahtır. Müslüman olunca, tıpkı
Müslüman gibi kanı haram olur. Bundan sonra, onu bir Müslüman öldürecek olursa, kısas hakkı suretiyle
öldüren Müslümanın kanı mübah olur, tıpkı kâfirin kanının din sebebiyle mübah olması gibi. Kanının helal olmasından
murad, onun küfre dahil edilmesi değildir. Hadisten, Müslüman olan kâfiri öldüren, kâfir olduğu için kanı helal olmuştur hükmünü çıkarmak
büyük günah işleyen mü'minlerin kâfir olduğunu söyleyen Haricîler gibi
hükmetmek olur. Hülasa, hadisin ifadesinde
me'hazın ihtilafına rağmen menzilenin birliği gözükmektedir: Birinci
menzileye göre: Öldürdüğün kimse,
kanının haram oluşu yönüyle senin gibidir; ikinci menzileye göre: Kanın heder olması yönüyle
sen de onun gibisin."
Bazı alimler: "Hadiste, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kelamın batını değil, zahiri ile caydırıcı bir gaye gütmüştür, öldürenin kâfir
olacağını murad etmemiştir" demişlerdir.
Mühelleb de şöyle der: "Hadisin mânası şudur: "Sen
onu bilerek öldürmeye kasdetmekle
günahkâr oldun, tıpkı onun seni
öldürmeye kasdetmekle günahkâr olması gibi, böylece ikiniz de isyan
halinde birleşmiş oluyorsunuz."
Hadisle ilgili başka yorumlar da yapılmıştır:[14]
ـ4930 ـ9ـ
وعن حارثة بن
مضرب قال:
]أمَرَ
رَسُولُ
اللّهِ # بِقَتْلِ
فُرَاتِ
ابْنِ
حَيّانَ،
وَكانَ عَيْناً
‘بِي
سُفْيَانَ
وَحَلِيفاً
لِرَجُلٍ مِنَ
ا‘نْصَارِ
فَمَرّ
بِحَلْقَةٍ
مِنَ ا‘نْصَارِ.
فقَالَ: إنّى
مُسْلِمٌ.
فَقِيلَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ،
إنّهُ
يَقُولُ إنّى
مُسْلِمٌ. فقَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: إنّ
مِنْكُمْ
رِجَاً نَكِلُهُمْ
الى
إيمَانِهِمْ؛
مِنْهُمْ
فُرَاتُ بْنُ
حَيّانَ[.
أخرجه أبو
داود .
9. (4930)- Hârise İbnu Mudarrıb anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Furat İbnu Hayyan'ın öldürülmesini emretti. Bu adam
Ebu Süfyân'ın casusu ve aynı zamanda Ensar'dan bir zatın halifi (müttefiki)
idi. Derken o, Ensar'dan müteşekkil bir halkaya uğradı ve: "Ben
Müslümanım!" dedi. Bunun üzerine:
"Ey Allah'ın Resûlü! Furat İbnu Hayyan "Ben
Müslümanım" diyor!" denildi.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"Sizden bir kısım erkekler var. Kendilerini (dilleriyle
itiraf ettikleri) imanlarına havale ediyor (söylediklerini tasdik ediyor)uz.
İşte onlardan biri de Furat İbnu Hayyan'dır" buyurdular." [Ebu Davud,
Cihad 109, (2652).][15]
AÇIKLAMA:
1- Furat İbnu Hayyan (radıyallahu anh) Ashab'tandır. Ebu
Süfyan'ın casusu olduğu halde imanı ikrar ettiği için Resulullah
öldürtmemiştir.
2- Hadisin Ahmed İbnu Hanbel'de gelen veçhi Furat'ın zımmî
olduğunu da tasrih eder.
3- Hadisten hareketle alimler,
"Zımmî casusun öldürülmesinin" cevazına hükmederler.
İbnu Hacer: "Harbî olan kâfirin öldürülmesinin cevazında
ittifak vardır, muâhid ve zımmî casusun öldürülmesi hususunda ihtilaf
vardır" der ve açıklar:
* Malik ve Evzâî: "Casusluğu sebebiyle akdini bozmuş
olur" der ve öldürülmesinin cevazına hükmeder.
* Şafiiler nezdinde ihtilaf edilmişse de: "Eğer casusluk
yapmayacağı ahit yapılırken şart koşulmuşsa, casusluk yapmakla ahdini
bilittifak bozar" denmiştir.[16]
ـ4931 ـ1ـ عن
ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ # َ
يَحِلُّ دَمُ
امْرِئٍ
مُسْلِمٍ
يَشْهَدُ أنْ
َ إلهَ إّ
اللّهُ وَأنّي
رَسولُ
اللّهِ إّ
بإحْدى ثَثٍ:
الثَّيِّبِ
الزّانِي،
والنّفْسِ
بِالنّفْسِ،
وَالتّارِكِ
لِدِينِهِ
الْمُفَارِقِ
لِلْجمَاعَةِ[.
أخرجه الخمسة
.
1. (4931)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın Resulü
bulunduğuma şehadet eden kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir:
* Zina yapan dul.
* Cana can kısas.
* Dinden çıkıp cemaatten ayrılan." [Buharî, Diyat 6;
Müslim, Kasâme 25, (1676); Ebu Davud;,
Hudud 1, (4352); Tirmizî, Diyat 10, (1402); Nesâî, Tahrim 5, (7, 90, 91),
Kasâme 5, (8, 13).][17]
AÇIKLAMA:
Hadis, kelime-i şehadetle Müslüman olduğunu beyan eden bir
kimsenin kanının haram olduğunu belirtmekte, buna istisna teşkil eden üç durumu
açıklamaktadır. Bu üç durumdan biri kesinleşince mü'min de olsa kanı helal
olmaktadır.
1- Dul, yani evlendikten sonra boşanmış olan kimsenin zina
yapması. Nesâî'nin rivayetinde bu husus "Muhsan olan kimsenin zina etmesi,
buna recm cezası gerekir" şeklinde
daha açık olarak ifade edilir. Muhsan, evliliği tadan kimsedir. Şu halde böyle
birisinin zina yapması, recmedilerek öldürülmesini gerektirir. Henüz
bekar olup, evlenmemiş kimsenin (kadın veya erkek) zinası recmi gerektirmez.
2- Cana can kısastan maksad, bir kimseyi bile bile haksız yere
öldüren kimsenin de kısas edilerek öldürülmesidir. Kasden olmayan veya müdafa-i
nefis gibi meşru bir mazeretle cana
kıyan kimseye kısas gerekmez.
3- Dinden çıkan, irtidat eden
demektir. Müslüman olduğu halde Hıristiyan veya Yahudi olan veya bütün
dinleri reddedip ilhada düşen kimsenin İslam'a göre hayat hakkı yoktur. Onun
hapsedilip, İslam'a dönmesi teklif edilir. İkna yolları araştırılır. Israr
ederse öldürülür.
Hadiste geçen cemaatten maksad, Müslümanlar cemaatidir. Cemaatı
terketmek, irtidat etmek demektir. Bu, irtidattan ayrı ikinci bir vasıf
değildir. Bir başka ifade ile, irtidat eden bir kimse, Müslüman cemiyetini
terketip bir başka cemaate iltihak etse de etmese de hüküm değişmez. İslam'dan
çıkmakla cemaati de terketmiş olur. İsterse Müslümanlarla beraber yaşamaya,
ailesinden hiç ayrılmamaya azmetmiş olsun. Aksi taktirde Resulullah dördüncü bir şık daha söylerdi.
İbnu Dakîku'l-Îd der ki: "Dinden çıkma, erkek Müslümanın
kanını mübah kılan bir cürümdür, bu hususta ulema icma etmiştir. Kadın hakkında
ihtilaf edilmiştir. Ancak cumhur, sadedinde olduğumuz hadise dayanarak kadınla
erkek arasında ayırım yapmamayı esas almıştır. Çünkü derler, zinada aralarında
eşitlik mevcuttur, irtidatta da eşitlik olmalıdır."
İbnu Dakîku'l-Îd hadisle ilgili olarak şunu da söyler:
"Hadiste geçen "cemaatten ayrılan" tabirinden şu hüküm de
çıkmaktadır: "Bundan murad icma ehline muhalefettir." Böylece,
"İcmaya muhalefet eden kâfir olur" diyenlerin görüşü, hadisten destek
bulur.
Bu görüş, bazı alimlere nisbet edilmiştir ve bu zayıf da değildir.
Çünkü icmaya göre meseleler bazan şeriat sahibinden tevatürle habere dayanır -ki
namazın farziyyeti böyledir- bazan da tevatüre dayanmaz. Önceki kısmı inkar
eden, icmaya muhalefeti için olmasa da tevatüre muhalefeti için tekfir edilir.
