MÜSLÜMANIN HAYAT ÖLÇÜLERİ BÖLÜMÜ
1) İhlâs Ve Niyet (Gizli Ve Açık Bütün İşlerde,
Sözlerde Ve Hallerde İyi Niyet Ve İhlâs)
2) Tövbe (Allah’tan Af Dilemek)
5) Allah’ın Kullarını Kontrol ve Denetimi
6) Takva (Yolunu Allah ve Kitabıyla Bulma)
7) Sağlam İman ve Allah’a Güvenip Dayanmak
9) Yaratılanların Büyüklüğü Dünya Ve Ahiret İşlerini
Düşünme
10) Hayırlı İşlere Koşmak Ve İyilik Yapmak
11) Allah’ın Rızası Ve Cenneti Kazanmak İçin Gayret
Etmek
12) Ömrün Sonlarına Doğru İyilikleri Artırmaya Teşvik
13) Hayır Yollarının Çok Oluşu
14) İbadet ve Allah’ın Emirlerine Uymada Ölçülü Olmak
15) İbadet Ve Hayırlı İşleri Devamlı Yapmak
16) Peygamber Sünnetini Ve Edeblerini Korumak
17) Allah’ın Hükmüne Boyun Eğmek
18) Dinde Meydana Getirilen Yeniliklerden
(Bidatlardan) Sakınmak
19) İyi Veya Kötü Çığır Açanlar
20) Hayır Ve İyiliklere Öncülük Etmek
21) İyilik Ve Hayırlarda Yardımlaşma
22) Nasihat İkaz Ve Hatırlatma
23) İslamın İyi Dediklerini Emretmek, Kötü
Dediklerinden Sakındırmak
27) Müslümanların Haklarına Saygı Göstermek
28) Müslümanların Ayıplarını Örtmek
29) Müslümanların İhtiyaçlarını Karşılamak
30) Şefaat (Yardım Ve Aracılık Yapmak)
32) Güçsüz Müslümanlar İle Fakirlerin Ve Adı Sanı
Anılmayanların Değeri
33) Yetim Kimsesiz Ve Zayıfları Koruyup Gözetmek
35) Kocanın Karısı Üzerindeki Hakları
37) Mü’min İyi Ve Değerli Şeyleri İnfak Etmeli
40) Ana Babaya İyilik Ve Akrabayı Ziyaret
41) Ana Babaya Karşı Gelmenin Ve Akraba İle İlgiyi
Kesmenin Haramlığı
42) Ana Babaya Dostlarına Ve İkrama Layık Kimselere
İkram Etmek
43) Rasulullah’ın Soy Ve Sopuna İkram
45) İyi Kişileri Ziyaret Edip Sohbette Bulunmak
46) Allah İçin Sevmek Ve Bunu Yaymak
47) Allah’ın Kulunu Sevmesinin İşaretleri
48) Fakir Ve Güçsüzlere Eziyet Etmemek
49) Görünüşe Göre Hüküm Vermek Kalblerdekini Allah’a
Bırakmak
50) Allah’ın Güç Ve Azabına Karşı Devamlı Sorumluluk
Bilincinde Olmak
51) Allah’ın Rahmetini Ümid Etmek
52) Allah’tan Rahmetini Ümid Etmek
53) Korku İle Ümit Arasında Yaşamak
54) Dini Heyecan Ve Ahiret Endişesinden Dolayı
Ağlamak Ve Ağlamanın Değeri
55) Zühdün Üstünlüğü (Dünyaya Karşı Zühdün Fazileti
Dünyalığa Düşkünlüğü Azaltmaya Teşvik
Dünyada İhtiyaçtan Fazlasına Sarılmamanın Gerekliliği
Ve Fakirliğin Üstünlüğü)
56) Açlık Ve Sade Yaşamanın Üstünlüğü
58) Göz Dikmeksizin Ve İstemeyerek Sadaka Almanın
Caiz Oluşu
60) Cömertlik Ve Hayır Yollarına Harcamak
61) Cimrilik Ve Açgözlülükten Sakınmak
62) Başkalarını Kendine Tercih Etmek
63) Ahirete Yarışırcasına Hazırlanmak
64) Şükreden Zenginin Fazileti
65) Ölümü Devamlı Hatırlamak Ve Nefsin Arzularını
Dizginlemek
66) Kabir Ziyareti Ve Bu Ziyarette Ne Denileceği
67) Başa Gelenlerden Dolayı Ölümü İstemenin Doğru
Olmadığı
68) Günahtan Sakınıp Şüpheli Şeylerden Uzak Durmak
70) İnsanlarla Bir Arada Yaşamanın Kıymeti
71) Alçak Gönüllü Olup Mü’minlere Kol Kanat Germek
72) Kibir Ve Kendini Beğenmenin Haram Oluşu
74) Acele Etmemek Yumuşak Huyluluk Ve Acımak
75) Hataları Bağışlayıp Bilgisizlere Uymamak
76) Allah Rızası İçin Eziyet Ve Sıkıntılara Katlanma
77) Allah’ın Dini İçin Kızmak Ve Allah’ın Dinine
Yardım Etmek
78) İdarecilerin Emri Altındakilere Şefkatli
Davranmaları Aldatıp Kötü Davranmaktan Uzak Olmaları
80) Günah Olmayan Koşullarda Yöneticiye İtaat
81) Görev Verilmedikçe İdareciliğe İstekli Olmamak
82) Yöneticilerin Hayırlı Kimseleri Yardımcı Edinmesi
83) Yöneticilik İstemekte Hırslı Olana Görev Vermemek
Bu bölümdeki üç ayet ve oniki hadîs-i şerîften; dinin
sadece Allah’a has kılınması, boş ve anlamsız şeylerden Allah’a yönelinmesi,
niyetin samimi olması, Allah’ın herkesin duygularını da bildiğini, amellerin
niyetin samimi oluşuna göre değer bulacağını, İslâmı yaşayamayacağımız
bölgelerden yaşayacağımız yerlere göç etmemiz gerektiğini veya daima bu niyette
olmamız gerektiğini, cihad için çağrılınca hemen koşulması gerektiğini,
mazeretleri sebebiyle cihada katılamayanların niyetlerinin samimiyetinden
dolayı aynı sevaba ortak olduklarını, herkesin niyetine göre sevap
kazanacağını, kişinin sağlığında malı hakkında tam yetkili ve tasarruf sahibi
olduğunu, hastalık ve ölüm anında ise üçte birden fazlasına vasiyet etme
vakfetme ve dağıtma yetkisine sahip olmadığını, Allah’ın sadece kalplerimize ve
niyetlerimize baktığını, dış görüntülerimiz ve mal varlığımıza göre
değerlendirme yapılmayacağını, sadece İslâmı yüceltmek maksadıyle savaşan
kimsenin Allah yolunda olup ölürse şehit olacağını, bu maksat dışında
savaşanların ve ölenlerin Allah yolunda olamayıp şehit de olamayacaklarını,
birbirine silah çeken iki müslümanın ikisinin de cehennemlik olacağını, samimi
niyetle ibadet için yapılacak her şeyde ibadet sevabı yazılacağını, iyilik için
niyet edenin yapmasa bile sevap alacağı yaptığında ise en az on ve yediyüzden
fazla sevaplar alacağını, kötülüğe niyet eden kimsenin o kötülüğü yapmadığı
takdirde bir sevap yaptığında ise bir günah kazanacağını, yapılan iyi amelleri anlatarak
Allah’a dua etmenin kişiyi belalardan kurtaracağını öğreneceğiz.[2]
“Oysa kendilerine yalnızca Allah’a ibadet etmeleri, bütün
içtenlikleriyle yalnız O’na iman ederek batıl olan her şeyden uzak durmaları,
namazlarında dikkatli ve devamlı olmaları ve mallarının bencillik kirinden
arındırılması için karşılıksız harcamada bulunmaları emrolunmuştu. İşte
dosdoğru din de budur.” (Beyyine: 98/5)
“Fakat unutmayın ki, onların ne etleri Allah’a ulaşır, ne de
kanları. Fakat O’na ulaşan, yalnızca sizin iyi niyet ve samimiyetinizdir. İşte
bu amaçla onları sizin yararınıza sunuyoruz ki, O’nun sizi doğru yola
iletmesine karşılık, O’nun şanını yüceltip tekbir getiresiniz için. Öyleyse
güzel davrananları müjdele” (Hacc: 22/37)
De ki: “Kalplerinizdekini gizleseniz de, açığa vursanız da
Allah onu bilir. Zira O göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allah’ın gücü
her şeye yeter.”
(Âl i İmrân: 3/29)
1.
Mü’minlerin emîri Ebû
Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı
işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak,
onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret
sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına
kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre
değerlenir.”[3]
* Hicret: Kişinin müslümanlığı yaşayamadığı yerden yaşayabileceği
yere göç etmesidir. Müslüman bir memlekette müslümanlığı gerektiği gibi
yaşayamıyorsa yaşayabileceği yere göç etmelidir. Yapılan işlerden sevap
beklenecekse önce iman sonra iyi niyet şarttır. İmansız sırf iyi niyetin bir
faydası yoktur. Müslüman göründüğü gibi olmalı, olduğu gibi görünmelidir.
Dünyalık bazı çıkarları için dini hiçbir zaman istismar etmemelidir. [4]
2.
Mü’minlerin annesi
Ümmü Abdullah Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle
geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.”
Hz. Âişe der ki, bunun üzerine ben,
“Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar
ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır?” diye
sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip
niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir”
buyurdu.[5]
* Künye: Hiç bir çocuğu olmayan Aişe anamız;
peygamberimiz (s.a.v.)’e “Tüm kardeşlerimizin bir künyesi vardır, benim de olsa
ya deyince, “Sen de kız kardeşinin oğlu Abdullah ile künyelen” buyurmaları üzerine Aişe anamız
Ümmü Abdillah olarak künyelenmiştir. Bu hadiste de o künyesiyle anılmıştır.[6]
- Bir kötülüğü istemeyerek yapanlar öteki
dünyada cezaya çarptırılmazlar.
- Kötülük yapanlardan uzak
olmayanlar bu dünyadaki cezaya ortak olurlar.
- Kötü arkadaş ve kötü toplumdan
uzak durmak gereklidir. [7]
3.
Âişe radıyallahu
anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve
niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın.”[8]
* Mekke müslümanlar tarafından fethedilince
İslam diyarı olmuştur, artık oradan hicret edilmez hicrete gerek yoktur. Fakat
İslâm’ı yaymak için cihad her an farzdır. İslâm’ı gereği şekilde yaşama imkanı
kalmayınca yine yaşayabilecek yerleri tesbit edip oralara hicret etmek
mümkündür. Hicret kıyamete kadar bâkidir. Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)’in
huzurunda hicret müzakere ediliyordu da Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
“Tevbe etme imkanı sona ermeden,
hicret etme imkanı da sona ermez”[9]
İslâm diyarı olan bir yeri terkedip başka yerlere gitmemeli,
kendi bulunduğu memlekette kötülükleri yok etmek için çaba sarfetmelidir.
Müslümanın kalbinden ve kafasından İslâm için savaş ve şehitlik niyeti ile,
müslümanca yaşantı olmadığı takdirde hicret niyeti hiç çıkmamalıdır. İslâm
uğruna savaş için çağrılınca da, hasta ve sakat olunmadığı sürece mutlaka
katılmak farzdır. [10]
4.
Ebû Abdullah Câbir
İbni Abdullah el–Ensârî radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
– Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki:
– “Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var
ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vâdiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle
birlikte gibidir.”
v Bir başka rivayete göre:
– “Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu.[11]
5.
Enes radıyallahu anh
şöyle dedi:
– Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Tebük
Gazvesi’nden döndüğümüz sırada şöyle buyurdu:
– “Medine’de bizden geride kalan öyle kimseler vardır ki,
bir dağ yoluna, bir vâdiye girdiğimizde onlar da bizimle yürüyormuş gibi sevap kazanırlar.
Çünkü onları birtakım mâzeretleri alıkoymuştur.”[12]
* Bir önceki hadiste de anlatıldığına
göre cihad niyetiyle mazeretlerinden dolayı savaşa katılamayanlar aynı sevaba
ortak olmuş oluyorlar. Bir numaralı hadis zaten bunu en güzel biçimde açıklamıştı.
Niyeti savaşa katılmak olduğu halde özürlerinden dolayı katılamayanlar aynı
sevabı kazanmış oluyorlar. Bu işte mazeret ve niyet esastır. Tembellik yüzünden
savaşa katılmayanlar Nisâ 4/95 nci Ayetin hükmüne girerler. [13]
6.
Ebû Yezîd Ma`n İbni
Yezîd İbni Ahnes radıyallahu anhüm –Ma`n de, babası Yezîd de, dedesi
Ahnes de sahâbîdir– şöyle dedi:
Babam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve
onları Mescid–i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak
paraları aldım ve babama götürdüm.
Babam:
– Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına giderek durumu
arzettim.
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
– “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Ma`n!
Aldığın para da senindir.”[14]
* Nafile sadaka sadece Allah rızası
için verilmelidir. Bu tür sadakalar kişinin yakınlarına da verilebilir. Farz
olan zekat ve nafile sadakalar bir vekil vasıtasıyla da verilebilir. Kişi
niyetine göre sevabını mutlaka alacaktır. [15]
7.
Cennetle müjdelenen on
sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle
dedi:
Vedâ Haccı yılında (Mekke’de) yakalandığım şiddetli bir
hastalık dolayısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ziyâretime
geldi. Ona:
– Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin
bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka
olarak dağıtayım mı? diye sordum.
Hz. Peygamber:
– “Hayır”, dedi.
– Yarısını dağıtayım mı? dedim. Yine:
– “Hayır”, dedi.
– Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Resûlallah? diye sordum.
– “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını
zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır.
Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına
verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” buyurdu.
Sa`d İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki:
– Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım gidipte ben kalacak mıyım?
(burada ölecek miyim?) diye sordum.
– “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel
işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar
yaşayarak kimi insanlar (mü’minler) senden fayda, kimileri de (kâfirler) zarar
görecektir.
Allahım! Ashâbımın (Mekke’den Medine’ye) hicretini tamamla!
Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d
İbni Havle’dir” buyurdu.
Bu sözleriyle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Sa`d İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti.[16]
* Kişi sağlığında malı hakkında
istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. Hastalığı veya ölümü anında yapacağı
vasiyyet üçte birini geçmeyecektir. Dolayısıyla müslüman hasta olmayı
beklemeden veya ölüm hastalığına yakalanmadan önce malını cenneti kazanacak
yolda harcamalıdır.
* Gerideki mirascılar bir şeyler
yapsınlar diye beklemektense, kişi sağlığında kendi hayır ve infakını kendi
yapmalıdır. Bu da kişinin en yakını olan ailesinden başlamalıdır. Hanımı ve
çocukları için yaptığı harcamayla kişi sevap kazanır. Aile reisi böylece hem vazifesini
yapmış olur hem de Allah’ın rızasını kazanmış olur. Burada Sa’d’ın hicret
ettiği Mekke’de hastalanıp öleceğini sorması üzerine peygamberimiz (s.a.v)
Allah’ın bildirmesiyle Sa’d’ın ölmeyeceğini ve yaşayacağını İslâm’a ve
müslümanlara faydası dokunacağını, kafirlere de zararı dokunacağını söylemesi
Cin: 72/26. ve 27. Ayetlerinde belirtildiği üzere: “Allah
gayb bilgisinden dilediği kadarını peygamberlerine bildirebilir.” hükmünce meydana gelmiştir.
* İyi niyetle yapılan her işte
kişinin hanımıyla şakalaşması dahi olsa
sevap vardır, nafile ibadet türünden sayılır.
* Hasta kimseleri ziyaret etmek te
müslümanların yapması gereken işlerdendir. Bu hususta peygamber (s.a.v.)’in
teşviki ve bu işi bizzat kendisinin de yaparak göstermesi de vardır.
* Sahabîler Allah rızası için hicret
ettikleri yere geri dönüp orada ölmeyi doğru bulmazlardı. Hicret ettikleri
yerin dışında ölmeyi isterlerdi. Bu hadiste peygamber (s.a.v.)’in “Acınacak
durumda olan Sa’d ibnü Havle’dir” dediği sahabî önce Habeşistan ve Medine’ye hicret etmiş,
Bedir, Uhut, Hendek ve diğer pek çok savaşlarda bulunmuş ama veda haccı
sırasında Mekke’de vefat etmiştir. Böylece Rasûlullah (s.a.v) erken vefat
etmesi ve yapamadığı bazı sevaplardan mahrum kalması dolayısıyle “Acınacak
olan” diyerek bu
sahabiye olan üzüntüsünü dile getirmiştir. [17]
8.
Ebû Hüreyre
Abdurrahman İbni Sahr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil,
kalblerinize bakar.”[18]
* Vahiyden, Allah bilgisinden yoksun
olan kimseler insanların dış görünüşlerine ve varlıklarına değer verirler.
Cahilî sistemlerin ölçüsü budur. İslâm’ın ölçüsü ise bu hadîs i şerîfte
verilmiştir. Bu ölçü İslâm’ın ve Allah’ın ölçüsüdür. Allah insanların yüz
güzelliğine ve mal varlığına bakarak yaptıkları davranışları değerlendirmez,
çünkü bunlar dünya hayatının gelip geçici değerleridir.
Ama kalplerdeki iyi niyet ve güzel davranışlar Allah
katında sevap kazanmaya ve dereceleri artırmaya yarar. Sebe’ 34/37 de Rabbimiz:
“Sizi bize yaklaştıracak olan ne ekonomik, ne de sayısal çoğunluğunuzdur.
Yalnızca iman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, bize yakın olabilirler.
Onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükafat var ve onlar cennet köşklerinde
huzur ve güven içinde kalacaklardır.” Buyurmaktadır.
İnsanın gerçek değeri tüm bedenini yönlendirecek olan
kalbiyle ölçülür. O düzelirse tüm vücut düzgün olur, o bozuksa bütün beden
bozulur.[19] Yapılan iş ve ibadetleri
değerli kılan kalpteki niyettir. Dolayısıyle kalbi kötü niyetlerden yani küfür,
nifak, haset, kin gibi hastalıklardan koruyup düzgün ve samimi bir hale
getirmeye çalışmalıdır ki, gerçek dünya ve ahiret saadetine erişilebilsin. [20]
9.
Ebû Mûsâ Abdullah İbni
Kays el–Eş`arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak,
öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah
yolundadır? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı
verdi:
– “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah
yolundadır. ”[21]
* Allah yolunda olmayan bir
çarpışmanın neticesinde de sevap beklenmez. Allah yolunda ölen ise ancak şehid
olabilir. Başka maksatlarla çarpışanlara ve çarpışıp ölenlere de İslâm dininde
şehid denilmez. Her beşerî sistem ve hayat tarzının da kendine göre şehitleri
vardır. (Basın şehidi, devrim şehidi gibi.) [22]
10. Ebû Bekre Nüfey` İbni Hâris
es–Sekafî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de,
ölen de cehennemdedir”.
Bunun üzerine ben:
– Yâ Resûlallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin
cehennemdedir? diye sordum.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Çünkü o, arkadaşını öldürmek istiyordu” buyurdu.[23]
* Müslümanlar birbirleriyle silahlı
çatışmaya girmezler. Hucûrat: 49/9’a göre çatışmaya giren olursa diğer
müslümanlar onları barıştırmak mecburiyetindedirler. Nisâ: 4/92’ye göre bile
bile bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi yasaktır, öldürürse ebedî cehennemlik
olur, dolayısıyla müslüman müslümana karşılıklı silah çekemez, silah işi tek
taraflı olursa ölen şehid, öldüren de ebedî cehennemlik olur. [24]
11.
Ebû Hüreyre
radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimsenin câmide cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve
evinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha sevaptır. Şöyleki bir kişi
güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla değil, sadece namaz kılmak
üzere câmiye gelirse, câmiye girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir
derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır. Câmiye girince de, namaz kılmak
için orada durduğu sürece, tıpkı namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Biriniz
namaz kıldığı yerden ayrılmadığı, kimseye eziyet etmediği ve abdestini
bozmadığı müddetçe melekler:
Allahım! Ona merhamet et!
Allahım! Onu bağışla!
Allahım! Onun tövbesini kabul et! diye ona dua ederler.”[25]
12.
Ebü’l–Abbâs Abdullah
İbni Abbâs İbni Abdülmuttalib radıyal–lahu anhümâ’dan nakledildiğine
göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’dan rivayet
ettiği bir hadiste şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan
sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:
Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb–ı Hak bunu
yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa,
Cenâb–ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat
fazlasıyla yazar.
Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb–ı Hak
bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.
Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa,
Cenâb–ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar. ”[26]
* Bu konuyla ilgili Bakara: 2/261;
Nisâ: 4/40, 124; En’âm: 6/160; Yûnus: 10/26; Şûrâ: 42/23; Kadr: 97/1-5 ve
benzeri pek çok ayetler tetkik edilirse günahın bire bir, sevabın ise ondan
otuzbine kadar çıktığı görülecektir. [27]
13.
Ebû Abdurrahman
Abdullah İbni Ömer İbni’l–Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken dinlediğini söylemiştir:
“Sizden önce yaşayanlardan üç kişi bir yolculuğa çıktılar.
Akşam olunca, yatıp uyumak üzere bir mağaraya girdiler. Fakat dağdan kopan bir
kaya mağaranın ağzını kapattı. Bunun üzerine birbirlerine:
– Yaptığınız iyilikleri anlatarak Allah’a dua etmekten
başka sizi bu kayadan hiçbir şey kurtaramaz, dediler.
İçlerinden biri söze başlayarak:
– Allahım! Benim çok yaşlı bir annemle babam vardı. Onlar yemeklerini
yemeden çoluk çocuğuma ve hizmetçilerime bir şey yedirip içirmezdim. Birgün
hayvanlara yem bulmak üzere evden ayrıldım; onlar uyumadan önce de dönemedim.
Eve gelir gelmez hayvanları sağıp sütlerini annemle babama götürdüğümde, baktım
ki ikisi de uyumuş. Onları uyandırmak istemediğim gibi, onlardan önce ev
halkının ve hizmetkârların bir şey yiyip içmesini de uygun görmedim. Süt kabı
elimde şafak atana kadar uyanmalarını bekledim. Çocuklar etrafımda açlıktan
sızlanıp duruyorlardı. Nihayet uyanıp sütlerini içtiler.
Rabbim! Şayet ben bunu senin rızânı kazanmak için
yapmışsam, şu kaya sıkıntısını başımızdan al! diye yalvardı. Kaya biraz
aralandı; fakat çıkılacak gibi değildi.
Bir diğeri söze başladı:
– Allahım! Amcamın bir kızı vardı. Onu herkesten çok
seviyordum. (Bir başka rivayete göre: Bir erkek bir kadını ne kadar severse,
ben de onu o kadar seviyordum). Ona sahip olmak istedim. Fakat o arzu etmedi.
Bir yıl kıtlık olmuştu. Amcamın kızı çıkıp geldi. Kendisini bana teslim etmek
şartıyla ona 120 altın verdim. Kabul etti. Ona sahip olacağım zaman (bir başka
rivâyete göre: Cinsî münasebete başlayacağım zaman) dedi ki: Allah’tan kork!
Dinin uygun görmediği bir yolla beni elde etme! En çok sevip arzu ettiğim o
olduğu halde kendisinden uzaklaştım, verdiğim altınları da geri almadım.
Allahım! Eğer ben bu işi senin rızânı kazanmak için
yapmışsam, başımızdaki sıkıntıyı uzaklaştır, diye yalvardı. Kaya biraz daha
açıldı; fakat yine çıkılacak gibi değildi.
Üçüncü adam da:
– Allahım! Vaktiyle ben birçok işçi tuttum. Parasını
almadan giden biri dışında hepsinin ücretini verdim. Ücretini almadan giden
adamın parasını çalıştırdım. Bu paradan büyük bir servet türedi. Birgün bu adam
çıkageldi. Bana:
– Ey Allah kulu! Ücretimi ver, dedi. Ben de ona:
– Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunlar ve köleler senin
ücretinden türedi, dedim. Adamcağız:
– Ey Allah kulu! Benimle alay etme, deyince, seninle alay
etmiyorum, diye cevap verdim. Bunun üzerine o, geride bir tek şey bırakmadan
hepsini önüne katıp götürdü.
Rabbim! Eğer bu işi sırf senin rızânı kazanmak için
yapmışsam, içinde bulunduğumuz sıkıntıdan bizi kurtar, diye yalvardı. Mağaranın
ağzını tıkayan kaya iyice açıldı; onlar da çıkıp gittiler. [28]
* Anaya babaya saygı ve hürmet,
nefsin bilhassa şehevî hislerine sadece Allah korkusundan dolayı hakim
olabilmek ve kul hakkına hürmet etmenin değerli amellerden olduğunu öğrenmiş
oluyoruz. Müslüman daraldığı zaman böyle samimi davranışlarını dua vesilesi
yapabileceğini de bu hadis bize öğretmiş oluyor. Bu konuyu daha iyi anlamak
için Bakara: 2/25, 82, 277; Âl i İmrân: 3/57; Nisâ: 4/57, 122; Mâide: 5/9;
A’râf: 7/42; Yûnus: 10/9, 26; Hûd: 11/11,
23; Nâziât: 79/40, 41 ayetlerine bakılabilir. [29]
Bu bölümdeki üç ayet ve oniki hadisten; Allah’tan af
dilememiz ve günahlarımızdan dolayı tevbe etmemiz gerektiğini, Peygamber
(sav)’in bile günde yetmiş ve yüz civarında tevbe ve istiğfar ettiğini, kulun
tevbesinden dolayı Allah’ın hoşnutluğunun ne kadar büyük olduğunu, kullarının
tevbelerini kabul etmek için tevbe kapısını Allah’ın devamlı açık tuttuğunu,
tevbe kapısının kıyamete kadar açık olacağını, kişinin son nefesine kadar tevbe
etme imkanının olduğunu, doksandokuz kişiyi öldürenin bile tevbesinin kabul
edileceğini, tevbelerinin kabul edildiğine dair Kur’ân’da haklarında ayet inen
üç sahabinin durumunu, zina ve hırsızlık etse bile bir kimse sağlam bir tevbe
ederse tevbesinin kabul edileceğini, Allah’ın tevbeleri mutlaka kabul
edeceğini, dünya malına hırslı insanın gözünü ancak bir avuç toprağın
doldurabileceğini, biri diğerini öldürdüğü halde ikisi de cennete giren
kimselerin durumunu öğreneceğiz.
Tevbe ile alakalı ayet ve hadislerin genel muhtevasından
İslâm alimleri şu hususları ortaya koymuşlardır: Allah’a ait olup kul hakkı
karışmayan bir şeyde tevbe etmenin üç şartı vardır
1. O günahı terketmek,
2. Yaptığına pişman olmak,
3. Bir daha yapmamaya karar vermek.
İşlenen günaha kul hakkı karışmışsa bu üç şartın yanısıra;
1. Bu günah, mal gasbı ve benzeri birşey
ise o malı sahibine geri vermeli,
2. Zina ve iftira gibi bir suç ise o
kimseden kendisini bağışlamasını ister veya o kimseye cezalandırma yetkisi
verir,
3. İşlenen suç gıybet ise o kimseden
affedilmesini ister.
Böylece müslüman daima tevbe ve istiğfar eder olmalı,
işlediği günah ve hatalarından dolayı da tevbe ve istiğfara ömür boyu devam
etmelidir. [30]
“Ey mü’minler!
Hepiniz topluca, günahkarca davranışlardan dönüp, Allah’a yönelin ki, dünya ve
ahiret mutluluğunu elde edesiniz.” (Nûr: 24/31)
“Rabbinizden günahlarınız için bağışlanma dileyin ve sonra
tevbe ve pişmanlık tavrı içinde O’na yönelin.” (Hûd 11/3)
“Ey iman edenler! Tam bir pişmanlık ve gönül huzuru içinde
gösterişten uzak ölçüde Allah’a tevbe edin.” (Tahrim 66/8)
14.
Ebû Hüreyre radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
işittiğini söylemiştir:
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’dan beni
bağışlamasını diler, tövbe ederim.”[31]
* Müslim, Zikir 41 de geçen bir hadiste
de: “Benim de kalbime gaflet çöküyor, ben de Allah’tan günde yüz sefer
bağışlanma istiyorum.” buyuruluyor. Bunun için insan hergün kendisini hesaba çekmeli,
işlediği günahlardan dolayı Allah’a yönelmeli ve O’ndan bağışlanmasını
istemelidir. Müslüman için yenilenme ve temizlenme imkanı ve fırsatı olan
tevbeden her an yararlanmalıyız. Hiç olmazsa günde yetmiş veya yüz sefer
istiğfar etmeliyiz. [32]
15.
Egarr İbni Yesâr
el–Müzenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Allah’a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira
ben ona günde yüz defa tövbe ederim.”[33]
* Ey insanlar diye başlayan bu
hadîs-i şerîften müslüman toplumun her kesimine hitap edildiğini anlayacağız.
Kişi ne durumda olursa olsun hacı, hoca, alim, talebe, avam, havas her gurup
tevbe ve istiğfara devam etmeli, kendisinde günahlardan masum oluş gibi bir
özellik görmemelidir. Peygamberler dahi hata işleyebilirler, ama onların
hataları Allah tarafından anında düzeltilir. Tek örneğimiz ve önderimiz
peygamberler olduğuna göre; tevbe konusunda da her müslümanın örneği
peygamberdir. Böylece müslüman tevbesiz ve duasız gününü geçirmemelidir. [34]
16.
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in hizmetkârı olan Ebû Hamza Enes İbni Mâlik el–Ensârî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu
memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki
sevincinden çok daha fazladır.”[35]
v Müslim’in başka bir rivayeti de
şöyledir:
“Herhangi birinizin tevbesinden dolayı Allah’ın duyduğu
hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte
devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine
uzanıp yatan, derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına
yapışarak aşırı sevincinden dolayı ne söylediğini bilmeyerek Allah’ım sen benim
Rabbim ben de senin kulunum diyeceği yerde, sen benim kulumsun ben de senin
Rabbinim diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.”[36]
* Af ve bağışlanma konusunda Bakara:
2/199; Nisâ: 4/106; Enfâl: 8/33; Hûd: 11/3; Ahzâb: 33/43; Mü’min: 40/55; Şûrâ:
42/5; Muhammed: 47/19; Zâriyât: 51/18; Nasr: 110/3 ayetlerine bakılabilir. [37]
17.
Ebû Mûsâ Abdullah İbni
Kays el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebiyy–i
Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek
için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için
de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam
edip gider.”[38]
* Yani tevbe için belli bir zaman
olmayıp kişi ne zaman isterse o zaman tevbe edebilir ve Allah’ı karşısında her
zaman tevbeleri kabul edici olarak bulur. Hayat devam ettiği sürece hata ve
kusurlarımız da olacaktır. Bu sebeble hiç vakit kaybetmeden tevbeye
yönelmeliyiz. [39]
18.
Ebû Hüreyre
radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Güneş batıdan doğmadan önce kim tövbe ederse, Allah onun
tövbesini kabul eder.”[40]
* Güneşin batıdan doğması kıyametin
büyük alametlerinden olup tevbe kapısı o güne kadar tüm insanlık için açıktır. Yaşama
ümidi kesilme anı olan ölüm sarhoşluğu anına kadar da şahıslar için o kapı
açıktır. O anda tevbeler kabul edilmez. Bu Allah’ın değişmez yasalarındandır.
Nisâ: 4/18; En’âm: 6/158; Yûnus: 10/90, 91 ayetlerinde olduğu gibi.
Sahabilerin büyüklerinden Abdullah ibn Mes’ud şöyle der:
“Mü’min kimse günahlarını öylesine büyük görür ki, eteğinde oturduğu dağın
üzerine çökmesi gibi zanneder. Günahlara batıp giden kimse ise, günahlarını
burnu üzerindeki bir sinek gibi küçücük görür.[41]
19.
Ebû Abdurrahman Abdullah
İbni Ömer İbni’l–Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun
tövbesini kabul eder.”[42]
* Dünya hayatı olan elli, altmış,
yetmiş sene; uzun gibi görünmesine rağmen ahiret günlerine göre çok kısadır. Bu
kısa ömrü Asr 103/1-3 ayetinde açıklandığına göre değerlendirmek gerekir.
Bugün, yarın, büyüyünce, emekliye ayrılınca ibadet ederim, iyi bir kul olurum
diye işleri ileriye bırakmak doğru olmaz. Ölümün son habercisi gelince yani can
boğaza tıkanınca yapılacak tevbe ve ibadetler hiçbir zaman kabul edilmez. (Nisâ
4/18; Münâfikûn 63/10, 11 ayetlerinde olduğu gibi.)[43]
20. Zirr İbni Hubeyş şöyle dedi;
Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân
İbni Assâl radıyallahu anh’ın yanına gitmiştim. Bana:
– Zirr! Niçin geldin? diye sordu. Ben de:
– İlim öğrenmek için, deyince şunları söyledi:
– Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara
kanat gererler. Ben de:
– Büyük ve küçük abdestten sonra mestler üzerine nasıl mesh
edileceği kafamı kurcaladı. Sen de Hz. Peygamber’in ashâbından olduğun için,
onun bu konuda bir şey söylediğini duydun mu diye sormaya geldim, dedim.
Safvân:
– Evet, duydum. Resûl–i Ekrem seferde bulunduğumuz zaman
mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bozduktan, uyuduktan
sonra bile mestlere meshetmeyi, ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı
emrederdi, dedi.
– Onun sevgiye dair bir şey söylediğini duydun mu? diye
sordum.
– Evet, duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ile bir sefere çıkmıştık. Biz onun yanındayken bir bedevî kaba sesiyle:
– Muhammed! diye bağırdı.
Hz. Peygamber de onun sesine yakın bir sesle:
– “Gel bakalım”, dedi.
Bedevîye dönerek:
– Yazıklar olsun sana! Hz. Peygamber’in huzurunda
bulunuyorsun. Kıs sesini! Yüksek sesle bağırmanı Allah yasakladı, dedim.
Bedevî:
– Vallahi sesimi kısmam, dedi ve Resûl–i Ekrem’e:
Birilerini seven, ama onlarla beraber olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse
hakkında ne dersin? diye sordu.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
– “Bir kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir.”
Safvân İbni Assâl sözüne devamla dedi ki:
– Hz. Peygamber bu konuda uzun uzun konuştu. Hatta bir ara
batı taraflarında bulunan bir kapıdan bahsetti. “Kapı yaya
yürüyüşüyle kırk yıl veya yetmiş yıl (yahut râvinin hatırladığına göre
süvari gidişiyle kırk veya yetmiş yıl) genişliğindedir”, buyurdu.
Şamlı muhaddislerden Süfyân İbni Uyeyne şöyle dedi:
– Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu kapıyı tövbe için
açık olarak yaratmıştır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar o kapı
kapanmayacaktır.[44]
* Bu konudaki değişik hadislerden
ilim öğrenmeyi; bilen bir kimseyi arayıp bulup öğrenmenin gerekliliğini, alimin
üstünlüğünün ayın ondördü gecesindeki durumunun diğer yıldızlara üstünlüğü gibi
olduğunu, peygamberlerin altın gümüş değil, ilim miras bıraktıklarını,
meleklerin ilim öğrenenlere kanat gerdiklerini, göklerde ve yeryüzündeki her
türlü varlıkların ve sudaki balıkların dahi alimlerin bağışlanması için
yalvardıklarını öğrenmiş oluyoruz.[45]
21.
Ebû Saîd Sa`d İbni
Mâlik İbni Sinân el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu
zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi
gösterdiler.
Bu adam râhibe giderek:
– Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?
diye sordu.
Râhip:
– Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece
öldürdüğü adamların sayısını yüz’e tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük
âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına
giderek:
– Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup
olmayacağını sordu.
Âlim:
– Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir
ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de
onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena
bir yerdir, dedi.
Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola
varınca eceli yetti.
Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp
götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
Rahmet melekleri:
– O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola
düştü, dediler.
Azap melekleri ise:
– O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki, dediler.
Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi.
Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.
Hakem olan melek:
– Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa,
adam o tarafa aittir, dedi.
Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin
daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.[46]
v Sahîh(–i Müslim)deki bir başka rivayete göre:
“O kimse iyi insanların yaşadığı köye bir karış daha yakın
olduğundan oralı sayıldı. ”
v Sahîh(–i Müslim)deki bir diğer rivayete göre:
“Allah Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye
yaklaşmasını, meleklere de iki mesâfenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın
beriki köye bir karış daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi.”
v Bir başka rivayette ise:
“Adam göğsünün üzerinde öteki köye doğru ilerledi”
denilmektedir.
* Zümer: 39/53 ve Furkân: 25/70.
ayetleri de bu mesleye ışık tutmaktadır. En büyük günahlar listesinde yer alan
adam öldürme günahının sayısı yüz kişiye ulaşsa bile mutlaka affedileceği
bildirilmekte ve Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi hatırlatılmaktadır.
Günah ne kadar büyük olursa olsun Allah’ın rahmeti ve merhameti günahlardan çok
daha büyüktür.
* Bu okuyacağımız uzunca hadisten
müslümanın doğru ve dürüst olması gerektiğini, işlediği günahtan dolayı
pişmanlık duyup ağlayıp sızlaması gerektiğini, yaptığı tüm hata ve günahlardan
dolayı kendisini her an hesaba çekip kontrol etmesi gerektiğini, kişinin kendi
aleyhine bile olsa doğru sözlü olması gerektiğini, müslümanca bir haber
alınınca şükür secdesine kapanılabileceğini, içerisinde Allah ismi yazılı olan
bir vesikanın hakaret maksadı olmaksızın yakılabileceğini, hayırlı bir haber
getirene hediye verilebileceğini, doğru olan kimsenin dünya ve ahirette
saadette olacağını ve Allah tarafından desteklendiğini öğrenmiş olacağız.[47]
22.
Kâ’b İbni Mâlik
radıyallahu anh gözlerini kaybettiği zaman onu elinden tutup götürme
görevini üstlenen oğlu Abdullah’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte
Tebük Gazvesi’ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu
anh’den şöyle anlatırken duydum:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gittiği
gazâlardan sadece Tebük Gazvesi’ne katılmamıştım. Gerçi Bedir Gazvesi’nde de
bulunamamıştım. Zaten Bedir’e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmamıştı. O
vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak
için değil) Kureyş kervanını takibetmek için yola çıkmışlardı. Nihayet Allah
Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi bir karar
olmadığı halde bir araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının yapıldığı
gece, İslâm’a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe
gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir’de bulunmayı Akabe’de bulunmaktan daha
üstün görmem.
Tebük Gazvesi’ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ile birlikte gitmeyişim şöyle oldu:
Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman
kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi’nden önce iki deveyi bir
araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip olmuştum. Bir de
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman
asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak
bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya
gelineceği için Resûl–i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre
hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çok
fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında
bir âyet nâzil olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, gölgelerin arandığı
sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de
onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan
geri dönüyordum. Kendi kendime de “Canım, ne zaman olsa hazırlanırım” diyordum.
Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile birlikte müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise
hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri
döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Savaş henüz başlamamıştı, ama
mücâhidler hayli yol almışlardı. Yola çıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke öyle
yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa
gittikten sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa
gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için
savaşa katılamayan kimseler olmasıydı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük’e
varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük’te ashâbın arasında otururken:
– “Kâ’b İbni Mâlik ne yaptı?” diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime’den bir adam:
– Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp
gururlanması onu Medine’de alıkoydu, demiş.
Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:
– Ne fena konuştun! demiş. Sonra da Peygamber aleyhisselâm’a
dönerek, yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demiş.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey söylememiş. O sırada
çok uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın gelmekte olduğunu görmüş:
– “Bu Ebû Hayseme olaydı” demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme
el–Ensârî değil mi!
Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir ölçek
hurma verdiği için münafıklara alay konusu olan zâttır.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebük’ten
Medine’ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim
yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime “Yarın onun öfkesinden nasıl
kurtulacağım?” dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl
almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gelmek üzere
olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun
elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Herşeyi dosdoğru söylemeye
karar verdim. Peygamber aleyhisselâm sabahleyin Medine’ye geldi.
Seferden dönerken önce Mescid–i Nebevî’ye gelerek iki rek’at namaz kılar, sonra
halkın arasına gelip otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar
huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya
başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber onların ileri
sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ’dan
bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O’na bıraktı. Sonunda ben geldim.
Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sonra:
– “Gel!”, dedi. Ben de yürüyerek yanına
geldim ve önüne oturdum. Bana:
– “Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış
mıydın?” diye
sordu. Ben de:
– Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, senden başka
birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim.
Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim
ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb–ı Hak işin
doğrusunu sana bidirecek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğrusunu söylersem,
bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek Allah’dan hayırlı sonuç bekliyorum.
Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri
kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim.
Kâ’b sözüne devamla dedi ki:
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah
Teâlâ hüküm verene kadar bekle!” buyurdu. Ben kalkınca Benî
Selime’den bazıları yanıma takılarak:
– Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Savaşa
katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki
günahlarının bağışlanması için Peygamber aleyhisselâm’ın istiğfâr etmesi
yeterdi, dediler.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah’ın yanına
dönüp biraz önceki sözlerimin yalan olduğunu söylemeyi bile düşündüm. Sonra
onlara:
– Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı?
diye sordum.
– Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha
var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar.
– O iki kişi kim? diye sordum.
– Biri Mürâre İbni Rebî` el–Amrî, diğeri de Hilâl İbni
Ümeyye el–Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi’ne katılmış olan iki mükemmel
örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden
vazgeçerek yoluma devam ettim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa
katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle
konuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre
yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle
geçti. İki arkadaşım boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben
ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar,
çarşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde otururken yanına gelir,
kendisine selâm verirdim. Kendi kendime “Acaba selâmımı alırken dudaklarını
kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı” diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz
kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru
döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.
Müslümanların bana karşı olan sert tutumları uzun süre
devam edince, amcamın oğlu ve en çok sevdiğim insan Ebû Katâde’nin bahçesine
gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona:
– Ebû Katâde! Allah adına and vererek soruyorum. Benim
Allah’ı ve Resûlullah’ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hiç
cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sordum. Yine cevap vermedi. Bir daha
yemin verince:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine
gözlerimden yaşlar boşandı. Geri dönüp duvardan atladım.
Birgün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine’ye yiyecek
satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi:
– Kâ’b İbni Mâlik’i bana kim gösterir? diye sordu. Halk da
beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki’nden getirdiği bir mektup
verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp okudum. Selâmdan sonra şöyle
diyordu:
– Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyormuş. Allah seni
değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye
yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrâm edelim.
Mektubu okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen onu
ateşe atıp yaktım.
Nihayet elli gün’den kırk’ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti.
Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir şahıs
çıkageldi.
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana
eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi.
– Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? diye sordum.
– Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın,
dedi. Hz. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine
karıma:
– Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin
yanına git ve onların yanında kal, dedim.
Hilâl İbni Ümeyye’nin karısı Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e giderek:
– Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çok yaşlı bir adamdır.
Kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür
müsün? diye sormuş. Hz. Peygamber de:
– Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş:
– Vallahi onun kımıldayacak hâli yok. Allah’a yemin ederim
ki, başına bu iş geleliberi durmadan ağlıyor.
Kâ`b sözüne şöyle devam etti:
– Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen olmaz mı! Baksana
Hilâl İbni Ümeyye’ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır,
bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin isteyemem.
Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Peygamber aleyhisselâm’ın
bana ne diyeceğini bilemem, dedim.
Bu vaziyette on gün daha durdum. Bizimle konuşulması
yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında,
evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah
Teâlâ’nın (Kur’ân–ı Kerîm’de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o
geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette otururken, Sel Dağı’nın tepesindeki
birinin var gücüyle:
– “Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!” diye bağırdığını duydum.
Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah
namazını kıldırınca, Allah Teâlâ’nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş.
Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler
gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer
müjdeci koşup Sel Dağı’na tırmanmış, onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış.
Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de
çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem
yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber aleyhisselâm’ı
görmek üzere yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul
edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve “Allah Teâlâ’nın seni bağışlaması kutlu
olsun” diyorlardı.
Nihayet Mescid’e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem ashâbın ortasında oturuyordu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı,
koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden
ondan başka kimse ayağa kalkmadı.
Râvi der ki, Kâ’b, Talha’nın bu davranışını hiç unutmazdı.
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Peygamber aleyhisselâm’a selâm verdiğimde yüzü sevinçten
parıldayarak:
– “Dünyaya geldiğindenberi yaşadığın bu en hayırlı gün
kutlu olsun!” buyurdu. Ben de:
– Yâ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yoksa
Allah tarafından mı? diye sordum.
– “Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından”, buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber aleyhisselâm’ın yüzü
parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık.
Resûl–i Ekrem’in önünde oturduğumda:
– Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran olarak
bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için
daha hayırlı olur” buyurdu. Ben de:
– Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyorum,
dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni doğru
söylediğimden dolayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık
yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim.
Vallâhi bunu Peygamber aleyhisselâm’a söylediğim
gündenberi doğru sözlü olmaktan dolayı Allah Teâlâ’nın hiç kimseyi benden daha
güzel mükâfatlandırdığını bilmiyorum. Yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselâm’a
o sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde
de Cenâb–ı Hakk’ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
Kâ’b sözüne devamla şöyle dedi:
Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet–i kerîmeleri indirdi:
“Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle)
Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük
zamanında Peygamber’e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti.
Çünkü Allah onlara çok şefkatli, pek merhametlidir.
“Hani şu tövbeleri (Allah’ın emri gelene kadar) geri
bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü
onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet
Allah’dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine
dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri
kabuledici ve bağışlayıcıdır.
“Ey imân edenler! Allah’ın azâbından korkun ve doğrularla
beraber olun” (Tevbe: 9/117–119).
Kâ’b şöyle devam etti:
Allah’a yemin ederim ki, beni İslâmiyet’le
şereflendirdikten sonra Cenâb–ı Hakk’ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber aleyhisselâm’ın
huzurunda doğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk olmamaktır. Çünkü Allah
Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye
söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:
“O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini
hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü
onlar pistirler. Yaptıklarına ceza olmak üzere varacakları yer cehennemdir.
Kendilerinden râzı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan râzı
olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı olmaz” (Tevbe: 9/95–96).
Kâ’b sözüne şöyle devam etti:
Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber aleyhisselâm’ın
yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb–ı Hak’dan
affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkımızda Allah Teâlâ bir hüküm
verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ
–anlatıldığı üzere– hükmünü verdi. Allah Teâlâ’nın “tövbeleri geri kalan üç kişinin…” diye
bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz.
Peygamber’e gelip yemin ederek mâzeretleri olduğunu söyleyenlerin özürlerini
Peygamber aleyhisselâm’ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise
geriye bırakması olayıdır.[48]
v Diğer bir rivayet:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük
Gazvesi’ne perşembe günü çıkmıştı. Sefere perşembe günü gitmeyi severdi”
şeklindedir.[49]
v Başka bir rivayette ise:
“Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de
ilk iş olarak Mescid’e uğrar, iki rek’at namaz kılar, sonra orada otururdu”
denilmektedir.[50]
23.
Ebû Nüceyd İmrân İbni
Husayn el–Huzâî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Cüheyne
kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Peygamber aleyhisselâm’ın
huzuruna geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Cezayı gerektiren bir suç işledim. Cezamı
ver, dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının
velisini çağırttı. Ona:
– “Bu kadına iyi davran! Doğum yapınca bana getir!” buyurdu.
Adam Resûl–i Ekrem’in buyurduğu gibi yaparak kadını doğumdan
sonra getirdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının
üzerine elbisesinin iyice bağlanmasını emretti; sıkı sıkıya bağladılar. Sonra
Peygamber aleyhisselâm’ın emri üzerine taşlanarak öldürüldü. Daha sonra
Resûl–i Ekrem kadının cenaze namazını kıldı.
Hz. Ömer:
– Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını mı
kılıyorsun? diye sorunca Hz. Peygamber şunları söyledi:
– “O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi
Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb–ı
Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyor musun?”[51]
24.
İbni Abbas ve Enes
İbni Mâlik radıyallahu anhüm’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha
ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin
tövbesini kabul eder.”[52]
* Bu hadîs-i şerîf insanın ne kadar
aç gözlü ve kanaatsiz bir varlık olduğunu ortaya koyuyor. Açgözlülük ve
doyumsuzluğun da günah olduğunu ve bundan dolayı tevbe edilmesi gerektiğini
bize hatırlatıyor. Tüm günahlar insanın manevî hayatını nasıl tahrib ederse,
dünya malına duyulan aşırı hırs da insanın geleceğini tehlikeye sokar. Allah
korusun kulluk ve ibadetlerden müslümanı alıkor. Müslim Zekat 115 de geçen bir
hadîs-i şerîfde: “İnsan ihtiyarlayınca çok kazanma hırsı ve çok
yaşama arzusu hep genç kalır.” buyurularak bu doyumsuzluğun sebebi izah edilmiştir. Tüm
bunlar cimrilikten kaynaklanmaktadır, (İsra: 17/100) de olduğu gibi kazanmak;
yaratılış gayesinden uzaklaştırmadığı sürece faydalı olabilir, sevap
kazandırabilir. Ahireti kazanmayı ve Allah rızası için dağıtmayı unutturan her
kazanç boştur ve insana yüktür. Açgözlülük, cimrilik ve dünyaya doyumsuzluk
kişiyi yaratılış gayesinden uzaklaştıracağından hem dünya hem de ahiret
hayatını perişan eder. [53]
25.
Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden
Allah Teâlâ hoşnut olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri
tarafından öldürülür. Katil olan da daha sonra tövbe eder, müslüman olur, o da
Allah yolunda savaşırken şehid düşer.”[54]
Bu bölümdeki beş ayet-i kerîme ve yirmidokuz hadîs-i
şerîften; temizliğin imanın yarısı olduğunu, elhamdülillah diyerek yaşanan
hayatın sevabının mizanı dolduracağını, namazın müslümanın hayatında nur
olduğunu, Kur’ân-ı Kerîm’in mü’minlerin leh veya aleyhlerinde delil olacağını,
herkesin sabahleyin evinden çıkarken kendisini sattığını ya ateşten kurtulup ya
da helak olacağını, istemekten çekinip iffetli davrananlarının iffetinin
artırılacağını, tok gözlü olmak isteyenlerin başkalarına muhtaç olmaktan
kurtarılacağını, sabretmeye gayret edene sabır verileceğini, sabırdan büyük bir
nimet olmadığını, mü’minin her durumunun imrenmeye değer olduğunu, sevinirse
şükretmek suretiyle bela gelirse sabretmek suretiyle hakkında herşeyin hayırlı
olduğunu, Rasûlullah (sav)’in vefatı esnasında kızı Fatıma (r.ah) ile
yaptıkları konuşmaları, yine kızı Zeynep (r.ah) oğlu ölmek üzereyken Peygamber
(sav)’i çağırmalarını ve aralarında geçen konuşmalarını, geçmiş ümmetler
arasında bir padişah ve onun ihtiyarlayan bir sihirbazının uzunca hikayesini
yani (Burûc: 85/4-11.) Ayetlerin muhtevasını, felaketle ilk karşılaşınca
sabretmenin gerekli olduğunu, kişinin sevdiği dostu elinden alınınca sabrederse
mükafatının cennet olacağını, tedavisi zor hastalıklara yakalananların
mükafatını Allah’tan bekleyerek sabretmeleri karşılığında şehid sevabı
kazanacaklarını, gözleri kör edilerek imtihan edilen kimseye sabrettiği
takdirde gözlerine karşılık cennet verileceğini, hastalıklara sabredilirse
mükafatının cennet olacağını, tüm peygamberlerin ümmetlerine hayırlı duada bulunduklarını,
her türlü sıkıntı ve hastalıkların günahların bağışlanmasına vesile olacağını
ve ağacın yapraklarının döküldüğü gibi günahların döküleceğini, Allah’ın
hayrını dilediği kimseyi sıkıntıya sokacağını, başına musibet geldi diye ölümü
istememenin gerekliliğini, sabırsızlanmanın iyi olmadığını, peygamberlerin
büyük sıkıntılara katlandıklarını ve mükafatlarının da büyük olduğunu,
mükafatın büyüklüğünün belanın şiddetine göre olduğunu, Ümmü Süleym denilen
sahabiyyenin çocuğu ölmesine rağmen nasıl sabırlı davrandığını, gerçek
pehlivanın öfkesini yenen kimse olduğunu, kızgınlık hali geçmesi için
söylenmesi gereken sözün ne olduğunu, öfkesini yenen kimseye kıyamette istediği
huriyi seçmesinin serbest olacağını, öfkelenmemenin gerekliliğini, mü’mine
imtihan için belalar verildiğini, affetmek ve iyiliği emretmenin gerekliliğini,
müslümanın gerekenleri yapıp hakkını Allah’tan bekleyeceğini, savaşın
istenmeyeceğini, savaş çıkarsa da savaşa katılıp sabredilmesi gerektiğini
öğreneceğiz. [55]
“Ey iman edenler! Zorluklara ve sıkıntılara sabırla
katlanın ve birbirinizle bu sabırda yarışın, cihad için hazırlıklı ve uyanık
bulunun ve yolunuzu Allah ve kitabıyla bulun ki, mutluluğa erebilesiniz.” (Âl i İmrân: 3/200)
“Muhakkak ki, ölüm tehlikesiyle, korku ve açlıkla, mal, can
ve ürünlerin eksiltilmesiyle sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredip
sebat ve dayanıklılık gösterenlere iyi haberler müjdele.” (Bakara: 2/155)
“Her türlü güçlüklere göğüs gerenlere mükafatları
tartılmaksızın, ölçülmeksizin, hesapsızca bol bol verilir.” (Zümer: 39/10)
“Kim eziyetlere sabreder, yapılan kötülüklere de, intikam
almayıp affetme yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer
işlerdendir.”
(Şûrâ: 42/43)
“Ey iman edenler! Sarsılmaz bir sabır ve namaza sarılarak
Allah’tan yardım isteyin. Allah her türlü zorluğa karşı sabredenlerle
beraberdir.”
(Bakara: 2/153)
“Ve hepinizi mutlaka sınayacağız ki, bizim yolumuzda üstün
gayret gösterenleri ve sıkıntılara göğüs gerenleri diğerlerinden ayırabilelim.
Çünkü biz iman ve cihadla alakalı bütün iddialarınızın doğruluğunu
deneyeceğiz.”
(Muhammed: 47/31)
26. Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım
el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, sübhânellah
ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz
nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır. Kur’an senin ya lehinde ya da
aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd
kimi de helâk eder.”[56]
* Bu hadîs-i şerîf çok kapsamlı
konulara işaret etmektedir. Şöyle ki: Kişinin maddî temizliğe riayet etmesi,
dininin direği olan namazının ve diğer ibadetlerinin temelini teşkil eder.
Manevî temizlik diyebileceğimiz temizlik ise; kişinin küfür, şirk ve münafıklık
gibi tevhid inancı dışındaki inanç kirlerinden temizlenmesidir. Bu da imanın
yarısı veya tamamlayıcısı anlamına gelmiş oluyor.
Sonucunda Elhamdülillah diyebilecek bir hayat yaşamak kıyamette terazinin sevap
gözünü doldurur. Müslüman yaptığı her bir işin sonucunda Elhamdülillah
diyebiliyorsa, yaptığı tüm işler kulluk gereğidir ve ona sevap kazandırır.
Sonucunda Elhamdülillah denemeyen işler ise müslümanın günahını artırır.
Sübhanallah ve
Elhamdülillah sözlerinden birincisi Allah’ın tek
ilah oluşunun kainatta bu sözle vasfedilecek kimsenin olmayışının simgesi
olması hasebiyle kendisini yaratan Allah’ı böylece tanıyan müslümanın her
işinin sonunda da Elhamdülillah diyebilecek bir hayat sergilemesiyle her taraf
müslümanın emrine geçer. Bu kelimelerle yer ve gök arası müslümanların emrine
ve idaresine geçecektir.
Namaz kişiyi her türlü kötülüklerden
alıkoyan ışığını imandan alan ve doğruya yönelten bir nurdur. Bu nur dünyada
müslümanların yüzlerinden farkedilir. (Feth: 48/29) Ahirette de yine önlerinde
ve sağlarında onları aydınlatacaktır. (Hadîd: 57/12)
Sadaka kişinin özverili oluşuna,
cömertliğine ve imanının en üstün durumda olduğuna delildir. Çünkü zekat,
sadaka, hayır ve hasenât gibi şeyler kişinin imanının alametidir.
Sabır mü’min için kaynağı kendi içinde olan bir enerjidir. Kişi
her türlü sıkıntı ve güçlüklere göğüs germekle huzura erişir ve böylece de
sabır onun önünde bir ışıktır ve her türlü karanlıklardan müslümanı aydınlığa
çıkarır.
Kur’ân kıyamette kişinin kendisini okuyup okumadığına, kendisine
uyup uymadığına ve yolunda gidip gitmediğine göre lehinde veya aleyhinde
şahitlik yapacaktır.
Her yeni gün insanlar için bir pazardır. Bu pazarda dünya
ve ahireti alınıp satılmaktadır. Kişi Allah ve Rasûlüne uyarsa kazançlı çıkar
hem dünyası hem de ahireti huzurlu olur. Allah ve Rasûlüne uymaz da şeytan ve
dostlarına, arzu ve heveslerine uyarsa bu dünya pazarındaki alışverişinden
dolayı zararlı çıkar ve cehennemlik olur hem dünyası hem de ahireti perişan olur. [57]
27. Ebû Saîd Sa’d İbni Mâlik İbni Sinân el–Hudrî radıyallahu
anhümâ’dan nakledildiğine göre, Medineli müslümanlardan bir kısmı
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şeyler istediler. O da
verdi. Sonra yine istediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
elindekiler bitinceye kadar verdi. Verebileceği şeyler tükenince onlara şöyle
hitab etti:
“Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden esirgemez,
verirdim. Kim dilenmekten çekinir, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini
arttırır. Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan
kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiç bir
kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lutufta bulunulmamıştır.”[58]
* Mü’min için en sağlam siper
sabırdır. Sabrı sayesinde mü’min fakir de olsa zengin de olsa rahat ve
huzurludur. Sabretmeyi bilmeyen ve istemekten vazgeçmeyenler zengin de olsalar
fakir de olsalar doyuma ulaşamazlar, asla doymazlar. Kişi zamanın her türlü
bela ve sıkıntılarına karşı kendisini sabırla frenleyip hem dünya hem de ahiret
kazançlarını elde edebilir. [59]
28. Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân
radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli
kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır:
Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek
olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”[60]
29. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığı
ağırlaşınca sıkıntıları çoğaldı. Durumu gören Fâtıma radıyallahu anhâ:
– Vah babacığım, ne büyük sıkıntın var! dedi. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “(Kızım), bugünden sonra babanın sıkıntısı olmayacak” buyurdu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem vefat
edince, bu defa Fâtıma radıyallahu anhâ:
– Allah’ın çağrısına icâbet eden babacığım vah, mekânı
Firdevs cenneti olan babacığım vah, kara haberini ancak dostu Cebrail’le
paylaşacağımız babacığım vah, diye ağladı.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in defninden
sonra da Hz. Fâtıma duygu ve üzüntülerini şöyle dile getirdi:
– Resûlullah’ın üzerine (çarçabuk) toprak atmaya eliniz
nasıl vardı, gönlünüz nasıl râzı oldu?[61]
* Bu hadîs-i şerîften de alemlere
rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.v.)’in ölüm acılarına nasıl
sabrettiğini, kızı Fâtıma (r.anha)’nın da babasının vefatına nasıl sabrettiğini
görmekteyiz. Her ikisi de insan gücü üzerinde bir dayanıklılıkla nasıl
sabrettiler ve bize örnek oldular. [62]
30. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in azadlısı, dostu ve dostunun oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd
İbni Hârise radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre o şöyle dedi:
Kızı (Zeynep), Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Oğlum ölmek üzeredir, lutfen bize kadar geliniz, diye
haber gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Alan da veren de
Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini
Allah’tan beklesin”,
buyurarak kızına selâm gönderdi.
Bunun üzerine Kızı, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e;
– Ne olur, mutlaka gelsin, diye tekrar haber yolladı.
Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve
başka bazı sahâbîler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e
verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın
gözlerinden yaşlar boşandı.
Durumu gören Sa’d İbni Ubâde:
– Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem de:
– “Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet
duygusudur”
buyurdu.
Hadisin bir başka rivâyetinde Hz. Peygamber, “Bu,
dilediği kullarının kalbine Allah’ın koyduğu bir rahmettir. Zaten Allah ancak,
merhametli kullarına rahmet eder” buyurmuştur.[63]
31. Suheyb (–i Rûmî) radıyallâhü
anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sizden önceki ümmetler içinde bir padişah, bir de onun
sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, padişaha:
– “Ben yaşlandım, bana genç birini göndersen de ona
sihirbazlığı öğretsem” dedi.
Padişah da ona bir genç gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir
rahip bulunmaktaydı. Genç ona uğradı, yanında oturdu ve konuşmalarını dinledi,
beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı.
Sihirbaz ona “niçin geç kaldın?” diye kızar ve döğerdi. Delikanlı bu durumu
rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi:
– Sihirbazdan korktuğunda, “evdekiler alıkoydular”de;
âilenden çekindiğinde de “sihirbaz alıkoydu” de.
Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün yolda
insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı ve
kendi kendine “Sihirbazın mı yoksa râhibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi
öğreneceğim” diyerek bir taş aldı ve “Ey Allahım, rahibin yaptıklarını
sihirbazın yaptıklarından daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür ki insanlar
yollarına devam etsinler” dedi ve taşı hayvana doğru fırlatıp onu öldürdü. Halk
da geçip gitti. Daha sonra delikanlı râhibe gelip olayı anlattı. Râhip ona:
– Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira,
sen bu gördüğüm mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, sen yakında bir belâya
uğratılacaksın. Böyle bir şey olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye
gösterme! dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları
kurtarır ve diğer hastalıkları da tedâvî ederdi. Padişahın o sıralarda kör
olmuş bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:
– Eğer beni tedâvî edersen, bütün bunlar senin olacak dedi.
Delikanlı:
– Ben kendiliğimden kimseye şifâ veremem. Şifayı ancak
Allah Teâlâ verir. Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan, ben ona dua ederim, o da
(dilerse) sana şifa verir, dedi.
Adam iman etti. Allah Teâlâ da ona şifa verdi. Adam eskiden
olduğu gibi padişahın yanına gelip meclisteki yerini aldı.
Padişah:
– Senin gözünü kim iyi etti? diye sordu. O da:
– Rabbim, dedi.
Bu defa Padişah:
– Senin benden başka rabbin mi var? diye gürledi.
Adam:
– Benim de senin de rabbin Allah Teâlâ’dır, dedi.
Bunun üzerine sinirlenen padişah adamı tutuklattı ve gencin
yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonuçta adam gencin yerini
söyledi. Delikanlı getirildi. Padişah ona:
– Delikanlı, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları
iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyormuşsun, öyle mi?
diye sordu.
Delikanlı:
– Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah
Teâlâ’dır dedi.
Padişah delikanlıyı tutuklattı ve rahibin yerini
gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede râhip getirildi ve kendisine
“dininden dön!” denildi. Râhip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine padişah bir
testere getirtip başının tam ortasından rahibi ikiye biçtirdi. Rahibin
parçalarının her biri bir yana düştü. Sonra Padişahın adamı getirildi ona da “dininden
dön!” denildi. Ancak o da kabul etmedi. Padişah onu da parçalarının her biri
bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının ortasından ikiye biçtirdi. Daha
sonra delikanlı getirildi ve “dininden dön (yoksa öleceksin)” diye tehdid
edildi, fakat delikanlı direndi. Padişah delikanlıyı adamlarından bir gruba
teslim etti ve onlara şu tâlimatı verdi:
– Bunu şu dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ,
değilse, aşağıya yuvarlayın gitsin.
Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar.
Delikanlı:
“Allahım, beni bunların elinden nasıl dilersen öylece
kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve onlar aşağı
yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Padişah
ona:
– Yanındakiler ne oldu? dedi.
Delikanlı da :
– Allah beni onların elinden kurtardı, dedi.
Bunun üzerine padişah, delikanlıyı adamlarından bir başka
gruba teslim etti ve:
– Bunu Kurkur denilen bir gemiye bindirip denizin ortasına
götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse, denize atın gitsin, dedi.
Delikanlıyı alıp götürdüler. O:
“Allah’ım, beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!”
diye dua etti.
Gemi içindekilerle beraber ala–bora oldu, hepsi boğuldu.
Delikanlı sağ–sâlim padişahın yanına döndü.
Padişah onu görünce:
– Yanındakiler ne oldu? diye sordu.
Delikanlı da:
– Allah beni onların elinden kurtardı, dedi ve ilâve etti:
– Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.
Padişah:
– Neymiş onlar? dedi.
Delikanlı :
– Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de bir hurma kütüğüne
bağla. Okdanlığımdan bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da “Delikanlının
rabbinin adıyla de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin” dedi.
Padişah halkı geniş bir meydanda topladı. Delikanlıyı hurma
kütüğüne bağladı. Sonra delikanlının sadağından bir ok aldı, yayına
yerleştirdi. “Delikanlının rabbi olan Allah adıyla” deyip oku fırlattı. Ok,
delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına koydu ve oracıkta
öldü.
Bunun üzerine halk:
– Biz, delikanlının rabbine iman ettik, dediler.
Daha sonra durumu padişaha ileterek:
– Gördün mü çekindiğin şey nihâyet başına geldi; halk iman
etti, dediler.
Bunun üzerine padişah, sokak başlarına büyük hendekler
kazılmasını emretti. Hendekler ateşle doldurulmuştu.
Padişah:
– Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zorla ateşe atın, (yahut
“onları ateşe girmeye zorlayın”) dedi.
Emri yerine getirdiler. En sonunda kucağında çocuğu ile bir
kadın geldi, bir ara ateşe girmemek ister gibi yaptı, sendeledi. Çocuk:
– “Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din
üzeresin!” de(mek suretiyle annesini cesaretlendir)di.[64]
* Bu hadîs-i şerîfi daha iyi
anlayabilmek için kitabımızın 85. Sûresi olan Bürûc sûresi birkaç tefsirden
mutlaka okunmalıdır. [65]
32. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet
edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı
başında (bağıra–çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti.
Ona:
– “Allah’dan kork ve sabret!” buyurdu.
Kadın:
– Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin
başına gelmemiştir, dedi.
Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söylediler. Bunu duyar
duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar
yoktu. (Özür beyân etmek üzere Hz. Peygamber’e):
– Sizi tanıyamadım, dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
– “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda
dayanmaktır”
buyurdu.[66]
* Bu hadisten de Peygamberimiz
(s.a.v.)’in burada yaptığı ve bize de pekçok hadislerde tavsiye ettiği üzere
iyiliği emir ve kötülükten sakındırma işi her zaman ve zeminde yapılmalıdır.
Yapılan nasihat esnasında gösterilecek tepkilere hazır olmalı ve onlara göğüs
germeli, kırıcı davranışlara döndürmemelidir.
İyi bir davetçi ve eğitimci yaptığı hizmetlerden dolayı
şahsına yapılan hakaretlere bile soğukkanlı davranıp aldırmamalı ve gündeme
bile getirmemelidir. [67]
33. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah
Teâlâ şöyle buyurdu demiştir.
“Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman, (sabredip)
ecrini Allah’tan bekleyen mü’min kulumun katımdaki karşılığı cennettir.”[68]
* Bu kudsî hadisten de gerçekten kişinin
dünyada sıkıntılara sabretmesi karşılığında derecelerin en büyüğü olan cennete
kavuşacağını öğrenmekteyiz. [69]
34. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivâyet edildiğine göre, kendisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
tâun hastalığını sormuş, o da şöyle buyurmuştur:
“Tâun hastalığı, Allah Teâlâ’nın dilediği kimseleri
kendisiyle cezalandırdığı bir çeşit azaptı. Allah onu mü’minler için rahmet
kıldı. Bu sebeple tâuna yakalanmış bir kul, başına gelene sabrederek ve ecrini
Allah’tan bekleyerek bulunduğu yerde ikâmete devam eder ve başına ancak Allah
ne takdir etmişse onun geleceğini bilirse, kendisine şehit sevabı verilir.”[70]
* Tâûn yani veba hastalığı hem bulaşıcı hem de çabucak
ölüme götüren bir hastalık olup buna yakalanan kimse gerekli çarelere başvurduktan
sonra başkalarına bulaştırmamak ve mükafatını da sadece Allah’tan bekleyerek
sabredip bulunduğu yerde oturursa, hem karantina dediğimiz şeyi gerçekleştirmiş
hem de sabrından dolayı şehid sevabı almaya hak kazanmıştır. Çünkü müslümanın
namazdan başka bir silahı da sabırdır. (Bakara: 2/45) ayetinde olduğu gibi. [71]
35. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini
söylemiştir:
“Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Kulumu, iki gözünü kör etmekle
imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm.”[72]
* Bu kudsî hadiste de kaybedilen
nimetler ve onların yokluğuna sabretmekle cennetin kazanılabileceği
bildirilmektedir. Çaresizlikten dolayı hadiselere katlanmak sabır sayılmaz,
müslümanca yaşantıya devam etmekle birlikte başına gelen herşeye sabreden
mü’min Allah tarafından çok üstün ve değerli nimetlere kavuşturulacaktır. [73]
36. Atâ İbni Ebî Rebâh’dan şöyle
dediği rivâyet edilmiştir:
Abdullah İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ bana:
– Sana cennetlik bir kadın göstereyim mi? dedi. Ben:
– Evet, göster, dedim.
İbn Abbâs şöyle dedi:
– Şu (iri yarı) siyah kadın var ya! İşte bu kadın (birgün)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve:
– Beni sar’a tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem
için Allah’a dua ediniz, dedi.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
–”Eğer sabredeyim dersen, sana cennet vardır. Ama yine de
sen istersen, sana şifa vermesi için Allah’a dua ederim” buyurdu.
Bunun üzerine kadın:
– Ben (hastalığıma) sabrederim. Ancak sar’a tuttuğu zaman
üstümün başımın açılmaması için dua buyurunuz, dedi.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de ona dua etti.[74]
* Bu hadiste de cennetle sağlıklı
bir hayat arasında tercih yapan imanlı bir hanımın durumu sergilenmektedir. [75]
37. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni
Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in,
gönderildiği kavim tarafından dövülüp yüzü kanatılan, bir taraftan yüzündeki
kanı silen bir taraftan da “Ey Allahım, halkımı bağışla, çünkü onlar
bilmiyorlar” diyen bir peygamberi anlatması hâlâ gözlerimin önündedir.[76]
* Sabrın peygamberlerin hayatındaki
yerini gösteren bu hadis peygamberlerin tavsiye ettikleri şeyi önce
kendilerinin yaşadıklarını bize göstermektedir. Davetçi ve lider durumunda
olanların ümmetten herhangi bir farklarının olmadığını da bu hadisten
anlıyoruz. Uhud ve benzeri savaşlarda geri hizmetlere kaçmayıp bizzat savaşta
ön saflarda yer alan Peygamber (s.a.v.)’in durumu da bunun canlı bir örneğidir. [77]
38. Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ’dan
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve
gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar müslümanın başına gelen her şeyi,
Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.”[78]
39. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzûruna
vardım. Kendisi sıtmaya yakalanmıştı.
– Ey Allah’ın Resûlü! Gerçekten şiddetli bir sıtma nöbetine
tutulmuşsunuz, dedim.
– “Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar ızdırab
çekmekteyim”
buyurdu.
– (Herhalde) bu iki kat sevap kazanmanız içindir, dedim.
– “Evet, öyledir. Allah, ayağına batan bir diken veya
başına gelen daha büyük bir sıkıntıdan dolayı müslümanın günahlarını bağışlar.
O müslümanın günahları ağaç yaprakları gibi dökülür” buyurdu.[79]
40. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah, hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar.”[80]
41. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni
etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim
için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu
zaman da beni öldür’ desin.”[81]
42. Ebû Abdullah Habbâb İbni Eret
radıyallahu anh şöyle dedi:
Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e (müşriklerden gördüğümüz
işkencelerden) şikâyette bulunduk ve :
– Bize yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek
misiniz? dedik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap
verdi:
– “Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan
bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir,
eti–kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden
döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine
ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç
bir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir.
Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz.”
v Buhârî’nin bir başka rivayetinde
ifade, “Peygamber aleyhisselâm hırkasına bürünmüştü. Bizler müşriklerden
çok işkence görüyorduk” şeklindedir.[82]
* İslâm’ı hayata hakim kılmak için
sabretmenin ne önemli bir iş olduğunu bu hadisten öğreniyoruz. Çünkü semâvî din
dediğimiz Allah’ın şeriatı yani müslümanlık sabırla ve pekçok fedakarlıklarla
Hz. Âdem’den bu güne kadar gelmiştir, kıyamete kadar da yine aynı fedakarlık ve
sıkıntılara sabretmek ve şehidler verilmek suretiyle toplumların hayatına hakim
olacaktır. Cihad etmeksizin, sıkıntılara göğüs germeksizin yattığımız yerden
biz de müslümanız demekle bu din yayılmaz ve cihana hakim olmaz. Çünkü cennetin
yolu sıkıntılara göğüs germekte ve kılıçların gölgesi altındadır. [83]
43. Abdullah İbni Mes’ud
radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Savaşı ganimetlerini taksim ederken Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bazı kişilere diğerlerinden fazla hisse verdi. Akra’ İbni
Hâbis’e yüz deve, Uyeyne İbni Hısn’a da bir o kadar verdi. Arapların ileri
gelenlerine de o günkü taksimde biraz fazla pay verdi. Bunun üzerine bir kişi:
– Vallahi bu taksimde hakkâniyet yoktur, Allah rızâsı da
gözetilmemiştir! dedi.
Ben de:
– Allah’a yemin ederim ki bunu ben Resûlullah’a
söyleyeceğim, dedim. Gittim, adamın söylediklerini anlattım.
Bunun üzerine, kızgınlığından Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in yüzü kıpkırmızı kesildi. Sonra şöyle cevap verdi:
– “Allah ve Resûlü de adâlet etmezse, hiç kimse adâlet
etmez.” Daha sonra
da şöyle buyurdu:
“Allah, Mûsâ’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır bir ithama
maruz kalmıştı da sabretmişti.”
Ben (kendi kendime), “Bundan sonra kimsenin sözünü
Resûlullah’a iletmeyeceğim” diye karar verdim.[84]
* Bu konuda Musa’ya yapılan eziyetler
için bkz. (Bakara: 2/55-56, Maide: 5/24, Ahzab: 33/69) [85]
44. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, iyiliğini dilediği kulunun cezasını dünyada verir.
Fenalığını dilediği kulunun cezasını da, kıyamet günü günahını yüklenip gelsin
diye, dünyada vermez. ”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem (yine) şöyle
buyurmuştur:
“Mükâfâtın büyüklüğü, belânın şiddetine göredir. Allah,
sevdiği topluluğu belâya uğratır. Kim başına gelene rızâ gösterirse Allah ondan
hoşnut olur. Kim de rızâ göstermezse, Allahın gazabına uğrar.”[86]
* Şu içinde bulunduğumuz imtihan
dünyasında başımıza gelecek her türlü hadise ve sıkıntılara karşı Allah’tan
geliyor diyerek sabretmemiz ve dirençli davranmamız gerekiyor. [87]
45. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi:
Ebû Talha radıyallahu anh’ın hasta bir erkek çocuğu
vardı. Ebû Talha evde değilken çocuk öldü. Eve döndüğü zaman:
– “Oğlumun durumu nedir?” diye sordu.
Çocuğun annesi Ümmü Süleym:
– O şimdi eskisinden daha rahat, dedi. Akşam yemeğini
hazırlayıp getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi sonra da hanımıyla yattı. Daha
sonra hanımı ona “Çocuğu defnediniz” dedi.
Ebû Talha sabahleyin Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem’e gitti ve olup biteni anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem:
– “Bu gece ilişkide bulundunuz mu?” diye sordu.
Ebû Talha:
– Evet, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allahım, bu ikisine mübârek kıl” diye dua etti.
(Zamanı gelince) Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebû
Talha bana:
– “Çocuğu al, Peygamber’e götür” dedi. Ümmü Süleym de bir miktar
hurma verdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Çocuğun yanında herhangi bir şey var mı?” diye sordu. Ben:
– Evet, bir kaç hurma var, dedim. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem hurmaları ağzına alıp çiğnedi. Sonra çıkarıp çocuğun
ağzına koydu ve damağını hafifçe oğdu, adını da Abdullah koydu.[88]
v Buhârî’nin bir rivayetine göre
Süfyân İbni Uyeyne; “Ensardan bir kişi (İbâye İbni Rifa’a) Abdullah’ın dokuz
çocuğunu gördüğünü, hepsinin de Kur’an’ı okuyan ve mânasını anlayan kimseler
olduğunu söylemiştir.”[89]
v Müslim’in rivâyetinde ise, olay
şöyle anlatılmaktadır:
Ebû Talha’nın, Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti.
Ümmü Süleym, ev halkına:
– Ebû Talha’ya ben haber vermedikce, oğlu hakkında hiç
biriniz bir şey söylemeyiniz! diye tenbihledi. Sonra Ebû Talha eve geldi. Ümmü
Süleym akşam yemeğini getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi. Yemekten sonra Ümmü
Süleym, eskiden olduğundan daha güzel süslendi. O da hanımıyla yattı. Ebû
Talha’nın karnı doyup tatmin olduğunu görünce Ümmü Süleym ona:
– Ey Ebû Talha, bir millet, bir aileye emânet bir şey
verseler de, sonra emânetlerini isteseler, iade etmeyebilirler mi, ne dersin?
dedi.
Ebû Talha:
– Hayır, (vermemezlik edemezler) dedi.
Ümmü Süleym:
– O halde oğlunu geri alınmış böyle bir emânet bil, dedi.
Ebû Talha kızdı ve:
– Mademki öyle, niçin hiç bir şey olmamış gibi davrandın?
Şimdi de tutmuş, oğlumun durumunu bana haber veriyorsun, öyle mi? dedi. Derhal
kalkıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olanı biteni
olduğu gibi haber verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Geçen gecenizi Allah hakkınızda bereketli kılsın” buyurdu.
Ümmü Süleym hâmile kaldı.
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bir sefere çıkmıştı. Ümmü Süleym de bu sefere iştirak
etmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem seferden döndüğünde
Medine’ye gece girmezdi. Medine’ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym’i doğum
sancıları tuttu. Bu sebeple Ebû Talha onun yanında kaldı, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem yoluna devam etti. Ebû Talha şöyle demeye başladı:
– Rabbim! Sen çok iyi bilirsin ki ben, Resûlün ile beraber
Medine’den çıkmaktan, onunla beraber Medine’ye girmekten son derece memnun
olurum. Fakat bu defa bildiğin sebepten takılıp kaldım.
Bunun üzerine Ümmü Süleym:
– Ebû Talha! Şimdi artık sancım kalmadı. Sen git, dedi.
(Enes diyor ki) Biz yolumuza devam ettik. Medine’ye
geldiklerinde Ümmü Süleym’i yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk
doğurdu. Annem (Ümmü Süleym) bana:
– Enes, bu çocuğu sen sabahleyin Resûlullah’a götürmeden
kimse emzirmesin, dedi. Sabahleyin ben çocuğu alıp Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e götürdüm. Resûlullah’ın elinde bir dağlama âleti vardı.
Beni görünce:
– Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı, buyurdular.
– Evet, dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bıraktı. Ben
de çocuğu kucağına verdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Medine’ye has acve hurmasından bir tane istedi. Onu ağzında iyice çiğnedi,
sonra da çocuğun ağzına çaldı. Çocuk yalanmaya başladı. Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Medinelilerin hurma sevgisine bakın!” buyurdu. Çocuğun yüzünü okşadı ve
ona Abdullah adını verdi.[90]
* Bu hadîs-i şerîften bir annenin
çocuğunun ölümüne karşı ne kadar sabırlı ve metanetli olduğunu öğreniyoruz.
Dolayısıyla müslüman verilen her nimete karşı veren de alan da Allah’tır,
güldüren de ağlatan da Allah’tır inancı ve şuurunda olmalıdır. Herşeyin yani
mal, mülk, karı, koca, sıhhat, evlat, göz, kulak, makam, mevki, zenginlik
bizlere emanet olarak verilmiş olup bir gün elimizden alınacaktır inancında
hayatımızı sürdürmeliyiz. [91]
46. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Gerçek babayiğit, güreşte rakîbini yenen değil,
öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir.”[92]
* Kişinin kendi istekleriyle mücadelesi
her türlü mücadelenin en zorudur. Kişisel ve toplumsal zararlarını düşünerek
müslüman öfkelenmemeye çalışmalı ve bu uğurda çok gayret etmelidir. [93]
47. Süleyman İbni Surad radıyallahu anh şöyle
dedi:
Bir gün Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında
oturuyordum. İki kişi birbirine sövüp duruyordu. Bunlardan birinin yüzü öfkeden
kıpkırmızı olmuş, boyun damarları şişmiş, dışarı fırlamıştı.
Bunu gören Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Ben bir söz biliyorum, eğer bu kişi onu söylerse,
üzerindeki bu kızgınlık hali geçer. Eğer o, “Eûzü billâhi mine’ş–şeytânirracîm
= İlâhi rahmetten kovulmuş şeytandan Allaha sığınırım” derse, üzerindeki hâl
kaybolur.”
Oradakiler Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ona “İlâhî
rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” tavsiyesinde bulunduğunu
ilettiler.[94]
* Bu hadisin daha iyi anlaşılması
için Fussilet: 41/36 ve A’râf: 7/200 ayetlerine bakınız. [95]
48. Muâz İbni Enes radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Gereğini yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi
Allah, Kıyamet günü herkesin gözü önünde çağırır, hûriler arasından dilediğini
seçmekte serbest bırakır.”[96]
49. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre, bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Bana öğüt ver, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem de ona:
– “Kızma!” buyurdu.
Adam dileğini bir kaç kez tekrar etti. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem de (her defasında ısrarla) :
– “Kızma!” buyurdu.[97]
* Öfkenin büsbütün yok edilmesi
mümkün değildir. Abdullah ibn Mubârek’e güzel ahlak nedir? Anlat demişlerdi de
O da öfkelenmemekten ibaret olduğunu söylemiştir. Kişi öfkelenmeyi doğuran
sebeblerden uzak durmalı her zaman ve her yerde öfkelenmemelidir. Öfke ancak dînî
değerlerin korunmasında olursa hoş karşılanabilir. Değilse öfkelenen kimse
şeytanın avucuna düşmüş olur ve şeytan ona her türlü kötülüğü yaptırabilir. [98]
50. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Erkek olsun, kadın olsun mü’min, Allah’a günahsız olarak
kavuşuncaya kadar kendisinden, çoluk çocuğundan, malından belâ eksik olmaz.”[99]
* Bu dünya imtihan dünyasıdır.
İnsanlar değişik ve rengarenk şekillerle Allah tarafından imtihana çekilirler.
Kişi imtihanı kazanabilmek için başına gelecek her türlü sıkıntıya karşı
sabırlı ve dirençli olmalıdır. [100]
51. Abdullah İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Uyeyne İbni Hısn (Medine’ye) geldi ve yeğeni Hurr İbni Kays’a
misafir oldu. Hurr, Hz. Ömer’in danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç olsun
yaşlı olsun âlimler (kurrâ), Hz. Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu
sebeple Uyeyne, yeğeni Hurr İbni Kays’a:
– Yeğenim, senin devlet başkanı yanında önemli bir yerin
vardır. Beni kendisiyle görüştür, dedi.
Hurr, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Ömer’in yanına girince:
– Ey Hattâb oğlu, Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir
şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun, dedi.
Ömer hiddetlendi, Uyeyne’ye ceza vermek istedi.
Bunun üzerine Hurr:
– Ey Müminlerin emiri, Allah, Peygamberine “Affı seç,
iyiliği emret, cahilleri cezalandırmaktan vazgeç!” (A’raf: 7/199) buyurdu.
Benim bu amcam da câhillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki, Hurr bu âyeti okuyunca Ömer,
Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın kitabına son derece
bağlı idi.[101]
52. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hiç şüphesiz, benden sonra, adam kayırmalar ve yadırgayacağınız
bazı işler olacaktır”
buyurdu. Ashâb–ı kirâm:
– Ey Allahın Resûlü! O zaman nasıl davranmamızı tavsiye
edersiniz? dediler.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de:
–
“Siz üzerinize düşen görevleri yapar, kendi hakkınızı ise, Allah’tan
beklersiniz”
buyurdu.[102]
* Sabrın toplum ve sistemle ilgili
yönünü ortaya koyan bu hadîs-i şerîfte de yönetenlerin yönetilenlerin kabalık
ve cahilliklerine ceza vermek suretiyle karşılık vermemeleri gerektiğini zekat,
cihad gibi görevlerin yerine getirilirken mahrum edilen kimselerin bu haklarını
Allah’tan beklemeleri gerektiğini, bu tür basit şeylerden dolayı İslâmî idareye
baş kaldırarak hak almak için kargaşa çıkarılmaması ve sabredilmesi gerektiğini
öğrenmekteyiz. Allah Rasûlü (s.a.v.): “Allah’a isyan olunan yerde kula
itaat yoktur.”[103] hadisiyle de bunun sınırını çizmiş
olmaktadır. [104]
53. Ebû Yahyâ Üseyd İbni Hudayr radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Medinelilerden bir adam:
– Ey Allahın Resûlü,
falan kişi gibi beni de vâli tayin etmez misiniz? dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Siz, benden sonra adam kayırma olayları göreceksiniz.
Havuz başında bana kavuşuncaya kadar sabrediniz!” buyurdu.[105]
* İşler ehil olmayan kimselere
geçince pekçok yanlışlıklar yapılacaktır. Bu hadîs-i şerîfte de her sahada
yapılacak olan bu yanlışlıklara müslümanın sabretmesi gerektiği
hatırlatılmaktadır. [106]
54. Ebû İbrahim Abdullah İbni Ebû Evfâ
radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, düşmanla karşılaştığı
gazalardan birinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem güneş tepe
noktasından batıya doğru meyledinceye kadar bekledi, sonra kalktı ve:
– “Ey müslümanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz;
Allah’tan âfiyet dileyiniz. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabrediniz ve
biliniz ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyurdu. Sonra Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle dua etti:
“Ey kitab’ı (Kur’an’ı) indiren, bulutları gökyüzünde
gezdiren ve düşman saflarını darmadağın eden Allah’ım, şu düşmanı perişan et ve
bizi onlara karşı muzaffer kıl!”[107]
Bu bölümdeki üç ayet ve altı hadisten doğru sözlü olmanın
gerekliliğini, doğrulara verilecek mükafat ve bağışlanmayı, doğruluğun iyiliğe,
iyiliğin de cennete götüreceğini, yalanın da yoldan çıkmaya sebeb olacağı
sonucunda da cehenneme götüreceğini, müslümanın şüpheli şeylerden uzak durması
gerektiğini, tüm peygamberlerin ümmetlerine doğruluğu emrettiklerini, bütün
kalbiyle şehid olmayı isteyen kişinin yatağında ölse bile şehidler mertebesine
ulaşacağını, ganimetin önceki peygamberlere helal olmayıp sadece bizim
peygamberimiz (sav)’e ve biz ümmetine helal olduğunu, alışverişte malın
vasıflarını ve paranın ödeme durumlarını doğruca söyleyenlerin alışverişlerinin
bereketli olacağını, değilse bereketin kalmayacağını öğreneceğiz. [108]
“Ey iman
edenler! Yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın; ve doğrulardan olun ve
hem de doğrularla beraber olun.” (Tevbe: 9/119)
“Gerçek şu ki, Allah’a teslim olmuş bütün erkekler ve
kadınlar, inanan bütün erkekler ve kadınlar, kendini ibadet ve taata vermiş
erkekler ve kadınlar, niyet ve davranışlarında doğru ve samimi olan erkekler ve
kadınlar, sıkıntılara göğüs geren erkekler ve kadınlar, gönülden saygı ile
Allah’tan korkan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar,
nefislerini kontrol edip herşeyden kaçınarak oruç tutan erkekler ve kadınlar,
iffet ve namuslarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı durmaksızın çokça
anan erkekler ve kadınlar var ya; işte Allah onlara bağışlanma ve büyük bir
mükafat hazırlamıştır.” (Ahzâb: 33/35)
“Allah’ın çağrısına uymak ve güzel söz söylemektir. İş
ciddiye bindiği zaman, cihad işlerinde Allah’a karşı verdikleri sözde
dursalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.” (Muhammed: 47/21)
55. Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki sözde ve işde doğruluk hayra ve üstün iyiliğe
yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında
sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler.
Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok
yalancı (kezzâb) diye yazılır.”[109]
* Müslüman hayatı boyunca hata
edebilir, yanılabilir, şeytana uyabilir, günah işleyebilir ama asla yalancı
olamaz. Her işinde ve her hareketinde doğru ve dürüsttür, yalana asla bulaşmaz.
Pek çok kötülüklere sebebiyet verecek yalan sözlülük
müslümana yakışmaz, dürüstlük kişiyi cennete götüren amellerden biridir.
Yalancılık ise; her türlü kötülüğün başı olup sonu cehennemdir. Allah’ı, Allah’tan
geleni ve peygamberi tasdik etmek anlamında sadık ve sıddîkla alakalı olarak:
(Âl-i İmrân: 3/17; Mâide: 5/119; Tevbe: 9/119; İsra: 17/80; Meryem: 19/41, 56;
Zümer: 39/33; Hadîd: 57/19; Leyl: 92/6) ayetlerine bakılabilir. [110]
56. Ebû Muhammed Hasan İbni Ali İbni
Ebû Tâlib radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den:
“Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül, (sözde
ve işde) doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar” buyurduğunu belledim.[111]
* Peygamber (s.a.v) efendimiz
hicretin 6. Ve 7. Yıllarında komşu hükümdarlara birer mektup gönderek onları
İslâm’a davet etmişti. Bizans Kralı Herakliyus’a da Dıhye ibn Halîfetü’l-Kelbî
ile bir mektup göndermişti. Kral mektubu alınca durumu tetkik için Mekke’li
kimi bulursanız yanıma getirin diye emir vermişti. O günlerde henüz müslüman
olmamış olan Ebû Süfyân başkanlığında otuz kişilik bir kafile ticaret
maksadıyla Şam’a giderken Gazze’ye uğramışlardı. Kralın adamları bunları alıp
Kudüs’teki imparatorun huzuruna çıkarmışlardı. Buhârî, (Bed’ül Vahy 6) da
geçtiğine göre Kral ile Ebû Süfyân arasında pek uzun konuşmalar geçmiştir. Bu
hadiste sadece ilgili bölüm aktarılmıştır. Hadisin bu bölümünde henüz iman
etmemiş, fakat yanındaki arkadaşlarından korkması dolayısıyla doğruyu
söylediğini hatırlatan Ebû Süfyân’ın doğruluğu için bu hadis buraya alınmıştır. [112]
57. Ebû Süfyân Sahr İbni Harb radıyallahu
anh, Bizans Kralı Herakliyus ile aralarında geçen uzun konuşmayı
naklederken şöyle dedi:
Herakliyus:
– O (peygamber olduğunu söyleyen) adam size neleri
emrediyor? diye sordu. Ben de:
– Sadece Allah’a kulluk ediniz, O’na hiç bir şeyi ortak
koşmayınız. Atalarınızın iman ettiklerini söyledikleri şeyleri terkediniz,
diyor ve bize namaz kılmayı, sözde ve işde doğruluğu, iffetli yaşamayı ve
akraba ile ilgilenmeyi emrediyor, dedim.[113]
58. Ebû Sâbit, Ebû Saîd ve Ebû Velîd
künyeleriyle tanınan ve Bedir mücâhidlerinden olan Sehl İbni Huneyf radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Bütün kalbiyle şehid olmayı isteyen kişiyi Allah,
yatağında ölse bile, şehidler mertebesine ulaştırır.”[114]
59. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah’ın salât ve selâmı üzerlerine olsun, önceki peygamberlerden biri
düşmanla savaşmaya (cihada) çıktı. (Hareketinden önce) ümmetine şöyle seslendi:
– Bir hanımla evlenmiş olup onunla henüz gerdeğe girmemiş
olan, yaptığı evin henüz çatısını çatmamış olan, gebe koyun veya deve alıp
yavrulamasını bekleyen kimse peşime düşmesin! Bu sözleri söyledikten sonra yola
çıktı. İkindi sularında (düşman) yurduna vardı. Güneşe hitâben:
– Sen de ben de emir kuluyuz dedi; sonra:
Allah’ım onun batmasını geciktir, diye dua etti.
Bunun üzerine orayı fethedinceye kadar güneşin batması
geciktirildi. (Nihayet) ganimetler bir araya getirildi. Onları yakmak için
gökten ateş indi fakat yakmadı. Bunun üzerine Peygamber:
– İçinizde ganimetten mal aşırmış olanlar var. Haydi her
kabileden bir temsilci benimle tokalaşıp bîat etsin! dedi.
Tokalaşma esnasında bir kişinin eli peygamberin eline
yapıştı. O zaman Peygamber:
– İhânet eden sizdedir. Derhal senin kabilene mensup
kişiler gelip bana bîat etsinler! dedi.
Bîat esnasında iki ya da üç kişinin eli peygamberin eline yapıştı.
Bu defa onlara:
– Aşırılmış olan mal sizde! dedi.
Adamlar, sığır
kafasına benzer altından yapılmış bir baş getirdiler. Peygamber onu öteki
ganimetlerin içine koydu. Ateş de hepsini yaktı, kül etti. Zira ganimet bizden
önce hiç bir peygamber (ve ümmetin)e helâl değildi. Allah Teâlâ zaaf ve
aczimizi bildiği için onu bize helâl kıldı.”[115]
60. Ebû Hâlid Hakîm İbni Hizâm radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Satıcı ve alıcı (söz kesip) pazarlığı bitirdikten sonra
birbirlerinden ayrılmadıkça alış–verişi bozup bozmamakta serbesttirler. Eğer
onların her biri karşılıklı olarak doğru söyler (mal ile paranın durumunu
olduğu gibi) açıklar ise, alış–verişleri bereketli olur. Yok eğer gizler ve
yalan beyânda bulunurlarsa, alış–verişlerinin bereketi kalmaz.”[116]
Bu bölümdeki beş ayet ve dokuz hadisten Allah’ın kullarını
devamlı görüp gözetmekte olduğunu, nerede olursak olalım Allah’ın bizlerle
beraber olduğunu, yerde ve gökte hiç birşeyin Allah’a gizli kalmayacağını her
an Rabbimizin bizleri denetlemekte olduğunu, gözlerin sinsi bakışlarını ve
kalplerin gizlediğini Allah’ın bildiğini, iman, islâm ve ihsan kelimelerinin
tariflerini ve kıyametin alametlerinin neler olduğunu, her an Allah’a karşı
sorumluluk bilinci üzere olunması gerektiğini, bir kötülüğün arkasından hemen
iyilik yapılırsa o iyiliğin o kötülüğü silip süpürmüş olacağını, Allah
rızasının her işin önünde tutulması gerektiğini, Allah dilerse insanların insanlara
zararının dokunabileceğini, değilse hiç bir kimsenin zarar verme gücünün
olmadığını, zaferin sabırla, sevincin üzüntüyle, kolaylığın zorlukla beraber
olduğunu, Allah kullarının günah işlemesini istemediğini, her türlü nimetin
Allah tarafından imtihan için verildiğini, Allah’ın kullarını denetiminin
devamlı olduğunu, (ala tenli, kel, kör hikayesini) akıllı kişinin nefsine hakim
olup ölüm sonrası için çalıştığını, aciz kişinin ise nefsine uyup kurtuluşu
için Allah’tan dileklerde bulunup hayal kurduğunu, kişinin iyi müslüman
olmasının kendisini ilgilendirmeyen şeylerden uzak durmasıyla mümkün
olabileceğini ve kişiye hanımını niçin dövdüğünün sorulmayacağını öğreneceğiz. [117]
“O ki, gece
namazına kalktığın zaman, seni görüyor. O’nun huzurunda saygıyla, yere
kapananlar arasında yer aldığını da görmektedir.” (Şuarâ: 26/218-219)
“Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir.” (Hadîd: 57/4)
“Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” (Âl-i İmrân: 3/5)
“Çünkü Rabbin her zaman gözetleyip durmaktadır.” (Fecr: 89/14)
“Çünkü Allah art niyetli bakışların ve kalplerin gizlediği
düşüncenin farkındadır.” (Mü’min: 40/19)
61. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda
bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan
gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi.
Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine
dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
– Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in
Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı
(tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen
Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam:
– Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi
tuhafımıza gitti. Adam:
– Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine,
âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
– Doğru söyledin, diye tasdik etti ve:
– Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir.
Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
– Doğru söyledin dedi, sonra da:
– Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha
bilgili değildir”
cevabını verdi.
Adam:
– O halde alâmetlerini söyle, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Annelerin,
kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı
kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle
yarışmalarıdır ”
buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece
kalakaldım. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
– Allah ve Resûlü bilir, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu.[118]
* İman, İslâm, ihsan ve kıyamet
denilen dinimizin dört direğinden bahseden bu hadîsi şerîfin “cariyenin
hanım efendisini doğurması” cümlesi günümüzde çok görülen olaylardandır. Anne ve babaya koca herif
ve koca karı ifadeleri; ahlakî yapıdaki bu çöküşün görüntüleridir. Ekonomik
yapıda da yine çöküş devam etmekte olup bunun da görüntüsü lüks ve refah o
kadar artacak ki; dünün fakirleri geçmişlerine bakmaksızın bina yapımında
yarışa gireceklerdir. Günümüzde bunun da örneklerini memleketin her köşesinde
görmek mümkündür. [119]
62. Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde ve Ebû Abdurrahman Muâz
İbni Cebel radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Nerede ve nasıl olursan ol, Allah’dan kork. Kötülük
işlersen, hemen arkasından iyilik yap ki, o kötülüğü silip süpürsün. İnsanlarla
güzel geçin!”[120]
* Toplumun hangi kesiminden olursa
olsun kişi daima okuyup dinini öğrenmek durumunda olmalıdır. Yapacağı hataları
öğrendiği iyiliklerle tamir etmeye çalışmalıdır. [121]
63. Abdullah İbni Abbas radıyallahu
anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın
buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her
işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste.
Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana
fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı
temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak
Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi
yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan
sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.)[122]
v Tirmizî dışında bir rivayette de[123]
şöyle buyurulmaktadır:
“Allah’ın emir ve yasaklarını gözet, O’nu önünde bulursun. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla)
sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın.
Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de
seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle,
kolaylık da zorlukla birliktedir.”
64. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi:
“Siz kıl kadar bile önemsemediğiniz birtakım işler
yapıyorsunuz ki, biz onları, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında
helâk edici büyük hatalardan sayardık.”[124]
* Dinin geldiği ilk dönemlerde
insanlar Allah’a kulluk için olanca gayretlerini sarfederler, hatta en küçük günahları
bile helak edici suçlar olarak kabul edip sakınırlardı. Zamanla toplumlar
tarafından önem verilmeyip küçüklerin yanısıra büyük günahların da serbestçe
işleneceği günler gelip geçmiştir. Zamanımızda bunların sayısı ve çeşidi
sayılamayacak kadar çoktur. [125]
65. Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurdu:
“Allah kulları hakkında gayret
gösterir. Allah’ın gayreti haram kıldığı şeyleri insanların işlemelerine karşı
olmasıdır.”[126]
66. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre kendisi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“İsrâil oğulları arasında biri ala tenli (abraş), biri kel,
biri de kör üç kişi vardı. Allah Teâlâ onları sınamak istedi ve kendilerine bir
melek gönderdi.
