(NAMAZ BAHSİ). 4

1- Ezanın Başlaması Babı. 4

2- Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Babı. 7

3- Ezanın Sıfatı Babı. 9

4- Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstarab Oluşu Babı. 10

5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Babı. 11

6- Aralarında Ezan Sesi Duyulduğu Zaman Küfür Diyarında Bulunan Bir Kavme Baskın Yapmaktan Çekinme Babı. 11

7- Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber (Sallatlahü A leyhi ve Sellem) e Salavat  Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Babı  12

8- Ezanın Fazileti ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Babı. 14

9- İhram, Rükü’ ve Rüku'dan Doğrulma Tekbirleriyle Beraber Elleri Omuzlar Hizasına Kaldırmanın Müstehab Oluşu, Secdeden Doğrulurken Bunun Yapılmaması Babı  17

10- Namaz İçindeki Her Eğiliş ve Doğruluşta Tekbir Getirileceğini, Bundan Yalnız Rükü'dan Doğrulma Halinin Müstesna Olduğunu, Zira O Halde  Semiallahü Limen Hamideh» Denileceğini Îsbat Babı. 20

11- Her Rekatta Fatiha Okumanın Vücübu; Fatiha Okumayı Beceremiyenin ve Öğrenmek İmkanını Bulamıyanın Kolayına Gelen Başka Bir Süre Okuması Babı. 22

12- İmama Uyan Kimseyi İmamın Arkasında Aşikare Okumaktan Nehiy Babı. 31

13- Namazda Besmele Aşikar Okunmaz Diyenlerin Delili Babı. 32

14- Besmele Berae'den Maada Her Sürenin Başından Bir Âyettir Diyenlerin Delil Babı  40

15- Namaz Kılanın İhram Tekbirinden Sonra Sağ Elini Sol Elinin Üzerine Bağlıyarak Göbeğinin Üstüne ve Göğsünün  Altına  Koyması, Secdede  İse  Ellerini Omuzları Hizasında Yere Döşemesi Babı. 41

16- Namazda Teşehhüd Babı. 42

18- Teşehhüdden Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e Salavat Getirme Babı  47

  Tesmi', Tahmid ve Te'min Babı. 51

19- Cemaatin İmama Uyması Babı. 53

20- Tekbir ve Sairede Îmamdan Önce Davranmanın Nehi Babı. 54

21- Kendisine Hastalık, Yolculuk ve Bunlardan Başka Bir Şey Arız Olduğu Vakit, İmamın Cemaata Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Halef Tayin Etmesi, Ayakta Durmaktan Âciz Olduğu İçin Oturarak Namaz Kılan İmamın Arkasındaki Cemiaatin - Muktedir Olduğu Takdirde -Ayakta Kalması Lazım Geldiği ve Ayakta Durmağa Muktedir Olan Hakkında Oturarak Kılan İmamın Kasında Oturarak Namaz Kılmanın Neshi Babı. 56

22- İmam Geciktiği ve Başkasını İmam Yapmakta Bir Mefsedet Korkusu Bulunmadığı Vakit Cemaatin Kendilerine Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Îmamlığa Geçirmesi Babı  62

23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Babı  65

24- Nabazı Güzel, Tastamam ve Huşu' Île Kılmayı Emir Babı. 65

25- Rükü Sücud ve Emsali Fiilleri İmamdan Önce Yapmanın Haram Kılınması Babı  67

26- Namazda Gözleri Semaya Dikmekden Nehiy Babı. 68

27- Namazda Süküneti Emir; Elle İşaretten, Selam Verirken Elleri Kaldırmaktan Nehi İle İlk Safları Tamamlamanın, Saflarda Sımsıkı Durmanın ve Toplu Bulunmanın Emrolunması Babı  69

28- Safların Düz ve Doğru Tutulması, İlk Saffın ve Ondan Sonra Sıra Île Öteki Safların Fazileti, İlk Saffa Sıkışma ve Ona Girmek İçin Yarışma, Fazilet Sahiplerini Ön Saffa Geçirme ve İmama Yaklaştırma Babı. 70

29- Erkeklerin Arkasında Namaz Kılan Kadınlara Erkeklerden Önce Başlarını Secdeden Kaldırmamalarını Emir Babı. 73

30- Fitneye Sebep Olmamak Şartı Île Kadınların Mescidlere Çıkmaları, Fakat Koku Sürünerek Çıkmamaları Babı. 74

31- Cehri Namazda Sesle Okumak Yüzünden Bir Mefsedet Çıkacağından Korktuğu Zaman, Kıraatta Sasli İle Sessiz Arası Orta Bir Yol Tutması Babı. 77

32- Kıraati DinlenmeBabı. 78

33- Sabah Namazında Kuran'ın Âşikar Okunması ve Cinlere Kur'an Okuma Babı. 79

34- Öğle ve İkindi Namazlarında Kıraat Babı. 83

35- Sabah Namazında Kıraat Babı. 86

36- Yatsı Namazında Kıraat Babı. 89

37- İmamlara Namazın Tamamını Hafif Kıldırmalarını Emir Babı. 92

38- Namaz Rükünlerini Yerli Yerince Yapmak ve Namazı Tamam Kılmak Şartiyle Hafif Tutmak Babı. 95

39- İmama Tabi Olma ve Ondan Sonraki Ameller Babı. 96

40- Namaz Kılanın Rüküdan Başını Kaldırdığı Vakit Ne Okuyacağı Babı. 97

41- Rükü' ve Sücud'da Kur'an Okumaktan Nehi Babı. 99

42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı. 101

43- Secdenin Faziletleri Secdeye Teşvik Babı. 104

44- Secde Uzuvları ve Namazda Saçı, Elbiseyi Toplamaktan, Başa Hotoz Yapmaktan Nahi Babı  105

45- Secdede Îtidal, Avuçları Yere Koyma, Yanlardan Kaldırma ve Secdede Karnı Uyluklardan Kaldırma Babı. 107

46- Namazın Sıfatını; Ne İle Başlanıp Ne Île Bitirileceğini; Rüküun Sıfatını ve Ondaki İ'tidali; Sücudu ve Ondaki İ'tidali; Dört Rekatlı Namazların Îki Rek'atından Sonra Teşehhüdü; İki Secde Arasında ve İlk Teşehhüdde Nasıl Oturulacağını Bir Araya Toplayan Bab. 107

47- Namaz Kılanın Sütresi Babı. 109

48- Namaz Kılanın, Önünden Geçeni Menetmesi Babı. 113

49- Namaz Kılanın Sütreye Yakın Durması Babı. 116

50- Namaz Kılan Kimseye Sütre Olacak Şeyin Mikdarı Babı. 117

51- Namaz Kılanın Önüne Aykırı Yatma Babı. 118

120

52- Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak ve O llbiseyi Giymenin Sıfatı Babı. 120


(NAMAZ BAHSİ)

 

Salât: Lügatte duâ mânasına gelir. Teâlâ hazretleri «ie «Onlara duâ eh» buyurmuştur. Düğün davetine icabeti bildiren bir Hadis-i Şerifde de

«Eğer davet edilen kimse oruçlu ise, hâne sahibine duâ etsin»

denilmiştir. Bâzıları bu kelimenin kuyruğun iki tarafı mânâsına gelen «Sateveyn» den alındığını söylerler. Çünkü namaz kılanda rükû ve sti-cûd halinde Çantjsını hareket ettirir. Bir takımları kelimenin «MuaalU»»-den müştak olduğunu söylerler. Musallî: Koşuda ikinci gelen attır. Başı birinci gelen atın butları hizasında geldiği için ona musallî denilmiştir. Salâtın ta'zim ve tekarrubdan alındığını söyleyenlerde vardır. Ha1labî namazda Allah'ı ta'zim vardır. Kızartmak için ateşe yaklaştırılan koyuna Araplar «Şatün masliyyeh» derler. Namazda da ma'nen Allah'a yaklaşma vardır. Bu hususda daha başka kaviller de vardır.

Sâlâtın şer'i mânâsı: Erkân-ı mâlûme ve ef âl-i raahsusâdan ibarettir. Namazın yirmiden fazla nevileri vardır. Bunlar inşallah yeri geldikçe gö­rülecektir.

 

1- Ezanın Başlaması Babı

 

1- (377) Bize İshâk b. İbrâhîm el-Hanzalî rivayet etti (dedi ki); Bize  Muhammed b. Bekr rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Râfi'de rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. Bunların ikidi de; Bize İbni Cüreyc haber verdi, dediler. H.

Bana Hârûn b. Abdillâh dahi rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize Haccâc b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki, İbni Cüreyc bana İbni Ömer'in azadhsı Nâfi', Abdullah b. Ömer'den naklen haber verdi, dedi. İbni Ömer şöyle demiş:

Müslümanlar Medine'ye geldikleri zaman toplanırlar da namazların vakitlerini tayin ederlerdi. Namaz için hiçbir kimse ezan okumazdı. Der­ken bir gün bu hususta konuştular. Bâzıları hıristiyanların çanı gibi bir çan ittihaz edin! diğer bâzıları, yahudilerin borusu gibi bir boru olsun, dediler. Bunun üzerine Ömer:

Namaza çağıran bir adam gönderseniz ya: ResûlüUah (Saİiallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ey Bilâl [1] kalk da namaza çağır» buyurdular.

Bu hadîsi Buharı, Tirmizî ve Nesaî'de tahrîc et­mişlerdir.

Ezan, Lügatta ilâm yanî bildirmek mânâsına gelen kıyasî bir ism-i masdardir. Herevî «Ezan, ezîn» ve «Te'zin» kelimelerinin aynı mânâya geldiğini söylemiştir. Bâzılarına göre; ezîn mânâsına gelir.

Şerî'atta Ezan: Hususi zamanlarda husûsî lâfızlarla yapılan bir i'lâm-dır. Husûsî zamanlardan murad, namaz vakitleridir. Husûsî lâfızlarda çif­ter çifter okunan ezan lâfızlarıdır.

Kurtûbî ve diğer ulemânın beyanlarına göre; ezan birkaç ke­limeden ibaret olmakla beraber bütün akâid meselelerini hulasaten ifâde eden bir i'lâmdır. Şöyle ki: Allah-u Ekber diye başlar. Allah teâlâ'nın varlığını ve kemâl sıfatları ile muttasıf olduğunu bildirir. Sonra tevhide geçilir, Allah'ın şeriki olmadığı ilân edilir. Ondan sonra peygamberlik ispat edilir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) risâletine şe-hâdetten sonra, bir tâat'ı mahsûsa olan namaza davet olunur. Çünkü na­maz Resulün tâlimi ile bilinen bir şeydir. Ondan sonra felaha da­vet olunur. Felâhdan murad; dâimi hayattır. Bunda âhirete işaret vardır. Sonra da te'kid için ezanın ilk cümleleri tekrar okunur. Bu suretle ezan vaktin girdiğini ilân, cemâate davet, şeâir'i islâmiyeyi izhâr gibi birçok rauazzam fâideleri ihtiva eder. Ezanda fiil değil de kavlin tercih edilmesinin hikmeti onun kolay ve herkese her zaman her yerde müyesser olmasıdır. Kurtûbi, Ömer (Radiyallahû anh) 'in sözleri hakkında şu mü­talaayı beyân etmiştir. ««İhtimal kî; Abdullah b. Zeyd rü­yasını haber verip Peygamber(Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)* u& tasdik ettik­ten sonra,  Ömer acele davranmış ve:

  Bir adam gönderseniz de nida etse ya, yani bu rüyayı halka ilân «tse ya, demiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kalk ya Bilâl!»  emrini vermiştir.

Bu takdirde hâdise şöyle geçmiş olur. Ashâb-ı Kiram reylerini bildir­dikten sonra evlerine dağılmışlar, Abdullah b. Zeyd bir rü­ya görmüş ve Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek anlatmış-tir. R-esûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu rüyayı tasdik edin­ce; Ömer (Radîyaltahû anh) de «Adam gönderseniz ya» ilâh... demişt|r. Şu halde; Resûl-ü Ekrem'in Hz. Bi1â1'a verdiği emir görülen rüyanın ilânı hususundadır. Fakat bâzıları bu teVili Abdul-, Abdullah rüyasını Resûlülla h(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lah b. Zeyd hadîsinin siyakına uygun bulmamışlardır. Çünkü Hz.'e anlatınca; onu Bi1âl'a söylemesini, Bi1âl'in de ilân etmesi­ni emir buyurmuş Bilâl (Radiyallahû anh) ezanı okuyunca Hz. Ömer bunu duyarak Peygamber (Satlaîlahü Aleyhi ve Sellem)e gelmiş ve; Gerçekten Abdullah'in gördüğü rüyayı ben de giSr-düm, demiştir. Bu gösteriyor ki; Abdullah b Zeyd Hazretle­ri rüyasını anlatırken   Ömer (Raâiyallahû anh) o meclisde yokmuş.

Hadisin zahirinden anlaşıldığına göre Ömer (Radiyallahû anh) 'in namaza çağırmak için adam gönderme teklifi ashab ile yapılan müşa­verenin sonunda olmuştur. Abdullah b Zeyd (Radiyallahû anh) hazretlerinin rüyası bu müşavereden sonradır. Mezkûr rüya hadisini Ebû   Dâvûd   şöyle rivayet  eder.   Abdullah   demiş ki:

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ashabı bir çan yaptırarak cemâati namaza toplamak için onu çaldırmasını teklif ettikleri vakit vy-kum esnasında etrafımda bir adam gezindiğini gördüm, elinde bir çan ta­şıyordu. Kendisine:

  Ey Allah'ın kulu, bu çanı satmaz mısın? dedim.

  Onu ne yapacaksın, Dedi.

  Onunla cemâati namaza çağıracağım, dedim.

  Ben sana bundan daha hayırlı birşey söyliyeyim mi, dedi.

  Hayhay dedim. Bunun üzerine: cümlelerini okudu, sonra pek uzak olmamak üzere biraz geriledi, sonra şunları söyledi: Namaza kalkdığın zamanda:

dersin, sekimde tenbihde    bulundu. Sabaha çıkınca ben  Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1e gelerek gördüğüm rüyayı kendisine haber verdim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) :

«Bu rüya haktır insaallah. Sen Bilâl'la beraber kalk da gördüğünü ona öğret. Onu halka ilân etsin! Çünkü Bilâl'ın sesi seninkinden daha güzeldir.» buyurdular. Ben de Bilâl'le beraber kalkarak ona öğrettim. Bilâl onu o-kuyarak ilân etti. Ömer b. Hattâb (Radiyallahû anh) evinde bunu işitmiş, cübbesini sürükleyerek çıkageldi ve;

— Ya Resûlüllah! Seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim İd: Abdullah'ın gördüğünü hakikaten ben de gördüm, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Dyle ise Allah'a hamd olsun!» buyurdular.

Aynı hadîsi Tirmizî ile îbni Mâce'de rivayet etmiş­lerdir. Tirmizî 'nin rivayetinde ezan ve ikâmetin kelimeleri zik-redilmemiştir. Tirmizî hadîsi rivayet ettikten sonra «Bu hadîs ba­sen sahihtir» demiştir, tbni Mâce 'nin rivayetinde ikametin lâ­fızları yoktur. Abdullah b Zeyd hazretlerinin bu bâbda söy­lediği bir şiirini de rivayet etmiştir. Ezan Hadîsini Îbni Hibbân «Sahih» 'inde İmam Ahmed b. Hanbel dahi «Müsned-'in-de rivayet etmişlerdir. Îbni Abdilber'in beyânına göre; E-zanm başlaması hususundaki Abdullah b. Zeyd kıssası hak­kında Ashab-ı kiramdan bir cemaat muhtelif lâfızlar ve birbirine yakın manalarla hadisler rivayet etmişlerdir. Bunlardan bazılarının senedleri sahih, bazılarının hasendir. Sened itibarı ile içlerinde en güzel olanı Ebu Dâvud'un rivayet ettiği şu hadîstir:

»Râvi demiş ki, Peygamber (SaUaitahü Aleyhi ve Sellem) cemâati nama­za nasıl toplayacağı meselesi üzerinde ehemmiyetle durdu. Kendisine na­maz vakti gelince bir bayrak dik, cemâ'at onu görünce birbirlerine haber verirler; diyenler oldu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu fikri be­ğenmedi, Yahudilerin Şe'bûr denilen borusunu tavsiye edenler oldu, onu da beğenmedi, ve:

«O y ah udilerin işidir» buyurdu. Bâzıları çanı tavsiye ettiler. Onun hakkında da:

«Bu hristiyanların işidir» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah b. Zeyd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)'in üzüntüsünden mahzun ola­rak oradan gitti. Rüyasında ezanı görmüş. Ertesi sabah Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek onu haber verdi, dedi ki:

— Ya Resûlüllah! Ben uyur uyanık bir halde iken aniden yanıma bi­ri geldi ve bana ezanın nasıl olacağını gösterdi: Meğer Ömer b. Hatt&b (Radiyallahü anh) daha Önce aynı rüyayı görmüş de onu yirmi gün gizle­yip dururmuş. Sonra o da aynı rüyayı gördüğünü, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber verdi: Efendimiz ona:

«Bunu bize neden haber vermedin» dedi. Ömer:

«Abdullah b. Zeyd beni geçti de, utandım» cevabını verdi. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bilal'e;

«Ya Bilâl, kalkda bak Abdullah b. Zeyd sana ne emrederse onu yaph buyurdular. Bilâl'de ezanı okudu.

Görülüyor ki; ezan hakkında rivayet edilen hadislerin en güzeli olan bu rivâyetde Ömer (Radiyallahü anh) 'in ezan sesini işiterek Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\n yanına, gelmesi zikredilmemiştir. Binaenaleyh Kurtub î'nin az yukarıda işaret ettiğimiz sözü bu­nunla kuvvet kazanmış olur. Ezan meşru olmazdan önce cemaati namaza davet etmek için bir adam gönderilir; o da süratle sokakları dolaşarak; namaza, namaza diye seslenirdi,

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Yâ Bilâl kalkda ezan oku!» buyurması, Hz. Bi1â1'inde emre ita­atle kalkarak ezan okuması ezanın ayakta okunmasının meşru olduğuna delildir. Kaadi İyaz; «Bütün ulemânın mezhebleri de budur. Oturarak ezan okumak caiz değildir. Yalnız Ebû Sevr ile Mâlîki-lerden ona muvafakat eden Ebu'l Ferec'e göre; oturarak ezan okumak caizdir» demişse de Nevevî bu kavli iki vecihle zayıf bulmuştur. Birinci veçhe göre; buradaki nidâ'dan murad i'lân ve ilâm'dır. İkinci veçhe göre; Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'in (Kalk) emri, görülecek bir yere git de orada namaz için nida et, demektir. Nevevî diyor ki: Bu sözde ezanın ayakta okunacağına dair birşey yok­tur. Ezanın ayakta okunacağı başka hadislerle isbât edilir. Bizim mezhe­bimizde meşhur olan kavle göre; ezanın ayakta okunması sünnettir. Ama özürsüz oturarak okumak da caizdir. Şu kadar var ki; oturarak okuyan fazilete nail olmaz. Ezanın ayakta okunması şart olarak sübût bulmamış­tır. Yalnız Yâi1 b. Hucr (Radiyallahû anh)'dan zararsız bir se-nedle rivayet olunan bir hadisde; Abdestli olandan başkasının ezan o-kumaması ve ezanı ancak ayakta okuması bir hak ve Sünnet-i mesnune-dir» denilmiştir. Hanefilerin «el-Muhit» adlı fıkıh kitabında şöyle deni­liyor; «Bir kimse yalnız kendisi için ezan okuyacaksa; özürü olmadığı halde oturarak okumasında bir beis yoktur. Çünkü burada başkalarına bildirmeğe hacet yoktur. Özürsüz olarak oturduğu yerden okuduğu ezan sahihtir. Yalnız fazileti yoktur. Keza' ayakta durmaya kudreti varken oturarak okusa ezanı sahihtir.»

2- Hadîs-i Şerîf dînî hükümleri delillerin zahirinden değil de Ulemâ­nın o delillerden çıkardıkları mânalardan olması gerektiğine işaret etmek­tedir.

Biz, bu cümleye din kardeşlerimizin ayrıca nazar-ı dikkatini celbet-mek isteriz. Çünkü maalesef bugün Şer'i delillerden herkesin kendi an­ladığı şekilde hüküm çıkarması temayülü vardır. Bir gazeteyi bile doğru dürüst anlamaktan âciz bir kimsenin doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerîm'-den veya Hadîs-i Şeriften kendi kafasına göre hüküm çıkarması bir an i-çin caiz tasavvur olunsa; Kitabullah ile Sünnet-i Resûlüllah'm ne hallere düşeceği kolayca tahmin edilir. Buna sırf islâmı yıkmak için garptan sı­zan zehirli fikirleri hakikat zannederek kitaba uydurmağa ve «Caizdir» fetvasını vermeğe özenenleri de katarsak işin vehâmeti bütün çıplaklığı ile ortaya çıkar. Bugün öyle müslümanlara tesadüf ediyoruz ki; Şer'i bir mesele karşısında evvelâ o meselenin âyet ve hadisten delilini soruyorlar. Bir çoklarının sıfât-ı imânı veya islâmın şartlarını bildikleri bile cidden şüpheli olan bu zavallılara delil göstermekle göstermemenin ne farkı var­dır bilemem. Gösterilen delilin lisanını dahi bilmeyen, tercüme edildiği takdirde de anlamakta güçlük çeken bir insan delili görüptene yapacak­tır? Bence böylelerine delil göstermektense göstermemek evlâdır. Çünkü gösterilen delilden muhakkak ulemânın istinbat ettikleri hükümleri de­ğil, kendi ka'asır akıllarının hükmettiği alel-acâib şeyler anlayacaklardır. Delilden doğrudan doğruya mâna çıkarmak sevdasında bulunan bâzı ze­vatın bu hususta müddeâmı teyid eder mahiyette acâyib fetvalar verdikleri zannederim; herkesin malumudur. Uzatmayalım lisanımızda bir Dar-b-ı mesel vardır. «Bir ekmeklik unun varsa fırıncıya ver» derler. Ecdad bu Darb-ı meselle bittabi her işin ehline tevdi edilmesini anlatmak iste­mişlerdir. Bizim söylemek istediğimiz de budur. Rastgele herkes âyet ve hadisten hüküm çıkarmaya yeltenmemeli. Bu iş ancak büyük müctehid-lerin yapabileceği pek büyük ve pek mesuliyetli bir iştir. Onların istin-bât ettiği hükümler hamd olsun müslümanların dînî müşkillerini hallet­miş ve etmektedir. Binde bir nisbetinde zuhur eden yeni hadisât bulu­nursa onları da inşallah mezhep imamlarının usul ve kavâidlerine tatbî-kan fetva mercileri hallederler.

3- Hadisi Şerif   Ömer (Radiyallahû anh) 'in şâyân-ı iftihar fiil ve hareketine delildir.

4- Mühim işlerde müşavere sünnettir. Müşavereye iştirak edenler­den her birinin fikrini söylemesi neticede ulül-emrin maslahata muvafık gördüğü re'ye göre hareket etmesi gerekir.

5- Hadisi şerif namaz vakitlerinin tâyin edildiğine delildir.  B u-şârihi   Aynî burada şu faideleri zikretmiştir:

a) Ezanın Abdullah b. Zeyd (Radiyallahû anh) hazretle­rinin rü'yası ile sabit olması müşkil görülmüştür. Çünkü Pey gam-berân-ı izam (Aleyhimüsselatüve's-Selâm) hazerâtınm rüyalarından maada hiçbir rüya üzerine Şer'î bir hüküm bina edilemez. Bunun ceva­bı şudur. Burada rüya ile vahiy birleşmiştir. Haris b. Ebu.Üsâme'nin «Müsned» inde namaz için ilk defa ezan okuyan Cebrail (Aleyhisselâtü Vesselam) olmuştur. Onu semanın birinci katında okumuş Ömer'le, Bi1âl (Radıyallahu Anhüma)işitmişlerdir. Ömer, Bi1âlden önce Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellemfe koşarak işittiğini haber vermiş, sonra Bilâl dahî haber vermeye gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

«Ömer onu senden önce haber verdi»  buyurmuştur deniliyor. , Davûdî: Ezanı Abdullah b. Zeyd ile Ömer haber vermezden sekiz gün önce peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'e Cebrail (Aleyhisselâm) 'in getirdiği rivayet olunuyor. Bunu Ibni îshâk rivayet etmiştir. Ezan babında en güzel rivayet budur.» demiştir. Zemahşerî   dahî ezanın yalnız rüya ile değil vahiy ile de sabit olduğunu söylemiştir. Bazıları ezanın İbrahim  (Aleyhisselâm) in hac hususundaki ezanından alındığını rivayet etmişlerdir. Sühey1î ezanın vahye değil de bir zatın rüyasına tahsis Duyurulmasının hik­metini şöyle anlatır: «Çünkü Resûliillah   (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)

Efendimize «Mi'râc gecesinde yedi kat göklerin üzerinde ezan gösteril­mişti. Bu vahiyden de kuvvetlidir. Ezanın meşruiyyeti Medine'ye hicrete kadar gecikince Resulü'İlah (Sallallafıü Aleyhi ve Sellem) namaz vak­tini cemaata bildirmek istedi; ve bu hususda vahiy bekledi. Nihayet Abdullah bu rüyayı görerek semâda gördüğü ezana uyduğunu anlayınca «Bu rüya haktır inşâallah» buyurdu. Ve o zaman anlaşıldı ki; Allah'ın kendisine semada gösterdiği ezandan murad onun yeryüzünde sünnet olarak meşru kıhnmasıymış. Ömer'in rüyasının da aynı şe1 kil olması bunu takviye etmiştir.

Hasılı; ezan Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şanını yükseltmeyi tazammun ettiği cihetle, hikmet-i ilâhiyye onun Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den başkasının diliyle meşru ol­masını iktiza etmiştir. Çünkü bu onun şanını daha da yükseltir. «Senin zikrini yüce kıldık» âyeti kerîmesinin mânâsı da budur»

b) Acaba Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzat ezan o-kumuş mudur? denilirse: Evet, diye cevap verilir. Tirmizî'nin Ebu Hüreyre (Radtyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir seferde ezan okuduğu ve Ashâb'ın üzerleri yağmur, altları çamur olduğu için onlara hayvanla­rı üzerinde oldukları halde namaz kıldırdığı bildirilmiştir. Yalnız bu ha­disi Tirmizî garib bulmuş, Beyhakî dahi zayıf olduğunu söylemiştir.

c)  Ezanda bir de terci' meselesi vardır. Terci' iki şehâdeti alçak ses­le okuduktan sonra dönerek onları bir de yüksek sesle okumaktır. îmam Şafiî ile îmam Mâlik buna kaildirler. Yalnız İmam Mâ1ik'e göre; ezanın başındaki tekbîr dört değil iki defa alınır. îmam Ahmed b. Hanbel'e göre; terci'nin yapılmasında da yapılmamasında da beis yoktur. Şafiîlerce dahi esâh olan kavle göre terci'i terk etmek zararsızdır. Hz. Şafiî 'nin delili Ebû Mahzura   ha­dîsidir. Mezkûr hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû   Mahzura'ya ezanı öğretirken terci'ide tâlim etmiştir. Bu hadîsi   Buhârî 'den   gayri bütün Kütüb-ü Sitte sahipleri rivayet et­mişlerdir.

Hanefiler'e göre; ezanda tercî' yoktur. Delilleri: Abdullah b. Zeyd hadisinde bunun zikredilmemesidir. Ebû Mahzura ha­disinde Şahâdâteynin tekrar edilmesi bunları ona öğretmek içindir. Ebû Mahzura onu tercî zannetmiştir. Zaten Taberanî 'nin *H-Evsat» ında rivayet ettiği Ebû Mahzura hadisinde Resû1ü11ah (Sdtkûİahü Aleyhi ve Sellem)'in Ebû Mahzûra'ya ezanı kelime kelime öğrettiği beyân edilmiş, fakat terci'den bahsedilmemiştir. Hz. Bi1âl'in seferde ve hazarda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda bütün Ehl-i Islâmın ittifakı ile tâ vefatına kadar okuduğu ezanda tercî' rivayet edilmemiştir. Ebû Bekr'i Sıddık zamanında ve onun da vefatına kadar okunan ezanlarda dahi terci' yok­tur.

d)  Ezanın başındaki tekbir dörttür. Nitekim Müslim ile Ebû Avâne ve Hâkimin rivayet ettikleri   Ebû   Mahzura hadîsinde de dört olduğu bildirilmiştir. İmam Mâlik ile diğer Mâ» likiyye ulemâsı ezanın başındaki tekbirin iki olduğuna kaildirler. Delil­leri; sahih yollardan rivayet edilen Ebû Mahzura ezanı ile îbni Zeyd ezanında tekbîrin iki olduğu bildirilmesidir. Hz. Mâlik bu hususda Medine'lilerin ameliyle de ihticâc etmiştir. Sâ'd   Oğul­ları   İmam Mâlik zamanına kadar ezanı hep bu şekilde oku­muşlardır. Hanefîler İmam Mâ1ik'e cevaben «Bizim mezhebimiz semâdan inen meleğin tâlim ettiği ezandır.» demişlerdir.

e)  Sabah ezanında «Hayyaele'l - Felah» dan sonra iki defa «Es Solafu hayran mine'n - nevin»    denir. Taberânî 'nin   Mu'cem-i Kebîr- -inde Hz. Bi1âl'den   rivayet ettiği bir hadiste:

«Bilâl, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)>''e sabah ezanını okuma­ya geldi. Ve onu uykuda bularak iki defa:   

«Esalâtu hayrun mine'n - Nevm» dedi. Bunun Üzerine Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu ne güzel şey ya Bilâl! Bunu ezanına kat» buyurdu denilmektedir.

Hadîsin bâzı rivayetlerinde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Bilâl'a:

«Sabah ezanını okurken bunu ezanına kat» buyurduğu, ondan son­ra Hz. Bi1âlin bu cümleyi sabah ezanlarında okuduğu beyân edil­miştir.

f)  Ezan kelimelerinin mânalarına gelince: Lisan ulemâsından Sa1eb’in beyanına göre; ulemâ «Allahü Ekber» in mânası hususunda ih­tilâf etmişlerdir. Lisan ulemâsına göre; bunun mânâsı:   Allah büyüktür. demektir.   Kisâi,   Ferrâ ve Hişâm   «Bu cümle Allah her-şeyden büyüktür manasına gelir; cümlede hazif vardır.» demişlerdir. Bâ­zıları «Ekber> lafzının daima vakıfla yani sakin okunacağını, çünkü eza­nın böyle işitildiğini, burada i'râb yapılamıyacağını söylemişlerdir. » cümlesinin mânası bazılarına göre:

«Allahdan başka ilâh olmadığını bilirim ve bildiririm» demektir. Ebu Ube y de'ye göre «Eşhedü» Hükmederim ma'nasına gelir.

«Hayya-lessalâh» Haydi namaza, gel mânâsına ismi fiildir. Felah kurtuluştur.

«Esselâtü  hayrün  mine-n'Nevm»  Namaz  uykudan daha  hayırlıdır, demektir.

6- Müezzinin gür ve yanık sesli olması müstehabdır. Bu cihet itti-  fakîdir. Nevevî 'nin beyânına göre; Şafiîlerce biri güzel sesli olup ezan okumak için ücret isteyen, diğeri çirkin sesli fakat ücret istemeyen iki şahıstan müezzinlik için hangisinin tercih edileceği hususunda iki ka­vil vardır. Bunların esah olanına göre; güzel sesliye ücret verilmesi ter­cih edilir.   İbni   Şüreyh'in kavli de budur.

Ulemâ ezanda dört hikmet bulunduğunu söylerler. Bunlar: Şİâr-ı İsIâmın, Kelime-i Tevhidin, Namaz vaktinin ve kılınacağı yerin Hânı ile cemaata da'vettir,

Kanâat-ı âcizânemce bugünkü hoparlörlerle okunan ezanlar, ezandan matlub olan i'lâm ve ilânı daha beliğ bir şekilde eda etmek niyyeti hâ-lisânesine ibtina etmekde ise de maalesef netice kaş yapayım derken göz çıkarmaktan ibaret kalıyor. Çünkü hoparlörlü camilerin minarelerinde hiçbir zaman müezzin görülmüyor, güya müezzine kolaylık olsun diye ho­parlör minarenin şerefesine fakat mikrofon alt kısmında gizli bir yere yerleştiriliyor. Bu sebeple ezanı okuyan müezzin katiyyen dışarıdan gö­rülmemektedir. Halbuki ezandan maksat i'lândır, i'lân kelimenin tam mâ­nâsı ile yapılacaktır. Minareler, bu maksadı temin için yüksek yapılmış ve müezzinin her taraftan görülmesine müsâid bir tarzda inşa edilmiştir. Bu suretle camiye yakın olanlar müezzinin hem sesini duyacak hem de kendisini görecek; uzaktakilerle sağırlar müezzinin eli kulağında olduğu halde minarenin şerefesinde döndüğünü görünce ezan okuduğunu anla­yacaklardır. Hasılı minarede okunan ezanda kelimenin tam mânası ile i'­lân tahakkuk eder. Fakat hoparlörle okunan ezanda müezzin görülmediği için i'lân yarım kalıyor, uzakdakilerle sağırlar ezanın okunduğunu anla­yamıyor, binnetice ezan sesini her tarafa duyuralım derken, bu işi eskisi kadar dahi yapamıyoruz. Halbuki müezzinler mikrofonu ellerine alarak minarenin şerefesinde döne döne pek alâ ezan okuyabilirler. Mikrofonla ezanın daha faydalı olması ancak bu suretle temin edilir.

 

2- Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Babı

 

2- (378) Bize Halef b. Hişâm rivayet etti (dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti. H. Bize Yahya b. Yahya rivayet etti (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye haber verdi. Bunların ikisi birden Hâlid El-Hâzzâ'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişler. Enes şöyle demiş:

«Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti tek okuması em rolündü.. Yahya, İbni Uleyye'den rivayet ettiği hadîsinde: -Ben bu hadîsi Eyyûb'a rivayet ettim.    Eyyûb;    yalnız ikâmet lâfzı müstesna, dedi.» cümlesini ziyade etti.

 

3- (...) Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali de rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdülvehhab es-Sakafî [2] haber verdi, dedi ki; Bize Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:

— Ashab tanıyacakları bir şeyle halka namaz vaktini bildirmeyi ko­nuştular da kimi ateş şılartmayı kimi de çan çalmayı teklif ettiler. Bunun üzerine; Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti de tek kelimelerle okuması emro-lundu.

 

4- (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz [3] rivayet etti (Dedi ki): Bize Vüheyb [4] rivayet etti (Dedi ki): Bize Hâlid el-Hazzâ bu isnadla rivayet etti. Hâlid; Müslümanlar çoğalın­ca namaz vaktini bildirmeyi konuştular...» diyerek Sekafi hadîsi gibi ri­vayet etmiş; yalnız burada; «Ateş yakmayı» tabirini kullanmış.

 

5- (...) Bana Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvâris b. Saîd ile Abdülvehhâb b. Abdilmecîd riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den nak­len rivayet etti. Enes;

«Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti tek (Lâfızlarla) okuması emrolundu» de­miş.

Bu hadisi bütün Kütüb-ü Sitte sahihleri az lâfız değişikliği ile tahrîc etmişlerdir.

Nâkûs: İbadet zamanlarında hıristiyanlann çaldığı çandır. Yahudiler bu iş için borazan mânâsına gelen bûk veya şebûr çalar, mecûsiler de ateş yakarlarmış. Ashab-ı Kirâm'ın halkın tanıdıkları birşeyle namaz vak­tini bildirmekden muradları, Namaz vaktini bildiren bir alâmet tayin et-mekdir. Bazıları bu alâmetin namaz vakti geldiğinde ateş yakmak, diğer­leri de çan çalmak ve boru üfürmek gibi şeyler olmasını teklîf etmiş­lerdir.

«Bilâle emrolundu» cümlesinde, emrolundu fiili meçhul sîgası ile vârid olmuştur. Emredenin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiietn) yahut başka biri olması ihtimal dahilindedir. Sahâbînin     «Emrolundu» demesi Usûl-ü Fıkh ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları bu sîga ile ri­vayet edilen hadîsin merfu', bazıları da mevkuf olduğunu söylemişlerdir. Kirmanı ekseri ulemânın mezkûr sîga ile rivayet edilen hadisi merfu' saydıklarını, doğrusunun da bu olduğunu söylemişse de, Aynî bu sözün kendi mezhebini takviye için söylenmiş bir söz olduğunu beyan etmiştir. Nevevî dahi Kirman î'nin yolundan giderek.böy­le hadîslere mevkuf diyenleri hatâya nisbet etmiş, doğrusu böyle hadis­ler merfu'dur. Çünkü emrolundu fiilinin faili emir ve nehiy sahibi olan Resûlüllajı (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'dir. Yine bu kabilden olmak üzere Sahâbînin «şöyle emrolunduk, şundan nehyolunduk, insanlara şu emrolundu» gibi sözleri hep merfû'dur. Sahabinin bu sözleri Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında söylemesi ile onun vefatından sonra söylemesi arasında fark yoktur» demiştir.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler

 

1- Hadis-i Şerif ezan kelimelerinin ikişer ikişer, ikâmet kelime­lerinin ise birer birer okunacağına delildir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Şâfiî'ye göre terci* ile beraber ezan 19 kelime, ikâmet 11 kelimedir, imam Mâlik ezanın başındaki tekbirin iki defa alınacağına kail olduğu gibi ikâmetin de on kelimeden ibaret olduğunu söylemiştir. Ona göre; ikâmet esnasında yal­nız, bir defa «Kad kaameti-s'sâlatü» denilecektir. Bu bâbda Hattâbî (319-388) şunları söylemiştir: «Haremeyn-i Şerifeynde, Hicaz, Şam, Yemen, Mısır, Magrib'de ve İslâm beldelerinin en uzak yerlerinde ikâ­meti tek kelimeler halinde getirmekle amel olunagelmiştir. Bilumum u-lemâmn mezhebi «Kadkameti-salâtü» cümlesinin tekrarlanmasıdır. Bu­na muhalefet edefo yalnız Mâlik olmuştur. Zîra ondan rivayet edilen kavle göre; bu cümle tekrar edilmez. Ezanla ikâmet arasında yal­nız çift ve tek okunma hususunda fark vardır. Bu da ezanın,, vakit gel­diğini bildirmek için bir i'lâm olmasındandır. îkâmet ise; namaza baş landığının bir emâresidir. Eğer bunların ikisi de bir olsaydı mes'ele ka rışır ve birçok insanların ikâmeti ezan zannederek cemaate yetişmemelfc rine sebep olurdu.

Buhâri şârihi Aynî, Hattâbî 'nin bu sözlerini naklettik ten sonra ona şöyle mukabele ediyor; «Şaşarım Hattâbî'ye, ku lağa girmeyen bu sözler ondan nasıl sâdır olabiliyor. Ezanla ikâmet a rasmda böyle bir fark yapmak doğru değildir. Çünkü ezan dışarıda olan lâra namaz vaktinin geldiğini bildirmektir. Bundan dolayıdır ki; ancal minareler gibi yüksek yerlerde okunur, tkamet ise, hazır olan cemaata namaza başlandığını bildirmektir. Şu halde bunların arasında nasıl işti-bâh vâki' olur da ikisi birbirine karıştırılır! Düşünerek konuşan kimse bu sözü söylemez. Bundan daha garibi, ikâmeti iki defa söylemenin birçok kimselerin cemaatla namaza yetişememesine sebep olacağını, çünkü ikâ­meti ezan zannedeceklerini iddia etmesidir. Namaz için hazır olmuş ce­mâat nasıl olur da böyle bir zanna kapılabilirler? Böyle bir söz ile an­cak kendi mezhebini haklı çıkarmak için ihticâc edilebilir. Bundan daha garib olmak üzere Kirmanı 'nin; Ebû Hanîfe ikâmetin iki­şer ikişer okunacağını söylemiştir. Bu hadîs onun aleyhine delildir, de­miştir. Ebû Hanîfe ikâmetin ikişer ikişer yapılacağını bildiren sahih hadislerle istidlal ettiği halde acaba bu hadis onun aleyhine nasıl delil olabilir?

Filhakika ikâmetin de ezan gibi ikişer ikişer okunacağını bildiren birçok hadîsler vardır. Ezcümle Ebû Avâne Jnin «Sahih» inde Şa'bî'den rivayet ettiği bir hadîste ezanı ikişer ikişer okudu; kameti de ikişer ikişer getirdi denildiği gibi Ebû Mahzûre 'nin Tirmizî'deki sahih rivayetinde; «Kendisine ezanı ikişer ikişer kameti de ikişer ikişer öğretti» denilmekte, Tahâv î'nin rivayet ettiği Selemetii'bnü Ekvâ, hadîsinde «Ezan ve ikâmeti çifter çifter okurdu» buyurulmaktadır.» Bu bâbdaki Sevbân hadîsinde dahi «Sevban (Radiyallahû anh) ezanı ikişer ikişer okur; kameti de ikişer ikişer getirirdi.» deniliyor. Bütün bunlar gösteriyor ki; ikâmet de ezan gibi ikişer ikişer okunarak getirilirmiş. Nevevî; Müslim Şerhi'nde Ebû Hanîfe ikâmetin onyedi kelime olduğunu söylemiştir. Ama bu mezheb şazz'dır, demişse de yukarıki deliller muvacehesinde Ebû Hanîfe mezhebinin şazz olmadığı gün ışığı gibi meydana .çıkmak­tadır.

Hanefîler de «Bu sahih hadisler Şafiî aleyhine hüccettir» der­ler. Hz. Ali (Radiyallahû anh)'dan rivayet olunduğuna göre; kendisi bir gün ikâmeti tek lâfızlarla getiren bir müezzine tesadüf etmiş de:

«Gidi annesiz kalası, bu lâfızları çift oku» demiştir. İbrâhim Nehâî'nin dahi «İkâmet lâfızlarını ilk defa tek olarak okuyan Muaviye'dir» dediği rivayet olunur. Mücâhit «ikâmet; Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ikişer ikişer getirilir­di. Nihayet bazı zâlim emirler kendi çıkarları için onu hafiflettiler» de­miştir.

2- Ezan ve ikâmet sünnet-i müekkededirler. Bazıları vâcib olduğu­na kail olmuşlardır. İbni Münzir; «Ezan hazarda olsun, sefer­de olsun cemaat hakkında farz-ı kifâyedir» demiştir. İmam Mâ1ik'e göre cemâatin toplandığı mescidde ezan okumak vâcibtir. Atâ ile Mücâhid; «Ezansız namaz sahih olmaz» demişlerdir. Bir kavline göre Evzaî'de onlarla beraberdir. İkinci kavline göre; vakit içinde ezan iade olunur. Bâzıları ezanm Cuma namazı için farz olduğunu söy­lemişlerdir. Zahirîlere göre; her namaz için ikâmet vâcibtir. Ezan ve i-kâmetsiz kılman namazın sahih olup olmayacağı Zâhirîyye ulemâsı ara­sında ihtilaflıdır. Dâvud-u Zahirî'ye göre ezanla ikâmet ce­mâatin farzıdır. Fakat namazın sahih olması için şart değildirler. Hane-fîlerden îmam Muhammed, Ezanm vâcib olduğuna işaretle; «Bir belde ahalisi ezan okumamaya ittifak etseler onlarla mukatelede bulu­nurum. Yalnız bir kişi terketse onu döver ve habsederim» demiştir. Ba­zıları ezanın İmam Muhammed'e göre farz-ı kifâye olduğunu söylerler. Hanefîlerin «El-Muhit» «Et-Tuhfe» ve «El-Hidâye» gibi fıkıh kitaplarında «Ezan sünnet-i müekkededir, Şafiî ile îshâk'in mezhebi de budur» denilmektedir. Nevevî Cumhûr-u ulemânın kavlinin bu olduğunu söyler. Yine Nevevî 'nin beyânına göre: mü­ezzin ezana başlarken iki tekbiri bir nefesle, sonra iki tekbiri de bir ne­fesle alması miistehabdır.

3- Bazıları ikâmet kelimelerinin ilk devirlerde ikişer ikişer geti­rilmiş olabileceğini fakat sonradan bunun Hz. Bilâl hadîsi ile neshe-dildiğini iddia etmişlerse de bu iddia doğru değildir. Bilâkis ilk devirlerde teker teker okunduğu olmuş; sonraları ikişerde karar kılınmıştır. Hz. Bi1âl'in   âhir ömründe yaptığı budur.

 

3- Ezanın Sıfatı Babı

 

6- (379) Bana Ebû Gassân el-Mismaî, Mâlik b. Abdilvâhid ile İshak b. İbrahim rivayet ettiler. Ebû Gassan; Bize Muâz rivayet etti, dedi. İs­hak ise; Bize Sahib-i Destevâi Muâz b. Hişâm haber verdi, dedi. Muâz demiş ki; Bana babam Amir b. Ahval'den, o da Mekhûl'den, o da Abdul­lah b. Muhayrîz'den, o da Ebû Mahzûra'dan [5] naklen rivayet etti ki: Nebiyyullah   (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem) kendisine şu ezam öğretmiş:

AUâhüekber, Allâhü ekber

«Allah herşeyden büyüktür. Allah herçeyden büyüktür.

Eşhedü en lâilâhe illallah, Eşhedü en lâilâhe illallah

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.

Eşhedüenne Muhammeden resulü ilâh, Eşhedüenne Muhammeden re­sul üllâh

Ben Muhammed'in ResulüMah olduğuna, şahadet ederim.

Ben'Muhammed'in Resulüllah olduğuna şahadet ederim» sonra dö­nerek yine şöyle demiş:

«Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.

Ben Allah'dan başka ilâh olmadığına şahadet ederim.

Ben Muhammed'in resul üllah olduğuna şahadet ederim,

Ben Muhammed'in resulüllah olduğuna şahadet »derim, (sonra iki de­fa) :

«Haydin namaza» Hayya-l'essalâh   iki defa da:

«Haydin Felaha»  Hayya-lelfelâh (demiş)

tshâk «Allah herşeyden büyüktür, Allah herşeyden büyüktür. Allah'­dan başka ilâh yoktur»  cümlelerini de ziyade etti.

Bu Hadîs Müs1im'in ekseri esas nüshalarında böyledir. Yani ezanın başında iki defa tekbir getirileceğini gösterir. Fakat MüsIim'den başka hadis imamları rivayetlerinde ezanın başında dört de­fa tekbir alınacağı zikredilmiştir. Kaadî ly âz, Sahîh-i Müslim'­in Fârisî tarîklaiından bazılarında tekbirin dört defa getirileceği zikredildiğini söyler. Aynı ihtilâf Abdullah b. Zeyd hadî­sinde dahi mevcuttur. Meşhur olan rivayete göre ezanın başındaki tek­birler dörttür. Mezheb imanlarından Ebû Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ile cumhuru ulemânın mezhebleri budur. îmam Mâlik iki defa tekbîr alınacağına kail olmuş ve bu hadîsle istidlal etmiştir.   Mâli k'in   bir delili de:

Medine'lilerin amelidir. Onlar Hz. İmama göre sünneti daha iyi bilirler. Cumhuru ulemâ «mu'temed râvinİn ziyâdesi makbuldür» diyerek dört tekbire kail olmuşlardır. Bir delilleri de:

Mekke'lilerin dört tekbîr almasıdır. Mekke-i Mükerreme gerek hac mevsiminde gerekse şâir zamanlarda müslümanların toplandığı yerdir. Onların bu fiilini inkâr eden bulunmamıştır.

Hadis-i şerif ezanda tercîa kaail olan îmam Mâlik, Şafiî'e Ahmed b. Hanbel (Rahimehumullah) ile diğer ulemânın de-allerindendir. Tercî1 iki şahadeti alçak sesle okuduktan sonra dönerek tekrar bir de yüksek sesle okumak demektir.

Ebû Hanîfe ile Küfe ulemâsına göre ezanda Terci*, meş­ru1 değildir, onlar Abdullah b. Zeyd hadisi ile istidlal e-derler. O hadisde terci* zikredilmemiştir.

Şafiî1er Tercî'in ezanın bir rüknü olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre terci' sünnettir. Hadis imamla­rından bir çokları ile diğer bir takım ulemâya göre müezzin terci1 yapıp yapmamakta muhayyerdir.

 

4- Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstarab Oluşu Babı

 

7- (380) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babana rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den nak­len rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in İki müezzini vardı. Biri Bilâl, diğeri âmâ olan İbni Ümmti Mektûm

 

(...) Bize yine İbni Nümeyr rivayet etti (Dedi ki): Bize babam riva­yet etti (Dedi ki): Bize Ubeydullah rivayet etti (Dedi ki): Bize Kaasim, Âişe'den bu hadîsin mislini rivayet etti:

Bu hadîsdeki müezzinlerden murâd Peygamber (Salkıîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'in   Medine'deki müezzinleridir.   Mekke devrindeki müezzini sesi son derece güzel olan Ebû Mahzura ile Sa'd (Radıyalîahu Anhüma) idi.

Nevevî'nin beyânına  göre:

 

Bu Hadisten Şu Faideler İstihsal Olunmuştur:

 

1- Bir insanı tarif için yahut bir maslahattan dolayı kusuru ile an­mak caizdir. Fakat şanını küçültmek veya alay etmek maksadı ile hiçbir kimsenin kusur ve ayıbını zikretmek caiz olamaz. Gıybetin mubah oldu­ğu yerlerden biri de budur. Bu yerler sırası geldikçe inşaallah görüle­cektir.

İbni ÜmmüMekt ûm 'un ismi ekseri ulemâya göre Amr b. Kays b. Zaide 'dir. Bâzıları Abdullah b. Zaide olduğunu söylerler. Annesi Ümmü Mektûm'un ismi de Â-tike 'dir. İbni Ümmü Mektûm, Kadisiye harbinde şehid olmuştur.

2- Bir mescidde iki tane müezzin bulundurmak müstahabdır. Şâfiî1ere göre bunlardan biri tanyeri ağarmadan, diğeri tan yeri a-ğardıktan sonra ezan okurlar. Nitekim Bilâl ile İbni Ümmü Mektûm  (Radıyalîahu Anhüma) 'da böyle yaparlardı. Maamâfih ih­tiyaca göre üç, dört veya daha ziyade müezzin bulundurmak da caizdir. Müslümanlar çoğalınca ihtiyaç arttığı için Osman (Radıyalîahu anh) mescidde dört müezzin bulundurmuştur.   Nevevî diyor ki: «Zahir bir ihtiyaç yoksa, dörtden fazla müezzin bulundurmamak bizim ulemâmı­za göre müstahabdır. Ezan okumak için iki veya daha ziyade müezzin-ayrılmışsa hepsinin bir defada ezan okumamaları müstahabdır. Vakit varsa sıra ile ezan okurlar. İlk defa hangisinin okuyacağından ihtilâf e-derlerse aralarında kur'a çekilir. Vakit dar, mescid de büyük ise mescidin birer tarafına çekilerek dağınık bir halde ezan okurlar. Mescid dar oldu­ğu takdirde hepsi bir yere durarak birde'n ezan okurlar. Yalnız seslerinin muhtelif olması sebebiyle cemaatı rahatsız etmemeleri şarttır. Rahatsız etmek ihtimali varsa, içlerinden yalnız bir tanesi ezan okur. İhtilâfa dü­şerlerse aralarında kur'a çekerler.

İkamete gelince: Eğer müezzinler ezani sıra ile okudularsa müezzin­lik ilk okuyanın hakkıdır. Bu da o müezzinin orada vazifeli bulunduğu­na, yahut camide hiç vazifeli müezzin bulunmadığına göredir. İlk ezan okuyan müezzin fahrî olursa olunla vazifeli müezzinden hangisinin evlâ olacağı hususunda ulemâmızdan iki kavil rivayet olunur. Bunların esah olanına göre vazifeli müezzinin ikaamet getirmesi evlâdır. Çünkü vazi­fesidir. Bütün bu suretlerde ikâmet vazifesiyle alâkası olmayan biri ikâmet getirse sahih ve muhtar olan mezhebe göre getirdiği ikaamet kâfi­dir.

Ulemâmızdan bâzıları kâfi gelmediğini söylemişlerdir. Nitekim Cuma günü Hutbeyi biri okusa da; namazı başkası kıldırsa, bir kavle göre caiz değildir. Müezzinler bir ağızdan ezan okurlarsa ikaameti de bir ağızdan yapamazlar. Birinin ikaamet getirmesine razı olurlarsa ne âlâ, aksi takdir­de aralarında kur'a çekilir. Ulemâmız bir m esc idde birden fazla kimse­nin ikaamet getiremiyeceğinî söylemişlerdir. Ancak bir müezzin kâfi gel­mezse, o zaman daha fazla müezzin ikâmet getirebilir. Bazıları kargaşa­lığa sebeb olmamak şartıyla müezzinlerin bir ağızdan ikaamet getirme­lerini caiz görmüşlerdir. «Reddü'l - Muhtar» adlı eserde işaret edildiğine göre zaruret îcabı iki müezzinin beraberce ezan okumaları îmâm Azam'a göre de caizdir.

 

5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Babı

 

8- (381) Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' EI-Hemdânî riva­yet etti (Dedi ki): Bize Hâlid yâni İbni Mahled, Muhammed b. Cafer'­den rivayet etti (Demiş ki): Bize Hişâm, babasından, o da Âişe'den nak­len rivayet etti, Âişe şöyle demiş:

«İbni Ummi Mektüm a'ma olduğu halde Resülallâh (Saltallahü Aleyhi ve Seüem) müezzinlik yapardı.»

 

(...) Bize Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman'-dan, oıalar da Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsin ekseri hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mâ-nın ezan okumasının sahîh ve caiz olduğunu beyandır. Nevevî; diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu vakit â'mânın mü­ezzinliği caizdir. Bu Hz. Bilâl ile birlikte İbni Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müez­zin olmasını mekruh görürler»

îbni Ebî Şeybe ile İbni Münzir'in rivayetle­rine göre Abdullah İbni Mes'ûd, İbni Zübeyr (Radıyalîahu Anhiima) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş. Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe *nin «â'mânın ezanı sahih de­ğildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki E bû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî imamları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Mu-Mt», «Ez-Zâhire» ve «EI-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mâ­nın yanında gözü gören bir müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etme­si mekruh değildir. Hattâ gözü görenler içinde â'mâdan efdali bulunma­dığı vakit â'mânın imam olması bile evlâdır. «El-Burhan» nam eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa â'mânın imam olması evlâdır; Çünkü Peygamber (SattaîlahüAleyhixeSellem) Tebûk gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbni Ümmî Mektûm'u   bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi* denilmektedir.

 

6- Aralarında Ezan Sesi Duyulduğu Zaman Küfür Diyarında Bulunan Bir Kavme Baskın Yapmaktan Çekinme Babı

 

9- (382) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya İbni Sâîd, Hammâd b. Seleme'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Sabit, En es K Mâlik'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllab (Sallaîlahü Aleyhive Sellem) fecr doğduğu zaman baskın yapardı. Ezanı dinletirdi şayet ezan (sesi) işitirse (baskından) vazgeçer; işitmezse baskın yapardı. (Bir defa) Allah-u Ekber, Allah-ü Ekber diyen bir adam işitti. Bunun üzerine Resulü İlâh   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Fıtrat (ı islâm)   üzere!» buyurdular. Sonra o zât:

«Eşhedû enlâ ilahe illallah, Eşhedü enlâilâhe illallah» dedi. Resûlül­lab   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Cehennemden çıktın» buyurdular. Müteakiben baktılar ki adamca­ğız bir keçi çobanıymış.

Gara: Geceleyin ansızın yapılan baskın demektir. Geceleyin yapılma­sı evlâdır. Sabaha doğru bırakılması ihtimal ezan sesini dinlemek içindir. Ezan sesi işitildiği zaman baskın yapmaktan vazgeçmesi o yer halkının müslüman olduğunu anladığı içindir. Çünkü imanla küfrün arasında alâ-met-i farika ezandır.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Fıtrat (ı islâm) üzere» buyurması: «Sen bu sözü insanların yaratıldığı islâm fıtratı üze­re söyledin» demektir. O zatın kelime-i tevhidi söylediğini işitince de: «Cehennemden çıktın» buyurmakla onun tevhid sayesinde bu fıtrat üze­re devam edeceğine ebeveyninin onu hıristiyan veya yahudi yapamaya­caklarına işaret eylemiştir. Cehennemden kurtulacağını katiyyen ve sü-buta delâlet eden mazi sîgası ile ifade buyurması ya tefe'ül, yahut kafi surette kurtulacağını haber vermek içindir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söyledikleri doğrudur. Teâlâ hazretleri­nin vâ'di haktır.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Yalnız bir kimsenin namaz kılacağı vakit ezan okuması meşru1-dur. Mezhebler arasında sahih ve meşhur olan kavil budur.

2- Ezan okunan bir yere baskın yapılmaz, çünkü ezan sesi o yer halkının müslüman olduklarına delildir.

3- Bir kimse kelime-i şehâdet getirmekle müslüman olur. Velevki bunu teklife binaen değil de kendiliğinden yapmış olsun. Bu bâbdaki ih­tilâf îman bahsinde görülmüştü.

4- Küf farı dîne davet etmeden üzerlerine hücum etmek caizdir. Ancak evvelâ dine davet müstehaptır. Sevrî, Ebû Hanîfe, Şafiî» İmam Ahmed ve İshâk buna kaildirler, İmam Mâ1ik'e göre dine davet etmeden düşmanla harb caiz değildir.

 

7- Ezanı İşiten Kimseye Müezzinin Söylediklerinin Söylenmesi, Sonra Peygamber (Sallatlahü A leyhi ve Sellem) e Salavat  Gatirmenin, Sonra Ona Vesileyi İstemenin Müstahab Oluşu Babı

 

10- (383) Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike fbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen   rivayet ettiği şu hadîsi   okudum.   Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ezanı İşittiğiniz zaman siz de müezzinin dediğini deyin» buyurmuş­lar.

Bu hadîsi Buharî, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî veibni Mâce dahî tahrîc etmişler. Tirmizî onun hakkında «Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir.

İbni Vaddâh hadîsteki «müezzin» kelimesinin müdrec oldu­ğunu iddia etmişse de bu iddia söz götürür. Çünkü Müdrec: İçersine râ-vînin sözü karışan hadîs demektir. Böyle birşey mücerred bir iddia ile isbât edilemez. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde müez­zin lâfzı zikredilmiştir. «El-Umde» sahibinin metn-i hadîsten bu lâfzı hazfetmesi mühim birşey değildir. Bu babda en sarîh rivayetlerden biri de Nesaî'nin tahrîc ettiği Ümmü Habîbe hadîsidir. Mezkûr hadîsde:

«Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) benim yanımda bulunduğu zaman müezzinin ezan okuduğunu d uydu mu müezzin sustuğu vakit onun söylediğini söylerdi»  denilmektedir.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Hanefiyye ulemâsına göre müezzine icabet ederek onun sözle­rini tekrarlamak dinleyenlere vâcibtir.    Çünkü emir vücûb ifâde eder. Mâlikîlerden İbni Vehb ile Zahirîlerin mez­hebi de budur. Zira müezzini işitenlerin Kur'an okumayı, konuşmayı, ve selâm almayı terk etmeleri vâcibtir. Bunlar hep vücûb emareleridir.

2- İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Cumhûr-u fukahâya göre buradaki emir vücûb değil istihbab ifâde eder. Binâenaleyh müezzinin arkasından ezanı tekrarlamak müstahabdır. Tahâvî'nin kavli de budur. Nevevî   diyor ki: «Müezzine icabetle onun okuduklarını tekrarlamak abdestli olsun abdestsiz, veya cünüp ya­hut hayzlı olsun herkese müstahabdır. Elverir ki icabete bir,mâni bulun­masın».

İcabete mâni olan sebepler: Helada veya cima hâlinde yahut namazda bulunmak gibi şeylerdir. Farz veya nafile namaz kılan bir kimse namaz­da müezzine icabet etmez. Namazdan çıktıktan sonra ezanı tekrarlar. Namazda iken müezzine icabet ederek ezanı tekrarlamak mekruh mudur, değil midir mes'elesinde İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet edilir. Bun­ların meşhur olanına göre Namaz içinde müezzine icabet mekruhtur. Lâ­kin namazı bozmaz; ancak namazda «Hayya ales-salâh» yahut «Essalâtü hayru-n minen nevm» diyen bir kimse onun haram olduğunu bilirse na­mazı bozulur. Çünkü bu sözler insan sözüdür. Kur'an okurken veya teş­bih çekerken ezanı işiten kimse bunları keserek müezzine tabi' olur. îkaa-met dahî ezan gibidir. Binâenaleyh onda da müezzine icabet edilir. Yal­nız «Kad kâmeti's - salâtü» yerine cemâat «Ekaamehâllahu ve edâmehâ» derler. Sabah namazında dahi «Es-Salâtü hayrün mine'n nevm» cümlesi­ni işittikleri zaman cemâat «Sadakte ve bererte» derler. Nevevî 'nin sözü burada sona erer.

Hanefîlere göre «Hayya ale's-salâh» «Hayya alel-Felâh» cümlelerin­den ma'da müezzinin bütün okuduklannı tekrarlamak, işiten kimselere vâcibtir. Müezzin:

«Hayye aleVsalâh» dediği zaman onu dinleyenler  «Hayye ale'l-Felâh» m yerine de derler. Çünkü burada müezzinin sözlerini aynen tekrarlamak onunla alay etmeğe benzer. «Es-salâtü hayrun mine'n nevm» yerine cemâat «Sadakte ve bererte» derler.

3- Ezan okunurken ve ikaamet getirilirken cemâatin konuşmama­sı, Kur'an okumaması, selâm almaması hâsılı, müezzine icabetten başka hiç bir şeyle meşgul olmaması îcâb eder. Kur'an okuyan, okumayı keserek ezanı dinlemeli ve müezzine icabet etmelidir. Yalnız bâzıları «Mescidde Kur'an okuyan ezanı işitirse okumaya devam eder; evinde olursa ezan, mahallesinin mescidinde okunduğu takdirde okumayı keserek müezzine icabet eder. Başka bir mescidde okunuyorsa okumaya devam edebilir.» demişlerdir. Hu1vâni «Dili ile müezzine icabet eden, fakat mes­cide gitmeyen kimse müezzine icabet etmiş sayılmaz. Fakat mescidde o-lup ta müezzinin arkasından ezanı tekrarlamayan günahkâr olmaz. Ken­dilerine namaz farz olmayanlara icabet de farz değildir. Farz veya nafile namaz kılarken ezanı işitenlere dahî icabet lâzım değildir.» demiştir.

4- Hanefiyye ulemâsı her müezzine icabet lâzım mıdır, yoksa ilk müezzine icabet kâfî midir meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Bu mesele Hanefiye ulemâsından Zahir üddîn'e sorulmuş da:  «Mahallesi mescidinin müezzinine bilfiil icabet vâcibdir» cevabını vermiştir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: gerçi bu hadiste Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin» buyurmakta­dır. Fakat bundan önceki bâbda bizzat kendisi ezan okuyan çobanı işit­tiği zaman onun sözlerini tekrarlamamış, birincide «Fıtrat özere,» ikinci­de «Cehennemden çıktın» buyurmuşdur Bu, müezzine icabetin farz de­ğil müstahab olduğunu göstermiyor mu?

Cevap: Buradaki hadiste müezzine icabet emredilmiştir. Bu emir mutlaktır. Karinelerden mücerret olan mutlak emirler ise vücûb ifâde ederler. Bu husus mezkûr emrin vücûb için kullanıldığını birçok rivayet­ler de te'yîd etmiştir. İbni Ebî Şeybe 'nin «Musannef» inde rivayet ettiği bir hadisde;

«Müezzini işitip de onun okuduğunu okumaman cefâ sayılır.» buyu-rulmuştur. Cefâ; zulm ve tecâvüz demektir. Müstahab olan bir şeyi terk-etmek cefâ sayılmaz; cefa ancak vacibi terk etmekle olur.

Çoban hadîsine gelince, ihtimâl Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ezana icabet etmiş ve ayrıca o sözleri de söylemiş. Fakat râ-vHcâbetini nakletmemiştir. Yahut icabet mes'elesi o hâdiseden sonra em­redilmiştir. Maamafih icabetin vâcib olup olmaması mes'elesinı Hanefî imamlarından Kemâ1 b. Hümam (788-861) «Fethül-Kadîr» nam eserinde münâkaşa etmiş ve ikâmette icabetin müstahab olduğunu, söylemiştir.

 

11-(384) Bize Muhammed b. Selemete'l Murâdî rivayet etti. (De­di ki): Bize Abdullah b. Vehb, Hay ve ile Saîd b. Ebî Eyyûb ve arkadaş­larından, onlar da Kâ'b b. Alkame'den o da Abdurrahman b. Cübeyr'-den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivayet etti. Abdullah Re-sûHülah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken işitmiş:

«Müezzini işittiğiniz vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana so-lavât getirin. Çünkü her kim bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salâvcrt sebebiyle on defa salât eyler. Sonra Allah'dan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir makamdırki Allah'ın kullarından yalnız bir tanesine lâyıktır. Umarımki; o bir kişi de ben olayım. İmdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vâcib olur.»

Bu Hadîsi Ebû Dâvud ile Nesâi dahi tahric etmiş­lerdir. Buhârî'deki rivayetinde şöyle buyurulmuştur:

«Her kim ezanı işittikte Yarabbi şu tam davetin ve daimî salâtın rabbi olan Allah'ıml Muhammed'e vesileyi ve fazileti ver. Onu vâd buyurduğun makâm-ı mahmOda gönder! derse kıyamet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur.» Bu hadîs kitabımızın hadîsini tefsir etmiş oluyor. Çünkü Müslim'in rivayetinde;

«Sonra Allahtan benim için vesileyi isteyin» buyurulmuş, fakat onu ne şekilde ve hangi kelimelerle isteyeceğimiz bildirilmemiştir. Buhârî hadîsi bu ciheti îzah etmiştir.

Allah'ın kuluna salât etmesinden murâd rahmet ve mağfiret buyurmaşıdır.

Vesîle: Lûgatde başkasına yaklaşmaya vâsıta olan şey ve hükümda­rın yanında mevki' sahibi olmak mânâlarına gelir. Buradaki hadiste cen­nette bir mevki ve menzil diye tefsir buyurulmuştur. Faziletin vesileden başka bir makam olması ihtimali vardır. Buhârî hadisinde «Makâm-ı - Mahmûd» nekre olarak zikredilmiştir. Bu makam müphem olmadığı halde nekre zikredilmesi Kuran-ı Kerim'in nazmını hikâye etmek içindir. Zira Kur'an-ı Kerim'de; «Muhckkakjci rabbin seni bir makâm-ı mahmûd'a gönderecektir»   buyurulmuştur. Tıybî ( - 743) bu kelimenin nekre zikredilmesi nek­re daha büyük ve geniş mânâ ifâde ettiği içindir. Sanki ne büyük ma­kam, her dille övülen bir makam denilmiş gibidir, diyor. «Makâm-ı Mahmûd» un türkçesi övülen makam demektir. Bu tabir bâzı rivayetlerde ma'rife olarak zikredilmiştir. İbnü'l Cevzî ekseri ulemâya gö­re bundan muradın şefaat olduğunu söylemiştir. Bâzıları Makâm-ı Mah­mûd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i arşın üzerine o-turtmaktır. Diğer bâzıları kürsinin üzerine oturtmaktır demiş; bir takım­ları da herkesin göreceği ve tanıyıp methedeceği yerdir, diye tefsir et­mişlerdir. Bu tabir Hamd-ü Senayı celbeden bütün ta'ziz ve ikram nev'-ilerine âmm ve şâmildir. İbni Abbâs (Radıyallahu Anhüma) Makam-ı Mahmud'u «Öyle bir makam ki; seni orada bütün gelmiş geç­miş ümmetler övecek ve orada bütün mahlûkata şeref vereceksin. İste­diğin verilecek, şefaatin kabul edilecek, herkes senin sancağın altında top­lanacaktır.» diye tavsif etmiştir. Hazreti Ebû Hüreyre 'den ri­vayet olunan bir hadiste   Resûlüllah   (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem :

«Makamım ah mud benim Ümmetime şefaat edeceğim yerdir.» bu­yurmuştur. Bu makamı ona vereceğini bizzat Tealâ hazretleri vâ'd bu­yurmuştur. Allah Tealâ - Hâşâ vaadinden dönmez. Şu halde ümmetin du­asına ne lüzum vardır denilirse bu suale şöyle cevap verilir: Ümmetin du­ası bu makamın devam ve sebatını istemek içindir. Yahut ümmetden dua istenilmesi bir kimsenin başkasına dua etmesinin caiz olduğunu, ha­cet anlarında duadan ve bilhassa sâlih kulların duasından istifade ve is-tiâne'nin meşru' olduğuna işaret içindir.

cümlesi:  «Şefaata hak kazanır, şefaat    kendisine helâl olur, şefaat kendisine vâcib olur,»

mânâlarına gelir. Fakat buradaki helâl olmak evvelce haram idi mânâsına değil, yine şefaati hak eder manasınadır. Burada da şöyle bir sual hatıra gelebilir: Şefaat günahkârlara yapılacaktır. Burada ise; günahlı veya günahsız her kim ezan duasını okursa onlara şefaat e-dileceği bildiriliyor. Günahsızlar için şefaate lüzum var mıdır?

Cevap: Evet vardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in müteaddit şefaatleri olacaktır. Bunların bâzıları soruşuz sualsiz cen­nete girmek ve derecelerini yükseltmek gibi husûsatta günahsızlara âit-tir. Yâni kıyamet gününde haline göre herkese şefaat olunacaktır.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler

 

1- Bu hadîs namaz vakitlerinde rahmet için gök kapıları açıldığı zaman mü'minleri duaya teşvik etmektedir. Bir hadîsde beyân edildiğine göre iki saat vardır ki onlarda yapılan dualar geri çevrilmez. Bunlardan biri namaz için ezan okunduğu zaman, ikincisi de Allah yolunda saf bağ­landığı zamandır.

2- Bu ümmetin günahkârlarına da, günahsızlarına da şefaat edi­lecektir. Günahkârlarına azapları ıskat edilmek için, günahsızlarına da sevapları artırılması için şefaat olunacaktır.

3- Hadîs-i Şerîf şefaati yalnız mutî kullara tahsis eden mu'tezile-nin aleyhine delildir.

 

12- (385) Bana İshâk b. Man sûr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ca'fer Muhammed b. Cehdam es-Sekafî haber verdi (Dedi ki): Bize İsmail b. Ca'fer, Umâraiü'bnü Gaziyye'den, o da Hubeyb b. Abdirrah-man b. İsaf dan,, o da Hafs b. Âsim b. Ömer b. Hattâb'dan, o da baba­sından, o da dedesi Ömer b. Hattâb'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü A îeyhi ve Seilem) :

«Müezzin «Allahûekber, Allahûekber» dediği vakit sizden biriniz «Allahûekber Allahûekber» der: Sonra Müezzin «Eşhedû enlâ ilahe illallah» dediği vakit oda «Eşhedû enlâ ilahe İllallah» derse sonra Müezzin «Eşhedû enne Muhammeden Resûlüllah» dediği vakit oda «Eşhedû enne Muhamme-den Resûlüllah» der; müezzin «Hayyealessalah» dediği vakid oda «lâ havle velâkuvvete illâ billâh» der; sonra müezzin «Hayye ales'salâh» dediği vakit oda «lahavle velâkuvvete illâ billâh» derse; sonra «Allâhûekber Allâhû ekber» dediğinde oda «Allahû Ekber, Allahü ekber» derse; sonra müezzin lâ ilahe illallah dediği vakit oda bütün kalbiyle «lâ ilâheillâllah» derse cen­nete girer» buyurdular.

Bu hadîs için Dâre-Kutnî (306 - 385) «El-lstİdrâk» nâm ese­rinde de şunu söylemiştir: «Bu hadîsi Derâ verdi- ve başkaları mürsel olarak rivayet etmişlerdir», «Kitâbü'l İ'lel» inde ise onun mutta­sıl olduğunu söylemiş, muttasıl olarak rivâv^t eden İsmail b. Cafer'in hafız ve mûtemed bir zât olduğunu, binaenaleyh yaptığı ziyâ­denin kabul edileceğini» bildirmiştir. Doğrusu «Kitabü'l-t'lel» deki sözü­dür. Çünkü hadîsi Bu'hârî ile Müslim de rivayet etmişler­dir. Sahîh olduğunda şüphe yoktur. Mevsuk olan bir râvînin rivayet et­tiği ziyâde ise makbuldür.

Gerçi bu hadîsde Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ezanın başındaki tekbîri iki defa, şahadetleri ve Hay'aleleri birer defa zik-retmişse de, hadîs ezanın lâfızları ta'lim için sevk edildiğinden adet hak­kında nass değildir. Bu bâbda nass olan hadislerde ezanın başındaki tek­birlerin dört, diğer elfazmm ikişer olduğunu yukarıda görmüştük.

Hay'ale: Hayya ale's-Salâh ile Hayye ale'l-Felâh'ın kısaltılmış ifade­sidir. Hayye ale'l-Felâh: Kurtuluşa cennette ebedi kalmaya sebep olan şey'e gelin; demektir. Arap lisânında hayrın bütün mânâlarına şâmil o-lan en cemiyyetli kelime Felah kelimesidir. Nasihat kelimesi de buna yakındır.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif, ezanı işitenlerin müezzinin arkasından onu tek­rarlamaları gerektiğine delildir. Ulemânın bu babdaki kavillerini az yu­karıda görmüştük. Yalnız Hay'alelerde «lâ havle#velâ kuvvete illâbillâh» denilecektir. Şu halde Hz. Ebû Saîd'den rivayet edilen:

«Ezanı işittiğiniz vakit siz de müezzinin dediğini deyin» hadîsi bunun­la tahsis edilmiş olur.

2- Bâzıları amellerin kabulü için kasd ve samimiyetin şart oldu­ğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir.

 

13- (386) Bize Muhammed b. Rumh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Atdillah b. Kays el-Kureşî'den naklen haber verdi. H.

Bize Kuteyfcetü'bni» Said dahî rivayet etti (Dedi ki): Bize Leys, Hu­keym b. Abdillah'dan, o da Âmir b. Sâ'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Sa'd b. EM Vakkas'dan, o da Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem>'den nak­len rivayet etti ki: Şöyle buyurmuşlar:

«Her kîm müezzini işittiği vakit derse günâhı afolunur.

İbni Rumh kendi rivayetinde: «Herkim müezzini işittiği zaman» «-ylı  Llj » derse» dedi.   Kuteybe   ise «L'îj   » dediğini söylemedi.

Hadîs-i Şerîf müezzin kelime-i şahadeti okuduğu zaman dinleyenle* rinde duasını okumalarının müstahab olduğuna delildir. Gö­rülüyor ki müezzini can kulağıyla dinleyerek onun okuduklarını ta'rif e-dildiği vecihle tekrarlamak kulun günahlarının affına sebeptir. Bu hu-susda Kaadî Iyâz (Rahimehullah) şunları söylemiştir. «Malumun olsun ki; ezan îman akidesini cem etmiştir. Ezan, İmanın iki nev'ine de yani hem akliyata, hem sem'iyyata şâmildir. Ezanın evveli Allah'ın zâtını ve lâyık olduğu kemâl sıfatlarını zıtlardan münezzehîyyetini ispat eder. Bu isbât «AHahü Ekber» lâfzıylâdır. Mezkûr lâfız pek kısa olmakla bera­ber bu söylediklerimize delâlet eder. Ondan sonra ezan Allah'ın birliğini, şeriki olmadığını tasrih eder ki her dînî vazifenin başında gelen îman ve tevhid'in esası budur; Daha sonra Peygamberliği ve bizim peygamberi­miz Muhammed (Sallaîtahü Aleyhi ve Seltem)% şehâdeti ifâde 6-der. Allah'ın birliğine şahadetten sonra bu da büyük bir kaidedir. Yeri de tevhid'den sonradır. Çünkü Nübüvvet meselesi vuku'u caiz fiillerden­dir. Öteki Mukaddimeler ise vâcibat kabilindendir. Bu kaidelerden sonra Allah hakkında vâcib, müstehil ve caiz olan bütün aklî akideler tekem­mül etmiş bulunuyor. Bundan sonra ezan, kulları ibâdetlere davet eder. Namaza Nübüvveti ispattan sonra davet etmesi onun vücûbu aklen değil Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bildirildiği i-çindir. Bundan sonra ezan felaha davet eder. Felah (Kurtuluş) daimî ni­metler içersinde ebedî hayat demektir. Bu cümle Öldükten sonra dirilmek ve ceza görmek gibi âhiret umurunu bildirmektedir ki islâm akidelerinin en son mevzu'u budur. Bütün bunlar namaza başlandığını bildirmek için ikâmette de tekrar edilir. Bu tekrar îmanın te'kidini ifade eder. Ta ki; namaz kılan kimse bu ibâdete başlarken kalbi ve lisaniyle şahadet ve î-.man basireti ile girsin de başladığı işin yüceliğini, ibadet ettiği Allah'ın hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün...»