Ancak ikinci kısım icmaya muhalif olan tekfir edilmez."
İcmayı inkar edenin tekfiri hususunda şu görüş de ileri
sürülmüştür: "Dinin bir vacibi olduğu
zarureten bilinen şeyin inkarı diye kayıtlamak gerekir; beş vakit namaz
gibi."
Bazıları: "Vacib olduğu tevatürle bilinen şeyin inkarı küfrü
gerektirir" demiş, misal olarak âlemin hudusu meselesini göstermiştir.
İyaz ve başkaları "âlemin kıdemini iddia
edenin tekfir edileceğine icma edildiğini" naklederler.
Mevzu üzerine
kelamcıların bazı tahlilleri ve ihtilafları mevzubahis ise da, aktarmayı
gereksiz görüyoruz.[18]
ـ4932 ـ2ـ
وعن مخارق
قال: ]جَاءَ
رَجُلٌ الى
رَسولِ
اللّهِ #
فقَالَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ،
الْرّجُلُ
يَأتِىنِى
لِيَأخُذَ
مَالِي؟
قَالَ:
ذَكّرْهُ
بِاللّهِ.
فَقَالَ:
فَإنْ لَمْ
يَذّكِّرْ؟
قَالَ:
فَاسْتَعِنْ
عَلَيْهِ
بِمَنْ
حَوْلَكَ
مِنَ
الْمُسْلِمِينَ.
قَالَ: فَإنْ
لَمْ يَكُنْ
حَوْلِي
أحَدٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ؟
قَالَ:
فَاسْتَعِنْ
عَلَيْهِ بِالسُّلْطَانِ
قَالَ: فَإنْ
نَأى
السُّلْطَانُ
عَنِّي؟
قَالَ:
قَاتِلْ
دُونَ
مَالِكَ حَتّى
تَكُونَ مِنْ
شُهَدَاءِ
اŒخِرَةِ أوْ تَمْنَعَ
مَالَكَ[.
أخرجه
النسائي .
2. (4932)- Muhârik
anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir adam gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü! Bir adam gelip malımı almaya kalkarsa (ne
yapayım)?" dedi.
"Ona Allah'ı hatırlat!" cevabını verdi. Adam tekrar:
"Hatırlamazsa! (ne yapayım?)" dedi. Aleyhissalâtu
vesselâm:
"Etrafındaki Müslümanlardan yardım talep et!" buyurdu.
Adam:
"Etrafımda hiç Müslüman yoksa ne yapayım?" dedi.
"Öyleyse sultandan
yardım iste!" buyurdu. Adam:
"Sultan benden uzaksa?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir ahiret şehidi oluncaya veya malını koruyuncaya kadar
malın için mücadele et!" buyurdular." [Nesâî, Tahrim 21, (7, 113).][19]
AÇIKLAMA:
Nesâî'nin bir başka rivayetinde, soru sahibinin: "Allah'ı
hatırlamaz (yani Allah'ı hatırlatmamla hırsızlıktan vazgeçip çekip
gitmezse?)" şeklindeki sorusunu üç kere tekrar eder. Resulullah her üçünde
de: "Allah'ı hatırlat!" diye üç kere cevap verir. Hadis: "Eğer
öldürülürsen cennete gidersin, öldürürsen cehenneme gider" diye
noktalanır.[20]
ـ4933 ـ3ـ
وعن جندب
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال رَسُولُ
اللّهِ #:
حَدُّ
السَّاحِرِ
ضَرْبهُ بِالسَّيْفِ[.
أخرجه
الترمذي.
3. (4933)- Cündüb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sihirbaza tatbik edilecek hadd cezası kılıçla
vurmaktır." [Tirmizî, Hudud 27, (1460).][21]
AÇIKLAMA:
1- "Sihirbazın cezası, öldürülmesidir" diyenler bu
hadisle hükmetmişlerdir. Ancak hadis hüküm çıkarılacak sıhhatte değildir,
zayıftır. Ayrıca bazı rivayetlerde "Sihirbaza uygulanacak hadd cezası
kılıçla dövülmesidir" şeklinde gelmiştir. "Kılıç vurma", boynunu
vurma mânası taşısa da "kılıçla dövmek" bu mânaya gelmez. Tirmizî,
İmam Malik'in bu hadisle amel ettiğini belirtir.
2- Nevevî der ki: "Sihir yapmak haramdır ve bi'l-icma
büyük günahlardandır. Bazan küfürdür, bazan küfür değilse de büyük bir
masiyettir. Sihir amelinde küfrü gerektiren bir söz ve fiil olursa küfürdür,
yoksa küfür değildir. Öğrenilmesi de öğretilmesi de haramdır. Sihirbaz bize
(Şafiilere) göre öldürülmez, tevbe ederse tevbesi kabul edilir. İmam Malik der
ki: "Sihirbaz, sihri sebebiyle kâfir olur, tevbe teklif edilmez, tevbesi kabul edilmez,
katline hükmedilir." Mesele zındığın tevbesinin kabul edilip
edilmeyeceğine dair yapılan ihtilafa bağlıdır. Çünkü sihirbaz, ona göre
kâfirdir. Bize göre kâfir değildir. Münafık ve zındığın tevbesi kabul edilir.
Kadı İyaz der ki: "Ahmed İbnu Hanbel de Malik'in görüşüyle hükmetti. Bu
görüş sahabe ve tabiine mensup bir cemaatten de mervidir. Ashabımız der ki:
"Sihirbaz, sihriyle bir kimseyi öldürecek olsa ve o adamın, kendi yaptığı
sihir sebebiyle öldüğünü itiraf edecek olsa ve çoğunlukla sihir sebebiyle
öldüğü söylenecek olsa, ona kısas uygulanması gerekir. Sihirle ölse fakat
sihri bazan öldürse, bazan da
öldürmese sihirbaza kısas gerekmez,
diyet ve keffaret gerekir. Diyet de
kendi malından alınır, akilesinden alınmaz. Çünkü caninin itirafıyla sabit olan
ceza sebebiyle akile borçlandırılmaz. Ashabımız der ki: "Sihirle ölüm
meselesi, beyyine ile değil, sihirbazın itirafıyla kesinlik kazanır."[22]
ـ4934 ـ4ـ
وعن
عبدالرّحمن
بن سعد بن
زرارة:
]أنَّّهُ
بَلَغَهُ أنّ
حَفْصَةَ
زَوْجَ
النّبيّ # قَتَلَتْ
جَارِيَةً
لَهَا
سَحَرَتْهَا
وَقَدْ
كَانَتْ
دَبَّرَتْهَا[.
أخرجه مالك.
4. (4934)- Abdurrahman İbnu
Sa'd İbnu Zürare'nin anlattığına göre, kendisine, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın zevcelerinden Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ)'nın müdebber kıldığı
bir cariyesi, kendisine sihir yaptığı için, sihri sebebiyle öldürmüştür." [Muvatta Ukul
14, (2, 871).][23]
AÇIKLAMA:
1- Müdebber kılmak: "Ben öldükten sonra hürsün"
diyerek, hürriyetini ölümüne bağlamaktır. Bu suretle azad edilen, sahibinin ölümüyle hür olur.
2- Rivayetin Muvatta'daki aslında, Hafsa (radıyallahu
anhâ)'nın sihirbazın öldürülmesini emrettiği ve emri üzerine öldürüldüğü tasrih
edilmiştir. Teysir, üslubu biraz farklı
kaydetmiş.
İmam Malik, hadisi kaydettikten sonra ilave eder: "Başkasına
sihir yapan ve kendisine sihir yapılmayan sihirbazın misali, Allah Teala'nın, kitabında söylediği
şu kimseye benzer: "...Andolsun
onlar muhakkak biliyorlardı ki, onu (sihri) satın alan (ona revaç veren) kimsenin ahiretten hiçbir nasibi yoktur.
Onlar kendilerini cidden ne kötü şey
mukabilinde sattıklarını bilmiş olsalardı" (Bakara 102). Ben, bunu
kendiliğinden yapan kimsenin öldürülmesi gereğine hükmediyorum."
İmam Malik sihir yaptırana değil, yapana ceza verilmesini teklif
etmektedir. [24]
ـ4935 ـ1ـ عن
أبِى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسولُ
اللّهِ #: مَنْ
تَردّى مِنْ
جَبَلٍ
فقَتَلَ
نَفْسَهُ
فَهُوَ في
نَارِ جَهَنّمَ
يَتَرَدّى
فيهَا
خَالِداً
مُخَلّداً فيهَا
أبَداً،
وَمَنْ
تَحَسّى
سُمّا فَقَتَلَ
نَفْسَهُ
فَسُمُّهُ في يَدِهِ
يَتَحَسّاهُ
في نَارِ
جَهَنّمَ خَالِداً
مُخَلّداً
فيهَا
أبَداً،
وَمَنْ قَتَلَ
نَفْسَهُ
بِحَدِيدَةٍ،
فَحَدِيدَتُهُ
في يَدِهِ
يتَوَجّأُ
بِهَا في
بَطْنِهِ في نَارِ
جَهَنّمَ
خَالِداً
مُخَلّداً
فيهَا أبَداً[.