Melek ala tenliye geldi:
– En çok istediğin şey nedir? dedi. Ala tenli:
– Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği
şu halin benden giderilmesi, dedi. Melek onu sıvazladı ve ala tenlilik gitti,
rengi güzelleşti. Melek bu defa:
– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? dedi. Adam:
– Deve (yahut da sığır)dır, dedi. Ona on aylık gebe bir
deve verildi. Melek:
– Allah sana bu deveyi bereketli kılsın! diye dua etti.
Sonra kele gelerek:
– En çok istediğin şey nedir? dedi. Kel:
– Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu
kelliğin giderilmesi dedi. Melek onu sıvazladı, kelliği kayboldu. Kendisine gür
ve güzel (bir) saç verildi. Melek sordu:
– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? Adam:
– Sığır… dedi. Ona da gebe bir inek verildi. Melek:
– Allah sana bunu bereketli kılsın! diye dua ettikten sonra
körün yanına geldi ve :
– En çok istediğin şey nedir? dedi. Kör:
– Allah’ın gözlerimi iâde etmesini ve insanları görmeyi çok
istiyorum, dedi. Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iâde
etti. Bu defa Melek:
– En çok sahip olmak istediğin şey nedir? dedi. O da:
– Koyun… dedi. Bunun üzerine ona döl veren bir gebe koyun
verildi.
Deve ve sığır yavruladı, koyun kuzuladı. Neticede birinin
vâdi dolusu develeri, diğerinin vâdi dolusu sığırı, ötekinin de bir vâdi dolusu
koyun sürüsü oldu.
Daha sonra melek ala tenliye, eski kılığında geldi ve:
– Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek
istediğim yere önce Allah sonra senin yardımın sâyesinde ulaşabilirim. Rengini
ve cildini güzelleştiren Allah aşkına senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir
deve istiyorum, dedi.
Adam:
– Mal verilecek yer çoook, dedi. Melek:
– Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden
iğrendikleri, fakirken Allah’ın zengin ettiği abraş değil misin? dedi. Adam:
– Bana bu mal atalarımdan miras kaldı, dedi. Melek:
– Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin,
dedi.
Sonra melek, eski kılığına girip kelin yanına geldi. Ona da
abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi. Melek ona da:
– Yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.
Körün kılığına girip bu defa da onun yanına gitti ve:
– Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı.
Bugün önce Allah’ın sonra senin sâyende yoluma devam edebileceğim. Sana
gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma
devam edebileyim, dedi. Bunun üzerine (eski) kör:
– Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iâde etti.
İstediğini al, istediğini bırak. Allah’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir
şeyde sana zorluk çıkarmayacağım, dedi. Melek:
– Malın senin olsun. Bu sizin için bir imtihandı. Allah
senden razı oldu, arkadaşlarına gazap etti, cevabını verdi (ve oradan ayrıldı).[127]
* İnfakla alakalı 291, 298 numaralı
hadislerin yanısıra Allah rızası için infak hakkında şu ayetlere bakılabilir:
Bakara: 2/195, 261, 262, 264, 265, 272, 274; Âl-i İmrân: 3/92, 117; Enfâl:
8/60; Tevbe: 9/98, 99; Ra’d: 13/22; Furkân: 25/67; Secde: 32/16; Sebe’: 34/39;
Hadîd: 57/10. [128]
67. Ebû Ya’lâ Şeddâd İbni Evs radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için
çalışandır. Âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve Allah’tan
dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır”[129]
* Bu hadîs-i şerîfe göre akıllı kişi
böyle tarif edilirken bu günün insanı akıllı diye kulluktan uzaklaşıp dünyaya
ve dünyalıklara saplanıp kalan kişileri tanıyor. Dünyayı ve ahireti
değerlendirirken değer ölçümüz vahiy ve inandığımız peygamber olmalıdır.
Değilse şeytan, nefis, diğer insanlar, materyalizm, kapitalizm değer ölçümüz
olursa Allah korusun doğru yoldan ve İslâm’dan sapabiliriz. Bu dünya ahiretin
tarlasıdır. Burada ne ekersek orada onu biçeceğiz. Ahirette cennetin veya
cehennemin kazanılması ile alakalı olarak şu ayetlere bakılabilir: Âl-i İmrân:
3/182; Hacc: 22/10; Haşr: 59/18; Müzzemmil: 73/20; Kıyâme: 75/13; Nebe’: 78/40;
İnfitâr 82/5; Fecr: 89/24. Ayrıca Siyer, İslâm Tarihi ve Hayatü’s Sahâbe gibi
kitaplardan Peygamber (s.a.v) ve O’nun asrında yaşayan örnek şahsiyetlerin
ahiretle alakalı çaba ve gayretlerini de okuyup onlara benzemeye çalışmalıyız
ki; gerçek akıllı insan olabilelim, âciz ve zayıf kimselerden olmayalım.
Âciz ve zayıf yani nefsine uyup ahiretteki cenneti
kaybedenlerden olmamak için Nisâ: 4/120; Hıcr: 15/49, 50; Fussılet: 41/23;
İnfitâr: 82/6-8 ayetlerini okuyup, anlayıp, uygulamak gerekir. Herhangi bir
çabada bulunmaksızın kuru ümit ve hayallerle Allah’tan birşeyler beklemek çok
anlamsız ve uygun olmayan bir davranıştır. [130]
68. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terketmesi,
kişinin iyi müslüman oluşundandır.”[131]
* İnsanı doğrudan ilgilendirmeyen
lüzumsuz, gereksiz, sevap kazandırmayan, günah kazandıran tüm işlere mâlâyânî denir. Müslümanın böyle şeyleri
terketmesi gafil olmadığına ve uyanık olduğuna işarettir. Lüzumsuz şeylerle
meşgul olan insan lüzumlu olanları terkeder, Allah’a kulluktan uzaklaşır,
ibadetleri yapmaz hale gelir. Günde sekiz on saat televizyon, bilgisayar ve
internet başında oturarak vakitlerini öldürenler bunun en güzel örneği
olabilir. Lüzumlu lüzumsuz herşeyin bol miktarda bulunduğu zamanımızda
lüzumsuzları terkedip lazım olan işlerle meşgul olmak olgun iman sahibi olmakla
mümkündür. [132]
69. Ömer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kişiye, hanımını neden dövdüğü sorulmaz!”[133]
* Mahremiyeti olan aile müessesesi
teftiş ve kontrole müsait değildir. Aile içindekiler kendileri bu sorunlarını
başkalarına açmadıkları sürece başkalarının müdahale hakkı yoktur. Aile
mahremiyeti dışında haksızlık ve zulümle meydana gelen dövmeler hukuku
ilgilendirdiğinden gerekli makamlarca soruşturma yapılıp mahkeme edilebilir. [134]
Bu bölümdeki beş ayet ve beş hadîs-i şerîften kişinin gücü
yettiğince yolunu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışması gerektiğini, Allah’ın
tüm hükümlerine karşı bilinçli ve saygılı olunması gerektiğini, bir kimse ki;
yolunu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışır, ona her türlü yolların
açılabileceğini ve beklenmedik yerlerden rızıklar verileceğini, ayrıca iyiyi
kötülükten ayırt eden anlayış verileceğini ve kötülüklerinin örtüleceğini,
müslüman olmazdan önce hayırlı ve şerefli olanların dini iyice anladıkları
takdirde İslâm’da da hayırlı ve şerefli olacaklarını, dünyaya ve kadınlara
kapılmamanın gerektiğini, Allah’tan takvâ, hidayet, iffet ve gönül zenginliği
istenmesi gerektiğini, bir şey hakkında yemin edip o işin yapılmamasının
takvâya daha uygun olduğunu anlayan kimsenin yemininden vazgeçip takvâya
yönelmesi gerektiğini, doğruca cennete girebilmenin yolunun namaz kılmak, oruç
tutmak, zekat vermek ve müslüman yöneticilere itaat etmekten geçtiğini
öğreneceğiz. [135]
“Siz ey iman
edenler! Gerektiği şekilde yolunuzu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışın ve ancak
müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân: 3/102)
“O halde elinizden geldiği kadar gücünüz yettiğince
yolunuzu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışın. O’nu dinleyin ve itaat edin ve
kendi iyiliğiniz için Allah rızasını kazanma yolunda karşılıksız harcamada
bulunun. Kim nefsinin aç gözlülüğünden, hırsından ve cimriliğinden korunursa
işte onlar kurtuluşa erip umduğuna nail olanlardır.” (Teğâbün: 64/16)
“Kim yolunu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışırsa, her
işinde ona bir çıkış imkanı sağlar ve ummadığı, hesaplayamadığı bir yönde onu
rızıklandırır.”
(Talâk:65/ 2-3)
“Ey iman edenler! Sizler yolunuzu dâima, Allah’ın kitabıyla
bulun ve her zaman hakkı ve doğruyu konuşun.” (Ahzâb: 33/70)
“Ey iman edenler! Yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya
çalışırsanız, O size hakkı batıldan ayırmaya yarayan, bir ölçü yâni ahlâkî ve
mânevi planda değerlendirme yeteneği verecek ve kötülüklerinizi silip örtecek,
sizi bağışlayacaktır. Çünkü Allah bağış ve cömertliğinde sınırı olmayandır.” (Enfâl: 8/29)
70. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Bazı insanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en hayırlısı, şereflisi
kimdir? dediler.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan en çok korkanlarıdır” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunu sormuyoruz, dediler.
– “O halde, Allah’ın halîli (İbrâhim)’in oğlu, Allah’ın
nebîsi (İshak)’ın oğlu, Allah’ın nebîsi (Yakub)’un oğlu, Allah’ın nebîsi
Yusuf’tur”
buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü, biz bunu da sormuyoruz, dediler.
– “O halde siz benden Arap kabilelerini soruyorsunuz.
(Bilin ki) Câhiliye döneminde hayırlı (şerefli) olanlar, şayet dînî hükümleri
iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar” buyurdu.[136]
71. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin
kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan
sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne
kadınlar yüzünden çıkmıştır.”[137]
72. İbni Mes’ud radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua
ederdi:
“Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği
isterim.”[138]
* Bu hadiste istenecek şeylerin
sırası bize bildirilmektedir. İlk sırada hidayet: Yani Müslüman olmak. İkinci
olarak: Sıradan bir müslüman olmak değil yolunu Allah’ın kitabıyla bularak
istenen vasıfta müslüman olmak. Sonra da: Her türlü kötülüğe karşı uzak olma
hususiyeti olan iffetli olmak, sonuncu olarak da: Mal ve mülk zenginliği değil,
iç huzuru ve gönül zenginliği istenmesi bildirilmektedir. [139]
73. Ebû Tarîf Adî İbni Hâtim et–Tâî radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim demiştir:
“Bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yemin eden, sonra da
(yemininin) zıddını takvâya daha uygun bulan kimse, (yemininden vazgeçip)
takvâya yönelsin!”[140]
74. Ebû Ümâme Sudayy İbni Aclân
el–Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i Vedâ hutbesi’nde şöyle buyururken dinledim demiştir:
“Allah’tan korkunuz. Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan
orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz. Yöneticilerinize itaat
ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin cennetine girersiniz.”[141]
Bu bölümdeki yedi ayet ve onbir hadîs-i şerîften;
Müslümanların Allah ve Rasûlü (s.a.v.)’in doğru söylediklerine inanıp ona göre
yaşadıkları takdirde bu durumunun Allah’a olan teslimiyetlerini artırdığını,
Allah bize yeter diyen mü’minlere Allah’ın ikram ve nimetler vereceğini, sadece
ölümsüz olan ve devamlı diri olan Allah’a güvenip dayanma gerektiğini, bir işe
azmedince sadece Allah’a güvenmek gerektiğini, Allah’a güvenene Allah’ın kâfi
olduğunu, gerçek mü’minlerin sadece Rablerine güvenip dayandıklarını, büyü
yapıp yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve sadece Rablerine güvenenlerin
hesapsız, azapsız cennete gireceklerini, Rasûlullah (s.a.v.)’in dualarında hep
Allah’a güvenip sığındığını, İbrahim (a.s.)’ın ateşe atıldığında Allah bana
yeter O ne güzel vekildir dediğini, cennete girecek nice insanların kuşlar gibi
tevekkül sahibi olmalarından dolayı cenneti kazandıklarını, Allah’a tevekkül
edilirse O’nun her zaman ve her yerde tevekkül edenleri koruyacağını, kuşlar
gibi tevekkül sahibi olmamız istendiğini, dualarımızda da Allah’a güvenip
dayanmamız gerektiğini, belki de rızık sebebimizin aile ve akraba içerisinden
başka kimseler olduğunu öğreneceğiz. [142]
“Mü’minler,
düşman bölüklerini gördüler mi; “İşte bu Allah ve peygamberinin bize
vâdettiğidir, Allah ve peygamberi doğru söylemiştir” dediler. Bu onların
inançlarını ve teslim oluşlarını artırmıştır.” (Ahzâb: 33/22)
“O inananlar ki, başka insanlar tarafından “Bakın size
karşı bir ordu toplanmış, onlardan korkun ve korunun” denince bu söz onların
imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diye cevap
verdiler.”
(Âl-i İmrân: 3/173)
“Öyleyse, hep diri olup, hiç ölmeyecek Rabbine güvenip
dayan.” (Furkân:
25/58)
“İnananlar, sadece Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (İbrahim: 14/11)
“Sonra bir hareket şekline karar verince de, Allah’a
güven.” (Âl-i
İmrân: 3/159)
“Kim Allah’a güvenip dayanırsa, Allah ona yeter.” (Talâk: 65/3)
“Gerçek mü’minler o kimselerdir ki, her ne zaman Allah’tan söz
edilse, kalpleri korkuyla titrer ve kendilerine, her ne zaman O’nun ayetleri
ulaştırılsa, imanları artar ve Rablerine daima güvenip, dayanırlar.” (Enfâl: 8/2)
75. Abdullah İbni Abbas radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm,
yanında üç–beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm, yanında bir iki
kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada
önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‘Bunlar Mûsâ’nın
ümmetidir, sen ufka bak!’ dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. ‘İşte
bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız–azabsız cennete girecek yetmiş bin
kişi vardır’ dediler.”
(İbni Abbas diyor ki) Söz buraya gelince Peygamber aleyhisselâm
kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız–azabsız cennete girecek
yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında konuşmaya başladılar: Kimileri,
“Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır” derken, kimileri, “Bunlar
İslâm geldikten sonra doğup, şirki tanımamış olanlardır” dediler. Daha başka
birçok görüş ileri sürenler oldu.
Onlar bu meseleyi tartışırken Peygamber aleyhisselâm
çıkageldi.
– “Ne hakkında konuşuyorsunuz?” diye sordu.
– Hesapsız–azabsız cennete gireceklerin kim oldukları
hakkında konuşuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan
ve Rablerine güvenenlerdir” buyurdu.
Ukkâşe İbni Mihsan yerinden fırladı ve:
– Beni de onlardan kılması için Allah’a dua et (Yâ
Resûlallah)! dedi.
Peygamber aleyhisselâm da:
– “Sen onlardansın!” buyurdu. Sonra bir başka kişi daha kalktı ve:
– Beni de onlardan kılması için dua buyur, dedi.
Peygamber aleyhisselâm bu defa:
– “Fırsatı değerlendirmekte Ukkâşe senden önce davrandı” buyurdu.[143]
* Peygamberimiz (s.a.v.)’e ilâhî
vahyin dışında da bazı şeyler bildirildiği beyan edilen bu hadiste Allah’a tam
güven tevekkülün aslı
bildirilmektedir. Bu da büyü ve sihir dediğimiz bazı tılsımlı ifade ve
şekillerle hastalık ve şerlerden korunmayı zannetmektir. Bu da Allah’a tevekkül
inancına ters düşer. Gerçekten Allah’a tam güvenen müslümanı Allah; gerçek
imana kavuşturur ve bu tip asılsız endişe ve korkuların, stres ve bunalımından
kurtarır ve böylece kişi Allah’ın kaza ve kaderinin önüne geçilebileceği
inancına saplanmaz ve bu davranışlara başvurmaz. İnsanların kuşların
hareketlerinden ve benzeri şeylerden uğursuzluk çıkarmaları gibi adetlerin hiç
birisi İslâm’da yoktur. Bu konuda söylenenlerin hepsi bâtıl ve hurâfe olup boş
şeylerdir. Müslümanın şifa ayetlerini ve Kur’ân’dan bazı bölümlerini okumak
suretiyle tedavi olması metodu meşru olup bu konu hakkında hadis kitaplarının
dua ve zikirler bölümüne bakılabilir.
Rasûlullah (s.a.v.)’in eğitim metoduna bir örnek de hadisin
sonundaki Ukkâşe senden evvel davrandı sözüdür. Çünkü Rasûlullah (s.a.v) müslümanlardan hiç
kimseyi kırmayı sevmez ve onların hoşlanmayacağı ifadeyi de kullanmazdı. [144]
76. Yine Abdullah İbni Abbas radıyalluha anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
söylemeyi itiyat edinmişti:
“Allah’ım! Sana teslim oldum, ben sana inandım, sana
dayandım. Yüzümü gönlümü sana çevirdim, senin yardımınla düşmanlara karşı
mücâdele ettim.
Allah’ım! Beni saptırmandan yine sana, senin büyüklüğüne
sığınırım, –ki senden başka ilah yoktur–. Ölmeyecek diri yalnız sensin. Cinler
ve insanlar ise, hep ölümlüdürler!”[145]
77. Yine Abdullah İbni Abbas radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” sözünü, ateşe atıldığında İbrahim aleyhisselâm
söylemiştir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bu sözü “Müşrikler
size karşı toplandılar, başınızın çaresine bakınız!” dediklerinde
söylemiştir. Nitekim bu haber müslümanların imanını arttırmıştı ve onlar hep
birlikte “Allah bize yeter, o ne güzel vekildir” demişlerdi.
v Buhârî’nin Abdullah İbni Abbas radıyallahu
anhümâ’dan naklettiği bir başka rivayette Abdullah şöyle demiştir:
“Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselâm’ın son
sözü:
“Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” demek olmuştur.[146]
* Bu hadîs-i şerîfte de İbrahim (as)
ve Muhammed (as)’ın tevekkül konusundaki örneklikleri gözler önüne serilmiştir.
Çünkü tüm peygamberler biz müslümanlar için en güzel örneklerdir. Bunun için
bkz. (Ahzâb: 33/21; Mümtahine: 60/4-6.) [147]
78. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennete girecek bir kısım insanlar vardır ki, onların
kalpleri kuş kalbi gibi (rakîk ve güven içinde)dir.”[148]
* Ölüm tehlikesinin başı
sayılabilecek açlık ve gıdasızlık meselesinde kuşlar gibi olup yanına stok
yapılmaması konusunda kuşların örnek alınması bize tavsiye ediliyor. Çünkü
herkesin rızkını veren Allah’tır. Bu konuda bkz. (Mâide: 5/114; En’âm: 6/151; Yûnus:
10/31; Hûd: 11/6; Ra’d: 13/26; Hıcr: 15/20; Nahl: 16/71; İsra: 17/31; Tâha:
20/132; Ankebût: 29/60; Sebe’: 34/24; Sad: 38/54; Zâriyât: 51/57 58.) [149]
79. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre o, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
ile birlikte Necid taraflarında bir gazvede bulunmuştu. Dönüşte Resûlullah ile
birlikteydi. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir vadiye geldiklerinde Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem orada mola vermiş, mücâhidler ağaçlar altında gölgelenmek
üzere çevreye dağılmışlardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise,
semure denilen sık yapraklı bir ağaç altında istirahate çekilmiş kılıcını da
ağaca asmıştı.
(Câbir dedi ki:) birazcık (uyku) kestirmiştik ki,
Resûlullah’ın bizi çağırdığını işittik ve hemen yanına koştuk. Bir de baktık,
Resûlullah’ın yanında (müşriklerden) bir bedevi, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Ben uyurken bu bedevi kılıcımı almış, uyandığımda kılıç
kınından sıyrılmış vaziyette bunun elindeydi. Bana:
– Seni benim elimden kim koruyup kurtaracak? dedi. Ben de
üç defa:
– “Allah” cevabını verdim.
(Câbir diyor ki) Resûlullah adamı cezalandırmamıştı,
yanında oturuyordu.[150]
v (Buhârî’deki) bir başka rivayette[151]
Câbir radıyallahu anh şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte
zâtü’r–rikâ’ denilen gazvede bulunuyorduk. Gölgeli bir ağaç bulduğumuzda onu
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bırakmayı âdet edinmiştik. (Bu
defa da öyle yaptık. ) Ancak müşriklerden bir adam gelerek Resûlullah’ın
(ağaçta asılı olan) kılıcını alıp çekmiş ve:
– Benden korkuyor musun? diye seslenmiş. Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Hayır” cevabını vermiş. Adam:
– Peki seni benim elimden kim kurtaracak? demiş. Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem de
– “Allah” buyurmuştur.
v Ebû Bekir el–İsmâîlî’nin “Sahîh”inde
yer alan bir rivâyette olayın bundan sonraki kısmı şöyle anlatılmaktadır:
Adam:
– Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah” cevabını verdi. Bunun üzerine adamın elinden kılıç düştü.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kılıcı aldı ve:
– Peki şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? buyurdu. Adam:
– İyi bir cezalandırıcı ol! dedi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan başka ilâh olmadığını ve benim Allah’ın elçisi
olduğumu kabul ve itiraf eder misin?” dedi.
Adam:
– Hayır, kabul etmem. Ancak seninle çarpışmamaya, seninle
savaşacak herhangi bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına döndü ve onlara:
– En hayırlı kişinin yanından geliyorum, dedi.
* Müslüman Allah’a dayanıp
güvenmesini bildikten ve uyguladıktan sonra onun hakkından kim gelebilir.
Gerçek güç ve kuvvet Allah’a aittir. Allah’ın herşeye gücü yeter. Burada
Rasûlullah (s.a.v.)’in bu şahsı cezalandırmaması cezalandırmasından daha fazla
etkili olmuş ve kendisini kışkırtan insanlar olan toplumunun yanına vardığında
insanların en hayırlısının yanından geliyorum demiştir. Sonra bu kimse
kabilesiyle birlikte müslüman olmuştur. Böylece Rasûlullah (s.a.v) insanların
müslüman olmaları için her olay ve şarttan yararlanmayı bilmiştir. [152]
80. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyalluha
anh’den rivayet edildiğine göre “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz, (Allah),
kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar sabahları kursakları boş
olarak çıktıkları halde akşam dolu kursaklarla dönerler.”[153]
81. Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
– “Ey falân! Yatağına yattığında şöyle dua et:
Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim.
İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızânı) isteyerek, (azâbından)
korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka
sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.
Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere ölürsün,
ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun.”[154]
v Buhârî ve Müslim’in Sahîh’lerinde
(gösterilen yerlerde) yine Berâ İbni Âzib’den rivayet edildiğine göre Berâ,
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu” demiştir:
– “Yatağına yatacağın zaman, namaz kılmak için abdest
alıyor gibi abdest al, sonra sağ tarafına yat ve –yukarıdaki duayı aynen
zikrederek– böyle dua et!” Sonra da şunu ilâve etti:
– “En son sözün bu dua olsun!”
82. Ebû Bekir es–Sıddîk, Abdullah İbni
Osman İbni Âmir İbni Ömer İbni Kâ’b İbni Sa’d İbni Teym İbni Mürre İbni Kâ’b
İbni Lüey İbni Galib el–Kureşî et–Teymî radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre –ki Allah kendilerinden razı olsun, kendisi, babası ve annesi
sahâbîdir– o şöyle demiştir:
(Hicret yolculuğunda) biz Resûlullah ile mağaradayken,
tepemizde dolaşıp duran müşriklerin ayaklarını gördüm ve:
– Ey Allah’ın elçisi! Eğer şunlardan biri eğilip aşağıya
bakacak olsa mutlaka bizi görür, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
– “Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyor (ve
haklarında neler düşünüyor)sun, Ebû Bekr?”[155]
83. Asıl adı Hind Binti Ebû Ümeyye
Huzeyfe el–Mahzûmiyye olan Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan rivayet
edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem evinden çıkacağı zaman
şöyle dua ederdi:
“Allah’ın adıyla çıkıyorum, Allah’a güveniyorum. Allah’ım
sapmaktan, saptırılmaktan, kaymaktan kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan,
haksızlığa uğramaktan, câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına
muhatap olmaktan sana sığınırım.”[156]
84. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kim, evinden çıkarken:
“Allah’ın adıyla çıkıyor, Allah’a güveniyorum. Günahlardan
korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve
yardımıyladır” derse kendisine:
“Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından
korundun, diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.”[157]
v Ebû Dâvûd’un rivayetinde şu ilâve
vardır:
Şeytan, diğer şeytana: Hidâyet edilmiş, ihtiyaçları
karşılanmış ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki? der.[158]
85. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki
kardeş vardı. Bunlardan biri (ilim öğrenmek için) Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’e gelir, diğeri de (geçimlerini temin için) çalışırdı.
(Bir gün) çalışan kardeş, ötekini Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e
şikâyet etti. Peygamber aleyhisselâm da:
– “Belki de sen, onun yüzünden iş buluyor, rızıklandırılıyorsun” buyurdu.[159]
* İlâhî yardım ve rızıklanmanın pek
çok yolları vardır. İlim öğrenmek te bu yollardan biridir. Din ve ilim yoluna
düşenlerin geçimini Allah kolaylaştırır. İlim işine yardımcı olanlar da bunun karşılığını
mutlaka görürler. Din kardeşinin yardımında olan kimseye Allah mutlaka yardım
eder. Rızık konusunda ayet-i kerîmeler çoktur. Bunlardan bir kısmı için bkz.
Bakara: 2/212; Âl i İmrân: 3/37; En’âm: 6/151; İsra: 17/31; Tâhâ: 20/132; Hacc:
22/58; Nûr: 24/38; Neml: 27/64; Ankebût: 29/60; Sebe’: 34/24; Fâtır: 35/3;
Mü’min: 40/40; Talak: 65/2-3. [160]
Buradaki üç ayet ve iki hadîs-i şerîften Allah’ın emrettiği
gibi dosdoğru olunması gerektiğini, Rabbimiz Allah’tır diyerek dosdoğru olan
Allah yolunu tutup ve o yolda yaşayanlara meleklerin cenneti müjdelediklerini,
bunlar için ne dünyada ne de ahirette korku ve endişenin olmadığını İslâm’ın
Rasûlullah (sav)’in dilinden gerçek tarifinin Allah’a inandım deyip dosdoğru
Allah’ın yolunda devam etmek olduğunu ve her türlü işlerde orta yolun tutulması
gerektiğini öğreneceğiz. [161]
“O halde sen
ve beraberinde tevbe edenler, emrolunduğunuz şekilde, doğru yolu tutun. Sizden
hiçbiriniz büyüklenip, Allah tarafından konulmuş sınırları aşmayın; çünkü
unutmayın yaptığınız her şeyi O görüyor.” (Hûd: 11/112)
“Gerçekten Rabbimiz Allah’tır dedikten sonra da, dosdoğru
hareket edenlere melekler indiririz de melekler onlara şöyle derler: “Korkmayın
ve üzülmeyin, işte alın size vaadedilmiş olan cennet müjdesini. Biz dünya
hayatında da, ahirette de sizin yakın dostlarınızız. O ahiret yurdunda
canınızın çektiği herşeye sahip olacak ve istediğiniz herşeye kavuşacaksınız.
Çok bağışlayan ve merhamet eden Allah’tan bir konukluktur bu.” (Fussılet: 41/30 32)
“Rabbimiz Allah’tır deyip, dosdoğru yol üzerinde durmaya
devam edenler için, korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar
cennetliklerdir, işlediklerinin karşılığı olarak, orada ebedi kalırlar.” (Ahkâf: 46/13-14)
86. Ebû Amr (veya Ebû Amre) Süfyân
İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öylesine tanıt ki, onu bir
daha senden başkasına sormaya ihtiyaç hissetmeyeyim, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” buyurdu.[162]
* İnanmak ve inandıktan sonra dosdoğru olmak demek; kişinin kendini yaratan
Allah’ın gönderdiği sisteme ve gönderdiği peygambere inanıp onların direktifine
göre hareket etmesi demektir. Bu da hayatın her yönünü kapsar. Yemede, içmede,
ticarette, düğünde, nikahta, ahlakta, siyasette, ekonomide, kazanmada ve
harcamada, tahsilde ve terbiyede, biriktirme ve dağıtmada, her yönde Allah’tan
gelene göre yaşayıp o yolda olma ve hareket etme demektir. Müslüman bunlara
uymak suretiyle hayatını yaşayacaktır. Başka çıkış yolu yoktur, dosdoğru
olmak bu demektir. [163]
87. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“(İşlerinizde) orta yolu tutunuz, dosdoğru olunuz. Biliniz
ki, hiç biriniz ameli sâyesinde kurtuluşa eremez.” Dediler ki:
– Sen de mi kurtulamazsın, ey Allah’ın elçisi?
– “(Evet) ben de kurtulamam. Şu kadar var ki Allah rahmet ve
keremi ile beni bağışlamış olursa, o başka!”[164]
* Yaptığımız ameller kurtuluşun
bedeli değil, bahanesidir. Çünkü; insanları yaptığı işlere muvaffak kılan da,
onları kabul edecek olan da Allah’tır. Kişi hayatı boyunca paraya, makama,
kadına, menfaata, ata ve arabaya eğilmemeli, Allah’a itaate devam etmelidir.
Çünkü Allah pek çok ayet-i kerîmesinde bana ve elçime itaat edin yani benim ve
elçimin dediğini yapın demektedir. Biz de buna uyarak hayatı devam ettireceğiz,
müslümanın hedefi olan cennete ulaşabilmenin bahanesi bunlardır. Bu iki hadîs-i
şerîfi daha iyi anlayabilmemiz için şu ayetler okunmalıdır: Fâtiha: 1/6;
Bakara: 2/142, 213; Âl-i İmrân: 3/50, 101; Mâide: 5/16; En’âm: 6/39, 87, 161;
A’raf: 7/29; Yûnus: 10/25, 105; Hûd: 11/112; Rûm: 30/30, 43; Fussılet: 41/30;
Şûrâ: 42/13, 15; Ahkâf: 46/13. [165]
“De ki: “Ben size bir tek öğüt veriyorum: Allah için teker
teker, ikişer ikişer kalkın da sonra bir düşünün ki, sizinle konuşan
peygamberde hiçbir delilik yok. O ancak, sizi şiddetli bir azabın öncesinde
korkutan bir elçidir.” (Sebe’: 34/46)
“Şüphesiz, yerlerin ve göklerin yaratılışında, gece ve
gündüzün birbirini izlemesinde, derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler
vardır. Onlar ki; ayakta, oturarak ve yanları üzerinde iken hep Allah’ı
hatırlayıp anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye
düşünürler ve şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Sen bunların hiçbirini anlamsız ve
amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın, bizi ateş azabından koru.” (Âl-i İmrân: 3/190-191)
“Peki o inkarcılar bakmazlar mı ki, yağmur yüklü bulutlara,
nasıl da yaratılmış onlar veya deveye bakmazlar mı nasıl da diğer hayvanlardan
değişik özelliklerde yaratılmış. Göğe bakmazlar mı nasıl da yükseltilmiş?
Dağlara da bakmazlarmı nasıl sağlamca dikilmiş? Yeryüzüne bakmazlarmı nasıl da
yayılıp döşenmiş. İşte böyle ey peygamber! Onlara öğüt ver, senin görevin
yalnızca öğüt vermektir.” (Ğâşiye: 88/17-21)
“Onlar hiç yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce yaşamış
olanların sonlarının ne olduğunu görmediler mi? Allah onları kökten yok etti.
Tüm Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlere de, bunlara benzer azaplar
vardır.”
(Muhammed: 47/10)[166]
Bu bölümdeki iki ayet ve sekiz hadîs-i şerîften hayır
işlerinde adeta yarışmamız gerektiğini, cenneti elde edebilmek için bu dünyada
hayırlı işlere devam etmek gerektiğini, faydalı işler yapmakta acele etmek
gerektiğini, zekat ve infak gibi şeyleri fazla bekletmeyip hemen dağıtmak
gerektiğini, cennete kısa yoldan girebilmenin yollarını aramak gerektiğini, can
boğaza gelmeden önce yapılacak hayır ve sadakaların faziletli olduğunu, zamanın
bela ve sıkıntılarına karşı sabretmek gerektiğini, her gelen günün geçmişten
daha kötü olacağını, değişik engeller gelip çatmadan hayırlı amellerde acele
etmek gerektiğini, insanlara yapılacak en büyük iyiliğin onların İslâm’la hayat
bulmalarını sağlamak olduğunu öğreneceğiz. [167]
“Her toplumun
yöneldiği bir yönü ve yöntemi vardır ki, ona doğru yönelir. Ey Muhammed ümmeti!
Siz de hayırlara yönelip bu hususta birbirinizle yarışın. Nerede olursanız
olun, Allah sizi kendi katında toplayacaktır. Çünkü Allah’ın herşeye gücü
yeter.” (Bakara:
2/148)
“Rabbinizden bir bağışlanmaya ve genişliği göklerle yer
kadar olan, yolunu Allah ve kitabıyla bulmaya çalışanlar için hazırlanmış
cennete ulaşmakta birbirinizle yarışın.” (Âl-i İmrân: 3/133)
Bu konuda benzeri ayetler için bakınız: (Ali İmran: 3/114,
Enbiya: 21/90, Mü’minun: 23/61, Hadid: 57/21, Maide: 5/48, Fatır: 35/32, Tevbe:
9/100, Vakıa: 56/10).
88. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir
gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O
zamanda insan, mü’min olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mü’min olarak
geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.”[168]
* Hayırlı işlere ve sevap kazandıracak
amelleri gecikmeksizin ağırlık verip yapmak gerekir. Çünkü gelecek günlerin ne
getireceği belli olmaz. Bu hadîs-i şerîf kalpler, kafalar, evlerimiz ve
işyerlerimizde esen küfür, şirk ve irtidad rüzgarlarını anlatıyor adeta. Bu
günün müslümanı müslümanla kavga edip birbirlerine mal ve canlarının helal
olabileceğini sanıyorlar. Zalim idarecilerin yaptıkları gayri meşru tüm işleri
helal ve doğru sayıyorlar. Hatta bazı kurum ve şahıslar bu zulmün meşru
olduğuna fetva verebiliyor. Dinimizin haram saydığı içki, kumar, zina, faiz
bilhassa teşvik edilip resmen yapılır hale geliyor. Bunların olması gerektiğini
söyleyen ağızlar namaz kılıp, oruç tutsalar da hayli çoğalıyor. İlk önce
müslüman olmak mecburiyetindeyiz. Hastalık, ölüm, ihtiyarlık ve büyük belalar
gelmezden önce hayırlı işler yapmaya acele etmeliyiz, değilse bu bela ve
afetlerden biri bizi kuşatır biz de böylelikle dinden döner, küfür şirk ve
nifak içerisinde son nefesimizi vermiş oluruz Allah Korusun! [169]
89. Ebû Sirve’a (veya Serve’a) Ukbe
İbni Hâris radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir keresinde Medine’de Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in arkasında ikindi namazı kılmıştım. Resûlullah selâm verip namazı
bitirdi ve sür’atle yerinden kalktı, safları yararak hanımlarından birinin
odasına gitti. Cemaat, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in bu
telaşından endişe ettiler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kısa
sürede döndü, kendisinin bu acele davranışından dolayı meraklanmış olduklarını
gördü ve şöyle buyurdu:
“Odamızda birazcık altın –veya gümüş– olduğunu hatırladım
da beni hayırda acele etmekten alıkoymasını istemedim ve derhal dağıtılmasını
emrettim.”[170]
v Buhârî’nin bir başka rivayetinde bu ifade
şu şekildedir:
“Odada, sadaka (olarak dağıtılacak) bir miktar altın –veya gümüş–
bırakmıştım. Onun gece evde kalmasını uygun görmedim.”[171]
90. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Uhud Savaşı’nda bir adam Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem’e:
– Eğer öldürülürsem, nerede olurum? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemde:
– “Cennet’te” cevabını verdi.
Bunun üzerine adam, (yemekte olduğu) elindeki hurmaları
fırlatıp attı; harbe daldı ve şehid düşünceye kadar savaştı.[172]
91. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam
geldi ve şöyle dedi:
– Ey Allah’ın elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle
buyurdu:
– “Güçlü–kuvvetliyken, sıhhatın yerindeyken, cimriliğin
üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin olmayı düşlerken
verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza gelip de “falana
şu kadar”, “filana bu kadar” demeye bırakma. Zaten o mal vârislerden şunun veya
bunun olmuştur.”[173]
* İnfakın ne zaman ve nasıl yapılması
gerektiği hakkında şu ayetlere bakınız: Bakara: 2/195, 254, 262; Furkân: 25/67;
Sebe’: 34/39; Fâtır: 35/29; Hadîd: 57/7; Münafıkûn: 63/10. [174]
92. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud
Savaşı’nda eline bir kılıç alıp:
– “Bunu benden kim almak ister?” diye sordu.
Mücahidlerin her biri ellerini uzatıp:
– “Ben, ben” diye cevap verdiler.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu defa:
– “Hakkını vermek şartıyla onu kim alır?” buyurdu.
Bunun üzerine hemen herkes duraladı; fakat Ebû Dücâne radıyallahu
anh:
– Hakkını vermek şartıyla ben alıyorum! dedi, aldı ve
onunla müşriklerin kellelerini ikiye ayırdı.[175]
93. Zübeyr İbni Adî şöyle dedi:
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’e gittik ve
Haccâc’ın zulmünden şikâyet ettik. Enes şöyle dedi:
– “Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün,
geçmiş günden daha kötü olacaktır. Ben bunu Peygamberimiz’den duydum.”[176]
94. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yedi (engelleyici) şey(gelme)den önce iyi işler yapmakta
acele ediniz. Yoksa gerçekten siz, unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, (her
şeyi) bozup perişan eden hastalık, saçma–sapan konuşturan ihtiyarlık, ansızın
geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl, belâsı en müthiş
ve en acı olan kıyametten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz?”[177]
95. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Hayber Savaşı’nda şöyle buyurdu:
“Bu sancağı, Allah’ı ve Resûlünü seven, Allah’ın fethi
kendisine nasip edeceği bir yiğide vereceğim.”
Ömer radıyallahu anh demiştir ki, “Emirliği o günkü kadar hiçbir
zaman arzu etmedim. Beni çağırır ümidiyle Resûlullah’a kendimi göstermeye
çalıştım durdum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ali İbni Ebû
Tâlib’i çağırdı, sancağı ona teslim etti ve şöyle buyurdu:
– “Yürü, Allah fethi müyesser kılıncaya kadar sağa–sola
bakınma!”
Ali derhal hareket etti, sonra durdu ve arkasına dönmeden
(gözlerini hedeften ayırmadan) seslendi:
– Ey Allah’ın elçisi, onlarla ne (yapmaları) için
savaşayım?
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Onlarla, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in
Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet getirmelerine kadar savaş. Bunu yaptıkları an,
–dinin yasaklarını çiğnemedikçe– kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar.
Asıl hesapları(nı görmek ise) Allah’a aittir.”[178]
* Bu hadîs-i şerîfte Allah Rasûlünden
aldığı bir emri yerine getirmek için hiç zaman kaybetmeden yoluna devam eden, hatta
soracağı sorusu bile olsa vakit geçirmeksizin geri dönmeden sorup o hayırlı işe
koşan ashabından Hz. Ali’nin durumu gözler önüne serilmektedir. Şimdi bu asırda
olduğu gibi söylenen ve yapılması gerekenleri bilmelerine rağmen insanlar önce
o işin bir başkası tarafından yapılmasını bekledikleri gibi bir tavır ve
hareket Peygamber döneminde hiç görülmemiştir. Verilen emir ve hüküm ne ise
vakit geçirmeksizin anında yapılma yoluna gidilmiştir. Hz. Ali’nin bu davranışı
ve içkinin haram kılınışıyla alakalı haberi duyan ashabın kadehlerdekini
içmeden dökmeleri ve küpleri de boşaltmaları gibi. [179]
Bu bölümdeki altı ayet ve onyedi hadîs-i şerîften Allah yolunda
gayret edenlere hayırlı yolların gösterileceğini, Allah’ın iyi davrananlarla
beraber olduğunu ve olacağını, ölüm anı gelinceye kadar ibadet ve taata devam
edilmesi gerektiğini, her an Rabbimizi anıp O’na yönelmemiz gerektiğini, zerre
kadar iyilik yapanın mutlaka karşılığını göreceğini, hayır olarak sağlığımızda
ne yaparsak ahirette hesap defterimizde daha fazlasıyla onu bulacağımızı,
yaptığımız her hayrı Allah’ın bilip durduğunu, kulun Allah’a yaklaşmasının
farzların yanısıra nafilelere de devam etmesiyle mümkün olacağını, Allah’a
kullukta bir karış ibadetin arşınla karşılık gördüğünü, yürüyerek Allah yolunda
gidene Allah’ın koşarak yardımını göndereceğini, insanların aldandıkları iki
nimetten birinin sıhhat, diğerinin boş vakit olduğunu, geçmiş ve gelecek tüm
günahları bağışlanan Peygamberimiz (s.a.v.)’in bile geceleri ibadette ayakları
şişinceye kadar kulluk yaptığını, niçin böyle yaptığı sorulunca da “Şükreden
bir kul olmayayım mı?”
buyurduğunu, Rasûlullah (s.a.v.)’in bilhassa ramazanın son on günü ibadet ve
taat için kulluğa soyunduğunu, ömür boyu hayırlı şeyleri elde etmek için
çalışmamız gerektiğini, cehennemin nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış
olduğunu, cennetin ise nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmış olduğunu,
Rasûlullah (sav)’in nafile namazları uzunca kıldığını, hatta tek bir rekatta
yüzyedi Kur’ân sahifesin yani altıyüzaltmışiki ayet okuduğunu, cenazeyi üç
şeyin takip ettiğini, mal, evlat ve amel bunlardan mal ve evladın geri
döndüğünü, amelin kişiyle kaldığını, cennet ve cehennemin kişiye ayakkabısının
bağından daha yakın olduğunu, cennete girebilmenin kolay yolunun ibadetleri
artırmaktan geçtiğini, secdeleri çok yapmakla günahların bağışlanacağını,
insanların en hayırlı olanlarının ömrü uzun ameli güzel olanlar olduğunu,
mü’minlerin ilk önce Allah’a verdikleri sözde durmaları gerektiğini, herkesin
gücünün yettiği kadar ibadet ve sadaka vermekten sorumlu olduğunu, Allah’ın
kullarına asla zulmetmediğini, bol bol verip mükafatlandırdığını, Allah’ın
hazinelerinin ne kadar büyük ve çok olduğunu ve kullarından hiç birinin ibadet
ve kulluğuna muhtaç olmadığını öğreneceğiz. [180]
“Ama
davamız uğrunda, üstün gayret
gösterenleri, bize varan yollara mutlaka yöneltiriz. Şüphesiz Allah, iyilik ve
güzelliği huy edinenlerle beraberdir.” (Ankebût: 29/69)
“Rabbine olan
kulluğunu, ölüm sana gelip erişinceye kadar devam ettir.” (Hıcr: 15/99)
“Ama hem gece hem gündüz Rabbinin adını an ve bütün
varlığınla kendini O’na ada.” (Müzzemmil: 73/8)
“Artık kim zerre kadar iyilik yapmışsa, karşılığını
görecek.” (Zilzâl:
99/7)
“Çünkü hayır olarak
kendi nefsiniz adına ne hazırlarsanız onu Allah yanında daha kıymetli ve
mükafatı daha büyük bulursunuz ve Allah’tan bağışlanmanızı dileyin. Şüphesiz ki
Allah çok bağışlayan ve çok acıyandır.” (Müzzemmil: 73/20)
“Ne iyilik yaparsanız, doğrusu Allah hepsini bilir.” (Bakara: 2/273)
96. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
“Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir dostuma düşmanlık
ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım
şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum
bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet
ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü,
tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm;
bana sığınırsa, onu korurum.”[181]
97. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Rabbinden
rivâyet ettiği bir hadîs–i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kul(um) bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın
yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana
yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım.”[182]
* Zaten Allah’ın kullarını sevmesi ve
lutfuyla muamele etmesi Rahmân yani dünyada herkese Rahîm ahirette sadece mü’minlere
şefkatli olması da bunun bir göstergesidir. Yapılan iyiliklere en az on katıyla
sevap ve mükafat vermesi, bunun yediyüz ve otuzbine varan nisbetlerle çoğalması
yine O’nun merhamet ve kullarına olan iyiliklerindendir. Bu konuda bkz. Bakara:
2/261; Nisâ: 4/40; En’âm: 6/160; Furkân: 25/70; Neml: 27/89, Kadir: 97/3. [183]
98. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri
kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.”[184]
99. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, gece ayakları
şişinceye kadar namazı kılardı. Âişe diyor ki, kendisine:
– Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate
katlanıyorsun) ey Allah’ın Resûlü? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek
hatalarını bağışlamıştır, dedim.
– “Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu.[185]
* Yani müslüman hangi konumda (hacı,
hoca, sakallı, falan veya filan) olursa olsun Allah’ın emrettiği şeyleri
yapmak, yasaklarından kaçınmak zorundadır. Bunun en güzel örneği bu hadiste
bize verilmiştir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı zındık ve sapıkların
bir kısım ibadetleri yapmadıkları ve Allah bizden onları kaldırdı demelerine
inanmamalı, onların sapık olduğunu bilmelidir.
[186]
100. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
“Ramazan ayının son on günü gelince, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem geceleri ibadetle ihyâ eder, ailesini uyandırır, kulluğa
soyunup paçaları sıvardı.”[187]
101. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha
hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır.
Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla
acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye
hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer
şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.”[188]
* Bu hadîs-i şerîf kişinin önce sağlam
bir müslüman, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması
gerekliliğini vurgular. Çünkü bedenî yönde güçlü olan müslüman oruç, hac, cihad
gibi ibadetlere güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki
daha hayırlıdır.
Müslüman başına gelen hadiselerde kendisini ihtimallere
kaptırıp Allah’ın kazasına razı olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı
inkar etmek gibi kötü bir hale düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra
başa gelen işlerde şöyle olsaydı böyle olurdu gibi sözlere hiç gerek yoktur.
Müslüman bu durumda da bu iş Allah’ın takdiridir diyerek güçlü iradesini
kullanır ve böylece güçsüz, iradesi zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve
sevimli olmuş olur ve mü’min her hadise karşısında Bakara: 2/156 da belirtildiği
gibi “Biz Allah için varız yani varlığımız Allah içindir
sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın
herşeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. [189]
102. Ebû Hureyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise,
nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.”[190]
* Bu hadis de ne kadar düşündürücü ve
özlü bir hadis. “Zehir teneke kapla sunulmaz” atasözüyle ne kadar da uyum
sağlıyor. [191]
103. Ebû Abdullah Huzeyfe İbnü’l–Yemân radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
“Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında
namaz kıldım. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden herhalde yüz âyet
okuyunca rükû eder, dedim. O yüz âyetten sonra da okumaya devam etti. Ben yine
içimden bu sûre ile namazı bitirecek, dedim. O yine devam etti. Bu sûreyi
bitirip rükû eder dedim, etmedi. Nisâ sûresi’ne başladı; onu da okudu. Sonra
Âl–i İmrân sûresi’ne başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, tesbih âyetleri
gelince tesbih ediyor, dilek âyeti gelince dilekte bulunuyor, istiâze âyeti
geçince Allah’a sığınıyordu. Sonra rükûa gitti. “Sübhâne rabbiye’l–azîm (büyük
rabbimi tenzîh ederim)” demeye başladı. Rükûu da aşağı–yukarı ayakta durduğu
kadar uzun oldu. Sonra “semiallâhu limen hamideh, rabbenâ leke’l–hamd (Allah,
kendisine hamd edeni duyar, hamd yalnız sanadır ey rabbimiz)” dedi ve kalktı.
Hemen hemen rükûna yakın uzunca bir süre ayakta durdu. Sonra secdeye vardı ve
“sübhâne rabbiye’l–a’lâ (yüce rabbimi tenzih ederim)” dedi. Secdesini de
aşağı–yukarı kıyâmı kadar uzattı.”[192]
104. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle
dedi:
Bir gece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
arkasında namaz kıldım. Ayakta o kadar uzun durdu ki, en sonunda, içimden hoş
olmayan bir şey yapmayı bile geçirdim.
– Ne yapmayı düşündün? dediler.
– Peygamber’i ayakta bırakıp oturmayı düşündüm, dedi.[193]
105. Enes radıyallahu anh’den,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
“Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk–çocuğu, malı
ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk–çocuğu ve malı döner, ameli
(kendisiyle) kalır.”[194]
* Mezar amellerimizin bir sandığıdır
adeta... Çünkü orada ne mal, ne mülk, ne de sevdiğimiz kişilerle beraber
olamayacak amelimizle başbaşa kalacağız ve böylece mezarımız bize ya cennet bahçelerinden
bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. Öyleyse bizi mezarda
yalnız bırakacak şeylerle ve kimselerle uğraşmak yerine orada bize hayırlı
arkadaş olacak ve bizim cennetteki yerimizi ayarlayacak hayırlı işlere ağırlık
vermemiz gerekmektedir. Dünya ahiretin tarlasıdır, mezar ise bu hasılatın
konduğu sandıktır. (Müslim Zühd 4) de bildirilen bir hadise göre “Kişinin
esas malı yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve ahireti için yapıp ettiği
sevaplardır. Bunun dışındaki tüm mallar dünyada kalacak ve varislerin olacaktır
ve kişiyle beraber götürülemeyecektir.” Buyurulmaktadır. Öyleyse müslüman aklını kullanıp,
ahiretteki cenneti elde edecek amellere ağırlık vermeli, boş şeylerle
uğraşmaktan vazgeçmelidir. [195]
106. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cennet size, ayakkabınızın bağından daha yakındır.
Cehennem de öyledir.”[196]
107. Resûlullah’ın hizmetkârı ve Ehl–i
suffe’den olan Ebû Firâs Rebîa İbni Ka’b el–Eslemî radıyallahu anh şöyle
dedi:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte
gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarını ona getirirdim. Buna karşılık
bir keresinde bana:
– “Dile (benden ne dilersen)” buyurdu. Ben:
– Cennette seninle beraber olmayı isterim, dedim. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Başka bir şey istemez misin?” buyurdu. Ben:
– Benim dileğim bundan ibarettir, dedim. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana
yardımcı ol!” buyurdu.[197]
* Bu hadis sadece dua ile cennete
girilemeyeceğini, ibadet ve Allah’a itaatın yanısıra duanın da geçerli
olabileceğini bize anlatıyor. Mü’min: 40/60 da belirtildiğine göre kulluk ve
ibadetten yüz çevirmek ve sadece dua ile yetinmek doğru değildir. Önce Allah’a
kul olup O’na yönelip hayatımızı O’nun gönderdiklerine göre ayarlayacak, sonra
da dua ile Allah’tan her türlü yardımı bekleyeceğiz. Değilse Ra’d: 13/18 de
belirtilen akıbet bizi de bulabilir. [198]
108. Ebû Abdullah (veya Ebû
Abdurrahman) Sevbân radıyallahu anh’den –ki kendisi Resûlullah’ın azadlı
kölesidir– rivayet edildiğine göre o “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle buyururken işittim” demiştir:
“Çok secde etmeye bak! Zira senin Allah için yaptığın her
secde karşılığında Allah seni bir derece yükseltir ve bir hatânı siler.”[199]
* Yapılan her bir işin hiç bir
şekilde boşa gitmeyeceği (Zilzâl: 99/7) de beyan edilmiştir. Bunun için en
küçük bir ibadeti ve sevap kazandıran ameli küçük görmemek ve terketmemek gerekir.
Çünkü müslümanın yapacağı her bir hayırlı işten dolayı kendisine mutlaka sevap
yazılır ve derecesi de yükseltilir. [200]
109. Ebû Safvân Abdullah İbni Büsr
el–Eslemî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanların en kârlısı, ömrü uzun, ameli güzel olandır.”[201]
* Güzel işler yaparak dünyada uzun
ömür süren kişiler yaptıkları iyiliklerle hem kendi sevap ve derecelerini
artırırlar, hem de insanlara faydalı olmuş olurlar. Allah ve Rasûlü’nün güzel
dediği ve ma’rûf adı
verilen iyilikleri yapan mü’min yapmayandan tabii ki daha hayırlı olacaktır.
Uzun ömürlü olmak fazilet değildir. Güzel amel ve yaşantı eklenen uzun ömür
kıymet ifade eder. Bunun için hayırlı işler yaparak Allah’tan uzun ömürler isteyelim,
iyilik ve güzel yaşantılar ortaya koymak için büyük bir gayretin içine girelim. [202]
110. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Amcam Enes İbni Nadr radıyallahu anh Bedir Savaşı’na
katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:
– “Ey Allah’ın Resûlü! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta
bulunamadım. Eğer Allah Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni
bulundurursa, neler yapacağımı elbette Allah Teâlâ görecektir” dedi.
Sonra Uhud Savaşı’nda müslüman safları dağılınca,
–arkadaşlarını kastederek– “Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan
ederim” dedi. Müşrikleri kastederek de “Bunların yaptıklarından da uzak
olduğumu sana arzederim” deyip ilerledi. Sa’d İbni Muâz ile karşılaştı ve:
– Ey Sa’d! istediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbine yemin
ederim ki, Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum, dedi.
Sa’d (olayı anlatırken) “Ben onun yaptığını yapamadım, ya Resûlallah” dedi.
Enes radıyallahu anh devamla şöyle dedi:
Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden
fazla kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını
kesmişlerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sadece kızkardeşi parmak
uçlarından tanıdı.
Enes dedi ki, biz şu âyetin amcam ve amcam gibiler hakkında
inmiş olduğunu düşünmekteyiz:
“Mü’minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah’a
verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı,
şehid düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar aslâ sözlerini
değiştirmemişlerdir” (Ahzâb:
33/23).[203]
111. Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el–Ensârî
el–Bedrî radıyallahu anh şöyle dedi:
Sadaka âyeti “Bunun içindir ki, ey Peygamber! Bundan
sonra artık onların mallarından zekat al ki; bununla onları günahlarından
temizleyesin, onların sevaplarını artırıp, yüceltesin ve onlar için dua et;
çünkü senin duan onlar için bir huzur vesilesi olacaktır; ve bütün bunların da
üstünde bil ki; Allah her şeyin ve herkesin özünü bilen, mutlak bilgi sahibi
olarak olup biten herşeyi işitmektedir.” (Tevbe: 9/103) inince, biz sırtımızla yük taşıyarak,
(hammallık yaparak) sadaka vermeye başladık. Derken bir adam geldi çokca sadaka
verdi. Münâfıklar, “Gösteriş yapıyor” dediler. Bir başkası geldi, bir ölçek
hurma getirdi. Yine münâfıklar, “Allah’ın, bunun bir ölçek hurmasına ihtiyacı
yoktur” dediler. Bunun üzerine, “Sadakalar hususunda gönülden veren
mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlarla alay
edenler yok mu, Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı bir azab
vardır” (Tevbe: 9/79) âyeti indi.[204]
* Allah rızası için müslümanlar güçleri
nisbetinde fedakarlıkta bulunmalıdır. Yani kalfa, çırak, öğrenci, öğretmen,
işci, patron, memur, amir, zengin, fakir herkes durumuna göre mutlaka infak
etmek için çaba harcamalıdır. [205]
112. Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni
Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el–Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu
anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da
Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle
buyurdu:
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin
aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz
sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız.
Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız.
Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece–gündüz günah işlemektesiniz, bütün
günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar
verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki
bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir
şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en
günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en
küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir
yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini
versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında
denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey
eksiltmez. )
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar,
sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin.
Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el–Havlânî bu hadisi
rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi.[206]
Bu bölümdeki bir ayet ve beş hadîs-i şerîften bizlere:
Düşünecek olan kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür verildiğini, altmış sene
ömür verilen bir kimsenin mazeretine imkan bırakılmadığını, Nasr sûresinden ne
anlaşılması gerektiğini, Rasûlullah (s.a.v.)’e son zamanlarında vahyin daha
sıkça geldiğini ve her kulun öldüğü hal üzere diriltiliceğini öğreneceğiz. [207]
Onlar cehennemde: “Rabbimiz, bizi buradan çıkar, önce
yaptığımızdan başkasını yapalım” diye feryat ederler. O zaman onlara şöyle
cevap verilir: “Size düşünmek isteyen herkesin düşünebileceği kadar uzun bir
ömür vermedik mi? Ve üstelik size uyarıcı da gelmişti, öyleyse yaptığınız
kötülüklerin meyvelerini şimdi tadın bakalım. Yaratılış gayesi dışında
yaşayanlar, hiçbir yardımcı bulamayacakladır.” (Fâtır: 35/37)
Kitabımızın müellifi Nevevî bu
ayet-i kerîmeye şu açıklamayı getirmektedir:
Abdullah ibn Abbâs ve meseleyi
iyi tetkik eden alimlere göre bu ayetin anlamı: Biz sizi altmış sene yaşatmadık
mı? demektir. Nitekim biraz sonra gelecek hadîs-i şerîf de bu manayı
pekiştirmektedir.
Bazılarına göre bunun manası:
Onsekiz sene, bazılarına göre kırk sene yaşatmadık mı? demektir. Bu son yorum
İbn Abbâs, Hasan el Basrî, el Kelbî ve Mesruk’a aittir.
Medineli’lerin kırk yaşına
gelince ibadet ve taata ağırlık verdikleri rivayet edilmiştir. Bazıları ayette
beyan edilen sürenin büluğ yaşı olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbâs ve alimlerin
büyük çoğunluğu ayetteki “Size uyarıcı da geldi” ifadesindeki uyarıcıdan
maksadın Hz. Peygamber (s.a.v) olduğunu da söylemişlerdir.
Her kişiye takdir edilen ömür
eğer değerlendirilebilirse, pişmanlığa düşmeyecek kadar uzun ve yeterlidir. [208]
113. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme
imkânını ortadan kaldırmıştır.”
[209]
* Tirmîzî, Deavât 101 de geçen “Ümmetimin
ömrü altmış, yetmiş yıl arasındadır.” Hadisine göre ömür sınırının alt çizgisi olan altmış yaşa
varmasına rağmen hala Allah ve Peygambere dönmemiş kişilere fırsat verseydin,
zaman tanısaydın iyi bir müslüman olabilirdim deme fırsatı yoktur. Çünkü bu
kadar yıl müslüman olmaya ve müslümanca hareketler yapmaya yetecek en uzun
zamandır. [210]
114. İbni Abbas radıyallahu anhümâ
şöyle dedi:
Ömer radıyallahu anh Bedir Harbine iştirak etmiş
yaşlı sahâbîlerle beraber beni de istişâre meclisine dahil etti. Sahâbîlerden
biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e:
– Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı
çocuklarımız var, dedi. Hz. Ömer:
– Bildiğiniz bir sebepten dolayı, diye cevap verdi. Derken
birgün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki,
o gün beni onlara isbat etmek istiyordu. Sahâbîlere:
– “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde…” diye
başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:
– Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar
etmekle emrolunmaktayız, dedi. Kimi de hiç bir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa
bana hitaben:
– Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun? dedi. Ben:
– Hayır, dedim.
– Peki, ne diyorsun? diye sordu. Ben de:
– Bu sûre, Hz. Peygamber’in ecelinin kendisine bildirildiğini
ifade etmektedir. “Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince – ki, bu senin
ecelinin geldiğinin alâmetidir–, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile.
Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
– Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum,
dedi.[211]
* Sahabenin en
anlayışlılarından ve dini en iyi bilenlerinden ve dört Abdullah’tan biri
sayılan ibn Abbâs’ın zeka, kabiliyet ve anlayış farklılığının diğer sahabiler
arasında en güzel şekilde bu hadiste ortaya konduğunu görüyoruz.[212]
115. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
“Allah’ın yardımı erişip fetih gerçekleşince…” âyeti indikten sonra Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem kıldığı her namazda mutlaka “Rabbimiz, seni tenzih ederim,
seni hamd ile anarım. Allahım! Beni bağışla…” derdi.[213]
Buhârî’nin Sahîh’i[214] ile
Müslim’in Sahîh’inde[215] Âişe radıyallahu
anhâ’dan rivayet edilen bir başka hadis de şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem rükû ve
secdelerinde:
“Allahım! Seni tenzîh ederim. Rabbimiz! Sana hamdederim.
Allahım! Beni bağışla!” duasını pek sık tekrarlardı. Bu sözüyle o, Kur’an’a imtisal (ve âyeti
fiilen tefsir) ederdi.
Müslim’in rivayetinde de[216]
şöyle denilmektedir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefatından
önce, “Seni hamdinle tesbih ve tenzih eder, bağışını diler, tövbe ederim”
duasını sık sık tekrar ederdi.
Hz. Âişe diyor ki:
– Ey Allah’ın Resûlü! Yeni yeni söylediğinizi duyduğum bu
cümleler nedir? diye sordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ümmetimle ilgili olarak benim için bir işaret tayin
edilmiştir. Onu gördüğüm zaman bu kelimeleri söylerim. Bu işaret, Nasr
sûresi’dir”
buyurdu.
Yine Müslim’in bir başka rivayetinde[217], bu
husus şöyle yer almaktadır:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ben
Allah’ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na
hamdederim” sözlerini sık sık söyler olmuştu. ” Hz. Âişe diyor ki:
– “Sübhânallah ve bi hamdihî, estağfirullah ve etûbü ileyh”
sözlerini görüyorum ki, pek sık söylüyorsun?” dedim.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Rabbim bana ümmetim içinde bir alâmet göreceğimi
bildirdi. Onu gördüğümden bu yana “sübhânellah ve bi hamdihî estağfirullah ve
etûbu ileyh” sözünü çok söylerim. Ben o alâmeti, Mekke’nin fethine işaret eden
“Allah’ın yardımı ulaşıp Fetih gerçekleşince ve insanların grup grup Allah’ın
dinine girdiklerini gördüğünde Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret
dile. Çünkü Allah tövbeleri çok çok kabul edendir” (meâlindeki Nasr) sûresi’nde
gördüm, ” buyurdu.
116. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
“Allah Teâlâ, Peygamber’in vefatından önce vahyi
sıklaştırdı. Öyle ki Peygamber aleyhisselâm vahyin en sık geldiği bir
sırada vefat etti.”[218]
* İnsanların gurup gurup
İslâm’a girmeleri değişik sorun ve problemleri olması dolayısıyle son dönemde
bu ihtiyaçları karşılamak için vahiy sık ve çokca gelmiştir. Çünkü İslâm sistem
olarak tamamlanmaktadır. Mâide: 5/3 de belirtildiği gibi. [219]
117. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir.”[220]
* Kişi nasıl yaşarsa öyle
ölür, nasıl ölürse öyle diriltilir. Bunun açık bir misali kişi gün boyu ne ile
meşgul olursa gece rüyasında da aynı şeylerle meşgul olur. Gündüz neyi sayar,
neyi hesab eder, ne ile vaktini doldurursa da uykusunda da sayıklaması o iş
üzere olur.
Bu sebeble kişinin ölümü de
yaşadığı hayat tarzına göre olur. Yani hangi din ve hayat tarzı üzere yaşayarak
hayatını bitirmişse o din üzere mahşerde diriltilir ve hesabı ona göre verilir.
Öyleyse müslümanca yaşamaya ve müslüman olarak ölmeye gayret etmeliyiz, ölüm
geldiğinde bizi müslüman olarak yakalamış olsun. Bu konuda şu duaya devam
etmeliyiz:
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten
sonra kalplerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver,
şüphesiz bağışı ençok olan sensin. Ey Rabbimiz! Geleceğinde hiç şüphe olmayan
bir gün için, mutlaka insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünü yerine
getirmekten asla kaçınmaz” (Âl-i
İmrân: 3/8-9)[221]
Bu bölümdeki dört ayet ve yirmibeş hadîs-i şerîften her
işlenen hayrın Allah tarafından bilindiğini, zerre kadar bile olsa işlenen
hayır ve iyiliklerin mutlaka karşılığının verileceğini, iyilik işleyenin
faydasının kendisine olacağını, amellerin en üstününün cihad olduğunu, sahibi
yanında en kaliteli köleyi hürriyetine kavuşturmanın en faziletli amel
olduğunu, işini beceremeyen kimseye yardımcı olmanın hayır olduğunu, hiç birşey
yapamayan kimsenin ise hiç bir kimseye zarar vermemesinin uygun olduğunu,
kişinin her bir eklemi için her gün bir sadaka vermesi gerektiğini,
hamdetmenin, tekbir getirmenin ve kelime-i tevhîdi söylemenin de kişiye bir
sadaka sevabı kazandırdığını, kuşluk vakti kılınacak kuşluk namazının sevap
kazandırıcı amellerden olduğunu, yoldaki yolculara ve vasıtalara rahatsızlık
veren malzemeyi kaldırmanın iyi amel olduğunu, mescitteki pislik ve balgamı
temizlemeden bırakmanın kötü amellerden olduğunu, iyiliği emredip kötülükten
sakındırmanın ve kişinin hanımıyla birlikte olmasının bile kişiye sevap
kazandıracağını, din kardeşini güler yüzle karşılamanın bile iyilik olduğunu,
güzel söz söylemenin sadaka sevabı kazandırdığını, bineğine binmek isteyene
yardımcı olmanın, güzel söz söylemenin, mescide giderken atılacak her adımın da
kişiye sevap kazandırdığını, komşunun hediye olarak vereceği bir paça yemeğinin
bile küçük görülmemesi gerektiğini, imanın altmış küsur şube olduğunu,
utanmanın da imanın bir parçası olduğunu, çok susamış bir köpeği sulamak
suretiyle bile Allah’ın rızasının kazanılabileceğini, yoldaki rahatsızlık veren
şeylerin kaldırılmasının kişiye sevap kazandıracağını, güzelce abdest alıp
cumaya gidip hutbeyi güzelce dinleyenin haftalık günahlarının bağışlanacağını,
abdest alırken her uzuvdan abdest suları akıp dökülürken günahların da
döküleceğini, büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde beş vakit namazın
arasındaki işlenecek küçük günahlara keffaret olacağını, bir namazı kılıp
diğerini beklemenin hayır ve sevap kazandıran amellerden olduğunu,
hastalığından ve cihadda olması dolayısıyla kişiye yapamadığı nafile
ibadetlerin sevabının aynen verileceğini, Allah’ın emrettiği her işi yapmanın
sevap kazandırdığını, ağaçlardan yenen, çalınan, eksiltilen şeylerin ağaç
sahibi için sadaka sevabı kazandırdığını, mescide giderken atılacak adımların
çokluğunun sevabı artıracağını, sevabını umarak işlenen hayırların kişiyi
cennete sokacağını, yemek yiyip içtikten sonra elhamdülillah demenin Allah’ı
razı edeceğini, iyilik yapmayı tavsiye etmenin de hayır yollarından olduğunu öğreneceğiz.
[222]
“Siz her ne iyilik yaparsanız, mutlaka
Allah onu çok iyi bilir.” (Bakara: 2/215)
“Her ne
iyilik yaparsanız, Allah onun farkındadır.” (Bakara: 2/197)
“Artık
kim zerre kadar iyilik yapmışsa, karşılığını görecek.” (Zilzâl: 99/7)
“Her kim
doğru dürüst işler işlerse, kendi faydasınadır.” (Câsiye: 45/15)
118. Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hangi amel daha üstündür? dedim.
– “Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdu. Ben:
– Hangi (esir veya) köle (yi âzat etmek) daha faziletlidir?
dedim.
– “Sahiplerine göre en kıymetli ve bedeli en yüksek olanı” buyurdu.
– (Cihad ve köle âzâdını) yapamazsam? dedim.
– “(Bir) iş yapana yardım edersin veya işini beceremeyenin
işini görürsün” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü! Bunlardan hiçbirini yapamazsam?
dedim.
– “İnsanlara zarar vermezsin. Zira bu da kendi kendine
iyilik etmen demektir” buyurdu.[223]
* Müslüman
içinde bulunduğu duruma göre gücü nisbetinde yaptığı iyiliklerle cennetteki
yerini hazırlar, çünkü hayır yolları çoktur. Bu yollardan birine ve birkaçına
sarıldık mı bizi mutlaka cennete götürür (Ankebût: 29/69) da belirtildiği gibi. [224]
119. Yine Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Her birinizin her bir eklemi (ve kemiği) için bir sadaka
gerekir. Binaenaleyh her tesbih sadakadır, her hamd sadakadır, her tehlil
sadakadır, her tekbir sadakadır. İyiliği tavsiye etmek sadakadır, kötülükten
sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rek’at namaz bütün
bunları karşılar.”[225]
120. Yine Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ümmetimin iyi–kötü bütün amelleri bana gösterildi. İyi işlerinin
içinde, gelip geçenlere eziyet veren şeylerin yollardan kaldırılmasını da
buldum. Kötü amelleri arasında da mescidde temizlenmeden bırakılmış balgamı
gördüm.”[226]
* Yolcuya ve vasıtalara
eziyet verecek trafiği engelleyecek her türlü eşya, malzeme, araç ve gerecin
yollardan kaldırılması ve uzaklaştırılması müslümana hayır ve sevap olarak
gösteriliyor. Yani İslâm’da kimsenin kimseye zarar verme hakkı yoktur, bu tür
davranışlar müslümanı günaha sokar.
İbadethanelerin
kirletilmesi en küçük çer çöp kalıntısı bile olsa kötü amellerden sayılmış ve
kişiye günah kazandıracağı bildirilmiştir. Caddeler ve mescitler müslümanlar
tarafından temiz tutulmalı ve bu temizleyicilere yardım edilmelidir. İş
elbisesi, kirli çorap ve değişik kirli vaziyetlerde camilere girmemek ve
gördüğümüz çer çöp vb. şeyleri dışarıya atmak müslümanın vazifelerindendir.
Çünkü bunları yapan her kişiye sevap yazılır, kirletene günah yazıldığı gibi. [227]
121. Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre bazı insanlar:
– Ey Allah’ın Resûlü! Zenginler bütün sevapları alıp
götürüyorlar. Zira bizler gibi namaz kılıyor, bizler gibi oruç tutuyor ve
ayrıca mallarının fazlasından da sadaka veriyorlar, dediler. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Allah size sadaka verme imkânı bahşetmedi mi
(sanıyorsunuz)? Her tesbih sadaka, her tekbir sadaka, her tahmid sadaka, her
tehlil sadakadır. İyiliği emretmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır.
Hatta (her) birinizin eşiyle yatması bile sadakadır” buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü, cinsel arzusunu tatmin eden birine
bundan da mı sevap var? dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bu istek ve ihtiyacını haram yoldan giderseydi, günah
olmayacak mıydı? Helâl ve meşrû yoldan gidermesinde de elbette sevap vardır” buyurdu.[228]
122. Ebû Zer radıyallahu anh
şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bana (hitaben)
buyurdu ki:
“Din kardeşini güler yüzle karşılamak gibi (tabiî) bir
iyiliği bile sakın küçük görme!”[229]
123. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İnsanların her bir eklemi için her gün bir sadaka gerekir.
İki kişi arasında adâletle hükmetmen sadakadır. Bineğine binmek isteyene yardım
ederek bindirmen yahut yükünü bineğine yüklemen sadakadır. Güzel söz sadakadır.
Namaz için mescide giderken attığın her adım bir sadakadır. Gelip geçenlere
eziyet veren şeyleri yoldan gidermen de sadakadır.”[230]
124. Aynı hadisi Müslim’in Hz. Âişe’den
rivayetine göre Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Gerçek şu ki, her insanın vücudunda 360 eklem (ve kemik)
bulunmaktadır. Kim bu eklem sayısı kadar Allahü ekber, elhamdülillah, lâ ilâhe
illallah der, Allah’dan bağışlanma diler, insanların yolu üzerinden taş, diken
veya kemik gibi şeyleri kaldırır, iyiliği emreder veya kötülükten nehyeder ise,
o günü kendisini cehennemden uzaklaştırmış olarak geçirir.”[231]
* Müslüman
tüm hareket ve davranışlarında sevap kazanmayı ve insanlara zarar vermemeyi
hedeflerse tüm eklemleri adına sadakasını ödemiş ve sevap kazanmış olur.
Müslümanın yapabileceği her işin sonunda mutlaka Elhamdülillah denilebilmeli ki
hayat müslümanca olmuş olsun ve sonucunda da cennet kazanılmış olsun.
Müslümanın hayatındaki tüm işler bismillahirrahmanirrahim ile başlayıp,
elhamdülillah ile biter, müslümanın hayatı ancak bu iki kelime arasındadır.
İçki içmedim, namaz kıldım, gıybet etmedim, insanlara yardımcı
oldum elhamdülillah ve her işime
de bismilllahirrahmanirrahim
diyerek başladım. Elhamdülillah diyerek bitirdim diyebilmelidir. Çünkü müslümanca
yaşamanın başı “Besmeleyle” başlar “Elhamdülillah” ile biter. Hayatımızda
Besmeleyle başlanmayacak ve sonunda Elhamdülillah denmeyecek hiç bir
hareketimiz olmamalıdır. [232]
125. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sabah veya akşam camiye giden kimseye, her gidişi için
Allah cennette bir ikram hazırla(tı)r.”[233]
126. Yine Ebû Hüreyre radıyallanu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Ey müslüman hanımlar! Hiç bir komşu hanım, bir koyun
paçası bile olsa, komşusuna vereceğini küçük gör(üp vermemezlik et)mesin.”[234]
127. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İman yetmiş (veya altmış) küsur özelliktir (şu’bedir). En
yükseği, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur’ demek; en aşağısı ise, eziyet veren
şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.”[235]
128. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu
buldu ve içine indi; su alıp dışarı çıktı. Bir de ne görsün, bir köpek, dili
bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam
kendi kendine “bu köpek de tıpkı benim gibi pek susamış” deyip hemen kuyuya
indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği
suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ hoşnut oldu ve adamı bağışladı.”
Sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bizim için hayvanlardan dolayı da
sevap var mı? dediler. Resûl–i Ekrem:
– “Her canlı sebebiyle sevap vardır” buyurdu.[236]
Buhârî’nin bir başka rivayetinde “Allah ondan memnun
oldu ve onu bağışlayıp cennetine koydu” beyânı yer almaktadır.
Buhârî ve Müslim’in diğer bir rivâyetlerinde de şöyle
denilmektedir:
“Susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek bir kuyunun
etrafında dolaşıp duruyordu. İsrailoğullarından fâhişe bir kadın onu gördü;
hemen çizmesini çıkardı ve onunla köpek için kuyudan su çekerek onu suladı. Bu
yüzden o kadın bağışlandı.”[237]
* Yine bir kadının bir kediyi hapsedip aç bırakarak ölümüne
sebep olduğu da başka bir hadiste belirtilir. Bu iki hadîsi birlikte
inceleyecek olursak her canlıya yaptığımız iyilikten dolayı sevap
kazanacağımızı, zarar verdiğimizde de cezalandırılacağımızı bileceğiz. “Zararlı
olan hayvanları öldürün” hadîsi ile de istisnaî durumlar açığa kavuşturulmuş oluyor. Hayır
yolları pek çoktur, ciğer sahibi canlılara yardım da sevaba vesiledir. Müslüman
kişi canlılara ilk yardım olarak hidayet ve doğru yolu gösterme yanısıra diğer
gereken yardımları da mutlaka yapacaktır, çünkü tüm bu yardımlar onun için
müslümanlık borcudur.
[238]
129. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Müslümanları rahatsız eden yol üstündeki bir ağacı kesen
bir kişiyi cennet nimetleri içinde yüzer gördüm.”[239]
Bir başka rivayette[240]
şöyle buyurulmaktadır:
“Adamın biri, yol üzerinde bir ağaç dalı gördü ve ‘Allah’a
yemin ederim ki, bunu müslümanları rahatsız etmemesi için buradan kaldıracağım’
dedi (kaldırdı ve) bu yüzden cennete konuldu. ”
Buhârî[241] ve
Müslim’in[242] müşterek bir
rivayetlerinde de şöyle buyurulmaktadır:
“Bir adam yolda yürürken yol üzerinde bir diken dalı buldu
ve onu yoldan uzaklaştırdı. Bu sebeple Allah ondan hoşnut oldu ve onu
bağışladı.”
130. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir kişi güzelce abdest alır, cuma namazına gider, hutbeyi
ses çıkarmadan dinlerse, iki cuma arasındaki ve fazla olarak üç günlük daha
günahları bağışlanır. Kim hutbe okunurken çakıl taşlarıyla oynarsa, abesle
iştiğal etmiş olur.”[243]
* İbadetlere hazırlıklar da
kişiye sevap kazandıran hayır yollarındandır. Zemini kumla örtülü Rasûlüllah
(s.a.v) dönemi mescitlerinde çakıl taşlarıyla oynama diğer cemaatin de
dikkatini dağıtacağından ve hutbeyi rahat dinlemelerine engel olacağından
cum’anın sevabından mahrum edecek bir meşguliyet olarak hatırlatılmıştır. Şimdi
tesbih, anahtarlık, çağrı cihazı, cep telefonu vb. Malzemelerle bu meşguliyet
yapılmakta olup hükmü aynıdır. Hutbe okunurken yapılacak iş; susup hiç birşeyle
meşgul olmaksızın hatîbi dinlemektir. Bu tip hareketler sanki hutbe okuyanı ve
okunan şeyi protesto etmek gibidir, (Fussılet: 41/26) da olduğu gibi. [244]
131. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir müslüman (veya mü’min) abdest aldığı zaman, yüzünü
yıkarken gözleriyle işlediği günahlar abdest suyu (veya suyun son damlası) ile
dökülür gider. Ellerini yıkadığında elleri ile işlediği günahlar abdest suyu
(veya suyun son damlası) ile dökülür (öyle ki kişi bütün günahlardan arınır ve
tertemiz olur). Ayaklarını yıkadığında da, ayaklarıyla işlediği günahları
abdest suyu (veya suyun son damlaları) ile akıp gider. Nihayet o müslüman
günahlarından tamamıyla arınmış olur.”[245]
* Allah her zaman ve zeminde
kullarına lütfuyla muamele ederek onların günahlardan arınmaları için vesileler
ortaya koymakta affetmek için fırsatlar kollamaktadır. Yapılan her iyiliğe on
katı sevap vermesi cum’anın icabet saati, kadir gecesinin bin aydan hayırlı
oluşu bunların örnekleridir. İşte bir namaz ibadeti öncesi yapılan abdest alma
işi de günahların temizlenmesindeki Allah’ın lütuflarından biridir. [246]
132. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Büyük günahlardan kaçınılması halinde, beş vakit namaz,
iki cuma ve iki ramazan, aralarında (işlenecek küçük) günahlara kefârettir.”[247]
* (Nisâ: 4/31) ayetinin
tefsîri durumunda olan bu hadîs i şerîf büyük günahlardan sakınmak şartıyla
küçüklerin affedileceğini beyan ediyor. Bu ayet ve hadîs-i şerîf kul hakkı için
geçerli değildir. Bir kulun hakkını gasbedip ona zulmetmek, salih ameller ile
giderilemez, mutlaka o kimseyle helallaşmak lazımdır. Her günah için olduğu
gibi büyük günahlar için de daima tevbe ve istiğfara devam etmelidir. [248]
133. Ebû Hüreyre radıyallanu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah Teâlâ’nın hataları bağışlamasına ve dereceleri
yükseltmesine vesile olan iyilik ve hayırları size açıklayayım mı?” diye sordu.
Ashâb–ı kirâm:
– Evet, (açıkla) ey Allah’ın Resûlü! dediler. Hz.
Peygamber:
– “Meşakkatli de olsa abdesti tam almak, mescidlere doğru
adımları çoğaltmak, namazdan sonra gelecek namazı beklemek… İşte sizin
ribâtınız (hudut gözcülüğünüz)” buyurdu.[249]
134. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kim iki serinlik namazını kılarsa, cennete girmiş
demektir.”[250]
* Hadiste sadece bu iki vaktin zikredilmesi birisi uykunun en tatlı
olduğu zamana rastlaması diğeri de iş güç ve dünya telaşının yoğun olduğu
zamana rastlamasındandır. Ayrıca gece ve gündüz meleklerinin nöbet değişimi
esnasına rastlayan namazlardan olması dolayısıyladır. [251]
135. Yine Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Bir kimse hastalanması veya (cihad ve hayır için) yola
çıkması sebebiyle, yapageldiği nâfile ibadetlerini ifâ edemezse, ona evinde
sıhhatli iken yaptığı amellerin sevabı yazılır.”[252]
136. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Her meşrû ve güzel iş sadakadır.”[253]
137. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Herhangi bir müslümanın diktiği ağaçtan yenen şey onun
için sadakadır. Çalınan şey de sadakadır; eksiltilen de onun için sadakadır.”[254]
Müslim’in bir başka rivâyetinde[255]
şöyle buyurulur:
“Müslüman bir kişi bir ağaç diker de ondan insan, hayvan
veya kuş yerse, bu yenen şey kıyamet gününe kadar o müslüman için sadaka olur.”
Yine Müslim’in bir rivâyetinde de[256]
şöyle buyurulmaktadır:
“Bir müslüman bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir
insan veya kurt-kuş yerse, bu o müslüman için sadaka olur.”
Buhârî[257] ve
Müslim bu son hadisi Enes İbni Mâlik’ten rivâyet etmişlerdir.
* Bu hadisi okuyan İslamda sevap ve
sadaka kavramının ne kadar kapsamlı olduğunu anlayacak yeşil ve ağaç’ın
dinimizdeki yerini daha iyi takdir edecek. Bugünkü çevrecilerin kulakları
çınlasın. Bugünkü avrupalı ve hayranları çevre temizliğine daha yeni
soyunurken, asırlarca önce ağaca ve yeşile verilen önem tam gerçekliğiyle
ortadadır. Kıyamet kopuyor bile olsa elindeki fidanı dikmeyi emreden de yine
peygamberimiz (s.a.v.)’dir.
[258]
138. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh şöyle dedi:
Selime oğulları oymağı Mescid–i Nebevî’nin yakınına
taşınmak istediler. Durum, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
ulaşınca onlara:
– “Duyduğuma göre mescidin yakınına göçetmek
istiyormuşsunuz, (öyle mi?)” diye sordu. Onlar:
– Evet, ey Allah’ın Resûlü, buna gerçekten niyet ettik,
dediler.
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– Ey Selime oğulları! Yerinizde kalın ki, adımlarınız(ın
sevabı) yazılsın. Yerinizde kalın ki, adımlarınız(ın sevabı) yazılsın!” buyurdu.[259]
Bir başka rivayette[260]
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Her adım karşılığında size
bir derece vardır” buyurmuştur.
Buhârî bu hadisi Enes İbni Mâlik’ten bu mânaya gelecek
şekilde rivâyet etmiştir.[261]
* Hayırlı işler yapmak için atılan
her adım da sadakadır ve müslümanlara sevap kazandırır. Yani müslüman için her
zaman ve zemin hayır ve iyiliktir. Sevap kazanmasına vesiledir. Zorluk ve
sıkıntılar ecir ve sevabın artmasına vesiledir. Müslüman içinde bulunduğu zor
şartları sevap ve mükafat olarak değerlendirmeyi bilmelidir.[262]
139. Ebü’l–Münzir Übey İbni Kâ’b radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir adam vardı –ki ben mescide ondan daha uzak(ta oturan)
bir başkasını tanımıyorum–. Bu kişi cemaatle namazı hiç kaçırmazdı. Kendisine:
– Bir eşek alsan da hava karanlık ve sıcak olduğunda ona
binsen! dediler (veya ben dedim).
Adam şöyle cevap verdi:
– Evimin, mescidin yanıbaşında olması beni hiç de memnun
etmez. Çünkü ben mescide gidiş ve evime dönüşümün adıma (ecir olarak)
yazılmasını diliyorum.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
de ona;
– “Bunların hepsinin sevabını Allah, senin için derleyip
topladı” buyurdu.[263]
Aynı hadisin bir başka rivayetinde Hz. Peygamber:
– “Allah’tan beklediğin, sana verilmiştir” buyurdu.[264]
*
Bu hadiste de sahabenin sevap kazanmaktaki hırs ve gayretini görüyoruz. Böyle
hırslı olan seçkin insanlara da peygamberimiz (s.a.v.) mescide gidişte olduğu
gibi dönüşte de sevap yazıldığı müjdesini vermiştir. [265]
140. Ebû Muhammed Abdullah İbni Amr
İbni’l–Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kırk sevap vardır ki bunların en üstünü, birisine sağması
için ödünç olarak sütlü bir keçi vermektir. Kim, sevabını umarak ve hakkındaki
vaadlere inanarak bu kırk hayırdan birini işlerse, Allah onu, bu sebeple
cennete koyar.”[266]
* Ayet ve Hadislerle müslümana sevap kazandıracak ameller pek
çok kere sayılmıştır. Bu hadiste de imanın şubelerinde olduğu gibi hadisimiz
sevaplara sınırlama getirmiyor, çok olduğunu açıklamış oluyor. Mekke’den
Medine’ye göç eden muhacirlere Medineli ensarın yaptığı iyiliklerden bir portre
sunulmuş oluyor. Çok önceleri bizde de ev yaptıracak kimselere imece usulü bu
tür yardımlaşmaların yapıldığı bilinmektedir. [267]
141. Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken dinledim” demiştir:
“Yarım hurma ile de olsa, cehennemden korunmaya bakın!”[268]
Buhârî[269] ve
Müslim’in[270] Adî İbni Hâtim’den bir
başka rivayetlerinde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır.
Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey
göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey
göremeyecektir. Önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey
göremeyecektir. O halde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi
cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini
korusun.”
142. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ, yemek yedikten veya bir şey içtikten sonra
kendisine hamdeden kuldan hoşnut olur.”[271]
143. Ebû Mûsâ (el–Eş’arî) radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
(bir keresinde):
– “Sadaka vermek her müslümanın görevidir” buyurdu.
– Sadaka verecek bir şey bulamazsa? dediler.
– “Amelelik yapar, hem kendisine faydalı olur, hem de
tasadduk eder”
buyurdu.
– Buna gücü yetmez (veya iş bulamaz) ise? dediler.
– “Darda kalana, ihtiyaç sahibine yardım eder” buyurdu.
– Buna da gücü yetmezse? dediler.
– “İyilik yapmayı tavsiye eder” buyurdu.
– Bunu da yapamazsa? dediler.
– “Kötülük yapmaktan uzak durur. Bu da onun için sadakadır” buyurdu.[272]
Bu
bölümdeki iki ayet ve onbir hadis-i şeriften bu Kur’anın, insanlara meşakkat
vermesi için indirilmediğini, Allah’ın biz kulları için kolaylık isteyip zorluk
istemediğini, ibadetleri bıkıp usanmaksızın yapmak gerektiğini, her yönde
olduğu gibi ibadet ve taatlerde de haddi aşıp gidenlerin helak olduklarını,
dinde orta yolu tutmanın gerektiğini, ruhen ve bedenen kendisinde canlılık
bulanın nafile ibadete devam etmesi gerektiğini, yorgunluk ve gevşeklik olunca
istirahat etmek gerektiğini, uykulu vaziyette namaz kılmamak gerektiğini, namaz
ve hutbenin orta uzunlukta olması gerektiğini, gece ibadetinin nasıl olacağını,
oruç, namaz ve Kur’anı baştan sona okumada ölçünün ne olduğunu, dünya işleriyle
birlikte ahiret işlerinin de yapılması gerektiğini, kişinin kendine zulmederek
ibadet ve nezretmesinin uygun olmadığını öğreneceğiz. [273]
“Ta Ha
Ey Muhammed! Biz sana bu Kur’anı üzüntü ve sıkıntı çekmen için indirmedik.” (Taha: 20/1-2)
“....
Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara: 2/185)
144. Âişe radıyallahu anhâ’nın
bildirdiğine göre, bir kadınla birlikte otururlarken, yanlarına Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem girdi ve:
– “Bu kadın kim?” diye sordu. Âişe validemiz:
– Bu filan hanımdır, dedikten sonra, onun çok namaz
kıldığından bahsetti. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Bütün bunları sayıp dökmeyi bırak; gücünüzün yettiği
nisbette ibadet etmeniz size yeter. Allah’a yemin ederim ki, siz bıkıp
usanmadıkça, Allah bıkıp usanmaz” buyurdu.
Resûl–i Ekrem’in en çok sevdiği ibadet, sâhibinin devamlı
yaptığı idi.[274]
145. Enes ibni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi:
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere,
sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler.
Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve
– Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve
gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:
– Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz
kılacağım, dedi. Bir diğeri:
– Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz
gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:
– Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla
evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına
geldi ve kendilerine şunları söyledi:
– “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum!
Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en
saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem
namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden
yüz çeviren kimse benden değildir.”[275]
* Yani peygamber (s.a.v.)’den daha
iyi müslüman olacağım diye aşırı gitmeye gerek yoktur, en güzel örneğimiz
O’dur. Bizler ancak gücümüzün yettiğinden sorumluyuz. Sünnetten yüz çeviren
bidat ve sapıklığa düşer.
[276]
146. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Söz ve davranışlarında ileri gidip haddi aşanlar helâk
oldular.” Resûl–i
Ekrem bu sözü üç defa tekrarladı.[277]
147. Ebû Hüreyre radıyallanu anh’dan
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik
düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size
müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden
faydalanınız.”[278]
Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir:
“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve
Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız.
Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki,
menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.”[279]
*
Müslüman 24 saatlik gününü ve bir ömürlük hayatının her anında ibadet ederek
cenneti kazanma imkanına sahiptir ve bu yolda gayret göstermek
mecburiyetindedir. 2/185, 22/78 öğretildiği gibi. [280]
148. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem mescide girmişti.
İki direk arasına uzatılmış bir ip gözüne ilişti:
– “Bu ip nedir?” diye sorunca, sahâbîler:
– Bu, Zeynep Binti Cahş’a ait bir iptir. Namazda ayakta durmaktan
yorulunca ona tutunuyor, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Onu hemen çözünüz. Sizden biriniz canlı ve istekli
olunca nâfile namaz kılsın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiği zaman ise yatıp
uyusun” buyurdu.[281]
*
Bu hadiste dinç ve canlı vaziyette ibadet yapılması emrediliyor, uyku,
bıkkınlık, isteksizlik gibi durumlarda ibadete devam etmeye izin verilmiyor. [282]
149. Âişe radıyallahu anhâ’ dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sizden biriniz namaz kılarken uyku hali bastırırsa,
kendisinden bu hal gidinceye kadar yatsın. Çünkü uykulu vaziyette namaz kılan
kimse, belki de bilmeyerek, istiğfar edip Allah’tan bağışlanma dileyeceğim
derken kendine söver, beddua eder.”[283]
150. Ebû Abdullah Câbir İbni Semüre rayıdallahu
anhümâ şöyle dedi:
“Namazlarımı Nebi sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte
kılardım. Onun namazı da, hutbesi de normal uzunlukta idi.”[284]
* Her yönde orta yolu tutmak islam ümmetinin hususiyetlerindendir.
Namazları uzatan bir sahabiye sen fitneci
misin? diyerek azarlayan peygamber (Müslim, salat 178) tüm hayatı boyunca
her hal ve hareketiyle bize örnek olmuş ve Bakara: 2/143 ayetine uyma yolunu
tercih etmiştir. [285]
151. Ebû Cühayfe Vehb İbni Abdullah radıyallahu
anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Selmân ile
Ebü’d–Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bu sebeple Selmân, Ebü’d–Derdâ’yı ziyaret
ederdi. Bir ziyaret esnasında onun hanımı Ümmü’d–Derdâ’yı oldukça eskimiş
elbiseler içinde gördü. Ona:
– Bu halin ne? diye sorunca, kadın:
– Kardeşin Ebü’d–Derdâ dünya malı ve zevklerine önem
vermez, dedi. O esnada Ebü’d–Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a
ikram edip:
– Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum, dedi. Selmân:
– Sen yemedikçe ben de yemem, diye karşılık verdi. Bunun
üzerine Ebü’d–Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d–Derdâ teheccüd
namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:
– Uyu dedi. Ebü’d–Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar
kalkmaya davrandı. Selmân yine:
– Uyu, diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru
Selmân:
– Şimdi kalk, dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar.
Sonra Selmân, Ebü’d–Derdâ’ya şöyle dedi:
– Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı
vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.
Sonra Ebü’d–Derdâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’
e gidip olup biteni anlattı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Selmân doğru söylemiş” buyurdu.[286]
152. Ebû Muhammed Abdullah İbni Amr
İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e benim şöyle dediğim
haber verilmiş:
Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece gündüzleri
muhakkak oruç tutup, geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim. Bunun
üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
– “Bunları söyleyen sen misin?” diye sordu. Ben de kendisine:
– Anam babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Evet, ben
böyle söylemiştim, dedim. Buyurdular ki:
– “Sen buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut, hem iftar et;
hem uykunu al, hem ibadet et; her aydan üç gün oruç tut; çünkü her iyiliğe on
misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir.” Bunun üzerine ben:
– Bunun daha çoğunu yapmaya gücüm yeter, dedim. Peygamber
Efendimiz:
– “O halde bir gün oruç tut, iki gün tutma” buyurdu. Ben:
– Ama ben bundan daha fazlasını yapabilirim, deyince
Resûl–i Ekrem:
– “Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma; bu Dâvûd
aleyhisselâm’ın orucu olup, oruçların en ölçülü olanıdır” buyurdular.
Bir başka rivayette: “Bu, oruçların en faziletlisidir” şeklindedir.
Ben:
– Bundan daha faziletlisine de gücüm yeter, dedim.
Peygamberimiz:
– “Bundan daha faziletlisi yoktur” buyurdu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiye
etmiş olduğu, ayda üç gün orucu kabul etmem, bana ehlimden ve malımdan daha
sevimli olacakmış.
Bir rivayete göre:
“Senin gündüzleri oruçlu, geceleri uyanık geçirdiğin bana
haber verilmedi mi sanıyorsun?” buyurmuştu. Ben de:
– Elbette haber verilmiştir, yâ Resûlallah! dedim. Bunun
üzerine:
– “Böyle yapma, bazı kere oruç tut, bazan tutma; gece hem
uyu, hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki
gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyaretçilerinin hakkı vardır.
Şüphesiz her aydan üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü senin için her iyiliğin
on misli karşılığı vardır; bu da bütün zamanının oruçlu olması demektir.” Abdullah der ki:
– Ben artırdıkça iş aleyhime döndü. Sonra ben:
– Yâ Resûlallah! Ben kendimde güç ve kuvvet buluyorum,
dedim. Buyurdular ki:
– “O halde Allah’ın Nebisi Dâvûd’un orucunu tut, daha
fazlasını yapma.”
– Dâvûd orucu nedir? diye sordum.
– “Senenin yarısını oruçlu geçirmektir” buyurdu.
Abdullah yaşlandıktan sonra:
– Keşke Allah’ın Resûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olsaydım,
der dururdu.
Bir başka rivayet şöyledir:
– “Senin bütün günleri oruçlu geçirdiğinden ve her gece
Kur’an’ı okuduğundan haberdar olmadığımı mı sanıyorsun?” Bunun üzerine ben:
– Elbette haberdarsındır, yâ Resûlallah! Fakat ben bununla
sadece hayra ulaşmayı diliyorum, dedim. Peygamber Efendimiz:
– “Allah’ın Nebîsi Dâvûd’un orucunu tut, çünkü o insanların
en çok ibadet edeni idi. Ayda bir defa da Kur’an’ı hatmet” buyurdu.
Ben ise:
– Ya Resûlallah! Benim bundan daha fazlasına gücüm yeter,
dedim. Peygamberimiz:
– “O halde yirmi günde bir hatmet” buyurdu. Ben yine:
– Ya Resûlallah! Bundan daha fazlasını yapabilirim, dedim.
O:
– “Öyleyse on günde bir hatmet” buyurdu. Ben tekrar:
– Bundan daha fazlasına gücüm yeter, yâ Nebîyyallah! diye
ısrar edince:
– “Şu halde yedi günde bir hatim yap, artık bunun üzerine
artırma” buyurdular.
Ben artırdıkça, aleyhime artırıldı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bana
dedi ki:
– “Şüphesiz ki sen bilmiyorsun, belki ömrün uzun olur?”
Abdullah İbni Amr der ki:
– Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’ in bana
söylediği hale döndüm. İhtiyarlayınca, onun ruhsatını kabul etmiş olmayı çok
arzu ettim.
Bir başka rivayette
ise şöyledir:
“Senin çocuklarının da senin üzerinde hakları vardır.”
Bir diğer rivayette:
“Bütün zamanını oruçlu geçirenin orucu yoktur.” Bu sözünü üç defa tekrarladı.
Bir diğer rivayette:
“Allah’a en sevimli olan oruç, Dâvûd aleyhisselâm’ın
orucudur. Allah’a en sevimli namaz da Dâvûd aleyhisselâm’ın namazıdır. Dâvûd
aleyhisselâm gecenin yarısını uyuyarak geçirir, sonra üçte birinde namaz için
kalkar, altıda birinde yine uyurdu. Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.
Düşmanla karşılaştığında kaçmazdı.”
Başka bir rivayet de şu şekildedir:
Abdullah şöyle demiştir:
Babam beni soyca üstün bir hanımla evlendirdi. Zaman zaman
gelininin yanına gelir gider, ona beni sorarmış. O da dermiş ki:
– O ne iyi erkektir, evine geldiğimden beri yatağıma ayak
basmadı, ne halde olduğumu da araştırmadı.
Vaziyet böyle devam edip gidince, babam durumu Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e anlatmış, Peygamberimiz:
– “Onu benimle görüştür” buyurmuş. Daha sonra ben Resûl–i Ekrem ile
karşılaştım. Bana:
– “Nasıl oruç tutuyorsun?” diye sordu. Ben de:
– Her gün, dedim. Sonra:
– “Nasıl hatim yapıyorsun?” dedi. Ben:
– Her gece, diye cevap verdim.
Abdullah İbni Amr daha önce geçen konuşmalarının benzerini
anlattı. O, geceleyin rahat etmek için, okuduğu Kur’an’ın yedide birini, gündüz
aile fertlerinden birine okuyup dinletirdi. Güçlü ve kuvvetli olmak
istediğinde, bir kaç gün oruç tutmazdı. Sonra oruç tutmadığı günleri sayar,
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e verdiği sözden caymış olmamak için,
tutamadığı günler kadar orucu kazâ ederdi.[287]
*
6 değişik rivayetin aktarıldığı bu hadis her türlü aşırılıktan uzak kalarak
orta yolu tutup, peygamber (s.a.v.)’in tavsiyelerine uymanın dünya ve ahiret
saadet ve selametine vesile olacağını belirtmiş olmaktadır. Ruhbanların yaptığı
insanlardan uzak kalmak ve kişinin kendisini bitkin düşürecek ve bıkkınlık
verecek derecede ibadet yapması uygun görülmemiştir. Nafile ibadetler kişiyi
helal rızık kazanmaktan ve cihadın her türlüsünden alıkoymaz. Müslüman Allah’ın
emrettiği ve peygamber (s.a.v.)’in öğrettiği kadar ibadet ve taata ağırlık
verecektir. Çünkü rahiplerin yaptığı gibi dünyadan el etek çekme ve insanlardan
uzak yaşama İslamda iyi görülmemiştir. Bu konuda Hadid 57/28. ayeti bir kaç tefsirden
okunmalıdır. Müslümanın hayatında en fazla ibadet ve insanlardan uzak kalma
modeli Ramazan’ın son on gününde yapılan itikafta görülmektedir ki, mescidde
kişinin bedeninin ihtiyacı olan iftar, sahur ve uykusunu da yerine getirerek o
ibadetle meşgul olur. [288]
153. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in kâtiplerinden Ebû Rib’î Hanzala İbni Rebî‘ el–Üseydî şöyle
demiştir:
Ebû Bekir benimle karşılaştı ve bana:
– Nasılsın, ey Hanzala? diye sordu. Ben de:
– Hanzala münafık oldu, dedim. Ebû Bekir:
– Sübhânellah, sen ne diyorsun? dedi. Ben cevaben dedim ki:
– Bizler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanında bulunuyoruz. Bize cennet ve cehennemden bahsediyor, sanki gözlerimizle
görüyormuşuz gibi oluyoruz. Onun huzurundan ayrılıp çoluk çocuğumuzun yanına ve
işlerimizin başına dönünce, çok şeyi unutuyoruz.