 

8- Ezanın Fazileti ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Babı

 

14- (387) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize Abde, Talhatübnü Yahya'dan, o da amcasından naklen riva­yet etti. Demiş ki: Muâviyetü'bnü Ebî Süfyan'ın [6] yanında idim. Derken müezzin onu namaza davete geldi. Bunun üzerine Muâviye; Ben Resû-lüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i :

«Müezzinler kıyamet gününde insanların en uzun boyunluları olacak­lardır»   buyururken işittim, dedi.

 

(...) Bana bu hadîsi Ishak b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âmir haber verdi (Dedi ki): Bize Süfyan [7], Talhatü'bnü Yahya [8]dan, o da îsa b. Talha'dan naklen rivayet etti. îsa: Ben Muâviye'yi Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular diyerek bu hadisin mislini rivayet ederken dinledim   demiş

sûlüllah   (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle mislini rivayet ederken dinledim, demiş

Müezzinlerin kıyamet gününde en uzun boyunlu insanlar olmasından ne kastedildiği selef ve halef ulemâsı arasında ihtilaflı bir mes'eledir. Ba­zılarına göre bundan murâd müezzinlerin Rahmet-i ilâhiyyeyi görmeye en ziyâde özenen insanlar olmalarıdır. Çünkü; bir şeyi görmeye özenen ona doğru boynunu uzatarak bakar, binnetice bundan murâd pek çok se-vâb görmeleridir. Nadr b. Şümeyl'e göre kıyamet gününde insanlar birbirlerinin terlerinden bunaldıkları zaman terden ve sıkıntıdan kurtulmak için müezzinlerin boyunları uzayacaktır. Bâzılarına göre; u-zun boyunluluk reis ve kavminin büyüğü olmaktan kinayedir. Araplar büyüklerini uzun boyunlu olmakla tavsif ederler. Bâzıları; «Bundan mu­râd kıyamet gününde onlara tâbi olanların çokluğudur.» demişler, tbnül Arâbî ise; Bununla müezzinlerin amelleri en çok bulunan in­sanlar oldukları anlatılmıştır; demiştir.

Kâadî Iyaz ile diğer bazı hadîs ulemâsının rivayetlerine gö­re «A'nâk» kelimesi «l'nak» şeklinde de rivayet olunmuştur. «A'nâk» «U-nuk» un cem'idir. Boyunlar mânâsına gelir, «î'nâk» ise; mastar bir keli­me olup acele etmek, sürat göstermek demektir. Bu takdirde hadisin mâ­nâsı:

«Müezzinler kıyamet gününde cennete en süratli gidecek insanlardır» demek olur.

Serrâc'ın Ebû Hüreyre (Radtyallahû anh) 'dan iyi bir senetle rivayet ettiği bir hadîste;

«Müezzinler Lâilahe illallah dedikleri için kıyamet gününde insanların en uzun boyunluları olacaklardır.» buyurulmuştur. Hadisin bir rivayetin­de;

«Kıyamet gününde müezzinler boyunlarının uzun olması ile tanına­caklardır» denilmiştir. Bu rivayeti İbni Hibban dahi «Saralı» -inde tahrîc etmiştir.

 

15- (388) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Osman b. Ebî Şeybe ve ls-hâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Cerîr, Âmeş'den, o da [9] Ebû Süfyan'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti, dediler. Câbir Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellemyi

«Şüphesiz ki; şeytân namaza nida edildiğini işittiği vakittâ Ravhâ' de­nilen yere varılıncaya kadar gider»   buyururken işittim, demiş.

Süleyman (El-A'meş) «Ebû Süf yan'a Rav-h a'nın nerede bulunduğunu sordum; Bu yer Medine'den 36 mil uzak­tadır, cevâbını verdi» demiş.

 

(...) Bize bu hadisi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den bu isnadla rivayet etti.

 

16- (389) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler, lâfız Kuteybe'nindir. İshâk bize haber verdi, tabirini kullandı. Ötekiler; Bize, Cerir A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye SeffemJ'den naklen rivayet etti, dediler. Resûlüllah (Saîlallahii Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz; şeytân namaza nida edildiğini işittiği vakit kaçar. Müezzi­nin sesini duymamak için ses çıkararak yellenir. Müezzin susunca döner de vesvese verir, ikâmeti işittimi (yine) müezzinin sesini duymamak için (oradan) gider, sustu mu tekrar dönerek vesvese verir» buyurmuşlar.

 

17- (...) Bana Abdülhamîd b. Beyân el-Vâsıtî [10] rivayet etti. De­di ki: Bize Hâlid yani tbni Abdillâh [11] Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş. Resû-lüllah   (Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) :

«Müezzin ezan okuduğu vakit şeytân geriler, onun sesle bir yellenme­si vardır»   buyurdular.

 

18 (...) Bana Ümeyyetü'bnü Bistâm rivayet etti (dedi l/â): Bize Ye-zid yani tbni Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh, Süheyl'den riva­yet etti. Demiş ki; Babam beni Benî Hârise'ye gönderdi, yanımda bizim uşaklardan biri yahut bir dostumuz vardı. Ona bir bahçeden bir kimse İsmiyle seslendi, yanımdaki (arkadaş) bahçeye bakındı ise de hiçbir şey göremedi. Ben bu hâdiseyi tabama anlattım. Babam; Senin böyle bir şeyle karşılaşacağını bilsem göndermezdim. Ama bundan böyle bir ses i-şitirsen hemen ezan oku. Çünkü ben; Ebû Hüreyre'yi Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'den şu hadîsi rivayet ederken işittim. Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesizkİ; namaza nida edildiği vakit şeytân geri gider. Onun sesle bir yellenmesi vardır»   buyurmuşlar; dedi.

 

19- (..,) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti (Dedi ki): Bize Mugîra yâni el-Hizâmî, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle bu­yurmuşlar:

«Namaz için nida edildiği vakit şeytân geri gider. Ezanı işitmemek için bir de sesle yellenmesi vardır. Ezan bitince tekrar gelir, ikâmet getirildiği vakit yine geri gider; ikâmet de bittiği zaman gelir de insanla kalbinin arasına girer ona : Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla, diyerek önceden hatırına gelmeyen şeyleri hatırlatır. Böylelikle insan kaç rekât namaz kıl­dığını bilmez olur.»

 

20- (...) Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivayet etti (Dedi ki): Bize Mâ'mer, Hemmâm b. Münebbih'-den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) den bu hadîsin mislini rivayet etti. Şu kadar var ki o:

«Tâki kişi nasıl namaz kıldığını bilmez olur»   buyurduğunu söylemiş.

Bu Hadîsi Buhâri «Kitâbü'1-Ezan» da Ebû Dâvud ile Nesâi'de «Kitabü's-Salât» da biraz lâfız farkı ile muhtelif râvîler-den tahrîc etmişlerdir. Namaz için nida edilmekten murâd ezandır «Du-rât» ile «husâs» in ikisi de sesle yellenmek mânâsına gelir. Bazıları hu-sâsın şiddetle koşmak mânâsına geldiğini söylemişlerdir.

Ezan sesini işitince şeytanın sesle yellenerek alabildiğine kaçması Kaadî Iyâz'a göre hakikat mânâsına alınabilir. Çünkü şeytan da bir cisimdir. Yellenmesi mümkündür. Fakat Buhârî şârihi Aynî: (762 - 855) bunun bir temsil olduğunu söylüyor. Şeytânın ezandan kaç­ması korkudan perişan olmuş bir adamın haline benzetilmiştir. Başına â-nî bir felâket gelen kimse korkudan ne yapacağını şaşırır, mafsalları gev­şer, kendini tutamaz olur. Bu sebeple yellenir. Hattâ bevlini dahi kaçırır. İşte ezan sesini duyan şeytân (aleyhillâne) dabî böyle büyük bir felâket ve belâya uğramış gibi ne yapacağını şaşırır. Kaçmaya başlar. Onun bu perişan hali ne yaptığını bilmeyen felâketzedenin haline benzetilerek id­dia sureti ile şeytâna da sesle yellenme isnat edilmiştir. Yoksa hakikaten şeytanın yellenmesi vaki' değildir. Mes'ele bir istiareden ibarettir. Bu­nunla beraber şeytanın hakikaten yellenmesi de caizdir. Çünkü Şeytan bir ruhtur. Yalnız onun nasıl yellendiği bilinemez.

Tîybî ( - 743) : «Şeytanın ezan sesini işitince kendini meşgul etmesi kulağı dolduran ve başka ses işitmeye mâni olan sese benzetilmiş­tir. Sonra buna çirkinliğini beyân için sesle yellenme denilmiştir...» diyor.

Şeytanın, en faziletli ibâdet olan Kur'an okumadan ve namazdan kaç-mayıp ezan sesinden kaçması kıyamet gününde onu işittiğine şahadet et­memek içindir. Çünkü bir hadisde vârid olduğuna göre müezzinin sesini işiten İns-ü cin ve her şey kıyamet gününde onu işittiğine şehadet ede­cektir. Şeytan da her şeye dahildir. Yahut cinlerden ma'duddur. Bazıla­rı «Şeytânın kaçması ezanın azametindendir. Çünkü ezan dînin bütün ka-vâidine şâmil ve şeâir-i islâmiyyeyi ilândır. Bunlara hasm-ı cân olan şey­tan onları işitmeye tahammül edemez; demişlerdir. Bir takımları şeytanın kaçmasını ye's ve ümitsizliğine hamlederler. Zira şeytan tevhid ilânını duyunca İnsana vesvese vereceğinden ümidim keser. Fakat namaz kılan ve Kur'an-ı Kerim okuyarak Allah'a münacâatta bulunan kimseden şey­tân kaçmaz. Çünkü o hallerde kendisine vesvese kapıları açıktır. İstediği gibi kulun damarlarına kadar sokularak vesvesenin enva'ını hatırına ge­tirebilir. O derecede ki, namaz kılan kimse kendinden geçerek kaç rekât kıldığım bile unutur. Rivayete nazaran İmâm Âzam, Ebû Hanîfe hazretlerine bir adam gelerek bir yere define gizlediğini, fakat nerede olduğunu unuttuğunu söylemiş, onu bulmak için ne yapması lâzım geldiğini sormuş. Hz. İmâm iki rekât namaz kılmasını ve namaz esnasın­da gönlünden namazla alâkası olmayan hiçbir şey geçirmemesini tavsiye etmiş. Bunun üzerine adam abdest alarak Kemal-i Huşu ile namaza dur­muş. Lâkin (şeytan-ı lâin) bunu fırsat bilerek derhal yetişmiş ve adam­cağıza defineyi nereye gizlediğini namazda iken hatırlatmış.

Görülüyor ki namaz kılanlara şeytan musallattır. En olmayacak şey­ler namazda hatırıma geliyor, diyenler bilmelidirler ki kendilerini şeytâ-. nın tuzağına kaptırmışlardır. Bundan kurtulmanın çaresi evvelce de gör­düğümüz gibi hatıra gelen şeyi derhal reddetmek onu düşünmemektir.

Hadîsin bir rivayetinde geçen kelimesi şek­linde de rivayet edilmiştir.

Kaadî îyâz: «Biz bu kelimeyi Mu'temed râvilerden «ta» nın kesriyle, ekseri râvîlerden ise «ta» nın zammı ile işittik, ama ta'nın kesri ile okumak daha münâsibtir. Çünkü vesvese verir mânâsına gelir. Ta'nın zammı ile ise yaklaşmak demektir. Yani kişi ile kalbinin arasına soku­lur da onu meşgul eder» diyor.

Ayni hadîste zikri geçen nefis kelimesini Buharı «Kalp» diye tefsir etmiştir. Şu halde hadîsin mânâsı tercümede arzettiğimiz şekilde; «İnsanla kalbinin arasına girer» demek olur ki bu tefsir aynı * zamanda; «İnsanla nefsi aynı şey oldukları halde şeytânın araya girmesi nasıl ta­savvur olunabilir.» diyenlere cevap teşkil eder. Bu suale şeytânın kişi ile nefsi arasına girmesi onun son derece insana yaklaştığını anlatmak i-çin bir temsildir, diye de cevap verilebilir.

Ayni rivayetteki kelimesi şeklinde de zapt olunmuştur. Bu ikinci rivayete göre mânâ «Böylelikle insan şaşırır ve u-nutur da yanılır, demek olur. Fakat Kuşeyrî; «Ben onu bu şe­kilde rivayet eden kimse bilmiyorum; ama böyle de rivayet edilmiş olsa mânâ itibarı ile sahih olur ve Peygamber (SallaUahü Aleyhi veSellem) 'in muradının hâricine çıkılmış sayılmaz» demiştir.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ezanın pek büyük bir fazileti vardır. O derece ki şeytân onu işitince deliye döner; Başına en büyük felâket gelmiş gibi ne yapacağını şaşırır.

2- Allah aşkına ezan okuyan müezzinin dahi ecr-ü mükâfatı son de­rece büyüktür.   İbni   Hüzeyme   ile   îbni   Hibban'ın «Sahih» lerinde rivayet ettikleri bir hadiste «Müezzine sesinin varabildi­ği yerlere kadar affı mağfiret olunur. Onun için yaş ve kuru herşey is­tiğfar eder. Namaza gelene yirmibeş sevap yazılır, iki namaz arasındaki günahları affolunur» buyurulmuştur. İmam Ahmed'in rivayetinde ise : «Müezzini işiten yaş ve kuru her şey tasdik eder» buyurulmuştur. Ebû   Mûsâ'nın   «Kitabü's-Sahâbe» adlı eserinde Kesir b.Murra   (Radiyaîlahû anh) 'dan merfû' olarak rivayet ettiği bir hadisdede «Peygamberânı izam (Aleyhisselâtü Vesselam) hazerâtı ile şehidlerden sonra kendilerine ilk cennet hüllesi giydirilecek olanlar, Bilâl ile müezzinlerin sulehâsıdır.»   buyurulmuştur.  Bu bâbda daha bir çok hadisler vardır.

3- Mezkûr rivayetlerle istidlal eden İmam   Şafiî (Rahimehullah) müezzinliğin imamlıktan efdâl olduğuna kail olmuştur. Nevevî 'nin beyânına göre Şafiiyye ulemâsı bu mes'elede ihtilâf etmişlerdir. Esah o-lan kavle göre müezzinlik imamlıktan efdâldir. İkinci kavle göre İmamlık müezzinlikten efdâldir. Bu kavil dahî Nassân İmam   Şâfiî'den riva­yet olunmuştur. Üçüncü kavle göre İmamlıkla müezzinlik fazilet babında müsavidirler. Dördüncü kavle göre İmamlığın bütün hukuk ve vazifele­rini yerli yerince îfa edeceğine güvenenler için imamlık efdâldir. Aksi takdirde müezzinlik imamlıktan efdâl olur. Yine Nevevî'nin be­yânına göre; bir kimsenin aynı zamanda hem imamlık hem de müezzin­lik vazifelerini deruhte etmesi, şâfiîyye ulemâsı arasında ihtilaflı birmes'eledir. Bazılarına göre bunu yapmamak müstehabdır. Diğer bâzıları iki vazifeyi birden yapmayı mekruh saymış, fakat muhakkikin ile şâir ulemânın ekserisine göre bunda hiç bir beis yoktur. Hattâ yapılması müs­tehabdır. Nevevî   bu kavlin esah olduğunu söylemektedir.

Hanefîlere göre imamlık mutlak surette müezzinlikten efdaldir. Çün­kü İmamlık Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bizzat yaptığı bir vazifedir.

4- Şeytân insana görünmeden seslenebilir.

5- Namaz kılanın yanılması, şeytânın vesvesesinden ileri gelir.

 

9- İhram, Rükü’ ve Rüku'dan Doğrulma Tekbirleriyle Beraber Elleri Omuzlar Hizasına Kaldırmanın Müstehab Oluşu, Secdeden Doğrulurken Bunun Yapılmaması Babı

 

21- (390) Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî ile Saîd b. Mansûr, E-bû Bekr b. EM Şeybe Amrü'n-Nâkid, Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr hep birden Süfyân b. UyeyneMen rivayet ettiler, lâfız Yahya'nındır. De­di ki; Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Salim'den, o da babasınr dan naklen haber verdi. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namazda iftitâh tekbiri aldığı zaman rükû'a varmadan önce ve rtikû'dan doğruldukta ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırken gördüm. Secde­ler arasında ellerini kaldırmıyordu.

 

22- (...) Bana Mufaammed b. Rafi' rivayet etti (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivayet etti (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb, Salim b. Abdillah'dan naklen İbni Ömer'in şöyle dedi­ğini rivayet etti: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit ellerini ta omuzları hizasına varıncaya kadar kaldırır, Sonra tekbir alırdı. Rükû* etmek istediği zaman da böyle yapar, rükû'dan doğrulduğu zaman da böyle yapardı. Başını secdeden kaldırdığı zaman bunu yapmaz­dı.

 

23- (...) Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Huceyn -ki ibnü'l Müsenna'dır- rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Ukayl*-den rivayet etti. H. Bana Muhammed b. Abdillah b. Kuhzâz dahi riva­yet etti. (Dedi ki): Bize Selemetü'bnü Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yûnus haber verdi. Bunların ikisi de Zührî'den bu îsnadla İbni Cü-reyc'in dediği gibi:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit elleri­ni ta omuzları hizasına kadar kaldırır; sonra tekbir alırdı» şeklinde riva­yet etmişlerdir.

Bu hadisi Buhârî «Kitâbü'l Ezan» da Nesâî «Kitâbü's-Salât» da tahric etmişlerdir. Buhârî'nin rivayetinde; «Başını rü­kû'dan doğrulttuğu vakit yine ellerini kaldırır. derdi» ibaresi de vardır.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Namaz için iftitah tekbiri alınırken eller kaldırılır. İbni Münzir; «Ulemâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in iftitah tekbiri alırken ellerini kaldırdığında ihtilâf etmemişlerdir» demiş «el-Mühezzeb» şerhinde dahî; «İftitah tekbiri alırken elleri kaldırmanın müstahab olduğuna bu ümmet icma' etmiştir» denilmiştir. Filhakika İfa­ni   Mûnzir   ve başkaları bu hususda İcma' olduğunu naklederler.

Eimme-i selâse denilen İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed ile 1shâk‘ın kavilleri budur. Kurtubî: «İmam Mâ1ik'in iki kavlinden esah olanı budur. İkinci kavline göre eller göğüse kadar kaldırılır.» diyor.

Hanefîlere göre eller kulakların yumuşağına kadar kaldırılır. Baş parmaklar kulakların yumuşaklarına, diğer parmaklar da kulakların şâir aksamı hizasına gelir. Çünkü İmam Müs1im'in Mâlik b. H ti­yeyris'den rivayet ettiği bir hadiste; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ellerini kaldırdığı zaman ta kulaklarının hizasına vardı­rırdı.» denilmektedir. Nitekim az aşağıda gelecektir. Bu mânada bir ha­disi Dâre Kutnî sahih bir senetle Hz. Enes'den rivayet etmiştir. Tâhâvi'nin Berâ' b. Âzib (Radiyaltahû. anh)*âan. rivayet ettiği bir hadiste ellerin baş parmaklan kulak yumuşaklarına yaklaşacak surette kaldırılacağı bildirilmektedir. İbni Habîb'e göre eller kulaklar hizasına kadar, bir rivayette başm üzerine kadar kal­dırılır.

Bu kavillerin hepsine delâlet eden meşhur ve mahfuz rivayetler yar­dır. Bunlar bu hususta müsaade ve cevaza delâlet ederler. îbni Tâvûs'un nakline göre Tâvûs ellerini başından yukarı geçinceye kadar kaldırır, ve bunu İbni Abbâs "dan böyle gördüğünü, o-nun da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Sellem) 'den böyle riva­yet ettiğini söylemiş.   İbni   Kattan   bunu sahîh bulmuştur.

İftitah tekbiri bir defa yapılır. Râfizîler üç defa yapılacağına kail olmuşlardır.

5- Hadis-i Şerif rükû' tekbiri ile rükû'dan doğrulvrken dahi elle­rin kaldırılacağına delildir. İmam Şafiî ile İmam Ahmed b. Hanbe1'in ve ulemâdan İshâk, Ebû Sevr, ibni cerîr-i Taberi, Hasan-ı Basri, İbni Şîrîn, Â-tâ' b. Kbî Rabâh, Tâvûs, Mücâhid, Kaasim b. Muhammed, Salim, Katâde, Mekhûl, Saîd b. Cübeyr, Abdullah b. Mübarek ve Süf yan b. Uyeyne Hazerâtımn mezhebleri budur. Bir rivayette İmam Mâlik dahi buna kail olmuştur. İmam Buhârî mezkûr kavli Ashab-ı Resûlüllah'tan ondokuz zata nisbetle, bunların her birinin rüküTarda el kaldırdıklarını rivayet eylemiştir. Beyhâkî daha da ileriye gide­rek bunların cemaatlar teşkil edecek kadar çok olduklarını söylemiştir. İbni Esir rükû'a giderken el kaldıran sahabenin yirmi kişi oldu­ğunu söylemiştir. Hâkim Aşere-i Mübeşşere denilen (Hayatlarında cennetle müjdelenen) on zatın da onlar cümlesinden olduğunu bildirmiş, bazıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) rükû'a gider­ken el kaldırdığı otuz küsur sahâbî tarafından rivayet olunmuştur, de­mişlerdir.

Şafiîlerin «et-Tevhîd» nam eserinde şöyle deniliyor: «Sonra meşhur olan kavle göre el kaldırmak hiçbir yerde vâcib değildir. Bu hususta İcmâ' naklolunur. Davud-u Zahiri 'nin iftitah tekbirinde elleri kaldırmak vâcibdir, dediği rivayet olunur. Bizim ulemâmızdan 1bni Seyyar'ın kavli de budur. Bu kavil bazı mâlikîlerden de rivayet olunmuştur. Ebû Hanîfe 'den el kaldırmamanın günâhı iktiza edileceğini gösteren bir kavil rivayet edilmiştir. İbni Huzeyme: «Namazda el kaldırmayı ihmal eden, onun rükünlerinden birini terket-miştir» demiştir. Ulemâdan bazılarının secdede dahi el kaldırmak vâcib­dir dediklerini İbni Rüşd «Kavâid» nammdaki eserinde rivayet eder.

Hanefilere göre namazda eller yalnız iftitah tekbîri alınırken kaldı­rılır. Süfyan-ı Sevri ile İbrahim Nehaî, İbni Ebî Leylâ, Alkametü'bnü Kay s, Esved b. Yezîd, Âmir'i Şa'bi, Ebû İshak es-Sebiî, Hay-seme, Mugîra, Vekî, Âsim b. Küleyb ve îmam Züfer'in kavilleri de budur. İbnül Kâasim'in İmam Mâlik 'den rivayet ettiği meşhur ve Malikilerce tercih edilen kavil de budur. Tirmizî Ashab-ı kiram ile Tabiîn hazerâtmdan bir çok­larının kavilleri de budur diyor. «el-Bedâyi» nâm eserde îbni Abbâs (Radfyalîahû anhâmâ) 'nın «Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi veSellem)'in cennetle müjdelediği on zât iftitah tekbirinden mâda na­mazın hiçbir yerinde ellerini kaldırmazlardı» dediği rivayet olunmakta­dır. Başkaları Abdullah b. Mesud, Câbir b. Semure, Berâ b. Âzib, Abdullah b. Ömer ve Ebû Saîd (Radiyaîlahû anhûm) hazerâtınm da aynı kavle zâhib oldukla­rını söylemişlerdir.

Hanefilerin delili Berâ b. Âzib (Radiyaîlahû arûı) hadisidir. Bu hadîste «Peygamber (Scdlaîlahü Aleyhi ve Sellem) namaz için iftitah tekbiri aldığı vakit ellerini ta baş parmakları kulak yumuşakları­na varıncaya kadar kaldırır. Bir daha bunu tekrarlamazdı» denilmekte­dir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvud, Tahâvi ve İbni Ebi Şeybe tahrîc etmişlerdir. Vakıa Hanefilerin muarızları bu hadîse İtiraz e-debilirler. Çünkü   Ebû   Dâvud;

«Bu Hadisi Hüseyin, Hâlid ve İbni İdris, Yezîd   b. Ebi   Ziyâd 'dan o da   Abdurrahman   b. Ebû Leylâ 'dan, o da Berâ'dan naklen rivayet etmişler, fakat (Hiç biri bunu tekrarlamazdı) cümlesini zikretmemişlerdir.» demiş. Hat­tâ bi dahi bu hadiste; «Bunu tekrarlamazdı» cümlesini Şerik'-den başka nakleden olmadığını söylemiş. Ebû   Ömer;

«Bu cümleyi yalnız Yezid rivayet etmiştir. Hadisi ondan riva­yet eden hafızlardan hiçbiri (Bunu tekrarlamazdı) cümlesini zikretme­mişlerdir» demiş. Bezzâr «Yezid'in el kaldırma hususunda­ki (Bunu tekrarlamazdı) hadîsi sahih değildir» dediği gibi Yahya b. Maîn'in: «Bu hadisin isnadı sahih değildir», İmam Ahmed'in: «Bu hadis hiçtir» dedikleri rivayet olunmuştur. Bazıları Yezîdin âhir ömründe hadisleri karıştırmağa başladığını ve başkalarının tel­kinlerine kapıldığını söylerler.

Muarızların bu babtaki i'tirazlarma hanefîler tarafından şöyle cevap verilir:

Ebû Dâvûd 'un yukarıdaki sözü îbni Adiyy'in «el-Kâmil» nâm eserindeki sözüne muarızdır. Çünkü İbniAdiyy bu hadisi Hüşeym, Şerik ve onlarla beraber bir cemaata isnad ile Yezîd'den rivayet etmiş ve hepsi (bunu tekrarlamazdı) cüm­lesini nakletmişlerdir. Bu suretle mezkûr ziyâdeyi yalnız Şerîk'in rivayet etmediği anlaşılır ve Hattâbî'nin bu bâbdaki iddiası da suya düşer. Eğer Yezîd zayıf bir râvidir .ve bu hadîsi yalnız başı­na rivayet etmiş denilirse buna da hayır diye cevap verilir. Çünkü ayni hadîsi İsa b. Abdurrahman, İbni Ebî Leylâ'-dan rivayet ettiği gibi Tahavî dahî tahrîc eylemiştir. Yezîd' e gelince; Bu zât hakikatte mevsuktur. Onun hakkında Yâkup b. Süfyân; «Yezîd için her ne kadar değişmiştir diye söz edil­mişse de o yine-sözü makbul, âdil ve mutemed bir zâttır» demiş. Ebû Dâvud dahî «Onun hadîsini terkeden kimse bilmiyorum ama başka­sı bence ondan daha makbuldür» mütâleasında bulunmuş, îbni Şâhin «KitâbüVSikat» ında Ahmed b. Salih'in; «Yezîd sikadır, onun hakkında konuşanların sözü hoşuma gitmiyor» dediğini ri-vâyet etmiştir. Yezîd'in makbul olduğunu daha başkaları da söy­lemişlerdir. İmam Müslim onun hadîsini tahrîc ettiği gibi Buhârî de onunla istişhâd eylemiştir. Hal böyle olduğuna göre Ye­zîd hadîsin bir kısmını bir defa, başka bir cümlesini de başka defa rivayet etmiş olabileceği gibi, evvelâ unutmuş sonra hatırlayarak rivayet etmiş olması da muhtemeldir.

Hanefîlere muarız olanların ihticâc ettiği hadisler islâmiyetin ilk za­manlarına hamlolunur. Bu hadîsler sonradan nesh edilmişlerdir. Neshe delil Abdullah b. Zübeyr hadîsidir. Bu hadîste beyân e-dildiğine göre Hz. Abdullah namazda rükû'a giderken ve rükû'-dan doğrulurken ellerini kaldıran bir zât görmüş de ona; «Böyle yapma, çünkü bu Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Selîem)in bir zamanlar yaptığı bîr, iştir; sonra onu terke t ti» demiştir. Neshi Tahayî'nin sa­hih bir isnadla tahrîc ettiği Mucahid hadîsi de te'yid etmekte­dir. Mezkûr hadiste Mücâhid; «îbni Ömer'in arkasında namaz kıldım. îftitah tekbirinden maada namazın hiçbir yerinde ellerini kaldırmadı» demiştir. Tahavî bu hadîsi rivayet ettikten sonra şun­ları söylemiştir; «İşte İbni Ömer...»Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in vaktiyle ellerini kaldırdığını görmüş, sonra bundan vazgeçmiştir. O bunu ancak kendince nesh sabit olduğundan yapmıştır. Aynı hadîsi İbni Ebî Şeybe dahî tahrîc etmiştir. Hanefîlerin muarızları bu hadis için «münkerdir» derler. Çünkü Tâvûs, İbni ömer'i rükû'larda el kaldırırken gördüğünü rivayet etmiştir. Hane-füer buna da şu cevabı verirler: Tâvûs gördüğü vakit İbni ömer (Radiyallahû anhûma) hadîsin neshedildiğini henüz bilmediği için el kaldırmıştır. Fakat sonradan rükû'larda el kaldırmanın nesh edildiğini öğrenmiş ve bundan vazgeçmiştir. Muhasımların diğer delillerini Hanefî-ler zayıf bulmuş ve zayıf olduklarım birer birer isbât etmişlerdir.

6- Hadîs-i şerif secdede ve secdeden doğrulurken ellerin kaldırıl­mayacağına delildir. Ekseri fukahânın kavilleri de budur.

7- Nevevî 'nin beyânına göre  iftitah tekbîri   Ebû   Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtı ile Sevrî'ye ve Sahâbe-i kiranı ile tabiînin bütün ulemâsına, keza bunlardan sonra gelen ulemâya göre vâcibdir.    Ancak   Kâadi îyaz ile diğer bâzı ulemâ Saîd b. el-Müseyyeb,   Hasan-ı   Basrî,   Zührî,   Katâde   ve'Evzâî'nin   vâcib değil sünnet olduğuna kail bulunduklarını rivayet etmişlerdir. Onlar na­maza girmek için niyeti  kâfi görmüşlerdir. Fakat Nevevî bunu kabul etmemekte ve; «Ortada bunca sahîh hadîsler varken bu gibi benâm zevatın böyle birşey söyleyeceklerini ben zannetmem» demekte ve sözü­ne şöyle devam etmektedir:  «Tekbîr lâfzı (Allah-u Ekber)'dir. Namaza girmek için bu bil icmâ' kâfidir. Şafiî'ye göre.(Allâhü-r Ekber) dahî de­nilebilir. Bunlardan maadasiyle tekbîr caiz değildir. Mâ1ik 'e göre (Allâh-ü Ekber)*den mâda hiçbir sözle iftitah tekbîri caiz değildir.   Şa­fiî 'nin   eski mezhebi de budur. Hanefîlerden   Ebû'Yûsuf'a  gö­re (Allâh-ü Kebir) diyerek iftitah tekbîri almak caizdir. Ebû Hanîfe'ye   göre ise Allah'ı ta'zitn bildiren her sözle, meselâ (Er-Rahmân-ü Ekber, Allâh-ü Eceli, Allâh-ü A'zam) gibi sözlerle tekbîr caizdir Selef ve halefin cumhuru bu bâbda Ebû Hanif e'ye muhaliftir. Na­maza tekbîr ile başlamanın hikmeti ona Allah'ı tenzih ve ta'zim ve bütün kemal sıfatları ile tavsif ederek girmiş olmaktır. Allâh-ü Âlem».

 

24- (391) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillâh, [12] Halid'den o da Ebû Kılâbe'den naklen haber verdi ki: Ebû Kılâbe Mâlik b. el-Huveyris'i [13] namaz kılacağı zaman tekbir al­dığını, sonra ellerini kaldırdığını, riikû'a gitmek istediği zaman da elleri­ni kaldırdığını, rükû'dan başını kaldırdığı zaman dahi ellerini kaldırdı­ğını görmüş. Mâlik, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle ya-pardığını rivayet- etmiş.

 

25- (...) Bana Ebû Kâmil el-Cahderî rivayet etti (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Nasr b. [14] Âsım'dan, o da Mâlik b. el-Huveyris'den naklen rivayet etti ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Tekbîr aldığı zaman ellerini ta kulaklarının hizasına kadar kaldırırnuş. Rükû' ettiği zaman da ellerini ta kulaklarının hizasına kadar kaldınrmış; başını rükû'dan kaldırdığı zaman dahi diyerek yine böyle yaparmış.                                                                            

 

26- (...) Bize bu hadîsi Muhammed b. el-Müsennâ dahî rivayet et­ti. (Dedi ki): Bize îbni Ebî Adiy, Saîd'den, o da Katâde'den bu isnadla rivayet etti ki: Mâlik, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' (Bu şe­kilde namaz kılarken görmüş) ve «ellerini ta kulaklarının üst hizasına kadar kaldırırdı* demiş.

Bu Hadîsi Buhârî «Kitabü'l Ezan» da muhtelif râvîlerden Nesaîde (Kitâbü's-Salât) 'da Süveyd b. Nasr 'dan  tahrîc etmişlerdir.

Rükû'da el kaldırma meselesini anlatırken; «Rükû' etmek istediği za­man» ifadesini kullanması, rükû'dan doğrulurken onu kullanmaması el kaldırmanın ne zaman yapılacağına işaret içindir. Çünkü Rükû' için ev­velâ eller kaldırılır, ondan sonra rükû'a varılır. Rükû'dan doğrulurken eller evvelâ değil, doğrulmakla beraber kaldırılır.

Bu hadîsi Nâfî' dahî Abdullah b. Ömer 'den riva­yet etmiştir. Bir rivayette; «İki rekât kılarak kalktığı zaman ellerini kal­dırırdı» denilmiştir. Mezkûr hadîsi on kişi rivayet etmiştir. Bunlar İmâm Mâlik,-Yûnus, Şuayb, İbni Ebî Hamza-îbni Cüreyc, Süfyan İbni Uyeyne, Ukayl, Zebî-dî, Ma'm er ve Abdullah b. Ömer (Radtyalîahû anhûm) dır. İmam Mâli k'den onu bir cemâat rivayet etmiştir. Yahya b. Yahya el-Endelûsî 'nin rivayetinde rükû'a giderken el kaldırma zikredihnemiştir. Bu hususta ona birçok kimseler tâbi' olmuş­tur. Ravilerden yirmisi rükû'a giderken el kaldırmayı zikretmişlerdir. Bu hadîs Salim b. Abdillâh'ın İbni Ömer (Radiyallahû anhâma) ya ref ederek rivayet ettiği dört hadîsten biridir. Salim, İbni Ömer'in rükû'a giderken bilfiil el kaldırdığını da rivayet etmiştir.

Hadîsin bu rivayetinde yalnız tesmi' zikredilmiş, tahmîd'den bahse­dilmemiştir. Onun râvî tarafından ıskat edildiği anlaşılıyor.

Tesmî' ise demektir.

Kirmanı tesmî'deki «Limen» kelimesinin «Bimen» şeklinde kul­lanılacağını iddia etmiştir. Fakat bu iddia doğru değildir. Çünkü cümle­nin mânâsı: «Allah, hamdi hamdeden için işitir; yani hamdedenin hamdini kabul eder» demektir. Cümlede mecaz vardır. Sebep zikredilmiş, müseb-beb murâd olunmuştur. Zira işitmek sebep, kabul etmek müsebbebtir. Çok defa; Hükümdar filânın sözünü işitti, derler. Bundan onun ricasını kabul etti mânasını kastederler. Filân filânın sözünü işitmedi demek, onun sözünü kabul etmedi    mânâsına alınır.  Cümlesi şeklinde yani atıf harflerinden  (vav)  ile dahi rivayet

edilmiştir. Bu sebeple ulemâdan bazıları cümlenin (vav) ile okunacağını tercih etmişlerdir. *el-Muhît» nâm eserde tahmîd cümlesinin (vav) sız okunmasının efdal olduğu beyân edilmiştir. Zîra cümlenin mânası; «Yârab-bî sana hamdettik, hamd sana mahsustur» takdirindedir. Bu suretle Allah'a hamd tekrar edilmiş olur. Ancak «Rabbena cümlesi yukarıya bağlı değildir. Bu cümle imama uyanların, üst.tarafindaki ise imamın sözüdür. Çünkü

hadîsin bir rivayetinde «îmam « dediği vakit, sîz de » deyin» buyurulmuştur. Binâenaleyh «Rabbena cümle­si söz başı, hamd cümlesi de onun hali olur. Mânâ şudur: Yaptığım hamd başkasına değil, yalnız sana mahsus olduğu halde sana dua ederim. Hamd cümlesini dua cümlesi üzerine atfetmek caiz değildir. Çünkü cümlelerden biri ihbârî, diğeri inşâîdir.

Bu bâbda aşağıdaki hadîslerde de îzâhat verilecektir.

 

10- Namaz İçindeki Her Eğiliş ve Doğruluşta Tekbir Getirileceğini, Bundan Yalnız Rükü'dan Doğrulma Halinin Müstesna Olduğunu, Zira O Halde  Semiallahü Limen Hamideh» Denileceğini Îsbat Babı

 

27- (392) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlike tb-ni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum:

— Ebû Hüreyre Ebû Seleme'nin dâhil olduğu bir cemaata namaz kıl­dırır ve her eğilip doğruldukça tekbir ahımış; namazdan çıktıktan son­ra;

— Vallahi içinizde namazı Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz benim, dermiş.

 

28- (...) Bize Mııhammed b. Râfi' rivayet etti, (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb Ebû Bekr b. Abdirrahman'dan naklen haber verdi ki Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş:

— Resûlüllah (Saîtaltahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı zaman, na­maza dururken tekbîr alır, sonra rükû'a giderken tekbîr alır, sonra beli-ı ni rükû'dan doğrulturken «Semiallâhü Limenhamideh» der, sonra ayak­ta iken «Rab ben âl ek el ha m d» der, sonra secdeye inerken tekbîr alır, son­ra secdeden başını kaldırırken tekbîr alır, sonra (ikinci secdeye giderken) tekbîr alır, sonra başını (secdeden) kaldırırken (yine) tekbîr alırdı. Bun­dan sonra namazını bitirinceye kadar her rekâtda böyle yapardı. İki re­kâtta oturduktan sonra ayağa kalkarken dahi tekbîr alırdı.

«Bundan sonra Ebû Hüreyre: Şüphesiz ki içinizde namazı Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benziyeniniz benim» demiş.

 

29- (...) Bana Muhammed b. Râfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-ceyn rivayet etti. (Dedi ki): BizeLeys, Ukayl'den, o da İbni Şihâb'dan nak­len rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Haris, Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittiğini haber verdi:

— Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit (tam) namaza dururken tekbîr alırdı...

(Bundan sonra) hadisi İbni Cüreyc'in rivayeti gibi tahdîs etmiş; yal­nız Ebû Hüreyre'nin:

— «Şüphesiz ki içinizde namazı Resûlüllah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazına en ziyade benzeyeniniz benim» sözünü zikretmemi^.

 

30- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen ha­ber verdi. (İbni Şihâb demiş ki): Bana Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdi ki: Mervân, Ebû Hüre yre'yi Medine'ye Kaymakam bıraktığı zaman Ebû Hüreyre farz namaza kalktığında tekbîr alırmış. Müteakiben Ebû Seleme, hadîsi İbni Cüreyc rivayeti gibi zikretmiş, onun rivayetinde;

«Namazı bitirip selâm verince Cemâate döner ve nefsim yed-i kud­retinde olan Allah'a yemin ederim ki içinizde namazı, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz benim derdi» ibaresi vardır.

 

31- (...) Bize Muhammed b. Mihrân er-Râzi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Evzâi, Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Seleme'den naklen rivayet etti ki Ebû Hüreyre namazda her eğilip doğruldukça tekbir alırmış. (Ebû Seleme demiş ki): Biz Ya Ebâ Hüreyre, bu tekbirler ne oluyor? dedik. Ebû Hüreyre:

— «Hakîkaten Resûlüllah     (Scdlailahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı bu­dur» cevabını verdi.

 

32- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'-kup yani İbni Abdirrahman, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki Ebû. Hüreyre (Namazda) her eğilip doğ­ruldukça tekbîr alır ve Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle yapardığını söylermiş.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbü'l Ezan» da Nesaî dahi «Kita-bü's Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin şerhinde Nevevî şunları söylemiştir: «Namazda her e-ğilip doğruldukça tekbîr almak bugün ve geçmiş asırlarda bütün ulemâ­nın ittifak ile sübût bulmuş bir mes'elesidir. Yalnız rükû'dan doğrulur-ken tekbîr yerine tesmi' getirilir. Tekbîr mes'elesi Ebû Hüreyre (Raâtyallahû anh) zamanında ihtilaflı idi. Bâzılarına göre tekbîr yalnız niyetlenirken getirilirdi. Bir takımları da EbûHüreyre hadîsi­nin bâzı rivayetlerine bakarak iftitah tekbirinden başka birkaç tekbîrin daha meşru' olduğuna kaildiler. Bu zevat herhalde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in her eğilip doğrulduğunda tekbîr aldığını duymamışlardı.  Onun için Hz.   Ebû   Hüreyre    kendilerine;

«Şüphesiz ki içinizde namazı Resülülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz benim» diyordu. Ondan sonra Hadîs-i şerifin beyân ettiği tarzda her eğilip doğruldukça tekbîr al­mak kabul edildi ve bu suretle amel istikrar kesbederek bugüne kadar böyle geldi.

«İki rekâttı namazların her birinde onbir tekbîr vardır. Bunlardan biri iftitah tekbiri, diğeri de her rekâtda beşer tane olmak üzere intikâl tekbîrleridir. Dört rekâttı namazlarda yirmiiki tekbîr vardır, beş vaktin farzlarında tekbîr adedi doksan dört olur. Bu tekbîrler içersinde bilitti-fak vâcib olanı iftitah tekbîridir. Diğer tekbîrler hakkında ihtilâf edil­miştir. Bunları aşağıdaki hadîsin şerhinde göreceğiz.

 

33- (393) Bize Yahya b. Yahya ile Halef b. Hişam hep birden Hammâd'dan rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Hammâd b. Zeyd, Gây-lân'dan, o da Mutarrif den naklen haber verdi. Mutarrif şöyle demiş: İm-rân b. Husayn ile ikimiz Ali b. Ebî Tâlib'in arkasında namaz kıldık. Ali secde ettiği zaman tekbîr alır. (secdeden) başını kaldırdığı zaman tekbîr alır, iki rekât (kıldık) tan sonra kalkarken dahî tekbîr alırdı. Namazdan çıktığımız vakit İmran elimden tuttu, sonra:

«Vallahi bu zât bize Muhâmmed (Scdiallahü Aleyhi ve Sellem) na­mazı gibi bir namaz kıldırdı; yahut bu zât bana Muhâmmed (Salkttlahii Aleyhi ve Sellem) 'in namazım hatırlattı.» dedi.

Bu hadîsi Buhârî (Kitâbü'l Ezan) da tahric etmiştir. Onun rivayetinde Hz. Ali 'nin namazı Basra'da kıldırdığı tasrîh edilmiştir. Aynî bunun Cemel vak'asından sonra olduğunu kaydediyor. Hz. İmran'in;

«Vallahi bu zât bana Muhâmmed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazını hatırlattı» demesi, o zamana kadar tekbîrlerin terk edilmiş olduğunu gösterir. İmam Ahmed b. Hanbel ile Tahavî'nin tahrîc ettikleri Ebû Mûse'l-Eş'arî   hadisinde;

«Bize vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîîem) ile kıl­dığımız namazı hatırlattı. Sonradan biz onu unuttuk, yahut kasten ter-kettik.» denilmiştir. Hadîsin isnadı sahihtir.

Buhar î'nin rivayetinde; «Başını her doğrulttukça ve her eğilt-tikçe tekbîr alırdı» denilmiştir. Bu sözün zahiri bütün intikallerde tekbîr almış olduğunu gösterirse de rükû'dan doğruldukta bilicma' tekbîr de­ğil tesmî' ve tahmîd

yapıldığından, hadîsin umûmi icma'la tahsis edilmiş demektir.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Namazda intikâl tekbirleri sünnettir. Ulemâdan Atâb. EbiRabâh, Hasan-ı Basrî, Muhâmmed b. Şî­rîn, İbrahim Nehaî, Süfyân-ı Sevrî, Evzâi, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 hazerâtı ile diğer dört mezheb ulemâsının kavilleri bu­dur. Mezkûr kavil İbni Mes'ûd, Ebû H.üreyre, Câbir ve Kays b. Ubâde (Radiyatlahû anhûm) ile diğer ashâb-ı kiramdan da rivayet olunmuştur. Halîfe Ömer b. Abdü-lâziz ile Muhammed b. Şîrîn, Kaasim b. Ab­di11âh, Saîd b. Cübeyr ve Katâde namazda rükû ve secdeye giderken tekbîr almazlardı. İbni Ebî Şeybe 'nin (Musannaf) inde Ömer b. Abdülâziz'in Ubeydullah b. Ömer'in rivayetinde Kaasim ile Salim 'in, Amr b. Mürre rivayetinde Saîd b. Cübey r'in tekbirleri tam al­madıkları bildirildiği gibi Yezîd-i Fakîr rivayetinde Hz. İb­ni Ömer'in namazda tekbirleri noksan aldığı, Mis'ar rivayetinde ise rükû'dan sonra secdeye inerken ve iki secde arasında tekbîr almadı­ğı beyân edilmiştir. Aynı hal Hz. Ömer (Radiyailahû atth) 'dan da rivayet olunmuştur. Abdürrezzâk'ın «Musannef» İnde riva­yet edilen bir hadîste Ömer b. Hattâb'ın îmam olduğu, fa­kat secde tekbîrleri almadığı bildirilmiştir. Yine Abdürrezzâk'-ın Câbir b. Yezîd 'den rivayet ettiği bir hadîste; «İbni Abbâs'la birlikte Basra'da namaz kıldım, eğilirken ve doğrulurKen alman tekbîrleri almadı» denilmektedir. Fakat aynı zevattan meşhur o-lan rivayet intikâl tekbîrlerini ahrdıklarını gösterir. Buradaki rivayetler caiz olduğunu göstermek için onlan bazan terk ettiklerine hamlolunur. Yahut râvi seslerini duyamadığı için tekbîr almadılar sanmıştır. Yalnız Benî Umeyye'nin intikâl tekbîrlerini terk ettikleri rivayet olunur. Bun­lardan murâd Muâviye, Ziyâd ve Ömer b. Abdil1âziz hazerâtıdır. İbni Ebî Şeybe 'nin Cerîr tari­kiyle Mansûr'dan, onun da İbrahim 'den rivayet ettiği bir habere göre İbrahim: tekbîrleri ilk defa noksan bırakan Zi-yâd'dır.» demiştir. Taberî'nin rivayetine göre Hz. Ebû Hi­reyre'ye tekbîrleri ilk terk eden kimdir? diye sorulmuş. Muaviye'dir cevâbını vermiştir. Bir rivayete göre namaz tekbîrlerini "ilk noksan bırakan   Velîd b. Ukbe 'dir. Bunu rivayet eden râvi;

«Tekbîri noksan bıraktılar. Allah da onların ecirlerini noksan bı­raksın. Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i her rükû*n ettikçe, her secdeye gittikçe ve her başını kaldırdıkça tekbîr alırken gör­düm» demiş.

Seleften bazıları iftitah tekbîrinden başka tekbîr almazlarmış, ulemâ­dan bazıları bu hususta cemâat namazı ile yalnız kılman namaz arasında fark görmüşlerdir. Vakıa Hz. Abdurrahman b. Ebzâ 'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kıldı­ğı ve tekbîrleri tam almadığı rivayet edilmiştir. Fakat bu hadîs zayıf ve ma'luldur. Hattâ Bûhârî tarihinde Ebû Dâvûd-u Ta­ya1isî'den   naklen onun bâtıl olduğunu söylemiştir. Hadîs sahîh bile olmuş olsa, az evvel beyân edildiği vecihle cevazını bildirmek için ter-ketmiştir diye te'vîl olunur.

2- İntikâl tekbîrlerinin vâcib olup  olmadığı  ihtilaflıdır. Bir çok zevata göre bu tekbîrler sünnettir. İbni Münzir: Ebû Bekr Sıddık, Ömer, Câbir, Kaysb. Ubâde, Şa'bi, Evzâî, Saîd.b. Abdilâzîz, Mâlik, Ebû Hanîfe ve Şâfi î'nin kavilleri budur demiştir. Aynı kavli fa­ni Battal dahi Osman, Ali, îbni Mes'ûd, îbni Ömer, Ebû Hüreyre, Îbni   Zübeyr   (Radiyallahâ anhûm) hazerâtı ile Mekhû1, İbrahim, Nehaî ve Ebû Sevr 'den nakletmiştir. Zahirîlerle bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'e  göre bütün intikâl tekbîrleri vâcibdir.   Ebû Ömer   ulemâdan bazılarının;

«Tekbîr ancak imamın hareketlerini bildirmekten ibarettir. O sünnet değil, namazın şiarıdır. Sade cemâatle kılman namazlarda sünnettir. Yal­nız kılanın tekbîr almamasında beis yoktur.» dediklerini söylemiştir. Saîd b. Cübeyr dahi; «Tekbîr yalnız namazı süsliyen bir şeydir»•demiştir. İbni Haz m; «Rükû' tekbîri ve rükû'da «Sübhâne Rab-biyelazîm», Rükû'dan iyice doğrulmak, doğrulduktan sonra «Semiallâhü limenhamideh», cemâatin «Rabbenâlekelhamd» demeleri farzdır. Ancak imama ve yalnız kılanlara bu cümleyi söylemek farz değildir. Fakat söy­lerlerse iyi olur. Sünnettir. Her secdede tekbîr almak ve «Sübhane rabbi-yelâ'lâ» demek, alını, elleri, burnunu, dizleri, ayaklan îcab ettiği şekil­de yere yerleştirmek, iki secde arasında oturmak, Ta'dil'i erkâna riâyet etmek farzdır. Bunlardan birini kasden terk edenin namazı sahih olmaz. Unutarak terk ederse namazı tekrar kılar. Sonra secde-i sehv yapar, bil­mediğinden yahut bir özürden dolayı terkederse namazı tamamdır.» de­miştir.

îbnü'l Kaasim; «îftitah tekbîrinden başka üç veya daha fazla intikal tekbîrini yahut bütün intikal tekbîrlerini terk eden kimse; selâm vermezden önce secde eder. Selâmdan Önce secde etmezse, selâm verdikten sonra eder, hiç secde etmiyerek uzun müddet geçerse namazı bâtıl olur,» demiştir. Bu babda daha başka sözlerde vardır.      

Hanefîlere göre namazda zikir kabilinden olan sena, teavvüz, intikâl tekbîrleri ve intikallerdeki teşbihler gibi şeyleri terk etmekle secde-i sehv lâzım gelmez.

3- Hanefîlere göre intikal tekbîrleri eğilirken ve doğrulurken alı­nır. Daha önce veya daha sonra alınmaz, tekbîri uzatmak da yoktur.

Şâfiîlere göre rükû'a giderken tekbîr alınarak gidilir ve rükû' derecesine varıncaya kadar tekbîr uzatılır. Uzatmanın haram olduğuna dâir bir kavil varsa da bütün intikâl tekbîrlerinde uzatmakla uzatmamanın i-kisi de caiz görülmüştür; sahih olan uzatmaktır.

4- İntikal tekbîrlerinin her namaz kılan için meşru', olmasının hik­meti hususunda ulemâ şunlan söylemişlerdir:

«Mükellef olan bir kimsenin namaza tekbîrle birlikte niyetlenmesi emrolunmuştur. Bunun muktezası niyetin ta namaz sonuna kadar devam etmesidir. Bu sebeple namaz esnasında niyetin tekbîrle yenilenmesi em­rolunmuştur. Çünkü tekbîr niyetin şiarıdır.»

 

11- Her Rekatta Fatiha Okumanın Vücübu; Fatiha Okumayı Beceremiyenin ve Öğrenmek İmkanını Bulamıyanın Kolayına Gelen Başka Bir Süre Okuması Babı

 

34- (394) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ileAmr-ün Nâkıd vetshâk b. İbrahim hep birden Süfyan'dan rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki; Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Mahmûd b. Rabî'den, o da Ubâde-tü'bnü's-Sâmit'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e isnâ-den rivayet etti: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Fatihatü'l - Kitabı okumayanın namazı yoktur» buyurmuşlar.

 

35- (...) Bana Ebu't-Tâhİr rivayet etti, dedi ki: Bize tbni Vehb, Yûnus'dan rivayet etti. H.

Bana Harmeletü'bnü Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi (Dedi ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan, naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Mahmûd b. Rabî Ubâdetü'bnü Sâmit'den naklen haber verdi. Ubâde şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ummü'l Kur'anı okumayanın namazı yoktur»  buyurdular.

 

36 (...) Bize Hasan b. Ali el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakûb b. İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam Sâlih'den o da tbni Şihâb'dan rivayet etti. Ona da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendi kuyularından yüzüne su püskürdüğü Mahmûd b. Ba­bı' haber verdi, o na da Ubâdetü'bnü Sâmit haber vermiş kii Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem :

«Ummü'l - Kur'anı okumayanın namazı yoktur» buyurmuşlar.

 

37- (...) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahi rivayet ettiler, dediler ki: Bize Abdürrezzâk haber verdi (Dedi M): Bize Mâ'mer, Zührî'den bu isnadla bu hadîsin mislini haber verdi (Yalnız o): «ve daha fazlasını» kaydını ziyâde etmiş.

Bu Hadîsi Buhârî «Kitabü'1-Ezân» da Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce «Kİtabtt's-Salftt» da tahrîc etmişlerdir.

«Fâtİhâtü'l-Kitab, Ümmü'l-Kur'ân, Ümmül Kitâb» fatihanın isimle­ridir. Bunlardan başka Fatihanın birçok isimleri daha vardır.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bütün namazlarda imamın arkasında dahî fatiha okumanın vâ-cib olduğuna kail olan Abdulllah b. Mübarek, Evzâî, İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbe1, İshâk, Ebû Sevr ve Dâvûd-u   Zahirî   bu hadîsle

istidlal etmişlerdir. Mâlikîlerden İbni'1 A'rabî (468-543)   «Ah-kâmü'l-Kur'ân» nâm eserinde şunları söylemiştir: «Ulemâmızın bu meselede üç kavli vardır:

a) Cemâat hassaten İmam gizli okuduğu zaman fatihayı okurlar. İbnül   Kaasim'in kavli budur.

b) İbni   Vehbile Eşheb   cemâat fatihayı okumaz, de­mişlerdir.

c) Muhammed b. Abdilhakem: «Cemâat Fatihayı okur ama okumasa da caizdir» demiştir. Her halde o bunu müstahab ad­detmiş olacaktır. Bence gizli namazlarda cemâatin fatiha okuması vâcib, imamın,aşikâre okuduğu namazlarda ise haramdır. Çünkü aşikâre okunan namazlarda susmak ve imamın kıraetini dinlemek farzdır. Eğer imama uyan kimse imamdan uzak bir yerde ise ona göre o namaz, kıraetin giz­li okunduğu namazlar mesabesindedir. Ebû Ömer   «et-Tembîd» de: «Fatihayı iki rekâth bir namazda unutarak okumayan bir kimsenin namazı aslından bozulacağı ve bu namazın sahîh olmayacağı hakkında îmam Mâ1ik'in kavli muhtelif değildir. Fakat dört veya üç rekâtlı bir namazda unutan hakkında kavilleri muhteliftir.» Bir rivayette na­mazı bozulur ve iade etmek, lâzım, gelir demişdir. Bu kavli ondan îbni'l Kaasim rivayet etmiş, kendisi de ona kail olmuştur. Diğer bir rivayette îmam Mâlik namazın iki tane secde-i sehvle tamam olacağını söylemiştir. Bunu ondan   İbni   Abdi 1-Hakem ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bazıları fatihayı unutan kimsenin o rekâtı tekrar kılarak selâm verdikten sonra secde-i sehv yapacağını» söylemiş­lerdir.

İmam Şafiî ile îmam Ahmed'e göre her rekâtda fatiha okumadıkça namaz caiz değildir. Ömer b. Hattâb ile Osman   b. Ebi'l-Âs (Radiyaîlahû anhûmâ) 'nm;

«Fâtihasız namaz caiz değildir» dedikleri rivayet olunmuştur.

îmam Ahmed 'den bir rivayete göre alettayin fatihayı okumak vacib değildir. Kur'ân-ı Kerîm'in herhangi bir yerinden bir âyet okumak kâfidir.

îbni Hazm: «Her namazın her rekâtmda fatihayı okumak farzdır. Bu hususta imamla cemâatin, erkeklerle kadınların ve keza farz namazla, nafilenin hiç bir farkı yoktur» demiştir.

Sevrî, bir rivayette Evzâî, hanefîlerden Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ile bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel,  Abdullah b. Vehb ve Eşheb: «İmama uyan kimse hiçbir namazda Kur'au-ı Kerîm'den hiçbir âyet okumadığı gibi, fatihayı da okuyamaz» demişlerdir. Tabiînden Saîd b. el-Müseyyeb ile bir cemâatin, Hicaz ve Şam fukahâsınuı kavilleri de budur. Yalnız onlara göre cemâat aşikâre okunan namazlarda İmamı işitmemiş bile olsalar birşey okumazlarsa da gizli okunan namaz--larda onlarda okurlar. Cemaata fatiha okumak vâcibtir, diyenlerin bu hadîsle istidlalleri hadîsin namaz cinsinin, fâtihasız caiz olmasını nefiy etmesi dolayısiyledir. Çünkü hadîsin başında cinsten hükmü nefiy eden (lâ) edatı vardır. Binâenaleyh ma'na «Namaz cinsinden hiç birşey fâti­hasız caiz olmaz» demektedir.

Hanefîler «Kur'an-ı Kerîm'den size müyesser olan şeyi okuyun» âyetiyle istid­lal ederler. Teâlâ hazretleri bu âyeti kerîmede mutlak surette Kur'an-ı Kerîm'den mümkün olan sûre veya âyeti okumayı emir buyurmuştur. Bu emri fatiha ile takyit etmek mutlak olan nass-ı kitap üzerine bir şey ziyâde etmek demektir ki caiz değildir. Çünkü ziyade nesh demektir. Bi­nâenaleyh Kur'an ismi verilecek en az bir miktarın okunması farz olur. Zira emredilen budur. Namaz dışında Kur'an okumak farz olmadığına göre, âyetteki emrin namaza âit olduğu taayyün eder. Gerçi «Bu âyet ge­ce namazı hakkındadır; gece namazının farzi'yyeti ise neshedilmiştir. Şu halde bu âyetle nasıl istidlal edilebilir.» diye bir itiraz vârid olabilirse de buna Hanefîler şu cevabı verirler: «Rükün olarak meşru' olan bir şey nesh ediıemez. Gece namazının yalnız vücûbu nesh edilmiştir. Q nafile olarak yine meşru'dur. Farz olsun, nafile olsun bütün namazların farz­ları, şartları ve diğer ahkâmı mensûh değildir. Gece namazının vücûbu nesh edildikten sonra yine Kur'an okumanın emir buyurulması da ona delâlet eder. Farz namazlarda fatihayı şart koşanlar onu nafilede de şart sayarlar. Âyet-i Kerîme, fatihanın nafile namazda şart olmadığını bildl-riycr. Binaenaleyh farz namazda da şart değildir. Çünkü bu babda farz­la nafileyi birbirinden ayıran yoktur. Aynî diyor ki: Eğer âyet-İ ke­rîmedeki ism-i mevsul (ma) nın mücmel olduğu bu hadîsin onu beyân et­tiği iddia olunur; Ve muayyen müpheme tercih olunur denilirse, ben de derim ki;

Bu söz, kailinin usul-ü fıkıh bilmediğine delâlet eder. Çünkü «inâ» kelimesi umûm bildiren lâfızlardandır. Onun umumu ile hiç tevakkuf et­meden amel etmek vâcibdir. Eğer mücmel olsaydı Rur*an-ı Kerîm ile hadîsin mücmel olanları gibi beyân edilmedikçe onunla amel caiz olmaz­dı. Bu kelimenin mânası: Hangi şey kolayınıza gelirse, mümkün olursa, demektir. Şu halde Kur'an ve hadîsle ameli terketmek gerekir. Bize gö­re hâss bir kelime üzerinde ihtimaller bulundukça âmm olan kelime O hâssa hamledilemez. Eğer bu hadîs meşhurdur. Zira ulemâ onu kabul ile telâkki etmişlerdir. Binâenaleyh böyle bir hadîsle nâss üzerine ziyade caizdir, dersen ben de derim ki:

Biz bu hadîsin meşhur olduğunu kabul etmiyoruz: Çünkü Meşhur: Tabiînin kabulü ile telâkki ettikleri hadîstir. Halbuki bu meselede tabiîn ihtilâf etmişlerdir. Hadîsin meşhur olduğunu kabul etsek bile, meşhur ûir haberle ziyâde ancak o haber muhkem olduğu zaman caizdir. Haber ihtimâlli ise caiz olamaz, bu hadîs te ihtimallidir. Çünkü hadîsteki nefiy caiz olmaya da, fazilete de ihtimallidir. Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in;

«Mescide komşu olanın mescidden başka yerde namazı yoktur» hadî-sindeki nefiy asıl namazı değil, faziletini nefiy'dir. Burada da öyledir...»

Hanefîlere niuânz olanlardan bazısı imama uyan kimseye mutlak su­rette fatiha okumak lâzım gelmiyeceği meselesinde hanefîlerin zayıf bir hadîsle istidlal ettiklerini söylemişlerdir. Bundan murâd: «Her kim ima­mın arkasında namaz kılarsa, imamın okuması onun da okuması demek­tir.» hadîsidir. Muarız «Bu hadîsin bütün tarîklerini Dara Kutni ile diğer ulemâ tetkik etmiş ve onu malul bulmuşlardır» diyor. Halbuki mezkûr hadîsi Ashâb-ı kiramdan Câbir b. Abdillâh, Ab­dullah tbni Ömer, Ebû Saîd-i Hudrî, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbâs ve Enes b. Mâ1ik (RadiyaUahû anhûm) hazerâtı rivayet etmişlerdir. Gerçi bu riva­yetlerin her biri hakkında söz edilmiştir. Hattâ Hz. Câbir hadîsin râvilerinden Câbir-i Cû'fi mecruhtur. îmam Â'zam ile diğer ulemâ onun yalancı olduğunu söylemişlerdir. Fakat aynı hadîsin birçok tarikleri vardır. Bunlardan biri sahihtir ve bizzat îmam Â'zam'dan rivayet edilmiştir. Binâenaleyh muhtelif tarîkleri birbirini takviye etmiş ve hadîs kuvvet bulmuştur. Dara Kutnî «Sünen» inde îmam A'zam tarîkine dahita'n etmiş; «Ebû Hanefi ile Hasan b. Umara zayıftırlar »diyerek Süfyân-i Sevrî, Ebu'lAhvâs, Şube, îsrâîl, Şerîk ve di­ğer râvilerin onu mürsel olarak Abdullah b. Şeddâd Man rivayet ettiklerini, doğrusunun da bu olduğunu söylemişse de Aynî, İmam A'zam hakkındaki sözünden dolayı Dâre Kutnî1-yi şiddetle ta'yib ederek; «Dâre Kutnî edebini takınsa da utan­mayı bilse Ebû Hanîfe hakkında bu sözü söylemezdi. Çünkü Ebû Hanîfe, ilmi şark ve garbı kaplamış bir imamdır.» demig ve ne derece emin ve mu'temed bir zat olduğunu delilleri ile ispat etmiş; Dâre   Kutnî 'nin bu imamlar imamı hakkında söz söyleyecek kıratta bir âlim olmadığını, İmam A'zam hakkında arkadaşları gibi onun da sükutu iltizam etmesi gerektiğini söylemiş; sonra Beyhakî'nin «Sünen» inde bir çok zayıf, malûl, münker, garip, hattâ mev­zu' hadîsler rivayet ettiğini ve bunları bildiği halde bizzat kendisinin o hadislerden bâzıları ile istidlal ettiğini beyân eylemiştir. Bundan sonra Aynî senetlerinde zayıf râviler bulunan hadîslerin diğer sahih riva­yetlerle kuvvet bulduğunu mu'terize cevap olmak üzere bir daha ihtar etmiş; mu'terizin mevkuftur, diye zayıf gördüğü hadîsler hakkında; «Mev­kuf bize göre hüccettir, çünkü ashab-ı kiram âdildirler. Bununla beraber imamın arkasında cemâatin birşey okumayacağı sahabenin büyüklerinden seksen zat tarafından rivayet olunmuştur. Aliyyü'l-Mürtezâ ve Abâdiley'i Selâse denilen Abdullah İbni Abbâs, Abdullah İbni Ömer, Abdullah îbni Mes'ud (Radtyallahû anhûm) hazerâtı bunlar arasındadır. Diğerlerinin isim­lerini hadîs ulemâ» nakletmişlerdir. Onların ittifakları icma1 menzilesine varmıştır. Bundan dolayı ulemâmızdan «Hidâye» sahibi ekseriyyetin it­tifakına bakarak; «İmamın arkasında birşey okunmayacağına sahabe icma' etmişlerdir,» demiştir. Ama buna bizce icma1 denilmez, şeklinde cevap vermiştir.

Abdullah b. Zeyd b. Eşlem'in babasından rivayet ettiği bir hadîste;

Resûlüllah (Salkûlahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından on ta­nesi imamın arkasında Kur'ân okumaktan şiddetle nehyederlerdî. Bunlar: Ebû Bekr Sıddık, Ömerü'l Faruk, Osman b. Affân, Ali b. Ebi Tâlib, Abdurrahman b. Avf, Sâd b. Ebî Vakkâs, Abdullah b.Mes'ud, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbâs (Radiyallahû anhûm) hazerâtı idi.» denilmektedir. Hattâ Sâd b. Ebî Vakkâs   ileHz. Ömer'in;

«İmamın arkasında okuyanın ağzına taş doldurulmasını dilerim» de­dikleri, İbni Mes'ud hazretlerinin de;           

«Ağzma toprak dolsun» dediği rivayet olunur. Bütün bu rivayetlere bakarak Tavavî; «İşte bunlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir cemâattir ki imamın arkasında okunma­yacağına icma* etmişlerdir. Arzettiğimiz veçhile Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet edilenler de onların bu yaptığına uymaktır, demiştir. Bu sözü ile Tahavî imamın arkasında birşey okunmayacağına dair Sahabe tarafından rivayet edilen hadîslere işaret etmiştir.

Vakıa Ebû Davud'un İbni Beşşâr tarikiyle Hz. Ebû   Hüreyre 'den  rivayet ettiği bir hadîste;

«Ebû Hüreyre: Fatiha ve ondan fazla bir şey okumaksızın namaz caiz değildir, diye ilân etmemi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana emir buyurdu.» demiştir. Fakat bu hadîs muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur.  Bezzâr'in   rivayetinde;

«Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir münadîye emir buyurdu, o da nida etti» denilmiş. Bir rivayette;

«Kur'ânsız namaz caiz değildir, velevki Fâtihâtü'l Kitap ile ondan fazla bir şey olsun», diğer rivayette;

«Kırâetsiz yahut fatiha ile ondan fazla bir şeysiz namaz caiz değil­dir». Başka bir rivayette; «Her namazda kırâet vardır, velevki Fâtihâtü'l Kitap olsun», buyurulmuştur. Bu hadîslerin hiçbiri fatiha okumanın farz olduğuna delâlet etmezler. Bilâkis ekserisi onun farz olmadığını gösterir. Biri fâtihasız namazın caiz olmadığına delâlet ederse, diğeri caiz olduğu­nu bildirir. İşte Hanefîler bunların her biriyle amel etmiş, hiç birini müh­mel bırakmamışlardır. Çünkü onlar mutlak olarak kırâetin farz, Fatiha okumanın ise vâcib olduğuna kaildir. Hadîslerle amel babında âdet de budur. Sonra zikredilen Ebû Dâvûd hadîsinde şâyâm dikkat i-ki nokta vardır. Bunlardan biri hadîsin senedindeki râvi Cafer b. Meymun 'dur. Bu zat hakkında söz edilmiş, hattâ Nesaî onun mevsuk olmadığını söylemiştir. İkinci hadîs fatihadan başka birşey oku­manın farz olduğunu gösteriyor. Halbuki İmam Şafiî 'nin mezhe­bine göre Fatihadan fazlası farz değildir. Bir de mezkûr hadîsin râvile-rinden   Süfyanb.   Uyeyne;

«Bu hadîs yalnız başına namaz kılanlar hakkındadır. İmama uyanlar içinse İmamın okuması kâfidir» demiştir. Şu halde hadîs, yalnız kılan­lara mahsus demektir. Bundan sonra Şafiîlerin umum iddia etmeye bir hakları kalmaz.

Ebû Hüreyre hadîsinin az sonra göreceğiniz bir rivayetin­de;

Ebû Hüreyre'ye biz imamın arkasında bulunuyoruz diyen oldu. Eb'û Hüreyre (Onu içinden oku) dedi», buyurulmakta-dır. Nevevî: Bununla istidlal ederek; «Bu hadîs uyan kimseye fa­tiha okumanın vâcib olduğunu te'yid eder. Bu sözün mânâsı Fatihayı kendin işitecek kadar gizli oku, demektir» mütâlâasında bulunmuşsa da Aynî kendisine cevap vermiş; «Hadîsin vücûba delâlet etmediğini söylemiştir. Çünkü İmama uyan kimseye nassı Kur'ân ile susmak em­redilmiştir. Susmak gizlice okumak demek değildir. Bilâkis kendi igitecek kadar gizli okumak susmayı ihlâl eder. Binâenaleyh hadîsten murad İmamın okuduğu Kur'ân'ı dikkatle dinle ve onun mânâsını düşün demek olur. Hadîsten muradın hakikaten gizli okumak olduğunu teslim etsek bi­le, vücûba delâletini kabul edemeyiz. Bununla beraber Hanefîlerden bâ­zıları ihtiyaten bütün namazlarda, bazıları da yalnız gizli okunan namaz­larda cemâatin fatiha okumasını müstahsen addetmişlerdir. Bir takımla­rı da, İmam kırâatde lahn yaptığı zaman Fatiha okumanın ihtiyaten caiz olduğunu söylemişlerdir. Ebû Davud'un Ebû Salih'ta­rikiyle Hz. Ebû Hüreyre 'den tahrîc ettiği bir hadîste Resu­lü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«İmam ancak kendisine uymak için tâyin edilmiştir. O okuduğu vakit sîz susun» buyurmuştur ki bu da Hanefîlerin mezhebini te'yid eder. Ve cemâatin hiç birşey okumaması îcabettiği hususunda Şafiî aley­hine hüccettir. Aynı hadîs öğle, ikindi namazlarında cemâat fatihayı o-kurlar diyen İmam Mâlik aleyhine de hüccettir. Gerçi bu hadîsin son kısmı, yani o okuduğu zaman siz susun cümlesi hakkında söz edil­miş; bir çok râvilerin bunu rivayet etmedikleri söylenerek bunun bir vehm olduğu bile iddia edilmişse de bu iddia da doğru değildir. Mezkûr ziyâdeyi Nesâi ve Beyhâkî tahrîc ettikleri gibi İmam Müslim dahi sahîh bulmuştur. Kendisine onu niçin «Sahih» ine al­madın? diye sorulunca; Ben bu kitaba kendimce sahih olan herşeyi al­madım. Ben buraya ancak ulemânın ittifak ettikleri hadîsleri koydum.! cevabını vermiştir. Maamafih mezkûr ziyade Müs1im'in bazı nüs­halarında da mevcuttur.

 

38- (395) Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim el-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyan b. Uyeyne, Alâ'dan, o da Babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nak­len haber verdi. Efendimiz şöyle buyurmuşlar:

«Her kim içersinde ümmü'l Kur-ânı oku m aks izin bir namaz kılarsa o namaz noksandır; tamam değildir.» Bunu üç defa tekrarlamışlar. Bunun üzerine Ebû Hüreyre'ye:'

— Bizler imamın arkasında bulunuyoruz diyen olmuş. Ebû Hüreyre;

— Onu içinden oku, zira ben Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah Teâlâ : Namaz (sûresi olan fatihayı) kendimle kulum ara­sında yarıya taksim ettim. Hem kylumun dilediği şey onundur»     buyurdu.

Kul dediği zaman Allah Teâlâ;

Kulum bana ha ma1 etti, der. dediğinde, Allah Teâlâ;

Kulum bana sena etti, der. dedikte;

Kulum beni temcîd eyledi, der. Bir defasında;

Kulum (umurunu) bana tefviz eyledi,   der buyurdu. Kul dediği zaman Allah; Bu kulumla benim aramdadır; hem kulumun dilediği onundur. der.

  Kul  dediği zaman Allah:

  İşte bu kulumundur. Hem kulumun dilediği onundur buyurur.» der­ken işittim.

Süfyan: «Bu hadisi bana Ala b. Abdirrahman b. Yakup rivayet etti. Evindchasta iken yanma girdim de bunu ona ben sordum» demiş.

 

39-  (...) Bize Kuteybetü'bnü  Saîd, Mâlik b. Enes'den,  o da  Alâ b. Abdirrahmandan naklen rivayet etti. Alâ da Hişam b. Zühre'nin â-zadlısı Ebu's Saîb [15] den işitmiş. O da Ebû Hüreyre'yi:

«Resûlüllah  (Sallaltahü {Lleyhi ve Seltem)   buyurdu, derken işitmiş.

 

40- (...) H. Bana Muhammed b. Rafi' dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Alâ b. Abdurrahman b. Yâ'kub haber verdi, ona da Benî Abdullah b. Hişam b. Zühre'nin azadlısı Ebu-s Sâib haber vermiş, o da Hüreyre'yi şunları söylerken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Her kim bir namaz kılar da o namazda ümmü'l Kur'anı okumazsa» buyurdu. Ve Süfyan hadîsi gibi rivayette bulunmuş.

İkisinin hadîsinde de «Allah Teâlâ namazı kulumla ikimiz arasında yarıya taksim ettim, yarısı benim, yarısı da kulu m un d ur» buyurdu ibare­si vardır.

 

41- (...) Bana Ahmed b. Ca'fer el-Ma'kırî [16] rivayet etti, dedi H: Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üveys [17] ri­vayet etti. (Dedi ki): Bana Alâ haber verdi. Dedi ki: Babamla Ebû-t Sfc-ib'den işittim, ikisi de Ebû Hüreyre'nin sohbet arkadaşları idi, dediler İd Ebû Hüreyre şunları söyledi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim içerisinde Fâtihatu'l kitabı okumaksınn bir namaz kılarsa o geri kalan kısmı namaz noksandır. Bunu üç defa söyledi.» Ravi hadîsin m yukarıkİlerin hadîsi gibi rivayet etmiş.

Hıdâç: Noksanlık demektir. Hadîste Muzâf hazf edilmiştir. Yâni Hı-dâç «Zatü hıdâç- manasınadır. Hadîsin bir rivayetinde, Ebû Hüreyre'ye; *Biz imamın arkasında bulunuyoruz» diyen zatın Ebu-s Saîb olduğu, Ebû Hüreyr e'nin ona cevaben; «Fatihayı i-çinden oku yâ Fârisî» dediği rivayet olunmuştur.

Hamd: Teâlâ Hazretlerini fiil sıfatları ile, Temcîd de celâl sıfatlan ile sena etmektir. Allah'ı her iki sıfatları ile öğmeğe sena denilir. Bes­melede bunların ikisi de vardır. Yani Rahman'ın medlulü zâtın sıfatına, Kahim'ın mânâsı da fiil sıfatına şâmildir. Bundan dolayı mezkûr sıfatlar Allah Teâlâ'ya mahsûs olmuştur. Başkaları bunlarla tavsif edilemez.

Ulemânın beyânına göre Teâlâ Hazretlerinin;

«Salâh kulumla ikimiz arasında yanya böldüm» buyurmasından murâd Fatiha süresidir. Namaz fâtihasız olmadığı için burada ona mecazen salât denilmiştir. Nevevî;

«Bu hadîste Fatihanın namazda alettayin vâcib olduğuna delîl var­dır» dedikten sonra ulemâdan naklen şunları söylüyor: Hadîsten mürâd fatihanın mânâ itibarı ile taksimidir. Çünkü fatihanın ilk yarısı Allah'a tahmîd, temcîd, sena ve tefvizdir. İkinci yarısı ise ihtiyaç, talep ve ni­yazdır.