أخرجه
الخمسة.»يَتَوَجّأ«
أى يضرب نفسه
بها .
1. (4935)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim kendisini dağdan atarak intihar ederse o cehennemlik
olur. Orada ebedî olarak kendini dağdan
atar. Kim zehir içerek intihar ederse, cehennem ateşinin içinde elinde zehir
olduğu halde ebedî olarak ondan içer. Kim de kendisine demir saplayarak intihar
ederse, cehennemde ebedî olarak o demiri karnına saplar." [Buhârî, Tıbb
56; Müslim, İman 175, (109); Tirmizî, Tıbb 7, (2044, 2045); Nesâî, Cenâiz 68,
(4, 66, 67); Ebu Davud, Tıbb 11, (3872).][25]
AÇIKLAMA:
1- Hadisin zahirine göre, şu veya bu şekilde intihar ederek
canına kıyanlar, ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Ehl-i Sünnet ulemasından
İmam Malik merhumun, hadisin zahirini esas alarak: "Müntehirin tevbesi
kabul olmaz, dolayısıyla, namazı da kılınmaz" dediği nakledilmiştir.
Günah işleyenlerin ebedî cehennemde olacağına hükmeden Mu'tezile
ve diğer fırka mensupları da hadisin zahirini esas alarak müntehirin ebedî
olarak cehennemde kalacağına hükmetmiştir.
Ancak Ehl-i Sünnet'in meseleye yaklaşımı farklıdır. Onlar
müntehirin ebedî cehennemlik olacağı hususunu mutlak kabul etmezler, bazı
kayıtlarla tahdid ederler. Nitekim hadisin bazı vecihlerinde خَالِداً
مُخَلَّداً ziyadesi
mevcut değildir. Ehl-i Sünnet, ayrıca tevhid ehlinin günahları sebebiyle
azaba maruz kalmakla birlikte cehennemde ebedî kalmayıp ondan çıkarılacağını
mühim bir esas olarak kabul eder. Bu hususu te'yid eden sahih rivayetler var.
Ehl-i Sünnet, sadedinde olduğumuz hadisi, istihlâle hamleder. Yani: "Kim
intihar etmenin helal olduğuna itikad ederek canına kıyarsa o ebedî
cehennemliktir" der. Çünkü böyle bir inançla haramı helal addettiği için
kâfir olmuştur. Kâfir ise ebedî cehennemliktir.
* Ehl-i Sünnetten şöyle diyen de olmuştur: "Bu hadis,
zecr ve tağliz makamında gelmiştir, zahiri murad değildir."
* Şöyle de denmiştir: "İntiharın gerçek cezası budur,
ancak Allah mü'minlerin ehl-i tevhid olmalarına ikram olarak, tevhidlerinin
hatırı için onları cehennemden çıkaracak, ebedî olarak orada
bırakmayacaktır."
* Bazı alimler, "Allah dilerse" takdiriyle, "Allah
dilerse ebedî olarak cehennemde kalıcıdırlar" şeklinde anlarlar.
* Bazıları: "Ebediyet"ten murad, devamın hakikatı değil, uzun müddettir" demiştir. Buna
göre mâna: "...Uzun müddet cehennemde" olur.
2- "Ceza amel cinsinden olur" kaidesine binaen
müntehir ne suretle canına kıymışsa, o şekilde azaba maruz kalmaktadır. Zehir
içerek intihar eden, hep zehir içer şeklinde; kendini dağdan atarak intihar
eden, hep dağdan atılarak; kendini (hançer, bıçak gibi kesici olan) demir bir
şeyle öldüren de yine o şey vücuduna saplanarak ceza görecektir.
3- Cumhur-u ulemaya göre, müntehirin namazı kılınır.
Hanefilerden Ebu Yusuf
"Kılınmaz" demiştir. Ömer İbnu Abdilaziz ve Evzaî ise
"mekruhtur" derler.[26]
ـ4936 ـ2ـ
وعنه رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]شَهِدْنَا
مَعَ رَسُولِ
اللّهِ #
خَيْبَرَ.
فقَالَ لِرَجُلٍ
مِمّنْ
يَدّعِى
ا“سَْمَ: هذَا
مِنْ أهْلِ
النَّارِ.
فَلَمّا
حَضَرَ
الْقِتَالَ قَاتَلَ
قِتَاً
شَدِيداً
وَأصَابَتْهُ
جَرَاحٌ؛
فَقِيلَ: يَا
رَسُولَ
اللّهِ
الّذِى قُلْتَ
آنِفاً إنّهُ
مِنْ أهْلِ
النّارِ قَدْ
قَاتَلَ
قِتَاً
شَدِيداً
وَقَدْ مَاتَ
فَقَالَ #: الى
النّارِ.
فَكَادَ
بَعْضُ
الْمُسْلِمِينَ
أنْ يَرْتَابَ
فَبَيْنَمَا
هُمْ على
ذلِكَ إذْ
قِيلَ لَهُ:
إنّهُ لَمْ
يَمُتْ
وَلَكِنْ
بِهِ جِرَاحَةٌ
شَدِيدَةٌ.
فَلَمّا كَانَ
مِنَ
اللّيْلِ
لَمْ
يَصْبِرْ
عَلى الْجِرَاحِ،
فأخَذَ
ذُبَابَ
سَيْفِهِ
فَتَحَامَلَ
عَلَيْهِ
فقَتَلَ
نَفْسَهُ
فأُخْبِرَ
بذلِكَ
رَسولُ
اللّهِ #.
فقَالَ:
اللّهُ أكْبَرُ،
أشْهَدُ أنّي
عَبْدُاللّهِ
وَرَسُولُهُ.
ثُمَّ أمَرَ
بًِ فَنَادَى
في النّاسِ إنّهُ َيَدْخُلَ
الْجَنَّةَ
إّ نَفْسٌ
مُسْلِمَةَ،
وَإنّ اللّهَ
لَيُؤَيِّدُ
هذَا الدّينَ
بِالرّجُلِ
الْفَاجِرِ[.
أخرجه
الشيخان .
2. (4936)- Yine Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte Hayber Gazvesi'nde hazır bulunduk. Müslüman olduğunu söyleyen bir adam
için de, Efendimiz:
"Bu, ateş ehlindendir!" buyurdular. Savaş başlayınca çok şiddetli şekilde savaştı ve yara aldı.
Ashabtan bazısı: "Ey Allah'ın Resulü dedi, az önce ateş ehlinden dediğiniz
kimse, çok şiddetli şekilde kahramanca
savaştı ve de öldü!" dediler. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), yine:
"Cehenneme (gitmiştir)" buyurdular. Bu cevap üzerine
Müslümanlardan bazıları nerdeyse şüpheye düşecekti. Askerler bu halde iken,
(aleyhissalâtu vesselâm)'a: "O asker henüz ölmemiş, ancak ağır şekilde
yaralanmış!" dediler. Gece olunca, adam
yaraya dayanamadı. Kılıncının keskin
tarafını alıp üzerine yüklendi ve intihar etti. Durum Aleyhissalâtu
vesselâm'a haber verildi. Bunun üzerine:
"Allahu ekber!" buyurdular ve devam ettiler:
"Şehadet ederim ki, ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm!
"Sonra Hz. Bilal (radıyallahu anh)'e halk içinde şöyle ilan
etmesini emrettiler:
"Cennete sadece Müslüman nefisler girecek. Şurası muhakak ki,
(İslam'ın lehine olan ameller kişinin imanına delil değildir), Allah bu dini,
facir bir kimse ile de güçlendirir." [Buhârî, Cihad 182, Megâzî 38, Kader
5; Müslim, İman 173, (111).][27]
AÇIKLAMA:
Bu hadis muhtelif tariklerle gelmiştir. Bazılarından hâdisenin
Uhud Savaşı sırasında geçtiği, bazılarında ise Hayber Seferi sırasında geçtiği
ifade edilmiştir. Şarihlerden bazıları
aradaki tearuzu, "İki ayrı hâdise mevzubahis olabilir" diye
te'lif etmiştir.