Ebû Bekir radıyallahu anh dedi ki:
– Allah’a yemin ederim ki, biz de benzeri şeylerle karşı
karşıyayız. Ben ve Ebû Bekir birlikte yola düştük ve Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’ in huzuruna girdik. Ben:
– Ya Resûlallah! Hanzala münafık oldu, dedim. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem :
– “Bu ne demek?” dedi. Ben:
– Ya Resûlallah! Senin yanında bulunuyoruz, bize cennet ve
cehennemden bahsediyorsun; sanki onları gözümüzle görüyor gibi oluyoruz. Senin
huzurundan çıkıp da çoluk çocuğumuzun yanına ve işimizin başına dönünce, çoğunu
unutuyoruz, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
:
– “Nefsimi gücü ve kudretiyle elinde bulunduran Allah’a
yemin ederim ki, şayet siz, benim yanımda bulunduğunuz hâl üzere devam edip
zikir üzere olabilseydiniz, yataklarınızda ve yollarınızda melekler sizinle
musafaha ederlerdi. Fakat ey Hanzala, bir saatinizi ibadete, bir saatinizi de
dünya işlerinize ayırınız” buyurdu ve bu sözünü üç defa tekrarladı.[289]
* Sahabe Nisa: 4/59 ayetini bildikleri için hemen Rasulullah’a gidip
meselelerine çözüm buluyorlardı. Şimdi bizler de yine meselelerimizi ayet ve
hadislere götürmek suretiyle halledebiliriz. Bu hadis bize bu yönde örnektir.
Müslüman hayatının her kademesinde dünya ile ahireti aynı anda yürütebilme
anlayışını göstermelidir. [290]
154. Abdullah İbni Abbas radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem insanlara hitap
ederken, ayakta duran bir adam gördü ve onun kim olduğunu sordu. Ashâb:
– O, Ebu İsrâîl’dir. Güneşte durmayı, oturmamayı,
gölgelenmemeyi, konuşmamayı ve sürekli oruç tutmayı adamıştır, dediler. Bunun
üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ona söyleyiniz! Konuşsun, gölgelensin, otursun ve
orucunu tamamlasın”
buyurdular.[291]
* Kur’an ve hadis ile haram ve helallığı kesin belli olan şeylerin
yapılması veya yapılmaması konusunda adak yapılamayacağı bildirilmiştir.
Allah’a yakınlık maksadı olmayan ve ibadet türlerinden de olmayan hususlarda
adak caiz değildir, yasaktır. Bunların adak olduğuna inanmak da sapıklıktır. [292]
Bu bölümdeki dört ayet ve dört hadis-i şeriften; ibadet ve
kulluğa devam etmek ve kalbleri katılaştırmamak gerektiğini, hıristiyan
rahipleri gibi ruhbanlık yaparak dünyadan el etek çekmemek gerektiğini, yapılan
ibadet ve taatlerin küfür, şirk, nifak gibi afetlerle iptal edilmemesi
gerektiğini, ölüm anına kadar ibadet ve kulluğa devam edilmesi gerektiğini,
bıkkınlık getirmeyecek şekilde ibadet edilmesi gerektiğini, alışkanlık haline
getirilen nafile ibadetlerin yapılamaması halinde ertesi gün yapılabileceğini,
nafile ibadete devam edip sonra bırakıvermenin iyi olmadığını, Rasulullah
(s.a.v.)’in gece yapamadığı ibadetini gündüz telafi ettiğini öğreneceğiz.
[293]
“İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah’ın
zikrine ve inen Kur’an’a karşı saygı duyup yumuşasın ve bundan önce kendilerine
kitap verilmiş sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış çoğu
da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar.” (Hadid: 57/16)
“Ve sonra onların ardından öteki elçilerimizi gönderdik ve
zaman içinde arkalarından kendisine İncil verdiğimiz Meryem oğlu İsa’yı
gönderdik ona sadık bir şekilde uyanların kalplerine şefkat ve merhamet
yerleştirdik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu biz onlara yazmamıştık.
Yalnız Allah’ın rızasını kazanmak için onu kendileri uydurdular ve ona da
gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik.
Fakat onların pek çoğu da yoldan çıkmışlardı.” (Hadid: 57/27)
“İpini iyice büktükten sonra onu söküp dağıtan kadına
benzemeyin.” (Nahl:
16/92)
“Rabbine olan kulluğunu ölüm sana gelip erişinceye kadar
devam ettir.”
(Hıcr: 15/99)
1/153: Aişe (r. anha)’nın 142 numarada
geçen hadisidir.
155. Ömer İbni Hattâb radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Bir kimse, geceleri okuduğu zikir ve duasını okumadan veya
tamamlayamadan uyur da, sonra onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa,
gece okumuş gibi sevap kazanır.”[294]
* Alışkanlık haline getirilen nafile ibadetler bazı zorunlu mazeretlerle
yapılamaz ise ertesi günün öğle vaktine kadar tamamlanması halinde aynı sevabı
kazanacağı ifade buyurulmaktadır. Bu hadis Furkan: 25/62 ayetiyle uyum
sağlamaktadır. Her şeyde olduğu gibi nafile ibadet ve hayırlı işlerde
devamlılık esastır. Çünkü sahabeden biri önceleri gece namazı kılarken sonradan
terkedince Rasulullah onu kınamıştır. (155. Hadis) Müslüman ibadet, taat ve
hayır işlerinde koşacak ve yarış yapacaktır. Kur’an’da yarışınız, koşunuz diye
gelen emirler hayırlı işler ve cennet için söylenmiştir. (Bkz. Al-i İmran:
3/114, Enbiya: 21/90, Mü’minûn: 23/61, Hadid: 57/21, Bakara: 2/148, Maide:
5/48, Fatır: 35/32, Tevbe: 9/100, Vakıa: 56/10) [295]
156. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle
dedi:
“Ey Abdullah! Filan kimse gibi olma, çünkü o gece ibadetine
devam ederken, sonra geceleri ibadet etmeyi terketti.”[296]
* Hayırlı işlere devam edip bırakmak kınanmış oluyor. Çünkü müslüman; iki
günü birbirine denk olan değil daha ileri giden kişi olarak tarif edilir.
Müslüman hayırlı amelleri terkedince geri adım atmış olacağından hoş
karşılanmıyor. Farz, nafile ve her türlü hayırlı amellerimizi daima artırmak
durumundayız ki ahiretteki derecelerimizi artırıp cennete girebilelim. Bu
konuda 142. Hadise bakınız. [297]
157. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ağrı, sancı
veya benzer bir sebeple gece namazını geçirirse, bir sonraki günün gündüzünde
on iki rek’at namaz kılardı.[298]
* Önceki iki hadiste beyan edilen hususları kendi hayatında bizzat nasıl
gösterdiğini ve uygulamayı nasıl yaptığını da bu hadisten öğrenmiş
bulunmaktayız. [299]
Bu bölümdeki on ayet ve on iki hadis-i şeriften, peygamber
ne getirdiyse alınmalı, yasakladığından da vazgeçilmesi gerektiğini, çünkü onun
ancak vahye dayanarak konuştuğunu, Allah’ı sevenlerin mutlaka peygambere uyması
gerektiğini, en güzel örneğin Allah’ın Rasülunde olduğunu, peygamberin dediğine
tabi olmadıkça asla iman edilmiş olmayacağını, anlaşmazlığa düşülen bir konuda
Allah ve Rasülune müracaat edileceğini, Rasule itaat edenin Allah’a itaat etmiş
olcağını, çünkü o Rasülun insanları Allah’ın dosdoğru yoluna iletmekte
olduğunu, Allah Rasülünün emrine aykırı davrananların bir bela ve azaba
uğrayabileceklerini, evlerimizde ayetler okunmasını ve devamlı hatırlanmasını,
dini konularda çok soru sormanın helâkı gerektireceğini, son zamanlarda çıkacak
pek çok ihtilaflar karşısında insanların sünnete sarılmaları gerektiğini,
bidatten uzak durulması gerektiğini çünkü her bidatın sapıklık olduğunu, Rasüle
itaat edenlerin cennete gireceğini, isyan edenlerin ise cenneti istememiş
olduklarını, safları düzeltmenin gerekliliğini, uyuyacak kimsenin tedbir olarak
ateşleri söndürmesi gerektiğini, Allah’ın son peygamberle beraber gönderdiği
hidayet ve ilmin bereketli ve bol yağmura benzediğini, Peygamberimizin ve biz
ümmetinin durumunun ateş çevresinde dolaşıp yanacak kelebekler ve onları
kurtarmaya çalışan kimse gibi olduğunu, bereketin nerede olduğunu yemek ve
ekmek parçalarının şeytana bırakılmaması gerektiğini, kıyamet günü çıplak
yalınayak ve sünnetsiz mahşer yerinde toplanılacağını, sapan ile atış
yapmamanın gerektiğini, Hz. Ömer’in Hacer-ül Esved’i öpme nedeninin
Rasulullah’ın öpmesinden dolayı olduğunu öğreneceğiz.
[300]
“... Bu sebeple peygamber size ne verirse ve ne getirirse
onu alın ve sizi neden sakındırırsa ondan da elinizi çekin.” (Haşr: 59/7)
“Ve o peygamber kendi arzu ve hevesine göre de
konuşmamaktadır. Onun size aktardığı sözler kendisine indirilen ilahi haberden
başkası değildir.”
(Necm: 53/3-4)
“Ey peygamber de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun
ki Allah’ta sizi sevsin günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran: 3/31)
“Gerçek şu ki Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı
çokça ananlar için Allah’ın peygamberinde güzel örnekler vardır.” (Ahzab: 33/21)
“Hayır, hayır, Rabbine andolsun ki onlar anlaşmazlığa
düştükleri her konuda sen peygamberi hakem yapmadıkça ve sonra senin kararına
kalplerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle tabi olmadıkça
gerçekten inanmış olmazlar.” (Nisa: 4/65)
“... Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu
Allah’a ve peygambere götürün...” (Nisa: 4/59)
“Kim o peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş
demektir.” (Nisa:
4/80)
“... Ey peygamber şüphesiz ki sen insanları Allah’ın
dosdoğru yoluna ulaştıracaksın.” (Şura: 42/52)
“... O peygamberin buyruğuna karşı gelmek isteyenler
başlarına bu dünyada bir belanın, bir güçlüğün ya da öte dünyada can yakıcı biz
azabın gelmesinden korkup sakınsınlar.” (Nur: 24/63)
“Evlerinizde okunmakta olan Kur’an ayetlerini ve elçisinin
sünnetini devamlı hatırlayın, gündeminizden eksik etmeyin.” (Ahzab: 33/34)
158. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece,
siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları
ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir
şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de
onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.”[301]
159. Ebû Necih İrbâz İbni Sâriye radıyallahu
anh şöyle dedi:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize çok
tesirli bir öğüt verdi. Bu öğütten dolayı kalpler ürperdi, gözler yaşardı.
Bizler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bu öğüt, sanki ayrılmak üzere olan
birinin öğüdüne benziyor, bari bize bir tavsiyede bulun, dedik. Bunun üzerine:
– “Size, Allah’a çok saygı duymanızı, başınıza bir Habeşli
köle bile emir olsa, onu dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim. Benden sonra
sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman
sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ–yi
Râşidîn’in sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan
ortaya çıkarılmış bid’atlardan şiddetle kaçınınız. Çünkü her bid’at dalâlettir,
sapıklıktır”
buyurdular.[302]
*
(Muvatta Kader 3 de) “Size iki şey
bıraktım, onlara sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz. Allah’ın kitabı
ve benim sünnetim.” Nisa: 4/65’de beyan edilen hususun bir açıklaması
durumunda olan bu hadisi daha iyi anlamak için Nisa: 4/65’i tefsirlerden
genişçe okumak lazımdır. Yine Nur: 24/63 ve Ahzab: 33/36, 45, 46 ayetleri de
tefsirlerden okunursa konu daha iyi anlaşılmış olur. Ayrıca itaat edilecek
kimseleri öğrenmek bakımından da Ahzab: 33/33, Al-i İmran: 3/32, 132, Nisa:
4/59, Maide: 5/92, Enfal: 8/1, 20, 46, Taha: 20/90, Nur: 24/54, 56, Muhammed:
47/33, Mücadele: 58/13, Teğabün: 64/12, 16, ayetlerine bakılmalıdır. [303]
160. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer” buyurdu. Bunun üzerine:
– Ey Allah’ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki?
denildi. Peygamber Efendimiz:
– “Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler
cenneti istememiş demektir” buyurdu.[304]
* Allah’tan sonra peygambere itaat, cennete girmeye sebebtir. Peygambere
isyan, dini kabul etmemek anlamında olduğu için ebedi cehennemde kalmayı
gerektirir. Peygambere karşı gelmek demek, onun hayatını örnek kabul etmemek,
sünnet ve hadislerine hayatta yer vermemek demektir. [305]
161. Ebû Müslim (veya Ebû İyâs) Seleme
İbni Amr İbni Ekvâ radıyallahu anh’ın naklettiğine göre, bir adam
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yanında sol eliyle yemek
yedi. Peygamber Efendimiz adama:
– “Sağ elinle ye” buyurdu. Adam:
– Bir türlü yapamıyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Yapamaz ol” diye beddua etti.
Çünkü adamın Resûl–i Ekrem’i dinlememesi, kibrinden dolayı
idi. Bu beddua üzerine, adam elini ağzına götüremez oldu.[306]
162. Ebû Abdullah Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da Allah Teâlâ sizin
aranıza düşmanlık, buğz ve kalblerinize ihtilâf koyar da birbirinizden yüz
çevirirsiniz.”[307]
Müslim’in bir başka rivâyeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sanki okları
düzeltir gibi saflarımızı düzeltirdi. Bizim buna alıştığımızı görünceye kadar
böyle yapmaya devam etti. Kendisi bir gün namaza çıktı ve namaz kıldıracağı
yerde durdu. Tam tekbir almak üzere iken göğsü saf hizasından dışarı çıkmış bir
adam gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Ey Allah’ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da
Allah Teâlâ sizin aranıza düşmanlık, buğz ve kalblerinize ihtilâf koyar da
birbirinize yüz çevirirsiniz.”[308]
163. Ebû Mûsâ radıyallahu anh
şöyle dedi:
Medine’de bir ev, geceleyin ev halkı ile birlikte yanmıştı.
Durum Peygamber Efendimiz’e haber verilince:
– “Ateş size düşmandır. Uyuyacağınız zaman onu söndürünüz” buyurdular.[309]
164. Yine Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim,
yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli
bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu
emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları
faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o
su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir
bitki bitmeyen kaypak arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu,
Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim
kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile, buna başını
kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen
kimsenin benzeridir.”[310]
165. Câbir radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri
ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna
benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim
elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyorsunuz.”[311]
*
Bu hadis peygamber (s.a.v.)’in ümmeti hakkındaki şefkat ve merhametinin ne
kadar büyük olduğuna delildir.[312]
166. Câbir radıyallahu anh’den
rivâyet olunduğuna göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
parmakları yalamayı, yemek tabağını silmeyi emretti ve:
“Sizler, gerçekten bereketin hangisinde olduğunu
bilemezsiniz”
buyurdu.
Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sizden birinizin lokması düştüğünde hemen onu alsın ve üzerine
yapışanları temizleyip yesin, onu şeytana bırakmasın. Parmaklarını yalamadıkça
da elini mendile silmesin. Çünkü o kimse, bereketin yemeğin neresinde olduğunu
bilemez.”
Yine Müslim’e ait bir diğer rivâyet şöyledir:
Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Şüphesiz şeytan sizden birinizin her işinde hazır olur.
Hatta yemeği esnasında bile yanında bulunur. Sizin birinizin lokması düşerse,
üzerine yapışanları temizleyip yesin. Lokmasını şeytana bırakmasın.”[313]
167. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, va’z etmek
üzere aramızda doğrulup ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Şüphesiz ki siz yalınayak, çıplak ve
sünnetsiz olarak Allah’ın huzuruna toplanacaksınız. ‘İlk defa yoktan var
ettiğimiz gibi yeniden yaratacağız, bu va’dimizdir. Biz gerçekten bunu yapmaya
muktediriz’ (Enbiyâ: 21/104) Haberiniz olsun! Kıyamet günü insanların ilk
giydirileni İbrahim aleyhisselâm’dır. Haberiniz olsun! Ümmetimden bir takım
kimseler getirilip sol tarafa, cehennem tarafına sevk edileceklerdir. Ben:
– Ey Rabbim! Bunlar benim ashâbım, benim ümmetim, derim.
Bunun üzerine:
– Sen, bunların senden sonra ne bid’atler ortaya çıkarıp ne
kötülükler yaptıklarını bilmezsin, denir. Bunun üzerine ben, sâlih kul İsâ
aleyhisselâm’ın dediği gibi derim:
“Ben aralarında bulunduğum sürece durumlarını gözettim;
fakat sen beni öldürüp aralarından alınca, onların denetleyicisi ve gözetleyeni
sadece sen oldun. Sen her şeye hakkıyla şâhitsin. Onları cezalandıracaksan
şüphesiz ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlayacaksan, mutlak güçlü
ve hikmet sahibi ancak sensin” (Mâide: 5/117–118)
Bunun üzerine bana şöyle denilir:
Gerçekten onlar,
sen kendilerinden ayrıldığından beri, topukları üzerinde geri dönüp, dindarlıktan dinsizliğe yönelmeye devam ettiler.”[314]
* Günümüzü ne kadarda güzel tasvir eden bir hadis. 21. asra girdiğimiz şu
günlerde sünnete sarılıp bidatlardan uzaklaşmamız gerekiyor. Çünkü her bidat
bir sapıklık olup bir sünneti yok eder, kişiyi günahkar edip cehenneme düşürür.
Kişinin peygamberi severim demesi veya onun ümmetinden olduğunu söylemesi
kendisini ateşten kurtarmaz. [315]
168. Ebû Saîd Abdullah İbni Mugaffel radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sapan taşı
atmayı yasakladı ve:
“Sapan taşı av avlamaz, düşman öldürmez. Sadece göz çıkarır
ve diş kırar”
buyurdu.[316]
Müslim’in bir başka rivâyeti şöyledir:
İbni Mugaffel’in yakınlarından biri sapanla taş atmıştı.
İbni Mugaffel o kimseyi sapanla taş atmaktan nehyetti ve kendisine şunları
söyledi:
Şüphesiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
sapanla taş atmayı yasakladı ve:
– “Bununla av avlanılmaz” buyurdu. Bu adam daha sonra yine atınca, İbni
Mugaffel şunları söyledi:
–Ben sana Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
bundan nehyettiğini haber veriyorum, sen ise aynı şeyi yapıyorsun. Eğer bunu
bir daha yapacaksan, seninle asla konuşmayacağım.[317]
* Bu hadisten de kişinin Allah ve Rasülünun emir ve yasaklarına uymaması
halinde nasihat ve ikazdan sonra, selam vermemek, konuşmamak, ziyaret etmemek
gibi yollarla tehdit ederek onu düzeltebileceğimizi anlayacağız. [318]
169. Âbis İbni Rabîa şöyle dedi:
Ben, Ömer İbni Hattâb’ın Hacerül-esved’i öptüğünü gördüm. O
esnada diyordu ki:
Ben senin taş olduğunu, bir fayda ve zarar veremeyeceğini biliyorum.
Şâyet Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in seni öptüğünü
görmeseydim, ben de öpmezdim.[319]
*
Cahiliye döneminden, puta tapıcılıktan yeni dönmüş bir topluma “İslamda da
taşlara tapılırmış” zannedilmesin
diye korkmuş, böyle bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymuştu. Hacer-ül Esvedi
öpmesinin sebebi sadece Allah’ın Rasulune uymak olduğunu bildirmişti. (Nisa:
4/80, Al-i İmran: 3/32, 132, Enfal: 8/20, 46, Nur: 24/54) [320]
“Hayır
Hayır Rabbine andolsun ki onlar aralarında anlaşmazlığa düştükleri her konuda
sen peygamberi hakem yapmadıkça ve sonra senin kararına kalblerinde hiçbir
sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle uymadıkça gerçekten inanmış olmazlar.” (Nisa: 4/65)
“Aralarında
ilahi kitap hüküm versin diye Allah’a ve onun elçisine çağrıldıkları zaman
mü’minlerin söyleyeceği tek söz işittik ve iman ettik olmalıdır. Gerçek
kurtuluşa erenler bunlardır.” (Nur: 24/51)
170. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Göklerde
ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz
de, Allah sizi o yüzden hesaba çeker ve neticede dilediğini bağışlar,
dilediğine de azâb eder. Allah, her şeye gücü yetendir” (Bakara: 2/284)
anlamındaki âyet nazil olunca, bu durum Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in ashâbına ağır geldi. Bunun üzerine sahâbe, Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem’in huzuruna gelerek dizleri üzerine çöküp şöyle dediler:
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz, namaz, cihad, oruç ve sadaka
gibi gücümüz yeten amellerle mükellef kılınmıştık. Oysa şimdi sana, gönlümüze
gelen ve kalbimizden geçen şeylerden de hesaba çekileceğimize dair bu âyet
nazil oldu; buna güç yetiremiyoruz. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden önce kendilerine kitap verilen yahudi ve
hıristiyanların dediği gibi, işittik ve isyan ettik demek mi istiyorsunuz?
Bilâkis siz, işittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Bizi mağfiret eyle, bizi
bağışla, nihayet dönüş sadece sanadır, deyiniz.”
Sahâbîler bu sözleri okuyup, dilleri de ona güzelce
alışınca, Allah Teâla peşinden şu âyeti indirdi:
“Resûl, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler
de iman ettiler. Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine
inandılar. Peygamberleri arasında hiç bir ayrım yapmayız, dediler. İşittik ve
itaat ettik bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz, dönüş de ancak sanadır dediler” (Bakara: 2/285)
Ashâb inen âyetin gereğini yapıp, bu sözü söylemeye
alışınca, Allah Teâlâ daha önceki âyetin hükmünü neshetti, şu âyeti indirdi: “Allah
hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik
kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unutur veya
yanılırsak bizi sorguya çekme!” Allah Teâlâ:
“Evet” buyurdu.
“Ey Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize ağır
yük yükleme. ” Allah Teâlâ:
“Evet” buyurdu.
“Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceği şeyleri de bize
taşıtma. Bizi bağışla, kusurlarımızı yok say, bize acı. Sen mevlâmızsın, o
kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et” (Bakara: 2/286) Allah Teâlâ:
“Evet” buyurdu.[321]
“... O halde nasıl oluyor da gerçeklerden sapıklığa
döndürülüyorsunuz.”
(Yunus: 10/32)
“... Biz kitapta tek bir şeyi bile ihmal edip eksik
bırakmadık.”
(Enam: 6/38)
“... ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu
Allah’a ve peygamberine götürün.” (Nisa: 4/59)
“Şüphesiz benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, diğer
yollardan gitmeyin ki sizi onun yolundan ayırıp saptırmış olurlar.” (Enam: 6/153)
“Ey peygamber de ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki
Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.” (Al-i İmran: 3/31)
171. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya
çıkarırsa, o şey kabul edilmez.”
Müslim’in bir rivayeti şöyledir:
“Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur,
makbul değildir.”[322]
172. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe irad
ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, “Düşman sabah ve akşam
üzerinize hücum edecek, kendinizi koruyunuz” diye ordusunu uyaran kumandan gibi
öfkesi artar ve şehadet parmağı ile orta parmağını bir araya getirerek:
“Benimle kıyametin arası şu iki parmağın arası kadar
yaklaştığı sırada ben peygamber olarak gönderildim” derdi. Sonra da sözlerine şöyle
devam ederdi:
“Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı
Allah’ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’
in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlardır.
Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.” Sonra da şöyle buyurdu:
“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha
üstünüm. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat
borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim
görevimdir.”[323]
3/172: 158 nolu hadis te bu konuyla
alakalıdır. Lütfen oraya bakınız.
* Yukarıdaki her üç hadisten de
öğrendiğimize göre kitap ve sünnet esasına uymayan her şey dinden sayılmaz,
kabul edilmez, batıldır. Dini tahrif edip bozmak için ortaya atılan
yeniliklerle daha dindar olabilmek için yapılan, kitap ve sünnetin ruhuna
uymayan her amel de aynen bidattır ve reddedilir. Yani Kur’an ve sünnete dayalı
bir temeli bulunmayan din adına delili bulunmaksızın ortaya atılan her türlü
yenilik asla kabul edilmez. Çeşit olarak ne olursa olsun yeniliğin=bidatın her
türlüsü sapıklıktır, dinden uzaklaşma anlamına gelir. Din adına olmayıp zamanla
ortaya çıkan icadlar ve ihtiyaçlar bidat sayılmaz. Yukarıdaki ayetler ve Maide: 5/3, Nahl: 16/89
ayetleri dinin tamam olduğunu, kıyamete kadar her ihtiyaca cevap verebileceğini
bize bildirir. Her yönde Allah Rasulünun örnek olmasıyla alakalı Ahzab: 33/6-21
ayetleri de gözden uzak tutulmamalıdır.
[324]
“Onlar ki ey Rabbimiz! Bize göz nuru olacak eşler ve
çocuklar bahşet ve bizi yolunu, Allah’ın kitabıyla bulanlara örnek ve öncü yap
diye dua ederler.”
(Furkan: 25/74)
“....Ve onları öyle rehber ve önderler yaptık ki emrimizle
toplumu doğru yola sevkederler.” (Enbiya: 21/73)
173. Ebû Amr Cerîr İbni Abdullah radıyallahu
anh şöyle dedi:
Birgün erken vakitlerde Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’ in huzurunda idik. O esnada, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili
elbise veya abalarını delerek başlarından geçirmiş ve kılıçlarını kuşanmış,
tamamına yakını, belki de hepsi Mudar kabilesine mensup neredeyse çıplak
vaziyette bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce, Resûl–i Ekrem
sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzünün rengi değişti. Eve girdi ve
sonra da çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti; o da okudu. Bilâl kâmet getirdi
ve Allah Resûlü namaz kıldırdı. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini
var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize
hürmetsizlikten sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” (Nisâ: 4/1)
Sonra da Haşr suresinin sonundaki şu âyeti okudu:
“Ey iman edenler! Allah’dan korkun, herkes yarın için ne
hazırladığına baksın”
(Haşr: 5/18). Sonra:
“Her bir fert, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir
sa’ bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin; hatta yarım hurma bile
olsa sadaka versin”
buyurdu.
Bunun üzerine ensardan bir adam, ağırlığından dolayı
neredeyse kaldırmaktan aciz kaldığı, hatta kaldıramadığı bir torba getirdi.
Ahali birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten
iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem’ in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu. Sonra Peygamber
Efendimiz şöyle buyurdu:
“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır.
O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların
sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa,
o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay
ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”[325]
174. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay,
Âdem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan
kişidir.”[326]
* İyilikle, güzellikle insanlara
yardımcı olmakta çığır açanlar açtıkları o çığır sayesinde devamlı sevap
kazanırlar, defterlerine devamlı sevap yazılır. Kötülükte örnek olup kötü çığır
açanlar ise o kötülükler işlendikçe günahları artar. Her kötülük dinden bir
sapmadır. 174. Hadis Fatır: 35/18 ayetiyle aykırılık arzetmez. Ayet suçun
şahsîliği prensibini ortaya koymakta. Hadis ise suça azmettirme tahrik ve
teşvik ettirmenin vebalini bildirmektedir. [327]
Bu bölümdeki dört ayet ve dört hadis-i şeriften insanların
Rablerinin sistemine güzel öğütlerle davet edilmesi gerektiğini iyilik ve
Allah’a karşı sorumluluk bilincinde yardımlaşılması gerektiğini, insanları
iyiliğe çağıracak ekipler kurulması gerektiğini, bir iyiliğe öncülük edenin o
iyiliği yapanlar gibi sevap kazanacağını, kötülük için çığır açanlara da aynı
şekilde günah yükleneceğini, bir müslümanın vasıtasıyla bir kimsenin doğru yolu
bulmasının vadiler dolusu develerden daha hayırlı bir iş olacağını herkesin
gerçek niyetine göre ecir ve mükafat alacağını öğreneceğiz. [328]
“... Rabbinin yoluna çağırmaya devam et...” (Kasas: 28/87)
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır...” (Nahl: 16/125)
“... İyi ve güzel olan şeylerde ve yolunuzu Allah’ın
kitabıyla bulmada yardımlaşın...” (Maide: 5/2)
“İçinizde iyi ve yararlı olana davet eden doğru olanı
emreden bir topluluk çıksın...” (Al-i İmran: 3/104)
175. Bedir ehlinden ve ensardan olan
Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri
gibi sevap vardır.”[329]
176. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların
sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez.
Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah
verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”[330]
* Hayra kılavuz olmak söz, iş, işaret ve her türlü şekilde olabilir.
Şerre, kötülüğe, sapıklığa kılavuzluk ta yine her türlü şekilde olabilir. Bugün
basın, yayın, TV kanallarıyla bunun açık örneklerini görüyoruz.
Kur’an
ve peygamberimizin sahih sünneti insanlığı hayra iyiliğe dünya ve ahiret
saadetine çağırır. Bu ikisinin dışındaki tüm şeytani güçler ise insanlığı
sapıklığa kötülüğe ve bozguncu olmaya çağırırlar. Biz müslümanlar olarak hangi
konumda olursak olalım, alim, abid, memur, işçi, hoca, talebe, fakir, zengin
daima insanların iyiliğine ve hayırlarına koşmak durumundayız bu konuda bize şu
ayetler emir vermekle ve yapacağımız işi tarif etmektedir. Araf: 7/157, Tevbe:
9/71, Lokman: 31/17, Al-i İmran: 3/110, Nahl: 16/90. [331]
177. Ebü’l–Abbâs Sehl İbn Sa’d es–Sâidî
radiyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Hayber Gazvesi gününde
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yarın sancağı, Allah’ın kendisinin eliyle fethi nasib
edeceği, Allah’ı ve Resûlü’nü seven, Allah’ın ve Resûlü’nün de kendisini
sevdiği bir kişiye vereceğim.”
Gazveye iştirak edenler, sancağın aralarından kime
verileceğini düşünüp konuşarak geceyi geçirdiler. Sabah olunca, sancağın
kendisine verileceği ümidi ile bütün sahâbîler Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem’ in huzuruna koştular. Peygamber Efendimiz:
– “Ali İbni Ebû Tâlib nerede?” diye sordu. Sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! O gözlerinden rahatsız, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
– “Ona haber verecek birini gönderiniz” buyurdular. Ali derhal getirildi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun gözlerini tükürüğüyle tedavi
ederek kendisine dua etti. O kadar ki, hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. Peygamber sancağı
ona verdi. Ali:
– Ya Resûlallah! Onlar da bizim gibi mü’min oluncaya kadar
mı savaşacağım? dedi. Resûl–i Ekrem:
“Acele etmeden, gayet sakin bir şekilde onların yanına var,
kendilerini İslâm’a davet et, uymaları gereken ilâhî yükümlülükleri kendilerine
haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtanla Allah’ın bir tek kişiye
hidâyet vermesi, senin için kırmızı develere sahip olmakdan daha hayırlıdır” buyurdu.[332]
178. Enes radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Eslem kabilesinden bir delikanlı şöyle dedi:
–Ey Allah’ın Resûlü! Ben gazveye katılmak istiyorum, fakat
harb için gerekli olan malzemelerim yok. Hz. Peygamber:
– “Filan kişiye git; o harbe gitmek üzere hazırlanmıştı,
fakat hastalandı”
buyurdu. Delikanlı o kişiye gitti ve:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana selam
ediyor ve harb için hazırladığın malzemeleri bana vermeni söylüyor, dedi. Bunun
üzerine adam hanımına:
– Hanım! Hazırladığım harb malzemelerinin hepsini bu delikanlıya
ver; onlardan hiçbir şey geriye bırakma. Allah hakkı için, onlardan hiçbir şey
bırakma ki, berekete nâil olalım, dedi.[333]
* Medinede ilk dönemlerde muhacir denilen Mekke’den gelenler, tüm
varlıklarını Mekke’de bırakmışlar, Medineliler de ziraatle uğraşıp ancak kendi
kendilerini idare edecek durumda idiler. Sonraki yıllarda İslam coğrafyasının
gelişmesi sonucu mal varlıkları çoğalan müslümanlar ilk zamanlarda cihad için
kendi imkanlarıyla harp hazırlıklarını bile yapamayacak kadar fakir idiler.
Çünkü İslam devletinin bu yönde yeterli bütçesi teşekkül etmemişti. Gücü
yetmeyenler zengin sahabiler tarafından binit ve techizat temin edilerek harbe
hazırlanır veya bu hadiste görüldüğü üzere mazereti olup savaşa katılamayanlara
gönderilirdi. Böylece her iki kimse de alacakları sevapta ortak olurlardı. [334]
“... İyi ve güzel olan şeylerde ve yolunuzu Allah’ın
kitabıyla bulmada yardımlaşın...” (Maide: 5/2)
“İnsanların tek sermayesi olan zaman birimine andolsun ki,
Allah’ın gösterdiği yolda yürümeyen tüm insanlar mutlaka zarardadır. Ancak
inanarak doğru dürüst işler yapanlar, birbirlerine hakdan gelen gerçekleri ve
her türlü sıkıntı ve zorluklara karşı dirençli olmayı tavsiye edenler bu
ziyandan kurtulmuşlardır.” (Asr 103/1-3)
* İmam Şafii: “İnsanların çoğu bu
sureyi düşünmede gafildirler”, demiştir.
[335]
179. Ebû Abdurrahman Zeyd İbni Hâlid
el–Cühenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Allah yolunda cihada gidecek bir gaziyi techiz eder,
cihad için gerekli olan ihtiyaçlarını karşılarsa, âdeta cihada gitmiş gibi
sevab kazanır. Cihada giden gazinin arkada bıraktığı ailesine güzelce bakıp
onların ihtiyaçlarını karşılayan kimse de sanki cihad yapmış gibi sevap
kazanır.”[336]
180. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Hüzeyl kabilesinin Lihyânoğulları üzerine ordu sevketmek istedi. Bu sebeple
şöyle buyurdu:
“İki kişiden biri cihada gitsin. Kazanılacak sevap ikisi
arasında ortaktır.”[337]
181. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ravha
mevkiinde bir deve kervanına rastladı ve:
– “Sizler kimlersiniz?” dedi. Onlar:
– Biz müslümanlarız, sen kimsin? diye sordular.
Peygamber efendimiz:
– “Ben Allah’ın Resulüyüm” dedi. İçlerinden bir kadın, küçük
bir çocuğu Peygamberimiz’e doğru kaldırarak:
– Bu çocuğun haccı olur mu? diye sordu. Resûlullah
Efendimiz:
– “Evet, ayrıca sana da sevap vardır” buyurdu.[338]
*
Memleketimizde pek rağbet görmeyen bu adet şu anda diğer İslam
memleketlerindeki müslümanlar tarafından tatbik edilmektedir. Üzerine hac farz
olmayan çocuklara da hac yaptırılabilir, aynı sevap anne ve babasına da
verilir.
[339]
182. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kendisine emredileni tamı tamına, eksiksiz olarak ve gönül
hoşluğu ile yerine getirip verilmesi istenilen kişiye veren güvenilir müslüman
kasadar, sadaka veren iki kişiden biridir.”[340]
Bir rivayette: “Emredileni veren” şeklindedir.
*
Her konuda olduğu gibi sadaka ve zekat dağıtma konusunda da müslümanların
birbirlerini vekil tayin etmeleri caizdir. Alışkanlık haline getirmemek
şartıyla bazı zaruretler halinde bu vekalet caizdir. Esasen herkes bu işi
kendisi yapmalıdır. Çünkü zenginlik nimeti verilen kimse fakiri de arayıp
bularak zekat ve sadakasını bizzat kendisi vererek Allah’ın o nimetini verme
zevkini de tadacaktır. Ben verilecek yeri bilemem, bulamam demek mazeret olmaz,
onu da bilmek ve bulmak mecburiyetindeyiz. Bu da bir görevdir hem de zevkli bir
görev. Böylece sevapta ortaklık mutlak eşitliği de gerektirmiyor, sevabın
aslında ortaklık esas olmuş oluyor. [341]
“ Bütün mü’minler kardeştirler.” (Hucurat: 49/10)
“Allah
Nuh (a.s.)’dan haber vererek şöyle buyuruyor: “... Ben size öğütler veriyorum.” (Araf: 7/62)
“... Size dürüst ve güvenilir öğütler
veriyorum.” (Araf: 7/68)
183. Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed–Dârî
radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem :
“Din nasihattır” buyurdu. Biz kendisine:
– Kimin için nasihattır? dedik. Peygamber Efendimiz:
– “Allah, Kitabı, Resûlü, mü’minlerin yöneticileri ve tüm
müslümanlar için nasihattır” buyurdu.[342]
* Nasihat: Öğüt vermek iyi ve
hayırlı işlere davet edip kötü ve şerli işlerden yasaklamak demektir. Yani
nasihat, dinin temeli ve direği demektir. Yani din ve İslam ile nasihat bir
yönden aynı anlamdadırlar.
Hac Arafattır hadisinde de,
Haccın ana temel esası ve şartının Arafatta durmak olduğu bildirildiği gibi. Bu
hadis de az sözle çok mana ifade edilen hadislerdendir. Hadis-i şerifi ana
hatlarıyla açıklayacak olursak:
Allah için demek, önce
Allah’a, kendisine nasıl iman edilmesi gerektiğini kitabında ve elçisi
vasıtasıyla nasıl bildirmişse ve kendisini nasıl tanıtmışsa o şekilde tanımak
ve hayatını bu inanç ve yaşantı üzere devam ettirip son nefesini de bu inanç ve
yaşantı üzere vermek demektir. Değilse sadece iman ettim demekle bu iş bitmez
Ankebut: 29/2 ‘de olduğu gibi.
Allah’ın kitabı için:
öncelikle Allah’ı tanıyıp bilen kimsenin ikinci olarak onun gönderdiği kitaba
ve önceki geçen kitapların bozulmamış şekline de inanması gerekir. Kitabında,
kitabını tanıttığı şekilde inanıp, kitabı o şekilde kabul edip hayat tarzı olan
kitaba göre yaşamak ve aileden başlayarak toplumun da bu kitabın hayat tarzına
göre yaşamasını temin edecek gayretin içinde olmak demektir. Bunu daha iyi
anlamak için şu ayetlere bakınız. Alak: 96/1-5, Neml: 27/92, Fatır: 35/29, Zümer: 39/71, Bakara:
2/121, Araf: 7/175, Enfal: 8/2, Hac: 22/72, Mü’minun: 23/66-67.
Allah’ın Rasulü için: Sadece
Allah ve Kitabını tanımak kâfi değildir. O’nun gönderdiği son peygambere de
inanılması ve sünnetine uyulması da gerekir. Nisa: 4/80 ve Al-i İmran: 3/31,
32, 132, Nisa: 4/59, 80, Muhammed: 47/33, Mücadele: 58/13, Teğabün: 64/12, 16,
belirtildiği gibi. Yani gönderilen kitabın nasıl yaşanacağını bizzat hayatında
gösteren peygamber gibi olmak için.
Mü’minlerin yöneticileri için:
Mü’minleri yöneten, idare eden, emir ve komuta yetkisi kendinde olan ve mü’min
olan kimselere de itaat edilip sözlerinin dinlenmesi de Nisa: 4/59’da beyan
edilmiştir. Bu tip şahsiyetlerden dürüst olup adil davranmalarını istemek hakkımızdır.
Namaz kıldıkları sürece itaat edebiliriz. Alimler ve amirler diyebileceğimiz bu
gruba da hatırlatma ve ikaz görevimizdir. Tirmizi Beyat 37’de “En büyük cihad zalim idareciye karşı hakkı
söylemektir”, hadisi bize bunu
emreder.
Tüm müslümanlar için: İslam
Dininin tüm emir ve yasaklarını İslam ümmeti diyebileceğimiz halkın her
birimine ulaştırılması da bir görevdir. Yani toplum, dinini öğrenmek için bir
gayretin içine girmeli, meslek ve konumu ne olursa olsun herkes dinini,
kitabını, peygamberini tanıyıp, öğrenip müslümanca yaşamak mecburiyetindedir. [343]
184. Cerîr İbni Abdullah radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e namazı tam
olarak kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, her müslümana nasihat etmek üzere biat
ettim.[344]
*
Bugünkü müslümanlar da aynen Cerir İbn-i Abdullah gibi olmalı her an ve her
zamanda mü’minlerin her kesimine nasihat etmeli, bunu bir vazife bilmelidir.
Değilse İslami kardeşlik ve İslam ümmetinin kurulması mümkün olmaz. Cerir,
İslam’ın temel esaslarından ve kendisince en önemli kabul ettiği üç hususu
burada zikretmiştir ki, biri bedeni, biri mali, üçüncüsü ise hem beden hem de
mal ile yapılabilecek bir vazife ve ibadet türüdür. [345]
185. Enes radıyallahu anh’ den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din
kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[346]
*
Bu hadis gerçek İslam kardeşliğinin ne derece ileri seviyede olduğunun bir göstergesidir.
Mü’min, kardeşi için daima hayır ve bereketler istemeli, onun adına hayır duada
bulunmalıdır ki bu ahlak onun imanının gerçek olgunluğa eriştiğinin bir
göstergesidir. Gerçek müslüman kendisi için arzu ettiği şeyleri din kardeşi
için de arzu etmelidir. Hased ve kıskançlık yapmamalıdır. Mü’minler için
istediğimiz hayırlı şeylerde bir bakıma dinde nasihattan sayılır. Ben cennete
gireyim kardeşim de girsin, ben sevap kazanayım kardeşim de kazansın, ben iyi
olayım kardeşim de iyi olsun, gibi. [347]
Bu bölümdeki 8 ayet ve ondört hadis-i şeriften; müslümanlar
içerisinden bir grubun mutlaka bu görevi üstlenmesi gerektiğini, en hayırlı
ümmetin vasıflarının bu olduğunu, iyilikleri emredip affetmeyi prensip haline
getirip cahillerden uzak durulması gerektiğini, müslümanların erkek ve kadın
daima bu görevlerine devam edeceklerini, önceki toplumlarda bu görevi
yaşamayanlara lanet edildiğini, gerçek ve doğruların Rabbimizden olduğunu, dileyenin
iman edip dileyenin inkar ettiğini, emrolunduğumuz islami hüküm ve bilgileri
beyinleri çatlatırcasına duyurmamız gerektiğini, kötülükten sakındıranların
kurtulduklarını, bu işi yapmayan ve kötülüklere batıp gidenlerin
azaplandırıldığını, kötülük gören kimsenin gücü doğrultusunda eliyle, diliyle
değiştirmesi gerektiğini bunlara gücü yetmeyenin kalbiyle buğzetmesi
gerektiğini, bunun da imanın en zayıf derecesi olduğunu, cihadın el ile, dil
ile, kalb ile olabileceğini, cihad fikri ve şuuru olmayan kimsede hardal
ağırlığı kadar imanın olmadığını, küfür sayılacak bir işi işlemedikleri sürece
idarecileri dinleyip itaat edeceğimizi, geminin alt katındakilerin su almak
için üsttekileri rahatsız etmemek için geminin tabanına bir delik açarak bu
ihtiyaçlarını gidermelerine üst kattakiler engel olmazlarsa hepsinin birden
boğulacaklarını, dine uygun olmayan işler yapan idarecilere engel olmaya
çalışanların kurtuluşa ereceklerini, namaz kıldıkları sürece onlara savaş
açılamayacağını, kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit insanların topyekün helak
olacaklarını, yollarda oturmamak gerektiğini oturmak mecburiyeti varsa yolun
hakkı olan gözü haramlardan korumak gerektiğini selam almak, kimseye eziyet
etmemek, kötülüklerden sakındırma vazifesini yerine getirmek gerektiğini, haram
kılınan bir şeyden başka yönlerden istifade edilebileceğini, en kötü
yöneticinin insanlara katı ve kaba davrananlar olduğunu, Allah ve Rasulunun iyi
dediklerini emretmek, kötü dediklerinden sakındırmanın bir vazife olduğunu,
yapılmadığı takdirde azabın gerçekleşeceğini, en faziletli cihadın zalim
hükümdara karşı hakkı söylemek olduğunu, İsrail oğullarında dinden sapmanın
nasıl ve ne şekilde olduğunu, doğru yolda olduğumuz sürece sapıtanların bize
zarar veremiyeceklerini öğreneceğiz.
[348]
“İçinizden iyi ve yararlı olana davet eden doğru olanı
emreden bir topluluk çıksın. İşte gerçek kurtuluşa kavuşanlar onlardır.” (Al-i İmran: 3/104)
“Siz müslümanlar insanlığın iyiliği için çıkarılmış bir
topluluksunuz, doğru olanı emreder, eğri olandan insanları alıkorsunuz.” (Al-i İmran: 3/110)
“Affetme yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla emret,
kendini bilmeyen cahillerden yüz çevir.” (Araf: 7/199)
“Erkek ve kadın mü’minlere gelince onların birbirlerinin
yakını ve dostlarıdır. Hep iyi ve doğru olanın yapılmasını emrederler, kötü ve
zararlı olanın yapılmasına engel olurlar.” (Tevbe: 9/71)
“Allah’tan gelen gerçekleri örtbas etmeye şartlanmış olan
şu İsrailoğulları zaten Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle
lanetlenmişlerdir. Bu onların isyan etmeleri ve hak adalet sınırlarını
aşmalarından dolayıdır.” (Maide: 5/78)
“De ki: Hak olan bu Kur’an Rabbinizden gelmiştir. Artık
dileyen inansın dileyen inkar etsin...” (Kehf: 18/29)
“Artık sen sana emrolunanı açıktan açığa bildir...” (Hıcr: 15/94)
“... Biz de kötü eylemleri önlemeye çalışan kimseleri
kurtardık. Varoluş gayesine aykırı hareket edenleri, yapmakta oldukları
kötülüklerden dolayı şidetli bir azap ile yakaladık.” (Araf: 7/165)
* Maruf: İslamın yani Kur’an ve Sünnetin iyi
kabul ettiği Allah’a itaat etmenin içinde saydığı kişiye sevap kazandıran tutum
ve davranışların bütünüdür.
Münker ise Kur’an ve Hadiste iyi
sayılmayan Allah’ın ve Rasulünün günah saydığı hoş karşılanmayan şeylerdir.
(Al-i İmran: 3/105)’de olduğu gibi kişi Allah ve peygamber tarafından ortaya
konan esasları yok sayıp ayrılığa düşerse büyük bir azaba çarptırılacaktır.
Dinin temeli olan farzlardan biri olan marufu emir ve münkerden nehiy her
müslümana düşen görevlerdendir. Bu görev yerine getirilirse bir önderin
önderliğinde ümmet toplumuna ulaşılır. Ferdî müslüman olarak kalınmaz mutlaka
kişi İslam ümmetinin bir parçası olmak zorundadır. Değilse Tevbe: 9/67 hükmüne
girmiş oluruz. Halbuki müslüman Tevbe: 9/71’in kapsamına girer ve toplum olarak
ta İslam ümmetini teşekkül ettirmeleri için Hac: 22/41 ayetine uymalıdırlar
ayrıca Bakara: 2/44 ve Saf: 61/3 ayetleri de unutulmamalıdır. Çünkü bu iş tüm
müslümanlara farzı ayndır. [349]
186. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken
işittim dedi:
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet
eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de
gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf
derecesidir.”[350]
* Ayetler bölümünde maruf ve münker’in ne demek olduğu açıklamıştık.
Emredilmesi ve yasaklanması gereken hususlar herkesin bildiği ve bilmek
mecburiyetinde olduğu meselelerden ise bunda tüm müslümanlar ortaktır. Bu işi
yaparken de tebliğ metoduna uygun olarak yapılmalı kibarlık, hoş muamele,
yumuşak davranış esas olmalıdır. Kötülüğü
el ile değiştirmek demek ona fiili müdahalede bulunmak ve işe el atmak
demektir. Şayet kişinin içinde bulunduğu durum ve konum bu şekilde o kötülüğü
düzeltmeye kafi gelmiyorsa bunu dili ile
söyleyerek yapmalı büyük fitnelere sebep olmamalıdır. Yine bir tehlike yani
kargaşa ve fitne olacaksa kalbiyle o
şeyden tiksinsin ve uzak dursun denilmekle tebliğ ve ikaz zaman ve zemine
göre ayarlanmalıdır. Herkesin çoban olduğu, yönetimi ve idaresini elinde
bulundurduğu kimselerden sorumlu olduğu hadisi de gözden uzak tutulmamalıdır.
Aile reisi ev halkına bir işyeri idaresinde bulunan oradaki çalışanlara,
devleti idare eden de tebaasına karşı, bu konuda gerekli yükümlülüğü vardır. Bu
işi yaparken de Allah’ın ve Rasulünün razı olacağı her vasıtayı kullanmak da
bir gereklilikdir. [351]
187. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği
peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve
seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra,
yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini
aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden
mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda
hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.”[352]
* Bu hadiste de her peygamberin kendilerini dine davet ettikleri
insanların hepsinin bir olmadığını öğreniyoruz. Bazısının bizzat o peygamber
gibi yaşamayı prensip edinen ve o gibi olan kimselerden çoğunluğunun da Meryem:
19/59’da belirtildiği gibi Allah ve Peygamberler tarafından istenmeyen insanlar
olduklarını; bunların düzeltilmesi için elleriyle, dileriyle ve kalbleriyle
çaba sarfedenlere mü’min denilebileceğini, değilse hardal tanesi kadar bile
imanın olmadığını öğreniyoruz. Bu hadiste cihadın el, dil ve kalble
olabileceği de bizlere öğretilmiş oluyor. Şeriatın emirlerine uymayanlarla
yapılan mücadele cihad sayılır. Dinin haram, günah, yasak kabul ettiğini kabul
etmeyenin imanı yok hükmündedir. Bugün hem müslümanım deyip hem de müslümanca
yaşamayan, müslümanlık hayatlarında gözükmeyen kimseleri her türlü vasıta ve
imkanlarla düzeltmeye çalışmak ta müslümanların görevleri cümlesindedir. [353]
188. Ebü’l–Velid Ubâde İbni Sâmit radıyallahu
anh şöyle dedi:
Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e
zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği
zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye, açıkça küfür sayılan bir şey
yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya, nerede olursak
olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah hakkı için hiçbir kınayıcının
kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.[354]
* Pek çok hadislerde Ashabın değişik prensipler üzerine biat ettikleri
bellidir. Burada da bu değişik şeylere biat edilmiş oluyor. [355]
189. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu
sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa
benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına
yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin
yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:
Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda
oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler.
Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için
alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu
önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”[356]
*
Günümüzde de İslam adına İslamdan tavizler vererek bazı işler yapanlar aynen bu
hadisteki misalde olduğu gibi gemiyi delmekteler fakat diğer müslümanlardan
hiçbir tepki ve engelleme de gelmemekte böyle olduğu için batıl ve geçersiz
olan şeyler müslümanlar tarafından müslümanca bir hareket ve tavır gibi
görülmekte ve sergilenmektedir. Bugün hepimizin yapacağı tek iş, İslamı Kur’an
ve hadislerden en güzel şekliyle öğrenip yapılacak ve yapılmayacak işleri o
bilgiler doğrultusunda yapmak veya yapmayıp engel olmak şeklinde bir tavır
ortaya koymak olacaktır. Böylece İslami isim ve imajlar altında gayri islami
işler yapılmamış ve İslam tatmin vasıtası olarak kullanılmamış olacaktır. Bugün
batıl bidat, hurafe ve haram olan pek çok şey İslami elbise giydirilerek meşru
imiş gibi gösterilmekte ve kimse tarafından hiçbir engelleme olmadığı için
yapılıp gitmekte ve kafalarda meşru bir iş gibi kalmaktadır. Kitap ve sünnet
gözlüğüyle bakanlar böylece yapılan pek çok gayrimeşru işi bugün İslami isimler
altında görebilecektir. Gücümüz yettiğince bunlara engel olunmalıdır. [357]
190. Mü’minlerin annesi, Ümmü Seleme
Hint Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe radıyallahu anhâ’dan rivayet
edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizin üzerinize birtakım emirler, yöneticiler tayin
olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi bulur, uygun olmayanlarını
ise hoş karşılamaz, tenkit edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse
günahdan korunmuş olur. Kim de tenkit eder, onların kötülüklerine engel olmaya
çalışırsa, kurtuluşa erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa
isyan etmiş olur.”
Bunun üzerine sahâbe–i kirâm:
– Ya Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı? dediler.
Peygamber Efendimiz:
–”Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır” buyurdu.[358]
* Müslüman idareci ve başkana karşı yapılacak tutum bu hadiste böylece
özetlenmiş oluyor. Müslüman bozguncu değildir, ıslah edicidir. Hadisi tekrar
okumak kafidir, fazla söze hacet yoktur. [359]
191. Mü’minlerin annesi, Ümmü’l–Hakem
Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ’ nın anlattığına göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem, korkudan titreyerek onun yanına girdi ve:
“Allah’dan başka ilah yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay
Arabın haline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı” buyurdu ve baş parmağı ile şehadet
parmağını birleştirerek halka yaptı. Bunun üzerine ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk
olur muyuz, dedim? Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet” buyurdu.[360]
192. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
“Yol ve sokaklara
oturmaktan sakınınız”
buyurdu. Sahâbîler:
– Ya Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan
vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
–”Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda
kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz” buyurdular. Bunun üzerine:
– Yolun hakkı nedir ki, ya Resûlallah? diye sordular.
Peygamberimiz:
–”Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen
selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma
vazifesini yerine getirmek” buyurdular.[361]
193. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir
adamın elinde altın bir yüzük gördü, onu çıkardı ve attı. Sonra da şöyle
buyurdu:
“Sizden biriniz ateşten bir köze yönelip, onu eline mi
alıyor?” Hz.
Peygamber gittikten sonra o adama:
– Yüzüğünü al da ondan uygun bir şekilde faydalan, denildi.
Bu kişi ise:
– Hayır Allah’a yemin ederim ki, Allah Resûlü onu attıktan
sonra onu ebediyyen almayacağım, dedi.[362]
* Altın ve ipek kullanmak erkeklere haram kılınmış olup zaruri hallerde
yani vücudun bir uzvuna (burun, diş vs.) altından ek konulması ve kaplanması
tedavi ve tamir niteliği taşıdığından caizdir, süs ve zinet olarak kullanılması
haramdır. Yine ipek elbiseyi de savaşta ve uyuz hastalığına yakalanan bir
kimsenin kullanması caizdir. Bu hadisten gücü yeten kimsenin kötülüğü eliyle
giderebileceğini de öğrenmiş oluyoruz. [363]
194. Ebû Saîd Hasan el–Basrî’den
rivayet edildiğine göre, Âiz İbni Amr radıyallahu anh Ubeydullah İbni
Ziyâd’ın yanına girdi ve:
– Ey oğlum! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’
in “Yöneticilerin en kötüsü, idaresi altındaki insanlara karşı katı ve kaba
davrananlardır” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma, dedi.
Ubeydullah İbni Ziyâd, Âiz’e:
– Sen otur! Çünkü sen Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem’ in ashabının, unun kepeği gibi döküntü takımındansın, dedi. Âiz
İbni Amr:
– Onlar arasında unun kepeği gibi döküntü takımından olan
mı var ki? Unun kepeği gibi döküntü takımından olanlar onlardan sonra ve onlar
dışındakilerin arasından çıktı, dedi.[364]
195. Huzeyfe radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin
ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah
kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a
yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”[365]
*
Allah’ın iyi dediklerini emredip kötülüklerden sakındırma görevi yerine
getirilmezse Allah mutlaka azabını gönderir, herkes bu işi yapmalıdır. Bakınız
bu işi yapmayanların duaları bile kabul edilmiyor. [366]
196. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve
adaleti söylemektir.”[367]
197. Ebû Abdullah Târık İbni Şihâb
el–Becelî el–Ahmesî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem ayağını özengiye koymuş vaziyette iken, bir adam:
– Hangi cihad daha faziletlidir, diye sordu? Peygamberimiz:
– “Zâlim sultan katında söylenen hak söz” buyurdular.[368]
*
196-197: İslam, insanlığı diriltmek için gelen bir sistemdir. Bu sebeple
cihaddaki prensip şudur: Bir kişiyi müslüman edip kurtarmak, binlerce kafiri
yok edip ortadan kaldırmaktan daha hayırlıdır. Maide: 5/32’de olduğu gibi.
Cihad sadece cephede düşmana karşı yapılan savaş değildir. Cihad gayret etmek
demektir. Kişi İslamı yüceltmek ve Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için
her ne türlü gayret ederse etsin hepsi cihad kapsamındadır. El, dil, kalem,
basın yayın ve pek çok değişik yöntemlerle cihad yapılabilir. Yöneticilere
doğru ve adaleti tavsiye etmek de cihadın bir türüdür. [369]
198. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle
başladı:
Bir adam bir başka adama rastlar ve:
Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi
terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o
adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi,
onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca
Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl–i Ekrem şu âyeti okudu:
“İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu
İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı
gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta
oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini
görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür!
Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer
Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost
edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” (Mâide: 5/77–81).
Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu:
“Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder,
kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür
ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir,
sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”[370]
Yukarıdaki tercüme Ebû Dâvûd’un metnine aittir. Tirmizî’nin
metninin tercümesi ise şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları
nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terketmediler. Bu defa âlimleri de
onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah
Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ’nın
diliyle onlara lânet etti. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları
sebebiyle idi.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaslandığı
yerden doğrulup oturarak:
“Hayır! Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a
yemin ederim ki, onları hakka boyun eğdirinceye kadar bu böyle devam edecektir”
buyurdular.
* Ne kadar günümüzü yansıtıyor Allah Rasulü (s.a.v.). [371]
199. Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu
anh şöyle dedi:
Ey insanlar! Şüphesiz siz şu âyeti okuyorsunuz:
“Ey inananlar! Siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz
sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemekte
olduklarınızı size haber verecektir” (Mâide: 5/105) Oysa ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel
olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine
umumileştirmesi yakındır.”[372]
* Şahsi ihmallerden doğacak zarar tüm toplumu etkiler, sapık toplumlara
gelen felaketler içlerindeki iyi kimseleri de içerisine alır. Çünkü o iyi
olanlar toplumu düzeltmek için gerekeni yapmamışlardır. [373]
“Siz kendinizi unutarak diğer insanlara iyilik yapmayı ve
erdemli olmayı mı emredersiniz? Hem de ilahi kelamı okuyup duyduğunuz halde;
siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız.” (Bakara: 2/44)
“Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyleri
söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında en sevilmeyen
şeydir.” (Saff:
61/2-3)
“Allah Şuayp (a.s.)’dan bahsederek şöyle buyuruyor: “Ben
size yasakladığım şeyleri kendim yaparak size aykırı davranmak istemiyorum.” (Hud:
11/88)
200. Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni
Hârise radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle
buyururken işittim:
“Kıyamet günü bir adam getirilir ve cehennem ateşine
atılır. Bağırsakları karnından dışarı çıkar ve onlarla birlikte değirmen
döndüren merkeb gibi döner durur. Cehennem halkı onun yanına toplanırlar ve
derler ki:
– Ey filân! Sana ne oldu? Sen iyiliği emredip kötülükten
nehyetmez miydin? O kişi de:
– Evet, iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım,
münkerden nehyederdim, fakat kendim yapardım, der.”[374]
*
Davetçi ve tebliğci yani insanlara doğru yolu göstermekle yükümlü olanlar, önce
kendileri doğru yolda ve kurtuluşa ermeliler. Peygamberler gerçek mürşidlerdir.
Onların hayatı tetkik edildiğinde görülecek olan şudur: Onlar söylediklerini
daima yapagelmişlerdir. Bundan dolayı Kur’an ve Sünnet en güzel örnekler olarak
peygamberleri canlı bir tablo olarak bizlere sunar.
Bu
hadisten öğrendiğimiz, cehennemdeki azap şekilleri değişik ve kademe kademedir.
Bilgisiyle yaşamayanların cezaları böylece daha şiddetlidir. İslamın iyi
dediklerini emredip, kötü dediklerinden yasaklayıp kendisi de söylediği gibi
olanlar cehennemden kurtulurlar. [375]
Bu
bölümdeki iki ayet ve dört hadisten, Allah’ın emanetleri ehline teslim etmemizi
emrettiğini, Allah’ın emaneti göklere, yere, dağlara sunmuştuk, fakat
hiçbirinin kabul etmeyip zalim ve cahil olan insanoğlunun kabul ettiğini,
Münafıkın alametinden birinin de emanete hıyanet etmek olduğunu, insanların
Kur’an’dan ve sünnetten emaneti öğrendiklerini ve bir gün emanetin ortadan
kalkacağını emanet edilecek bir kişi bile bulunmaz hale geleceğini, kalbinde
hardal tanesi kadar imanı olmayan kişilere akıllı, cesur denilip güvenilir
kimse sayılacağını, mahşerde insanların sırattan nasıl geçeceklerini, sıratın
üzerinde bulunan engelleri, cehenneme yuvarlanacak kimseleri, Abdullah ibn-i
Zübeyr’in oğluna vasiyeti ve borçlarını ödemesindeki tavsiyelerini öğreneceğiz. [376]
“Gerçekten Allah size emanetleri ehil
olanlara vermenizi emreder...” (Nisa:
4/58)
“Gerçek şu ki biz akıl ve irade
emanetini göklere, yere ve dağlara sunmuştuk, ama sorumluluğundan korktukları
için onu yüklenmeyi reddettiler. O emaneti insan üstlendi. Zaten o her zaman
kendisine haksızlık etmeye yatkın bir yaratık olup işlerin sonucu hususunda da
sağlam bilgiden yoksundur.” (Ahzap:
33/72)
201. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’
den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz
verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”[377]
Bir rivayette: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin
zannetse bile” buyurulur.[378]
* Münafık içinden kafir, dışından müslüman görünen kimsedir. Bu hadis ikinci
bölümüyle de açıklamaktadır ki, bugün camilerde namaz kıldığı halde yalan
söyleyen, verdiği sözde durmayan ve hainlik yapan kimseler vardır. 1400 sene
önce Medine’de peygamber mescidinde de aynı şekilde peygamberimizin ardında
namaz kılıp müslümanların kuyusunu kazan Abdullah ibn-i Übey ve benzeri
kimselerin olduğu gibi münafık deyince bizlerin dışında başka kimseleri
algılamaktayız ve aramızdaki münafıkları görmemekteyiz. “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendisini mü’min zannetse bile” yalan söyleyerek, sözünün bozuk oluşu,
sözünden dönerek niyetin bozuk oluşu, hıyanet ederek de davranışın bozuk oluşu
kişiyi münafık eder. Münafıklıkta gerçekten kafirlikten beterdir ve ceza
yönünden de cehennemde daha berbattır. Nisa: 4/145’de olduğu gibi Müslümana
yaraşan odur ki sayılan bu alametleri kendisinde bulundurmamak üzere bir
gayretin içine girmek hangi iş ve konumda olursa olsun böyle muamelelere asla
yanaşmamak ve inanç yönünden en tehlikeli durum olan münafıklığa düşmemektir. [379]
202. Huzeyfe İbni’l–Yemân radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize iki
olayı haber verdi. Bunlardan birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Hz.
Peygamber bize şunları söyledi:
“Şüphesiz ki emanet, insanların kalblerinin ta
derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur’an indi. Bu sayede insanlar
Kur’an’dan ve sünnetten emaneti öğrendiler.” Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
bize emanetin kalkmasından bahsetti ve şöyle dedi:
“İnsan bir kere uyur ve kalbinden emanet çekilip alınır, ondan
belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha uyur, yine kalbinden emanet
alınır; bu defa da ayağının üzerinde yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir
eseri kalır. Sen onu içinde hiçbir şey olmadığı halde kabarık görürsün.” Daha sonra Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem eline çakıl taşları alarak ayağının üzerinde yuvarladı.
Sözlerine de şöyle devam etti:
“Neticede insan o hale gelir ki, insanlar alış–veriş
yaparlar da, neredeyse emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta
şöyle denilir:
“Filan oğulları arasında emin bir adam varmış.” Bir başka
kişi hakkında da: “Ne kadar cesur, ne kadar zarif, ne kadar akıllı bir kişi”
denilir. Oysa kalbinde hardal tanesi kadar bile iman yoktur. ”
Şüphesiz ki bir zamanlar, sizin hanginizle alış–veriş yapacağıma
aldırmazdım. Çünkü alış–veriş yaptığım kişi müslümansa, dini kendisini benim
hakkımı vermeye yöneltirdi. Şayet hıristiyan veya yahudi ise, valisi benim
hakkımı vermeye onu sevkederdi. Fakat bugün sizden sadece belli birkaç kişiyle
alış–veriş yapıyorum.[380]
* Kalblerin derinliğine yerleşen emanete riayet hukuku yani Allah’a
verilen sözler ve bunun yanısıra da insanlar arası münasebetlerde yerini bulan
emanet hukuku; dinin kendisi ve özü olmuş oluyor. Kur’an ve sünnet kültürüne
vâkıf olanlar ve vakıf oldukları bilgileri yaşamaya çalışanlar imanı tam ve
emanete riayet eden kimselerdir.
Zamanla
imanın zayıflaması müslümanların her iş ve ibadette olduğu gibi emanete riayet
hususunda da hassasiyetleri kalmayacaktır. Bugün piyasanın her kesiminde
(memur, işçi, esnaf, sanatkar)’da bunun getirdiği olumsuz neticeleri görüyoruz.
İnsan
kitap ve sünnet bilgisinden yoksun ve gafil olduğu vakit haramlara dalar, günah
işler, imanı zayıflar ve kalbi kararır (Müsnet III. 135)’de Emaneti olmayanın imanı da yoktur, hadisiyle peygamberimiz emanetin önem ve
büyüklüğünü bize hatırlatmış oluyor.
Kitap
ve sünnetle irtibatı kopuk olan veya gafleti olan kimsenin imanı zayıflar
Eminliği kaybolur, dini hassasiyeti ve hak hukuka riayeti de yok olur, böylece
kalbine işlediği günahlardan dolayı konan nokta ve lekeler çoğalarak kalbi
simsiyah kesilir ve o zaman insan hainleşir. Ticaret, alışveriş ve her işde
hainlik yapmayan dürüst insan parmakla gösterilecek kadar az olur ve dillere
destan olacak kadar şöhret bulur. O gün Huzeyfe alışveriş yapacak kimse
bulamadığından bahsediyor. Bugün biz de dürüst ve güvenilir alışveriş yapacak
yerler ve kimseler bulamamaktayız. İslami yaşantının ve imanın görüntüleri ahir
zamanda daha da zayıflayacağına ve azalacağına hadis-i şerif işaret etmektedir. [381]
203. Huzeyfe ve Ebû Hüreyre radıyallahu
anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Şanı yüce ve üstün olan Allah, insanları bir araya toplar.
Mü’minler ayağa kalkarlar ve cennet kendilerine yaklaştırılır. Âdem
aleyhisselâm’a gelirler ve derler ki:
– Ey babamız! Bize cennetin açılmasını iste! Âdem der ki:
– Sizi cennetten çıkaran, babanızın hatasından başka ne ki?
Ben bu işin ehli değilim. Siz, Allah’ın dostu olan oğlum İbrahim’e gidiniz.
Bunun üzerine İbrahim’e giderler, o da:
– Ben bu işin ehli değilim. Ben geriden geriye, uzaktan
halîl idim. Siz, Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuştuğu Mûsâ’ya gidiniz der.
Onlar Mûsâ’ya giderler. Mûsâ kendilerine:
– Ben bu işin ehli değilim. Siz Allah’ın kelimesi ve ruhu
olan İsâ’ya gidiniz, der. İsâ’ya geldiklerinde:
– Ben bu işin ehli değilim, diye karşılık verir. Bunun
üzerine onlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e giderler. O da hemen
ayağa kalkar ve kendisine şefaat için izin verilir. Emanet ve rahim (akrabalık
bağı) gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar. Sizin ilk
kafileniz şimşek gibi geçer. Ben:
– Annem babam feda olsun, şimşek gibi geçmek nedir? dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
–”Şimşeği görmediniz mi? Göz açıp yumacak kadar bir zamanda
geçip gidiverir!” buyurdu. Sonrakiler rüzgâr gibi, kuş gibi, koşucular gibi
geçerler. Onları amelleri böyle süratli geçirir. Peygamberiniz sırat üzerinde
durup şöyle der:
–”Ey Rabbim! Selâmete çıkar, selâmete çıkar. ”
Neticede, kulların amelleri kendilerini sırattan geçirmede
âciz kalır. O kadar ki, yürümeye gücü yetmeyen bir adam oturağı üzerinde
sürünerek gelir. Sıratın iki tarafında emrolunduklarını yakalamakla memur asılı
çengeller vardır. Bazıları yaralanmış vaziyette kurtulur, bazıları da cehenneme
yuvarlanır.”
Ebu Hüreyre’nin nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki,
cehennemin dibi yetmiş yıllık mesafe kadar derinliktedir.[382]
204. Ebû Hubeyb Abdullah ibni Zübeyr
radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Cemel vak’ası gününde, (muharebe) durunca (babam) Zübeyr
beni çağırdı. Ben de hemen ayağa kalkıp yanına vardım, dedi ki:
– Ey oğulcuğum! Bugün öldürülenler ya zâlim veya mazlumdur.
Bana gelince, bugün mazlum olarak öldürüleceğim kanaatindeyim. En büyük düşüncelerimden
biri, elbetteki borçlarımdır. Ne dersin, borçlarımızı ödedikten sonra
malımızdan geriye birşey kalır mı? Sonra şöyle devam etti:
– Ey oğulcuğum! Malımı sat, borcumu öde. Malının kalanı
olursa üçte birini vasiyet etti. Vasiyet ettiğinin üçte birinin de Abdullah’ın
çocukları olan torunlarına verilmesini istedi ve:
– Borçları ödedikten sonra malımızdan birşey kalırsa, üçte
biri senin oğullarına aittir, dedi.
Hişâm diyor ki:
– Abdullah’ın çocukları, Zübeyr’in Hubeyb ve Abbâd gibi
bazı çocuklarının akranı idiler. O gün onun dokuz oğlu ile dokuz kızı
bulunuyordu.
Abdullah der ki:
– Borcunu bana vasiyet edip duruyor ve:
– Ey oğulcuğum! Şayet borcumdan bir kısmını ödemekten aciz
kalırsan, Mevlâm’dan yardım dile, diyordu. Allah’a yemin ederim ki, ben ne
demek istediğini tam anlayamadım ve:
– Babacığım, Mevlân kim? dedim. O:
– Mevlâm, Allah! dedi.
– Allah’a yemin ederim ki, onun borcunu ödemekte sıkıntıya
düştükçe:
– Ey Zübeyr’in Mevlâsı! Onun borcunu öde, derdim. Hemen
ödeyiverirdi.
Zübeyr’in oğlu Abdullah sözüne devamla der ki:
Zübeyr, altın ve gümüş bırakmadan öldürüldü. Sadece bir
bölümü Gâbe’de bulunan arazi bıraktı. Bir de on biri Medine’de, ikisi Basra’da,
biri Kûfe’de ve biri de Mısır’da evler bıraktı. Abdullah sözüne şöyle devam
etti:
Babamın üzerindeki borçlar şöyle olmuştu: Bir kimse
kendisine gelir, ona bir emanet bırakmak ister, babam Zübeyr ise:
– Hayır, emanet olmaz, fakat borç olarak bırak. Çünkü ben
onun zayi olmasından korkarım, derdi.
Zübeyr hayatı boyunca ne bir valilik, ne harac toplama
memurluğu, ne de başka bir idârî görevde bulunmadı. Sadece Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem veya Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte cihada iştirak
etti.
Abdullah diyor ki:
Babamın üzerindeki borçları hesapladım, iki milyon iki
yüzbin rakamını buldum.
Hakîm İbni Hizâm, Abdullah İbni Zübeyr ile karşılaştı ve:
– Ey kardeşimin oğlu! Kardeşimin borcu ne kadar? diye
sordu. Borcu gizledim ve:
– Yüzbin, dedim. Bunun üzerine Hâkim:
– Allah’a yemin ederim ki, malınızın buna yeteceği
kanaatinde değilim, dedi. Abdullah:
– İki milyon iki yüzbine ne dersin? deyince, Hâkim:
– Buna güç yetirebileceğinizi zannetmiyorum. Borçtan ödeme
yapmakta âciz kalacak olursanız benden yardım isteyin, dedi. Abdullah diyor ki:
Zübeyr, Gâbe mevkiindeki araziyi yüz yetmişbine satın
almıştı, Abdullah orayı bir milyon altı yüzbine sattı. Sonra kalktı ve:
– Kimin Zübeyr’de alacağı varsa, Gâbe’de bize gelsin! diye
ilan etti. Bunun üzerine Zübeyr’den dörtyüz bin alacaklı olan Abdullah İbni
Ca’fer, Zübeyr’in oğlu Abdullah’a geldi ve:
– Dilerseniz alacağımdan vazgeçip bağışlayayım, dedi.
Abdullah:
– Hayır, dedi. Bunun üzerine Abdullah İbni Ca’fer:
– Şayet borcunuzdan bir bölümünü te’hir etmek isterseniz,
benim alacağımı geri bırakabilirsiniz, dedi. Zübeyr’in oğlu Abdullah:
– Hayır, bunu da istemiyoruz deyince, Abdullah İbni Ca’fer:
– O halde bana araziden bir parça ayırın, dedi. Abdullah
İbni Zübeyr de:
– Şuradan şuraya kadar olan arazi senin olsun, dedi.
Abdullah, kalan araziden bir bölümünü de sattı. Babası
Zübeyr’in kalan borçlarını ödeyip bitirdi. Araziden dört buçuk sehim de arttı.
Abdullah kalkıp Muâviye’nin huzuruna gitti. Orada Amr İbn Osman, Münzir İbni
Zübeyr ve İbni Zem’a da vardı. Muâviye, Abdullah İbni Zübeyr’e:
– Gâbe’ye ne kadar değer biçildi? diye sordu. Abdullah:
– Her sehim için yüzbin, dedi. Muâviye:
– Bunlardan ne kadarı kaldı? dedi. Bunun üzerine Münzir
İbni Zübeyr:
– Ben ondan bir sehimi yüzbine aldım dedi. Amr İbni Osman :
– Bir sehimini de ben yüzbine aldım dedi. İbni Zem’a:
– Bir sehimini de ben yüzbine aldım, dedi. Muâviye:
– Şimde geriye ne kadar kaldı? diye sordu. Abdullah İbni
Zübeyr:
– Bir buçuk sehim, dedi. Muâviye:
– Kalan bir buçuk sehimi de ben yüz ellibine satın aldım,
dedi. Abdullah İbni Ca’fer, kendi hissesini Muâviye’ye altı yüzbine sattı.
Abdullah İbni Zübeyr, babasının borçlarını ödeyip
bitirince, Zübeyr’in diğer çocukları, Abdullah’a:
– Mirasımızı aramızda taksim et, dediler. Abdullah:
– Allah’a yemin ederim ki, dört sene süreyle hac
mevsiminde:
Kimin Zübeyr’de alacağı varsa bize gelsin, borcunu
ödeyelim, diye ilan etmedikçe, Zübeyr’in mirasını paylaştırmayacağım, dedi.
Dört sene boyunca bu şekilde ilan etti. Dört sene geçince, mirası taksim etti
ve (babası Zübeyr’in vasiyeti olan) üçte birini ayırdı. Zübeyr’in dört karısı
vardı. Onlardan her birine bir milyon ikiyüzbin düştü. Buna göre Zübeyr’in
bütün malı elli milyon iki yüzbin tutmaktadır.[383]
* Bu mevkuf hadis diyeceğimiz kıssada
Zübeyr kimseden emanet olarak bir şey almıyor borç olarak alıyor ve borcu da
muhafaza ediyor. Böyle bir çarpışma vuku bulunca da oğluna vasiyette bulunuyor,
o da babası vefat edince tüm bu borçları (emanetleri) yerli yerince
dağıtılmadan mirası bile paylaştırmıyor. Emanete riayette ne kadar hassas
davranan bir baba ve oğul örneği...
[384]
Bu bölümdeki iki ayet ve on dokuz hadis-i şeriften,
zalimlerin yani yaratılış maksatları dışında hareket edenlerin hiçbir
dostlarının ve sözü dinlenecek hiçbir şefaatçilerinin ve yardımcılarının
olmayacağını, zulüm ve cimrilikten sakınmak gerektiğini, kıyamet günü boynuzsuz
koyun için boynuzlu koyundan kısasla hakkının alınacağını, Rasulullah’ın
Deccali nasıl tarif ettiğini, müslümanın müslümana kanı, malı ve ırzının haram
olduğunu, bir kara toprağa zulmen sahip olana yedi kat yerin kıyamet günü
boynuna geçirileceğini, Allah’ın bu dünyada zalimlere mühlet verdiğini ama
yakalayınca da kıskıvrak yakaladığını, mazlumun bedduasından sakınmak
gerektiğini, devlet memurlarının aldığı hediyenin rüşvet ve zulüm olduğunu, kul
hakkı olan kimselerin kıyamet günü günah ve sevapların takas edilmesi ile
ödeştirme yapılacağını, müslümanın elinden, dilinden kimsenin zarar görmeyeceği
kimse olduğunu, muhacirin ise Allah’ın yasaklarından uzak olan kimse olduğunu,
savaşta elde edilen ganimetten çalan kimselerin cehennemlik olduğunu, veda
hutbesinden bir bölümü, yeminle bir müslümanın hakkını yiyen kimseye Allah’ın
cennetini haram kılacağını, tahsildarlık yapan bir kimse iğne kadar bile bir
şeyi zimmetine geçirirse bunun hıyanet olduğunu, şehitliğin kul borcu dışında
her şeye keffaret olduğunu, gerçekten müflis kimsenin kıyamet günü
alacaklılarına sevaplarını vererek sevabı tükenen kimse olduğunu, haksız
yollarla hüküm veren kimseyi aldatıp başkasının hakkını gasbedenin cehennemlik
olduğunu öğreneceğiz.
[385]
“... O gün yaratılış gayesi dışında sürdürenler ne bir dost
bulacaklar ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.” (Mü’min: 40/18)
“... Yaratılış gayelerine aykırı yaşayanlara hiçbir
yardımcı da yoktur.”
(Hacc: 22/71)
205. Câbir radıyallahu anh’ den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde
zâlime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik
sizden önceki ümmetleri helâk etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını
dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir.”[386]
* Zulmün en güzel tarifı: Yaradılış gayesi dışında yaşamak demektir.
Haddi aşmak başkalarının hukukuna tecavüz etmektir. Zulüm kıyamet günü
karanlıklarda kalmak demektir. Cimriliğin en şiddetli olanına da şuh denilir ki her işte ve her konumda cimri davranmak demektir.
İsra: 17/29 ve 100 ayetlerde bu durum en güzel biçimde açıklanır. İnsanlar
cimrileştikçe yeryüzünde fakirle zengin arası açılmış olur bu mesafe çoğaldıkça
da zulüm her çeşidiyle toplumlarda görülmeye başlar. Bugünkü toplumlarda olduğu
gibi zulme sebeb ve vasıta olmak ta aynen günahtır. Zulüm ve cimrilik dinden
sapmanın önde gelen sebeblerindendir.[387]
206. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir.
Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”[388]
* Bu hadis kıyamet günü hayvanların da mahşer yerine getirileceğine
delildir. Tekvir: 81/5 de olduğu gibi yani kıyamet günü her türlü hak, hak
sahibine verilecektir. Kendilerine teklif yüklenmeyen hayvanlara böyle adil
davranılırsa her hareketinden sorumlu olan insana yapılacak muamelenin ne
derece adil olacağı kolayca anlaşılabilir. O gün bu adaleti ve dehşetli
manzarayı gören kafirler keşke toprak olsaydık diyecekler. Nebe: 78/40 ayetinde
belirtildiği gibi. [389]
207. İbni Ömer radıyallahu anhümâ
şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem aramızda iken
Vedâ haccı’ndan söz ediyorduk, ama Vedâ haccı’nın ne olduğunu bilmiyorduk.
Nihayet, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a hamd ve senada
bulundu, sonra da deccâldan bahsederek onun hakkında uzunca bilgi verdi.
Şunları söyledi:
“Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber, ümmetini deccâl konusunda
uyarmıştır. Nuh ve ondan sonraki peygamberler, ümmetlerini bu konuda uyarıp
sakındırdılar. Şüphesiz ki o sizin aranızda çıkarsa, onun durumu ve hali size
gizli kalmaz. Rabbinizin tek gözü kör olmadığı size gizli kalan, bilmediğiniz
bir şey değildir. Deccalin ise, sağ gözü kör olup, sanki salkımından dışarı
fırlamış yaş bir üzüm tanesi gibidir. Uyanık olunuz! Allah Teâlâ birbirinizin
kanlarını ve mallarını, şu ayınızda bugününüzü haram kıldığı gibi, birbirinize
haram kılmıştır. Dikkat ediniz, sizlere tebliğ ettim mi?”
Ashâb–ı kirâm:
– Evet tebliğ ettin, dediler. Peygamberimiz:
–”Allahım! Şahit ol” diye üç defa tekrarladı. Sonra da:
“Size yazık olur, bakınız, sakın benden sonra birbirinizin
boynunu vurup da küffara dönmeyiniz” buyurdular.[390]
208. Âişe radıyallahu anhâ’ dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kim bir karış mikdarı bir yere haksız olarak zulümle sahip
olursa, o yerin yedi katı boynuna geçirilir.”[391]
*
Bir kimsenin arazisine tecavüz ve malını gasbetmek de en büyük zulümlerdendir.
Her zulmün olduğu gibi bunun da kıyamette cezası şiddetlidir. Bugün kırsal
kesimlerde çok olarak rastlanan arazi tecavüzleri ve bunun neticesinde ortaya
çıkan pek çok kötülük ve kan dökmeleri kırgınlık ve dargınlıkları önlemek için
bu işin ahiretteki cezası hatırlatılmış ve ne büyük bir zulüm işlendiği ortaya
konulmuştur. [392]
209. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’ den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Hiç şüphesiz Allah zâlime mühlet verir. Onu yakalayınca da
kaçmasına fırsat vermez.” Sonra şu âyet–i kerîmeyi okudu:
“Rabbin, zâlim bir kasaba halkını yakalarken işte böyle
yakalar. O’nun yakalaması gerçekten çok acı ve çetindir.” (Hûd: 11/102)[393]
* Allah kötülüklerinden belki vazgeçerler diye tevbe ederler ve pişmanlık
duyarlar diye süre tanır, bazılarının ise cezalarını kıyamete tehir eder. Bunun
için bkz. Al-i İmran: 3/178, İbrahim: 14/42, Al-i İmran: 3/196, 197. [394]
210. Muâz radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni
(yönetici olarak Yemen’e) gönderdi ve şunları söyledi:
“Sen kitap ehli olan bir topluma gidiyorsun, Onları,
Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın Resûlü olduğuma şahitlik
etmeye dâvet et. Eğer onlar, bu dâvete uyup itaat ederlerse, Allah’ın
kendilerine her bir gün ve gecede beş vakit namazı kesin olarak farz kıldığını
bildir. Şayet buna da itaat ederlerse, Allah Teâlâ’nın, zenginlerinden alınıp
fakirlerine verilmek üzere, kendilerine zekâtı mutlak surette farz kıldığını
bildir. Buna da itaat edip uydukları takdirde, onların mallarının en gözde ve
kıymetli olanlarını almaktan sakın. Mazlumun bedduasını almaktan da son derece
çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında bir perde yoktur.”[395]
211. Ebû Humeyd Abdurrahman İbni Sa’d
es–Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ezd
kabilesinden İbni Lütbiyye denilen bir adamı zekât toplamak üzere
görevlendirmişti. Bu zât vazifesini yapıp Resûlullah’ın huzuruna gelince:
Şu mallar sizindir, şunlar da bana hediye edilenlerdir,
dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minberde
ayağa kalkdı ve Allah’a hamd ü senâdan sonra şöyle buyurdu:
“Size söyleyeceğime gelince: Allah Teâlâ’nın benim idareme
verdiği işlerden birine sizlerden birini görevli tayin ediyorum, sonra da o
kişi dönüp geliyor ve bana diyor ki:
Şunlar size ait olanlardır; şunlar da bana hediye
edilenler.
Eğer o kişi sözünde doğru ise, babasının veya anasının
evinde otursaydı da kendisine hediyesi gelseydi ya! Allah’a yemin ederim ki,
sizden biriniz haksız olarak bir şey alırsa, kıyamet gününde o aldığı şeyi
yüklenmiş vaziyette Allah’ın huzuruna çıkar. Ben sizden herhangi birinizin,
Allah’ın huzuruna böğüren bir deve veya bir inek yahut da meleyen bir koyun
yüklenmiş vaziyette mi çıkacağınızı kesinlikle bilemem.”
Sonra Resûlullah koltuklarının altının beyazı görülecek
kadar ellerini yukarıya kaldırıp:
“Allahım! Tebliğ ettim mi?” buyurdu.[396]
* Devlet işiyle uğraşanların aldıkları hediyeler de rüşvettir. Adı hediye
olsa bile caiz değildir. Rasulullah bu gerçeği ashabına duyurmuş ve sonunda da
tebliğ ettim mi diyerek dikkatleri çekmiştir. Yani devlet memurlarının işlerini
yaparken alacakları her şey haramdır, ganimetten mal çalmak gibi günahtır. [397]
212. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’
den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla
ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden
önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı
zulüm mikdarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir. ) Şâyet
iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak
onun üzerine yükletilir.”[398]
* Müslümanın her türlü zulüm ve haksızlıktan uzak durması gerekir.
Bilerek veya bilmeyerek zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse haksızlık
ettiği kimselerle bu dünyada helallaşıp hesaplaşmalıdır. Çünkü kıyametteki
hesaplaşma sevapların alınması veya günahların karşı tarafa yüklenmesi şeklinde
olacaktır. İlahi adalet gereği kıyamette böyle yapılacaktır. [399]
213. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar
görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran
kimsedir.”[400]
*
İnsanoğlunun en çok kullandığı el ve dil ve bunlarla yapılan zararlar ve
kötülüklerden uzak durulması emredilen hadisimiz gerçek mümin olma özelliğini
bize kazandırmayı hedefliyor. Gerçek fazilet kötülüklerden uzak durmaktır.
* Muhacir ise önce günah ve suçlardan uzak durup müslümanca
yaşıyamıyacağı bölgeden yaşayabileceği yere göç etmektir. Kişi hayatı boyunca
günah ve kötülüklerden uzak durmak durumundadır. Gerekirse vatanını da
terkedecektir. [401]
214. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhüma şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in seferde bazı
yükleme hizmetlerini gören ve kendisine Kirkire denilen bir adam vardı. Adam öldü.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“O cehennemdedir” buyurdu.
Sahâbe gelip adamın evindeki eşyalarına baktılar; ganimet
malından çaldığı bir abâ buldular.[402]
*
Rasulullah (s.a.v.) efendimize Kur’an dışında da vahiy gelmiştir. Bu gaybe dair
haberi ile bu kimsenin paylaşılmadan önce ganimet malından bir şey çalması ve
bu büyük günahtan dolayı da cehennemlik olması bildiriliyor. Ganimet, İslam
devletinin geneline ait bir maldır. Bu genel mala ihanet ve onu çalmak büyük
günahlardan olup cezası cehennemdir. [403]
215. Ebû Bekre Nüfey’ İbni Hâris radıyallahu
anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Zaman, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekliyle
dönmektedir. Bir yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram olan aydır. Üçü
birbiri ardınca gelen, zilkade, zilhicce ve muharremdir. Biri ise cemaziyelâhir
ile şâbân arasında bulunan ve Mudar kabilesinin daha çok değer verdiği receb
ayıdır. ” Peygamberimiz:
– “Bu hangi aydır?” diye sordu. Biz:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Hz.
Peygamber sustu. O kadar ki, biz aya başka bir ad vereceğini zannettik.
–”Bu ay zilhicce değil mi?” dedi, biz:
– Evet, dedik.
– “Bu hangi beldedir?” diye sordu, biz:
– Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Hz.
Peygamber bir süre sustu. Biz, bu şehre başka bir ad vereceğini zannettik:
– “Burası Belde–i Haram (Mekke) değil mi?” dedi, biz:
– Evet, dedik.
– “Bu hangi gün?” diye sordu, biz:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Bir müddet sustu.
Öyle ki biz o güne başka bir ad vereceğini zannettik.
– “Bugün kurban günü değil mi?” dedi, biz:
– Evet, diye cevap verdik. Sonra Resulullah sözlerine şöyle
devam etti:
“Şüphesiz ki, sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve
namusunuz, şeref ve haysiyetiniz, şu gününüzün, şu beldenizin ve şu ayınızın
haram olduğu gibi, birbirinize haram kılınmıştır. Rabbinize kavuşacaksınız ve o
size amellerinizi soracak. Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurarak
kâfirlere dönmeyiniz. Dikkat ediniz! Burada bulunanlar bulunmayanlara sözlerimi
ulaştırsın. Umulur ki, sözlerim kendilerine ulaştırılan bazı kimseler, sözümü
işiten bazı kimselerden daha iyi anlayıp koruyabilirler.” Hz. Peygamber, sonra:
– “Dikkat edin, tebliğ ettim mi?” diye sordu, biz:
– Evet, diye cevap verdik. Resûl–i Ekrem:
– “Allahım! Şahit ol” buyurdular.[404]
*
Veda haccındaki son hutbede cahiliye döneminin her türlü inanç ve amelleri
İslamla ortadan kaldırılmıştır. Birbirinin boynunu vurmak kafir adeti olup
müslüman müslümana silah çekemez öldüremez. İslamı tebliğ etmek her müslümanın
başta gelen vazifelerindendir. Rasulullah dikkatleri çekmek için veya konunun
önemini bildirmek için Tebliğ ettim mi sorusunu sorar ve Allah’ı da şahid
tutardı. Bu hutbede de önemli konular anlatılıp aynı şekilde sorulmuştur. [405]
216. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe
el–Hârisî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yemin ederek bir müslümanın hakkını alan kimseye, Allah
cehennemi vâcip kılar, cenneti de haram eder.”
Bir adam dedi ki:
– Ya Resûlallah! Şayet o küçük ve değersiz bir şey ise?
Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Misvak ağacından bir dal bile olsa böyledir” buyurdu.[406]
217. Adî İbni Amîre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in şöyle
buyurduğunu duydum:
“Mal tahsili için memur tayin ettiğimiz bir kimse, bizden
bir iğneyi veya ondan daha küçük bir şeyi gizlese, bu hıyanet olur ve o şeyi
kıyamet günü getirir.”
Bunun üzerine ensardan siyah tenli bir adam ayağa kalktı,
–ben sanki onu görüyor gibiyim–:
– Ya Resûlallah! Benden görevlendirmeni geri al, dedi.
Peygamberimiz:
– “Sana ne oldu?” buyurdu. Adam:
– Senin söylediklerini işittim, dedi. Peygamber efendimiz:
– “Ben o sözü şimdi de söylüyorum: Sizden kimi mâlî bir
göreve tayin edersek, o malın azını da çoğunu da getirsin. O maldan kendisine
verileni alır, yasaklanandan ise vazgeçer.”[407]
*
İslami devlette görev almaya düşkün olmamak, ancak vazife verilmişse bunu
dürüst biçimde yerine getirmek İslamın önemli kurallarındandır. İslami devlette
görevli memur ve işçi ücreti ve maaşı dışında bir şey alma hakkına sahip
değildir. [408]
218. Ömer İbni Hattâb radıyallahu
anh şöyle dedi:
Hayber Gazvesi günü idi. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in ashabından bir grup geldi ve:
– Falanca şehittir, falanca da şehittir, dediler.
Sonra bir adamın yanından geçtiler:
– Falanca kimse de şehittir, dediler. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Hayır, ben onu, ganimetten çaldığı bir hırka –veya bir
abâ– içinde cehennemde gördüm” buyurdu.[409]
* Ashabın savaşlardaki şehidleri
haber vermelerinin sebebi imrenme duygusundandır. Çünkü Ashab Bakara: 2/154
ayetini çok iyi biliyorlar ve o ölümsüzlerden olmayı istiyorlardı. Amme malı ve
kul hakkı dışındaki tüm günahlara keffaret olan şehitliğin ne kadar yüce bir makam
olduğu bildirilmiştir.
[410]
219. Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu
anh’ den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ashâbın arasında ayağa kalkarak, onlara, Allah yolunda cihadın ve Allah’a imanın
amellerin en üstünü olduğundan bahsetti. Ashâbdan bir kişi ayağa kalkarak:
– Ya Resûlallah! Eğer ben Allah yolunda öldürülürsem, bu
şehitlik benim günahlarıma keffâret olur mu, ne dersiniz? diye sordu. Bunun
üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet, eğer sabrederek, karşılığını sadece Allah’tan
umarak, cepheden kaçmaksızın Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına keffâret
olur” buyurdu.
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Nasıl demiştin?” diye sordu. Adam:
– Eğer ben Allah yolunda öldürülürsem, bu şehitlik benim
günahlarıma keffâret olur mu, ne dersiniz? demiştim.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Evet, eğer sen sabrederek, ecrini sadece Allah’tan
bekleyerek ve cepheden kaçmaksızın, Allah yolunda öldürülürsen, günahlarına
keffâret olur. Ancak borçların bunun dışındadır. Bunu bana Cibrîl söyledi” buyurdu.[411]
220. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb:
– Bizim aramızda müflis, parası va malı olmayan kimsedir,
dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve
zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnâd ve iftirası yapıp,
şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin
sevabı şuna
buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak
sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir”
buyurdular.[412]
* Gerçek iflas eden dünyada malı, mülkü, serveti, makamı, atı, arabayı
kaybeden kimse değildir. Çünkü bu iflas ölümle bitebilir veya tekrar zengin
olmakla telafi edilebilir, ama gerçek müflis hadiste bildirilen kimsedir. Çünkü
orada o kimse tamamen mahvolmuş ahirete götürdüğü sevap, hayır ve hasenattan
hiç bir şeyi kalmamıştır. Çünkü hepsi alacaklıları olan kimselere verilip
yetişmeyen yerde de o kimsenin günahları buna yükletilmiştir ki işte gerçek
iflas da budur. Allah İslam ümmetini
böyle olmaktan muhafaza buyursun, Amin!... [413]
221. Ümmü Seleme radıyallau anhâ’
dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Ben sadece bir beşerim. Sizler bana yargılanmak üzere
geliyorsunuz. Belki sizin biriniz, delilini getirmekte diğerinizden daha
becerikli ve daha üstün anlatımlı olabilir. Ben de dinlediğime göre o kimsenin
lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem,
ona cehennemden bir parça ayırmış olurum.”[414]
*
Gerçekten de peygamberimiz bizim gibi bir insandır. İbrahim: 14/11, Kehf:
18/110, Fussılet: 41/6. Her insan gibi peygamberimiz de Allah bildirmedikçe
gaybı ve olayların arka planını bilemez ve böylelikle de başkaları gibi
görünürdeki hale göre hükmetmesi gerekmektedir. Bunun için şahidlerin ifadesi
belgeler, deliller ve yemin gibi esaslara dayanarak hüküm vermekle mükellef
kılınmıştır. Peygamberimiz din olarak bir şeyde yanılırsa bu hemen Allah
tarafından düzeltilir ve hata üzere bırakılmaz. (Abese: 80/1, En’am: 6/52, Hud:
11/29, Şuara: 26/114’de olduğu gibi) (Ebu Davud Akdiye 7)’de geçen bir hadiste:
“Ben bana vahiy indirilmeyen konularda
aranızda kendi görüşümle hükmederim.”
Peygamberimiz peygamberliği tebliğde haramları işlememekte ve günaha
düşmeme de masumdur. Allah tarafından korunmuştur, böyle bir hataya düşerse
anında hatası düzeltilir. Ama vahiy nazil olmayan konularda görünüşe göre ve
şeriatın gösterdiği kaide ve kurallara göre hüküm verilir. Bu hüküm zahire göre
verilmiş uygun ve adil bir hükümdür. Kişi ve şahitler yalan söylemiş, yalan
yere yemin etmişler ve sahte belgeler kullanmışlarsa, hüküm veren peygamber
bile olsa verdiği hükümde hata etmiştir, denilemez. Böylece haksız yollardan
biriyle başkasının hakkını yiyen kimse cehennemi hak eder. [415]
222. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’ dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Haram kan dökmediği müddetçe mü’min, Allah’ın rahmetini
ummaya devam eder.”[416]
* Nisa: 4/93 ayetinde belirtildiği gibi haksız yere cana kıymak büyük
günahlardan olup bu günahı işleyenin yeri cehennemdir. Ama yine de Zümer: 39/53
ve Hıcr: 15/56’da beyan edildiğine göre dinimizde Allah’tan ümid kesme
yasaklanmış olup tevbe kapısının daima açık olduğu bildirilmiştir. (13 ve 24
hadisler arasına bilhassa 20 numaralı hadise bakınız. [417]
223. Hamza’nın eşi Havle Binti Sâmir
el–Ensârîye radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in şöyle
buyurduğunu işittim:
“Şüphesiz ki, haksız olarak Allah’ın malını kullanan
kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.”[418]
* İslam devletinin hazinesinden veya
ganimet mallarından zekat, haraç, cizye gibi gelirlerden haksız yere hangi
yollarla olursa olsun elde edilen ve yenilen tüm mallar haramdır, cezası da
cehennemdir. Çünkü bunlar kamu malları olup bunlarda toplumun her ferdinin
hakkı vardır, dolayısıyle bunlar kul hakkıdır, cezası ise cehennemdir.