Besmelenin fatihadan bir âyet olmadığını söyleyenler, bu hadîsle is­tidlal etmişlerdir. Onların ihticâc ettikleri en vazıh delîl budur. Derler ki: Fatiha bil icma' yedi âyettir. Bunlardan üçü senadan ibarettir. Ve diye başlarlar. Üçüncüsü duadır diye başlarlar. Ortada ikisinin arasında bir âyet daha vardır ki o da  dir. Bir de Teâlâ hazretleri;

«Fatihayı kulumla ikimiz arasında yarıya taksim ettim» buyurmuş, fa­kat besmeleyi zikretmemiştir. Besmele fatihadan olsaydı onu da zikre­derdi. Buna gerek bizim ulemâmız, gerekse besmeleyi fatihadan sayma­yan diğer ulemâ bir takım cevaplar vermişlerdir. Şöyle ki:

a) Yarıya bölme fatihaya değil, bütün namaza aittir. Lâfzın hakikati bunu gösterir.

b) Yarıya bölme işi fatihanın tam âyetlerine mahsustur.

c) Yarıya bölmenin mânâsı şudur: Kul âyet-i kerîmesini okuduğu zaman Teâlâ Hazretleri;

«— Kulum bana Hamd-ü sena etti, bana temcidde bulundu» der. Çünkü Tahmîd güzel fullerden dolayı, Temcid de güzel sıfatlar sebebiyle senada bulunmaktadır. Bunların hepsine birlikte sena denilir. Onun i-cindir ki Rahman ve Rahim sıfatlarına cevap olarak vârid olmuşlardır. Çünkü bu iki sıfat Allah'ın zâti ve fi'lî bütün sıfatlarına şâmildirler. Ri­vayetin birinde Teâlâ Hazretlerinin;

«— Kulum bana umurunu Tefviz eyledi» buyurmasının yevm-i din (yâni kıyamet günü) ile mutabakatı şu yöndendir. Allah-ü Zülcelâl kıya­met gününde münferiden mülk sahibidir. Kulların hesap ve cezası ona aittir.

Din: Hesap ve bir kavle göre ceza mânâsına gelir, o günde hiçbir kimsenin bir dâvası olmayacaktır. Dünyada ise bazı kulların milk-i me­cazisi vardır. Bazıları da haksız yere davada bulunabilirler, kıyamet gü­nünde bunların hiçbiri kalmayacaktır. îşte Hadîsin mânâsı budur. Yoksa Allah Teâlâ Hazretleri hakikatta iki cihâna ve onlarda bulunan her şeye mâliktir. Herkes onun kulu, o herşeyin rabbidir. Bu itirafın tazammün ettiği ta'zim, temcîd ve tefviz, her vasfın üzerindedir. Müs1im'in rivayetinde denilmiş, başkalarının rivayetlerinde ise buyurulmuştur. Bu rivayet âyet-i kerîmesinden itibaren sûrenin sonuna kadar üç âyet bulunduğuna delîl-dir. Mesele ihtilaflıdır. İhtilâf, besmelenin fatihadan olup olmadığına mebnîdir. Bizim mezhebimiz ile ekseri ulemânın mezheblerine göre bes­mele fatihadandır ve bir âyettir. âyet-i kerîmesinden i-

tibaren sûrenin sonuna kadar iki âyet vardır. İmam Mâlik ile bes­melenin fatihadan olmadığını söyleyen diğer ulemâya göre bu âyetten î-+ibaren sûrenin sonuna kadar üç âyet vardır» Nevevî'nin izahatı bu» rada sona erdi.

Nevevî'nin de işaret ettiği vecihle besmele meselesi ulemâ ara­sında ihtilaflıdır. Yalnız Nemi süresindeki besmele bilittifak oradaki âye* tin bir cüz'üdü'r. İhtilâf sûre başlarındaki besmeleler hakkındadır. Bunlar bazı şâfiîlere göre her sûrenin ilk âyetleridir. Yalnız Sûre-i Tevbe'nin ba­sında besmele yoktur. Mâlikîlere göre sûre başlarındaki besmeleler Kur -an'dan değildirler.

Tianefilere gelince, mütekaddimîn bu meselede İmam Mâlik ile beraberdir, fakat müteehhirîn: «Sûre başlarındaki besmeleler Kur'an-ı Ke-rim'don tek bir âyettir. Bu âyet surelerin arasını ayırmak için nazil ol­muştur. Mushaflarda besmelelerin Kur'an hattı ile yazılması ve selef-i salihinin buna itirazda bulunmaması âyet olduğuna delildir.» demişlerdir. Binâenaleyh besmele Kur'an'dan bir âyet ise de tam bir âyet olup ol­maması şüpheli göründüğünden yalnız besmele ile namaz caiz değildir. Ancak bu şüphe onun Kur'an'dan olup olmaması hakkında değildir. KurV an'dan olduğunda şüphe yoktur. Onun için cünûp ve hayızlı kimseler besmeleyi teberrük ve dua kasdiyle okuyabilirlerse de Kur'an niyeti ile okumaları caiz değildir. Besmele Kur'an'dan olduğuna göre, onu Kur'­an'dan saymamak, Kur'an'dan olmadığına göre Kur'an'dan saymak küf­rü îcap ederse de bu bâbda Şâfiîlerle Mâlikîlerin delillerindeki şüphe kuvvetli olduğundan ve her bir ferîk diğeri indinde müevvil sayıldığın­dan, hiç biri diğerini tekfir etmemişlerdir.

 

42- (396) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize Ebû Üsâme, Habib b. Şehîd [18] den rivayet etti. Demiş ki: Atâ'yı Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Kıraetsiz namaz olmaz»   buyurmuşlar.

Ebû Hüreyre:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in aşikâr okuduğunu biz de size aşikâr okuduk, onun gizli okuduğunu biz de size gizli okuduk» demiş.

 

43- (...) Bize Amrü'n Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâ­fız Amr'ındır. Dediler kî: Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc Atâ'dan naklen haber verdi. Demiş ki:    Ebû Hüreyre

 (İmâma uyan) namazın her yerinde okur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in bize duyurduklarını biz de size duyururuz. Bizden gizle­diklerini biz de sizden gizleriz* dedi. Bunun üzerine bir zât Ebû Hürey-re'ye:

— Ya Ümmü'l-Kur'an'dan başka bir şey okumazsam, dedi. Ebû Hü­re.t re; fatihadan fazla birşey okursan o daha hayırlıdır. Yalnız onunla iktifa edersen bu da sana yeter, dedi.

 

44- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd yani İbni Zürey' Habib-i Muallim [19] den, o da Atâ'dan naklen haber ver­di. Demiş ki: Ebû Hüreyre:

— Her namazda kirâet vardır. Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bize neyi duyurduysa, biz de size onu duyuruyoruz. Bizden neyi gizledi ise bizde sizden onu gizleriz. Her kim Ümmü'l kitabı okursa bu ona ye­ter, kim ondan fazla birşey okursa o daha efdâldir, dedi.

Bu hadîsi Buhar î, Ebû Dâvud ve Nesaî dahî tahrîc etmişlerdir.

Hz.  Ebû Hüreyre 'nin :

   «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\n bize duyurduklarını biz de size duyururuz, bizden gizlediklerini biz de sizden gizleriz» sözün­den muradı, bütün namazlarda Kur'an okumak îcab eder. Yalnız bazıla­rında aşikâr, bazılarında gizli okunur. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi. veSellem)   'in aşikâr okuduğu namazlarda biz de aşikâr okuyarak sesi­mizi size duyururuz. Onun gizli okuduğu namazlarda biz de gizli oku­ruz, demektir.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Her namazda Kur'an okumak farzdır. Hadîs-i şerif mutlak olarak Kur'an okumanın farziyetini inkâr edenlerle, öğle ve ikindide farzoldu-gunu inkâr edenler aleyhine delildir.

2- Resûlüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kırâeti aşikâr okuduğu namazlarda bizim de aşikâr okumamız, onun gizli okuduğu na­mazlarda bizim de gizli okumamız gerekir. Peygamber (Sallat lahü Aleyhi ve Sellem)   'in Kur'an'ı aşikâr okuduğu namazlar: Akşam, yatsı, sa­bah, cuma ve bayram namazlarıdır. Gizli okuduğu namazlar: Öğle, ikin-ki, akşam namazının son rekâtı ve yatsının son iki rekâtıdır.

İstiska namazında İmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre aşikâr okunur. Husuf ve Küsûf anlarında, yani ay ve güneş tutul­duğu zaman kılınan namazlarda İmam A'zam ile İmam Muhammed'e göre gizli, İmam Ebû Yûsuf'a göre aşikâr o-kunur. İmam Şafiî Küsûf namazında gizli, Husuf namazında aşi­kâr okunacağına kaildir.

Nafile namazlara gelince, gündüz kılman nafilelerde gizli okunur, gece nafilelerinde ise kul muhayyerdir. Nevevî: «Gece nafilele­rinde okunur diyenler bulunduğu gibi, kılan aşikâr veya gizli okumakta muhayyerdir diyenler de vardır.» demektedir.

3- Bu hadîsle İmam   Şafiî, fatihadan sonra sûre    okumanın müstahab olduğuna istidlal etmfştir. Hadîsin zahiri de bunu gösterir. Ha-nefîlere göre bu vâcibdir. Mâlikîlerden îbni Kinâne de buna kail olduğu gibi, bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'in kavli de budur. Hanefîlere göre fatihadan sonra bir sûre, yahut herhangi bir sûreden üç âyet okumak namazın vâciblerindendir. Bu bâbda birçok hadîsler varid olmuştur ki îbni Adiyy'in   «el-Kâmil» nam ese­rinde rivayet ettiği Ebû Said hadîsi Tirmizî ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri Ebû Saîd hadîsi,   Ebû   Dâvud'un rivayet ettiği Ebû Nadra hadîsi, îbni Adiyy'-in rivayet ettiği   îbni Ömer hadîsi bunlardandır. Mezkûr hadîsle­rin bazılarında «Fâtihay-ı Ki t âb» ile beraber bir sûre okumadan namaz caiz değildir. Diğer bazılarında; «Bize namazda fatiha ile beraber müm­kün olan Kur'anı okumak emrolundu» bazılarında da «Farz namaz fatiha ile beraber üç veya daha ziyâde âyet okumâksızın caiz değildir» denil­mektedir. Hanefîler bu bâbda vârid olan bütün hadîslerle âmel etmiş ve gerek fatihanın, gerekse onunla beraber bir sûre veya üç âyet okumanın vücûbuna kail olmuşlardır. Zîra hadîslerin her biri Haber-i vâhid oldu­ğundan, onlarla farziyyet ispat edilemez. Bize göre namazda farz olan mutlak surette kıraat yani Kuran okumaktır. Bunu fatiha ile takyid et­mek nassın üzerine ziyâde sayılacağından caiz görülmemiştir. Bazıları; «Bu hadîs fatiha okumayanın namazı sahîh olmadığına delildir.» demişlerse de Hanefîlere göre namaz bâtıl değildir. Yalnız fatihayı kasden terk eden isâet etmiş olur, unutarak terk edene ise Secde-i Sehv lâzım gelir.

4- «Kim ondan fazla birşey okursa o daha efdaldir» cümlesini Nevevî Şâfiîlere göre fatihanın vücûbuna delil saymakta ve şöyle de­mektedir:

«Burada fatihanın vücûbuna ve ondan başkası ile namazın caiz ol­mayacağına delil vardır. Yine bu hadîste fatihadan sonra sûre okuma­nın müstahab olduğunu delâlet eder. Sabah ve Cuma namazları ile sair namazların ilk rekâtlarında bu husus ittifakîdir. Ve bütün ulemâya göre sünnettir. Kaadi İyâz (Rahimehulîah) bazı mâlikîlerden sûre okumanın da vâcib olduğunu rivayet etmiştir. Fakat bu kavil şâzz ve merdüttür».

Nevevî'nin bu sözlerini dikkat ve ihtiyatla okumak îcab eder. Çünkü fatihadan sonra sûre okumanın bilittifak müstahab ve sünnet ol­duğunu zammı sûrenin yalnız bazı Mâlikîlere göre vâcib olduğunu, fakat bu kavil de şazz görülerek kabul edilmediğini söylüyor. Halbuki onun şazz dediği kavil hanefîlerin de mezhebidir. Bunu birkaç satır yukarıda görmüştük. Bundan sonra Nevevî sözüne devamla üçüncü ve dör­düncü rekâtlarda sûre okumaya gelince: «Bunun müstehab olup olmadığı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik (Rahimehulîah) mek­ruh görmüş, Şafiî (Rahimehulîah) yeni mezhebinde müstehab addetmiştir. Fakat burada onun eski kavli daha sahihtir. Diğer ulemâ namaz kılan muhayyerdir, isterse okur, dilerse teşbih eder, demişlerdir. Ama bu kavil zayıftır. Nafile namazda sûre okumak müstahabdır. Cenaze namazında esah kavle göre müstahab değildir. Çünkü cenaze namazı tah­fif üzerine bina edilmiştir. Fatiha üzerine onun arkasından âmin demek­ten başka birşey ziyade edilmez. Sabah namazında ve öğlenin ilk iki re­kâtında mufassal sûrelerin uzunlarını, ikindi ile yatsının ilk iki rekâtın­da mufassal sûrelerin orta derecede olanlarını, akşam namazında da kısa sûreleri okumak müstehabdır. îlk rekâtda kırâetin ikinci rekâttan daha uzun tutulması da ihtilaflıdır. Bize göre en meşhur kavil bunun müsta> hab olmasıdır. Hattâ iki rekâtda da kırâet müsavi olmalıdır. Ama esah o-lan birinci rekâtta kırâeti uzatmaktır. Çünkü bu babda sahih hadîs var­dır. Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rekâtta kırâeti ikinciden daha uzun tutarmış. Dört rekâtlı namazların son iki rekâtların­da kırâetin lüzumuna kail olanlar, o rekâtlarda ilk rekâtlardan daha ha­fif okunacağını söylerler. Dördüncü rekâtda üçüncüden daha kısa okuyup okunmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Allah-u A'lem.

Sûre okumak meşru olduğuna göre, onu terk etmek faziletten mah­rum kılar. Fakat Secde-i Sehv lâzım gelmez. Kısa bir sûre okumak, uzun bir sûreden o miktar okumaktan efdaldir. Namazda mushafdaki ter­tip üzere okunur: Aksine okumak mekruhtur. Yalnız namaz bâtıl olmaz, yedi kıraetten biriyle namaz caizdir. Ancak şâzz kırâetlerle caiz değildir.

Namaz kılan kimse fatihada nin (tâ) sim mazmûm veya meksûr, yahut nin «Kâf» mı esre okumak gibi mânâyı bozacak şe­kilde Lâhn yaparsa namazı bâtıl olur. Mânâyı bozmazsa namaz bâtıl ol­maz. Fatihayı tertip ve muvalât üzere (yani peşi peşine) okumak vacip olduğu gibi, arapçasını okumak da vâcibtir. Başka bir lisanla okumak ha­ramdır. Arapçasını bilsin bilmesin tercüme ile okunan Kur'an'la namaz sahih olmaz. Gerek kırâeti, gerekse sair zikirleri kendi işiteceği kadar okumak şarttır. Dilsiz ve o manâdaki kimseler mümkün olduğu kadar dillerini ve dudaklarım kıpırdatırlar. Bu onlar için kâfidir. Allah-u A'-lem» diyor.

Hanefîlere göre farz namazdaki kırâet ilk iki rekâtda lâzımdır. İmam Mâ1ik'in «üç rekâtda vâcibtir» dediği rivayet edilir. Son re­kâtlarda hanefîlere göre namaz kılan kimse muhayyerdir; istersĞ bir fa­tiha okur, isterse tesbîh eder, dilerse bir teşbih miktarı susar. Efdal olan fatihayı okumaktır.

Nafile namazlarla vitir namazının her rekâtında kirâet farzdır.

Cenaze namazında hanefîlere göre fatiha değil Sübhâneke okunur. Ancak dua ve sena niyetiyle fatiha da okunabilir.

 

45- (397) Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd, Ubeydullah'dan rivayet etti. Peni iş ki; Bana Saîd b. Ebû Saîd, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki:

— Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) mescide girmiş. Onun arka­sından bir zât girerek namaz kılmış. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek selâm vermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâmı almış ve o zâta:

«Dön de namazını kıl, çünkü sen namaz kılmadın» buyurmuş. O zat dönerek evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kılmış. Sonra Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'e gelerek selâm vermiş. Resûlüllah

«Ve aleyke's selâm»   dedikten sonra:

«Dön de (yeniden) kıl, zira sen namaz kılmadın» buyurmuş ve bu. nu üç defe tekrarlamış. Nihayet o zat:

«Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben bundan a'lâsını beceremiyor um. Bana öğret,» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Namaza kalktığın zaman tekbir al! Sonra kolayına geldiği kadar Kur'ân oku sonra rükû* et ve âzâ yatışın caya kadar rükû'da kal. Sonra ba­şını kaldırarak iyice doğrul. Sonra secdeye vararak âzâ yatışı ncay a kadar secde et! Sonra başını kaldır ve âzâ yatışıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında böyle yap» buyurmuşlar.

 

46- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Üsâme ile Abdullah b. Nümeyr rivayet ettiler. H.

Bize İbrii Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. Her ikisi de dediler ki: Bize Ubeydullah, Saîd Jb. Ebî Sâid'den, o da) Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Bir adam mescide girerek namaz kılmış, Resûlüllah (SdlaHahü Aleyhi ve Seltem) de bir köşede bulunuyor­muş... Her iki râvi bu hadîsi yukarıdaki kıssa gibi rivayet ettiler, yahu» onlar bu hadîste;

«Namaza kalktığın vakit güzelce abdest al! Sonra kıbleye kartı done» rek tekbîr al!»   ibaresini ziyade ettiler.

Bu hadîsi Buharı «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce dahî «na­maz» bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin bâzılarında biraz lâfız farkı vardır.

Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in arkasından mesci­de giren zât Ha11âd b. Râfi' (RacUytülahÛ anh)'dir. Nesaî'nin rivayetinde mescide giren bedevîye benzediği ve/gelişi güzel bir namaz kıldığı zikrediliyorsa da bundan, gelen zâtın Hz. 'Ha11âd'dan baş­kası olması îcab etmez. Râvi onu bedeviye benzetmiş olabilir. Hz. Ha1lâd'ın kıldığı namaz gündüz namazlarından biri imiş. Resûlül1ah kendisine üç defa namazı yeniden kıldırmış; Fakat Ha11âd (Radiyaltahû anh) üçünü de aynı şekilde kılmış ve bundan alâsını yapa-mıyacağını arz ederek ne şekilde kılması lâzım geldiğini öğretmesi için Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ricada bulun­muş. O da kendisine bu bâbda lâzım gelen talimatı hadîste beyân edildi­ği şekilde vermiştir. Hadîsin bu kısmı muhtelif şekillerde rivayet edilmiş­tir. Son olarak Resû1ül1ah <Sallallahü Aleyhi ve Seilem):

«Ve bunu bütün namazlarında böyle yap!» buyurarak ondan sonra kılacağı farz veya nafile namazlarda bu talimata göre hareket etmesini tavsiye eylemiştir.

 

Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Müslümanın selâmını, almak vâcibtir, selâm vermek ise sünnet­tir.

Bu hadîs, ihtiyaç anında vaz-u nasihat etmek, selâm almaktan daha mühimdir; diyenlerin aleyhine delildir. Bu sözün kaili hadîsteki «Red­detti» fiilinin buradaki mânâsını anlayamamış olacak ki, onu selâmı al­madı mânâsına kabul etmiş ve; «İhtimal ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) onun selâmım cehlinden dolayı bir te'dip olmak üzere kabul etmemiştir. Bundan da selâmı almamak sureti ile te'dibin caiz ol­duğu anlaşılır; demiştir. Yahut hadîsin buradaki rivayetini görmemiş. Başka rivayetine îtimad etmiştir. Çünkü bir rivayette hadîsde «Redde» fiili zikredilmemiştir.

2- Hadîsdeki «Don de (yeniden) kıl» emrine bakarak Kaadî Iyâz;. «Câhilin ibâdette bilmeyerek işlediği fiiller sahih ve kâfi değil­dir,» demişse de onun bu sözü hadîsten «Namaz sahih olmadı» mânâsı kastedildiğine göredir.  Halbuki Aynî'nin beyânına göre hadîsten murad: namazın kemâl üzere kılınmamış olmasıdır. Çünkü hadîsin bir rivayetinde;

«Bunu yaptinmı namazın tamam oldu demektir. Bundan noksan ya­parsan namazında noksan kalır» buyurulmuştur. Noksan olarak kılınan namaza da namaz hükmü verildiğine göre burada;

«Çünkü sen namaz kılmadın» buyurulması, istenildiği vecihle mü­kemmel olarak kılmadın demektir. Hâsılı buradaki nefiy, namazın zâtına değil sıfatına râcidir. Eğer Ha11âd (Radiyallahû anh)'ın kıldığı na­maz fâsid olsaydı Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Jellem) 'in onun­la meşgul olması abes sayılırdı. Halbuki Resûli Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abesle iştigâl eden hiçbir kimsenin fiilini tak­rir buyurmamış; sahih dey e kabul etmemiştir. Hanefiyye ulemâsından îmam Azam ile îmam Muhammed'in bu hadîse baka­rak rükû' ve secdelerde tume'nînet yani âza yatışacak kadar durmak vâ-cibdir. Hattâ Sünnet-i Müekkededir dedikleri rivayet olunur. Fakat fı­kıh ulemâsının ihtilâflarını beyân hususunda merci' sayılan Tahavî bu hususta Hanefîyye ulemâsı arasında ihtilâf zikretmemiştir. Onun rivayetine göre Sevrî, Evzâî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed, Mâlik, Şafiî, Abdullah b. Vehb ve bir rivayette   Ahmed   b. Hanbel hazerâtı;

«Rükû'un miktarı namaz kılanın sırtı dümdüz olacak derecede eğil-mekj secdenin miktarı da âzâ yatışacak derecede secde halinde kalmak­tır. Lâbüt olan miktar budur. Namaz ancak bununla tamam olur» demiş­lerdir.

3- Namaza girmek ancak tekbirle olur. Tekbir bilittifâk farzdır.

4- Namazda kırâet farzdır.

5- Resûlüllah  (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem)in:

«Sonra kolayına geldiği kadar kur'an oku» buyurması, kırâetin mut­lak surette farz olduğuna delildir. Bu hadîs alettayin fatihayı okumak farz değildir, diyen hanefîlerin delilidir. Çünkü fatihayı okumak farz ol­saydı ta'lim makamında bulunan Re sûlülla h (SallallahüAleyhi ve Sellem)   onu emrederdi.

Hattabî (319-388) Resû1ü11ah (SaüallahüAUyhf ve Sellem) 'in bu sözünün mutlak olduğunu, bundan fatiha kastedildiğini ve fâtihasız namaz caiz olamıyacağını söylemişse de Aynî 'nin dedi­ği gibi, sözünün sonu evvelini nakzetmiştir. Zîra evvelâ hadîsin mutlak olduğunu îtiraf etmiş; sonra bundan murâd fatihadır, demiştir. Halbuki mutlak itlâkı üzere cereyan edecektir. Hadîs mücmel değildir ki beyâna lüzum görülsün. Binâenaleyh bu hadîsten fatiha kastedilmiştir, demeye imkân yoktur. Hattâbî'nin bunu;

«Fâtihay-ı k'rtab okunmaksızın namaz olmaz» hadîsiyle tahsise kal­kışması tercih bilâ müreccihtir ki, o da bâtıldır.

Teymî gibi bazıları hadîsin mücmel olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddia daha da gariptir. Çünkü hadîste mücmel olan hiçbir cihet yoktur. Nevevî (631 - 676) dahî bu hadîsin fatihaya hamledildiği-ni söyler. Çünkü hadîste;

«Sonra kolayına geldiği kadar Kur'an oku!» buyurulmuştur. Her­kesin kolayca öğrenip bildiği sûre ise fatihadır. Fakat Nevevî'nin bu sözü delilsiz bir davadır. Çünkü Resûlüllah (Saüaiiahü Aleyhi yeSellem) 'in kelâmında bu terkibe delâlet eden lûrşey yoktur. Onun sözü mutlaktır. Fatihaya da başka sûrelere de şâmildir. Kolaylık nokta-i nazammdan ihlâs sûresi fatihadan daha önce gelir.

6- Hadîste Rükû' ile sücût     hakkında   «Âzâ yerleşinceye kadar»

buyurulması, rükû' ve sücûtda turne'nînetin, yani âzâ sükûnet bulacak kadar durmanın vâcib olduğuna delildir.

7-Yine Hattâbî, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in; «Bunu bütün namazlarında böyle yap» cümlesiyle istidlal ederek namazın her rekâtında rükû' ve secde farz olduğu gibi, kırâetin de farz olduğunu söylemiş ve;  «Kıyasla amel eden ulemâ: Namaz kılan kimse son rekâtlarda okumak isterse okur; isterse teşbih eder; dilerse hiç birşey okumaması da caizdir,» dediler. Ve bu bâbda Ali b. Ebi Tâ­li b 'den hadîs rivayet ettiler. Hz.   Ali;   «Namaz kılan kimse ilk iki rekâtta okur; son iki rekâtta ise teşbih eyler» demiştir. Onlar bu hadîsi Haris tarîki ile rivayet etmişlerdir. Fakat ulemâ öteden beri Haris hakkında söz edegelmişlerdir. Şabi ona ta'n etmiş ve kendisine ya­lancılık isnadında bulunmuştur. «Sahih» sahipleri dahî onu terketmişlerdir. Hz. Ali 'den böyle bir rivayet sahih olarak gelmiş olsa bile yine hüccet sayılmaz. Çünkü sahabeden bir cemâat bu hususta ona muhalif­tirler.   Ebû   Be'kr, Ömer, Abdullah îbni Mes'ûd, Âişe (Radiyaîîahû anhûm) ile başkaları bunlar arasındadır. Resû­lüllah    (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünneti bu hususta tâbi olmaya değer en güzel hüccettir. Bir de   Ubeydullah   b.   Ebî Râfi' tarikiyle Hz. Ali 'den rivayet edilen bir hadîsle sabit olmuştur ki, A1i (Radtyallahû cmh) öğle ile ikindinin ilk iki rekâtlarında fatiha ile birlikte birer sûre, son rekâtlarında ise yalnız birer fatiha okumasını em-redermiş, demiştir.

Hattâbî'nin bu sözüne Hanefîler tarafından şöyle cevap veril­miştir: Hz. Ali hadîsinin her rekâtda okunacağına delâletini kabul etsek bile, başka hadîsler yine kırâetin ilk iki rekâta mahsus olduğuna delâlet ediyor. Câbir b. Semûre (Radiyaîîahû anh) 'dan riva­yet edilen bir hadîste;

«Son iki rekâtda kıra eti hazfet» denilmiştir. Hz. A1i hadîsinin Haris tarîkına tâ'n edildi ise aynı hadîsi Abdürrezzak Musannef'inde Ma'mer tarikiyle Zührî'den, o da Ubey-dullah b. Ebî Râfi 'den rivayet etmiştir. Bu rivayetlerde de; «Ali öğle ile ikindinin ilk iki rekâtlarında fatiha ile birer sûre okur; son iki rekâtlarında okumazdı.» denilmektedir. Bu rivayetin isnadı sa­hihtir. Ve Hattâbi 'nin sözüne münâfîdir. Soma Hattâbi-nin; «Çünkü sahabeden bir cemâat bu hususta ona muhaliftirler sözü mü­sellem değildir. İbni Mes'ud, Âişe ve Abdullah b. Yezîd (Radiyallahû anhûm) hazerâtı ile ibrahim, Nehaî, İbni-1 Esved ve Süfyan-ı Sevrî 'den dahî aynı ma'-nada hadîsler rivayet olunmuştur.

Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Acaba neden bu hadiste niyyet, son oturuş ve ta'dil-i erkân gibi bazı farzlarda son oturuşdaki teşehhüd ve Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e salavât getirmek gibi farziyyeti ihtilaflı bazı fiiller zikredilmemiştir?

Cevap: İhtimal o zât bunları bilirdi, yâhud Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) onları da beyân etmiş de râvi hadîsi ihtisar etmiştir.

8- Namazın rükünlerinden birini ihlâl eden kimsenin, o namazı yeniden kılması îcabeder. Vâciblerden birini yapmayana ise ihtiyaten ye­niden kılmak müstahab olur.

9- Nafile bir ibadete başlamak, onu tamamlamayı iktizâ eder. Çün­kü zahire bakılırsa o zâtın namazı nafile idi.

10- Hadîs-i şerîf emr-i bil ma'ruf ile nehyi ani'l münkeri tazam-mun eder.

11- Ta'lîm, unfü şiddet göstermeden rifku mülâyemetle yapılmalıdır.

12- Bir meselede îzah ve maksad beyân edilmelidir.

13- İmam cemâati ile birlikte mescidde oturabilir.        

14- Hadîs-i şerîf, âlime teslimiyet ve inkiyad gerektiğine' delâlet ediyor.

15- İnsan hatâ ve taksiratını itiraf etmelidir.

16- Hadîs-i şerîf Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in güzel ahlâkına ve ashabına son derece iyi muamelede bulunduğuna de­lildir.

17- Kaadî Iyâz;  «Bu hadîste farisî terceme ile namaz kılmayı tecviz edenler aleyhine delil vardır. Zira Arapça olmayan şeye Kur'ân denilmez» demiştir. Aynî, Kaadî 'nin bu sözüne şöyle mukabele etmiştir: «Bu hilaf Kur'an'ın yalnız mânâya mı, yoksa nazımla mânânın ikisine birden mi isim olduğuna mebnıdir. Kur'an yalnız mâ­nânın ismidir diyenler, Teâ1â   hazretlerinin «

«O geçen ümmetlerin kitaplarında da vardı.» Âyet-i kerîmesiyle is­tidlal ederler. Çünkü onların kitaplarında Kur'an Arapça değildi. Kaadî'nin; «Zira Arapça olmayan şeye Kur'an denilemez» sözü itiraz gö­türür. Çünkü Allah'ın Musa (Aleyhisselâm)'a. indirdiği Tevrat'a Kur'ân denilir. Halbuki Tevrat Arapça değildir, İncîl ile Zebur da öyledir. Zira Kur'ân Allah'ın zâtı ile kaaim, tecezzi kabul etmeyen ve ondan ayrılma­yan kelâmıdır. Şu kadar var ki, Arapça nazil olunca ona Kur'ân denil­miş, Mûsa'ya inince Tevrat, îsa'ya inince İncil, Dâvud'a indiği zaman da Zebur ismi verilmiştir. İbarelerin muhtelif olması, muh­telif itibârlara göredir.

Bana kalırsa burada hatâ eden Kaadî Iyâz (Rahmetullahi Aleyh) değil, Aynî 'nin kendisidir. Kaadî 'nin sözü doğrudur. Bunu Kur'ân-ı Kerîm'in ilmî ta'rîfinden bile anlamak mümkündür. Şöyle ki; Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SallaUahü Aleyhi veSellem) Efendimize Cibril-i Emîn vasıtasiyle indirilen ve ondan bizlere tevatür yolu ile nakledilen nazm-ı celîldir. Târîf efradını cami, ağyarını mâni olacaktır. İşte Kur'ân-ı Kerîm'in efradını cami, ağ­yarını mâni tarifi budur. Bu tarifte ağyarı meneden kayıtları tetkik eder­sek görürüz ki; Kur'ân Peygamberimiz (Salhilahü Aleyhi veSellem) Efendimize indirilen kitabtır. Diğer peygamberlere indirilen kitaplar bu kayıdla ta'rifden hâriç bırakılmıştır. Çünkü onlara Kur'ân denilemez. Bu suretle Kur'ân deyip te încîl veya Tevrat anlamının önü­ne geçilmiştir. «Cibrîl-i Emîn vasıtası ile indirilen» diyoruz. Bu kayıdla da onun vasıtası ile indirilmiş olmayan Hadîs-i Kudsî ve E-hâdîs-i Nebeviyye gibi şeyler ta'riften hâriç bırakılmıştır. Onlar da Kur'­ân değildir. Zira kudsî hadîslerin mânâları Allah tarafından olsa da lâ­fızları Peygamber (Salktllahü Aleyhi veSellem) efendimizindir. Nebevi hadîslerin ise hem lâfzı, hem mânâsı Re sûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'dendir. Kur'ân'a gelince onun hem nazmı hem de mâ­nâsı Allah Teâlâ tarafındandır. Bu sebepledir ki ona «Vahy-i Metlûv» der­ler, «Tevatür» kaydîyle de mütevâtir olmayan bütün haberler Kur'an'ın tarifinden çıkarılmıştır.

Görülüyor ki Kur'ân-ı Ker'm'i tarif için onu başkalarından ayıracak bir takım ihtirazî kayidlar konmuştur. Şu halde nasıl olur da İncil'e ve diğer semavî kitaplara da Kur'ân denilebilir. Onlara da Kur'ân denilebi-lirse bu ta'rifden hariç bırakılırlar mı idi?

Kur'ân'm geçmiş ümmetlerin kitaplarında bulunması iddiası doğru değildir. Çünkü müfessirîn-i kiramın beyanlarına göre, semavî kitaplarda indirilen Kur'ân'm kendisi değil zikridir. Yânî âhir zaman Peygamberine Kur'ân denilen pek Mübarek ve bütün dünya ve âhiret hayırlarını ce-meden bir kitap indirileceği o ümmetlere de bildirilmiş. Bu suretle Knr*-ân-ı Kerîm'in nâmı sânı, indirilmesinden yüzlerce yıl evvel dillere des­tan olmuştur. Yoksa bizzat Kur'ân o dillerle de indirilmiş değildir. Mez­kûr âyet Kur'ân'ı medih sadedinde nazil olmuştur. Onun en mükemmel şekilde medh-ü sena ise indirilmesinden çok evvel, indirileceğim haber vermekle olur. Kur'ân-ı Kerîm geçmiş ümmetlere de indirilmişti; dersek bu sefer medih zemme inkilâb eder. Zira ukalâ takımı derhal ileri atıla­rak: «Allah hâşa-başka birşey bulamıyormu ki ikide birde temcid pilâvı,. gibi bu kitabı kullarının önüne sürüyor? Biz bunu eskilerden öğrendik, okuduk, tekrar indirmek abesle iştigâl olmaz mı? derler.

Kur'ân'm Zâtullah ile kaaim bir sıfat olmasına gelince: Aynî merhumun da i'tiraf ettiği vecihle o tecezzi ve infisâl kabul etmez. Bi­nâenaleyh onun kullara indirilmesi de mevzu-u bahis olamaz. Kullar ons yalnız imanla mükelleftirler. Bizi alâkadar eden ciheti ise Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve SeUenı) vasıtasiyle bizlere taalluku olan cihetidir. İşte biz buna Kur'ân diyoruz. Şâir Peygamberler vasıtasiyle onların ümmet­lerine taallûk eden cihetinin isimleri de, birçok ahkâmı da başkadır.

18- Âlime bir mesele sorulduğu zaman,cevap verirken, soran için lüzumlu gördüğü başka bir meseleyi de anlatması müstahabdır. Bu bir nasihat ve irşâd olur.

19- Emri bil ma'ruf vazifesini ifa edene, karşısındakinin hatalı ha­reketi Muvacehesinde sabırlı davranmak müstahabdır. Bu onun yaptığı­na r'za göstermek mânâsına gelmez...

20- Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seİlem) Hz. Ha11âd vim namazı kusurlu kıldığını gördüğü halde kusurlarını söylemeyip namazı tekrar kılmasını emir buyurması, bâzılarına göre bu hususta kendisine vahiy gelmediği içindir. Her halde o zâtın kendi bildiklerine aldanarak işlediği kusurları te'dib ve irşâd için söylememiş olsa gerektir. Nihayet Ha11âd (Radiyallahû anh) Özür dileyerek kusurlarını söylemesini rica edince, onu irşâd buyurmuştur. Nevevî'ye göre ise, kusurlarım bir­denbire söylememesi usûlü vecihle kılınacak namazı kendisine ve ora-dakilere daha müessir bir şekilde tarif etmek içindir. İbni'l Cevzî: «İhtimâl ki namazı ona bir iki defa kıldırması, meselenin ehemmi­yet ve büyüklüğünü ona göstermek içindir. Vaktin geçmediğini görerek terkettiği fiillere kendisini ikaz etmek istemiştir» diyor. İbni Dakîki'l İyd: «Takrir buyurmak mutlak surette cevaza delîl değil­dir, onun cevaza delîl olabilmesi için ortada mani bulunmaması şarttır. Şüphesiz ki Hallâd'ın namazı tekrar kılmakla kendini toparlıya-rak bu hususta verilecek ta'lîmâtı kabule hazırlanması, sual sorması, ta'-lime acele etmek için bir mânidir. Bâ husus zahirî hale, yahut hususî bir vahye istinaden fırsatın kaçması tehlikesi bulunmadığı da Resû1ü11a (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in malumu olmuştur» demektedir.

21- Namazda Eûzü besmele çekmek, sübhâneke okumak, el bağla­mak, intikal tekbirleri almak, oturuş şekilleri, otururken elleri dizlerin üzerine koymak, ve buna benzer hadîsde zikredilmeyen şeyler vacip değil­dir.

 

12- İmama Uyan Kimseyi İmamın Arkasında Aşikare Okumaktan Nehiy Babı

 

47- (398) Bize Saîd fa. Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd ikisi birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Saîd dedi ki: Bize Ebû Avâne, Katâde' -den, o da Zürâretü'bnü Evfâ'dan, o da İmran b. Husayn'dan naklen ri­vayet etti. İmrân şöyle demiş, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bize Öğle namazını, yâhud ikindiyi kıldırdı. Müteakiben:

«Benim arkamda sûresini hanginiz okudu?»   diye sordu. Bir zât:

«Ben (okudum).' Ama onu okumakla hayırdan başka birşey kasted-medim» dedi. Resûlüllah (Satlailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Gerçekten anladımki biriniz bunu benim ağzımdan aldı» buyurdular.

 

48- (...) Bize Muhammet! b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (De­di ki): Bize Şu'be Katâde'den rivayet etti, demiş ki: Zürâretü'bnü Ev-fâ'yı tmran b. Husayn'dan naklen rivayet ederken işittim ki: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) öğle namazım kıldırmış.    Bir zât    Resûlüllah

(Sallaîtahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında sûresini oku­mağa başlamış. Namazdan çıkınca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«— Hanginiz okudu,» yahut «Okuyan hanginizdi» diye sormuş. Bir zât:

— «Ben (okudum)» cevabını vermiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— Gerçekten anladımki biriniz bunu benim ağzımdan aldı» buyur­muşlar.

 

49- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy rivayet etti. Bunların ikisi de İbni Ebî Arûbe'den, o da Katâ­de'den bu isnadla rivayet etmişler ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veŞeJlçm) öğleyi kılmış ve:

«Gerçekten anladım ki bîriniz onu benim ağzımdan aldı» buyurmuş­lar.

Hadîsin buradaki rivayetinde Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in öğle namazını mı, ikindiyi mi kıldırdığını râvî şüphe ile ifâde etmişse de, ekseri rivayetlerinde şüphesiz olarak öğle namazını kıl­dırdığı beyân edilmiştir.

Muhalece: Münâzea, yâni çekiştirmek manasınadır. Burada ondan murâd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in ağzından alırcasına onun okuduğunu okumasıdır. Bu sözle Resûlü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zâtın başkalarına işittirecek derecede sesle okumasını reddetmiş; onun bu yaptığını doğru bulmamıştır. İmama uyanlara da kırâeti vacip görenler bu hadîste kırâetin menedilmediğini, bilâkis ispat Duyurulduğunu söylerler. Çünkü Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) okumalarına bir şey dememiş, aşikâre okuma­larına itiraz etmiştir. Gerek Nevevî'nin gerekse Kaadî Iyâz'ın izahatı bu tarzdadır. Fakat bize kalırsa hadîs-i şerif, imamın arkasında kırâet vâcibdir diyenlere ne kadar delilse, vâcib değildir diyen­lere de o kadar, hattâ daha fazla delil teşkil eder. Çünkü Resûlül1ah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Filân sûreyi hanginiz okudu» diğer rivayette «Okuyan kimdi» ya­hut «Hanginiz okudu?» buyurmuştur. Bu suallerden okuyun mânâsı mı çıkar, yoksa okumayın mânası mı? Bence okumayın mânâsı çıkar. Bun­ları sesle okuyan kimdi, sesle okumak doğru değildir. Gizli okuyun;» mâ­nâsına almak, hele de okumayı bütün cemâate teşmil ederek cemâatin gizli okumalarını takrir ve kabul mânâsı vermek olsa olsa zayıf bir ih­timaldir. Bu sebeple hadîs; «Cemaata kırâet vâcibdir» diyenlere değil, vâ­cib değildir diyenlere delil olsa gerektir. Einâenaleyh   Nevevî 'nin:

«Bu hadîs öğle namazında gerek imam, gerekse cemâatin sure oku­yacaklarını isbât etmektedir. Bize göre hüküm budur. Mezhebimizin şâzz ve zaîf bir kavline göre cemâat gizli namazlarda da, cehrî namazlarda ol­duğu gibi sûreyi okumazlar. Fakat bu yanlıştır. Çünkü cehrî namazlarda susarak dinlemek emrolunmuştur; Burada ise bir şey işitmez. Şu halde susmanın bir mânâsı kalmaz. Cehrî namazlarda imamın okuduğunu işit­meyecek derecede uzakta bulunan cemâat bile esah kavle göre sûreyi o-kurlar» şeklindeki mütâlâası ile Kaâdi Iyâz'ın; «Bu hadîsle i-mamın arkasındaki cemâatin bir şey okumayacaklarına istidlal edilemez. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zâtı okumaktan menetmiş, yalnız aşikâre okumasını doğru bulmamıştır» demesi söz gö­türür.

 

13- Namazda Besmele Aşikar Okunmaz Diyenlerin Delili Babı

 

50- (399) Bize Muhammed b. el-M üşen nâ ile İbni Beşşâr ikisi bir­den Gunder'den rivayet ettiler. îbni'l Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katfi-de'yi Enes'den rivayet ederken dinledim. Enes:

— Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Osmanla birlikte namaz kıldım. Fakat bunların hiç birinin  okuduklarını işitmedim, demiş.

 

51- (...) Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvud rivayet etti. (dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla rivayet et-tİ, şunu da ziyâde eyledi. «Şu'be dedi ki: Katâde'ye sen bunu EnesMen işittin mi? dedim, «evet, bu hadîsi ona biz sorduk» cevabını verdi.

 

52- (...) Bize Muhammed b. Mihrân er-Râzi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Evzâî, Abde'den naklen rivayet etti ki: ömerü'bnül Hattâb şu kelimeleri aşikâr okurmuş:

 (Evzâî) Katâde'den de rivayet etmiş ki: Katâde kendisine En es b. Mâlik'den naklen şu haberi yazmış: Enes dedi ki: Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer ve Osman'ın arkasında namaz kıl­dım, bunların hepsi namaza ile başlarlar, i kırâetin evvelinde ve âhirinde söylemezlerdi.

 

(...) Bize Muhammed b. Mihrân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim, Evzâî'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana İshâk b. Ab-dillâh b. Ebî Talhâ haber verdi ki: Enes b. Mâlik'i bunu anlatırken işit­miş.

Hadîsin ikinci tarîkinde Katâde'ye; «Bu hadîsi sen Enes'-den işittin mi» diye sorulması, hadîsin muttasıl olup olmadığını anlamak içindir. Çünkü Katâde müdellistir. Müdellisin ise, ancak muttasıl olarak rivayet ettiği hadîsleri kabul edilir. Katâde'nin evet demesi ile mesele hallolmuştur. Hadîs muttasıldır. îmam Müslim bu hadî­sin 52 numaralı Muhammed b. Mihrân tarîkinda; «Evzâî, Katâde 'den de rivayet etti ki» cümlesini; «Bize Evzâî, Abde Men rivayet etti» cümlesi üzerine atfetmiştir. Şu halde Evzâî hadîsi hem Abde'den hem de Katâde 'den rivayet etmiş oluyor. Yalnız Abde'den rivayeti mürsel, Katâde 'den rivayeti muttasıl­dır. Maksat hadîsin muttasıl olarak da rivayet edildiğini göstermektir. Müs1im'in bunu doğrudan doğruya hem Abde'den, hem de Katâde'den rivayet edildiğini söylemeyip, atıf sureti ile gösterme­si; hadîsi râvîden işittiği lâfızlarla rivayet etmiş olmak içindir. İmam Müs1im'in bu cihetlere son derece dikkat ettiğini evvelce arz et­miştik.

Hattâbî diyor ki: «Bana İbni Hallad haber vererek şunu söyledi. Zeccâc'a Sübhânekenin (ve bi hamdik) kelimesinde (vav) var mı, yok mu diye sordum; olduğunu söyledi. Ve: Bunun mânâsı:

Allah'ım seni tenzih ederim, ve sana ha md ederim sana teşbih eylerim, demektir. Buradaki (cedd) in mânâsı büyüklüktür, dedi».

Sübhânekenin bütünü ile mânâsı şudur:

«Yarabbİ bütün noksanlıklardan tenzih ve hamdinle sana tesbîh eyle­rim. İsmin mübarek, azametin yücedir. Senden başka İlâh yoktur.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbul - Ezan» da Nesaî de «Kitâ-bti's Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Hz. Ene s'in; «Bunların hiç biri besmeleyi kıraçtın başında ve sonunda zikretmezlerdi» sözünden murad, aşikâr okumadıklarını beyan­dır. Yoksa gizlice besmele çektikleri hususunda söz yoktur.

Bu hadîsi Buhârî şârihi Aynî birkaç yönden ele almış­tır. Şöyle ki:

1- Hadîsi Hz. Ene s'den birçok kimseler rivayet etmiştir ki; Katâde, İshâk b. Abdillâh, Mansûr b. Zâ­da n, Eyyûb, Ebû Neâme, Aziz b. Şüreyh, Ha­san, Sâbit-i Bünânî, Humeyd-i Tavîl ve Muhammed b. Nûh bunlar meyânındadır. Katâde rivayeti­ni Buharî, Müslim ve Nesâi tahriç etmişlerdir. îshâk b. Abdillâh rivayetini Müslim, Mansûr ri­vayetini Nesaî tahriç etmiştir. Nesaî'nin rivayetinde Enes (Radiyallahu anh) : «Bize okuduğunu işittirmedi» demektedir. Eyye b rivayetini İmam Şafiî, Nesaî ve İbni Mâce; Ebû Neâm'e rivayetini Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Beyhakî rivayetinde; «Besmeleyi okumazlardı; yanı okuduklarını işittîrmezlerdi.» denilmiştir. Aziz b. Şüreyh rivayetini Dâre Kutnî; Hasen rivayetini Taberanî tahrîc etmişlerdir. Bu rivayette: «Besmeleyi gizli okurdu» denilmiştir. Sabit hadîsim Beyhakî ile Tâhavî tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde de Hz. Ene s'in: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) ile Ebû Bekr ve Ömer besmeleyi aşikâre çekmezlerdi» dediği görülmektedir. Hu­meyd-i Tavîl ile Muhammed b. Nûh rivayetlerini Tahavî tahrîc etmiştir.

Hadîsi Katâde 'den dahî: Şu'be, Hişâm, EbûAvâ-ne, Eyyûb, Saîd b. Ebî Arübe, Evzâî veŞeybân rivayet etmişlerdir. Bunlardan Şu'be rivayetini Buhârî ile Müslim, Hişâm rivayetini Ebû Dâvû.d; ,Ebû Avâne rivayetini Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâpe tahrîc etmişlerdir. Tirmizî onun hakkında: «Hasen Sahih/biç. ha­distir» demiştir. Eyyub rivayetini Nesaî ile îbai ,Mfi­ce, Saîd b. Ebî.Arûbe rivayetini Nesaî; Evzâî rivayetini Müslim; Şeybân rivayetini de Tahavî tah-ric etmişlerdir.

Yine bu hadîsi Şu'be 'den de bir cemâat rivayet etmiştir ki Hats b. ömer hadîsini Buhârî; Muhammed b. Cafer hadîsini Müslim; A'm eş hadîsini Tahavî tahrîc etmiş­lerdir.

2- Hadisin lâfızları muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Buhârî'nin rivayetinde: «Onlar namaza ile başlarlardı»; Müs1im'in buradaki rivayetinde ile başlar­lar, kırâetin taşında ve sonunda besmeleyi zikretmezlerdi.» denilmiştir. Nesaî, Ahmed b. Hanbel, îbni Hibbân ve Dâre Kutn î'nin rivayetlerinde «Besmeleyi aşikâre çekmezlerdi»; İbni Hibbân'in rivayetinde; «ama aşikâ­re okurlardı. Yine Nesaî ile îbni Hibbân'm rivayetle­rinde; «Onlardan hiç birinin besmeleyi aşikâre çektiğini işitmedim», Ebû Ya'1â'nın «Müsned» inde aşikâr okunan namazlarda herbiri kirâet ile başlarlardı, Taberânî'nin Mü'cem'-inde, Ebû Nuaym'in «el-Hilye» sinde, İbni Huzeyme'-nin «Muntasarü*I - Muhtasar» ında gizli söylerler­di, denilmektedir. Bu rivayetlerin bütün râvileri mevsuktur. Tirmizî *nin Ahmed b. Menî' tarikiyle Abdullah b. Mugaffe1'den  rivayet ettiği bir hadîste şöyle deniliyor:

«Ben namazda besmele çekerken babam işitti de: Yavrucuğum, bid'-ât mı icâd ediyorsun? Bid'ât dan sakın, dedi ve şunları ilâve etti:

Ben Resûlüllah (ScdlallahU Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından hiçbiri nazarında islâmda Bid'ât dan daha menfur birşey görmedim. Ger­çekten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer ve Osman'la namaz kıldım. Fakat hiç birinin bunu oku­duğunu işitmedim. Onu sen de okuma! Namaz kıldığın zaman deyiver, dedi».

Bu hadîs için Tirmizî; «Hasen bir hadîstir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in eksen ashabı onunla amel etmişlerdir. Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali (Radiyallahû anhûm) ve di­ğer ashâb onlardan sonra gelen Tabiin bunlar arasındadır.» demiştir. Ay­nı hadîsi Nesaî ile îbni   Mâce   de tahrîc etmişlerdir.

Enes (Radiyallahû anh) Hadîsinin Kütüb-ü Sitte sahihlerinin tah­rîc ettiklerinden başka sıhhat itibarı ile onlardan aşağı olmak üzere bir­çok tarikleri daha vardır. Hadîsin bütün lâfızları bir mânâda toplanmak­ta ve "rivayetler birbirlerini tasdik etmektedir. Bu rivayetler yedi cümle halinde hülâsa edilebilir. Şöyle ki:

a) Ashâb-ı Kiram Namazda kırâete besmele ile başlamazlardı.

b) Enes (Radiyallahü anh) ; «Onlardan hiç birini besmele çeker­ken veya besmeleyi okurken işitmedim» demiştir.

c)  Besmeleyi okumazlardı.

d) Enes (RadiyallahÛ anh) ; «Onlardan hiç birinin besmeleyi aşi­kâr çekerken işitmedim» demiştir.

e) Besmeleyi aşikâre çekmezlerdi.

f) Besmeleyi gizli çekerlerdi.

g) Kırâete ile başlarlardı. Hattb'in sa­hih bulduğu rivayet bu sonuncusudur. Diğer rivayetleri râviler hep Katâde'den nakil ettikleri ve Enes'den   rivayet eden başka ravîler de bu hususta Katâde'ye tabi oldukları için onlan zayıf addet­miştir.

Vakıa N.evevî «el-Hulâsa- nam eserinde hadîs imamlarının Tirmiz î'nin tahrîc ettiği Abdullah b. Mugaffel hadîsini zayıf bulduklarını, onu hasen kabul ettiğinden dolayı Tirmizî'ye i'tiraz ettiklerini söylerse de, ayni hadîsi İmam Ahmed b. Hanbel, Taberânj ve başkaları da, Abdullah b. Mugaffel 'den rivayet etmişler. Bu suretle Abdullah b, Mugaffel   hadîsi kuvvet bulmuştur.

Hulâsa: Hadîs-i şerîf besmeleyi aşikâre okumamak hususunda sarih­tir. Bu hadîs sahih hadîsler aksamına giremese bile; hasen derecesinden de aşağı kalmaz. Nitekim Tirmizî de ona haserı demiştir. Hasen hadîsle ise pekâlâ ihticac olunur. Hele de şevâhid ve mütâbeâtı burada­ki gibi çok olursa.

Bu hadîs hakkında söz edenler senedindeki İbni Abdillâh b. Mugaffel meçhuldür, diye onunla ihticâc etmemiş; fakat bu meselede kendileri ondan daha zayıfı ile ihticâcda bulunmuşlardır. Hattâ Hatîp uydurma olduğu bilinen bir hadîsle ihticâc etmiştir, ki bu sırf taassubdan doğma büyük bir cüret sayılır.

Hadîs-i şerîf Ashâb-ı Kiramın besmeleyi aşikâr okumamalanmh on­lara Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den kalma bir tûîras olduğunu göstermektedir. Bu meselede istidlal için yalnız bu delü kâfidir. Çünkü kırâetin aşikâre okunduğu namazlar sabah ve akşam devam, edip gitmektedir. Şayet Eesûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) besmeleyi o namazlarda daima aşikâre okusaydı, ne böyle bir ihtilâfa düşülür, ne de bir şüphe vâki' olurdu. Çünkü onu ister istemez herkes duyar öğrenir. Hz. Enes'le Hulefâ'i Râşidin ve Ab­dullah b. Mugaffel hazerâtıiun beyanlarına da lüzum kal­mazdı.     Medine   halkı dahi   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi

veSellem)'in mihrabında cehren besmeleyi terketmez, bunu babadan o-ğula birbirlerine nakletmezlerdi. Aklı başında olan hiçbir kimse Kibâr-ı Sahabe ile tabiînin ve ekseri ulemânın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiİem) efendimizin fi'line muhalif hareket edeceklerini zan ve tahmin edemez.

3- İmam Mâlik ile diğer Mâlikiyye imamları, bu' hadîsle is­tidlal ederek namazda fatihadan evvel besmele çekilmeyeceğini ve bes­melenin fatihadan olmadığım söylemişlerdir. Evzaî ile Taberî'nin mezhebleri de budur.

Hanefîlere göre; besmelenin müstakil bir âyet olduğunu, sûreleri a-yırmak için indirildiğini biraz yukarıda görmüştük. Onlara göre namaz­da besmele gizli çekilir. Sevrî, İmam Ahmed b. Hanbel ve İshâk 'in kavilleri budur. Ebû Ömer, İmam Mâlik­in «Besmele farzlardan hiç çekilmez, nafile kılan isterse çeker, isterse çek­mez.» dediğini rivayet etmiştir. Taberî'de buna kaildir. Sevrî, Ebû Hanîfe, îbni Ebi Leylâ ve İmam Ahmed'e göre besmele her rekâtda fatihadan evvel okunur. Yalnız îb­ni Ebî Leylâ'ya göre onu isteyen aşikâr, isteyen gizli okur. İmam Şâfiî'ye göre besmele fatihanın ilk âyetidir. Binâenaleyh fa­tihanın gizli okunduğu yerlerde besmele de gizli, aşikâr okunduğu yerler­de o da aşikâr okunur. Besmelenin her sûreden bir âyet olup olmadığı hu­susunda İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet olunur. Bunların birine göre; besmele her sûreden bir âyettir.- İbnİ Mübarek de bu­na kail olmuştur. İkinci kavle göre besmele her sûreden bir âyet değildir.

4- İmamın besmeleyi aşikâr okuyup okumaması ihtilaflıdır. Şâfiî-lerden   İbni   Mülâkkin   (923 - 804)  «et-Tevhîd» nâm eserinde şunları söylüyor: «Bize göre cehrî okunan namazlarda imamın besmele­yi aşikâr okuması müstehabdır. Ekseri ulemânın kavilleri de budur. Cehr hakkında vârid olan hadîsler, sayılan yirmibire varan ashâb-ı kiram ta­rafından rivayet olunmuşlardır. Onlardan bazıları imamın besmeleyi â-şikâr okuyacağını tasrih etmiş; bir takımlarının da ifadelerinden bu mâ­nâ anlaşılmıştır. Besmelenin aşikâre okunacağına ve bunun sahih oldu­ğuna hüccet kâim olmuştur.

İbni Mülâkkin bundan sonra Ashâb-ı Kiramdan Ebû Hüreyre, Ümmü Seleme, îbni Abbâs, Ene s, Ali b. Ebi Tâlib, Semûratü'bnü Cündep, A m-mâr, Abdullah îbni Ömer, Numan b. Beşîr, Hakem b. Umeyr, Muâviye, Büreydetü'bnü Husayb  Câbir, Ebû Saîd, Ta1hâ, Abdullah b. Ebî Evfâ, Ebû Bekri Sıddık, Mücâlid b. Sevr, Bişr b. Muâviye, Hüseyin b. Urfuda ve Ebû Muse'l-Eş'ârî (Radiyallahû anhûm) hazerâtının isim­lerini saymıştır. Şimdi bu zevattan rivayet edilen hadîsleri gözden geçi­relim:

Hz. Ebû Hüreyre hadîsini Nesaî «Sünen» inde Nuaym'i Mücemmir 'den tahrîc etmiştir. Bu hadîsde Nuaym   şöyle demektedir:

«Ebû Hüreyre 'nin arkasında namaz kıldım. Besmeleyi o-kudu, sonra fatihayı okudu, fatihanın sonunda (âmin) dedi, selâm ver­dikten sonra namaz itibarı ile içinizde Resûlüllah (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) e en ziyade benzeyeniniz benim» dedi.

Bu hadîsi îbni Huzeyme ile İbni Hibbân «Sa­hih» lerinde Hâkim de «Müstedrek» inde rivayet etmiş ve Buhârî ile Müs1im'in şartlarına uygun olduğunu, fakat onu tah­rîc etmediklerini söylemiştir. Dâre Kutnî dahi «Sünen» inde rivayet etmiş ve «Bu sahih bir hadîstir», râvilerinin hepsi mevsuktur, de­miştir. Beyhakî dahî «Sünen» inde tahrîc etmiş, isnadının sahih olduğunu, hadîsin birçok şahidleri bulunduğunu bildirmiştir.

«Hılâfiyât-- da ise râvilerinin hepsi mevsuk bilittifak âdil ve sahîh eserlerde kendileri ile ihticâc edilen kimseler olduğunu söylemiştir. Bu iddiaya   Hanefî'ler  tarafından birkaç vecihle cevap verilmiştir.

a) Hadîs maluldür. Çünkü Hz. Ebû Hüreyre'den hadîs rivayet eden 800 râvi arasında besmeleyi yalnız   Nuaym-i   Mü­cemmir   zikretmiştir.   Ebû   Hüreyre   (Radiyallahû anh) 'dan hadîs rivayet eden mevsuk râvilerden hiçbiri onun Resûlüllah (Sailaliahü Aleyhi ve Setîem) 'den naklen namazda besmeleyi aşikâr okudu­ğunu söylememiştir. Gerçi   Nuaym-i   Mücemmir   de mev­suk bir zâttır. Binâenaleyh namazda besmelenin aşikâr okunması mese­lesi mevsuk bir râvinin ziyâdesi olur. Fakat böyle bir ziyâdenin kabul edilip edilmeyeceği ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir.

b) Hadîsde «Okudu veya söyledi» denilmiş olması Nuaym'in. bunu Hz. Ebû Hüreyre 'den işittiğini sarîh olarak ifâde etmez. Caiz ki;   Ebû   Hüreyre (Radiyallahû anh)   Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in besmeleyi gizli okuduğunu   haber vermiş­tir. Yahut namazda yanında bulunduğu için   Hz.   Hüreyre 'nin giz­li okuduğu besmeleyi işitmiştir. Nitekim namaza girerken istiftâh ile a-yakta ve otururken, keza rükû' ile sücûd hallerinde okuduğu zikir lâfız­ları bu suretle rivayet edilmiş, fakat bunların hiçbiri aşikâre okunduğuna delîl sayılmamıştır.

c) Teşbih her cihetten benzerlik iktizâ etmez; ekseri fiillerde Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e benzemesi teşbih için kâfidir. Bu da Tekbîr vesaire ile tahakkuk eder. Zira tekbîr ve diğer namaz fiilleri Hz. Ebû Hüreyre rivayeti ile sahih ve sabit olmuştur. Onun mak­sadı da bunları terk edenlere red cevabı vermektir. Besmeleye gelince; Onun Ebû Hüreyre rivayetinden sahih ve sabit olması söz götürür. Binâenaleyh buradaki teşbih sahih ve sabit fiillere hamlolunur. Aksi takdirde bütün fiillerinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemye benzediği iddia olunursa (E'uzü) çekmenin de aşikâre olacağını iddia et­meleri gerekir. Çünkü îmam Şâfiî'nin Ebû Muhammed Es1emî tarikiyle Salih b. Ebi Salih 'den rivayet et­tiği bir hadîste: «Salih, Ebû Hüreyre'yi Cemaata imam o* larak farz namazda yüksek sesle okuduğunu işitmiş, fatihadan sonra ya­vaşça demiş. Şâfiîler besmelenin aşikâr okunacağı hususunda Hz. Ebû Hüreyrenin Sahiheyn'deki hadîsi ile istidlal ettikleri gibi, teavvüz hususunda da *bu hadîsle ihticâcda bulunmuşlardır. Sahiheyn hadîsinden murad, Hz. Ebû Hüreyre'nin «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bize işittire­rek okuduklarını biz de size işittiririz. Gizli okuduklarını biz de size gizli o-kuruz.» sözüdür. Hâl .böyle iken Ebû Hüreyr.e (Radiyallahâ anh) 'in teşbihi besmeleyi aşikâr okumasına nasıl hamledilir. Az yuka­rıda gördüğümüz;

«Allah Tâalâ namaz sûresi olan fatihayı kulumla ikimiz arasında ikiye taksim ettim» buyurdu, hadîsini de Hz. Ebû Hüreyre riva­yet etmiştir. Mezkûr hadîste besmeleden bahsedilmemiştir. Bu onun fa­tihadan olmadığına delildir. Çünkü fatihadan bir âyet olsa onunla başla­ması îcab ederdi. Babımız hadîsi hakkında Ebû Ömer; «Bu hadis muarızların endişesini kesmiştir. Çünkü Te'vil götürmez bir nasstır. Bes­melenin sükûtu hakkında bundan daha açık bir hadîs bilmiyorum.» de­miştir. Ancak buna Müteehhirin-i ulemânın biri, iki vecihle i'tirâz etmiş­tir.

a) Bu hadîsi Müslim'in rivayet etmiş olmasına bakılmaz. Çünkü râvilerderi A1â b. Abdirrahman   hakkında 1bni Maîn söz etmiş ve «Onun hadîsinden hüccet olmaz, zira muztarîptir» demiş. îbni   Adiy   dahî onu yalnız   Alâ   b.   Abdirrah­man 'in   rivayet ettiğini, binaenaleyh hüccet olmayacağını söylemiştir.

b)  Hadîsin sahih olduğunu kabul etsek bile; bâzı rivayetlerinde bes­mele zikredilmiştir. Nitekim   Dâre   Kutnî 'nin Abdullah b. Ziyâd  b.  Sem'ân  tarikiyle   Ebû   Hüreyre   (Radiyallahâanh) 'den tahrîc ettiği rivayette besmele zikredilmiştir. Bü rivayet­ler zayıf ta olsalar Müslim hadîsim iefsîr etmişlerdir. Ondan mak­sat âyet değil sûredir. Buhâri şârihi Aynî bu zata gu cevabı vermiştir:

«Mûterizin cehli ile ifrat derecesindeki taassubu ve düşüncesizliği, sahih bir hadîsi zayıf çıkararak terk etmesine sebep olmuştur. Çünkü hadîs onun mezhebine uymamaktadır. Hadîsin Müslim tarafından rivayet edilmesine de bakılmıyacağım söylemiştir. Halbuki ayni hadîsi A1â'dan İmam Mâlik, Süf yan b. Uy.eyne, îbni Cüreyc, Şuayb, Abdülâziz ed-Derâverdi, İsmail b. Ca'fer, Muhammed b. İshâk, Velid b. Kesir vesaire gibi nice mevsuk imamlar rivayet etmişlerdir. Biz­zat Ala dahi mevsuk ve özü sözü doğru bir zattır. Mûterizin istid­lal ettiği hadîsi ise; yalnız İbni Sem'an rivayet etmiştir.; Ömer b. Abdilvâhid; «İbni Sem'ânı Mâlike sordum, yalancı idi» cevabını verdi;» demiştir. Yahya b. Matn de aynı şeyi söylemiştir. Yahya b. Bükeyr onun hakkında Hişâm b. Urve 'nin; «Vallahi benim üzerimden yalan söyledi ve kendisine riâyet etmediğim bir takım hadîsleri .bana isnad ederek ri­vayette bulundu.» dediğini söylemiştir. İmam Ahmed'in; «O met-rûkü'l hadîstir» dediği, Ebû Dâvud'un da aynı sözü söylediği hattâ; «Yalancılardandır» dediği rivayet olunur.

Hatîb'in Ebû Üveys tarikiyle Hz.. Ebû Hürey-r e'den tahrîc ettiği bir hadîste; «Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) cemaata imam olduğu vakit besmeleyi aşikâr okurdu.» denilmiştir. Aynı hadîsi Dâre Kutnî «Sünen» inde İbni Adiyde «el-Kâmil» nam eserinde rivayet etmişlerse de râvi Ebû Üveys za­yıftır. Onu İmam Ahmed b. Hanbel, İbni Ma'in ve Ebû Hatim zayıf bulmuşlardır. Binaenaleyh münferiden rivayet ettiği hadîsleri ile ihticâc olunamaz; hele de burada olduğu gibi bir şeyi yalnız o söyler de ondan daha mevsuk bir râvi onun aksini rivayet «t-miş olursa istidlal edilmeme işi evleviyette kalır. Gerçi Ebû Üveys ten İmam Müslim dahi hadîs tahrîc etmiştir. Fakat Buhâri ile Müslim bu gibilerin hadîslerini ancak şâhid olarak rivayet e? derler. Hadîsin onlarca mutlaka başka bir aslı vardır. İtimat da onadir. Şâhid olarak rivayet ettikleri hadîsler bir takviyeden ibarettirler. Zayıf olan bir râvinin bilhassa mevsuk râvilere muhalif olan rivayetini asla tahrîc etmezler. Bu bâbda Buhâri ile Müslim üzerine is-tidrak sureti ile eser yazanların bir çokları müsamaha ve tesahül göster­mişlerdir. Bunu en çok yapan da   Hâkim Ebû Abdi11ahdır. Hâkim «el-Müstedrek» nam eserinde; «Bu hadîs Buhâri ile Müslim 'in, yahut onlardan birinin şartı üzeredir» demiştir. Halbuki hadîs ma'luldür. Râvinin bir hadîsi Buhârî veya Müs­lim'de bulundu diye o râvinin her yerde rivayet ettiği hadîsinin sahih olması îcap etmez. Hâkim bu hususta çok müsamahakâr davrandığı için İbni Dihye «Kitabü'1-llim» nammdaki meşhur eserinde o-nun hakkında şöyle demiştir: «Hadîs ulemâsının Hâkim Ebû Abdullah'm söylediklerinden korunmaları îcab eder. Çünkü Hâkim'in hatâsı çoktur, düşüklükleri meydandadır. Ondan sonra gelen­lerin bir çokları bundan gafil bulunmuş ve bu hususatta onu taklit et­mişlerdir.»

Hadîsin Dâre Kutnî 'deki rivayetinde dahî Hz. Ebû Hüreyre'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen cehri namazların her rekâtında besmele çektiği bildiriliyor. Fakat bu ri­vayetin de isnadı sakıttır. Çünkü râvilerden Hâlid b. İlyâs bilittifak zayıftır. Buhârî ile Ahmed b. Hanbel'in o-nun hakkında «Münkerü'l-Hadîs» dedikleri; İbni Maîn'in;«O bir şey etmez; hadîsi de yazılmaz» dediği rivayet olunur, îbni Hibban ise; onun uydurma hadîsleri mevsuk râvilere isnad ederek riva­yet ettiğini söylemiştir. Dâre Kutnî buna benzer zayıf bir ha­dîs daha rivayet etmiştir.

Ümnıü Seleme hadîsine gelince, bu hadîsi Hâkim «el-Müstedrek»- inde rivayet etmiştir. Hadîste Ümmü S eleme (Radiyalîahû anha) 'mn; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda besmele çekti ve onu fatihadan bir âyet saydı» dediği rivayet olunuyor. Aynı hadîsi Dâre Kutnî ile Beyhakî dahi rivayet et­mişlerdir. Fakat bu hadîs de zayıftır. Çünkü râvilerden Ömer b. Hârun-u Belhi mecruhtur. Onun hakkında bir çok hadîs imam­ları söz etmişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel; «Ben ondan hiç bir şey rivayet etmem» demiş. Yahya b. Ma'în onun hiç birşey etmediğini söylemiş, İbni'l Mübarek yalancı olduğu­nu tasrih etmiştir. Hattâ İbni'l Cevzî, Yahy â'dan naklen; «O yalancı bir habistir; hadîsi beş para etmez» demiştir. Besmeleyi is­pat hususunda Hz. Ümmü Selem e'den daha başka hadîslerde rivayet edilmişse de bunların hepsi zayıftır.

İbni Abbâs (Radiyalîahû anhûnut) hadîsini Beyhakî «Sü­nen» inde tahrîc etmiştir. Bunda da Hz. İbni Abbâs'm Besme­leyi fatihadan bir âyet olmak üzere okuduğu bildiriliyor. Aynı hadîsi Tahavî de tahric etmiştir. Lâkin bu hadîs de zayıftır. Çünkü isna­dında   Abdülâzîz   b. Cüreyc   vardır.   Buhârî   onun hadîsine tâbi olunamayacağını söylemiştir. Sonra bu hadîs Ebu Hüreyre hadîsine muarızdır. Çünkü Müs1im 'in rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ikinci rekâta kalktığı vakit kıraete fatihadan başladığı bil­dirilmektedir. Tahavî'nin dahi rivayet ettiği bu hadîs besmelenin fatiha­dan bir âyet olmadığına açık delildir. Zîra fatihadan olsa, ikinci rekâtta onu da okurdu. Gerçi Hakim'in -el-Müstedrek» inde rivayet ettiği îbni Abbâs hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in besmeleyi aşikâr çekerdiği rivayet olunmuş; Hâkim; «Bu hadîsin isnadı sahihtir, hiçbir illeti yoktur» demişse de, hadîs ne sarih ne de sa­hihtir. Sarih değildir; çünkü namazda okunduğuna dâir birşey söylenme­miştir. Sahih te değildir; çünkü: Kavilerinden Amr b. Hassan hadîs uydurmakla meşhurdur. Bunu hadîs sanatının imamı sayılan Ali b. el-Medînî söylemiştir. Ebû Hatim dahi onun hak­kında; «Birşey etmez, yalan söylerdi» demiştir. Aynı hadîsi Dare Kutnî de Ebu's-Salt tarikiyle Hz. İbni Abbâs 'dan rivayet etmiştir. Bu rivayette İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma) «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda besmeleyi aşikâr okur­du» demiştir. Ancak bu rivayet evvelkinden daha da zayıftır. Çünkü Ebu's Salt metruk bir râvidir. Ebû Hatim onun hak­kında; «Bence doğru söyleyen bir kimse değildir» demiş. Dâre Kutnî dahi; «Pis bir rafizîdir» tâbirini kullanmıştır. İbni Abbâs Hazretlerinden Bezzâr, Tirmizî ve Dâre Kutnî1-nin rivayet ettikleri birkaç hadîs daha varsa da bunların da hepsi zayıf olup, hiç biri ihticaca sâlih değildir.

Enes (Radiyallahû anh) hadîsine gelince: Bu hadîsi ondan Muhammed b. Ebu'l Mütevekkil tarikiyle Hâkim ve Dâru Kutnî rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîs te Besmele­nin fatihadan önce aşikâre okunacağı bildirilmektedir. Ancak hadîs İb­ni Huzeym'in «Muhtasar» mda Taberânî'nin «Mücem» inde rivayet, ettikleri Enes (Radiyallahû anh) hadîsine muarız­dır. Çünkü o hadîsde namazda besmelenin gizli okunduğu beyân edilmiş­tir. Vakıa Hâkim 'in başka bir tarikle Hz. Enes'den rivayet ettiği bir hadîste Enes (Radiyallahû anh) 'in; . «Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (Radiyallahû anhûm) 'nin arkalarında namaz kıldım. Bunların hepsi besmeleyi aşikâre çekerlerdi»; demiş. Hâkim hadîsi rivayet ettikten sonra onu şâhid olarak zikrettiğini söylemişse de bundan dolayı ulemânın şiddetli itirazlarına mâruz kalmıştır. Zehebî (673 - 748) «Muhtasar» in da; «Acaba   Hâkim   kitabında böyle uydurma bir hadîsi rivayet etmekten hiç utanmıyor mu? İşte ben Allah için şahadet e-diyorum! Vallahi bu hadîs yalandır.» demiştir.

Hz. Ali hadîsine gelince: onu da Hâkim «Müstedrek» inde Said b. Osman tarikiyle Hz. Ali ve Ammâr (Radiyalîahû anhûmâ) 'dan rivayet etmiştir. Bu hadîse göre de Peygamber (Saliallaha Aleyhi ve Sellem) de farz namazlarda besmeleyi aşikâre okurmuş. Hâkim bunun hakkında; «İsnadı sahihtir. Râvilerinden hiç birine cerh nisbet edil­diğini bilmiyorum» demişse de yine Zehebî «Muhtasar» inda; «Bu haber hiçtir, galiba mevzu olacaktır» demiştir. Kavilerinden Abdur-rahman, münker hadîsler rivayeti ile maruf bir kimsedir. İbni Abdi'1-Hadi;  «Bu hadîs bâtıldır» demiştir.

Semuratü'bnü Cündeb (Radiyalîahû anh) hadîsinin râvilerini Dâre Kutnî ile Beyhakî mevsuk bulmuşlar, Ebu Şamme ile başkaları da hadîsin sahih olduğunu söylemişler­dir. Mezkûr hadîste;

«Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem)'in ilci durağı vardı, Kur.-an okumayı bitirdimî duraklar; bîr de besmeleyi çektiği faman duraklardı»

denilmiştir. Fakat bu hadîs, besmelenin aşikâr okunduğuna değil, gizli o-kunduğuna delildir. Binâenaleyh muarızların gösterdikleri bu delil Hane-fîler lehine şâhiddir.

Hz. Ammâr 'dan A1i (Radiyalîahû anh) ile birlikte rivayet et­tikleri hadîsten başka rivayet yoktur.

Abdullah b. Ömer hadîsini Dâre Kutnî, Ömer b. Hasen tarikiyle tahrîc etmiştir. Bu hadîste İbni Ömer    (Radiyalîahû anh)

«Ben Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr ve Ömer 'in arkalarında namaz kıldım, hepsi besmeleyi aşikâr okurlar­dı» demektedir. Mezkûr hadîs iki tarikle rivayet edilmişse de bunların ikisi de bâtıldır. Çünkü birinci tarikin isnadında İbni Ebû F ti­de y k zikredilmiştir. Halbuki bu zat bu hadîsi hiçbir zaman rivayet etmemiştir. Kendisine rivayet isnadında bulunan râvi Ahmed b. îsâ 'dır. Dâre Kutnî onun yalancı olduğunu söylemiştir. Dâ­re Kutnî 'nin şeyhi Ömer b. Hasen dahi zayıftır; onun zayıf olduğunu bizzat Dâre Kutnî söylemiştir, diğer râvilerden Ca'fer b. Muhammed hakkında da söz edilmiştir. Dâre Kutnî onunla da ihticâc olunmayacağını söyler. Hadîsin ikinci tarî­kinde râvilerden Abâdetü'bnü Ziyâd Şiilerin reis-lerindendir. Hafız Muhammed Nisâbûrî; «Bu adam bilittifak yalancıdır» demiştir. Hadîsin diğer râvisi Yûnus b. Yâ'fûr   dahî zayıftır. Nesaî   ile   İbni   Maîn   onun zayıf olduğunu söylemişler; îbni Hibban; «Bence onunla ihticâc etmek caiz değildir; yine râvilerden Müslim b. Hayyân meçhul­dür.» demektedir.

Nu'man b. Beşir hadîsini Dâre Kutnî «Sünen--inde   Yâkup   b.   Yûsuf   tarikiyle rivayet etmiştir. Bu hadîste;

«Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibril Ka'be'de bana imam oldu ve besmeleyi aşikâr okudu» buyurdular, deniliyor. Fakat bu hadîs­te münker, hattâ uydurmadır. Havilerinden Ahmed b. Hammâd'ı Dâre Kutnî zayıf saymıştır. Diğer râvi Yâkub b. Yûsuf ise hadîs rivayeti ile meşhur değildir. Aynî, Dâre Kut­nî ile Hatîb'in ve diğer hadîs hafızlarının böyle bir hadîsi riva­yet ettikten sonra susmalarını; «pek çirkin bir hareket!» diye tavsif edi­yor».                                                  

Hakem b. Umeyr hadîsini yine Dâre Kutnî9 E-bu'l Kaasim Hüseyin b. Muham me d tarikiyle Hâkem'den tahrîc etmiş ve «Hakem, Bedir gazasına iştirak eden Sahabe-i kiramdandır.» demiştir. Mezkûr hadîste Hâkem: «Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında namaz kıldım. Besme­leyi gece namazları ile sabah ve cuma namazlarında aşikâr okurdu» de­miştir.