Vakidî'nin Megâzî'si, hâdisenin Uhud'da cereyan ettiğini, hâdise
kahramanın adının Kuzman olduğunu belirtir. Ona göre, "Kuzman, Uhud'dan
geri kalır. Kadınlar bunu (savaş kaçkını diye) alaya alırlar. Bunun üzerine
ilerler ve ön safta yer alır; ilk oku
atar, sonra kılıncını çeker ve acaib kahramanlıklar izhar eder. Müslümanlar
dağılınca kılıcın kınını kırar ve "Ölüm, kaçmaktan daha iyi!" diye
bağırarak ileri atılır. Bu esnada kendisine uğrayan Katade İbnu'n-Nu'man:
"Şehidlik sana mübarek olsun!"
diye tebrikte bulunur. Kuzman ise:
"Vallahi ben bir din için savaşmadım, kavmimin
itibarı için savaştım!" diye mukabele eder ve yaranın ızdırabına
dayanamayarak intihar eder."[28]
ـ4937 ـ3ـ
وعن جابر بن
سمرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]أُخْبِرَ
النّبيُّ #
بِرَجُلٍ
قَتَلَ نَفْسَهُ.
فقَالَ َ
أُصَلّي
عَلَيْهِ[.
أخرجه أبو داود
.
3. (4937)- Cabir İbnu
Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a, intihar eden bir kimse haber verilmişti.
"Ben üzerine namaz kılmıyorum!" buyurdular." [Ebu
Davud, Cenaiz 51, (3185).][29]
AÇIKLAMA:
4935 numaralı hadisin açıklamasında da belirttiğimiz gibi, Ehl-i Sünnet
alimlerinden bazıları müntehire cenaze namazı kılınmayacağına hükmetmiştir.
Ancak ulemanın ekseriyeti, kılınacağına kaildir. Resulullah'ın
"kılmam" sözünü, başkalarını intihardan zecretme maksadına hamleder. [30]
ÖLDÜRÜLMESİ CAİZ OLAN VE OLMAYAN
HAYVANLAR
ـ4938 ـ1ـ عن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]قَالَ رَسُول
اللّهِ #:
خَمْسٌ مِنَ
الدّوَابِّ كُلُّهُنَّ
فَاسِقٌ،
يُقْتَلْنَ
في الْحِلِّ
وَالحَرَمِ:
الغُرَابُ،
وَالْحِدَأةُ،
وَالعَقْرَبُ،
وَالْفَأرَةُ،
وَالْكَلْبُ
الْعَقُورُ[.
أخرجه
الستة.ولمسلم
في رواية
قالت: أمَرَ
رَسولُ
اللّهِ # بقتل
خمسِ
فَوَاسِقَ في
الْحِلِّ
وَالحَرَمِ،
وَأبدل أبو
داود في رواية
له عن أبي
هريرة، مكان
الغراب:
الحية.»وقيلَ
هذه« الحيوانات
خمس فواسق على
سبيل استعارة
لخبثها .
1. (4938)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların herbiri fasıktır
(zararlıdır). Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun
bunlar öldürülür: Karga, çaylak, akrep, sıçan, kelb-i akur (yırtıcılar)."
[Buharî, Bed'u'l-Halk 16, Cezau's-Sayd 7; Müslim, Hacc 66-67, (1198); Muvatta,
Hacc 90, (1, 357); Tirmizî, Hacc 21, (837); Nesâî, Hacc 113, (5, 208).]
Müslim'in bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) beş fasığın hill'de ve Harem'de
öldürülmesini emretti." Ebu Davud, Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh)'den kaydettiği bir rivayetinde, karga yerine
"yılan" demiştir.[31]
AÇIKLAMA:
1- Harem: Hacc bahsinde etraflıca açıklandığı ve hududu da
belirtildiği üzere[32] sınırı Hz. İbrahim
tarafından çizilen ve bir kısım yasakların cari olduğu bölgedir. Hıll de
Harem'le mikad mahalleri arasında kalan yerlerdir.
2- Öldürülmesi mübah kılınan
hayvanlara fasık denmektedir. Lügatte fasık, çıkan mânasına gelir. Yani
kulluktan çıkan, emir dinlemeyip dışına çıkan insana fasık denir. Hayvanlara da
fasık denmesi, diğerlerinin umumi adetinden (insanlara faydalı olmak)
çıkmalarından ileri gelir. Hanefîlerle
Malikîlere göre, bu hayvanlar, eziyete sebep olup zarar verdikleri için fasık diye adlandırılmış ve
öldürülmeleri tecviz edilmiştir. Şafiî hazretlerine göre, etleri yenilmediği ve
diğer hayvanların hükmünden çıkarılarak öldürülmeleri caiz kılındığı için
bunlara fasık denmiştir. Sayılan bu zararlı
hayvanları, ihramlı bir kimse de öldürebilir, fidye gerekmez.
3- Kelb-i Akur'u bazı alimler kuduz köpek diye anlamıştır.
Bazıları bununla saldırgan olan bütün hayvanları anlamıştır. Kurt, aslan,
kaplan, pars gibi. Bunlar saldırınca yaralar, hatta öldürürler. İnsana saldırmayan tilki ve
sırtlana kelb-i akur denmez.
Cumhur-u ulemâ "Diğer zararlı hayvanlar da bu hayvanların
hükmüne tabidir, öldürülmeleri caizdir" der.
Hanefîler:
"Öldürülmesi caiz olan hayvanlar, yalnız hadiste isimleri
zikredilenlerdir" demiştir. Ancak bazı
hadislerde yılan da zikredildiği için, onu da dahil ederler. Ayrıca
kurdun hükmünü köpeğe, keza insana
saldıran vahşileri de aynı hükme idhal etmişlerdir.
Ne var ki, Aynî bu görüşe itiraz ederek: "Hadis-i şerifte
sadece beş hayvanın öldürülmesine cevaz
verildiğini, diğer hayvanların bu beş neve dahil olmadığını, aksi takdirde
"beş" diye sınırlamanın bir mâna
ifade etmeyeceğini" söylemiştir.
Kadı İyaz der ki: "Cumhur-u ulemanın kavlinden anlaşıldığına
göre, hadisten murad, zikri geçen hayvanların kendileridir." İmam Malik ve
Ebu Hanife'nin kavilleri de böyledir.[33]
ـ4939 ـ2ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]بَيْنَمَا
نَحْنُ مَعَ
رَسولِ اللّهِ
# بِمِنىً إذْ
نََزَلَتْ
عَلَيْهِ: وَالْمُرْسََتِ،
وَإنّهُ
لَيَتْلُوهَا،
وَإنّى
‘تَلَقّاهَا
مِنْ فيهِ،
وإنّ فَاهُ
لَرَطِبٌ
بِهَا، إذْ
وَثَبَتْ
عَلَيْنَا
حَيّةٌ.
فقَالَ:
اُقْتُلُوهَا.
فَابْتَدَرْنَاهَا
لِنَقْتُلَهَا.
فَسَبَقَتْنَا
فقَالَ: وُقِيَتْ
شَرّكُمْ
كَمَا
وُقِيتُمْ
شَرّهَا[.
أخرجه الشيخان
والنسائي .
2. (4939)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile
birlikte Mina'da iken, Velmürselat suresi nazil oldu. Aleyhissalâtu vesselâm
onu okuyordu. Ben onu, kendi ağızlarından öğrendim. Mübarek ağızları henüz
surenin rutubetini taşırken, üzerimize bir yılan sıçradı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Öldürün şunu!" buyurdular. Hemen öldürmek üzere
atıldık. Fakat yılan önce davranıp kaçtı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Şerrinden korundu, tıpkı siz de onun şerrinden korunduğunuz
gibi!" buyurdular." [Buhârî, Cezâus-Sayd 7, Bed'ü'l-Halk 14, Tefsir,
Mürselât 1; Müslim, Selam 137, (2234); Nesâî, Hacc 114, (5, 208, 209).][34]
ـ4940 ـ3ـ
وعن ابن عمر
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال: ]سَمِعْتُ
رَسُول
اللّهِ #،
عَلى
الْمِنْبَرِ
يَقُولُ: اُقْتُلُوا
الْحَيَّاتِ،
وَاقْتُلُوا
ذَا
الطُّفْيَتَيْنِ
وَا‘بْتَرَ،
فإنَّهُمَا
يَطْمِسَانِ
الْبَصَرَ
وَيُسْقِطَانِ
الْحَبَلَ
قَالَ
عَبْدُاللّهِ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه:
فَبَيْنَا
أنَا
أُطَارِدُ
حَيّةً ‘قْتُلَهَا
فَنَادَانِي
أبُو
لُبَابَةَ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
َ
تَقْتُلْهَا.
فَقُلْتُ: إنّ
رَسُولَ اللّهِ
# أمَر
بِقَتْلِ
الْحَيّاتِ.
فقَالَ: إنّهُ
نَهى بَعْدَ
ذلِكَ عَنْ
ذَواتِ
الْبُيُوتِ،
وَهِىَ
الْعَوامِرُ[.
أخرجه الستة إ
النسائِي.شبه
الخطين
ا‘سودين على
ظهر الحية
بالطفيتين.و»الطفيةُ«
بضم الطاء
خوصة المقل.
وقيل الطفية
الحية.