[419]
Bu bölümdeki dört ayet ve onsekiz hadis-i şeriften,
Allah’ın haram kıldığı şeylere saygıda bulunmanın hayırlı bir iş olduğunu, kim
de Allah’ın dininin sembollerine saygı gösterirse bunun dindarlık alameti
olduğunu, mü’minlere şefkat kanatları germenin gerekliliğini, bir cana kıyıp
öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi günah kazanacağını aksini yapanların da
bütün insanları yaşatmış gibi olacağını, birinin rahatsızlığını hepsinin
hissetme durumunda olduğunu, üzerinde ve vasıtasında insanlara zarar verici
eşyalarla dolaşmanın yasak oluşunu, merhamet etmeyene merhamet edilmeyeceğini,
kalbden merhamet duygusu alınmışsa o kimseye kimsenin bir şey yapamayacağını,
insanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah’ın da merhamet etmeyeceğini,
insanların hastalık ve ihtiyarlık durumlarına göre ibadetin bile hafif
tutulacağını, Rasulullah’ın farz kılınır korkusuyla bazı ibadetleri yapmaktan
vazgeçtiğini, ibadetle kişinin kendisine eziyet etmemesi gerektiğini, sorguya
çekilenin mutlaka cezalandırılacağını, kim bu dünyada bir müslümanın
sıkıntısını giderirse Allah’ın da ahirette o kimsenin bir sıkıntısını
gidereceğini, bir kimseye günah olarak müslüman kardeşini hor ve hakir
görmesinin yeteceğini, haset etmemek müşteri kızıştırmak bir kardeşinin satışı
üzerine satış yapmamak, kardeşimizi hakir görüp yardımı kesmemek gerektiğini,
kendimiz için arzu ettiğimiz bir şeyi Müslüman kardeşimiz için de arzu etmemiz
gerektiğini din kardeşimiz zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım etmemiz
gerektiğini, müslümanın müslüman kardeşi üzerindeki haklara riayet etmesi
gerektiğini, Rasulullah (s.a.v.)’in yasakladığı bazı şeylerin yapılmaması
gerektiğini öğreneceğiz. [420]
“... Her kim Allah’ın mukaddes emirlerine saygı gösterirse
bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir.” (Hacc: 22/30)
“İşte bu akılda tutulmalıdır. Kim Allah’ın ibadet için
koyduğu alamet sembol ve simgelere uyup saygı gösterirse şüphe yok ki bu
inananların kalblerinde bulunan Allah’a karşı duydukları sorumluluk
bilincindedir.”
(Hacc: 22/32)
“... Mü’minlere kol kanat ger, onları koru.” (Hicr: 15/88)
“... Kim bir kişiyi, daha evvel öldürülen bir kişi
karşılığında veya yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarma suçundan ayrı olarak
haksızca öldürülürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin
hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide: 5/32)
224. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını
sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını
birbiri arasına geçirerek kenetledi.[421]
*
Mü’minler maddi ve manevi her yönden birbirleriyle yardımlaşmaları gerekir ki
benzetilen sağlam bina gibi olsunlar. Ferd olarak İslamı yaşamak çok zordur.
Ferdler dışarıdan gelen baskılara karşı koyamazlar bu sebeple birlik ve
beraberlik içinde olmalı ve İslam cemaat olarak yaşanmalıdır. [422]
225. Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yanında ok varken mescidlerimize veya çarşı–pazarımıza
uğrayan kimse, müslümanlardan herhangi birine onlardan bir zarar gelmemesi
için, okunun ucunun demirlerini eliyle tutsun.”[423]
* Bugün uzun geniş ve havaleli yük yüklenmiş araçlarla trafiği aksatmak
veya telefon ve elektrik tellerini koparmak veya ağır giden araçlar veya biçer
ve traktör gibi vasıtalarla umuma ait yerleri engellememek de gerekmektedir. [424]
226. Numân İbni Beşir radıyallahu
anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini
korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer
uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[425]
*
Tüm ateşli hastalıklar ve şiddetli ağrı ve sancılardan nasıl vücud rahatsız olursa
müslümanlar da birbirlerinin rahatsızlıklarından aynen rahatsız olmalı ve o
hastalığın tedavisi için gayret etmelidirler. [426]
227. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radıyallahu
anh’in oğlu Hasan’ı öpmüştü. O sırada Akra İbni Hâbis de Peygamberimiz’in
yanında bulunuyordu. Akra:
Benim on tane çocuğum var, onlardan hiç birini öpmedim,
dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona hayretle bakıp:
“Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz” buyurdular.[427]
228. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Çölde yaşayan bedevîlerden bir grup Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’ in huzuruna geldiler ve:
– Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular.
Peygamberimiz:
– “Evet” buyurdu. Onlar:
– Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz,
dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah sizin kalblerinizden merhamet duygusunu çıkarıp
almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu.[428]
* Allah’ın vermediği bir şeyi kulların vermesi söz konusu değildir.
Merhamet Allah’ın seçkin kullarına verdiği bir fazilettir.[429]
229. Cerîr İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet
etmez.”[430]
230. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif
tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi
biriniz kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın.”[431]
* Hayatın her bölümünde olduğu cemaatle yapılan ibadetlerde bile görevli
imamlara bu talimat verilerek en zayıf olanlara uyulması gereği
sistemleştirilmiştir. Tek başına kılınan namazda kişi serbesttir. İstediği
kadar uzatabilir.[432]
231. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir işi
yapmayı çok istediği halde, onu ahali de yapmaya kalkar da üzerlerine farz
kılınır diye korktuğu için, yapmaktan vazgeçerdi.[433]
* Ümmetine ve ashabına merhametten dolayı nafile ibadetlerin bazısını
terkederdi çünkü dinde aslolan kolaylaştırmaktır, zorlaştırma değil. [434]
232. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, kendilerine
acıdığı için, sahâbenin iftar etmeksizin peşpeşe oruç tutmalarını yasakladı.
Onlar:
– Fakat sen bunu yapıyorsun, dediklerinde:
– “Ben sizin durumunuzda değilim. Ben, Rabbim beni yedirmiş
ve içirmiş vaziyette geceliyorum” buyurdular.[435]
233. Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu
anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Ben, uzatmayı arzu ederek, namaza dururum da, bir çocuğun
ağlamasını işitir, onun annesine güçlük çıkarıp üzmekten hoşlanmadığım için,
namazı kısa keserim.”[436]
* Tavsiyesiyle örnek olan yüksek şahsiyet örneği peygamberimiz burada da
bizzat tatbikatıyla bize örnek oluyor. Bilhassa memurların bulunduğu cami
imamları ve otogar ve istasyonlardaki camilerde namaz kıldıran kardeşlerimizin
dikkat etmeleri gereken bir husustur. [437]
234. Cündüb İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himâyesindedir. Allah,
bizzat himâyesinde olan bir konuda sizi sorguya çekmesin. Allah, himâyesindeki
bir konudan sorguya çektiği kimseyi cezalandırır, sonra da onu yüzüstü
cehenneme atar.”[438]
235. Abdulah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık
yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren
kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı
giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini
giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin
ayıp ve kusurunu örter.”[439]
236. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan
söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve
kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor
ve hakir görmesi yeter.”[440]
237. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Birbirinizle hasetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın
fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirinize kin ve nefret
beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine
başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz.
Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez
ve onu hakir görmez.
–Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki– Takvâ buradadır.
Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her
müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka müslümana haramdır.”[441]
238. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din
kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz. ”[442]
239. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.”
Bir adam:
– Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama
zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz:
– “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz
ki bu ona yardım etmektir” buyurdu.[443]
* En büyük zulüm yani yaradılış gayesi dışında yaşamak şirktir. (Lokman:
31/13) öyle olunca tüm insanların kafir,
müşrik, münafık olan kimselerin içinde bulundukları durumlardan kurtarılmaları,
onlara yardım etmek demektir. [444]
240. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak,
hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, dâvete icabet etmek, aksırana
“yerhamukellah” demek.”[445]
Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır:
Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse
nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu
ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.”[446]
241. Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize yedi şeyi
emretti, yedi şeyi de yasakladı. Bize şunları emretti: Hastayı ziyaret etmek,
cenazeye katılmak, aksırana “yerhamükellah” demek, yeminini bozmayıp yemin
üzere devam etmek, zulme uğrayana yardım etmek, dâvet edenin dâvetine katılmak,
selâmı yaygınlaştırmak. Resûlullah bize şunları da yasakladı: Altın yüzükler
veya yüzük takmak, gümüş kaptan su içmek, ipek minder kullanmak, ipekten
yapılmış elbise giymek, ince ipek giymek, kalın ipek giymek, hâlis ipek
kumaştan elbise giymek.[447]
Müslim’in bir rivâyetinde: Yitiği ilân etmek, ilk yedi şey
arasında sayılmıştır.[448]
* Tüm Riyazüs-salihin ve Buhari
nüshalarında yasakladıkları şeyler beş olarak sayılmış (Müslim Libas 4)’de
geçen birkaç hadisi şerife göre bu iki maddeye 6- Sarı boyalı
şeyler giymek, 7- Ruku ve secdede Kur’an okumayı
ilave edebiliriz. Altın zinet eşyası erkeklere ve altın, gümüş kaplardan yemek
içmek bu dünyada tüm müslümanlara haram kılınmıştır. Çünkü onlar bu dünyada
kafirlerin ahirette ise sadece müslümanlara ait olacaktır. Fakat bu dünyada bazı
uzuvların tamir ve kaplamasında altının kullanılmasında bir mahzur olmadığı da
yine hadis-i şeriflerle belirtilmiştir.
[449]
“Müminler arasında kötü şeylerin yayılmasından hoşlananlara
bu dünyada da ahirette de can yakıcı bir azap vardır.” (Nur: 24/19)
242. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse,
kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.”[450]
243. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İşlediği günahları açığa vuranlar dışında, ümmetimin tamamı
affedilmiştir. Bir adamın, gece kötü bir iş yapıp, Allah onu örttüğü halde,
sabahleyin kalkıp:
“Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yaptım”, demesi, açık
günahlardandır. Oysa o kişi, Rabbi kendisinin kötülüğünü örttüğü halde geceyi
geçirmişti. Fakat o, Allah’ın örttüğünü açarak sabahlıyor.”[451]
244. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’
den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir câriye zina eder ve zina yaptığı da kesinleşirse,
sahibi ona had cezası uygulasın. Fakat suçunu başına kakmasın. Sonra ikinci
defa zina yaparsa, aynı şekilde had uygulasın, ama yine de suçunu yüzüne vurup
kötü sözlerle kınamasın. Sonra bu câriye üçüncü defa zina ederse, artık
efendisi onu kıldan bir ip bedeline bile olsa satsın.”[452]
245. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna şarap
içmiş bir adam getirdiler. Peygamber Efendimiz:
“Ona had vurunuz” buyurdu. Ebû Hüreyre der ki:
Bizden eliyle vuran, ayakkabısıyla vuran ve elbisesiyle
vuranlar oldu. Had icra edildikten sonra adam ayrılıp gidince, ashâbdan biri:
– Allah seni kahretsin, rezil etsin, dedi. Bunun üzerine
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Böyle demeyiniz, onun aleyhine şeytana yardım etmeyiniz” buyurdular.[453]
“... Ey
mü’minler hayır işler işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hacc: 22/77)
246. Abdullah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana
teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını
karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki
sıkıntılarından birini giderir. Bir müslümanın ayıbını örtenin, Allah da
kıyamet gününde ayıplarını örter.”[454]
247. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından birini
giderirse, Allah da kıyamet gününde o mü’minin sıkıntılarından birini giderir.
Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve âhirette
kolaylık gösterir. Bir kimse, bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun
dünya ve âhiretteki ayıplarını örter. Mü’min kul, din kardeşinin yardımında
olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde etmek için
bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allah
Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında
müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekinet iner ve
kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları
kendi nezdinde bulunanların arasında anar. Amelinin kendisini geride bıraktığı
kişiyi, nesebi öne geçirmez.”[455]
* Giderilecek olan sıkıntı ve nefes
aldırma dar ve zor durumda olana yardım meselesi İslamca sıkıntı ve darlık
olarak kabul edilen şeylerden olmalıdır. Ayet ve hadislerle meşru olarak kabul
edilen şeylerden dolayı kişi zor duruma düşerse ve sıkıntıya uğrarsa ona yardım
edilebilir. İslamın tasvib etmediği bir şeyden dolayı kişi sıkıntıya düşerse
ona yardım edilmesi gerekmez. Belki de yardım eden de aynı günaha iştirak edip
cehennemliklerden olabilir. Ölçümüz Kur’an ve hadis olmalı, bu iki ölçünün
kabul etmediği hususları yaparak darlığa düşenlere yardım etmemeliyiz.
[456]
“Kim haklı bir dava uğrunda üstün çaba gösterirse onun
kazandıracağı nimetlerden bir pay alacaktır...” (Nisa: 4/85)
248. Ebû Mûsâ el–Eş`arî radıyallahu anh
şöyle dedi:
Peygamber aleyhisselâm’a sıkıntı içinde bulunan biri
geldiği zaman, yanındakilere döner:
“Bu adama yardım ediniz, sevap kazanırsınız. Allah Teâlâ
istediği şeyi Peygamberi’ne söyletir” buyururdu.[457]
* Sıkıntıya düşenin derdini halletmeye çalışmak peygamberimizin çok haz
duyduğu şeylerdendi. Kendisi bizzat halledemezse ashabını bu işe teşvik ederdi
bu hadiste olduğu gibi.
Yani
sizler bu sıkıntıdaki kimseye yardım ederseniz, ben de size hayırlı dualar
ederim. Peygamberimizin dua, niyaz ve dileğini kabul eden Allah da sizlerin
sevabınızı ve mükafatınızı hem dünyada hem de ahirette bol bol verecektir. [458]
249. İbni Abbas radıyallahu anhümâ
Berîre ile kocası arasında geçen olaya dair şunları söyledi:
Peygamber aleyhisselâm Berîre’ye:
– “Keşke tekrar kocana dönsen!” buyurdu.
Berîre:
– Yâ Resûlallah! Böyle yapmamı bana emrediyor musun? diye
sordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz:
– “Hayır, sadece aracılık yapıyorum” buyurdu.
Bunun üzerine Berîre:
– Benim ona ihtiyacım yok, dedi.[459]
* Gerçek yönetici durumunda olan
peygamberimiz ümmeti arasındaki kimselerin sıkıntılarına ve dertlerine çözüm
bulmak için daima gayret ederdi. İşte bu hadiste de kocası Muğis’ten ayrılan
Berire’ye peygamberimiz arabulucu olmak istiyor ve perişan halini arzeden
Muğîs’in teklifi üzerine; Keşke tekrar kocana dönsen, diyor. O da
peygamberimizin emir mi ettiğini öğrenmek istedi. Emir değil de sadece aracılık
yaptığını öğrenince Berire bu işin kesinlikle olmayacağını belirtmişti.
Sahabenin peygamberimize hürmeti ve söylediği şeyin emir mi? yoksa aracılık mı?
olduğunu sorması edebleri gereğidir. Emretmiş olsaydı o kocası ile ömrünü
geçirecekti ama aracılık yaptığını anlayınca görüşünü belirtmiştir. Evlilik
gibi gönül işlerinde hiçbir kimse zorlanmamalı ve duygulara değer verilmelidir.
Bir yuvanın yıkılmaması için aracı olmaya çalışmak ta iyi bir davranıştır.
[460]
“Yardımlaşmayı iyi ve yararlı davranışları ve insanların
arasını düzeltmeyi öngören bunları gerçekleştirmeye çalışan kimselerin yaptığı toplantılar
dışında gizli toplanmaların pek çoğunda hayır yoktur.” (Nisa: 4/114)
“Karşılıklı anlaşma en iyi yoldur....” (Nisa: 4/128)
“... öyleyse yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın ve
aranızda ki kardeşlik bağlarını canlı tutun...” (Enfal: 8/1)
“Bütün mü’minler kardeştir. O halde her ne zaman araları
açılırsa kardeşlerinizin arasını düzeltin...” (Hucurat: 49/10)
250. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İnsanın her bir eklemi için her Allah’ın günü bir sadaka
vermek gerekir:
İki kişinin arasını bulman, (haklarında adaletle hükmetmen)
bir sadakadır.
Bir kimseye bineğine binerken yardımcı olman veya yükünü
hayvanına yüklemesine yardım etmen bir sadakadır.
Güzel bir söz söylemek sadakadır.
Namaza giderken attığın her adıma bir sadaka sevabı vardır.
Gelip geçenleri rahatsız eden bir şeyi yoldan alıp atman
bir sadakadır.”[461]
*
Bu söylenenler sadece müslümana özel Allah’ın lütfudur. Böylece Allah’ın yap
dediğini yapmak, yapma dediğini yapmamak müslümana sevap kazandırır. [462]
251. Ümmü Külsûm Binti Ukbe İbni Ebû
Muayt radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle buyururken dinledim, dedi:
“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya
hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.”[463]
Müslim’in rivayetinde şöyle bir fazlalık vardır:
Ümmü Külsûm dedi ki, Peygamber aleyhisselâm’ın
halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar
da:
Savaşta (düşmanı aldatmak için),
İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,
Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini
korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır.[464]
*
Büyük günah sayılan yalan söylemek aile yapısının ve toplum yapısının iyiliği
ve korunması için bir de savaşta islamın zafer kazanması için söylenebiliyor.
Diğer yerlerde yasaktır. [465]
252. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birbiriyle
kavgalı iki kişinin kapıda bağırıp çağırdıklarını duydu.
Borçlu adam, alacaklı olandan, alacağının bir kısmını
bağışlamasını ve kendisine anlayışlı davranmasını istiyordu. Alacaklı olan ise:
– Vallahi yapmayacağım, diyordu.
Onların yanına çıkan Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
– “Nerede o iyilik yapmayacağım diye yemin eden adam?” diye
sordu.
Alacaklı olan:
– Buradayım ey Allah’ın Resûlü! Nasıl istiyorsa öyle olsun,
dedi.[466]
* Hayırlı bir işi yapmamaya yemin etmemeli, borçluya ödeme kolaylığı gösterilmeli,
gerekirse bir kısmı veya tamamı da bağışlanmalıdır. [467]
253. Ebü’l–Abbas Sehl İbni Sa`d
es–Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Amr İbni Avf
oğulları arasında bir kavga çıktığını duydu. Aralarını bulmak için bir grup
sahâbî ile birlikte oraya gitti. Onları barıştırmak için bir müddet orada
kaldı.
Bu arada namaz vakti gelmişti. Bilâl, Ebû Bekir
radıyallahu anh’â
– Ebû Bekir! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
gelemedi. Namaz vakti de girdi. İmam olup namaz kıldırır mısın? diye sordu.
Hz. Ebû Bekir de:
– Peki, istersen kılalım, dedi.
Bilâl ezan okudu. Ebû Bekir de öne geçip tekbir aldı.
Müslümanlar da ona uydular.
Derken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi;
safların arasından öne geçti.
Bunun üzerine cemaat (Hz. Peygamber’in geldiğini imama
haber vermek için) el çırpmaya başladı.
Ebû Bekir namaz kılarken başını çevirip hiçbir yana
bakmazdı. Cemaat durmadan el çırpınca dönüp bakmak zorunda kaldı. Yanında
Resûlullah’ı görüverdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ona yerinde
kalması için işaret etti. Fakat Ebû Bekir ellerini kaldırarak Allah’a hamd etti
ve arkadaki safa girinceye kadar geri gitti. O zaman Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem öne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince, halka dönerek
şunları söyledi:
– “İnsanlar! Namazda bir durum meydana gelince niçin el
çırpmaya başladınız? El çırpmak kadınlara mahsustur. Namazda bir durumla
karşılaşan kimse sübhânallah desin. Onun sübhânallah dediğini duyan kimse,
kendisine dönüp bakar.”
Sonra Ebû Bekir’e dönerek:
– “Ebû Bekir! Yerinde kal diye işaret ettiğim halde niçin
namazı kıldırmadın?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir:
– Ebû Kuhâfe’nin oğluna Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in önüne geçip namaz kıldırmak yakışmazdı, diye cevap verdi.[468]
* En büyük idareci ve yönetici durumunda olan peygamberimiz anlaşmazlığa
düşen insanların arasını bulmak için Mescidi Nebevi’ye uzak olan bir yerdeki
bölgeye gidip çabalıyor ve bu hususta bize en güzel örnek oluyor. [469]
Bu
bölümdeki ayetten Rabbimizin peygamberimize o garib müslümanlarla birlikte
olması gerektiğini emretmiş olduğunu (ayrıca bk: Hud: 11/29-30, Enam: 6/52,
Abese: 80/1-6) Hadislerden de cennetliklerin ve cehennemliklerin hangi vasıfta
kimseler olduklarını, fakir ricası kabul edilmeyen sözü dinlenmeyen bir
kimsenin dünya dolusu hatırı sayılıp sözü dinlenen zenginlerden daha hayırlı
olduğunu, cehennemde zorba ve kibirli ve kadınlar olduğunu, cennette ise zayıf
ve yoksullar olduğunu, dünyada büyük tanınıp bilinen kimselerin ahirette Allah
yanında sinek kanadı kadar bile değeri olmadığını, Rasulullah (s.a.v.)’in fakir
ve kimsesiz bir kişiyi göremeyince araştırıp soruşturduğunu, nice fakir garib
ve kapılardan kovulmuş kimseler vardır ki yemin etseler Allah’ın onların
yeminini yerine getirdiğini, beşikte konuşan üç çocuktan Cüreyc’in hikayesini
öğreneceğiz.” [470]
“Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak sabah
ve akşam ona yalvarıp yakaranlarla birlikte sen de sabret. Dünya hayatının cazibesine
kapılarak gözlerini onlardan ayırma...”
(Kehf: 18/28)
* Allah görüntü ve kalıplara bakmaz, kalblere ve samimiyete bakar. [471]
254. Hârise İbni Vehb radıyallahu
anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
işittim dedi:
“Size cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf
oldukları hemde halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin önemsemediği
ve fakat şöyle olacak diye yemin etseler, isteklerini Allah’ın
gerçekleştireceği kimselerdir.
Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı
kalbli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.”[472]
255. Ebü’l–Abbas Sehl İbni Sa`d
es–Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün Hz. Peygamber’in yanından bir adam geçti. Resûl–i
Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem yanında oturan kimseye:
– “Şu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. O da:
– Bu zât ileri gelen hatırlı kişilerden biridir. Vallahi
böyle bir adam bir kıza tâlip olsa evlendirilmeye, birine aracılık yapsa sözü
dinlenmeye lâyıktır, diye cevap verdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey
söylemedi.
Sonra oradan biri daha geçti. Peygamber aleyhisselâm
yine yanında oturana:
– “Ya bu adam hakkında ne dersin?” diye sordu. Bu defa o zât:
– Yâ Resûlallah! Bu adam fakir müslümanlardan biridir. Bir
kıza tâlip olsa, istediği kız verilmez. Birine aracılık etse, ricası kabul
edilmez. Konuşmaya kalksa, sözü dinlenmez, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
– “Bu sonuncu adam, öteki gibi dünya dolusu adamdan daha
hayırlıdır.”[473]
256. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem:
– Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet:
– Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini şöyle
halletti:
– Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle
merhamet ederim. Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle azâb
ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım.”[474]
257. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kıyamet günü, dünyada büyük diye tanınan iriyarı bir adam
çıkagelir. Halbuki onun Allah yanında sinek kanadı kadar bile değeri yoktur.”[475]
258. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, siyah bir kadın – veya siyah bir genç–
Mescid–i Nebevî’yi süpürürdü. Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
o kadını –veya genci– göremeyince onun nerede olduğunu sordu.
– Öldü, dediler. Hz. Peygamber:
– “Bana haber verseydiniz ya!” buyurdu. Sahâbîler o kadını –veya
genci– önemsememişlerdi. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem sözüne
devamla “Bana mezarını gösterin” buyurdu. Mezarını gösterdiler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun cenaze namazını kıldıktan
sonra şöyle buyurdu:
“Bu kabirler orada yatanlar için zifirî karanlıktır.
Üzerlerine kılacağım namaz sebebiyle Allah Teâlâ onların kabirlerini
aydınlatır.”[476]
259. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu
söyledi:
“Saçı başı dağınık, eli yüzü tozlu, kapılardan koğulmuş
öyleleri vardır ki, bu şöyle olacak diye yemin etseler, Allah onların dediğini
yapar.”[477]
260. Üsâme radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Cennetin kapısında durup baktım. Bir de gördüm ki, içeri
girenlerin çoğu yoksullardı. Zenginler ise hesap görmek için alıkonulmuştu.
Cehennemlik olduğu kesinleşenlerin de ateşe girmesi emrolunmuştu.
Cehennemin de kapısında durup baktım. Bir de gördüm ki,
cehenneme girenlerin çoğu kadınlardı.”[478]
261. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Beşikte sadece üç kişi konuştu. Bunlardan biri Meryem’in
oğlu Hz. Îsâ, diğeri Cüreyc ile macerası olan çocuktur.
Cüreyc ibadete düşkün bir kimseydi. Bir mâbede yerleşip
orada ibadet etmeye başladı. Birgün annesi geldi:
– Cüreyc! diye seslendi.
Cüreyc kendi kendine: “Yâ Rabbî anneme cevap mı versem,
yoksa namazıma devam mı etsem” diye söylendi. Sonra namazına devam etti. Annesi
de dönüp gitti.
Ertesi gün annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve:
– Cüreyc! diye seslendi.
Cüreyc yine kendi kendine: “Rabbim! Anneme mi cevap
vermeliyim, yoksa namazıma mı devam etmeliyim” diye söylendi. Sonra namazına
devam etti. Birgün sonra annesi yine Cüreyc namaz kılarken geldi ve:
– Cüreyc! diye seslendi.
Cüreyc içinden: “Rabbim! Anneme cevap mı versem, yoksa
namazıma devam mı etsem” diye söylendi. Sonra da namazına devam etti.
Bunun üzerine annesi:
– Allahım! Fâhişelerin yüzüne bakmadan onun canını alma!
diye beddua etti.
Birgün İsrailoğulları Cüreyc ve ibadete düşkünlüğü hakkında
konuşuyorlardı. Güzelliği ile meşhur bir fâhişe de oradaydı:
– Eğer isterseniz ben onu baştan çıkarabilirim, dedi. Vakit
kaybetmeden Cüreyc’in yanına gitti. Fakat Cüreyc onun yüzüne bile bakmadı.
Cüreyc’in ibadethânesinde yatıp kalkan bir çoban vardı.
Kadın onunla ilişki kurarak çobandan hâmile kaldı. Çocuğunu dünyaya getirince,
onun Cüreyc’den olduğunu ileri sürdü. Bunu duyan halk Cüreyc’in yanına gelerek
onu alaşağı ettiler ve ibadethânesini yıkarak kendisini dövmeye başladılar.
Cüreyc:
– Niçin böyle davranıyorsunuz? diye sorunca:
– Sen bu fâhişe ile zina etmişsin ve senin çocuğunu
doğurmuş, dediler. Cüreyc:
– Çocuk nerede? diye sordu. Çocuğu alıp ona getirdiler.
Cüreyc:
“Yakamı bırakın da namaz kılayım” dedi. Namazını kılıp
bitirince çocuğun yanına geldi ve karnına dokundu:
“Söyle çocuk! Baban kim?” diye sordu.
Çocuk:
– Babam falan çobandır, diye cevap verdi.
Bunu gören halk Cüreyc’in ellerine kapanarak öpmeye ve
ellerini onun vücuduna sürerek af dilemeye başladılar:
– Sana altın bir mâbed yapacağız, dediler. Cüreyc:
– Hayır, eskiden olduğu gibi yine kerpiçten yapın, dedi.
Ona kerpiçten bir mâbed yaptılar.
(Beşikte konuşan üçüncü şahsın macerası şöyledir:)
Çocuğun biri annesini emerken cins bir ata binmiş ve iyi
giyinmiş yakışıklı bir adam oradan geçti. Onu gören anne:
– Allahım! Benim oğlumu da böyle yap! diye dua etti.
Emmeyi bırakan çocuk o adama bakarak:
– Allahım! Beni onun gibi yapma! dedi ve yine emmeye
koyuldu.
Ebû Hüreyre der ki:
– Çocuğun emmesini anlatırken, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sel–lem’in şehâdet parmağını ağzına alıp emişi hâlâ gözümün önündedir.
Resûl–i Ekrem sözüne şöyle devam etti:
“Câriyenin birini:
– Zina ettin, hırsızlık yaptın diye döverek oradan
geçirdiler. Câriye ise:
– Bana Allah’ım yeter; O ne güzel vekildir (hasbiyellâhü ve
ni`mel vekîl) diyordu.
Bunu gören anne:
– Allahım! Çocuğumu onun gibi yapma! diye dua etti.
Memeyi bırakan çocuk câriyeye baktı ve:
– Allahım! Beni onun gibi yap! dedi.
Bunun üzerine anne ile çocuğu konuşmaya başladılar. Anne:
– Yakışıklı bir adam geçti. Ben de “Allahım! Benim oğlumu
da böyle yap!” diye dua ettim. Sen ise “Allahım! Beni onun gibi yapma!” dedin.
O câriyeyi zina ettin, hırsızlık yaptın diye döverek götürdüler. Ben “Allahım!
Çocuğumu onun gibi yapma!” diye dua ettim. Sen ise “Allahım! Beni onun gibi
yap!” dedin. Niçin? diye sordu.
Çocuk dedi ki:
– O adam zâlimin tekiydi. Onun için ben “Allahım! Beni onun
gibi zorba yapma!” diye dua ettim. O câriye zina etmediği hâlde zina ettin diye
dövüyorlardı. Hırsızlık yapmadığı hâlde, hırsızlık yaptın diyorlardı. Bunun için
de “Allahım! Beni onun gibi yap!” diye dua ettim.[479]
* Bu hadisin sadece üç çocuğun
konuştuğu belirtilmekle beraber çocukluk yaşta yedi ve on çocuğun konuştuğuna
dair rivayetler vardır. Hadisten öğreneceklerimiz: Ana babaya itaatın önemli
görevlerden olmasıdır. Kılınan namaz farz olmadığı takdirde ana babanın
çağrısına kulak verilmelidir.
[480]
Bu bölümdeki dört ayet ve on üç hadisten mü’min kimselere
kol kanat gerileceğini, dünya hayatının süsüne aldanarak Rablerine yakaran
kullardan uzak durulmaması gerektiğini, yetimi üzmeyip bir şey isteyeni
azarlamamak gerektiğini, dini yalanlayan kimselerde görülen ahlaki bozukluğun
öksüzü incitip yoksulu doyurmaya önayak olmamak olduğunu, Enam: 6/52. ayetin
sebebi nüzülünü, Hz. Ebubekir’in yoksul müslümanlara karşı tavrının ne
olduğunu, yetimi himaye edenle peygamber (s.a.v.)’in cennette birlikte
olacağını, yoksul ve dilencinin kim olduğunu, kimsesiz ve muhtaç kimselere
yardım eden kimsenin cihad gibi sevap kazanacağını, devamlı oruç tutan ve namaz
kılan gibi sevap kazanacağını, yemeklerin en fenasının ihtiyacı olmayanların
çağrılıp muhtaçların çağrılmadığı yemek olduğunu, iki kız çocuğunu müslümanca
yetiştirip terbiye edenin cennette peygamberle birlikte olacağını, kız
çocukları yüzünden sıkıntıya uğrayıp onlara iyi bakıp müslümanca terbiye ederse
onların cehenneme karşı bir siper olacaklarını, Rasulullah (s.a.v.)’in iki
zayıf kimse olan yetimle kadının hakkının gözetilmesini emrettiğini, Allah’ın
bizlere verdiği rızıkların aramızdaki zayıflar sayesinde olduğunu böylece de
zayıfları kollamamız gerektiğini öğreneceğiz.
[481]
“... Mü’minlere kol kanat ger ve onları koru.” (Hıcr: 15/88)
“Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak sabah akşam O’na yalvarıp
yakaranlarla birlikte sen de sabret. Dünya hayatının cazibesine kapılarak
gözlerini onlardan ayırma” (Kehf: 18/28)
“O halde yetime haksızlık yapma ve yüzünü ekşitme, yardım
isteyeni de hangi çeşit olursa olsun boş çevirme...” (Duha: 93/9-10)
“Gördün mü şu dini veya ahiretteki ceza ve mükafatı yalan
sayanı. İşte o tip kimseler yetimi itip kakarlar. Fakir ve muhtaçları doyurmaya
çalışmadığı bir yana başkalarına bu iş için ön ayak bile olmazlar.” (Maun: 107/1-3)
262. Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu
anh şöyle dedi:
Biz altı kişi Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
ile birlikte oturuyorduk. Bu hâli gören müşrikler Peygamber aleyhisselâm’a:
– Şunları yanından def’et! Bize karşı saygısızlık etmeye
kalkmasınlar, dediler.
Orada benden başka Abdullah İbni Mes`ûd, Hüzeyl
kabilesinden biri, Bilâl ve adlarını vermek istemediğim iki kişi daha vardı.
Müşriklerin bu teklifi üzerine Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in kalbinden (kendisine kırılmayacağımızdan emin olduğu
için) bizleri oradan uzaklaştırma düşüncesi geçti. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu
âyeti indirdi:
“Sabah akşam Rablerinin rızâsını dileyerek ona yalvaranları
huzurundan kovma!”
(En`âm: 6/52)[482]
* Peygamberimiz insan olması hasebiyle bazen yanlış karar verme
noktasında olabilir. Bu gibi durumlarda Allah hemen düzeltmek üzere vahiy
gönderir, Abese suresinde olduğu gibi. [483]
263. Bey`atü’r–rıdvân’a katılan
sahâbilerden Ebû Hübeyre Âiz İbni Amr el–Müzenî radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre birgün Ebû Süfyân, aralarında Selmân–ı Fârisî, Suheyb–i
Rûmî ve Bilâl–i Habeşî’nin de bulunduğu bir gurup müslümanın yanından geçti.
Onu gören bu müslümanlar:
– Allah’ın kılıcı Allah düşmanını haklamadı, dediler.
Bunu duyan Ebû Bekir radıyallahu anh:
– Bu sözü Kureyş’in büyüğüne ve efendisine mi söylüyorsunuz?
dedi. Sonra da Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gelerek bu olayı
anlattı.
O zaman Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ebû Bekir! Bu sözünle belki de onları gücendirdin. Eğer
onları gücendirdiysen, Rabbini de gücendirdin demektir”, buyurdu.
Hz. Ebû Bekir hemen o yoksul müslümanların yanına gelerek:
– Kardeşlerim! Yoksa sizleri gücendirdim mi? diye sordu.
Onlar:
– Hayır sana gücenmedik. Allah seni bağışlasın, kardeş!
dediler.[484]
* Fakir, garip müslümanlara iyi davranmalı ve onlar gücendirilmemelidir.
Yine müslümanlar diğer kardeşlerinin iyi niyetle söylediği sözlere gücenmemeli
ve hoş görüp bağışlamalıdırlar. [485]
264. Sehl İbni Sa`d radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Ben ve yetimi himâye eden kimse cennette şöylece beraber
bulunacağız”
buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak,
gösterdi.[486]
265. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kendi yetimini veya başkasına ait bir yetimi himâye eden
kimseyle ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız. ”
Hadisin râvisi Mâlik İbni Enes, –Peygamber aleyhisselâm’ın
yaptığı gibi– işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi.[487]
266. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Bir iki hurma veya bir iki lokmayla savuşturulan kimse
yoksul değildir. Asıl yoksul, muhtaç olduğu hâlde dilenmeyen kimsedir.”[488]
Sahîh–i Buhârî ve Sahîh–i Müslim’deki diğer bir rivayete göre ise
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kapı kapı dolaşıp bir iki lokma, bir iki hurma ile
savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı
bulunmayan, muhtaç olduğu bilinip de kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden
bir şey dilenmeyen kimsedir.”[489]
*
Kendi yakınlarının veya başkalarının yetimlerini koruyanlar Allah’ı hoşnut
ederler ve cennette Allah’ın sevgili peygamberleriyle birlikte olmaya hak
kazanabilirler. [490]
267. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden
kimse, Allah yolunda cihâd etmiş gibi sevap kazanır.”
Râvi diyor ki, hatta Hz. Peygamber’in:
“O kimse tıpkı geceleri durmadan namaz kılan, gündüzleri
hiç ara vermeden oruç tutan kimse gibidir” buyurduğunu da sanıyorum.[491]
268. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Yemeklerin en fenası, davet edildiği zaman gelecek olan
kimselerin çağırılmadığı, gelmeye pek arzulu olmayanların dâvet edildiği düğün
yemekleridir. (Canı istemediği için) dâvete gitmeyen kimse, Allah’a ve
Resûlü’ne karşı gelmiş sayılır.”[492]
Sahîh–i Buhârî ve Sahîh–i Müslim’de Ebû Hüreyre’nin şöyle dediği
rivayet olunmuştur:
“Zenginlerin dâvet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün
yemeği ne fena bir yemektir.”[493]
* Maalesef bugünkü düğün yemeklerinin pek çoğu bu şekildedir. Dikkat
edilip bu duruma düşülmemeli fakir ve yoksullardan da çağırılmalıdır. [494]
269. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar
büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını
bitiştirdi.[495]
270. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Yanında iki kız çocuğu bulunan bir kadın gelerek bir şeyler
istedi. Evde bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu çıkarıp kadına verdim.
Kendisi hiç tatmadan hurmayı ikiye bölerek çocuklarına verdikten sonra kalkıp
gitti. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm yanımıza geldi. Ben bu olup
biteni kendisine anlatınca şöyle buyurdu:
“Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da
onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper
olurlar.”[496]
271. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Sırtına iki çocuğunu almış yoksul bir kadın çıkageldi. Ona
üç hurma verdim. O da çocuklarına birer hurma verdi; öteki hurmayı yemek için
ağzına götürmüştü ki, çocukları onu da istediler. Kadıncağız yemek istediği bu
hurmayı çocuklarına bölüştürdü. Kadının bu tutumuna hayran kaldım ve yaptığını
Resûlullah’a anlattım. Şöyle buyurdu:
“Bu şefkati sebebiyle Allah Teâlâ o kadına mutlaka cenneti
vermiş (veya) bu sebeple onu cehennemden âzâd etmiştir.”[497]
*
Güzelce islami terbiye ile büyütülüp yetiştirilen kız çocuklarının anne ve
babaları cennetlik olacaklar ve Rasulullah ile komşu olacaklardır. Bu büyütme
ve himaye işi sıfır yaştan başlayarak evleneceği ana kadar devam edecektir. [498]
272. Ebû Şüreyh Huveylid İbni Amr
el–Huzâ`î radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm
şöyle buyurdu:
“Allahım! İki zayıf kimsenin, yetimle kadının hakkını
yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.”[499]
273. Sa`d İbni Ebû Vakkâs’ın oğlu
Mus`ab radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
(Babam) Sa`d, daha aşağı seviyedekilere göre kendisinin
üstün olduğunu düşünürmüş. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuş:
“Allah size yardım edip rızık veriyorsa, bu, aranızdaki
zayıflar sâyesinde değil midir?”[500]
274. Ebü’d–Derdâ Uveymir radıyallahu
anh şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken duydum:
“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar
sâyesinde Allah’dan yardım görüp ve rızıklandığınızdan şüpheniz olmasın.”[501]
Bu bölümdeki iki ayet ve sekiz hadis-i şeriften kadınlarla iyi
geçinmenin gerektiğini, birden fazla evlilik yapan erkeklerin bu işe daha fazla
önem vermesi gerektiğini, kadınların yaradılışlarının kaburga kemiğinden
olduğunu onun da en eğri tarafının üst tarafı olduğunu, bu eğri kemiği
doğrultmanın zor olduğu kendi haline bırakıldığında da eğri kaldığını,
faydalanmak isteyenin o haliyle faydalanması gerektiğini, kadınların zorda
kalınmadıkça dövülmemesi gerektiğini, kadınlara kin beslenmemesi gerektiğini,
bir huyu hoşa gitmezse hoşa giden bir huyunun olabileceğini, kadınların
erkekler üzerinde, erkeklerin de kadınlar üzerinde haklarının neler olduğunu,
en hayırlı kimselerin hanımlarına karşı hayırlı olan kimselerin olduğunu,
dünyanın geçici bir menfaatlenmeden ibaret olduğunu, bu dünyada fayda sağlayan en hayırlı varlığının da
dindar hanımlar olduğunu öğreneceğiz.
[502]
“... ve
hanımlarınızla güzel bir şekilde geçinin...” (Nisa: 4/19)
“Ne kadar isteseniz de eşlerinize adaletle davranmak
elinizde değildir. Dolayısıyle diğerlerini dışlayarak ve onları kocası hem var
hem de yokmuş gibi bir durumda bırakarak içlerinde sadece birine yönelmeyin.
Eğer arayı düzeltir, yolunuzu da Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışırsanız bilin
ki Allah çok bağışlayan ve çok acıyandır.” (Nisa: 4/129)
275. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyyetimi
tutunuz. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin
en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi
hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi
tutunuz.”[503]
Buhârî ile Müslim’deki diğer bir rivayete göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmaya kalkarsan
kırarsın. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de faydalanabilirsin.”[504]
Müslim’deki bir başka rivayete göre ise Peygamber aleyhisselâm
şöyle buyurdu:
“Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut
edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu hâliyle de
faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da
boşanmasıdır.”[505]
276. Abdullah İbni Zem`a radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm’ı birgün
hutbe okurken dinledi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Sâlih aleyhisselâm’ın
dişi devesinden ve onu öldüren adamdan bahsederek:
“Onların en azgını
ileri atıldı”
âyetini okudu ve Semûd kavminde gücü kuvveti ile tanınan ve son derece fena
olan bir adam deveyi öldürmek için ileri fırladı, diye açıkladı.
Sonra kadınlardan bahsetti. Onlar hakkında nasihat ederek
şöyle buyurdu:
“Sizden biriniz karısını köleyi döver gibi dövmeye
kalkışıyor. Belki de o akşam onunla aynı yatakta yatacaktır.”
Sonra yellenmeden ötürü gülmemelerini tavsiye ederek şöyle
buyurdu:
“İnsan bizzat kendisinin de yaptığı bir şeye ne diye
güler?”[506]
277. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu
beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.”[507]
278. Amr İbni Ahvas el–Cüşemî radıyallahu
anh, Vedâ haccı’nda Peygamber aleyhisselâm’ı dinlediğini, Allah’a hamd
ü senâ edip halka öğüt verdikten sonra Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu
söylemektedir:
“Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum.
Vasiyyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir.
Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları
takdirde, onlar üzerinde zorbalık kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir
hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini
incitmeyecek şekilde dövün. Şayet size itaat ederlerse, artık onlara zarar
verecek bir şey yapmayın.
Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu
gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.
Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan
korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır.
Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim kuşam ve yeme
içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır.”[508]
279. Muâviye İbni Hayde radıyallahu
anh şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Kadınlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı
nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu:
–”Yediğiniz ölçüde yedirmek, giydiğiniz seviyede giydirmek,
yüzlerine vurmamak, yaptıkları işin ve kendilerinin çirkin olduğunu söylememek,
onları yataklarında yalnız bırakmak gerekirse, bu işi sadece evde yapmaktır.”[509]
*
İslamiyetin kadına verdiği değeri anlamak istemeyenlere gösterilecek
hadislerden biri... Kadının ruhi cephesini ve hassaslığını ele alan bu ve
benzeri hadisler 20. Asrın feministlerine ithaf olunur. [510]
280. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmeli, huyu en iyi
olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.”[511]
281. İyâs İbni Abdullah İbni Ebû Zübâb radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kadınları dövmeyiniz” buyurmuştu.
Hz. Ömer Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna çıkarak:
– Kadınlar kocalarını dinlemez oldular, dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber kadınların dövülmesine izin verdi.
Bu defa birçok kadın Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in hanımlarına gelerek kocalarını şikâyete başladılar.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
–”Birçok kadın Muhammed ailesine gelerek kocalarını şikâyet
ediyorlar. Kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir.”[512]
282. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Dünya geçici bir faydadan ibarettir. Onun fayda sağlayan
en hayırlı varlığı dindar kadındır.”[513]
*
Kadın dört şeyi için nikahlanır. En hayırlı olanı eşin dindar olmasıdır
hadisine göre dünyada her şeyin geçici olması (Mü’min: 40/39 olduğu gibi)
Sadece dindar kadın, rahat bir ev ve iyi bir binek insanı bu dünyada mutlu
edebilir. Çünkü bize peygamberimiz tarafından tavsiye edilenler bunlardır. [514]
Bu bölümdeki bir ayet ve sekiz hadis-i şeriften erkeklerin
kadınlar üzerine hakim ve koruyucu olduklarını, kadının kocasına her an itaat etmesi
gerektiğini değilse lanete maruz kalacağını, kocasının izni olmadan kadının
nafile oruç bile tutamayacağını, herkesin çoban olduğunu ve gütmesi
gerekenlerden sorumlu olduğunu, kocanın ihtiyacını karşılamak için kadının ocak
başında bile olsa o işi bırakıp kocasının yanına gelmesi gerektiğini, insanın
insana secde edilmesi emredilmiş olsaydı kadının kocasına secde etmesi
gerekeceğini, kocasını memnun ederek ölen kadının cennette olacağını, Hurilerin
kocasını üzen kadına nasıl söz söyleyeceklerini, en zararlı imtihan unsurunun
kadın cinsi olduğunu öğreneceğiz.
[515]
“Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması
ve mallarından mehir ve her türlü
harcamada bulunması sebebiyle erkekler kadınlar üzerine yönetici ve
koruyucudurlar. Dürüst ve erdemli kadınlar gerçekten itaatli olanlardır. Allah
kendi haklarını nasıl koruduysa onlarda öylece kocalarının yokluğunda onların
malını ev sırlarını namus ve iffetlerini koruyanlardır...” (Nisa: 4/34)
283. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir erkek karısını yatağına çağırır da karısı gelmez ve
erkek ona dargın olarak gecelerse, melekler o kadına sabaha kadar lânet
ederler.”[516]
Buhârî ile Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
“Kadın geceyi kocasının yatağını terk ederek geçirirse,
melekler sabaha kadar ona lânet ederler.”[517]
Müslim’in
değişik bir rivayet de şöyledir:
“Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a
yemin ederim ki bir erkek karısını yatağa çağırır da kadın gelmezse kocası ondan
memnun oluncaya kadar kainatın sahibi olan Allah o kadına gazab eder.”[518]
*
Nur, Nisa, Ahzab surelerinin kadınlarla ilgili ayetleri de okunduğunda insanlar
kadın haklarını islamın kadına verdiği değeri daha iyi anlıyacaklardır. Çünkü
bu dünyada karı ve kocalar birbirleri için elbise hükmünde olur, her türlü
kötülüklerden birbirlerini daima korurlar. (Bakara: 2/187) [519]
284. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir kadın kocası yanındayken onun izni olmadan oruç
tutamaz. Kocasının izni olmadan bir kimseyi evine alamaz.”[520]
285. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden
sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da
evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz
idâre ettiklerinizden sorumlusunuz.”[521]
286. Ebû Ali Talk İbni Ali radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Bir koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına
çağırdığında, kadın ocak başında bile olsa, hemen kocasının yanına gelsin.”[522]
287. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının
kocasına secde etmesini emrederdim.”[523]
* Bu hadisin sebebi vürudu
(söylenmesine sebep) olarak; Muaz ibni Cebel Şamdan veya Yemen’den dönüşünde
veya Kays ibni Sa’d Hîre’den döndüğünde oralarda hrıstiyanların başkan ve
kumandanlarına secde ettiklerini görmüşlerdi. Bu sebeble peygamberimizin secde
edilmeye daha layık olduğunu düşünerek secde etmek istemişlerdi. Bunu yasaklayan
Rasulullah (s.a.v.) Rabbinize ibadet edin, müslümanlara iyilik yapın, bir
kimsenin diğerine secde etmesini isteseydim kadının kocasına secde etmesini
emrederdim, dedi. (Müsned, II – 76)
Secde hiçbir zaman ölmeyecek, saltanatı yok olmayacak olan
Allah’a yapılır. Ama kadının kocasına itaatın önemini belirtmek için
peygamberimiz böyle söylemiştir.
[524]
288. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kocasını memnun ederek ölen kadın cennetliktir.”[525]
289. Muâz İbni Cebel radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Dünyada bir kadın kocasını üzerse, o kimsenin hûrilerden
olan hanımı o kadına şöyle seslenir:
– Allah canını alsın! Üzme onu! O senin yanında şimdilik
misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize kavuşacaktır.”[526]
290. Üsâme İbni Zeyd radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne
sebebi bırakmadım.”[527]
* İslamın aile yapısında kadın ve
erkeğin ayrı ayrı görevleri ve sorumlulukları vardır. Geçen hadislerde erkeğin
aile üzerindeki otorite ve sorumluluğuyla kadının durumu apaçık gözler önüne
serilmişir. Erkek vazife ve sorumluluğunu bilip yuvadaki vazifesini layıkıyla
yapar, kadın da ayet ve hadislerle belirtilen şekliyle kocasını razı eder ev
işlerini yerine getirirse cenneti elde etmiş olacaklardır.
Son hadisle bazı problemli kadınlara ve kadın cinsinin
hususiyetine işaret edilmekte ve Teğabün: 64/14 ayeti bize hatırlatılmaktadır.
Bu ayetin sebebi vücudu (söylenme gereği) hicret edecek kimselere karıları ve
çocukları “Sen gidersen biz sensiz ne yaparız.” Demişler ve onların hicret
etmelerini geciktirmişlerdi. Gecikmeden dolayı günaha girdiklerini zanneden
sahabiler hanım ve çocuklarını cezalandırmaya kalkmışlar ve onları daha
hoşgörülü olmaya çağıran Teğabün: 64/14 ayeti nazil olmuşlardır. Al-i İmran:
3/14 de belirtildiğine göre insanlar bazı dünya zevk ve nimetlerine düşkün yaratılmışlardır.
Bunlardan ilki kadın ve erkeğin birbirlerine olan ilgi ve alakalarıdır. Bu
ilginin ölçülü kullanılmaması her iki taraf için de tehlike doğurabilir.
Hadis-i şerif bu tehlikeye dikkatleri çekip erkeklerin daha uyanık olmalarını
istemektedir. [528]
Bu bölümdeki üç ayet ve sekiz hadis-i şeriften aile
içerisinde kadının yiyecek ve içeceğinin kocaya ait olduğunu, varlıklı kimsenin
durumuna göre fakirin de durumuna göre harcamada bulunacağını, Allah rızası
kazanmak için ne harcanırsa Allahın onun yerine yenisini vereceğini harcamalar
içinde en çok sevap kazandıran harcamanın çoluk çocuğa yapılan harcama
olduğunu, cihad atına harcanan para ve beraberce cihad ettiği arkadaşlarına
harcanan paranın da en değerli para olduğunu, çocuklara yapılan harcamanın
sevabının harcayana ait olduğunu, Allah rızası umularak yapılan her harcamadan
mutlaka mükafat alınacağını, geçimini sağlaması gereken kimseleri ihmal etmenin
günah olarak insana yetebileceğini, kölelerin de buna dahil olduğunu, her gün yeryüzüne
inen iki melekten birisinin infak edene yenisini ver dediğini, diğerinin ise
cimrilik edenin malını yok et diye beddua ettiğini, veren elin alan elden üstün
olduğunu, sadakanın hayırlısının ihtiyaçtan fazlasından vermek olduğunu, kim ki
insanlardan bir şey istemezse Allah’ın onu kimseye muhtaç etmeyeceğini, tok
gözlü olanın Allah tarafından zengin kılınacağını öğreneceğiz. [529]
“... Süt annelerinin ve çocuğun emzirme süresi içinde her
türlü masraflarını karşılamak çocuğun babasına aittir...” (Bakara: 2/233)
“Geniş imkanlara sahip olan kişi durumuna göre nafaka
versin. Rızık imkanları dar olan kimse ise Allah’ın kendisine verdiğine uygun
biçimde nafaka vermiş olun...” (Talak: 65/7)
“... Siz Allah rızası için başkalarına ne harcarsanız Allah
onun yerini daima doldurur...” (Sebe’: 34/39)
291. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah yolunda (cihâd edilmesi için) sarfettiğin para, köle
âzâd etmek için harcadığın para, fakire sadaka verdiğin para ve bir de aile
fertlerinin ihtiyaçları için harcadığın para var ya! İşte bunların içinde sana
en çok sevap kazandıracak olanı, ailen için harcadığın paradır.”[530]
292. Resûli Ekrem’in âzadlı kölesi Ebû
Abdullah (Ebû Abdurrahman da denilir) Sevbân İbni Bücdüd’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimsenin harcadığı paraların en değerlisi ailesinin
ihtiyaçlarına harcadığı para, Allah yolunda cihâd etmek için beslediği atına
harcadığı para ve bir de beraberce Allah yolunda cihâd ettiği arkadaşlarına
sarfettiği paradır.”[531]
293. Ümmü Seleme radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! (Eski kocam) Ebû Seleme’nin
çocuklarına para harcamak bana sevap kazandırır mı? Onları öyle muhtaç durumda
bırakacak değilim ya! Onlar benim kendi çocuklarımdır, diye sordum.
Resûlullah şöyle buyurdu:
– “Evet, onlara yaptığın harcamanın sevabı senindir.”[532]
294. Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu
anh’ın rivayet ettiği, bu kitabın baş tarafındaki ihlâs ve niyet konusunda
geçen uzun hadiste Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Sa`d’e hitâben
şöyle buyurmuştu:
“Allah rızasını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek
yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını
alacaksın.”[533]
295. Ebû Mes`ûd el–Bedrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Bir adam Allah’ın rızasını umarak ailesinin geçimini
sağlarsa, harcadıkları onun için birer sadaka olur.”[534]
296. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Geçimini sağlaması gerekenleri ihmâl etmek, insana günah
olarak yeter.”[535]
Müslim’in
diğer bir rivayetinde ise şöyledir:
“Bakmakla yükümlü olduğu kimselerin
nafakasını kısıp vermemek günah olarak bu kişiye yeter.”
* Müslüman her zaman ve zeminde cömert olmalı, bilhassa kendilerini
geçindirmekle yükümlü olduğu kimselerden harcamaya başlamalı sonrada bu daireyi
genişleterek üvey evlatlara komşulara ve akrabalara uzanmalıdır. Savaş ve cihad
için gerekli her şeye yapılan harcamalar da mutlaka sevap kazandıran
işlerdendir.
İşveren
durumunda olan, sanayici olan, işletmelerinde adam çalıştıran kimseler kendi çoluk
çocuklarının yanısıra işçilerine de gerekli geçinebilecek kadar meblağı vermek
durumundadır. Piyasa şartlarına göre geçinebilecek meblağı vermek zorundadır
değilse günün şartlarına göre ilan edilen asgari geçim fiyatlarıyla geçinmek
veya geçinmeye mecbur etmek gerçek müslüman olan sanayici ve işverene yakışmaz.
Böyle yapanlar zulmetmiş olurlar, başka kimselerin haklarını gasbetmiş olurlar. [536]
297. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Her Allah’ın günü iki melek iner. Bunlardan biri:
– Allah’ım! Malını verene yenisini ver! diye dua eder.
Diğeri de:
– Allahım! Cimrilik edenin malını yok et! diye beddua
eder.”[537]
* Veren de alan da daraltan da bolca veren de hep Allah’tır. Yüce Allah
vereceği ve alacağı her şeyde melekleri vasıta kılar. İşte bu hadiste melekleri
infak edilen Allah rızasını kazanmak için verilen her şey için melekler aracı
kılınıp dua veya beddua ediyorlar. Öyleyse Allahın verdiği malı onun istediği
ve razı olduğu yerlere vermek gerekir. Çünkü Allah fakir ve muhtaç kullarını
destekleyen kimseleri sever ve onların mallarını bereketlendirir. Fakirlerin
hakkını vermeyenler meleklerin bedduasını aldıkları için o mallarından hayır
göremezler, başka yerlerden daha fazlası mallarından çıkarak zarar görmüş
olurlar. Bu konuda Zariyat: 51/19, Meariç: 70/25 ve Sebe’: 34/39 ayetlerinin
tefsirine bakınız. [538]
298. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Veren el alan elden hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini
üstlendiğin kimselerden başla! Sadakanın hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan
verilendir. Kim insanlardan bir şey istemezse, Allah onu kimseye muhtaç etmez.
Kim de tokgözlü olursa, Allah onu zengin kılar.”[539]
* Allahın kendisine verdiğinden
başkalarına vermeyen ve infak etmeyen kimseler Allahın Zariyat: 51/19, Meariç:
70/24, Duha: 93/10 nolu ayetlerini görmemiş aç gözlü kimselerdir. Bu ayetleri
bilip onların gereklerine göre hareket eden, veren, infak eden tok gözlü
kimseleri Allah kimseye muhtaç etmez. Zira nefs yuları çekilirse baş eğer itaat
eder. Dizginleri serbest bırakılırsa sahibini peşinden sürükler tehlikeli
yerlere götürür. Kendi nefsinden ve aile efradından başka kimseleri düşünmeyen
kimseler sadece biriktirmek ve yığmak üzere mal kazananlar Araf: 7/176, Hümeze:
104/3 ayetleriyle Kasas: 28/82 ayetinin öncesi ve sonrasını okumalı ve
yeryüzünde mal biriktirmek suretiyle tek başına sarayıyla birlikte helak edilen
şahsı öğrenip ibret almalıdır.
[540]
“Siz sevdiğiniz şeylerden Allah rızası için başkalarına
harcamadıkça gerçek erdemliliğe ve hayra ulaşmış olamazsınız.” (Al-i İmran: 3/92)
“Ey iman edenler, kazandığınız güzel şeylerden ve topraktan
sizin için bitirdiğimiz ürünlerden başkaları için harcayın ama harcama için
utanma ve iğrenmeden dolayı göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri seçmeyin.” (Bakara: 2/267)
299. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Medine’de ensar arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha
idi. En sevdiği malı da Mescid–i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma
bahçesiydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve
oradaki tatlı sudan içerdi.
Enes (sözüne devamla) dedi ki:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye
eremezsiniz” (Al-i
İmran: 3/92) âyet–i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem in yanına geldi ve:
– Yâ Resûlallah! Cenâb–ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden
Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En
sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızâsı için sadaka ediyorum.
Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın
sana göstereceği şekilde kullan, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
– “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum,
Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum.”
Ebû Talha:
– Öyle yapayım, yâ Resûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları
ve amcasının oğulları arasında taksim etti.[541]
* Birr: Cennete girmek, Allah’ın rahmeti
ve rızası, hayır ve iyiliği, en mükemmeli, hayırda bol ve geniş olmak, kulun
Rabbine bol itaatte bulunması gibi anlamlara gelir.
İyi olabilmek ve iyiyi elde edebilmek için iman etmek kafi
değildir. Sahip olduğu imkan ve nimetlerin içinden en sevdiklerini Allah
yolunda sarfetmesi gerekir. Ashabtan Ebu Talha bunun en güzel örneğini
vermiştir. İkinci Ömer denilen Ömer ibni Abdülaziz ise çuval çuval şeker alır
dağıtırmış. Kendisine niçin para dağıtmıyorsun? diye sorduklarında: “Ben şekeri
çok severim onun için infak etmek isterim”, demiş. Ashabın hayatında bu tür
sahneleri çok görmek mümkündür. Bunun için Yusuf el Kandehlevi’nin Hayatüs
Sahabe isimli kitabının bu konularla ilgili bölümüne bakılabilir. [542]
“Ümmetine ve yakınlarına namazı emret. Kendin de o namaza
sımsıkı sarıl veya namazı emretmede dirençli ve dayanıklı ol...” (20 Taha 132)
“Ey iman edenler, kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem
ateşinden koruyun ki onun yakıtı insanlar ve tutuşturulmaya yarayan taşlar veya
taştan yapılmış tüm putlardır...” (66 Tahrim 6)
300. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle
dedi:
Hz. Ali’nin oğlu Hasan radıyallahu anhümâ, sadaka
edilen hurmalardan birini alıp ağzına atmıştı.
Bunu gören Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kaka, kaka! At onu!. Bizim sadaka edilen şeyleri
yemediğimizi bilmiyor musun?” buyurdu.[543]
Bir rivayete göre şöyle buyurdu:
“Bize sadaka helâl değildir, bilmiyor musun?”[544]
* Ağaç yaşken eğilir atasözü uyarınca ailede din eğitimi
daha küçük yaşlardan başlamalıdır demek isteyen peygamberimiz yeme içme
konusunda evde bulundurulması yasak olan resim, heykel, köpek gibi şeylerin
haramlığında yemek yerken besmele çekilerek başlanıp sağ eliyle ve önünden
yenmesi gerektiğine kadar pek çok husus ve ahlaki kaideler daha küçük yaşta
iken verilmeli ve öğretilmelidir. Büyüyünce öğrenir veya öğrensin demek
suretiyle bu eğitim verilecek yaşta bu alışkanlıklar ve dini vecibeler
öğretilmezse bunların yerini gazete ve TV den bozuk ve yanlış şeyler
dolduracağından uygun olanı İslami eğitime küçük yaşta başlamaktır.
Hayatımızda doğruların yer almadığı zeminleri batıl ve
hurafeler doldurmuştur. Her sünnetin eksikliği bir bidatı doğurduğu gibi. [545]
301. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in üvey oğlu, Ebû Seleme Abdullah İbni Abdülesed’in öz oğlu Ebû Hafs
Ömer’şöyle dedi:
Ben Hz. Peygamber’in himâyesinde yetişen bir çocuktum.
Yemek yerken, elim yemek tabağının her yanına giderdi. Bunun üzerine Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:
“Oğul, besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!”
O günden sonra buyurduğu gibi yedim.[546]
302. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken dinlemiştir:
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden
sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek
ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden
sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.”[547]
* Toplum olarak en küçük birim olan
aileden başlıyarak devlete kadar herkes çobandır ve idare etmekle sorumlu olduğu
kişilerden sorumludur. Yani hiç kimse çobanlık konumundan dışarı çıkamaz. Az da
olsa çok da olsa mutlaka idare ettiği bir grup vardır. Çocukların ve gençlerin
eğitiminden ve bilgisizliklerinden dolayı kötü yollara düşmeleri ve kötülüklere
bulaşmaları halinde toplumun her kesimi anne baba ve diğer sorumlular bu işin
günahını yükleneceklerdir. Her müslüman bu sorumluluk bilinci altında hayatını
sürdürmeli ve islami eğitim ve bilgilendirme işinde ihmal ve tavize hiç yer
vermemelidir.[548]
303. Amr İbni Şuayb babası Şuayb’dan, o
da dedesi Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anh’den Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını
söyleyiniz. On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa kendilerini cezalandırınız
yataklarını da ayırınız.”[549]
* Namaz hususunda 20 Taha 132 ayeti
daima gözönünde bulundurulmalı evde yediden yetmişe herkese namaz kılma emri
uygulanmalıdır. Yine Tahrim: 66/6 ayeti de hiçbir zaman gözden ve gönülden uzak
tutulmamalıdır. Namaz kılma konusunda kitabımızın 1078-1081 numaralı hadisleri
de daima hatırlanmalı ve gözden uzak tutulmamalıdır.
Yataklarının ayrılması da cinsi sapmalara yol
açabileceğinden peygamberimiz böyle bir problemi daha ortaya çıkmadan önlemek
düşüncesiyle bu yasaklamayı getirmişti. Oda ve yatak imkanı olmazsa bile
vücutlarının birbirine temasları önlenmiştir. [550]
304. Ebû Süreyye Sebre İbni Ma`bed
el–Cühenî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Çocuğa yedi yaşındayken namaz kılmayı öğretiniz. On yaşına
bastığı hâlde kılmazsa, cezalandırınız.”[551]
Ebû Dâvud’daki hadis şu meâldedir:
“Çocuk yedi yaşına girince, namaz kılmasını söyleyiniz.”
Bu bölümdeki bir ayet ve dokuz hadis-i şeriften Allah’a
ibadet edip ona hiçbir şeyi ortak koşmayacağımızı, ana baba, akraba yoksul
yakın ve uzak komşuya ve emrimiz altındakilere iyi davranacağımızı, Cebrail’in
Rasulullah (s.a.v.)’e komşuyu mirasçı kılacak şekilde tavsiyede bulunduğunu,
komşular arası yemek yedirme ve ikramda bulunmanın gerekliliğini hatta bu ikram
bir koyun paçası olsa bile, komşularına eziyet veren kimsenin cennete
giremeyeceğini, ip çekmek ve başka maksatlarla komşuların birbirlerinin duvarına
ağaç koyma veya çivi çakmalarına engel olmamaları gerektiğini, komşuyu rahatsız
etmemenin Allah ve ahiret gününe imanın bir gereği olduğunu, hayırlı komşunun
komşusuna faydalı olan kimse olduğunu öğreneceğiz. [552]
“Yalnızca Allah’a kulluk eden ve ondan başka hiçbir şeye
ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya, yetimlere, muhtaçlara, kendi
çevresinden olan komşulara; uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa
ve elinizin altındaki hizmetçi ve işçilere iyilik yapın ve iyi davranınız.” (Nisa: 4/36)
* Uzak komşu evi uzak olan veya
akrabalık ve din bağı olmayan komşudur. Yakın komşu evi yakın veya akrabalık ve
din bağı olan komşu demektir. [553]
305. İbni Ömer ve Âişe radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu.
Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.”[554]
* Komşu ev halkından sonra en fazla
görülen ve birbirlerinin sesini duyacak kadar yakın olan kimselerdir. Bundan
dolayı müslüman ve iyi ahlaklı olması temenni edilir. Komşuların da kendi
aralarında değişik haklara sahip olanları vardır. Bir hakkı olan komşular dini
ayrı olan kimselerdir. İki hak sahibi olanlar hem müslüman hem de komşuluk
hakkı vardır. Üç hakkı olanlar ise müslüman, akraba ve komşu olanlardır.
Dolayısıyla bu üç tabaka komşuların hepsine zarar vermeksizin iyi geçinmeli,
sevinç ve kederlerine ortak olunmalıdır. [555]
306. Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Ey Ebû Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve
komşularını gözet!”[556]
Müslim’in Ebû Zer’den diğer bir rivayeti şöyledir:
Dostum Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana
şöyle vasiyet etti:
“Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy. Sonra da
komşularını gözden geçir ve gerekli gördüklerine güzel bir şekilde sun!”[557]
307. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm:
– “Vallâhi imân etmiş olmaz. Vallâhi imân etmiş olmaz.
Vallâhi imân etmiş olmaz” buyurdu.
Sahâbîler:
– Kim imân etmiş olmaz, yâ Resûlallah? diye sordular.
– “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan
kimse!” buyurdu.[558]
Müslim’in bir rivayetine göre ise:
“Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse
cennete giremez” buyurdu.[559]
308. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’ den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Ey müslüman kadınlar! Komşu hanımlar birbiriyle hediyeleşmeyi
küçümsemesin! Alıp verdikleri şey bir koyun paçası bile olsa!..”[560]
* Komşular arasında alınıp verilmesi
gerekli olan her türlü şeyin veren açısından küçük görünüp verilmemesi alan açısından da yine küçük
görülüp alınmaması veya çöpe atılması gibi davranışların uygun olmadığını bu
hadis bize haber vermektedir. Her komşu gücü nisbetinde komşularına ikram,
hediye ve yardımda bulunacaktır. Bu yardımı küçük görüp yapmamazlık etmeyecek,
karşı komşular da bu ikram ve hediyeyi küçük ve değersiz görüp almamazlık veya
burun kıvırma gibi hallere düşmeyecektir. Bu gün katlar, apartmanlar, siteler
mutfakları birbirine simetrik nice yapılar içerisinde insanlar yiyip içmekte
yaptıkları yemek, kızartma v.b. şeylerin kokusundan rahatsız ettikleri
komşularına bir damla bile bir şey vermemekte hatta hastasından ve ölüsünden
bile habersiz yaşamaktadırlar. Komşu hakkıyla alakalı: “Cibril komşu
hakkıyla alakalı o kadar şeyler söyledi ki komşuyu komşuya varis edecek
sandım.” Hadisi şerifi bugün duyulmamış ve bilinmemektedir. İslama göre
komşular arası münasebetler çok yakın ve düzgün olmalıdır. Coğrafi yönden bazan
da her yönde hatta akrabadan daha yakın olan komşularla akrabalık bağları gibi
bağlar kesilmemeli, insani ve islami bağlar koparılmamalıdır. Ra’d: 13/21-25,
Bakara: 2/27’deki ayetlerinde emredildiği gibi. [561]
309. Yine Ebû Hüreyre’den rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz duvarına ağaç çakmak isteyen komşusuna engel
olmasın”
Ebû Hüreyre hadisi rivayet ettikten sonra oradakilere:
Neden bu sünneti yerine getirmekten çekiniyorsunuz? Vallahi
ben bu sünneti size benimsetene kadar uğraşacağım, dedi.[562]
310. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu
rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram
etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya
sussun!”[563]
311. Ebû Şüreyh el–Huzâ`î radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusuna iyilik
etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a
ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!”[564]
312. Hz. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! İki komşum var. Hangisine hediye vereyim?
diye sordum.
– “Kapısı sana daha yakın olana ver” buyurdu.[565]
313. Abdullah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’ya göre arkadaşların hayırlısı, arkadaşına
faydalı olandır. Yine Allah Teâlâ’ya göre komşuların hayırlısı, komşusuna
faydalı olandır.”[566]
* Akrabalar arası müslümanlar arası
ve komşular arası hediyeleşmek sevaptır. Bu hediyeyi küçük görmek ve burun
kıvırmak doğru değildir. Komşusuna güvenmeyen ve onu rahatsız eden kimselerin
imanları son derece zayıftır. Yoksul komşuları gözetmek gücü yeten komşuların
görevidir. Hediyeleşmek komşular arasında sevgi bağı oluşturur. Komşusu aç iken
diğer komşuların damak zevki araması hoş olmaz. Çorbanın suyunu artır denmesi
bundandır. Ayrıca “Komşuları aç iken tok yatan bizden değildir.” Hadisi de bunu destekler.[567]
Bu bölümdeki 6 ayet ve 24 hadisten ortak koşmaksızın
Allah’a ibadet edip ana, baba, akraba ve yetimlere iyi davranma gereğini,
Rabbimizin ana babaya iyiliği emrettiğini, ana ve babamız yanımızda ihtiyar
durumuna gelirlerse onlara öf bile demeyip tevazu kanadını açarak merhametle
muamele etmemiz ve o şekilde Allah’a dua etmemiz gerektiğini, vaktinde kılınan
namazdan sonra en hayırlı amelin ana babaya iyilik olduğunu, babalık hakkını
ödemenin çok zor olduğunu, misafir ve akrabaya iyilik etmek gerektiğini,
akrabalık bağını gözeteni Allah’ta gözetir, ilgiyi kesenden Allah’ın da ilgiyi
keseceğini, kişinin iyilik etmekteki sırasını; Rasulullah’ın Anan Anan Anan
sonra baban sonra yakın akrabandır diye sıraladığını, yaşlılık günlerinde anne
ve babasına ulaşıp ta cenneti kazanamayanın burnu sürtülsün bedduasına muhatap
olduğunu, kötülük yapan akrabaya bile iyilik yapmakla o kişinin Allah’ın
yardımına mazhar olacağını, rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isteyen
kimsenin akrabasını kollayıp gözetmesi gerektiğini, yakın akrabanın
kollanmasının önce olduğunu, kimsesi olmayan anne ve babalara bakmanın cihada
gitmekten hayırlı olduğunu, akrabası kendisiyle ilgiyi kestiği zamanlarda
onlarla ilgilenmenin akrabayı koruyup gözetme sayılacağını, bir köleyi
hürriyetine kavuşturmaktan akrabalarına hediye etmenin daha sevap olacağını,
müşrik bile olsa kişinin ana babasına iyi davranması gerektiğini, sadakanın
yakın akrabaya verilmesiyle hem sadaka hem de yakınları himaye sevabı kazanılacağını,
iki tür bağdan birinin de akrabalık bağı olduğunu, akrabalık bağlarının
kesilmeyeceğini, cennete götürecek amellerden birinin de akrabalık bağlarını
korumak olduğunu, evlilik ve boşamalarda basiretli anne babaların sözünün
tutulabileceğini, teyzenin anne sayılabileceğini, peygamberimizin gönderiliş
gayelerinden birinin de akrabayı kollayıp gözetlemek ve putları kırmak olduğunu
öğreneceğiz. [568]
“Yalnızca Allah’a kulluk edin ve O’ndan başka hiçbir şeye
ilahlık yakıştırmayın. Ana babaya yakın akrabaya, yetimlere, muhtaçlara kendi
çevrenizde olan yakın komşulara ve uzak komşulara, yanınızdaki arkadaşa, yolda
kalmışa ve elinizin altındaki hizmetçi ve işçilere iyilik yapın iyi davranın.” (Nisa: 4/36)
“...Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve akrabalık bağlarını gözetin.” (Nisa: 4/1)
“Onlar ki Allah’ın ulaştırılmasını istediği şeyi
ulaştırırlar. Yani akraba mü’minlerle ilgiyi kesmezler.” (Ra’d: 13/21)
“Biz insana yapacağı hayırlı işlerden biri olarak anne ve
babasına iyi davranmasını emrettik...” (Ankebut: 29/8)
“Çünkü Rabbin kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve
anaya babaya iyilik etmenizi buyurmuştur. Eğer onlardan biri yahut her ikisi
senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olurlarsa onlara öf bile deme,
azarlama onları ve onlara güzel ve iyi söz söyle ikisine karşı da merhamet
kanatlarını indir. Mütevazi ol veya Rabbi de: “Onlar çocukluğumda beni nasıl
büyütüp yetiştirdilerse sen de onlara öylece merhamet et.” (İsra: 17/23-24)
“Allah diyor ki: Biz insana anne babasına karşı iyi
davranmasını emrettik. Annesi onu nice acılara ve zayıflığa katlanarak karnında
taşıdı. O’nun sütten kesilmesi de iki yıl sürdü. Öyleyse ey insanoğlu bana ve
sonra da ana ve babana şükret...” (lokman: 31/14)
314. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni
Mes`ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber aleyhisselâm’a:
– Allah’ın en çok beğendiği amel hangisidir? diye sordum.
– “Vaktinde kılınan namazdır” diye cevap verdi.
– Sonra hangi ibadet gelir? dedim.
– “Ana ve babaya iyilik ve itaat etmek” buyurdu.
– Daha sonra hangisi gelir? diye sordum.
– “Allah yolunda cihâd etmek” buyurdu.[569]
315. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle
olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını ödemiş olur.”[570]
* Babanın evlat üzerindeki hakkı ödenemeyecek kadar
büyüktür. Hayatta kolay kolay meydana gelmeyecek bir olaya yani köle azadına
bağlanması bunu göstermektedir. Halen islamda Allah, Rasulu ve sonra ana babaya
hürmet ve ikramın zikredilmesi de bunu göstermektedir. [571]
316. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram
etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik etsin.
Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!”[572]
* Gerçekten müslüman olduğunu iddia eden
kimse mutlaka bu iki şıktan birincisini tercih ederek sevap kazanmalı insanlara
yardımcı olmalıdır veya susmak suretiyle kimseye zarar vermemelidir. [573]
317. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ varlıkları yaratma işini tamamlayınca,
akrabalık bağı (rahim) ayağa kalkarak:
– (Huzurunda) bu duruş, akrabalık bağını koparan kimseden
sana sığınanın duruşudur, dedi.
Allah Teâlâ:
– Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmeme, seninle ilgisini
kesenden rahmetimi kesmeme râzı değil misin? diye sordu.
Akrabalık bağı:
– Evet, râzıyım, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
– Sana bu hak verilmiştir, buyurdu.
Bunları anlattıktan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem:
– İsterseniz (bunu doğrulayan) şu âyeti okuyunuz, buyurdu:
“Ey münâfıklar! Siz iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde
fesat çıkarır, akrabalarla ilginizi kesersiniz, değil mi? İşte Allah’ın lânete
uğrattığı, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır” (Muhammed: 47/22–23)[574]
Buhârî’nin bir rivayetine göre Cenâb–ı Hak şöyle buyurdu:
“Ey akrabalık bağı! Seni gözeteni gözetirim. Seninle ilgiyi
kesenden ben de ilgimi keserim.”[575]
318. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir adam Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
gelerek:
– Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir? diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Anan!” buyurdu.
Adam:
– Ondan sonra kimdir? diye sordu.
– “Anan!” buyurdu.
Adam tekrar:
– Ondan sonra kim gelir? diye sordu.
– “Anan!” dedi.
Adam tekrar:
– Sonra kim gelir? diye sordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Baban!” cevabını verdi.[576]
Bir rivayete göre o adam:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken
kimdir? diye sordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Anan, sonra anan, daha sonra yine anan, sonra baban,
sonra da sana en yakın olan akraban” buyurdu.[577]
* Saygı, iyilik ve itaate en layık
olan kimselerin sıralaması yapılan bu hadislerde her zaman ve heryerde her kimseye karşı iyi davranması
gereken müslümanın kime nasıl davranması gerektiği bildirilmiştir. [578]
319. Yine Ebû Hüreyre’den rivayet
edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık
günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun,
perişan olsun”[579]
* Bugün bakım ve paraya ihtiyacı
olmayan huzurevlerinde nice anne ve babalar vardır ki hizmetçileri de var. Ama
sevgi dolu bir bakış candan sevgiyle kucaklayıştan mahrumdurlar, bu ise para
ile elde edilemez Bu hadis anne ve
babasına hayırsızlık yapan bir evladın acıklı sonucundan bahsetmektedir. (İsra:
17/24 nolu ayete bakınız) [580]
320. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre bir adam:
– Yâ Resûlallah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret
ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana
kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba davranıyorlar,
dedi.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
– “Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş
oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninledir.”[581]
321. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse,
akrabasını kollayıp gözetsin.”[582]
* Rızık ve ömür bereketine sebeb olan
amellerden biri olarak anlatılan akraba ziyareti ve bağları koparmamak kişinin
dünya hayatında yaşantı ve geçim olarak rahat bir hayat ve geçim sürmesini
temin etmiş olur. [583]
322. Yine Enes radıyallahu anh
şöyle dedi:
Medine’de ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû
Talha idi. Ebû Talha’nın en sevdiği malı da Mescid–i Nebevî’nin karşısındaki
Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu
bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.
Enes (sözüne devamla) dedi ki: “Sevdiğiniz şeylerden
Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyet–i kerîmesi nâzil
olunca, Ebû Talha Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi
ve:
– Yâ Resûlallah! Cenâb–ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden
Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En
sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızası için sadaka ediyorum.
Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın
sana göstereceği şekilde kullan, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
– “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum,
Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum.”
Ebû Talha:
– Öyle yapayım, yâ Resûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları
ve amcasının oğulları arasında taksim etti.[584]
* Ebu Talha değerlendirmeye göre
yirmi bin koyun eden bir mal varlığını Allah yolunda harcamasını bilen bir
sahabidir. Kendilerine bakarak yolumuzu tayin edeceğimiz yıldızlardan biridir. [585]
323. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Bir adam Peygamber aleyhisselâm’ın yanına gelerek:
– Hicret ve cihâd etmek üzere sana bîat ediyorum. Bunların
sevabını Allah’tan dilerim. dedi.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ana ve babandan hayatta olanlar var mı?” diye sordu.
Adam:
– Evet, her ikisi de hayatta, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun değil mi?” diye sordu.
Adam:
– Evet, deyince:
– “Ana ve babanın yanına dön. Onlara iyi bak!” buyurdu.[586]
Bu rivayet Sahîh–i Müslim’den alınmıştır. Buhârî ile
Müslim’in bir başka rivayeti ise şöyledir:
Bir adam Resûlullah’ın yanına gelerek cihâd etmek üzere
ondan izin istedi. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Anan, baban sağ mı?” diye sordu.
Adam:
– Evet, deyince:
– “Öyleyse onlara hizmet etmeye çalış!” buyurdu.[587]
* Cihad iki türlüdür. Birisi genel
seferberlik dediğimiz her eli silah tutanın katılması gereken zorunlu cihad,
bir diğeri de küçük birlikler ve gönüllülerden oluşan ufak çapta olan cihad
hareketidir. Bu sahabinin buradaki durumu nafile cihad diyebileceğimiz bir
cihad çeşididir ki anne ve babadan izin almak gerekir. [588]
324. Yine Abdullah İbni Amr İbni Âs’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Akrabasının yaptığı iyiliğe aynıyla karşılık veren, onları
koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten adam, kendisiyle ilgiyi
kestikleri zaman bile, onlara iyilik etmeye devam edendir.”[589]
* İyilik üç türlüdür. 1- İyiliğe iyilik 2- Karşılık beklemeksizin yapılan
iyilik 3- Kötülük edene iyilik etmektir ki en değerlisi
budur. Bkz. Fussılet: 41/34. [590]
325. Hz. Âişe’den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Akrabalık bağı Arş-ı âlâ’ya tutunarak şöyle demiştir: Beni
koruyup gözeteni, Allah koruyup gözetsin. Benimle ilgisini kesenden Allah
rahmetini kessin.”[591]
326. Mü’minlerin annesi Meymûne
Binti’l–Hâris radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Meymûne
Peygamber aleyhisselâm’a haber vermeden bir câriye âzâd etmişti. Kendi
nöbet gününde Resûl–i Ekrem yanına gelince:
– Yâ Resûlallah! Farkına vardın mı, câriyemi âzâd ettim,
dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Gerçekten mi?” diye sordu. Hz. Meymûne:
– Evet, gerçekten âzâd ettim, deyince:
– “Eğer câriyeyi dayılarına hediye etseydin daha çok sevap
kazanırdın” buyurdu.[592]
* Her türlü yardımda öncelikle fakir
ve yardıma muhtaç akraba düşünülmelidir. Önceki hadislerde de görüldüğü üzere
fakir, komşu ve akrabalara yapılacak yardımlarda en değerlisi her üçü de bir
arada olandır. Daha sonra iki şartı taşıyan kimselerdir.[593]
327. Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
İslâmiyet’i kabul etmemiş olan annem Resûlullah zamanında
yanıma gelmişti. Resûlullah’ın görüşünü almak için:
– Annem, beni özleyip gelmiş. Ona ikramda bulunabilir
miyim? diye sordum.
Peygamber aleyhisselâm:
– “Evet, annene iyi davran!” buyurdu.[594]
* Bu konuda Lokman 31/14 ve Ankebut
29/8 ayetlerin tefsirine bakınız. [595]
328. Abdullah İbni Mes`ûd radıyallahu
anh’ın karısı Zeynep es–Sekafiyye radıyallahu anhâ’dan rivayet
edildiğine göre birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey kadınlar! Zînet eşyânızdan bile olsa sadaka veriniz” buyurmuştu.
Zeynep sözüne devamla dedi ki: Bunun üzerine ben Abdullah
İbni Mes`ûd’un yanına dönerek:
– Sen eli dar bir adamsın. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem bize sadaka vermemizi emretti. Ona git de bir soruver. Sadakamı
sana vermekle bu emri yerine getiriyorsam ne âlâ. Şayet olmuyorsa başkasına
vereyim, dedim. Abdullah:
– Kendin git sor, deyince ben de gittim. Hz. Peygamber’in
kapısına varınca, ensârdan bir kadının orada beklediğini gördüm. Meğer onun
derdi de benimkinin aynıymış. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
huzuruna girmeye de pek çekinirdik.
İçeriden Bilâl çıkıverince ona:
– Hz. Peygamber’e git de, “Kapıda iki kadın bekliyor ve
kocalarıyla kendi yetimlerine verecekleri sadakanın kabul olup olmadığını
soruyorlar, de!. Ama bizim kim olduğumuzu söyleme!” dedik.
Bilâl hemen Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
huzuruna girerek meseleyi anlattı.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kim onlar?” diye sordu.
Bilâl de:
– Ensârdan bir kadınla Zeynep, deyince, Resûlullah salllallahu
aleyhi ve sellem:
– “Hangi Zeynep’miş o?” diye sordu. Bilâl:
– Abdullah’ın karısı, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
– “Onlar –böyle yapmakla– iki sevap birden kazanırlar. Biri
yakınlarını himâye sevabı, diğeri de sadaka sevabı.”[596]
* Rasulullah bir bayram günü
kadınlara va’z ederken onlardan sadaka vermelerini istemişti. Bu hadiste de bir
kadının koca ve çocuklarına bakma zorunluluğu olmadığı için onlara yaptığı
harcama sadaka yerine geçtiğini yine bir erkek de bakmak zorunda olmadığı
yakınlarına sadaka verebileceğini karısının kendi malını kocasına danışmaksızın
harcayıp infak edebileceğini yine bir kadının dinini öğrenebilmesi için evinden
dışarı çıkmasında da bir mahzur olmadığını öğrenmiş oluyoruz. [597]
329. Ebû Süfyân Sahr İbni Harb radıyallahu
anh’den –Herakliyus kıssasına dair uzun hadiste– rivayet edildiğine göre,
Herakliyus Ebû Süfyân’a Peygamber aleyhisselâm’ı kastederek:
– O size ne emrediyor? diye sordu.
Ebû Süfyan der ki:
– Ben de onun bize, sadece Allah’a ibadet ediniz; ona
hiçbir şeyi denk tutmayınız; dedelerinizin taptığı şeyleri bırakınız dediğini, bize
namaz kılmayı, doğru ve iffetli olmayı, akrabayı görüp gözetmeyi emrettiğini
söyledim.[598]
330. Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Siz (bir para birimi olan) kîrâtın kullanıldığı bir yeri
mutlaka fethedeceksiniz.”
Diğer bir rivayete göre ise şöyle buyurdu:
“Siz kîrâtın kullanıldığı Mısır’ı fethedeceksiniz. Oranın
halkına iyi davranmanızı tavsiye ediyorum; vasiyetimi tutunuz. Zira onlara bir
ahid ve eman görevimiz, bir de akrabalık bağımız vardır.”
Bir diğer rivayete göre şöyle buyurdu:
“Siz orayı fethettiğiniz zaman, halkına iyi davranın. Zira
onlara bir ahid ve eman görevimiz, bir de akrabalık bağımız vardır” veya “ahid ve eman görevi ve
hısımlık bağı vardır” buyurdu.[599]
* Mısırlılarla Mekkelilerin akrabalık
bağı Hz. İsmail’in annesi Hacer’in Mısırlı olması dolayısıyla, hısımlık bağı
ise peygamberimizin oğlu İbrahim’in annesi olan Mariye’nin Mısırlı olması
sebebindendir. [600]
331. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
“Yakın akrabalarını uyar!” (Şu`arâ: 26/214) âyeti nâzil
olunca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş kabilesini
toplantıya çağırdı. Onlar da geldiler. Peygamber aleyhisselâm kimine
genel, kimine de özel olarak şöyle hitâb etti:
“Ey Abdüşems oğulları! Ey Ka`b İbni Lüey oğulları!
Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Abdümenâf oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden
kurtarınız!
Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtar! Çünkü sizi Allah’ın
azâbından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı
sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.”[601]
* Bu hususta Şuara 26/214 ayetinin
tefsiri ve Leheb suresinin tefsiri ve sebebi nüzülüne tefsirden bakılmalıdır.
Her inanç ve görüşe sahip akraba ile ilgi kesilmemeli, onlara dini bilgi ve
şuur verilmeye çalışmalıdır. Bu aslî ve ilk görevlerimizdendir. Kişinin büyük
bir insanın akrabası olduğunu söylemesi ve ona güvenmesi ona hiçbir fayda
sağlamayacağı gibi cehennemden de kurtaramaz. Kişiyi kurtaracak olan şey iman,
ibadet ve amellerdir. Bunun için bakınız: (Fatır: 35/18, ve Necm: 53/39)
ayetleri. [602]
332. Ebû Abdullah Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i gizli değil
açıkca şöyle buyururken dinledim:
“(Akrabam olan) Falan oğulları ailesi benim dostlarım
değildir. Benim dostlarım Allah Teâlâ ile iyi mü’minlerdir. Fakat ötekilerle
aramızda akrabalık bağı bulunduğu için kendileriyle ilgimi kesmeyeceğim.”[603]
* Dost olunmaya layık Allah ve
gerçek mü’minlerdir. (Tahrim: 66/4) Yani ben Allah’ı ve mü’minleri severim ama
müşrik akrabalarımla da ilgimi kesmem, onların da müslüman olmalarına
çalışırım, gayret ederim. [604]
333. Ebû Eyyûb Hâlid İbni Zeyd
el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre bir adam:
– Yâ Resûlallah! Beni Cennete götürüp cehennemden
uzaklaştıracak davranışı haber ver, dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
– “Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi denk tutmazsın.
Namazı kılar, zekâtı verir ve akrabanı koruyup gözetirsin.”[605]
* Akrabayı görüp gözetmekte cennete
sokan amellerden sayılıyor. Bugün çok ihmal edilen bu ahlaki meziyete de uymak
ve akrabalarla ilgilenmek gerekir. [606]
334. Selmân İbni Âmir radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Biriniz orucunu açacağı zaman hurma ile açsın; çünkü hurma
bereketlidir. Eğer hurma bulamazsa orucunu su ile açsın; çünkü su temizdir.”
Peygamber aleyhisselâm sözüne devamla şöyle buyurdu:
“Yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka
ise iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka sevabı, öteki de akrabayı koruyup
gözetme sevabıdır.”[607]
335. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Çok sevdiğim bir kadınla evliydim. Babam Hz. Ömer o kadını
beğenmiyordu. Bu sebeple bana:
– Onu boşa! dedi.
Ben de boşamak istemedim.
Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâm’a
gelerek durumu anlatmış.
Peygamber aleyhisselâm da:
– “O kadını boşa!” diye emretti.[608]
* 1869 numaralı hadiste İbrahim
peygamberin oğlunun hanımını boşamasıyla alakalı tavsiyeleri gelecektir. Burada
da Hz. Ömer oğlunun aşık olduğu ve kusurunu göremediği karısından boşanması
gerektiğini anladığı için bu tavsiyede bulundu. Aşırı sevgi insanı kör ve sağır
yapar. Seven kimse sevdiğinin kusurunu farkedemez. Hz. Ömer’in gelininde
gördüğü kusur bağışlanacağı cinste olmadığı için ve oğlunun manevi hayatına
zarar verecek mahiyette olduğu için oğlunu boşamasını emretti hem babasından
hem de peygamberden emir alan ibni Ömer bu iki buyruğa karşı gelmemiş ve
karısını boşamıştı. Bugün islamı gereği gibi bilmeyen anne ve babaların
oğullarına “karını boşa” diye emir vermeleri yerine getirilmeli mi yoksa
getirilmemeli mi? sorusunun cevabı İslami eğitim ve anlayış yönüyle
değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Hz. Ömer’e gelince; o çok dindar, Allah
korkusu ve kul hakkına saygısı itibarıyla üstün bir şahsiyettir. Hatta Hz.
Ömer’in görüş ve kanaatine uygun ayet inmesi yani “Tevafukatı Ömer” denilen 15
ve 21 hadise zikredilmektedir. Bunun için Tecridi Sarih tercemesi cild: 2 s:
349-353, cild: 11 s. 48-50 ye bakılmalıdır. [609]
336. Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, bir adam ona gelerek:
– Benim bir karım var. Annem ise onu boşamamı emrediyor. Ne
yapmalıyım? diye sordu.
Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh ona şu cevabı verdi:
– Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in:
“Anne ve baba, cennete en ortadaki kapıdan girmeye vesile
olur” buyurduğunu
işittim. Artık sen o kapıyı ister bırak, ister elinde tut.[610]
* Anne ve babaya saygı gösterilmesi
gereği Allah’ın emridir. Ebu’d Derda: “Ben sana hanımını ne boşa derim ne de
boşama ama anne ve babaya itaat konusunda şu hadisi bilirim ve sana da
hatırlatırım,” demek suretiyle soruyu soran kimseye adeta eğer anne ve babaya
itaatın gereği gibi, hanımında da Allah ve Rasulünün istemediği bir hal varsa
onu kendin daha iyi bilirsin ona göre hareket et demek istemiştir. Cennetin
orta kapısı demek en değerli kapısı demektir. Anne ve babalarına iyilik edenler
bu değerli kapıdan cennete gireceklerdir. Başka birine zulüm ve haksızlık
edilmeyecek durumlarda anne ve babaya itaat edip onların gönlünü hoş etmek
iyidir.
Allah’a isyan olacak yerde kula itaat caiz değildir. Bu
kaide daima müslümanın aklında olmalıdır. [611]
337. Berâ’ İbni Âzib radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Teyze anne sayılır.”[612]
Ana babaya iyilik ve akrabayı ziyaretle alakalı hadis
çoktur. 12 numaralı mağara hadisi ve 261 nolu Cüreyc hadisi gibi. En önemlilerinde
biri de ileride 439 no da gelecek olan uzunca Amr ibni Abese hadisidir.
* Bu hadiste annesi ölen çocuğa teyzesinin daha iyi sahip
olacağını ve onun daha iyi yetiştirilebileceğini göstermektedir. Çocuğun
kendisine emanet edileceği kadın ablası teyzesi gibi yakın biri olacaktır. [613]
25/337/1:
Amr bin Abese (r.a.) anlatıyor. “Mekke’de iken peygamberliğinin ilk
zamanında O’nun yanına vardım ve
“sen kimsin?” dedim. O da:
”Peygamberim” dedi.
“Peygamber ne demektir?” dedim. O
da:
“Allah beni vazifeli olarak gönderdi” dedi. Ben
“hangi şey ile gönderdi?”
deyince:
“Akrabayı görüp gözetmek, putları kırmak, Allah’ın
birliğini kabul edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere” buyurdular.
“Siz ey münafıklar işbaşına gelecek olursanız yeryüzünde
fesat çıkarmak akrabalık bağlarını parçalamak sizden umulur değil mi? Onlar
öyle kimselerdir ki, Allah onları lanetleyip sağır yapmış ve gözlerini de kör
etmiştir.”
(Muhammed: 47/22-23)
“Fakat yaradılışlarının gereği olan doğal bir anlaşmaya
dayanır olmalarına rağmen, Allah’la olan bağlantılarını bozup, Allah’ın sıkı
tutulmalarını emrettiği bağları kesen ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaran
kimselere gelince. İşte Allah’ın laneti böylelerinedir. Öte dünyada varılacak
yerlerin en kötüsü de onlara ayrılmıştır.” (Ra’d: 13/25)
“Çünkü Rabbin kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve
anaya babaya iyilik etmenizi buyurmuştur. Eğer onlardan biri yahut her ikisi
senin yanında ihtiyarlık çağına ererse onlara öf bile deme, azarlama onları ve
onlara güzel ve iyi söz söyle ikisine karşı da merhamet kanatlarını indir,
mütevazi ol veya Rabbim, de: Onlar çocukluğumda beni nasıl büyütüp
yetiştirdilerse sen de onlara öylece merhamet et.” (İsra: 17/23-24)
338. Ebû Bekre Nüfey İbni Hâris radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?” diye üç defa sordu.
Biz de:
– Evet, yâ Resûlallah, dedik.
Resûl–i Ekrem:
– “Allah’a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek” buyurduktan sonra, yaslandığı
yerden doğrulup oturdu ve “İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı
şâhitlik yapmak” buyurdu. Bu sözü durmadan tekrarladı. Daha fazla
üzülmesini istemediğimiz için keşke sussa, diye arzu ettik.[614]
339. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a ortak koşmak, ana babaya
itaatsizlik etmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemin etmek.”[615]
* Pek çok ayeti kerime ve hadisi
şeriflerde günahların büyükleri sayılmakta ve bazı eserlerde bunların sayısı
467’ye kadar çıkarılmaktadır.[616]
Kur’an’da Lokman: 31/13’de en büyük zulüm olarak belirtilen şirk, günahların en
büyüğü olarak zikredilir. Hadislerde de şirk:
Allah’ın yanı sıra
kanun koyucu ve ilah tanımak olarak ilk sırada zikredilmiştir. [617]
340. Yine Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahü
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
– “Bir kimsenin kendi ana babasına sövmesi büyük
günahlardandır”
buyurmuştu.
Ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! İnsan kendi ana babasına hiç söver mi?
deyince:
– “Evet, tutar birinin babasına söver, o da onun babasına söver.
Birinin anasına söver, o da onun anasına söver” buyurdu.[618]
Başka bir rivayete göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
– “İnsanın kendi ana babasına lânet etmesi en büyük
günahlardandır”
buyurmuştu.
Ashâb–ı kirâm:
– “Yâ Resûlallah! Bir kimse kendi ana babasına nasıl
söver?” deyince:
– “Birinin babasına söver, o da onun babasına söver. Adamın
anasına söver, o da onun anasına söver” buyurdu.[619]
* Önceki iki hadiste ana babaya
itaatsizlik etmenin büyük günahlardan olduğu zikredildi. Burada ise bir nevi
itaatsizlik demek olan ana babaya sövme konusu ele alınmaktadır. Ana babasına
sövdürecek evlatların da olabileceğini Rasulullah bildirmiştir. Bir kimseye
sövmenin doğuracağı kötülükler En’am: 6/108 ayette anlatılmaktadır. Günaha
girme yollarının kapatılması hedeflenen bu ayet ve hadisler müslümanlara bu
ahlaki prensipleri de öğretmektedir. [620]
341. Ebû Muhammed Cübeyr İbni Mut’ım radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Akrabasıyla ilgisini kesen kimse cennete giremez.”[621]
* Akraba ve müslümanlarla alakayı
kesmemek gerekir. Kesenlere cennet haram kılınmış oluyor. [622]
342. Ebû Îsâ Mugîre İbni Şu’be radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ size ana babaya itaatsizlik etmeyi, verilmesi
gerekeni vermeyip almaya hakkı olmayan şeyi istemeyi ve kız çocuklarını diri
diri toprağa gömmeyi haram kılmış; dedi kodu yapmayı, çok soru sormayı ve malı
israf etmeyi de mekruh kılmıştır.”[623]
* Üçü haram üçü mekruh olan altı
meseleden söz edilmiş olan hadiste peygamberimiz;
1- Ana babaya saygısızlık. Büyük
günahlardan olduğunu önceki hadislerden öğrenmiştik.
2- Zekat ve her türlü infakı vermeyip
cimrilik yapmak veya borcunu vermemek ve bile bile geciktirmek,
3- Başkalarından borç istemek veya
ihtiyacı olmadığı halde dilenmek yasaklanmış yani haram kılınmıştır.
1- Kız çocuklarını bazı menfaatler
uğruna toplum bataklığına gömmek. Nahl: 16/58-59.
2- Dedikodu yapıp çok soru sormayı.
Maide: 5/101.
3- Malı har vurup harman savurmayı.
Furkan: 25/67, İsra: 17/27, hoş karşılamayıp mekruh saymıştır. [624]
343. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“En makbul iyilik, baba dostunu koruyup gözetmektir.”
Abdullah İbni Dînâr’dan rivayet edildiğine göre, Abdullah
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bedevilerden biri Abdullah İbni Ömer’le Mekke yolunda
karşılaştı. Abdullah İbni Ömer ona selâm verdi; kendi bindiği eşeğe onu
bindirdi ve başındaki sarığı da ona verdi.
Abdullah İbni Dinâr sözüne devamla dedi ki: Biz İbni
Ömer’e:
– Allah iyiliğini versin, bu adam bedevilerden biri. Onlar
aza kanaat ederler, deyince bize şunları söyledi:
– Bu zâtın babası, (babam) Ömer İbni Hattâb’ın dostuydu.
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum:
“En makbul iyilik, baba dostunun ailesini koruyup
gözetmektir.”
Abdullah İbni Dînâr’ın Abdullah İbni Ömer’den bir başka
rivayeti de şöyledir:
Bir defasında İbni Ömer Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı.
Deveye binmekten usandığı zaman üzerinde istirahat edeceği bir merkebiyle,
başına sardığı bir de sarığı vardı. Birgün İbni Ömer eşeğin üzerinde
dinlenirken bir bedeviye rastladı. Ona:
– Sen falan oğlu falan değil misin? diye sordu.
Adam:
– Evet, deyince eşeği ona verdi ve:
– Buna bin, dedi. Sarığı da ona uzatarak, bunu da başına
sar, dedi.
Arkadaşlarından biri İbni Ömer’e:
– Allah seni bağışlasın. Üzerinde dinlendiğin eşek ile
başına sardığın sarığı şu bedeviye boşuna verdin, deyince İbni Ömer şunları
söyledi:
– Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i “İyiliklerin
en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun ailesini kollayıp
gözetmesidir” buyururken duydum. Bu adamın babası, (babam) Ömer radıyallahu
anh’in dostuydu.[625]
* Kapitalizmin çarkları arasında
eriyip yok olan toplum bireyleri değil, ana baba dostlarına değer vermek,
akraba, komşu ve müslümanlara bile değer verip ilgilenmemektedir. İnsanı insan
yapan önemli özelliklerinden biri de vefa duygusudur. Vefa duygusuna sahip
olmayanlar sadece kendilerini, zevklerini ve çıkarlarını düşünen bencil
kimselerdir. Böylesi kimselerden ne kendilerine ne de ana babalarının hatıralarına
hürmet ve fedakarlık beklemek boşunadır. İşte hadisteki ibni Ömer’in baba
dostuna gösterdiği bu sıcak davranış çok ibretlidir.