Fakat Aynî'nin beyanına göre bu hadîs garip ve münker hadîs­lerdendir. Hattâ bâtıldır. Zira Hakem b. Umeyr Bedr gaza­sına iştirak etmediği gibi, o gazaya iştirak edenler arasında Hakem b. Umeyr adında bir kimse de yoktu. Hattâ Umeyr'in sa-habî olduğunu bilen de yoktur. Kendisinden birçok münker hadîsler ri­vayet olunmuştur. Zehebî; «Hakem b. Umeyr yahut Amru's-Sumâli el-Ezdî 'nin isnadı zayıf hadîsleri vardır.» demiştir. Ondan rivayet eden Musa b. Habib ise;, hiçbir saha-bi ile görüşmemiş, hattâ meçhuldür. Hadîsi ile ihticâc olunamaz. Taberânî «Mücem-i Kebîr» inde Hakem b. Umey r*den bahisle, ondan on küsur münker hadîs rivayet etmiştir, İbrahim b. Habib, Dâre Kutnî 'nin hatâ olarak zikrettiği bir, isim­dir. Doğrusu İbrahim b. İshâk es-Sînî'dir. Ayni isim­de Dâre Kutnî iki hata yapmıştır. Çünkü Sînî'yi de Dabbî   şeklinde okumuştur» diyor.

Muâviye hadîsine gelince: Bu hadîsi Hâkim «el-Mtis-tedrek» inde Abdullah b. Osman tarikiyle Enes b. Mâlik (Radiyaliahû anh) 'dan rivayet etmiştir. Mezkûr hadîste Hz. Muâviye'nin Medine'de sabah namazı kıldığı, besmele ile başla­yarak Ümmü'l - Kur'an'ı  (Fatihayı)  okuduğu, Fatihadan sonra okuduğu sûre için besmele çekmediği, bütün namazı bu minval üzere kıldığı, eği­lirken tekbir almadığı, namazdan sonra kendisine; «Namazı çaldın mı, yoksa unuttun mu? Hani besmele, hani eğilip doğrulduğun zaman tek­birler, nerede kaldı?» denildiği, ondan sonra .Muâviye’nin bir da1ha bunları bırakmadığı beyân ediliyor. Hâkim bu hadîs için; «Müs1im'in şartı üzere sahihtir.» demiştir. Aynı hadîsi Dâre1 Kutnî dahî rivayet etmiş ve bütün râvilerinin hep mu'temed olduk­larını söylemiştir.

İşte İmâm Şafiî 'nin besmeleyi aşikâre okuma hususunda iti-mâd ettiği Muâviye hadîsi budur. Hatîb; «Bu bâbda iti­mâda şayan en güzel hadîs budur.» demektedir. Fakat onun râvilerinden Abdullah b. Osman hakkında da söz edilmiştir. Bu zât Müs1im 'in râvilerinden de olsa Yahya b. Mâin; «Onun hadîsleri kavi değildir,» demiş. Nesaî onun hadîslerinin kavi değil, gevşek olduğunu söylemiş. Aliy b e1-Medini ise; «Mün-kerü'l hadîstir.» demiştir. Bu ihtilâflardan dolayı onun yalnız başına ri­vayet ettiği hadîsler kabul edilmez. Halbuki hadîsin isnadı muztarib ol­duğu gibi, metni de şazz ve mualleldir. Zîra mevsuk ravilerin Enes (Radiyallahû anh) 'dan rivayet ettikterine muhaliftir. Bu hadîs Hz. Enes'in bizzat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hulefâi Râ-şidin'den rivayet ettiği hadîse muhalif olduğu halde, kendisinin onunla istidlal etmesine imkân var mıdır? Nitekim Enesle sohbetleri ol­duğu bilinen râvilerden hiçbiri ondan böyle bir şey rivayet olunduğunu bilmemektedir.

Enes (Radiyallahû anh) Basra'da yaşardı. Hz. Muâviye Medine'ye geldikten sonra Enes (Radiyallahû anh) 'in onunla beraber bulunduğunu söyleyen yoktur. Zahire göre beraber değildiler. Bu da Muâviye hadîsini reddeden bir delildir. Bir de Medine'lilerin ö-. teden beri mezhebi besmeleyi aşikâr okumamakdır. Hattâ bazılarına gö­re besmele hiç okunmaz. Urvetü'bnü-z Zübeyr ki; yedi 'fakîhin biridir: «Ben imamlara yetişdim, onlar kıraete fatiha ile başlar­lardı» demiştir. Şu halde sünnet bildikleri bir şeyi yapan Muâviye (Radiyallahû anh) 'a itirazda bulunmaları ma'kul olur mu?

Büreyde hadîsini Dâre Kutnî ile Hâkim tahric etmişlerdir. Bu hadîste Hz. Büreyde şöyle demektedir;

ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana namaza durduğun .vakit Kur'an'a ne ile başlarsın?» dedi.

«— Besmele ile başlarım» cevabını verdim.

«— Tamamdır» buyurdular. Ancak hadîsin bütün senedleri hiçden i-barettir.

Câbir hadîsini yine Hâkim «el-İklîl» nam eserinde tahric etmiştir. Mezkûr hadîste Câbir (Radiyallahû arifi) , Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bana;

Namaza durduğun vakit ne okuyorsun, dedi, fatihayı okurum de­dim, «besmele çek» buyurdular.» diyor.

Fakat bu emir besmelenin aşikâre okunacağına delâlet etmez.

Ebû Saîd-i Hudrî (Radiyallahû anh) hadîsini Hafız Bûşencî tahric etmiştir. Bu hadîste Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in onlara akşam namazını kıldırdığı ve besmeleyi aşikâre o-kuduğu bildiriliyorsa da, hadîsin isnadı hakkında söz edilmiştir.

Talhatü'bnü Ubeydillah hadîsini yine Hakim «el-İklîl» de Süleyman b. Müslim tarikiyle rivayet et­miştir. Hadîste;

«Her kim Ummü'l Kur'ân'dan besmeleyi terkederse Allah'ın kitabından bir âyet terketmis demektir» buyurulmuşsa da, bu da besmelenin aşikâr okunacağına delâlet etmez.

Abdullah b. Ebî Evfâ hadîsim Dâre Kutnî zayıf bir isnadla tahrîc etmiştir. Bu hadîste;

«Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e bir adam gelerek;

«— Ben Kur'ân'dan birşey anlamıyorum; bana ondan yetecek kada­rını öğretiver, dedi. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'de ona demesini öğretti.» deniliyorsa da hadîs

hem zayıf hem de besmelenin aşikâre okunacağına delâlet etmemektedir.

Ebû Bekr Sıddık (Radiyallahû an/ıjhadîsim Hafız Ebu‘1 Kaasım el-Gâf ikî, «el-Müselsel- adlı eserinde tah­rîc etmiştir. Senedi meçhullerle doludur. Bu hadîste Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Cibril (Aleyhisselâm) 'dan, o da İsrâ fil (Ateyhisselâm) 'dan, o da Rabbü'l Âlemin hazretlerinden naklen Teftlâ hazretleri:

«Her kim namazında fâtihay-ı kitaba bitişik olarak besmeleyi okuna ben onun günahlarım affederim» buyurdu, deniliyor; Fakat hadîs hem zayıf, hem de besmelenin aşikâr okunacağına delâlet etmemektedir.

Mücâlid b. Sevr ile Bişr b. Muâviye hadîsi­ni Hatîb tahrîc etmiştir. Senedinde meçhuller vardır. Mezkûr ha­dîse göre, Mücâlid ile Bişr hazerâtı Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)’e gelen hey'etler arasındaymışlar. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve SelfemJ kendilerine «Yâ-Sin» i Öğretmiş, Fatiha ile Muavvere-teyn sûrelerini okumuş, Kur'ân'a başlarken besmele çekmelerini ve namazda onu aşikâre okumalarını tâlim buyurmuş. Bu hadîs te ihticaca sâ-lih değildir.

Hüseyin b. Urfuda hadîsini Ebû Mûsel-Medînî tahrîc etmiştir. Hadîsin isnadında meçhul râvîler vardır. Bu ha­dîste de Besûl-ü Ekrem  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz.  Hüseyin'e:

«Namaza kalktın mı besmeleyi çek: Tâ ki fatihayı besmele ile bitirmiş olasın!...»  buyurmuştur. Bu hadîs dahî istidlale sâlih değildir.

Ebû Mûse'I Eş'arî hadîsine gelince: onu da Bûşencî tahrîc etmişse de isnadı hakkında söz edilmiştir. O da istidlale sa-lih değildir. Mezkûr hadîste; «Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) besmeleyi aşikâr okurdu» denilmektedir.

Buhârî sarihi Aynî diyor ki: «Besmelenin namazda aşikâ­re okunacağını bildiren hadîsleri rivayet edenler çoksa da, bu hadîslerin hepsi de zayıftır. Ve sahîh kitaplara alınmadıkları gibi, meşhur müsned-lerde de bulunmamaktadırlar. Bunların ekserisini Hâkim ile Dâre Kutnî 'nin rivayet ettikleri görünür. Hâkim'in bu bâbda müsamahakâr davrandığını, zayıf hattâ bazı mevzu' hadîsleri sahih diye kabul ettiğini az yukarıda gördük. Dâre Kutnî'ye gelince: o da kitabını garip, şâzz ve muallel hadîslerle doldurmuştur. Onda nice hadîs­ler vardır ki; bu hadîsler başka yerde bulunmaz. Kavileri arasında tarih kitapları ile cerh ve tâ'dil kitaplarında bile bulunmayan nice yalancılar, zayıflar ve meçhuller vardır ki: Amr b. Semr, Câbir b. Cû'fi, "Hasan b. Muhârik, Ömer b. Hafs Mekkî, Abdullah b. Amr b. Hassan, «yalan da­ğarcığı» lâkabı verilen Ebu's-Salt el-Heravî, Ömer b. Harun el-Belhî, İsa b. Meymun el Medenî vesaire hep bunlar meyânındadır. Böyîelerinin rivayet ettiği hadîslerle Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten rivayet et­tikleri, ondan da birçok mevsuk imamların rivayette bulundukları bir hadîse nasıl muaraza edilebilir. O mevsuk imamlardan birisi Kata-d e 'dir ki; zamanının en büyük hafızı idi. Ondan da hadîste Emîrü'l Mü'minin lâkabını alan Şû'be rivayet etmiştir. Ümmet onu kabul ile telâkki eylemiştir. İşte Buhârî bu kadar şiddetli taassubu ve Ebû Hanîfenin mezhebine ifrat dereceye varan hücumları ile beraber, kitab-ı sahihine o zayıf râvîlerden hiç birini koymamıştır. Sahihinde tahrîc et­mek için besmelenin aşikâre okunacağını bildiren sahîh bîr hadîs bula­bilmek ümidiyle pek çok meşakkatlere katlanmış, fakat böyle bir hadîs bulamamıştır. Müslim de öyledir. O da bu bâbda hiçbir şey zik-retmemiştir. İkisi de bu bâbda sadece Enes hadîsini tahric etmişler­dir ki; o da besmelenin gizli okunacağına delâlet eder. Şayet: Sen; «Onlar her sahih hadîsi kitaplarına almayı iltizam etmemişlerdir. Binâenaleyh kitaplarına almadıkları sahîh hadîsler meyâmnda besmelenin aşikâre o-kunacağını bildiren sahîh hadîsleri de terk etmiş olabilirler» dersen ben de derim ki: Bu sözü ancak muannitler yahut şaşkınlar söyleyebilir. Çünkü besmelenin aşikâre okunması meselesi en güzide ve fıkhın en müş­kül, en münâkaşa götüren, kitaplarda en çok yer alan mes'elelerinden biri­dir. İnsanın Buhârî'nin kendi şartına uygun veya yakın böyle bir hadîs bulmuş olsa, kitabını ondan hali bırakmayacağına insanın Al­lah'a müekked yeminler vereceği geliyor. Buhar î'nin böyle bir hadîs bulduğu halde kitabına almadığını teslim etsek işte Ebû Dâvud, işte Tirmizî, işte Nesaî ve îbni Mâce!... Bu zevatın kitaplarında sakîm ve zayıf senetli hadîsler yer aldığı halde, besmelenin aşikâr okunmasına dâir hiçbiri bir tek hadîs tahrîc etmemiş­tir. Eğer bu zevat nazarında o hadîsler tamamiyle hiçten ibaret olma­saydı, onları bırakmazlardı; içlerinden yalnız Nesaî bir tek Ebû Hüreyre hadîsi rivayet etmiştir. Sözde bu hadîs muhâliüerce o rivayetlerin en kuvvetlisidir. Halbuki az yukarıda biz onun da birçok vecihlerden zayıf olduğunu beyân ettik. Eğer besmelenin aşikâre okuna­cağını bildiren hadîsler, gizli okunacağını bildiren hadîslere birkaç ve-cihle tercih edilirse:

Bu vecihlerden birincisi: Kavilerin çokluğudur. Çünkü gizli okunaca­ğını bildiren hadîsleri sahabeden yalnız iki kişi rivayet etmiştir. Onlar da Enes b. Mâlik ile Abdullah b. Mugaf iel-dir. Aşikâre okunacağını bildiren hadîsleri ile yukarıda arzettiğimiz şe­kilde yirmibirden fazla sahâbî zikretmiştir.

İkincisi gizli okunacağını bildiren hadîsler nefiy bildirmekte; aşikâ­re okunacağını bildirenler ise; ispata şehâdet etmektedir. İspat nefye ter-cîh edilir.

Üçüncüsü Ene s'den filcümle besmeleyi inkâr ettiği rivayet o-lunmuştur. İmam Ahmed ile Dâre Kutnî 'nin rivayet ettikleri Saîd b. Zeyd, Ebû Seleme hadîsinde Enes 'e sordum, Resûlüllah (SaîtaUahü Aleyhi ve SeUem) besmele çeker de fatihayı ondan sonra mı okurdu, dedim. Enes; Sen bana bellemediğim bir şeyi soruyorsun; yahut; Senden Önce bunu bana soran olmadı, cevabım verdi.» deniliyor. Dâre Kutnî; Bu hadîsin isnadı sahihtir diyor, dersen, ben de derim ki:

Birinci vechin cevâbı şudur: Hâvilerin çokluğuna itimad ancak delîl sahih olduktan sonradır. Besmelenin aşikâre okunacağmı bildiren hadîs­ler içinde ise, sahih ve sarîh bir tek hadîs yoktur. Fakat gizli okunaca­ğını bildiren hadîsler böyle değildir. Onlar sahîh, sarîh, ve sabit hadîsler olup, sahîh kitaplarla ma'ruf müsnedlerds ve meşhur Sünen eserlerinde tahrîc edilmişlerdir. Bununla beraber Hanefîlerden bir cemâat râvilerin Çokluğu sebebiyle tercihe de kail değillerdir.

İkinci vechin cevâbı: Söylediğin şehadet meselesi nefiy suretinde o-lursa mânâsı ispat çıkar. Maamafih bu mesele ihtilaflıdır. Bâzılarına gö­re, Nefiy ile ispat müsavidir. Bir takımları nefiy ispata tercih edilir, de­mişlerdir. Bazıları da bunun aksine kaildirler.

Üçüncü vechin cevâbı: Hz. Enes'in inkârı sahih eserde kendi­sinden rivayet edildiği sabit olan hadîse mukavemet edemez. İhtimal ki Enes (Radiyallahû anh) yaşının geçkin olması sebebiyle sorulduğu an hadîsi unutmuştur. -Böyle haller çok vuku' bulmuştur. Nitekim bir gün kendisine bir mesele sorulduğunda: «Hasan'a gidin de ona sorun. Çünkü o bellemiştir. Biz unuttuk,» cevabını vermiş. Böyle bir hadîsi belleyip de sonradan unutan nice zevat vardır. İhtimal ki soran zat, besmeleyi çek­mek namazda lâzım mı, değil mi anlamak istemiştir. Bu takdirde onun aşikâre veya gizli okunacağından bahis yoktur.

Eğer: Bu hadîslerin araları bulunur, Enes (Radiyallahû anh) uzak olduğu için işitmemiştir. Bir de o zaman kendisi çocuktu denilebilir, der­sen ben de derim ki; Bu söz merduddur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm vefatında ise, yirmi yaşlarında bulunuyordu. Binâena­leyh Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin arkasında tam on sene namaz kılar da besmele çektiğini nasıl işitmez. Bu ihtimalden uzak, hattâ müstahîldir. Sonra Hz. Enes, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde hadîs rivayet etmiştir. Ebû Bekr ve Ömer zamanlarında tam erkeklik çağma ermiş; Osman zamanında ise ol­gunluk devresine vardığı v,e hadîs rivayet ettiği halde bunu nasıl duyma­mış olabilir?

Hâzimi «en-Nâsih Ve'1-Mensûh» nam eserinde; «Besmelenin aşikâre okunacağını bildiren hadîsler sahîh bile olsalar, bizim rivayet et­tiğimiz hadîsle nesh edilmişlerdir.» demiş ve Ebû Dâvûd tari­kiyle Sâid b. Cübeyr 'den rivayet edilen şu eseri ileri sürmüş­tür. Saîd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) besmeleyi Mekke'de iken aşikâre okurdu. Mekke'liler Müseylemetü'r-Rahmân'a taparlardı. Muhammed, Yemâme'nin ilâhına tapıyor, dediler. Bunun üzerine Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) besmeleyi gizli okumaya me'mur oldu. Bir daha vefatına kadar onu aşikâre okumadı» demiştir. Eğer bu hadîs mürseldir, dersen, ben de derim ki:

Evet mürseldir. Lâkin Hulefâ-i Râşidin hazerâtmın fiilleri ile kuvvet bulmuştur. Çünkü onlar Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in son zamandaki umurunu en iyi bilen zevattır. «et-Tevhîd» sahibine şaşarım!

Nasıl ölüp ta besmelenin aşikâre okunacağına dair birçok hadîsler vârid olmuştur. Halbuki Resûl-ü Ekrem (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) 'in onu giz­li okuduğunu sarahaten bildiren yalnız iki rivayet vardır. Biri İbni Mugaffe1'dendir ve zayıftır. Diğeri Enes 'dendir ve o da ihti-cacdan sükûtunu îcab ettirecek derecede mualleldir, diyebilmiştir. Bu ol­sa olsa basiretsizlikten ve bâtıl olan ifrad derecedeki asabiyetin şidde­tindendir. Yukarıda hakkı bildikleri halde zulmeden mutaassıpların ha­lini görmüştün, onlar hakka karşı göz yummuşlardır. Bundan daha acaip olmak üzere, bazıları bu fende yedi tülâ sahibi olduklarım iddia ederler. Bu adam nasıl oluyor da besmelenin aşikâr okunacağım ispat edenlerin hadîsle amel alettâyin lâzımdır, diyebiliyor. Bu adam nasıl cesaret edip te kabulden imtina ettiği bu söz kendinden sâdır olabiliyor. Ona göre, besmelenin aşikâr okunacağını gösteren hangi hadîs sahîh olmuştur ki bu sözü söyleyebiliyor!»

5- Besmele Kur'an'dan mıdır, değil midir meselesini yukarıda kısaca arzetmiştik. Sahîh kavle göre Hanefîler'ce. besmele Kur'ân'dandır. Çün­kü mushafın iki kapağı arasına vahiy ile yazılan her şeyin Kur'ân-ı Ke-rîm'den olduğuna bu ümmetin ulemâsı icma' etmişlerdir. Besmele de o yazılanlar meyânındadır. Buna binaen besmele Kur'ân niyeti ile okunur­sa İmam Azam'a göre farz olan kıraet eda edilmiş olur. Çünkü besmele Kur'an'dan bir âyettir. Hanefiyye ulemâsından bazılarına göre: Yalnız besmele ile farz olan kıraet eda edilmiş olmaz. Çünkü besmelenin tam bir âyet olup olmadığı ihtilaflıdır. Evzâî'nin ; «Allah Teâlâ, Kur'ân'da besmeleyi yalnız Nemil sûresinde inzal buyurmuştur; o tam bir âyet değildir.» dediği rivayet olunur. Bu suretle besmelenin tam bir âyet olup olmadığı hususunda şekk hasıl olmuştur. Binâenaleyh şekkle kıraet caiz değildir. Kur'ân kasti ile cünüp, hayz ve nifaslı kimselerin besmeleyi okumaları haramdır. Kerhî 'nin rivayetinde kıyasen me­sele zahirdir. Çünkü o rivayete göre cünüp ve emsali kimselere yarım âyet okumak da haramdır. Tahavî rivayetine göre de haramdır, zîra bes­melenin tam bir âyet olması ihtimali vardır. Binâenaleyh mezkûr kim­selerin onu okumaları ihtiyaten haramdır. Hanefîye ulemâsının muhak­kikleri buna. kaildirler. İbni'l -Mübarek ile Dâvûd-u' Zahirî ve ona tâbi' olanların kavilleri de bu olduğu gibi, aynı ka­vil İmam Ahmed b. Hanbe l'den dahi nassen rivayet olun­muştur.

Ulemâdan bazılarına göre: Besmele Kür'ân'dan değildir; yalnız Ne­mil süresindeki besmele, oradaki âyetin bir cüz'üdür. İmam Mâ1ik'in kavli bu olduğu gibi Hanefîler'le Hanbelîler'den bazıları da buna kail. olmuşlardır.

Bir takım ulemâ besmelenin her sûreden bir âyet veya yarım âyet olduğunu söylemişlerdir,. îmam Şafiî ile ona muvafakat edenlerin meşhur kavli budur. İmam Şafiî 'den diğer bir rivayete göre bes­mele" yalnız Fatiha, sûresinin ilk âyetidir; diğer sûrelerin ilk âyeti değil­dir. Sûre başlarına yazılması ve sûrelere onunla başlanması, onunla te-berrük içindir.

Tahâvî: Resûlüüah (SallaUahü Aleyhi ve Selîem) 'in besmeleyi aşikâre okumadığı, sabit olunca onun Kur'ân'dan da olmadığı sübut bul­muştur. Kur'ân'dan olsaydı onu da Kur'ân gibi aşikâre okurdu. Görül-müyormu ki, Kur'ân'm sair yerleri gibi Nemil süresindeki besmeleyi â-şikâre okumak vâcibtir. Çünkü oradaki besmele Kur'an'dandır. Hem besmelenin teavvuz ve iftitah gibi gizli okunması sabit olmuştur. Biz o-nun mushafta gerek Fatiha, gerekse diğer sûrelerin başlarına yazıldığxnı görmekteyiz. Fâtiha'dan başka yerlerde âyet olmayınca Fâtiha'dan da â-yet olmadığı sübût bulur» demiştir.

İmam Şâfiî'nin: «Besmele her sûreden bir âyettir, dediği ri­vayet olunur. Şafiî 'den önce bunu söyleyen yoktur. Selef arasın­daki hilaf yalnız besmelenin fatihadan olup oimamasi hususunda idi. O-nun başka sûrelerden bir âyet olduğunu söyleye.

Tahkîkâ göre: Besmele Kur'ân'dandır. Fakat hiç bir sûreden değil, tek basma indirilmiş bir âyettir. Onun için de her sûrenin başında ay­rı ayrı okunur. Nitekim «Kevser» sûresi indiği vakit Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz onu okumuştur. Bundan dolayıdır ki; Hâfızuddîn Nesefî; «Besmele Kur'ân'dan bir âyettir, sûrele­rin arasını ayırmak için indirilmiştir, demiştir- Ibni Abbâs (Radiyallahû anhûma) 'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) besmele indirilmezden önce sûrenin nerede bittiğini bil­mezmiş. Bu hadîsi Ebû Dâvûd ile Hâkim tahrîc etmişler­dir. Hâkim onun Buhârî ile Müs1im'in şartlarına uygun olduğunu söylemiştir.

Eğer besmele her sûrenin başından bir âyet olmasa Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) onu «Kevser» sûresinin başında okumazdı, der­sen, ben de derim ki:

Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in okumasının buna delâlet ettiğini kabul edemeyiz. Bilâkis, onun ayrı bir âyet olduğuna delâlet e-der. Vahiy hadîsi de bunu gösterir. O hadîste:

Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e melek gelerek «Oku» dedi. Resûl-ö Ekrem  (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

- Ben okumak bilmem   mukabelesinde bulundu, bu üç defa tekerrür etti sonra melek ona dedi eğer besmele her sû­renin ilk âyeti olsaydı melek te evvelâ onu okurdu.»

 

14- Besmele Berae'den Maada Her Sürenin Başından Bir Âyettir Diyenlerin Delil Babı

 

53- (400) Bize Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi M): Bize Ali b. Müshir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhtar K Fülfül, Enes b. Mâ-lik'den naklen haber verdi. H.

Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir, Muhtar'dan, o da Enes'den, naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:

Bir gün Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda idi. Biraz uyku Jtestirdi, sonra gülümsiyerek taşını kaldırdı. Biz, niye güldün  yâ Resûİüllah dedik:

  «Demin bana bir sûre indirildi» buyurdu. Arkasından şunu okudu: «Rahman ve Rahîm olan Allanın adiyle : Gerçekten Biz sana Kevseri

verdik. O halde. Rabbin İçin -namaz kıl. Kurban kes! Sana düşmanlık eden yok mu! İşte ebter odur!...» Sonrû': Kevser nedir bitirmişiniz? dedi. Biz:

  «Allah ve Resulü bilir» cevabını verdik.

  «O Rabbim Azze ve Cellenin bana va d ettiği bir nehirdir. Onun üze­rinde peke ok hayır vardır. O bîr havuzdur; Kıyamet gününde ümmetim ona gelecektir, kabları yıldızların sâyısıncadır. Derken içlerinden,bir kul çıka­rılıp atılacak. Bunun üzerine,ben Yarabbi! O benîm ümmeti m dendir dİyece-ğİm: Allah Tealâ: ümmetinin senden sonra ne bid'atlar îcad ettiğini» sen bilmezsin! diyecek.

"îbni Hucr, kendi hadisinde: «MesciddV'bizim aramızda iken» ve «O kulun senden sonra.ne bid'atlar ettiğini» cümlelerini ziyade eyledi.

 

(:..) Bize Ebû Küreyi; Muhammed b. d-Alâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Fudayl, Muhtar b. Fülfül'den naklet*.haber yerdi. Demiş ki: Enes b. Mâlik'i şunu söylerken işittim:

«Resûİüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellent) 'i biraz uyku kestirirken gör­düm» ve hadîsi İbni Müshir rivayeti gibi. nakletmiş,- yalnız o:

«Rabbim Azze ve Celle'nin cennette bana va d ettiği bir nehirdir, üze­rinde bir havuz vardır» demiş «Kapları yıldızların adedincedir» cümle­sini zikretmemiş.

İğfâe: Uyku kestirme, şekerleme'yapma mânâlarına gelir.Çesulüllah (Sallallctfıü Aleyhi ye Seüem) 'e ekseriyetle vahiy bu halde gçlirdi. Sahihi. Müslim sarihlerinden Ubbi'ye göre; iğfâe'den murad: Resûİüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in konuşulanlardan yüz çevirmesidir. Vahyin geliş şekillerini «Kitabu'1-İman» da görmüştük. Havzu "Kevser hakkında dahi evvelce söz geçmişti.

Şâni': Buğzeden, düşmanlık yapan mânâsına gelir. -Ehter; Kuyruğu kesilmiş demektir. Bundan murâd zürriyeti ve tâbi'leri kalmayan demek­tir. Bâzıları Ebter'in lıâr- türlü hayırdan kesilmiş hayırsız mânâsına gel­diğini söylerler.

Müfessirlerin beyânına göre Kevser sûresi' Âsb. Vâi1 ve em­sali müşrikler hakkında nazil olmuştur. Bunlar Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)e buğzeder, ebter demek küstahlığında bulunurlardı.-Kevser bu hadîste «Cennette bir nehirdir» diye tefsir bayur-ulmaştur. Müfessirler, onun daha başka mânâlara geldiğini de söylemişlerdir. Mez­kûr mânâların içersinde en ziyade göze çarpanı, çok hayır ifade etme­sidir.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Bazı ulemâ sûre başlarındaki besmelenin Kur'ân-ı Kerîm'den olduğuna, bununla istidlal ederler. Nevevî'nin      beyânına göre Müs1im'in bu hadîsi burada zikretmesinden maksadı, besmelenin Kur'ân'dan olduğunu göstermektir.

2- Mescidde ve başkaları huzurunda uyumak caizdir.

3- Büyük bir. zata tâbi' olanların, onun gülümsediğini veya yeni bir şey zuhuruna delâlet eden bir hareketini gördükleri vakit sebebini sormaları müstehabdır.

4- Hadîs-i şerif Havz-ı Kevser'in mevcudiyyetine delildir. Müslü­man a onun varlığına inanmak gerekir. Bu husustaki hadîsler inşallah ki­tabın sonunda görülecektir.

«Sen onların senden sonra ne bİdâtlar îcat ettiklerini bilmezsin» cüm­lesinin izahı taharet bahislerinin baş taraflarında görülmüştü.

 

15- Namaz Kılanın İhram Tekbirinden Sonra Sağ Elini Sol Elinin Üzerine Bağlıyarak Göbeğinin Üstüne ve Göğsünün  Altına  Koyması, Secdede  İse  Ellerini Omuzları Hizasında Yere Döşemesi Babı

 

54- (401) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân rivayet etti (Dedi ki): Bize Hemnıam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Cübâde rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdülcebbar b. Vail, Alkametü'bnü Vâil ile bir aza d ularından, o da Vâil b. Hucr'dan naklen rivayet etmişler ki, Vâil, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) namaza başlarken ellerini kaldırdığını görmüş, tekbir almış (Hemmâm Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'in ellerini kulaklarının hizasına kadar kaldırdığını göstermiş) sonra elbisesine sarınmış, sonra sağ elini sol eli üzerine koymuş; rükûa varmak isteyince ellerini elbisesinden çıkarmış, sonra ellerini kaldırmış; sonra tekbîr alarak riikûa varmış, Semiallattü Ü-men ha mi deh dediği zaman yine ellerini kaldırmış, secdeye gittiğinde el­lerinin araşma secde etmiş.

Buhârî'di bu bâbda Seh1 b. Sa'd (Radiyallahû arih) 'dan şu hadîs rivayet edilmiştir:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında insanlara namaz kılarken sağ ellerin sol elleri üzerine koymaları emrolunurdu» gerek Buhar î'nin, gerekse Müslim'in buradaki hadîsinde ellerin bağlanacağı yer tam tesbit edilmemişse de Vâi1 hadîsinin Ebû Dâvûd ile Nesâi rivayetlerinde; «Sonra sağ elini sol elinin ü-zerine, kolun bilek kısmına bağladı» denilerek ellerin bağlanacağı yer gösterilmiştir. Hadîsi îbni Huzeyme ile diğer imamlar sahih bulmuşlardır. Namazda el bağlama meselesi bir kaç yönden tetkik edi­lebilir:

1- Ellerin bağlanıp bağlanmıyacağı ihtilaflıdır. Hanefîlerle, Şâfiî-lere göre eller bağlanır. îmam Ahmed b. Hanbel ile ishâk'm ve ekseriyetle ulemânın kavilleri de budur. Ashâb-ı kiramdan A1i b. Ebü Tâ1ib ile Ebû Hüreyre  (Radiyallahû arthûma) 'nın tabiînden İbrahim, Nesaî ve Süfyan-ı Sevrî'nin mezhebleri de budur. îbnül Münzir bu kavli îmam Mâlik 'ten de rivayet etmiştir. «el-TevhSd» nam eserde Saîd b. Cübeyr, Ebû Miclez, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, îbni Cerîr ve Davûd-u Zahirî ile As­hâb-ı kiramdan Ebû Bekr ve Aişe (Radiyallahû anhûma) nm ve keza Cumhur-u ulemânın buna kail oldukları zikrediliyor. Tirmizî: «Sahabe ile Tabiîn hazerâtı ve onlardan sonraki ulemâ bunun­la amel etmişlerdir» demiştir. Yine îbnû'l-Münzir î'nin riva­yetine göre Abdullah b. Zübeyr, Hasan-ı Basrî ve îbni Sîrin (Radiyallahû anhûm) namazda ellerini yanlara salarlarmış. İmam Mâlik 'den meşhur olan rivayet de budur. Ona göre namaz uzun sürerse istirahat için sağ eli sol el üzerine koymak ca­izdir. Leys İbni Sa 'd'ın mezhebi de budur. Evzâî'ye gö­re namaz kılan kimse ellerini bağlamakla yana salmak arasında muhay­yerdir.

Hanefîler buradaki Müs1im hadîsinden maada Buhârî rivayeti ile Ebû Dâvûd, Nesaî ve Îbni Mâce 'nin tahrîc ettikleri   Abdullah   îbni   Mes'ud   hadîsi ile   D.âre Kutnî'nin tahrîc ettiği İbni Abbâs ve Ebû Hüreyre rivayetleri ile de istidlal ederler. Mezkûr rivayetlerin her birinde namazda el bağlanacağı beyân edilmektedir. Hattâ İbni Mes'ud hadisinde; Hz. İbni Mes'ud'un namazda sol elini sağ elinin ü-zerine bağladığı, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu görünce 0-nun sağ elini sol elinin üzerine koyduğu tasrih edildiği gibi, İbni Abbâs   hadîsinde de; «Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Biz Peygamberler cemaatı namazda sağ ellerimizi sol ellerimiz üzeri­ne bağlamakla me'muruz, buyurdular» denilmektedir. Yalnız bu hadîs zayıftır.

2- Ellerin nasıl bağlanacağı meselesi dahi ulemâ arasında mevzuu bahis olmuştur. Bunun sıfatı sağ avucunun içini sol bileğin üzerine koy­mak ve bileği avucun ortasında bulundurmaktır. İsbîcabî'nin Ebû Yûsuf'tan   rivayetine göre, sağ elle sol elin bileği tutulur. İmam Muhammed   dahi ellerin böyle bağlanacağını ve bileğin avucun ortasına geleceğini söylemiştir. «el-Müfîd» nam eserde sol elin bileği sağ elin baş ve küçük parmaklan ile tutulur diyor ki muhtar olan da budur. «ed-Dirâye» de sol bileğin büküntüsü, sağ elin avucu ile tutulur denilmiştir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in mezhepleri budur. İmam   Ebû   Yûsuf   ile İmam   Muham­med 'den bir rivayete göre, sağ elin orta parmakları bil»ğin üzerine uzunluğuna yatırılır. Bilek baş ve küçük parmaklarla tutulur. Ulemâmız­dan birçokları bu kavli benimsemişlerdir.

3- Ellerin nereye bağlanacağı ihtilaflıdır. Hanefîlere göre; göbe­ğin altına, Şâfiîlere göre göğsün üstüne bağlanır. Şâfiîlerin «el-Hâvi», «el-Vasît» nam eserlerinde ellerin göğsün altına bağlanacağı bildirilmiştir. İmam  Şafiî (Rahimehullah) İbni   Huzeyme 'nin   «Sahîh» inde Hz. Vâi1 b. Hucr'dan   rivayet ettiği şu hadîsle istidlal eden

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kıldım. Sağ elini sol eli üzerine bağlayarak göğsü üzerine koydu». Nevevî «el-Hülâsa» adlı eserinde bundan başka delil zikretmediği gibi, Şeyh Tâkiyiddîn dahî «el-Imam» nâm eserinde bundan başka birşey söy­lememiştir.

Hanef ilerden «el-Hidâye- sahibi Burhaneddin Merginanî: Ulemâmız bu meselede Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) İn sağ eli sol eli üzerine bağlayarak göbeğin altına koymak sünnettir, ha­dîsi ile ihticâc etmişlerdir» diyor. Ancak Aynî bu hadîsin Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e isnadının doğru olmadığını, bu sözü Hz. Ali 'nin söylediğini beyanla her iki vechin caiz olduğuna işaret ediyor.

4- Ellerin ne zaman bağlanacağı meselesine gelince; bu bâbda esas şudur: İçersinde mesnûn zikir bulunan her kıyam halinde eller bağlanır. Zikr-i mesnûn bulunmayan kıyamda eller salınır. Binâenaleyh kunut du­ası okurken ve cenaze namazı kılarken eller bağlanır. Fakat Rükû'dan doğrulduktan sonra ve bayram tekbirlerinin arasında eller yanlara salı­nır, sahih olan budur.   Ebû  Ali En-Nesefî   ile îmam   Ebû Abdullah   ve diğer bazı zevata göre, Zikr-i mesnûn bulunsun bu­lunmasın her kıyamda mutlak surette eller bağlanır.

5- Elleri göğsün üzerine veya göbeğin altına koymanın hikmeti ta'zimdir. Elleri göğsün üzerine koymak sünnettir, diyenler bunun huşûa daha münâsip olduğunu söylerler ve; «Bunda îman nurunu muhafaza vardır. Binâenaleyh elleri göbeğin altına bağlayıp ta avret mahallini işa­ret etmektense bu şekil daha münâsiptir» derler. Hanefîler ise göbeğin altına koymak daha ziyâde ta'zim ifâde eder. Namaz kılanı ehl-i kitaba benzemekten uzaklaştırır. Avret mahallini örtmeğe ve elbiseyi düşmek­ten muhafazaya vesile olur. Nitekim hükümdarlar huzuruna girerken da­hî ayni şekilde hareket etmek âdettir. Bir de elleri göğse bağlamak ka­dınlara benzemektir. Binâenaleyh elleri göğse değil, göbeğin altına koy­mak sünnettir.» derler.

 

16- Namazda Teşehhüd Babı

 

55- (402) Bize ZÜheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk bize haber verdi tâbirini kullandı. Ötekiler; Bize Cerîr Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan nak­len rivayet etti, dediler. Abdullah şunu söylemiş: Biz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında namaz kılarken «Allah'a selâm, filâna se­lâm» derdik. Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize şunları söyledi:

«Hiç şüphe yokki; selâm Âllahm kendisidir.    Binaenaleyh biriniz na­mazda oturduğu vakit;

Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır selâm sana ey nebiy Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Se­lâm bize ve Allah'ın sâlih kullarına!... desin Çünkü bunu dedi mi, bu söz gökte ve yerde Allah'ın her salih kuluna isabet eder   Bundan sonra;

Ben Allahtan başka ilâh olmadığına şahadet ederim. Ben Muhammed'İn Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna da şahadet ederim: (desin) bundan sonra dilediğini istemekte muhayyerdir.

 

56- (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile îbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Şu'be Mansûr'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti (yalnız) sonra dilediğini İstemekte serbesttir, cümlesini söylemedi.

 

57- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüse­yin el-Cû'fî Zâide'den, o da Mansûr'dan bu isnadla yukarıdakilerin ha­dîsleri gibi rivayette bulundu. Bu hadîste «sonra dilediğini yahut sevdi­ğini istemekte muhayyer kalsın» ibaresini zikretmiştir.

 

58- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da Şakîk'ten, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen haber verdi. Abdullah: «Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seltem) 'le birlik­te namazda oturduğumuz vakit...» diyerek Mansûr'un hadisi gibi rivayette bulunmuş ve hadîsin sonunda sonra dua etmekte serbesttir» demiş.

 

59- (...) Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Nuaym rivayet etti. (Dedi ki): Bize Seyf b. Süleyman rivayet etti. Dedi ki: Mücâhid'i, bana Abdullah b. Sahbera rivayet etti, derken işittim. Demiş k i:İbni Mes'ud'u şöyle derken işittim:

Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) avucum avuçları arasın­da olduğu halde Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti. İbni Mes'ud Teşehhüdü yukanki râvilerin naklettikleri tarzda rivayet etti.

Bu hadîsi bütün sünen sahipleri muhtelif lâfızlarla muhtelif râviler-den tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre: Ashab-ı kiram namazda oturdukları vakit «Esselâmü Alâllah» yani selâm Allah'a «Esselâmü ala Fulân» yani filâna selâm derlermiş. Bununla melâikeyi kas-dettikleri îbni Mâce'nin bir rivayetinde tasrîh edildiği gibi, İsmai1î tarikiyle Ali b. Müshir 'den rivayet edilen diğer bir hadîsde de «Melekleri sayardık», başka bir rivayette «Meleklerden Allah'ın dilediği kadarını sayardık» denilmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hale muttali olunca; ashabın bu yanlış hareketlerini tashih ederek namaz oturuşlarında «ettehiyât» okumalarını kendilerine öğretmiştir. Çünkü selâm her nevi âfet, kusur ve ayıptan beri olmak ma­nasınadır. Bunların maliki Allah-ı ZülcelâTdir. Şu halde Ashab-ı Kiram «Selâm Allah'a» demekle Allah'ın verdiği bu ihsanı ona iade etmiş sayıl­mışlardır. Bu cümleyi Hattâbî şöyle tefsir ediyor: «Selâmdan murad, selâmın sahibi olan Allah'tır, binâenaleyh «Esselâmü alâllah» de­meyin, zîra selâm Allah'tan başlar ve yine Allah'a döner».

Nevevi: , Bunun manası şudur, selâm Allah Teâla'nın isimle­rinden bir isimdir. Yani her türlü noksanlıklardan salim olan mânâsına gelir. Bazıları «velî kullarına selâmet bahşeder, bir takımları da onlara selâm veren mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Daha başka türlü tefsir edenler de vardır» demiştir.

İbnü'l Enbârî: Resûlttllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu ke­limeyi kulları hakkında kullanmalarını ashabına emretmiştir. Çünkü selâmete muhtaç olan ancak kullardır. Allah Teâlâ hazretlerinin böyle bir şeye ihtiyacı yoktur, demektedir. Hadîsin muhtelif rivayetlerinden tehiyyatın her oturuşta okunacağı anlaşılmıştır.

Tahiyyât: Tahiyyenin cem'idir. Tahiyye; selâm demektir. Baka aza­met, mülk ve her türlü âfet ve noksanlıklardan selâmet mânâlarına gel­diğini söyleyenler de vardır. Hattâbî'nin beyanına göre; «et-Tahiyyât» hususî bir takım kelimeler olup bunlarla Araplar hükümdar­larını selâmlarlardı. Fakat onlar Resul-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in talim buyurduğu elfaz olmayıp, «Sabah şerifler hayır olsun» «Lanet görmiyesin» gibi sözlerdi. Bu gibi sözlerle Allah Teâlâ'ya senada bulunul­mayacağı için onlar terk edilmiş, yerlerine ta'zim ifade eden sözler ko­nulmuştur. Enes (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunduğuna göre, Selâm, Mümin, Müheymin, Aziz, Cebbar, Ehad ve Samed gibi isimler Allah-u Teâlâ'nın Esma-i hüsnasındandır. İşte Allah'a tahiyyât bu gibi isimlerle yapılacaktır. Tahiyyâttan murat da bunlardır.

Salâvat: Salâtm cem'idir. Bundan murad namazlardır. Ezherî'ye göre; salâvât ibadetler demektir. Şeyh   Takİyüddin:

«İhtimal salavâttah murad: ma'lûm namazlardır. Ve cümle şöyle tak­dir edilir. Bu namazlar Allah için vâcibtirler; onlarla Allah'tan başkası kastedilemez, yahut murad bizim kıldığımız namazların ihlâsım, yani sırf Allah rızâsı için kılındığını haber vermektir» diyor. Maamafih salavâttan rahmet de murad edilmiş olabilir. Bu takdirde mânâ, rahmeti lütfü ihsan eyleyen ancak Allah'tır» demek olur.

Tayyibât kelimesi, tayyibenin cem'idir. Tayyibe güzel, temiz ve he-lâlhoş mânâsına gelir. Burada ondan güzel sözler Allah Teâlâ'yı sıfatla­rına lâyık şekilde senaya elverişli sözler kastedilmiştir. Yine Şeyh Takiyyüddin'e göre tayyibâtı güzel sözlerden daha umumî bir mânâda kullanmak evlâ olur. Yani tayyibât, bilcümle güzel sözler, gıt-zel fiiller ve güzel sıfatlar mânâsına alınmalıdır. Hâfızüdditi Nesefi (Rahimehullah); Tehiyyât sözle yapılan ibâdetler, salavât filî ibadetler, tahiyyât da mâlî ibadetlerdir, demiştir.

Kaadi Beyzâvî salavât ile tayyibât kelimelerinin tahiyyât üzerine matuf, yahut salavât kelimesinin haberi mahzuf bir mübteda 0-labileceğini söylemiştir. Fakat Aynî salâvat ve tayyibât kelimelerinin ayrı ayrı haberleri mahzuf birer müptedâ olduklarını tercih eder. Bu tak­dirde mânâ:

«Salavat Allah'a mahsustur; tehiyyât da Allah'a mahsustur»   demek olur; ve bu iki cümle üzerine affedilir.

Nevevî: cümlesindeki selâm lâfzının iki yerde de eliflâmlı ve eliflâmsız okunabileceğini, ancak eliflâmla okunmasının efdal olacağını kaydetmiştir. Bu lisan itibarı ile caiz olmakla beraber İbni Mes'ud hadîsinin hiç bir tarîkinde mezkûr kelime eliflâm­sız rivayet edilmediği için, namazda caiz değildir. Namazda bu kelime daima eliflâmlı okunur. Yalnız hadîsin İbni Abbâs rivayetinde selâm kelimesi eliflâmsız zikredilmiştir.

Tahiyyât okurken: «Bilcümle tahiyyeler salâvat ve tayyibât Allah'a mahsustur, dedikten sonra, birdenbire hitap gaipten muhataba çevrile­rek;

«Selâm sana ey Peygamber» şeklinde ifade edilmesi dikkate şayan­dır. Zira cümle gaibe hitapla başlamış ve Peygamber'e de selâm denile­rek yine gaibe hitapla sona erebilirdi. Bu nükteye Tiybî ( . - 743) şu cevabı vermiştir:

«Biz Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemy'va lâfzına aynen saha­beye öğrettiği şekilde tâbi oluruz. Ehl-i irfanın tarikatı üzre şöyle de de­nilebilir; Namaz kılanlar tahiyyât ile Melekût kapısının kendilerine a-çılmasını niyaz ettikleri vakit «Hayyi-lâyemût» olan Allah-ü Zülcelâl'in harîmine girmelerine izin verilir de, münâcaat sebebiyle feraha kuvu-şurlar. İşte bunun Nebiy-i rahmet olan Peygamberi Zîşan (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) ve ona tâbi olmak sayesinde meydana geldiği kendilerine ten-bih buyurulmuştur. O halet içersinde mü'minler baktıkları vakit habîbin hareminde habîbi karşılarında görürler de; Selâm sana ey Peygamber, Al­lah'ın rahmetleri ile bereketleri de sana!... diyerek ona yönelirler.»

Yine Tıybî 'nin beyânına göre buradaki selâm kelimesinin elif­lâmlı, yani nıa'rife olarak zikredilmesi ya ahd-i zihnî, yahut ahd-i haricî içindir. Ahd-i zihnî takdirine göre mânâ şudur: Geçen peygamberlere tev­cih buyurulan şu selâm sana da tevcih edilmiştir. Ey Peygamber-i Zî­şan! Geçen ümmetlerin sülehâsına tevcih edilen bu selâm, bize ve bil cümle din kardeşlerimize de teveccüh etmiştir.

Ahd-i haricî takdirine göre buradaki selâm, Teâlâ hazretlerinin

«Allah'ın seçtiği has kullarına da selâm olsun» âyet-i kerîmesine işârettir. Eliflâmm cins için olması da muhtemeldir. Bu takdirde mânâ hakikatim ve kimden sadır olup kime gittiğini herkesin bildiği selâm hem sana, hem bize olsun demektir. Berekât, bereketin cem'idir. Bereket her şeyin çok hayrı demektir. Tıybî'ye göre, bereket ilâhî hayrın her şeyde sübût bulması demektir.

«Selâm bize ve Allah'ın salih kullarına» cümlesinden murad na­maz kılmakta olan imam, cemâat ve meleklerdir.

Salih: Gerek Allah Teâlâ'nın, gerekse kullarının haklarına riâyet eden kimsedir. Salâh bir şeyin kemal-i hali üzere istikâmetidir. Zıddına fesâd derler. Hakikî salâh ancak âhirette olacaktır. Bazan dünyevî hal­lerde salâh ile vasıflanırsa da; bunlar hiçbir zaman fesad şaibesinden hâ­li kalamazlar. Hâlis salâh âhirete ve bahusus peygamberlere münhasırdır.

Hadîsteki cümlesi cümleleri arasına sıkıştırılmış bir cümle-i mu'terizedir. Mezkûr cümle Allah'ın kullarını, bilhassa meleklerini birer birer sayamayacaklarını; fa­kat «Allah'ın sâlih kulları ifâdesi ile bütün meleklerin ve sair sâlih kul­ların ifade edilmiş olacağını bildirmek içindir. Bu cümle Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve Seîlem) 'e mahsus olan «cevâmiu-1-kelim»  dendir.

Hadîsten çıkarılan hükümler inşallah bundan sonraki İbni Abbâs rivayetinin şerhinde görülecektir

 

60- (403) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Mu hamme d b. Bumh b. el-Muhacir dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Ebu'z - Zübeyr'den, o da Saîd b. Cübeyr ile TâvusMan, onlar da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbni Abbâs şöyle demiş:

«Resul ül lalı (Satiallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur ân'dan bir sûre öğ­retir gibi teşehhüdü öğretir ve:

— «Mübarek tahiyyeler salavât-ı tayyibât Allah'a mahsustur, selâm sa­na ey Nebiy! Allah'ın rahmetleri ile bereketleri de sana!.: Selâm bize ve Allah'ın salih kullarına!... Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Mu-hammedin  Resûlüllah olduğuna şahadet ederim» buyururdu.

İbni Rumh'un rivayetinde «Bize Kur'ân'ı öğretir gibi» ifâdesi vardır.

 

61- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû Zübeyr Tâvus'dan, o da İbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti» demiş.

Bu hadîsi Buhârî'den maada bütün Sünen sahipleri tahrîc etmişlerdir. Neyevî'nin beyânına göre; hadîsteki «Mübare-kât, salâvât, tayyibat kelimeleri baştaki tehiyyât üzerine ma'tufturlar. Yalnız ihtisar için aralarından atıf harfi (vav) hazfedilmiştir ki bu Arap lisanında caiz ve maruftur. Hadîsin mânâsı gerek tahiyyât, gerekse on­dan sonra zikredilen «Mübarekât, salâvât» ve «tayyibat» hep Allah'a mahsustur» demektir.

 

Bu  Hadislerden Birkaç Vecihle Hüküm Çıkarılmıştır Şöyle Ki:

 

1- Teşehhüd hakkında muhtelif lâfızlarla Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbâs, Ömer b. H'a.ttâb, Abdullah b. Ömer, Âişe, Abdullah b. Zü­beyr, Câbir b. Abdillah, Ebû Saîd'i Hudrî, Ebû Muse'l Eş'ârî, Selman, Semura ve Ebû Humeyd (Radiyaîlahû anhûm) hazerâtından hadîsler rivayet edil­miştir. Bunlardan Hz. Ömer hadîsini Tahavî, Yûnus b. Abdi1a1â tarikiyle tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîste Ömer (Radiyallahû anh)'in minber üzerinde cemaata teşehhüdü öğrettiği ve şöyle dediği rivayet olunur:

— Tehiyyât Allah'a, zâkiyât Allah'a, salâvat da Allah'a mahsustur; selâm sana ey Peygamber, Allah'ın rahmetleri ile bereketleri de sana! Selâm size ve Allah'ın sâlih kullarına! Ben Allah'tan başka ilâh olmadı­ğına, Muhammed'in de onun kulu ve resulü olduğuna şahadet ederim» deyin.

Bu hadîsi    İbni   Ebî   Şey be   ile   Abdürrezzak' dahi «Musannef» lerinde rivayet etmişlerdir. Hadîs mevkuf ise de; onu Ebû Bekr b. Merdûye (Merdeveyh) «Kitabü't-Teşehhüd— ünde merfu' olarak rivayet etmiştir.   Abdullah   b.   Ömer   ha­dîsini   Ebû   Dâvûd   tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîste tehiyyâttaki

birinci şehâdetten sonra «Bir olduğuna ve şeriki olma­dığına» ibaresi ziyade edilmiştir. İbni Ömer hadîsinin daha baş­ka rivayetleri de vardır. Bunları Taberânî, Tahâvî ve Bezzâr merfû' olarak tahrîc etmişlerdir.

Âişe (Radiyallahû anha) hadîsini Beyhakî «Sünen» in­de tahrîc etmiştir. Bu hadîsin bir rivayetinde:

Bismillâhi, tahiyyât A1Iah'a salâvat, Allah 'a, zâkiyât AlIah'a mahsustur. Ben Allah 'tan başka Allah olmadığına Muhammed'in AlIah'in kulu ve resulü olduğuna şahadet ederim. Se­lâm sana ey Peygamber!.. Al1ah’ın  rahmetiyle bereketleri de sana!» denilmektedir.

Abdullah b. Zübeyr hadîsini Taberânî *el-Kebîr» ve «el-Evsat» nam eserlerinde îbni Lehîa tarikiyle tah­rîc etmiştir. Mezkûr hadîs bir hayli lâfız değişiklikleri ile rivayet edil­miş ve bu tahiyyatın namazdaki ilk oturuşa mahsus olduğu söylenmîşse de Taberânî bu hadîsi yalnız başına İbni Lehîa 'mn rivayet ettiğini söylemiştir. Bu zat hakkında söz edilmiştir.

Câbir 1 Abdillah hadîsini   Nesâî,   İbni   Mâce, Tirmizî ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîsin ba­şında besmele, sonunda da: «Allah'tan cenneti diler, cehennemden de Al­lah'a sığınırım» ziyadesi vardır. Bu hadîsi Hâkim sahih bulmuşsa da Nevevî, «el-Hülâsa» nam eserinde onun merdûd olduğunu, Hâkim 'den daha büyük bir çok hadîs imamlarının onu zayıf bulduk­larını söylemiştir ki; Bunlar meyanında Buhârî, Tirmizî, Nesaî ve Beyhakî de vardır. Ebû Saîd-i Hudrî hadîsini Tahavî tahrîc etmiştir. Bu hadîs îbni Mes'ud ha­dîsine benzemektedir.

Ebû Mûse'l-Eş'ârî hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve Taberânî tahrîc etmişlerdir. Müs1im'in rivayeti babımız hadîsleri arasında az sonra görülecektir.

Muâviye (Radiyallahû anh) hadîsini îbni Mes'ud hadî­sine benzer bir şekilde Taberânî zikretmiştir.

Se1man (Radiyallahû anh) hadîsini Bezzâr «Müsncd» inde Taberânî de «Mu'cem» inde Selemetü'bnü Salt tarikiyle tahrîc etmişlerdir. Bu hadîs dahi İbni Mes'ud hadîsine benzemektedir. Sonunda;

«Bunu namazında oku ama ona bir harf ziyâde ve noksan etme!» de­nilmiştir. İsnadı zayıftır. Semuratü'bnü Cündeb hadî­sini Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir. Bu hadîs te değişik lâfızlarla rivayet edilmiştir. Ulemâdan bazıları isnadını zayıf bulmuşsa da, bu söz doğru değildir. Hadîsin isnadı İbni-Hibbân'ın şartına göre sahihtir.

Ebû Humeyd hadîsini Taberânî tahrîc etmiştir. Ba­zı lâfız farkları ile bu hadîs dahi îbni Mes'ud hadîsi gibidir. Yalnız isnadı zayıftır.

Aynî'nin beyanına göre; bu bâbda Hüseyin b. Ali, Talhatü'bnü Ubeydullah, Enes, Ebû Hüreyre, Fadl b. Abbâs, Ümmü Seleme, Huzeyfe, Muttalib b. Rabîa ve îbni Ebî Evfâ (Radiyallahû anhûm) hazerâtmdan da rivayetler vardır. Bunlarla teşehhüd hakkında hadîs rivayet eden sahabenin adedi yirmi dördü bulur.

2- Hanefîlerle, Hanbelîlere ve Cumhur'u Fukahâya göre teşehhüd hadîsleri içerisinde tercihe şayan olanı îbni Mes'ud (Radiyallahû anh) hadîsidir. Hadîs ulemâsının kavli de budur. Tirmizî: Te­şehhüt hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet e-dilen en sahih hadîs îbni Mes'ud- hadîsidir. Sahabe ve tabiînin ekseri ulemâsı Onunla amel etmişlerdir, demiş. Sonra Ma'mer tari­kiyle Hasîf'ten şu haberi rivayet etmiştir:

«Rüyamda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeİIem) fi gördüm, kendi­lerine; Ümmet teşehhüd hakkında ihtilâf    ettiler, dedim. Resûlüllah

— «Sen Ibnİ Mes'ud teşehhüdünü iltizam et» buyurdular.

Taberânî 'nin «Mu'cem» inde Beşir b. Muhacir tarikiyle Ebû Büreyde 'den , onun da babasından naklettiği bir hadîste, babasının Teşehhüd hakkında; İbni Mes'ud hadîsinden daha güzel bir rivayet duymadım, dediği rivayet olunuyor. Hattâbî dahi rivayetlerin en sahih ve senet itibarı ile en meşhur olanı İbni Mes'ud teşehhüdüdür demektedir. Bunun sebebi Hz. İbni Mesud'un hadîsi merfu' olarak rivayet etmesidir. Ebû Ömer, ek­seri ulemânın İbni Mes'ud teşehhüdü ile amel ettiklerini söy­ler. Nevevî dahi bu rivayetlerin içersinde en sahih olanı bütün muhaddislerin ittifakı ile İbni Mes'ud hadîsidir. Sonra îbn i Abbas hadîsi gelir diyor. Bezzâr teşehhüd hakkında en sahih hadîs İbni Mes'ud rivayeti olduğunu söyledikten sonra, bu ha­dîsin ondan yirmi küsur tarikla rivayet edildiğini bildirmiş ve bunların ekserisini saymıştır. Tahavî, İbni Mes'ud hadîsini «Şerh-ıı Ma'ânil-Âsâr» adlı eserinde oniki tarikten rivayet etmiş ve o babın so­nunda; «Bundan dolayıdır ki biz Abdullah'm rivayet ettiğini müstahsen bulduk» demiştir.

3- İmam Mâlik, Ömer b. Hattâb teşehhüdünün efdal olduğuna kaildir. Çünkü Hz. Ömer bu hadîsi minber üzerinde cemaata öğrettiği halde, bu babda kendisine hiçbir î'tiraz ederi olmamış­tır. Bu da onun tercih edileceğini gösterir. Bazıları bunun tercih edile-miyeceğini söylemişlerdir. İbni Huz.eyme de bunlardan biri­dir.

tmam Şafiî (Rahimehullah) îbni Abbâs teşehhüdünün efdal olduğuna kaildir. Çünkü onun rivayetinde «Mühârekât» ziyadesi vardır. Fakat Hz. Şâfiî'ye cevaben bu ziyadenin ihtilaflı îbni Mes'ud rivayetinin ise müttefekun aleyh olduğu söylenmiştir. İb­ni Abbâs (Radiyaîlahû anh) hadîsini yalnız Müslim rivayet etmiştir. Binâenaleyh tercihe şayan da îbni Abbâs hadîsi değil, ibni Mes'ud rivayetidir. Bir de îbni Mes'ud hadîsi emir sigası ile vârid olmuştur. Başkalarının rivayetlerinde emir sîgası yoktur. Şâfiî'nin tercihe sebep gösterdiği ziyadeyi bizzat îbni Mes'­ud hazretleri inkâr ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in sözü oldu,§unu kabul etmemiştir.

İmam Mâlik (Rahimehullah} hazretlerine dahî Hz. Ömer ha­dîsi mevkuftur. Merfu* hadîse mukavemet edemez, diye cevap verilmiş­tir. «el-Hidâye» nam eserde: «îbni Mesud teşehhüdü ile amel etmek evlâdır. Çünkü onun rivayetinde emir vardır. Emrin en aşağı mer­tebesi istihbab bildirir...» denilmektedir.

4- Teşehhüdün vacip olup olmaması ihtilaflıdır. İmam   Şafiî ile ulemâdan bir cemaata göre, ilk teşehhüd sünnet, son oturuştaki te-şehhüd vaciptir. Cumhur-u Muhaddisin her iki teşehhüdün vacip olduğu­na kaildirler. İmam   Ahmed b. Hanbel'e   göre ilk feşehhüd vacip, ikincisi farzdır.   Ebû   Hanîfe,   Mâlik   ve Cumhuru Fukahâya göre; her iki teşehhüd sünnettir. Yalnız İmam   Mâlik 'ten bir rivayete göre, son teşehhüd vâcibtir.

5- Teşehhüdde gizli okumak sünnettir. Timizi'nin İbni Mes'ud (Radiyalîahû anh) 'dan bir rivayetinde bu cihet tasrih edil­miştir.

6- Namazın sonunda gerek dünya, gerekse âhiret umuruna dair dua etmek caizdir. Şafiî'lerle ekseri ulemânın kavli budur. İmam A'zam'a göre Kuran ve sünnette vârid olmayan duaları okumak caiz değildir.

 

62- (404) Bize Saîd b. Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd, Ebû Kâmil el-Cahderî ve Muhammed b. Abdilmelik el-Emevî rivayet ettiler. Tâfi* Ebû Kâmil'indir. Dediler ki: Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o da Yûnus b. Cübeyr'den, o da Bıttân b. Abdillâh er-Rakaaşî'den naklen rivayet et­ti. Demiş ki:

— Ebû Musel-Eş'arî ile birlikte bir namaz kıldım. Ka'deye sıra gelin­ce; cemaattan biri: Namaz, sadaka ve zekâtla birlikte mi ikrar «dundu? de­di. Ebû Mûsâ namazı eda ederek selâm verince: kalktı ve (demin) şöyle de­yen hangin izdi? diye sordu. Cemâat sükûtu iltizam ettiler. Sonra tekrar: (demin) şöyle deyen hangin izdi? dedi. Cemâat yine sükût ettiler. Bunun ü-zerine Ebû Mûsâ: Bunu galiba sen söyledin ya Hıttân! dedi. Hıttân; Onuf ben söylemedim; beni azarlarsın, diye korktum dedi. Müteakiben cemaattan biri; Onu ben söyledim. Ama bu sözle hayırdan başka birşey kastetmedim, dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ: Siz namazınızda ne diye­ceğinizi bilmiyor musunuz? Gerçekten Resûlüllah (SaîlalUıhü Aleyhi veSellem) bize hutbe okuyarak sünnetimizi beyân ve namazımızı bize tâ­lim eyledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle buyurdular:

«Namaz kılacağınız zaman saflarınızı düzeltin. Sonra içinizden biriniz

size İmam olsun. O tekbir aidimi siz de tekbîr alın dedimi   sizde âmin deyin ki Allah duanıza icabet   buyursun.

İmam tekbir alarak röku'a gitti m İ siz de tekbir alın ve rükû' edin. Çünkü İmam sizden önce rükû* eder; sizden önce rükû'dan doğrulur.»

Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   şöyle devam etti:

«Bu bununla kapanır. İmam dediği vakit sizde deyin Allah sizin bu sözünüzü kabul eder. Çünkü Al­lah tebâreke ve Teâlâ, Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in di­linde buyurmuştur. İmam tekbir alarak secdeye git­ti m i sizde tekbir alın ve secdeye gidin, zîra imam sizden önce secde edecek ve yine sizden önce secdeden başını kaldıracaktır.»

Resûlüllah (Saîlallûhü Aleyhi ve Sellem) (burada  yine): «Bu bununla kapanır. Oturuş anında sizden her hangi biriniz ilk sözü şu olsun

 

63- (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. EM Arûbe rivayet etti. H. Bize Ebû Gâssân el-Misma'î de rivayet etti.  (Dedi ki): Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.

Bize tshâk bin İbrahim dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr Sü­leyman et-Teymî'den naklen haber verdi. Bunların hepsi Katâde'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir. Cerîr'in Süleyman'dan, o-nun  da Katâde'den  rivayetinde şu ziyade vardır:

«İmam okuduğu vakit siz süsün!» Fakat hiç birinin hadîsinde: «Zira   AHah Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Settem)in dilinden  buyurmuştur» ibaresi yoktur. Bu ibare sadece Ebû Kâmirin yalnız başına Ebû Avâne'den rivayet ettiği hadîste mevcuttur.

Ebû İshâk demiştir ki: Ebû'n-Nadr'ın kızkardeşi oğlu Ebû Bekr bu hadîs hakkında söz etti. Müslim ona:

Süleyman'dan daha beli ey işlisini mi istiyorsun? dedi: Ebû Bekr ona şunu da sordu:

— Ya Ebû Hüreyre hadîsine ne dersin? Müslim: O sahihtir, dedi. Ebû Bekr (İmam okuduğu vakit siz susun) hadîsini kasdetmişti. Müslim de; o benim indimde sahihtir, cevâbını verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr; Öy­leyse onu buraya (kitabına) niçin koymadın? dedi. Müslim: Ben kendim­ce sahih olan her şeyi bu kitaba koymuş değilim. Ben buraya ancak u-lemânm ittifak ettikleri hadîsleri koydum, cevabını verdi.

 

64- (...) Bize tshâk b. İbrahim ile İbni Ebî Ömer, Abdtirrezzâk'-dan, o da Ma'mer'den, o da Katâde'den bu isnadla rivayet etti. Bu ha-disde de Ebû Mûsâ:

«Zİrâ   Allah   (azze ve celi).   Peygamber'i (ScdMîahü Aleyhi ve Seltem)in dilinden : buyurdu.» demiştir.

«Namaz, sadaka ve zekâtla birlikte mi ikrar olundu» sözünden murad, bunlar beraberce mî emredildiler? demektir.

Besûlüllah (Sallalkthü Aleyhi ve Seîlem) 'in «Bu bununla kapanır» sö­zünden murad: Rükû' tekbîrini imamın tekbîrinden sonra almanız, rükû'u da imamın rükû'undan sonra yapmanız, rükû'dan imamdan sonra doğrul­manız, imamın rükû'una müsavidir, demektir. Çünkü cemâat rükû*a var­ma hususunda bir an imamdan geri kalırlarsa da doğrulurken de geri kalmaları ile o an kazanılmış ve imamın rükûu ile cemâatin rükûları ta­mamen müsavileşmiş olur. Ayni söz secde hakkında da vârid olmuştur. Bazıları «Buradaki işaret namazın rabtına âiddir. Yani namazın sahîh ol­ması ancak bu şekilde imama tabi* olmakla sağlanır* demiş; bir takımla­rı da işaretin «Amîn» sözünü fatihanın sonuna bağlamaya âid olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Hadîsin bazı rivayetlerinde tesmî'den sonra «Rabbena leke*l Hamd» bazı rivayetlerinde de «Rabbena ve leke'I - Hamd» denileceği talim bu-yurulmuştur. Yanî rivayetlerin bazısında (ve) ziyade edilmiş, bazısında edilmemiştir. Bu sebeple ulemâ her iki vechin caiz olduğunu söylemig-lerdir.

63 numaralı hadîsin sonunda zikri geçen Ebû îshâk Müs1im'den bu kitabı rivayet eden îbrahîm b. Süfyân 'dır. Onun Ebû Bekr 'den naklettiği hâdise şudur: Ebû Bekr, îmam Müs1im'e bu hadîsin sıhhatine dokunacak şekilde ta'n olun­duğunu; buna ne diyeceğini sormuş, Müslim de: Süleyman 'dan daha belleyişli râvi mi istiyorsun? diyerek Süleyman'­ın belleyiş ve zaptı kâmil bir râvfolduğunu, binâenaleyh başkasının ona muhalefeti zarar vermeyeceğini anlatmak istemiştir.

Filhakika bu hadîsteki: «İmam okuduğu vakit sîz susun» ziyadesi ha­dîs ulemâsı arasında ihtilâfı mûcib olmuştur. Beyhakî'nin «Sü-nen-i Kebîr» inde Ebû Dâvûd 'dan naklen bu ziyadenin mah­fuz olmadığı kaydedildiği gibi, yine Beyhakî, Yahya b. Ma-în, Ebû Hatim, er-Râzî, Dâre Kutnî ve Hâ­kim'in şeyhi Ebû Ali en-Nisâbûrî 'nin dahi mezkûr ziyade hakkında söz ettiklerini ve: «Mahfuz değildir,» dediklerini riva­yet eylemiştir. Süleyman Teymî bu ziyade hususunda Katâde'nin bütün ravîlerine muhalefet etmiştir. Ebû Ali en-Ni'sâbûri; «Mezkûr râvilerin bu ziyâdeyi zayıf bulmaları, Müs­lim'in onu sahih bulmasına tercih edilmiştir. Bahusus Müs1im'in onu kitabına almaması da zayıftır diyenleri te'yid sayılmıştır», demiştir.

 

Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Farz namazları için cemâat emrolunmuştur. Bu hususta ulemâ arasında hilaf yok ise de, emrin vücub mu, yoksa nedib mi ifade ettiğin­de ihtilâf etmişlerdir. Bu mesele inşaallah cemâat babında görülecektir.

2- Cemâatin iftitah tekbîri imamın tekbîrinden sonra olacaktır. Nevevî'nin beyânına göre; cemâat bir harf farkla imamdan evvel niyetlense, cemâatin namazı bilittifak sahih olmaz. Çünkü henüz imam olmamış bir kimseye uymuş sayılırlar.

3- Cemâatin imamın tekbîrinden sonra vakit kaybetmiyerek hemen tekbîr almaları müstehabdır. Gecikmeleri namaza bir zarar vermese de, acele tekbîr almanın faziletinden mahrum kalırlar.

4- Nevevî: «Bu hadîste cemâatin imamla beraber âmin de­melerine delil vardır» demektedir. Âmîn: Kabul et mânâsına gelen bir ismi fiildir. Kelimeyi med ve kasırla okumak caizdir.

5- Hadîs-i şerifte cemâatin âmîn demelerine teşvik vardır.

6- İmamın tesmîi aşikâr yapması gerekir. Hadîs-i şerîf, imamın yal­nız «Semiallahü limen hamiden», cemâatin da «Rabbena Lekel-Hamd»

diyeceklerine kail olan Hanefîlere delildir. Şâfiîlere göre imam, cemâat ve yalnız kılan bunların ikisini de söyler. Allahu â'lem.

 

18- Teşehhüdden Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e Salavat Getirme Babı

 

65- (405) Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî rivayet etti. Dedi kî: Mâ-lik'e Nuaym b. Abdillâh el-Mücmir'den dinlediğim, ona da Muhammed b. Abdillâh b. Zeyd el-Ensârî'ninki bu Abdullah b. Zeyd namaz için Ezanı rü'yasında gören zâttır- Ebû Mes'ûd-ı Ensârî'den naklen haber vermiş olduğu şu hadîsi okudum: Ebû Mes'ûd şöyle demiş:

— Biz Sa'd [20] b. Ubâde'nin meclisinde iken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi. Beşir b. Sa'd kendisine: Allah Teâlâ sa­na salavât getirmemizi bize emretti. Yâ Resûlüllah! Acaba sana nasıl sa-lâvât getireceğiz? dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût etti, O derece ki biz keşke Beşir sormamış olsaydı diye temenni ettik;1 Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Allah'ım! Muhammed'e ve âlî Muhammed'e, alî İbrahim'e satöt bu­yurduğun gibi salât eyle! Ve Muhammed ile âl-i Muhammed'e, âl-i İbrahim'e âlemler içinde ihsan buyurduğun bereket gibi bereket ihsan eyiel Zîra sen Hamid ve Mecîdsin; deyin. Selâmda bildiğiniz gibidir» buyurdular.

 

66- (406) Bize Muhammet! b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız İbni'l Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem/den rivayet etti. De­miş ki: İbni Ebî Leylâ'dan dinledim. Dedi ki: Bana Kâ'b b. Ucrâ tesadüf etti de şunları söyledi: Sana bir bediyye takdim edeyim mi? Bir defa Re-sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza çıktı da biz (kendisine Yâ Resûlâllah!) Sana nasıl selâm okuyacağımızı öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyacağız? dedik. Resûlüllah (Saîlalkıhü Aleyhi ve Seüem) :

«Allah'ım! Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e, Al-i ibrahim'e Salât bu­yurduğun gibi salât eyle. Şüphesiz ki sen Hamîd ve Mecîdsin. Yâ Rab Mu­hammed'e ve Al-i Muhammed'e, Âl-i İbrahim'e ihsan eylediğin bereket gi­bi bereket ihsan eyle. Çünkü sen Hamîd ve Mecîd'sin; deyin» buyurdu­lar.

 

67 (...) Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dedi­ler ki: Bize Vekî', Şu'be ile Mis'ar'dan, onlar da Hakem'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet ettiler. Yalnız Mis'ar'ın hadîsinde (Sana bir hediyye takdim edeyim mi?) ibaresi yoktur.

 

68 (...) Bize Muhammed b. Bekkâr rivayet etti. (Dedi ki):   Bize İs­mail b. Zekeriyyâ A'meş ile Mis'ar'dan ve Mâlik b, Miğ'vel'den  bunların hepsi de Hakem'den naklen İm isnâdla bu ^pHîsin mislini rivayet ettiler. Yalnız Hakem: -Allah'ım- demeyip (sâdece) «Muhammed'e bereket ih­san eyle» demiş.

Bu hadîsi Buhârî Kitâbu Ehâdîsi'l-Enbiyâ», «Kİtâbü't-Tefsîr-ve «KitâbüM-Daavât» da, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesas ve İbni Mâce de «Kitafafi's-SalftU da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Buharî’nin   bir rivayetinde hadîsin metni şöyledir:

«Allah'ım! Muhammed'e ve Ali Muhammed'e, İbrahimle Ali hîm'e eylediğin salât gibi salât eyle! Şüphesiz ki Sen Hanûd'sin, Meâd'un Yâ Rab! Muhammed'e ve Âli Muhammed'e, İbrahim'le Ali Ibrâhîaı'e ihsan ettiğin bereket gibi bereket İhsan eyle! Çünkü Sen Haımd'sin, MeâcTsin.»

Hanefilerin namazlarda ihtiyar ettikleri salavât budur.

Âl'in mânâsı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ondan rau-râd bütün ümmettir. Bir takımları «Âl-i Resul, Benî Hâşim ile Benî Mut-talıp'tir» demir. Bazıları da, bundan muradın Peygamber (SaBaUûhü Aleyhi ve Sellem) 'in zürriyeti ve Ehl-i Beyt'i olduğunu Kİylemiglerdir. Nevevî (601 - 676) birinci kavlin muhtar olduğunu bildiriyor. Bereketten mu-râd: Hayır ve kerametin ziyâdesidir. Bazıları, hayır ve kerâmetde sebat ve devam demek olduğunu, bir takımları da her türlü kusurlardan temiz­lemek ma'nâsına geldiğini söylemişlerdir. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e salavât getirmekten maksad: «Yâ Rabbi, Onun nâmı, sânını dünya ve âhiretde yüce kıl, da'vetini meydana çıkar; şeriatını devam ettir; âhiretde ümmeti için ona şefaat hakkı ver; ecrini kat kat ihsan ey­le!» demek olur.

Ulemâdan bâzıları bu hususta şunları söylemişlerdir;

«Allah Teâlâ Hazretleri biz kullarına Peygamberce salavât getirmeyi emir buyurmuş; fakat biz bu vacibi gereği kadar ifâ edemediğimiz onu Allah'a havale etmiş; Yâ Rab! Ona sen salât eyle! Hem b (Aİeyhisselâm) *a nasıl salât buyurdunsa, ona da öyle salât eyle! demişiz. Çünkü Kur*ân-ı Kerîmede Hz. İbrahim (Aieyhîsselâmyhakkmâaz buyurulmuştur.»

«Allah'ın rahmet ve bereketleri sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt!.. Şüphesiz ki Allah Hamîd ve Mecîd'dir [21]

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Hz. İbrahim'den efdâl olduğu halde neden ona İbrahim (Aleyhisseîâm) gibi salavât niyaz edildiği ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Kâadî Iyâz (476 - 544) in beya­nına göre, bu hususda söylenen sözlerin en güzeli şudur: Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu salâvâtı kendisiyle Ehl-i Beyti için istemiş­tir. Tâ ki Allah Teâlâ kendisine tahsis buyurduğu ni'metini, Hz. İbrahim ile onun Ehl-i Beytine nasıl tam olarak ihsan etti ise öylece ihsan bu­yursun. 

Bâzıları: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'm salâvât istemesi kendisi için değil ümmetinedir» demiş; bir takımları, bundan murad: Ni'-metin kıyamete kadar devamı olduğunu söylemişlerdir. «Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu şekilde salâvât istemesi, kendisinin İb­rahim (Aleyhisseîâm) 'dan efdâl olduğunu bilmezden önceye âidtir.» diyen­ler de olmuştur.

Aynî (762 - 855) : «Bu mesele nakısı kâmile benzetme kabilinden değil, hâli bilinmeyen bir zâtı, hâli ma'lûm olanla beyândır.» diyor.

Bu bâbda üç kavîl rivayet olunur: Birinci kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e salâvât: «Ya Rab, Muhammed'e salât eyle!» cümlesidir. «Âl-i Muhammed'e dahî İbrahim ve Âli İbrahim'e salât bu­yurduğun gibi salât eyle!» ifâdesi ayrı bir cümledir. Yâni İbrâhîm ile Âl-i İbrahim'e İhsan buyurulan rahmetin misli Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine değil, ümmetine istenir.

İkinci kavle göre ma'nâ: «Muhammed (Sallallahü A leyhi ve Sellem) ile Âline ihsan buyuracağın rahmet, İbrâhîm ile onun Âline ihsan bu­yurduğun rahmet gibi olsun» demektir. Bu kavle göre istenilen şey rah­metin mikdarında değil, aslında müşterek olmaktır.