فالمراد على
هذا: واقتلوا
كل حية ما كان
له ولد وما ولد له
وهو
ا‘بتر.و»العَوَامِرُ«
الحيات التي
تكون في
البيت، سميت
بذلك لطول
أعمارها .
3. (4940)- İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı
minber üzerinde şöyle söylerken dinledim:
"Yılanları öldürün. İki çizgili ve ebteri (engerek) de
öldürün. Çünkü bunlar, gözleri kapar (kör eder) ve hamilelerde düşük
yaparlar."
Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) der ki: "(Bir gün)
ben öldürmek için bir yılan kovalarken, Ebu Lübabe (radıyallahu anh) bana:
"Öldürme onu!" diye nida etti. "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) yılanların öldürülmelerini emir buyurdular!" dedim. O:
"Ama daha sonra ev yılanlarının öldürülmelerini yasakladı!"
dedi. Bunlar (ömürleri uzun olduğu için) avamir denen ev yılanları idi."
[Buhârî, Bed'ü'l-Halk 14, Megazî 11; Müslim, Selam 128, (2233); Muvatta,
İsti'zan 31, (2, 975, 976); Ebu Davud, Edeb 174, (5252, 5253, 5254, 5255);
Tirmizî, Ahkâm 2, (1483).][35]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, yılanların öldürülmesi ile ilgili umumi emri
tahsis etmekte ve ev yılanlarını istisna kılmaktadır. Hadisin zahirine göre
evlerde rastlanan yılanlar öldürülmemelidir.
* İmam Malik, hadiste sadece
Medine evlerinde yaşayan yılanların kastedildiğini, Medine dışındaki
evlerde yaşayan yılanların bu istisnaya dahil olmadığını söylemiştir.
* Bazı alimler: "Sadece şehirlerdeki evler maksuddur, diğer
evler buraya dahil değildir" demiştir.
Alimler, sahralarda olsun, şehirlerde olsun, ev dışında rastlanan
yılanların öldürülmesi gereğinde ihtilaf etmemiştir. Tirmizî'nin
İbnu'l-Mübarek'ten kaydettiği bir rivayete göre, öldürülmesi yasak olan ev
yılanı, gümüş (gibi açık renkli ve parlak)tır, incedir ve yürürken kıvrılmaz, dik yürür.
2- Hadiste, ev yılanını tarifte kullanılan avamir tavsifinin
Zührî tarafından ilave edilen bir derç
olduğunu şarihler belirtir. Lügatçiler, avamir'in ömür kelimesinden geldiğini,
evde uzun müddet kalmaları sebebiyle bunlara ummar dendiğini, cemî olarak
avamir geldiğini belirtirler. Ummar, evde yaşayan cinlerin ismidir.
3- Bazı rivayetlerde ev yılanlarının, kaçmaları için inzar
ettikten sonra kaçmazlarsa öldürüleceği belirtilmiştir. Ancak bu yılanlar
çizgili ise ve ebter çeşidinden ise bunların inzar edilmeden (ürkütülmeden, ani
olarak) öldürüleceği belirtilmiştir.
Kurtubî, bu hadislerdeki emrin vücub ifade etmeyip irşadî
olduğunu, zararı kesin olan şeyi defetmek gerektiğini belirtir.
4- Ebter, dilimizde engerek denen, kuyruğu kısa zehirli yılandır. Bunlar, yılanların en tehlikeli ve
en zararlı takımını teşkil etmektedir.
İki çizgili diye ifade ettiğimiz zûtufyeteyn, sırtında iki siyah çizgi bulunan yılandır. Bu
da engerek gibi zehirli ve muzır yılanlardandır.
Bu iki yılanın gözlerinde, insan gözünü kör edecek bir hassa
bulunduğu mücerred bakma ile gözleri kör edeceği kabul edilir. Onların,
öncelikle gözleri sokacaklarının kastedilmiş olabileceği de söylenmiştir.
Habel, anne karnındaki cenin
demektir. Mezkur yılanlara bakınca, onlardaki zehirleyici hassa
sebebiyle veya onlara bakmaktan hasıl olan korku sebebiyle bazı kimselerde çocuk düşürmelerin meydana geldiği söylenmiştir.[36]
ـ4941 ـ4ـ
وعن أبي
المسيب قال:
]دَخَلْتُ
عَلى أبي سَعِيد
فَوَجَدْتُهُ
يُصَلّي،
فَجَلَسْتُ أنْتَظِرُهُ،
فَسَمِعْتُ
تَحْرِيكاً
في عَرَاجِينَ
في نَاحِيَةِ
الْبَيْتِ،
فَالْتَفَتُ
فإذَا حَيّةٌ
فَوَثَبْتُ
‘قْتُلَهَا
فأشَارَ إليّ
أنْ أجْلِسَ
فَجَلَسْتُ،
فَلمّا انْصَرَفَ
فأشَارَ الى
بَيْتٍ في
الدّارِ.
فقَالَ: أتَرَى
هذَا
الْبَيْتَ؟
فَقُلْتُ:
نَعَمْ. فَقَالَ:
كَانَ فيهِ
فَتىً مِنّا
قَرِيبُ عَهْدٍ
بِعُرْس.
فَخَرَجْنَا
مَعَ رَسُولِ
اللّهِ # الَى الخَنْدَقِ،
فَكَانَ
الْفَتَى
يَسْتَأذنُ
رَسُولَ
اللّهِ #
بأنْصَافِ
النّهَارِ
لِيَرْجِعَ
الى أهْلِهِ،
فَاسْتَأذَنَهُ
يَوْماً.
فَقَالَ لَهُ
#: خُذْ
عَلَيْكَ
سَِحَكَ،
فإنّى أخْشى
عَلَيْكَ
قُرَيْظَةَ.
فأخَذَ الرَّجُلُ
سَِحَهُ،
فأتَى
أهْلَهُ،
فإذَا
امْرَأتُهُ
بَيْنَ
البَابَيْنِ
قَائِمَةٌ.
فَأهْوَى
إلَيْهَا
بِالرُّمْحِ
لِيَطْعُنَهَا
بِهِ،
وَأصَابَتْهُ
غَيْرَةٌ.
فقَالتْ لَهُ:
اَكْفُفْ
عَليْكَ
رُمْحَكَ،
وَادْخُلِ
الْبَيْتَ
حَتّى
تنْظُرَ مَا
الَّذِى
أخْرَجَنِي.
فَدَخَلَ الْبَيْتَ
فإذَا حَيّةٌ
عَظيمَةٌ
مُنْطَوِيَةٌ
عَلى
الْفِرَاشِ،
فأهْوَى
إلَيْهَا بِالرُّمْحِ
فَأنْتَظَمَهَا
بِهِ. ثُمَّ
خَرَجَ
فَرَكَزَهُ
في الدّارِ
فَاضْطَرَبَتْ
عَلَيْهِ،
فَمَا
نَدْرِى
أيُّهُمَا
كَانَ أسْرَعَ
مَوْتاً،
الْحَيّةُ
أوِ الْفَتَى؟
قَالَ:
فَجِئْنَا
رَسُولَ
اللّهِ #
فذَكَرْنَا
لَهُ ذلِكَ،
وَقُلْنَا
ادْعُ اللّهَ
أنْ
يُحْيِيَهُ.
فقَالَ:
اسْتَغْفِرُوا
لِصَاحِبِكُمْ.
ثُمَّ قَالَ:
إنَّ
بِالْمَدِينَةِ
جِنّا قَدْ
أسْلَمُوا.
فإذَا
رَأيْتُمْ
مِنْهُمْ
شَيْئاً فآذِنُوهُ
ثََثَةَ
أيّامٍ،
فاِنْ بَدَا
لَكُمْ بَعْدَ
ذلِكَ
فَاقْتُلُوهُ،
فإنَّمَا
هُوَ شَيْطَانُ[.
أخرجه مسلم
ومالك وأبو
داود
والترمذي.ومعنى
»فآذِنُوهُ«
هو أن يقول له:
أنت في حرج إن عدت
إلينا ف تلمنا
أن نضيق عليك
بالطرد والتتبع
.
4. (4942)- Ebu Ôl-Müseyyeb
anlatıyor: "(Bir gün) Ebu Said (radıyallahu anh)'in yanına girmiştim,
namaz kılıyor buldum. Onu beklemek üzere oturdum. Derken evin bir köşesinde
tavanı örten hurma dalları arasında bir kıpırtı gördüm. Oraya bakınca bir yılan
olduğunu gördüm. Öldürmek üzere atıldım. Ebu Said oturmam için işaret etti. Tekrar
yerime oturdum. Namazdan çıkınca bana evde bir oda gösterdi ve: "Bu odayı
görüyor musun?" diye sordu. Ben: "Evet!" deyince devam etti:
"Onda, bizden yeni evli bir genç vardı. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hendek (harbin)e gittik. Genç, gün
ortasında, ehline uğramak için Aleyhissalâtu vesselâm'dan izin istiyordu. Bir
gün ondan yine izin istedi.