Ana babanın ölümlerinden sonra onların sevdiği kimseleri görüp
gözetmek faziletli davranışlardandır. Onları arayıp hal ve hatırlarını sormak
ana babaya iyilik ve ikram edilmiş gibi sayılır. [626]
344. Ebû Üseyd Mâlik İbni Rebîa
es–Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
huzurunda otururken Selemeoğulları kabilesinden bir adam çıkageldi ve:
– Yâ Resûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara
yapabileceğim bir iyilik var mı? diye sordu.
Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Evet, onlara dua eder günahlarının bağışlanmasını dilersin;
vasiyetlerini yerine getirirsin; akrabasını koruyup gözetirsin; dostlarına da
ikramda bulunursun.”[627]
* Bugün müslümanım diyenlerin hiç
yapmadıkları, yapanları enayilikle ve küçümser tavırlarla karşıladıkları
unutulmuş bir ahlak ve sünnet... [628]
345. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Peygamber aleyhisselâm’ın hanımlarından hiçbirini
Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Üstelik onu (Resûl–i Ekrem’in yanında)
hiç görmedim. Fakat Resûl–i Ekrem onu sık sık
Resûl–i Ekrem:
– “O şöyle şöyleydi” diye özelliklerini sayar ve “Çocuklarım ondan oldu”, derdi.[629]
anardı. Bir koyun kesip etini parçaladığında, çoğu zaman Hatice’nin dostlarına
gönderirdi. Bazan (dayanamayıp) Resûl–i Ekrem’e:
– Sanki dünyada Hatice’den başka kadın kalmadı! derdim.
– Resûl–i Ekrem koyun kesecek olursa, Hatice’nin
arkadaşlarına yeteri kadar gönderirdi, dedi.
Bir rivayete göre Hz. Âişe:[630]
Başka bir rivayete göre ise Hz. Âişe şöyle dedi:
Resûl–i Ekrem koyun kestiği zaman, “Ondan Hatice’nin
arkadaşlarına da gönderin” derdi.[631]
Başka bir rivayete göre Hz. Âişe şöyle dedi:
Hatice’nin kızkardeşi Hâle Binti Huveylid birgün
Resûlullah’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Resûl–i Ekrem Hatice’nin
sesini hatırladı ve:
“Allahım, bu Huveylid kızı Hâle!” diye heyecanlandı.[632]
* Bir dost ve sevgilinin ölümüyle her
şey son bulmamalı güzel hatıralarla anılmalı ve sevgiler gönülde
yaşatılmalıdır. Bunun en güzel örneğini Rasulullah (s.a.v.) böylece bize
göstermiş oldu. [633]
346. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi:
Cerîr İbni Abdullah el–Becelî ile bir yolculuğa çıkmıştım.
(Benden yaşlı olduğu hâlde) Cerîr bana hizmet ediyordu. Ona:
– Böyle yapma! deyince bana şunları söyledi:
– Ben ensarın Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
pek çok hizmet ettiğini gördüm ve kendi kendime “Şâyet ensardan biriyle
arkadaşlık edersem ben de ona hizmet edeceğim” diye yemin etmiştim.[634]
* Hz. Peygambere hizmet eden kimseler
her türlü ikrama layıktır. Rasulullah’ı seveni sevmek ona saygısızlık edene nefret
etmek dini bir vecibedir. Hadisin ravisi Cerir, kavminin reisi ve kahraman
birisi olduğu halde alçak gönüllülüğü elden bırakmazdı. [635]
“... Ey Peygamberin ev halkı Allah sizin üzerinizden her
türlü çirkinliği ve kirliliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab: 33/33)
“İşte bu akılda tutulmalıdır. Kim Allah’ın ibadet için
koyduğu alamet sembol ve simgelere uyup saygı gösterirse şüphe yok ki bu
inananların kalblerinde bulunan Allah’a karşı sorumluluk bilincindendir.” (Hacc: 22/32)
347. Yezîd İbni Hayyân şöyle dedi:
Birgün Husayn İbni Sebre ve Amr İbni Müslim ile beraber
Zeyd İbni Erkam’ın evine gittik. Yanına oturduğumuzda Husayn İbni Sebre dedi
ki:
– Zeyd! Sen pek çok lutfa nâil olmuş bir kimsesin. Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’i gördün, sözünü dinledin, onunla birlikte
savaşlara katıldın ve arkasında namaz kıldın. Doğrusu büyük saâdete erdin,
Zeyd! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduklarını bize de
anlat!
Bunun üzerine Zeyd şunları söyledi:
– Yiğenim! Vallahi çok yaşlandım. Aradan çok zaman geçti.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyup öğrendiklerimin bir
kısmını unuttum. Bu sebeple size anlattıklarımı öğrenin. Anlatmadıklarım
hususunda da beni zorlamayın.
Zeyd sözlerine devamla dedi ki:
Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke
ile Medine arasındaki Hum suyu başında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı.
Allah’a hamd ü senâdan sonra bize öğüt verdi. Sonra da şöyle buyurdu:
– “Ey insanlar! Ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi
bana da gelecek ve ben onun dâvetine uyup gideceğim. Size iki önemli şey
bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nur olan Allah’ın
Kitâbı Kur’an’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın!”
Peygamber aleyhisselâm Kur’an’a sarılma ve ona bağlanma
konusunda tavsiyelerde bulundu. Sonra sözüne şöyle devam etti:
“Size bir de Ehl–i beyt’imi bırakıyorum. Allah’dan korkun
da Ehl–i beyt’ime saygılı davranın! Allah’dan korkun ve Ehl–i beyt’ime saygılı
davranın!.”
Husayn İbni Sebre:
– Zeyd! Peygamber’in Ehl–i beyt’i kimdir? Hanımları da
Ehl–i beyt’inden değil midir? diye sorunca Zeyd dedi ki:
– Hanımları da Ehl–i beyt’indendir. Fakat onun asıl Ehl–i
beyt’i, kendisinden sonra da sadaka almaları haram olanlardır.
Husayn:
– Sadaka almaları haram olanlar kimlerdir? diye sordu.
Zeyd:
– Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Ca`fer’in ailesi ve
Abbas’ın ailesidir, dedi.
Husayn:
– Bunların hepsine sadaka almak haram mıdır? diye sorunca
Zeyd İbni Erkam:
– Evet, cevabını verdi.[636]
Bir başka rivayete göre Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
– “Size iki önemli şey bırakıyorum. Bunlardan biri Allah’ın
Kitâb’ıdır. O Allah’ın ipidir. Ona yapışan doğru yolu bulur. Onu bırakan da
yolunu sapıtır.”[637]
348. İbni Ömer radıyallahu anhümâ
Ebû Bekri’s–Sıddîk radıyallahu anh’ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:
Ehl–i beyt’ini sevip sayma konusunda Peygamber aleyhisselâmın
emrini tutunuz.[638]
* Ehli Beyt: Peygamberimiz bütün hanımları kızı Fatıma,
torunları, Hasan ve Hüseyin ile amcası Abbas ve amcazadeleri, Hz. Ali, Âkîl ve
Cafer’in ailelerinden ibarettir. Tüm
peygamberler hayatları boyunca toplumlarından menfaat beklememişler, mal
varlıklarının tamamını bile insanlara dağıtmışlardır. Peygamberimiz soyundan
gelenlere sadaka almayı yasaklamak suretiyle onların peygambere yakın olmayı
kötüye kullanmalarına izin vermemiştir.
Bize bırakılan iki emanetten ilki Kur’an’dır. ona sarılıp
onu okuyup onun içindeki hükümlere göre amel etmemiz gerekir. O kitabı
mezarlıklar kitabı haline getirmemeliyiz, o kitap diriler kitabıdır. Ne yapıp
yapmayacağımızı ne yiyip ne yemeyeceğimizi, hayatımızın her kesimini o kitaba
göre ayarlayacağız. Yaşadığımız sürece onu kendimize rehber edineceğiz.
Buyruklarına uyup yasaklarından uzak duracağız.
İkinci emanet Peygamberimizin ehli beytidir. Peygamberimizin hatırasıdır diyerek onları da her zaman
sevip sayacağız, aşırı gidip onları ilahlaştırmayacağız. [639]
Bu bölümdeki bir ayet ve on iki hadis-i şeriften bilenlerle
bilmeyenlerin bir olmadığı, ancak akıl sahiplerinin bildiğini, imamlığa ehliyetin
şartlarını, safların tertib ve düzenlenmesinin imam tarafından yapılacağını,
ilk saflara kimlerin durması gerektiğini, sözcülük etmek durumunda olanların
yaşça büyük olması gerektiğini, islamda saç sakal ağartan Kur’an hafızı asil
hükümdara saygı göstermenin Allah’a saygıdan ileri geldiğini, küçüklere
acımayan büyüklerin hakkını tanımayanların bizden olmadığını, insanlara kültür
ve seviyelerine göre muamele edilmesi gerektiğini, affedip iyiliği emretmenin
cahilleri cezalandırmaktan vazgeçilmesi gerektiğini, Allah ihtiyarların saygı
gösteren gençlere yaşlandıklarında hizmet ve hürmet edecek kimseler vereceğini
öğreneceğiz. [640]
“...De ki bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bu gerçeği
ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.” (Zümer 39/9)
349. Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el–Bedrî
el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cemaata Kur’an’ı en iyi bilen ve okuyanları imam olsun.
Kur’an bilgisinde eşit iseler, sünneti en iyi bilen; eğer sünnet bilgisinde de
denk olurlarsa, önce hicret etmiş olan; hicret etmekte de aynı iseler, yaşca en
büyükleri imam olsun. Hâkim ve yetkili olduğu yerde kişiye, izni olmadıkça bir
başkası imam olmaya kalkmasın. Hiç kimse, başkasının evinde, izni olmadıkça ev
sahibinin özel yerine oturmasın.”[641]
Müslim’in bir rivayetinde, “yaşca en büyük olan”
yerine “ilk evvel müslüman olan” kaydı bulunmaktadır.
Yine bir rivâyette[642], “Cemaata,
Allah’ın kitabını en iyi bilen ve kıraatta en ileri gelen imam olsun. Eğer
okuyuşları aynı ise, önce hicret eden imam olsun. Eğer hicrette de aynı iseler,
yaşça en büyükleri imam olsun” buyurulmuştur.
* Kur’anı iyi okuyup iyi anlamak,
sünnet bilgisi, hicret ve yaşça büyük olmak gibi ölçüler imamlıktaki tercih
sebebleridir. İlim ve fazilet sahibi yaşlılara saygılı davranmak da bir
fazilettir. Kişinin izni olmadan sorumluluk sahası olan yerde (ev, müessesse
vs.) öne geçilmemesi ve izin vermedikçe onun evinde ona imam olunmaması da
tenbih edilmiştir. [643]
350. Yine Ebû Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem namaza
başlayacağımız zaman omuzlarımıza dokunarak şöyle buyururdu:
–”Düz durun, karışık durmayın. Sonra kapleriniz de
karmakarışık olur. Namazda benim arkama yaşlı–başlı olanlar dursun. Onların
arkasına kendilerinden sonra gelenler, daha sonra da onlardan sonra gelenler
dursun.”[644]
* İmam olacak kimse namaza durmadan
önce safları tanzim etmeli ve bu uyarıya her zaman devam etmelidir. Namazda imamın
arkasında büluğ çağına ermiş akıllı ve ehil kişiler durmalıdır. Organlarla kalb
arasında iletişim bulunmaktadır. Kalb ve kafaları düşünceleri dağınık
insanlardan düzgün saf düzeni beklenemez. Kalben ve ruhen birlikte ve aynı
safta olanların namazlarındaki safları da düzgün olur, değilse safları da
hayatları gibi düzensiz olur aynen bugünkü camilerimizde olduğu gibi ilk
saflara ipler çekilmesine ve özel halılar döşenmesine rağmen yine de düzen
sağlanamamaktadır. Bunun da tek sebebi kalb ve kafaların düzensiz oluşudur. [645]
351. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Aklı başında (ve imamlık yapacak durumda) olanlarınız
(namazda) benim hemen arkama dursun. Sonra bu vasıflarda onları takip edenler
dursunlar. (Peygamber
aleyhisselâm bu cümleyi üç defa tekrarladı. Namazda) Çarşı–pazarlardaki
keşmekeş (ve kargaşaya benzemek) den sakının!”[646]
* Gerçekten çarşı pazar hayatı karmakarışıktır.
Alim, cahil, kadın, erkek, küçük, büyük hep bir aradadır. Mescidlerde böyle
olamaz, bir düzen olmalıdır. Ehil kişiler imamın arkasına, sonra erkekler,
sonra çocuklar, daha sonra da kadınlar yer alır. Camideki cemaat düzeni çarşı
pazar düzensizliği gibi olmaz ve olmamalıdır. [647]
352. Ebû Yahyâ (veya Ebû Muhammed) Sehl
İbni Ebû Hasme el–Ensârî radıyallahu anh şöyle dedi:
Abdullah İbni Sehl ve Muhayyısa İbni Mes’ûd, sulh
günlerinde Hayber’e gitmişlerdi. (İşlerini görmek için birbirlerinden) ayrıldılar.
Neticede Muhayyısa, (buluşma yerine geldiğinde) Abdullah İbni Sehl’i kanlar
içinde can çekişirken buldu. Onu defnetti ve sonra Medine’ye döndü.
(Abdullah’ın kardeşi) Abdurrahman İbni Sehl (durumu öğrenince yanına) Mes’ûd’un
oğulları Muhayyısa ve Huvayyısa’yı da alarak Peygamber sallallâhu aleyhi ve
sellem’e gitti. Oradakilerin yaşça en küçüğü olan Abdurrahman, olayı
anlatmaya başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
“Sözü büyüğünüze bırak, sözü büyüğünüze bırak!” buyurdu.
Abdurrahman sustu ve olayı ötekiler anlattı. Neticede Hz.
Peygamber:
“Kâtil üzerinde hakkınız olabilmesi için yemin eder
misiniz?” buyurdu.
(Ebû Yahyâ, hadisin tamamını nakletti.)[648]
* Dava ve söze başlamayı yaşça büyük
olanlara bırakmak büyüklere saygının bir neticesidir. Müslümanlar çevrelerinde
olup biten olaylara karşı duyarlı davranmalıdır. Aksi takdirde faili meçhul
cinayetlerin sorumluluğuna iştirak etmek zorunda kalırlar. [649]
353. Câbir radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Uhud Gazvesi’nde
şehid düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde toplattı ve sonra:
“Bunların hangisi daha çok Kur’an bilirdi?” diye sordu.
Şehidlerden hangisi gösterilirse, önce onu kıbleden yana
kordu.[650]
* İlim her yerde öncelik ve saygı sebebidir. Kabre definde
bile... [651]
354. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet
edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rüyamda dişlerimi misvaklıyordum. Yanıma biri diğerinden
daha yaşlı iki kişi geldi. Ben misvakı küçüğüne vermek istedim.” Bana:
“Büyüğe ver denildi. Ben de büyüğe verdim.”[652]
* Yaşça büyük olanlara her zaman öncelik tanımalıdır. Bir
toplantıda, otobüs ve ulaşım vasıtalarında. [653]
355. Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Saçı–sakalı ağarmış müslümana, aşırı gitmeyip ahkâmıyla
amel etmekten kaçınmayan Kur’an hâfızına ve âdil hükümdara saygı göstermek,
Allah Teâlâ’ya duyulan saygı ve ta’zimden ileri gelir.”[654]
356. Amr İbni Şuayb’ın, babası
aracılığı ile dedesinden rivâyet ettiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu.
“Küçüklerimize acımayan, büyüklerimizin (büyüklük) şerefini
tanımayan bizden değildir.”[655]
Hadisin son kısmı Ebû Dâvûd’un rivayetinde “büyüklerin
hakkını tanımayan” şeklindedir.
357. Meymûn İbni Ebû Şebîb rahimehullah’dan
rivâyet edilmiştir. Demiştir ki:
Birgün Hz. Âişe’ye bir dilenci geldi. Aişe radıyallahu
anhâ ona bir parça ekmek verdi. Kılığı kıyâfeti düzgün bir başka adam
geldi. Onu da sofraya oturtarak yemek ikram etti. Bu (farklı) davranışının
sebebini soranlara Âişe şöyle cevap verdi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “İnsanlara
mevki, makam ve seviyelerine göre muamele ediniz” buyurmuştur.[656]
Ebû Dâvûd, Meymûn İbni Ebû Şebîb’in Hz. Âişe ile görüşmediğini
söylemektedir.
Müslim, Sahîh’inin baş kısmında[657] bu
hadisi senedsiz olarak nakleder:
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bize “İnsanlara seviyelerine göre
muamele etmemizi tavsiye buyurdu” demiştir.
Hâkim Ebû Abdullah bu hadisi Ma’rifetü ulûmi’l–hadîs
adlı eserinde[658] nakletmiş ve “sahih”
olduğunu söylemiştir.
* İnsanların durumlarına göre tavır
almak bir ayrımcılık ve iltimas değil; insanları seviyelerine göre
değerlendirmektir. Hz. Aişe’nin yaptığı da budur. İslam hukuku karşısında
insanlar eşittirler. Beşeri ilişkilerde insanların sosyal durumlarına göre
muamele görmesi normal karşılanır. Bir alime cahil gibi, bir çocuğa büyük gibi,
bir yöneticiye bir şahıs gibi davranmak doğru olmaması yanı sıra hakaret bile
sayılabilir. Peygamberimizin elçilerine kavim ve kabilesi arasında mevki sahibi
olanlara özel ikramlarda bulunduğu bilinmektedir. Hz. Aişe’nin bu iki ayrı
tavrı da peygamberimizin bu konudaki tavsiyelerinin bir uygulamasından
ibarettir. Bugün bizler bile kapımıza gelen bir dilenciye yaptığımız yardımla
yakinen bildiğimiz bir fakire yaptığımız yardımın değişik olması da bu
sebebtendir. [659]
358. Abdullah İbni Abbâs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Uyeyne İbni Hısn
Medine’ye geldi ve yeğeni Hür İbni Kays’a misafir oldu. Hür, Hz. Ömer’in
danışma meclisi üyelerindendi. Zaten genç olsun yaşlı olsun âlimler (Kurrâ) Hz.
Ömer’in danışma meclisinde bulunurlardı. Bu sebeple Uyeyne, yeğeni Hür İbni
Kays’a:
– Yeğenim, senin devlet başkanı yanında itibarın yüksektir.
Beni kendisiyle görüştür, dedi.
Hür, Ömer’den izin aldı. Uyeyne Hz. Ömer’in yanına girince:
– Ey Hattab oğlu! Allah’a yemin ederim ki, bize fazla bir
şey vermiyorsun. Aramızda adâletle de hükmetmiyorsun, dedi.
Ömer hiddetlendi. Uyeyne’ye ceza vermek istedi. Bunu sezen
Hür:
– Ey mü’minlerin emiri! Allah, peygamberine “Affı seç,
iyiliği emret, câhillerin kusuruna bakma” (A’râf: 7/199) buyurdu. Benim
amcam da câhillerdendir, dedi.
(Râvi diyor ki:) Allah’a yemin ederim ki, Hür bu âyeti
okuyunca Ömer, Uyeyne’yi cezalandırmaktan vazgeçti. Zaten Ömer, Allah’ın
kitabına son derece bağlı idi.[660]
* Hz. Ömer yaşlı ve genç oluşuna
bakmadan ilim sahiplerine saygı gösterirdi. Hatta 113 numaralı hadiste de
görüldüğü gibi ilim sahibi kimselere hürmeti ortadaydı. Bilen insanlara değer
verip onları önde tutmak toplunun dirlik ve düzeninin temini bakımından pek
önemlidir. İslam medeniyeti değer ve kıymeti bilinen yetişmiş kimselerin
eseridir. Alimlerini gücendirmiş toplumlar felaketlerden kurtulamazlar. Bilgili
insanlar yaşları ne olursa olsun takdir edilmelidir. Bilgi sahiplerine saygı
göstermeyenler kendilerini cahillerin eline teslim ederler. [661]
359. Ebû Saîd Semüre İbni Cündeb radıyallânu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken
ben çocuk denecek yaştaydım. Bu sebeple kendisinden (duyduklarımı)
ezberliyordum. Ne var ki, burada hazır bulunan yaşlı kimselere duyduğum saygı,
onları söylemekten beni alıkoyuyor.[662]
* Sahabe alim, yaşlı kimselerin
hatırını sayar ve onlara gerekli saygıyı gösterirlerdi. Beşeri ilişkilerde “Söz, bilen büyüğün” veya “Bilen
kimsenin” dir anlayışıyla hareket etmek en
uygun davranıştır. [663]
360. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren
gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder.”[664]
* Herkes kendi serdiği mindere
oturur. Saygı beklenmez, kazanılır. Hizmet eden hizmet görür, atasözleri bu
hadisi en güzel biçimde açıklar. Yaşlı kimselere hürmet edenlere Allah
yaşlandıklarında kendilerine hizmet edecek kimseler yaratacağını
bildirmektedir. [665]
Bu bölümdeki iki ayet ve onbeş hadis-i şeriften, Musa ile
Hızır kıssasını, Allah rızasını arayan garib müslümanlarla birlikte olmanın
gerekliliğini, peygamber dostlarının yine peygamber dostları tarafından nasıl
ziyaret edildiğini, sadece Allah rızasını kazanmak için uzak mesafelerdeki din
kardeşlerin de ziyaret edilmesi gerektiğini, hasta ziyaretine gidenin cennette
kendine barınak hazırladığını, iyi arkadaşla kötü arkadaşın benzerinin misk ve
duman gibi olduğunu, kadının dört sebebten biri için nikahlanabileceğini,
Meleklerin bile Rablerinin emri ve müsadesi olmadan yeryüzüne inemeyeceklerini,
mü’minlerin dost edinilip yolunu Allah ve kitap ile bulanlara yemek yedirilmesi
gerektiğini, insanın arkadaştan etkilendiğini dolayısıyla kişinin kimi arkadaş
edineceğine dikkat etmesi, gerektiğini, kişinin sevdiğiyle beraber olacağını,
kişinin kıyametin ne zaman kopacağını değil ora için ne hazırladığını bilmesi
gerektiğini, insanların da aynen madenler gibi olduğunu islam öncesi dönemde
hayırlı olanların islam döneminde de islamı kavradıklarında hayırlı
olacaklarını, Hz. Ömer ile Yemen’li Üveys’in konuşmalarını, Hac ve Umre yapmak
için gidenlere bizi de duadan unutma denileceğini, Rasulullah (s.a.v.)’in yaya
ve binitli olarak Kuba mescidini ziyaret edip iki rekat namaz kıldığını
öğreneceğiz. [666]
“Bir vakit Musa genç arkadaşına
demişti ki “İki denizin birleştiği yere kadar yola devam edeceğim yahut da
yıllarca bu uğurda uğraşacağım.” İki denizin kavuştuğu yere vardıkları zaman
balıklarını unutmuşlardı. Balık denize atlamış dalıp bir yol tutmuş gitmişti.
Orayı geçtiklerinde, Musa genç arkadaşına “Kuşluk yemeğimizi getir” dedi.
Gerçekten de şu yolculuk yordu bizi. Arkadaşı gördün mü? dedi. Kayanın yanında
oturduğumuz zaman balığı unutmuştum, onu bana unutturan ve sana söylememe engel
olan da ancak şeytandır. Tuhaf şey nasıl da yol bulup suya ulaştı. Musa: “Buydu
aradığımız işte ya!” dedi ve izleri üzerinde hemen geri döndüler ve orada
kullarımızdan bir kul buldular ki biz katımızdan ona rahmet verip özel bilgiyle
donatmıştık onu. Musa o’na sana öğretilen hakiki ilimden bana öğretmek üzere
senin peşinden gelebilir miyim, dedi.” (Kehf: 18/60-66)
“Ve Rabbinin hoşnutluğunu umarak
sabah akşam O’na yalvarıp yakaranlarla birlikte sen de sabret...” (Kehf: 18/28)
361. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefâtından
sonra Ebû Bekir, Ömer’e:
– Kalk, Ümmü Eymen radıyallahu anhâ’ya gidelim,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi biz de onu
ziyâret edelim, dedi. (Kalkıp gittiler.)
Yanına vardıklarında Ümmü Eymen ağladı. Onlar:
– Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki nimetin Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem için çok daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? dediler.
Ümmü Eymen:
– Ben onun için ağlamıyorum. Ben Allah katındaki nimetlerin
Peygamber aleyhisselâm için elbette daha hayırlı olduğunu biliyorum.
Ben, vahyin kesilmiş olmasından dolayı ağlıyorum, dedi; Ebû Bekir ve Ömer’i de
duygulandırdı. Ümmü Eymen ile birlikte onlar da ağlamaya başladılar.[667]
362. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu
nakledilmiştir:
“Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyâret
etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde
bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek:
– Nereye gidiyorsun? dedi. Adam,
– Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyârete
gidiyorum, cevabını verdi. Melek:
– O adamdan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?
dedi. Adam:
– Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun
için ziyâretine gidiyorum, dedi. Bunun üzerine melek:
– Sen onu nasıl seviyorsan Allah da seni öylece seviyor.
Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi.”[668]
* Allah’ın rızasını kazanmak her
zaman ve her yerde olduğu gibi beşeri ilişkilerde de mümkündür. Allah için
sevmek ve ziyaret etmek de büyük fazilettir. En büyük ticaret ve kazanç da
budur. [669]
363. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den nakledildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
“Bir insan, bir hastanın halini hatırını sormaya gider veya
Allah için sevdiği bir kişiyi ziyâret ederse, ona bir melek şöyle seslenir:
Sana ne mutlu! Güzel bir yolculuk yaptın. Kendine cennette
barınak hazırladın!”[670]
* Allah kullarını memnun edenleri
memnun eder, hasta ziyareti de Allah’ın rızasını kazandırıcı amellerdendir.
Allah rızası için yapılan işler karşılıksız kalmaz. [671]
364. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük
çekenin haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar meccanen
verir ya sen satın alırsın, ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece)
güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise, ya elbiseni yakar ya da (en
azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.”[672]
* Her arkadaşın iyi veya kötü mutlaka bir tesiri olur.
Körle beraber olan şaşı olur, ata sözü arkadaşlar arası etkileşimi ne güzel
anlatır. [673]
365. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kadın dört sebepten biri için alınır: Malı, soyu,
güzelliği ve dindarlığı. Sen (diğerlerini geç), dindar olanı seç. (Aksi halde)
sıkıntıya düşersin.”[674]
* Geçici arkadaşlıklarda bile iyi ve
hayırlı kimseleri tercih etmeyi tavsiye eden hadislerden sonra bir hayat boyu
beraber olacağı eşini seçerken de aynı noktayı dikkat etmesi elbette ki kişinin
mutluluğu için fevkalade önem taşımaktadır. İyi ve hayırlı olabilmek dindar
olmakla mümkündür. Şüphesiz eş seçimi dost seçiminden daha önemlidir. Dünya ve
ahiret mutluluğu peşinde olanlar için eş seçimi iyilerle beraber olma niyetinin
ilk ve en ciddi göstergesidir. Her dönemde eş seçimindeki ölçüler aynıdır. Güzellik, soy-sop, mal ve dindarlık. Peygamberimiz ilk üçünün geçici ve
yok olabileceğini veya geçerliliğini kaybedeceğini bildiği için dindarlığı
tercih sebebi olarak göstermiştir. Hz. Peygamber toplumdaki eğilim ve
gerçekleri görür, onlar içinden müslümana en faydalı olanı tavsiye eder.
Giderek zorlaşan hayat şartları içinde daha dindar insanlara ve onların meydana
getireceği ailelere ihtiyaç olduğu gün gibi açık hale gelmiştir. [675]
366. Abdullah İbni Abbas radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem Cebrâil aleyhisselâm’a:
– “Bizi daha sık ziyaret etmeni engelleyen nedir?” diye sordu. Bunun üzerine:
– “Biz ancak senin Rabbinin emriyle ineriz; önümüzde,
arkamızda ve bunların arasında ne varsa hepsi Rabbinindir” (Meryem: 19/64)
âyeti indi.[676]
* Peygamberimiz Cebrail ile birlikte
olmayı daha çok arzu ettiğinden bu istekte bulunmuştu. Halbuki Melekler
Allah’ın irade ve isteğiyle hareket ettikleri için böyle özür beyan etmiş
oldular. [677]
367. Ebû Said el–Hudrî radıyallahu
anh’den Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir:
“Mü’minden başkasını dost tutma, yemeğini müttakîlerden
başkasına tattırma!”[678]
* Kimlerle beraber olunacağının en
güzel tavsiyesi. [679]
368. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İnsan, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O halde her
biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin!”[680]
* Dostlar ve dostluklar kişileri bu
dünyada etkiledikleri gibi öteki dünyada da etkiler. İnsanı en çok dostları
etkiler. Müslüman müslümanları dost edinir. [681]
369. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”[682]
Bir başka rivayette Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem’e :
Bir kişi bir topluluğu sevdiği halde onların seviyesine
erişemezse, böyle biri hakkında ne buyurursunuz? diye sorulduğu, onun da:
“Kişi, sevdiği ile beraberdir” buyurduğu nakledilmiştir.[683]
* Kişi dünyada sevdiği ve benzemeye çalıştığı kimselerle
ahirette de beraber olacaktır. Kişi içinde bulunduğu ortamın tesiri altında
kalır ve onlara benzer. (20 numaralı hadisi gözden geçiriniz.) [684]
370. Enes radıyallahu anh’den
şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Bir bedevi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Efendimiz:
– “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu.
– Allah ve Resûlünün sevgisini, dedi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber:
– “O halde sen, sevdiğin ile berabersin” buyurdu.[685]
Bu rivâyet Müslim’indir. Buhârî[686] ve
Müslim’in[687] rivâyetlerinde,
bedevînin cevabı, “Âhiret için öyle çok oruç, namaz ve sadaka hazırlayabilmiş
değilim. Ancak ben Allah’ı ve peygamberini seviyorum” şeklindedir.
* Asıl lazım olan kıyametin ne zaman kopacağı değil oraya
neler hazırladığımızdır. Bunun için peygamberimiz gerekli olan şeye dikkat
çekmek için Oraya ne hazırladın? Buyurmuştur. Önemli olan müslümanın
oraya ne hazırladığını düşünmesi gerekir ve o hazırlığı da her gün çoğaltmak
gerekir. [688]
371. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam
geldi ve:
– Ey Allahın Resûlü, bir topluluğu seven fakat onların
işlediği amelleri işleyemeyen bir insan hakkında ne buyurursunuz? dedi. Hz.
Peygamber de:
– “Kişi, sevdiği ile beraberdir” cevabını verdi.[689]
372. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İnsanlar, altın ve gümüş madenleri gibidir. İslâm öncesi
dönemde hayırlı olanlar, İslâm döneminde de İslâm’ı kavramak kaydıyla
hayırlıdırlar. Ruhlar, askerî birlikler gibidir. Birbirleriyle tanışan ruhlar,
birbirleriyle kaynaşırlar, tanışmayanlar da ayrılığa düşerler.”[690]
373.
İbni Cabir diye bilinen Üseyr ibni Amr şöyle
demiştir: Yemen’den yardımcı askerler cihad için geldikçe Hz. Ömer:
-Üveys ibni Amir aranızda var mı? diye sorardı. Nihayet
Üveys gelince onun yanına gitti ve:
-Üveys ibni Amir sen misin? diye sordu. O da
- Evet dedi.
-Murad kabilesi karen kolundan mısın?
-Evet.
-Sende alaca hastalığı vardı, şimdi iyileştin, ondan bir
dirhem büyüklüğünde yer kaldı öylemi?
-Evet öyledir.
-Annen var mı?
-Evet.
-Ben Rasulullah (s.a.v.)’den bizzat işittim: “Yemen’den
destek birlikleri içinde Murad kabilesinin Karen kolundan Üveys ibni Âmir
isimli biri gelecektir. Alaca hastalığına tutulmuşsa da iyileşmiştir. Vücudunda
iz olarak sadece bir dirhem miktarı yer kalmıştır. Onun bir annesi var, ona çok
iyi bakardı. Eğer o bir şey hususunda yemin etse Allah onun yeminini doğru
çıkarır. Eğer becerebilirsen bağışlanman için yalvarıp dua etmesini iste ve yaptır”,
buyururken işittim. Bundan dolayı benim için dua ediver, dedi.
Üveys de Hz. Ömer için bağışlanma talebinde bulunup dua
etti. Daha sonra Ömer:
Nereye gitmek istiyorsun diye sordu. Üveys:
Kufe’ye, dedi. Ömer:
-Senin için Kufe valisine bir mektup yazayım mı? dedi. O
da:
-Fakir halk arasında bulunmayı daha çok severim, diye cevap
verdi.
Aradan bir yıl geçtikten sonra Kufe ileri gelenlerinden bir
kimse hacca gelmişti. Ömer’le karşılaştı. Ömer kendisine Üves’i sordu. O da:
-Ben buraya gelirken o tamtakır denecek yıkık dökük bir
evde barınmakta idi, dedi. Ömer (r.a.)’da: Ben Rasulullah (s.a.v.)’i:
“Üveys ibni Amir size Yemen destek birlikleri içinde
gelecektir. Kendisi Murad kabilesi Karen kolundandır. Alaca hastalığına
tutulmuşsa da iyileşmiştir. Sadece bir dirhem miktarı kadar bir yerde
hastalığın izi kalmıştır. Onun bir annesi var, ona çok iyi bakardı. Eğer o bir
şey hakkında yemin etse Allah onun yeminini yerine getirir, duasını kabul eder.
Kendin için dua ve istiğfar ettirebilirsen bunu yap, fırsatı kaçırma”, diye buyururken işittim, dedi.
O Kufeli adam da Kufe’ye dönünce Üveys’e varıp:
-Benim için mağfiret dile! diye ricada bulundu. Üveys:
-Sen mübarek ve güzel bir yolculuktan yeni geldin. Benim
için sen dua et, dedi. Adam dua isteğinde ısrar edince:
-Sen Ömer’le mi karşılaştın? dedi. Adam:
-Evet, dedi.
Bunun üzerine Üveys o kişi için af ve bağışlanma talebinde
bulundu. Bu olay üzerine insanlar Üveys’in nasıl bir kimse olduğunu anladılar,
o da orayı bırakıp gitti.[691]
Müslim’in yine Üseyr ibni Cabir’den rivayetine göre
aralarında Üveys ile alay eden eşraftan bir kişinin de bulunduğu Kufeli bir
grup Ömer’e geldiler. Ömer: Burada Karenilerden kimse var mı? diye sordu. Hemen
o alaycı adam Ömer’in yanına geldi. Ömer (r.a.) şöyle dedi: Şüphesiz ki
Rasulullah (s.a.v.) :
“Yemen’den size Üveys adında biri gelecek. Annesinden başka
kimsesi olmayan bu adam anasına hizmet için Yemen’den ayrılmıyordu. O alaca
hastalığına tutulmuştu. Allah’a dua etti de dinar ve dirhem büyüklüğünde bir
yer dışında Allah onu hastalığından kurtardı. Ona hanginiz rastlarsa sizin için
bağışlanma talebinde bulunsun.”[692]
Yine Müslim’in başka bir rivayetinde Hz. Ömer’in şöyle
dediği nakledilmiştir. Ben Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim. “Hiç
şüphesiz tabiilerin en hayırlısı Üveys adındaki bir kimsedir. Onun bir anası
vardır. Alaca hastalığı geçirmiştir.
Onunla karşılaşırsanız sizin için istiğfar etmesini isteyiniz.”[693]
* Hayır ve fazilet sahibi
kimselerden dua istemek uygundur. Üveys el Karani de tabiin neslinin en
faziletli kişilerindendir. Ana babaya itaat ve ulaştığı manevi mertebeyi
herkesten gizlemek güzel harekettir. İnsanları dış görünüşlerine göre
değerlendirmemek ve onlarla alay etmemek gerekir. [694]
374. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu
anh’den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den umre
yapmak için izin istedim, verdi ve:
“Sevgili kardeşim, bizi de duadan unutma!” buyurdu.
Bu sözüyle Hz. Peygamber bana öyle bir şey söylemiş oldu
ki, benim için dünyaya bedeldir.
Bir rivâyette[695] Hz.
Peygamber, “Sevgili kardeşim, bizi de duana ortak et!” buyurmuştur.[696]
* Mübarek yer ve makamlara gidecek
kimselerden dua istemenin gerektiğini ümmetine bizzat öğretmektedir. O halde
her müslüman hac ve umre yolculuğuna çıkanlardan, hayır ve fazilet sahibi
olduğuna inandığı kimselerden kendisi için dua etmesini istemelidir. [697]
375. Abdullah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem binekle veya yaya
olarak Kubâ Mescidi’ni ziyâret eder ve orada iki rek’at namaz kılardı.[698]
* Kuba mescidine cumartesi günü gidip 2 rekat namaz kılmak
sünnettir. Peygamberimizin yaptığı bu işi ashab-ı kiram da hiç tereddüt etmeden yaparlardı. [699]
Bu bölümdeki iki ayet ve onbir hadis-i şeriften, mü’minlerin
birbirlerine karşı merhametli, kafirlere karşı ise şiddetli olmaları
gerektiğini, Medineli Ensarın hicret edenleri sevdiklerini, imanın tadını
tadabilecek üç özelliğin ne olduğunu, hiçbir gölgenin bulunmadığı bir günde
arşın gölgesinde barınacakların kimler olduğunu, iman edip birbirimizi sevip
selamı yaygınlaştırdığımız takdirde iyi bir müslüman olacağımızı, her şeyde
olduğu gibi ziyaretleri de Allah rızası için yapacağımızı, mü’minlerin Medineli
ensarı sevdiğini, sevmesi gerektiğini, Allah rızası için birbirleriyle
sevişenlere ahirette nurdan minberler verileceğini, birbirlerini Allah için
sevenlerin Allah’ın sevgisini hak edeceklerini, din kardeşini Allah rızası için
seven kimsenin bunu ona bildirmesi gerektiğini, Rasulullah’ın bizzat Muaz’ı sevdiğini
haber verdiğini öğreneceğiz. [700]
“Muhammed, Allah’ın elçisidir. O’nun yanında bulunan
mü’minler Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlerin tümüne karşı kararlı,
tavizsiz ve çetin; ama birbirlerine karşı daima merhametlidirler. Onların
namazda eğilerek ve yere kapanarak Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını
görürsün, yüzlerinde secde izi görünmektedir. Tevratta da İncilde de onların
vasıfları şudur: “Bir ekin gibidirler ki filizini çıkardı derken filizi
kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır, derken gövdesinin üzerinde dümdüz boy
vermiştir. Ekincileri şaşırtır ve sevindirir. Peygamberin ashabı hakkındaki bu
benzetme kafirleri öfkelendirmek içindir. Ama yine de onlar içinden inanıp
doğru ve yararlı işler yapanlara Allah bağışlanma ve büyük bir mükafat
vadetmiştir.”
(Feth: 48/29)
“Ve onlardan önce Medine’yi yurt ve iman evi edinmiş
olanlar kendilerine göç edip gelenleri severler.” (Haşr: 59/9)
376. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını
tadar:
Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesden fazla
sevmek.
Sevdiğini Allah için sevmek.
Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra
tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.”[701]
377. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah
Teâlâ, yedi insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip
büyüyen genç,
Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da
Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine
“Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli
sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”[702]
378. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
Hiç şüphesiz Allah Teâlâ kıyâmet günü:
“Nerede benim rızâm için birbirlerini sevenler? Gölgemden
başka gölgenin bulunmadığı bugün onları, kendi arşımın gölgesinde
gölgelendireceğim” buyurur.[703]
* Selamlaşmak mü’minler arasındaki
sevgi bağlarının kuvvetlenmesine sebeptir. [704]
379. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler
iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş
olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi?
Aranızda selâmı yayınız!”[705]
380. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyâret
etmek için yola çıktı. Allah Teâlâ, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde
bir meleği görevlendirdi.” Ebû Hüreyre önceki konuda geçen 362 numaralı hadisi “Sen onu nasıl
seviyorsan Allah da seni öylece seviyor” cümlesine kadar rivâyet etti.[706]
381. Berâ İbni Âzib radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Medineli
müslümanlar hakkında şöyle buyurdu:
“Ensarı (Medineli müslümanları) ancak mü’min olan sever,
onlara ancak münâfık olan düşmanlık eder. Ensarı seveni, Allah da sever; onlara
düşmanlık edene de Allah düşmanlık eder.”[707]
* Allah’ın sevdiği Ensara sevgi
beslemek iman gereğidir. İslama yaptıkları hizmetlerden dolayı düşmanlık etmek
münafıklık alametidir. [708]
382. Muâz radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
Allah Teâlâ; “Benim rızâm uğrunda birbirlerini sevenler
için peygamberlerin ve şehidlerin bile imreneceği nurdan minberler vardır” buyurmuştur.[709]
* Dünyevi maksatlar dışında sadece
Allah rızası için sevenlere böyle güzel nimetler verilecektir. [710]
383. Ebû İdris el–Havlânî rahımehullah’dan
şöyle dediği nakledilmiştir:
Dımaşk mescidine girmiştim. Bir de ne göreyim, güleç yüzlü
bir delikanlı ve başına toplanmış bir grup insan. Bunlar bir konuda görüş
ayrılığına düştüler mi hemen o delikanlıya başvuruyor ve fikrini
kabulleniyorlardı. Bu gencin kim olduğunu sordum. “Bu Muâz İbni Cebel radıyallahu
anh’tır” dediler.
Ertesi gün erkenden mescide koştum. Baktım ki o genç benden
evvel gelmiş namaz kılıyor. Namazını bitirinceye kadar bekledim sonra önüne
geçerek selâm verdim ve:
– Allah’a yemin ederim ki ben seni seviyorum, dedim.
– Allah için mi seviyorsun? dedi.
– Evet Allah için, dedim. O yine:
– (Gerçekten )Allah için mi seviyorsun? dedi. Ben de:
– Evet, ( gerçekten) Allah için seviyorum, dedim.
Bunun üzerine elbisemden tutarak beni kendisine doğru çekti
ve şöyle dedi.
– Kutlarım seni. Zira ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken dinledim:
“Allah Teâlâ, “Sırf benim için birbirini seven, benim rızâm
için toplanan, benim rızâm uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızâm
için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hakederler” buyurmuştur.”[711]
* Sevdiği kimseye ben seni Allah
için seviyorum demek sünnettir. Birbirini Allah için sevenler Allah sevgisini
kazanmışlardır. [712]
384. Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Din kardeşini seven kişi, ona sevdiğini bildirsin!”[713]
* İslam toplumu birbirini Allah için
seven insanların bir araya geldiği toplumdur. [714]
385. Muâz İbni Cebel radıyallanu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Muâz’ın
elini tutmuş ve şöyle buyurmuştur:
“Ey Muâz, Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten
seviyorum. Sonra da ey Muâz sana her namazın sonunda: “Allahım! Seni anmak,
sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bana yardım et!” duasını hiç
bırakmamanı tavsiye ediyorum.”[715]
386. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda
bir adam vardı. Bir başka şahıs ona uğrayıp geçti. (Arkasından, Hz.
Peygamber’in huzurundaki kimse):
– Ey Allahın Resûlü! Ben bu kişiyi gerçekten seviyorum,
dedi. Peygamber aleyhissalâtü ve’s–selâm:
– “Peki, sevdiğini ona bildirdin mi?” buyurdu. Adam:
– Hayır, dedi. Hz. Peygamber:
– “Ona bildir”, buyurdu.
Adam derhal kalkıp o şahsın arkasından yetişti ve:
– Ben seni Allah için seviyorum, dedi. O da:
– Beni kendisi için sevdiğin Allah da seni sevsin,
karşılığını verdi.[716]
* Din kardeşini Allah için seven
kimsenin ona bu sevgisini bildirmesi güzel olur. Peygamberimiz hem sözleriyle
hem de tatbikatıyla bu konuya verdiği önemi göstermiştir. Ashab sevdikleri
kimseleri sevgilerinden haberdar ederlerdi. Böyle bir haber vermeye verilecek
en güzel cevap ta “Allah ta seni sevsin” demektir. [717]
“Ey peygamber de ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun
ki Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin, zira Allah çok affeden ve
çok acıyandır.”
(Al-i İmran: 3/31)
“Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse bilsin ki,
Allah yakında öyle bir toplum getirecek ki, O onları sever, onlar da O’nu
severler, mü’minlere karşı alçak gönüllü, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas
edenlere karşı onurlu ve şiddetlidirler.
Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu
Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah lütfunda sınırsız olup her
şeyi bilendir.”
(Maide: 5/54)
387. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:“Her kim bir dostuma
düşmanlık ederse, ben ona karşı harb ilân ederim. Kulum, kendisine emrettiğim
farzlardan, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz.
Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır;
nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı,
gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse, onu mutlaka
veririm, bana sığınırsa, onu korurum.”[718]
* Bir kul Allah’a olan farz
görevlerine ek olarak nafileleri de yaparsa Allah’a yakınlık ve dostluk kazanır
ve Allah o kulunu yardımsız bırakmaz. Bütün hayatını kapsayacak anlamında o
kişinin adeta gören gözü işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olur. Böyle
bir kimseye düşmanlık yapanlar Allah’ın düşmanlığıyla karşı karşıya kalırlar ve
Allah sevdiklerini düşmanlarına karşı destekler ve korur.
Kuran ayetleriyle dost ve yardımcı kimdir? Kim olmalıdır?
Kim kimin dostudur? gibi soruların cevaplarını bulmak için aşağıdaki ayetlere
bakınız.
a. Kim dost edinilemez?
60 Mümtahine 1 18
Kehf 102
4 Nisa 89 25 Furkan 18
3 Al-i İmran 68 29
Ankebut 41
5 Maide 57, 81 39
Zümer 3
9 Tevbe 23 42
Şura 6, 9.
b. Şeytan dost, veli ve koruyucu kabul edilirse ne
olur, şeytan kimin dostudur?
4 Nisa 76,119, 139, 144; 5 Maide 51; 6 En’am 121, 128; 7
Araf 27, 30; 3 Al-i İmran 175; 16 Nahl 63; 19 Meryem 45.
c. Gerçek dostlar ve dostluklar: 8 Enfal 34-72; 9 Tevbe 71.
d. Allah’ın yardımcıya ihtiyacı yoktur: 17 İsra 111.
e. Zalimler ve kafirler birbirlerinin dostlarıdır: 2 Bakara 257; 8 Enfal 73, 45
Casiye 19.
f. Dost olarak Allah yeter: 4 Nisa 45, 18 Kehf 17.
g. Allah mü’minlerin dostudur: 2 Bakara 257; 3 Al-i İmran 68.
h. Allah’tan başka gerçek dost, yardımcı, sahip
çıkan, sırdaş, vekil, kayıran ve koruyan olamaz:
2 Bakara 107-120 12 Yusuf 101 41
Fussılet 31
3 Al-i İmran 122 13
Ra’d 16-37 42 Şura
8-9-28-31-44
4 Nisa 123-173 17
İsra 97 45 Casiye 19
5 Maide 55 18
Kehf 26-44-50 46 Ahkaf
32
6 En’am 14-51-70-127 29
Ankebut 22
7 Araf 3-155-196 32
Secde 4
9 Tevbe 74-116 33
Ahzab 17-65
10 Yunus 62 34
Sebe’ 41
11 Hud 20-113
* Dolayısıyla bu hadis “Kim benim dostluğumu
kabul eder, bana dost olur, benim himayemi kabul ederse o kişi benim dostum ve
veli kulumdur” şeklinde anlaşılacaktır. [719]
388. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
“Allah filanı seviyor, onu sen de sev!” diye emreder.
Cebrâil de o kulu sever, sonra gök halkına:
– Allah filanı gerçekten seviyor; onu siz de seviniz! diye
hitâbeder.
Göktekiler de o kimseyi severler. Sonra da yeryüzündekilerin
gönlünde o kimseye karşı bir sevgi uyanır.[720]
Müslim’in rivâyetinde[721]
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu
kaydedilmektedir:
Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman Cebrâil’e:
– “Ben filanı seviyorum onu sen de sev!” diye emreder.
Cebrâil onu sever ve sonra gök halkına:
– Allah filanı seviyor, onu siz de seviniz, diye seslenir.
Gök halkı da o kimseyi sever, sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı
bir sevgi uyanır.
Allah Teâlâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrâil’e:
– “Ben, filanı sevmiyorum, onu sen de sevme!” diye emreder.
Cebrâil de onu sevmez. Sonra Cebrâil gök halkına:
– Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin, der.
Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerde o kimseye karşı
bir kin ve nefret uyanır.
* Allah sevdiği kulunu meleklere ve
salih insanlara da sevdirir. İnsanlar toplumdaki durumlarına bakarak Allah
katındaki yerlerinin nasıl olduğunu tahmin edebilirler. [722]
389. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbtan
bir kişiyi askerî bir bölüğe komutan tayin edip gazaya göndermişti. Bu zat
bölüğe her namaz kıldırışında (ikinci rekâtta) İhlâs sûresini okuyarak
kıraatını bitirirdi. Dönüşte, komutanın namazı İhlâs sûresi ile bitirmeyi âdet
edinmiş olduğunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber
verdiler. O da:
– “Niçin böyle yaptığını ona sorunuz!” buyurdu. Sordular.
– İhlâs sûresi, Rahmân’ın sıfatlarını ihtivâ ediyor. Bu
sebeple ben onu okumayı severim, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Allah Teâlâ’nın da onu sevdiğini kendisine
müjdeleyiniz!”
buyurdu.[723]
* Allah’ı en özlü biçimde açıklayan,
tek oluşunu izah eden İhlas suresini seven bu sahabiyi Allah da seviyor. Bugün bizler hangi sureyi muhtevasını
sevdiğimizden dolayı sık okuyoruz. Öyleyse hiç olmazsa namazda okuduğumuz
sureleri tefsir ve meallerden iyice belleyip manasını düşünerek okuyalım ki hem
sevabımız artsın hem de onları düşünerek namaz kılmamız dolayısıyla namazda
başka şeyler düşünmez ve huşu içerisinde kılmış oluruz. [724]
“Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları yapmadıkları bir
işten dolayı suçlayanlara gelince onlar iftira atma suçu işlemiş ve böylece
günaha girmiş olurlar.” (Ahzab: 33/58)
“O halde yetime haksızlık yapma ve yüzünü ekşitme, yardım
isteyeni de hangi çeşit olursa olsun boş çevirme.” (Duha: 93/9-10)
390. Cündeb İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
“Sabah namazını cemaatle kılan kimse Allah’ın
güvencesindedir. Sakın Allah, güvencesi altında olan bir şeyden dolayı sizi
takibe almasın. Çünkü Allah güvence verdiği bir şeyden dolayı kimi takib
ederse, onu yakalar sonra da onu yüzüstü cehennem ateşine atar.”[725]
* İyileri zayıfları ve fakirleri
incitmekten sakındırma konusuyla bu hadisi şerifin alakası, sabah namazını
kılan kimsenin Allah’ın himayesinde olması dolayısıyla böyle bir müslümanı
incitecek olanların Allah’ın koruması altında olan bir kimseye saldırmış kabul
edilmesindendir. Allah’ın teminatı ve güvencesi altında olan bir kimseye
yöneltilen bir saldırı ise mutlaka Allah tarafından takibe alınır ve cezasız
bırakılmaz. Böylece de Allah’ın sorumlu tutup takibe aldığı kimsenin de asla
kurtulması mümkün değildir. Bu sebeple müslümanları sahipsiz sanıp onları
üzmeye kalkmamak gerekir. Bu manasıyla hadisimiz Allah’ın dostlarına düşmanlık
edenlere harb ilan edeceğini, fakir fukarayı incitenlerin Allah’ı incitmiş ve
gazabını üzerine çekmiş olacağını bildiren (387. Hadis 263. Hadislere bkz.)
hadislerle tam bir uyum içindedir ve birbirlerini desteklemektedirler. Sabah
namazını kılan müslüman misali ibadet ve kulluğuyla Allah’ın himayesine giren
kimselere yapılacak haksızlıklar Allah’ın takibiyle karşılaşır ve sonuç mutlaka
yakayı ele vermektir.
Nevevi merhum (234, 390 ve 1049 numaralarda) geçen bu
hadis-i şerifi; müslümanlara eziyet etmeye kalkacakların bu ilahi koruma ve
takibi hatırdan çıkarmamalarını tenbih için ilgili bölümlerde zikretmiştir.
Uykudan uyanır uyanmaz ilk yapılan ibadet sabah namazı
olduğu için hadiste oradan başlanmıştır. Vazife ve iş icabı gece bekçisi veya
vardiyeli çalışan kimselerde uykuları ve istirahatlerini müteakip ilk
kılacakları namazla yine Allah’ın himayesine girmiş oluyorlar.
Allah bir kulu ne zaman takibe alırsa artık onun için
kurtulma ümidi yoktur. [726]
“... Eğer dönüp tevbe ederlerse, tevbe ve imanlarının
gereği namazı kılarlar zekatı da verirlerse artık onları serbest bırakın...” (Tevbe: 9/5)
391. Abdullah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Ben, Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına, Muhammed’in
Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet edip, namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı
hakkıyla verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları
takdirde, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın gerektirdiği
haklar ise bunların dışındadır. Onların gizli hallerinin hesabı Allah’a âittir.”[727]
* İslamın hakkı denilerek istisna
edilen kısım, işlediği suçtan dolayı ölümü hak edenin öldürülmesi diğer
cezalara uğrayanın cezasını çekmesi demektir. [728]
392. Ebû Abdullah Târık İbni Eşyem radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka
ibadet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı haram olur. Gizli
hallerinin hesabı ise Allah’a âittir.”[729]
* Gizli hallerin niyet, düşünce ve
özel halleridir. Bunların hesabını sormaya kalkmak fitne ve zulümlere yol
açabilir. Hükümler görüntülere göre verilir, niyet ve düşüncelere göre değil. [730]
393. Ebû Ma’bed Mikdâd İbni Esved radıyallahu
anh şöyle demiştir:
– Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
dedim ki :
– Kâfirlerden bir adamla karşılaşsam ve onunla vuruşsak, o
benim ellerimden birini kılıçla vurup koparsa, sonra da benim elimden kurtulmak
için bir ağacın arkasına sığınsa ve:
– Ben, Allah için müslüman oldum, dese, onu böyle dedikten
sonra öldürebilir miyim, yâ Resûlallah! Ne dersin?
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Sakın onu öldürme” buyurdu. Ben :
– Ey Allah’ın Resûlü! Adam benim iki elimden birini
kopardı, ondan sonra bu sözü söyledi, dedim. Bunun üzerine :
– “Sakın öldürme, eğer onu öldürürsen, o, senin kendisini
öldürmezden önceki durumundadır. Sen ise, onun o sözü söylemeden önceki
durumuna düşersin”
buyurdu.[731]
* Hüküm görüntüye göredir niyet ve düşüncelere
göre değil. Müslüman his ve heyecanına kapılıp böyle bir işi yapmamalıdır.
Peygamberimiz hadisin sonundaki çarpıcı ifadeyle bunu anlatmak istemiştir.
Böyle bir kimseyi bilerek öldürene kısas uygulanır. Korkudan veya canını
kurtarmak için böyle yaptığını zannederek öldüren kimse öldürülenin diyetini
ödemelidir.[732]
394. Üsâme ibni Zeyd radıyallahu
anhümâ şöyle demiştir :
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bizi Cüheyne
kabilesinin Huraka kolu üzerine göndermişti. Sabahleyin onlar sularının başında
iken üzerlerine hücum ettik. Ben ve ensardan bir kişi onlardan bir adama
ulaştık. Biz onun üzerine yürüyünce, adam: “Lâ ilâhe illallah: Allah’tan başka
ilâh yoktur” dedi. Bunun üzerine ensardan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti;
ben ise mızrağımı ona sapladım ve adamı öldürdüm. Biz Medine’ye gelince bu olay
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kulağına gitti ve bana:
– “Ey Üsâme! Lâ ilâhe illallah dedikten sonra adamı
öldürdün mü?”
buyurdu. Ben:
– Yâ Resûlallah! O, bu sözü sadece canını kurtarmak için
söyledi, dedim. Peygamber Efendimiz tekrar :
– “Lâ ilâhe illallah dedikten sonra adamı öldürdün mü?” diye yine sordu ve bu sözü o kadar
çok tekrarladı ki, ben, daha önce müslüman olmamış olmayı bile temenni ettim.[733]
Müslim’in bir rivâyeti şöyledir :
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “Adam lâ ilâhe illallah dedi ve sen de onu öldürdün, öyle
mi?” Ben :
– Yâ Resûlallah! O, bu sözü sadece silahtan korktuğu için
söyledi, dedim. Peygamber Efendimiz :
– “Kalbini mi yardın ki, bu sebeple söyleyip söylemediğini
bilesin?” buyurdu.
Bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ilk defa o gün müslüman
olmuş olmayı temenni ettim.[734]
395. Cündeb İbni Abdullah
radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem, müslümanlardan müteşekkil bir askerî birliği müşriklerden
bir kavme göndermişti. Müslüman askerler, müşriklerle karşılaştılar.
Müşriklerden bir adam, müslüman askerlerden istediğine saldırıp öldürüyordu.
Müslümanlardan biri de onun boş bulunduğu anı gözlüyordu. Biz bu müslümanın
Üsâme İbni Zeyd olduğunu konuşup duruyorduk. Üsâme, kılıcını çekip de adamı
öldüreceği sırada o:
– Lâ ilâhe illallah, dedi; fakat Üsâme onu yine de öldürdü.
Peygamber Efendimiz’e müjdeci geldi. Peygamberimiz ona ordunun durumunu sordu,
o da olup biteni kendisine haber verdi. Hatta o adamın durumunu ve Üsâme’nin
ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Üsâme’yi çağırdı ve
ona :
– “Adamı niçin öldürdün?” diye sordu. Üsâme :
– Yâ Resûlallah! O adam müslümanların canını yaktı; falanı
ve falanı öldürdü, diyerek bir kaç şehidin adını saydı. Sözüne devamla şunları
söyledi:
– Ben ise onun üzerine yürüdüm. Kılıcı görünce:
– Lâ ilâhe illallah, dedi.
Resûl–i Ekrem Efendimiz:
– “Böyle diyen adamı öldürdün mü?” diye sordu. Ben:
– Evet, dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Lâ ilâhe illallah kıyamet günü karşına geldiğinde ne
yapacaksın?” dedi.
Üsâme ibni Zeyd:
– Yâ Resûlallah! Cenâb–ı Hak’dan beni bağışlamasını dile,
dedi. Resûl–i Ekrem durmadan:
– “Lâ ilâhe illallah kelimesi kıyamet günü huzuruna
geldiğinde ne yapacaksın, söyle?” “Lâ ilâhe illallah sözü kıyamet günü huzuruna
geldiğinde ne yapacaksın?” diyor, başka bir söz söylemiyordu.[735]
396. Abdullah İbni Utbe İbni Mes’ûd der
ki: Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’ı şöyle derken işittim:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında
Allah katından gelen vahiy sayesinde insanlar gizli hallerinden de sorumlu
tutuluyorlardı. Hiç kuşkusuz vahyin arkası kesilmiştir. Biz ise şu anda sizleri,
bize apaçık belli olan davranışlarınız sebebiyle hesaba çekeriz. Dolayısıyla
bize iyi davranışlar gösteren kimseyi, güvenilir kimse bilir ve ona yaklaşırız.
Onun gizli hallerinden hiçbir şeyi araştırmak bize düşmez. O kişinin gizli
halleriyle ilgili hesabını Allah görür. Bize karşı kötü davranışlar sergileyen
bir kimseyi de güvenilir bulmayız. O kişi, gayesinin iyi olduğunu söylese bile
ondan emin olmaz ve kendisini doğrulamayız.[736]
Bu bölümdeki yedi ayet ve onaltı hadis-i şeriften Allah’a
verilen kulluk sözü tutulursa Allah ta cennete sokma sözünü tutacağını,
Rabbimizin azabı ve yakalamasının pek şiddetli olduğunu ve Allah’ın izni
olmadan kimsenin bile konuşamayacağını, herkesin en yakını olan kimselerden
bile o gün kaçacağını, emziren kadın bile o gün emzirdiği çocuğunu
bırakacağını, Rablerine karşı devamlı korkanlara iki cennet bahşedileceğini,
cennetliklerin cennetlerinden konuşacaklarını, Yaradılışın ana karnında
oluşumuna kadar denilen yazgının da çok öncelerden yazıldığını, cehennemi çeken
yetmiş bin dizgin ve yetmiş bin melek olduğunu, cehennemde azabı en hafif olan
kimsenin durumunu, cehennem ateşinin insanları nasıl kuşatacağını, mahşerdeki
ter oranının kişilere göre durumunu, Rasulullah’ın bildiğini bilsek az güler
çok ağlardık gerçeğini, cehennemin dibine yetmiş yılda ulaşılabileceğini,
Rabbimizin kıyamette hepimizle konuşacağını, yarım hurma ile de olsa
cehennemden korunmamız gerektiğini, gökyüzünde sayısız melekler olduğunu,
kıyamette herkesin tüketilen ömürden elde edilen ilimden, elde edilen malın
nerede kazanılıp nerede harcanıldığından, vücudun nerelerde yıpratıldığından
sorguya çekileceğini, yine o kıyamet gününde yer yüzünün her türlü haberleri
vermek suretiyle şahitlik yapacağını, İsrafil’in sura üfürme vaktinin çok
yaklaştığını, Allah’ın azabından korkan kimsenin geceleri ibadetle yol alması
gerektiği böylece de cenneti elde edeceğini, insanların kıyamet günü
çırılçıplak ve sünnetsiz haşrolacaklarını ve günün dehşetinden dolayı birbirine
bile bakamayacaklarını öğreneceğiz. [737]
“... Ey insanlar yalnızca bana karşı sorumluluk bilinci
taşıyın.” (Bakara:
2/40)
“Şüphesiz Rabbinin yakalaması son derece çetindir.” (Büruc: 85/12)
“İşte senin Rabbin varoluş gayesine aykırı hareket eden
kentlerin toplumlarını böylece kıskıvrak yakalayıverir. Şüphesiz ki onun
yakalaması çok şiddetli ve çok zorludur. Gerçek şu ki, bütün bu anlatılanlarda
ahiret azabından korkanlar için apaçık bir ders ve uyarı vardır. O gün ki bütün
insanlık bir araya gelecektir ve o gün her şey tüm açıklığıyla ortaya
konacaktır. O günü ancak bizim bildiğimiz bir vakte kadar geciktiririz. O gün
gelince Allah’ın izni olmaksızın kimse konuşamayacaktır. O gün bir araya
getirilenlerden kimileri felakete uğramış üzüntülü ve mutsuz, kimileri de mutlu
ve sevinçli olacaklardır. O gün mutsuz olanlar dünyadayken yaptıklarından
dolayı ateşte yaşayacaklar ve orada ah çekip inleyeceklerdir.” (Hud: 11/102-106)
“Allah ancak kendisine karşı dikkatli olmanızı ister.” (Al-i İmran: 3/28)
“O gün kişi kaçar kardeşinden, annesinden ve babasından,
eşinden ve çocuklarından. O gün her kişinin kendine yetecek bir derdi ve
meşguliyeti vardır.”
(Abese: 80/34-37)
“Ey İnsanlar Rabbinize karşı sorumluluk bilinci taşıyın.
Çünkü son saatin sarsıntısı gerçekten korkunç olacak. Onu gördüğünüz gün
emziren analar çocuklarını bırakıp unutacaklar ve her gebe kadın da vakitsiz
doğuracaktır. İnsanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi alıklaşmış
göreceksin. Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Hacc: 22/1-2)
“Hesap vermek için Rabbinin huzurunda durmaktan korkan kula
iki cennet vardır.”
(Rahman: 55/46)
“Cennetlikler birbirlerine dönüp sorarlar ve derler ki
“Bakın dünyada iken çoluk çocuğumuzun arasında yaşarken Allah’ın bizden razı
olmayacağını düşünerek sonumuzdan korku içindeydik. Allah bize bol bol lütufta
bulundu da ta iliklere işleyen cehennem azabından korudu. Biz bundan önce
dünyada da O’na yalvarıp ibadet ederdik. Çünkü o iyiliği bol ve rahmeti
geniştir.” (Tur:
52/25-28)
397. İbni Mes’ûd radıyallahu anh dedi
ki :
Bize, doğru söyleyen, doğruluğu tasdîk ve kabul edilmiş
olan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem haber verdi ve şöyle buyurdu
:
“Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin
karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde
pıhtı hâline döner. Sonra da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha
sonra Allah bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek dört şeyle;
anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri
mi olacağını yazmakla emrolunur.”
Abdullah İbni Mes’ûd der ki: Kendisinden başka ilâh olmayan
Allah’a yemîn ederim ki, sizden biri, cennetliklerin yaptığı işleri yapar ve
kendisi ile cennet arasında sadece bir arşın mesâfe kalır da, sonra anne karnında
yazılan yazının hükmü öne geçer, cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve
cehenneme girer. Yine sizden biri cehennemliklerin yaptığı işleri yapar ve
kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesâfe kalır; sonra anne karnında
yazılan yazının hükmü öne geçer ve o kişi cennetliklerin yaptığı işleri yapmaya
devâm eder de, neticede cennete girer.[738]
* Herkesin yazgısı boynunda asılıdır.
“Her insanın kuşunu (amelini) boynuna astık. Kıyamet günü onun için bir
kitap çıkaracağız ki, ona açılmış olarak kavuşacaktır. (Kendisine) “Oku
kitabını! Hesaba çekici olarak bugün nefsin sana yeter!” denilecektir
(İsra: 17/13-14) Hiç kimse yaptığı iyi amellere güvenmemeli, yaptığı kötülükler
sebebiyle de Allah’dan ümit kesmemelidir. Kişinin dünyadaki son haline göre
muamele yapılır. Bizler ölümün bizi müslüman olarak yakalaması için hep
müslümanca yaşamalı ve müslüman olarak can vermeliyiz. İyi ve hayırlı amellere
ağırlık vermeli kötü ve çirkin işlerden uzak durmalıyız. [739]
398. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin
dizgini ve her bir dizgini çeken yetmiş bin de melek vardır.”[740]
* Hesap gününde cennet ve cehennem de
hazır bulunacaktır. Fecr: 89/23, Kaf: 50/31. [741]
399. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“Şüphesiz kıyamet gününde cehennemliklerin azâbı en hafif olanı,
ayaklarının altına iki kor konulup da bu sebeple beyni kaynayan kişidir. Oysa
o, hiç kimsenin kendisinden daha şiddetli azâb gördüğünü zannetmez. Halbuki
kendisi, cehennemliklerin azâbı en hafif olanıdır.”[742]
* Herkes kendi derdine düştüğü için
başkasının ne halde olduğunu bilmez. Herkes kendi azabını en şiddetli sanır.
Cehennem azabı haktır ve derece derecedir. [743]
400. Semüre İbni Cündeb radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Cehennem ateşi, cehennem ehlinin bazısının topuklarına,
bazısının dizlerine, bazısının kuşak yerlerine, bazısının da köprücük
kemiklerine kadar çıkar.”[744]
* Cehennem azabı insanları yiyip
tüketecek bir azab değildir. Yanma işi devam ederken cennetlikler
cehennemlikleri, cehennemlikler de cennetlikleri görecek ve tanıyacaklardır.
(Bkz. Nisa. 4/56, Araf: 7/44) [745]
401. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İnsanlar, âlemlerin Rabbi huzurunda hesap vermek üzere
kabirlerinden kalkarlar. Onlardan bazıları kulaklarının yarısına kadar ter
içindedirler.”[746]
* İnsanlar hesaplarının zorluğu
sebebiyle hissettikleri büyük sıkıntı, güneşin ve cehennemin yakıcı
sıcaklığıyla o derece terlerler ki dünyadaki yaşayışlarına göre değişik
sıkıntılara girerler çünkü o günün sıkıntıları çok büyüktür. [747]
402. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere
benzerini hiç duymadığım bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu:
“Eğer sizler benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok
ağlardınız.” Bunun
üzerine Resûlullah’ın ashâbı yüzlerini kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladılar.[748]
Müslim’in rivayeti şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbının
durumuyla ilgili bir haber alınca şöyle bir konuşma yaptı:
“Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana
gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. Eğer sizler benim
bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız” buyurdu. Resûlullah’ın ashâbına
bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra
ağladılar.[749]
* Tevbe: 9/82. Ayette olduğu gibi
mü’minler cehennem manzaralarını çok hatırlayıp az gülmeli ve çok ağlamalıdır. Miraç
gecesinde pek çok değişik ahiret manzaraları gören peygamberimiz (s.a.v.) böyle
söylemiş, böylece bizleri gafletten uzak durmaya teşvik etmiştir. [750]
403. Mikdâd radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Güneş, kıyamet gününde insanlara bir mil mesâfe kalıncaya
kadar yaklaştırılır.”
Hadisi Mikdâd’tan rivayet eden Süleym İbni Âmir:
Allah’a yemin ederim ki, Resûlullah mil ile yeryüzündeki
mesafe ölçüsünü mü yoksa göze sürme çekmek için kullanılan mili mi kastetti
bilmiyorum, demiştir. Resûl–i Ekrem:
“İnsanlar, işledikleri kötü amelleri kadar tere batarlar.
Onlardan bir kısmı topuklarına, bir kısmı dizlerine, bazıları kuşak yerlerine
kadar ter içinde kalır; bazılarının da ter âdeta ağızlarına gem vurur” buyurarak eliyle ağzına işaret
etti.[751]
* Ahiretin ne derece dehşetli
oluşuna bir tablo daha... [752]
404. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kıyamet gününde insanlar o kadar terlerler ki, onların
teri yerin yetmiş arşın derinliğine ulaşır. Ter onların ağızlarına âdetâ gem
vurur da tâ kulaklarına kadar çıkar.”[753]
* Değişik bir ahiret manzarası daha... [754]
405. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
birlikteydik. O sırada düşen bir şeyin gümbürtüsünü duyduk. Bunun üzerine:
– “Bu gümbürtünün ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Biz:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Resul–i Ekrem
Efendimiz:
– “Bu, yetmiş sene önce cehenneme atılmış olan bir taştır.
O, şimdiye kadar cehennemde yuvarlanıp yol alıyordu, nihayet onun dibine
ulaştı; siz onun gümbürtüsünü işittiniz” buyurdu.[755]
* Aynen bu hadiste olduğu gibi ashap
bazı fevkalade hadiselere de şahid olmuşlardı. Mesciddeki kütüğün inlemesi,
peygamberimizin elindeki çakıl taşlarının tesbihlerinin duyulması gibi burada
da cehennemin derinliği anlatılmış olmaktadır.[756]
406. Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Rabbiniz arada bir tercüman bulunmaksızın, her birinizle
konuşacaktır. Kişi sağına bakar, önceden gönderdiği iyi işleri görür; soluna bakar
vaktiyle yaptığı kötü işleri görür. Önüne bakar, önünde sadece cehennemi görür.
Yarım hurma ile de olsa cehennemden korununuz.”[757]
407. Ebu Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi görüyor ve
biliyorum. Gök yüzü gıcırdayıp inledi ve gıcırdayıp inlemekte de haklı idi.
Gökyüzünde, alnını Allah’a secde için koymuş bir meleğin bulunmadığı dört
parmaklık bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiklerimi
sizler bilmiş olsaydınız az güler çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan da
zevk almazdınız. Yüksek sesle Allah’a yalvararak yollara ve kırlara
çıkardınız.”[758]
408. Ebû Berze Nadle İbni Ubeyd
el–Eslemî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden,
ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından,
vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.”[759]
* Burada sayılanlar sorulacak
olanların en önemlileridir, kişi her türlü nimetten sorguya çekilecektir.
Dolayısıyla mal mülk helal yoldan kazanılmalı, haramlardan sakınmak suretiyle
sağlık ve sıhhatimizi korumalıyız. Bu dünyada haramlardan sakınmak suretiyle
sıhhatimizi, dolayısıyla ahirette de cehennemden vücudumuzu korumuş olmalıyız. [760]
409. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İşte o
gün yer haberlerini söyler” (Zelzele: 99/4) âyetini okudu, sonra:
– “Yerin haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sordu. Sahâbe:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
– “Onun haberleri, her erkek ve kadının yeryüzünde neler yaptığına
şâhitlik ederek, sen şu günde şöyle yapmıştın, demesidir. İşte yerin haberleri
budur” buyurdu.[761]
* Allah izin verirse dağlar, taşlar,
ağaçlar her şey konuşacak ve gereken haberleri verecektir. [762]
410. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sûr sahibi boruyu ağzına koymuş, ne zaman üflemekle
emrolunursa hemen üfleyeceği ânın iznini bekleyip durmakta iken ben nasıl
sevinebilirim?” Bu
haber, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına ağır geldi.
Bunun üzerine Resûlullah:
“Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl: Allah bize yeter, o ne güzel
vekildir, deyiniz”
buyurdu.[763]
* Bu dua her türlü dehşet ve
tehlikeli anlarda yapılmalıdır. [764]
411. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Korkan kimse, geceleyin yol alır. Gece yol alan kimse de
varacağı yere ulaşır. İyi biliniz ki, Allah’ın metâı çok pahalıdır. İyi biliniz
ki, Allah’ın metâı cennettir.”[765]
* Günahtan ve azaptan korkmak
müslümanın vazifesidir. Mü’min canını ve malını Allah için feda etmeye daima
hazır olmalıdır. [766]
412. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“İnsanlar, kıyamet gününde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz
olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar.” Bunun üzerine ben:
– Yâ Resûlallah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca,
birbirlerine bakmazlar mı, dedim? Peygamber Efendimiz:
– “Âişe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri
kadar ciddidir”
buyurdu.
Bir başka rivayette:
“İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir”, buyurdu.[767]
* Abese: 80/37 ayetinde olduğu gibi
ahirette insanlar, doğdukları hal üzere haşrolacaklar ve sıkıntı ve dehşetten
birbirlerine bakacak halleri bile olamayacaklardır. [768]
Bu bölümdeki dört ayet ve yirmi sekiz hadis-i şeriften
Allah’ın bağışlayıcı ve affedici olduğunu, ancak kafirleri, yalanlayıp yüz çevirenleri
cezalandıracağını, rahmetinin her şeyi kapsadığını, gerçekten inanılması
gerekenlere, inananlara Allah’ın cehennemi haram kılacağını, Allah’a ortak
koşmaksızın dünya dolusu günahla varılsa bile Allah’ın hepsini bağışlayacağını,
sevaplara bire on, günahlara bire bir verileceğini, cennete girip cehennemden
uzak olmanın tek çaresinin şirke düşmemek olduğunu, Allah’a ve Rasulüne
gerçekten inanan kimselere cehennemin haram kılınacağını, sırf Allah rızasını
isteyerek kelime-i tevhide göre yaşayanlara cehennemin haram kılındığını,
Allah’ın kullarına şefkatinin kadının yavrusuna şefkatinden daha çok olduğunu,
Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiğini, rahmetini yüz parçaya ayırıp birini
yeryüzüne gönderdiğini bu sebeple yeryüzünde insanların ve hayvanların yavrularına
ve birbirlerine merhamet ettiklerini, kulun günahkar ve hata işleyebileceğini,
Allah’ın da daima bağışlayıcı olduğunu, insanlar hiç günah işlememiş olsalardı
Allah onları yok edip yerlerine günah işleyip bağışlanma talebinde bulunan
kimseleri getireceğini ve bağışlayacağını, Allah’tan başka ilah tanımayanın
mutlaka cennete gireceğini, Allah’ın kulları üzerindeki hakkının onların sadece
Allah’a kulluk etmeleri, kulların Allah üzerindeki hakkı ise kendisine ortak
koşmayanlara azap etmemesi olduğunu, Mü’minin yaptığı iyilikler karşılığında
Allah tarafından hem dünyada hem de ahirette mükafatlandırılacağını, kafirin
ise dünyada rızıklandırılıp fakat ahirette mükafat olarak hiçbir şeyinin
kalmayacağını, beş vakit namazın kişinin günde beş sefer yıkandığı bir ırmağa
benzediğini, cenaze namazında Allah’a şirk koşmayan 40 kişi bulunursa Allah’ın
o kimseyi bağışlayacağını, müslümanların mutlaka cennete gireceklerini,
kıyamette her müslümana kurtuluş fidyesi olarak bir yahudi ve hıristiyan
verileceğini, kıyamette dağlar gibi günahlarla gelen mü’minlerin de mutlak
affedileceğini, dünyada Allah tarafından örtülen günahların ahirette
bağışlanacağını, her vakit kılınan namazın ikisi arasındaki küçük günahlara
keffaret olacağını ve silip süpüreceğini, Allah’ın kulunun yiyip içmesinden
sonra hamdetmesini sevdiğini, rahmet kapısının gece gündüz daima açık
bulunduğunu, Allah’ın peygamberlere ve ümmetlerine geçerli olan sünnetini
öğreneceğiz. [769]
“De ki, Allah şöyle buyuruyor: “Ey nefislerine uyup ta
sınırlarımı aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün
günahlarınızı bağışlar, şüphesiz ki o
çok bağışlayan ve çok acıyandır.” (Zümer: 39/53)
“Allah’tan gelene gerçekleri
örtbas etmelerinden dolayı o kafirleri böylece cezalandırdık. Biz bizden gelen
gerçekleri örtbas edenlerden başkasını hiç cezalandırır mıyız?” (Sebe: 34/17)
“Bize vahyedilerek bildirildi
ki: Allah’ın azabı peygamberleri yalan sayıp onlara sırt çevirenlere erişir.” (Taha: 20/48)
“Allah: “Benim rahmetim her şeyi
kuşatmıştır” buyurur.” (Araf: 7/156)
413. Ubâde İbni’s–Sâmit radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kim, Allah’dan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır,
şeriki yoktur; Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür. İsâ da Allah’ın kulu ve
elçisi, Meryem’e bıraktığı kelimesi ve Allah tarafından (hayat verilen) bir
ruhtur. Cennet, haktır ve gerçektir, cehennem de haktır ve gerçektir” diye
şehâdet ederse, Allah o kimseyi, ameli ne olursa olsun, cennete koyar.”[770]
Müslim’in bir başka rivâyetinde[771];
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın
resûlüdür” diye şehâdet eden kimseye Allah cehennemi haram kılar”
buyurulmaktadır.
* Böylece söyleyip hayatını da bu
doğrultuda yaşamak şartıyla... Değilse sadece iman ettim demekle iş bitmiyor,
ameli salih dediğimiz yaşama tarzı da imanla beraber mutlaka olmalıdır. İsa’yı
tanımakla Nisa: 4/171-172 de olduğu gibi olmalıdır. [772]
414. Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Allah
Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Kim bir hayır işlerse, ona onun on misli vardır veya daha
da artırırım. Kim bir kötülük işlerse, ona da onun misli vardır. Ya da tamamen
affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım; kim
bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek
gelirse, ben ona koşarak varırım. Kim bana hiçbir şeyi ortak koşmamak şartıyla
dünya dolusu günahla gelirse, ben kendisini o kadar mağfiretle karşılarım.”[773]
* Allah kulunun ibadetlerine en az on
katıyla başlıyarak 700 ve 30.000’e varan nispetlerde sevap verir. Şirke
düşmediği sürece kişi Allah’ın rahmetinden ümid kesmemelidir. Çünkü Allah’ın
rahmeti gazabını geçmiştir. Allah kullarının ümidlerini boşa çıkarmaz. (Bkz.
En’am: 6/160, Bakara: 2/261, Kadr: 97/3) [774]
415. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir bedevî
geldi ve:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kişinin cennete veya cehenneme
girmesini gerektiren iki etken nedir? diye sordu.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girer; Allah’a şirk
koşarak ölen de cehennemi boylar” buyurdu.[775]
* Tevhid (bir olan Allah’a inanma)
inancı ve Allah’ın yanısıra başka şahıs ve nesnelere de ilahlık yakıştırarak
yaşanan müşrikliğin sonucu... [776]
416. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, (bir
sefer esnâsında) terkisine aldığı Muâz’a hitâben üç defa:
– “Ey Muâz!” diye seslenmiş, o da her defasında:
– Buyur, ey Allah’ın Resûlü! emrine âmâdeyim, diye cevap
vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “Kim Allah’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in,
Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna içinden gelerek şehâdet ederse, Allah onu
cehenneme haram kılar” buyurmuştur. Muâz:
– Bu müjdeyi müslümanlara haber vereyim de sevinsinler mi,
ey Allah’ın Resûlü? diye izin istemiş; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
de:
– “O zaman onlar buna güvenir (hayırlı işler yapmakta)
tembel davranırlar”
buyurmuştur.
Muâz (İbni Cebel) böylesi bir bilgiyi gizleme günahından
sıyrılmak için onu vefatına yakın bir zamanda haber vermiştir.[777]
* Bu tür müjdelere güvenip ameli salih yapmama endişesinden
dolayı peygamberimiz haber verilmesine müsaade etmemiş imanla ameli salih’in
mutlaka birlikte olması gerektiğini vurgulamıştır. [778]
417. Ebû Hüreyre veya Ebû Said el–Hudrî
radıyallahu anhümâ – burada râvi, hadisin bu iki sahâbîden hangisinden
rivâyet edildiğinde tereddüt etmiştir. Sahâbîlerin hepsi de âdil olduğu için
sahâbînin kimliği hakkındaki tereddüt hadisin sıhhatine zarar vermez– şöyle
dedi:
Tebük Gazvesi’nde şiddetli açlık çektikleri için sahâbîler:
– Ey Allah’ın Resûlü! İzin verseniz de develerimizi kesip
yesek ve iç yağı elde etsek? dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Peki öyle yapın!” buyurdu. Derken Ömer radıyallahu anh geldi ve şöyle
dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Eğer sen develeri kesmelerine izin
verirsen, orduda binek azalır. Fakat (isterseniz), onlara ellerinde bulunan
azıklarını getirmelerini emrediniz ve sonra da ona bereket vermesi için Allah’a
dua ediniz. Umulur ki Allah, bereket ihsan eder.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Peki öyle yapalım!” buyurdu ve deriden bir yaygı getirtip serdirdi.
Sonra da elde mevcut erzakın getirilmesini emretti.
Askerlerden kimi bir avuç darı, kimi bir avuç hurma ve kimi
de ekmek parçacıkları getirdi. Yaygı üzerinde gerçekten pek az bir şey
birikmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bereket vermesi için
Allah’a dua etti ve sonra:
– “Kaplarınızı getirip bundan alınız!” buyurdu. Askerler kaplarını
doldurdular. Öylesine ki doldurulmadık bir tek kap bırakmadılar. Sonra da
doyuncaya kadar yediler yine de bir hayli yiyecek arttı.
Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Allah’dan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın resûlü
olduğuma şehâdet ederim. Allah’ın birliğine ve Muhammed’in peygamberliğine
şeksiz süphesiz inanmış olarak Allah’a kavuşmayan kimse, cennet(e girmek)ten
mutlaka alıkonur.”[779]
* Müslüman en sıkıntılı anlarda bile
Allah tarafından bir çıkış yolu verilebileceği ümidi içinde olması gerekir. [780]
418. Bedir Gazvesi’ne katılmış
sahâbîlerden İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Kendi kabilem olan Sâlim oğullarına imamlık yapıyordum.
Benim (evim)le onlar arasında bir vâdi bulunuyordu. Yağmur yağdığı zaman o
vâdiyi geçip mescidlerine gitmek benim için çok güçleşiyordu. Bu sebeple
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim ve şöyle dedim:
– Ey Allah’ın Resûlü! Gözlerim iyi seçmiyor. Onlarla benim
aramdaki vâdinin deresi yağmur yağdığı zaman taşıyor, benim için onu geçmek çok
güçleşiyor. Binaenaleyh evimi teşrif edip bir yerinde namaz kılsanız, Ben sizin
namaz kıldığınız yeri namazgâh edinmek istiyorum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “(İnşallah) bu isteğini yerine getiririm” buyurdu.
Ertesi sabah, güneş yükseldiği bir vakitte, Ebû Bekr ile
birlikte Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana geldi. İçeri girmek
için izin istedi, verdim. İçeri girdi, daha oturmadan:
– “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu. Namaz kılmasını istediğim
yeri gösterdim, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem orada tekbir alıp
namaza durdu. Biz de arkasında saf bağladık. İki rek’at namaz kıldırdı sonra
selâm verdi, biz de selâm verdik. Namazı bitirince Resûlullah sallallahu
aleyhi ve selem’i, kendisi için hazırlanmış olan hazireyi yemesi için
alıkoyduk. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizde olduğunu
duyan mahalle halkının erkeklerinden bir grup geldi. Evde epeyce insan toplandı.
İçlerinden biri:
– Mâlik (İbni Duhşum) ne yaptı? Onu göremiyorum, dedi. Bir
başkası:
– O, Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, derhal
müdâhale ederek:
– “Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah’ın rızâsını dileyerek
lâ ilâhe illallah diyor” buyurdu.
Bunun üzerine adam:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Ancak biz, Allah’a yemin
olsun ki, kendisini münâfıkları sever ve onlarla düşer–kalkar olarak görüyoruz,
dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “Allah Teâlâ, rızâsını umarak lâ ilâhe illallah diyen
kimseyi cehenneme haram kılmıştır.”[781]
* Gözü görmeyen kimse de imamlık
yapabilir. Cemaatle de nafile namaz kılınabilir. Ev sahibinin izni ile misafir
imamlık yapabilir. Haksız yere tenkid edilen ve ithamda bulunulan bir kimseyi
de savunmak gerekir. Herhangi sebeple olursa olsun Allah’dan asla ümid
kesilmez. [782]
419. Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu
anh şöyle dedi:
“(Bir keresinde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
(ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu
kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir
esir grubunu getirdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
çevresindekilere (o kadını işaretle):
– “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir
misiniz?”diye
sordu.
– Aslâ, atmaz! dedik.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– “İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan
şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.[783]
* Allah’ın Rasulü yaşanan ve bilinen
gerçekleri örnek getirmek suretiyle daha kolay anlaşılmasını temin etmiş
oluyor. Allah kullarına herkesten daha merhametlidir. [784]
420. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah varlıkları yarattığı zaman, kendi katında arşın
üstünde bulunan kitabına, “Rahmetim gerçekten gadabıma gâlibtir” diye
yazmıştır.”
Bir rivâyette[785] “Rahmetim
gadabıma üstün geldi”; bir başka rivayette de[786] “Rahmetim
gadabımı aştı” ifadeleri yer almıştır.[787]
* Zümer: 39/53’de belirtildiği gibi
Rabbimizden ümid kesmemeliyiz, çünkü onun rahmeti herşeyi kuşatmıştır. [788]
421. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Allah, rahmetini yüz parçaya ayırmıştır. Doksan dokuz
parçasını kendi katında alıkoymuş, birini yeryüzüne indirmiştir. İşte varlıklar
bu bir parça rahmet sebebiyle biribirlerine acırlar. Hatta hayvanlar,
yavrusunun üzerine basacağı endişesiyle ayağını çekip kaldırır.”
Bir başka rivâyette[789]
şöyle buyurulmuştur:
“Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bunlardan birini
insanlar, cinler, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir. Onlar bu sebeple birbirlerini
sever ve birbirlerine acırlar. Yabani hayvan yavrusuna bu sebeple şefkat
gösterir. Allah, o doksan dokuz rahmeti kıyamet günü kullarına merhamet etmek
için yanında alıkoymuştur.”[790]
Müslim’in Selmân–ı Fârisî’den naklettiği bir başka hadiste[791], Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Hiç şüphesiz Allah Teâlâ’nın yüz rahmeti vardır. Bu
rahmetten bir tanesi sebebiyle varlıklar birbirlerine merhamet ederler. Doksan
dokuzu ise, kıyamet gününe alıkonmuştur.”
Yine Müslim’deki bir başka rivâyette[792] Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, yüz rahmet
halketmiştir. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak enginliğe
sahiptir. Bunlardan sadece bir rahmeti yeryüzüne indirmiştir. İşte anne
yavrusuna bu sâyede şefkat gösterir. Yabani hayvanlar ve kuşlar bunun sonucu
olarak birbirlerine merhamet ederler. Allah Teâlâ kıyamette bu biri doksan
dokuza katarak rahmetini yüze tamamlayacaktır.”
* Merhameti bol olan Rabbimizin
bağışını kazanmak için hep ümid içinde olmak gerekir. Çünkü o merhametlilerin
en merhametlisidir. [793]
422. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Allah
Tebâreke ve Teâlâ’dan naklederek şöyle buyurmuştur:
Bir kul bir günah işledi de “Allahım, günâhımı bağışla”
dedi mi, Allah Tebâreke ve Teâlâ:
– “Kulum bir günah işledi ve (fakat) günahı bağışlayacak
veya bu yüzden kendisini sorgulayacak bir Rabbi olduğunu bildi” der.
Sonra kul tekrar günâh işledi de “ Rabbim, günâhımı
bağışla” dedi mi, Allah Tebâreke ve Teâlâ:
– “Kulum bir günah işledi ve (fakat) günahı bağışlayacak
veya bu yüzden kendisini sorgulayacak bir Rabbi olduğunu bildi” der.
Sonra kul tekrar günah işledi de “Rabbim, günahımı bağışla”
dedi mi Allah Tebâreke ve Teâlâ:
– “Kulum bir günah işledi ve fakat günahı bağışlayacak veya
bu yüzden kendisini sorgulayacak bir Rabbi olduğunu bildi. Ben kulumu affettim,
artık dilediğini yapsın” buyurur.[794]
423. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, siz hiç
günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip
Allah’dan bağışlanma dileyecek bir millet getirir de onları bağışlardı.”[795]
424. Ebû Eyyûb Halid İbni Zeyd
radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim”
demiştir:
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyen ve
günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı.”[796]
425. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Aramızda Ebû Bekir, Ömer ve bir kaç kişi daha bulunduğu
halde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturuyorduk.
Bir ara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp aramızdan ayrıldı.
Dönmesi gecikince bir şey mi oldu diye endişelendik. Bu endişeyi ilk duyan
bendim. Kalktım ve onu aramaya başladım. Neticede, Medineliler’e ait bir
bahçeye geldim. – Ebû Hüreyre olayı baştan sona anlattı–. En sonunda Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine şöyle buyurduğunu haber verdi:
“Git, bu bostanın dışında, Allah’dan başka ilâh olmadığına
gönülden inanıp şehâdet getiren kime rastlarsan, ona cennetlik olduğu müjdesini
ver!”[797]
426. Abdullah İbni Amr İbni’l–Âs radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,
Allah Teâlâ’nın, İbrahim alehisselâm hakkındaki:
“Rabbim, putlar insanlardan birçoğunun sapmasına sebep
oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir” (İbrâhim: 14/36) âyetini ve Îsâ
aleyhisselâm’ın:
“Eğer kendilerine azâb edersen, şüphesiz onlar senin
kullarındır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin”
meâlindeki sözünü (Mâide: 5/118) okudu, ellerini kaldırdı ve:
“Allahım, ümmetimi koru, ümmetime acı!” diye dua etti ve ağladı.
Bunun üzerine Allah Teâlâ:
“Ey Cebrâil! – Rabbin herşeyi daha iyi bilir ya – git,
Muhammed’e niçin ağladığını sor, buyurdu. Cebrâil geldi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem de ümmeti için duyduğu endişeden dolayı ağladığını söyledi. Zaten
Allah her şeyi en iyi bilendir. (Cebrâil’in dönüp durumu haber vermesi üzerine)
Allah Teâlâ:
“Ey Cebrâil! Muhammed’e git ve ona şu sözümüzü ilet” buyurdu:
“Ümmetin konusunda seni razı edeceğiz ve seni asla
üzmeyeceğiz.”[798]
* İnşaallah Allah’ın razı olduğu
kullarından oluruz ve Allah’ın bize vereceği cennetlerde nimetler içinde
yaşarız. [799]
427. Muâz İbni Cebel radıyallahu anh
şöyle dedi:
Ben, merkeb üzerinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in terkisinde idim. Hz. Peygamber:
– “Ey Muâz! Allah’ın kullar üzerinde, kulların da Allah
üzerinde ne hakkı vardır, bilir misin?” buyurdu. Ben:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedim. Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’ın, kulları üzerindeki hakkı, onların sadece
Allah’a kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O’na ortak tutmamalarıdır. Kulların da
Allah üzerindeki hakkı, kendisine hiçbir şeyi ortak tutmayan(lar)a azâb
etmemesidir”
buyurdu. Ben hemen:
– Ey Allah’ın Resûlü! Bunu insanlara müjdeleyeyim mi?
dedim.
– “Müjdeleme, onlar buna güvenip tembellik ederler” buyurdu.[800]
428. Berâ İbni Âzib radıyallahu
anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah’dan başka
ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet eder. İşte bu
şehâdet, Kur’ân–ı Kerîmdeki “Allah, kendisine iman edenleri hem dünyada hem de
âhirette sağlamlaştırır.” (İbrâhim: 14/27) âyetinin delâlet ettiği mânâdır.”[801]
* Kabir azabı haktır, ahiretteki
cehennem azabından önce dünyada da kabir azabı gerçekleşmektedir. Tevbe: 9/101,
Mü’min: 40/45’de anlatıldığı gibi yine Aişe validemiz bir yahudi kadınından
kabir azabının olduğunu öğrenmiş ve Rasulullah’tan da teyidi almıştır.[802]
Kabir azabından önce de azab edileceği de yine En’am: 6/93 ve Muhammed: 47/27
de belirtilmektedir. [803]
429. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Gerçek şudur ki
kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine dünyalık bir nimet
verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da
yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.”[804]
Bir rivâyete göre de[805]
Resûl–i Ekrem şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği
karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de
âhirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı
iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Âhirete vardığında ise,
kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.”
430. Câbir radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Beş vakit namaz, herhangi birinizin kapısı önünden gürül
gürül akan ve içinde günde beş defa yıkandığı ırmağa benzer.”[806]
* Görülen kirler yıkanmakla
temizlenir, manevi kirler, günahlar ise beş vakit namaz ve diğer ibadetlerle
temizlenir. (130 nolu hadise bkz) Nisa: 4/31’de de büyüklerden sakınılırsa
küçüklerin bu gibi vesilelerle bağışlanacağı anlatılmaktadır. [807]
431. İbni Abbas radıyallahu anhümâ,
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim”
demiştir:
“Hangi müslümanın cenâzesinde Allah’a şirk koşmamış kırk
kişi hazır bulunup namazını kılarsa, Allah, onların ölü hakkındaki şefaatini
mutlaka kabul eder.”[808]
* Cenaze namazına iştirak edecek
Allah’a şirk koşmamış 40 kişi başka bir rivayetle yüz kişinin cenaze hakkındaki
şefaatlerinin kabul edileceği haberi verilmektedir. [809]
432. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle
dedi:
Deriden yapılmış bir çadır içinde kırk kadar kişi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte bulunuyorduk. Hz.
Peygamber bize:
– “Siz cennetliklerin dörtte biri olmaya razı mısınız?” diye sordu. Biz:
– Evet, dedik. Hz. Peygamber:
– “Cennetliklerin üçte biri olmaya razı mısınız?” buyurdu. Biz:
– Evet, dedik.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Muhammed’in canı, kudret elinde bulunan Allah’a yemin
ederim ki ben, sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı umarım; çünkü cennete
müslüman olmayan kimse giremez. Siz, müşriklere nisbetle kara öküzün
derisindeki beyaz benek ya da kırmızı (beyaz) öküzün derisindeki siyah benek
gibisiniz.”
buyurdu.[810]
* Öküz derisindeki benek benzetmesi
Muhammed ümmetinin dünyadaki müşriklere oranıdır. Müşriklerin sayısının
mü’minlerden çok fazla olduğu görülmektedir. Müslüman büyük bir umutla cenneti
ümid etmelidir. [811]
433. Ebû Mûsâ el–Eş‘arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü Allah, her müslümana bir yahudi veya
hıristiyan verir ve Bu senin cehennemden kurtuluş fidyendir buyurur.”[812]
Müslim’in yine Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den bir
başka rivayetinde[813],
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü bazı müslümanlar dağlar kadar günahlarla
gelir, Allah da onları affeder.”
* Ne büyük lütuf... ne büyük merhamet... Günahın çokluğu
müslümanı ümidsizliğe düşürmemelidir. [814]
434. İbni Ömer radıyallahu anhümâ
“Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim”
demiştir:
Mü’min kıyamet günü Rabbinin lutuf ve keremine o kadar
yakın olur ki, Allah onu halktan gizler ve günahlarını itiraf ettirir:
– Şu günahını
biliyor musun, şu günahını biliyor musun? der. Mü’min:
– Biliyorum yâ Rab, der. Cenâb–ı Hak da:
– “Ben bu günah(ların)ı dünyada örtmüş gizlemiştim, bugün
de bağışlıyorum” buyurur.
Bunun üzerine o
kimseye iyiliklerinin kaydedildiği defter verilir.[815]
435. İbni Mes’ûd radıyallahu anh
şöyle dedi:
Bir kadını öpmüş olan bir kişi Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem’e gelerek olayı anlattı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, “Gündüzün
iki yanında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Gerçekten
iyilikler, kötülükleri silip süpürür” (Hûd: 11/114) âyetini indirdi. O
kişi:
– Ey Allahın Resûlü!
Bu hüküm bana mı aittir? dedi. Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Bütün ümmetime aittir” buyurdu.[816]
436. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e
geldi ve:
– Ey Allah’ın
Resûlü! Ben cezayı gerektiren bir iş işledim, cezâmı ver! dedi.
Tam o sırada namaz vaktiydi. Adam, Resûlullah ile birlikte
namazı kıldı. Namazdan sonra:
– Ey Allah’ın Resûlü! Ben cezayı gerektiren bir iş yaptım,
cezamı ver! dedi.
Hz. Peygamber:
– “Sen bizimle birlikte namaz kıldın mı?” buyurdu. Adam:
– Evet, dedi. Hz. Peygamber de:
– “Öyleyse sen affolundun” buyurdu.[817]
* Abdest, namaz gibi günlük ibadetler
işlenen küçük günahlara keffarettir. Belli bir ceza tayin edilmemiş suçlar
yapılacak iyilik ve sevaplarla ortadan kaldırılabilir. Hud: 11/114’de olduğu
gibi belli bir olay vesilesiyle vahyolmuş hükümler aynı türden olayların tamamı
için geçerlidir. Başka bir ifadeyle sebebin özel olması hükmün genel olmasına
engel değildir. [818]
437. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ, kulunun bir şey yedikten sonra
hamdetmesinden, bir şey içtikten sonra hamdetmesinden hoşnut olur.”[819]
438. Ebû Musâ radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Azîz ve celîl olan Allah, gündüz günah işleyenin tövbesini
kabul etmek için gece rahmet kapısını açık tutar; gece günah işleyenin
tövbesini kabul etmek için gündüz rahmet kapısını açık tutar. Bu uygulama güneş
batıdan doğuncaya kadar böylece devam eder.”[820]
* Allah günahları affetmeyi,
tevbeleri kabul etmeyi sever. Tevbe kapısı güneşin batıdan doğmasına yani
kıyamete kadar açıktır. [821]
439. Ebû Necîh Amr İbni Abese es–Sülemî
radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben Câhiliye devrindeyken, halkın sapıklık üzere
bulunduğunu ve doğru bir yolda olmadığını biliyordum. Çünkü onlar putlara
tapıyorlardı. Derken Mekke’de bir kişinin önemli haberler verdiğini duydum.