Üçüncü kavle göre: Hadîsden murâd, zahirî ma'nâsıdır. Yâni «Yâ Rab, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de İbrâhîm (Aleyhisseîâm) 'a ihsan ettiğin kadar rahmet ihsan buyur.» demektir.

Âl'in ma'nâsı muhtar kavle göre bütün ümmet olunca, «Âl-i İbrâhîm» tâbiri bir çok peygamberlere şâmildir. «Âli Muhammed» de ise peygam­ber yoktur. Bu sebeble içlerinde yalnız bir peygamber bulunan cemâat, bir çok peygamberleri ihtiva eden cemaata katılmak istenmiştir. Resûliillah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Selâm da bildiğiniz gibidir.»  buyurmakla tehiyyatdaki:

cümlesine işaret etmiştir. Cümlesi «Selâm İse size Öğretildiği gibidir.» şeklinde mechûl sîgasîyle de ri­vayet olunmuştur. Fakat ma'nâ birdir.

Hz. Beşîr'in : «Acaba sana nasıl salâvât getireceğiz?» diye sor­masının vechi de ihtilaflıdır. Bâzılarına göre «Salât sözü duâ ile rahmet ma'nâlajı arasında müşterek olduğu için muradın ne olduğunu sormuş­tur. Filhakika mezkûr kelime Allah'a nisbet edilirse rahmet, kula nisbet edildiği zaman duâ ma'nâlarına kullanılır. Bir takımları: «Suâl sâlâtın nev'ine değil, sıfatına âiddir. Yâni, ne şekilde salâvât getireceğiz demek­tir. Yoksa rahmet mi edelim, duâ mı? ma'nâsına değildir. Çünkü rahmet etmek kulun elinden gelmez; kula emredilen şey duadır.» demişlerdir. Suâlin namaz haricindeki salâvât hakkında sorulmuş olması da mümkün­dür.

Ashabın: «Keşke Bişr bu suâli sormasaydı!» temennisinde bu­lunmaları, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in canı sıkıldı zannet­tikleri içindir. Halbuki onun susması canı sıkıldığından değil, vahiy bek­lediği içindi. Nitekim Taberînin rivayetinde: -Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine vahiy gelinceye kadar sustu.» denilerek bu ci het tasrîh edilmiştir.

Hamîd: Çok övülen, yahut kullarının yaptıklarını çok öven; Mecîd: Kemâl derecesine varan mânâsına gelirler. Bu cümleden murad: «Yâ Rab-bî, sen kullarına övülmeleri îcab eden ni'metler in'âm ettin.» demektir.

 

Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namazda ikinci teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e salâvât getirmenin hükmü ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Hanefilerle îmam Mâlik'e ve cumhuru ulemâya göre sünnettir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel farz olduğuna kail­dirler. Onlara göre salâvât terk edilirse namaz bozulur. Bu kavil Hz. Omer ile oğlu Abdullah (Radiyallahû anhâmâ)'dan rivayet p-lunmuştur.   Şa'b î'nin   mezhebi de budur. ,

Nevevî diyor ki: «Ulemâdan bir cemâat, Şâfiî (Rahimehullah) 'm bu hususda icmaa muhalefet ettiğini söylemişlerse de, onların bu kavli doğru değildir. Çünkü Şafiî 'nin kavli, Ş a'b î'nin de mezhe­bidir...»

Bu hususda Kâadi lyâz şunları söylemektedir: «Şafiî (Rahimehullah) şâzz olarak hareket etmiş ve: Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSelIem) 'e salâvât getirmeyen kimsenin namazı fâsid olur, demiştir. A-ma ondan önce buna kail olan bulunmadığı gibi, bu bâbda tâbi olduğu bir sünnet de yoktur. Bu sebeble ulemâdan Taberî ile Kugeyrî'nin de dah.il oldukları bir cemâat, Şâfiî'ye hucûm etmiş; hat­tâ kendi mezhebinin ulemâsından Hattâbî dahi muhalefette bu­lunmuştur...»

Gerçi salâvâtın farz olduğuna delâlet eden bazı hadîsler vardır. Far kat bu hadîslerin hepsi zaiftirler. İbni Mes'ud, tbni Ab-bâs, Ebû Hüreyre, Câbir, Ebû Saîd-i Hudrî.Ebû Mûse'l-Eş'arî ve Abdullah b. Zübeyr (Radiycdlahû anhûm) hazerâtından rivayet olunan sahih hadîslerde ise farziyete delâlet eder bir cihet yoktur.

Nevevî, Şâfiîlerin, buradaki Ebû Mes'ud hadîsiyle is­tidlal ettiklerini; ve bu hadîsin sahih olduğunu söyledikten sonra ikinci bir delîl olmak üzere Ebû Hatim ile Ebû Abdi11âh'ın «Sahih» lerinde, Fadâ1et ü'bnü Ubeyd (Radiyallahû anh) 'dan rivayet ettiKleri şu hadîsi zikrediyor: «Resûlüllah (Sallallahü Akyhi veSellem) namaz kılan bir adam görmüş. Bu zât Allah'a hamd ve tem-cidde bulunmamış; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e de salâvât getirmemiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   de:

— Bu zât acele etti;    diyerek onu çağırmış, ve:

«Biriniz namaz kıldığı zaman evvelâ Rabbine hamdü senada bulunsun; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e salâvât getirsin; sonra dilediği duayı okusun!» buyurmuşlar. Nevevî, Hâkim'in bu hadîs hakkında: «Müs1im'in şartı üzere sahihtir.» dediğini kaydettfcden sonra sözüne devamla: «İşte bu iki hadîs bilicmâ' vâcib olmayan âl ve zürriyete dua gibi şeylere de şâmil olmakla beraber, onlarla ihticâc et­mek yine imkânsız değildir; zîrâ emir vücûb ifâde eder; emrin şâmil ol­duğu bâzı ferdleri başka bir delille vâcib olmaktan çıkarınca, geri kalan ferdleri vâcib olarak kalır.» diyor.

2- Namaz hâricinde salâvât getirmenin hükmü ihtilaflıdır. Hane-fîlerden Kerhî'ye göre ömründe bir defa salâvât getirmek farzdır. Çünkü salâvât getirmek âyette mutlak olarak emir buyurulmuştür. Mut­lak emir, tekrar iktizâ etmez. Şemsül^Eimme Serahsî bu kavli tercih etmiştir. Kemâl İbni Hûmâm da şunları söylemiştir: «Dilin muktezası, salâvâtın ömürde bir defa farz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her anıldıkça vâcib olmasıdır. Meğer ki bir mecliste bir kaç defa anılmış olsun. Bu takdirde her anıldıkça salâvât getirmek (vâcib değil) müstehâb olur. Bu bâbta söylenenler birbirini tutsun tutmasın sen^ bunu yap!..»

Tahâvî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her zikredildik-çe salâvât getirileceğine kail olmuştur. «et-Tühfe» sahibi Tahâvî'nin sözünü ihtiyar etmiştir.

Bir meclisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kaç defa anılsa, bâzılarına göre bir defa salâvât getirmek kâfidir. «el-Mücteba» nâm eserde, her defasında salâvâtın vâcib olduğu bildiriliyor. Kur'ân* okurken ve Cuma hutbesini dinlerken salâvât getirmek vâcib değildir. Ulemâ bir meclisde zikrullâhın tekrariyle zikri resulün tekrar edilmesi arasında fark görürler. Zikrullah için bir defa senada bulunmak kâfidir; fakat sa­lâvât öyle değildir. «el-Kâfî» adlı eserde bir defa salâvâtın vâcib, her a-nıldıkça salâvât getirmenin mendûb olduğu beyân edilmiştir.

Teşmît, yâni aksıran kimseye «Yerhamükâllah» demek de salâvât gi­bidir. Bazıları üçe kadar teşmitin vâcib olduğunu söylemişlerdir.

3- Verilen emrin mâhiyetini anlamayan kimsenin onu sorması ve iyice anladıktan sonra ifâ etmesi lâzımdır. Kâadî Iyâz'a göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sorulan salâvât meselesi, namaz dışındaki ve içindeki salâvâta ihtimâllidir; fakat namaz içindeki salâvâta dâir olması daha akla yakındır. Nevevî, Müslim'in de bu ihtimâli tercih ettiğini ve bu hadîsi onun için burada zikreylediğini söy­lüyor.

Fâide: Müs1îm'in bâzı nüshalarında, son rivayetteki «Muhammed b. Bekkâr» yerine: «Bize bir arkadaşımız rivayet etti» denildiği için, bazıları hadîsin «maktu'» olduğunu söylemişlerse de bu doğru değildir. Çünkü maktu': Tâbiî'den önce senedinden bir râvî dü­şen hadîsdir. Burada senedden düşen râvî yoktur. Olsa olsa rivayet yö­nünden mechûl râvîsi bulunduğu söylenebilir.

 

69- (407) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh ile Abdullah b. Nâfi' [22] rivayet ettiler. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize Ravh, Mâlik b. Enes'den, o da Abdullah [23] b. Ebî Bekr'den, o da Baba­sından, o da Amr [24] b. Süleym'den naklen haber verdi. Demiş ki: Ba­na Ebû [25] Humeyd-i Saidî haber verdi, ki ashâb Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e:

Yâ Re sula İlah, sana .nasıl salâvât getireceğiz? demişler. Resûlüllah (Saliaüahü Aleyhi ve Sellem):

«Yâ Rabb! Muhammed'e ve onun zevcelerile zürriyetine, Âl-i İbrahim'e ihsan buyurduğun salât gibi salât eyle! Muhammed'e ve onun zev­celerile zürriyetine, Âli İbrahim'e ihsan buyurduğun bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü sen Hamîd'sin, Mecîd'sin; deyin.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi   Buhârî:   «Kitâbu'l-Enbiyâ» île -Kİtâbu'd-Deavât- da,

Ebû   Dâvûd,   Nesaî   ve   tbni   Mâce   «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i Şerîf, hüküm i'tibâriyle yukarikiler gibidir. Yalnız bunda «Âli Muhammed» (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) zikredilmemiş; onun yeri­ne Peygamber    (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in    zevceleriyle    zürriyetine

dua edilmesi emir buyurulmuştur.

Buradaki rivayetlerin hiç birinde Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e rahmet okumaktan bahsedilmemiştir. Kâadî Iyâz'ın beyânına göre, bâzı garîb rivayetlerde bu da vardır. Mesele ulemâ ara­sında ihtilaflıdır.

Bir çoklarına göre Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e rahmet okunmaz. İbni Abdilberr bu kavli tercih etmiştir. Bazıları ona rahmet o-kumariın caiz olduğuna kaildirler, ki Ebû Muhammed îbni Ebî Zeyd'in   mezhebi de budur.

Rahmet okunmaz, diyenlerin delili, Peygamber (Sallailahü A leyhi ve Sellem) 'in salâvâtı öğretirken rahmeti zikretmemesidir.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam Ahmed b. Han bel ve Ulemâdan bir cemâat, babımız hadîsleriyle istidlal ederek müstakilleri mü'mihlere salâvât getirilebileceğine kail olmuşlardır. Bir delilleri de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in:

«Yâ Rabb! Âli Ebî Evfâ'ya rahmet eyle!»   hadîs-i şerifidir. Onlar bu­nun: «..

«Sîze salât eyleyen o ve onun melekleridir [26].» âyet-i kerîmesine muvafık olduğunu söylerler.

Ekser-i ulemâya göre peygamberlerden başkasma müstakilleri salâ-vât getirilemez. Meselâ: «Allahümme sallı alâ Ebî Bekrin ve Ömer.»» denilemez. Ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seİiem) le birlikte, yâ-nî ona tebeân diğer mü'minlere de salâvât getirilebilir. Nitekim babımız hadîsleri de bunu göstermektedirler. Bir de bu gibi şeyler nakle müte­vakkıftır. Selef-i sâlihînden böyle bir nakil yoktur. Onlar salâvâtı pey­gamberlere, takdis ve tesbîhi Allah'a mahsus olmak üzere kullanmışlar­dır. Allah Teâlâ hakkında; «Sübhânehû, Tekaddeset Esmâuhû, Tebâreke ve teâlâ, Azze ve Celle» tâ'birlerini kullanmış; fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında bunlardan hiç birini söylememişlerdir.

îmam Ahmed'le ona muvafakat eden ulemânın istidlal ettikleri âyet ve hadîslerdeki salâttan murâd, rahmet ve duadır. Çünkü o de­lillerde «Salât» lâfzı Allah'a ve Resulüne âiddir. Allah ve Resûlü'nün sa-lâtlan ise kulların salâvâtı gibi ta'zîm ve tevkîr değil, rahmet ve duâ ma'nâsına gelirler.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in âl-ü ezvacına ve zürriyeti-ne getirilen salâvât müstakillen değil, ona tebeandır. Müstakillen öhna-mak şartiyle bu caizdir.

2- Bizim Peygamberimizden başka peygamberlerle meleklere salâ­vât getirmenin hükmü dahî ihtilaflıdır. Bâzılarına göre bizim Peygambe­rimizden başka hiç bir kimseye mutlak surette salâvât getirilmez. Bun­ların delili, Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe 'nin tahrîc ettiği İbni Abbâs (Radiyallahû anh) hadîsidir. Mezkûr hadîsde Hz. İb­ni Abbâs:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den başka hiç bir kimsenin bir kimseye salâvât getirmesi icâbettiğini bilmiyorum.» "demiştir. İmam Mâ1ik'in kavli bu olduğu söylenir. Böyle bir kavil, Ömer b. Abdü1âzîz (Radiyallahû anh) ile Süfyân-ı Sevrî 'den de rivayet olunmuştur.

Bir takım ulemâya göre tebean olmak şartiyle salâvât mutlak suret­te caizdir. Bu hususda peygamberlerle şâir mü'minlerin farkı yoktur. Ancak müstakilleri Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SallallahÜ Aleyhi veSellem) 'den başkasına salâvât getirilmez. İmam A'zam Ebû Hanîfe (Rahimehullah) 'in mezhebi de budur. Bunların delili ashâb-ı kiramdan bu hususda bir nakil bulunmamasıdır. Peygamberânı İzam (Aleyhimüsselâm) hazerâtına salâvât getirileceğini bildiren hadîsler de bu işin tebeân yapılacağını gösterirler. Meselâ; Taberânî 'nin Hz. tbni Abbâs'dan tahrîc ettiği merfû* bir hadîsde Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem)

«Bana salâvât getirdiğiniz vakit, Allah'ın diğer peygamberlerine de salâvât getirin; Zira Allah beni gönderdiği gibi onları da peygamber ola­rak göndermiştir.» buyurmuştur. Yalnız bu hadîsin senedi zaîftir.

Tirmizî ile Hâki m'in tahrîc ettikleri Hz. Alî hadî­sinde de:

«Bana ve şâir peygamberlere salâvât getir.» buyurulmuştur. Görü­lüyor ki, bu hadîsler şâir peygamberlere müstakillen değil, bizim pey­gamberimize tebeân salâvât getirileceğine delâlet etmektedirler. Ayni hadîsler Peygamberimiz (SallallahÜ Aleyhi ve Setlem)'e tebeân meleklere salâvât getirilebileceğine de delildirler. Çünkü Teâlâ Hazretleri melek­lere de «Resul» unvanı vermiştir.

Ulemâdan bâzıları gerek şâir peygamberlere, gerekse meleklerle müminlere mutlak surette, yani hem doğrudan doğruya, hem de Peygambe­rimiz (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e tebeân salâvât getirilebileceğine ka­il olmuşlardır. Delilleri, babımızın hadîsleridir.

3- Nevevî 'nîn beyânına göre peygamberlerden başkasına müs­takillen salâvât getirmek Şafiîye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları bunun edebi terk etmekten ibaret olduğunu söylemişlerdir. Sahîh ve meşhur olan kavle göre ise kerâhet-i tenzihiyye ile mekruhtur.

4- tmâmül Haremeyn Cüveynî (419 - 478) şun­ları söylemiştir: «Salât» ile cSelâm» lâfızları ayni ma'nâya gelirler. Bi­nâenaleyh peygamberlerden mâada hiç bir gâib hakkında «selâm» ta'bîri kullanılamaz. Meselâ: Ebû Bekr (Aleyhisselâm) t Ali (Aleyhissetâm) denilemez. Fakat hâzırda, yâni yanındaki mü'minlerle kabirlerdeki mev­taya «Es-selâmü aleyküm ve rahmetullah» denilir.

Şia'nın bir kolu olan Zeydiyye fırkası Hz. Ali (Radiyallahû anh) hakkında (Aleyhissetâm) ta'birini kullanırlar.

70- (408) Bize Yâhyâ b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail -ki İbni Ca'fer'dir- Alâ'dan, o da Baba­sından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim bana bir salavât getirirsa Allah ona on salât eyler.» buyur­muşlar.

Kâadî lyâz'ın beyânına göre bu hadîsin manâsı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bir defa salâvât getiren kimsenin ecrini Al­lah Teâlâ kat kat verir demektir. Bu takdirde hadîs

«Her kim bir iyilik işlerse kendisine o İyiliğin on misli verilir.» [27]

âyeti kerîmesi kabilindendir. Bazı müfessirler buradaki on tâbirinden hu­susî adet değil, çokluk kastedildiğini söylemiş ve buna;

«Mallarını Allah yolunda harcıyanların hâli yedi başak suren ve her başakda yüz tane bulunan bir tohumun hâli gibidir. Allah dilediği­ne kat kat verir.» [28] Âyet-i kerîmesiyle istidlal etmişlerdir. Diğer xnü-fessirlere göre âyetteki ondan murâd en az mikdarı beyândır. Yânî bir iyilik yapana en az on sevap verilecek demektir ki, zahir olan mânâ da budur. Maamafih hadîsteki «Salât» dan zahirî ma'nâsı kastedilmiş de ça­labilir. Yani Teâlâ hazretleri melekler arasında o kulunun şân-u şerefini göstermek için onlara işittirecek bir kelâmla ona rahmet buyurmuş ola­bilir. Niiekim bir hadîsde:

«Eğer kulum beni cemâat içinde anarsa ben o kulumu o cemâatdan daha hayırlı bir cemâat İçinde anarım.» buyurulmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e salâvât ve gibi sözlerle olur. Bir kimse «Yarabbî Muhammed'e yüzbin sâlât eyle» dese acaba fi'len yüzbin defa salâvât getirenler kadar sevaba nail olur mu? Bu suâle bâzıları olmaz, cevâbını vermişler­dir. Ancak onlara göre de bu salâvâttan kazanacağı sevap bir tek salâvlt sevabından kat kat fazladır. Yalnız bilfiil yüzbin. salâvât getiren dere­cesine varamaz.

 

Tesmi', Tahmid ve Te'min Babı

 

71- (409) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Malik'e, Sumen­den dinlediğim, onun da Ebû Sâlih'den, onun da Ebû Htireyre'den nak­len rivayet ettiği şu hadisi okudum: ResûlüUah (Sallaltahü A leyfıi ve Sellem) :

«İmam Semiallahulimen hamideh dediği vakit sizde, Allah ümme Rab­bena lekelhamd deyin. Çünkü bir kimsenin sözü meleklerin sözüne uyarsa o kimsenin geç mi? günahları affolunur.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkub, yâni tbni Abdirrahmân, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hürey-re'den, o da Peygamber (Sallallûhü Aleyhi ve Seliem) 'den naklen Sümey [29] hadîsi manâsında rivayette bulundu.

 

72- (410) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e tbni Şihâb'dan dinlediğim, onun tta Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû SelemetüTraü Abdirrahman'dan naklettiği, onların da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdikleri şu hadîsi okudum: Resûlüllah  (SalLülahü Aleyhi ve Setlem) :

«imam Amîn dediği vakit siz de Amin deyin; zira bir kimsenin Amîn demesi meleklerin Amin'ine tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günah lan affolunur.»   buyurmuşlar.

tbnl Şihâb: «Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) Âmin derdi.» de­miştir.

 

73- (...) Bana HanneletuTmü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen ha­ber verdi. (Demiş ki): Bana tbnül-Müseyyeb ile Ebû Selemetübnü Ab-dirrahmân haver verdi ki, Ebû Hüreyre: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim.» diyerek Mâlik'in hadisi gibi rivayette bulunmuş; valnız râvi tbni Şihâb'm sözünü zikretmemiş.

 

74- (...) Bana Harmeletü'bnti Yahya rivayet etti. (Dedi İsi): Bana tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Amr haber verdi. Ona da Yûnus, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etmiş ki,  Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz namazda Amin dediği vakit gökteki melekler de Amîn der ve bunların her ikisi, birbirine tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günahla» af­folunur;» buyurmuşlar.

 

75- (...) Bize AlM-ıIlah b. Meslemet'el-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mugîra, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Biriniz Âmin dediği vakit gökteki melekler de Amin der ve her ikisi birbirine tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günâhları affolunur» buyur­dular.

 

(...) Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdÜr-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setle/n)*'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

76- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya-kûb, yâni İbni Abdurrahman, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Okuyan imam dediği vakit arkasında ki de

Amin, der ve sözü   Ehl'i Semânın sözüne tesadüf ederse geçmiş günâh lan affolunur.» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbül Ezan» in muhtelif yerlerinde, E -bû Dâvûd, Tirmizî, ve Nesâî «Kitâbü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin bütün rivayetleri fatihadan sonra cemâatin âmin demeleri­nin, bir rivâyetde rükû'dan doğrulduktan sonra «Rabbena lekel-hamd» demelerinin mendub olduğunu göstermektedir.

Âmîn kelimesi, bazılarına göre imâle ile de okunur. Bu kelime «A-min», «Ammin» ve «Ammîn» şekillerinde de okunmuşsa da, bunların hep­si şâzz ve merdüttür. Bilhassa şedde ile «Âmmin» okumak, dört mezhep ulemâsınca hata sayılmıştır. Hattâ Şâfiîlerden bununla namazın bozula­cağını söyliyenler olmuştur. Hanefîîerin «Et-Tecnîs» adlı fıkıh kitabın­da: «Bir kimse namazında Âmin'i Teşdîd ile okusa namazı bozulur.» de­nilmiştir. «El-Hidâye» sahibi dahi: Amini teşdîdle okumak fahiş bir ha­tadır.» diyerek buna işaret etmiştir. Filhakika İmam Â'zam'a göre, Amini şeddeyle okumak namazı bozar, tmameyn'e göre bozmaz; çünkü Kur'ân'ı Kerîm'de «Âmmîn» kelimesi vardır. Fetva îmameynin "kavline göredir.

Arapça'da Âmin kelimesine uyan bir vezin yoktur. Bu kelime vezin itibarı ile Hâbi1 ve Kâbi1 gibidir. Onun için bazıları onun a-sıl itibarı ile yabancı bir kelime olduğunu iddia etmiş, bir takımları da aslının «Ya Allah istecib düâ ena» olduğunu söylemişlerdir. Ulemâdan ba­zıları, kelimenin kasır'la «Amin» okunmasını kabul etmemiş: «Maruf vec-hi medle Âmîn okumaktır.» demişlerdir.

Abdürrezza'k'm Hz. Ebû Hüreyre'den zayıf bir isnadla rivayet ettiği bir hadîse göre, Âmin kelimesi Allah'ın isimle­rinden biridir. Tabiinden Hilâl b; Yesâf 'dan da böyle bir ri­vayet vardır. Fakat Nahiv ulemâsına göre Âmîn ism-i fiîl'dir. Vasıl ha­linde kolaylık olmak üzere nûnu üstün okunur.

Âminin mânâsı hakkında bir çok sözler söylenmiş, ez cümle: Öyle olsun, kabul et, ümidimizi haybete (hüsrana) uğratma, buna senden baş­kası kâadir olamaz, mânâlarına geldiğini söyleyenler bulunduğu gibi; «Âmin, Arş-ı alâ definelerinden bir definedir, onun mânâsını Allah'tan başka bilecek yoktur.» diyenler de olmuştur. Kelime medd ve şedde ile okunursa «seni kastederek» mânâsına geleceği Cafer-i Sâdık hazretlerinden rivayet olunmuştur. Kasır ve şedde ile okunduğu takdir­de aslının İbranî veya Süryânî olduğu söylenir.

«El-Müctebâ» nam eserde, şöyle deniliyor: «Âmînin Kur'ân'dan olma­dığına hüâf yoktur. Hattâ onun Kur*ân'dan olduğunu iddia edenin din­den irtidâdına hükmolunmuştur. İmamın, cemaatın, yalnız kılanın ve na­maz dışında fatiha okuyanın Âmin demesi sünnettir. Fatihadan sonra sû­re okunacağı zaman Âmin denilip denilmiyeceği hususunda ulemâ ihti­lâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre Âmin denilir.» Geçmiş günahların affından maksad, küçük günahlardır.

 

Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır :

 

1- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tesmi' ile tâhmidi İmamla cemâat arasında taksim etmiştir. Binâenaleyh imamın yalnız «Semi Al-lahü limen ha mi deh» demesi «Rabbena lekel-hamd» cümlesini de yalnız cemâatin okuması gerekir. Çünkü taksim, ortaklığa münâfîdir. Hanefîle-rin mezhebi  de budur.

2- Fatihadan sonra Âmin demek mutlak surette müstehâp ise de bunun gizli mi, yoksa aşikâre mi okunacağı ihtilaflıdır. Hanefîlere göre Âmin dâima gizli okunur. Bir rivayette imam Mâli k'in mezhebi de budur. Diğer bir rivayete göre imam Mâlik cehri namazlarda imamın Âmin demiyeceğine kail olmuştur.

Şâfiîlere göre, gerek cemaatla, gerekse yalnız kılınan namazlarda Âmini aşikâre okumak sünnettir.

Bu bâbda her iki ferike delîl olacak bir çok hadîsler rivayet edilmiş­tir. Nevevî (631 - 676) babımız hadîsiyle istidlal ederek-: «Bu hadîs-de cemaatla imamın hep birlikte Âmin demelerine açık delîl vardır.» de­mişse de, bilâkis hadîs, cemâatin imamdan sonra Âmin diyeceklerini gös­termektedir. Çünkü cemâatin Âmini, imamın sözü üzerine (f) haifi ile atfedilmiştir. Mezkûr harf ta'kîp ve tertibe delâlet eder. Binâenaleyh ev­velâ imam, onun hemen arkasından da cemâat Âmin diyeceklerdir.

3- Resûlülah (Satlallahü Aleyhi veSellem)'in: «Bir kimsenin âmin demesi meleklerin âminine tesadüf ederse...» bu­yurmasından murâd: Birlikte âmin demeleridir. Nevevî: «Sahih ve doğru olan da budur.» diyor.

Kâadî Iyâz'a göre bu cümlenin mânâsı âmîn'în sıfat, huşu' ve samimiyet hususunda meleklerin âminine uymasıdır.

Buradaki meleklerden murâd, bazılarına göre Hafaza melekleridir. Daha başka melekler olduğunu söyleyenler de vardır.

1bni Şihâb'ın: «ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) âmin derdi.» sözünden murâd; Onun bu sîgayı kullandığını anlatmaktır.

4-  Nevevî'ye göre bu hadîs namazda fatiha okunacağına de­lildir. Çünkü âmin ancak fatihadan sonra denir.

 

19- Cemaatin İmama Uyması Babı

 

77- (411) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Said, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, Amrûn-Nâkid, Züheyr b. Harb ve Ebû Kûreyb toptan Süf-yân'dan rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize SÜfyân b. Uyeyne, Züh-rî'den rivayet etti. Demiş ki;

— Enes b. Mâlik'i şöyle derken işittim; Peygamber (Saüallahii Aleyhi ve Seîlem) bir attan düştü de, sağ tarafı zedelendi. Bunun üzerine Uz onu ziyaret için yanına girdik. Derken namaz vakti geldi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize oturarak namaz kıldırdı, biz de arkasında oturarak kıldık. Namazı bitirince şöyle buyurdular:

«imam ancak kendisine uyulmak için imam olmuştur. Binâenaleyh o tekbîr aldığı zaman sizde tekbîr alın, secde etlimi siz de secde edin, başım kaldırdı m ı sizde kaldırın. İni a m Semİallahu limen hamideh elediği vakit siz: Rabbena veleke'l - hamd deyini İmam oturarak kılarsa sizde toptan otu­rarak kılın.»

 

78- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Rumh dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbni Şihab'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) bir af dan düştü de, vücûdtt incindi. Bu sebeple bize oturarak namaz kıldırdı.» demiş, sonra yukarda-ki hadîs gibi rivayette bulunmuş.

 

79- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Tunus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bir attan düşerek sağ tarafı zedelenmiş. Râvî yukarkilerin hadisleri gibi rivayet etmiş ve:

«İmam ayakla kıldığı zaman sizde ayakta kılın» cümlesini ziyâde ey­lemiştir.

 

80- (...) Bize tbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'n b. îsâ, Mâlik b. Enes'den, o da Zührî'den, o da Enes'den naklen rivayet et­miş ki:

— Resûlüllah (Salküîahü Aleyhi ve Sellem) bir ata binmiş ve ondan dü­şerek sağ tarafı zedelenmiş. Râvî bunu da yukarkilerin hadîsleri gibi ri­vayet etmiş. Bu hadîste dahi:

«(mam ayakta kıldığı vakit sizde ayakta kılın.» cümlesi vardır.

 

81- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdtir-rezzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zürî'den naklen haber ver­di. Zührî, bana Enes haber verdi ki, Peygamber (Salîalîahû Aleyhi ve Sellem) atından düşerek sağ tarafı zedelenmiş, diyerek hadîsi rivayet etmiştir. Bu hadîste: «Yûnus ve Mâlik» ziyâdesi yoktur.

 

82- (412) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdetu'bnü Süleyman, Hİşâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (SalhilahÛ Aleyhi ve Sellem) hastalandı da, yanma ashabından bir takım kimseler kendisini dolaşmak i{in girdiler, müteakiben Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak namaz kıldı. Onlar da ayakta kendisine uyarak namaz kıldılar. Resûlül­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara otarmalarını işaret etti. Onlar da oturdular. Namazdan çıkınca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«İmam ancak kendisine uyulmak için İmam yapılmıştır. Binâenaleyh o rükû' ettiği vakit sizde rükû' edin rükû'dan basını doğrulttu mu sizde başla­rınızı kaldırın. İmam ourarak kılarsa sizde oturarak kılın.» buyurdular.

 

83- (...) Bize Ebû'r-Rabî' ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki):Bİze Hammâd (yâni tbni Zeyd) rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. De­diler ki: Bize İbni Nümeyr rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti, dedi ki: Bize babam rivayet etti. Bunların hepsi Hişam b. Urve'den bu isnadla bu hadîsin misimi rivayet etmişlerdir.

 

84- (413) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.

Bize Muhanımed b. Rumh da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Efaû'-z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Bj-sûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) hastalandı, biz de o oturduğu haWe arkasında namaz kıldık. Ebû Bekir Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve $elİcm) 'in tekbîrini cemaata duyuruyordu.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Bir ara) bize bakarak ayak­ta kıldığımızı gördü, hemen bize işaret etti. Biz de oturduk ve namazı­mızı ona uyarak oturduğumuz yerden kıldık. Selâm verince şöyle buyur­dular:

«Demin nerdeyse İranlılarla, Romalıların yaptığını yapıyordunuz. Onlar ki railan otururken ayakta dururlar. Siz öyle yapmayın İmamlarınıza uyun. Şayet İmam ayakta kılarsa sizde ayakta kılın oturarak kılarsa sizde oturarak kılın.»

 

85- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Humeyd b. Abdirrahman Er-Ruâsî [30], babasından, o da Ebû'Z-ZÜbeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir:

«Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , arkasında Ebû Bekir olduğu halde namaz kıldırdı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tek­bir aldığı vakit Ebû Bekir de bize işittirmek için tekbir alıyordu» demiş, sonra hadisi yukardaki Leys hadîsi gibi rivayet etmiş.

 

86- (414) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mugîra (yâni El-Hizâmî) Ebû'Z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:

«İmam ancak kendisine uyulmak için imamdır. Şu halde sîz ona muha­lefette bulunmayın; o tekbir aidimi sizde tekbir alın. Rükû ettİmİ sizde Ru-kû'a gidin İmam: Sem ia I la hû limen ham id eh dediği vakit, siz: Allahümme

Rabbena Leke'l-hamd deyin. Secde eltimi sîzde secde edin. O oturarak kıl­dığı zaman sizde hepiniz oturarak kılın.»

 

(...) Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdür-rezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seiiem) 'den naklen tu hadîsin mislini rivayet etti.

 

20- Tekbir ve Sairede Îmamdan Önce Davranmanın Nehi Babı

 

87- (415) Bize İshak b. İbrahim ile İbni Haşrem rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsa b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş, Ehû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seiiem)   bize öğretir, ve:

«İmamdan önce davranmayın; o tekbir aidimi sizde tekbir alın; dedimi sizde âmin deyin rükû' ettiği vakit sizde rükû' edin! Semiallahu limen hamideh dediği vakit siz: Allahumme Rabbena leke'l-hamd deyin» buyururdu.

 

(...) Bize Kuteybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani De-râverdi), Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'­den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seiiem) 'den naklen yukarki ha­dis gibi rivayette bulundu. Yalnız: dediği vakit siz âmin deyin» cümlesini söylemedi. Fa­kat:

«Ondan önce başınızı kaldırmayın» cümlesini ziyade etti.

 

88- (416) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Yala [31] dan - M İbni Atâ'dır - rivayet etti. O da Ebû Alkame'den işitmiş. O da Ebû Hüreyre'-yi şöyle derken dinlemiş: Resûlüllah (SaUaltahü Aleyhi ve Sellem):

«İmam ancak bir kalkandır. O oturarak namaz kılarsa sizde oturarak kı­lın SemiaIlahuIi men hamideh dediği vakit siz Allahumme rabbenâ leke'l-hamd deyin, Şayet yeryüzündekilerin sözü gök ehlinin sözüne tesadüf eder­se o kimsenin geçmiş günahtan affolunur.» buyurdular.

 

89- (417) Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb, Hayve'den rivayet etti. Ona da Ebû HÜreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus ri­vayet etmiş. Demiş ki:

— Ebû Hüreyre'yi Resûlüllah  (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem) Men naklen rivayet ederken   dinledim.   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  söyle buyurmuşlar:

«İmam ancak kendisine uyulmak için imam yapılmıştır. Binaenaleyh o tekbir aidimi sîzde tekbir alın; RukC'a g'rttimi sizde rükû' edin; Semiallah ümen hamiden dediği vakit siz: Allahümme Rabbena lekeVhamd deyin imam ayakla kılarsa sizde ayakta kılın; oturarak kılarsa siz de hepiniz oturarak kılın.»

Bu hadîsin rivayetleri muhtelif olsa da, mânâ itibariyle hepsi bir araya varmaktadır. Buharî onu «Kitâbü'1-Ezân» m muhtelif yerle­rinde ve «Kitâbü't Tefsir» de, Ebû Dâvudda -Kitâbü's-Salât» ta tahrîc etmişlerdir. Muhtelif rivayetlerin mecmuundan anlaşıldığına göre Besûlüllah (SaUailahü Aleyhi ve Sellem) atdan düşerek bir hurma kütüğü­ne çarpmış ve ayağı çıkmıştır. Bunun üzerine Ashâb-ı Kiram onu ziya­rete koşmuşlar. Namaz vakti gelince Resû1ü1Iah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) oturduğu yerden imam olarak kendilerine namaz kıldırmış ve Ashabın ayakda' kıldıklarını görünce, oturmalarına işaret buyurmuş. On­larda oturarak kılmışlardır. Muhtelif rivayetlerin ifâde ettiği vak'aların ayrı ayrı vuku bulmuş olmaları da ihtimâl dahilindedir. İbni Hibbân'in ifadesine göre, bu vak'a hicretin beşinci yılında olmuştur.

Yine rivayetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, bu namaz mescidde de­ğil, Hz. Aişe'nin evinde kılınmıştır. Rivayetlerin bazısında Besû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı tamamlamak için kendi ye­rine Hz. Ebû Bekir'i geçirdiği dahi zikredilmiştir. Burada Ebû Bekir (Radtyallahû anh)\ geçirdiğinden bahsedilmemiştir. Onun için Kâad! Iyâz: «Anlaşılan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı Hz. Âişe'nin evinde kıldırmış. Yanında bulunanlar içeriden, mesciddekiler de dışarıdan kendisine uymuşlardır.» demiştir. Kâadî'nin söylediği, ihtimal dahilinde olduğu gibi, Besûlüllah (SaBallahÜ Aleyhi ve Sellem) kendi yerine başkasını geçirmiş, fakat bu cihet bize nak­ledilmemiş olması da mümkündür.

Kılman namazın farz veya nafile olduğu dahî ihtilaflıdır. Kurtubî Ashâb-ı Kiramın yalnız farz namazlar için cemaata gelmeyi âdet edindiklerine bakarak, buradaki namazın farz namaz olduğunu söylemiş, fakat Kaadı Iyâz o gün kılınan namazın nafile namaz olduğu­nu   İbni Kaasim'den nakletmiştir.

Hz. Aişe'den rivayet edilen bir hadîsde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı oturarak kıldığı, cemaatin ise ayakta eda et­tikleri bildirilmiş ise de, ulemâ bu hadîse muhtelif vecihlerden cevap vermişlerdir. Şöyle ki:

(1) Hadîsin kitabımızdaki Enes rivayetlerinde kısaltma vardır. Hz. Enes gördüğü hâli, yâni ashab'ın oturarak kıldıklarını rivayet etmiştir.

(2) İhtimal o namaza ashabdan bazıları oturarak niyetlenmiş, Hz. Enes bunu rivayet etmiş, bazıları da ayakta niyetlenmiş ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in işaretiyle onlar da oturmuşlardır. Hz. Âişe'nin   rivayet ettiği de budur.

(3) Ulemâdan bazıları, vak'anın müteaddid olduğuna ihtimal vermek­tedirler. Bazıları bu ihtimali uzak görmüşse de Buhârî sarihlerinden Aynî   bilâkis birinci ve ikinci ihtimalleri zayıf, üçüncü ihtimali da­ha kuvvetli bulmuştur.   Ebû   Davud'un   Hz.   Câbir (Radiyallahû anh)   'dan rivayet ettiği bir hadîs de, üçüncü ihtimali te'yid eder mahi­yettedir. Çünkü mezkûr hadîsde Ashabın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i iki defa ziyaret ettikleri, bunların ikisinde de onlara namaz kıldırdığı; Fakat birinci defada kılınan namazın nafile olduğu, bunu as-hab ayakta, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak  kıldıkları, ikinci defa kıldırdığı namazın farz olduğu ve ashab-ı ayakta görünce o-turmalarını işaret ettiği bildirilmektedir.

«İmam oturarak kılarsa sizde oturarak kılın» cümlesinden murâd, ba­zılarına göre teşehhüd ile iki secde arasındaki oturuşdur. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu cümleyi rükû' ve sücûd meselesinden son­ra zikretmiştir. Binâenaleyh mezkûr emir, iki secde arasında ashabı ki-râmm Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i ta'zim için ayağa kalktık­larına, onun da oturmalarına işaret buyurmasına hami olunur. Ashabın ayağa kalkmalarını Acemlerle, Romalıların krallarına karşı ayakta dur­malarına benzetmesi de buna delâlet eder. Ancak îbni Dakîki'lîd   bu tevcihi doğru bulmamış, hadîsin siyakını ona muhalif görmüştür.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Oturarak kılan İmamın arkasındaki cemâat ayakta namaz kıla­bilirler. İmam-ı Â'zam, Ebû Yûsuf, Şafiî, Evzâî' ve bir rivayette İmam Mâ1ik'in mezhepleri budur. Delille­ri Buhârî 'nin tahrîc ettiği Hz. Â işe rivayetidir. Mezkûr ha?-dîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hastalığında oturarak i-mam olduğu, Ebû Bekir'in kendisine uyduğu, cemâatin da Ebû Bekir'in namazına uydukları bildirilmektedir. Bu *zevat ce­mâatin da oturduklarını bildiren rivayetlerin mensûh olduğunu söylerler.

Onlara göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in İmam olarak en son kıldırdığı namazda kendisi oturmuş, cemâat ayakta kalmışlardır. Bir de cemaata oturmalarını işaret ettiği namaz nafile idi. Farz namazlarda caiz olmayan bazı husûsat nafilelerde caiz olabilir. Nitekim hadîsin bazı tarîklerinde bu cihet tasrih edilmiştir. Ebû Davud'un «Sünen» inde Hz. Câbirden   tahrîc ettiği bir hadîsde:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'de atına bindi de; at onu bir hurmanın köküne düşürdü, bu sebeple ayağı çıktı. Biz kendisini dolaşmağa geldik, onu Âişe'nin mutfağında oturmuş namaz kılar­ken bulduk. Biz de arkasında ayakta ona uyduk. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize ses çıkarmadı, başka bir defa ziyaretine geldiğimiz­de oturduğu yerden farz namazı kıldı. Biz de arkasında ayakta ona uy­duk, bu defa bize oturmamızı işaret buyurdu. Biz de oturduk. Namazı bitirince bize:

«imam oturarak kıldığı zaman siz de oturarak kılın; o ayakta kılana siz de ayakta kılın; Acemlerin büyüklerine karşı yaptıkları gibi hareket et­meyin.» buyurdular» denilmektedir. Ayni hadîsi tbni Hibban dahî «Sahih» inde bu şekilde rivayet etmiş, sonra şunları söylemiştir. «Bu haber gösteriyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in otur­duğu yerden ayaktaki ashabına namaz kıldırdığını bildiren Enes hadîsindeki namaz, nafile namazmış. Farz kıldırdığı zaman ashaba oturma­larını emretmiş, onlar da oturmuşlardır. Binâenaleyh buradaki emir, fa­zilet için değil, farz bildiren bir emirdir.» Farz namazlarda caiz olmayan bazı şeylerin nafilelerde caiz olduğu Hz. Enes'den rivayet edilen şu hadîsten de anlaşılmaktadır. Enes (Radiyallahû arttı) «Bana Resûlül­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sakın namazda bakınma. Çünkü bu hela­ke sebeptir. Eğer bakınmak zarurî ise, hiç olmazsa farzda değil nafile na­mazda olsun.» buyurdular, demiştir. Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiş ve: «Hasen bir hadîstir» demiştir.

Hanefîlerden İmam Muhammed ile İmam Mâ1ik‘in meş­hur kavline göre, ayakta namaz kılan cemâatin oturarak kılan İmama uyamayacaklarına kail olmuşlardır. Onlar bu hususta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nakledilen şeylerin kendisine mahsûs ol­duğunu söylemişlerdir. İmam Muhammed, Dâre Kutnî ile Beyhakî'nin tahrîc ettikleri merfû bir hadîsle de istidlal et­miştir. Bu hadîste Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Sakın benden sonra biriniz oturarak İmam olmasın» buyurmuştur. Ancak hadîs zayıftır.

2- Hadîsin bütün rivayetleri cemâatin imama tâbi olmaları vücû-buna delâlet etmektedir. Tâbi olanın şanı metbûunun önüne geçmemek, namazın sıhhat ve fesadı hususunda ondan önce hiç bir fiil ve harekette bulunmayarak onun hareketlerini tâkib etmektir. İmam Şâfiî'ye göre, sıhhat ve fesâd hususunda değil, yalnız fiillerde imama uymak icftb eder. Şâfiî'lerce niyet hususunda dahî imama muvafakat vacip değildir. Binâenaleyh farz kılan cemâat nafile kılan imama ve nafile kılan cemâat farz kılan imama uyabildiği gibi, Öğle kılan cemâat ikindi kılan imama ve ikindi kılan cemâat öğle kılan imama uyabilirler.

İmam Azam, İmam Mâlik ve diğer ulemâ bunları caiz görmemişlerdir. Onlara göre hadîsin mânâsı: İmam fiil ve niyet hususun­da kendisine uyulmak için tayin edilmiştir, demektir.

3- îmam Âzam'a göre İmam yalnız Semiallahü limen hami-deh diyecek; Tahmîdi cemâat yapacaktır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) Tesmî ile tahmîdi imamla cemâat arasında taksim etmiş­tir. Taksim bunları ortaklaşa söylemeye münâfSdir. îmam Mâlik ile bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'in mezhepleri de bu­dur, îmam Ebû   Yûsuf,   İmam   Muhammed,   îmam   Şa­fiî   ve bir rivayette İmam Ahmed'e göre İmam, Tesmî' ile Tah-mîdin ikisini de yapar. Buradaki rivayetler onların aleyhine delildir. 1-mam   Şafiî   ile   Mâlik'e   göre Tesmî' ile Tahmîd hususunda cemâat da imam gibidirler.

4- Ata binmek meşrudur.

5- Atdan düşen veya başına buna benzer bir hâl gelen kimseyi do­laşarak halini sormak müstehabdır.

6- Sair insanlar gibi hasta olmak ve buna benzer musibetlere uğ­ramak Peygamber (SaİîallahÜ Aleyhi ve Sellem)    hakkında da caizdir. Bun­lar onun kadr-u kıymetini azaltmaz, bilâkis yükseltir.

 

21- Kendisine Hastalık, Yolculuk ve Bunlardan Başka Bir Şey Arız Olduğu Vakit, İmamın Cemaata Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Halef Tayin Etmesi, Ayakta Durmaktan Âciz Olduğu İçin Oturarak Namaz Kılan İmamın Arkasındaki Cemiaatin - Muktedir Olduğu Takdirde -Ayakta Kalması Lazım Geldiği ve Ayakta Durmağa Muktedir Olan Hakkında Oturarak Kılan İmamın Kasında Oturarak Namaz Kılmanın Neshi Babı

 

90- (418) Bize Ahmed b. Abdillâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zaide rivayet etti. (Dedi ki): Bize Musa b. Ebî Aişe, Ubeydul-lah b. Afdi Han'dan naklen rivayet etti. Uteydullab şSyle demiş:

Âişenin yanına girdim de kendisine:

— Bana ResûIüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hastalığından bah­setmez misin, dedim. Aişe:

  Hay hay, dedi (ve şunları söyledi):   Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in hastalığı ağırlaştı (Bir ara):

«Cemâat namazı kıldılarmı?» dedi. Biz: Hayır seni bekliyorlar' Yâ Resûlallâh dedik.

  (öyle ise)  .«Benim için leğene su koyun»   buyurdular.    Dediğini yaptık, Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ye Sellem)   sokandı. Sonra kalkmak i-çin davrandı. Fakat bayıldı. Sonra ayılarak:

«Cemâat namazı Hdılarm» diye sordu.

«Hayır, seni bekliyorlar, Ya Resûlallâh» dedi. Yine:

— «Benim için leğene su koyun» buyurdular.

.Dediğini yaptık ve yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı fakat yine bayıldı. Bilâhare ayıldı ve:

  «Cemâat namazı kıldılar im» diye sordu»

  «Hayır, seni bekliyorlar, Ya Resûlallâh» dedik.

«Benim için su koyun» buyurdular. Biz bunu da yaptık Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı. Fakat yine bayıldı, sonra ayılarak?

  «Cemâat namazı kıldılarmı?» diye sordu.

  «Hayır. Seni bekliyorlar, Ya Resûlallâh» dedik,    cemâat mescide kapanmış yatsı namazı için Resûlüllah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1 bek­liyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   cemaa­ta namaz kıldırması için Ehû Bekir'e haber gönderdi. Gönderilen zât Ebû Bekir'e vararak:

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemâat'a namaz kridmnanı sana emrediyor, dedi. EbÛ Bekir yumuşak kalpli bir zât idi:

  Yâ Ömer! Cemaata namazı sen kıldır, dedi. Ömer:

  Buna sen daha lâyıksın, mukabelesinde bulundu. Müteakiben o günlerde cemaata Efcû Bekir namazı kıldırdı. Sonra Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Sellem) kendinde bir parça hafiflik hissederek liri Abbas olmak üzere iki kişinin arasında Öğle namazına çıktı. Ebû Bekir cemaata namaz kıldırıyordu. Ebû Bekir onu görünce geri çekilmeye davrandı, fakat Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona geriye çekilmemesini işaret etti. Yanındaki iki zat'a:

«Beni onun yanı başına oturtun» dedi. Onlar da kendisini Ebû' Be­kir'in yambaşına oturttular. Ebû Bekir ayakta Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına uymuş, cemâat ta Ebû Bekir'in namazına uymuş olarak namaz kılıyorlar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise otu­ruyordu.»

Ubeydullah demiş ki: «Müteakiben Abdullah b. Abbâs'ın yanına gi­rerek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hastalığı hakkında Aişenin bana anlattıklarını sana arzedeyim mi?» dedim. Anlat, dedi. Âişe'nin söylediklerini ona arzettim. Onlar da hiç bir şey inkâr etmedi. Yalnız: Abbasla birlikte Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in koluna giren zâ­tın adını Âişe sana söyledi mi?» dedi.

  «Hayır» dedim.

  «O Ali'ydi» dedi.

 

91- (...) Bize Muhammed b. Rafi' ile Abd b. Humeyd rivayet et­tiler.-Lâfız İfcni Rafi'indir. Dediler ki bize Abdürrezzak rivayet etti. (De­di ki): Bize Ma'mer haber verdi- Dedi ki: Zührî: Bana da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe haber verdi, dedi. Ofna da Âişe haber vermiş. ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk defa Meymûne'nin evinde hastalandı da benim evimde bakılmak üzere zevcelerinden izin istedi, on­lar da kendisine izin verdiler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mr eli Fâdl b. Abbâs'ın, bir eli de başka bir zâtın üzerinde ayaklarını yerde sürüyerek çıktı».»

UbeyduIIah demiş ki: Ben Âişe'nin söylediklerini İbni Abbâs'a anlat­tım, İbnî Abbâs: «Âişe'nin ismini söylemediği zâtın kim olduğunu biliyor musun? O Ali'ydi» dedi.

 

92- (...) Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam dedemden rivayet etti. Demiş ki, bana Ukayl b. Hâlid ri­vayet etti.  (Dedi ki): İbni Şihâb şunu söyledi:

Bana UbeyduUah b. Abdillah b. Utbetü'bnü Mes'ûd haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Aişe şöyle demiş:

«Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) "in hastalığı ağırlaşıp elemi şiddetlenince benim evimde bakılmak için zevcelerinden izin istedi. Onlar da kendisine izin verdiler. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kişi arasında (yani) Abbâs b. Abdülmuttalib ile başka birinin arasın­da, ayakları yerde sürünerek çıktı...»

UbeyduIIah demiş ki; Âişe'nin söylediklerini Abdullah'a haber ver­dim, Abdullah b. Abbâs bana:

— Âişe'nin ismini söylemediği diğer zât'ın kim olduğunu bilir misin? dedi.

  «Hayır, dedim. İbni Abbâs: «O Ali'ydi» dedi.

 

93- (...) Bize Abdülmelik b. Şüayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, dedemden rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şîhâb şunu söyledi: Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Utbetü'bnü Mes'ud haber verdi ki, Peygamber (Sallallahti A leyhi veSellem) 'in zevcesi Aişe şöyle demiş:

— «Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bu hususta Ebû Bekir'in imam olmaması hususunda müracaatta bulundum. Beni ona çok müracâata sevk eden yegâne sebeb, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in makamına geçerek kimseyi halkm ebediyen sevebileceğini havsala­mın kabul etmemesi ve onun yerine geçen zâtı halkın uğursuz sayacak­ları fikrinde olmamdır. İşte bunun için ben Resûlüllah (Sallallahü Ateyhî ve Setlem) 'in Ebû Bekir'den vazgeçmesini istedim.»

 

94- (...) Bize Muhammed b. Rafı İle Ahd b. Humeyd rivayet etti­ler. Lâfız İbni Râ'fi'indir. Abd: Bize haber verdi, tâbirini kullandı. İbni Râ'fi' ise: Bize Abdürrezzâk rivayet etti, dedi. Abdürrezzâk: Bize Ma'mer haber verdi, demiş. Zühri' demiş ki: Bana da Hamzetü'bnü Abdillah b. Ömer, [32] Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş:

«Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Seüem)   benim evime girdiği vakit; «Ebû Bekir'e emredin de cemaata namaz kıldmversin.» buyurdular.

Bunun üzerine ben: Yâ Resûlüllah, şüphesiz ki Ebû Bekir yumuşak kalpli bîr zâttır. Kur'ân okuduğu vakit göz yaşım tutamaz, onun i$m sen Ebû Bekir'den başkasına emretsen iyi olur, dedim. Vallahi içimde Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'in yerine geçecek ilk zât île halkın te-şe'üm etmeleri endişesinden başka bir şey yoktu. Bu sebeple kendisine iki veya üç defa müracâat ettim. Neticede Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Cemaata Ebû Bekir namaz kıldırsın!   Hiç şüphe yokki sizler Yûsuf'un zamanındaki kadınlar gibisiniz.»   buyurdular.

 

95- (...) Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ile Veki' rivayet ettiler. H.

Bize Yahya b. Yahya dahî rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki, bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'-den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Un hastalığı ağırlaştığı za­man, namaz vaktinin geldiğini kendisine haber vermek için Bilâl geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Ebû Bekir'e emredin d e cemâaata namaz kıldırsın» buyurdular.

Ben: Yâ Resûlüllah, gerçekten Ebû Bekir yufka yürekli bir zâttır. Se­nin yerine geçtiği vakit cemaata işittiremez. Binâenaleyh sen Ömer'e em-retmelisin! dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   yine:

«Siz Ebû Bekir'e emredinde cemaata namazı kıldırıversin.» buyurdu­lar.

Bunun üzerine Hafsa'ya: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem y e söyle, de ki; Ebû Bekir yufka yürekli bir adamdır; Senin makamına geç­tiği vakit cemaata işittiremez. Sen Ömer'e emretmelisin» dedim. Hafsa bunları Ona söyledi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)

«Hiç şüphe yokki sizler Yûsuf (Aleyhisselâm) zamanm:n kadınlarısı­nız Ebû Bekir'e emredinde cemaata namazı kıldırsın» buyurdular.

Artık Ebû Bekir'e emrettiler, o da cemaata namazı kıldırdı. O na­maza girince Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'de kendinde bir ha­fiflik hissetti ve iki kişi arasında ayağa kalktı. Ayakları yerde sürünü­yordu. Mescide girdiği vakit Ebû Bekir onun ayak sesini işiterek geri çekilmeye davrandı, fakat Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ona ye­rinde dur, diye işaret etti. Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilerleyerek Ebû Bekir'in sağ tarafına oturdu. Artık Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) cemaatta oturduğu yerden namaz kıldırıyor. Ebû Bekir de ayakta duruyordu. Ebû Bekir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına uyuyor, cemâat da Ebû Bekir'in namazına uyu­yorlardı.

 

96- (...) Bize Mincâb b. Haris et-Temî'mi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Müshîr haber verdi. H.

Bize İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize fsa b. Yûnus haber verdi. Bunların ikisi de Â'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir. Onların hadîslerinde:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalığına tu­tulduğu zaman...» ibaresi de vardır. İbni Müshir hadîsinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i getirdiler ve Ebû Bekir'in yanıbaşında oturt­tular. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   cemaata namazı kıldırıyor,

Ebû Bekir de onlara tekbiri işittiriyordu.» denilmektedir. İsa'nın hafisin­de dahî: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak namaz kıldırı­yor. Ebû Bekir de yanıbaşında bulunuyordu. Ebû Bekir cemaata (Tek­bîrleri)  duyuruyordu.» ibaresi vardır.

 

97- (...) Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe üe Ebû Kûreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize İbni Nümeyr, Hişâm'dan naklen rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. Lâfızları birbirine yakındır. Dedi ki: Bize babam rivayet etti. Dedi ki: Bize Hişâm babasından, o da Alge'-den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

— KesMüliah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalısında cemaata namaz kıldırmasını Ebû Bekir'e emretti. Artık cemâaata namazı o kıldırıyordu.»

Urve demiş ki: «Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendinde bir parça hafiflik hissederek çıktı. Bir de baktık ki, Ebû Bekir cemaata imam olmuş. Ebû Bekir onu görünce geri çekilmek istedi. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ona olduğun gibi dur, diye işaret etti Sonra Besûlüllah Ebû Bekir'in yanıbaşma onun hizasına oturdu. Artık Ebû Be­kir, Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazına, cemâat ta Ebû Bekir'in namazına uyarak kılıyorlardı.

Bu hadîsi Buhârî yedi yerde, yani «Kitâbül-Vudû'» da, «Ki-tab'ül-Salât» in iki yerinde; «Hibe», «Megazi», «Tıb» ve «Besûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Seüem) 'in Hastalığı» bahislerinde; Nesaî «İşra-tü'n-Nisâ'» ve «Peygamberimizin Vefatı» bahislerinde; Tirmiz! da­hi «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Hadîsin bir çok muhtelif riva­yetleri vardır. Bunların bazılarında Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hz. Hafsa'ya, âit bakırdan bir leğen içinde yıkandığı, sonra dı­şarı çıkarak Allah'a hamdü Senâ'da bulunduğu- Uhud harbinde şehit dü­şenler için istiğfar ettiği, diğer bazılarında    Besûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in başı Hz. Âişenin   dizindeyken bayıldığı, Hz.   Âişe'nin ona şifâ duasında bulunduğu; ayıklığı vakit Hz.   Âişe'ye:

«Şİfâ için dua etme! Allah'dan Cebrail, Mİkâil ve İsrafil (Aleyhimüsselâm) il» birlikte Refîk-İ A'lâ'yi iste» buyurduğu kaydedilmektedir. Bir riva­yette Hz.   Âişe:

Onu, başı göğsüme dayalı olarak:

Yârabbi beni mağfiret eti Bana rahmet buyur ve beni refilc-ı Alaya ilet» derken işittim.» demiştir.

Hadîsin metninde Şu'be ile Zaide 'nin rivayetleri birbirine muhalif düşmüştür. Şu'be 'nin rivayetinde Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) cemâat olarak oturduğu yerde namaz kılmış; Zâide rivayetinde ise, oturduğu yerden cemaata imam olmuş. Arkasındaki ce­mâat ayakta kılmışlardır. Şu'be ile Zâide'nin ikisi de büyük birer hadîs imamıdırlar. Zahiren rivayetleri arasında tezâd görülürse de hakikatte hiç bir. tezâd olmadığı gibi rivayetler arasında nâsih ve men-sûh da yoktur. Yalnız rivayetler mücmeldir. Hadîsin muhtelif rivayetleri ile izah olunurlar. Rivayetlerin mec'mûundan anlaşılan mânâ şudur: Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalığı esnasında iki defa na­maz kılmış; bunların birinde imam, diğerince cemâat olmuştur. Nitekim rivayetlerin birinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin Hz. Abbâs ile Ali (Radtyallahû anhûma) 'nin kollarına girerek mescide çıktığı, başka bir rivayetinde ise Büreyde ile Nüvebe'nin yardımları ile çıktığı bildirilmektedir. Bu rivayetler vakanın iki defa cereyan ettiğini gösterirler. Ebû Hatim'in rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki cariyenin arasında kapıya kadar çıkmış. Kapıdan kendisini Abbâs ile Ali (Radiyallahû anhûma) almışlardır. Dâre Kutnî'nin rivayetinde Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kollarına giren zevatın Üsâme ile Fâdl (Radiyallahû anhûma) oldukları bildiriliyor. Bâzıları Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Sellem) 'i mescide götürmek için Ashabı Kirâm'm nöbetle kollarına girdiklerini söylerler. Hz. Aişe'nin yalnız Abbâs (Radiyallahû anh) 'ı zikretmesi, daimî surette Resûlüllah (SaUaUahii Aleyhi ve Sellem) 'in elinden tutan o olduğu içindir. Fabr'i Kainat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin evi ile mescidi arasında uzun mesafe olma­dığı halde, Ashabı Kiramın nöbetleşerek kollarına girmeleri ona ziyade­siyle ikramda bulunmak, yahut mübarek ellerinden bereket almak içindir.

Hadîsin bir rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n 1-mam olduğu ve Ebû Bekir'in okuduğu sûreyi onun bıraktığı yerden okuduğu bildirilmiştir.

Ebû Dâvûd 'un tahrîc ettiği Abdullah b. Zem'a hadîsinde:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selem):

«Ebû Beki re emredin de cemaata namazı kıldırsın» dediği vakit Ab­dullah b. Zetn'a dışarıya çıktı. Cemâatin arasında Ömer'i gördü. Ebû Be­kir yoktu. Bu sebeple; Yâ Ömer, kalk ta cemaata namazı kıldır, dedi. O da ileri geçti» Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   onun sesini işitince:

— Ebû Bekir nerede? Bunu Allah ve Müslümanlar kabul etmez : bu­yurdular.

Bunun üzerine Ebû Bekir'e haber gitti. Fakat o, Ömer namazı bitir­dikten sonra geldi. Cemaata namazı kıldırdı.» denilmektedir. Bâzı riva­yetlerde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hastayken mescitte kıldığı namazın öğle, bazılarında ikindi olduğu kaydedilmiştir. Daha baş­ka namaz olduğunu söyleyenler de vardır.

Hz. Âişe'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kollarına giren iki zâtdan birinin Abbâs (Radiyallahû anh) olduğu tasrîh et­tiği halde, diğerinin Hz. Ali olduğunu söylememesi bazılarına göre kalben ona dargın olduğundandır. Zira iik hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisiyle istişare ettiği vakit Hz. Ali: «Ondan baş­ka kadınlar, çoktur.» diyerek boşanmasına işaret etmişti. Fakat şâir ule­mâ buna ihtimâl vermemişlerdir. Onlara göre bir kolundan daima Hz. Abbâs, öteki kolundan ise sıra ile Ali, Üsâme ve Fadıl (Radiyallahû anhûm) hazerâtı yardımlaşmalardır. Hz. Âişe'nin yal­nız Abbâs (Radiyallahû anh)'ı zikretmesi bundandır.

Yine Hz. Âişe'nin tekrar tekrar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat ederek babasını imam yapmamağa çalışması, iki vecihle îzah olunur; Birinci vecih, rivayetlerde beyân edildiği gibi halkın Ebû Bekir'i sevmeyeceklerinden ve onunla teşe'üm edecekle­rinden endişe etmesidir. İkinci veçhe göre halk Hz, Ebû Bekir'­in hilâfete en elverişli bir zât olduğunu bildikleri için, onu imam görün­ce Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatı yakın olduğunu an­layacaklardır. İşte Hz. Âişe bu endişeyle babasının imamlığına mâ­ni olmağa çalışmıştır.

«Sîz Yûsuf (Aleyhisselâm) zamanının kadınlarısınız» sözünde bir teşbihi beliğ vardır. Bununla Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zev-eelerini bir şeyde fazla İsrar hususunda Yûsuf (Aleyhisselâm) zamanı kadınlarına benzetmiştir. Çünkü Hz. Ebû Bekir'i imam yap­mamak hususunda Âişe ile Hafsa (Radiyallahû anhûmâ) fazla İsrar etmişlerdir. Bazılarına göre Yûsuf Aleyh'sseâm) zamanı kadınlarından murâd: Mısır melikinin karısı Zü1eyhâ'dır. Züley-h â'mn Hz. Yûsuf'a karşı ısrarı' meşhurdur. Buradaki hitapta yalnız Âişe (RadiyaUahÛ anha) 'ya mahsûstur. Bu takdirde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Âişe'ye :

«Sen bu ısrarlarınla   Mısır melikinin kansı Zuleyhâ'ya benziyorsun» demek istemiş olur.

Hz. Âişe'nin babası hakkında ileriye sürdüğü özür, onun son derece yumuşak kalpli olmasıdır. Bizzat Ebû Bekir (Radiyallahü anh) dahi: «Yâ Ömer! Cemaata namazı sen kıldır.» diyerek kendisinin bu özrüne işaret etmiştir. Nevevî'nin beyânına göre ulemâdan ba­zıları Hz. Ebû Bekir'in bu sözü tevâ'zu için söylediğini iddia etmişlerse de, Aynî bunun doğru olmadığını, Ebû Bekir (Radiyallahü anh) 'in bu sözü kendisi yumuşak kalpli olduğu ve çuk ağ­ladığı için sesinin duyulmaması endişesiyle söylediğini kaydediyor. Ba­zıları: «îhtimal ki Hz. Ebû Bekir küçük imamlığa takdiminden ileride büyük imamlık olan Halifeliğe seçileceğini anlamış, o büyük va­zifeyi yüklenmenin ehemmiyetini ve böyle bir vazifece Hz. Ömer'­in daha muktedir olduğunu bildiği için onu seçmiştir. Nitekim Bey'at za­manında dahi Ashabın ya Hz. Ömer'i, yahut Ebû Ubeyde-tebnül-Cerrah'ı seçmelerini tavsiyede bulunması da bunu teyîd eder.» demişlerdir.

 

Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden Şu Hükümler Çıkarılmıştır

 

1- Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yürüyemiyecek dere­cede hasta iken bile, iki kişinin koltuklarında mescide çıkması, cemaata devam meselesinin pek mühim ve faziletli bir iş olduğuna delildir. Ce­mâatin büyük ecrini kazanmak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin bu fiili pek büyük bir teşvik ve tergîbtir.

2- Hz.   Ebû   Bekir   bütün Ashabı Kirama tercih ve takdim edilmiştir.

3- Fazilet itibariyle Ebû Bekir  (Radiyallahû anh) 'dan sonra Hz. Ömer   gelir.

4- Şımartmayacağından emin olmak şartıyla bir kimseyi yüzüne karşı methetmek caizdir.

5- Hadîsi şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerine, bilhassa Hz.   Âi ş e'ye   karşı son derece lütüfkâr davrandığına delildir.

6- Bu kıssa Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e de kasmin, yani zevceler arasında adalete riâyetin vâcib olduğuna delildir.

7- icabında büyük küçüğe müracâatta bulunabilir.

8- Umumî bir maslahat hususunda müşavere sünnettir.

9- Ebû Bekir (Radiyallahû anh)'in saftan geri çekilmek is­temesi, büyükler huzurunda edeb ve terbiye göstermenin lüzumuna de­lildir.

10- Ağlamak namazı bozmaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz.   Ebû   Bekir'in   son derece yumuşak kalpli olduğu­nu ve çok ağladığım bildiği halde onu imam tayin etmekten vaz geçme­miştir. Ağlamaktan da kendisini men etmemiştir. Zamanımıza gelince : Hanefîye fukahâsınm beyânına göre, bir kimse cennet veya cehennemi hatırlayarak sesle ağlarsa namazı bozulmaz. Fakat bedenine arız olan ağ­rı ve sızıdan, yahut malına veya ailesi efradına gelen bir musibetten do­layı sesle ağlarsa namazı bozulur. İmam   Mâlik ile îmam Ahmed   b.   Hanbel'in   mezhebleri de budur. İmam Şâfiî'ye göre ağlamak, inlemek iki harf olursa namazı bozar ona göre. Bu husus­ta dünya veya âhiret için ağlamak müsavidir.

11- îşâret söz yerine kâimdir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in işaret buyurması sesinin kısalığından olabilir. İhtimal namaz kılan bir kimse ile konuşmanın işaretle yapılması sözden evlâ olduğunu göstermek içindir.

12-  Şâ'bî bu hadîsle istidlal ederek cemâatin birbirlerine uy­malarının caiz olduğunu söylemiştir. Taberî dahî bu kavli ihtiyar etmiştir. Ancak mevzu bahis namazda Hz. Ebû Bekir imam değil mübelliğ idi. Yani Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tek­bîrlerini ve fiillerini cemaata duyuruyordu.   Bu takdirde cemâatin ona uymalarından murâd: Onun sesine uymalarıdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in oturarak kılması, Hz. Ebû Bekir'in ayakta bulunması da bunu gösteriyor. Yâni cemâat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bazı fiillerini duymadıkları için Ebû Bekir (Radiyallahû anh)  onlar hakkında imam gibiydi. Binâenaleyh Şa'bî 'nin   kavli merdûddur.

13- Ulemâdan bazıları Hz. Ebû Bekir'in mihrâbdan çekilmek istemesine bakarak zaruret olmadığı halde İmâmın cemâatdan birini kendi yerine geçirmesinin caiz olduğunu söylemişlerdir.

14- İmamın tekbîrlerini cemaata duyurmak caizdir.    Bu takdirde tekbîrleri duyuran müezzin ile onları işiten cemâatin namazları sahîhdir. Bazıları bunun sahih olması için namazdan önce imamın izin vermiş ol­masını şart koşmuşlardır.

15- Taberî  (224-310) İmamın namazı keserek başka birine uymasının caiz olduğuna bu hadîslerle istidlal etmiştir

16- Yine bu hadîslerle istidlal ederek bâzıları cemâatin imamdan evvel iftitâh tekbîri almalarının caiz olduğunu söylemişlerdir.

17- Ayakta kılmağa kudreti olan bir kimse oturarak kıldıran imama uyabilir.   îmam   Âzam,   Ebû   Yûsuf,   Şafiî, ve bir rivayette îmam Mâ1ik'in mezhepleri budur. İmam Ahmed b. Hanbel, Evzâî ve ekseri Mâlikîye ulemâsına göre otura­rak kılan imamın arkasındaki cemâat da oturarak kılarlar. Hammad b. Zeyd, İshak   ve   İbni   Münzir dahî buna kaildirler. Mezkûr kavil Ashabı Kiramdan Câbir  b. Abdillah, Ebû Hüreyre, Üseyd b.   Hudayr   ve Kays b. Fehd hazerâtından nakledilmiştir. Onlara göre cemâatin ayakta kılmaları na­mazı bozar, Hanefîlerden îmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre de oturarak kılan imamın arkasında da ayakta kılan ce­mâatin namazları caiz değildir. Bir rivayette îmam   Mâ1ik'in   kav­li de budur.

18- Saîd b. El Müseyyeb bu hadîsle istidlal ede­rek cemâat olan kimsenin yeri imamın sol tarafıdır, demiştir. Fakat ek­seri ulemâ onun hilâfına kaildirler. Mevzubahis namazda Hz. Ebû Bekir'in imam olduğunu söyliyenlere göre Îbnül-Müseyyeb'in sözü doğru olabilir. Fakat bizzat Resülüllah (SatiaUahü AteytU ve Selletn) 'in imam olduğunu söyleyenlere göre onun sözü doğru değildir.

Filhakika o namazda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in. mi yoksa Hz. Ebû Bekir'in mi imam olduğu ihtilaflıdır. Ulemâdan bir cemaata göre Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri Hz. Âişe hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in imam ol­duğunu sarahaten bildirmektedir. Çünkü bu hadîsin beyânına göre Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Bekir'in sol tara­fına oturmuştur. Bir de ayni hadîsde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhü ve Sellem) oturduğu yerden cemaata namaz kıldırıyordu. Ebû Bekir de ayakta ona uymuştu.» denilmektedir. Şu halde Hz. Ebû Be­kir'in imam değil mübelliğ olduğu anlaşılır. Çünkü bir cemaata iki kişinin imam olması caiz değildir. Ulemâdan bazıları Ebû Bekir (Radiyallahû cmh) 'in imam olduğunu söylerler. Delilleri Hz. Âişe rivâyetindeki: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir'­in arkasında namaz kıldı» denilmiş olmasıdır. Hadîsin bir rivayetinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatına müncer olan hasta­lığında Ebû Bekir'in arkasında oturarak namaz kıldı.» denil­miştir. Hz. Âişe hadîsi gerek Buhârî ile Müslimde, gerekse şâir sahîh kitaplarda bir çok yollardan rivayet olunmuştur. Beyhakî diyor ki: «Hz. Âişe hadîsleri arasında tearuz yok­tur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in imam olduğu na­maz Cumartesi yahut Pazar gününün Öğle namazı idi. Cemâat olarak kıldığı namaz ise, Pazartesi gününün sabah namazı idi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dünyadan gitmeden evvel en son kıldığı namaz budur.» Bu babda daha başka sözler dahi söylenmiştir.

19- Cemaata içlerinden en fakîh ve Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel o-kuyan imam olur. Hz. Ebû Bekir (Radiyallahû anh)  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayatında fıkıh ile Kur'ân'ı kendisinde cem etmişti. Maamafih İmamete kimlerin evlâ olacağı meselesi ulemâ ara­sında ihtilaflıdır. Cumhuru ulemâya göre cemaata, içlerinden en fakîh olanı imamlık yapar. İmamı Â'zâm ile İmam MâIik'in mezhepleri de budur. İmam   Ebû   Yûsuf,   İmam   Ahmed b. Hanbel, îshâk, İbni   Sîrin ve Şâfiîlerden bazılarına göre Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel okuyan İmam olur.

Hanefîlere göre imamlığa en lâyık olan, sünneti yâni fıkhı ve Ahkâmı Şer'iyeyi en iyi bilendir. Elverir ki namaz caiz olacak derecede güzel Kur'ân okuyabilsin. Cumhuru ulemânın kavli bu olduğu gibi, A-tâ, Evzâi, Mâlik ve Şafiî hazerâtının mezhepleri de budur. İmam Ebû-Yûsuf'dan bir rivayete göre İmamlığa en lâyık olan kimse Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel okuyan ve kıraat ilimlerini en iyi bilendir. Bu kavil Şâfiîlerden de rivayet olunur. Tafsilât fıkıh ki-taplarındadır.

20- Meşhur bir vasfı hususunda bir kimseyi birine benzetmek ca­izdir.

21- İmamın cemâatdan birini kendi yerine geçirmesi caizdir. Bu hususa dair kendisine ayrıca İzin verilmesine hacet yoktur.

22- Peygamberler hakkında bayılmak caizdir. Çünkü bayılmak bir hastalıktır. Peygamberler hakkında yalnız nefreti mucip olan hasta­lıklarla delilik caiz değildir. Çünkü bu gibi şeyler onlar hakkında nakîsa olur. Bayılmak, diğer geçici hastalıklara ve dünya musibetlerine müpte­lâ olmak ise onların ecirlerini çoğaltır. Bu gibi musibetlerle onlar sair insanlara teselli örneği olurlar. Musibetlerin bir hikmeti de mucizelerine bakarak insanların onlara tapmasını önlemektir.

23- Bayılan kimsenin yıkanması müstehabdır. Baygınlık tekerrür ederse her biri için ayrı ayrı yıkanmak müstehab olursa da, son baygın­lıktan sonra yıkanmak da kafidir.

Kâadî îyâz Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Seltem) 'in yıkan­masını abdest almak diye tefsir etmişse de doğrusu yıkanmıştır. Hattâ Şâfiîlerden bazıları bayıldıktan sonra yıkanmanın vâcib olduğunu söyle­mişlerdir. Fakat bu kavil şâzz ve zayıftır.

24- Hadîsin bütün rivayetleri: «Hz. Ömer, Ebû Bekir (Radiyallahû anh)'in imamlığına razı değildi.   Peygamber (Sallallahti Aleyhi ve Seliem) dahi   Ebû   Bekir'i   imamlıktan   azletti.»   diyen Şiilerin kavlini reddetmektedir.  Ebû   Bekir   (Radiyallahû anh) imam­lıktan azledilmiş değil, bilâkis Resûlüllah    (Sallaltahü Aleyhi ve Seliem) 'in hastalığı günlerinde cemaata oniki vakit namaz küdırmıştır.

 

98- (419) Bana Amru'n-Nâkıd ile Hasen el Hulvânî ve Abd b. Htt-meyd rivayet ettiler. Abd, bana haber verdi, tabirini kullandı. Ötekiler bize Ya'kûb -ki bu zât Ibni İbrahim b. Sa'd'dır- rivayet etti, dediler. Ya'kûb demiş ki: «Bana da babam, Sâlih'den, o da İbni Şihâb'dan nak­len rivayet etti. İbni Şihâb şöyle demiş:

Bana Enes b. Mâlik haber verdi ki, Ebû Bekir Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatına müncer olan hastalığında onlara namaz kıl­dırmış. Pazartesi günü gelince cemâat saflar halinde namazda iken Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) odanın perdesini açarak ayakta onlara bakmış; mübarek yüzü mushaf yaprağı gibiymiş. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tebessüm buyurarak gülmüş. Enes demiş ki:

—Biz namazda olduğumuz halde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in çıkışma sevincimizden hayrette kaldık. Ebû Bekir safa ulaşmak için ökçeleri üzerinde geriledi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in na­maz için çıktığını zannetmişti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e-Uyle cemaata namazını tamamlayın diye işaret etti, sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Âişe'nin odasına) girdi ve perdeyi indirdi. İş­te Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  o gün vefat etti.»

 

99- (...) Bana hu hadîs» Amrü'n-Nâkid ile Züheyr b. Harb dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Enes den naklen rivayet etti. Enes:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sdlemy'ı son görüşüm, Pazartesi günü perdeyi açtığı zamandır, diyerek kıssayı anlatmış.

Salih'in hadîsi daha tamâm ve daha kanâatbahşdir.

 

(...) Bana Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd hep bîrden Ab-diirrezzâk'dan rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Ma'mer, Zührî'den nak­len haber verdi. Zührî: Bana Enes b. Mâlik: «Pazartesi günü gelince...» diyerek yukankilerin hadisi tarzında haber verdi, demiş.