Aleyhissalâtu vesselâm ona
:"Silahını beraberinde al,
ben Kureyza'dan sana bir zarar gelir diye korkuyorum!" buyurdular.
Adam silahını aldı. Ailesine geldi. Hanımı iki kapı arasında ayakta duruyordu. Elindeki mızrağı
ile, dürtmek üzere kadına eğildi. Adama kıskançlık gelmişti. Kadın ona:
"Mızrağını geri çek! Hele eve gir, beni dışarı çıkaran şeyi
bir gör!" dedi. Adam içeri daldı. Bir de ne görsün: Yatağın üzerine
çöreklenmiş iri bir yılan! Mızrağıyla ona yöneldi ve yılana sapladı. Sonra
çıkıp, süngüyü avluya dikti. Derken yılan üzerine atıldı. Bilemiyoruz, hangisi
evvel öldü; yılan mı, genç mi? Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip, bu durumu
anlattık ve: "Dua edin, Allah ona tekrar hayat versin!" dedik.
Aleyhissalâtu vesselâm:
"Arkadaşınız için istiğfar ediverin!" buyurdular. Sonra
şu açıklamada bulundular:
"Medine'de Müslüman olan cinler var. Onlardan birini
görürseniz, kendisine üç gün ihtarda bulunun. Eğer bundan sonra yine de
görünürse onu öldürün. Çünkü o bir şeytandır." [Müslim, Selam 139, (2236);
Muvatta, İsti'zan 33, (2, 976, 977); Ebu Davud, Edeb 174, (5256, 5257);
Tirmizî, Ahkâm 2, (1484); (Bazı Tirmizî nüshalarında Sayd bölümünde (17. babta)
gelmiştir.][37]
AÇIKLAMA:
Bazı şarihler, bu ve benzeri rivayetlere dayanarak Medine'deki
yılanların hemen öldürülme cihetine gidilmemesi, önce ihtar edip, kaçmasına
imkan hazırlanması gerektiğini, ihtara rağmen kaçmazlarsa öldürüleceğini söylemiştir. Sair yerlerde ve evlerde rastlanan yılanları ise, ihtar
etmeden öldürmek mendubtur. Zîra bu
babta sahih surette gelen birçok rivayet mevcuttur. Bu görüş sahipleri,
Medine'de rastlanan yılanların ihtar edildikten sonra öldürülmeleri gereğine şu
gerekçeyi zikrederler. Hadis, yılan şeklindeki bir cin taifesinin Medine'de
Müslüman olduğunu beyan buyurmuştur.
Diğer bazı alimler, nehyin
amm oluşundan hareketle, nerede olursa olsun, evlerde yaşayan yılanların ihtar
edilmeden öldürülemeyeceğini söylemiştir. Kırlarda rastlanan yılanlar, bunlara
göre de ihtarsız öldürülebilir. İmam Malik, mescidlerde rastlanan yılanların da
ihtarsız öldürüleceğini söylemiştir. Tirmizî, yılana yapılacak ihtarın mahiyeti
ile ilgili olarak, Resulullah'ın şu
sözünü nakleder:
"Senden, Süleyman İbnu Davud ve (gemiye sokarken) Hz. Nuh'un
aldığı söz hakkı için bize eziyet vermemeni (ve bize görünmemeni)
diliyorum." Ulema bu inzar
(korkutma, ihtar) işinin üç gün mü; üst üste üç kere mi olacağında ihtilaf
etmiştir. Cumhur üç gün demekte ittifak
eder. İhtar şöyle yapılmalıdır. انشدكن
بالعهد الذى
اَخَذَهُ
عَلَيْكُنّ
نوحٌ
وسُلَيْمَانُ
عَليهما السم
اَنْ َ
تَبْدُونَ
وََ
تُؤْذُونَا Nevevî'nin kaydına göre ulemâ şöyle demiştir:
"İhtara rağmen gitmezse, anlaşılır
ki, o yılan "ev yılanlarından " değildir, cinlerden Müslüman
olanlardan da değildir, o bir şeytandır, ona hürmet etmek gerekmez. Allah,
öylelerine, insanlara karşı intikam güderek galebe etme hassası vermemiştir. Müslüman olanlarla,
ev yılanları aksine intikam alıcıdırlar."[38]
ـ4942 ـ5ـ
وعن ابن أبي
ليلى عن أبيه
قال: ]سُئِلَ
رسولُ اللّهِ
# عَنْ
حَيّاتِ
الْبُيُوتِ.
فقَالَ: إذَا
رَأيْتُمْ
مِنْهُنّ
شَيْئاً في
مَسَاكِنِكُمْ.
فَقُولُوا
لَهُ:
نَنْشُدُ
عَلَيْكَ
الْعَهْدِ
الّذِى أخَذَ
عَلَيْكُمْ
نُوحٌ،
وَنَنْشُدُكَ
الْعَهْدَ
الّذِى أخَذَ
عَلَيْكُمْ
سُلَيْمَانُ
بْنُ دَاوُدَ َ
تُؤْذُونَا
وََ
تَتَرَاءَوْا
لنَا فإنْ عُدْنَ
فَاقْتُلُوهُنَّ[.
أخرجه أبو
داود والترمذي
5. (4942)- İbnu Ebî Leyla babasından anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a ev
yılanlarından sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"Evlerinizde onlardan
birini görecek olursanız, ona:
"Size Hz. Nuh'un (gemiye sokarken) aldığı söz hakkı için ve de Hz. Süleyman İbnu Davud'un
sizden aldığı söz hakkı için bize zarar
vermemenizi ve bize görünmemenizi taleb
ediyorum" deyin. Eğer tekrar dönerlerse öldürün." [Tirmizî, Ahkâm 2,
(1485); Ebu Davud, Edeb 174, (5260).][39]
ـ4943 ـ6ـ
وعن ابن مسعود
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسولُ
اللّهِ #:
اقْتُلُوا
الحَيّاتِ كُلّهُنّ،
فَمَنْ خَافَ
ثَأرَهُنَّ
فَلَيْسَ
مِنّي[. وفي
رواية:
»اقْتُلُوا الْكِبَارَ
إَّ الجَانّ
ا‘بْيضَ
الّذِى كُأنّهُ
قَضِيبُ
فِضَّةٍ[.
أخرجه أبو
داود والترمذي
.
6. (4943)- İbnu Mes'ud
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Yılanların hepsini öldürün. Kim yılan(ın intikam
alacağın)dan korkarsa, benden değildir."
Bir rivayette şöyle buyrulmuştur: "Gümüş çubuk gibi olan uzun
yılan hariç, bütün yılanları öldürün." [Ebu Davud, Edeb 174, (5249, 5261);
Nesâî, Cihad 48, (6, 51).][40]
ـ4944 ـ7ـ
وعن ابن عبّاس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]قالَ رسولُ
اللّهِ #: مَنْ
تَرَكَ
الْحَيّاتِ
مَخَافَةَ
طَلَبِهِنّ
فَلَيْسَ
مِنّا. مَا
سَالَمْنَاهُنّ
مُنْذُ
حَارَبْنَاهُنّ[.
أخرجه أبو داود
.
7. (4944)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim, yılanı (intikam) arar diye (öldürmez) bırakırsa bizden
değildir. Biz onlarla harbettiğimiz günden beri onlarla sulh yapmadık."
[Ebu Davud, Edeb 174, (5250).][41]
AÇIKLAMA:
1- Daha önce de geçtiği üzere, yılanın kindar olduğuna intikam
alacağına inanılmaktadır. Aleyhissalâtu vesselâm bu hadislerde, yılanın kin
tutacağından, intikam alacağından korkarak, onların öldürülmemelerini caiz
bulmuyor. Esasen, ölen yılanın intikam alması mevzubahis olmadığı için,
kastedilen, yılanın arkadaşlarının
intikam alacağı inancıdır. Aliyyu'l-Kârî, cahiliye devrinde: "Yılanları
öldürmeyin, eğer öldürecek olursanız, onun eşi gelir, intikam almak için sizi sokar" dendiğini; Aleyhissalâtu
vesselâm'ın bu cahiliye inancını nehyettiğini belirtir.
Önceki hadiste, ev yılanlarına dokunulmaması, onları inzar
ettikten sonra öldürülmesi emredilmiştir. Oradaki açıklamalar görülmelidir.
2- Hadiste temas edilen, yılanla insan arasındaki muharebe
fıtrî ve cibillî durumdur. Zîra gerek insan ve gerekse yılan, birbirlerini
öldürme fıtratı üzere yaratılmışlardır. Ancak bazıları: "Bundan murad,
yılanla Hz. Adem arasındaki düşmanlıktır" demiştir. Rivayetlere göre,
İblis cennete girmek diler, fakat cennetin bekçisi salmaz, mani olur.