Bineğime atlayıp derhal o zâta geldim. Bir de baktım, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem gizlenmiş, Mekkeliler onun aleyhinde cür’etkar bir
vaziyette… Onunla görüşmenin yolunu aradım, Mekke’de kendisine ulaştım ve:
– Sen kimsin, necisin? dedim.
– “Ben peygamberim” cevabını verdi.
– Peygamber ne demek? dedim.
– “Beni Allah gönderdi” dedi.
– Ne ile gönderdi seni? dedim.
– “Hısım ve akrabanın gözetilmesi, putların kırılması,
Allah’ın bir bilinmesi, O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması vazifesiyle
gönderdi” buyurdu.
– Sana bu konuda yardımcı olacak yanında kim var? dedim.
– “Hür bir erkek ve bir köle” cevabını verdi. O gün yanında
müminlerden sadece Ebû Bekir ile Bilâl vardı. Ben:
– Sana ben de tâbî olup yardım etmek için yanında kalmak
istiyorum, dedim.
– “Sen bugün, bu dediğini yapamazsın. Benim halimi ve
ortalığın durumunu görmüyor musun? Şimdi sen ailene dön. Ne zaman benim meydana
çıktığımı duyarsan, yanıma gel” buyurdu.
Ben ailemin yanına döndüm. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem Medine’ye hicret etti. Ben hâlâ ailemin yanındaydım. Onun
Medine’ye gelişini bekliyor ve haberlerini almaya gayret ediyordum. Derken
Medinelilerden bir kaç kişi yanıma geldi.
– Medineye gelen o zât ne yaptı? diye sordum.
– Halk ona koşuyor; kavmi onu öldürmek istemiş, başaramamış,
cevabını verdiler.
Bunun üzerine Medine’ye gelip Peygamber’in huzuruna çıktım
ve:
– Ey Allahın Resûlü, beni tanıdınız mı? dedim.
– “Evet, Mekke’de sen benimle görüşmüştün” buyurdu.
– Evet, cevabını verdim. Sonra da:
– Ya Resûlallah! Allah’ın sana öğrettiği ve benim
bilmediğim şeyleri bana öğret; bana namazı öğret! dedim.
– “Sabah namazını kıl. Sonra güneş doğup bir mızrak boyu
yükselinceye kadar namaz kılma. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından
(tepesinden) doğar. Kâfirler de ona o zaman secde ederler. Sonra dikilmiş
mızrağın gölgesi azalıp bitinceye kadar (nâfile olmak üzere) namaz kıl. Çünkü
namaz isbatlı şahitlidir. Sonra namaza ara ver. Çünkü o vakit cehennem
kızdırılır. Sonra gölge döndüğü zaman öğle namazını kıl. Çünkü namaz isbatlı
şahitlidir. Onu İkindiye kadar kılmaya devam et. İkindi namazını kıldıktan
sonra güneş batıncaya kadar namaza ara ver; çünkü güneş şeytanın iki boynuzu
arasından (tepesinden) batar, kâfirler de o zaman güneşe secde ederler” buyurdu. Ben:
– Yâ Nebiyyallah! Bana abdestten de bahset, dedim.
– “İçinizden her kim, abdest suyunu hazırlayıp ağzına
burnuna su verir ve burnunu temizlerse, mutlaka yüzünün, ağzının ve burnunun
günahları dökülür! Sonra Allah’ın emrettiği gibi yüzünü yıkarsa, yüzünün
günahları su ile birlikte sakalının etrafından dökülür. Sonra dirsekleriyle
birlikte ellerini yıkarsa, elinin günahları su ile beraber parmak uçlarından
akar gider. Sonra başını meshederse, başının günahları su ile birlikte
saçlarının ucundan dökülür. Sonra topuklarıyla beraber ayaklarını yıkarsa,
ayaklarının günahları su ile beraber ayak parmaklarının ucundan akar. Eğer
(böylece abdest alan) bu adam, kalkıp namaz kılar, Allah’a hamd ve senâ eder,
O’nu layık olduğu vasıflarla yüceltir ve gönlünü tam anlamıyla Allah’a
bağlarsa, mutlaka anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınmış olur” buyurdu.
Amr İbni Abese bu hadisi, sahâbî Ebû Ümâme’ye haber vermiş.
Ebû Ümâme:
– Ey Amr, bir işten dolayı şu kişiye verilen büyük mükâfat
konusundaki sözlerini iyi düşün, ikâzında bulunmuştur. Bunun üzerine Amr:
– Ey Ebû Ümâme! Yaşım ilerledi, kemiklerim zayıfladı,
ecelim yaklaştı. Ne Allah’a ne de Resûlullah’a yalan söyleme ihtiyacındayım.
Ben bu hadisi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir, iki, üç
hatta yedi kere işitmemiş olsaydım aslâ rivâyet etmezdim. Bu hadisi ben,
Resûlullah’dan bundan da fazla duymuş bulunmaktayım” demiştir.[822]
440. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ, bir ümmete rahmetle muamele etmek isterse, o
ümmetin peygamberini onlardan önce öldürür. Onu, kendileri için âhirette öncü
ve kılavuz yapar. Allah Teâlâ, bir ümmeti de helâk etmek isteyince, daha
peygamberleri sağ iken o millete azâbeder, onun gözü önünde onları mahveder.
Peygamberi yalanlayıp emrine karşı gelmeleri yüzünden onları helâk etmek
suretiyle peygamberini de memnun ve teselli eder.”[823]
* Son peygamber ümmeti için ahirette
de öncü ve rehberdir. Peygamberimizin ümmetinden önce ahirete intikal etmesi
Allah’ın bu topluma rahmetle muamele etmek istediğini bildirir. Bu da
müslümanlar için başka bir ümid kaynağıdır. Çünkü peygamberlerinin gözü önünde
helak edilen ümmetlerin bağışlanması düşünülemez. [824]
“Allah salih kuldan bahsederek: “Ben işimi ve durumumu
Allah’a bırakıyorum. Muhakkak ki Allah kullarının her halini görür.” İman eden
o adamı Allah kavminin kurduğu tüm tuzaklardan korudu...” (Mü’min: 40/44-45)
441. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
Azîz ve celîl olan Allah, “Ben, kulumun beni düşündüğü
gibiyim; beni andığı (her) yerde, onunlayım (rahmet ve yardımım onunla
beraberdir)” buyurmuştur.
Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, kulunun tövbe etmesinden
dolayı duyduğu hoşnutluk, herhangi birinizin ıssız çölde kaybettiği devesini
bulduğu zamanki sevincinden daha büyüktür. ” (Nitekim Allah şöyle buyurmuştur):
“Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, bir
arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak
giderim.”[825]
Bu, Müslim’in rivâyetlerinden birinin metnidir[826] ve
önceki konuda açıklaması geçmiştir[827] Sahihayn’da[828], “kulum
beni andığı zaman” şeklinde rivâyet edilmişken burada “beni andığı yerde”
diye geçmektedir. Her ikisi de doğrudur, sahihtir.
442. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Vefâtından üç gün önce Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken dinledim:
“Her biriniz (başka şekilde değil) ancak Allah’a hüsnüzan ederek
ölsün.”[829]
443. Enes radıyallahu anh, ben
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Allah Teâlâ:
Ey âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun
sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun onların büyüklüğüne
bakmadan seni bağışlarım.
Ey âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen
benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim.
Ey âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla
huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak tutmamış, şirke bulaşmamış olsan,
ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım” buyurmuştur.[830]
* Müslüman kulun Allah hakkında
beslediği kanaat böylesine olmalı ve Allah’ın kendisine merhametle muamele
edeceğini bilmelidir ve o şuurda hareket etmelidir. Bu demek değildir ki kul
boşu boşuna avunup aldanmamalı, gücü yettiği kadar ibadet ve kulluğuna devam
edip Allah’ın rahmetini ümid ederek tam anlamıyla Allah’a hüsnü zan etmelidir.
Şirke bulaşmadan yaşamak her türlü mutluluğun başıdır. [831]
“Allah’ın önceden kestirilemeyen kurduğu ince tertip ve
düzeninden kim kendini güvenlik içinde görebilir? Fakat büyük zararı göze
alanlardan başka hiçbir kimse bu tür tertip ve düzenden kendini güvenlik içinde
göremez.” (Araf:
7/99)
“Ancak Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden toplumlar
O’nun rahmetinden ümidlerini keserler.” (Yusuf: 12/87)
“Bazı yüzlerin mutluluktan parladığı bazı yüzlerin de
ızdırap ile karardığı o hesap günü...” (Al-i İmran: 3/106)
“... Doğrusu Rabbin, cezayı çabucak verendir, aynı zamanda
da çok acıyan ve bağışlayandır.” (Araf: 7/167)
“Gerçekten hayırlı ve iyi olanlar imanlarında sadık ve
samimi olup doğru dürüst işler işleyenler nimet cennetlerindedirler. Kafirler
ve günahlara dadananlar ise yakıcı bir ateş içindedirler.” (İnfitar: 82/13-14)
“Artık o zaman iyiliklerinin tartısı ağır basan kendisini
mutlu bir hayatın içinde bulacak, kimin de iyiliklerinin tartısı hafif gelirse
onun ana kucağı gibi sığınacağı yeri ana yurdu cehennem uçurumu olacaktır.” (Karia: 101/6-9)
444. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Eğer mü’min, Allah’ın azabının nitelik ve niceliğini
bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve
niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, O’nun cennetinden asla ümidini kesmezdi.”[832]
* Yani mü’min korku ile ümid
arasında yaşamalıdır. Allah’ın rahmeti yanı sıra gazabı da vardır. [833]
445. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Ölü tabuta konulup da insanlar (veya erkekler) onu
omuzladığı zaman, eğer iyi bir kişi ise “Beni çabuk götürünüz, beni çabuk
götürünüz!” diye seslenir. Eğer iyi olmayan biri ise, “Eyvah!. Bu tabutu nereye
götürüyorsunuz?” der. O cenâzenin sesini insandan başka her şey duyar. Eğer
insan bu sesi duysaydı, bayılırdı.”[834]
* Gelecek hakkında önceden uyarılmış
olmak müslümanlar için büyük bir şanstır. [835]
446. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cennet size ayakkabılarınızın bağından daha yakındır.
Cehennem de öyledir.”[836]
* Kişi imanı tercih edip müslüman
olmak suretiyle cenneti elde edebileceği gibi, kişi yıllarca müslüman olarak
yaşayıp söyleyeceği bir söz veya yapacağı bir hareketle şirke küfre
düşebileceğinden sürekli olarak söylediklerine ve yaptıklarına dikkat etmek
zorundadır. Çünkü yapacağı iyi bir hareket, davranış ve sözle Allah’ın
sevgisini ve rızasını kazanıp o halde vefat ederek cennete ulaşan nice kimseler
olduğu gibi bir söz bir davranışla cehennemi boylayan nicelerini de tarih bize
göstermektedir. [837]
Bu bölümdeki iki ayet ve on hadis-i şeriften; mü’minlerin
Kur’an okunurken ağlayarak secdeye kapandıklarını, kişinin günahlarından dolayı
gözyaşı dökerek ağlaması gerektiğini, Rasulullah (s.a.v.)’in ashabından Kur’an
okumasını isteyip dinleyince ağladığını, gerçekten; Peygamber
(s.a.v.)’in bildiğini bilsek az güler çok ağlardık gerçeğini, Allah korkusuyla
gözyaşı dökenin süt memeye girmedikçe cehenneme girmeyeceğini, cihad tozu ile
cehennem dumanının bir araya gelmeyeceğini, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet
gününde Allah’ın arşının gölgesinde barınacaklardan birinin de tenhada Allah’ı
anıp gözyaşı döken kimse olduğunu, Rasulullah namaz kılarken kaynayan su sesi
gibi ağladığını, isminin Allah tarafından anıldığını duyan Übey ibni Ka’b’ın
duygulanarak ağladığını, Ümmü Eymen’in vahyin kesildiğine ağladığını, Ebu Bekir
(r.a.)’ın Kur’an okurken kendini tutamayıp ağladığını, oruçlu olan Abdurrahman
ibni Avf’a yemek getirilince yemek çeşidine bakıp eski kıtlık dönemlerini ve
şehidlerin durumunu hatırlayıp iyiliklerimizin karşılığı dünyada peşin olmasın
diye iftar yemeğini yemediğini öğreneceğiz. [838]
“İşte böyle deyip ağlayarak yüzüstü yere kapanırlar da
Kur’anı dinleyişleri onların gönül alçaklığını ve itaatlerini artırır.” (İsra: 17/109)
“Siz bu Kur’anı ve haberlerini mi tuhaf buluyorsunuz,
ağlayacağınız yere gülüyorsunuz.” (Necm: 53/59-60)
447. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Bana Kur’an oku!” buyurdu. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü, Kur’an sana indirilmişken ben mi sana
Kur’an okuyayım? dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Kur’an’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım” buyurdu.
Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ sûresini okumaya
başladım.” “Her ümmetten bir şâhit getirip seni de bütün bunlara şâhit
tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?” anlamındaki âyete (Nisâ: 4/41)
geldiğimde:
– “Şimdilik yeter!” buyurdu. Bir de baktım Resûlullah, iki gözü iki çeşme
ağlıyordu.[839]
* Kur’an okuyan herkes okuduğu bölümü
anlamalı ve her namazda ve diğer zamanlarda okuduğu kısmı anlamalıdır ki
Kur’an’ın niçin indiği ve gayesinin ne olduğu ortaya çıkarmış olsun. (Bunun
için bkz. Alak: 96/1-5 ve ileride gelecek olan 1001 numaralı hadisten sonraki
makale) [840]
448. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir
benzerini daha önce asla duymadığım pek etkili bir hitâbede bulundu ve şöyle
buyurdu:
“Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az
güler, çok ağlardınız.”
Enes, bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar, demiştir.[841]
449. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye
dönmedikce cehenneme girmez. Cihad tozu ile cehennem dumanı asla bir araya
gelmez.”[842]
* Bir işin asla mümkün olmayacağını
belirtmek için böyle örnekler verilir. Araf: 7/40’da olduğu gibi cimrilikle
imanın bir arada bulunmayacağı gibi Haşr: 59/9’da olduğu gibi Allah korkusundan
dolayı ağlamak da değerli bir ameldir. [843]
450. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah
Teâlâ, yedi sınıf insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip
büyüyen genç,
Kalbi mescidlere sevgi ile bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip birliktelikleri ve
ayrılıkları Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının gayr–i meşru davetine
“Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli
sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”[844]
451. Abdullah İbni Şıhhîr radıyallahu
anh şöyle demiştir:
Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı göğsünden kaynayan kazan
sesi gibi sesler geliyordu.[845]
* Namazda bile okuduğu Kur’an’ın
içerisindeki cennet ve cehennem manzaralarına karşı ağlayan son peygamber, son
örnek şahsiyet... [846]
452. Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Übey İbni
Kâ’b radıyallahu anh’e hitaben şöyle buyurmuştur:
– “Allah Teâlâ, lem yekünillezine keferû suresini sana
okumamı bana emretti.”
Übey İbni Kâ’b:
– Allah benim ismimi andı mı? dedi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem;
– “Evet,” buyurdu.
Übey İbni Kâ’b
duygulanarak ağladı.[847]
Müslim’in bir başka rivâyetinde[848]
“Übey ağlamaya başladı” ifadesi yer almaktadır.
453. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefâtından
sonra Ebû Bekir, Ömer’e:
Kalk, Ümmü Eymen radıyallahu anhâ’ya gidelim,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi biz de onu
ziyâret edelim, dedi.
Yanına vardıklarında Ümmü Eymen ağladı. Onlar:
– Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki nimetin Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem için çok daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun? dediler.
Ümmü Eymen:
– Ben onun için ağlamıyorum. Ben Allah katındaki nimetlerin
Peygamber aleyhisselâm için elbette daha hayırlı olduğunu biliyorum.
Ben, vahyin kesilmiş olmasından dolayı ağlıyorum, dedi; Ebû Bekir ve Ömer’i de
duygulandırdı. Ümmü Eymen ile birlikte onlar da ağlamaya başladılar.[849]
* Fazilet sahibi kişileri ziyaret etmek islami edeb
gereğidir. Dostluk, dostların dostlarını arayıp sormayı gerektirir. Hadis-i
şerif Ebubekir ve Ömer’in tevazu ve faziletlerini Ümmü Eymen’in de takdire
şayan olgunluğunu göstermektedir. [850]
454. Abdullah İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hastalığı
ağırlaşınca kendisine, namaz(ı kimin kıldırmasını istediği) soruldu:
– “Ebû Bekir’e söyleyin, namazı kıldırsın!” buyurdu.
Bunun üzerine Âişe radıyallahu anhâ:
– Ebû Bekir yufka yüreklidir. Kur’an okurken kendisini
tutamaz, ağlar. (Başkasına emretseniz). dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Söyleyin Ebû Bekir’e, namazı kıldırsın!” buyurdu.[851]
455. İbrahim İbni Abdurrahman İbni
Avf’dan rivayet edildiğine göre, oruçlu olduğu bir gün Abdurrahman İbni Avf radıyallahu
anh’ın önüne (mükellef bir iftar) sofrası getirdiler. O (sofraya şöyle bir
baktı ve sonra) şunları söyledi:
Mus’ab İbni Umeyr Uhud Savaşı’nda şehit edildi. O benden
daha iyi idi. Ama kefen olarak bir kaftandan başka bir şeyi yoktu. Onunla da
başı örtülse ayakları, ayakları örtülse başı açıkta kalıyordu. Sonra dünyalık
olarak her şey önümüze kondu –ya da dünyalık olarak her şey bize verildi–
(Şimdi bunca nimetler önüme getiriliyor). İyiliklerimizin karşılığı dünyada
peşin verilmiş olmasın! Bundan endişelenmekteyiz, deyip ağlamaya başladı. Hatta
iftar yemeğini de yemedi, terketti.[852]
* Eldeki nimetlerin şükrünü yerine
getirip geçmişi unutmamak gerekir. Kazanılan nimetlerin birer peşin ödül olup
olmadıklarını merak edip ona göre davranışları ayarlamak gerekir. (Bkz. Ahkaf:
46/20) [853]
456. Ebû Ümâme Suday İbni Aclân
el–Bâhilî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah katında hiçbir şey, iki damla ve iki izden daha
sevimli değildir: Allah korkusuyla akıtılan gözyaşı damlası ve Allah yolunda
dökülen kan damlası. İki iz ise, Allah yolunda çarpışırken alınan yara izi ve
Allah’ın emrettiği farzlardan birini yerine getirmekten kalan kulluk izidir.”[854]
Bu bölümdeki 7 ayet ve 34 hadis-i şeriften; dünya hayatının
geçici fani ve çok kısa oyun, eğlence, süs, aldatıcı bir geçimlilikten ibaret
olduğunu, dünyanın değişik görüntü, eşya ve her şeyiyle insanlara yaldızlı ve
yakışıklı gösterildiğini, esas varılacak güzel yerin ahirette cennet olacağını,
dünya hayatı ve şeytanın aldatmacasına aldanılmaması gerektiğini, çokluk
kuruntusunun insanları oyalayıp ahiret hazırlığını unutturduğunu, Rasulullah’ın
biz ümmeti için fakirlikten korkmadığını, fakat dünyalık nimetler içerisinde
boğulup kaybolup gideceğimizden korktuğunu, dünyanın tatlı ve manzarasının hoş
olduğunu, Allah’ın bizi bu dünyaya imtihan için gönderdiğini, dünyanın ve
kadınların saptırmalarından korunmamız gerektiğini, gerçek hayatın ahiret
hayatı olduğunu, ölen kimseyi malı, çoluk çocuğu ve amelinin takip ettiğini,
mal ve çoluk çocuğunun geri dönüp ölünün ameliyle başbaşa kaldığını, ahiretteki
azap karşısında kişinin dünyada rahat ve huzur görmediğini söylemesini, dünyada
sıkıntı çekenin de ahirette cenneti görünce hiçbir sıkıntı çekmediğini beyan
edeceğini, ahiretteki imkan ve nimetlerin dünyadakine göre durumunun parmağın
denize daldırılmasındaki bulaşan su kadar olduğunu, Allah katında dünyanın bir
oğlak ölüsü kadar bile değerli
olmadığını, Rasulullah’ın Uhud dağı kadar altını olsa hemen dağıtacağını,
dünyada varlığı çok olanların ahirette
sevabı az olanlar olduğunu, infak ve tasadduk edenlerin bunun dışında olduğunu,
Allah’a ortak koşmaksızın ölenin zina da etse hırsızlık ta etse, mutlaka
cennete gireceğini, yaşantı konusunda; şartları kendimizden daha düşük olanlara
bakmamız gerektiğini, üstün olanlara bakılırsa hemen ardından bir de düşük
seviyede olanlara bakılması gerektiğini, altın, gümüş ve kumaşa kul olanların
helak olduklarını, Ehli Suffe denilen sahabenin giyim kuşamlarının neden ibaret
olduğunu, dünyanın mü’minin zindanı kafirin cenneti olduğunu, dünyada yolcu ve
garib gibi olunması gerektiğini, dünyalıklardan yüz çevirince bizi Allah’ın
seveceğini, insanların elinde olandan yüz çevirince de bizi insanların
seveceğini, Rasulullah’ın günler boyu yiyecek bulamayıp açlıktan kıvrandığını,
peygamberimizin hanımlarının kıt kanaat geçindiklerini, Rasulullah (s.a.v.)’in
bıraktığı miras mallarını, ashabın kefen bile bulamadan kabirlere
konulduklarını, Allah’ın yanında dünyanın sivrisinek kanadı kadar değeri
olsaydı kafirlere bir yudum su bile içirmeyeceğini, dünyanın değersiz ve
kıymetsiz olduğunu, Allah’ı anma ve dini öğrenme işlerinin bundan müstesna
olduğunu, fazla gayrimenkul edinerek dünyaya bağlanmamak gerektiğini, ecelin
bir binayı tamir etmekten bile daha yakın olacağını, ahir zaman ümmetinin
imtihanının mal olduğunu, Adem oğlunun oturacağı ev, giyeceği elbise ve ekmekle
su kabından başka bir hakkı olmadığını, Adem oğlunun yiyip tükettiği, giyip
eskittiği ve sadaka olarak verdiğinden başka malının olmadığını, Allah Rasulünü
seven kimseye fakirliğin selden daha çabuk ulaşabileceğini, bir koyun sürüsüne
salınmış iki aç kurdun sürüye verdiği zararın mal ve mevkiye düşkün bir adamın
dinine verdiği zarardan daha büyük olmadığını, müslümanın dünyadaki durumunun
ağaç altında istirahat edip yoluna devam eden kimsenin durumu gibi olduğunu,
fakirlerin cennete zenginlerden beş yüz sene önce gireceklerini, cennetin
çoğunluğunun fakirlerden olduğunu, cehennemin çoğunluğunun ise kadınlardan
oluştuğunu, Allah’tan başka her şeyin yok olacağını, dünya ve içindekilerinin
yok olacağını öğreneceğiz[855]
“Dünya hayatının örneği tıpkı şuna benzer: Gökten
indirdiğimiz su sebebiyle insan ve hayvanların yediği yeryüzündeki bitkiler
onunla birbirine karışır ta ki yeryüzü bütün güzelliklerini takınıp süslendiği,
yeryüzü ehli de kendilerini onun ürününü biçip toplamaya güç yetireceklerini
zannettikleri bir sırada geceleyin ve gündüzün o yere emrimiz gelir de sanki
bir gün önce o hiç bitkisiyle süslenip zengin olmamış gibi onu kökünden
biçilmiş yapıverdik, süs ve zenginliğini yok ettik. İşte biz düşünen bir toplum
için ayetleri böyle geniş geniş açıklıyoruz.” (Yunus: 10/24)
“Onlara örnek olarak anlat: Dünya hayatı gökten
yağdırdığımız yağmura benzer ki onunla yeryüzünün bitkileri büyüyüp birbirine
karışır derken çok geçmeden bu canlılık ve çeşitlilik rüzgarın savurup
götürdüğü çer çöpe döner. Allah’ın gücü her şeye yeter. Mal mülk ve çocuklar
dünya hayatının süsleridir. Edebi ve sürekli olan dürüst ve erdemli davranışlar
ise karşılığı bakımından Rabbinin katında daha değerli ve bir ümid kaynağı
olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf: 18/45-46)
“Bilin ki ey insanlar bu dünya hayatı ve yaşantısı sadece
bir oyundan, geçici bir eğlence ve bir süs ve aranızda bir övünme ve böbürlenme
aracıdır. Mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu dünyanın durumu hayat
getiren yağmurun hikayesine benzer. Yağmurun yeşerttiği bitki toprağı ekenlere
sevinç verir ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün. Sonra kül ufak
olmuş dağılıp gitmiştir. Ve ahirette ise Allah’tan gelen gerçekleri örtbas
edenler için çetin bir azap, itaat edenler için ise bağışlanma ve hoşnutluk
vardır. Ve dünya hayatı aldatıcı bir geçimlik ve yararlanmadan ibarettir.” (Hadid: 57/20)
“Kadınlara, çocuklara altın ve gümüş cinsinden birikmiş
hazinelere soylu atlara, sığırlara ve arazilere yönelik dünyevi zevkler
insanoğlu için çekici kılınmıştır. Bütün bu zevkler bu dünya hayatının geçici
şeyleridir. Ama hedeflerin en güzeli Allah katında olandır.” (Al-i İmran: 3/14)
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah’ın her konudaki verdiği
söz gerçektir ve mutlaka gerçekleşecektir. O halde dünya hayatı nimet ve
süsleriyle sizi ahiret hayatından alıkoyup aldatmasın. Çok aldatıcı olan şeytan
da sakın sizi aldatıp Allah’ın lütuf ve bağışlamasına ümidlendirmesin.” (Fatır: 35/5)
“Aç gözlülük saplantısı içinde mal mülk çokluğuyla övünmek
oyaladı sizleri. Öyle ki mezarlarınıza girinceye kadar bu oyalanmaya devam
ettiniz veya çokluk için mezarları bile soymaya kalktınız. Ama zamanı
geldiğinde bunların boş olduğunu anlıyacaksınız. İş öyle değil ama zamanı
geldiğinde ahirette azapla karşılaşınca daha iyi bilip anlıyacaksınız. Hayır
Hayır kesin bir bilgiyle yaptıklarınızın ne kazandırdığını bir bilseydiniz.” (Tekasür: 102/1-5)
“Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir.
Ahiret yurdu ise, işte asıl hayat odur. Keşke bu gerçeği tüm insanlar
bilselerdi.”
(Ankebut: 29/64)
457. “Allah korkusundan ağlamak”
konusuyla ilgili pek çok hadis bulunmaktadır. Meselâ, bid’atlardan sakındırma
konusunda geçen İrbâz İbni Sâriye radıyallahu anh’ın, “ Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bize kalpleri ürperten, gözleri yaşartan bir va’z ve
nasihatta bulundu” anlamındaki rivayeti bunlardandır.
458. Amr İbni Avf el–Ensârî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
Ebû Ubeyde İbnü’l–Cerrâh radıyallahu anh’i cizye tahsili için Bahreyn’e gönderdi.
Ebû Ubeyde, cizye olarak topladığı mal ile Bahreyn’den geldi. Ensar, Ebû
Ubeyde’nin geldiğini duyup, sabah namazını Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem ile kılmak üzere geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
namazı kılıp gitmeye kalkınca, Ensar önüne durdular. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve:
– “Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den malla geldiğini duyduğunuzu
zannediyorum?”
dedi. Ensar:
– Evet, yâ Resûlallah! diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Peygamber Efendimiz:
– “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümid ediniz.
Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden
öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların
dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk
ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum” buyurdular.[856]
* İnsan zengin bile olsa zühd ve
tevazu içinde yaşamalı dünya malına kapılıp kalmamalıdır. Zenginliğin
sorumluluğu fakirlikten ağırdır. [857]
459. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem minbere
oturmuş biz de onun etrafına oturmuştuk. Resûlullah şöyle buyurdu:
“Benden sonra size dünya nimetlerinin ve zînetlerinin açılmasından
ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.”[858]
* 20. Asrın insanını tek aldatan
dünya nimetleri ve dünya saltanatıdır. Dolayısıyla bu dünya ve içindekiler
İnsanlığı devamlı aldatıp ahiret amellerinden geri bırakmaktadır. [859]
460. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Dünya tatlıdır ve manzarası hoştur. Şüphesiz ki Allah
dünyanın idaresini size verecek ve nasıl davranacağınıza, ne gibi işler
yapacağınıza bakacaktır. O halde dünyadan sakının ve kadınlardan korunun.”[860]
* Kadınlar da tıpkı dünya gibi çekici
ve saptırıcıdır. Pek çok kavgaların, kan dökmelerin bela ve musibetlere
uğramanın sebeplerinden biri de kadındır dolayısıyla kadın erkek ilişkilerini
islama göre ayarlamalıdır ki rahat ve huzura kavuşulsun. [861]
461.
Enes radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Allah’ım! Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.”[862]
* Dünya hayatı geçici olup imtihan
için burada bulunmaktayız. Gerçek ve ebedi olan hayat ise ahiret hayatı olup bu
dünyada ahireti kazanmaya çalışmalıyız. [863]
462. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi,
malı ve yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte
kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte
kalır.”[864]
* Öyleyse bizimle birlikte olacak
amellere ağırlık verip bizi cennete götürecek, cehennemden uzaklaştıracak
hayırlı işlerimizle ahiretteki cenneti elde etme yolunda olmalıyız yani arzu ve
emellerimizi değil amellerimizi arttırmalıyız.
[865]
463. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan
bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra:
– Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir
nimete nâil oldun mu? denilir. O kişi:
– Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim, der.
Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir cennete bir
kere daldırılır. Ona da:
– Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün
mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de:
– Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı
görmedim, zorluk ve darlık çekmedim, der.”[866]
* Cehennemde rahat ve mutluluk
olmayacağı gibi cennette de yokluk ve yoksulluk, yorgunluk ve sıkıntı olmayacaktır.
Cehennem azabı o kadar korkunç ve dehşetlidir ki kişi girer girmez tüm gördüğü
iyilik ve rahatlıkları unutuverecektir. Cennette o kadar tatlı ve zevkli bir
yerdir ki oraya giren dünyadaki tüm sıkıntılarını unutuverecektir. [867]
464. Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize
daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne
baksın.”[868]
* Ebedi olan ahiret hayatının dünya
ile kıyası (büyüklük ve nimet bakımından) kabul edilmeyecek kadar farklıdır. [869]
465. Câbir radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün
pazar yerine uğradı. Etrafında ashâbı da vardı. Resûlullah, küçük kulaklı bir
oğlak ölüsüne rastladı. Onun kulağından tutarak:
– “Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister?” buyurdu. Ashâb:
– Daha az para ile de olsa biz almayız, onu ne yapalım ki,
dediler!. Sonra Resûl–i Ekrem:
– “Size bedava verilse ister misiniz?” diye sordu. Onlar:
– Allah’a yemin ederiz ki, o diri bile olsa, kulaksız
olduğu için kusurludur. Ölüsünü ne yapalım? diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Resûlullah:
– “Allah’a yemin ederim ki, Allah’a göre dünya, önünüzdeki
şu ölü oğlaktan daha değersizdir” buyurdu.[870]
466. Ebû Zer radıyallahu anh şöyle
demiştir:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte
Medine’nin Harra mevkiinde yürüyordum. Derken Uhud dağı karşımıza çıkıverdi.
Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
– “Ey Ebû Zer!” dedi. Ben:
– Buyur yâ Resûlallah! Emrine âmâdeyim, dedim. Resûlullah:
“Yanımda şu Uhud dağı kadar altın olsa, bu beni
sevindirmez. Bir borcu ödemek için ayırdığımdan başka da yanımda bir dinar
bulunarak üç gün geçmesini istemem. –Resulullah, önüne, sağına, soluna ve
arkasına elleriyle verme işareti yaparak–yanımda bulunanı Allah’ın kullarına
şöyle şöyle dağıtmak isterim” buyurdu. Sonra yoluna devam etti ve:
“Dünyada varlığı çok olanlar âhirette sevapları az
olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle verenler
müstesnadır. Fakat onlar da ne kadar azdır” buyurdu. Sonra da bana:
“Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma” diye tenbih
ederek gecenin karanlığında yürüyüp gözden kayboldu. Yüksek bir ses işittim bir
kimsenin Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e saldırmasından korktum. Onun
yanına varmak istedim, fakat “Ben yanına gelinceye kadar yerinden ayrılma”
buyruğunu hatırlayarak yerimden ayrılmadım. Resûl–i Ekrem yanıma gelince:
– Bir ses işittim ve ondan korktum, diye duyduğum sesten bahsettim.
Hz. Peygamber:
– “Sen o sesi duydun mu?” diye sordu. Ben:
– Evet, diye cevap verdim. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
– “O gelen Cebrâil idi; bana ümmetinden Allah’a ortak
koşmayarak ölen kimse Cennet’e girer, dedi.” Ben:
– Zina edip hırsızlık yapsa da mı? dedim. Resûl–i Ekrem:
– “Zina da etse, hırsızlık da yapsa neticede cennete girer”
buyurdular.[871]
* Allah’a şirk dışında tüm günahlar
ya bağışlanır ya da cezası çekilerek cennete girilir. [872]
467. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Eğer Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için
sakladığım dışında, ondan yanımda bir miktar bulunduğu halde üzerimden üç gece
bile geçmemesi beni sevindirir.”[873]
* Müslüman kul borcuna karşı duyarlı
olmalı ve çok dikkat etmelidir. Borçlanmamalı, eğer borçlandıysa onu da gününde
ödemelidir. [874]
468. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız;
sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor
görmemenize daha uygun bir davranıştır.”[875]
Buhârî’nin rivayeti şöyledir:
“Sizden biriniz mal ve yaratılış itibariyle kendisinden
üstün olan kimseye bakarsa, ardından kendinden daha düşük derecede olana
baksın.”[876]
* Müslüman ekonomik açıdan daima
kendinden aşağıda olanlara bakmalı, ibadet ve kullukta ise kendisinden önde
olanlara bakıp onlara ulaşmaya çalışmalıdır. [877]
469. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Altın, gümüş, kumaş ve abaya kul olanlar helâk oldular.
Eğer onlara istedikleri verilirse hoşnut olur, verilmezse hoşnut olmazlar.”[878]
* Altın, gümüş, kumaş vs. şeylere
aşırı düşkün olup onlara taparcasına bağlanmak lüks ve kapitalistçe bağımlılık
insanı helak eder, ahiretini perişan eder. [879]
470. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle
dedi:
Suffe ehlinden yetmiş kişiyi gördüm. Onlardan bir tek
kişinin bile üzerinde bütün vücudunu örtecek bir elbise yoktu. Ya belden aşağı
giyilen bir izâr ya da belden yukarı giyilen bir kisâ vardı. Elbiselerini
boyunlarına bağlarlardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı
da topuklarına erişirdi de, avret yerinin görülmemesi için elbisesini eliyle
toplardı.[880]
471. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin de cennetidir.”[881]
* Mü’min başına gelen sıkıntı ve
üzüntülerden dolayı daima bu hadisi hatırlayıp ahireti kazanmaya çalışmalıdır.
Kafirlere özenerek dünyanın geçici eğlence ve zevklerine dalmak insanın ebedi
hayatını perişan eder. [882]
472. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim iki
omuzumu tuttu ve:
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle derdi:
Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da
akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da
ölümün için tedbir al.[883]
* Yolcu ve garip demek
çoluk çocuğundan ve memleketinden uzak
kimse demektir. Dolayısıyla müslüman dünyaya ve insanlara aşırı meyledip
bağlanmaması gerektiğini, tükenmez arzularının esiri olmaması ve Allah’a kulluk
ve taatte her anını sıhhat, sağlık ve hayatını değerlendirmeyi iyi bilmelidir
denmektedir. Allah Rasulünün tavsiyesi ardından hadisi rivayet eden Hz. Ömer’in
oğlu Abdullah’ın ne zaman öleceğin belli olmaz. Sabahın işini akşama, akşamın
işini sabaha bırakma diyerek boş hayallere kapılmadan ahiretin tedbirini
vaktiyle almanın gerekliliğini vurgulamaktadır. [884]
473. Ebü’l–Abbâs Sehl İbni Sa’d
es–Sâidî radıyallahu anh’in söylediğine göre, Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve:
–Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem Allah’ın hem de
insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin;
halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu.[885]
* Gerçek akıl sahibi düşünen kimse
biraz düşünürse çok iyi anlar ki insanların ve Allah’ın sevgisi bu iki yoldan
geçermiş. Fazla izaha gerek yok. [886]
474. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh, insanların
dünyalıklardan elde ettiklerinden bahsetti ve:
Ben, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in gün boyu açlıktan kıvranıp, karnını doyuracak âdi hurma
bile bulamadığını gördüm, dedi.[887]
475. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefât
etmişti. O sırada benim evimin rafında, bir parça arpadan başka bir canlının
yiyeceği hiçbir şey yoktu. Ben ondan uzun süre yedim. Sonra ölçtüm de
tükeniverdi.[888]
* Bitiverecek endişesiyle evdeki
yiyecek ve gıda maddelerini ölçüp hesaplamak tevekküle engel olabileceğinden
bereketi giderir ve çabucak tükeniverir. [889]
476. Mü’minlerin annesi Cüveyriye binti
Hâris’in erkek kardeşi Amr İbni Hâris radıyallahu anhumâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde,
geride, bindiği beyaz katırı, silahı, yolcular için vakfettiği arazi dışında,
ne altın, ne gümüş, ne köle, ne câriye ve ne de başka bir şey bıraktı.[890]
* Vefatı anında arkada bıraktıkları peygamberimizin
hayatının nasıl geçtiğinin göstergesidir. İşte bu miras olarak bırakılan şeyler
hayatın devamı için zaruri olan şeylerdir. [891]
477. Habbâb İbni Eret radıyallahu
anh şöyle dedi:
Biz, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmayı arzu ederek,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Medine’ye hicret
ettik. Allah’ın ecrimizi vereceği kesinleşti. Bizden bazıları ecrinden hiçbir
şey yemeden vefat etti. Onlardan biri de Mus’ab İbni Umeyr radıyallahu anh’dir.
O, Uhud günü şehit edilmişti. Arkada, yünden yapılmış çizgili bir kaftan
bıraktı. O kaftanla başını örttüğümüzde ayakları açılıyor, ayaklarını
örttüğümüzde de başı açıkta kalıyordu. Neticede Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem başını örtmemizi, ayaklarına da bir miktar Mekke ayrığı koymamızı
emretti. Bizden bazılarının da hicretinin meyvesi olgunlaşmış ve onu
devşirmiştir.[892]
* Tüm sahabi yaptığımız iyiliklerin bize
dünyada peşin verilmesinden korkuyoruz diyerek endişelerini dile getirmişler ve
o şekilde yaşamışlardır. (Bkz. Ahkaf: 46/20) [893]
478. Sehl İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir
değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”[894]
* Dünya ve dünyalıkların Allah katında ne
derece kıymetsiz olduğu bildirilen bu hadis bizim de aynı şekilde olmamızı
istemektedir. (Bkz. Zuhruf: 43/33, Hıcr: 15/88, Taha: 20/131) [895]
479. Ebû Hüreyre radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim
demiştir:
“Uyanık olunuz! Şüphesiz dünya değersizdir. Dünyada olan
mal mülk de kıymetsizdir. Ancak Allah Teâlâ’nın zikri ve O’na yaklaştıran
şeylerle, öğretici ve öğrenici olmak müstesnadır.”[896]
* Müslümanı Allah’tan ve Allah’a yakın
olmaktan uzaklaştıran dünya ve dünyalık şeylerin lanetlenmesi caizdir. Sadece
Allah’ın emirlerini yerine getirme ve yasaklarından kaçınma ve bilginin
üstünlüğü bu lanetleme dışında tutulmuştur. İlim, bilgi öğrenme, öğretme ve
islamı öğrenmenin kıymeti dünyalık hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek kadar
kıymetli ve değerlidir. Müslümanın yapacağı bu dünyada dinini öğrenmek için
daima ya öğrenici ya da öğretici durumda olmalıdır. Dolayısıyla Kur’an’ı ve
Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetini içeren kitaplar olan hadis kitaplarını bol
bol okumalı ki müslümanın hayatı onlara göre şekillensin. Bu konuda 1001
numaralı hadis-i şerifin sonundaki makaleyi tekrar gözden geçirelim. [897]
480. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Çiftlik ve akar edinerek dünyaya rağbet etmeyiniz.”[898]
* Müslümanı dünyaya bağlıyacak ve
aşırı meşgul edip ahiretten uzaklaştıracak her şeye rağbet edilmemesi gerekir,
bu davranış hoş görülmemiştir. Helal yoldan kazanca teşvik vardır. [899]
481. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Kendimize ait kulübeyi tamir ederken Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem yanımıza uğramıştı.
– “Bu yaptığınız nedir?” diye sordu. Biz:
– Yıkılmak üzereydi de onarıyoruz, dedik. Bunun üzerine:
– “Ecelin bundan daha aceleci olacağını zannederim” buyurdular.[900]
* Kalıcı olmadığımız bu dünyadaki
evimizi tamir ediyorsak; ecelin nasıl ve ne zaman geleceği belli olmadığı için
bu dünyaya aşırı bel bağlayıp ahirette cenneti elde edecek amelleri ihmal
etmememiz bize tavsiye ediliyor. [901]
482. Kâ’b İbni İyâz radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi
(imtihan vesilesi) de maldır.”[902]
* Dünya malı biz müslümanların
imtihan vesilesi olduğuna göre, bu imtihan vasıtası bizi dinimizi öğrenme ve
ahiretimizi kazanmaya vesile olacak amelleri yapmamıza engel olursa Allah
korusun ahiretimizi perişan ederiz. (bkz. Enbiya: 21/35, Al-i İmran: 3/186,
Bakara: 2/155, Araf: 7/168, Kehf: 18/7, Mülk: 67/2, Enfal: 8/17) [903]
483. Ebû Amr –ki Ebû Abdullah ve Ebû
Leylâ da denilir– Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âdem oğlunun şunlar dışında bir hakkı yoktur: Oturacağı
ev, bedenini örtecek elbise, yiyecek ekmek ile su koyacak kap.”[904]
* Zaruret ve zaruri ihtiyaçların
sayıldığı bu hadis-i şerife göre ev, elbise ve kap kacak dışında kullanmakta
olduğumuz pek çok alet ve eşyanın alımı ve bedelini ödemede ne zorluklarla
karşılaştığımız meydanda. Depremzedelerin çadırdaki eşyaları ve bizim
eşyalarımız... bak ve kıyasla... zaruret ve ihtiyaç neymiş iyi tesbit et. [905]
484. Abdullah İbni Şihhîr radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına
gelmiştim. O, “Elhâkümü’t–tekâsür” sûresini okuyordu. Sûreyi okuyup
bitirince şöyle buyurdu:
“Âdemoğlu, malım malım deyip duruyor. Ey âdemoğlu! Yeyip
tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip sevap kazanmak üzere
önden gönderdiğinden başka malın mı var ki?”[906]
* Yediğimiz, giydiğimiz ve verdiğimiz
sadakalar bizim; diğer kasadaki kesedeki raftaki ve tüm ev eşyaları bizden
sonraya kalan varislerindir. Öyleyse ne için ve kimin için çalıştığımıza bir
bakalım ve iyi düşünerek yaşayalım. [907]
485. Abdullah İbni Mugaffel radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir adam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a yemin ederim ki, ben seni
seviyorum, dedi. Resûlullah o kişiye:
– “Sen ne söylediğini iyi düşün?” buyurdu. Adam:
– Allah’a yemin ederim ki, ben seni seviyorum, dedi ve bu
sözünü üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Eğer beni seviyorsan, o halde fakirliğe karşı kendine
bir zırh hazırla. Çünkü fakirlik, beni sevene yüksekten inen bir selden daha
çabuk ulaşır”
buyurdu.[908]
* Peygamberi seven o gibi olmaya çalışandır. O
gibi olanın da bıraktığı mirası (475’de okuduk) öyle olmalı. Eline geçen her
şeyi Allah’ın rızasını kazanmak için dağıtıvermelidir. Böylece de fakirlik sel
gibi hızlıca onu yakalar. Medine döneminde harblerden pek çok ganimetler
gelmesine, bu günkü değerle tirilyonlar eline geçmesine rağmen hemen dağıtıp
hiç birini bırakmamıştır. [909]
486. Kâ’b İbni Mâlik radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o
sürüye verdiği zarar, mala ve mevkiye düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan
daha büyük değildir.”[910]
* Mal ve servete gömülmüş nice din tacirlerini
bu hadis ne güzel açıklar. Dinini ticaretine araç yapan kimse müslüman
sayılamaz. Din perdesi arkasına saklanıp işlerini yürüten sahtekarlar her
dönemde bulunagelmiş; bilhassa asrımızda.... [911]
487. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır
üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz
bırakmıştı. Biz:
–Yâ Resûlallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun
üzerine Resûl–i Ekrem:
“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir
ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu
gibiyim”
buyurdular.[912]
* Dünyaya ne derece bağlanacağımıza en özlü
biçimde bu hadiste yer verilmiş, düşünüp anlayana... [913]
488. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Fakirler, cennete zenginlerden beşyüz sene önce girerler.”[914]
* Seneler konusunda Kur’an’daki Hac:
22/47, Secde: 32/5, Meariç: 70/4 ayetlerin tefsirine bakılmalıdır. Kıyamet günü
fakirlerin hesabı zenginlere göre daha kolay olacaktır. [915]
489. İbni Abbâs ve İmrân İbni Husayn radıyallahu
anhüm’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Cenneti yakından tanıdım; orada bulunanların çoğunluğunun
fakirler olduğunu gördüm. Cehennemi de yakından tanıdım; orada bulunanların
çoğunluğunun da kadınlar olduğunu gördüm.”[916]
* Toplumda içki ve kadın her türlü
kötülüğün ana malzemesidir. Dolayısıyla cehennemin çoğunluğu da kadınlardan
oluşmuş oluyor. [917]
490. Üsâme İbni Zeyd radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Cennetin kapısında durdum, oraya girenlerin çoğunluğu
dünyada bir şeyleri bulunmayan yoksullardı. Varlıklı kimseler ise, hesaba
çekilmek üzere alıkonulmuşlardı. Şu kadar var ki, onlardan cehennemlik
olanların cehenneme sevkedilmeleri emrolunmuştu. ”[918]
* Zenginlik ve fakirlik ikisi de
imtihan vesilesi olan birer unsurdur. Zenginlik çoğunlukla insanı azdırır ve
kişiyi orta yoldan alıkor. Fakir haline şükreder ve sabrederse ve Allahın
rızasını kazanmaya çalışırsa cenneti elde edebilir. [919]
491. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şâirlerin söylediği sözlerin en doğrusu, Lebîd’in şu
sözüdür: Biliniz ki, Allah’tan başka her şey yok olacaktır.”[920]
Bu bölümdeki dört ayet ve otuzbir hadis-i şeriften sonradan
gelecek toplumların nefislerinin arzu ve heveslerine uyup ceza çekeceklerini,
Karun isimli zenginin dünyayı tercih edip akıbetinin ne olduğunu, bu dünyadaki
verilen nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğimizi, kim ki dünyayı istedi ona
hemen verileceğini ahirette ise kınanma olarak cehenneme gireceğini, Rasulullah
ve aile efradının üç gün arka arkaya buğday ve arpa ekmeğiyle karınlarını
doyurmadıklarını, yine birkaç ay evde ocak yanmayıp sadece su ve hurma ile
günlerini geçirdiklerini, Rasulullah’ın masa ve yükseltilmiş sofralarda yemek
yemediğini, çoğu zaman karnını doyuracak adi bir hurma bile bulamadığını,
Rasulullah (s.a.v.)’in bir ömür boyu elenmiş un görmediğini, açlıktan
Rasulullah, Ebubekir ve Ömer’in geceleyin dışarıya çıkıp bir sahabiye misafir
olduklarını, ashabın ne büyük kıtlıklar çekip sonradan birer şehre vali
olduklarını, Rasulullah’ın içerisinde vefat ettiği elbisesinin şeklini,
harblerde ağaç yaprağı yiyip başka yiyecekleri olmadığını, Rasulullah
(s.a.v.)’in ailelerine yetecek kadar rızık ve azık için dua ettiğini, Ebu
Hüreyre’nin açlıktan bayılıp ne durumlara girdiğini, Rasulullah’ın otuz ölçek
arpa karşılığında zırhını bir yahudiye rehin verdiğini, dokuz hane olan
Rasulullah’ın evlerinin bir ölçek yiyecek bulamadan sabahlayıp akşamladıklarını,
yine yokluktan giyecek elbise ayakkabı bulamayan ashabın durumlarını,
Rasulullah’ın yatağının durumunu, asrı saadetten sonraki dönemlerde insanların
ne hale geleceklerini, ihtiyaç fazlasının infak edilmesi gerektiğini harcamaya
bakmakla yükümlü olunanlardan başlanacağını, çok büyük nimetler içinde yüzdüğümüzü, kanaatkar müslümanın kurtuluşa
ereceğini ve bu dünyada da mutlu olduğunu, Rasulullah (s.a.v.)in birkaç gün
üstüste aç gecelediğini, namaz kılarken açlık ve takatsızlıktan bayılıp
düşenlere ne gibi müjdeler verildiğini, mideden daha tehlikeli bir kap
olmadığını ve yemek yeme şeklinin nasıl olması gerektiğini, sade hayat
sürdürmenin imandan olduğunu, Allah’ın savaşa giden ashaba anber balığı ikram
edişini, hendek savasındaki erzak çoğalması mucizesini, yine bir başka yemek
çoğalma mucizesini öğreneceğiz. [921]
“Onların ardından öyle nesiller geldi ki, namazı
bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bunlar da azgınlıklarının cezasını
bulacaklardır. Ancak pişman olup Allah’a yönelen, iman edip doğru ve dürüst
işler işleyenler cennete girerler ve hiçbir haksızlığa uğramazlar.” (Meryem: 19/59-60)
“Kârûn, görkem ve debdebesi içinde milletinin karşısına
çıktı. Dünya hayatına gözünü dikenler: “Ne olurdu bize de, Kârûn’a verilenin
bir benzeri verilseydi, şüphe yok ki, o ne zengin, ne büyük devlet sahibiymiş!”
dediler. Kendilerine vahiyden bilgi verilen ise: Yazıklar olsun size, iman edip
doğru dürüst işler yapanlar için Allah’ın mükafatı daha hayırlıdır. Bu mükafata
da, ancak her türlü güçlüklere göğüs gerebilenler kavuşabilir.” (Kasas: 28/79-80)
“Sonra o gün size verilen tüm nimetlerden iğneden ipliğe
mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür: 102/8)
“Her kim bu çarçabuk geçen dünya hayatını ve içindekileri tercih
ederse, ona dilediğimiz kadarını verir sonrada onu kınanmış ve mahrum
bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız.” (İsra: 17/18)
492. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ailesi, onun
vefât ettiği ana kadar, iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle karnını doyurmadı.[922]
Müslim’in bir rivayeti şöyledir:
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in aile efradı,
Medine’ye geldiği günden vefat ettiği ana kadar, üç gün arka arkaya buğday
ekmeğiyle karnını doyurmadı.[923]
* Rasulullah sabrı ve şükrü yerine
getirecek derecede bir hayat yaşamış olup lüks ve konfor içinde yaşamamıştır.
İsraflı bir hayatı hiç olmamıştır. Çünkü israfçılar ve savurganlık yapanlar
şeytanın kardeşleridir. İsra: 17/27 ayetinde olduğu gibi. [924]
493. Urve’nin Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet ettiğine göre o:
Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki, biz bir
hilâli, sonra diğerini, sonra bir başkasını, yani iki ayda üç hilâli görürdük
de, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı,
demişti. Ben:
– Teyzeciğim! O halde geçiminiz ne idi? dedim. Teyzem:
– İki siyah, yani hurma ve su. Ancak şu var ki, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in ensardan sağmal hayvanları bulunan komşuları
vardı. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu hayvanların
sütlerinden gönderirlerdi; o da bize içirirdi, dedi.[925]
* Peygamber evi ve mutfağı ile
evlerimiz ve mutfaklarımızı kıyas yapıp düşünelim. [926]
494. Ebu Saîd el–Makbürî’nin Ebû
Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Ebû Hüreyre,
önlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastladı. Topluluk kendisini
davet etti; fakat o yemek istemedi ve:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, arpa
ekmeğine bile doymadan dünyadan çıkıp gitti, dedi.[927]
* Peygamberimizin az yeme ve açlık
hatırasına hürmeten Ebu Hureyre (r.a.) o hatırayı yâdetmiş ve yememiştir. [928]
495. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem vefâtına kadar kibir
sofrası üzerinde yemek yemedi. Yine o, vefât edinceye kadar katıksız undan
yapılmış ekmek de yemedi.
Buhârî’nin bir rivayeti şöyledir:
Hz. Peygamber, kızartılmış bir koyunu gözüyle hiç görmedi.[929]
* Lüks israf ve kibirli kimselerin
gösteriş merakı olan insanların arasında yaygın olan masa veya yüksek ayaklı
sini üzerinde yemek yememiştir. Çünkü o müstekbirleri ve kafirleri taklitten
sakınır ve ümmetinin de sakınmasını isterdi. Mütevazi bir hayatı tercihlerinden
ve o gün Mekke ve Medine’de lüks sayılan elenmiş undan yapılmış ekmek de
yememiştir. Kendisi ve aile efradı için özel kızartılmış koyun da yememiştir.
Başka kimseler yanında yediği rivayetleri de vardır. [930]
496. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Ben, Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in
karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm.[931]
* Dünya ve dünyanın nimetlerine
aşırı bağlanıp kalmayan peygamberimiz, hanımlarında bir kısmına yiyecek ne var
diye sorar hiçbir şey yok dediklerinde de oruca niyet ederdi. Bu sebeple pek
çok günler gıda maddesi ve hurma bile bulamadığı çok olurdu. Hadisimiz bu
gerçeği bize duyurmaktadır. [932]
497. Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın
kendisini peygamber olarak gönderdiği andan vefat ettirdiği zamana kadar
elekten elenmiş has un görmedi. Sehl’e:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında
siz elek kullanır mıydınız? diye soruldu. Sehl:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah
Teâlâ’nın kendisini peygamber gönderdiği andan vefât ettirdiği ana kadar elek
de görmedi, dedi. Sehl İbni Sa’d’a:
– Elenmemiş arpa ununu nasıl yiyordunuz? denildi. O:
– Biz arpayı öğütür ve savururduk. Kepeğin uçanı uçardı;
kalanını da ıslatıp hamur yapardık, dedi.[933]
* İslam toplumunda eleğin icadı veya
kullanımı asrı saadete kadar uzanıyor. Dolayısıyla peygamberimizin o gün lüks
özlemi içinde olmayan mütevazi hayatı tercih ettiği sergilenmiş oluyor. [934]
498. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün –veya
bir gece– evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu
anhümâ oradalar. Onlara:
– “Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar:
– Açlık, yâ Resûlallah, dediler!. Peygamberimiz:
“Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin
ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı; haydi
kalkınız” buyurdu.
İkisi de kalkıp, Resûl–i Ekrem’le birlikte ensârdan birinin evine geldiler.
Fakat o zât da evinde değildi. Ama hanımı Resûlullah’ı görünce:
– Hoş geldiniz, buyurunuz, dedi. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Falan nerede?” diye sordu. Kadın:
– Bize tatlı su getirmek için gitti, dedi. Tam o sırada
evin sahibi olan Medine’li sahâbî geldi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e ve iki arkadaşına baktıktan sonra:
– Allah’a hamdolsun, bugün, hiç kimse misafir yönünden
benden daha bahtiyar değildir, dedi. Hemen gidip onlara içinde koruğu, olgunu
ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:
– Buyurun, yiyiniz, dedi ve eline bıçak aldı. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem ona:
– “Sağılan hayvanlara sakın dokunma”, dedi. Ev sahibi onlar için bir
koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler.
Hepsi yemeğe doyup suya kanınca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Ebû Bekir ve Ömer radıyallahu anhümâ’ya şöyle dedi:
– “Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin
ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Sizi
evinizden açlık çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz” buyurdu.[935]
* 494 numaralı hadiste belirtildiği
gibi kendisi aile efradı içinde özel olarak kızartılmış kuzu görmediği fakat
çok nadir olarak başka dostları ve ashabı yanında yediği gerçektir. Açlıklarını
kimseye söylemeyen ve gezinti için çıktıklarında birbirinden haberdar olan üç
arkadaş üç sevgili ahlakları birbirine benzeyen bu kişiler şahsi ihtiyaç ve
hallerini başkalarından gizlemeyi tercih ediyorlar. Misafire ikrama büyük değer
veren dinimizin bu hususiyetini ev sahibi olan Ebul Heysem Malik ibn-i Tayyihan’da
görmekteyiz. Fakat sonunda verilen tüm nimetlerden sorumluyuz ve sorguya
çekileceğiz. (Bkz. Tekasür: 102/1-8) [936]
499. Hâlid İbni Ömer el–Adevî şöyle
dedi:
Basra Emîri olan Utbe İbni Gazvân bize bir konuşma yaptı.
Önce Allah’a hamd ve senâda bulundu. Sonra sözlerine şöyle devam etti:
Şüphesiz dünya geçici olduğunu bildirdi ve durmaksızın
arkasını dönüp gitmektedir. Ondan kalan, sahibinin içip de kabın dibinde
bıraktığı kalıntı su kadar bir miktardır. Siz bu dünyadan, gelip geçici olmayan
bir diyara taşınacaksınız. Oraya hayırlı, iyi ve güzel işlerinizle taşınmaya
çalışınız. Çünkü bize anlatıldığına göre, cehennemin kenarından atılan bir taş,
yetmiş sene yol alıp yine de onun dibine ulaşmayacaktır. Allah’a yemin ederim
ki, cehennem mutlaka doldurulacaktır. Siz buna şaşırdınız mı? Yine bize
anlatıldığına göre, cennetin kapılarının iki kanadı arasında kırk senelik
mesafe vardır. Cennette öyle bir gün gelecek ki, yoğunluktan kapısına kadar
dolacaktır. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’le birlikte olan
yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Bizim ağaç yaprağından başka
yiyeceğimiz yoktu. Bu yüzden dudaklarımız yara olmuştu. Ben giyecek bir örtü
bulmuştum da ikiye bölüp Sa’d İbni Mâlik’le paylaşmıştık. Yarısını ben, diğer
yarısını da Sa’d beline dolamıştı. Bugün her birimiz bir şehre vâli olmuş
bulunmaktayız. Ben, kendimi büyük görüp de Allah katında küçük olmaktan Cenâb–ı
Hakk’a sığınırım.[937]
* Yöneticiler geçmiş günlerini de
hatırlatarak başkalarına nasihat edebilirler. [938]
500. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Âişe radıyallahu anhâ bize bir omuz örtüsü ile kalın
bir peştemal çıkardı ve:
Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bu ikisi arasında vefât etti, dedi.[939]
* Yiyeceklerde olduğu gibi
giyeceklerde de israftan uzak durup azla yetinen bir peygamber örnek alınmaya
değer. [940]
501. Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu
anh şöyle dedi:
Allah yolunda ok atan arapların ilki benim. Biz Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’le birlikte harbederdik de, şu bildiğiniz Huble ve Semür
ağacı yapraklarından başka yiyeceğimiz olmazdı. Hatta bu ağaç yapraklarını
yediğimiz için, tıpkı koyununki gibi birbirine karışmayacak şekilde abdest
bozardık.[941]
* Peygamberimiz ve ashabı çok büyük
sıkıntılara göğüs gererek zafere ulaşmışlar ve yeryüzü hakimiyetinin müslümanlara
geçmesini sağlamışlardır. [942]
502. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek
kadar ihsân eyle.”[943]
* Başkasına muhtaç olmayacak
derecede rızk istemek bu hadisdekine uygun bir istektir. Her Müslüman aile
efradına yetecek rızk istemek üzere dua edebilir ve edecektir. Bu demektir ki
Ya Rabbi beni ve aile efradımı zenginliğin sebep olduğu felaketlerden ve fakirliğin
doğuracağı musibetlerden koru. Bizi yolundan ayırma kulluğumuza engel olacak
şeylerden bizi muhafaza et demiş oluyoruz. [944]
503. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle
dedi:
Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben
bazan açlıktan karnımı yere dayar, bazan da mideme taş bağlardım. Bir gün
sahâbîlerin geçtikleri yol üzerine oturmuştum. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem benim yanımdan geçti ve beni görünce gülümsedi. Kalbimden geçeni
yüzümden anladı ve:
– “Ebû Hüreyre!” dedi. Ben:
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim. Resûl–i Ekrem:
– “Beni takip et” buyurdu ve yoluna devam etti. Ben de peşinden yürüdüm. Hz.
Peygamber evine girdi; ben de girmek için izin istedim; izin verdi; içeri
girdim. Bir kap içinde süt buldu ve:
– “Bu süt nereden geldi?” diye sordu.
–Falan erkek veya falan kadın onu size hediye etti,
dediler. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:
– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.
– “Suffe ehline git, onları bana çağır” buyurdu. Ebû Hüreyre der ki:
Suffe ehli İslâm konuklarıydı. Onların ne sığınacak
aileleri, ne malları, ne de bir kimseleri vardı. Peygamber’e bir sadaka
geldiğinde onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şayet gelen bir
hediye ise, onlara da gönderir, kendisi de ondan bir parça alır ve böylece
gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı. Hz. Peygamber’in Suffe ehlini davet etmesi
hoşuma gitmedi. Kendi kendime: Bu süt, Suffe ehli arasında kime yetecek ki! O
sütü içmek suretiyle kuvvetlenmeye ben daha çok hak sahibiyim. Oysa onlar
geldiğinde Resûlullah bana emreder, ben de onlara veririm; belki de o sütten
bana kalmaz. Fakat Allah’ın ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
emrine itaat etmemek de olmaz, dedim. Neticede onlara gittim ve kendilerini
davet ettim. Onlar bu daveti kabul ettiler ve içeri girmek için izin istediler,
kendilerine izin verildi ve onlar da evde yerlerini aldılar. Hz. Peygamber:
– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.
– “Al, onlara ver!” buyurdu. Ben de süt kabını aldım,
herkese vermeye başladım. Verdiğim kişi kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı geri
veriyor, ben bir başkasına veriyordum, o da kanıncaya kadar içiyor sonra geri
veriyordu. En sonunda kabı Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e verdim.
Topluluğun hepsi süte kanmışlardı. Resulullah kabı alıp elinde tuttu ve bana
bakıp gülümsedi. Sonra:
– “Ebû Hüreyre!” dedi.
– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.
– “Bir ben kaldım, bir de sen” buyurdu. Ben:
– Doğru söylediniz, yâ Resûlallah, dedim.
– “Otur da iç” buyurdular. Ben de oturdum ve içtim. Sonra yine:
– “Otur, iç” buyurdu. Yine oturdum ve içtim. Resûl–i Ekrem durmadan:
– “İç, iç” buyuruyordu. Sonunda ben:
– Hayır. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin
ederim ki, artık içecek yerim kalmadı, dedim.
– “Bana ver” buyurdu. Kabı Resûl–i Ekrem’e verdim, Allah Teâlâ’ya
hamdetti, besmele çekti ve kalan sütü kendisi içti.[945]
* Peygamberimiz ashabının fakirlerine
karşı son derece merhametli idi ve onlara özel ilgi gösterirdi. [946]
504. Muhammed İbni Sîrîn’den nakledildiğine
göre Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
minberi ile Âişe’nin odası arasında bayılıp düştüğümü biliyorum. Biri gelir,
beni deli zannederek ayağını boynumun üzerine koyardı. Oysa ben deli değildim ve
açlıktan başka da bir derdim yoktu.[947]
* Şahsiyetli müslümana düşen, tüm
sıkıntı ve güçlükler karşısında iffetli davranması ve insanlardan bir şey
isteme zilletine düşmemesi ve sabretmesidir. [948]
505. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, zırhı otuz
ölçek arpa karşılığı bir yahudinin yanında rehin bulunmakta iken vefât
etmiştir.[949]
* Peygamberimiz sadece o günün temel
gıda maddesi olarak ekmek yaptıkları arpa için borçlanmış ve borcu karşılığında
da o yahudiye zırhını rehin bırakmıştı. [950]
506. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, arpa karşılığında
zırhını rehin bırakmıştı. Ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir
arpa ekmeği ve erimiş bayat içyağı götürmüştüm. Onun şöyle buyurduğunu işittim:
“Muhammed ailesi dokuz ev oldukları halde, yanlarında bir
ölçek yiyecek bulunmadan sabahlayıp akşamladıkları olur.”[951]
* Mütevazi ve stokçu olmayan bir
hayatı yaşayan Peygamber ve hanımları... [952]
507. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Ben Suffe ehlinden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin
üzerinde bütün vücudunu örten bir elbise yoktu. Ya bir izârları ya da
boyunlarına bağladıkları bir kisâları vardı. Bunların bir kısmı baldırlarının
yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de, avret yerleri görülmesin diye
elbiselerini elleriyle toplarlardı.[953]
* Mescide bitişik yerde günlerini
geçiren ehli Suffe’nin yaşantıları böyle idi. [954]
508. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yatağının
yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi.[955]
* Dünyalıkların en azıyla yetinen
peygamberimizin yatağı da işte böyleydi. [956]
509. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle
dedi:
Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile oturuyorduk.
O sırada ensardan bir kişi gelip kendisine selam verdi, sonra da geri döndü.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey ensardan olan kardeş! Kardeşim Sa’d İbni Ubâde
nasıl?” diye
sordu. O da:
– İyiye gidiyor, cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem:
“Sizden kim onu ziyaret edecek?” buyurarak ayağa kalktı. Biz de, on
onbeş kişi onunla birlikte kalktık. Ne ayağımızda ayakkabı ve mest, ne
başımızda bir giyecek, ne de üstümüzde gömlek vardı. Biz bu çorak arazide yürüyorduk.
Nihayet Sa’d’ın yanına geldik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve
beraberindeki arkadaşlarının yaklaşması için kavmi onun etrafından geri
çekildiler.[957]
* Ashabın fakirlik ve ihtiyaç içinde olmaları
üzerlerine düşen vazifeleri yapmaktan onları alıkoymamıştır. [958]
510. İmrân İbni Husayn radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sizin hayırlılarınız, benim zamanımda yaşayanlarınızdır.
Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanlar, sonra da onlara yakın olanlardır.” İmrân der ki:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “Sonra onlara
yakın olanlardır” sözünü iki defa mı veya üç defa mı söylediğini
bilemiyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam
etti:
“Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, kendilerinden
şâhitlik istenmediği halde şâhitlik yaparlar; hiyânet ederler de kendilerine
güvenilmez; bir adakta bulunurlar fakat yerine getirmezler; onlarda şişmanlık
başgösterir.”[959]
* Yeme içmeden başka bir şey
düşünülmediği için şişmanlık hastalığı yaygınlaşır bu günlerde olduğu gibi...
Ve şişmanlık için zayıflama çayları, ilaçları, aletleri, elbiseleri de bir
sektör oluşturur. [960]
511. Ebû Ümâme radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Ey âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka vermen
senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür.
Yeterli miktarda mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın.
Harcamaya, bakmakla yükümlü olduklarından başla.”[961]
* Mal ve servetin ihtiyaçtan fazla
olanını dağıtmak büyük hayırlı işlerdendir. Malın hakkını vermemek cimrilik
göstermek haramdır. Çünkü malı elde biriktirirsen sen onun için bir bekçi
durumundasın infak edip dağıttığın zaman mal senin olur. [962]
512. Ubeydullah İbni Mihsan el–Ensârî
el–Hatmî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden hanginiz canı ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat
ve afiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya
kendisine verilmiş gibidir.”[963]
* Ne kadar özlü ve kanaati tarif eden
bir hadis. [964]
513. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen,
Allah’ın kendisine verdiği nimete kanâat eden kimse şüphesiz kurtuluşa
ermiştir.”[965]
514. Ebû Muhammed Fedâle İbni Ubeyd el–Ensârî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“İslâm’ın dosdoğru yoluna ulaştırılan ve geçimi yeterli
olup da buna kanaat eden kimse, ne kadar mutludur!”[966]
* Önce müslüman olmak sonra rızkın yeter
miktarda olması ve buna kanaat gerçek kurtuluşa ermiş olmanın delilidir.
Kafası, gönlü ve midesi selamette olan insandır. Kanaatsizlik sömürgeciliğin
temelini oluşturur. [967]
515. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yemek
yemeksizin peşpeşe bir kaç gün aç olarak gecelerdi. Ailesi de yiyecek akşam
yemeği bulamazdı. Çoğu zaman ekmekleri arpa ekmeği idi.[968]
516. Fedâle İbni Ubeyd şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâba namaz kıldırırken,
onlardan bazıları açlığın verdiği takatsızlıktan dolayı ayakta duramayarak
düşüp bayılırlardı. Bunlar Suffe ashâbı idi. Çölden gelen Bedevîler: Bunlar
deli, derlerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince
açlıktan bayılanların yanına gider ve onlara:
“Allah Teâlâ’nın yanında sizin için neler hazırlandığını
bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz” buyururdu.[969]
* Tüm zorluklara sabredenler neticede
Allah katında büyük mükafatları elde ederler. [970]
517. Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap
doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet
mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte
birini de nefesine ayırmalıdır.”[971]
* Yemek yeme modeline islamın gerektirdiği usul budur bu
gün tüm otoriteler ve doktorlar buna riayet edilse hiç hastalık olmayacağından bahsederler. [972]
518. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe
el–Ensârî el–Hârisî radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
ashâbı onun yanında dünyadan bahsettiler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak
imandandır; sâde hayat sürmek imandandır.”[973]
* Yeme içme giyim kuşam ve tüm ev
eşyaları konumunda azıyla iktifa edip sade yaşamak islamın prensiplerinden
biridir. Peygamberimiz ve ashabının ve ondan sonraki insanların yaşantılarını
okuduğumuzda varlık içinde olmalarına rağmen sade yaşamışlar lükse ve israfa
hayatlarında yer vermemişlerdir. [974]
519. Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde radıyallahu
anh’ı başımıza kumandan tayin ederek, Kureyş kervanının karşısına çıkmak
üzere bizi gönderdi. Bize azık olarak bir dağarcık hurma verdi. Verecek başka
bir şey bulamamıştı. Ebû Ubeyde hurmayı bize tane tane veriyordu. Dinleyenlerden
biri:
– O hurmalarla nasıl geçinebiliyordunuz? diye sordu. Câbir:
– Onları çocuğun meme emmesi gibi emer, sonra üzerine su
içerdik, o gün geceye kadar bize yeterdi. Sopalarımızla ağaç yapraklarını
silker, sonra onları su ile ıslatıp yerdik, dedi. Sonra da sözüne şöyle devam
etti: Biz deniz sahili boyunca yürüdük. Sahil boyunda önümüze büyük kum tepesi
gibi bir şey çıktı. Onun yanına kadar geldik, bir de baktık ki, Anber denilen
bir balık. Ebû Ubeyde:
– Bu, ölü bir hayvandır, (yenilmez) dedi. Sonra da: Hayır,
bizler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elçileriyiz ve Allah
yolundayız. Siz son derece zorda kalmış bulunuyorsunuz, o halde yiyiniz, dedi.
Biz üç yüz kişi idik ve bir ay süreyle onun etinden yiyerek orada kaldık, hatta
kilo da aldık. Balığın göz çukurundan testilerle yağ aldığımızı biliyorum. Biz
ondan öküz büyüklüğünde parçalar kesiyorduk. Ebû Ubeyde bizden onüç kişiyi alıp
onun göz çukuruna oturttu, onun kaburga kemiklerinden birini de alıp dikti.
Sonra yanımızdaki en büyük deveyi semerledi ve deve ile kaburga kemiğinin
altından geçti. Balığın etinden pastırma da yaptık. Medine’ye gelince,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gidip olup bitenleri
anlattık. Resûl–i Ekrem:
“O, Allah’ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Onun
etinden yanınızda bir miktar var mı, bize de yedirseniz?” buyurdu. Biz de Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e ondan bir parça gönderdik, o da yedi.[975]
* Peygamberimizin ashabı her türlü
sıkıntıya karşı çok tahammüllü idiler. [976]
520. Esmâ Binti Yezîd radıyallahu
anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gömleğinin
kolu bileğine kadardı.[977]
521. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Biz Hendek Savaşı gününde siper kazıyorduk. Önümüze son
derece sert bir kaya çıktı. Sahâbîler, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e
gelip:
– Siperde önümüze bu kaya çıktı, dediler. Resûl–i Ekrem:
“Ben hendeğe ineceğim” buyurdu, sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş
bağlamıştı. Biz üç gün müddetle yiyecek hiçbir şey tatmaksızın orada kalmıştık.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kazmayı eline aldı ve sert kayaya
vurdu, o kaya un ufak olup kum yığınına döndü. Ben:
– Yâ Resûlallah! Eve gitmeme izin veriniz, dedim. Evde
eşime:
– Ben, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i
dayanılmayacak bir halde gördüm, yanında yiyecek bir şey var mı? diye sordum.
Eşim:
– Biraz arpa ile bir de oğlak var, dedi. Ben oğlağı kestim,
arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Sonra ben, ekmek pişmekte, tencere de
taşlar üzerinde kaynamakta iken, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim.
– Ey Allah’ın Resûlü! Birazcık yemeğim var, bir iki kişiyle
birlikte bize gidelim, dedim. Resûl–i Ekrem:
– “O yemek ne kadar?” diye sordu. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine:
– “Ooo! Hem çok, hem güzel. Hanımına söyle de, ben
gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın!” buyurdu. Sonra ashâba:
– “Kalkınız” dedi, muhacirler ve ensar hep birlikte kalktılar. Ben
telaşla eşimin yanına varıp:
– Vay başımıza gelenler! Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem yanında muhacirler, ensâr ve beraberlerinde olanlarla birlikte
geldi, dedim. Karım:
– Sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu? dedi, ben:
– Evet, dedim.
Resûl–i Ekrem sahâbîlere:
– “Giriniz, birbirinizi sıkıştırmayınız” buyurdu. Resûl–i Ekrem ekmeği
koparıyor, üzerine et koyuyor ve her defasında tencereyi ve fırını kapıyor,
ondan aldığını ashâbına veriyordu. Sonra yine aynını yapıyordu. Onların hepsi
doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Neticede bir
miktar yiyecek arttı. Resûl–i Ekrem karıma:
– “Bunu ye, konu komşuya da hediye et, çünkü insanları
açlık perişan etti”
buyurdu.[978]
Bir başka rivayette Câbir şöyle demiştir:
Hendek kazıldığı zaman ben Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’de açlık gördüm. Hemen eşimin yanına dönüp:
– Yanında bir şey var mı? Çünkü ben Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in çok acıktığını gördüm, dedim. Eşim bana içinde bir
ölçek arpa olan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir de besili kuzucuğumuz vardı.
Hemen ben onu kestim, arpayı da eşim öğüttü. Ben işimi bitirinceye kadar, o da
işini bitirmişti. Eti parçalayıp tencereye koydum. Sonra Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in yanına dönerken eşim bana:
– Sakın beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ve yanındakilere rezil etme, dedi! Bu sebeple Resûl–i Ekrem’e durumu gizlice
söyleyerek:
– Yâ Resûlallah! Küçük bir kuzumuz vardı onu kestik, bir
ölçek de arpa öğüttüm. Bir kaç kişi birlikte buyurunuz, dedim. Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ey Hendek ehli! Câbir bir ziyafet hazırlamış, haydi
buyurun!” diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem bana dönerek:
“Ben gelinceye kadar sakın tencerenizi ateşten indirmeyin,
hamurunuzu da ekmek yapmayın” buyurdu. Ben eve geldim, Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem de halkın önünden geldi. Ben eşimin yanına varınca bana:
– Ah seni seni, dedi. Ben de:
– Senin bana söylediğini aynen yaptım, dedim. Eşim hamuru
çıkardı. Resûl–i Ekrem ona püfledi ve bereketli olması için dua etti; sonra
tenceremize yönelip ona da püfledi ve bereketlenmesi için dua etti. Sonra da
karıma:
“Bir ekmekçi hanım çağır da seninle beraber ekmek yapsın.
Tencerenizden yemeği kepçe ile al, onu ateşten de indirmeyiniz” buyurdu. Gelenler bin kişi idiler.
Allah’a yemin ederim böyle. Güzelce yediler, hatta kalanı bırakıp gittiler.
Tenceremiz eksilmeden kaynıyor, azalmayan hamurumuzdan da iki hanım tarafından
sürekli ekmek yapılıyordu.[979]
* Ashabına yaptırdığı her işte
Rasulullah (s.a.v.)de ortak olurdu yokluk ve kıtlık zamanlarında yapılan davet
ve ikram daha faziletli olup Ashabın şahid olduğu bir mucize de burada yemeğin
artması ve o kadar kişiye yetmesidir. [980]
522. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
(Üvey babam) Ebû Talha, (annem) Ümmü Süleym’e:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sesi kulağıma
pek zayıf geldi; kendisinin aç olduğunu da biliyorum. Yanında yiyecek bir şey
var mı? dedi. Ümmü Süleym:
– Evet, var dedi ve arpa ekmeğinden yapılmış bir kaç çörek
çıkardı. Sonra kendisine ait bir başörtüsü aldı; onun bir tarafına çörekleri
sarıp dürdü ve elbisemin altına yerleştirdi. Örtünün bir kısmını da belime
sardı, sonra beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Ben
ekmeği götürdüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i mescidde,
cemaatle birlikte otururken buldum. Ben de yanlarında ayakta durdum. Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Seni Ebû Talha mı gönderdi?” buyurdu. Ben:
– Evet, dedim.
– “Yemek için mi?” buyurdu.
– Evet, diye cevap verdim. Resûlullah sallalahu aleyhi
ve sellem yanında bulunanlara:
– “Kalkınız” buyurdu, onlar da kalkıp yürüdüler, ben önlerinden
yürüdüm. Ebû Talha’ya gelerek durumu bildirdim. Bunun üzerine Ebû Talha:
– Ey Ümmü Süleym! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
cemaatle birlikte geldi, oysa bizim yanımızda onları doyuracak bir şey yok?
dedi. Ümmü Süleym:
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Ebû Talha da hemen
gidip Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i karşıladı. Resûl–i Ekrem,
Ebû Talha ile birlikte geldi ve eve girdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem:
– “Ey Ümmü Süleym! Yanında olanları getir” buyurdu. O da bu ekmeği getirdi.
Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem emredip ekmekleri parçalattı. Ümmü
Süleym, yağ tulumunu sıkarak o ekmek parçaları üzerine yağ sürdü. Sonra,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onun içine Allah’ın
söylemesini dilediği duayı okudu. Bundan sonra:
– “On kişiye izin ver!” buyurdu. Ebû Talha on kişiye izin verdi, onlar
doyuncaya kadar yediler, sonra çıktılar. Resûl–i Ekrem:
– “On kişiye daha izin ver!” buyurdu. Ebû Talha onlara da izin verdi,
onlar da yiyip çıktılar. Hz. Peygamber:
– “Bir on kişiye daha izin ver!” buyurdu. Neticede cemaatin hepsi
yiyip doydular. Bu cemaat yetmiş veya seksen kişi idi.[981]
Bir rivayet de şöyledir:
On kişi durmadan giriyor, on kişi de çıkıyordu. Neticede
onlardan içeri girip karnını doyurmayan hiç kimse kalmadı. Sonra Ebû Talha
sofrayı yeniden düzenledi. Bir de ne görsün, yemekler sanki cemaatin yemeğe
başladığı andaki gibi duruyordu.[982]
Bir başka rivayet de şöyledir:
Onar onar yediler. Seksen kişiye böyle yaptılar. Sonra Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ile ev sahipleri yediler. Yine de artanını
bıraktılar.[983]
Başka bir rivayet şöyledir:
Sonra komşularına yetecek kadarını artırdılar.[984]
Enes bir rivayetinde şöyle demiştir:
Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
gelmiştim. Kendisini ashâbı ile otururken buldum. Karnına bir sargı sarmıştı.
Ashâbından bazılarına:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem karnını
niçin sardı? diye sordum. Onlar:
– Açlıktan, diye cevap verdiler. Bunun üzerine, annem Ümmü Süleym
Binti Milhân’ın eşi Ebû Talha’ya gittim ve:
– Ey babacığım! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i karnını bir sargı ile bağlamış vaziyette gördüm. Ashâbından
bazılarına bunun sebebini sordum, açlıktan olduğunu söylediler, dedim. Ebû
Talha annemin yanına girdi ve:
– Yiyecek bir şey var mı? diye sordu. Annem de:
– Evet, evde bir parça ekmek ve bir kaç hurma var. Eğer
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize tek başına gelirse,
kendisini doyururuz. Eğer onunla birlikte başkası da gelirse, onlara az gelir,
dedi. Enes hadisin tamamını zikretti.[985]
* Ashabın şahid olduğu pek çok
mucizelerden biri de işte budur. Peygamberler ve etrafındaki ümmeti pek çok
değişik sıkıntılarla imtihan olmuşlar ve bu imtihanlardan başarıyla
çıkmışlardır. Sahabe ellerinde bulunanları bulunmayanlarla paylaşırlardı. [986]
Bu bölümdeki dört ayet ve on altı hadisten, her canlının rızkının
Allah’a aid olduğunu, sadakanın kimlere verileceğini, cimrilik ve israfcılığın
ikisinin de kötü olduğunu, orta yolu tutmak gerektiğini, insanlar ve cinlerin
sadece kulluk ve ibadet için yaratıldıklarını, bu yüzden Allah’ın insan ve
cinler topluluğundan hiçbir rızık istemeyip sadece kulluk istediğini, gerçek
zenginliğin mal çokluğu ile olmayıp gönül zenginliğiyle olacağını, müslüman,
geçimi yeterli kanaatkar kimsenin kurtulduğunu, dünya malını hırs
göstermeksizin elde edene bereket verileceğini, göz dikerek hırs ile alınırsa
bereketi olmayacağını, Rasulullah (s.a.v.)’in ve ashabının savaşlarda ne
sıkıntılar çektiklerini, kanaatkar olmanın iyi olduğunu, istemekten sakınanları
Allah’ın iffetli kıldığını, halka karşı tok gözlü davranmak isteyenleri de Allah’ın
insanlara muhtaç olmaktan kurtardığını, dilenmemek gerektiğini, zorla alınan
şeylerde bereket olmadığını, dilenciliğin ne kadar kötü olduğunu, veren elin
alan elden üstün olduğunu, mal biriktirmek için dilenen kimsenin kor istemiş
olduğunu, dilenmenin yüz karası olduğunu kişinin dilenmekle kendisini
lekelediğini, ihtiyacını insanlara açanın ihtiyacının kapanmayacağını,
ihtiyacını Allah’a açanın ise Allah’ın rızık vermesiyle ödüllendirileceğini,
bir şey istememeye söz verilirse cennetin garanti edildiğini, dilenmenin
kimlere helal olduğunu, miskin ve yoksul kime denir? Onları öğrenmiş olacağız. [987]
“Yer yüzünde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a
ait olmasın.”
(Hud: 11/6)
“Sadakalarınızı şu fakirlere verin ki, Allah yolunda savaş
için bedenî ve fikrî çabalarıyla kapanıp kalmışlardır. Yer yüzünde rızık aramak
için çıkıp dolaşamazlar. Onlar yüz suyu dökmediklerinden; durumlarını bilmeyen
onları zengin sanır. Sen onları görünce yüzlerinden tanırsın. Çünkü onlar
yüzsüzlük ederek, insanlardan istemezler. Onlara ne iyilik yaparsanız, doğrusu
Allah hepsini bilir.” (Bakara: 2/273)
“Ve onlar ki, harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne
de cimrilik yaparlar bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar.” (Furkan: 25/67)
“Ve iyi bilin ki, ben insanları ve cinleri ancak bana
kulluk etsinler diye yarattım. Ve ben onlardan ne rızık istiyorum, ne de beni
doyurmalarını.”
(Zariyat: 51/56-57)
523. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.”[988]
* Maddi beklentilerin esiri olmamak
için gönül tokluğu gereklidir. Dünya elimizde olmalı ama kalbimize
girmemelidir. Gönlü tok olmayan ne kadar zengin olursa olsun fakirdir. Mal kazanma
hırsı insanı sınır tanımazlığa götürür. [989]
524. Abdullah İbni Amr radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın
kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”[990]
525. Hakîm İbni Hizâm radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den (mal)
istedim, verdi. Bir daha istedim, yine verdi. Tekrar istedim, tekrar verdi.
Sonra şöyle buyurdu:
– “Ey Hakîm! Gerçekten şu mal çekici ve tatlıdır. Kim onu
hırs göstermeksizin alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz
dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de
bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren ) el, alttaki (alan) elden daha
hayırlıdır.”
Hakîm diyor ki, bunun üzerine ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Seni hak din ile gönderen Allah’a
yemin ederim ki, yaşadığım sürece senden başka kimseden bir şey kabul
etmeyeceğim, dedim.
Gün geldi, Hz. Ebû Bekir, Hakîm’i kendisine ganimet
malından hisse vermek için çağırdı. Fakat Hakîm, onu almaktan uzak durdu. Daha
sonra Hz. Ömer, kendisini bir şeyler vermek için davet etti. Hakîm yine kabul
etmedi. Bunun üzerine Ömer:
– Ey müslümanlar! Sizi Hakîm’e şahit tutuyorum. Ben
kendisine şu ganimetten Allah’ın ona ayırdığı hissesini veriyorum, fakat o
almak istemiyor, dedi.
Netice itibariyle Hakîm, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in vefatından sonra, ölünceye kadar kimseden bir şey kabul etmedi.[991]
* İstememek en büyük fazilettir.
Başkalarının ellerindekine göz dikmek müslümana yakışmayan düşük bir tavırdır. [992]
526. Ebû Bürde’den, Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte
bir savaşa çıkmıştık. Altı kişilik bir grup olarak biz nöbetleşe bir deveye
biniyorduk. Ayaklarımız delindi. Benim de ayaklarım delinmiş ve tırnaklarım
düşmüştü. Ayaklarımıza bez parçaları sarıyorduk. Ayaklarımıza böyle bez
parçaları bağladığımız için o savaşa Zâtürrikâ’ ismi verildi.
Ebû Bürde diyor ki; “Ebû Mûsâ bunları söyledi sonra da
yaptığından hoşlanmadı ve; “Bunları söylemekle hiç de iyi etmedim” diye
pişmanlığını dile getirdi.
Ebû Bürde, Ebû Mûsâ’nın bu tavrını, “Herhalde o bunu, yaptığı
bir yiğitliği ifşâ etmiş olduğu için hoş görmedi” diye yorumladı.[993]
* Ashap ne zor şartlar altında ve
büyük fedakarlıklarla İslam’a hizmet etmişlerdir. Mal ve mülke karşı tok gözlü
olmak gerektiği gibi şan ve şöhrete karşı da tenezzül etmemek gerekir. [994]
527. Amr İbni Tağlib radıyallahu anh
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ganimet
malları – ya da esirler– getirilmişti. O bunları kimine verip kimine vermemek
suretiyle dağıtmıştı. Mal vermediği kişilerin ileri geri söylendikleri kendisine
ulaşınca, Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin ederim ki, ben kimilerine veriyor,
kimilerine vermiyorum. Aslında mal vermediğim kimseler, verdiklerimden bence
daha sevgilidir. Ben bazı kimselerin kalbinde sabırsızlık ve tama’ gördüğüm
için veririm. Bazı kimseleri de, Allah’ın kalblerinde yarattığı kanaat ve
hayırla baş başa bırakırım. Amr İbni Tağlib de bunlardan biridir.”
Amr İbni Tağlib der ki, “Vallahi Hz. Peygamber’in hakkımda
söylediği bu söz, benim için bütün dünyaya bedeldir.”[995]
* Kanaat en büyük zenginliktir. [996]
528. Hakîm İbni Hizâm radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Üstteki el, alttaki elden daha hayırlıdır. Harcamaya, geçimini
üstlendiklerinden başla! Sadakanın iyisi, ihtiyaç fazlası maldan verilendir.
Dilenmekten sakınmak isteyenleri, Allah iffetli kılar. Halka karşı tok gözlü
davranmak isteyenleri de Allah, insanlara muhtaç olmaktan kurtarır.”[997]
529. Ebû Abdurrahman Muâviye İbni Ebû
Süfyân Sahr İbni Harb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dilenmekte ısrar etmeyiniz. Allah’a yemin ederim ki,
sizden biri benden bir şey ister de, hoşuma gitmemesine rağmen, benden bir şey
koparırsa, verdiğim malın bereketini görmez.”[998]
* Israrla dilenerek elde edilen malın
kimseye hayrı olmaz. İstemeden verileni almak sakıncalı değildir. [999]
530. Ebû Abdurrahman Avf İbni Mâlik
el–Eşca’î radıyallah anh şöyle dedi:
Biz dokuz, veya sekiz yahut yedi kişilik bir grub
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında oturuyorduk. Bize:
– “Allah’ın elçisine bîat etmez misiniz?” buyurdu. Oysa biz, yeni bîat
etmiştik. Bu sebeple:
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bîat ettik ya! dedik. Sonra
tekrar:
– “Allah’ın elçisine bîat etmeyecek misiniz?” buyurdu.
Bu defa bîat için ellerimizi uzatarak:
– Ey Allah’ın Resûlü! Biz sana bîat etmiştik. Şimdi ne
üzerine bîat edeceğiz? dedik.
– “Allah’a kulluk edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, beş
vakit namazı kılmak, itaat etmek – sesini alçaltarak bir cümle söyledi ve – kimseden bir
şey istememek üzere bîat edeceksiniz!” buyurdu.
Avf İbni Mâlik diyor ki: Yemin ederim ki bu gruptan
bazılarını görürdüm; kamçısı yere düşerdi de kimseden onu kendisine vermesini
istemezdi.[1000]
* Peygamberimiz ashabını istememeye
alıştırmıştır. Gerçek müslüman kendi yağıyla kavrulup kimseden bir şey
beklemeyen kimsedir. [1001]
531. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İçinizden birilerinin, yüzünde bir parça et bile kalmamış
olduğu halde Allah’ın huzuruna çıkacağı güne kadar dilencilik aranızda sürüp
gidecektir.”[1002]
* Dilenciliği sanat haline
getirenlerin kıyamet gününde hiçbir itibarı olmayacaktır ve yüz karası
olacaktır. İslam ve insan onuru dilenmeye manidir. [1003]
532. Yine İbni Ömer radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem minber üzerinde iken sadaka vermekten, dilenmeyip iffetli yaşamaktan
bahsetmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır. Üstteki el, veren;
alttaki el ise, dilenip alan eldir.”[1004]
* Fakir dilenmemeli, yardım yerine iş
istemelidir. [1005]
533. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Mal biriktirmek için dilenen, gerçekte kor istiyor
demektir. Artık ister az, ister çok dilensin.”[1006]
* Mal biriktirmek için dilenmek ateş
toplamak demektir. Peygamberimiz dilenciliği şiddetle yasaklamıştır. Müslüman
izzet ve şerefini korumalıdır. [1007]
534. Semüre İbni Cündeb radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Dilenmek, yüz karasıdır. Kişi dilenmek suretiyle kendi
yüzünü lekeler. Sadece devlet başkanından hakkını istemesi ya da zaruret
sebebiyle dilenmek böyle değildir.”[1008]
* Zaruret derecesindeki sıkıntıyı
atlatmak için bir sefere mahsus istemek mahzurlu değildir. Dilencilik yüz
karasıdır. [1009]
535. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kim ihtiyaç içine düşer de bunu insanlara açarsa, ihtiyacı
kapanmaz. Kim de ihtiyacını Allah’a arzederse, Allah’ın, hemen veya ileride o
kimseye rızık vermesi umulur.”[1010]
* Bu hususta Nisa: 4/32, Yunus:
10/107, Talak: 65/2-3 ayetlerine bakınız. Allah’a tam güven beslemek lazımdır.
Dua kulluğun gereği ve özüdür. Kişi her şeyi Allah’tan istemelidir. Bkz Fatiha:
1/5. [1011]
536. Sevbân radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resulullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Kim bana, halktan hiçbir şey dilenmeyeceğine dair söz
verirse, ben de ona cenneti garanti ederim” buyurdu. Bunun üzerine
– Ben söz veriyorum, dedim.
Râvi diyor ki, Sevbân hiç kimseden hiçbir şey istemiyordu.[1012]
* Halktan hiçbir şey istemeyen
cennete girmeye hak kazanır. Sevban bu konuda örnek olan bir sahabidir. [1013]
537. Ebû Bişr Kabîsa İbni’l–Muhârik radıyallahu
anh şöyle dedi:
Yüklendiğim bir kefâlet borcu yüzünden Resulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e başvurdum. Bana;
– “Bekle biraz. Sadaka malı gelsin, ondan sana verilmesini
emrederiz!” dedi.
Sonra da şöyle buyurdu:
– “Ey Kabîsa! Dilenmek yalnızca üç kişi için helâldir:
Kefâlet üstlenen kişi ki, borcunu ödeyinceye kadar
dilenmesi helâldir. Sonra dilenmekten vazgeçer.
Bütün mal varlığını yok eden büyük bir felâkete uğramış
kişinin geçimini yoluna koyacak kadar –yahut ihtiyacını giderecek kadar–
dilenmesi helâldir.
Hakkında, kendisini tanıyanlardan aklı başında üç kişinin
“filan fakir düştü” diyecekleri kadar fakr u zarûrete uğramış kişinin geçimini
temin edecek kadar dilenmesi helâldir. Ey Kabîsa! Bu hallerin dışında dilenmek
haramdır, dilenen haram yemiş olur.”[1014]
* Bu üç şık dışında istemek, dilenmek
haramdır. Zenginler dilenen kimseleri o işten vazgeçirmek durumunda olmalılar.
Yüksek meblağlar verip o kişinin dilenciliğine son vermelidirler. [1015]
538. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Miskin, bir iki lokma veya bir iki hurma için kapı kapı
dolaşan kimse değildir. Asıl miskin, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi
bulunmadığı halde, durumu bilinmediği için kendisine sadaka verilemeyen ve
kendisi de kalkıp insanlardan bir şey istemeyen kimsedir.”[1016]
* Utandığı için iffetli davranıp kimseye
el açmayan fakir, üstün sıfatlı insandır. Sadaka ve yardımları ehline vermeye
çalışmak gerekir. [1017]
539. Sâlim İbni Abdullah İbni Ömer,
babası Abdullah İbni Ömer’den, o da Ömer radıyallahu anhüm’den rivayet
ettiğine göre Ömer şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem arada sırada
bana gâzilik bahşişi verirdi. Ben de kendisine:
Bunu benden daha fakir ihtiyaç içinde kıvranan birine
verseniz, derdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de cevaben:
– “Sen bunu al! Göz dikmediğin ve istekli de olmadığın
halde sana gelen böylesi malı al. Kendine mal et, ister ye ister tasadduk et!
Fakat böyle olmayan bir malın peşine de düşme!”[1018]
“Ve Cuma namazı kılınıp bittiğinde, yeryüzüne serbestçe
dağılın ve Allah’ın lütfundan rızkınızı aramaya devam edin ve Allah’ı namaz
dışında da daima hatırlayın ki, gerçek mutluluğa erişebilesiniz.” (Cuma: 62/10)
540. Ebû Abdullah Zübeyr İbni’l–Avvâm radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Herhangi birinizin iplerini alıp dağa gitmesi ve sırtına
bir bağ odun yüklenip getirerek onu satması ve Allah’ın bu sebeple onun
yüzsuyunu koruması, verseler de vermeseler de insanlardan bir şeyler
dilenmesinden çok hayırlıdır.”[1019]
541. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sizden herhangi birinizin sırtına bir bağ odun yüklenip
satması, herhangi bir kişiden dilenmesinden hayırlıdır. O da ya verir, yahud
vermez.”[1020]
542. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
“Davud aleyhisselâm ancak elinin emeğiyle kazandığını
yerdi.”[1021]
543. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Zekeriyyâ aleyhisselâm marangozdu.”[1022]
544. Mikdâm İbni Ma’dîkerib radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Hiçbir kimse, asla kendi kazancından daha hayırlı bir
rızık yememiştir. Allah’ın Peygamberi Dâvûd aleyhisselâm da kendi elinin emeğini
yerdi.”[1023]
* Yüz karası dilencilik asla
yapılmamalı, kişi kendi elinin emeğiyle geçinip başkasından bir şey istememeye
çalışmalıdır. Başkalarının eline bakarak onlardan isteyerek yaşamayı Rasulullah
538. hadiste yasaklamıştır. [1024]
Bu bölümdeki üç ayet ve on dokuz hadis-i şeriften; hayra ne
harcanırsa Allah’ın yerine yenisini vereceğini ve karşılığının da sevap olarak
eksiksiz verileceğini, yaptığımız her hayrı Allah’ın bildiğini, Allah yolunda
malını harcayan kimseye gıpta edilip imrenilebileceğini, kendi malımızın
hangisi mirasçıların malının hangisi olduğunu, yarım hurma ile de olsa ateşten
korunma gerektiğini, Rasulullah’tan ne istenirse asla yok demediğini, Yeryüzüne
inen iki meleğin, her gün nasıl dua ettiklerini, Ey insan oğlu ver ki sana da
verilsin gerçeğini, tanıdık tanımadık herkese yedirip içirmenin hayırlı
amellerden olduğunu, kırk iyilikten birinin de sütünü sağıp içmesi için ödünç
keçi vermek olduğunu, ihtiyaçtan fazla olanın sadaka olarak verilmesinin iyi
olduğunu, Rasulullah (s.a.v.)’in ne varsa herşeyi verip dağıttığını, ve bu işte
ırk, meslek, meşreb gözetmediğini; Huneyn ganimetlerini dağıtırken Rasulullah
(s.a.v.)’in söylediği sözlerini, Sadaka vermenin malı eksiltmeyeceğini, kulun
insanların hatasını bağışlamasıyla Allah tarafından şerefinin artırılacağını,
Uğradığı haksızlıklara sabredenin de şerefinin artırılacağını dilenme kapısını
açana Allah’ın fakirlik kapısı açacağını, Dünyadaki dört kısım insan ve
hususiyetlerini, sadaka olarak verdiklerimizin bizim malımız olduğunu, cüzdanın
ağzını sıkmamanın gerekliliğini değilse Allah’ın da sıkarak vereceğini, Cimri
ile cömert kişinin neye ve nasıl benzetildiğini helâlinden yapılan hayır ve
teberruların Allah katında sevapça çok büyütüleceğini, cömert olan kimseye
Allah’ın özel muamele ederek mal ve servet verdiğini öğreneceğiz. [1025]
“... Siz Allah rızası için, başkalarına ne harcarsanız,
onun yerini daima doldurur.” (Sebe’: 34/39)
“... Ve Allah’ın rızasını kazanmak için harcamanız şartıyla
başkalarına her ne iyilik yaparsanız, bu kendi yararınızadır. Çünkü yapacağınız
her iyilik size olduğu gibi geri dönecek ve size de hiçbir şekilde haksızlık
edilmeyecektir.”
(Bakara: 2/272)
“... Hayırdan her ne iyilik yapar harcamada bulunursanız doğrusu
Allah hepsini bilir.”
(Bakara: 2/273)
545. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ancak iki kişiye gıbta edilir:
Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse.
Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli
yerince hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.”[1026]
* Bu hadisi açıklamaya girmezden önce
Kuran’da Hased kelimesiyle
ifade edilen Nisa: 4/54, Bakara: 2/109, Feth: 48/15, Felak: 113/5 ayetleri ve
Kalem: 68/51’de de yüzlikûneke ifadesiyle hasedin daha hınçlı ve kapsamlısıyla ifade
edildiğine ve pek çok hadis-i şeriflerin bu konuda bize bildirdiklerine göre:
Hased yani çekememezlik, yani yapılan iyi hareket ve davranışlara karşı olup
kin kusmak o nimetin o kimseden yok olmasını istemek gibi tutumlar ancak; iman
üzere olup, iyilikler yaparak güzel örnek olanlara yapılıyor. Dolayısıyla bu
hadis-i şerifte de iki iyilikten bahsediliyor ve bu iyilikleri yapanlar karşı
güçler tarafından daima hased edilebilecek hareketleri yapıyorlar demektir. Bu
yüzden bu tip kimseler böyle şerleri dokunacak kimselerden çekinmeli, dikkatli
olmalı ve Allah’a sığınmalıdırlar. Hadisimiz bize bu gerçeği anlatmış oluyor. [1027]
546. Yine İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem,
ashabına:
– “Hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha
sevimlidir?” diye
sordu. Onlar:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hepimiz malımızı herşeyden fazla
severiz, dediler.
Hz. Peygamber de:
– “Kişinin kendi malı hayır yaparak önceden gönderdiği,
mirasçısının malı ise, harcamayıp geriye bıraktığıdır!” buyurdu.[1028]
* Öyleyse kendi malımızın ne olduğunu
bilmeli ve onu artırmaya gayret etmelidir. Değilse başkalarının mallarıyla
oyalanmamalıyız. [1029]
547. Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!”[1030]
548. Câbir radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir şey istendiği
zaman asla “yok” demezdi.[1031]
* Yani kimseyi reddetmez varsa verir
yoksa hayır demez sükut ederdi. [1032]
549. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğne
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, âlâ şöyle buyurdu:
“Her sabah iki melek iner. Biri:
– Ya Rabb!. Cimrilik edene
malının karşılığını (halef) ver, der. Diğeri de:
– Ya Rabb!. Cimrilik edenin
malını telef et, diye dua eder.”[1033]
550. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğne göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ
şöyle buyurdu” demiştir:
“Ey âdemoğlu! (Allah için) infak et ki, sana da infak
olunsun!”[1034]
* Ey kulum sen ver ben de sana
vereyim demekle Rabbimiz, yapılan iyiliklerin karşılıksız kalmayacağını
bildirir. [1035]
551. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhumâ’dan rivayet edildiğine göre bir kimse Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e:
– Müslümanın hangi ameli daha hayırlıdır? diye sordu. Hz.
Peygamber de:
– “Tanıdık tanımadık herkese yemek yedirmen ve selâm
vermendir”
buyurdu.[1036]
* Yemek ikramı ve selamı yayma işi
hayır yapmakta iki önemli adımdır. İnsanlar arası sosyal ilişkilerde bu iki
hareket çok olumlu neticelerin elde edilmesini sağlar, kimseyi ayırdetmeksizin
selam vermek ve yemek yedirmek cömertlik ve iyilikseverliğin en alt sınırıdır.
Müslüman ayırdetmeksizin herkese iyilik yapmak durumundadır. Toplumda sıcak
ilişkilerin bu vasıtalarla kurulmasına öncülük etmelidir. [1037]
552. Yine Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Kırk iyilik vardır. Bunların en üstünü, birisine sağıp
sütünden faydalanması için ödünç olarak sütlü bir keçi vermektir. Kim, sevâbını
umarak ve mükâfâtını Allah’ın vereceğine inanarak bu kırk hayırdan birini
işlerse, Allah Teâlâ onu bu sebeple cennete koyar.”[1038]
553. Ebû Ümâme Suday İbni Aclân radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Ey âdemoğlu! İhtiyâcından fazla olan malını sadaka olarak
vermen senin için iyi; vermemen kötüdür. İhtiyacına yetecek kadarını elinde
tutmandan dolayı ayıplanmazsın. İyiliğe, geçimini üstlendiklerinden başla.
Veren el, alan elden üstündür (unutma).”[1039]
554. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, İslâm için
kendisinden ne istenirse onu mutlaka verirdi. Hele bir keresinde yanına gelen
bir adama iki dağ arasını dolduran bir koyun sürüsü verdi… Adam kabilesine
dönünce:
– Ey milletim! (Koşun) müslüman olun. Çünkü Muhammed,
fakirlik ve ihtiyaç korkusu duymadan çok büyük ikrâm ve ihsanlarda bulunuyor,
dedi.
(Hadisin râvisi Enes
diyor ki), kimileri sırf dünyalık elde etmek için müslüman olurlardı. Fakat çok
geçmeden müslümanlık onların gözünde, dünyadan ve dünya üzerindeki her şeyden
daha değerli hale gelirdi.[1040]
* Zekat, ganimet gibi devlet
gelirlerini insanların gönüllerini islama ısındırmak için harcamanın neticeleri
ne güzel sonuçlar doğuruyor. [1041]
555. Ömer radıyallahu anh şöyle
dedi
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mal taksim
etti. Ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! Kendilerine mal verdiğiniz şu
kimselerden başkaları o mala daha layıktır!” dedim. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem:
– “Onlar beni iki durumla karşı karşıya bıraktılar: Ya
çirkin sözlerle benden mal isteyecekler, vereceğim. Ya da vermeyeceğim bu defa
da beni cimrilikle suçlayacaklar. Ben cimri değilim” buyurdu.[1042]
* Kaba saba cahil kimseleri idare
etmek ve onların kabalıklarını önlemek için tedbir alıp ikramda bulunmak
uygundur. Bazen kişilere ikram layık olduklarından değil kötülüklerinden korunmak
için de yapılabilir. [1043]
556. Cübeyr İbni Mut’im radıyallahu
anh şöyle dedi:
Huneyn Gazvesi’nden dönüşte Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem ile birlikte yürürken bedevi arablar ganimetin taksimini ısrarla
istemeye başladılar. Neticede Hz. Peygamber’i Semüre ağacının altında
durdurdular. Cübbesi ağaca takılıp kaldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem devesini durdurup:
“Cübbemi verin bana! Şayet şu gördüğünüz ağaçlar kadar
hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri,
yalancı ve korkak olmadığımı görürdünüz!” buyurdu.[1044]
* Ne cömert ve ne âdil insan, taşlar
arasındaki yakut ve mercan gibi. [1045]
557. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını
bağışladıkca Allah da onun şerefini arttırır. Kim Allah için alçak gönüllü
davranırsa, Allah da onu yükseltir.”[1046]
* Allah rızası için sarfedilen sadaka
malı noksanlaştırmaz bilakis bereketlendirir. [1047]
558. Ebû Kebşe Amr İbni Sa’d el–Enmârî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle buyururken dinlemiştir:
“Haklarında yeminle söz söyleyebileceğim üç haslet vardır;
iyi belleyiniz!
Sadaka vermekle kulun malı eksilmez.
Uğradığı haksızlığa sabredenin Allah şerefini arttırır.
Dilenme kapısını açan kimseye Allah, fakirlik kapısını
açar. (Veya buna
benzer bir cümle söyledi).
“Yine size bir söz daha söyleyeceğim, onu da iyi
belleyiniz” dedi
ve şöyle buyurdu:
“Dünyada dört kısım insan vardır:
(Birincisi) Allah’ın kendisine mal ve ilim verdiği
kimsedir. Bu kişi Allah’a karşı saygılı davranır, hısımlarını görüp gözetir, o
maldaki Allah’ın hakkını yerine getirir. Bu, en üst derecedir.
(İkincisi), Allah’ın kendisine ilim verip mal vermediği iyi
niyetli kimsedir. O, iyi niyetle, “Eğer malım olsaydı ben de falan adam gibi
davranırdım” der. Bu, iyi niyetinin karşılığını görür. İkisinin sevabı eşittir.
(Üçüncüsü), Allah’ın mal verip ilim vermediği kimsedir. O
bilgisizliği yüzünden malını gelişi güzel harcar, Allah’a karşı sorumlu
davranmaz, hısımlarını görüp gözetmez, o malda Allah’ın hakkı olduğunu idrak
etmez. Böylesi kişi, en kötü durumdadır.
(Dördüncüsü), Allah’ın ne mal ne de ilim verdiği kimsedir.
Bu kişi der ki, “Eğer malım olsaydı, ben de falan gibi yer–içerdim”. Bu da
niyetinin karşılığını görür. Binaenaleyh bu iki kişinin vebâli eşittir. ”[1048]
559. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre, Resûl–i Ekrem’in ailesi bir koyun kesmişlerdi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir ara:
– “Ondan geriye ne kaldı?” diye sordu. Hz. Aişe:
– Sadece bir kürek kemiği kaldı, cevabını verdi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber;
– “Desene bir kürek kemiği hariç, hepsi duruyor!” buyurdu.[1049]
* Bizim olan mal elimizle
dağıttığımızdır mealindeki 545 numaralı hadise müracaat. [1050]
560. Esmâ Binti Ebû Bekir
radıyallahu anhumâ’dan rivayet edildiğine göre Esmâ, “Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu” demiştir:
– “Kesenin ağzını sıkma! Allah da sana sıkarak verir!”
Bir rivayette[1051]
şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“İnfak et sayıp durma, Allah da sana karşı nimetini sayıp
esirger. Paranı çömlekte saklama, Allah da senden saklar.”[1052]
* Cimrilik mahrumiyet sebebidir.
İkram ve infak edene Allah bol bol verir. [1053]
561. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işitmiştir:
“Cimri ile cömerdin durumu, göğüsleri ile köprücük
kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Cömert, sadaka
verdikce, üzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını örter ve ayak
izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde zırhın halkaları
birbirine iyice geçer, onu sıkıştırır; genişletmek için ne kadar çalışsa da
başaramaz.”[1054]
* Cömert kimse içinde bir sıkıntı
duymadan verebilir. Cimri ise elini kıpırdatmayacak derecede kendisini sıkıntı
ve baskı altında hisseder ve iyilik yapmayı vermeyi başaramaz. Cömertlik bu
dünyada ve öteki dünyada huzur demektir. [1055]
562. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, –
ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez – Allah o sadakayı kabul eder. Sonra
onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi
adına ihtimamla büyütür.”[1056]
* Allah helal maldan verilen sadaka
ve hayırları kabul eder. Değeri ne kadar az da olsa Allah katında geçerlidir ve
Allah kabul ettiği sadakayı tahmin ve tasavvurların ötesinde büyütür. Bir dağ
gibi hatta daha fazla büyüterek kulunun sevabını artırır. [1057]
563. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
Sahrada yolculuk yapmakta olan adamın biri, yolculuk esnâsında,
bulut içinden “falanın bahçesini sula!” diye bir ses duydu. Bunun üzerine o
bulut, kara taşlık bir yere saptı ve oraya suyunu boşalttı. Adam derelerden
birinin o suyun tamamını topladığını hayretle gördü ve suyu takip etti. Bir de
baktı ki, adamın biri bahçesinde elindeki kürekle suyu oraya buraya çevirip
bahçesini suluyor. Ona:
– Ey Allahın kulu! Adın nedir? diye sordu.
Adam, daha önce buluttan duyduğu ismi söyledi, peşinden de:
– Ey Allahın kulu! Adımı niçin soruyorsun? dedi. O da:
– Ben şu suyu yağdıran buluttan, “senin adını vererek
falanın bahçesini sula!” diye bir ses duymuştum da onun için soruyorum. Sen ne
yapıyorsun ki bu lutfa mazhar oluyorsun? dedi. Bahçe sahibi:
– Madem ki merak ediyorsun söyliyeyim; “Ben bu bahçenin
ürününü hesap ederim; üçte birini sadaka olarak dağıtırım, üçte birini
çoluk–çocuğumla birlikte yerim, üçte birini de tohumluk olarak ayırırım” dedi.[1058]
* Allah rızasını kazanmak için
yapılan her türlü harcama en olumsuz ortamlarda bile olsa ihsan ve lütuf sebebidir.
Allah, infak eden, malını Allah rızası için dağıtan kullarını ikramıyla
ödüllendirir. İyilik eden mükafatını görür, mahrumiyet çekmez. [1059]
“Sizden her kim de malını başkaları için harcamayıp
cimrilik eder ve kendi kendine yeterli olduğunu zannedip Allah’a ibadet ve
sığınma ihtiyacı duymazsa, kelime-i tevhidi, cenneti ve islam dinini yalanlarsa
ona da güçlük, zorluk ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştıracağız. Ve o kimse
kabir çukuruna veya cehennem çukuruna düştüğünde malı ona bir fayda
sağlamayacaktır.” (Leyl:
92/8-11)
“... Kim nefsinin aç gözlülüğünden, hırsından ve
cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erip umduğuna nail olanlardır.” (Teğabün: 64/16)
564. Câbir İbni Abdullah radıyallahu
anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Zulüm yapmaktan sakının. Çünkü zulüm kıyamet gününde
zâlime zifirî karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakının. Zira cimrilik sizden
önce yaşayan insanları, birbirini boğazlamaya ve dokunulmaz haklarını çiğnemeye
götürmek suretiyle perişan etmiştir.”[1060]
“... ve
kendilerini yoksulluk içinde bulunsalar bile, diğerlerini kendilerine tercih
ederler.” (Haşr:
59/9)
“Allah’a
olan sevgileri için veya mala olan sevgilerine rağmen yemeklerini, yoksula,
yetime ve tutsağa verirler, onları doyururlar.” (İnsan: 76/8)
565. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e
gelerek:
– Ben açım, dedi.
Allah’ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek
bir şey göndermesini istedi. O da:
– Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki,
evde sudan başka bir şey yok, dedi.
Hz. Peygamber bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi.
O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl–i Ekrem’in öteki hanımları da: Seni
peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, diye
haber gönderince, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ashâbına
dönerek:
– “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu.
Ensardan biri:
– Ben misafir ederim, yâ Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp
evine götürdü. Eve varınca karısına: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
misafirini ağırla, dedi.
Bir başka rivayete göre karısına:
– Evde yiyecek bir şey var mı? diye sordu.
Hanımı:
– Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var,
dedi.
Sahâbî:
– Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları
uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi
yapalım, dedi.
Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç
yattılar.
Sabahleyin o sahâbî Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem’in yanına gitti. Onu gören Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
– “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun
oldu.”[1061]
* Her müslüman yoksul ve fakire sahip
çıkmalı, imkanı elvermiyorsa başkalarından yardım istemelidir. Misafiri
kendilerine tercih etmek büyük bir olgunluktur. [1062]
566. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de
dört kişiye yeter.”[1063]
Müslim’in Câbir İbni Abdullah’tan rivayet ettiği bir hadise
göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört
kişiye, dört kişinin yiyeceği ise sekiz kişiye yeter.”[1064]
* Yiyenlerin sayısı arttıkça yemeğin
de bereketi artar. Ayrı ayrı kaplardan yiyince insanlar doymuyorlar. Kaplarını birleştirince
hem doyuyorlar hem de bereket görüyorlar. [1065]
567. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile
bir seferde bulunuyorduk. Bu sırada devesine binmiş bir adam çıkageldi. Bir
şeyler umarak sağa sola bakınmaya başladı.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
“Yanında ihtiyacından fazla binek hayvanı olanlar,
olmayanlara versinler. Fazla azığı olanlar, azığı olmayanlara versinler” buyurdu.
Hz. Peygamber daha birçok mal çeşidi saydı. İşte o zaman
kimsenin ihtiyacından fazla bir şey bulundurmaya hakkı olmadığını anladık.[1066]
* Yolculukta yol arkadaşları
birbirlerine yardım edip kollamalıdır. Bu kimse kendisi veya devesinin açlıktan
halsiz düştüğü anlaşılan veya tüm eşyasını tek deveye yüklediği için binit
bulamadığından yorulmuş olan bir kimse de olabilir. Bu durumunu anlıyan
peygamberimiz şefkat ve merhametinden dolayı müslümanlardan yardım etmeleri
istenmiş ve islam kardeşliği böylesine cömertlik istediği için o bedevinin de
işi görülmüş oldu. [1067]
568. Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh
şöyle dedi:
Bir kadın dokuduğu kumaşı (bürdeyi) Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e getirip verdi ve:
– Bunu giyesin diye kendi ellerimle dokudum, dedi.
Böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem onu aldı, izâr olarak (belden aşağısına) giyinip yanımıza
geldi.
Bunu gören falanca, Hz. Peygamber’e:
– Ne kadar da güzelmiş! Bunu ver de ben giyineyim, dedi.
Resûl–i Ekrem:
– Peki, dedi. Orada biraz oturduktan sonra evine döndü. Kumaşı katlayıp o
adama gönderdi.
Ashâb–ı kirâm o sahâbîye:
– Hiç de iyi yapmadın. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem öyle bir kumaşa ihtiyacı olduğu için onu giyinmişti. Üstelik sen,
Hz. Peygamber’in, kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bile bile o
kumaşı istedin, dediler.
O şahıs şunları söyledi:
– Vallahi ben o kumaşı giyinmek için değil, kendime kefen
yapmak için istedim.
Hadisin râvisi Sehl İbni Sa’d’ın dediğine göre o kumaş bu
zâtın kefeni oldu.[1068]
* Hediye, hediye edilebilir. Bunu bu
hadisten öğreniyoruz. [1069]
569. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Eş’arîler, gazâda azıkları tükenmeye yüz tuttuğu veya Medine’de
ailelerinin yiyeceği azaldığı zaman, yanlarında ne varsa getirip bir yaygıya
dökerler. Sonra bunu bir kapla aralarında eşit olarak paylaşırlar. İşte bu
sebeple Eş’arîler bendendir, ben de onlardanım.”[1070]
“... Öyleyse değerli şeylere ulaşmak için can atanlar,
yarışanlar bunca nimetlerin bulunduğu cennete girmek için yarışsınlar.” (Mutaffifin: 83/26)
(Bu konuda Hadid: 57/21, Bakara: 2/148, Maide: 5/48, Fatır:
35/32, Mü’minûn: 23/61, Vakıa: 56/10 ayetlerine ve tefsirlerine bakılabilir.) [1071]
570. Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e içecek bir
şey getirdiler. O da içti. Bu sırada sağ tarafında bir çocuk, sol tarafında
yaşlılar oturuyordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem çocuğa
dönerek:
– “Bunu yaşlılara verebilir miyim?” diye sordu.
Çocuk:
– Hayır, vallahi olmaz yâ Resûlallah! Senden kazanacağım
hayrı kimseye bağışlayamam, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de kabı
çocuğun eline verdi.[1072]
571. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir gün Eyyûb peygamber çıplak yıkanırken, üzerine altın
çekirgeler düşmeye başladı. Eyyûb da onları toplayıp elbisesine doldurdu.
Bunun üzerine Cenâb–ı Mevlâ:
– Eyyûb! Ben seni bu gördüklerine dönüp bakmayacak kadar
zengin kılmadım mı? diye seslendi.
Eyyûb da:
– Evet, izzetine yemin ederim ki, beni çok zengin kıldın.
Fakat ben senin lutfettiğin berekete doyamam, dedi.”[1073]
* Uzun yıllar boyu hem malıyla hem
bedeniyle imtihan olunan ve her ikisi de elinden alınan Eyyub peygambere bu
uzun süren sabrından sonra Allah hem sağlığını hem de servetini fazlasıyla geri
verdi. İşte bu çekirgeler bu imtihanı başarı ile bitirdikten sonra meydana gelmiştir.
538 numaralı hadiste açıklandığına göre kendiliğinden gelen mal konusunda kişi
teşekkür edip o malı almalı ve kendisi kullanmak istemezse istediği şekilde
başkalarına verebilmelidir. Almam diye kendini beğenmişlik etmemelidir. [1074]
“Sizden her kim başkaları için harcar ve yolunu Allah’ın
kitabıyla bulmaya çalışırsa ve o en güzel kelimeyi yani kelime-i tevhidi tasdik
eder ve doğrularsa artık ona en kolay yolu kolaylaştırıp o yolda başarılı
kılacağız.” (Leyl:
92/5-7)
“Yolunu gerektiği biçimde Allah ve kitabıyla bulmaya
çalışanlar o cehennem ateşinden uzak kalacaklardır. Onlar ki, mallarını ve öz
benliklerini arındırmak için başkalarına harcarlar. Böyleleri iyiliğine karşı
hiçbir kimseden karşılık beklemez. Verdiğini sadece yüce Rabbinin rızasına
ermek için verir. İşte böyleleri de zamanı geldiğinde, Allah’ın vereceği nimet
ve ikramlara razı olacaklardır veya Rabbi de onlardan razı olacaktır.” (Leyl: 92/18-21)
“Yardımları açıktan yapmanız iyidir, güzeldir. Ama muhtaç
kimseye gizlice vermeniz sizin için daha hayırlı olur. Böylelikle Allah o
sadaka ile günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah yapmakta olduklarınızdan
haberi olandır.”
(Bakara: 2/271)
“Size gelince ey mü’minler! sevdiğiniz şeylerden Allah
rızası için başkalarına harcamadıkça, gerçek erdemliliğe ve hayra
ulaşamazsınız. Ve her ne harcamışsanız Allah mutlaka onu bilir.” (Al-i İmran: 3/92)
572. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilmelidir:
Biri, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayıp
tüketen kimse, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden
ve onu başkalarına öğreten kimse.”[1075]
573. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yalnız şu iki kişiye gıpta edilmelidir:
Biri, Allah’ın kendisine verdiği Kur’ân ile gece gündüz
meşgul olan kimse, diğeri, Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz harcayan
kimse.”[1076]
* Gıbta: Hayır işleyen, iyilikler yapan bir
kimsenin elindeki nimetin yok olmasını düşünmeden öyle bir imkana sahip olmayı
arzu etmek demektir. Allah bunu yasaklamamış ve hele hele böyle hayırlı işlerde
teşvik bile etmiştir. Bkz. 83 Mutaffifîn 26. Sahip olduğu nimetleri yerli
yerince kullanıp sevap kazanan kimseler gibi olmak istenebilir. İlmin şükrü
bildiğini yaşayıp başkalarına öğretmektir. [1077]
574. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle
dedi:
Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanların fakirleri Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:
– Varlıklı müslümanlar cennetin yüksek derecelerini ve
ebedî nimetleri alıp götürdüler, dediler.
O zaman Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayrola! Onlar ne yaptılar ki?” diye sordu.
Fakir muhâcirler:
– Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz
oruçları onlar da tutuyorlar. Üstelik onlar sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz.
Köle âzâd ediyorlar, biz edemiyoruz, dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara:
– “Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra
gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün
olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordu.
– Evet, söyle yâ Resûlallah! dediler.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Her farz namazın peşinden otuz üçer defa sübhânallah,
Allâhü ekber, elhamdülillah dersiniz.”
Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e tekrar gelerek:
– Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız tesbihleri
duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar, dediler.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “Ne yapalım! Artık bu Allah’ın bir lutfudur; Allah
lutfunu dilediğine verir.”[1078]
* Her müslüman yapabildiği ibadetlerle
yetinmemeli daha fazla ibadet ve taat etmek için gayret etmeli ve bu uğurda her
yola başvurmalıdır. [1079]
Bu bölümdeki 6 ayet ve yedi hadisten; her canın ölümü
tadacağını, bu dünya hayatının aldatıcı olduğunu, hiçbir kimsenin yarın ne
kazanacağını ve nerede öleceğini bilmediğini, ecel gelince ne bir saat ileri ne
de bir saat geri kalacağını, mallar ve çocukların bizi Allah’ın yolundan
alıkoymaması için çalışmamız gerektiğini, ölüm gelmezden önce Allah’ın verdiği
rızıktan harcamamız gerektiğini, kafir ve müşriklerin ahirette ne durumlara
düşeceklerini, müminlerin Allah’ı hatırlayarak kalblerinin yumuşaması
gerektiğini, dünyada garib gibi veya yolcu gibi
olunacağını, vasiyete değer bir şeyi bulunanın mutlaka vasiyet etmesi
gerektiğini, insanların arzu ve isteklerini ecelin daima kestiğini, yedi şey
gelip çatmadan hayırlı işler yapılması gerektiğini, lezzetleri kesen ölümü
hatırlamak gerektiğini, ölüm gelmezden evvel hayırlı amellere ağırlık vermek
gerektiğini öğreneceğiz. [1080]
“Her canlı ölümü tadacaktır. Böylece kıyamet günü yapıp
ettiklerinizin karşılığı size tam olarak ödenecektir. Orada ateşten
uzaklaştırılıp cennete sokulacak olanlar, gerçek kurtuluşa ermişlerdir. Zira bu
dünya hayatına düşkünlük, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.” (Al-i İmran: 3/185)
“... Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını sevgi mi, nefret
mi, günah mı, sevap mı, kâr mı, zarar mı bilemez yine hiçbir kimse hangi toprak
parçasında ve nasıl öleceğini de asla bilemez.” (Lokman: 31/34)
“... O insanların dünyadaki yaşama süreleri dolduğu zaman
bu sonlarını bir an olsun ne geciktirebilirler ve ne de öne alabilirler.” (Nahl: 16/61)
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı
anmaktan meşgul edip alıkoymasın. Kim böyle yaparsa yani dünya ve şeytan kimi
Allah’a ibadet ve itaatten alıkorsa ziyana uğrayanlar onlardır.
Birinize ölüm gelip de “Rabbim ne olur beni yakın bir
süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım!” Demesinden önce,
size verdiğimiz rızıktan hemen şimdi O’nun yolunda harcayın. Ama ölüm vakti
geldiği zaman hiçbir kimseye mühlet tanımaz. Allah tüm yaptıklarınızı tam
olarak bilir.”
(Münafikûn: 63/9-11)
“Ölümden sonraki hayata inanmamakta diretip, kendi
kendilerini aldatanlardan herhangi birisine, ölüm gelip çatınca: “Ey Rabbim
beni hayata geri döndür ki, terkettiğim dünyada belki yararlı bir iş yaparım.”
Hayır, bu onun söylediği boş ve anlamsız bir sözden ibarettir. Çünkü dünyayı
terketmiş olanların ardında, yeniden diriltilecekleri güne kadar aşılması
imkansız bir engel vardır. Ve kıyamet günü sûra üfürüldüğü zaman, ne
aralarındaki kan bağları işe yarayacaktır, ne de birbirlerine olup biten
hakkında soru sorabileceklerdir. Ve o gün iyi eylem ve davranışları tartıda ağır
gelen kimseler, işte kurtuluşa erişecek olanlar bunlardır. Ve kimin de
iyilikleri hafif gelirse, işte cehennemde ebedi kalmak üzere, kendi kendilerine
yazık edenler de bunlardır. Ateş onların yüzlerini yalayarak yakar da, ateşin
içinde yüz etleri sıyrılmış olarak sırıtan dişleriyle kalıverirler. Ve Allah
onlara: siz değil miydiniz size ayetlerim okunurken onları yalanlayanlar...” (Mü’minûn: 23/99-105)
“Allah inkarcılara, yeryüzünde kaç yıl kaldınız ? diye
sorar. Onlar da orada bir gün veya bir günden daha az. Bunu zamanı sayanlara ve
bilenlere sor diyecekler. Bunun üzerine Allah: orada sadece az bir süre
kaldınız. Keşke bunu bir bilseydiniz, dünyaya sarılıp kalmazdınız. Sizi boşuna
yarattığımızı ve bize döndürülemeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn: 23/112-115)
“İnananlar için hala vakit gelmedi mi ki, Allah’ın zikrine
ve inen Kur’ân’a karşı saygı duyup yumuşasın ve bundan önce kendilerine kitap
verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle, kalpleri katılaşmış çoğu da
yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar.” (Hadid: 57/16)
575. İbni Ömer radıyallahu anhümâ
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem omuzumu
tutarak şöyle buyurdu:
“Dünyada tıpkı bir garip hatta bir yolcu gibi davran!”
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle derdi:
Akşamı ettiğinde, sabahı bekleme!
Sabaha çıktığında, akşamı bekleme!
Sağlıklı günlerinde, hastalanacağın vakit için; hayatın
boyunca da öleceğin zaman için tedbir al![1081]
576. Yine İbni Ömer radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Vasiyet etmeye değer bir şeyi bulunan müslümanın, vasiyeti
yanında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir.”[1082]
Müslim’in bir rivayetinde: “üç gece geçirmesi” şeklindedir.
İbni Ömer radıyallahu anhümâ dedi ki:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözünü
duyduğumdan beri, yanımda vasiyetim olmadan bir gece bile geçirmedim.[1083]
* Herkesin sıkıntı ve problemi
değişik olduğu için vasiyetnamede değişik olabilir. Önemlileri Allah’a ait
borçlardan namaz, oruç, zekat, hac gibi borçlar varsa onları kaydetmek.
İnsanlara olan borç alacak emanet vs. varsa onları zikretmek ve malının üçte
birini aşmamak üzere nereye sarfedileceğini de kaydetmek ve ölüme hazırlıklı
şekilde yaşamaktır. [1084]
577. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere birtakım
çizgiler çizdi. Sonra da çizgileri göstererek şöyle buyurdu:
“Bunlar insanın istek ve arzuları, şu da onun ecelidir.
İnsan hayal içinde yaşayıp giderken bir de bakar ki, en yakın ölüm çizgisi karşısına
gelivermiş.”[1085]
578. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yere bir
dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir
çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük
çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu:
“Şu insan, şu da onu kuşatan (veya “kuşatmış olan”)
ecelidir. Dörtgeni keserek dışarı çıkan, insanın arzularıdır. Ortadaki çizgiye
yönelik küçük çizgiler, dert ve ıstıraplardır. İnsan bu dertlerin birinden
kurtulsa, öteki gelip çarpar. Şundan kurtulsa, beriki gelip yakalar.”[1086]
* Rüya gibi gelip geçecek olan bu
dünyada kader çizgimizin önüne geçemeyecek her can gibi biz de ölümü tadacaksak
vücudumuz ve tüm imkanlarımızı ahireti kazanacak işlerde harcamalıyız. Gerisi
boş ve yaldızlı bir eğlenceden ibarettir. [1087]
579. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yedi şey gelip çatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz
insana görevlerini unutturan fakirlikten, azdıran zenginlikten, halsiz bırakan
hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, ansızın yakalayan ölümden, gelmesi
beklenen şeylerin en fenası deccâlden, belâsı daha büyük ve daha acı olan
kıyametten başka bir şey mi gözlüyorsunuz?”[1088]
* Dünya imtihan yeridir. Daima
imtihan oluyoruz. Bu sebeble inandık demekle iş bitmiyor. Ankebût: 29/2,
Bakara: 2/155, Enfal: 8/28 ayetlerinde olduğu gibi bu sıkıntılardan yedisine bu
hadis-i şerifle işaret edilmektedir. Bunlar insanı her türlü gaflete
düşürebilecek fakirlik ve azdırma hususiyeti olan zenginlik olabilir. Ümidsiz
ve halsiz bırakan hastalıkla bunaklaştıran ihtiyarlık ta dengeyi bozan iki
imtihan sebebidir. Ölüm Deccal ve kıyametin de ne kadar dehşetli olduğu
açıktır. Bu sebeble bu dünyanın geçici şeyleriyle oyalanıp gaflete düşmekten
uzak kalmalıdır. Bunun için sıhhat ve tüm imkanlarımızı ahirette bize cenneti
kazandıracak işlerde harcamalıyız. Değilse ömür çok çabuk geçip gidiyor. [1089]
580. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Zevkleri bıçak gibi keseni –ölümü– çok hatırlayın!”[1090]
* Geleceğe ait hayatında nice
planlar kuranlar fakat beceremeden ölüp gidenler pek çoktur. Bu sebeble ölümü
hatırlayıp ölümden sonrası için hazırlık yapan zeki insanlardan olmalıyız. [1091]
581. Übey İbni Kâ’b radıyallahu şöyle
dedi:
Gecenin üçte biri geçince, Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem uyanıp kalktı ve şöyle buyurdu:
“İnsanlar! Allah’ı zikredin! Yeri yerinden oynatan birinci
sûr üflenecek. Arkasından ikincisi gelecek. Ölüm bütün şiddetiyle gelip
çatacak. Ölüm bütün şiddetiyle gelip çatacak.”
Übey diyor ki, Hz. Peygamber’e:
– Yâ Resûlallah! Ben sana çok salavât–i şerîfe getiriyorum.
Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir? diye sordum.
– “Dilediğin kadar”, buyurdu.
– Dualarımın dörtte birini salavât–i şerîfeye ayırsam uygun
olur mu? diye sordum.
– “Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla zaman ayırırsan
senin için iyi olur”,
buyurdu.
– Öyleyse duamın yarısını salavât–i şerîfeye ayırayım,
dedim.
– “Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla zaman ayırırsan
senin için hayırlı olur”, buyurdu.
Ben yine:
– Şu halde üçte ikisi yeter mi? diye sordum.
– “İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için hayırlı
olur”, buyurdu.
– Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavât–ı
şerîfe getirsem nasıl olur? deyince:
– “O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve
günahlarını bağışlar”
buyurdu. [1092]
582. Büreyde radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım. Ama artık
ziyaret edebilirsiniz.”[1093]
Başka bir rivayete göre şöyle buyurdu:
“Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir
ziyareti bize âhireti hatırlatır”[1094]
583. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Âişe’nin
yanında kaldığı gecelerin sonuna doğru Bakî mezarlığına giderek şöyle derdi:
“Selâm size, ey mü’minler diyârı! Başınıza geleceği
söylenen şeylerle nihâyet karşılaştınız. Şimdilik ileri bir tarihe
bırakıldınız. İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız.
Allahım! Bakîü’l–garkad mezarlığında yatanları bağışla!”[1095]
* 1398-1408 numaralarda salevat
bölümü gelecektir. Allah bize peygamberimize salevat getirmemizi emrediyor. Bu
salevatlar bize kıyamet günü Rasulullaha yakın olmamızı sağlayacaktır. [1096]
584. Büreyde radıyallahu anh
şöyle dedi:
Hz. Peygamber ashâb–ı kirâma, kabristana gittikleri zaman
şöyle demelerini öğretirdi:
“Selâm size, ey bu diyârın mü’min ve müslim halkı! İnşallah
yakında biz de aranıza katılacağız. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını
dilerim.”[1097]
585. İbni Abbas radıyallahu anhümâ
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’de
bazı kabirlere uğradı. Yüzünü onlara dönerek şöyle buyurdu:
“Selâm size, ey bu kabirlerde yatanlar! Allah bizi de sizi
de bağışlasın. Siz bizden önce gittiniz. Biz peşinizden geleceğiz.”[1098]
* İslamın ilk yıllarında kabir ziyareti
cahiliye dönemi adetlerinden dolayı yasaklanmıştı. Sonradan bu durum ortadan
kalkınca serbest bırakıldı. Kabir ziyaretinden maksat ölümü
hatırlamaktır. Başka
bir maksadı yoktur. dünyaya bağlanıp kalan ve katılaşan kalblerimiz belki
yumuşar diye kabirler ziyaret edilir ve oraya kadar gidilmişken onlara da selam
verilip tavsiye edilen dualar yapılır. Başka dualar ve merasimlerin sonradan
çıktığı peygamber ve ashabı ve ondan sonraki asırların insanlarının bu
dualardan başka dua ve merasim yaptıkları bizlere nakledilmemiştir. Kendi
kafamızdan bazı şeyler yapmak yerine veya atalarımızın yapageldiklerini yapmak
yerine sünnette tarif edilen modeli yapıp hem sevap kazanmalıyız hem de
peygamberimizi memnun etmeliyiz. Bir sürü bidat ve hurafelerle dinimizi bozmamalıyız. [1099]
586. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Zira ölmeyi isteyen kimse
eğer iyi biriyse, belki daha çok hayır ve iyilik yapar. Şayet kötü biriyse,
olabilir ki, tövbe edip Allah’ın rızâsını kazanmaya çalışır.”[1100]
Müslim’in Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den bir başka
rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hiçbiriniz ölmeyi istemesin. Ölüm kendiliğinden gelmeden
önce de öleyim diye dua etmesin. İnsan ölünce hiçbir iyilik yapamaz. Mü’minin
hayatta kalması iyiliklerini çoğaltır.”[1101]
587. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Başa gelen bir sıkıntı sebebiyle hiçbiriniz ölmeyi
istemesin. Eğer ölümü istemek zorunda kalırsa şöyle desin:
Allahım! Yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece hayat
ver. Ölmek benim için daha hayırlı olduğu zaman canımı al!”[1102]
588. Kays İbni Ebû Hâzim şöyle dedi:
Habbâb İbnü’l–Eret’i hastalığından dolayı ziyaret etmek
için yanına gittik. Vücudunu yedi yerden dağlamıştı.
Habbâb dedi ki:
Eski dostlarımız dünyaya kapılmadan göçüp gittiler. Biz ise
o kadar çok mala sahip olduk ki, koyacak yer bulamayıp toprağa gömdük. Şayet
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ölmek için dua etmeyi
yasaklamasaydı, Allah’tan canımı almasını isterdim.
(Râvi Kays İbni Ebû Hâzim diyor ki:)
Bir başka zaman Habbâb’ın yanına gittiğimizde duvar örüyordu.
Bize şunları söyledi:
Müslüman, Allah için harcadığı her şeyden sevap kazanır.
Yalnız şu çamura verdiklerinden eline bir şey geçmez.[1103]
* Pek çok hadis kitaplarında geçen bu
ve buna benzer hadislerden infak edilen yani her türlü harcamadan dolayı kişi sevap
kazanır. Ama bina yapmak toprağa parayı gömmek böyle değildir denmektedir. Ama
zaruri olan müstesna, onun dışındakiler kişiye günah kazandırır.[1104] buyurulmaktadır.
Peygamberimiz, dağlanma insana fazla ızdırap verdiği için
bu can yakıcı tedaviyi sevmediğini belirterek yasaklamıştır ve mecbur
kalınmadıkça bu yöntemle tedaviye başvurulmamasını istemişti. [1105]
“Siz iftirayı günahsız ve kolay bir iş sanıyorsunuz.
Halbuki o Allah katında büyük bir günahtır.” (Nur: 24/15)
“Çünkü Rabbin her an ve zamanda herkesi ve her şeyi
gözetleyip durmaktadır.” (Fecr: 89/14)
589. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu
anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim, dedi:
“Helâl olan şeyler belli, haram olan şeyler bellidir. Bu
ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, haram mı olduğunu bilmediği
şüpheli konular vardır.
Şüpheli konulardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş
olur. Şüpheli konulardan sakınmayanlar ise gitgide harama dalar. Tıpkı sürüsünü
başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye
girme tehlikesi vardır.
Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi
vardır. Unutmayın ki, Allah’ın yasak arâzisi de haram kıldığı şeylerdir.
Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçücük bir et parçası
vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa,
bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.”[1106]
* Şüpheli işlerle birlikte olanlar
kısa bir zaman sonra kendilerini haramın içinde bulabilirler. Kalbin sıhhati
ise Ra’d: 13/28’de buyurulduğu üzere ancak Allah’ı hatırlamakla huzura kavuşur.
Kitap ve sünnette hükmü olmayan ve kalbe kıcık veren her şüpheliden uzak
durulmalı ki harama girilmesin. [1107]
590. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre:
Peygamber aleyhisselâm yolda bir hurma buldu ve:
“Bu hurmanın sadaka olması ihtimâlinden korkmasaydım, onu
yerdim” buyurdu.[1108]
591. Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
“İyilik güzel ahlâktan ibarettir. Günah ise kalbini
tırmalayıp durduğu halde insanların bilmesini istemediğin şeydir.”[1109]
592. Vâbisa İbni Ma’bed radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzûruna
varmıştım. Bana:
– “İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.
– Evet, dedim.
O zaman şunları söyledi:
– “Kalbine danış.
İyilik, nefsin uygun gördüğü ve yapılmasını kalbin
onayladığı şeydir.
Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana yap diye nice
nice fetvâlar verse bile içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.”[1110]
* İyilik ve günahı ne güzel
tarif etmiş Allah Rasulü. [1111]
593. Ebû Sirva’a Ukbe İbni Hâris radıyallallahu anh’den rivayet edildiğine göre, kendisi
Ebû İhâb İbni Azîz’in kızı ile evlenmişti. Bu olay üzerine bir kadın çıka geldi
ve:
– Ben Ukbe’yi de, evlendiği kadını da emzirmiştim, dedi.
Ukbe o kadına:
– Beni emzirdiğini bilmiyorum. Üstelik bunu bana hiç söylemedin,
dedi. Sonra da bineğine atlayıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
danışmak üzere Medine’ye gitti. Oraya varır varmaz meseleyi Peygamber aleyhisselâm’a
açtı.
Allah’ın Resûlü:
– “Mâdemki böyle deniyor; o kadınla nasıl evli
kalabilirsin?” buyurunca,
Ukbe ile karısı ayrıldı ve kadın bir başkasıyla evlendi.[1112]
* Günaha girme ve devamlı günah
işleme korkusu varsa kişi hemen o işten uzaklaşmalı. İşte sahabe böyle bir
şeyin fetvasını alır almaz hemen o işi bitiriveriyor, şüphe ve tereddüd göstermeden. [1113]
594. Hasan İbni Ali radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğunu kendisinden duyup ezberledim:
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!”[1114]
* Helal mi haram mı belli olmayan ve
şüpheli gözüken şeylerden uzak durmalı ve harama götüren bu yolu terketmelidir. [1115]
595. Âişe radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh’ın bir kölesi
vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını Ebû Bekir’e verir, o da bundan
yerdi.
Yine bir gün köle kazandığı bir şeyi getirdi, Ebû Bekir de
onu yemeğe başladı. Köle Ebû Bekir’e:
– Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun? diye sordu. Ebû
Bekir de:
– Söyle bakalım, neymiş? diye açıklamasını istedi. Köle
şunları söyledi:
– Falcılıktan anlamadığım halde, Câhiliye devrinde birine
falcılık yaparak adamı aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım
işe karşılık, işte bu yediğin şeyi çıkarıp verdi.
Bunun üzerine Ebû Bekir parmağını ağzına sokarak
yediklerinin hepsini kustu.[1116]
* Haram ve haram ihtimali bulunan
şeylerden daima uzak durmalı gerekirse ve mümkün olursa Ebu Bekir gibi o işe
hemen son vermelidir. [1117]
596. Nâfi’den rivayet edildiğine göre:
Ömer İbnü’l–Hattâb radıyallahu anh ilk hicret eden sahâbîlere
dörder bin, oğlu Abdullah’a da üç bin beş yüz dirhem maaş bağlamıştı.
Hz. Ömer’e:
– Oğlun da ilk hicret edenlerden biridir. Onun hakkını
niçin kıstın? diye sordular.
Hz. Ömer şunları söyledi:
– Oğlum babasıyla birlikte hicret etti. Bu sebeple yalnız
başına hicret edenlerle bir tutulamaz. [1118]
* Sorumluluk mevkiine gelenler
yakınlarını kayırma yoluna gitmemelidir. [1119]
597. Atıyye İbni Urve es–Sa’dî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir kul günaha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı
olmayan bazı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz.”[1120]
* Al-i İmran: 3/102’de belirtildiği
gibi müslüman sadece günahlardan değil günah ihtimali olan davranışlardan uzak
durmalıdır. [1121]
“Ey insanlar, boş, anlamsız, sahte ve kötü olan her şeyden
kaçıp Allah’a sığının. Gerçekten ben, onun tarafından gönderilmiş bir
uyarıcıyım.” (Zariyat: 51/50)
598. Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu
anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Allah Teâlâ müttakî, gönlü zengin, kendi halinde işiyle ve
ibadetiyle uğraşan kulunu sever.”[1122]
* Nasıl bir kul olacağımızı en özlü
bildiren bir hadis-i şerif. [1123]
599. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir sahâbî:
– Yâ Resûlallah! Hangi insan daha değerlidir? diye sordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Canıyla, malıyla Allah yolunda savaşan mü’min” buyurdu. O sahâbî:
– Sonra kimdir? diye sordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Dağ aralarına çekilip Rabbine ibadet eden kimse” buyurdu.
Bir başka rivayete göre ise:
“Allah’a karşı gelmekten sakınan ve kimseye zararı
dokunmayan adam” buyurdu.[1124]
600. Yine Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Pek yakında müslümanın en hayırlı malı, dinini fitnelerden
korumak için yanına alıp dağ başlarına ve otlak yerlere gideceği koyun
olacaktır.”[1125]
* Cihadın önemi 1286 ile 1353
numaralı hadisler arasında genişçe açıklanmıştır. Dini yaşamanın zorlaştığı,
helal lokma bulmanın imkansız olduğu zamanlarda bir köşeye çekilip dinini
yaşamaya çalışması kişi için en doğru yoldur. [1126]
601. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber mutlaka koyun
gütmüştür”
buyurdu. Bunun üzerine sahâbîleri:
– Sende mi güttün, yâ Resûlallah? diye sordular. Resûl–i
Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Evet, Mekkelilerin koyunlarını Karârît mevkiinde güderdim” buyurdu.[1127]
* Her peygamber çobanlık yaparak
insanların nasıl güdüleceğini yani idarecilik sanatını öğrenmişlerdir. [1128]
602. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“En hayırlı geçim yolunu tutanlardan biri, Allah için
savaşmak üzere atının dizginlerine yapışan kimsedir. O kimse savaşa çağıran
veya yardım isteyen bir ses duyunca, ölümü göze alıp atının sırtında o yana
doğru uçar veya ölümün kol gezdiği yerlere dalar.
Yahut bir tepenin başında veya bir vâdinin içinde
koyunlarını otlatan kimsedir. Bu zât namazını kılar, zekâtını verir, ölünceye
kadar Rabbine ibadet eder ve insanlara hep iyilik yapar.”[1129]
Altmış dokuzuncu bölümden hemen sonra onunla son derece
ilgili olan insanlarla bir arada yaşamanın kıymet ve değeri konusunu ele almış
bu konuyu kitabın muhtelif bölümlerinde ele aldığını burada tekrara gerek
duymadığını beyan ederek “İyi güzel olan şeyler ve yolunuzu Allah’ın
kitabıyla bulmada yardımlaşın.” (Maide: 5/2) hatırlatılarak insanların
arasına katılmanın tüm peygamberlerin ve son peygamberin ve onun kıymetli
halifelerinin, sahabe ve tabiin ve daha sonra gelen tüm müslümanların tuttuğu
yoldur. Mezhep imamları da bu görüşleri benimsemişlerdir. Kitabımızdaki değişik
pek çok bölümlerde de bu husus belirgin olarak ortaya konmuştur. (20 –21.
bölümler gibi)
Yani 5 hadis-i şerifte son çare son çözüm olarak bildirilen
69. bölüm muhtevası, kitabın genel muhtevasıyla ters düşer gibi görülmekteyse
de yapılması gereken işin insanlarla beraber olup onların eziyetlerine
katlanmak, onlara iyiliği emredip, kötülükten alıkoyacak bir hareketin içine
girmek Cuma ve cemaatlere katılmak, insanlarla beraber olup hayır ve zikir
meclislerini artırmak, hasta ziyareti, cenazeye katılmak, muhtaçlarla
ilgilenmek, cahillere yol göstermek ve daha başka iyiliklerde bulunma yolları
müslümanın ilk yapacağı işlerden olduğunu öğrenmekteyiz. Fakat bozukluk artıp
rahat yaşama imkanı kalmadığı anlarda ise son çare olarak insanlardan uzaklaşıp
dağ başlarına çıkmanın gereği vurgulanmaktadır. Yani 69. bölüm son çare,
sonuncu çaredir. 70. bölümdeki hususlar ise kitabın genel muhtevası olarak
yapılacak ilk yardım ve ilk işler cümlesinden hareket ve davranışlardır. [1130]
Bu bölümdeki beş ayet ve on hadis-i şeriften, mü’minlere
karşı alçak gönüllü olmanın gerektiğini, kafirlere karşı da sert ve zorlu
olunacağını, Allah katında en değerli olan kimsenin yolunu yordamını Allah ve
kitabıyla bulan kimse olduğunu, her şeyi bilen Allah’ın kötülükten sakınanları
da en iyi bildiğini, dünyada büyüklük taslamanın insana ahirette günahtan başka
bir şey kazandırmayacağını, Allah’ın alçak gönüllü olmamızı emrettiğini,
Allah’ın alçak gönüllü olanları yücelteceğini, küçük büyük demeyip herkese
selam vermenin gerekliliğini, peygamberimizin ne büyük tevazu örneği verdiğini,
hatta ailesinin hizmetinde bulunduğunu, ve yine hutbesini bile kesip insanlarla
ilgilendiğini hatta yemek yerken üç parmağını da yaladığını, yere düşen ekmek
ve taam parçalarını temizleyip yediğini, koyun bile güttüğünü, paça veya kürek
eti yemeğine bile davet edilse Rasulullah’ın icabet edebileceğini, dünyada
yükselen bir şeyi alçaltmanın Allah’ın değişmez bir kanunu olduğunu
öğreneceğiz. [1131]
“Ey peygamber senin yolunda giden mü’minlere, kol kanat
ger.” (Şuara:
26/215)
“Ey iman edenler! sizden kim dininden dönerse bilsin ki,
Allah yakında öyle bir toplum getirir ki O, onları sever, onlar da O’nu severler.
Mü’minlere karşı alçak gönüllü, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlere
karşı, onurlu ve şiddetlidirler.” (Maide: 5/54)
“Ey insanlar! Bakın biz sizi, bir erkekten ve kadından yarattık.
Sizi birbirinizi tanıyasınız diye, milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz
Allah katında şerefli ve itibarlı olanınız; yaşantısını, yolunu, yordamını
Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışanınızdır. Çünkü Allah, her şeyi bilendir, her
şeyden haberdar olandır.” (Hucurat: 49/13)
“... O halde ey insanlar siz, kendinizi temize çıkarmaya
kalkışmayın O, kimin yolunu kendi kitabıyla bulmaya çalıştığını daha iyi
bilir.” (Necm:
53/32)
“Yine A’raftakiler yüzlerindeki işaretlerinden tanıdıkları
kimselere şöyle seslenecekler: Ne sağladı size, mal mülk biriktirmeniz ve
büyüklük taslamanız. Allah’ın rahmetine erişemeyecekler diye yemin ettiğiniz,
bu cennete giren kimseler değil miydi? Onlara: Girin cennete size korku yok,
hüzün de duymayacaksınız, diye sesleniliyor.” (Araf: 7/48-49)
603. İyâz İbni Himâr radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ bana: O kadar mütevâzi olun ki, kimse kimseye
böbürlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin, diye bildirdi.”[1132]
* Tevazu sahibi yani alçak gönüllü
olmayan insan kendini beğenmiş zavallı bir zalim olmaktan öteye geçemez.
Allah peygamberine gönderdiği kitap
haricinde de vahyedebilir. Bu hadiste olduğu gibi. [1133]
604. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Sadaka vermekle mal eksilmez. Allah Teâlâ affeden kulunun
değerini artırır. Allah rızâsı için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.”[1134]
* Veren kimsenin malı devamlı
bereketlenir. Bu dünyada bereketinin yanı sıra ahirette ise sevabı artar.
Alçakgönüllü davrananı ise Allah yüceltir. [1135]
605. Enes radıyallahu anh
çocukların yanından geçerken onlara selâm verdi ve:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de çocuklara
böyle selâm verirdi, dedi.[1136]
* Selam herkese verildiği gibi
bilhassa çocuklara da verilmelidir ki İslami kurala alışmış olsunlar. [1137]
606.
Yine Enes radıyallahu
anh şöyle dedi:
Medineli bir adamın hizmetçisi Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’in elinden tutar, onu istediği yere kadar götürürdü.[1138]
* Toplumun her kesimine olduğu gibi
kölelere de alçak gönüllü davranan peygamberimizin ne kadar hoşgörülü
davrandığını, kimsenin durum ve seviyesine bakmaksızın ona faydalı olmaya
çalıştığını görmekteyiz. Kibirden zerre bile olmayan örnek şahsiyet son
peygamber. [1139]
607.
Esved İbni Yezîd şöyle
dedi:
Hz. Âişe’ye:
– Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem evinde ne
yapardı? diye sordular.
O da şu cevabı verdi:
– Ailesinin hizmetinde bulunurdu. Namaz vakti gelince de
namaza giderdi.[1140]
* İşte gerçek örnek şahsiyet
peygamberin evi içerisindeki yaşantısından bir kesit... Çarşıdan aldığı bir
malzemeyi kendisi taşıyıp başkalarına vermeyen “sahibinin taşıması daha
uygundur” diyen
peygamber. Namaz vakti gelince her işini bırakan peygamber... [1141]
608. Ebû Rifâ’a Temîm İbni Üseyd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe okurken
yanına vardım ve:
Yâ Resûlallah! Dinini bilmeyen bir garip geldi. Dinini
sorup öğrenmek istiyor, dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana dönüp
baktı. Hutbeyi kesip yanıma geldi. Hemen ona bir sandalye getirdiler. Üzerine
oturdu ve Allah Teâlâ’nın kendisine öğrettiği bazı şeyleri bana öğretmeye
başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek konuşmasını tamamladı.[1142]
* İslamı öğrenmek isteyen bir
kimseye verdiği hutbeyi bile kesen ve o kimseyle ilgilenen bir peygamber...
Davet ve islamî tebliğin ne derece önemli olduğu da burada belli olmuş oluyor. [1143]
609. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yemek
yediği zaman üç parmağını da yalardı ve bu konuda şöyle buyururdu:
“Herhangi birinizin lokması yere düştüğü zaman, bulaşan
şeyi temizleyip lokmayı yesin. Onu şeytana bırakmasın.”
Resûl–i Ekrem tabağın sıyrılmasını emrederek:
“Zira bereketin yemeğin neresinde bulunduğunu bilemezsiniz” buyurdu.[1144]
610. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamber mutlaka koyun
gütmüştür” buyurdu.
Bunun üzerine sahâbîleri:
– Sende mi güttün, yâ Resûlallah? diye sordular.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Evet, Mekkelilerin koyunlarını Karârît mevkiinde
güderdim” buyurdu.[1145]
611. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Eğer paça veya kürek eti yemeğe davet edilsem, derhal
giderim. Şayet bana kürek veya paça hediye edilse, hemen kabul ederim.”[1146]
612. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah’ın devesi Adbâ, yarışta birinciliği başkasına vermezdi;
yahut yarışı başkasına kolay kolay bırakmazdı. Bir gün binek devesine binmiş
bir bedevi geldi ve yarışta onu geçti. Bu durum müslümanlara pek ağır geldi. Bu
hali farkeden Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak, Allah’ın değişmez
kanunudur.”[1147]
* Yükselen her şeyin bir gün düşeceği
gerçeğini ve ilahi bir sırrı açıklayan bu hadiste de insanlar, devletler ve
herşeyin bir başlangıcı, yükselişi ve düşüşü olduğunu bize haber vermektedir. Allah’ın
değişmez kanunlarından birinin de bu olduğu bize duyurulmuş oldu. [1148]
Bu bölümdeki dört ayet ve dokuz hadis-i şeriften ahiret
nimetlerinin kendini beğenip büyüklük taslamayan ve böbürlenmeyenlere ait olacağını,
yeryüzünde büyüklük ve gösteriş yaparak yürünmeyeceğini, Allah’ın bu tip
kimseleri sevmeyeceğini, yeryüzünde Karun’un böyle kibirli olması dolayısıyla
kendi başına sarayı ile birlikte yok edildiğini, kalbinde zerre kadar kibir
bulunanın cennete giremeyeceğini, kibrin tarifinin: Hakkı kabul etmeyip
insanları küçümsemek olduğunu, kibrinden dolayı sol eliyle yemek yiyen birisine
Rasulullah’ın sağ elinle ye tavsiyesine yiyemem diye diretince yiyemez ol
bedduasına maruz kalıp bir daha sol elini ağzına götüremediğini,
cehennemliklerin katı kalbli, kaba, zorba, cimri ve kibirli kimseler
olduklarını, kibir alametlerini üzerinde taşıyan kimselere Allah’ın kıyamet
günü rahmet nazarıyla bakmayacağını ve korkunç azab hazırladığını, büyüklüğün
Allah’a mahsus olduğunu kendisinde bu sıfatın olduğunu kabul edenlere Allah’ın
cezalarını vereceğini öğreneceğiz. [1149]
“Ahiret yurduna gelince, biz orayı yeryüzünde büyüklük
taslamayan ve bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere ayırmış bulunuyoruz.
Çünkü sonuç, yolunu Allah’ın kitabıyla bulanlarındır.” (Kasas: 28/83)
“Yeryüzünde kibirlenerek yürüme; çünkü ne yeri yarabilirsin
ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” (İsra: 17/37)
“Kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde çalımlı
çalımlı yürüme. Şüphe yok ki Allah, kibirlenip övünenlerin hiç birini sevmez.” (Lokman: 31/18)
“Kârûn’da Musa’nın kavmindendi. Zenginliğiyle böbürlenerek
toplumu-na karşı şımardı da şımardı. Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki,
sadece anahtarlarını taşımak bile bir grup adama zor gelirdi. Soydaşları ona
demişti ki: “Servetinden dolayı böyle şımarma, Allah şımarıkları sevmez.
Öyleyse Allah’ın sana verdiklerinden yararlanarak, yalnızca ahiret yurdunda iyi
bir yer tutmanın yolunu ara; bu arada
tabii olarak dünyadaki nasibini de unutma ve Allah sana nasıl iyilikte
bulunduysa, sen de başkalarına öyle iyilikte bulun; yeryüzünde bozgunculuk
etmeyi isteme, çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” Kârûn onlara: “Bu servet,
bendeki bilgi sayesinde bana verildi, dedi.” Oysa Allah’ın ondan önceki
kuşaklardan ondan daha güçlü ve ondan daha fazla servet toplamış nicelerini,
kibirleri yüzünden yok ettiğini bilmiyor muydu sanki? Ama şu bir gerçektir ki;
Allah her suçlunun günahını bilir. Böyle azgın suçlular, günahlarından dolayı
sorguya çekilmezler, sorgulanmadan azaplandırılırlar.
Kârûn görkem ve debdebesi içerisinde toplumunun karşısına
çıktı. Dünya hayatına gözünü dikenler: “Ne olurdu bize de Kârûn’a verilenin bir
benzeri verilseydi. Şüphe yok ki, o ne büyük devlet sahibi”, dediler.
Kendile-rine vahiyden bilgi verilenler ise: “Yazıklar olsun size, iman edip
doğru dürüst işler yapanlar için, Allah’ın mükafatı daha hayırlıdır. Bu
mükafata da ancak her türlü güçlüklere göğüs gerebilenler kavuşabilir.” Ve
sonunda Kârûn’u da sarayını da yerin dibine geçirdik. Ona Allah’a karşı yardım
edecek bir kimse bulunmadı. Kendisinin de kendisine bir yardımı dokunamadı.” (Kasas: 28/76-81)
613. Abdullah ibni Mes’ud (r.a.)'den rivayet edildiğine göre
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kalbinde zerre kadar kibir olan
kimse cennete giremez.” Bunun üzerine sahabiden biri: -İnsan elbise ve
ayakkabısının güzel olmasını arzu eder, deyince Rasullullah şunları söyledi:
“Allah güzeldir, güzeli sever,
kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.”[1150]
* Kibir kelimesinin gerçek tarifi ve güzel elbise ve
ayakkabı giymenin kibirle alakalı olmadığı ne güzel açıklanıyor. [1151]
614. Seleme İbni Ekva’ radıyallahu
anh şöyle dedi:
Adamın biri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanında sol eliyle yemek yiyordu. Resûl–i Ekrem ona:
– “Sağ elinle ye!” buyurdu. Adam:
– Yapamıyorum, diye cevap verdi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adama:
– “Yapamaz ol!” buyurdu.
Seleme’nin dediğine göre adam kibirinden dolayı böyle
söylemişti. Resûlullah’ın bedduasını alınca, elini ağzına götüremez oldu.[1152]
615. Hârise İbni Vehb radıyallahu
anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim, dedi:
“Size cehennemliklerin kimler olduğunu söyleyeyim mi? Katı
kalbli, kaba, cimri ve kurularak yürüyen kibirli kimselerdir.”[1153]
616. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem:
– Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet:
– Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini şöyle
halletti:
– Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle
merhamet ederim.
Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle
azâb ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım.”[1154]
* Müslüman fırsat elde iken hayatını
gözden geçirmeli, davranışlarına çeki düzen verip yapılacak iyiliklerle cenneti
elde etme yolunda gayretini artırmalı cehenneme gitmemelidir. [1155]
617. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Böbürlenerek elbisesini yerde sürüyen kimsenin suratına
Allah Teâlâ kıyamet gününde bakmaz.”[1156]
618. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ kıyamet gününde üç kişiyle konuşmaz, onları
temize çıkarmaz, suratlarına bile bakmaz; üstelik onlar korkunç bir azâba
uğrarlar.
Bunlar; zina eden ihtiyar, yalan söyleyen hükümdar,
kibirlenen fakirdir.”[1157]
* Kibirli kimse de kıyamet günü yüzüne bakılmayacak
kimselerden olacaktır. [1158]
619. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
dedi:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Yücelik ve kudret (izzet) benim izârım, büyüklük de benim ridâm
sayılır. Bunlardan biri kendisinde de varmış gibi davranan olursa, onun
cezasını veririm.”[1159]
* Büyüklük ve yücelik sadece Allah’a
ait bir sıfattır. Bu sıfatı kendinde görmek isteyenler büyüklük
tasladıklarından Allah’ın azabına uğrarlar. [1160]
620. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Vaktiyle kendini beğenmiş bir adam güzel elbisesini
giymiş, saçını taramış, çalım satarak yürüyordu. Allah Teâlâ onu yerin dibine geçiriverdi.
O şahıs kıyamete kadar debelenerek yerin dibini boylamaya devam edecektir.”[1161]
* Peygamberimiz “Allah
güzeldir, güzeli sever” demekle
güzellikleri yasaklamamış ve yine “Allah kuluna verdiği nimeti onun
üstünde görmekten hoşlanır” demekle kişinin içinde bulunduğu durumu dışa aksettirmesinin mahzurlu
olmadığını da bildirmiştir. Kasas: 28/76-81 de belirtildiği gibi kendi başına
sarayı ve hazineleriyle birlikte yerin dibine batırılan Karun ve aynı dönemin
müstekbir idarecileri olan Firavun ve Haman’ın sonları da helâkle
neticelenmiştir. Müslüman böyle zalimlere imrenmemelidir. [1162]
621. Seleme İbni Ekva’ radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu:
“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zalimler grubuna
kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.”[1163]
* Zalim ve müstekbirlere imrenmemeli,
çünkü “Bir topluma benzeyen onlardan sayılır” hadisine göre kibirlilerle beraber
o kişi cehenneme yuvarlanır, onlarla beraber olur. [1164]
Bu bölümdeki iki ayet ve onbir hadisten, peygamberimizin
büyük bir ahlak üzere olduğunu, gerçek ahlaklı mü’minlerin insanları affedip
öfkelerini yutan kimseler olduğunu, insanların en güzel ahlaklısının Rasulullah
olduğunu, hatta yıllarca hizmet eden bir kimseye bile niçin böyle yaptın bile
demediğini, ve her türlü hediyeyi kabul ettiğini, iyilik ve günahın nasıl tarif
edildiğini, en hayırlı kimsenin ahlakı en güzel olan kimse olduğunu, kıyamet
günü kulun terazisinde en ağır şeyin güzel ahlak olduğunu, Allah’ın çirkin
hareket ve sözlerden hoşlanmadığını, cennete götürecek şeylerden birisinin
güzel ahlak olduğunu, cehenneme götürecek şeylerden ikisinin de dil ve cinsel
organ olduğunu, en mükemmel insanın iman sahibi ve huyu iyi olup kadınlara
karşı hayırlı olan kimse olduğunu, güzel ahlaklı kişinin çok büyük derecelere
ulaşacağını, iyi huylu kimseye cennetin en yüksek yerlerinden köşk verileceğini
ve peygambere en yakın kimselerden olacağını öğreneceğiz. [1165]
“Ey peygamber! Sen üstün bir hayat tarzına ve yüksek bir
karaktere sahipsin.”
(Kalem: 68/4)
“... O mü’minler ki öfkelerini kontrol altında tutarlar ve
insanları affederler. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran: 3/134)
622. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem insanların en
güzel ahlâklısı idi.[1166]
* Enbiya: 21/107 ve Kalem: 68/4 de
olduğu gibi görünüşte de “İnsanların en güzeli ve en yakışıklısı idi.”[1167] Kendisi ahlaklı olup iyi ahlaklı
çocuk yetiştirmek isteyenler peygamberi örnek almalılar. [1168]
623. Yine Enes radıyallahu anh
şöyle dedi:
Ben Resûlullah’ın ellerinden daha yumuşak ne bir atlasa ne
de bir ipeğe dokundum.
Resûlullah’ın kokusundan daha hoş bir râyiha koklamadım.
Resûlullah’a tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile
“öf!” demedi. Yaptığım bir şeyden dolayı “Niye böyle yaptın?”, demediği gibi,
yapmadığım bir şey sebebiyle “Şöyle yapsan olmaz mıydı?” da demedi.[1169]
* Rasulullah’ın kendisine hizmet eden
bu sahabi Peygamberimiz (s.a.v.)’in her yönüyle fiziki, ruhi, ahlaki
güzelliklerden bize bahsetmiş oldu. [1170]
624. Sa’b İbni Cessâme radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir yaban
eşeği hediye etmiştim. Fakat Resûlullah onu kabul etmeyip bana geri verdi.
Yüzüme bakıp da üzüldüğümü görünce:
“Hediyeni ihramda olduğumuz için almadık” buyurdu. [1171]
* Hac ve umre için ihramda olan
kimseye yasak olan şeylerden (avlanmak ve av eti yemek yasak) olduğu için kabul
etmemiştir. [1172]
625. Nevvâs İbni Sem’ân radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e iyilik ve
kötülüğün ne olduğunu sordum. Buyurdu ki:
“İyilik güzel ahlâktan ibarettir.
Günah ise kalbini tırmalayıp durduğu halde insanların
bilmesini istemediğin şeydir.”[1173]
* Kalbi tırmalayan ve başkasına
sorma ihtiyacı duyulan her şey şüphelidir, uzak durmak gerekir değilse kişi o
şüphelilere yaklaştıkça harama düşer. [1174]
626. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerinde
ve hareketlerinde hiçbir çirkinlik bulunmadığı gibi, çirkin olan hiçbir şeye de
özenmezdi. Şöyle buyururdu:
“Hayırlınız, ahlâkı güzel olanınızdır.”[1175]
* Yeryüzünde en iyi en hayırlı
kimselerden mi olmak istiyorsun? Öyleyse islam ahlakıyla ahlaklan, Kur’an
ahlakıyla yaşa, en güzel kimselerden olursun. [1176]
627. Ebu’d Derda (r.a.)'den bildirildiğine göre Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyamet gününde mü’minin
terazisinde güzel ahlaktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah çirkin hareketler
yapan ve kötü sözler söyleyen her kişiden nefret edip buğzeder ve onları
sevmez.”[1177]
628. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye
soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu.
– İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye
sorulunca da:
– “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu.[1178]
* İşte cehenneme ve cennete götürecek
iki huy ve iki organ. Öyleyse o iki organı Allah’ın istediği şekilde ve
yerlerde kullanalım ki cennete girmiş olalım. [1179]
629. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi
olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.”[1180]
* Müslüman bütün insanlara özellikle
aile ferdlerine iyi davranır. Eşine iyi davranan kimseler hayırlı kimselerdir. [1181]
630. Âişe radıyallahu anhâ
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece
namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.”[1182]
* Güzel ahlak sahibi de bu
özelliğiyle namaz kılıp oruç tutan kimseler gibi sevap kazanır. [1183]
631. Ebû Ümâme el–Bâhilî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Haklı bile olsa çekişip didişmeyen kimseye cennetin
kenarında bir köşk verileceğine ben kefilim.
Şakadan bile olsa yalan söylemeyen kimseye cennetin
ortasında bir köşk verileceğine kefilim.
İyi huylu kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk
verileceğine kefilim.”[1184]
* Cennette köşk sahibi olmak istersen
bu hadisteki hususiyetlere sahip olup faydasız münakaşalardan uzak durulup şaka
bile olsa yalan söylememeli ve iyi huylu olmalıdır. [1185]
632. Câbir ibni Abdullah radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“İyi huylu olanlarınız, içinizde en çok sevdiğim ve kıyamet
günü bana en yakın mesafede bulunacak kimselerdir. Güzel sohbet ediyor dedirmek
için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf
edenler ve bilgiçlik etmek için lugat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet
günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir.”
Ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Güzel sohbet ediyor dedirmek için uzun
uzun konuşanları, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenleri
biliyoruz. Fakat bilgiçlik taslamak için lugat paralayanlar (mütefeyhik)
dediğiniz kimlerdir? diye sorduklarında:
– “Kibirlenen kimselerdir” cevabını verdi.[1186]
* Peygamberimize cennette en yakın
olan kimselerden olmak istiyorsan iyi ahlaklı olmalısın. 1739 numaralı hadiste
belirtildiği gibi yapmacık tavırlarla konuşan kimseleri Allah sevmez. Değişik
kimselere benzemeye çalışarak özentili konuşmak iyi bir huy değildir. [1187]
Bu bölümdeki dört ayet ve on bir hadis-i şeriften; öfkesine
sahip olan ve insanları bağışlayan kimselere cennetin hazırlandığını, affetmek
ve iyilik yolunu bulup kendini bilmezlere aldırmamamız gerektiğini kötülükleri
iyiliklerle önlemek gerektiğini sabredip bağışlamanın en değerli bir davranış
olduğunu, yumuşak huyluluk ve acele etmeksizin sabırla hareket etmeyi, Allah’ın
sevdiğini; her işte kolaylık getirilmesinin Allah’ı memnun edeceğini, Allah’ın
zorluk çıkaranlara vermediği başarı ve
sevabı kolaylık gösterenlere vereceğini, kolaylığın bulunduğu yerde güzelliğin
de olduğunu, kolaylık göstermek üzere gönderilmiş bir ümmet olduğumuzu,
müjdeleyip nefret ettirmememiz gerektiğini, yumuşak davranmayan kimsenin bütün
hayırlardan mahrum kalacağını, kızmamanın en büyük ahlâki değerlerden olduğunu.
Her yerde ve her işte güzellikle muamele edilmesi gerektiğini hatta bir hayvanı
boğazlarken bile bıçağı bileyip hayvana eziyet edilmemesi gerektiğini,
Rasûlüllah’ın serbest bıraktığı işlerde günah değilse en kolay olanın
seçildiğini, Cehennem’in yakmayacağı kimselerin hangi ahlakta olduklarını,
öğreneceğiz. [1188]
“...Onlar ki öfkelerini kontrol altında tutarlar ve
insanları affederler. Çünkü Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran: 3/134)
“Ey Peygamber! Sen affetmek yolunu tut, iyilik ve güzel
davranışla emret, cahillerden yüz çevir.” (Araf: 7/199)
“İyilikle kötülük asla bir olmaz, sen kötülüğü en güzel
olan şeyle sav. O vakit seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, candan bir
dost gibi olur. Bu güzel davranış ve duyguya, ancak öfkesine engel olmak ve
eziyetlere katlanmak suretiyle nefsiyle cihad edip sabreden kimse elde eder. Bu
güzel davranışı da ancak hayır ve mutluluktan bol nasibi olan elde eder.” (Fussılet: 41/34-35)
“Kim yapılan eziyetlere sabreder, yapılan kötülüklere de
intikam almayıp affetme yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer
işlerdendir.” (Şura:
42/43)
633. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdülkaysoğullarından
Eşecc’e:
“Sende Allah’ın sevdiği iki özellik vardır: Yumuşak huyluluk
ve ihtiyatkârlık”
buyurdu.[1189]
* Allah’ın sevdiği huylardan ikisi
de bu hadis-i şerifte sayılmış oldu. [1190]
634. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ kullarına lutufkârdır. Onlara her işte
kolaylık gösterilmesine memnun olur.”[1191]
635. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ kullarına lutufkârdır. Onlara kolaylık
gösterilmesine memnun olur. Zorluk çıkaranlara ve başkalarına vermediği
başarıyı ve sevabı, kolaylık gösterenlere verir.”[1192]
636. Yine Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Nerede kolaylık varsa, orada güzellik vardır. Kolaylığın
bulunmadığı her şey çirkindir.”[1193]
637. Ebû Hüreyre radıyallahu anh
şöyle dedi:
Bedevînin biri Mescid–i Nebevî’de küçük abdestini bozmuştu.
Sahâbîler onu azarlamaya kalkıştı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Adamı kendi haline bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova
(veya büyük bir kova) su dökün. Siz kolaylık göstermek için gönderildiniz,
zorluk çıkarmak için değil.”[1194]
638. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz,
ürkütmeyiniz.”[1195]
639. Cerîr İbni Abdullah radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim, dedi:
“Yumuşak davranamayan kimse, bütün hayırlardan mahrum
kalmış sayılır.”[1196]
640. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– Bana öğüt ver, dedi. O da:
– “Kızma!” buyurdu.
O zât isteğini birkaç defa tekrarladı.
Resûl–i Ekrem de her defasında “Kızma!” buyurdu.[1197]
641. Ebû Ya’lâ Şeddâd ibni Evs radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ her varlığa iyi davranılmasını emretmiştir.
Öyleyse canlı bir varlığı öldürmeniz gerektiğinde, bu işi can yakmayacak şekilde
yapın. Bir hayvanı boğazlayacağınız zaman, ona eziyet vermeyecek güzel bir
şekilde kesin. Bu işi yapacak olan kimse bıçağını iyice bilesin, hayvana acı
çektirmesin.”[1198]
* Her türlü yaratığa yumuşak bir
tarzda davranılmalıdır. Hayvanları bile boğazlarken sıkıntı çektirilmemesi de
tavsiye edilen iyi huylardandır. [1199]
642. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki şeyden
birini yapma konusunda serbest bırakıldığı zaman, günah olmadığı takdirde
mutlaka onların en kolayını seçerdi. Yapılacak şey günah ise, ondan en uzak
duran kendisi olurdu. Allah’ın yasakları çiğnenmediği sürece şahsı adına hiçbir
şeyden dolayı intikam almamış; Allah’ın yasağı çiğnenmişse, onun cezasını
mutlaka vermiştir.[1200]
643. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cehenneme kimin girmeyeceğini veya cehennemin kimi
yakmayacağını size haber vereyim mi? Cana yakın olan, herkesle iyi geçinen,
yumuşak başlı olup insanlara kolaylık gösteren kimseleri cehennem yakmaz.”[1201]
“Sen af yolunu tut, iyilik ve güzel davranışlarla emret,
cahillerden yüz çevir.” (Araf: 7/199)
“...Güzellikle suç bağışla ve hoşça vazgeç onlardan.” (Hıcr: 15/85)
“....Affedip bağışlayıp, aldırış etmeyin... Allah’ın sizi
bağışlamasını sevip arzu etmez misiniz?” (Nur: 24/22)
“O müminler ki, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve
insanları affederler, çünkü Allah iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran: 3/134)
“Kim eziyetlere sabreder, yapılan kötülüklere de intikam
almayıp affetme yoluna tutarsa, şüphesiz bu hareketi yapmaya değer
işlerdendir.”
(Şura: 42/43)
644. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:
– Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün
yaşadın mı? diye sordu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
cevap verdi:
– “Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu
kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in
oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri
dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar
kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni
gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı
farkettim. Cebrâil bana seslenerek:
– Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye
etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana
Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi.
Sonra da:
– Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb–ı Hak
işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana
gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına
geçireyim, dedi. O zaman:
– Hayır, ben Cenâb–ı Hakk’ın onların soylarından sadece
Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını
dilerim, dedim.”[1202]
645. Yine Âişe radıyallahu anhâ
şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah
yolunda savaşma hali dışında, ne bir kadına ne bir hizmetçiye, kısacası hiçbir
kimseye eliyle vurmadı. Kendisine fenalık yapan kimseden intikam almaya
kalkmadı. Yalnız Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden
Allah adına intikam alırdı.[1203]
646. Enes radıyallahu anh şöyle
dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber
yürüyordum. Üzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir
hırka vardı. Bir bedevî Resûl–i Ekrem’e yetişerek hırkasını sertçe çekti.
Hırkanın boynuna gelen kısmına baktım, bedevînin sertçe çekmesinden dolayı
hırkanın kenarı boynuna oturmuştu. Daha sonra bedevî:
– Ey Muhammed! Elinde bulunan Allah’a ait mallardan bana da
verilmesini söyle, dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bedevîye
dönüp güldü. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti.[1204]
647. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in,
peygamberlerden birinin halini anlatışı hâlâ gözümün önündedir. O peygamberi
kavmi dövüp kanlar içinde bırakmışlardı. O bu haldeyken bile yüzündeki kanları
silerken şöyle diyordu:
“Allah’ım kavmimi bağışla! Çünkü onlar doğruyu
bilmiyorlar.”[1205]
648. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yiğit dediğin, güreşte rakibini yenen kimse değildir; asıl
yiğit kızdığı zaman öfkesini yenen adamdır.”[1206]
“O mü’minler ki, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve
insanları affederler çünkü Allah iyilik
yapanları sever”
(Al-i İmran: 3/134)
“Kim eziyetlere sabreder yapılan kötülüklere de intikam
almayıp affetmek yolunu tutarsa, şüphesiz bu hareket yapılmaya değer
işlerdendir.”
(Şura: 42/43)
649. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre bir adam:
– Yâ Resûlallah! Benim akrabam var. Ben kendilerini ziyaret
ediyorum, onlar bana gelip gitmiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana
kötülük ediyorlar. Ben onlara anlayışlı davranıyorum, onlarsa bana kaba
davranıyorlar, dedi.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “Eğer dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yutturmuş
oluyorsun. Sen böyle davrandıkça, Allah’ın yardımı seninle beraberdir.”[1207]
* Güzel bir benzetmeyle kötü durumu
anlatılan böyle bir kimse nasıl ızdırap çeker mide ve barsakları yanıp
kavrulmaya başlar susuzluk hisseder ne kadar su içerse içsin susuzluğu ve
harareti bir türlü dinmez böylelikle de sıkıntı ve ızdırabı hiçbir türlü hafiflemez.
Akrabasının yaptığı iyiliklere teşekkür etmesi gerekirken
fenalık yapan nankör kimse Allah’a da şükretmiyor demektir. Böyle kimsenin
yedikleri karnında ateş olup kendisini perişan edecektir. Böyle davranmaya
devam eden kimsenin yanında daima Allah yardımcıdır veya Allah’ın
görevlendireceği bir yardımcı olacaktır.
Akraba ile ilgiyi kesmemek dinimizin emirlerindendir. Onlar
ziyaret etmese ve iyilik yapmasa bile bizim onlarla bağımızı koparmamamız
gerekmektedir. İlgi kesenlerin dünyada ateş ve sıcak kül yemiş gibi
ızdırap duydukları ahirette ise Allah’ın
azabına çarptırılacakları kesindir. [1208]
“...Her kim Allah’ın mukaddes emir ve buyruklarına saygı
gösterip o haramlara dokunmaktan korkup sakınırsa bu durum Allah katında daha
hayırlıdır.”
(Hacc: 22/30)
“Ey iman edenler! Eğer siz, Allah’ın dinine ve davasına
yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı İslam hakkını koruma
yolunda sağlam tutar.” (Muhammed: 47/7)
650. Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el–Bedrî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Bir adam Peygamber aleyhisselâm’a gelerek:
– Filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, bu
yüzden bazan sabah namazına gelemiyorum, dedi.
Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i hiçbir
konuşmasında o günkü kadar öfkeli görmedim. Şöyle buyurdu:
– “İnsanlar! İçinizde nefret ettiren kimseler var! Kim
imamlık yaparsa, namazı kısa kıldırsın; zira arkasındaki cemaatin içinde
yaşlısı var, çocuğu var, iş güç sahibi olanı var.”[1209]
* Namaz kıldıran kimselere ve
imamlara bir uyarı niteliğinde kendi başına ve nafile namaz kılanlara
istedikleri kadar uzun okuyabilecekleri serbertisini vermiştir. Öfkelenme her
zaman kötü bir davranış olmasına rağmen dini bir sebep olursa meşru
sayılabilir. [1210]
651. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Evimin sofasını üzerinde resimler bulunan bir perde ile
ayırdığım gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seferden
dönmüştü. Resimli örtüyü görünce yüzü renkten renge girdi ve onu çekip kopardı.
Sonra da bana şunları söyledi:
– “Âişe! Kıyamette insanların en şiddetli azâb görenleri,
yaptıklarını Allah’ın yarattığına benzetenlerdir.”[1211]
* Tevhid inancına gölge düşüren hiç
bir şeye tahammül edemeyen peygamberimiz perdeyi imha etti saygı duyulmayacak şekilde
kullanılmasına yani yastık yapılıp üzerine yaslanılmasına veya pas pas yapıp
ayak altında çiğnenmesine müsaade edilebilirler (yine bu konuda 1682 hadise
bakınız). [1212]
652. Yine Hz. Âişe’den rivayet
edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu
Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:
– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:
– Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka
kimse cesaret edemez, dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem ile konuştu.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:
– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için
aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden
soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık
yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı
Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”[1213]
* Allah’a ait bir hakkı affetmeye ne
devlet reisinin ne de bir peygamberin yetkisi yoktur. Ceza verilirken kadın
erkek zengin fakir garip şerefli ayrımı yapmak yoktur. Bu ayrım toplumların
helakine sebeptir. Geçmiş toplumlar bu tip hareketlerinden dolayı helak
olmuşlardır. Onlardan ibret almak gerekir. [1214]
653. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mescid’in
kıble duvarında bir tükürük gördü. Buna pek üzüldüğü yüzünden belli oldu. Hemen
kalkıp onu eline aldığı bir çakıl taşıyla kazıdı. Sonra da şunları söyledi:
“İnsan namaza durduğu zaman Rabbine yönelmiş olur. Rabbi
ise kendisiyle kıble arasındadır. O halde hiçbiriniz kıbleye karşı tükürmesin.
Mecbur kalınca (cami dışında iken) sol tarafına veya ayağının altına tükürsün.” Sonra cübbesinin bir ucunu tuttu,
içine tükürüp kumaşı katladı “Veya böyle yapsın” buyurdu.[1215]
* Tüm cami ve mescidler ibadethane
oldukları için oralara saygı göstermek kirli elbiselerle ve kirletecek şeylerle
oralara girmemeli ve gerekli temizliğe riayet edilerek tükürük ve benzeri
şeylerle oraları kirletmemelidir. Mendil, peçete vb. şeyler kullanılabileceğini
bizzat peygamberimiz (s.a.v.) göstererek tarif ediyor. [1216]
“Sana uyup seni izleyen
mü’minlere, kol kanat ger.” (Şuara: 26/215)
“Şühesiz ki Allah adaleti ve
iyilik yapmayı, yakınları karşı cömert olmayı emredip aklen ve dinen çirkin
olan ve kötü görünen şeylerle,
haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size böylece düşünesiniz diye öğüt
veriyor.” (Nahl:
16/90)
654. İbni Ömer radıyallahu anhümâ
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden
sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek,
ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır
ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da
sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz
sürüden sorumlusunuz.”[1217]
655. Ebû Ya’lâ Ma’kıl İbni Yesâr radıyallahu
anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim, dedi:
“Cenâb–ı Hakk’ın, yönetici yaptığı bir kimse, yönettiği
insanları aldatarak ölürse, Allah Teâlâ ona cennet yüzü göstermez.”[1218]
Bir başka rivayette:
“Onlara sahip çıkıp korumazsa, cennetin kokusunu duyamaz”, şeklindedir.[1219]
Müslim’in bir rivayetinde de şöyledir:
“Müslümanların işlerini üstlenip de onlar için çalışıp
çabalamayan hiçbir yönetici, onlarla birlikte cennete giremez.”[1220]
* Aileyi toplumu yöneten kimselere
çok önemli bir iş yüklenmiştir. Sorumluluktan kurtulabilmek için idaresi
altında bulunan kimseleri kollayıp gözetmeli ve her türlü zarardan korumaları
gerekir. Müslüman idareciler yönettikleri kimselere zulmederlerse samimi
düşünce taşımayıp, haksızlık ederlerse cennete giremeyeceklerdir. [1221]
656. Âişe radıyallahu anhâ şöyle
dedi:
Benim şu evimde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işittim:
“Allahım! Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara zorluk
çıkaran kimseye sen de zorluk çıkar. Ümmetimin yönetimini üstlenip de onlara
yumuşak davrananlara sen de yumuşaklık göster.”[1222]
* Ümmetini çok seven bir peygamber,
onların incinmesini istemediği için böyle dua ediyordu. Bizi bu kadar seven
peygamberimize devamlı salavat getirmeliyiz
Böyle kötü ve merhametsiz idarecilere peygamberimizin
bedduası hemen tesirini gösterir. [1223]
657. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “İsrâiloğullarını peygamberler yönetirdi. Bir peygamber
ölünce, yerine bir başka peygamber geçerdi. Fakat benden sonra peygamber
gelmeyecek, birçok halifeler gelecektir.”
Bunun üzerine ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Bize bu konuda ne yapmamızı emredersin?
diye sordular.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
– “Halifelere başa geçiş sırasına göre bîat edin. Sonra
onlara karşı görevinizi yapıp itaat edin. Onlar size karşı görevlerini
yapmazlarsa, Allah’tan size yardım etmesini isteyin. Zira size karşı
görevlerini yapıp yapmadıklarını Cenâb–ı Hak onlardan soracaktır.”[1224]
* Yöneticileri bu dünyada yönettiklerine
karşı sorumlu tutacak bir makam yoksa bile Allah kıyamet günü onlara bu işin
hesabını mutlaka soracaktır. [1225]
658. Âiz İbni Amr radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre, kendisi Ubeydullah İbni Ziyâd’ın yanına girmiş ve ona
şunları söylemiştir:
– Oğlum! Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
“Yöneticilerin en kötüsü insafsız ve katı kalpli olanlardır” buyururken
dinledim. Sakın sen o yöneticilerden olma![1226]
* Zulmeden yöneticiler bazen ikaz
edilip uyarılmalı ve kendilerinden halka
iyi davranmaları istenmelidir. Bu da idare edilenlerin idarecilere karşı
görevleri arasındadır. [1227]
659. Ebû Meryem el–Ezdî radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre, kendisi Muâviye radıyallahu anh’a
şöyle dedi:
Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
buyururken dinledim:
– “Allah Teâlâ bir kimseyi müslümanların başına idareci
yapar, o da halkın işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının
giderilmesine engel olmaya kalkarsa, kıyamet gününde Allah Teâlâ da onun
işlerinin bitirilmesine, ihtiyaç ve sıkıntılarının giderilmesine engel olur.”
Bunun üzerine Muâviye, halkın ihtiyaçlarını tesbit etmek
için bir adamını görevlendirdi.[1228]
* İdareci halktan kopuk vaziyette
yaşamamalı onlarla iç içe olup dertlerini sıkıntılarını öğrenip yardımlarına koşmalıdır.
Topluma kapılarını kapayan onlarla ilgilenmeyen idareciler kıyamette Allah’dan
hiç bir yardım göremeyeceklerdir. [1229]
“Şüphesiz Allah adaleti ve iyilik yapmayı emrediyor...” (Nahl: 16/90)
“Ey mü’minler her zaman ve zeminde hep insaflı olun ve
inanalara eşit davranın. Şüphesiz Allah insaflı olan ve eşit davrananları
sever.” (Hucurat:
49/9)
660. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge
bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlar:
Adaletli devlet reisi, Rabbine ibadet ederek yetişen genç,
gönlü mescidlere bağlı kimse, birbirlerini Allah rızâsı için seven ve
buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve
güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince ‘Ben Allah’tan korkarım’
diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar
gizli sadaka veren adam, tenhâda Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişidir.”[1230]
* Mahşerin dehşetli sıcağında ve
gölgenin bulunmadığı yerde Allah bu yedi tür insanı kendi özel gölgesinde
barındıracaktır.[1231]
661. Abdullah İbni Amr İbni’l–Âs radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde
adaletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan
yüksek koltuklar üzerinde otururlar.”[1232]
662. Avf İbni Mâlik radıyallahu anh
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Devlet başkanlarınızın en hayırlısı, sizi seven ve sizin
tarafınızdan sevilen, size dua eden ve sizin duanızı alan kimselerdir. Devlet başkanlarınızın
en kötüsü de, size buğzeden ve sizin buğzunuza hedef olan, size lânet eden ve
lânetinizi alan kimselerdir.”
Bunun üzerine:
– Yâ Resûlallah! Onlara karşı tavır takınalım mı? diye
sorduk. Bize şu cevabı verdi:
– “Aranızda namaz kıldıkları sürece, hayır. Aranızda namaz
kıldıkları sürece, hayır.”[1233]
* İslam devletinin yöneten kimseler
dinin direği olan namazı kıldıkları ve açıkça Allah’a karşı gelmedikleri sürece
onlara isyan etmemelidir. [1234]
663. İyâz İbni Himâr radıyallahu anh
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar:
Âdil ve başarılı devlet başkanı,
Yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yufka
yürekli olan kişi,
Ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp
kimseden bir şey istemeyen adamdır.”[1235]
* Geçindireceği kimseleri
geçindirirken harama el uzatmadan dilenmeksizin hayatını devam ettiren
kimselerde cenneti kazanacaklardır. [1236]
Bu bölümdeki bir ayet ve on bir hadis-i şeriften Allaha,
Rasûlüne ve müslüman olan idarecilere itaat edilmesi gerektiğini, günah
işlemesi emredilmediği sürece müslüman idarecilere itaatin gerektiğini ve bu
itaatin gücümüz yettiği kadar olacağını siyasi otoritesini kabul edip elini sıktığımız
müslüman idareciye sebepsiz yere itaatsizlik edersek Allah’ın huzuruna
tutunacağımız bir delil bulunmaksızın çıkacağımızı müslümanların müslüman olan
devlet başkanlarına bağlılık sözü vermeden ölen kimselerin cahiliye devrinde
ölmüş gibi muamele göreceğini, islam cemaatinden ayrılarak ölen kimsenin de
yine cahiliye döneminde ölmüş gibi muamele göreceğini, ırkı ve şekli ne olursa
olsun tayin olunan müslüman yöneticiye itaatin gerektiğini, İslam devletinin
devamı için her durumda itaatin devam edeceğini, İslami yönetimde birden fazla
idareci ortaya çıkarsa ikincisinin başının vurulacağını, idareci idarecilikten,
idare edilenlerin de kendilerinden sorumlu olduğunu, müslüman idarecilere karşı
hakkımız gasp edilirse hakkımızı Allah’tan isteyeceğimizi müslüman devlet
başkanına itaat edenin peygambere itaat etmiş gibi olacağını peygambere itaat
edenin de Allah’a itaat etmiş gibi olacağını müslüman devlet başkanından hoşa
gitmeyen bir şey görenin sabretmesi gerektiğini kim de devlet başkanına ihanet
ederse Allah’ın onun cezasını vereceğini, öğreneceğiz. [1237]
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasûlune itaat edin
ve sizin gibi müslüman olan, kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara da
itaat edin.”
(Nisa: 4/59)
664. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bir müslümanın, günah işlemesi emredilmediği sürece,
sevdiği veya sevmediği bütün konularda devleti yöneten kimseye itaat etmesi
şarttır. Bir günah işlemesi emredildiği zaman ise kimseyi dinleyip itaat
etmez.”[1238]
* Allah’a ve onun emirlerine karşı gelmek söz konusu olduğu zaman hiçbir
kula itaat edilmez. Bu kişi anne baba ve idareci bile olsa (bkz. Ankebût: 29/8,
Lokman: 31/15). [1239]
665. Yine İbni Ömer radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sözünü
dinleyip itaat etmek üzere bîat ettiğimiz zaman bize:
“Gücünüz yettiği kadar” buyururdu.[1240]
* Ümmetine karşı pek şefkatli olan
peygamberimiz kendisine biat ederlerken “gücümüz yettiği kadar” demelerini
isterdi.
[1241]
666. Yine İbni Ömer radıyallahu
anhümâ Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken
dinledim, dedi:
“Kim bağlılık sözü verdiği devlet başkanına karşı sebepsiz
yere itaatsizlik ederse, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın huzuruna, tutunacağı hiçbir
delili bulunmaksızın çıkar. Devlet başkanına bağlılık sözü vermeden ölen kimse,
Câhiliye devrinde ölmüş gibi olur.”[1242]
Yine Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:
“Cemaatten ayrılarak ölen kimse, Câhiliye devrinde ölmüş
gibi olur.”[1243]
* İslam cemaati dediğimiz aynı ruh
aynı şuur aynı inanç etrafında kenetlenmiş insan topluluklarından bir kimse bu
cemaatten ayrılacak olursa, İslamdan önceki hal üzere ölmüş sayılır. Çünkü
cahiliye döneminde herkes kendi başına bir buyruktu, bağlı oldukları sözünü
dinleyecekleri bir başkan reis vs. yoktu. O devir kargaşa ve Allaha inanmamanın
sembolü olduğu için müslüman bir devlet başkanının siyasi otoritesini kabul
etmeden ölen kimse cahiliyye döneminde ölen bir kimseye benzetilmiştir. Bundan
dolayı, her zaman ve her zeminde müslüman bir devlet başkanı halifeyi tanımak
onu ortaya çıkarabilmek için bir gayretin içinde olmalıdır. Kafa ve kalbinde bu
düşünce ve inanç olmadan ölen kimse Allah korusun cahiliye döneminde ölmüş gibi
sayılır. [1244]
667. Enes radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Üzerinize tâyin edilen yönetici, başı kuru üzüm gibi siyah
bir köle de olsa sözünü dinleyip kendisine itaat ediniz.”[1245]
* Müslümanların başına geçen müslüman halife ve başkan ırkı
ve cinsi ne olursa olsun müslüman olduğu ve namaz kıldığı sürece itaat edilmek
zorundadır. [1246]
668. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Zenginken, fakirken; neşeliyken, kederliyken ve başkası
sana tercih edilirken bile söz dinleyip itaat etmen şarttır.”[1247]
* Müslüman farklı zamanlarda islam
devletinin başındaki müslüman idareciye karşı tutumunu değiştirmeyecektir.
Kendisine zulüm edilse yani başkaları kendisine tercih edilse bile İslam
ümmetinin huzuru bozulmaması için buna sabredecektir ve itaatini sürdürecektir.
Fitne ve fesada yol açmayacaktır. [1248]
669. Abdullah İbni Amr radıyallahu
anhümâ şöyle dedi:
Bir seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
beraberdik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını düzeltiyor, kimimiz ok atış
tâlimleri yapıyor, kimimiz de otlayan hayvanların başında bulunuyorduk. Derken
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in müezzini “Haydin namaza!” diye
seslendi. Biz de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında
toplandık. Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
“Benden önceki bütün peygamberlerin görevi, ümmetlerini iyi
olduğunu bildikleri şeye dâvet etmek, kötü olduğunu bildikleri şeyden de
sakındırmaktı. Sizin içinde bulunduğunuz ümmetin huzur ve sükûnu, önce gelenler
zamanında olacaktır. Daha sonrakilerin başına çeşitli belâlar ve bilmediğiniz
kötülükler gelecektir. Öyle fitneler çıkacak ki, bu fitnelerin bir kısmı
diğerinden daha hafif olacaktır. Yine öyle fitne ve kargaşa çıkacak ki, onu
gören mü’min, işte beni bu mahveder diyecektir. Sonra ortalık sakinleşecek;
arkasından öyle müthiş bir fitne çıkacak ki, mü’min, işte bundan kurtuluş yok,
diyecektir.”
“Bir kimse cehennemden kurtulup cennete girmeyi istiyorsa,
Allah’a ve âhiret gününe imân etmiş olarak ölmelidir. Kendine yapılmasını
istediği şeyleri o da başkalarına yapmalıdır. Bir kimse devlet başkanına bîat
eder, elini tutup ona samimiyetle bağlanırsa, elinden geldiği kadar ona itaat
etmelidir. Bu arada bir başkası ortaya çıkarak yönetimi ele geçirmeye
çalışırsa, derhal onun boynunu vurunuz.”[1249]
* Peygamberlerimiz geleceğe dair bir
haberi olan bu hadisten sonraki zamanlarda fitne ve fesadın çoğalacağını böyle
zamanlarda imanı korumaya gayret edip müslümanlara düşman gözüyle bakmamalıdır.
Kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de istemeli sonradan ortaya çıkan
ve kendisinin siyasi otoritesinin kabul edilmesi isteyenlere yüz vermemelidir.[1250]
670. Ebû Hüneyde Vâil İbni Hucr radıyallahu
anh şöyle dedi:
Seleme İbni Yezîd el–Cu’fî Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem’e:
– Yâ Nebiyyallah! Başımıza kendi haklarını bizden isteyen,
fakat bizim hakkımızı bize vermeyen yöneticiler tâyin edilirse, bize ne
yapmamızı emredersin? diye sordu.
Resûl–i Ekrem onun bu sorusuna cevap vermedi. Bir daha
sorunca Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– “Onların sözünü dinleyip kendilerine itaat edin. Onlar
yapmaları gerekenden, siz de yapmanız gerekenden sorumlusunuz.”[1251]
* Müslüman idareciler namaz kıldıkları
sürece adam kayırmalar ve bazı zulümler yapsalar bile itaat edilecektir. Çünkü
idare edilenler kendi görevleri olan itaatleri idareciler de zulmetmeksizin
toplumu idare etmekten sorumludurlar. İslam toplumunun üyelerine sabredip
haklarının kendilerine verilmesi için Allah’tan yardım dilemesi gerekmektedir. [1252]
671. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu
anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Benden sonra adam kayırma olayları ve görmeye
alışmadığınız işler meydana gelecektir” buyurdu. Bunun üzerine ashâb–ı kirâm:
– Yâ Resûlallah! Bizden o günleri görenlere ne
emredersiniz? diye sordular.
Şöyle cevap verdi:
– “Yapmanız gereken görevleri yaparsınız, hakkınız olan
şeyin size verilmesini Allah’tan niyâz edersiniz.”[1253]
672. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen
Allah’a karşı gelmiş olur. Devlet başkanına itaat eden bana itaat etmiş, devlet
başkanına karşı gelen bana karşı gelmiş olur.”[1254]
673. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Devlet yöneticisinden hoşa gitmeyen bir şey gören kimse
sabretsin. Zira kim devlet başkanına itaatten bir karış dışarı çıkarsa,
Câhiliye devrinde ölmüş gibi olur.”[1255]
674. Ebû Bekre radıyallahu anh,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim,
dedi:
“Kim devlet başkanına ihânet ederse, Allah da ona
ihânetinin cezasını verir.”[1256]
* Önceki birkaç hadis ve
açıklamalara müracaat ederek konuyu bütünü içinde tekrar gözden geçirmelidir. [1257]
“Ama ahiret yolundaki cennete gelince biz orayı yer yüzünde
büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere ayırmış
bulunuyoruz.”
(Kasas: 28/83)
675. Ebû Saîd Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu
anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle
buyurdu:
“Abdurrahman İbni Semüre! Kimseden yöneticilik görevi isteme!
Zira bu görev sen istemeden verilirse, Allah yardımcın olur. Eğer sen istediğin
için verilirse, Allah’dan yardım göremezsin.
“Bir de bir şeye yemin ettikten sonra başka bir davranışı
daha hayırlı görürsen, hayırlı olanı işleyip yeminin için keffâret öde!”[1258]
676. Ebû Zer radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Ebû Zer! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim
için ne istiyorsam senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan
olma! Yetim malına da yöneticilik yapma!”[1259]
* Peygamberimiz şu gök kubbe altında
en doğru sözlü kimse Ebu Zer’dir demiştir. Böyle bir kimseye bu tür mesuliyeti
işlerden uzak durmasını vasiyet etmiştir. [1260]
677. Yine Ebû Zer radıyallahu anh
şöyle dedi:
– Yâ Resûlallah! Beni vali tayin etmez misin? demiştim.