 

100- (...) Bize Muhammed b. El-Müsenna ile Harun b. Abdillâhri­vayet ettiler, dediler ki: Bize Abdüssamed riv âyet etti. (Dedi ki): Babam rivayet ederken dinledim. (Dedi ki): Bize Abdülâziz Enes'ten naklen ri­vayet etti. Enes şöyle demiş:

Nebîyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) üç gün bizim yanımıza çık­madı. Derken namaz için ikamet getirdi. Ebû Bekir imamete geçmeye davrandı. Fakat bu sırada Nebîyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) per­deyi tutup kaldırdı.

Bize Nebîyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"in mübarek yüzü açı­lınca öyle bir güzellik arzetti ki, biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in o andaki güzelliği kadar hoşumuza giden hiç bir manzara seyretmiş değiliz. Nebîyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle Ebû Bekir'e ileri geçmesini işaret buyurdu ve perdeyi indirdi. Bir daha kendisini vefat e-dinceye kadar göremedik.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbül-Ezân- da tahrîc etmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu defaki çıkışı ashab-ı kirâmıyla son görüşmesi olmuştur.

«Mübarek yüzü mnshaf yaprağı gibiymiş» sözündeki teşbih, yüzünün son derece güzelliği ve mübarek teni'nin yaprak gibi beyaz ve nurlu ol­ması itibariyledir. Mushaf kelimesi râvînin lâfzıdır. Çünkü o gün Kurân-ı Kerim henüz mushaf şeklinde yazılmış değildi. Bu kelime: Mushaf, mishaf ve mashaf şekillerinde okunabilir. 

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashâb-ı kirâmının melekler gibi saf bağlayıp namaza durduklarını görünce tebessüm buyurmuştur. Bunun sebebi, Ashabının İslâm birliğine riâyet ve şerîat-ı garrâyı ikâme etmeleridir. Zaten sevinçli bir şey duyduğu veya gördüğü zaman müba­rek yüzü nûr kesilirdi. Bâzılarına göre Kesûlünah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tebessüm buyurması, hastalığının iyileşmeye doğru gittiği­ni göstererek ashâb-ı kirâmının gönüllerini hoş etmek içindir. Bir takım­ları: «İhtimal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yin bu çıkışı as­habı ile namaz kılmak içindi. Fakat buna takati olmadığını anlayınca çıkmaktan vaz geçmiştir,» demişlerdir.

Hadîs-i şerîf, Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in vefatına kadar Ebû Bekir (Radiyallahû atth)ın namazda ona hilâfet ettiğini ve bu gibi yerlerde elle işaretin emir yerine kâim olduğunu ifâde etmektedir.

 

101- (420) Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe rivayet etti (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Ali, Zâide'den, o da Abdülmelik b. Ümeyr'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Ebû Mûsfi şöyle de­miş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) hastalandı ve hastalığı şid­detlendi, bunun üzerine:

«Ebû Bekir'e emredin de cemaata namazı kıldın versin» buyurdular. Âişe:

— Yâ Resûlüllah, Ebû Bekir yufka yürekli bir zâttır. Senin yerine geçerse halka namaz kıldıramaz, dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :

(Sana) Ebû Bekir'e emretde cemaata namazı kıldırsın (diyorum) Siz muhakkak Yûsuf (Aleyhisselâm) zamanının kadınlarısınız.» buyurdular.

Artık bundan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in yaşa­dığı günler de cemaata namazı Ebû Bekir kıldırdı.

Bu hadîsi dahî Buhârî «Kitâbül-Ezân» da; Nesâi -tşrâ-tü'n-Nisâ'» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in İsrarla Hz. Ebû Bekir'i imamlığa tayin etmesi, as-hâb içerisinde onun en âlim ve fâzıl bir zât olduğunu bildiği içindir.

Hadîsin ahkâmı az yukarıda görülmüştür. Ayrıca bu hadis Hz. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in hastalığı günlerinde kendisine E-bû Bekir (Radiyallahû anh) 'in namazda vekâlet ettiğini ve bu vekâleti­ni tâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatına kadar sürdür­düğünü göstermektedir. Binâenaleyh Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in namaza çıkmasıyla Hz. Ebû Bekir *in azledildiği-ni ortaya atan şiîler aleyhine en sarih delildir.

 

22- İmam Geciktiği ve Başkasını İmam Yapmakta Bir Mefsedet Korkusu Bulunmadığı Vakit Cemaatin Kendilerine Namaz Kıldıracak Bir Kimseyi Îmamlığa Geçirmesi Babı

 

102- (421) Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e Ebû Hâzim'den duyduğum, onun da Seni b. Sâd-es-Saîdî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:

Besûlttllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) aralarını bulmak için Bent Amr b. Avf kabilesine gitmiş- Namaz vakti girince müezrin Ebû Be­kir'e gelerek: Cemaata namazı kıldırır mısın? Ben de ikâmet ederim, demiş. Ebû Bekir: Evet, cevabını vermiş ve namazı kıldırmış. HttteftU-ben cemâat namazda iken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) çıkagel-miş ve safları yara yara birinci safa durmuş. Bunun üzerine cemaat el çırpmışlar. Ebû Bekir namazda bakmmazmış.

Cemâat fazla el çırpınca bakınmış ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) i görmüş, fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kendi­sine, yerinde dur! diye işaret buyurmuş. Derken Ebû Bekir ellerini kaldı­rarak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) Iin kendisine verdiği emir­den dolayı Allah (Azze ve Celle') ye hamdttsenâ etmiş. Sonra geri çekilerek birinci safa durmuş. Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) de ileri geçerek namazı kıldırmış. Namazdan çıktıktan sonra:

«Ya Ebû Bekir ben sana emretmişken yerinde durmaktan seni ne me-netti?»   buyurmuş. Ebû Bekir:

«Ebû Kuhâfe oğluna, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in huzu­runda namaz kıldırmak lâyık değildir.» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Bu sefer cemaata dönerek):

«Acep neden bu kadar fazla el çırptığınızı gördüm. Bir kimsenin na­mazı esnasında başına bir şey gelirse teşbih ediversin! Zîra teşbih ettiği vakit ona bakarlar. El çırpmak yalnız kadınlara maKsustur.» buyurmuşlar.

 

103- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani ibni Ebî Hâzim) rivayet etti.

Yine Kuteybe dedi ki: Bize Yâ'kup- ki bu zât tbni Abdirrahman el-Kâarî'dir- rivayet etti. Abdülâziz ile Yâ'kûb'un ikisi birden Ebû Hâzim'-den, o da Sehl b. SâM'dan naklen Mâlik'in hadîsi gibi rivayette bulun­muşlar. (Yalnız) onların rivayetlerinde: «Ebû Bekir ellerini kaldırarak Allah'a hamd etti. Ve tâ birinci saffa duruncaya kadar arkasına doğru geri geri gitti.» ifadesi vardır.

 

104- (...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Bezi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdüTalâ haber verdi. (Dedi ki): Bize tlbeydullah, Ebû Hâ-zim'den, o da Sehl b. Sâ'd es-Sâidî'den naklen rivayet etti. Sehl: «Nebİ-yullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Amr b. Avf kabilesinin aralarını bulmağa gitti.» diyerek yukarkilerin hadisi tarzında rivayette bulunmuş. Şunu da ziyade etmiş: «Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek safjarı yara yara tâ ün safta durdu.»

Bu hadiste: «Ebû Bekir gerisin geriye gitti.» cümlesi de vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Ezan» bahsinin yedi yerinde ve «Namaz» bahsinde : Ebû Dâvûd ile Nesaî dahî «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

BenîAmr b. Avf, Medine-i Münevvere civarındaki «Kü­ba» da yaşarlardı. Bunlar ensârın iki büyük kabilesinden biri olan Evs*-in kalabalık bir batındırlar. Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Şettem) 'in Bent Amr'a gitmesi, aralarında çıkan bir çarpışma dolayısı iledir. Küba­lılar, birbirlerine taşlar atmak suretiyle mukatele etmişlerdi. ResûlÜUah (Sailallahü Aleyhi ve Selîem) bunu haber alınca:

«Haydi gidelim şunlann arasını bulalım.» buyurmuşlar. Bir rivayete göre Kübalıların birbirleriyle çarpıştığı haberi geldiği vakit Hz. Bilâl öğle ezanını okumuş bulunuyordu. Babımız hadîsinde vakti girdiği bil­dirilen namazdan murâd: ikindidir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde hadîsin lâfzı şöyledir:

«Amr b. Avf kabilesi arasında cenk vuku bulmuştu. Peygamber (Saîlallahii Aleyhi ve Sellem) bunu duydu ve aralarını bulmak için öğleden sonra onların yanına gitti.   Bilâl   (RadtyaUahû anh) a da:

— İkindi namazının vakti girerde ben gelemezsem Ebû Bekir'e emret; Cemaata namazı o kıldırsın! diye talimat verdi.

İkindi namazı gelince Hz. Bilâl ezanı okuyup ikâmet getirdi. Sonra Ebû Bekir'e   emretti; o da imamete geçti.»

Ebû Dâvud bu. hadîsi sahih bir senetle rivayet etmiştir. Bun­dan anlaşılıyor ki Hz. Ebû Bekir'e gelen müezzin Bilâl (RadiyallahÛ anh) imiş.

Hadîste geçen: «Ebû Bekir evet cevabını vermiş ve namazı kıldırmış» sözünden murâd, namazın tamamı değil, namaza niyetlenmiş olmasıdır." Nitekim bâzı rivayetlerde bu cihet tasrîh edilmiştir.

Tasfîk: Ses çıkaran vuruştur. Buna tasfîh de derler. Bazdan tasfîk ile tasfîh arasında fark görmüş: «Tasfîh, bir elinin arkasîyİe öteki elin içine vurmaktır. Bu korkutmak ve tenbîh için yapılır. Tasfîk ise, tŞ içlerini birbirine çarpmaktır. Bundan murâd: eğlence ve oyundur.» mislerdir. Bazıları -kadınlar hakkında tasfîh, sağ elinin iki parmağı Üf sol avucunun içine vurmak olduğunu söylemiş; bir takımları da tasfîh ile tasfîk'in ayni mânâya geldiklerine kail olmuşlardır.        

Dâvûdî, tasrîhin kadınlara mahsûs olduğunu, fakat hadîsin bazı ri­vayetlerinde erkekler hakkında kullanıldığına göre, onların ellerini uy­luklarına çarptıkları mânâsına hamletmek gerektiğini söylemiştir.

Hz. Ebû Bekir'in namazda bakınmaması, bakınmanın mem­nu olduğunu bildiğindendir. Filhakika İbni Hüzeyme 'nin ri­vayet ettiği bir hadîsde:

Âişe, Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Settem) 'e bir kimsenin namaz­da bakınmasını sordu da: O bir hırsızlıktır. Şeytân onu kişinin nama­zından çalar, buyurdular.» denilmektedir.

Hadîsin buradaki rivayetinde Ebû Bekir'in Allah'a hamd ettiği bildiriliyor. Zahire bakılırsa lisanı ile hamd etmiştir. Fakat hadî­sin bazı rivayetlerinde:

«Ebû Bekir Allah'a şükür için başını semâya kaldırdı ve ge­risi geriye çekildi.» denilmiştir. Bu rivayete bakarak Îbnül-Cev-zî, Ebû Bekir'in hamd ve şükürü dille değil, işaretle yaptığı­nı iddia etmiştir. Maamâfih şükür için başını semâya kaldırdığı rivaye­tinde sözle şükür ettiğine mâni olacak bir kayıt yoktur.

îbniEbî Kuhâfe: Hz. Ebû Bekir 'dir. Ebû Kuhâfe babasının künyesidir. İsmi Osman b. Âmir 'dir. Hz. Ebû Bekir 'in kendisine, ben yahut Ebû Bekir de­meyip, îbni Ebî Kuhâfe diye takdim etmesi, Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında kendi mertebesini küçük gördüğü içindir.

Hadîsdeki tesbîhden murâd: Sübhânallah demektir. Nitekim bir ri­vayette: «Sübhânallah desin» buyurulmuştur.

 

Hadisi Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- İnsanlar arasında fitnenin önüne geçmek için aracılıkda bulu­narak onları barıştırmak faziletli bir iştir.

2- Hükümdar, birbirleriyle kavga ve cidal hâlinde bulunan halkı barıştırmak için bizzat yanlarına gidebilir. Hattâ icâbında bunu imamlık vazifesine tercih eder; çünkü ara bulmakda mefsedeti önlemek vardır. Bu ise bizzat imam olmaktan evlâdır. İcabında hâkimin dâvayı dinlemek için tarafların bulunduğu yere gitmesi de bu kabildendir.

3- Bâzıları bu hadîsle istidlal ederek bir namazın birbiri peşinden iki imama tâbi olarak kılınabileceğine cevaz vermişlerdir. Onlara göre, camiin imamı bir yere gittiği vakit başkasını kendi yerine vekil tayin e-der. Şayet vekil namaza başlamışsa asü imam muhayyerdir. İsterse ve­kile uyarak namazını kılar, dilerse kendisi imam olur, dilerse vekili na­ilmazını kesmeden ona uyar. Bu suretle cemaattan hiç birinin namazı bâ­tıl olmaz.  Aynî diyor ki:

«Birbiri peşinden imam olan iki kimsenin arkasında kılınan namazın caiz olduğu müsellemdir. Çünkü imamın abdesti bozulursa yerine bir ha­life çeker ve halîfe onun namazını tamamlarsa namaz sahih olur. Buna iki imamlı namaz denilebilir. Camiin imamı namazda bulunmadığı vakit yerine başkasını tayin etmesi.de müsellemdir. Fakat namazı vekîli kıl­dırırken asîl imam gelirse muhayyerdir.. İlâh... iddiasını teslim edemeyiz. Bu kavle sâhib olanların bu hadîsle istidlal etmeleri doğru değildir. Çün­kü hadîsi şerifte bildirilen namaz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimize mahsustur. Bunu hadîs imamlarından İbni Abdilberr beyan etmiş; böyle bir namazın başkalarına caiz olmıyacağma icmâ' bulunduğunu söylemiştir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in önüne geçmek caiz değildir. Bugün sair insanlar için önüne geçmesi caiz olmayacak derecede faziletli bir insan yoktur. Hz. Ebû Bekir'in o namazda yerinde durması caizdir. Çünkü Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine yerinde dur! diye işaret etmişti. Hattâ Mâlikî-lerden bâzıları Hz. Ebû Bekir'in geriye çekilmesini, yerine Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in geçmesini bile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hasâisinden saymışlardır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra böyle bir şey yapılamaz.»

4- Bâzıları cemâatin imamdan evvel niyetlenmelerinin caiz oldu­ğuna bu hadîsle istidlal etmiş ve: «Bir kimse namazının bir kısmında i-mam, bir kısmında da cemâat olabilir.» demişlerdir. Fakat cemâatin i-mamdan evvel niyetlenmeleri doğru değildir. Besûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in:

«İmam tekbîr aldığı vakit sizde tekbîr alın» hadîsi bu kavli redde­der. Sâri' hazretleri rütbe itibariyle cemaatın tekbîrini imamın tekbîrin­den sonra göstermiştir. Binâenaleyh imamdan önce tekbîr almak sahih değildir. îbni Battal (?-444): «İmamdan önce tekbîr alanın namazının tam olacağına kail kimse bilmiyorum. Yalnız İmam Şâfiînin mezhebine göre cemâatin namazı imamın namazına bağlı değildir. Şâir fukahâ bunu caiz görmezler.» demiştir.

5- Taberi bu hadîsle istidlal ederek «Farza niyetlenen bir kimse o namazın bir kısmını kıldıktan sonra cemâat gelerek namazı imamla kılsalar, yalnız kılan kimse selâm vermedikçe o cemaata iştirak edemez. Selâm vermeden iştirak ederse namazı fâsid olur. Kazası lâzım gelir.» diyenlerin hatâ ettiğini söylemişse de, burada asıl hatayı kendisi yapmıştır. Zîra hadîs gösteriyor ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Bekir'in bir kısmını kıldırdığı bir namaza yeni baş­lamış. Ashabı da kendisine uymuşlardır. Demek oluyor ki, Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) o namaza yeniden başlamış, cemâatsa ayni na­mazı tamamlamışlardır. Binâenaleyh bu hadîsin Taberî'ye delil olan bir tarafı yoktur.

6- Hadîsi şerîf, Hz.   Ebû   Bekir'in   bütün Sahâbe-i kiram­dan efdâl olduğuna delildir.

7- Namaz için ikâmet getirmek ve imamı çağırmak müezzinin va­zifesidir. İkâmeti müezzinin yapması sünnettir. Baökasınm yapması sün­nete muhaliftir. Bâzıları müezzinin izniyle başkasının müezzinlik yapa­bileceğini cumhuru ulemânın kavli olmak üzere rivayet etmişlerdir.

Hanefîlere göre, müezzinin izni olsun olmasın başkasının yaptığı mü­ezzinlik muteberdir.

8- Namazda tesbîh ve hamd etmek caizdir.  Çünkü bunlar Zikrul-lahdan sayılırlar. Ancak namazda birine cevap olarak elhamdülillah de­menin namazı bozup bozmayacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. «EI-Mu-hît- nâm eserde:

«Namaz kılan bir kimse aksırınca içinden Allah'a hamd eder,' Dili ile bir şey söylemezse Ebû Hanîfe 'den bir rivayete göre namazı bozulmaz. Diliyle söylerse namazı bozulur» denilmiş.

İmam Mâ1ik'e göre, bir kimseye namazda sevinçli bir haber verilir de Allah Teâlâ'ya hamd ederse namazına zarar etmez. İmam Mâ­lik ile Şâfiî'ye göre namazda olan bir kimsenin kuyuya düş­mek üzere bulunan âmâya yahut yılan sokacak bir kimseye tesbîh et­mesi caizdir.

9- İhtiyâçdan dolayı namazda bakınmak caizdir. İbni Ab-dil-Berr'in kavli budur. Cumhuru Fukahâya göre azıcık bakın­mak namazı bozmaz. Fakat Hanefîlere göre bunun da bir ihtiyâçdan do­layı olması şarttır. İhtiyaç olmaksızın azıcık bakınmak dahi mekruhtur. Çünkü Hz. Ebû Zerr'den rivayet olunan bir hadîsde Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem:

«Kul namazında bakınmadıkça Allah teâlâ ona daima teveccüh buyu­rur. Bakındımt, ondan sarf-ı nazar eder.» buyurmuştur.

10- Hîni hacette imamın cemâatdan birini kendi yerine geçirmesi caizdir.   Ebû   Hanîfe,   Mâlik   ve bir kavline göre   Şafiî'­nin mezhebleri budur. Ashâb-ı kiramdan   Ömer ve Ali (Radiyallahû anhûma)   ile tabiînden   Hasan-ı   Basrî, Alkame; Atâ1, İbrahim Nehaî ve Süf yanı   Sevrî   hazerâtı dahî buna kaildirler. Zahirîlerle İmam Şâfiî'nin bir kavline göre îmam kendi yerine başkasını mihraba geçiremez.

11- İmamın safları yararak mihraba geçmesi caizdir. Cemâat hak­kında böyle bir hareket mekruhtur.

12- Kendinden üstün bir zâta imam olmak caizdir.

13- Reis olan bir kimsenin emrine muhalefet eden şahsı muâhaze etmezden önce emrine ne için muhalefet ettiğini sorması gerekir.

14- Büyük bir zâta künyesiyle hitap ederek kendisine i'zâz ve ik­ramda bulunmalıdır.

15- Âmel-i Kalîl namazı bozmaz. Bundan murâd namazla alâkası olmayan az bir harekettir. Namazla alâkası olmayan amellerin az ve çok miktarları fıkıh kitaplarından öğrenilebilir.

16- İmamlık için en sâlih ve en faziletli kimseler tercih edilir.

17- Fitneye sebep olmamak ve imamın kabul edeceğinden emin bulunmak şartiyle imam geciktiği zaman cemaata başkası imam olabilir.

18- Bâzılarına göre bu hadîs namazı vaktin evvelinde kılmanın faziletine delildir.

19- E1 kaldırmak namazı bozmaz.

20- Namazı kılarken başına bir hâl gelen bir kimse tesbîh eder. Yani Sübhanallah, der. îmam Mâlik'den bir rivayete göre, bu hu­susta kadın ve erkek müsavidir. Kadınların el çırpması:

«Eğer bir kimsenin namazı esnasında başına bİrsey gelirse teşbih edi-

versin» cümlesiyle nesh edilmiştir. Fakat bazıları Hz. Mâ1ik'in bu kavline itiraz etmiş: «Hadîsin evveli âhirini neshedemez.» demişlerdir. îmam Şafiî ile Evzâî'ye göre kadınlar tesbîh değil tasfîk ya­parlar.

21- Din hususundaki mertebeden dolayı Allah'a şükretmek meş-rû'dur.

 

105- (274) Bana Muhammet! b. Râfî ile Hasen b. Ali El-Hulvânî hep birden Abdürrezzâk'dan rivayet ettiler. İbni Uafî' dedi ki, bize Ab-dürrezzâk rivayet etti, (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb, Abbas b. Ziyad'in [33] hadîsinden naklen rivayet etti. Ona da Urvete'bnü Mugîre b. Şu'be haber vermiş. Ona da Mugîra-tü'bnü Şu'be haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah (Saiîalîahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Tebük gazasında bulunmuş. Muğire şöyle demiş:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kazâ-i hacet için çukura doğ­ru gitti. Ben sabah namazından önce ona bir su kabı getirmiştim. Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kazâ-i hacetden sonra yanıma dönünce bu kaptan ellerine su dökmeye başladım. Ellerini Üç defa yıkadı. Sonra yüzünü yıkadı. Sonra cübbesini kollarından çıkarmaya çalıştı. Fakat cüb-besinin yenleri dar geldi. Bu sefer ellerini cübbenin içine doğru çekerek kollarım cübbenin aşağısından çıkardı ve kollarını dirsekleriyle beraber yıkadı. Sonra mestleri üzerine abdest aldı. Sonra (cemâatin yanına) geldi.

Mugîre demiştir ki; Ben onunla beraber geldim. Cemâati Abdurrah-man b. Avfı imam yapmışlar kendilerine namaz kıldırırken bulduk. Re-lûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki rek'âtın birine yetişti ve cemaat­la birlikte son rek'âtı kıldı. Abdurrahman b. Avf selâm verince Resûlül­lah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) namazını tamamlamak üzere kalktı. Bu, müslümanları telâşa düşürdü ve hir çok teşbihlerde bulundular. Pey­gamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) namazını bitir|Ace onlara döndü ve (iyi ettiniz) yahut; (isabet ettiniz)» buyurdu. Namazı vaktinde kılmış ol­malarından dolayı onlara gıpta ediyordu.

 

(...) Bize Muhammed b. Râfi' ile Hulvânî rivayet ettiler. Dediler ki; Bize Abdürrezzâk, İbni Cüreyc'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana İbni Şihâb, İsmail b. Muhammed b. Sa'd'dan, o da Hamzetü'bnü Mugî-re'den [34] Abbâd'ın hadisi tarzında rivayette bulundu. Mugîra:

«Ben Abdurrahmân'ı geri çekmek istedim, fakat Peygamber

«Bırak onu»  buyurdular, demiş.

Hadîsi şerif, büyük bir zâtın su kabını taşımanın, abdest alırken baş­kasından faydalanmanın, abdestden önce elleri üç defa yıkamanın, cüb-be giymenin ve avret mahalli açılmamak şartıyla elleri cübbenin aşağı­sından çıkarmanın ve mest üzerine meshin cevazı hükümlerini ihtiva et­mektedir. Bu hadîs, «Kitâbü't-Tahâre» de geçmiştir.

 

23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının Tasfik Etmesi Babı

 

106- (422) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile AmruVNâkıd ve Ztt-heyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, ZÜhrî'-den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'aen, o da Peygamber (Salla tlahu Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. H.

Bize Hârûn b. Ma'rûf ile HarmeletüTrati Yahya da rivayet ettiler. De­diler ki: Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şi-hâb'dan naklen haber verdi.  (Demiş ki): Bana Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'-yi şöyle derken işitmişler; Resûlüllah (Satlaltahü Aleyhi ve Seltem) :

«Tesbîh erkeklere, tasfik da kadınlara mahsûsdur» buyurdular.

Harmele kendi rivayetinde şunu ziyâde etti: «İbni Şihâb: Ben ulemâ­dan bir çok kimseler gördüm ki, hem teşbih hem de işaret    ederlerdi.»

 

107- (...) Bize KuteybetüTmü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Fudayl   (yani  İbni  Iyâz) rivayet etti.  H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ri­vayet etti. H.

Bize İshak b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsâ b. Yû­nus haber verdi: Bunların hepsi Âmeş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir.

 

(...) Bize Muhammed b. Bâfî' rivayet etti: (Dedi ki): Bize Abdür-rezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; O da Ebû Hu reyre'den, o da Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen bt hadisin mislini haber verdi: O «Namazda» sözünü de ziyâde etti.

Bu hadîsin şerhi bundan önceki bâbda geçmiştir.

 

24- Nabazı Güzel, Tastamam ve Huşu' Île Kılmayı Emir Babı

 

108- (423) Bize Ebû Muhammed b. El-Alâ El-Hemdânî rivayet et­ti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme, Velîd (yani İbni Kesir) den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Sâîd b. Ebî Saîd el-Makburî, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Bir gün Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı. Sonra namazdan Çıkarak:

«Ey Filan! namazını güzel kılsanal. Hiç namaz kılan kimse nasıl na­maz kıldığına bakmazını? Çünkü namazı ancak kendisi için kılar. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdanda Öyle görmekteyim» buyurdu­lar.

 

109- (424) Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Ebû Zinâd'dan, o da Â'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Siz benim kıblemi bu tarafa doğrumu görüyorsunuz? Vallahi bana sizin ne rükünüz gizli kalıyor ne de sücûdunuz. Ben sizi arkamdan pek âlâ görüyorum.» buyurmuşlar.

 

110- (425) Bana Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşsâr rivayet ettiler. Dediler kî: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katâde'yi Enes b. Mâlik'den, o da Peygam­ber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen naklen rivayet ederken işittim.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Rükû ve sücûdu dosdoğru yapın. Vallahi ben sizi rükû' ve secde etti­ğiniz zaman arkamdan (Galiba sııtımın arkasından demiş) görüyorum.» buyurmuşlar.

 

111- (...) Bana Ebû Gassân el-Mismaî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâz (yâni İbni Hişâm) rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam rivayet et­ti. H.

Bize Muhammed b. el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy, Saîd'den naklen rivayet etti. Bunların ikisi de Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişler ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Rükû' ve sücûdu tamamlayın! Vallahi rükû' ve secde ettiğiniz zaman ben sizi arkamdan pekâlâ görüyorum.» buyurmuşlar.

Saîd'in rivayetinde: (Mâ) kelimesi zikredilmeks denilmiştir.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü's-Salât» ve «Kitâbü'1-Ezân» da muh­telif râvilerden tahrîc etmiştir.

«Siz benîm kıblemi bu tarafa doğrumu görüyorsunuz?» cümlesinden murâd, siz benim Önümün bu tarafa olduğuna bakarak yalnız bu taraf-daki şeyleri gördüğümü mü zannediyorsunuz? Vallahi görmem yalnız ö-nüme gelen şeylere mahsûs değil, arkamdakilere de şâmildir, demektir. Ulemâ, buradaki görmenin mânâsı ile keyfiyeti hususunda ihtilâf etmiş­lerdir. Bâzıları: «Görmekden murâd, ya Vahiy tarikiyle cemâatin nasıl namaz kıldıklarının bildirilmesi, yahutta bunu ilham yoluyla anlaması-dır.» demişlerse de Aynî bu sözün hiç bir kıymeti olmadığını söy­lüyor ve: «Çünkü bu iş ilim yoluyla olsaydı, arkamdan görüyorum diye takyîd buyurmanın bir faydası kalmazdı.» diyor.

Bir takımları: «Bundan murâd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sağındaki ve solundaki cemâatin nasıl kıldıklarını göz ucuyla görme­sidir.» demişlerdir. Bu söz dahi muteber değildir.

Cumhur-u ulemâya göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ha­kikî bir idrak ile arkasında olanları görürdü. Bu ona mahsûs hârikalar­dandır. Onun içindir ki Buh âr'î bu hadîsi «Peygamberliğin Alâ­metleri» bahsinde tahrîc etmiştir. Bu hususda söylenen sözlerin doğrusu da budur.

Eş'arîlere göre görmek için yüz yüze gelmek şart değildir. Çin'deki bir âmânın Endülüs'ü görmesi caizdir. Hadîsi gerîf onların bu kavline delildir.   Aynî   diyor ki:

«Ehl-i sünnete göre hak olan budur. Görmek için aklen husus! bir uzuv şart olmadığı gibi, mukabele yani yüz yüze gelmek ve yakınlık gi­bi şeyler de şart değildir. Bundan dolayıdır ki ehl-i sünnet Allah Teâlâ'-nm âhirette görülebileceğine hükmetmişlerdir.»

Mu'tezile taifesi Allah Teâlâ'mn mutlak surette görülemiyeceğini id­dia etmiş; dalâlet fırkalarından Müşebbihe ile Kerrâmîye ise Allah'ın bir cihet ve mekânda bulunduğunu itikat ettikleri için, gören kimsenin kar­şısında bir mekânda bulunmak şartıyla görülebileceğine kail olmuş; ci-hetsiz ve mekansız görmenin imkânsız olduğunu iddia etmişlerdir. Ehl-i Sünnet ulemâsı bunlara lâzım gelen cevâbı vermiş; Allah'ı görmenin hem aklen, hem de naklen caiz olduğunu delilleriyle isbat etmişlerdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)in arkasındaki eşyayı nasıl gördüğü meselesine gelince; Ulemâdan bazılarına göre arkasında gözü vardır ve onunla arkasında bulunan eşyayı dâima görürdü. Bir takımları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in omuzları arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunduğunu söylerler. Onlara göre elbise ve şâire gibi şeyler bu gözlerin görmesine mânı olamazdı. Bâzıları:

«Eşyanın suretleri Peygamber' (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in önün­deki duvara resmolunur. Peyganiber efendimiz aynaya bakar gibi onları duvardan görürdü» demişlerdir. Hâsılı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasındaki eşyayı görmesi ona hâs bir mucizedir.

Nevevî diyor ki: «Ulemâya göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyfü ve Sellem) jn arkasındaki eşyayı görmesi Allah Teâlâ'nın onun kafasında halk ettiği bir idrak iledir. Bu idrakTile Reâûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arkasındaki şeyleri görür. Ona bundan daha ziyâde nice hari­kulade hususiyetler verilmiştir.

Buna ne akıl manîdir, ne de şeriat. Bilâkis şerîat vukuunu habçr ver­mektedir. Binâenaleyh kabul etmek îcabeder. Kaadî lyâz, İmam Ahmed b. Hanbe1 ile cumhuru ulemânın: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasındaki eşyayı görmesi hakikaten göz­le görmek suretiyle olmuştur, dediklerini nakleder.» Kaadî 1yfiz'in beyânına göre ulemâdan bâzıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin:

«Ben sîzi arkamdan pekâlâ görürüm» sözünü vefatımdan sonra gö­rürüm mânâsına hamletmişlerse de bunun siyakı hadisle hiç bir alâkası yoktur.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Etmektedir:

 

1- İmam cemâatdan birinin din umuruna âit bir noksanlığım gö­rürse onu bundan men etmeli ve kendisine lâzım gelen îzâhatı vererek ibâdetini mükemmel yapmaya  teşvik  etmelidir. Çünkü Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir çok defalar böyle tenbih ve ikazlarda bu­lunmuştur.

2- Zaruret olmaksızın dahi Allah'a yemîn etmek caizdir. Fakat ha­cet yokken yemîn etmemek müstehabtır.    Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'in yeminleri te'kîd, tefhim ve zihinlere yerleştirme gibi ihti­yâçlar dolayısiyle yapılmışlardır.

3- Rükû' ve sücûdda tadîl-i erkânın, yâni âza sükûnet bulacak de­recede durmanın farz olduğunu söyleyenler, bu hadîsle istidlal etmişler­dir. Fakat hadîste buna delâlet yoktur. Çünkü farz olsaydı Resûlüllah (SaltfüahÜ Aleyhi ve Sellem) o cemaata namazlarını    yeniden    kılmalarını emrederdi. Emretmemiş olması bunun farz olmadığını gösterir.

 

25- Rükü Sücud ve Emsali Fiilleri İmamdan Önce Yapmanın Haram Kılınması Babı

 

112- (426) Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe ile Ali b. Hucr rivayet et-tiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. (İbni Hucr, bize haber verdi) tâbirini kul­landı. Ebû Bekir ise: Bize Ali b. Mttshlr, Muhtar b. Fülfül'den, o da E-nes'den naklen rivayet etti, dedi. Enes şunları söylemiş: Bir gün Resûlül­lah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bize namaz kıldırdı. Namazı bitirince yü­zünü bize çevirerek:

«Ey cemâat! Ben sizin imamınızı m. Öyle ise rükû, sücud, kıyam ve namazdan çıkma hususlarında beni geçmeyin! Çünkü ben sizi önümdende arkamdan da görüyorum.»   buyurdular. Ve sonra şunu ilâve ettiler:

«Muhammedin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederi m ki siz benim gördüğümü görmüş olsanız hakikaten az güler çok ağlardınız.»

Cemâat: Ne gördün, yâ Resûlallah? dediler. ResûlÜUah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem):

«Cennetle, cehennemi gördüm» buyurdular.

 

113- (...) Bize KuteybetÜ'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr ile tshâk b. İbrahim de İbni Fudayl'den ve bun­ların hepsi Muhtâr'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi

ve Sellem) 'den naklen bu hadisi rivayet ettiler. Cerîr'in hadisinde  kaydı yoktur.

Bu hadîs, cemâatin bütün namaz fiillerinde imâma tâbi olmaları lâ­zım geldiğine delildir. Hanefîlere göre imama tâbi olmak üç surete şâ­mildir:

1- Cemâatin fiili imamın fiiliyle beraber olur. İmamla beraber ni­yetlenmek, beraber rükûa gitmek ve beraber selâm vermek gibi İmam­dan önce rükûa giden ve rükûda imamı bekleyen kimsenin hükmü de budur.

2- Evvelâ imam niyet eder, arkacığından cemaat da niyeüenir. Rü­kû* ve secdeler de böyle yapılır.

3- Cemâat imamdan hayli sonra niyetlenir veya sonra rükû, sft-cûd eder, ancak imam o rüknü bitirmeden cemâat kendisine yetişmiş ve o rüknün bir cüzünde birleşmiş olurlar.

İşte bu suretlerin üçüne de mutâbeat, yani imama uyma denilir. Me­selâ: İmamdan ileri gitmemek ve geri kalmamak şartıyla imamla birlik­te rükû' eden, yahut imamdan pek az sonra veya biraz gecikerek rükû'a varan, yahut imam rükûdan doğrulduktan sonra henüz secdeye gitme­den rükû eden cemâat imama tâbi olmuş sayılırlar. Namazın farzlarında imama tâbi olmak farz, vaciplerinde mutâbâat vacip, sünnetlerinde mu­tabâatta sünnettir. Meselâ: İmamdan önce rükû edip doğrulan ve tek­rar imamla rükû etmeyen kimsenin namazı bâtıl olur. Çünkü farz olan bir rükünde imama tâbi olmamıştır.

Şâfiîlere göre de imama tâbi olmak üç surete şâmildir:

1- Cemâatin namaza niyetlenmesi mutlaka imamın niyetinden son­ra olmalıdır. Önce yahut iftitâh tekbîrinin velev bir harfinde imamla beraber olursa namazı sahîh olmaz.

2- Cemâatin selâmı imamın selâmından önce olmamalıdır. Cemâat imamdan önce selâm verirse namazı bâtıl olur. İmamla beraber selâm vermek ise mekrûhdur.

3- Birbiri ardından gelen iki rüknü özürsüz cemâat imamdan Ön­ce veya sonra yapmamalıdır.

Mâlikîlerle, Hanbelîlere göre imama tâbi olmak bütün fiilleri imam­dan sonra yapmakla olur. Ancak imama yetişemiyecek kadar fazla ge­cikmemek şarttır. Bu hususta her mezhebin kendine göre tafsilâtı var­dır. Bunlar fıkıh kitaplarından görülebilir.

Resûlüllah (Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) «Namazdan çıkma» ile selâm vermeyi kasdetmiştir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendi­mizin cenneti gördüğü halde de çok ağlaması, ya ondan mahrum kala­caklara acıdığından, yahut cennete götürecek ameller az yapıldığındandır. Hadîsi şerif cennetle cehennemin yaratılmış olduklarına delildir.

Mû'tezîleden Cubbâî, Ebû Hüseyin Basrî ve emsali cennetle cehennemin şimdi mevcut olmadıklarını, zamanı gelince yaratılacaklarını iddia etmişlerdir. Onlara göre ehli mevcut olmayan ıs­sız bir cennetle cehennemin yaratılması abestir. Bu hadîs onların kavli­ni reddetmektedir.

 

114- (427) Bize Halef b. Hişâm ile Ebü'r-Rahî'ez-Zehrânî ve Ku-teybetü'bnü Saîd hep birden Hammâd'dan rivayet ettiler. Halef dedi ki: Bize Hammâd b. Zeyd, Muhammed b. Ziyâd'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bize Ebû Hüreyre rivayet etti. Dedi ki: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Başını imamdan önce kaldıran kimse Allah'ın onun başını eşek başına çevireceğinden korkmuyor mu?»  buyurdular.

 

115- (...) Bize Amrü'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail b. İbrahim, Yûnus'dan, o da Muhammed b. Zi-yâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle de­miş: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Namazı esnasında başını imamdan evvel kaldıran kimse Allah'ın, onun suretini eşek suretine çevirmesinden emin olamaz.» buyurdular.

 

116- (...) Bize Abdurrahman b. Sellâm El-Cumâhi' ile Abdurrah-man b. Rabî* b. Müslim hep birden Rabt' b. Müslim'den rivayet etti­ler. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ri­vayet etti. (Dedi kî): Bize Şû'be rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bire Vekî', Hammâd b. Seleme'den rivayet etti. Bunların, hepsi Muhammed b. Ziyad'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'den bu şekilde rivayet etmişlerdir. Yalnız Babt b. Müslim ha­dîsinde:

«Allah onun yüzünü eşek yüzüne çevireceğinden» denilmiştir.

Bu hadisi bütün Kütübü Süte sahipleri muhtelif râvilerden tahrtc et­mişlerdir. Hz. İbni Mes'ûd (Radiyallahû arih) rivayetinde:

«Başını imamdan önce kaldıran kimse Allah'ın onun başını köpek ba­şına çevirmesinden emin olmaz.» buyurulmuştur.

Görülüyor M, rivayetlerin bâzısında başını eşek başına, bazılarında suretini eşek suretine; diğer bazılarında da başını köpek başına çevire­ceğinden emin olamaz buyurulmuştur. Ulemâ bu cümlenin mânâsı hak­kında bir çok sözler söylemişlerdir. Kirman i'ye göre bu cümle ahmak­lıktan kinayedir. Bir şeyin hakikatini başka şeye çevirmeye «mesh» de­nilir. Mesh bu ümmet hakkında caiz değildir. Kaadî Ebû Be­kir İbni'l-Arabî:

«Allah'ın, eşek başına çevirdiği bir kimse bu ümmetde mevcut de­ğildir. Çünkü bu ümmet mesh'den emindir. Bu cümleden murâd; olsa olsa eşeğin mânası, yâni basiretsizlik ve inatçılıkdır. Çünkü bukağılan-dığı vakit yürümemek ve kapandığı vakit şahlanmak eşeğin şâmndan-dır.» demiştir. Fakat Aynî bu sözlere itiraz etmiş, âhir zamanda mesh'in vuku bulacağını sahabeyi kiramdan bir cemâatin rivayet ettiğini söylemiştir.

Şeyh Takiyyüddîn: «Bu hadîs zahiren suretin değiş­tirileceğini iktizâ eder, ama mecazen manevî bir hususa da aittir. Çün­kü eşek ahmaklıkla vasıflanır. Bu mânâ câhil bir insana da istiare e-dilebilir.

Bugüne kadar bir çok cemâatin imamdan önce rükû ve secdeden başlarını kaldırdıkları halde suretlerinin değiştirilmemiş olması hadîsi mecaza hamledenlerin kavlini teyid etmektedir.» diyor. Fakat Ayn'î bunu da kabul etmemiş ve şöyle demiştir: «Bu sözün doğru olduğunu teslim etsek bile cezanın Allah Teâlâ'nm dilediği bir zamana tehiri ne­den caiz olmasın. Nitekim bazı kitaplarda okuduğumuza ve mûtemed ze­vattan işittiğimize göre Şiîlerden bir cemâat ashâb-ı kirama sövdükleri için Ölürken bâzısının suretleri eşek, bazısının da domuz olmuştur...

îbni Hacer-ı Askalânî şöyle bir vak'a hikâye edi­yor: Muhaddislerden biri hadîs okumak için Dimeşk'a gitmiş ve meşhur bir üstâd bularak ondan ders almağa başlamıştır. Bir müddet devam et­mişler. Fakat üstâd daima perde arkasında bulunuyor, yüzünü talebesine göstermiyormuş. Hayli bir zaman bu minval üzere devam edip, talebesi­nin hadîs ilmine karşı sdn derece iştiyaklı olduğunu görünce perdeyi aç­mış. Bir de ne görsün, yüzü tamamen eşek yüzü!.. O vakit şeyh şunu söylemiş: «Oğlum, sakın imamdan önce doğrulma! Zîra ben hadîsde bu­nu görünce vukuunu kabul etmedim ve imamdan önce doğruldum, yü­züm şu gördüğün hâle geldi.»

Hadîsi Şerif Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmetine kar­şı beslediği hudutsuz şefkatini, ümmetine bütün ahkâmı ve bu ahkâma terettüp eden sevabı, ikâbı beyân ettiğini gösteriyor. Ayrıca tehdide de şâmildir, tbni Mes'ud (Radıyallahû anh) imamdan önce başını kaldıran bir zâta bakmış da:

«Sen ne yalnız kıldın, ne de imama uydun» demiştir. Hz. İbni Ömer 'den de buna benzer bir söz rivayet olunur. Hattâ İbni ömer (Radiyallahû anh) imamdan evvel başını kaldıran kimseye namazı yeniden kılmasını emr etmiştir. Cumhuru ulemâya göre başını

önce kaldırmak haram ise de bundan dolayı namazı yeniden InlmaV 1-câb etmez.

 

26- Namazda Gözleri Semaya Dikmekden Nehiy Babı

 

117- (428) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Kttreyb riv&yet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da MttseyyeVden, o da Temtm b. Tarefe'den [35], o da Câbir b. Semnra'dan naklen rivayet etti. CâMr şöyle demiş: Resûltillah  (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

«Namazda gözlerini semâya diken bîr takım kimseler yâ bundan vaz geçerler yahut gözleri kendilerine dönmez.» buyurdular.

 

118- (429) Bana Ebû't-Tâhir Ue Amr b. Sevvad rivayet etülcr. De-düer ki: Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi M): Bana Ley» b. Sft'd, Cafer b. Ramâ'dan, o da Abdurrahman el-Arac'dan, o da Ebû Hureyre'4«* naklen rivayet etti, Û Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Seüem) :             .

«Bir takım insanlar yâ namazda duâ ederken gözlerim semaya d\k-mekden vaz geçerier, yahut gözleri kör olur!» buynnnuglar.

Bu rivayetlerin birinde mutlak surette namaz esnasında semâya bak-makdan, diğerinde ise namazda duâ ederken semâya bakmakdan nehy buyurulmuştur.  Hüküm ve hâdise  her  iki  rivayette bir olduğu için mutlak olan birinci rivayet mukayyed bulunan ikinci rivayete hamledil-miştir. Maamâfih buna hacet de yoktur. Çünkü mânâ yine aynıdır. Du­anın kıblesi semâ olduğu halde dua esnasında semâya bakmak memnu olunca namaz esnasında bakmak evleviyetle memnu olur. Bu rivayetler­den ne murâd edildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazılarına göre vaîd yâni tehdîd kasdedilmiştir. Bu lakdirde gözleri semâya dikmek haram­dır. Zahirîlerden İbni Hazm daha ileri giderek namazın bozula­cağını söylemiştir. Diğer bazıları: «Hadîsin mânâsı: Namaz kılanların ü-zerine inen meleklerin indirdikleri nurdan gözleri kör olacağından kor­kulur demektir.» mütâleasmda bulunmuşlardır, tbni Ebu Şeybe'nin Hişam'dan tahrîc ettiği bir hadîse göre, ashab-a kiram vaktiyle namazda bakmırlarmış;

«Namazlarında huşu' sahibi olan mü'minler muhakkak felaha erdi.» [36] âyet-i Kerîmesi inince artık önlerine bakmağa başlamışlar, gözleri sec­de yerinden öteye geçmez olmuş.

Bâzılarına göre ibret için gözleri semâya kaldırmakta beis yoktur. Fakat İbni Battal namazda semâya bakmanın mekruh oldu­ğuna ulemânın ittifak ettiklerini söylemiştir. Namaz haricindeki dualarda ise ekseri ulemâya göre semâya bakmak caizdir. Çünkü duanın kıblesi semâ olduğunu bildiren hadîsler vardır. Taberî semâya bakmayı kerih görmüştür. Kâdî Şüreyh duâ ederken gözlerini semâya diken bir zâta:

«Ellerini yum! Gözlerini de indir! Çünkü sen ona eremez ve onu göremezsin!»  demiştir.

 

27- Namazda Süküneti Emir; Elle İşaretten, Selam Verirken Elleri Kaldırmaktan Nehi İle İlk Safları Tamamlamanın, Saflarda Sımsıkı Durmanın ve Toplu Bulunmanın Emrolunması Babı

 

119- (430) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Ktireyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müseyyeb b. Rafi'den, o da Temim b. Tarefe'den, o da Câbir b. Semure'den naklen rivayet et­ti. Câbir şöyle demiş:

Resûlüllah   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)  yanımıza geldi. Ve:

«Acep neden sizleri hırçın atların kuyrukları gibi, ellerinizi kaldırmış görüyorum! Namazda sakin olun!» buyurdular. Sonra (Başka bir defa) yine yanımıza çıktı ve bizi halkalar halinde görerek:

«Acep sizi neye dağınık cemâatler halinde görüyorum i» dedi. Başka bir sefer yine yanımıza çıktı ve:

«Siz meleklerin Rableri katında saff saff durdukları gibi saf bağlayıp dursanızya!»  buyurdular. Biz:

Yâ Resûlallah! Melekler Rableri katında nasıl saf olurlar? dedik:

«İlk safları tamamlarlar, ve safda sıkışık dururlar.»  buyurdu.

 

(...) Bana Ebû Saîd El-Eşecc rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' ri­vayet etti. H.

Bize İshak b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsa b. Tunus haber verdi. Her iki râvi: «Bize Â'meş bu isnatla bu hadisin mislini ri­vayet etti.* demişlerdir.

Şums yahut Şumus: Yerinde duramayan ve daima kıpırdayıp kuy­ruklarını sallayan atlar demektir. Müfredi Şemûs ve Şâmis gelir.

Ashabı kiram namazda selâm verirken elleriyle iki tarafa işaret e-derlerdi. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) onların bu fiilini tasvip etmedi ve bu hareketlerini hırçın at kuyruklarına benzeterek kendileri­ni bundan menetti; namazda sakin sakin durmalarını tavsiye buyurdu.

izin: Cemaatlar manasınadır. Müfredi «ize» dir. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Un ashabını ayrı ayrı cemâatler halinde görmesi kuvvet­li bir ihtimâle göre namaz hâricinde olmuştur.

Onları bu halde görünce dinin emrettiği İslâm birliğinin tahakkuk edemeyeceğinden endişe duymuş ve kendilerini dağınık bulunmaktan men'etmiştir. Bâzıları bunun namazda olduğuna ihtimâl vermişlerdir. Çünkü namazda dağınık bir halde bulunmak safların parçalanmasına se­bep olur. Fakat bu ihtimâl zayıftır. Râvî'nin: «ResûlüHan (SallaİlahÜ Aleyhi ve Sellem) bizi halkalar halinde gördü» demesi, namazda olmadıklarına de­lildir. Zira halka yuvarlak olduğu için, halka halinde oturanların bâzıları kıbleye sırtlarını çevirmiş vaziyette otururlar.

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- İslâmiyet birlik ve dirlik dînidir.

2- Namaz safları tamamlanmalı; saflarda sımsıkışik durmalı ve saflar düz tutulmalıdır. Ulemânın beyânına göre ilk safın teşkiline ima­mın arkasından başlanır. Sonra arkasına duran zâtın sağma ve soluna durmak suretiyle ilk saf tamamiyle doldurulur, tik safta yer varken i-kinci saf teşkil edilmemelidir. Ondan sonra ikinci, üçüncü ilâh... saflar aynı şekilde doldurulmak şartiyle teşkil edilirler, öndeki safta yer var­ken arkadaki safa durmak mekruhtur.

3- Namazda sükûnet ve huşu* ile durmak gerekir.

4- Melekler de namaz kılarlar ve saf olurlar.

 

120- (431) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. Dedi ki: Biıe Vekî' Mis'ar'dan rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de rivayet etti, lâfız onundur. Dedi İti: Bize İtai Ebî Zaide, Mis'ar'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Ubeydullah b. Kıptiyye [37]; Câbir b. Semura'dan rivayet etti. Câbir şöyle demiş:

Biz Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

 ile birlikte namaz kıldığımız vakit es-selâmü aleyküm ve rahmetullah, es-selâmü aleyküm ve rah-metullah derdik. Câbir eliyle iki tarafa    da    işaret    etmiş.    Resûlüllah

(SallaÜahü Aleyhi ve Sellem):

«Siz neden hırçın atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret ediyorsunuz? Her birinize elini uyluğunun üzerine

koyması kâfidir sonra sağ ve sol ta­rafında bulunan kardeşlerine selâm verir»   buyurdular.

 

121- (...) Bize Kaasım b. Zekeriyya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Musa, İsrail'den, o da Furât [38] (yâni el-Kazzâz) dan, o da Ubeydullah'dan, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte na­maz kıldım. Biz (kendi aramızda) namazda selâm verirken ellerimizle es-selâmü aleyküm, es-selâmü aleyküm... diyerek işaret ederdik. Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bize bakarak:

«Size ne oluyor kî hırçın atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret edi­yorsunuz. Biriniz selâm verdiği vakit yanında kine bakıversin! Eliyle işaret etmesini»  buyurdular.

Bu hadîs dahî namazda selâm verirken elle işaret etmenin memnu' olduğuna ve ayrıca sünnet veçhile selâm vermenin keyfiyetine delildir. Selâmın hüküm ve keyfiyeti ulemâ arasında ihtilaflıdır.

Hanef ilere göre namazdan «Selâm» lâfzı ile çıkmak farz değil vacip­tir. Sünnet veçhile selâm evvelâ sağ tarafa, sonra sola bakarak «es-selâ-mji- aleyküm ve rahmetullah» diyerek verilirse de yalnız «selâm» lfifeı Üe iktifa etmek de caizdir.

Şâfiîlerle, Hanbelîlere göre selâm-vererek namazdan çıkmak farzdır. Yalnız Şâfiîlerce bir defa selâm vermek farz, ikinci selâm sünnettir. Han­belîlere göre tertîp şart; Şâfiîlere göre şart değildir. Yâni Hanbelîlere gö­re namaz kılan bir kimsenin her iki tarafına    «es-selâmü aleyküm ve rahnıetüllah. diyerek selâm vermesi farzdır. Şâfiîlere göre «Aleyküm se­lâm» demekle de namazdan çıkılabilirse de mekruhtur.

İmam Mâlik bu bâbta Hz. Aişe'den rivayet olunan bir hadîsle istidlal ederek namazdan çıkarken sağa sola bakmadan kıbleye doğru bir defa selâm verileceğine ve selâm verirken bir parça sağ tara­fa meyledileceğine kaail olmuştur. Maamafih Mâlikîlerden bir rivayete göre, biri sağa, biri sola, biri de kıbleye karşı olmak üzere üç defa se­lâm verilebilir.

Selâm verirken sağ ve sol taraftaki erkek ve kadınları, hafaza me­leklerini, cemâatle kılmıyorsa imamı niyet etmek sünnetdir. Yalnız kı­lan,, yalnız hafaza meleklerini niyet ederek selâm verir. îmam iki tarafa selâm verirken sağında ve solunda bulunan cemâati niyet eder.

Hadîsi şerîfde zikri geçen kardeşden murâd, namaz kılanın sağ ve sol taraflarında bulunan din kardeşleridir.

 

28- Safların Düz ve Doğru Tutulması, İlk Saffın ve Ondan Sonra Sıra Île Öteki Safların Fazileti, İlk Saffa Sıkışma ve Ona Girmek İçin Yarışma, Fazilet Sahiplerini Ön Saffa Geçirme ve İmama Yaklaştırma Babı

 

122- (432) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şcybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs ile Ebû Muâviye ve Vekî', A'meş'den, o da Umaretü'bnü Umeyr et-Teymî'den, [39], o da Ebû Ma'mer'den, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen rivayet etti. Ebû Mes'ûd şöyle demiş: Besûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) namazda bizim omuzlarımıza dokunur ve:

«Doğrulun karışık durmayın ki kalpleriniz de karmakarışık olmasın. Benim arkama aklı başında olanlarınız, daha sonra derece itibariyle onlar­dan sonra gelenler onların arkasına daha sonra gelenler dursun!» buyur­dular.

Ebû Mes'ûd: «Bugün en ziyâde karışıklığı siz yapıyorsunuz.» demiş.

 

(...) Bize bu hadîsi tshak da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr ha­ber verdi. H.

(Dedi ki): Bize İbni Haşrem de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsi (yani îbni Yûnus) haber verdi. H.

(Dedi ki): Bize İbnİ Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Uyeyne bu isnatla bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

123- (...) Bize Yahya b. Habîb el-Hârisî ile Salih b. Hatim b. Ver-dan [40] rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bana Hâlid el-Hazzâ', Ebû Ma'şer'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Benim arkama yaşlı başlılar dursun; sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler dursunlar.» buyurdu. Bunu Uç defa tekrarladı ve:

«Pazar yerlerindeki keşmekeş (e benzemek) den sakının» buyurdular.

Ülü'l-Ahlâm: Akıl sahipleri demektir. Ntthâ: Akıllar mânâsına gelir. Müfredi Nühyedir. Bu takdirde Ülül-Ahlâm ve Nühâ tâbirleri ayni mâ­nâyı ifâde ederler. Lâfızları muhtelif olduğu için atıf harflerinden (vav) la birbirleri üzerine atfedilmişlerdir. Fakat bâzılarına göre Ülü*l-Ahlâm'-dan murâd; bulûğa erenlerdir. Şu halde yanyana kullanılan bu iki keli­meden murâd, âkil ve baliğ olmuş kimseler demek olur.

Râvî; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namazda bizim omuz­larımıza dokunurdu, demekle namaza başlanacağı zamanı kasdetmiştir. Yoksa namaz içinde konuşmak, cemâatin omuzlarına dokunarak safları düzeltmek gibi fiiller caiz değildir. Hadîsi şerif .cemâatin en faziletli ve aklı başında olanlarının derece derece imama yalan durmaları îcâb etti­ğini göstermektedir. Zîra cemâatin içersinde en faziletli olanlar en ziya­de ikrama lâyıktılar. Bir de bazen imam namazda iken burnu kanamak gibi bir özür sebebi ile namazdan çıkmak ve ceraâatdan birini mihraba geçirmek mecburiyetinde kain*. Bazan da âyeti hatırlamıyarak tıkanabi­lir. Bu gibi hallerde fazilet sahiplerinin imama yakın bulunmaları ve mih­raba geçmek, imam tıkandığı vakit âyeti kendisine hatırlatmak hususla­rında imama yardımcı olmaları gerekir. Hz. Ömer (Radiyallahû anh) ön saflarda bir çocuk görürse saftan çıkarırmış. Bunu Zırr b. Hubeyş ile Ebû Vâil (Radiyaüahû anhûma) da yaparlarmış. ÎUm ve fazilet sahiplerinin Ön saffa geçirilmesi yalnız namaza mahsûs değildir.

Onları ilim, müşavere, hüküm, fetva ve saire meclislerinde de ön safta bulundurmak, bu gibi yerlerde de cemâatin ilim, din, akıl, şeref ve yaşlarına göre yer almaları sünnettir.

Hadîsin ikinci rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in üç defa tekrarladığı bildirilen cümle;

«Sonra derece itibariyle onlara yakın olanlar dursun» cümlesidir. Fahri Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz, mezkûr cümleyi tek­rarlamakla namaz ahvâlini en iyi bilen ilim ve fazilet sahiplerinin ima­mın arkasına ona yakın durmalarını, imamdan uzaklaştıkça dahi ilim ve fazilet derecesinin göz önünde bulundurulmasını, en son saflara namaz ahvâlini en az bilenlerin bırakılmasını anlatmak istemiştir.

Hadîsi şerif müslümanlarm daima fiilen ve kalben islâmî birliği mu­hafaza etmelerini; birbirlerine sırt çevirerek dağılmamalarını ifade et­mektedir.

 

124- (433) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile tfanİ Beşsâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katâde'yi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş: Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Saflarınızı düzeltin! Çünkü saffı düzeltmek namazın tamamındandır.» buyurdular.

 

125- (434) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dül Vâris, Abdül Azîz'den -ki bu zât İbni Suhayb'dir- O da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:

Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Safları tamamlayın. Çünkü ben sizi arkamdan görüyorum.» buyurdu­lar.

 

126- (435) Bize Muhammed b. Râfî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmam: Ebû Hüreyre'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bize rivayet ettikleri budur, diyerek bir takım ha­dîsler zikretmiş. Ez cümle: Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Namazda sarfları doğrultun. Çünkü saffı doğrultmak namazın güzel-Hğindendir.» buyurmuşlar, demiş.

 

127- (436) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Gunder Şube'den rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. El-Müsenna ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler.

Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan rivayet etti*

Demiş ki: Ben Salim b. Ebi'1-Ca'd el, Gatafâni'den dinledim. Dedi ki: Ben Nu'man b. Beşîr'den [41] dinledim. Dedi ki: Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve Selîem):

«Ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut Allah yüzlerinizi başka başka taraf­lara çevirir!»  buyururken işittim.

 

128- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hayseme, Simâk b. Harb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Nu'man b. Beşîr'i şöyle derken işittim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim saflarımızı düzeltir, onları oklar gibi oluncaya kadar tesviye ederdi. Buna» tâ biz anlayıp öğreninceye kadar böyle yapmakta devam etti. Sonra bir gün (mescide) çıktı ve namaza kalktı. Tam Tekbir alacağı sırada göğsü saftan çıkmış bir adam gördü» Bunun üzerine

«Ey Allah in kulları ya saflarınızı düzeltirsiniz; Yahut Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir.» buyurdular.

 

(...) Bize Hasen b. Rabî' üe Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû'l-Ahvas rivayet etti. H.

Bize Kuteybetti'bnü SaSd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne bu isnâdla bu hadisin benzerini rivayet etti.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbü'l Ezan» in müteaddid yerlerinde muhtelif lâfızlarla, muhtelif râvîlerden tahrîc etmiştir. Hadîs Ebû Dâvûd 'un   «Sünen» inde dahi mevcûddur; Ve muhtelif rivâyetleriyle safların düzeltilmesini ifâde etmektedir. Safların düzeltilmesinden murâd; bir safta bulunan cemâatin tamamiyle bir hizaya durmalarıdır. Safların aralarındaki boşlukları doldurmaya da tesviye denir. Hadîsin muhtelif rivâyetlerindeki tesviye, itmam ve ikâme kelimeleri hep safları düzelt­me mânâsında kullanılmışlardır. Bu hususta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:

«Yâ saflarınızı düzeltirsiniz yahut Allah yüzlerinizi başka başka kılıkla­ra çevirir.» buyurması, safları düz tutmayanlar hakkındaki tehdîtdir. Cemâat muhtelif yönlere dönerek safları bozunca, cezalan suçlan cinsin­den olmak üzere yüzleri de başka kılıklara döndürülecektir. Bazıları bu cümleyi «Allah aranıza düşmanlık ve kin sokar, kalplerinizi değiştirir.» şeklinde tefsir etmişlerdir. Çünkü cemâatin safları bozması zahirî bir mu­halefettir. Zahirin muhalefeti ise bâtının muhalefetine sebebtir, derler. Ulemâdan bir takımları hadîsden zahirî mânâsının kastedildiğini söyle­mişlerdir. Bu takdirde mânâ şöyledir: «Saflarınızı düzeltin! Düzeltmezse­niz Allah da sizin yüzlerinizi aslî hilkatmdan bozarak kafanız tarafına çevirir. Binnetice çirkin bir hâl alırsınız.» Zahirî mânâsına göre hadîs, başlarını imamdan Önce rükû ve secdeden kaldıranlar hakkında vârid o lan tehdîd hadîsi kabîlindendir.

Namazda safları düzeltmek îmamı Âzam, îmam Şâfiî ve îmam Mâlik hazerâtına göre sünnettir. Zahirîlerden 1bni Hazm farz olduğuna kaildir. Hz. Ömer (Radiyallahû anh) safları düzeltmek için hususî adamlar tavzif etmişti. Kendisi imam olduğu va­kit bu zevat safların düzeldiğini haber vermedikçe namaza niyetlenmezdi. Hz. Osman ile Ali (Radiyallahû anhûmâ) *nın da bu cihete pek dikkat ettikleri rivayet olunur. Hattâ Hz. Ali namaza duracağı vakit safları teftîş eder; Bir safta eğrilik görürse; «Ey filan, sen biraz ileri çık; Ey filan, sen de biraz geri çekil.» dermiş. Hadîsi şerîf, safların tesviyesinden mâda ikâmet esnasında ve ikâmetle namaz arasında konuş­manın caiz olduğuna da delildir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasından görmesi muci­zesi hakkında az yukarıda söz geçmişti.

 

129- (437) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Malİk'e, Ebû Bekir'in azatlısı Sümey'den dinlediğim, onun da Ebû Salih es-Semmân'-dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) :

«İnsanlar ezan İle ilk safda neler olduğunu bilseler de bunlara nâîl ol­mak için kur'a çekmekten başka çare bulamasalar mutlaka kur'a çekerlerdi. Namaza erken gitmekte neler olduğunu bilseler, bu hususta mutlaka yân; ederler. Yatsı ile sabah namazlarında neler olduğunu bilseler onlara emek­liye re k dahî olsa giderlerdi.» buyurmuşlardır.

Bu hadîsi Buhârî biraz lâfız farkiyle «Kitâbül-Ezân» da tah-rîc etmiştir. Hadîsden murâd şudur; «İnsanlar ezanın faziletini ve ecri­nin büyüklüğünü bilseler de bu ecrü mükâfata vaktin darlığından yahut mescidde yalnız bir müezzin ezan okuduğu için ikinci bir ezan okumaya imkân bulamasalar onun için kurrâ çekerler ve bu ecrü mükâfata nail olmaya çalışırlar; Namazın ilk safında olan sevap ve faziletin miktarım bilseler, ona nail olmak için hep birden koşarlar; mescit kendilerine dar gelince o fazilete nail olmak için aralarında kurrâ çekerlerdi. Camiye er­ken gitmekde ne derece sevap olduğunu bilseler, erken gitmek için bir­birleriyle yarış ederler; yatsı ile sabah namazlarında ne derece sevap ol­duğunu bilseler, yürüyemiyecek derecede hasta veya sakat bile olsalar sürünerek gitmeye çalışırlardı.»

Netekim Kadisiye harbinde bir cemâat ezan hakkında münâkaşa et­mişler. Hz. Sa'dü'bnü Ebî Vakkas (Radiyallahü anh) arala­rında kurrâ çektirmiştir. Bâzıları buradaki ezandan murâd; Cum'â ezâ-rrdır, demişlerse de doğrusu her namaz için okunan ezandır.

Ulemâ ilk safdan muradın ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: «Bundan murâd mutlak surette imamın arkasındaki safdır.» de­miş; bir takımları saf değil, mescide erken gitmek olduğunu söylemiş­lerdir. Onlara göre mescide erken giden kimse, namazını son safda bile kılsa ilk safda kılmış sayılır. îlk safdan murâd; Boş yer kalmamak şar-tiyle en evvel doldurulan safdır, diyenler de vardır. Fakat bunların içer­sinde sahih olan kavil birincisidir. İkinci ve üçüncü kaviller hatâdır. Çün­kü Arapçada «Evvel» kelimesi kendisinden önce başkası bulunmayan şe­yin ismidir. Saflar içinde kendinden Önce saf bulunmayan yegâne saf, i-mamın arkasmdakidir.

 

Hadisi Şerifden Bu Saydıklarımızdan Maada Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Münakaşalı haklarda kurrâ çekmek caizdir.

2- Hadîsi şerîf cemaata, bilhassa Yatsı ile Sabah namazları için cemaata teşvik etmektedir. Bu namazlarda nefse bir parça meşakkat var­dır. Çünkü biri uykunun ilk zamanına, diğeri sonuna tesadüf eder. Onun için de münafıklara en ağır gelen namazlar bunlardı. Fakat nimetin kül­fet mukabilinde elde edildiği de unutulmamalıdır.

 

130- (438) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize E-bü'1-Eşheb, Ebû Nadrate'I-Abdî'den, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabında bir ge­rileme görmüş de onlara:

«İlerleyin ve bana uyun! Sizden sonrakilerde size uysunlar. Bir kavım geri Ieye gerileye nihayet Allah kendilerini geriletir.»   buyurmuşlar.

 

(...) Bize Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Abdillah er-Rakaaşt [42] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bişr b. Mansûr, [43] Cüreyrî'den, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin gerisinde bir cemâat gördü... diyerek yukarki hadisin mislini rivayet etmiş.

«Sizden sonrakilerde size uysunlar,» cümlesinin mânâsı beni göre­meyenler, sizin ne yaptığınıza bakarak bana uysunlar, demektir. Hadîsi şerîf, imamı göremiyen cemâatin gördükleri cemaata bakarak imama uyabileceklerine, yâni onun fiillerini bu suretle takip edebileceklerine de­lildir.

Şâ'bî ile ona tâbi olan bazı ulemâ cemâatin cemaata uymasını caiz görmüşlerdir. Onlara göre, her saf arkasındaki safa imamdır. Hattâ mescide giren bir kimse imamın rükûdan doğrulduğunu, ancak son saf-takilerin henüz doğrulmadıklarım görerek onlara uysa o rek'ata yetiş­miş sayılır. Fakat ekseri ulemâ bu mezhebi reddetmişlerdir. Hadîsi şerif imamdan geri kalmayı zemmetmektedir.

Resûlüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in;

«Bir kavim gerileye gerileye nihayet Allah onları geriletir.» buyur­maktan muradı: Allah onları rahmetinden o büyük fadlu kereminden, yüksek derecelerden ve ilimden mahrum eder, demektir.

 

131- (439) Bize İbrahim b. Dînâr ile Muhammed b. Harb el-Vâsıtî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Amru'bnü Haysem Ebû Katan [44] riva­yet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Katâde'den, o da Hilâs'dan, [45] o da Ebû Râfî'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:

«Dn safra ne olduğunu bilseniz yahut bilseler muhakkak kur'a çekilir­di.»

Ibnİ Harb : «Birinci safda ne olduğunu bilseniz kur'adan başka çare kalmazdı» şeklinde rivayet etti. şeklinde rivayet etti.

 

132- (440) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerlr Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Erkek saflannın en hayırlısı ilk safdir. En hayırsızı da son sattır. Ka­dın saflarının en hayırlısı ise son saf en hayırsızı İlk safdir.» buyurdular.

 

(...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. Dedi ki: Bize Abd'ül Aziz (yâni Derâverdî) Süheyl'den bu isnadla rivayet etti.

Bu rivayetler dahî erkekler için namazda ilk safın faziletli olduğu­na delâlet etmektedirler. Fazla olarak, son rivayette kadın saflarının hük­mü de beyân buyrulmuş ve erkeklerin aksine onlar için son saffın daha hayırlı olduğu, erkeklere yakın olan ilk kadın saffımn en hayırsız, yâni hayırı en az bulunduğu bildirilmiştir. Ancak bu hadisteki kadın safların­dan murâd: Erkeklerle beraber kılan kadınlardır. Nevevî'nin be­yânına göre kadınlar kendi aralarında cemâat teşkil ederlerse onların safları da hüküm itibârile erkek safları gibidir.

Erkeklerle beraber kılan kadın saflarının en hayırlısı, son saf olma­sının hikmeti, erkeklerden uzak bulundukları için onlan görememeleri ve hareketlerini görmedikleri, seslerini işitmedikleri için de kalpleri bo­zulmadan huzur ve huşu' içinde namaz kılabilmeleridir.

Safların en hayırsızından murâd: Sevap ve fazileti en az demektir.

 

29- Erkeklerin Arkasında Namaz Kılan Kadınlara Erkeklerden Önce Başlarını Secdeden Kaldırmamalarını Emir Babı

 

133- (441) Bize Ebû Bekir b.EbiŞeybe rivayet etti (Dedi M): Bize Veki*, SÜfyan'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen ri­vayet etti. Sehl şöyle demiş:

«Vallahi ben bazı kimseleri elbiselerinin darlığından dolayı çocuklar gibi boyunlarına asmış oldukları halde Peygamber (SailaîhhÜ Aleyhi veSellem) 'in arkasında (Namaz kılarken) gördüm. Bir sözcü (kadınlara hitaben):

Ey kadınlar cemâati! Erkeklerden fince başlarınızı (secdeden kaldır­mayın) dedi.»

Erkeklerin elbiselerini çocuklar gibi boyunlarına asmaları hadîste de beyân olunduğu vecihle elbiselerin darlığındandır. Bu hâl islâmiyetin ilk devirlerinde müsl umanların pek ziyâde sıkıntı ve zaruret içinde bulun­dukları zamanlar vâki olmuştur. Ashabı kiramın bu şekil hareketleri, el­biseleri açılarak avret mahalleri görülmesin, diyedir. Kadınlara da erkek­lerden evvel başlarını secdeden kaldırmamaları bundan dolayı emredil­miştir.

Hadîsi şerîfde zikri geçen sözcüden murâd: Hafız tbni H fi­ce r Askalânî 'nin tahminine göre Hz. Bilâl Habeşî'­dir,

 

Hadisi Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Avret mahallini örtmek hususunda ihtiyata riâyet etmek gerekir.

2- Namaz kılarken kasidsiz olarak avret mahalli açılan bir kimseye kasitsiz olarak bakmak zarar etmez.

 

30- Fitneye Sebep Olmamak Şartı Île Kadınların Mescidlere Çıkmaları, Fakat Koku Sürünerek Çıkmamaları Babı

 

134- (442) Bana Amru'n-Nâkıd İle Züheyr b. Harb hep birden tb­ni Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den naklen rivayet etti. O da Sâlim'i, babasından naklen rivayet ederken dinlemiş, babası da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m)1 den naklen rivayet etmiş. Resûltillah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Birinizden zevcesi mescide gitmek için izin isterse onu menetmesini» buyurmuşlar.

 

135- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Demiş İd: Bana Salim b. Abdillah haber verdi İd, Abdullah b. Ömer şöyle demiş: Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kadınlarınız mescidlere gitmek için sizden İzin istedikleri vakit onları mesddlerden menetmeyin.» buyururken işittim. Bunun üzerine Bilâl b. Abdillah [46]:

«Vallahi biz onları pekâlâ menederiz.» dedi. Müteakiben Abdullah ona dönerek kendisine b'yle çirkin bir sövdü ki ona böyle sövdüğünü hlc işitmemiştim [47]. Abdullah:

«Ben sana Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'den hadis haber veriyorum, sen halâ: Vallahi biz onları menederiz diyorsun, dedi.»

 

136- (...) Bize Muhammed b. Abdillah b. Ntimeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ile tbnİ İdrîs rivayet ettiler. Dediler ki: Bize U-beydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen rivayet etti ki; Kesulülllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah'ın cariyelerini, Allah'ın mescidlerindon menetmeyin!» buyur­muşlar.

 

137- (...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ri­vayet etti. (Dedi M): Bize Hanzele rivayet etti. Dedi ki: Salimi şöyle derken   işittim: İbni Ömer'i şunları    söylerken    dinledim: BesûHUUh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

«Kadınlarınız mescidlere gitmek için sizden izin «terlerse onlara izin verini»  buyururken işittim.

 

138- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Mu-âviye, A'meş'den, o da Mücâhid'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Seüem):

«Kadınları geceleyin mescidlere çıkmakdan menetmeyİn,» buyurdu­lar. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer'in bir oğlu:

— Biz onlara çıksınlar da bunu fitne ve fesada vesile ittihaz etsinler diye müsaade edemeyiz!., dedi. tbni Ömer bu sözden dolayı oğlunu azar­ladı. Ve:

«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) (şöyle) buyurdu, diyo­rum; Sen hâla biz onlara müsâade edemeyiz diyorsun!» dedi.

 

(...) Bize Ali b. Haşrem rivayet etti. (Dedi ki):Bize îsâ b. Yûnus, A'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etti.

 

139- (...) Bize Muhammed b. Hatim ile İbni Râfİ' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki): Bana Verka, [48] Amr'-dan, o da Mücâhid'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. tbni ö-mer şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kadınlara geceleyin mescidlere gitmek için İzin verin!» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah'ın Vâkid ismindeki bir oğlu:

«Öyle ise kadınlar bunu bir fitne ve fesâd vesilesi ittihâz ederler.» dedi. İbni Ömer onun göğsüne vurdu ve:

— «Ben sana Resûlüllah (Salla!lahü Aleyhi ve Seliem) 'den hadis rivayet ediyorum; sen hayır diyorsun!» dedi.

 

140- (...) Bize Harun b. Abdillah rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezîd el-Mukri' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd (yani İbni Ebî Eyyûp) rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ka'b b. Alkame [49], Bilâl b, Ab­dillah b. Ömer'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah  (Sallalkthü Aleyhi ve Seliem) :

«Kadınlar sizden izin istedikleri vakit onları mescidlerdeki nasiplerin­den menetmeyİn.»  buyurdular. Bunun üzerine Bilâl:

«Vallahi onları mutlaka menederiz.» dedi. Abdullah ona:

«Ben, Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu, diyorum. Sen hâlâ onları mutlaka menederim diyorsun.» dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'1-Ezan», «Kitâbü'l-Cum'a» ve «Kitâ-bü'n-Nikâh- da muhtelif râvîlerden tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf bütün rivayetleri ile mescide gitmek isteyen kadına izin verilmesini, gitmesine mâni olunmaması lâzım geldiğini bildirmektedir.

Rivayetlerin bazısı mutlak, bazısı geceleyin çıkmakla mukayyeddir. Fakat burada hüküm ve hâdise bir olmakla mutlak mukayyede hamlo-lunmuştur. Binâenaleyh bütün rivayetlere mevzûubabis olan izin, kadın­ların geceleyin mescide çıkmalarına aittir. Kirmâni: «Geceleyin çıkmalarına izin verilince gündüzün çıkmaları evleviyetle kalır. Çünkü gece fitne ve fesadın vuku bulabileceği zamandır. Gündüzün bu korku yoktur.» demişse de onun bu sözü ulemânın beyanatına muhaliftir. Zî-ra ulemâ: «Kadınlar geceleyin mescide çıkabilir. Geceleyin fitne ve fe­sat ehli fisfcu fücurla yahut uykuyla meşgul oldukları için gece emni­yet zamanıdır. Gündüzün çıkamazlar. Çünkü fâsıklar her tarafa yayıl­dığından emniyet yoktur.» demişlerdir.

Kadınların mescidlere çıkıp çıkamaması ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Hanefîye ulemâsından *el-Hidâye» sahibi: «Kadınlara cema­atlarda bulunmak mekruhtur.» demiş. Hidâye sarihleri bu sözden mak­sadın, genç kadınlar olduğunu beyân etmişlerdir. «Cemaatlar» tâbiri Cuma, bayram, küsûf ve istiska gibi namazların hepsine şâmildir. Bu­nun sebebi kadınların dışarıya çıkmasile fitne ve fesâd zuhur edeceğin­den ve bunun da haramla neticeleneceğinden duyulan endişedir. Hara­ma müeddî olan bir şey de haram olur. Şu halde Hanefiyye ulemâsının buradaki mekrûhdan murâdları haramdır. Zamanımız şöyle dursun, bundan yüzlerce asır evvel yetişen ulemâ kendi zamanlarındaki fitne ve fesatları göstererek: «Bahusus bu zamanda kadınlar mescidlere çı­kamaz. Çünkü zamanımız insanları arasında fitne ve fesâd şüyu' bul­muştur.» demişlerdir. Bununla beraber İmâm Âzam'a göre gece emniyet zamanı olduğu için ihtiyar kadınların sabah, akşam ve yatsı namazlarına çıkmalarında bir beis yoktur. îmam Ebû Yûsuf'la, îmam Muhammed'e göre ise ihtiyar kadınlar bütün namazlara çıkabilirler. Çünkü rağbet olmadığı için onlar hakkında fit­ne mevzubahis değildir.

îmam Şafiî 'den bir rivayete göre kadınların cemaata çıkma­ları mubahtır.