Fakat yılan onu ağzına alır ve ağzından
içeri sokar. Cennete bu yolla giren İblis, Hz. Adem'le Havva'ya vesvese
vererek, yasak ağaçtan yemelerine ve cennetten kovulmalarına sebep olur. Bu
kötü akibete yılan sebep olduğu için insanoğlu ile yılan cinsi arasında adavet
başlamıştır.
3- "Bizden değil" sözüyle Resulullah tekfiri
kastetmemiştir. "Bizim sünnetimizi almamıştır, yolumuzdan
gitmemektedir" demiş olmalıdır.[42]
ـ4945 ـ8ـ
وعن العبّاس
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه:
]أنّهُ قال:
يَا رَسُولَ
اللّهِ! إنّا
نُرِيدُ أنْ نَكْنُسَ
زَمْزَمَ
وَإنّ فِيهَا
مِن هذِهِ الْحَيّاتِ
الصّغَارِ؟
فَأمَرَهُ
بِِقَتْلِهِنّ[.
أخرجه أبو
داود .
8. (4945)- Hz. Abbas
(radıyallahu anh)'ın anlattığına göre: "Ey Allah'ın Resûlü demiştir, biz
zemzem kuyusunu temizlemek istiyoruz. Fakat içinde şu küçük yılanlar var."
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), yılanları öldürmesini emretmiştir.
[Ebu Davud, Edeb 174, (5251).][43]
ـ4946 ـ9ـ
وعن عائشة
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]قال رَسولُ
اللّهِ #
لِلْوَزَغِ:
الْفُوَيْسِقُ،
وَلَمْ
أسْمَعْهُ
أمَرَ
بِقَتْلِهِ[.
أخرجه
الشيخان
والنسائي .
9. (4946)- Hz. Aişe
(radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) keler
için fuveysık (fâsıkcık) dedi ama, "öldürün!" diye emrettiğini
işitmedim." [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 14, Cezâu's-Sayd 7; Müslim, Selam 145, (2239); Nesâî, Hacc 115, (5,
209).][44]
ـ4947 ـ10ـ
وعن سعيد بن
أبي وقّاص
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه: ]أنّ
النّبِىّ #
أمَرَ
بِقَتْلِ الْوَزَغِ،
وَسَمّاهُ
فُوَيْسِقاً[.
أخرجه مسلم
وأبو داود.
10. (4947)- Sa'd İbnu Ebî
Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
kelerin öldürülmesini emretti ve onu fuveysika diye isimlendirdi."
[Müslim, Selam 144, (2238); Ebu Davud, Edeb 176, (5262).][45]
ـ4948 ـ11ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُولُ
اللّهِ #: مَنْ
قَتَلَ
وَزَغَةً في
أوّلِ
ضَرْبَةٍ
كُتِبَ لَهُ
مِائَةُ حَسَنَةٍ؛
وَفي
الثّانِيَةِ
دُونَ ذلِكَ،
وفي الثّالِثَةِ
دُونَ ذلِكَ[.
أخرجه مسلم،
وهذا لفظه، وأبو
داود
والترمذي .
11. (4948)- Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır.
İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap
kazanır." [Müslim, Selam 147 (2240); Metin Müslim'den alınmadır. Ebu
davud, Edeb 175, (5263, 5264); Tirmizî, Ahkâm 1, (1482). Bazı Tirmizî
tertibinde Sayd bölümünde 13. babta.][46]
AÇIKLAMA:
Vezeğa,
Ahterî'de keler olarak açıklanır. Keler, bir nevi kertenkeledir. Resulullah
fuveysika diye tavsif ederek, insanlara eziyet veren haşerata dahil etmiştir.
Fuveysika, fasıkcık demektir. Resulullah haşeratın ekserisinden ayrı olarak,
zarar verenlere fasık demiştir. Ulemâ, kelerin bu grupta olduğunda ittifak
eder. Bir vuruşta öldürülmesinden maksad eziyet verilmemesi içindir. Zîra
hayvan ikinci darbeyi almadan yaralı olarak kaçabilir.
Kertenkelenin
öldürülmesi ile ilgili beyanlar, tabiatı icabı onun insanlara zarar verici
olmasındandır. Bu mânayı te'yid eden başka rivayetler mevcuttur: Ahmed İbnu
Hanbel'in bir rivayetine göre, "Hz. İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm) ateşe
atıldığı zaman bütün hayvanlar ateşi
söndürmeye çalıştığı halde, kertenkele ateşi üfürmüş, iyice yandırmaya
çalışmıştır. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sebeple kertenkelenin
öldürülmesini emretmiştir." Keza, Hz. Aişe, "Beytü'l-Makdis yandığı
zaman da kertenkelenin ateşi üfürdüğünü" rivayet etmiştir.[47]
ـ4949 ـ1ـ عن
ابن عمر
رَضِيَ اللّهُ
عَنْهما قال:
]أمَرَ
رَسُولُ
اللّهِ #
بِقَتْلِ
الْكَِبِ إَّ
كَلْبَ
صَيْدٍ، أوْ كَلْبَ
غَنَمٍ أوْ
مَاشِيَةٍ.
فَقِيلَ ‘ُبْنِ
عُمَرَ: إنّ
أبَا
هُرَيْرَةَ
يَقُولُ: أوْ
كَلْبَ
زَرْعٍ.
فقَالَ: إنّ
‘بِى
هُرَيْرَةَ
زَرْعاً.
قَالَ: كُنَّا
نَنْبَعِثُ
بِالْمَدِينَةِ
وَأطْرَافِهَا
فََ نَدَعُ
كَلْباً إَّ
قَتَلْنَاهُ،
حَتّى إنّا
لَنَقْتُلُ
كَلْبَ الْمَرْأةِ
مِنْ أهْلِ
الْبَادِيَةِ
يَتْبَعُهَا[.
أخرجه الستة إ
أبا داود .
1. (4949)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) av veya koyun veya çoban köpeği hariç
diğer bütün köpeklerin öldürülmesini
emretti."
İbnu Ömer (radıyallahu anhüma)'e: "Ebu Hüreyre, "Veya
ekin köpeğini de diyor!" denilmişti, bunun üzerine: "Onun ekini var
da ondan!" cevabını verdi ve ilave
etti:
"Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz, hepsini
öldürürdük. Hatta biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile
öldürdük." [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 14; Müslim, Musakât 45, (1570); Muvatta,
İsti'zân 14, (2, 969); Tirmizî, Sayd 4, (1488); Nesâî, Sayd 9, (7, 184.][48]
AÇIKLAMA:
1- Köpeklerin öldürülüp öldürülmemesi ile ilgili birçok hadis
rivayet edilmiş, bu sebeple mesele hakkında ulemânın farklı mütalaaları
olmuştur. Bunları müteakiben özetlemeye çalışacağız.
2- Sadedinde olduğumuz hadiste açıklanması gereken mühim bir
nokta, İbnu Ömer'in Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hakkında sarfettiği:
"Onun ekini var da ondan" sözüdür. Bu ifade biraz açıklanmaya muhtaç.
Çünkü yanlış anlaşılmaya müsait bir görünüş arzetmektedir.
İbnu Ömer'in, Ebu Hüreyre hakkındaki bu sözü, ulemanın ittifakla ifade ettikleri üzere Ebu
Hüreyre'nin ziyadesini gevşetmek, hafife almak
gayesini gütmemektedir. Nitekim o hüküm, yani Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın ekin bekleyen köpeği de öldürmekten istisna kıldığını ifade eden
ziyadeyi, İbnu Mugaffel, Süfyan İbnu Ebî Züheyr ve İbnu Hakem de
zikretmişlerdir. Bu ziyadeyi başkaları rivayet etmemiş olsa, bi'lfarz sadece
Ebu Hüreyre rivayet etmiş olsa bile,
yine de hadisin sıhhatine bir noksan gelmezdi. Çünkü sahabinin rivayeti
makbuldür. Kaldı ki, İbnu Ömer'in bu sözüyle: "Ebu Hüreyre çiftçidir,
çiftçilikle ilgili teferruatı herkesten iyi bilir, o bu hususta
dikkatlidir" demek istediği belirtilmiştir. [49]
ـ4950 ـ2ـ
وعن أبي هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قَالَ
رَسُول
اللّهِ #: مَا
مِنْ أهْلِ
بَيْتٍ
يَرْتَبِطُونَ
كَلْباً إّ
نَقَصَ مِنْ
عَمَلِهِمْ
كُلّ يَوْمٍ
قِيرَاطٌ إّ
كَلْبَ
صَيْدٍ أوْ
حَرْثٍ أوْ
غَنَمٍ[. أخرجه
رزين .