Eliyle omuzuma vurarak şöyle buyurdu:
– “Ebû Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin görev ise bir
emanettir. Bu emaneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesna,
aslında bu görev kıyamet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.”[1261]
* Huyunu ve karakterini en iyi
bildiği Ebu Zer’e bu hususta nasihatta bulunuyor. [1262]
678. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Siz memuriyet alma konusunda pek istekli davranacaksınız.
Halbuki o yanıp tutuştuğunuz görev, kıyamet gününde bir pişmanlık sebebi
olacaktır.”[1263]
* Allah Rasûlü ehil olarak memuriyet
görevini yapmayan kimseler yaptıkları haksızlıklar sebebiyle kıyamette
pişmanlık duyacakları şimdiden bu dünyada haber vermiş olmaktadır. [1264]
“O kıyamet günü tüm dost olanlar birbirlerine düşman
kesilecekler. Ancak yolunu yordamını Allahın kitabıyla bulanlar müstesna...” (Zuhruf: 43/67)
679. Ebû Saîd el–Hudrî ve Ebû Hüreyre radıyallahu
anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ’nın gönderdiği her peygamberin ve başa
geçirdiği her halifenin mutlaka iki yardımcısı olmuştur. Bunlardan biri ona
doğru yolu gösterir ve buna teşvik eder. Diğeri kötü yolu gösterir ve ona
teşvik eder. Günahtan uzak duran, Allah’ın koruduğu kimsedir.”[1265]
* İdareciler ve devlet başkanları
kendilerine iyi ve doğruları bildirecek sağ duyulu elemanlar seçmelidirler. [1266]
680. Âişe radıyallahu anhâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Allah Teâlâ bir devlet başkanı hakkında hayır dilediği
zaman, ona unuttuğunu hatırlatan, hatırladığını yapmaya yardım eden doğru sözlü
bir yardımcı verir. Şayet Allah Teâlâ o devlet başkanı için hayır dilemezse,
ona unuttuğunu hatırlatmayan, hatırladığını yapmaya yardım etmeyen kötü bir
yardımcı verir.”[1267]
* Her müslüman her zamanda ihlas ve samimiyeti
elde bırakmamalı Allah’tan yardım beklemelidir. Allah iyi niyetli kullarına her
zaman yardım eder. [1268]
681. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu
anh şöyle dedi:
Amcamın oğullarından ikisiyle Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’in huzuruna girmiştim. Onlardan biri:
– Yâ Resûlallah! İdaresini Cenâb–ı Hakk’ın sana verdiği
görevlerden birine bizi âmir tayin et! dedi. Öteki amca oğlu da benzeri bir şey
söyledi.
Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Vallahi biz isteyeni veya görev hırsı bulunanı yönetici
yapmıyoruz.”[1269]
* Devleti ve toplumu yöneltmek
isteyenler genellikle şahsi menfaatlerini ön planda tutan kimselerdir. İslamda
bu cins kimselere prensip olarak görev verilmez. [1270]
[1] Kitâbü Mekâsidi’l Ârifîn
(Gerçek müslümanın dünyada ve ahirette ulaşmak istediği hedefler)
[2] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 1.
[3] Buhârî, Bed’ü’l–vahy 1,
Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l–ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret
155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd 16; Nesâî,
Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26.
[4] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 2.
[5] Buhârî, Büyû` 49; Hac
49, Müslim, Fiten 4–8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21; Nesâî, Menâsik 112; İbni
Mâce, Fiten 30.
Bu hadisin bir benzeri 191 ve 1832 numarada
tekrar gelecektir. Hadisi daha iyi anlayabilmek için dünya ve ahiret hayatı
hakkında Bakara: 2/200, Enfâl: 8/25, Hûd: 11/15-16, Rûm: 30/7, Şûrâ: 42/20
ayetlerine de bakılabilir.
[6] Ebû Dâvûd, Sünen K.Edep
4970.
[7] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 2.
[8] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32;
Nesâî, Bey`at 15.
[9] Ebû Dâvûd, Cihad 2;
Müsned, 4/99.
[10] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 2.
[11] Müslim, İmâre 159.
[12] Buhârî, Megâzî 81, Cihâd
35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihad 19; İbni Mâce, Cihâd 6.
Bu hadis ileride 1343 numarada tekrar
gelecektir.
[13] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 3.
[14] Buhârî, Zekât 15. Ayrıca
bk. Dârîmî, Zekât 14; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 470.
[15] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 3.
[16] Buhârî, Cenâiz 36,
Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ
5.
Bu hadisin kısa bir şekli 915 numarada tekrar
gelecektir.
[17] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 4.
[18] Müslim, Birr 33. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 9.
Bu hadis daha geniş bir biçimde 1572 de, kısa
şekliyle 1575 de gelecektir.
[19] Buharî, İman 39.
[20] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 4.
[21] Buhârî, İlim 45, Cihad,
15, Farzu’l–humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî,
Fezâilü’l–cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13.
Başka şehid cinslerinden bahseden hadisler 1354
ve 1358 numaralarda gelecektir.
[22] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 4.
[23] Buhârî, Îmân 22, Diyât
2, Fiten 10; Müslim, Kasâme 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Fiten 5;
Nesâî, Tahrîm 29, Kasâme 7; İbni Mâce, Fiten 11.
Bu hadisin bir benzeri 1358 numarada tekrar
gelecektir.
[24] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 5.
[25] Buhârî, Salât 87, Ezân
30, Büyû` 49; Müslim, Tahâret 12, Mesâcid 272. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 48;
İbni Mâce, Tahâret 6, Mesâcid 14.
1061 ve 1070 numaralı hadislerde benzeri
bilgiler mevcuttur.
[26] Buhârî, Rikâk 31;
Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre (6),
10.
[27] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 5.
[28] Buhârî, Büyû` 98, İcâre
12, Hars ve’l–müzârea 13, Enbiyâ’ 53, Edeb 5; Müslim, Zikir 100.
[29] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 6.
[30] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 7.
[31] Buhârî, Daavât 3. Ayrıca
bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbni Mâce, Edeb 57.
[32] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 7.
[33] Müslim, Zikir 42. Ayrıca
Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57.
Bu iki hadis ileride 1871 ve 1872 numarada
tekrar gelecektir.
[34] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 8.
[35] Buhârî, Daavât 4;
Müslim, Tevbe 1, 7, 8.
[36] Müslim, Tevbe 7.
Bu hadisin bir benzeri 414, 441, 1436 da tekrar
gelecektir.
[37] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 8.
[38] Müslim, Tevbe 31.
Bu hadis 438 numarada tekrar gelecektir.
[39] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 8.
[40] Müslim, Zikir 43.
[41] Buharî, Deavât 4.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 8.
[42] Tirmizî, Daavât 98.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 30.
[43] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 9.
[44] Tirmizî, Daavât 98.
Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret, 71; Nesâî, Tahâret 97, 113; İbni Mâce, Fiten 32.
Bu hadisin kişi sevdiği ile beraberdir bölümü
ileride 369, 370 371 de tekrar gelecektir.
[45] Timîzî, İlim 19; Ebû
Dâvût, İlim 1.
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam
Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 9.
[46] Buhârî, Enbiyâ 54;
Müslim, Tevbe 46, 47, 48.
[47] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 10.
[48] Buhârî, Megâzî 79;
Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9).
[49] Buhârî, Cihâd 103.
[50] Müslim, Müsâfirîn 74;
Ebû Dâvûd, Cihad 166.
1531’de bir bölümü gelecektir.
[51] Müslim, Hudûd 24. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 24; Nesâî, Cenâiz 64.
Bu hadis ileride 913 numarada tekrar gelecek,
gerekli açıklama orada yapılacaktır.
[52] Buhârî, Rikak 10;
Müslim, Zekât 116–119. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 27, Menâkıb 32, 64; İbni Mâce,
Zühd 27.
[53] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 15.
[54] Buhârî, Cihâd 28;
Müslim, İmâre 128, 129. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 38; İbni Mâce, Mukaddime 13.
[55] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 16.
[56] Müslim, Tahâret 1.
Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 86.
Bu hadis kısa şekilde 1031 numarada ve 1414 de
de tekrar gelecektir.
[57] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 17.
[58] Buhârî, Zekât 50, Rikak
20; Müslim, Zekât 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77; Nesâî,
Zekât 85.
[59] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 18.
[60] Müslim, Zühd 64.
[61] Buhârî, Meğâzî 83.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 65.
[62] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 18.
[63] Buhârî, Cenâiz 33,
Müslim, Cenâiz, 9, 11. Ayrıca bk. Buhârî, Eymân 9, Merdâ 9, Tevhîd 25; Ebû
Dâvûd, Cenâiz 24, Edeb 58; Nesâî, Cenâiz 22; İbni Mâce, Cenâiz 53.
Bu hadis kısa olarak 924 numarada tekrar
gelecektir.
[64] Müslim, Zühd 73.
[65] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 20.
[66] Buhârî, Cenâiz 32, 43;
Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz l4–l5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 23; Tirmizî,
Cenâiz 13; Nesâî, Cenâiz 22.
[67] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.
[68] Buhârî, Rikak 6.
Bu kudsî hadis ileride 923 numarada tekrar
gelecektir.
[69] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.
[70] Buhârî, Tıb 31; Ayrıca
bk. Buhârî, Enbiyâ 54; Kader 15; Müslim, Selâm 92–95.
[71] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.
[72] Buhârî, Merdâ 7; Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 58.
[73] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.
[74] Buhârî, Merdâ 6; Müslim,
Birr 54.
[75] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 21.
[76] Buhârî Enbiyâ, 54.
Ayrıca bk. Buhârî, Mürteddîn 5; Müslim, Cihâd 104; İbni Mâce, Fiten 23.
Bu hadis 646 numarada tekrar gelecektir.
[77] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 22.
[78] Buhârî, Merdâ 1, 3;
Müslim, Birr 49.
[79] Buhârî, Merdâ 3, 13, 16;
Müslim, Birr 45.
Bu hadis kısa bir şekilde 914 numarada tekrar
gelecektir.
[80] Buhârî, Merdâ 1.
[81] Buhârî, Merdâ 19; Daavât
30; Müslim, Zikir 10, 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 9; Nesâî, Cenâiz 1; İbni
Mâce Zühd 31.
Bu hadis 586 numarada tekrar gelecektir.
[82] Buhârî, Menâkıb 25.
Ayrıca bk. Buhârî, İkrâh 1, Menâkıbu’l–ensâr 29, Ebû Dâvûd, Cihâd 97.
[83] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 23.
[84] Buhârî, Edeb 53; Müslim,
Zekât 145.
[85] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 23.
[86] Tirmizî, Zühd 57. Ayrıca
bk. İbnî Mâce, Fiten 23.
[87] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 23.
[88] Buhâri, Cenâiz 42, Akîka
1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s–sahâbe 107.
[89] Buhâri, Cenâiz 42.
[90] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
107.
[91] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 24.
[92] Buhârî, Edeb 102;
Müslim, Birr 106–108.
Bu hadis 647 numarada tekrar gelecektir.
[93] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 24.
[94] Buhârî, Bed’ü’l–halk 11,
Edeb 44, 76; Müslim, Birr 109.
[95] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 25.
[96] Ebû Dâvûd, Edeb 3 ;
Tirmizî, Birr 74; Kıyâmet 48. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 18.
[97] Buhârî, Edeb 76. Ayrıca
bk. Tirmizî, Birr 73.
Bu hadis 639 numarada tekrar gelecektir.
[98] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 25.
[99] Tirmizi, Zühd 57.
[100] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 25.
[101] Buhârî, Tefsîru
sûre (7), 5, İ’tisâm 2
Bu hadis ileride 358 numarada gelecek ve gerekli
açıklama orada verilecektir.
[102] Buhâri,
Menâkıbu’l–enbiyâ 8; Fiten 2 ; Müslim, İmâre 45, 48.
[103] Buhârî, Cihad 109.
[104] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 26.
[105] Buhârî, Fiten 2,
Menâkıbü’l–ensâr 8; Müslim, İmâre 48, Fedâil 27, 28.
[106] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 26.
[107] Buhârî, Cihâd 112;
Müslim, Cihâd 20.
Bu hadis ileride 1325 ve 1352 numaralarda tekrar
gelecektir.
[108] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 27.
[109] Buhâri, Edeb 69; Müslim,
Birr 103–105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce,
Mukaddime 7; Duâ 5.
Bu hadis ileride 1543 numarada tekrar
gelecektir.
[110] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 27.
[111] Tirmizî, Kıyâmet 60.
İleride 593 numarada tekrar gelecek olan bu
hadisin açıklaması orada verilecektir.
[112] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 28.
[113] Buhârî, Bed’u’l–vahy 6,
Salât 1, Sadakât 28; Müslim, Cihâd 74.
Bu hadis ileride 329 numarada tekrar gelecek.
[114] Müslim, İmâre 157.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 15.
Bu hadis ileride 1322 numarada gelecek olup
gerekli açıklama orada verilecektir.
[115] Buhârî, Humus 8; Müslim,
Cihâd 32.
[116] Buhârî, Büyû’ 19, 22,
44, 46; Müslim, Büyû’ 47. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Büyû’ 1; Tirmizî, Büyû’ 6, 26;
Nesâî, Büyû’ 4, 8, 11.
[117] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 29.
[118] Müslim, Îmân 1, 5.
Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi,
Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9.
[119] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 30.
[120] Tirmizî, Birr 55.
[121] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 30.
[122] Tirmizî, Kıyâmet
59.
[123] Ahmed İbni Hanbel, Müsned,
I, 307.
[124] Buhârî, Rikak 32.
[125] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 31.
[126] Buhârî, Nikah 107;
Müslim, Tevbe 36.
Bu hadis 1808 numarada tekrar gelecek, gerekli
açıklama orada verilecektir.
[127] Buhârî, Enbiyâ 51;
Müslim, Zühd 10.
[128] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 32.
[129] Tirmizî, Kıyâmet 25.
Ayrıca bk. İbni Mace, Zühd 31.
[130] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 32.
[131] Tirmizî, Zühd 11. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Fiten 12.
[132] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 33.
[133] Ebû Dâvûd, Nikâh 42.
Ayrıca bk. İbni Mace, Nikâh 51.
[134] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 33.
[135] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 33.
[136] Buhârî, Enbiyâ 8, 14,
19, Menâkıb 1, Tefsîru sûre (12), 2; Müslim, Fezâil 168.
Bu hadisin bir benzeri 372 numarada gelecektir.
[137] Müslim, Zikir 99. Ayrıca
bk. Tirmizî, Fiten 26; İbni Mâce, Fiten 19.
Bir benzeri 290 numarada gelecek olan bu hadis
459 numarada aynen geçecektir.
[138] Müslim, Zikir 72. Ayrıca
bk. Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Dua 2
Bu hadis 1469’da tekrar gelecektir.
[139] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 34.
[140] Müslim, Eymân 15.
Bu hadis 1717’de tekrar gelecektir.
[141] Tirmizî, Cum’a 80.
[142] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 35.
[143] Buhârî, Tıb 1, Rikak 50,
Libâs 18; Müslim, Îmân 374. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 16.
[144] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 36.
[145] Müslim, Zikir 67. Ayrıca
bk. Buhârî, Teheccüd 1, Tevhîd 7, 8, 24, 35; Müslim, Müsâfirîn 199; Ebû Dâvûd,
Salât 119; Tirmizî, Daavât 29; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 9; İbni Mâce, İkâmet 180.
Bu hadis 1481 numarada tekrar gelecektir.
[146] Buhârî, Tefsîrû sûre
(3), 13.
[147] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 36.
[148] Müslim, Cennet 27.
Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 331.
[149] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 36.
[150] Buhârî, Cihâd 84, 87,
Meğâzî 31, 32; Müslim, Fezâil 13, 14, Müsâfirîn 311.
[151] bk. Meğâzî 31.
[152] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 37.
[153] Tirmizî Zühd 33. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 14.
[154] Buhârî, Vudû 75, Daavât
6; Müslim, Zikr 56–58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 98.
Bu hadisin benzeri 814 ve 815 de tekrar
gelecektir. Bir değişik şekli de 1463 numarada yer alacaktır.
[155] Buhârî, Tefsîru sûre
(9), 9; Fezâilü’l–ashâb 2; Müslim, Fezâilüs–sahâbe 1.
[156] Ebû Dâvûd, Edeb 103;
Tirmizî, Daavât 34; İbni Mâce, Duâ 18.
[157] Ebû Dâvûd, Edeb 103;
Tirmizî, Daavât 34.
[158] Ebû Dâvûd, Edeb 104.
[159] Tirmizî, Zühd 33.
[160] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 38.
[161] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 39.
[162] Müslim, İmân 62. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 61; İbni Mâce, Fiten 12.
Bu hadisin bir benzeri ileride 1518 numarada
tekrar gelecektir.
[163] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 39.
[164] Müslim, Münâfikîn 76,
78. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 18, Merdâ 19; İbni Mâce, Zühd 20.
[165] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 39.
[166] Bu konuda ayet-i
kerîmeler pek çok olup bu konunun ilgili hadîsi beşinci bölümde geçen 66
numaralı hadistir. Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin
Tercümesi: 40.
[167] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 40
[168] Müslim, Îmân 186. Ayrıca
bk. Tirmizî, Fiten 30, Zühd 3; İbni Mâce, İkâme 78.
[169] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 41.
[170] Buhârî, Ezân 158, el–Amel
fi’s–salât 18; Nesâî, Sehv 104.
[171] Buhârî, Zekât 20.
[172] Buhârî, Meğâzî 17;
Müslim, İmâre 143. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 31.
[173] Buhârî, Zekât 11, Vasâyâ
17; Müslim, Zekât 92.
[174] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 42.
[175] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
128.
[176] Buhârî, Fiten 6.
[177] Tirmizî, Zühd 3.
Bu hadis ileride 578 numarada tekrar gelecek
olup, açıklama orada verilecektir.
[178] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
33. Ayrıca bk. Buharî, Fezâilü’l–ashâb 9.
Bu hadis ileride 177 numarada tekrar gelecektir.
[179] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 42.
[180] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 43.
[181] Buhârî, Rikak 38.
Bu hadis ileride 387 numarada tekrar gelecektir.
Gerekli açıklama orada verilecektir.
[182] Buhârî, Tevhîd 50.
Ayrıca bk. Müslim, Zikir 2, 3, 20–22, Tevbe 1; Tirmizî, Daavât 131; İbni Mâce,
Edeb 58.
[183] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 44
[184] Buhârî, Rikak 1. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 1; İbni Mâce, Zühd 15.
[185] Buhârî, Tefsîru sûre
(48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 20; Müslim,
Münâfikîn 79–80; Tirmizî, Salât 187; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; İbni Mâce, İkâme
200.
Bu hadis ileride 1161 numarada tekrar
gelecektir.
[186] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 44
[187] Buhârî, Leyletü’l–kadr
5; Müslim, İ’tikâf 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17;
İbni Mâce, Sıyâm 57.
Bu hadis ileride 1194 ve 1224 numaralarda tekrar
gelecektir.
[188] Müslim, Kader 34. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.
[189] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 45
[190] Buhârî, Rikak 28;
Müslim, Cennet 1. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 22; Tirmizî, Cennet 21; Nesâî,
Eymân 3.
[191] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 45
[192] Müslim, Müsâfirîn 203.
Bu hadis ileride 1176 numarada gelecek, gerekli
açıklama orada verilecektir.
[193] Buhârî, Teheccüd 9;
Müslim, Müsâfirîn 204.
Bu hadis ileride 1175 de tekrar gelecek, gerekli
açıklama orada verilecektir.
[194] Buhârî, Rikak 42; Müslim,
Zühd 5. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52.
Bu hadis ileride 461 numarada tekrar gelecektir.
[195] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 45-46
[196] Buhârî, Rikak 29.
Bu hadis 446 numarada tekrar gelecek, gerekli
açıklama orada verilecektir.
[197] Müslim, Salât 226.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Nesâî, Tatbîk 79.
[198] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 46
[199] Müslim, Salât 225.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Tirmizî, Salât 169; Nesâî, Tatbîk 80, 89.
[200] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 46
[201] Tirmizî, Zühd 21, 22.
[202] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 46
[203] Buhârî, Cihâd 12;
Müslim, İmâre 148.
[204] Buhârî, Zekât 10;
Müslim, Zekât 72.
[205] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 47
[206] Müslim, Birr 55.
[207] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 48
[208] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 48
[209] Buhârî, Rikak 5.
[210] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 49
[211] Buhârî, Tefsîru sûre
(110), 4; Menâkıb 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (110), 1.
[212] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 49
[213] Buhârî, Ezân 123, 139;
Megâzî 5, Tefsîru sûre (110), 1; Müslim, Salât 219, 220.
[214] Ezân 139, Tefsîru sûre
(110), 2.
[215] Salât 217.
[216] Salât 218.
[217] Salât 220.
[218] Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân
1; Müslim, Tefsîr 2.
[219] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 50
[220] Müslim, Cennet 83.
[221] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 50
[222] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 51
[223] Buhârî, Itk 2; Müslim,
Îmân 136.
[224] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 52
[225] Müslim, Müsâfirîn 84,
Zekât 56. Ayrıca bk. Buhârî Sulh 11, Cihâd 72, 128; Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 12,
Edeb 160.
Bu hadis ileride 1141 ve 1433 numarada tekrar
gelecektir.
[226] Müslim, Mesâcid 57.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 7.
[227] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 52
[228] Müslim, Zekât 53,
Mesâcid 142.
[229] Müslim, Birr 144. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Libâs 24; Tirmizî, Et’ime 30.
Bu hadis ileride 695 ve 892 numarada
tekrar gelecektir.
[230] Buhârî, Sulh 11, Cihâd
72, 128; Müslim, Zekât 56. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 12, Edeb 160.
[231] Müslim, Zekât 54.
[232] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 53
[233] Buhârî, Ezân 37; Müslim,
Mesâcid 285.
Bu hadis 1053 de tekrar gelecektir.
[234] Buhârî, Hibe 1, Edeb 30;
Müslim, Zekât 90. Ayrıca bk. Tirmizî, Velâ 6.
İleride 308 numarda gelecek olan bu hadis
için gerekli açıklama orada verilecektir.
[235] Müslim, Îmân 58. Ayrıca
bk. Buhârî, Îmân 3; Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Nesâî, Îmân 16; Tirmizî, Birr 80;
Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9.
İleride 683 numarada tekrar gelecek olan bu
hadisin gerekli açıklaması oarada verilecektir.
[236] Buhârî, Müsâkât 9,
Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 44; İbni
Mâce, Edeb 8.
[237] Buhârî, Enbiyâ 54;
Müslim, Selâm 155.
[238] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 54
[239] Müslim, Birr 129.
[240] Müslim, Birr 128.
[241] Ezân 32, Mezâlim 28.
[242] Birr 127, İmâre 164.
[243] Müslim, Cuma 27. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Salât 203; Tirmizî, Cuma 5; İbni Mâce, İkâme 62, 81.
Bu hadis ileride 1149 numarda tekrar gelecektir.
[244] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 54
[245] Müslim, Tahâret 32.
Ayrıca bk Tirmizî, Tahâret 2.
Bu hadis ileride 1028 numarada tekrar
gelecektir.
[246] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 55
[247] Müslim, Tahâret 16.
Bir benzeri 1045 de aynısı 1150 numarada tekrar
gelecektir.
[248] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 55
[249] Müslim, Tahâret 41.
Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 39; Nesâî, Tahâret 180; İbni Mâce, Tahâret 49,
Mesâcid 14, Cihâd 41.
[250] Buhârî, Mevâkîtü’s–salât
26; Müslim, Mesâcid 215.
İleride 1047 numarada tekrar gelecektir.
[251] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 55
[252] Buhârî, Cihâd 134.
[253] Buhârî, Edeb 33; Müslim, Zekât 53. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 60; Tirmizî, Birr 45.
[254] Müslim, Müsâkât 7.
[255] Müsâkât 10.
[256] Müsâkât 9, 12.
[257] Hars 1, Edeb 27.
[258] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 56
[259] Müslim, Mesâcid 280.
Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (36), 1.
[260] Müslim, Mesâcid 279.
[261] bk. Ezân 33; Medîne 11.
Bu konuda 1053 – 1060 numaralı hadislere de
bakılabilir.
[262] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 56
[263] Müslim, Mesâcid 278.
[264] Bu hadis ileride 1055
numarada tekrar gelecektir.
[265] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 56
[266] Buhârî, Hibe 35. Ayrıca
bk, Ebû Dâvûd, Zekât 42.
551’de tekrar gelecektir.
[267] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 57
[268] Buhârî, Edeb 34, Zekât
10, Rikak 51, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66–70. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd
37; Nesâî, Zekât 63–64; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28.
[269] Zekât 10, Rikak 31,
Tevhid 36.
[270] Zekât 97.
İleride 406, 546, 693 de tekrar gelecek
ve açıklama orada yapılacak.
[271] Müslim, Zikir 89. Ayrıca
bk, Tirmizî, Et’ime 18.
Bu hadisi ileride 437 ve 1397’de tekrar
gelecek gerekli açıklama orada yapılacaktır.
[272] Buhârî, Zekât 30, Edeb
33; Müslim, Zekât 55.
[273] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 58
[274] Buhârî, Îmân 32,
Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân
29.
[275] Buhârî, Nikâh 1; Müslim,
Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4.
[276] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 58
[277] Müslim, İlim 7. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 5.
Bu hadis de 1738’de tekrar gelecek, gerekli
açıklama orada verilecektir.
[278] Buhârî, Îmân 29. Ayrıca
bk. Nesâî, Îmân 28.
[279] Buhârî, Rikâk 18.
[280] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 59
[281] Buhârî, Teheccüd 18;
Müslim, Müsâfirîn 219. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl
17; İbni Mâce, İkâme 184.
[282] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 59
[283] Buhârî, Vüdû 53; Müslim,
Müsâfirîn 222. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 18; Tirmizî, Mevâkît 146; Nesâî,
Tahâret 116; İbni Mâce, İkâme 184.
Bu hadis 1186’da tekrar gelecektir.
[284] Müslim, Cum’a 41–42.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 223; Tirmizî, Cum’a 12; Nesâî, Cum’a 35; İbni Mâce,
İkâme 85.
[285] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 59
[286] Buhârî, Savm 51, Edeb
86.
[287] Buhârî, Savm 55, 56, 57, Teheccüd 7, Enbiyâ 37, Nikâh 89; Müslim, Sıyâm
181–193.
[288] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 62
[289] Müslim, Tevbe 12–13.
Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59.
[290] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 62
[291] Buhârî, Eymân 31. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Eymân 19.
[292] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 63
[293] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 63
[294] Müslim, Müsâfirîn 142.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 19; Tirmizî, Cum’a 56; Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 65;
İbni Mâce, İkâme 177.
1183’de tekrar gelecektir.
[295] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 63-64
[296] Buhârî, Teheccüd 19;
Müslim, Sıyâm 185.
692 ve 1164’de tekrar gelecektir.
[297] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 64
[298] Müslim, Müsafirîn 140.
[299] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 64
[300] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 64
[301] Buhârî, İ’tisâm 2;
Müslim, Hac 412, Fezâil 130–131. Ayrıca bk. Tirmizî, İlim 17; Nesâî, Hac 1;
İbni Mâce, Mukaddime 1.
Daha geniş olarak 1273’de gelecek ve gerekli açıklama orada
verilecektir.
[302] Ebû Dâvûd, Sünnet 5;
Tirmizi, İlim 16. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 6.
702’de tekrar gelecektir. İleriye dönük müjdeler veren 457.
hadis te okunabilir.
[303] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 65-66
[304] Buhârî, İ’tisâm 2.
[305] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 66
[306] Müslim, Eşribe 107.
Ayrıca bk. Buhârî, Et’ime 2; Ebû Dâvûd, Et’ime 19; Tirmizî, Et’ime 47; İbni
Mâce, Et’ime 8.
İleride 613 ve 741’de tekrar gelecek, açıklama 741’de
verilecektir.
[307] Buhârî, Ezân 71; Müslim,
Salât 127. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 93; Tirmizî, Mevâkît 53; İbn Mace, İkâme
50.
1089’da tekrar gelecek, açıklama orada verilecektir.
[308] Müslim, Salât 128.
[309] Buhârî, İsti’zan 49 ;
Müslim, Eşribe 101. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb, 46.
1655’de tekrar gelecek, açıklama orada verilecektir.
[310] Buhârî, İlim 20; Müslim,
Fezâil 15.
1379’da tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[311] Müslim, Fezâil 19.
Ayrıca bk. Buhârî, Rikâk 26; Tirmizî, Edeb 82.
[312] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 67
[313] Müslim, Eşribe 133–135.
608 ve 751, 753’de tekrar gelecek ve açıklama 753’te
verilecektir.
[314] Buhârî, Enbiyâ 8, Rikâk
45; Müslim, Cennet 58. Ayrıca bk, Tirmizî, Kıyâmet 3; Nesâî, Cenâiz 119.
[315] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 68
[316] Buhârî, Edeb 122;
Müslim, Sayd 54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Diyât 19, Edeb 166; Nesâî, Kasâme 40;
İbn Mace, Sayd 11.
[317] Müslim, Sayd 56.
[318] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 68
[319] Buhârî, Hac 50; Müslim,
Hac 251.
[320] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 68
[321] Müslim, Îmân 199.
[322] Buhârî, Sulh 5; Müslim,
Akdiye 17, 18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 2.
1649’da tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[323] Müslim, Cum’a 43. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Mukaddime 7.
[324] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 70
[325] Müslim, Zekât 69. Ayrıca
bk. Nesâî, Zekât 64.
[326] Buhârî, Cenâiz 33,
Enbiyâ 1, Diyât 2, İ’tisâm 15; Müslim, Kasâme 27. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 4;
Nesâî, Tahrim 1; İbn Mâce, Diyât 1.
[327] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 71
[328] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 71
[329] Müslim, İmâre 133.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 115; Tirmizî, İlim 14.
[330] Müslim, İlim 16.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6; Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14
[331] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 72
[332] Buhârî, Fezâilü’s–sahâbe
9; Müslim, Fezâliü’s–sahâbe 34.
Bu hadis 94 numarada geçmişti, açıklama orada verilmişti.
[333] Müslim, İmâre 134.
1309’da tekrar gelecektir.
[334] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 73
[335] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 73
[336] Buhârî, Cihâd 38;
Müslim, İmâre 135–136. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 20; Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd
6; Nesâî, Cihâd 44.
1307’de tekrar gelecektir.
[337] Müslim, İmâre 137.
1310’da tekrar gelecek açıklama orada verilecektir.
[338] Müslim, Hac 409. Ayrıca
bk. Ebu Dâvûd, Menâsik 7.
1283’de gelecektir.
[339] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74
[340] Buhârî, Vekâlet 16; Müslim, Zekât 79. Ayrıca bk. Buhârî, Zekât 25,
İcâre 1; Nesâî, Zekât 57, 67.
[341] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74
[342] Müslim, Îmân 95. Ayrıca
bk. Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31,
41.
[343] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75
[344] Buhârî, Îmân 42, Mevâkît
3, Zekât 2; Müslim, Îmân 97–98. Ayrıca bk. Nesâi, Bey’at 6, 17.
1214’de tekrar gelecektir.
[345] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75
[346] Buhârî, Îmân 7; Müslim,
Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce,
Mukaddime 9.
238’de tekrar gelecektir.
[347] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75
[348] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 76
[349] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77
[350] Müslim, Îmân 78. Ayrıca
bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
[351] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77
[352] Müslim, Îmân 80.
[353] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77-78
[354] Buhârî, Ahkâm 42;
Müslim, İmâre 41. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 1, 2, 3; İbn Mâce, Cihâd 41.
[355] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 78
[356] Buhârî, Şirket 6;
Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12.
[357] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 78
[358] Müslim, İmâre 63.
[359] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 79
[360] Buhârî, Fiten 4, 28;
Müslim, Fiten 1. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25; Ebû Dâvûd, Fiten 1;
Tirmizî, Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9.
Benzeri 2 numarada geçmiş olup izahat verilmişti, yine bir
benzeri 1832’de gelecektir.
[361] Buhârî, Mezâlim 22,
İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12.
1625 ve 1626’da tekrar gelecek ve açıklama
orada verilecektir.
[362] Müslim, Libâs 52.
Yasak giysi ile alakalı 1801’e bakınız.
[363] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 79
[364] Müslim, İmâre 23.
Benzeri 657’de tekrar gelecektir. Daha iyi anlayabilmek için
654 ve 658 arasındaki hadislere bakınız.
[365] Tirmizî, Fiten 9.
[366] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 80
[367] Ebû Dâvûd, Melâhim 17;
Tirmizî, Fiten 13. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20.
[368] Nesâî, Bey’at 37. Ayrıca
bir önceki hadisin kaynaklarına bakınız.
[369] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 80
[370] Ebû Dâvûd, Melâhim 17;
Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7.
[371] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 81
[372] Ebû Dâvûd, Melâhim 17;
Tirmizî, Fiten 8; Tefsîru sûre (5), 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 20.
[373] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 81
[374] Buhârî, Bed’ül–halk 10;
Müslim, Zühd 51.
[375] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 82
[376] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 82
[377] Buhârî, Îmân 24; Müslim,
Îmân 107–108. Ayrıca bk. Buhârî, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Mezâlim 17, Cizye 17,
Edeb 69; Tirmizî, Îmân 14.
[378] Müslim Îmân 109.
Benzeri hadis 690 , 1544 ve 1586’da tekrar gelecektir.
[379] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 83
[380] Buhârî, Rikak 35, Fiten
13; Müslim, Îmân 230. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27.
[381] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 83
[382] Müslim, Îmân 329.
Daha geniş bir şekilde 1868’de gelecektir.
[383] Buhârî, Farzü’l–humus
13.
[384] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 86
[385] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 87
[386] Müslim, Birr 56.
İleride 563’te tekrar gelecektir.
[387] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 87
[388] Müslim, Birr 60. Ayrıca
bk. Tirmizî, Kıyâmet 2.
[389] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 88
[390] Buhârî, Meğâzî 77. Bir
bölümü için bk. Müslim, Îmân 274, Fiten 100.
Benzeri uzunca 215 ve 698’de gelecektir.
Deccalle alakalı 1810-1821 arası hadisler okunmalıdır.
[391] Buhârî, Mezâlim 13,
Bed’ül–halk 2; Müslim, Müsâkât 139–142. Ayrıca bk. Tirmizî, Diyât 21.
1507’de tekrar gelecektir.
[392] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 88
[393] Buhârî, Tefsîru sûre
(11); Müslim, Birr 61. Ayrıca bk. Tirmizî Tefsîru sûre (11); İbni Mâce, Fiten
22.
[394] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 88
[395] Buhârî, Zekât 41, 63,
Meğâzî 60, Tevhîd 1; Müslim, Îmân 29, 31. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 5;
Tirmizî, Zekât 6; Nesâî, Zekât 46; İbni Mâce, Zekât 1.
1077’de tekrar gelecektir.
[396] Buhârî, Hiyel 15, Zekât
3, Hibe 17, Cihâd 189, Eymân 3, Ahkâm 24; Müslim, İmâre 26–27. Ayrıca bk. Ebû
Davûd, İmâre 11; Nesâî, Zekât 6.
[397] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 89
[398] Buhârî, Mezâlim 10,
Rikak 48.
[399] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 89
[400] Buhârî, Îmân 4–5, Rikâk
26; Müslim, Îmân 64–65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirmizî, Kıyâmet 52,
Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11.
1567’de tekrar gelecektir.
[401] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 89
[402] Buhârî, Cihâd 190.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 34.
[403] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 90
[404] Buhârî, Hac 132; Müslim,
Kasâme 29.
Kısa şekliyle 207’de geçmişti. 698’de daha kısa olarak tekrar
gelecektir.
[405] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 90
[406] Müslim, Îmân 218. Ayrıca bk. Nesâî, Kudât
30; İbni Mâce, Ahkâm 8.
1715’de tekrar gelecek açıklama orada verilecektir.
[407] Müslim, İmâre 30. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Akdiye 5.
[408] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 91
[409] Müslim, Îmân 182. Ayrıca
bk. Dârimî, Siyer 48.
[410] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 91
[411] Müslim, İmâre 117.
1314’de tekrar gelecek gerekli açıklama orada verilecektir.
[412] Müslim, Birr 59. Ayrıca
bk. Tirmizî, Kıyâmet 2.
[413] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[414] Buhârî, Şehâdât 27,
Hıyel 10, Ahkâm 20; Müslim, Akdiye 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Akdiye 7, Edeb 87;
Tirmizî, Ahkâm, 11, 18; Nesâî, Kudât 12, 33; İbni Mâce, Ahkâm 5.
Dava halledilmesine dair 1829’da bir benzeri gelecektir.
[415] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[416] Buhârî, Diyât 1.
[417] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[418] Buhârî, Hums 7.
[419] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 92
[420] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 93
[421] Buhârî, Salât 88,
Mezâlim 5; Müslim, Birr 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67.
[422] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[423] Buhârî, Salât 66, Fiten
7; Müslim, Birr 120–124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 65; Nesâî, Mesâcid 26; İbn
Mâce, Edeb 51.
[424] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[425] Buhârî, Edeb 27; Müslim,
Birr 66.
[426] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[427] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Edeb 145; Tirmizî, Birr 12.
229’da bir benzeri geçecek ve 893’de tekrar gelecek ve
açıklama orada verilecektir.
[428] Buhârî, Edeb 18; Müslim,
Fezâil 164. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 3.
[429] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94
[430] Buhârî, Edeb 18, Tevhîd 2; Müslim, Fezâil
66. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 16, Zühd 48.
227’de benzeri geçti, bir benzeri de 893’de gelecektir.
[431] Buhârî, İlim 28, Ezân
62; Müslim, Salât 183–186. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 61; Nesâî, İmâmet 35; İbni
Mâce, İkâme 48, 49.
[432] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95
[433] Buhârî, Teheccüd 5;
Müslim, Müsâfirîn 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu‘ 12.
[434] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95
[435] Buhârî, Savm 20, 48;
Müslim, Sıyâm 55, 61.
1767’de tekrar gelecektir ve gerekli açıklama orada
verilecektir.
[436] Buhârî, Ezân 61, 163.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 123; İbni Mâce, İkâme 49.
Bazan namazı uzatmayla alakalı 700 nolu hadise bakınız.
[437] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95
[438] Müslim, Mesâcid 262.
Ayrıca bk, Tirmizî, Salât 51, Fiten 6; İbn Mâce, Fiten 6.
390 ve 1049’da tekrar gelecek ve gerekli açıklama 390’da
verilecektir.
[439] Buhârî, Mezâlim 3;
Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19;
İbni Mâce, Mukaddime 17.
246’da tekrar gelecektir.
[440] Tirmizî, Birr 18.
1576’da daha kısa olarak benzeri gelecek.
[441] Müslim, Birr 32. Ayrıca
bk. Buhârî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5
(Müslim rivayeti dışındakiler, Enes İbni Mâlik’ten gelmiştir)
[442] Buhârî, Îmân 7; Müslim,
Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tİrmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce,
Mukaddime 9.
185’de geçti, gerekli açıklama orada verilmişti.
[443] Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh
6. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 68.
[444] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 96
[445] Buhârî, Cenâiz 2; Müslim,
Selâm 4. Ayrıca bk. İbn Mâce, Cenâiz 1.
895’de tekrar gelecektir.
[446] Müslim, Selâm 5.
[447] Buhârî, Cenâiz 2,
Mezâlim 5, Nikâh 71, Eşribe 28; Müslim, Libâs 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 45;
Nesâî, Cenâiz 53.
[448] Müslim, Libâs 4.
[449] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 97
[450] Müslim, Birr 72. Ayrıca
bk. Buhârî, Mezâlim, 3; Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Birr 19; İbni Mâce,
Mukaddime 17.
[451] Buhârî, Edeb 60; Müslim,
Zühd 52.
[452] Buhârî, Itk 17, Hudûd
35, 36 Büyû’ 66, 110; Müslim, Hudûd 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 32;
Tirmizî, Hudûd 8; İbn Mâce, Hudûd 14.
[453] Buhârî, Hudûd 4, 5.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 35.
1564’de tekrar gelecek, gerekli açıklama 1565’de verilecektir.
[454] Buhârî, Mezâlim 3;
Müslim, Birr 58. Ayırca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbn
Mâce, Mukaddime 17.
235’de geçmişti.
[455] Müslim, Zikr 38. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Mukaddime 17.
Kısa bir şekli 1023 ve 1382’de tekrar gelecektir.
[456] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 98
[457] Buhârî, Zekât 21, Edeb
36, 37, Tevhîd 31; Müslim, Birr 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 117; Tirmizî,
İlim 14; Nesâî, Zekât 65.
[458] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 99
[459] Buhârî, Talâk 16. Ayrıca
bk. Buhârî, Talâk 15; Ebû Dâvûd, Talâk 21; Nesâî, Âdâbü’l–kudât 28; İbni Mâce,
Talâk 29.
[460] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 99
[461] Buhârî, Sulh 11, Cihâd
72, 128; Müslim, Zekât 56. Ayrıca bk. Müslim, Müsâfirîn 84, Ebû Dâvûd, Tatavvu 12,
Edeb 160.
[462] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 100
[463] Buhari, Sulh 2, Müslim,
Birr 101.
[464] Müslim, Birr 25.
1548’de tekrar gelecektir.
[465] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 100
[466] Buhârî, Sulh 10; Müslim,
Müsâkât 19.
[467] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 100
[468] Buhârî, Ezân 48, Amel
fi’s–salât 3, 16, Sehv 9, Sulh 1, Ahkâm 36; Müslim, Salât 102. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Salât 169; Nesâî, İmâmet 7.
[469] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 101
[470] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 101
[471] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 101
[472] Buhârî, Eymân 9, Tefsîru
sûre (68), 1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 13; İbni
Mâce, Zühd 4.
Kısa şekliyle 614’de gelecektir.
[473] Buhârî, Nikâh 15, Rikak
16. Hadis Müslim’de yoktur. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 5.
[474] Müslim, Cennet 34;
Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1, Tevhîd 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 22.
615’de tekrar gelecek ve gerekli bilgi orada verilecektir.
[475] Buhârî, Tefsîru sûre
(18), 6; Müslim, Münâfikûn 18.
[476] Buhârî, Salât 72, Cenâiz
67; Müslim, Cenâiz 71. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 57; İbni Mâce, Cenâiz 32.
[477] Müslim, Birr 138, Cennet 48.
[478] Buhârî, Rikak 51, Nikâh
87; Müslim, Zikir 93.
489’da tekrar gelecektir gerekli açıklama orada verilecektir.
[479] Buhârî, Amel fi’s–salât
7, Mezâlim 35, Enbiyâ 48, 54; Müslim, Birr 7, 8.
[480] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 104
[481] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 104
[482] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
46.
[483] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 104
[484] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
170.
[485] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 105
[486] Buhârî, Talâk 25, Edeb
24. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Birr 14.
[487] Müslim, Zühd 42.
[488] Buhârî, Tefsîru sûre
(2), 48; Müslim, Zekât 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 24; Nesâî, Zekât 76.
[489] Buhârî, Zekât 53;
Müslim, Zekât 101. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 76.
[490] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 105
[491] Buhârî, Nafakât 1, Edeb
25, 26; Müslim, Zühd 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 44; Nesâî, Zekât, 78; İbni
Mâce, Ticârât 1.
[492] Müslim, Nikâh 110.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 1.
[493] Buhârî, Nikâh 72;
Müslim, Nikâh 107. Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 25.
[494] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 106
[495] Müslim, Birr 149. Ayrıca
bk. Tirmizî, Birr 13.
[496] Buhârî, Zekât 10, Edeb
18; Müslim, Birr 147. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 13.
[497] Müslim, Birr 148.
[498] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 106
[499] Nesâî,
es–Sünenü’l–kübrâ, ‘İşretü’n–nisâ, 64, (V, 363). Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 6.
[500] Buhârî, Cihâd 76.
84’de bir benzeri geçmişti.
[501] Ebû Dâvûd, Cihâd 70.
Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 24; Nesâî, Cihâd 43.
84’de bir benzeri geçmişti ve gerekli açıklama orada
verilmişti.
[502] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 107
[503] Buhârî, Enbiyâ 1, Nikâh
80; Müslim, Radâ’ 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ` 11, Tefsîru sûre (9) 2; İbni
Mâce, Nikâh 3.
[504] Buhârî, Nikâh 79; Radâ`
65.
[505] Müslim, Radâ` 59.
[506] Buhârî, Tefsîru sûre
(91)1; Müslim, Cennet 49. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre 91; İbni Mâce, Nikâh
51.
[507] Müslim, Radâ` 61.
[508] Tirmizî, Radâ` 11.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 3.
[509] Ebû Dâvûd, Radâ` 41.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 3.
[510] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 108
[511] Tirmizî, Radâ` 11.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; İbni Mâce, Nikâh 50.
628’de tekrar gelecektir.
[512] Ebû Dâvûd, Nikâh 42.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 51.
[513] Müslim, Radâ` 64. Ayrıca
bk. Nesâî, Nikâh 15; İbni Mâce, Nikâh 5.
[514] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 109
[515] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 109
[516] Buhârî, Bed’u’l–halk 7;
Müslim, Nikâh 122. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 40.
[517] Buhârî, Nikâh 85;
Müslim, Nikâh 120.
1751’de tekrar gelecektir.
[518] Müslim, Nikah 121
[519] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 110
[520] Buhârî, Nikâh 84, 86;
Müslim, Zekât 84. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 73; Tirmizî, Savm 64; İbni Mâce,
Sıyâm 53.
[521] Buhârî, Cum`a 11,
İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27.
302 ve 653 de tekrar gelecektir.
[522] Tirmizî, Radâ` 10;
Nesâî, es–Sünenü’l–kübrâ, İşretü’n–nisâ bâbı.
[523] Tirmizî, Radâ` 10.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 40; İbni Mâce, Nikâh 4.
[524] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 110
[525] Tirmizî, Radâ` 10.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 4.
[526] Tirmizî, Radâ` 19.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Nikâh 62.
[527] Buhârî, Nikâh 17;
Müslim, Zikir 97, 98. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 31; İbni Mâce, Fiten 31.
Bir benzeri 70 numarada geçmişti. 459 da benzeri gelecektir.
[528] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 111
[529] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 111
[530] Müslim, Zekât 39.
[531] Müslim, Zekât 38.
Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 42; İbni Mâce, Cihâd 4.
[532] Buhârî, Nefekât 14;
Müslim, Zekât 47.
[533] Buhârî, Îmân, 41, Cenâiz
36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6; Müslim, Vasıyyet 5.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce,
Vesâyâ 5.
[534] Buhârî, Îmân 41, Megâzî
12, Nefekât 1; Müslim, Zekât 49. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 60.
[535] Ebû Dâvûd, Zekât 45.
[536] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 112
[537] Buhârî, Zekât 27;
Müslim, Zekât 57.
548’de tekrar gelecektir.
[538] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 112-113
[539] Buhârî, Zekât 18,
Nefekât 2; Müslim, Zekât 94–97, 106, 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28, 39;
Tirmizî, Zekât 38, Birr 77, Zühd 32; Nesâî, Zekât 53, 60.
527’ de tekrar gelecektir.
[540] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 113
[541] Buhârî, Zekât 44,
Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42,
43.
322’de Tekrar gelecektir.
[542] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 114
[543] Buhârî, Zekât 60, Cihâd
188; Müslim, Zekât 161.
589’da benzeri gelecektir. Ehli Beyt’e sadakanın haramlığı bkz. 347
[544] Müslim, Zekât 161.
[545] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 114
[546] Buhârî, Et`ıme 2, 3;
Müslim, Eşribe 108. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et`ıme 8.
728 ve 740’da tekrar gelecektir.
[547] Buhârî, Cum`a 11,
İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâre 20.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27.
285’de geçmişti, 653’de tekrar
gelecektir.
[548] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 115
[549] Ebû Dâvûd, Salât 26.
[550] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 115
[551] Ebû Dâvûd, Salât 26;
Tirmizî, Mevâkît 182.
[552] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 115
[553] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 115
[554] Buhârî, Edeb 28; Müslim,
Birr 140–141. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 28; İbni Mâce, Edeb 4.
[555] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 116
[556] Müslim, Birr 142. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Et`ıme 58; Tirmizî, Et`ıme 30.
[557] Müslim, Birr 143.
[558] Buhârî, Edeb 29; Müslim,
Îmân 73. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 60.
[559] Müslim, Îmân 73.
[560] Buhârî, Hibe 1, Edeb 30;
Müslim, Zekât 90. Ayrıca bk. Tirmizî, Velâ’ 6.
Önceden 124’de geçmişti.
[561] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 116
[562] Buhârî, Mezâlim 20,
Eşribe 24; Müslim, Müsâkât 136. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Akdıye 31; Tirmizî, Ahkâm
18; İbni Mâce, Ahkâm 15.
[563] Buhârî, Nikâh 80, Edeb
31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, 75. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî,
Kıyâmet 50; İbni Mâce, Edeb 4.
Benzerleri 1512 ve 1513’de gelecektir.
[564] Müslim, Îmân 77.
316, 706, 1512’de tekrar gelecektir.
[565] Buhârî, Şüf`a 3, Hibe
16, Edeb 32.
[566] Tirmizî, Birr 28.
[567] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 117
[568] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 118
[569] Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd
1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137–139. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr
2; Nesâî, Mevâkît 51.
Benzeri faziletlerle alakalı hadisler 1274, 1277
ve 1286’da tekrar gelecektir
[570] Müslim, İtk 25. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 8; İbni Mâce, Edeb 1.
[571] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 119
[572] Buhârî, Edeb 85; Müslim,
Îmân 74, 75. Ayrıca bk. Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, Rikak 23; Ebû Dâvûd, Edeb
123; Tirmizî, Kıyâmet 50; İbni Mâce, Edeb 4.
311’de geçmişti, 706 ve 1512’de tekrar
gelecektir.
[573] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 119
[574] Buhârî, Tefsîru sûre 47,
Edeb 13, Tevhîd 35; Müslim, Birr 16.
[575] Buhârî, Edeb 13.
[576] Buhârî, Edeb 2; Müslim,
Birr 1. Ayrıca bk. İbni Mâce, Vesâyâ 4; Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 1.
[577] Müslim, Birr 2.
[578] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 120
[579] Müslim, Birr 9, 10.
[580] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 120
[581] Müslim, Birr 22.
648’de tekrar gelecek, açıklama orada
verilecektir.
[582] Buhârî, Edeb 12, Büyû`
13; Müslim, Birr 20, 21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45.
[583] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 120
[584] Buhârî, Zekât 24,
Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42,
43.
299’da geçmiş, gerekli açıklama orada
verilmişti.
[585] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 121
[586] Buhârî, Cihâd 138, Edeb
3; Müslim, Birr 6.
[587] Buhârî, Cihâd 138;
Müslim, Birr 5. Ayrıca bk. Tirmizî, Cihâd 2; Nesâî, Cihâd 5.
[588] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 121
[589] Buhârî, Edeb 15. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45; Tirmizî, Birr 10.
[590] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 121
[591] Buhârî, Edeb 13; Müslim,
Birr 17.
Benzeri
geniş olarak 317’de geçmişti.
[592] Buhârî, Hibe 15, 16;
Müslim, Zekât 44.
[593] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 122
[594] Buhârî, Hibe 29, Cizye 18, Edeb 8; Müslim, Zekât 50. Ayrıca bk. Ebû
Dâvûd, Zekât 34.
[595] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 122
[596] Buhârî, Zekât 48;
Müslim, Zekât 45. Ayrıca bk. Buhârî, Zekât, 44; Nesâî, Zekât 82; İbni Mâce,
Zekât 24.
[597] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 122
[598] Buhârî, Bed’ü’l–vahy 6,
Salât 1, Zekât 1, Cihâd 102, Şehâdât 28, Edeb 8, Tefsîru sûre (3) 4; Müslim,
Cihâd 74.
Önceden 56 numarada geçmiş, gerekli açıklama
orada verilmişti.
[599] Müslim,
Fezâilü’s–sahâbe, 226, 227.
[600] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 123
[601] Müslim, Îmân 348, 351.
Ayrıca bk. Buhârî, Tefsîru sûre (26) 2; Tirmizî, Tefsîru sûre (27) 2; Nesâî,
Vesâyâ 6.
[602] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 123
[603] Buhârî, Edeb 14; Müslim,
Îmân 366.
[604] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 123
[605] Buhârî, Edeb 10; Müslim,
Îmân 14. Ayrıca bk. Nesâî, Salât 10.
1212’de tekrar gelecektir.
[606] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 123
[607] Tirmizî, Zekât 26.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 21; Nesâî, Zekât 82; İbni Mâce, Sıyâm 25, 28.
1240’da kısa şekliyle tekrar gelecektir.
[608] Ebû Dâvûd, Edeb 120;
Tirmizî, Talâk 13. Ayrıca bk. İbni Mâce, Talâk 36.
[609] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 124
[610] Tirmizî, Birr 3. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Talâk 36.
[611] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 124
[612] Tirmizî, Birr 6. Ayrıca
bk. Buhârî, Sulh 6, Megâzî 43; Ebû Dâvûd, Talâk 35.
[613] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 124
[614] Buhârî, Şehâdât 10, Edeb
6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143. Ayrıca bk. Tirmizî, Şehâdât 3,
Birr 4, Tefsîru sûre (4) 5.
1552’de tekrar gelecek ve açıklama orada
verilecektir.
[615] Buhârî, Eymân ve’n–nüzûr
16, Diyât 2, İstitâbetü’l–mürteddîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (4) 6;
Nesâî, Tahrîm 3, Kasâme 48.
[616] Bkz. Ez-Zevacir an itikafil kebair ibni Hacer
el-Heytemi. Kayıhan Yayınları tarafından iki cild halinde Büyük Günahlar olarak
tercüme edilmiştir.
[617] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 125
[618] Müslim, Îmân 146. Ayrıca
bk. Tirmizî, Birr 4.
[619] Buhârî, Edeb 4. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 120.
[620] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 126
[621] Buhârî, Edeb 11; Müslim,
Birr 18, 19. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 45; Tirmizî, Birr 10.
[622] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 126
[623] Buhârî, İstikrâz 19,
Edeb 6, Zekât 53; Müslim, Akdıye 10–14.
[624] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 126
[625] Müslim, Birr 11–13.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 120; Tirmizî, Birr 5.
[626] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 127
[627] Ebû Dâvûd, Edeb 120.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 2.
[628] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 127
[629] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
20; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 74–76. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 70, Menâkıb 70.
[630] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
20; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 74.
[631] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
75.
[632] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
20; Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 78.
[633] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 128
[634] Buhârî, Cihâd 71;
Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 181.
[635] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 128
[636] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
36.
[637] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
37.
Biraz kısa şekliyle 712’de gelecektir.
[638] Buhârî, Fezâilü’s–sahâbe
12, 22.
[639] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 129
[640] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 129
[641] Müslim, Mesâcid 290.
[642] Müslim, Mesâcid 291.
[643] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 130
[644] Müslim, Salât 122.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 95; Nesâî, Salât 54.
1086’da tekrar gelecektir.
[645] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 130
[646] Müslim, Salât 123.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 95; Nesâî, Salât 54; İmâmet 23, 26; İbni Mâce,
İkâmet 45.
[647] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 130
[648] Buhârî, Cizye 12, Edeb
89, Diyât 22; Müslim, Kasâme 1, 3, 6. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Diyât 8; Tirmizî,
Diyât 4, 22; Nesâî, Kasâme 3, 4, 5; İbni Mâce, Diyet 28.
[649] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 131
[650] Buhâri, Cenâiz 72, 75,
78, Meğâzî 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 27; Nesâî, Cenâiz 62; İbni Mâce,
Cenâiz 28; Tirmizî, Cenâiz 31.
[651] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 131
[652] Müslim, Rü’yâ 19, Zühd
70 (senedli), Buhârî, Vudû’ 74 (senedsiz)
Misvakla alakalı 1197—1206 arası hadislere
bakınız.
[653] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 131
[654] Ebû Dâvûd, Edeb 20.
[655] Ebû Dâvûd, Edeb 58;
Tirmizî, Birr 15.
[656] Ebû Dâvûd , Edeb 20.
[657] I, 6.
[658] s. 49.
[659] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 132
[660] Buhârî, Tefsîru sûre (7)
5, İ’tisam 2.
Bu hadis 50 numarada geçmişti.
[661] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 132
[662] Buhârî, Hayz 29; Müslim,
Cenâiz 88.
[663] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 132
[664] Tirmizî, Birr 75.
[665] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 133
[666] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 133
[667] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
103. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 65.
453’de tekrar gelecek, açıklama orada
verilecektir.
[668] Müslim, Birr 38.
380’de tekrar gelecektir.
[669] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 133
[670] Tirmizî, Birr 64. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Cenâiz 2.
[671] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 134
[672] Buhârî, Zebâih 31, Büyû’
38; Müslim, Birr 146. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 16.
[673] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 134
[674] Buhârî, Nikâh 15,
Müslim, Radâ 53. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 2; Nesâî, Nikâh 13; İbni Mâce,
Nikâh 6.
[675] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 134-135
[676] Buhârî, Tefsîru sûre
(19), 2.
[677] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 135
[678] Ebû Dâvûd, Edeb 16;
Tirmizî, Zühd 56.
[679] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 135
[680] Ebû Dâvûd, Edeb 16;
Tirmizî, Zühd 45.
[681] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 135
[682] Buhârî, Edeb 96; Müslim,
Birr 165. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 50; Daavât 98.
[683] Bu hadis, 370 ve 371
nolu hadislerle birlikte açıklanacaktır.
[684] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 135
[685] Buhârî, Edeb 96; Müslim,
Birr 161, 163.
[686] Edeb 96.
[687] Birr 164.
[688] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 135
[689] Buhârî, Edeb 96; Müslim,
Birr 165. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 50, Daavât 98.
Bu geçen üç hadis önceden 19 numaralı uzunca bir
hadis içerisinde geçmişti.
[690] Buhârî, Enbiyâ 2 (Sadece
ruhlar ile ilgili kısım Hz. Âişe’den rivayet edilmiştir.); Müslim, Birr 159,
160. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 16.
Bu hadise benzer bir hadis 69 numarada geçmişti.
[691] Müslim, Fezailüs Sahabe 225.
[692] Müslim, Birr 223.
[693] Müslim, Birr 224.
[694] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 137.
[695] Ebû Dâvûd, Vitr 23;
Tirmizî, Daavât 109.
[696] Ebû Dâvûd, Vitr 23;
Tirmizî, Daavât 109. Ayrıca bk. İbni Mâce, Menãsik 5.
714’de tekrar gelecektir.
[697] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 137.
[698] Buhârî, es–Salât fî
mescidi Mekke ve’l–Medîne 4; Müslim, Hac 516.
[699] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 138.
[700] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 138.
[701] Buhârî, Îmân 9, 14,
İkrah 1, Edeb 42; Müslim, Îmân 67. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 10.
[702] Buhâri, Ezan 36, Zekât
16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî,
Kudât 2.
450 ve 659’da tekrar gelecektir.
[703] Müslim, Birr 37. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 53.
[704] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 139.
[705] Müslim, Îmân 93–94.
Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ime 45, Kıyamet 56; İbni Mâce, Mukaddime 9, Edeb 11.
848’de tekrar gelecektir.
[706] Müslim, Birr 38.
[707] Buhârî, Menâkıbu’l–ensâr
4; Müslim, Îmân 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 65.
[708] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 139.
[709] Tirmizî, Zühd 53.
[710] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 139.
[711] Muvatta’, Şa’r 16.
[712] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 140.
[713] Ebû Dâvûd, Edeb 113 ;
Tirmizî, Zühd 54.
[714] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 140.
[715] Ebû Dâvûd, Vitr 26;
Nesâî, Sehv 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 30.
1423’de tekrar gelecek, gerekli açıklama orada
verilecektir.
[716] Ebû Dâvûd, Edeb 113.
[717] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 140.
[718] Buhârî, Rikak 38.
95 numarada geçmişti
[719] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 141-142.
[720] Buhârî, Bedü’l–halk 6,
Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Birr 157. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (19), 7.
[721] Birr 157.
[722] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 142.
[723] Buhârî, Tevhîd 1;
Müslim, Salâtü’l–müsâfirîn 263. Ayrıca bk. Nesâî, İftitâh 69.
[724] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 142.
[725] Müslim, Mesâcid 261,
262. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 51, Fiten 6; İbni Mâce, Fiten 6.
234’de geçmişti, 1049’da tekrar gelecektir.
[726] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 143.
[727] Buhârî, Îmân 17, 28,
Salât 28, Zekât 1, İ’tisâm 2, 28; Müslim, Îmân 32–36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd,
Cihâd 95; Tirmizî, Tefsîru sûre (88); Nesâî, Zekât 3; İbni Mâce, Fiten 1–3.
1076 ve 1210’da tekrar gelecektir.
[728] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 143.
[729] Müslim, Îmân 37.
[730] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 143.
[731] Buhârî, Meğâzî 12;
Müslim, Îmân 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Cihâd 95.
[732] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 144.
[733] Buhârî, Diyât 2, Meğâzî
45; Müslim, Îmân l58–159. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre(11).
[734] Müslim, Îmân 158.
[735] Müslim, Îmân 160.
[736] Buhârî, Şehâdât 5.
[737] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 145.
[738] Buhârî, Bed’ü’l–halk 6,
Enbiyâ 1, Kader 1; Müslim, Kader 1. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Tirmizî,
Kader 4; İbni Mâce, Mukaddime 10.
[739] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[740] Müslim, Cennet 29.
Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 1.
[741] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[742] Buhârî, Enbiyâ 1, Rikak
51; Müslim, Îmân 362–364. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 12.
[743] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[744] Müslim, Cennet 33.
[745] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[746] Buhârî, Rikak 47,
Tefsîru sûre 83; Müslim, Cennet 60. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 2, Tefsîru sûre
(83); İbni Mâce, Zühd 33.
[747] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 147.
[748] Buhârî, Tefsîru sûre
(5), 12; Müslim, Fezâil 134.
448’de tekrar gelecektir.
[749] Müslim, Fezâil 134.
[750] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[751] Müslim, Cennet 62.
Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyamet 6.
[752] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[753] Buhârî, Rikak 47;
Müslim, Cennet 61.
[754] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[755] Müslim, Cennet 31.
[756] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 148.
[757] Buhârî, Zekât 9; Müslim,
Zekât 67. Ayrıca bk. Buhârî, Menâkıb 25, Tevhîd, 24, 36; Tirmizî, Kıyamet 1;
İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28.
Bu hadis 139’da geçmişti. İleride 546 ve 693’de
tekrar gelecek, açıklama orada verilecektir.
[758] Tirmizî, Zühd 9. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 19.
402’deki açıklamaya bakınız.
[759] Tirmizî, Kıyamet 1.
[760] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[761] Tirmizî, Kıyamet 7.
[762] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[763] Tirmizî, Kıyamet 8;
Tefsîru sûre (39).
[764] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[765] Tirmizî, Kıyamat 18.
[766] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 149.
[767] Buhârî, Rikak 45;
Müslim, Cennet 56, 59. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 8, 48, Tefsîru sûre (5), 14;
Tirmizî, Kıyamet 3, Tefsîru sûre (80), 2; Nesâî, Cenâiz 118–119; İbni Mâce,
Zühd 33.
[768] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 150.
[769] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 150.
[770] Buhârî, Enbiyâ 47;
Müslim, Îmân 46.
[771] Îmân 47.
[772] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 151.
[773] Müslim, Zikir 22.
[774] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 151.
[775] Müslim, Îmân 151.
[776] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 151.
[777] Buhârî, İlim 49; Müslim,
Îmân 53.
427’de tekrar gelecektir
[778] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 152.
[779] Müslim, Îmân 45.
[780] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 152.
[781] Buhârî, Salât 45, 46,
Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd 25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et’ime 15, Rikak 6,
İstitâbetü’l–mürteddîn 9; Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263, 264, 265,
Fezâilü’s–sahâbe 178. Ayrıca bk. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce,
Mesâcid 8.
1530’da kısa olarak bir daha gelecek
[782] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 153.
[783] Buhârî, Edeb 18; Müslim,
Tevbe 22. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 35.
[784] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 153.
[785] Buhârî, Bed’ü’l–halk 1.
[786] Buhârî, Tevhid 22, 28,
55; Müslim, Tevbe 15.
[787] Buhârî, Tevhîd 15, 22,
28, 55, Bed’ü’l–halk 1; Müslim, Tevbe l4–l6. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 35.
[788] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 153.
[789] Müslim, Tevbe 19.
[790] Buhârî, Edeb 19; Müslim,
Tevbe 17, 19. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 35.
[791] Tevbe, 20.
[792] Tevbe, 21.
[793] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 154.
[794] Buhârî, Tevhîd 35;
Müslim, Tevbe 29.
[795] Müslim, Tevbe 11.
1873’de tekrar gelecek açıklama orada
verilecektir.
[796] Müslim, Tevbe 10.
13-25 arası hadislere ve 222’ye bkz.
[797] Müslim, Îmân 52.
[798] Müslim, Îmân 346.
[799] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 155.
[800] Buhârî, Cihâd 46; Müslim
Îmân 48, 49. Ayrıca bk. Buhârî, Libâs 101, İsti’zân 30, Tevhîd 1; Tirmizî, Îmân
18; İbni Mâce, Zühd 35.
416’da geçmişti.
[801] Buhârî, Cenâiz 87,
Tefsîru sûre (14), 2; Müslim, Cennet 73.
[802] Buhari, Cenaiz 87, Müslim, Cennet 4.
[803] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 155.
[804] Müslim, Münâfıkîn 57.
[805] Müslim, Münâfıkîn 56.
[806] Müslim, Mesâcid 284.
1042-1043’de tekrar gelecektir.
[807] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[808] Müslim, Cenâiz 59.
933’de tekrar gelecektir.
[809] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[810] Buhârî, Rikak 45, 46,
Enbiyâ 7, Eymân 3, Tefsîru sûre (22), 1; Müslim, Îmân 377. Ayrıca bk. Tirmizî,
Cennet 13; İbni Mâce, Zühd 34.
[811] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[812] Müslim, Tevbe 49.
[813] Tevbe 51.
[814] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 156.
[815] Buhârî, Mezâlim 3,
Tefsîru sûre (11), 4, Edeb 60, Tevhîd 36; Müslim Tevbe 52. Ayrıca bk. İbni
Mâce, Mukaddime 13.
[816] Buhârî, Mevâkît 4;
Tefsîru sûre (11), 6; Müslim, Tevbe 39–43. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre
(11), 6.
1044’de tekrar gelecek ve açıklama orada
verilecektir.
[817] Buhârî, Hudûd 27;
Müslim, Tevbe 44, 45. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 10.
[818] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 157.
[819] Müslim, Zikir 89. Ayrıca
bk. Tirmizî, Et’ime 18.
Bu hadis 140’da geçmiş ve 1397’de tekrar gelecek
ve açıklama orada verilecektir.
[820] Müslim, Tevbe 31.
Bu hadis 16 numarada geçmişti.
[821] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 157.
[822] Müslim, Müsâfirîn 294.
[823] Müslim, Fezâil 24.
[824] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 159.
[825] Buhârî, Tevhîd 15, 35,
55; Müslim, Tevbe 1, Zikir 2, 19. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 51, Daavât 131; İbni
Mâce, Edeb 58.
[826] Tevbe 1.
[827] 414 numaralı hadis.
[828] Buhârî, Tevhîd 15;
Müslim, Zikir 2.
Bu hadisin benzeri 15 ve 414 numarada
geçmişti, 1436’da gelecek.
[829] Müslim, Cennet 81, 82.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 13.
[830] Tirmizî, Daavât 98.
1880’de tekrar gelecektir.
[831] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 160.
[832] Müslim, Tevbe 23.
[833] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 160.
[834] Buhârî, Cenâiz 50, 53,
90. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 44.
942’de tekrar gelecektir.
[835] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 161.
[836] Buhârî, Rikak 29.
Bu hadis 105 numarada geçmişti.
[837] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 161.
[838] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 161.
[839] Buhârî, Tefsîru sûre
(4), 9, Fezâilü’l–Kur’ân 33, 34; Müslim, Müsâfirîn 247. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd,
İlim 13; Tirmizî, Tefsir 5.
1008’de tekrar gelecektir.
[840] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 162.
[841] Buhârî, Küsûf 2, Tefsîru
sûre (5), 12, Nikâh 107, Rikak 27, Eymân 3; Müslim, Salât 112, Küsûf 1, Fezâil
134. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 9; Nesâî, Sehv 103, Küsûf 11. 23; İbni Mâce, Zühd
19.
402’de geçmiş gerekli açıklama orada verilmişti.
[842] Tirmizî, Fezâilu’l–cihâd
8; Zühd 9. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 8; İbni Mâce, Cihâd 9.
[843] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 162.
[844] Buhârî, Ezân 36, Zekât
16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî,
Kudât 2.
377’de geçmişti, 659’da tekrar gelecektir.
[845] Ebû Dâvûd, Salât 158. Ayrıca
bk. Nesâî, Sehv 18.
[846] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 162.
[847] Buhârî,
Menâkıbu’l–ensâr16, Tefsîru sûre (98), 1, 3; Müslim, Müsâfirîn 246.
[848] Müsâfirîn 245.
[849] Müslim, Fezâilü’s–sahâbe
103. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 65.
361’de geçmişti.
[850] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 163.
[851] Buhârî, Ezân 39; Müslim,
Salât 94.
[852] Buhârî, Cenâiz 27,
Meğazî 26.
[853] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 163.
[854] Tirmizî, Fezâilü’l–cihâd
26.
[855] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 164.
[856] Buhârî, Rikak 7; Müslim,
Zühd 6. Ayrıca bk. Buhârî, Cizye 1, Meğâzî 12; Tirmizî, Kıyamet 28; İbni Mâce,
Fiten 18.
[857] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[858] Buhârî, Zekât 47, Cihâd
37; Müslim, Zekât 121–123. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 81; İbni Mâce, Fiten l8.
[859] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[860] Müslim, Zikr 99.
Bu hadis 70 numarada geçmişti bir benzeri ise
290 numaradadır.
[861] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[862] Buhârî, Rikak 1, Cihâd
33, 110, Menâkibu’l–ensâr 9, Megâzî 29; Müslim, Cihâd 126, 129. Ayrıca bk.
Tirmizî, Menâkıb 55; İbni Mâce, Mesâcid 3.
[863] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[864] Buhârî, Rikak 42;
Müslim, Zühd 5. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52.
Bu hadis 104 numarada geçmişti ve gerekli
açıklama orada verilmişti.
[865] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 166.
[866] Müslim, Münâfikîn 55.
[867] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 167.
[868] Müslim, Cennet 55.
[869] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 167.
[870] Müslim, Zühd 2.
[871] Buhârî, İstikrâz 3,
Rikak 14; Müslim, Zekât 32.
[872] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[873] Buhârî, Temennî 2,
İsti’zân 30, Rikak l4; Müslim, Zekât 31. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 8.
[874] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[875] Müslim, Zühd 9. Ayrıca
bk. Tirmizî, Kıyamet 58, Libâs 38; İbni Mâce, Zühd 9.
[876] Buhârî, Rikak 30. Ayrıca
bk. Müslim, Zühd 8.
[877] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[878] Buhârî, Rikak 10. Ayrıca
bk. Buhârî, Cihâd 70; İbni Mâce, Zühd 8.
[879] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[880] Buhârî, Salât 58.
506’da tekrar gelecek
açıklama orada verilecek.
[881] Müslim, Zühd 1. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd l6; İbni Mâce, Zühd 3.
[882] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 168.
[883] Buhârî, Rikak 3. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3.
574’de tekrar
gelecektir.
[884] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[885] İbni Mâce, Zühd 1.
[886] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[887] Müslim, Zühd 36. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 10.
495’de gelecektir.
[888] Buhârî, Humus 3, Rikak
16; Müslim, Zühd 27. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49.
[889] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[890] Buhârî, Vasâyâ 1, Cihâd
61, 86, Humus 3, Megâzî 83. Ayrıca bk. Nesâî, İhbâs 1.
[891] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 169.
[892] Buhârî, Cenâiz 27,
Menâkıbu’l–ensâr 45, Megâzî 17, 26, Rikâk 16; Müslim, Cenâiz 44. Ayrıca bk.
Nesâî, Cenâiz 40.
[893] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[894] Tirmizî, Zühd 13. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 3.
[895] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[896] Tirmizî, Zühd 14. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 3.
1385’de tekrar
gelecektir.
[897] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[898] Tirmizî, Zühd 20. Ayrıca
bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 377, 426, 443.
[899] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[900] Ebû Dâvûd, Edeb 169;
Tirmizî, Zühd 25.
[901] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[902] Tirmizî, Zühd 26.
[903] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 170.
[904] Tirmizî, Zühd 30.
[905] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[906] Müslim, Zühd 3–4. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 31, Tefsîru sûre (102) 1; Nesâî, Vesâyâ 1.
[907] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[908] Tirmizî, Zühd 36.
[909] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[910] Tirmizî, Zühd 43.
[911] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[912] Tirmizî, Zühd 44.
[913] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 171.
[914] Tirmizî, Zühd 37. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 6.
[915] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 172.
[916] Buhârî, Nikâh 88, Rikak
l6, 5l, Bed’ü’l–halk 8; Müslim, Zikr 94. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 11.
[917] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 172.
[918] Buhârî, Nikâh 87, Rikak
51; Müslim, Zikr 93.
260 da geçmişti.
[919] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 172.
[920] Buhârî, Menâkıbu’l–ensâr
26, Edeb 90, Rikak 29; Müslim, Birr 2–6. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 70; İbni
Mâce, Edeb 41.
[921] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 173.
[922] Buhârî, Eymân 22;
Müslim, Zühd 22. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ıme 23, 27; Nesâî, Dahâyâ 37; İbni Mâce,
Et’ıme 48, 49.
[923] Müslim, Zühd 20. Ayrıca
bk. Buhârî, Rikak 17.
[924] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[925] Buhârî, Hibe 1; Rikak
17; Müslim, Zühd 28.
[926] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[927] Buhârî, Et’ıme 23.
[928] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[929] Buhârî, Et’ıme 8, Rikak
16. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ıme 1, Zühd 38; İbni Mâce, Et’ıme 20.
[930] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[931] Müslim, Zühd 34, 36.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 10.
[932] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.
[933] Buhârî, Et’ıme 23.
[934] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 175.
[935] Müslim, Eşribe 140.
[936] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 175.
[937] Müslim, Zühd 14.
[938] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[939] Buhârî, Humus 5; Libas
19; Müslim, Libâs 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 5; Tirmizî, Libâs 10; İbni
Mace, Libâs 1.
[940] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[941] Buhârî, Et’ıme 23, Rikak
17; Müslim, Zühd 12–13. Ayrıca bk. , Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 12.
[942] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[943] Buhârî, Rikak 17;
Müslim, Zühd 18, l9. Ayrıca bk. , Tirmizî, Zühd 38.
[944] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.
[945] Buhârî, Rikak 17.
[946] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[947] Buhârî, İ’tisâm 16.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39.
[948] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[949] Buhârî, Cihâd 89, Megâzî
86; Müslim, Müsâkât 124–126. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû 7; Nesâî, Büyû 58, 83;
İbni Mâce, Rühûn 1.
[950] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[951] Buhârî, Büyû 14, Rehin
1, Meğâzî 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû 7.
[952] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.
[953] Buhârî, Salât 58.
[954] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[955] Buhârî, Rikak 17. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Libâs 42; Tirmizî, Libâs 27; İbni Mâce, Zühd 11.
[956] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[957] Müslim, Cenâiz 13.
[958] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[959] Buhârî, Şehâdât 9,
Fezâilu ashâbi’n–Nebî 1, Rikak 7, Eymân 10, 27; Müslim, Fezâilu’s–sahâbe 214.
Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 45, Şehâdât 4, Menâkıb 56; İbni Mâce, Ahkâm 27.
[960] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[961] Tirmizî, Zekât 32.
Ayrıca bk. Müslim, Zekât 97.
[962] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.
[963] Tirmizî, Zühd 34. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 9.
[964] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[965] Müslim, Zekât 125.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 35; İbni Mâce, Zühd 9.
[966] Tirmizî, Zühd 35.
[967] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[968] Tirmizî, Zühd 38. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Et’ıme 49.
[969] Tirmizî, Zühd 39.
[970] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[971] Tirmizî, Zühd 47. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Et’ıme 50.
[972] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[973] Ebû Dâvûd, Tereccül 2.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 4.
[974] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.
[975] Müslim, Sayd 17.
[976] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 180.
[977] Ebû Dâvûd, Libâs 3;
Tirmizî, Libâs 27.
[978] Buhârî, Megâzî 29.
[979] Müslim, Eşribe 141.
[980] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 181.
[981] Buhârî, Menâkıb 25;
Müslim, Eşribe 142.
[982] Müslim, Eşribe 143.
[983] Müslim, Eşribe 143.
[984] Müslim, Eşribe 143.
[985] Müslim, Eşribe 143.
[986] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 182.
[987] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 183.
[988] Buhârî, Rikak 15;
Müslim, Zekât 130. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 40; İbni Mâce, Zühd 9.
[989] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 183.
[990] Müslim, Zekât 125.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 35.
[991] Buhârî, Vasâyâ 9, Cihâd
27, Zekât 47, 50, Humus 19, Rikak 7, 11; Müslim, Zekât 96. Ayrıca bk. Tirmizî,
Fiten 26, Zühd 41; Nesâî, Zekât 50, 80, 93; İbni Mâce, Fiten 19.
[992] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 184.
[993] Buhârî, Meğazî 31;
Müslim, Cihâd 149.
[994] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 184.
[995] Buhârî, Cum’a 29, Humus
19, Tevhîd 49.
[996] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 184.
[997] Buhârî, Zekât 18, Vasâyâ
9, Nafakât 2; Müslim, Zekât 95. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 39; Nesâî, Zekât
53, 60.
298’de geçmiş, açıklama orada verilmişti.
[998] Müslim, Zekât 99.
[999] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[1000] Müslim, Zekât 108.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 27; Nesâî, Salât 5; Bîat 18; İbni Mâce, Cihâd 41.
[1001] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[1002] Buhârî, Zekât 52; Müslim,
Zekât 103, 104.
[1003] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[1004] Buhârî, Zekât 18, 50;
Müslim, Zekât 94, 95, 96, 97, 106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28. Tirmizî,
Zühd 32, Kıyâmet 39; Nesâî, Zekât 50, 52, 53, 93.
[1005] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 185.
[1006] Müslim, Zekât 105.
Ayrıca bk. İbn Mâce, Zekât 25.
[1007] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[1008] Tirmizî, Zekât 38.
Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 93.
[1009] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[1010] Ebû Dâvûd, Zekât 28.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 18.
[1011] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[1012] Ebu Davud, Zekat 27.
[1013] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[1014] Müslim, Zekât 109.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 26; Tirmizî, zekât 23; Nesâî, Zekât 80.
[1015] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 186.
[1016] Buhârî, Zekât 25;
Tefsîru sûre (2) 18; Müslim, Zekât 101, 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 24;
Nesâî, Zekât 76.
266’da geçmişti.
[1017] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 187.
[1018] Buhârî, Zekât 51; Ahkâm
17; Müslim, Zekât 110. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 94.
[1019] Buhârî, Zekât 50, 53;
Büyû‘ 15, Müsâkât 13. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 85; İbni Mâce, Zekât 25.
[1020] Buhârî, Zekât 50, 53;
Müslim, Zekât 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28.
[1021] Buhârî, Büyû’ 15.
[1022] Müslim, Fezâil 169.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticârât 5.
[1023] Buhârî, Büyû’ 15, Enbiyâ
37.
[1024] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 188.
[1025] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 188.
[1026] Buhârî, İlim 15, Zekât
5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 268.
571 – 997 – 1378’de tekrar gelecektir.
[1027] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[1028] Buhârî, Rikak 12.
[1029] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[1030] Buhârî, Zekât 9, 10,
Menâkıb 25, Rikak 49, 51, Edeb 34, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66–68. Ayrıca bk.
Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37; Nesâî, Zekât 63, 64; İbni Mâce, Mukaddime 13;
Zekât 28.
Bu hadis önceden 139 ve 406’da geçmişti.
693’de tekrar gelecek ve gerekli açıklama orada verilecektir.
[1031] Buhârî, Edeb 39; Müslim,
Fezâil 56.
[1032] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[1033] Buhârî, Zekât 27;
Müslim, Zekât 57.
297’de geçmişti, gerekli açıklama orada
verilmişti.
[1034] Buhâri, Tefsîru sûre
(11) 2; Nefekât 1; Tevhid 35; Müslim, Zekât 36, 37. Ayrıca bk. İbni Mâce,
Keffârât 15.
[1035] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 189.
[1036] Buhârî, Îmân 6, 20;
İsti’zân 9, 19; Müslim, Îmân 63. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 12; İbni Mâce, Et’ime
1.
[1037] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 190.
[1038] Buhârî, Hibe 35. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Zekât 42.
138’de
geçmiş gerekli açıklama orada verilmişti.
[1039] Müslim, Zekât 97. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 32.
510’da geçmiş, açıklama orada verilmişti.
[1040] Müslim, Fezâil 57–58.
[1041] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 190.
[1042] Müslim, Zekât 127.
[1043] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 191.
[1044] Buhârî, Cihâd 24, Humus
19.
[1045] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 191.
[1046] Müslim, Birr 69. Ayrıca
bk. Tirmizî, Birr 82.
[1047] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 191.
[1048] Tirmizî, Zühd 17.
[1049] Tirmizî, Sıfatu’l–kıyâme
35.
[1050] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[1051] Müslim, Zekât 88.
[1052] Buhârî, Zekât 21;
Müslim, Zekât 88. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd. Zekât 46; Tirmizî, Birr 40; Nesâî,
Zekât 62.
[1053] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[1054] Buhârî, Cihâd 89; Zekât
28, Talâk 24; Libâs 9; Müslim, Zekât 76–77. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 61.
[1055] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[1056] Buhârî, Zekât 8; Tevhîd
23; Müslim, Zekât 63, 64. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28, Nesâî, Zekât 48; İbni
Mâce, Zekât 28.
[1057] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 192.
[1058] Müslim, Zühd 45.
[1059] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 193.
[1060] Müslim, Birr 56.
[1061] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
10, Tefsîru sûre (59), 6; Müslim, Eşribe 172.
[1062] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 194.
[1063] Buhârî, Et’ıme 11;
Müslim, Eşribe 178. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ıme 21.
[1064] Müslim, Eşribe 179–181.
Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ıme 21; İbni Mâce, Et’ıme 2.
756’da tekrar gelecektir.
[1065] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 194.
[1066] Müslim, Lukata 18.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 32.
969’da tekrar gelecektir.
[1067] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 194.
[1068] Buhârî, Cenâiz 28, Büyû’
31, Libâs 18, Edeb 39. Ayrıca bk. Nesâî, Zînet 97; İbni Mâce, Libâs 1.
[1069] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 194.
[1070] Buhârî, Şirket 1;
Müslim, Fezâilü’s–sahâbe 167.
[1071] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 195.
[1072] Buhârî, Şirb
ve’l–müsâkât 1, 10, Mezâlim 12, Hibe 22, 23; Eşribe, 19; Müslim, Eşribe 127.
761’de tekrar gelecek ve gerekli
açıklama orada verilecek.
[1073] Buhârî, Gusül 20, Enbiyâ
20, Tevhîd 35. Ayrıca bk. Nesâî, Gusül 7.
[1074] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 195.
[1075] Buhârî, İlim 15, Zekât
5, Ahkâm 3, İ’tisâm 13; Müslim, Müsâfirîn 268. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 22.
544’de geçmiş, gerekli açıklama orada
verilmişti, 997 ve 1378’de tekrar gelecektir.
[1076] Buhârî, Temennî 5,
Tevhîd 45; Müslim, Müsâfirîn 266, 267. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 22.
[1077] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 196.
[1078] Buhârî, Ezân 155; Daavât
18; Müslim, Mesâcid 142. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 24.
[1079] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 197.
[1080] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 197.
[1081] Buhârî, Rikak 3. Ayrıca
bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3.
471’de geçmiş ve açıklama orada
verilmişti.
[1082] Buhârî, Vesâyâ 1;
Müslim, Vasiyyet 1, 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 1; Tirmizî, Vesâyâ 3;
Nesâî, Vesâyâ 1; İbni Mâce, Vesâyâ 2.
[1083] Müslim, Vasiyyet 4.
[1084] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 198.
[1085] Buhârî, Rikak 4.
[1086] Buhârî, Rikak 4. Ayrıca
bk. Tirmizî, Kıyamet 22; İbni Mâce, Zühd 27.
[1087] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 199.
[1088] Tirmizî, Zühd 3.
Bu Hadis 93 numarada geçmişti.
[1089] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 199.
[1090] Tirmizî, Zühd 4. Ayrıca
bk. Nesâî, Cenâiz 3; İbni Mâce, Zühd 31.
[1091] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 199.
[1092] Tirmizî, Kıyamet 23.
[1093] Müslim, Cenâiz 106,
Edâhî 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 77; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz
100.
[1094] Tirmizî, Cenâiz 60; Ebû
Dâvûd, Cenâiz 77.
[1095] Müslim, Cenâiz 102.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 79; Nesâî, Cenâiz 103; İbni Mâce, Cenâiz 36, Zühd
36.
Benzeri 584’de gelecek, genişçe 1029’da
tekrar gelecektir.
[1096] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 200.
[1097] Müslim, Cenâiz 104.
Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 103; İbni Mâce, Cenâiz 36.
[1098] Tirmizî, Cenâiz 59.
582’de benzeri geçti, 1029’da daha
genişçe gelecektir.
[1099] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 201.
[1100] Buhârî, Temennî 6;
Müslim, Zikir 10. Ayrıca bk. Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 31.
[1101] Müslim, Zikir 13. Ayrıca
bk. Nesâî, Cenâiz 1.
[1102] Buhârî, Merdâ 19, Daavât
30; Müslim, Zikir 10. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 9; Nesâî, Cenâiz 1, 2; İbni
Mâce, Zühd 31.
Bu hadis 40 numarada geçmişti.
[1103] Buhârî, Merdâ 19, Daavât
30, Rikâk 7, Temennî 6; Müslim, Zikir 12. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 40, Nesâî,
Cenâiz 2.
Benzeri bir rivayet için 1522’ye bakınız.
[1104] Ebu Davud, Edeb 157.
[1105] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 201.
[1106] Buhari, iman 39, Müslim Müsakat 109.
[1107] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 202.
[1108] Buhârî, Büyû’ 4, Lukata
6; Müslim, Zekât 164–166. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 29.
Bir benzeri 300’de geçmiş gereken
açıklama orada verilmişti. Ehli beyte sadakanın haramlığı hk. 347’ye bkz.
[1109] Müslim, Birr 14, 15.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 52.
624’de tekrar gelecektir. Açıklama orada
verilecektir.
[1110] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
IV, 227–228; Dârimî, Büyû’ 2.
[1111] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 203.
[1112] Buhârî, İlim 26, Büyû’
3, Şehâdât 4, 13, 14, Nikâh 23. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Akdiye 18; Tirmizî, Radâ’
4.
[1113] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 203.
[1114] Tirmizî, Kıyâmet 60.
Ayrıca bk. Buhârî, Büyû’ 3; Nesâî, Kazâ 11.
Bu hadisin tamamı 55 numarada geçmişti.
[1115] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 203.
[1116] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
26.
[1117] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 203.
[1118] Buhârî, Menâkıbü’l–ensâr
45.
[1119] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 203.
[1120] Tirmizî, Kıyâmet 19.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 24.
[1121] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 204.
[1122] Müslim, Zühd 11.
[1123] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 204.
[1124] Buhârî, Cihâd 2, Rikak
34; Müslim, İmâre 122, 123. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 5; Tirmizî,
Fezâilü’l–cihâd 24; Nesâî, Cihâd 7; İbni Mâce, Fiten 13.
1290’da tekrar gelecektir.
[1125] Buhârî, Îmân 12,
Bed’ü’l–halk 15, Menâkıb 25, Rikak 34, Fiten 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Fiten 4,
Nesâî, Îmân 30, İbni Mâce, Fiten 13.
[1126] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 204.
[1127] Buhârî, İcâre 2, Enbiyâ
29, Et’ıme 50. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticâret 5.
609’da tekrar gelecektir.
[1128] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 204.
[1129] Müslim, İmâret 125.
Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 13.
1300’de tekrar gelecektir.
[1130] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 205.
[1131] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 206.
[1132] Müslim, Cennet 64.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 40; İbni Mâce, Zühd 16, 23.
1591’de tekrar gelecektir.
[1133] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 206.
[1134] Müslim, Birr 69. Ayrıca
bk. Tirmizî, Birr 82.
[1135] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 206.
[1136] Buhârî, İsti’zân 15;
Müslim, Selâm 15. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 136; Tirmizî, İsti’zân 8; İbni
Mâce, Edeb 14.
862’de tekrar gelecektir.
[1137] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 207.
[1138] Buhârî, Edeb 61. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 16.
[1139] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 207.
[1140] Buhârî, Ezân 44, Nefekât
8, Edeb 40. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 45.
[1141] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 207.
[1142] Müslim, Cum’a 60. Ayrıca
bk. Nesâî, Zînet 122.
[1143] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 207.
[1144] Müslim, Eşribe 136.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et’ıme 49; Tirmizî, Et’ıme 11.
165’de geçmişti. 751-753’de tekrar gelecek ve açıklama orada verilecek
[1145] Buhârî, İcâre 2, Enbiyâ
29, Et’ıme 50. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ticâret 5.
600’de geçmişti.
[1146] Buhârî, Hibe 2, Nikâh
73; Müslim, Nikâh 104.
[1147] Buhârî, Cihâd 59, Rikak
38. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 8; Nesâî, Hayl 14.
[1148] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 208.
[1149] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 208.
[1150] Müslim,
İman 147.
1577’de
tekrar gelecektir.
[1151] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 209.
[1152] Müslim, Eşribe 107.
160’da geçmişti, ileride 741’de tekrar
gelecek ve açıklama orada verilecektir.
[1153] Buhârî, Eymân 9, Tefsîru
sûre (68), 1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 13; İbni
Mâce, Zühd 4.
Geniş olarak 254’de geçmişti.
[1154] Müslim, Cennet 34;
Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1, Tevhid, 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 22.
Önceden 256’da geçmişti
[1155] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 209.
[1156] Buhârî, Libâs 1, 2, 5,
Fezâilü’s–sahâbe 5; Müslim, Libâs 42–48. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 25–27;
Tirmizî, Libâs 8–9; İbni Mâce, Libâs 6, 9.
792’de tekrar gelecektir.
[1157] Müslim, Îmân 172. Ayrıca
bk. Tirmizî, Cennet 25; Nesâî, Zekât 75, 77.
794’de ve benzerleri 1590, 1854 de
gelecektir.
[1158] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 210.
[1159] Müslim, Birr 136. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26; İbni Mâce, Zühd 16.
[1160] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 210.
[1161] Buhârî, Enbiyâ 54, Libâs
5; Müslim, Libâs 49, 50. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 47; Nesâî, Zînet 101.
[1162] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 210.
[1163] Tirmizî, Birr 61.
[1164] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 210.
[1165] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 211.
[1166] Buhârî, Edeb 112;
Müslim, Mesâcid 267, Edeb 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 1; Tirmizî, Birr 69.
[1167] Buhari, Menakıb 22.
[1168] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 211.
[1169] Buhârî, Savm 53, Menâkıb
23; Müslim, Fezâil 82.
[1170] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 211.
[1171] Buhârî, Cezâü’s–sayd 6,
Hibe, 6, 17; Müslim, Hac 50–54. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Menâsik 40; Tirmizî, Hac
26; Nesâî, Menâsik 79; İbni Mâce, Menâsik 92.
[1172] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 211.
[1173] Müslim, Birr 14, 15.
Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 52.
590’da geçmişti.
[1174] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 212.
[1175] Buhârî, Menâkıb 23,
Fezâilü ashâbi’n–nebî 27, Edeb, 38–39; Müslim, Fezâil 68. Ayrıca bk. Tirmizî,
Birr 47, 69.
[1176] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 212.
[1177] Tirmizi,
Birr 61.
[1178] Tirmizî, Birr 62. Ayrıca
bk. İbni Mâce, Zühd 29.
[1179] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 212.
[1180] Tirmizî, Radâ’ 11.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünne, 15; İbni Mâce, Nikâh 50.
280’de geçmişti.
[1181] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 212.
[1182] Ebû Dâvûd, Edeb 7.
Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 62.
[1183] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 212.
[1184] Ebû Dâvûd, Edeb 7.
Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 58; İbni Mâce, Mukaddime 7.
[1185] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 212.
[1186] Tirmizî, Birr 71.
1740’da gelecektir.
[1187] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 213.
[1188] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 213.
[1189] Müslim, Îmân 25, 26.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 149; Tirmizî, Birr 66; İbn; Mâce, Zühd 18.
[1190] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 214.
[1191] Buhârî, İstitâbe 4,
İsti’zân 22, Edeb 35; Müslim, Birr 48, Selâm 10. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân
12; İbni Mâce, Edeb 9.
[1192] Müslim, Birr 77. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 10; İbni Mâce, Edeb 9.
[1193] Müslim, Birr 78. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edeb 10.
[1194] Buhârî, Vudû’ 58, Edeb 80. Ayrıca bk. Müslim, Tahâret,
98–100; Ebû Dâvûd, Tahâret 136; Tirmizî, Tahâret 112; İbni Mâce, Tahâret 78.
[1195] Buhâr, İlim 11, Edeb 80,
Cihâd 164; Müslim, Cihâd 6–7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 17.
[1196] Müslim, Birr 74–76.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 10; Tirmizî, Birr 67; İbni Mâce, Edeb 9.
[1197] Buhârî, Edeb 76. Ayrıca
bk. Tirmizî, Birr 73.
Bu hadis önceden 48 numarada
geçmişti. Gerekli açıklama orada yapıldı.
[1198] Müslim, Sayd 57. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dahâyâ 22, 26, 27; İbni
Mâce, Zebâih 3.
[1199] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 215.
[1200] Buhârî, Menâkıb 23, Edeb
80, Hudûd 10; Müslim, Fezâil 77, 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 4.
[1201] Tirmizî, Kıyâmet 45.
[1202] Buhârî, Bed’ü’l–halk 7;
Müslim, Cihâd 111.
[1203] Müslim, Fezâil 79.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 4; İbni Mâce, Nikâh 51.
[1204] Buhârî, Humüs 19, Libâs
18, Edeb 68; Müslim, Zekât 128. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 1; Nesâî, Kasâme,
24; İbni Mâce, Libâs 1.
[1205] Buhârî, Enbiyâ 54,
İstitâbetü’l–mürteddîn 5; Müslim, Cihâd 105. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 23.
Bu hadis daha önce 36 numarada geçmişti.
[1206] Buhârî, Edeb 76; Müslim,
Birr 107, 108.
Bu hadis 45 numarada geçmişti.
[1207] Müslim, Birr 22.
[1208] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 217.
[1209] Buhârî, İlim, 28, Ezân
61–63, Edeb 75, Ahkâm 13; Müslim, Salât 182–185. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâme
48.
[1210] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 217.
[1211] Buhârî, Libâs 91;
Müslim, Libâs 91–92. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 45; Nesâî, Zînet 111.
1681 de tekrar gelecektir.
[1212] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 217.
[1213] Buhârî, Enbiyâ 54,
Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4;
Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce, Hudûd 6.
1772 de tekrar gelecektir.
[1214] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 218.
[1215] Buhârî, Salât 34–36, 39,
Ezân 94, el–Amel fi’s–salât 12, Edeb 75; Müslim, Mesâcid 50–53, Zühd 74. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Salât 22; Nesâî, Mesâcid, 32, 35; İbni Mâce, Mesâcid 10, İkâme
61.
[1216] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 218.
[1217] Buhârî, Cum’a 11,
İstikrâz 20, İtk 17, 19, Vesâyâ 9, Nikâh 81, 90, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 20.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâret 1, 13; Tirmizî, Cihâd 27.
[1218] Buhârî, Ahkâm 8; Müslim,
Îmân 227–228, İmâre 21.
[1219] Buhârî, Ahkâm 8.
[1220] Müslim, Îmân 229, İmâre
22.
[1221] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 219.
[1222] Müslim, İmâre 19. Ayrıca
bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 93, 258.
[1223] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 219.
[1224] Buhârî, Enbiyâ 50;
Müslim, İmâre 44. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cihâd 42.
[1225] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 219.
[1226] Müslim, İmâre 23.
Hadîsin müttefekun aleyh olduğu söylenmişse de, bu rivayet Sahîh–i Buhârî’
de mevcut değildir.
Bir benzeri için 194 numaralı hadisi
okuyunuz.
[1227] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 219.
[1228] Ebû Dâvûd, İmâre 13;
Tirmizî, Ahkâm 6.
Benzeri hadisler için 186 ve 199 arasına
bakınız.
[1229] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 220.
[1230] Buhârî, Ezân 36, Zekât
16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî,
Kudât 2.
377 ve 450 de geçmişti.
[1231] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 220.
[1232] Müslim, İmâre 18. Ayrıca
bk. Nesâî, Âdâbü’l–kudât 1.
[1233] Müslim, İmâre 65, 66.
[1234] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 220.
[1235] Müslim, Cennet 63.
[1236] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[1237] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[1238] Buhari, Ahkam 4 Müslim İmare 38.
[1239] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[1240] Buhârî, Ahkâm 43;
Müslim, İmâre, 90. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 24; İbni Mâce, Cihâd 41.
[1241] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 221.
[1242] Müslim, İmâre 58.
[1243] Müslim, İmâre 53, 54.
[1244] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 222.
[1245] Buhârî, Ezân 54, 56,
Ahkâm 4. Ayrıca bk. Buhârî, Cihâd 39.
[1246] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 222.
[1247] Müslim, İmâre 35, 41,
42. Ayrıca bk. Buhârî, Fiten 2; Nesâî, Bey’at 1–5; İbni Mâce, Cihâd 41
[1248] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 222.
[1249] Müslim, İmâre 46. Ayrıca
bk. Nesâî, Bey’at 25; İbni Mâce, Fiten 9.
Kısa bir şekilde 1568 de gelecektir.
[1250] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı
Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 223.
[1251] Müslim, İmâre 49–50.
Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 30.
[1252] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 223.
[1253] Buhârî, Fiten 2, Müslim,
İmâre 45. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 25.
51 de geçmişti.
[1254] Buhârî, Cihâd 109, Ahkâm
1; Müslim, İmâre 32, 33. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 27; İbni Mâce, Mukaddime 1,
Cihâd 39.
[1255] Buhârî, Fiten 2; Müslim,
İmâre 56.
[1256] Tirmizî, Fiten 47.
Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 42, 49.
[1257] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 223.
[1258] Buhârî, Ahkâm 5, 6,
Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 19, İmâre 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre
2; Tirmizî, Nüzûr 5; Nesâî, Âdâbü’l–kudât 5.
Bir benzeri 1718 ve 1721 de gelecektir.
Yeminden dönme konusu 72 nolu hadiste geçmişti.
[1259] Müslim, İmâre 17. Ayrıca
bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 4; Nesâî, Vesâyâ 10.
[1260] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 224.
[1261] Müslim, İmâret 16.
[1262] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 224.
[1263] Buhârî, Ahkâm 7. Ayrıca
bk. Nesâî, Bey’at 39, Kudât 5
[1264] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 224.
[1265] Buhârî, Ahkâm 42, Kader
8. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 32.
[1266] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 225.
[1267] Ebû Dâvûd, İmâre 4.
Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 33.
[1268] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 225.
[1269] Buhârî, Ahkâm 7, İcâre
1, İstitâbetü’l–mürteddîn 2; Müslim, İmâre 15.
[1270] Abdullah Parlıyan,
Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 225.