îmam Mâlik bu ve emsali hadîslerin ihtiyar kadınlara ham-ledildiğini söylemiştir. Şâfiîlerden Nevevî: «Kadın için, ihtiyarda olsa, evinden daha hayırlı bir yer yoktur.» demektedir. Sahabeyi ki­ramdan Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahû anh): «Kadın avrettir, onun Allah'a en yakm olduğu zaman evinde bulunduğu za­mandır. Dışarıya çıktı mı, peşine şeytan takılır.» demiştir. İbra­him Nehaî kadınlarını Cum'a ve diğer namazlar için mescide çıkmaktan menedermiş. Hasan-i Basri'ye: Bir kadın kocam hapisten çıkarsa Basra'nın cemâatle namaz kılınan her camiinde iki re­kât namaz kılacağım diye yemin etse, ne yapması lâzım geleceği sorul­muş. Hz. Hasan: «Kendi kavminin mescidinde kılar. Çünkü bu kadın bu dediklerinin hepsini yapamaz. Ömer (Radiyallahû anh) ona yetişseydi başını ezerdi.» cevâbını vermiştir.

Buhârî ile Müslim'in, Ümmül-Mü*minîn Âişe (Rvdiyallahû anha) 'dan rivayet ettiği şu hadîs bu bâbda fazla söze hacet bırakmaz. Mezkûr hadîsde Hz. Âişe:

Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) kadınların yeni yeni çıkar­dıkları modalara yetişseydi Benî İsrail kadınlarının menedildikleri gibi onları mescidlerden muhakkak  menederdi.» demiştir.   Nitekim az sonra gelecektir. Âişe (Radtyalhhû anha) 'nın bundan maksadı kadınların zînet, süs, koku ve güzel elbîse gibi şeylere düştüklerini anlatmaktır.

Buhârî Sârini Aynî, Hz. Âişe hadîsini îzah ederken şunları söylüyor: «Âişe (Radiyallahû anha) bu zaman kadınların çı-kardıkları çeşit çeşit bid'adlarla münkerâtı görmüş olsaydı elbette inkârı daha şiddetli olurdu. Hele de Mısır kadınlarını!... Çünkü Mısır kadınları arasında dille tavsif edilemiyecek derecede bid'adlar ve menedilemiye-cek kadar çok münkerât vardır...» Bundan sonra Aynî (762 - 855) mer­hum, Mısır kadınlarının bazı marifetlerini saymışdır. Kaariîn-i Törâı^m ibretle okumalan için bunları da ârzedelim.

1- Mısır kadınlarının elbiseleri envai ipeklilerdendir. Etrafları al­tın, inci ve çeşitli cevahir ile işlenmiştir. Başlarında ayni tarzda kıymet­li cevahirle işlenmiş taçlar vardır. Mendilleri altın ve gümüşle süslenmiş ipektendir. Fistanları ipeklinin envâından yapılmış,   yenleri son derece geniş, etekleri arşınlarca yerlere sarkar, o derecede ki bir fistandan üç dört tane fistan çıkabilir.

2- Kadınlar üstün kaliteli elbiseler içinde süslenmiş, kokulanmış, ekseriyetle yüzleri açık kırıta kırıta erkeklerin arasında dolaşırlar.

3- Son derece nâdîde çarşaflar içinde lüks vasıtalara binerek iki tarafdan yenlerini sarkıtırlar.

4- Nil'deki gemilere erkeklerle karışık kadınlar da biner. Bazıları yanık ve yüksek sesleriyle şarkılar söylerler. Aralarında kadehler tokuş­tururlar.

5- Kadınlar erkeklere galiptir. Mühim işlerde erkeklere onlar hü­küm eder.

6- Bazı kadınlar açık açık münkerât satarlar ve bu uğurda erkek­lerle düşüp kalkarlar.

7- Bazıları erkeklerle kadınların ahlâkını bozmak için şeriatın as­la razı olmayacağı fiil ve hareketlerde bulunurlar.

8- Kadınlardan bir sınıf fahişelik ederler. Bunlar oturarak fesâd için fırsat kollarlar.

9- Bir kısmı sokaklarda dolaşarak erkek avlarlar.

10- Bir sınıf kadınlar evlerde ve hamamlarda hırsızlık ederler.

11- Başka bir sınıf büyücülük eder, düğümler üzerine üfürürler.

12- Bir kısmı pazarlarda erkeklerle birlikte satıcılık eder, yaygara koparırlar.

13- Kadınlar için dellâllık edenler başka!..

14- Ücretle def çalarak yasçüık yapanlar başkadır.

15- Bir takımları erkek ve kadınlara ücret mukabilinde çeşitli o-yunlar kıvırır, şarkılar okur.

16- Bir sınıf da kocalı kadınlarla erkekler arasında aracılık yap­makla meşgul olurlar. Ve daha nice nice şeriat kaidelerinin hâricinde cürümler irtikâb ederler...

Aynî merhum kadınların bütün bu rezaletlerini sıraladıktan son­ra bu bâbdaki sözünü şöyle bitiriyor:

«Âişei Siddîka (Radiyallahu anhâ) 'nın: «Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) kadınların çıkardıkları modalara yetişseydi on­ları mescide gitmekten muhakkak menederdi) sözüne bir bak!.. Halbuki bu sözle Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatı arasında pek az bir müddet vardır. Üstelik o zaman kadınların çıkardıkları yemlikler, bu zaman kadınlarının çıkardığı modalara nisbetle binde bir kalır.»

Biz muhterem karilerimize evvelâ Hz. Âişe validemizin ibret âmiz sözlerini, sonra zamanımızdan takriben 600 sene önce yasayan Ay­rı merhumun şu izahatını dikkatle okumalarını tavsiye eder, zamanı­mız kadınları hakkında verilecek hükmü ve yapılacak muameleyi ken­dilerine bırakır, top yekûn âlem-i islâm için Allahü Zülcelâl'den hidâ­yetler niyaz eyleriz.

 

Hadisi Şeriften Ayrıca Şu Hükümler de Çıkarılmıştır:

 

1- Hadîsin umûmî mânâsında kadına bayramlara, akrabasının ka­birlerini ziyarete gitmek için izin verme meselesi de dâhildir. Bu gibi farz olmayan husûsatta izin verilince hac ve şahitlik gibi farz olan yer­lerde anne, baba ve diğer yakınlarını ziyaret hususunda izin vermek ev-leviyette kalır.

2- Baba oğlunu, büyük de olsa icâbında azarlayıp terbiye edebilir.

3- Hadîsi şerif kadına vacip olmayan şeyler hususunda iznin şart olduğuna işarettir. Çünkü vacip olan bir şeyde izine hacet yoktur.

 

141- (443) Bize Hânın b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) :Bana Mahrem'e, babasından, o da Büsr b. Saîd'den [50] naklen haber verdi ki,    Zeyneb es-Sakafîyye [51] Resûlüllah    (SaüallahüAleyhi'veSellem) 'den naklen şu hadisi rivayet et­miş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kadınlar! Sizden biriniz yatsı namazına çıkarsa o gece koku sürün­mesin»   buyurmuşlar.

 

142- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd el-Kattan; Muhammed b. Aclân'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bana Bükeyr b. Abdillah b. el-Eşecc, Büsr b. Saîd'den, o da Ab­dullah'ın karısı Zeynep'den naklen rivayet etti. Zeynep şöyle demiş: Bi­ze Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sizden biriniz mescide giderse kokuya el sürmesin.» buyurdular.

 

143- (444) Bize Yahya b. Yahya ile tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Abdullah b. Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ferve, Yezîd b. Husayfe'den  [52], o da Büsr b. Saîd'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her hangi bir kadın koku sürünürse bizimle beraber yatsı namazında bulunmasın.»   buyurdular.

 

144- (445) Bize Abdullah b. Meslemete'bnü Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman (yani İbni Bilâl) Yahya'dan -ki bu zât İbni Saîd'dir- o da Amra binti Abdirrahman'dan naklen rivayet etti. Amra, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in zevcesi Âişeyi şöyle derken işitmiş:

«Eğer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) kadınların çıkardıkları modaları görseydi, onları Benî İsrail kadınlarının men edildikleri gibi mescide gitmekten mutlaka menederdi.»

Râvî diyor ki: Ben Amra'ya: «Beni İsrail kadınları mescide gitmek­ten menedilmişler miydi?» dedim. Amra: Evet, cevabını verdi.

 

(...) Bize Muhammed b. El-Mtisennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvahhâb (yani Sekafi) rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Amrü'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Ebû Hâlid el-iAhmer rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize İshak b. İbrahim de rivayet etti. Dedi ki: Bize İsâ b. Tunus haber verdi.

Bu râvîlerin hepsi Yahya b. Saîd'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Bu rivayetler kadının mescide giderken koku sürünmemesi gerekti­ğini beyân etmektedirler. Hz. îbni Ömer (RadiyaJlahÛ anh) 'in rivayetine göre babası Ömer (Radiyallahû anh) *in sabah ve yatsı namazlarını cemaatla mescidde kılan bir zevcesi varmış. Kendisine: «ömer (Radiyallahû anh) 'in bunu hoş görmediğini ve kıskandığını bildi­ğin halde neden cemaata çıkıyorsun?» demişler. Kadın: «Ona beni bun­dan menetmeğe ne mâni var?» demiş. Soran zât: «Onu meneden Resûlül­lah    (Sallallahü A leyhi ve Seliem) 'in:

«Allah'ın cariyelerini Allah'ın mescidlerinden menetmeyinl» hadîsidir.» cevâbını vermiş. Bu hadîsi Buhârî rivayet etmiştir. Hz. Ömer in zevcesi Âtike binti Zeyd 'dir. Bu kadın hayatlarında cennetle müjdelenen on zât'dan Saîd b. Zeyd'in kız kardeşi­dir. Hz. Ömer   namaza çıktıkça o da arkasından gidermiş.   Ömer

(RadiyalUıhâ anh) kendisine: «Bilirsin ki ben böyle şeyi sevmem.» der; o da: «Vallahi sen beni menetmedikçe ben cemâate gelmekten vazgeç­mem!» dermiş. Bu hâl tâ Hz. Ömer'in şehâdetine kadar devam et­miş. Hattâ   Ömer (Radiyalîahû anh)  şehit edildiği zaman dahi kadın mescidde imiş.

Nevevî diyor ki: «Bu hadîslerin zahiri kadının mescide çık­maktan menedilemiyeceğini gösteriyor. Lâkin ulemâ yine hadîslerden alarak bir takım şartlar dermeyan etmişlerdir. Kadının koku sürmemesi, zînetlenmemesi, sesi duyulacak ayak bilezikleri takmaması, kıymetli el­biseler giymemesi, erkekler arasına karışmaması, genç olmaması ve sai­re gibi erkeklerin ona tutulmasını mucip bir şekilde gitmemesi ve yolda korkulacak bir mefsedet bulunmaması bu şartlar cümlesindendir. Kadın­ların mescide çıkmaları hususundaki nehiy, kadın evli olduğu ve zikre­dilen şartlar bulunduğu takdirde kerâhet-i tenzîhiyyeye hamlolunur. Ka­dının kocası yoksa yukardaki şartlar bulunduğu takdirde onu menetmek haram olur.»

Kadının koku sürünmesi mescide çıkacağı zaman nehiy edilmiştir.

Mescidden döndükten sonra evinde koku sürünmesine bir mâni yok­tur.

Müslim sarihlerinden e1-Übbî yukarıda sayılan şartlar­dan birini' yerine getirmeyen kadının çıkmakdan menedilmesinin vacip olduğunu söylüyor.

îbni Mesleme güzelliğiyle meşhur genç bir kadının çık­makdan menedileceğini söylemiş. Kaadî îyâz: «Kadın mescide çıkmaktan menedilince başka bir maksatla çıkması bil evlâ menedilir» diyor. Koku sürünmenin menedilmesi erkeklerin şehvetini tahrik edeceği içindir. Zînet ve güzel elbise de mânâ itibariyle koku hükmündedir.

 

31- Cehri Namazda Sesle Okumak Yüzünden Bir Mefsedet Çıkacağından Korktuğu Zaman, Kıraatta Sasli İle Sessiz Arası Orta Bir Yol Tutması Babı

 

145- (446) Bize Ebû Câ'fer Muhammed b. Sabbâh ile Amru'n-Nâ-kıd hep birden Hüseyin'den rivayet ettiler. İbni Sabbâh dedi ki: Bize Hüseyni rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Bişr, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan:

«Namazında pek bağırma! Sesini pek de alçaltma.» [53] Âyeti kert­mesi hakkında şu hadîsi haber verdi. Demiş ki: Bu ayet ResûlÜllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de gizli bulunduğu sırada indi. Resû-lüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına namaz kıldırırken Kur'ânı yüksek sesle okuyordu. Müşrikler bunu işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de getirene sövüyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Pey­gamberi (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: Namazını aşikar etme ki müşrik­ler okuduğunu duymasın! Onu ashabın işitmiyecek derecede alçak sesle de yapma! Kur'ân'ı onlara işittir! Yalnız bu derece yüksek okuma, iki­sinin arasında, yâni aşikâr ile gizli arası bir yol tut!., buyurdu.

 

146- (447) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yah­ya b. Zekeriyya, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den, Te­âlâ Hazretlerinin:

«Namazında pek bağırma, sesini pek de gizleme.» Âyeti kerîmesi hakkında haber verdi. Âişe: «Bu âyet dua hakkında indirildi.» demiş.

 

(...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd (yani İbni Zeyd) rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Ebû Üsâme île Veki' rivayet ettiler. H.

Dedi ki: Bize Ebû KÜreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâ-viye rivayet etti. Bunların hepsi Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mis­lini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî, tsrâ sûresinin tefsirinde ve -Kitâbu't-Tev-hîd» de tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf, îslâmiyetin ilk devirlerindeki hâli beyân etmektedir.

Rivayet itibariyle sahâbinin sözü olsa da hadîs imamlannca müsned hükmündedir. Hadîsde bahsedilen âyetin sebeb-i nüzulü ihtilâfhflır.

tbni Abbâs (RddiyaiUthû anhûma) 'ya göre Kur'ân-i Kerîm-in orta derecede bir sesle okunması hakkında nazil olmuştur. Buna sebep hadîsde de zikredildiği vecihle müşriklerin küfretmeleridir. Tabe'rf-nin Saîd b. Cübey r'den tahrip ettiği rivayete göre müşrikler Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: «Sesle okuma, ki bizim İlâh­larımızı rahatsız edersin, sonra biz de senin ilâhına dil uzatırız! demiş­lerdir.

«Namazını aşikâr etme!» cümlesinden murâd Kur'ân'dır.

Hz. Âişe'ye göre bu âyet dua hakkında nazil olmuştur. Bâzıları teşehhüd hakkında, bir takımları da Ebû Bekir le Ömer (Radiyallahû anhûmâ) haklarında indiğini söylerler. Hz. Ebû Bekir, Kur'ân'ı gizli okur ve: «Ben Rabbim Teâlâ Hazretler^ ile münâ-câtda bulunuyorum.» dermiş. Ömer (Radiyallahû anh) ise aşikâr o-kur: «Ben şeytânı kovar; uyuklayanı uyandırır ve Allah'ı razı ederim.» dermiş. Bunun üzerine âyet inmiş ve Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) Hz.   Ebû   Bekir'e:

«Sesini biraz yükselt» Hz, Ömer'e de: «Sesini biraz alçah!» bu­yurarak orta sesle okumalarını tenbih etmiştir.

Âyetin namaz hakkında nazil olduğunu söyleyenler de vardır. 'Onla­ra göre mânâ: Namazını herkesin göreceği yerde kıldığın «aman riy»,İ-çin iyi; görünmiyecek yerde kılarken dahi kötü kılma! demektir. Bftri» larma göre âyetin mânâsı: «Görülecek yerde namazı kılıp, görünmeye^ cek yerde terketme!» demektir. Bu son iki takdire göre âyetteki hitap zahiren Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e olsa da hakikatte üm-metinedir.

Âyeti Kerîmenin duâ hakkında nazil olduğu takdirine göre bâzıları onun «Babbini giılice zikret!» âyeti   kerîmesi ile neshedildiğini söylerler.    Nevevî:   İbni   Abbâs (Radtyallahû anhüma)   'nın kavlini tercih etmektedir.

 

32- Kıraati DinlenmeBabı

 

147- (448) Bize Kuteybetütmü Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve tshâk b. İbrahim hep birden Cerîr'den rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Cerîr b. Abdilhamîd, Musa b. Ebî Aişe'den, o da Said b. Cübeyr'den, o da îbni Abbâs'dan Teâlâ Hazretlerinin (Onunla dilini oynatma!) fiyeti kerimesi hakkında şu hadisi rivayet etti. İbni Abbas şöyle demiş:

«Peygamber (Saiîaîîahü Aleyhi ve Sellem) kendisine Cibril vahy indir­diği zaman çok defa dilini, dudaklarını oynatırdı. Vahiy kendisine şid­det verirdi. Vahyin gelişi onun bu hâlinden bilinirdi. Bunun üzerine Al­lah Teâlâ Hazretleri şu âyetleri indirdi:

«Ona acele edeyim diye dilini onunla oynatma!» Yani vahyi acele a-layım diye dilini oynatma! Çünkü onu toplamak da, okumak da, ancak Bize aittir. «Yâni hakîkaten onu senin kalbinde toplamak ve dilinde o-kutmak ancak Bize aittir. Sen onu okuyacaksın» öyle İse biz okuduğu­muz vakit sen onun okunuşuna tâbi' ol» [54]

İbni Abbâs (Bu âyetleri tefsir sadedinde) şöyle demiş: Onu indirdik, Sen hemen onu dinle! «Onun beyânı ancak Bize aittir.» Yânî senin lisâ­nından beyân etmek Bize âiddir.

Bundan sonra artık Cibril ona geldi mi sükût eder, Cibril gittiği va­kit vahyi: Allah Teâlâ'nm kendisine vaad buyurduğu şekilde okurdu.

 

146- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Musa b. Ebî Âişe'den, o da Said bin Cübeyr'den, o da tbni Abbâs'dan Teâlâ Hazretlerinin:

«Onu acele edeyim diye onunla dilini oynatmal» âyeti kerîmesi hakkında şunu rivayet etti: İbni Abbâs demiş ki: «Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) vahiyden güçlük çeker; dudaklarını kıpırdatırdı.»

Râvî diyor ki: «İbni Abbâs: (İşte bak) ben de dudaklarımı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in kıpırdattığı gibi kıpırdatıyorum.» dedi.

Saîd b. Cübeyr dahî: «tbni Abbâs dudaklarını nasıl kıpırdattıysa ben de öyle kıpırdatıyorum.» diyerek dudaklarını kıpırdatmış, (ve rivayetine şöyle devam etmiş): Bunun Üzerine Allah Teâlâ:

«Onu acefe edeyim diye onunla dilini oynatma) Çünkü onu toplamak da okutmak da ancak Bize âidtir» âyetlerini indirdi. İbni Abbâs bunları şöyle tefsir etti: Kur*ân'ı senin kalbinde toplamak bize aittir. Sonra sen onu okursun. «Onu biz (Cibrîlin dili ile) okuduğumuz vakit sen hemen onun okunuşuna tabî ol.» (İbni Abbâs bunu da şöyle tefsir etti): Sen hemen dinle ve sükût et! Sonra hakîkaten senin onu okuman bize âit bir iştir.

İbni Abbâs dedi ki; Artık Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ken­disine Cibril geldiği zaman dinler. Cibril gittikte vahyi onun okuttuğu gi­bi okurdu.

Bu hadîsi Buhar! «Vahyin başlaması» bahsinde ve «Sûre-i Kı­yametin Tefsiri» nde tahric etmiştir. Hadîs  «Sünen-i Tirmizî»  de dahî mevcuttur. Tirmizî onun hakkında: «Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir.

Zemahşerî (467 - 538) nin beyânına göre Cebrail (Aleyhisselâm) vahy getirdiği zaman Peygamber (Salla!lahü Aleyhi ve Sellem) onun oku­duklarını hemen bellemek ve onlardan bir şey kaçırmamak için acele e-der. Okunan vahy bitinceye kadar sabretmeden Cebrail'in okuduklarını ağzından alırdı. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri gelen vahyi can kulağı ile dinlemesini, vahyin okunması bittikten sonra kendisinin de okuma­sını emir buyurdu. Bu husûsda gelen âyetler şunlardır: «

«Vahye acele edeyim diye onunla dilini oynatma! Çünkü onu topla­mak da okutmakda ancak Bize âidtîr. Onu biz okuduğumuz vakit Sen onun okunuşuna tâbi oll Sonra hakîkaten onun beyânı bize aittir.» [55]

Bu âyetlerin mânâsı: «Cibril Aleyhisselâm sana getirdiği vahyi okur­ken onu acele kavramak ve bir şey kaçırmamak endişesi ile hemen Cib­ril'in ağzından alma! Gelen vahyin okunması bitinceye kadar sabret, gü­zelce dinle! Belleyemem diye korkma, Cibril (Aleyhisselâm) okumasını bi­tirdikten sonra sen de oku! Çünkü gelen vahyi sana belletmeyi ben te­keffül ediyorum. Sonra inen âyetlerin mânâlarında müşkilâta uğrarsan onların beyânı da bana aittir.» demektir.

Hadîsin metninde Hz. tbni Abbâs bu âyetleri parça parça okuyarak tefsirde bulunmuştur. Hadîsdeki: «Kur'ân» dan murâd, kırâet yâni Kur'ân'ın okunuşudur. Teâlâ Hazretleri;

«Biz okuduğumuz vakit sen onun okunuşuna uy.» buyurmakla Cibril (Aleyhisselâm) 'in okumasını murâd buyurmuştur. Buna: «Biz Cibril'in diliyle okuduğumuz yahut Cibril'e okuttuğumuz» şeklinde de mânâ veri­lebilir. «Onun okunuşuna tâbi ol» Emri ilâhîsinin Hz. Abbâs (dinle) diye tefsir etmiştir. Kirmâni bu hadîsi şerh ederken fukahânın: «Secde-i tilâvet işitene değil, dinleyene sünnettir.» dediklerini söylemişse de, Hanefî mezhebine göre bu söz doğru değildir. Çünkü secdei tilâvet vacip olmak için Hanefîler kasden dinlemeyi şart koşmamışlardır. Sec­dei tilâvet onlara göre hem okuyana, hem dinleyene, hem de tesadüfen işitene vaciptir. Kirmâni 'nin sözü secde hakkında vârid olan ha­dîse de muhaliftir.

Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize gerek meleğin heybeti, gerekse getirdiği vahyin ağırlığına tahammül etmek pek güç ge­liyordu. Bu hal vahy geldiği anlarda onun yüzünden belli oluyordu. Hz. Âişe'nin   rivayet ettiği bir hadîsde beyân edildiğine göre: Resûltt Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine pek soğuk bir günde vahy gelse, mübarek alınlarından buram buram ter boşanırdı. Dudaklarının titremesi de ihtimal bundandır. Bazıları: «Dudaklarını kıpırdatmak Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in âdetiydi.» demişler. Bir takımları da bunu her zaman değil, bazan yapardığını söylemişlerdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vahy esnasında dudakları­nı kıpırdattığını îbni Abbâs Hazretleri bizzat görmemiştir. Çün­kü bu âyetler Mekke'de nazil olmuşlardır. O zaman Îbni Abbâs (Radiyallahû anh) henüz doğmamıştı. Anlaşılıyor ki bunu kendisine ya Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sonradan nakletmiş, yahut Hz. Îbni Abbâs onu gören sahabenin bâzılarından işitmiştir. İbni Abbâs 'dan rivayet eden Saîd b. Cübeyr İse Îbni Abbâs'in dudaklarını kıpırdattığını görmüştür. Böyle hadislere ha­dis İstılahında mürsel denir.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Muallimin, anlattığı bir şeyi fiilen nasıl olduğunu göstererek îzâh etmesi müstehaptır.

2- Allah Teâlâ'nm lûtfu ihsanı olmaksızın Kur'ân-ı Kerîm'i kimse ezberleyemez.

3- Beyân, hitab vaktinden sonra yapılabilir. Yâni anlaşılması müş-kil bir âyet indirildikten bir müddet sonra beyân ve îzah edilebilir.

Kirmânî'nin beyânına göre: «Ehli Sünnet» in mezhebi de bu­dur. Ancak bu beyânın hacet zamanından sonraya bırakılması caiz de­ğildir. Beyânın hitab zamanından sonraya kalması da Kirmâni 'nin sözünden anlaşıldığı gibi ittifakı değil, ihtilaflı bir meseledir. Evet ekseri ulemâya göre caizdir. Fakat Hânbelîlerle diğer bazı ulemâya göre caiz değildir. Kerbî bu bâbda tafsilât vermiş: Mücmel ve müşterek plan delillerde beyânın gecikebileceğine kail olmuş; Mücmelden gayri beyftnı tahsis, takyîd ve nesih gibi husûsatta beyânın hitab vaktinden,aala gecikemiyeceğini söylemiştir.                                   

 

33- Sabah Namazında Kuran'ın Âşikar Okunması ve Cinlere Kur'an Okuma Babı.

 

149- (449) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avane, Ebû Bişr'den, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan nak­len rivayet etti. İbni Abbâs şöyle demiş: Resûliülah (Sallallahü A leyhi ve Seilem) ne cinlere Kur'ân okudu, ne de onları gördü, (yalnız şu oldu): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ashabından bir cemaatla birlikte Ukâz panayırına gitmeyi kasdederek yola çıktılar. O tarihte şeytanlara semadan haber almak men edilmiş; Üzerlerine gök taşları atılmış, bunun Üzerine şeytanlar kavimlerinin yanına dönmüşler. Kavimleri onlara: «Si­ze ne oldu» demişler. Şeytanlar: «Semâdan haber almakdan menedildik. Üzerimize gök taşları gönderildi.» diye cevap vermişler. Kavimleri:

«Bu mutlaka yeni zuhur etmiş bir şeyden dolayı olacak. Siz hemen yeryüzünün şarkını, garbını dolaşın da bakın. Semâdan haber almanıza mâni olan bu şey nedir?» demişler. Şeytanlar da yerin şarkını, garbını dolaşmaya gitmişler, Tihâme taraflarını tutan takım -Ukas panayırına gitmekte olan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Nahle denilen yer­de ashabına sabah namazını kıldırırken onun yanına uğramışlar. Cinler Kur'ân'ı işitince onu dinlemişler, ve (Birbirlerine) Semâdan haber alma­mıza mâni olan işte budur, demişler. Müteakiben kavimlerine dönerek:

«Ey kavmimiz! Biz doğru yolu gösteren şaşılacak bir kırâet dinledik. Ve ona îman ettik, bundan sonra Rabbimize asla hiç bir şeyi şerik koş­mayacağız.» demişler. Bunun üzerine Allah (azze ve celle) Peygamberi Muhammed    (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'eı  [56]

«Deki! Bana cinlerden bir takımının (okuduğum Kuranı) dinledikleri vahy olundu.»   âyeti kerîmesini indirdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'1-Ezân» ve -Kitâbü't-Tefsîr» de, Tiimizî ile Nesaî dahî «Kitâbü't-Tefsîr» de muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsi şerîf, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in cinleri gör­mediğini, onlara Kur'ânı Kerim okumadığını haber vermektedir. Bundan sonraki hadîsde ise Resûlüllah (Srillallahü Aleyhi ve Sellem) 'in cinlerin ya­nına gittiği ve onlara Kur'âu okuduğu bildiriliyor, onun için ulemâ va­kanın iki defa cereyan ettiğini söylerler. îbni Abbâs Hazretle­rinin rivayeti Islâmiyetin ilk zamanlarına aittir. Bu rivayete göre Resulü Ekrem (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem) cinleri görmemiş, onlara Kur'ân da o-kumamış; fakat cinler dolaşırken Nahle denilen yerde ona tesadüf ederek okuduğu Kur'ân'ı kendiliklerinden dinlemişler ve îman etmişlerdir. Pey­gamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) cinlerin kendisini dinlediklerini vaîıy ile mi bildi, yoksa sonradan mı öğrendi? Bu cihet müfessirler arasında ihtilaflı bir meseledir.

Bundan sonra görülecek tbni Mes'ûd (Radryallahû anh) hadîsinde bahsedilen vak'a, Islâmiyetin şöhret bulduğu zamanlarda ol­muştur. İkisinin arasında ne kadar zaman bulunduğunu Allah bilir.

Şeytan kelimesinin; salâh ve hayırdan uzak oldu, mânâsına gelen «şatane» fiilinden müştak olduğu söylenir. Şeytanlar cinlerin âsileridir. Bunlar İblîs'in sülâlesi olup insanları doğru yoldan sapıtmak hususunda onun yardımcılarıdır. Cevheri, cinlerin âsîlerine şeytan denildiği gibi, insanlarla hayvanların âsîlerine de şeytan denildiğini söyler. Kaadî Ebû Y âlâ: «Şeytanlar cinlerin âsî ve şer olanlarıdır.» de­miştir. İbnî Abdil Berr'e göre cinlerin dereceleri vardır. Cin kelimesi mutlak zikredildiği vakit ondan Cinnî kasdedilir. İhsanlarla beraber yaşıyan cinnîye âmir; çocuklara musallat olan cinlilere ervahı bunların habîs olanlarına şeytan denilir. Kötülüğü bir derece daha artar­sa mârid, daha artarsa ifrît nâmı verilir. 

Hadîs-i şerîfde cinlerle şeytanlar ayrı ayrı nevilermiş gibi görünse <tö hakîkatta her ikisi bir nevi' dir. Yalnız iki sınıfa ayrılmışlar. Biri kâfir kalmış; Diğeri îman etmiştir. Kâfirlerine şeytan, mü'minlerifle cin denir.

Şühüp: Şihâbın cem'idir, Şihâp göktaşı demektir. Fennin iddiasına göre bu taşlar dağılan bazı yıldızların parçalarıdır. Geceleri bazen gök yüzünde yıldız düşer gibi görülen ateş parçaları bu taşlardır. Buna li­sanımızda yıldız göçmesi veya yıldız düşmesi tâbir olunur. Gök taşları­nın Peygamber   (SalkUlahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin   bi'setinden önce atılıp atılmadığı ihtilaflıdır. İbni İshâk'ın beyânına göre eski­den Araplar böyle bir şey bilmezler ve bunu inkâr ederlermiş. İçlerinde en ziyade inkâr eden Sâkif kabilesi imiş. Sâkif kabilesi, reisleri Amr b. Ümeyye âmâ olduktan sonra onun huzuruna vararak bu mese­leyi sormuşlar. Amr kendilerine şu cevâbı vermiş:

«Bakın, eğer bunlar kara ve deniz karanlıklarında kendileriyle yol bulunan yıldızlarsa, onların düşmesi dünyanın harap ve zevalidir. Yıldız değilseler, zuhur etmiş bir şeye alâmettirler». Eskiden gök taşlan yoktu, diyenlerin bir delili de bu taşları görünce şeytanların yadırgaması ve bunların sebebini araştırmak için yeryüzüne dağılmalarıdır. Fakat gök taşlarının öteden beri semâda mevcut olduğuna delâlet eden âyet vardır. Yalnız eskiden bu taşlar azmış, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bi'seti zamanında çoğalmışlar. Ulemâdan bir cemâatle İbni Abbâs (Radiyallahû anhûmâ) ve ZührS gök taşlarının dünya kurulalı beri mevcut olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları ResûlÜllah (SaltaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden önce gök yüzünün mahfuz bu­lunduğunu, lâkin büyük bir hâdise zuhur edeceği, meselâ bir kavme a-zap ineceği, yahut resul gönderileceği zaman gök taşlarının düştüğünü söylemişlerdir. Bir takımları da gök taşlarının öteden beri malum oldu­ğunu ve görüldüğünü, ancak onlarla şeytanların taşlanarak yakılması Re-sûlüllah (Sallallahü A teyhî ve Sellem) Efendimizin nübüvvetinden sonra vuku' bulduğunu kaydederler. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir. Cinler bu taşlarla kendilerinin yakılarak helak edileceklerini bildikleri halde semâdan haber çalmak için bu tehlikeli işe nasıl cesaret edebilirler?

Cevap: Teâlâ Hazretleri onlar hakkındaki ezelî kazasını infaz etmek için kendilerine bu tehlikeyi unutturabilir. Zaten ulemâdan bâzılarına göre, şeytanlara atılan gök taşlarının hepsi onlara isabet etmez. Bu kavil sahîh ise, şeytanlar yüzde yüz helak olacaklarına kani bulunmadıkları i-çin tehlikeyi bildikleri halde yine de gök yüzüne çıkarlar denilebilir. İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma) : «Vaktiyle şeytanlara gök yüzüne çıkmak memnu değildi. îsâ (Aleyhisselâm) dünyaya gelince gök­lerin üç katma çıkmaktan men edildiler. TtesûMiMah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz dünyâya geldiğinde semânın her katma çıkmaktan menolundular.» demiştir. îbnül Cevzî: «Bana kalırsa gök taş­ları ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tevellüdünden ön­ce atılmışlardır. Sonra bu hâl devam etmiş. Efendimizin Peygamber o-larak gönderildiği zaman daha da çoğalmıştır.» diyor. Zührî'den de buna benzer bir rivayet vardır.

Ukâz panayırı Arapların câhiliyet devrinde her sene toplanarak şiir­ler ve hutbeler okudukları bir yerdir. Bilhassa haram aylarda orada bulunurlarmış. Bu yer bir çok tarihî vak'alara sahne olmuştur. Bazılarına göre Mekke'ye yakındır. Bir takımları onun dümdüz bir sahra olduğunu, üzerinde bir işaret bile bulunmadığını söylerler. Necid taraflarında Ara­fat'a yakın bir su olduğunu söyleyenler de vardır.

Ukaz'ın yeri vaktiyle Beni Nâdir kabilesinin milki imiş. Fil vaha­sından on beş sene sonra orası panayır yeri olarak tahsis edilmiş. Ebû Ubeyd, Ukâz'ın Nahle ile Tâil arasında bir yer olduğunu, orada Sakîf kabilesine ait hurmalıklar ve mallar bulunduğunu kaydeder. Ona göre Ukâz'la Tâif arasında on mil mesafe varmış.

Resûlüllah-   (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ukâz'a gitmekten maksa­dı, orada bulunanlara îslâmiyeti tebliğ idi.   Ebû-z   Zübeyr'in Hz. Câbir'den   naklettiği bir hadîse göre, Peygamber (Sallallahü Aleyhi . ve Sellem) Ukâz ve Micenne gibi panayırlarda on sene halkı dîne davet etmiştir.

Nahle: Mekke ile Tâif arasında mâruf bir yerin ismidir. Mek­ke'ye bir günlük mesafede olduğu söylenir. Bu kelime Müslim ha­dîsinde «Nahl» şeklinde rivayet edilmişse de, doğrusu Nahle'dir. Nitekim Sahîh-i Buhârî'de de Nahle diye rivayet edilmiştir. İhtimal bu kelime o yerde hurma yetiştiğine bakarak Nahl şeklinde rivayet edilmiştir.

Tihâme: Necid'in denize bakan taraflarına verilen isimdir. Necid'in hududu Hicaz'la Şam arasıdır. Sahîh kavle göre Mekke-i Mükerreme, Ti-hâme'den sayılır. Nahle'de sabah namazını kılarken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelen cin taifesi bir rivayete göre Nusaybin, diğer bir rivayete göre Yemen cinlerinden miş. Bunlar müşrik imişler. Dahhâk tefsirinde bunların dokuz kişi olduğu ye Yemen'de Nusaybin isminde bir yere mensûb bulundukları kaydedilmiştir. Kurtubî 'nin riva­yetine göre 12 kişi imişler. İkrime'nin rivayetinde ise on iki bin kişi oldukları bildirilmektedir. Tefsîr-i Nesefî'de bunların Benî Şeybân'a mensup oldukları, adet itibariyle cinlerin ekseriyetini teşkil ettikleri, hep­sinin de tblîs'in askerleri oldukları bildirilmektedir.

Ukaylî, Ömer b. Abdilâziz (Radiyallahû anh) lm&-zîletleri babında şu hâdiseyi zikreder. Bir gün Ömer b. Abdi­lâziz sahrada gezerken ölmüş bir yılan görmüş. Hemen elbisesinden bir parça kopararak yılanı sarmış ve gömmüş. Bir de ne görsün? Birisi:

«Yâ Sürak, şehâdet ederim ki ben Resûlüllah (SaMlahü Aleyhi ve Sellem) 'i: Sana:

«Sahrada öleceksin; Seni müslümantardan sâlih bir zaat kefenleyip defnedecek.» buyururken işittim, diyor. Ömer b. Abdilâziz ona: «Sen kimsin? Allah hayırını versin» demiş. O zât: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Kur'ân dinleyen cinlerin mü'minlerinae-nim. Onlardan yalnız Sürak'le ikimiz kalmıştık.» cevâbını vermiş.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Cinlerin Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)   Efendimize   bu gelişleri hicretten üç sene evveldi. O zaman henüz İsrâ hâdisesi vuku*

bulmamıştı.

2- Cinler müteaddit idiler. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) e gelişleri de biri Mekke'de, diğeri Hicretten sonra Medine'de olmak ü-zere iki defadır.

3- Hadîs-i şerîf, cinlerin mevcudiyetine delildir.  îmam ü'l-Haremeyn,  «Eş-Şâmil» nâm eserinde şunları söyler:

«Feylesoflardan bir çoğu ile Kaderiye taifesinin ekserisi ve bütün zındıklar, cin ve şeytanları büsbütün inkâr ederler. Halbuki; kitap ve sünnetin nassları onların mevcudiyetine delâlet etmektedir.» Ebû Bekiri Bâkı11ânî:

«Kaderîyye fırkası eskiden cinlerin mevcudiyetini isbât ederlerdi. Şimdi inkâr ediyorlar. Bâzıları mevcudiyetini kabul ediyor, fakat cisim­leri şeffaf olduğu için görülemiyeceklerini söylüyor; Bazıları da renkleri olmadığı için görülemiyeceklerini iddia ediyor.» demiştir.

îbni Teymiye dahî bu bâbda şunları söylemiştir: «Cinlerin mevcudiyeti hakkında müslüman taifelerinden hiç bir kimse muhalefet etmediği gibi küffâr taifelerinin cumhuru da cinni isbât etmektedir... Bunun sebebi cinlerin mevcudiyeti hakkında Peygamberan-ı İzam (Salâvâtullahi Aleyhim Ecmaîn) hazerâtından rivayet olunan haberlerin bizzarûre ilim ifade eden tevatür derecesine varmış olmasıdır.

4- Cinlerin ne zaman halk edildikleri ihtilaflıdır. Hz. Abdul­lah b. Amr'dan bir rivayete göre Allah Teâlâ hazretleri cinleri Hz. Âdem'den iki bin sene önce yaratmıştır. İbni Abbâs (Radiyallahû anhûmâ) 'nın rivayetine göre cinler yeryüzünün, melekler de gök yüzünün sakinleri idi.

Cinlerin asılları da ihtilaflıdır. Bâzılarına göre İblîs'in sülâlesidirler. İçlerinde mü'min ve kâfirleri vardır. Kâfirlerine şeytan denir. Hz. îb­ni Abbâs'dan bir rivayete göre cinlerle şeytanlar başka başka mahlûklardır.

Cinlerin babası Cânn'dır. İçlerinde mü'min ve kâfirleri vardır. Cin­ler ölürler. Şeytanların babası ise İblîs'dir. Onlar ölmezler- Zamanı ge­lince İblîs'le beraber öleceklerdir. Cinlerin asılları hakkındaki bu ihtilâf âhirette hâllerinin ne olacağı hakkındaki ihtilâfı doğurmuştur. «Cinler Cânn'ın zürriyetidir» diyenlere göre; onların mü'minleri de Cennete gireceklerdir. Cinlerin İblîs'in zürriyyeti olduğunu söyleyenlere gelince: Hasan-ı Bâsrî'ye göre mü'minleri yine cennete gireceklerdir. Mücâhid'e göre mü'min de olsalar cennete giremiyeceklerdir. Mücâhid: «Cinlerin mü'minleri için cehennemden kurtulmaktan başka bir şey yoktur.» demiştir.

îmam-ı Âzam'in kavli de budur. Âhirette onlara hayvanâ­ta denildiği gibi «Toprak olun!» denilecektir. Bir rivayette İmam Âzam   cinler hakkında kat'î bir şey söylememiştir.

Sair ulemâ: «İnsanlar gibi cinlerin de kötülük yapanları azap, iyilik yapanları mükâfat göreceklerdir.» demişlerdir. İmâm Mâlik, Şa­fiî   ve   îbni Ebî Leylâ  Hazerâtınm kavilleri de budur.

5- Hadis-i Şerîf Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sabah namazında Kur'ân'ı aşikâr okuduğuna delildir.

6- Kitab ve sünnet, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bi'-seti zamanında şeytanların gök taşları ile taşlandığına delalet ederler. Araplar arasmda kehânet almış yürümüştü. Şeytanların semâdan, yâni meleklerden haber çalmaları men edilince; kehânetin kapısı da kapanmış oldu. Bu hâdise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Nübüvvetine bir delildi.

Kehânet: Gelecekte olacak şeyleri bilmeyi iddia etmektir. Kâhinler­den bazıları bu hususu cinlerden haber aldıklarını söylerlerdi.

7- Yine bu hadîs, seferde namazın cemaatla kılınabileceğine   ve cemâatin İslâmiyetin ilk zamanlarında meşru olduğuna delildir .

8- Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün insü cinne Peygam­ber olarak gönderilmiştir. Bu hususta bütün müslümanlar müttefiktir.

 

150- (450) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdül'alâ, Dâvud'dan, o da Âmir'den naklen rivayet etti. Âmir şöyle demiş: Alkame'ye sordum: tbni Mes'ud, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) ile birlikte cin gecesinde bulundu mu? dedim. Alkame:

— tbni Mes'ud'a ben sordum ve: Sizden biriniz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte cin gecesinde bulundu mu? dedim, tbni Mes'ûd:

  Hayır, lâkin bir gece biz    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bulunduk. Birara onu kaybettik, ve kendisini vadilerde, dag yollarında aradık; acaba (Cinler tarafından) uçuruldu mu, yoksa gizlice Öldürüldü mü? dedik. Ve böylece bîr kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) Hirâ tararından çıka geldi.

  Yâ Resûlüllah! Seni kaybettik, aradık fakat bulamadık. Bu yÜz-den bir kavmin geceleyeceği en kötü geceyi geçirdik» dedik. Bunun ü-zerine Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

  «Bana cinlerin dâvetçisi geldi. Onunla gbtimde cinlere Kur'ân oku­dum.» buyurdular. Ve bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin eser­lerini bize gösterdi. Cinler kendilerine azıklarını sormuşlar, o da:

«Elinize geçen, üzerine besmele çekilmiş her kemik olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve tezeği de hayvanlarınıza yemdir.» bu­yurmuşlar. Müteakiben Resûlüllah (SallallahüAleyhiveSellem) (Bize dö­nerek):

«Binaenaleyh siz bunlarla taharetlenmeyin 1 Çünkü onlar din kardeş­lerinizin yiyeceğidir.»   buyurdu.

 

(...) Bu hadîsi bana Ali b. Hucr es-Sa'di de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim, Dâvud'dan bu isnadla «ateşlerinin eserlerini» sö­züne kadar rivayet etti.

 

(...) Şâbî demiş ki, ona azıklarını sordular. Bunlar Cezire cinlerin-dendi. İlâh... cümlelerinden itibaren hadîsin sonuna kadar olan kısım Abdullah hadîsinden bittafsîl Şâ'bî'nin sözüdür.

 

151- (...) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs, Dâvud'dan, o da Şâ'bî'den, o da Al-kame'den, oda Abdullah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen; «Ateşlerinin eserlerini» sözüne kadar rivayet etti. Sonrasını zikretmedi.

 

152- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillâh, Hâlid'den, o da Ebû Ma'şer'den, o da İbrahim'den, o da Al-kame'den, o da Abdullah'dan naklen haber verdi. Abdullah:

«Ben cin gecesi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte değildim. Ama onunla olmayı isterdim» demiş.

 

153- (...) Bize Saîd b. Muhammed el-Cermî [57] ve PbeydullaJı b. Saîd [58] rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Mis'ar'dan, o da Ma'n'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Babamı şunu söylerken işittim: «Mesrûk'a sordum: Kur'ân'ı dinledikleri gece cinlerin geldiğini Peygam­ber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e kim bildirdi?» dedim.

— Bana babam, yâni İbni Mes'ud söyledi ki: Onların gelişini Pey­gamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)'e bir ağaç bildirmiş» dedi.

Bu rivayet Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) 'in cinlere giderek onlara Kur'ân-ı Kerîm okuduğunu ve suâllerine cevap verdiğini bildir­mektedir. Bundan anlaşılıyor ki; cinlerin Peygamber (Saliallahii Aleyhi veSeltem)'e gelişleri iki defa olmuştur.

Hadîâ-i şerif cin gecesi Hz. îbni Mes'ûd'un Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunmadığım tasrîh etmektedir. Gerçi Ebû Dâvûd (202-275) ve diğer hadîs ulemâsının rivayet ettikleri bir hadîsde İbni Mes'ud 'un cin gecesi Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunduğu zikrediliyorsa da o ha­dîs bilittifâk zayıftır. Babımız hadîsi onun hükmünü iptal eder.

Dâre Kutnî (306 - 385) nin beyânına göre; buradaki İbni Mes'ûd   hadîsi:

«Bize cinlerin izlerini ve ateşlerinin eserlerini gösterdi;» cümlesinde sona erer. Geri kalan kısmı îbni Şâ'bî'nin sözüdür. Hadîsi Şâ'bî'den rivayet eden bütün râvîler onu Şâbî'nin sözü olmak üzere rivayet etmişlerdir. Fakat Şâbî gibi bir zâtın bu sözü kendiliğinden söylemesine imkân ve ihtimal yoktur. O bunu mutlaka Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmiştir. Yalnız hadîsin bu kısmı   İbni   Mes'ûd   rivayetinde yoktur.

Cinlerin yiyecek hususundaki suâli kendilerine ne gibi şeylerin mu­bah olduğunu anlamak içindir. Bu suâle Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem):

«Üzerine besmele çekilen her kemiği yiyebilirsiniz.» diye cevap ver­miştir. Bundan muradı: Yâ besmeleyle kesilmiş hayvan kemiğidir. Yahut yenirken besmele çekilen kemiktir. Müslim sârini Übbî ikinci ihtimâl üzerinde durmaktadır. Ulemâdan bazılarının beyânına göre; üzerine besmele çekilen kemik, cinlerin mü'minlerine mahsustur. Mü'min olmayanlarının yiyecekleri ise; üzerine besmele çekilmeyen kemiklerdir. Nitekim başka bir hadîsde bu cihet tasrîh edilmiştir.

«Elinize geçen, üzerine besmele çekilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak - sizindir.» Cümlesinden muradı; Ya kemiklerde kalan etlerdir. Yahut Allah Teâlâ Hazretleri onların üzerinde yeniden et halk eder ve hiç yenilmemiş gibi etli olurlar, demektir.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- îbni Mes'ûd hazretlerinin: «Ama onunla bulunmak is­terdim.» diyerek cin gecesi     Resûli     Ekrem (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)

Efendimizin yanında bulunmuş olmayı temenni etmesi, gerek seferde, harplerde, gerekse hazarda fazilet ehlinin musahabe ve meclislerine rağ­bet göstermenin lüzumuna delildir.

2- Deve ve koyun gibi hayvanların tezekleriyle    taharetlenmek mekruhtur. Çünkü bunlar cinlerin hayvanlarına yemdir.

3- Cinlerin Kur'ân dinlediklerini Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSetiem) 'e bir ağacın haber vermesi Allah Teâlâ'nın dilediği cemâdât ve eşyada temyiz halk ettiğine delildir. Bunun nazîri Teâlâ Hazretleri­nin bazı taşların Allah korkusundan dolayı dağlardan aşağı yuvarlandık­larını ve bütün mahlûkların Allah'a hamdederek tesbihde bulundukları­nı haber vermesidir.  Besûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Seilem)   Efendimizin bu nev'iden bir çok mucizeleri vardlr.

 

34- Öğle ve İkindi Namazlarında Kıraat Babı

 

154- (451) Bize Muhammed b. El-Müsennâ el-Anezî rivayet etti. (De­di ki): Bize İbni Ebî Adiy, Haccâc (yâni Savvâf dan), o da Yahya'dan -ki bu zât Ebû Kesîr'dir- O da Abdullah b. Ebî Katâde ile Ebû Seleme'den, onlar da Ebû Katâde'den naklen rivayet etti. Ebû Katâde şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) bize namaz kıldırır; öğle ile ikin­dinin ilk iki rek'âtlarında Fatiha-i Kitap ile iki sûre okurdu. Bazen âyeti bize işittirirdi. Öğle namazının ilk rek'âtıni uzatır, ikinciyi kısa keserdi. Sabah namazında da Öyle yapardı.

 

155- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Yezîd b. Harun rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm ile Ebân b. Yezîd [59] , Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Abdullah b. Ebî Katâde'den, o da babasından naklen haber verdi ki:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle ile ikindi namazlarının ilk iki rek'âtlarında Fâtiha-i Kitap ile bir sûre okurdu. Bazen de âyeti bize işittirirdi. Son iki rek'atlarda ise; yalnız Fâtiha-i Kitabı okurdu, de­miştir.

Bu hadîsi Buhârî «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde, Ebû Dâvûd, Nesai ve îbni Mâce dahî «Namaz» bahsinde rivayet etmişlerdir.

Hadîs-i şerîf, Öğle ile ikindi namazlarının ilk iki rek'âtlarında fa­tihadan sonra sûre okunacağını ve ilk rek'âtın ikinciden uzun tutulaca­ğım; son rek'atlarda yalnız birer fatiha okunacağını bildirmekte ve ayrı­ca Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Seltem)'in bazen kıraatini cemaata i-şittirdiği kaydedilmektedir. Hattâ Nesaî'nin Berâ' b. Âzip (Radiyallahû anh)'dan rivayet ettiği bir hadîsde:

«Biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında öğle nama­zını kılar; Lokman ve Zâriât sûrelerinden okuduğu çyetleri birer birer işitirdik.» denilmiştir. îbni Huzeyme dahi Enes (Radiyallahû anh) 'dan buna benzer bir hadîs rivayet etmiştir.

 

Hadisi Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Üç dört rek'âtlı namazların ilk iki rek'âtlarında Fatiha ve Zammı Sûre vâcipdir.

2- Kısa bir sûreyi bütün olarak okumak uzun bir sûreden o mik-dar okumakdan efdal ve müstehaptır. Hanefî Fıkhı kitaplarından   E1-Hidâye» şerhinde:

«Bir kimse namazın bir rek'âtında bir surenin yansını, ikinci rek'-âtında da yarısını okusa; sahih kavle göre mekruh olmaz. Bâzıları mek­ruh olduğunu söylemişlerdir. Her iki rek'âtta sûrenin ortasından veya so­nundan okumamak gerektir. Fakat okursa bir beis yoktur.» denilmek­tedir.

3- Gizli okumak namaz sahih olmak için şart değil sünnettir. Fa­kat Hanefîlere göre: İmamın cehri namazlarda aşikâr, gizli okunan na­mazlarda sessiz okuması vaciptir.

4- Hanefîlerden îmam Muhammed (Rahimehuîlah) bu hadîs­le istidlal ederek bütün namazlarda ilk rek'âtın ikinciden daha uzun tu­tulacağına kail olmuştur.

Şâfiîlerden bazılarının kavli de budur. İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf'a göre sabah namazından mâda bütün namazlarda her iki rek'âtta müsâvî derecede okunur. Sabah namazında ise ilk rek'ât ikinci­den uzun tutulur.

Şâfiîlerden bazılarının mezhebi de budur. Çünkü sabah namazı uy­ku ve gaflet zamanında kılınır. Vakıa bu hadîsde öğle ve ikindi namaz­larında ilk rek'âtın ikinciden uzun tutulduğu bildirilmişse de müsavi tu­tulur diyenlerce; bu uzunluk kıraat hususunda değil, Sübhâneke ve eûzü besmeleden  dolayıdır.

5- Bir haberle amel etmek için zâhir-i hâl ile iktifa etmek caizdir. Yakînen bilmek şart değildir. Çünkü gizli okunan namazlarda ResûlUHah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in bütün sûreyi okuduğunu bilmek, ancak o-nun bütününü işitmekle mümkün olur. Bunu yakînen bilmek ise cehrî namazlara mahsustur. Gizli namazlarda ise; cemâat olsa olsa sûrenin bazı âyetlerini işitmiş ve karine ile bütün sûreyi okuduğuna hükmetmişlerdir.

6- Şâfiîlerden bazıları bu hadîsle istidlal ederek cemâatin yetiş­mesi için imamın rükû'u uzatabileceğine kail olmuşlardır. Fakat Kurtubî buna itiraz ederek hadîsde buna delîl olmadığını söylemişdir.

7- Hanefîlerden bâzıları son rek'âtlarda kıraat farz olmadığına bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Çünkü son rek'âtlar hakkında kıraat zikre-dilmemiştir.  Gerçi  az  sonra göreceğimiz Ebû Saîd hadîsinden son rek'âtlarda zammı sûre olduğu anlaşıhyorea da» o hadîs bunun sün­net değil caiz olduğuna hamledilmiştir. Son rek'âtlarda sünnet, yalnız fatihayı okumaktır.

 

156- (452) Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe hep birden Hüseyin'den rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Hüseym, Man-sûr'dan, o da Velîd b. Müslim'den, o da Ebû's-Siddık'dan [60], o da Ebû Said-i Hudrî'den naklen haber verdi. Ebû Saîd şöyle demiş: Biz Resû-Iüllah (Sallaiîahu Aleyhi ve Sellem) 'in öğle ve ikindi namazlarındaki kı­yamını tahmin ederdik. Öğle namazının ilk iki rek'âtındaki kıyamını e-lif lâm mim tenzil (yâni secde sûresi) kadar; son rek'âtlardaki kıyamını da bunun yarısı kadar tahmin ettik. İkindinin ilk iki rek'âtmdaki kıya­mını Öğlenin son rek'âtlarındaki kıyamı kadar; yine ikindinin son rek'-âtlanndaki kıyamını da bunun yansı kadar tahmin ettik.

Ebû Bekir kendi rivayetinde «Elif lâm mim tenzil» i zikretmedi de «Otuz âyet kadar» dedi.

 

158- (453) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym Abdül melik b. Umeyr'den [61], o da Câbir b. Semura'dan naklen haber verdi ki, Kûfetiler Sa'd'ı Ömerü'bnü'l-Hattâb'a şikâyet ederek na­mazından söz etmişler. Ömer de ona haber göndermiş. Sâ'd gelmiş, Ömer ona Kûfelilerin namaz meselesinden dolayı kendisini ta'yîb ettiklerini söylemiş, Sâ'd:

«Ben onlara Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'uk namazını kıl­dırıyorum, ondan hiç bir şey eksiltmiyorum, tik iki rek'âti onlara, uzun­ca tutuyorum; son iki rek'âtta ise kısa kesiyorum.» demiş. Bunun üzeri­ne Ömer: «Senden zâten bu beklenir. Yâ Ebâ İshâk!» demiş.

 

(...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile İshak b. İbrahim, Cerîr'den, o da Abdülmelik b. Umeyr'den bu isnatla rivayet etti.

 

159- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Âbdurratıman b. Mehdi rivayet etti.  (Dedi ki):    Bize Şu'be, Ebû Avn'dan [62] .rivayet etti. Demiş ki: Ben Câbir b. Semura'dan dinledim. Şöyle dedi: Ömer Sa'd'a: «Küfeliler seni namaza varıncaya kadar her şey­de şikâyet ettiler» demiş. Sa'd şu mukabelede bulunmuş:

«Bana gelince; Ben namazın ilk iki rek'âtında kıraati uzun tutuyor; sön rek'âtlarda kısa kesiyorum. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazına uyarak kıldığım namazımda bir kusur işlemiyorum.» Bunun üzerine Ömer:

«Zâten senden bu beklenir» yahut «Senin hakkında zannım zâten bu­dur!» demiş.

 

160- (...) Bize Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Bişr Mis'ardan, o da Abdülmelik ile Ebû Avn'dan, onlar da Câbir b. Se-mûra'dan yukarkilerin hadîsi mânâsında rivayette bulundu. O şunu da ziyade etti: Sa'd: «Bana namazı Bedeviler mi öğretecek?» demiş.

 

161- (454) Bize Dâvûd b. Rüşeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-Iîd (yânî İbni Müslim) Saîd'den - ki îbni Abdülazîzdir - Atiyetü'bnü Kays'-dan [63], o da Kaz'a'dan [64], o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş:

«Vallahi öğle namazı kılınırdı da bir kimse Bakî'e gider kazayı hacet eder, sonra abdest alır, gelir; ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rek'âtı uzattığından hâlâ ilk rek'âtta bulunurdu.»

 

162- (...) Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Abdurrahman b. Mehdi, Muâviye b. Sâlih'den, o da Rabîa'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Kaz'a rivâyel etti. Dedi ki: Ebû Saîd'i Hud-rî'ye geldim. Yanında kalabalık insanlar vardı. Cemâat dağılınca; (ken­disine) :

«Ben sana bunların sorduklarını sormıyacağım, sana ResûlüIIah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını soruyorum.» dedim. Ebû Saîd:

«Bunda senin için hiç bir hayır yoktur.» dedi. Ebû Saîd bu sözü ona bir defa daha tekrarladıktan sonra:

«Öğle namazı kılınırdı da bizden birimiz Bakİ'a giderek kazayı hacet eder, sonra evine gelerek abdest alır ve mescide dönerdi. ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) hâlâ ilk rek'âtta bulunurdu.» demiş.

Bu rivayetler dahî öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekatlarında ne mikdâr Kur'ân okunacağım, kıyamın ne kadar uzatılacağını beyân et­mektedirler. Nevevî   diyor ki:

«Ulemânın beyânına göre ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı îcab-ı hâle göre uzun veya kısa kılardı. Cemâat uzun kumayı tercih ederler, kendilerinin de bir meşguliyeti bulunmazsa namazı uza­tır, aksi takdirde hafif kılardı. Bazen uzatmak istediği halde çocuk ağ­laması gibi bir sebepten dolayı namazı kısadan keserdi. Bâzıları Resû­lÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı ekseriyetle uzatmadığını, nadiren de uzun kıldığını söylerler. Ve: «Uzun kılması caiz olduğunu gös­termek için; hafif kılması da efdâl olduğunu bildirmek içindir. derler. Filhakika ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı uzatmamayı emretmiş; Buna sebep olarak cemâatin içinde hasta, zayıf ve hacet sa­hipleri bulunabileceğini söylemiştir. Binâenaleyh bu babda sünnet, hafif kılmaktır.»

Sa'd b. EbîVakkâs (Radiyallahû anh) hadîsini Buhâ-rî, Ebû Dâvûd veNesaî namaz bahsinde muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir.   Buhar î'deki   rivayeti şöyledir:

Câbir b. Semûra   demiş ki:

«Kûfeliler Sa'd'i Ömer (Radiyallahû anh) 'a şikâyet ettiler. O da onu azlederek yerine Ammâr'ı tâyîn etti. Kuleliler Sa'd'ın namaz kıldırmayı becerememesine varıncaya kadar sayıp dökmek suretiy­le şikâyet ettiler. Ömer, Sa'd'a haber göndererek çağırttı. Ken­disine:

— Yâ Ebâ îshâk! Bu adamlar senin namaz kıldırmayı be­ceremediğini söylüyorlar, dedi.   Sa'd:

«Bana gelince: Vallahi ben onlara ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını kıldırıyorum. Ondan bir şey noksan etmiyorum. Yatsı namazını kıldırıyor; ilk iki rek'âtı uzun, son rek*âtlan hafif tutu­yorum.» cevâbını verdi.   Ömer:

«Senden zâten bu beklenir. Yâ Ebâ îshâk!» dedi. Müteaki­ben onunla birlikte Kûfelilere sormak üzere bir (veya bir kaç) adam gönderdi. Gönderilen adam, sormadık bir tek mescid bırakmadı. Kûfeli-ler hep Sa'd'in   iyiliklerini  anıyorlardı. (Nihayet Benî Âbs kabilesinin mescidine girdi. Onlardan Ebû Sa'de künyesini taşı­yan   Üsâmetü'bnü   Katâde   isminde biri ayağa kalkarak:

«Madem ki Allah için soruyorsun (Söyleyeyim). Sa'd düşmana karşı gönderilen müfrezeyle gitmiyor, müsavat üzere taksim yapmıyor, dâva bakarken de adalet gütmüyor.* dedi.   Sa'd:

«Beri bak! Vallahi sana üç şeyde dua ediyorum!.. Yârabbi, eğer bu kulun yalancı ise; bu işi riya ve şöhret için yaptıysa ömrünü uzat, fa­kirliğini de uzat! Ve kendisini fitnelere mâruz kıl!.» dedi. Bundan sonra hâlini soranlara   Üsâme:

— Ben fitneye giriftar olmuş bir şeyh-i fâniyim. Beni Sad 'in bed duâası tuttu!» derdi.

Râvî Abdül melik dedi ki: Onu ben de gördüm. Kaşları ihtiyarlıktan gözlerinin üstüne düşmüş; Kendisi hâlâ yoldan gelip geçen cariyelere çatıyor, onları çimdikliyordu.

Kûfelilerden murâd bir kaç kişidir. Kelime Küllü zikir, Cüz-ü mu-râd kabilinden mecazdır.

Muhtelif rivayetlerden anlaşıldığına göre; Kûfeliler Hz. Ömere Sa'd (Raâiyaîlahû anh) *ın devlet malını yediğini, evine ağaçtan deb­debeli bir kapı yaptırdığını, çarşı evine yakın olduğu için gürültüden bî-zâr olarak-gürültünün kesilmesini emrettiğini, ava düşkün olduğu için düşmana karşı gönderilen müfrezelerin başında bulunmadığını şikâyet et­mişler. Aslı astarı olmadık buna benzer bir çok şeyler ileri sürmüşlerdir. Ömer (Radiyallahû anh) bunları birer birer tetkik etmiş ve hepsinin bâtıl olduğunu meydana çıkarmıştır. Hz. Sa 'd 'in «Bana namazı bede­viler mi öğretecek?» demesinden de anlaşılıyor ki; kendisini şikâyet e-denler bir takım cahillermiş. Çünkü bedevilerin ekserisi câhil olurlar.

Hz. Ömer'in Sa'd (Radiyallahû anh) ile birlikte teftiş için Kû-fe'ye gönderdiği zevatın Muhammedü'bnü Mesleme ile Abdullah b. Erkâm ve Melih b. Avf oldukları zannediliyor. Hz. Sa'd bu hâdiseden müteessir olmuş. Bilhassa Kûfe'-li Üsâmetü'bnü Katâde 'nin iftiralarına karsı dayanamı-yarak ona bedduada bulunmuştur. Üç şeyle beddua etmesinin sebebi, Üsâme'nin ondan üç fazileti nefîy etmesidir. Üsâme ondan şecaati, iffeti ve hikmeti nefîy etmişti. Bunlar bütün faziletlerin esası i-diler. Hz. S a 'd da bu üç şeye misliyle mukabele etmişdir. Ve beddu­ası kabul olunmuştur. îshâk'm Cerîr 'den rivayetine göre Üsâme fakru zarurete duçar olmuş; ahlâkı bozularak fitneye kapılmış. Hattâ bir rivayete göre, gözleri de kör olmuştur. O haliyle yine de bir kadın sesi işitti mi kadına saldırır. Kadın kendisini terslediği zaman ah, mübarek   Sa'd'ın   duası!., dermiş, İbni Uyeyn e'nin   rivâyetine göre: Her nerede bir fitne çıkarsa Üsâme mutlaka orada bulunurmuş. Hattâ kendisinin fitne esnasında öldürüldüğü rivayet olu­nur.

Hz. Sa'd duasının icâbetiyle ma'ruf bir zât idi. Taberânî'nin rivayetine göre kendisine:

«Dualarının kabulüne ne zaman nail oldun?» diye sorulmuş: «Bedir gününde nail oldum. Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) :

«Yârâbl Sad'ın duasını möstecâp kıl,» buyurdular» diye cevap ver­miştir.

Son rivayette Hz. Ebû Saîd-i Hudrî 'nin Kaza'ya: «Senin için bunda hiç bir hayır yoktur.» sözünün mânâsı; Sen ne kadar çalışsan da böyle bir namaz kılamazsın. Binâenaleyh sünneti öğrenip de terketmiş olursun, demektir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Üç ve dört rek'âth farzların ilk iki rek'âtlarmda kıraat farz, son rekatlarında farz değildir.   İmâm   Â'zam ile onun kavlini tercih edenler bu rivayetlerle istidlal ederek farz namazların son iki rek'­âtlarmda kıraatin farz olmadığını söylemişlerdir. Bundan dolayıdır ki; «Hidâye» sahibi ile diğer Hanefîyye ulemâsı farz namazı kılan bir kim­se hakkında: «Son rek'âtlarda isterse bir fatiha okur, dilerse teşbih eder, yahut susar.» demişlerdir. Bu kavil Hz. Ali, İbni   Mes'ûd ve Âişe (Radiyallahû anhûm) 'den de rivayet edilmiştir. Ancak efdal o-lan, fatihayı okumaktır.

2- Bütün namazlarda ilk rek'âtın ikinciden uzun tutulacağına kail olanlar bu rivayetlerle istidlal etmişlerdir. İmam Şâfii'nin mez­hebi budur. Bâzıları bütün rek'âtların birbirine müsavi olacağını söyle­mişlerdir. İmam   Â'zam'la   Ebû   Yûsuf'a   göre; yalnız sa­bah namazının ilk rek'âtı ikinci rek'âtından uzun tutulur. İkinci rek'âtı birinciden daha uzun tutmak bilittifak mekrûhdur. Yalnız İmam Mfi­likin   bunda bir beis görmediği rivayet olunur.

Bir kimse gizli okunacak namazda aşikâr ve aşikâr okunacak namaz­da gizli okusa   İmâmı A'zam'a   göre secde-i sehiv yapar.

3- Hükümdarın memurlarından biri kendisine şikâyet edilirse; ona adam göndererek şikâyeti yerinde tetkik ettirir. Bu hususa me'ımır o-lan kimse, o yerin fazilet sahiplerinden soruşturmalar yapar.

4- Hakkında şikâyet vaki* olan bir me'mur, suçu sabit olmadığı halde maslahat icâbı azil edilebilir. Zira Hz.   Ömer, Sa'd (Radiyallahû anh) 'in suçu sabit olmadığı halde azletmiştir. Buna sebeb Kûfelilerin fitne çıkarması endîşesi idi. Nitekim Ömer (Radiyallahü anh) Şûra meselesi hakkındaki vasiyyetinde: «Emirlik S a'd'a isabet ederse ne âlâ!.» Aksi takdirde kim emir olursa ondan faydalansın!» Zîrâ onu ac­zinden yahut hıyanetinden dolayı azletmedim.» demiştir.

5- Bir kimseye künyesi ile hitâb edilebilir. Hakkında işitilen kötü sözlerden dolayı i'tizarda bulunmak da caizdir.

6- Bir kimse dinine noksanlık getirecek şeyler hususuna yardım eden zâlime beddua edebilir.

 

35- Sabah Namazında Kıraat Babı

 

163- (455) Bize Hârûn b. Abdillah rivayet etti. (Dedi ki): Bize Haccâc b. Muhammed, tbni Cüreyc'den rivayet etti. H.

Dedi ki: Bana Muhammed b. Râfi de rivayet etti. Her İkisinin lâfız­ları birbirine yakındır. (Dedi ki): Bize Abdtirrâzzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Muhammed b. Abbâs b. Câ'-fer'i şöyle derken işittim: Bana Ebû Selemetelmü Stifyân [65] ile Ab­dullah b. Amr b. As ve Abdullah b. Müseyyeb el-Abidî [66], Abdullah b. Sâib'den [67] haber verdiler. Abdullah şöyle demiş:

Peygamber (SaüaUahu Aleyhi ve SeUem) Mekke'de bize sabah nama­zını kıldırdı da sûre-i mü'minîni okumağa haşladı. Musa ile Hârûn'ım, yahut isa'nın zikri geçen yere gelince: (Burada Râvî Muhammed b. Abbâd şekketmiştir. Yahut şek edenin o olup olmadığında ihtilâf edilmiştir.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i öksürük tuttu; ve hemen rükû etti. Abdullah b. Sâib de bu namazda hazır bulunuyordu.»

Abdürrezzâk'in rivayetinde: «Okumayı kesti, ve rükû etti.» ibaresi vardır. Yine Abdürrazzâk rivayetinde: «Abdullah b. Amr» demiş, «İbni Âs» dememiştir.

 

164- (456) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) Size Yahya b. Saîd rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Ba­na Vekî' rivayet etti. H.

Bana Ebû Küreyb dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni Bişr, Mis'âr'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Velİd b. Sert1, Amr b. Hureys'den [68] naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i sabah namazında:

«Karanlık bastığı zaman geceye yemîn ederimi» [69] âyeti kerimesi­nin bulunduğu sûreyi okurken İşitmiş.

 

165- (457) Bana Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyin rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu Avane, Ziyad b. İlâka'dan o da Kutbettt-btttt Mâlik'dea [70] naklen rivayet etti. Demiş ki; Namaz kıldım, namazı bize Resûlüllab   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıldırdı ve:

«Kaaf, şanlı Kur'âna yemîn ederimi» suresini «uzamış hurmaları» âyeti kerîmesine kadar okudu. Ben bunu tekrarlamaya başladım, ama ne dediğini bilmiyorum.

 

166- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Şerik ile İbni Üyeyne rivayet ettiler. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Üyeyne, Ziyâd b. ti âka'dan, o da Kutbetü'bnü Mâlik'den naklen rivayet etti. Kut-be, Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *i sabah namazında:

«Küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçlarını» âyeti kerî­mesini okurken işitmiş.

 

167- (...) Bize Mııhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ziyâd b. İlâka'-dan, o da amcasından naklen rivayet etti. Amcası, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte sabah namazını kılmış. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rek'âtta:

«Küme küme tomurcuklan olan boylu boylu hurmaları...» âyetini o-kumuş. Râvî: gâlibâ: «Kaaf sûresini dedi» demiş.

 

168- (458) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Ali, Zâide'den rivayet etti.  (Demiş ki):Bize Şimâk b. Harb, Câbir b. Semûra'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:

«Gerçekten Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîîem) sabah namazında; «Kaaf. Şanlı Kur'ân'a yemin ederim ki...»     Sûresini okurdu. Ondan sonraki namazları hafif kıldınrdı.

 

169- (...) Bize Ebû Bekir b. Şeybe ile Muhammed b. Bâfi' rivayet ettiler. Lâfız İbni Eafi'indir. Dediler ki: Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Züheyr, Simâk'dan rivayet etti. Demiş ki:

«Câbir b. Semûra'ya, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İn na­mazını sordum. Câbir: Besûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) namazı ha­fif kıldınrdı. Bunların namazı gibi (uzun) kıldırmazdı, dedi»

Râvî dedi ki: Câbir, bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sabah namazında:

«Kaâf şanlı Kur'ân'a yemin ederim...» sûresini ve onun emsalini o-kuduğunu haber verdi.

 

170- (459) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sulbe, Simâk'­dan, o da Câbir b.   Semûrâ'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:

«Peygambır (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazmda «Leyi» sû­resini; ikindide de onun gibi bir sûre; sabah namazında ise bunlardan daha uzun (bir sûre) okurdu.»

 

171- (460) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvud et-Tayalisî, Şu'be'den, o da Simâk'dan, o da Câbir b. Se-mûrâ'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazında sûre-i A'lâyı; sabah namazında ondan daha uzun bir sûre okurmuş.

 

172- (461) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Yezîd b, Hârûıı, Teymî'den, o da Ebu'l Minhâl'den [71], o da Ebû Ber-ze'den [72] naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında altmışdan yüze kadar âyet okurmuş.

 

(...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Süfyan'dan, o da Hâlid El-Hazzâ'dan, o da Ebû'l-Minhâl'den, o da Ebû Berzete'1-Es lemî'den naklen rivayet etti. Ebû Berze şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında altmışla yüz âyet arası okurdu».

 

173- (462) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İh-ni Şihâb'dan duyduğum, onun da Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onun da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Ab-bâs şöyle demiş:

«Annem Ümmü Fadl [73] Binti Haris, bir defa beni «Mürselât» sûre­sini okurken işitti de:

— Yavrucuğum! Vallahi bu sûreyi okumanla bana hatırlattın! Bu sû­re Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son defa akşam namazında okuduğunu işittiğim sûredir, dedi.»

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân rivayet etti. H.

Dedi ki: Bana Harmeletü'bnü Yahya'dan rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi. H.

Dedi ki: Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahî rivayet etti­ler. (Dediler ki): Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. H.

Dedi ki: Bize Amru'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ*kup b. İbrahim b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam, Sâlih'den rivayet etti. Bu râvüerin hepsi Zührî'den bu isnadla rivayet etmişlerdir. Salih'­in hadîsinde râvî:

«Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) ondan sonra Allah Azze ve celi ruhunu kabzedinceye kadar namaz kılmadı.» cümlesini ziyâde etmiş­tir.

 

174- (463) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi la: Mâlike, Şihâb'dan duyduğum, onun da Muhammed b. Cübeyr b. Mut'lm'den [74], onun da babasından naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Babası: «Ben Resûlüllah    (Saiîallahü Aleyhi ve Seliem) "\ akşam namazında «Tûr» sûresi­ni okurken işittim.» demiş.

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân rivayet etti. H.

Dedi ki: Bana Harmeletü'bnü Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi. H.

Dedi ki: Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd de rivayet etti­ler. Dediler ki: Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. Bunların hepsi Zührî'den bu isnâdla bu hadîsin mislini ri­vayet etmişlerdir.

Bu hadîsler sabah ve akşam namazlarında ne mikdâr Kur'ân okuna­cağını bildirmektedirler.

Sabah namazında altmışdan yüze kadar âyet okunacağını bildiren Ebû Berze rivayetini Buhârî «Kitâbu Mevâkîti's-Salât» da; Ebû Dâvûd, Nesaî ve İbni Mâce dahî «Kitâb's-Sa-lât» da; Ümmül Fadl hadîsini Buharı «Kitâbü'1-Ezân» ile «Kitâbü'l-Megâzî- de; Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce «Kitâbü's-Salât» da; C.übeyr b. Mut'im hadîsini Buhârî «Kitâbü'1-Ezân»; «Cihâd» ve «Tefsir» bahis­lerinde; Ebû Dâvûd, Nesaî ve İbni Mâce «Salât» bahsinde muhtelif râvîlerden muhtelif lâfızlarla tahrîc etmişlerdir.

Babımızın ilk hadîsini teşkil eden Abdullah b. Sâib ri­vayetinin senedindeki «İbni Âs» lâfzı, hadîs ulemâsının beyânına göre yanlışlıkla zikredilmiştir. Çünkü buradaki râvî, Abdullah b. Amr b. Âs değil, Abdullah b. Amr El Hicâzî'-dir. Bunu Buharı, tarihinde böyle zikrettiği gibi İbni Ebî Hatim ile, gelmiş geçmiş pek çok hadîs imamları dahî beyan etmiş­lerdir.

Mezkûr hadîs aylarca öksürük sebebi ile kıraatin kesilebileceğini, ke­za sûrenin bir kısmını okumanın caiz olduğunu bildirmektedir. Nevevî diyor ki: «Kıraati bir özürden dolayı kesmekde hiç bir kerahet yoktur. Özür bulunmadığı halde kesmek dahî mekruh değilse de evlâ o-lan kesmemektir. Bizim mezhebimiz ile Cumhuru ulemânın ve bir riva­yette İmam Mâ1ik'in mezhebi budur. İmam Mâ1ik'in meş­hur mezhebine göre özürsüz kıraati kesmek mekrûhdur.»

Buradaki Ümmü'l Fadıl rivayetinde, Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Seltem) 'in en son kıldığı namaz, akşam namazı olduğu görülü­yor. Halbuki Hz. Âişe hadîsinde bunun öğle namazı olduğu bildirilmiştir. Ulemâ bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuşlardır: Hz. Âişe'nin rivayet ettiği namaz mescidde, Ümmül Fadıl'ın ri­vayet ettiği ise; evinde imam olarak kıldığı son namazlardır. Nitekim Nesaî'nin   rivayetinde bu cihet tasrih edilerek:

«Bize evinde akşam namazını kıldırdı da Mürselât sûresini okudu; Ondan sonra Allah Teâlâ ruhunu    kabzedinceye    kadar    Resûlüllah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir daha namaz kılamadı.» denilmiştir. Gerçi Tirmizî'nin rivayetinde   Hz.   Ümmü   Fadıl:

«Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalığında başını sar­mış olarak çıktı da akşam namazını kıldırdı ve Mürselât sûresini okudu. Ondan sonra Allah'a kavuşuncaya kadar bu namazı kılamadı.» demiştir.

Tirmizî bu hadîsin Hasen Sahîh olduğunu söylemiştir. Fakat bu rivayet Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yattığı yerden içer­deki cemâatin yanına çıktığına hamlolunur.