2. (4950)- Hz. Ebu Hüreyre
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Köpek besleyen bir aile yoktur ki, her gün rızıklarından iki kırât
eksilmemiş olsun. Bundan av veya bekçi veya koyun köpeği hariç (bunları
besleyenlerin rızkında eksilme olmaz)." [Bunu Rezin tahriç etti.][50]
AÇIKLAMA:
1- Köpeklerle ilgili gelen
hadislerden birkaçı:
* İbnu Mugaffel anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) köpekleri öldürmeyi emretmiştir. Sonra: "Köpekler onları ne ilgilendirir" buyurdu ve av köpeği ile çoban köpeği
hakkında ruhsat verdi."
* Hz. Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize köpekleri öldürmeyi emrettiler.
(Bunun üzerine biz) çölden gelen kadına refakat eden köpeğe varıncaya kadar
(bütün köpekleri) öldürdük. Sonra (aleyhissalâtu vesselâm) köpekleri öldürmeyi
yasakladı ve: "Halis siyahını (ve
gözlerinin üstünde iki nokta gibi beyazı olan) iki noktalısını öldürün,
zîra o şeytandır!" buyurdular.
* İbnu Ömer anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), köpeklerin öldürülmesini emrettiler ve onların öldürülmesi için
Medine'nin etrafına haber saldılar.
** Bu rivayetleri
gözönüne alan Ahmed İbnu Hanbel ile bazı Şafiî alimler, halis, siyah köpeğin avcılıkta kullanılmasını
uygun görmemişler ve Cabir (radıyallahu anh) hadisinin zahirini esas alarak:
"Zîra siyah köpek şeytandır; helal olan av, şeytanın değil, köpeğin
avladığıdır" demişlerdir. Fakat
alimlerin ekseriyeti yani cumhur, siyah köpekle diğerleri arasında fark
olmayacağına hükmetmiştir. Hadiste ona şeytan denmesi, onların köpek olmadığını
belirtmeye matuf değildir. Bundandır ki, beyaz gibi, siyah köpeğin de ağzını soktuğu kabın
yıkanması gerekir. İmam Â-zam, İmam
Malik ve İmam Şafiî rahimehümullah'ın
mezhepleri böyledir.
Alimler, siyah
köpeğin şeytan olarak ifade edilmesinde zahirin maksud olmadığına, Kur'an-ı
Kerim'de -mesela Nas suresinde- kötülüğü
galebe çalan insanlara şeytan denmiş
olmasını delil gösterirler. Allah böylelerine şeytan demiş ama öldürülmelerini
emretmemiştir.
** İbnu Abdilberr'e göre, zararlı olmadıkça hiçbir köpek
öldürülmez. "Çünkü der Aleyhissalâtu vesselâm canlıları silaha hedef yapmayı nehyetmiştir. Üstelik köpeğe su
vermenin faziletiyle ilgili hadis mevcuttur. Hadiste: "Her ciğer
sahibine su vermenin ecri vardır" buyrulmuştur." İbnu Abdilberr, kanaatine
fiilî durumu da şahid gösterir: "Her tarafta bunca alim ve dine aykırı
işlere göz yummayan uyanık kimseler olduğu halde köpekleri öldürme adeti
yoktur. Ben, Müslümanların hiçbir fakihinin, köpek beslemeyi adaleti
cerheden, şahidliğe mani olan bir hal
saydığını görmedim. Sadece Şâfiî mezhebi ihtiyaç yokken köpek beslemeyi haram saymıştır" der.
Hangi çeşitten olursa olsun "köpek sulama"nın ecrinden
bahseden hadise gelince:
"Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Fahişe bir kadın, bir
kuyu başında susuzluktan dilini çıkarmış soluyan ve ölümle pençeleşen bir
köpeğe rastladı. Hemen ayakkabısını çıkararak başörtüsüne bağlayıp hayvana su
çıkardı. Bu sebeple kadının günahları affolundu."[51]
ـ4951 ـ1ـ عن
ابن عبّاس
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهما قال:
]نَهَى رَسولُ
اللّهِ # عَنْ
قَتْلٍ
أرْبَعٍ مِنَ
الدّوَابِّ:
النَّمْلَةِ،
وَالنّحْلَةِ،
وَالْهُدْهُدِ،
وَالصُّرَدِ[.
أخرجه أبو داود
.
1. (4951)- İbnu Abbas
(radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) dört
hayvanın öldürülmesini yasakladı: "Karınca, arı, hüdhüd, surad (sarı ve
yeşil renkli ağaçkakan kuşu)." [Ebu
Davud, Edeb 176, (5267).] [52]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste dört hayvanın öldürülmesi yasaklanmaktadır:
* Karınca,
* Arı,
* Hüdhüd,
* Surad.
** ed-Demîrî, karınca ile ilgili olarak der ki:
"Şerhu's-Sünne'de Begavî'nin ve Hattâbî'nin de dediği gibi bundan maksad
Süleymânî denen iri karıncadır. Zerre de denilen küçük karıncanın öldürülmesi
caizdir. İbnu Ebî Zeyd, eziyet veren bütün karıncaların öldürülmesinin caiz
olduğunu söylemiştir." Hattâbî, bu karıncaların insanlara pek az zarar ve
eziyet verdiğini belirtir.
** Surad hakkında en-Nihaye'de: "Başı ve gagası iri olan
bir kuştur, tüyleri de büyüktür, yarısı beyaz, yarısı siyahtır" denmiştir.
Ancak Ahterî'de sarı ve yeşil bir kuş olduğu, bazı lügatlerde ağaçkakan olduğu
belirtilir. Hattâbî'ye göre bunun öldürülmesinin yasaklanması, etinin
tahriminden gelir. "Çünkü der, bir hayvanın öldürülmesi yasaklandı ise, bu
ona hürmet için veya onda bulunan bir zarar sebebiyle değilse, etinin haram kılınması
sebebiyledir. Nitekim, Aleyhissalâtu vesselâm eti yenilmeyen hayvanın
öldürülmesini yasaklamıştır." Alimler, surad kuşu ile cahiliye Arabının
teşâümde bulunduğunu ses ve şahsıyla uğursuzluk çıkardığını belirtir. Bazıları:
"Onların surad kuşundan hoşlanmamaları ismi sebebiyledir. Çünkü tasridden
gelir, tasrid ise taklil (azaltma) demektir" demişlerdir.
** Arının öldürülme yasağını Hattâbî, onun faydalı bir hayvan
olmasıyla izah eder ve "bal ve mum" imal ettiklerini hatırlatır.
** Hüdhüdün öldürülmesinin yasaklanması da, tıpkı surad kuşu hakkında söylendiği gibi "Etinin
tahrimi ile ilgilidir" denmiştir. Ayrıca, onun pis koktuğu, dolayısıyle
cellâle (pislik yiyen hayvan) durumunda
olduğu belirtilmiştir.
Biz, alimlerimizin yorumlarına şunu ilave etmek isteriz: Bizce
sebebi bilinir veya bilinmez. Esas olan,
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yasaklamasıdır. O'nun her
yasağında -tıpkı her emrinde olduğu
gibi- nice hikmetler, maslahatlar var. Bunların cüz'î bir kısmını bilsek de pek
çok kısmını bilemeyebiliriz. Zamanla bilemediğimiz hikmetler peyder pey zuhur
edebilir, anlaşılacak hale gelebilir. Nitekim günümüzde, tabiatta mevcut hassas bir
dengeden bahsedilmektedir. İnsanoğlu rastgele tasarrufları ve müdahaleleriyle
bu dengeyi bozmakta ve sonradan büyük zararlara maruz kalmaktadır.
Öldürülmesi yasaklanan hayvanların bu dengede mühim bir rol sahibi
oldukları söylenebilir. Kasır aklımız ve sınırlı bilgimizi, sönük beşerî
yorumlarımızı esas alarak nebevî tahdid ve yasakları küçük görme gafletine düşülmemelidir.
2- Resulullah'ın öldürülmesini yasakladığı hayvanlar meyanında kurbağa da geçer. [53]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/131.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/131-133.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/133.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/133.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/134.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/134.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/134.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/134.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/135.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/135-136.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/136-137.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/137.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/138.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/138-139.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/139.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/139.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/140.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/140-142.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/142.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/142.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/143.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/143.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/144.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/144.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/145.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/145-146.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/147.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/147-148.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/148.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/148.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/149.
[32] Teferruat ve bu bölgelerin krokisi için 5.
Ciltte 312-313. Sayfalar görülebilir.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/149-150.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/150-151.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/151-152.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/152-153.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/154.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/154-155.
[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/155-156.
[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/156.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/156.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/156-157.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/157.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/157.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/158.
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/158.
[47] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/158.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/159.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/159.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/160.
[51] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/160-161.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/161.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 14/162-163.