Babımızın son rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in akşam namazında «Tûr» sûresini okuduğu bildirilmektedir. Bütün bu ri­vayetlerden anlaşılıyor ki; Fahr-i Kainat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz, namazı mü'minlerin hâllerine göre, kıldırmış. Onlar da nama­zı uzun kıldırmak için iştiyak sezerse uzun kıldırır; Kendinin veya cemâ­atin bir Özürü bulunursa namazı kısadan kesermiş.

Tahâvî (238 - 321): «Akşam namazında kısa sûreleri okumak müstehabdır.» demiş; Tirmizîde: Ulemânın bununla amel ettik­lerini söylemişdir. Filhakika Süfyân-ı Sevrî, İbrahim Nehaî, Abdullah İbni'l-Mübârek, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, îmam Muhammed, Ahmed b. Hanbe1, İmam Mâlik ve İshâk hazerâtmm Mez­hepleri budur.

Tahavî 'nin Hz. Abdullah b. Ömer 'den tahrîc etti­ği bir hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in akşam namazında «Tîn- sûresini okuduğu; yine Abdullah b. Ömer (Radiyaüakü anh) 'dan rivayet edilen bir hadîsde akşam namazında «Kâflrûn» İle «İhlâs» sûrelerini okuduğu bildirilmektedir. Bâzı rivayetlerden Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin «Kâfirûn» ile «İhlâs» sûrele­rini Cuma geceleri akşam namazında okuduğu anlaşılıyor. Başka rivayet­lerde akşamla yatsıda «Leyi» ve «Duhâ», öğlede «Alâ» ve «Asır» sûrelerini, daha başka rivayetlerde akşam namazında «Zilzâl», «Adiyât» ve «Nasr» sûrelerini okuduğu bildirilmiştir. Bütün bunlar, namazın îcâb-ı hâle gö­re kılınacağını göstermektedirler. Binaenaleyh: Hanefîlere göre: Cemaata ağır gelmiyeceğini bilirse imamın kıraati uzatması sünnettir. Ağır gele­ceğini bildiği halde uzatması mekruh olur.

Şâfiîlere göre: İmamın kıraati uzatması cemâatin buna razı oldukla­rını sarahaten söylemeleri şartı ile sünnettir. Yalnız cuma günü sabah namazında cemâat razı olmasalar bile imam kıraati uzatır.

Mâlikîlere göre: İmamın kıraati uzun tutması dört şartla mendûpdur:

1- Cemâat mahsur olmalı. Bundan maksat fazla kalabalık bulun­mamaktır.

2- Cemâat uzun kırâata razı olduklarını yâ söylemeli, yahut bu onların hâllerinden anlaşılmalıdır.

3- Uzun okumaya tahammül edebilecekleri bilinmeli, yahut tahmin edilmelidir.

4- Cemâatdan birinin özürü bulunmadığı bilinmeli veya tahmin edilmelidir. Bu şartlardan biri bulunmadığı takdirde kısa okumak efdaldir.

Uzun ve kısa sûrelerin neler olduğu mezhep imamları arasında ih­tilaflıdır. Hanefîlere göre «Hucurât» dan «Bürûc» a kadar olan sûreler uzun; «Bürûc» dan «Beyyine» sûresine kadar olanlar orta; ondan «Nâs» sûresine kadar olanlar da kısa sûrelerdir. Uzun sûreler sabah ve Öğle na­mazlarında okunur. Yalnız Öğle namazında sabahdakinden biraz daha kı­sa tutulur. İkindi ile yatsı namazlarında orta sûreler; akşam namazında da kısa sûreler okunur.

Şâfiîlere göre; uzun sûreler «Hücûrat» dan «Amme» ye kadar, orta sûreler «Amme» den «Duhâ» ya kadar; kısa sureler de «Duhâ» dan Kur*-ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Uzun ve kısa surelerin hangi na­mazlarda okunacağı meselesinde Şâfiîler, Hanefîlerle beraberdirler. Yal­nız onlara göre; cuma günü sabah namazında «Secde» ile «Hel'etâ» sû­relerini okumak sünnettir.

Mâlikîlere göre; uzun sûreler «Hücurât» dan «Nâziât» in sonuna ka­dar; orta sûreler «Nâadat» in sonundan «Duhâ» ya kadar, kısa sûreler de «Duhâ» dan Kur'ânı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Sabah ile öğle namazlarında uzun -sûreler, ikindi ile akşam- namazlarında kısa sûreler, yatsıda ise; orta sûreler okunur. Fakat bu tertibe riâyet Mâlikîlere gö­re sünnet değil mendûpdur.

Hanbelîlere göre: Uzun sûreler «Kaaf» dan «Amme» ye kadar; orta sûreler «Amme» den «Duhâ» ya kadar; kısa sûreler de «Duhâ» dan Kur'-ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Uzun sûreler yalnız sabah nama­zında, kısa sûreler de yalnız akşam namazında okunur, öğle, ikindi ve yatsı namazlarında orta sûreler okunur. Mamafih, hastalık ve yolculuk gibi bir özürden dolayı sabah namazı ile diğer namazlarda daha kısa o-kumak da mekruh değildir. Özürsüz kısa okumak yalnız sabah namazın­da mekrûhdur.

 

36- Yatsı Namazında Kıraat Babı

 

175- (464) Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti, (Dedi ki): Bize Şu'be, AdiyMen rivayet et­ti. Demiş ki: Ben Berâ'ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den nak­len rivayet ederken işittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sefer­de yatsı namazını kılmış da, iki rek'âtın birinde «Tın» sûresini okumuş.

 

176- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Yahya'dan - ki bu zât İbni Saîd'dir - o da Adiy b. Sabit'den, o da Berâ tbnfi Âzib'den naklen rivayet etti. Berâ' şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yatsı namazım kıldım da «Tîn» Sû­resini okudu.»

 

177- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mİs'âr, Adty b. Sft-bit'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Ben Berâ tbnİ Âzib'den dinledim. Şöyle dedi: «Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsıda «Tm» sû­resini okurken dinledim., Ondan daha gtisel sesli bir kimse dinlemiş de­ğilim!.»                                                                                               '.

Bu hadîsi Buhârî «Namaz» bahsinde müteaddid yerlerde tah-rîc etmiştir. Hadîsin birinci rivayetinden anlaşılıyor ki, namaz seferde kılınmıştır. Onun için de Resûlüllah (Salîailahü Aleyhi ve Sellenı) kısa sû­relerden okumuştur. Seferî olmadığı zamanlarda yatsıda -Şems», «Leyi» ve «tnşikak» sûrelerini okuduğu rivayet edilmiştir.

Binâenaleyh zaruret olmadıkça yatsı namazında orta sûreleri okumak sünnettir. Çünkü yatsı istirahat ve uyku zamanına tesadüf eden bir na­mazdır. Onu fazla uzatmaya cemâatin tahammülleri yoktur. Akşam na­mazında olduğu gibi hafif kıldırmaya dahi bir sebep bulunmadığından onda orta sûreleri okumak sünnet olmuştur. Bu bâbda asıl delîl Ömer (Radiyalîahû arih) ın Hz. Ebû Mûsel-Eş'arî 'ye: «Akşam nama­zında kısa sûreler, yatsıda orta, sabah namazmda da uzun sûreleri oku!» diye yazdığı mektuptur. Bir de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) yatsı namazında «Bakara» sûresini okuyan Muâz b. Cebel (Radiyalîahû anh) 'ı muaheze buyurmuştur.

 

178- (465) Bana Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Amr'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:

— Muaz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namazı kılar, sonra kavmine gelerek onlara imam olurdu. Bir gece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yatsıyı kıldıktan sonra kavmine ge­lerek onlara imam oldu ve «Bakara» sûresini okumağa başladı. Derken bir adam selâm vererek namazdan ayrıldı. Sonra yalnız basma kıldı ve çıktı gitti. Ashâb o zâta: Sen münafık mı oldun yâ fiilân? dediler.

— «Hayır Vallahi (münafık değilim; hele sabah olsun) ben bunu mutlaka gider Resûlüllah (Satlaltahü Aleyhi ve Seliem) 'e haber veririm!.» cevâbını verdi, ve (ertesi günü) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek:

«Yâ Resûlâllah, biz develerle su taşıyan insanlarız, gündüzleyin ça­lışırız, Muâz seninle birlikte yatsıyı kılmış; sonra (Bize) gelerek Sûre-i Bakara'yı tutturdu.»» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâas'a dönerek:

«ifâ Muâz, sen fitnebaz mı oldun yoksa?., filân ve filân sûreleri (oku-saydın yâ!)» buyurdular.

Süfyân şöyle demiş: «Ben Amr'a: Ebû Zübeyr bize Câbir'den naklen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: Şems, Duha, Leyi ve A'lâ sû­relerini oku!» buyurduğunu rivayet etti, dedim. Amr da bunun gibi bir şey, dedi.»

 

179- (...) Bize KiiteybetüTmti Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize de İbni Rumhrİvâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys 'ŞMlff Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi kî; Câbir şöyle demi$î Muâz b. Cebel El-lEnsâri arkadaşlarına yatsıyı kıldırdı. Fakat onlara kıraati uzun tuttu. Bunun üzerine bizden bir zât cemâatdan ayrılarak namazı yalnız basma kıldı. Onun bu yaptığını Muâz haber alınca: O adam münafıktır... dedi. Bu söz o zâtın kulağına ulaşınca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in huzuruna girerek Muâz'ın söylediklerini ken­dilerine haber verdi. Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Muâz*a:

— Sen fitnecimi olmak istersin/ ya Muâz? Cemaata imam olduğun va­kit Şems ile A'lâ ve Ikra' ile Leyi sûrelerini okuyuver!.» buyurdular.

 

180- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-şeym, Mansûr'dan, o da Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan şeym, Mansûr'dan, o da Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan nak­len haber verdi ki, Muâz b. Cebel Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yatsıyı kılar sonra kavmine döner ve o namazı onlara da kü-dınnnış.

 

181- (...) Bize Kuteybetü'bnti Saîd ile Ebu'r-Rabf Ez-Zehrânî ri­vayet ettiler. Ebu'r-Rabî' dedi ki: Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi M): Bize Eyyûb, Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen riva­yet etti. Câbir şöyle demiş:

-Muâz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yatsıyı kı­lar; sonra kavminin mescidine gelerek onlara da yatsıyı kıldırırdı...»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu's-Salât» ve «Kitâbül-Edep» de; Nesâi «Kitâbü's-Salât» ile «Kitâbü't-Tefsîr» de; İbni Mâce dahî «Kitâbü's-Salât» ta muhtelif lâfızlarla muhtelif râvîlerden tahrîc et­mişlerdir. Rivayetlerin mecmuu Hz. Muâz'ın yatsıyı bir defa Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında cemâat, bir defa da kavmine imam olarak kıldırmaya devam ettiğini göstermektedir. Bazı rivayetlerde Hz. Muâzin kavmine akşam namazını kıldırdığı bildiril­miştir. Bu yâ hâdisenin tekerrüründendir. Yâni bazen yatsıyı, bazen de akşam namazını küdırmıştır. Yahut yatsıya mecazen akşam namazı de­nilmiştir.

Bâzıları bu hadisle istidlal ederek; «Hz. Muâz'in kavmine kıl­dırdığı namaz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında kıl­dığı namazın aynidir.» demiş; «Ayni değildir» deyenlere bununla cevap vermişlerdir. Fakat Allâme Aynî bunlara bir kaç vecihle cevap ver­miştir. Şöyle kî:

1- Bu hadîsle ihticâc etmek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in vak'ayı bilib te ikrar buyurmasına bağlıdır. Halbuki Hz. Muâzm namaz kıldırdığını   Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in duymamış olması caizdir. Binâenaleyh   Muâz    (Radiyallahû anh) 'in o namazı devam üzere kıldırmasına ses çıkarmaması onu takrîr buyurdu­ğuna delîl sayılmaz.

2- Niyyet bâtınî bir şeydir. Söylemedikçe kimse kimsenin niyetini bilemez. Caiz ki Hz.   Muâz   namaz fiillerini ve namazda kıraatin sün­net vechini Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1 den güzelce öğren­mek için namazı evvelâ onun arkasında nafile olarak kılmış; sonra kav­mine dönerek aynı namazı onlara da farz niyeti ile kıldırmıştır.

3- El-Mühelleb'in beyânına göre   Muâz   hadisi Islâmın ilk devirlerine aittir.

4- İhtimal Hz. Muâz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in arkasında cemâat olarak gündüz namazlarını kılmış, kavmine imam olarak da yatsı namazını kıldırmıştır. Çünkü Ashâb'dan bazıları iş güç sahipleri'olduğu için gündüz namazlarına devam edemiyorlardı. Bu iti­barla Râvî, Hz. Muâz'ın ayrı ayrı vakitlerde kıldığı namazları haber vermiş olabilir.

5- Bu hadîs mensûhdur. Tahâvî diyor ki: «İhtimâl Hz. Muâz'ın aynı namazı iki defa kılması, farzların ikişer defa kılındığı za­manlarda olmuştur. Çünkü îslâmın ilk zamanlarında bu yapılırdı.» Tahâvî neshe delîl olarak Hz.   İbni   Öme r'den   rivayet edilen bir hadîsi göstermiştir. Mezkûr hadîsde: «Bir namaz, günde iki defa kılı­namaz.» denilmiştir.

Muâz (Radiyallahû ardı) 'in arkasında namazını bozan sfttm*Jdm olduğu ve namazını bozup bozmadığı ihtilaflıdır. Ebû Dâvud Tayâ1isî'nin rivayetinde bu zâtın tîazm b. Ebü "âlb olduğu söylenmiştir. Bâzı rivayetlerde Haram b. Ol­duğu söylenmiştir. Hz. Haram, Enes b. Mâ1ik'ia sıymış. Namazdan sonra hurma bahçesini sulamak niyetinde imiş. Bu se­beple namazdan ayrılarak yalnız kılmış ve bahçesine gitmiş. Daha başka isim söyleyenler de vardır.

Bâzıları namazdan çıkan zâtın namazını bozmadan saftan çıkarak ay­nı namazı kendi kendine tamamladığını söylemişlerse de Müs1im'ia buradaki rivayetinde namazdan selâm vererek çıktığı tasrîh edilmiştir.

Nesaî'nin bir rivayetinde Hz. Muâz:

«Sabaha çıkarsam bunu mutlaka Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'e söylerim!» demiş ve sabahleyin söylemiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) de o zâtı çağırtmış. Kendisine:

«Bu yaptığına sebep nedir?» demiş. O zât: Yâ ResulaIIâh! Ben gün­düzün su taşıyan devemle çalıştım; geldiğimde namaza durmuşlardı. He­men mescide girerek Muâz'la beraber namaza durdum. Fakat o filân ve filân sûreyi okudu. Ben de cemâatdan ayrılarak mescidin bir tarafında namazımı yalnız kıldım; demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sen fettanını oldun ya Muâz? Sen fettânmı oldun yâ Muâz?» buyurmuşlar.

Bir rivayette üç defa «Fettan, fettan, fettan», demişdir. Bu takdirde cümle; «Sen fettansın» mânâsına olup, müptedâsı mahfuz haberdir. Ve te'kîd için üç defa tekrar edilmiştir. îbni Uyeyne rivayetinde mezkûr cümle istifhâm-ı inkârı ile «Sen fettan mısın » şeklinde vârid ol­muştur.

Fettandan murâd; nefret ettirendir. Çünkü kıraati uzun tutmak ce­mâatin namazdan çıkmalarına ve cemaatla namazdan kerahet duymala­rına sebep olur. Bazıları fettan sözü ile azap vermek mânâsı kastedilmiş olabileceğini söylemişlerdir. Zîrâ Hz. Muâz uzun okumakla cemaata azab vermiştir. Bu kelime «fâtin» şeklinde dahî rivayet edilmiştir.

 

Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- îmam Şafiî bu hadîsle istidlal ederek farz kılan cemâatin nafile kılan imama uyabileceklerine kail olmuştur. Hz. Şafiî 'nin bu mezhebi Muâz (Radiyallahû anh) 'm Resû\üUah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile farzı kıldığına, sonra o namazı nafile olarak cemaata kıldır­dığına göredir. Bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'in kav­li de budur. Îbni Münzir dahî bu kavli ihtiyar etmiştir. Atâ', Tavus, Süleyman b. Harb ve Dâvûd-u Zâhi-r î 'nin mezhepleri de budur. Hanefîlere göre farz kılan bir kimse na­file kılan imama uyamaz. Bir rivayette İmam Mâlik ile îmam A h -med'in mezhebleri de budur. Hanbelîlerden İbni Kudâme: «Ekseri ulemâmız bu rivayeti ihtiyar etmişlerdir.» demektedir. Ulemâdan Zührî, Hasan-ı Basrî, Saîd b. El -M üseyyeb, tbr&hİm.Nehaî, Ebû   Kılâbe   ve Yahya  b. Saîd El-En sâri 'nin mezhebleri bu olduğu gibi Tahâvî'nin beya­nına göre Mücâhid ile Tâvû s'un   kavilleri de budur.

Farz kılan bir kimsenin nafile kılan imama uyabileceğini söyleyen­lerden bazıları C âbir hadîsinin bâzı rivayetlerinde vârid olan: «Bu namaz imam için nafile, cemâat için {arzdır.» cümlesi ile istidlal etmişler, hadîsin sahîh; ricalinin de hep mûtemed zevat olduklarını söylemişlerdir.

Fakat muhalifleri tarafından kendilerine cevap verilmiş; hadîsdeki ziyade hakkında ulemânın söz ettiği hatırlatılmış; Hz. Muâz'ın gün­düz namazlarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile; gece namaz­larını da kavmiyle kılmak âdeti olduğundan Râvî: «Bu namaz cemâat i-çin farz; onun için nafile olurdu.» demekle Hz. Muâz'm iki vakit­teki hâlini beyân etmiş olabilir. Yahut Râvî bize keyfiyetini bilmediği* mjz bir hâli hikâye etmiştir. Binâenaleyh biz o rivayetle amel edemeyiz; denilmiştir. Bu bâbda söz uzundur. İmam Nevevî bütün bü te'vil-leri «aslı olmadık dâvalar» diye vasıflandırmış ve: «Hadîsin zahiri bun­larla terk edilemez.» demiştir. Halbuki muhaliflerinin sözleri aslı.»olma­dık dâvalar değil, delile istinâd eden kaziyelerdir. Bu bâbda Hz. Ab­dullah îbni Ömer (Radİyallahü anh)'den merfû olarak ri­vayet edilen bir hadîsde:

«Bir namazı bir günde iki defa kılmayın» denilmektedir. Mürsel o-lan diğer rivayette ise: Ehl-i Âliye namazı evlerinde kılarlar, sonra onu bir de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte kılarlardı. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu duyunca onları bundan nehî etti.» denilmektedir.

2- Cemâatin hâlini göz önüne alarak namazı hafif kıldırmak müste-habtır. Nitekim   Buhârî   ile   Müs1im'in   Hz. Ebû   Hüreyre'den   ittifakla rivayet ettikleri bir hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Biriniz cemaata imam olursa namazı hafif kıldırsın! Çunku içlerinde zayıf, hasta, ve ihtiyar olanları vardır; kendi kendine kılarsa istediği kadar uzatsın.» buyurmuştur,

3- Dünyevî bir hacet namazın hafif kılınması için Özür sayılır. Ba­zıları bir namazın bir günde iki defa kılınabileceğine bu hadîsle istidlal etmişlerse de, bu istidlal mutlak olarak doğru değildir. Çünkü farz ni­yeti ile bir namazın iki defa kılınması az yukarıda zikrettiğimiz   îbni Ömer   hadîsi ile menedilmiştir.

4- Şâfiîlere^göre cemâatin imamdan ayrılarak namaz* yalnız başına kılmaları hususunda üç kavil vardır. Esah olan kavle göre cemâatin özrü olsun olmasın imamdan ayrılarak yalnız kılması caizdir. İkinci kavle gö­re böyle bir şey mutlak bir şekilde caiz değildir. Üçüncü kavle göre ö-zürden dolayı caiz; özür yoksa caiz değildir. Esah olan kavle göre kıraati uzatmak bir Özürdür.

Hanefîlere göre bu vecihlerden hiç birine göre cemâatin imamdan ayrılmaları caiz değildir. İmam Mâ1ik'in meşhur olan mezhebi de budur. Bu hususta İmam Ahmed'den  iki rivayet vardır.

5- Cemaatla namaz kılman bir mescidde münferiden namaz kılmak caizdir.

6- Sûre-i Bakara demek caizdir. Seleften bâzıları bunu mekruh görmüş, mezkûr sûre için böyle bir tâbir kullanmayıp: «İçinde bakara zikredilen sûre» denilmesi münâsip olacağını söylemişlerse de hadîs-i şe-rîf,   Sûrei Bakara denilebileceğini sarahaten ifâde etmektedir.

7- Mekruh görülen şeyleri yalnız sözle menetmek kâfidir.

 

37- İmamlara Namazın Tamamını Hafif Kıldırmalarını Emir Babı

 

182- (466) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym, İsmail b. Ebî HâlidMen, o da Kays'dan, o da Ebû Mes'ûd-u Ensâ-rî'den naklen haber verdi. Ebû Mes'ûd şöyle demiş: Bir adam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem)e gelerek, Ben fîlâacanut-^lnze namazı azım kıldırması sebebi ile sabah namazına gelemiyorum; dedi. Ben Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hiç bir mev'izada o günkü gadabından da­ha şiddetli gadaba geldiğini görmedim! Bunun üzerine şöyle buyurdular: «Ey cemaati hakîkaten içinizde nefret ettirenler varl (Bundan böyle) hanginiz cemaata imam olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü arkasında yaşlı ve zayıflarla ihtiyaç sahipleri vardır.»

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Htt-şeym ile Vekî* rivayet ettiler. H.

Dedi ki: Bize de İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ri­vayet etti. H.

Bize de İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Stifyân rivayet etti. Bunların hepsi İsmail'den bu isnadla Hüşeym hadisinin mislini ri­vayet etmişlerdir.

 

183- (467) Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muğîra - ki bu zât İbni Abdirrahman el-Hizâmî'dir - Ebu'z-Zin&d'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû    Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,    Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz cemaata imam olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü onların içinde küçük, yaşlı, zayıf ve hasta olanlar vardır; Kendi kendine kıldığı va­kit istediği gîbi kilsini» buyurmuşlar.

 

184- (...) Bize İbni Râfî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezmâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivayet etti. Hemmâm: Bize Ebû Hüreyre'nin Allah'ın Resulü Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettikleri şunlardır: diyerek bir ta­kım hadîsler zikretmiş. Ez cümle: Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Biriniz cemaata imam olduğu vakit namazı hafif kıldırsın! Çünkü onların içinde yaşlı olanlar bulunduğu gibi zayıf olanlarıda vardır; yalnız başına kıldığı zaman namazını dilediği kadar uzatsın.» buyurdular, de­miş.

 

185- (...) Bize Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi ki: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebû Selemetü'bnü Abdirrahmân haber verdi, ki Ebu Hüreyre şunu söylerken işitmiş: Resû\üllah(SaIla!lahü Aleyhi ve Sellem) :

Biriniz cemaata namaz kıldırırsa hafif tutsun, çünkü cemaatın içinde zayıf, hasta, ve hacet sahibi olanları vardır.» buyurdular.

 

(...) Bize Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Ba­na babam rivayet etti. (Dedi ki): Bana Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Be­kir b. Abdirrahmân rivayet etti. Kendisi Ebû Hüreyre'yi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Şöyle buyurdular...» diyerek yukarki hadisin mislini rivayet ederken dinlemiş. Yalnız o, hadîsdeki «Sakîm» kelimesi­nin yerine «Kebir» demiştir.

Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in gadaba geldiğini bildiren Ebû Mes'ûd hadîsini Buhârî «İlim», «Namaz» ve «Edeb» ba­hislerinde; Nesaî «İlim» bahsinde; İbni Mâce dahî ayni bahisde muhtelif râvîlerden, biraz lâfız değişiklikleriyle Ebû Hü­reyre hadîsini dahi Buhâri «Ezan» bahsinde tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd ile tbni Mâce de ayrı ayrı râvîlerden riva­yet etmişlerdir. Gerek bu hadîsler, gerekse babımızın bunlardan sonra gelecek hadîsleri imamın namazı vâcib ve sünnetlerini haleldar etmemek şartıyla hafif kıldırması gerektiğini; yalnız kıldığı zaman ise uzatmaya tahammülü bulunan kıraat, rükû, sücûd ve teşehhüd gibi rükünleri is­tediği kadar uzatmakta serbest olduğunu bildirmektedirler.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyete gelen zâtın kim ol­duğu bildirilmediği gibi, kimden şikâyet ettiği dahi beyân edilmemiştir. Şikâyet edilen Hz. Ubey b. Kâb 'tır. Bâzıları şikâyet edenin Hazm b. Übeyy b. Kâ'b; şikâyet edilenin de Hz. Muâz olduğu­nu söylemişlerse de o kıssa bu değildir. Buhar î'de Hz. Ebû Üseyd, Mâlik b. Rabîâ'nın oğluna: «Yavrucuğum namazı bize uzun tuttun!» dediği, talik suretiyle rivayet olunmuştur. Aynı tali­ki İbni Ebü Şeybe dahî rivayet etmiş ve oğlunun Münzir olduğunu tasrîh etmiştir. Bu rivayette Münzir: «Babam benim ar­kamda namaz kılar ve bazan bana: Yavrucuğum bugün bize «Sâffât» sû­resini okumakla namazı uzun tuttun» derdi.» demiştir.

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hassaten namazı uzun tu­tan zâta hitâb etmeyip bütün cemaata:

«İçinizde namazdan nefret ettirenler var!» buyurması onun kem&l-i nezâketine ve lütfü keremine delildir. Cemâat içersinde bir kimseyi utan­dırmamak için âdetleri dâima bu idi.

Yalnız kılan kimse namazını istediği kadar uzatabilir. Çünkü herkes kendinin takat derecesini daha iyi bilir. Teâlâ Hazretleri hastalığı özür­lerden saymıştır. Binâenaleyh imamın, namazın rükünlerine halel getir­memek şartıyla namazı hafif kıldırması îcabeder. Ashabı kiramdan Enes b. Mâlik (Radiyallahû anh), Zübeyr b. Avvâm, Ammâr b. Yâsir ve Ebû Hüreyre hazerâtı namaza hafif kıldırırlarmış. Hz. Sâd b. Ebî Vakkâs namazı mes-cidde kıldırdığı vakit rükû ve sücûdu hafif tutar; Evinde kıldığı zaman bunları ve bütün namazı uzatırmış. Kendisine niçin böyle yaptığı soru­lunca: «Biz, cemâaatın bize uydukları imamlarız.» cevâbını vermiş. Hz. Zübeyr'e dahî: «Siz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hn as­habı olduğunuz halde neden herkesten ziyâde namazı hafif kıldırıyor»»-nuz?» diye sorulunca: «Biz şu vesveseci şeytandan önce davraBiyoru*> demiştir. Hz. Ammâr'ın da: «Bu namazı şeytan vesvese verimi den Üzerinizden atın!» dediği rivayet olunur. Hz. Ömer yaralandığı Bft-man mihraba Abdurrahman b. Avf geçerek en kısa tü­relerden «Kevser» ile «Nasr» ı okumuştur.

Namazın hafif kıldın iması hususunda Ebû Vâkıd-i-Leysî, îbni M e s'û d, Abdullah b. Ömer, Os­man b. Ebil-Âsve Ene s(RadtyaIUûıû anhûm) hazerâtından da hadîsler rivayet edilmiştir. Ebü Vâkıd hadîsini imam Şâfiî   «Müsned» inde tahrîc etmiştir. Bu hadîsde: -Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı cemaata en hafif şekilde kıldırır, yalnız kılarken en ziyâde uzun tutan o olurdu.» denilmektedir.

İbni Mes'ûd hadîsini Taberânî -El-Evsat- ında tah-rîc etmiştir. Mezkûr hadîste:

«Hanginiz cemaata İmam olursa namazı hafif kıldırsın 1 Çünkü içlerin­de zayıf, yaşlı ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır.» buyurulmuştur.

îbni Ömer hadîsini sahih bir senetle Nesaî tahrîc et­miştir. Bu hadîste de: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize na­mazı hafif kıldırmamızı emreder ve imam olurdu!» denilmektedir. Hz. Osman ile Enes (Radiyallahû anhûma) hadîsleri az sonra görü­lecektir.

 

Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler:

 

1- Nevevî 'nin   beyânına göre imamın âdeti namazı çok uzat­mak olduğu bilinirse ona cemâat olmamak caizdir.

2- Şikâyet makamında bir kimse filân ve falan gibi sözlerle kina­ye suretiyle zikredilebilir.

3- Din hususundaki münkerata kızmak caizdir.

4- Bir kimse haram değil mekruhu bile irtikâb etse ona bu yaptı­ğından dolayı inkâr ve ihtarda bulunmak caizdir.

5- Cemâat razı olmadığı vakit namazı uzun kıldıran imamı sözle tâ'zîr caizdir.

6- Namazı hafif kıldırmak gerekir. îbni Battal diyor ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gadaplanması, cemâatin içer­sinde hastalar ve emsali bulunduğu cihetle namazın uzatılmasını kerih gördügündendir. O ümmetine nfk ve kolaylık gösterilmesini istemişlir. Yoksa bundan nehî etmesi haram olduğu için değildir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidinde bâzan sûre-i Yûsuf gibi uzun sû­releri okurdu. Bunun sebebi arkasında ecilleyi ashabının bulunması ve bunların en büyük arzu ve gayeleri ilim talebiyle namaz olması idi.»

 

186- (468) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Niimeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Osman ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Mûsâ b. Talhâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Osman b. Ebî'l-Âs Es-Sekafî [75] rivayet etti, ki Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine:

«Kavmine imam ol!» demiş. Osman diyor ki: Yâ Resûlallab! Ben kendimde bir şey hissediyorum, dedim. Resûlüllan (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) «Yokla;!» buyurdu; ve beni huzuruna oturttu. Sonra avucunu göğsüme iki mememin araşma koydu, sonra (Bana): «Dön!» dedi. Bu se­fer avucunu sırtıma iki küreğimin arasına koyda sonra:

«Kavmine imam ol! Her kim bir kavme imam olursa namazı hafif kıl­dırsın! Çünkü içlerinde yaşlı olanlar; çünkü içlerinde hasta olanlar, çünkü içlerinde zayıflar, ve çünkü İçlerinde hacet sahipleri vardır. Biriniz nama­zını yalnız kıldığı zaman nasıl isterse öyle kılsın.» buyurdular.

 

187- (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müseimâ ve İbni Beşşar rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b.   Câ'fer rivayet etti. (Dedi Bize Şu'be, Amr b.   Mürra'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Müseyyeb'den dinledim. Dedi ki: Osman b.   Ebîl-As rivayet etti dedi: Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) "m bana son vasİyyett *»*»: «Bir kavme imam olduğun vakit onlara namazı hafif kıldır!» Hz. Osman b. Ebül-As'ın: «Ben kendimde l>ir şey hisse­diyorum.» demesi ihtimal ki cemaata imam olunca kendisine kibir ve u-cup gibi bir şeyin ânz olacağından korktuğu içindir. Resûlüllah (SallalUthU Aleyhi ve Sellem) 'in mübarek eli ve duası bereketi ile Allah Teâlâ bunu kendisinden gidermiştir. Bu sözle namazda vesveseye kapılacağından korktuğunu ifade etmek- istemiş olması da muhtemeldir. Çünkü kendisi müvesvîs imiş. Bunu Müs1im'in bâzı nüshalarında tahrîc ettiği şu ziyâdeden anlıyoruz:

«Osman demiş ki: Ben yâ Resûlüllah, şeytan nefsimle namazım ve kıraatim arasına giriyor da namazımı karıştırıyor; dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :

«O hınzip denilen şeytandır. Onu hissettin m i hemen Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa tükürİ» buyurdular. Ben bunu yaptım, Allah da onu benden defetti.»

Bazılarına göre Osman (Radiyallahû anh) 'in bu sözle utandığını ve zayıf olduğunu anlatmak istemiş olması ihtimali vardır.

 

188- (469) Bize Halef b. Hişâm ile Ebu'r-Rabî' ez-Zehrânî rivayet etti. Dediler ki; Bize Hammâd b. Zeyd, Abdülâziz b. Suheyb'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) namazı kısa keser, fakat tamam kılarmış.

 

189- (...) Bize Yahya b. Yahya ile KuteybetÜ'bnü Saîd rivayet et­tiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Kuteybe ise: Bize Avâ-ne Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tamam olmak şartıyle insanların en hafif namaz kıldıranı imiş; dedi.

 

190- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybetü'-bnü Saîd ve Ali b. Hucr rivayet ettiler. Yahya b. Yahya (Bize haber ver­di) tabirini kullandı. Ötekiler İbni C&'ferl kastederek: Bize İsmail, Şerik b. Abdillâh b. Ebi Nemir'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti, dediler. Enes şöyle demiş: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) den daha hafif ve ondan daha tamam namaz kıldıran hiç bir imam ar­kasında namaz kılmadım.»

 

191- (470) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cafer b. Süleyman, Sabit El-Bünânî'den, o da Enes'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş:

«Hesûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda iken (saflarda) anne­si ile- beraber bulunan çocuğun ağlayışını işidir de hafif bir sûre, yahut kısa sûreyi okurdu.»

 

192- (...)Bize Muhammed b. Minhâl ed-tDarir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Arûbe, Katâde'den, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben (Bazen) namaza uzatmak niyetiyle giriyorum. Fakat bîr çocuğun ağlayışını duyunca annesinin ona karşı gösterdiği fazla şefkat ve üzüntü­den dolayı namazı hafif kıldırıyorum.» buyurdular. 

Bu rivayetler dahî imamın cemaata namazı hafif fakat tamam kıldır­ması lüzumuna delildirler.

Sâbî hadîsini Buhârî «Kitâbü'1-Ezân» m muhtelif yerlerinde Ebû Dâvud, Nesâi ve İbni Mâce «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir. Çocuğun ağlaması sebebiyle Resûlüllah (Süllallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı hafif kıldırması, kıra­ati kısa kesmek suretiyle olmuştur. Buna delîl İbni Ebî Şeybe'nin rivâyet ettiği bir hadisdir. Mezkûr hadîsde: «ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi veSellem) namazın ilk rek'âtında altmış âyet kadar okudu. Bir çocuğun ağladığını işitince ikinci rek'âtta (yalnız) Üç âyet okudular.» denilmek­tedir.

 

Hadisten Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Ulemâdan bazılarına göre çocuğu mescide götürmek caizdir.

2- Kadınların erkeklerle beraber namaz kılmaları caizdir. Yalnız onlar erkeklerin bulunduğu saflarda değil, en arkada dururlar.

3- Hadîs-i şerif, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Jin ashabı kirâmına karşı son derece riayetkar olduğuna, bu hususta büyüğünü kü­çüğünü bir tuttuğuna delildir.

4- Şâfiîlerden  bazılarına  göre  imam  rükûa  vardığı  zaman  na­maza yetişmek için dışardan birinin geldiğini hissederse o kimsenin ce­maatla rükû faziletinden mahrum kalmaması için rükû halinde onu bek­ler. Zira insanın dünyevî bazı hacetlerinden dolayı imamın namazı kısa kesmesi caiz olunca Allah Teâlâ'ya ibâdet için onu uzatması da caiz, hattâ evlâ olur. Fakat Kurtubî ona itiraz ederek: «Hadîsde uzatmanın caiz olacağına delâlet yoktur. Çünkü uzatma namazda bir amel ziyâdesi-dir.O   namazı kısaltmakla bir olamaz.» demiştir.

İbni Battal'in beyânına göre Şâ'bi, Hasan-ıBas-rî ve Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'nın mezhepleri de bu imiş.

Bir takım ulemâya göre imam cemaata bıkkınlık vermemek şartîyle yeni gelenlerin yetişmesini bekleyebilir. İmam Ahmed, îshâk ve   Ebû   Sevr'in   kavilleri budur.

İmam Mâ1ik'e göre imam namazda cemâatin yetişmesini bek­leyemez. Çünkü beklemesi arkasındaki cemaata zarar verir. Evzâi ile İmam Azam'm ve İmam Şâfiî'nin mezhepleri de bu­dur. Hattâ Hanelilerin «Ez-Zahîre» nâm kitabında şöyle denilmiştir: el­mam rükû halinde iken gelenlerin ayak seslerini işitse bekler mi, bekle­mez mi? Bu hususta Ebû Yûsuf şunları söylemiştir: Ben bu meseleyi Ebû Hanîfe ile İbni Ebî Leylâ'ya sordum, beklemeyi ikisi de kerih gördüler. Ebû Hanîfe'ye: İma­ma pek büyük bir hal vâki olacağından, yanî şirkden korkarım "dedi.» Hişâm'm, imam Muhammed 'den rivayetine göre bunu o da kerih görmüştür...»

Şa'bi’ye göre imamın bir veya iki tesbîh miktarı beklemesi caiz­dir. Bâzılarına göre imam rükû teşbihlerini uzatarak okur. Fakat adetle­rini arttıramaz.

Ulemâdan bazıları: «Cemaata yetişmek isteyen kimse zengin ise ima­mın beklemesi caiz değil; fakir ise caizdir.» demişlerdir. Daha başka söz­ler söyleyenler de olmuştur.

 

38- Namaz Rükünlerini Yerli Yerince Yapmak ve Namazı Tamam Kılmak Şartiyle Hafif Tutmak Babı

 

193- (471) Bize Hâmid b. Ömer el-Bekrâvî ile Ebû Kâmil FudayI b. Hüseyin El-Cahderî ikisi birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Hâ­mid dedi ki: Bize Ebû Avâne, Hilâl b. Ebi Humeyd'den, o da Abdurrah-mân b. Ebî Leylâ'dan, o da Berâ b. Azib'den naklen rivayet etti. Berâ şöyle demiş; 'Muhammetl (SailalkıkU Aleyhi ve Sellem) ile birlikte kılınan namazı dikkatle takip ettim: Ve onun kıyamını, arkasından rtikûnnu, ar­kasından rükû'dan doğrulusunu, sonra secdesini, sonra Ud secde dakî oturuşunu, sonra tekrar secdesini, sonra selâm vermekle, k nıesi arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum.»

 

194- (...) Bize UbeyduIIah b. Muâz El-Anberî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şû'be, Hakem'den rivayet etti. Demiş ki: Kûfe'yi İbnû'l-Eş'as zamanında bir adam (Hakem bu ada­mın adını da söylemiştir) idaresi altına alınca UbeyduIIah b. Abdillâh'a halka namaz kıldırmasını emretti. Bunun üzerine o da namaz kıldırma­ğa başladı. Başını rükûdan kaldırdığı vakit ben şu duayı okuyuncaya ka­dar ayakta kalırdı: «Allâhım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu, onlardan sonra dilediğin herşey dolusu hamd sana mahsustur. Mecd-ü se­naya ehil olan Allah'ım! Senin verdiğini menedecek, menettiğini de ve­recek yoktur. Senin katında hiçbir varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.»

Hakem demiş ki: Ben bunu Abdurrahmâzt b. Ebî Leylâ'ya anlattım. O da şöyle dedi: «Ben Berâ tbni Âzib'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Saîîaîhhü Aleyhi ve Seîîem) 'in namazı ve rtikûu, başını rükûdan kaldırışı, sücûdu ve iki secde arası oturuşu takriben birbirine müsâvî idi.»

Şû'be şöyle demiş: «Ben bunu Amr b. Mürre'ye anlattım da o: Ben tbni Ebî Leylâ'yı gördüm onun namazı böyle değildi; dedi.»

 

(...) Bize Muhammedü'bnü Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki; Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem'den naklen rivayet etti ki: Matar b. Naciye Kûfe'yi raptedince Ebû Ubeyde'ye halka namaz kıldırmasını emretmiş... Ve hadisi rivayet etmiştir.

Bu hadîsi Buhârî-Ezan» ve «Namaz» bahislerinde, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesaî de «Namaz» bahsinde tah-rîc etmişlerdir.

Hadîs, namazda kıraat ve teşehhüdün hafif, rükû, sücût ve onlardan doğrulurkerv tume'nîneti, yâni azanın sükûnet bulacağı kadar durmayı u-zunca tutmaya delildir. Hadîsin ikinci rivayetinde -Takriben birbirine müsavi idi,» denilmesi, bazı fiillerin diğerlerinden biraz daha uzun oldu­ğunu gösterir. Bu da kıyam hâline mahsustur. Teşehhüdde dahî müm­kündür.

Nevevî’nin beyânına göre bu hadîs bazı ahvâle hamledilmiştir. Yoksa buraya kadar geçen hadîslerden ResMü\\ah (Satlallahü Aleyhi veSellem) 'in kıyamı uzatırdığı anlaşılmıştır. Hattâ sabah namazında alt-mışdan yüze kadar âyet, öğle namazında sûre-i secdeyi okurdu. O namaza durduğu vakit cemâatdan biri «Bakî'» tarafına kazâyi hacete gider; sonra evine dönerek abdest alır, mescide gider ve ilk rek'âta yetişebilirdi. Re-sûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Seltem) 'in akşam namazında «Tûr» ve «Mür-selât» sûrelerini, Buhar î'nin rivayetinde «Arâf» ve ona benzer sûreler okuduğu beyân edilmiştir. Bunlar gösteriyor M: Restitillah (Sallallahü Aleyhive Seltem) 'in zaman zaman kıraati uzattığı olurmuş. Bi­nâenaleyh babımız hadîsleri bâzı vakitler mânâsına hamledilmiştir.

«Selâm vermekle, kalkıp gitme arasındaki oturuşunu takriben müsâ-vî buldum.» cümlesi Besûlüliah (Stttlaltakü Aleyhi ve SeUem) 'in namazdan selâm verdikten sonra orada bir parça oturduğuna delildir.

Kûfe'yi zapteden zâtın ismi hadîsin birinci rivayetinde tasrîh edilme­miş ise de, ikinci rivayette bunun Matar b. Naciye olduğu bildirilmiştir Ebû   Ubeyde Hz. İbni   Mes'üd oğludur.

 

195- (472) Bize Halef b. Hişâm rivayet etti. (Dedi M): Bişe mâd b. Zeyd, SâbitMen, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enea demiş:

«Ben Resûlüllab    (SallallahüAleyhiveSellem)" bize nasıl namaz kıl dırırken gördüysem size de öylece namaz kıldırmaktan geri kalmam.»

Sabit demiş İd: «Enes öyle bir yapardı ki, —onu sizin yaptığının g3r müyorum—. Başını rükuda nkaldırdığı vakit kendisini gören -unuttu gâliba» diyecek kadar ayakta dikilirdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman dahî gören «unuttu galiba!» diyecek kadar dururdu.»

 

196- (473) Bana Ebû Bekir b. Nâfi' El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş: Ben, tamam olmak şartıyla Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'den daha kısa kıl­dıran bir kimsenin arkasında namaz kılmadım. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı (fiilleri itibariyle) birbirine yalandı. Ebû Bekir'in namazı dahî (fiilleri itibariyle) birbirine yakındı. Ömerü'bnü'I-Hattâb halîfe olunca sabah namazını uzattı. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)

«Sem ia İlâhûIim en hamiden» dediği vakit biz: Vehmetti galiba; di­yecek kadar ayakta durur; sonra secde eder, iki secde arasında dahî bizler: Vehmetti galiba diyecek kadar otururdu.

Bu hadîsi Buhâri «Ezan» bahsinde bir iki yerde tahrîc etmiş­tir. Hz. Enes'in:

«Ben tamam olmak şartiyle Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) den daha kısa namaz kıldıran bir kimsenin arkasında namaz kılmadım.» demesiyle ayni hadîsde:

«Semia İlâhû limen Hamiden!» dediği vakit vehmetti galiba diye­cek kadar ayakta dururdu.» sözü birbirine münâfi değildir. Çünkü rü-kûdan doğrulduktan sonra Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in o-kuduğu duayı tertil ve huşu ile okumak insana unuttu zannını verecek kadar vakit alır. Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı yerine göre uzun ve kısa kıldırdığını az yukarıda görmüştük.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kıyamla oturuş hâlin­den mâda namaz fiilleri takriben biribirine müsavi idi. İbni Battâ1: «Bu sıfat cemaatla kılınan namazın en mükemmel şeklidir. Yal­nız kılan ise rükû ve sücûtta kıyâmdakinden kat kat fazla kalabilir...»

demiştir.

Kurtubi dahî: «Bu hadîs namaz rükünlerinin birbirinden uzun fakat pek uzak olmadığına delildir. Yalnız kıyam müstesna! Çünkü Resû-lüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu uzatırdı.» demiştir.

Rükû'dan doğrulmanın uzun mu, yoksa kısa mı bir rükün olduğu ih­tilaflıdır. Bazı Şâfülere göre kısa bir rükündür. Onu uzatmak namazda vacip olan Muvâlâtı (yâni her fiili diğerinin hemen peşinden yapmayı) ihlâl eder. Ve namazı bozar. Diğerlerine göre fatiha okumak gibi bir rü­kün olarak uzatmadıkça namaz bozulmaz.

2- İki secde arasında bir parça oturmak müstehaptır. îbni Kudâme'nin   beyânına göre îmam Ahmed b.   Hanbel iki secde arasında «Rabbî'ğfirlî» duasının tekrarlanmasını müstehâp gö­rürmüş,                                                                                                       

Hanefîler'e göre iki secde arasında mesnûn olan bir zikir yoktur. Zi­ra iki secde arasında doğrulmak namazın maksût fiillerinden değil, o fiil­lere tebeân yapılır. Dâvûd-u Zahirî ile sair Zfihirlye ule­mâsına göre iki secde arasında zikir farzdır. Kasden terk edilirse namaz bozulur.

3- Selâm verdikten sonra «Allahümme ente's-Selâmü» duasını o-kuyacak kadar oturmak müstehabdır.

 

39- İmama Tabi Olma ve Ondan Sonraki Ameller Babı

 

197- (474) Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ztt-heyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû tshâk rivayet etti. H.

Bize Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan, o da Abdullah b. Yezîd'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle demiş: Bana Berâ' anlattı - ki yalan söylemez bir zâttır -. Kendileri ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında namaz kılarlarmış. (Berâ' dedi ki): ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rükûdan başını kaldırdığı vakit o alnını yere koymadıkça hiç bir kimsenin belini eği it­tiğin i görmedim. Sonra ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arka­sındakiler secde ederek yere kapanırlardı.

 

198- (...) Bana Ebû Bekir b. Hallâd El-Bahİlî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni İbni Sâid) rivayet etti. (Dedi ki): Bize Stifyân rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû İshâk rivayet etti.* (Dedi ki): Bana Ab* dutiah b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki): Bana Berâ'-ki yalancı değildir -rivayet etti. Berâ' şöyle dedi: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Semiaüâhû Iimen ha m id eh» dediği vakit kendileri secdeye varma­dıkça bizden hiç birimiz belini eğiltmezdi. Ondan sonra biz de secdeye kapanırdık.»

 

199- (...) Bize Muhammed b. Abdirrahmân b. Sehm El-Antâkî [76] rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim b. Muhammed Ebû İshâk El-Fezârî, Ebû İshâk Eş-Şeybânî'den, o da Muharip b. Disâr'dan [77] naklen rivayet etti. Muharip şöyle demiş: Abdullah b. Yezidi minber Üzerinde şöyle derken işittim: Bize Berâ' rivayet etti ki. kendileri ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kılarlarmış. O rükû etti mi onlar da rükû ederlermiş. Berâ' demiş İd: Başını rükûdan kaldırarak:

«Semiallâhû limen hamideh» dediği vakit, yüzünü yere koyduğunu-görmedikçe ayakta dururduk, sonra ona tâbi olurduk.

 

200- (...) Bize Züheyr b. Harb ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. De­diler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebâa ve başkaları Hakem'den, o da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Berâ'-dan naklen rivayet etti. Berâ' şöyle demiş: «Biz Peygamber (Sallallahö Aleyhi ve Sellertı) ile birlikte (namaz kıldığımız vakit) onun secde ettiğini görmedikçe hiç birimiz belini eğiltmezdi.

Züheyr dedi ki: Bize Süfyân rivayet etti. Dedi ki: Bize Kûfeliler Eban ve başkaları rivayet etti. Ebân: «Onun secde etliğini görünceye ka­dar» dedi.

 

201- (...) Bize Muhriz b. Avn b. Ebî Avn [78] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Halef b. Hatifete'l-Eşcaî [79] Ebû Ahmed, Ali Amr D. HttreyY-in azatlısı Velîd b. Serî'den, o da Amr b. Hureys'den naklen rivayet el­ti. Amr şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aîeyhi ve Seltemiln arkasnvda sabah namazını kıldım da onun âyeni oku­duğunu işittim. Bizden hiç birimiz o tamamiyle secdeye varmadıkça be­lini eğiltmezdi.

Bu hadîsi Müslim Hz. Berâ' İbni Âzîb 'den muh­telif tarîklerle rivayet ettiği gibi, Buhârî «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesaî dahi «Na­maz» bahsinde muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.

«Yalan söylemez bir zâttır.» Sözünü hangi râvîlerin söylediği ihtilaf­lıdır. Yahya b. Maîn ile Humeydî ve îbn ül-Cevzî'ye göre bu sözü söyleyen Ebû îshâk 'dır. Bununla Ab­dullah b. Yezîd'in yalan söylemediğine işaret etmiştir. İşa­reti Hz. Berâ'e ait zannetmemelidir. Çünkü Berâ' (Radiyaîlahû anh) Sahâbîdir. Sahabeyi kiramın ise tezkiyeye ihtiyaçları yoktur.

Hatîb-i Bağdadî: «Eğer bu söz fshâk'ınsa Abdullah b. Yezîd hakkındadır; Abdullah'ın ise Berâ'e aittir.» demiştir.

Hattâbî dahî: Bu söz râvî hakkında bir töhmet icâb etmez. O ancak doğruluğun hakikatini ifâde eder. Zîrâ bir ravînin iyice bilinmesi­ni ve rivayet ettiği hadîsle amel edilmesini istedikleri vakit râvîlerin âdeti böyle te'kîdler yapmaktı. Meselâ Ebû Hüreyre: Sâdık ve mnsdûk olan Halîlimden işittim;  derdi...»  demektedir.

Kaadî îyâz dahî ayni yoldan giderek: «Râvî bu sözle tâ'diîi kasdetmemiştir. O bununla hadîsi takviye etmek istemiş ve hadîsi hiç bir suretle müttehem olmayan Berâ' îbni Âzib’in rivayet ettiğini söylemiştir.» demiştir.

Nevevî: «Bu sözün mânâsı: Hadîsi bana Berâ' rivayet et­ti. Bilirsiniz ki Berâ' müttehem olmayan bir zâttır. Binâenaleyh si­ze ondan rivayet ettiğim hadîslere îtimâd edin! demektir.» diyor.

Bu söylenenlerden anlaşılıyor ki «Yalancı değildir.» sözü Hz. Berâ' hakkında söylenmiştir. Nitekim hadîsin ikinci rivayetinde Ab­dullah b. Yezîd'in: «Bana Berâ' rivayet etti - ki yalancı de­ğildir. -» demiş olması da bunu gösterir. Bir de hadîsde Berâ' dan sonra zikredilen (Hüve) zamîri kaide îcâbı zikredilen isimlerin en ya­kınma ait olur (ki o da Berâ') dır.

Yahya. b. Maîn'in Hz. Berâ'i yalandan tenzih etmesi Abdullah b. Yezîd dahî sahabeden olduğu halde onun hak­kında bir şey söylememesi Hz. Abdullah'in sahabeden olup ol­madığına ihtilâf edildiğindendir. Yahya b. Maîn onun sahâbi olduğunu kabul etmemiştir. Filhakika bâzıları onun sahâbî olmadığını söylemiş; imam Ahmed, Ebû Hatim ve Ebû Dâvûd bu bâbda tevakkuf ederek bir şey söylememişler. İbni Abdi I-berr, Dâre Kutnî ve diğer hadîs ulemâsı onun sahâbî ol­duğunu isbât etmişlerdir.

Hz. Abdullah'in bu hadîsi rivayet etmesine sebeb Taberân î'nin rivayetine göre, Kûfe'de vali bulunduğu şuralarda cemaata namaz kıldırması ve cemâatin imamdan evvel rükû ve secdeye varmala­rı, başlarını imamdan önce kaldırmalarıdır.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cemâatin bütün namaz fiillerinde imama tâbi olmaları icâbeder. İbnül-Cevzî bu hadîsle istidlal ederek: «İmam bir rüknü tamam­lamadıkça cemâat ona uyamaz.» demişse de bu söz doğru değildir. Çün­kü imam bir rüknü tamamladıktan sonra ona uyan cemaat o rükünde imama tâbi olmuş sayılamaz. Hadîsin mânâsı: Bir rükne imam başladık­tan sonra cemâat ta başlar, ve ikisi de aynı rükûne iştirak ederler; de­mektir.

2- Bâzıları rükû ve secdelerle onlardan doğrulduktan sonra yapı­lacak tâ'dili erkânın uzun tutulmasına, bununla istidlal ederlerse de bu cihete delâlet yoktur.

3 - İmamın fiillerine tâbi olmak için cemâatin namazda imama bak­ması caizdir.

4- îmam secdeye varmadan cemâatin secdeye gitmemesi sünnettir.

5- Şâfiîlere göre bu bâbdaki rivayetlerin mecmuu, cemâatin her rükünde imamdan biraz geri kalmalarının sünnet olduğunu gösterir.

 

40- Namaz Kılanın Rüküdan Başını Kaldırdığı Vakit Ne Okuyacağı Babı

 

202- (476) Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye üe Vekf, A'meş'den, o da Ubeyd b. Hasen'den [80], o da İbni Ebî Evfâ'dan [81] naklen rivayet etti. Demiş  ki:  Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) belini rükûdan doğrulttuğu vakit:

«Allah kendisine ha m deden in hamdini kabul eder. Allah'ım! Ey Rab-bimiz! göklerle yer dolusu ve onlardan maada dilediğin her şey dolusu ha m d ancak sana mahsustur.» derdi.

 

204- (...) Bana Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Mecze'etü'bnü Zâhir'den [82] rivayet etti. Demiş kî; Ben Abdullah b. Ebî Evfâ'yı Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) rükûdan doğruldukta:

«Allah'ım şano göklerle yer ve onlardan mâda dilediğin her şey do­lusu hamd olsun. Allah'ım beni kar, dolu ve soğuk suyla temizlet Yârabbl Beni günah ve hatalardan, beyaz elbisenin kirden paklandığı gibi temiz pak eyle.»  dermiş.

 

(...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.

Dedi İd: Bana da Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti. Bunların ikisi de Şu'be'den bu isnâdla rivayet et­mişlerdir. Muâz'ın rivayetinde:

«Beyaz elbisenin kirden paklandığı;» Yezidin rivayetinde ise: «kirden paklandığı gibi»

 

205- (477) Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b. Muhammed Ed-Dimeşkî haber verdi, (Dedi ki): Bize Saîd b. Abdilâzİz, AtiyyettiTraü Kays'den, o da KazVdan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlttllah (SdtiaÜahÜ Aleyhi ve Sellem)h&şmı rükûdan kaldırdığı vakit:

«Ey Rabbimiz! Göklerle, Yer ve onlardan mâda dilediğin her şey do­lusu hamd ancak sana mahsustur. Ey Mecdü senaya lâyık olan AUâh«n! kulun —ki hepimiz sana kuluz— söyiiyeceği en lâyık söz şudur: Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur. Senin vermediğini verecekde yoktur. Senin katında hiç bir varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.» der­di.

 

206- (478) Bize Ebû Bekir b. Eb! Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüşeym b. Beşîr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Hassan, Kays b. Sa'd'dan, o da Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki Pey­gamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını rükûdan kaldırdığı vakit:

«Allah'ım! Ey Rabbimiz, göklerle yer ve onların arasındaki her sey, onlardan sonra dilediğin her sey dolusu hamd ancak sana mahsustur. Ey Mecdüsenâya lâyık olan Allah'ım! Senin verdiğine mânı' olacak yoktur. Vermediğini verecek de yoktur. Senin katında hiç bîr varlık sahibine varlı­ğı fayda verecek değildir.» dermiş.

 

(...) Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Hassan rivayet etti.

(Dedi ki): Bize Kays b. Sa'd, Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'den bu hadisi:

«Onlardan mâda dilediğin her şey dolusu» cümlesine kadar rivayet etti. Sonrasını zikretmedi.

Hadis-i şerif bütün rivâyetleriyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in rükûdan doğrulduktan sonra okuduğu duaları göstermektedir.

Hattâbî'nin beyânına göre Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:

«Göklerle yer ve ondan sonra vûcûd bulmasını dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana mahsustur.» demesi; hamdin çokluğunu temsil sure­tiyle ifâdedir. Yâni Allah'a yapılan hamdler cisim olsalar göklerle yeri doldururdu, demektir. Bâzıları: «Bu cümleden murâd hamdın sevabıdır.» demişlerdir. Bununla mezkûr kelimenin büyüklüğü de murâd edilmiş olabilir.

«Ve ondan sonra vücûd bulmasını dilediğin herşey dolusu hamd sana mahsustur.» cümlesi bazılarına göre kulun bütün gücünü sarf ettikten sonra yine hakkıyle hamd etmekten âciz kaldığını itiraftır. Zira gökler dolusu hamd bir insanın yapabileceği mikdârın en sonudur. Fakat Allah*-a hamd hakîkatta bununla da sona ermediği için ondan Ötesini Resûlül-lah (Sallallahti Aleyhi ve Sellem) Allah'ın meşîetine hâvâle ve bu sebeple kendisine   Ahmed   isminin verilmesine hak kazanmıştır.

Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   efendimiz: «Allah'ım beni kar, dolu ve soğuk suyla temizle!»  buyurması, kendi­sinin günah ve hatalardan temizlenmesi hususunda mübalağa için yapıl­mış bir istiaredir.

Hadîsde geçen «Zünûb» ve «Hatâya» kelimeleri birbirinin atfı tef­siri de olabilirler. Hatâyâdan kulun Allah'a karşı, zünûbdan da kulun ku­la karşı işlediği suçlar kastedilmiş olmak ihtimâli de vardır.

«Vesah, deren, denes» tâbirleri aynı mânâya gelirler. Bunlardan mu-râd kir ve pastır. Hadîsin bu cümlesi:

«Yâ Rabbî beni kirden ve pastan dolayı dikkatle yıkanan beyaz elbise temizler gibi itinalı ve tam bir taharetle temiz kıl!»   demektir.

Beyaz elbisenin hassaten zikredilmesi, beyaz renkte temizlik daha çok belli olduğu içindir. Peygamber (SJlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in günah­lardan temizlenmesi hususunda kar, dolu ve soğuk su diye üç şey zikret­mesi mağfiretin nevilerini temsil içindir. Bu söz: «Yârabbî, günahları mahveden bütün mağfiret nevileri ile şu saydığım üç temizlik vasıtası kir ve pasları nasıl temizlerse beni Öyle temizle!» mânâsına gelir. Suyu en son zikretmesi mağfiretten sonra rahmetin şümulüne işaret içindir. Çünkü temizlik hususunda en şümullü vâsıta sudur.

Sıcak su kiri ve pası daha iyi temizlediği halde, burada soğuk su­yun zikredilmesi, kelimelerde mücânesete riâyet içindir. Bir de azap ha­raretini söndürmek için en münâsip vâsıta soğuk sudur.

«Ey Mecdüsenâya lâyık olan Allah'ım!» ifadesi meşhur kavle göre bir nida cümlesidir. Bâzıları: «Sen Mecdüsenâya ehilsin» mânâsına müp-tedâ ve haber cümlesi olabileceğini söylemişlerdir.

Sena: Medih ve güzel tavsif demektir. Mecd: Azamet ve son derece büyük şeref mânâsına gelir. Kadı lyâz'ın beyânına göre bâzı rivayetlerde mecd kelimesinin yerine hamd denilmiştir. Mânâ itibariyle bu da doğru olmakla beraber meşhur olan rivayet birincisidir.

«Ki hepimiz sana kuluz.» ifâdesi, ehemmiyetinden dolayı araya sı­kıştırılmış bir itiraz cümlesidir. Bu kaldırılınca mânâ şöyle olur:

«Kulun söyliyeceği en lâyık söz : Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur. Vermediğimde verecek yoktur.»

Bir kul için söylenecek en lâyık sözün bu olması, bütün umurunu Allah'a tefviz etmesi, Allah'ın varlığını ve birliğini itirafı, hayrın, şerrin ondan geldiğini, kuvvet ve kudreti o halk ettiğini, dünyâya ehemmiyet vermeyip sâlih ameller peşinde koşmanın lüzumunu tazammun ettiği i-çindir.

Hadîsin son cümlesinde zikri geçen «Cedd» kelimesi «Cidd» şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu rivayet zayıf olmakla beraber mânâ itibariyle doğrudur. Bâzıları: «Bu takdirde hadîsin mânâsı: Çalışkanın çalışması se­nin indinde kendisine bir fayda temin etmez. Ona ancak senin rahmetin fayda verir; kendisini o kurtarır.» demektir, şeklinde tefsirde bulunmuş, bir takımları «Cidd» in acele etmek mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bü takdirde mânâ: «Senden kaçmak için acele davranan kimsenin kaçışı kendisine bir fayda vermez. Çünkü dâima senin kabzayı kudretindedir.> demek olur.

Kelimenin sahîh ve meşhur olan kıraati «Cedd» dir. Cedd: Baht, zen­ginlik, azamet ve sultan mânâlarına gelir. Buna göre hadîsin mânâsı: «Dünyâda mal, evlât, azamet ve saltanatla bahtiyar olan bir kimseyi bu bahtiyarlığı senin azabından kurtaramaz. Onu kurtaracak olan ancak sa-lih amelleridir.» demek olur.

 

Hadisi Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Rükû'dan doğrulduktan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'in yaptığı şekilde zikirde bulunmak müstehabdır.

2- Tâ'dili erkân vâcibdir. Mamafih, bu mesele ulemâ arasında ih­tilaflıdır.

3- Tesmi' ile tahmîd (yâni Semiallâhü limen Hamideh ile Rabbena lekel Hamd demek) her namaz kılana müstehabtır. Hanefîlere göre tes-mîi yalnız imamın, tahmîdi de yalnız cemâatin yapacağını yukarıda gör­müştük.

4- Kulun yapacağı en faziletli dualardan biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in' tâlim buyurduğu:

«Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur, ilâh. .»duâsıdır.

 

41- Rükü' ve Sücud'da Kur'an Okumaktan Nehi Babı

 

207- (479) Bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Zü-heyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bana Süleyman b. Sühaym [83], İbrahim b. Abdillâh h Ma'bed'den [84], o da babasından, o da İbni Abbas'dan naklen haber ver­di. İbni Abbâs şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) perde­yi açtı [85]. Halk Ebû Bekir'in arkasında saff olmuşlardı. (Bunu görünce):

«Ey nâs! Şu muhakkak ki müslümanın göreceği yahut ona gösterilecek salih rüyadan başka peygamberliğin müjdecilerinden hiç bir şey kalmamış­tır. Dikkat edin kil Ben rükû veya secde halinde Kur'an okumaktan nehy olundum. Rükû da Allah Teâlâ'yı ta'zim edinl secdede ise duâ etmeye ça­lışın! Zİra secde halinde duanızın müstecâb olması pek me'mûldür.» bu­yurdular.

 

208- (...) Ebû Bekir dedi ki: Bize Süfyân, Süleyman'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bize Yahya b. Eyyûb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İs­mail b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bana Süleyman b. Sühaym, İbra­him b. Abdillâh b. Ma'bed b. Abbâs'dan, o da babasından, o da Abdul­lah b. Abbâs'dan naklen haber verdi. Şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) perdeyi açtı. Vefatına müncer olan bu hastalığında başı sarılı idi. Ve üç defa:

«Allah'ım, tebliğ etti m m i?» dedi (sonra şunları ilâve etti):

«Hiç şüphe yok ki sâlih bir kulun göreceği yahut kendisine gösterilece­ği rüyadan başka Peygamberliğin müjdecilerinden hiç bir şey kalmamış­tır.»

Bundan sonra râvî Süfyân hadîsi gibi rivayette bulunmuş.

 

210- (...) Bize Ebû Küreyb Muhammed b. El-Alâ' rivayet etti. (De­di ki): Ebû Üsâme, Velİd (yâni tbni Kesir) den rivayet etti. (Demiş ki): Bana İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn, babasından rivayet etti, o da Alî b. Ebî Tâlib'i şöyle derken işitmiş: «Resûlüllah (Salialtahü Aleyhi ve Sellem) beni rükû veya secde halinde Kur'an dkumaktan nehyettİ.»

 

211- (...) Bana Ebû Bekir b. îshâk da rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Meryem haber verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer ha­ber verdi. (Dedi ki): Bana Zeyd b. Eşlem, İbrahim b. Abdillâh b. Hu-neyn'den, o da babasından, o da Alî b. Ebî Tâlib'den naklen haber ver­di ki, şöyle demiş: «Resûlüllah (Salktîlahü Aleyhi ve Sellem) rükû ve 8Ü-cûdda Kur'an okumaktan beni nehyetti. Sizi nebyetti demiyorum.»

 

212- (...) Bize Züheyr b. Harb ile tshâk rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Âmir El-Akadî haber verdi. (Dedi ki): Bize Dâvûd b. Kays [86] rivayet etti. (Dedi ki): Bana İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn, babasından, o da tbni Abbâs'dan, o da Ali'den naklen rivayet etti. Ali: «Habfbim (SallallahU Aleyhi ve Sellem) beni rükû veya secde halinde Kur'­an okumaktan nehyetti.» demiş.

 

213- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Nafi'den dinlediğim şu hadîsi okudum. H.

Bana İsa b. Hammâd EI-Mısrî [87] de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habîb'den naklen haber verdi. H.

Dedi ki: Bana da Harun b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki): Bize İb-ni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Dahhâk b. Osman rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize de EI-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni El-Kattân), İbni Aclân'dan naklen rivayet etti. H.

Bana Harun b. Saîd El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Jbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki): Bana Üsâmetü'bnü Zeyd rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hücr de rivayet ettiler. (Bunlar) İbni Câ'fer'i kastederek: Bize İsmail rivayet etti, dedi­ler, (tsmâil demiş ki): Bana Muhammed -ki îbni Amr'dır- haber ver­di. H.

Dedi ki: Bana da Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abde, Muhammed b. İshâk'dan rivayet etti.

Bu râvîlerin hepsi İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn'den, o da baba­sından, o da Alî'den, o da Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir. Ancak Dahhâk ile İbni Aclân, Alî'den İbni Abbâs'ın da rivayet ettiğini ziyâde eylemişler ve hepsi: «Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selle m) rükûda bulunduğu halde Kur'ân okumaktan beni nehyetti.» demişler. Fakat rivayetlerinde Zührî, Zeyd b. Eşlem, Velîd b. Kesîr ve Dâvûd b. Kays'ın dedikleri gibi: «Secde hâlinde kıraatten nehyettiğini söylememişlerdir.»

 

(...) Bize bu hadîsi Kuteybe dahî Hatim b. İsmail'den [88], o da Câ'-fer b. Muhammed'den  [89], o da Muhammed b. El-Münkedir'den, o da Abdullah b. Huneyn'den, o da Alî'den naklen rivayet etti. Ama secde hâlinde Kur'ân meselesini zikretmedi.

 

214- (481) Bana Amr b. Ali de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu­hammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Bekir b. Hafs'-dan, o da Abdullah b. Huneyn'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: İbni Abbâs: «Rükû halinde bulunduğum zaman Kur'ân okumak­tan nehyolundum.» demiş.

Râvî isnâtda Alî'yi zikretmemişdir.

Bu rivayetlerin mecmuu rükû ve secdelerde Kur'ân okumanın mem­nu olduğunu bildirmektedirler. Ulemâya göre bundaki hikmet şudur: Rü­kû ve sücûd halleri kulun tevâzûunu ifade eder. Onun için bu haller zik­re tahsîs edilmişlerdir. Binâenaleyh aynı halde Kelâmullah ile mahlûkun sözleri müsavi tutularak beraberce zikredilmeleri mekruh görülmüştür. ResûlüUah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Nübüvvetin müjdecilerinden muslumanın göreceği sâlih ru'yâdan başka bir şey kalmamıştır.» buyurarak kendilerinin vefatıyla nübüvvet alâmetlerinin sona ereceğine işaret etmiştir. Sâlih rü*yâdan muradı mut­laka gerçek rü'yâ değil, mülayim ve muvafık olan rü'yâdır. Çünkü sâdık rü'yâ bazen elem verici olabilir. Halbuki müjde arzu edilen bir şey vü­cut bulduğu zaman yapılır. Böyle bir rü'yânın müslümana taksîs edilmesi müslümanın sadık rü'yâ görmesi hususundaki hâli Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in haline uyduğu içindir.

ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Efendimizin:

«Ben secde veya rükû hallerinde   Kur'ân   okumaktan   nehyolundum»

buyurması, zahirde hitabın kendisine mahsus olduğunu gösteriyorsa da, hakîkatta bu hitâb bütün ümmete şâmildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem) ancak kendisine tâbi olunmak için gönderilmiştir. Nehyin ona mahsus olmadığına, rükû hâlinde Allah'ı tazîm, secdede ise duâ etmelerini ashabına emretmesi de göstermektedir. Bu hallerdeki ta'zîra ve duaların ne şekilde yapılacağı ve ulemânın bu bâbdaki sözleri inşaallah bundan sonraki bâbda görülecektir.

Hz. Ali (Radiyalîahû anh)m: Besû1üI1ah (SallallahüAleyhi ve Seilem) rükû ve sücûd hâlinde Kur'ân okuraakdan beni nehyetti. Sizi nehyetti demiyorum.» şeklindeki ifâdesi nehyin ona mahsus olduğunu an­latmak için değil, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'den işittiği gibi naklettiğini göstermek içindir. Binâenaleyh hüküm bütün ümmete şâ­mildir.

Hadîsin bir rivayetinde senedden İbni Abbâs Hazretleri iskât edilmiştir. Bu rivayet daha mahfuzdur. Bâzı rivayetlerde İbni Abbâs hazretlerinin zikredilmesi, bazılarında edilmemesi hadîsin sıhhatına tesîr etmez. Çünkü râvînin hadîsi bir defa îbni Abbâs vasıtasıyla Hz. Alî 'den, başka bir defa da bizzat Ali (Radiyalîahû anh) "dan işitmiş olması mümkündür.

Hadîs-i Şerif, rükû ve sücûd hallerinde Kur'ân okumanın memnu ol­duğuna delildir. Rükûda yapılacak vazîfe teşbih, sücûdda ise teşbih ve duadır.

Hanefîlere göre namazın bir rüknünde namaz fiiHeri cinsinden bir şey ziyâde etmek secde-i sehiv îcâbeder.

Şâfiîlere göre rükû ve sücûdda fatihadan başka bir sûre veya âyet okumak mekrûhdur. Fakat namaz bozulmaz. Fatiha okumaya gelince, bu hususta Şâfîîlerden iki kavil rivayet olunur. Birinci kavle göre fatiha ile başka sûre arasında fark yoktur. Binâenaleyh fatiha okumak da mekruh-dur. Yalnız namazı bozmaz. îkinci kavle göre fatihayı kasden okumak haramdır, namazı bozar. Sehven okumak mekruh değildir. Fakat, gerek kasden, gerekse sehven okunduğu takdirde imam Şâfiîye göre secde-i sehiv lâzım gelir.

 

42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı

 

215- (482) Bize Hârûn b. Mâ'rııf İ]e Amr b. Sevvâd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb, Amr b. Harîs'den, o da Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Ebû Bekir'in azatlısı Sümey'den naklen rivayet etti. Sümey, Ebû Salih Zekvân'ı, Ebû Hüreyre'den rivayet ederken din­lemiş. Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kulun rabbine eh yakın olduğu hâl secdede bulunduğu hâldir. Bi­naenaleyh sız (secdede) duayı çok edin!» buyurmuşlar.

 

216- (483) Bana Ebü't-Tâhir ile Yûnus b. Abdü Âlâ rivayet etti­ler. Dediler ki; Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi kî): Bana Yahya b. Eyyûb, Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Ebû Bekir'in azatlısı Sümey'den, o da Ebû Sâtih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi ki, Resû­lüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sücûdunda:

«Allah'ım günahımın hepsini, küçüğünü büyüğünü, evvelini âhirini, aşikârını ve gizlisini bana bağışla»  dermiş.

 

217- (484) Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti-ler. Züheyr dedi ki: Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebu'd-Duha'dan [90], o da MesrûVdan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Be-sûlüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Seltetn) rükû ve sücûdunda:

«Allah'ım, seni tesbîh ederim. Ey Rabbimiz! Seni hamdİnle tahmîd ey­leriz. Allah'ım beni mağfiret eyle!» Teşbihini çok söylerdi. Bununla Kur'ân'a imtisal buyururdu.

 

218- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resû-lüllah   (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem)   vefatından önce:

«Seni ha md inle teşbih eylerim. Mağfiretini diler, sana tevbe ederim.» duasını çok okurdu.

Ben: «Yâ Resulüllah! Yeni ihdas edip söylemekte olduğunu gördü­ğüm bu kelimeler nedir?» dedim.

«Ümmetim hakkında bana bir alâmet verildi. Onu gördü m mü ben bu kelimeleri söylerim. (O alâmet) sonuna kadar nasr süresidir.» buyurdular.

 

219- (...) Bana Muhammed b. Râfi* rivayet etti.  (Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muladdâl [91], A'meş'den, o da Müslim b. Subeyh'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen riva­yet etti. Âişe şöyle demiş: Kendisine nasr sûresi indikten sonra Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir namaz kılıp ta duâ etmediğini, ya­hut o namazda:

«Seni hamdine bürünerek teşbih eylerim yâ Rabbî! Beni affeyle Al­lah'ım!»   demediğini görmedim.

 

220- (...) Bana Muhammed h. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdül Âlâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd, AnûVden, o da Mesrûk'dan, o da Aîşe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Allah'ı, hamdine bürünerek teşbih eylerim; Allah'tan mağfiret diler, O'na tevbe ederimi» sözlerini çok söylüyordu.

Ben: Yâ Resûlüllahî Görüyorum ki: «Allâhı hamdine bürünerek teşbih eylerim; Allah'dan mağfiret diler, O'na tevbe ederim.» sözlerini çok söy­lüyorsun... dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Rabbim bana ümmetim hakkında bir alâmet göreceğimi haber ver­di. Ben onu gördüntmü: Allah'a hamdine bürünerek tesbîh eylerim; Allah'­dan mağfiret diler, ona tevbe ederim; sözlerini çok söyleyeceğim. İşte o alâmeti gördüm: (Alâmet şudur) Allah'ın yardımı ile fetih yâni Mekke'nin fethi geldiğinde, sende insanların takım takım Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde hemen habîbinin hamdine bürünerek teşbih et; ve ondan mağfiret dile! Çünkü Allah tevbeleri çok kabul edicidir.» buyurdular.»

 

221- (485) Bana Hasen b. Alî El-Hulvânî İle Muhammed b. Bâfî' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Cüreyc haber verdi. Dedi ki: Atâ'ya: «Sen rükûda ne okursun?» diye sordum, dedi ki: «Seni hamdine bürünerek teşbih eylerim; senden başka ilâh yoktur; sözlerini bana İbni Ebî Müleyke, Âişe'den naklen haber ver­di. Aişe demiş ki: Bir gece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)i kay­bettim. Kadınlarından birinin yanına gittiğini zannederek onu araştır­dım, sonra döndüm. Bir de baktım ki, o rükû'a yahut secdeye varmış:

«Seni hamdine bürünerek teşbih eylerim, senden başka hiç bir ilâh yoktur.» diyor. Bunun üzerine: «Annem babam sana feda olsun: Ben ne hâl peşindeyim, sen ne hâldesin!» dedim.

 

222- (486) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ubeydullah b. Ömer, Mu-hammed b. Yahya b. Habbân'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Bir gece Besû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i yataktan kaybettim de kendisini a-raştırdını. Derken elim, secdegâhında iken onun ayaklarının altına doku­nu verdi. Ayakları dikilmiş; kendisi:

— «Allah'ım senin gadabından senin rızana; Azabındanda affına sı­ğınırım! Hem senden sana sığınırım!» Sana karsı senayı bttiremem! Sen kendini nasıl sena ettinse öylecesin!» diyor.

 

223- (487) Bize Ebû Bekir b. Eb! Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) :Bize Muhammed b. Bİşr El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebt Arûbe Katâde'den, o da Mutarrif b. Abdillâh b. Şıhhîr'dan, naklen rivayet etti.    Mutarrife de Aişe haber vermiş ki,    Resûlüllah (Sallaüahsal ve Sellem) rükû' ve sücûdunda:

«Münezzehsin! Mukaddestin! Meleklerle ruhun Rabbisinl (Allah'tı dermiş.

 

224- (...) Bize Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi k Bize Ebû Dâvûd [92] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bana Katâde haber verdi. Dedi ki: Mutarrif b. Abdillâfa b. Şı hîr'den dinledim.

Ebû Dâvûd: «Bana da Hişâm, Katâdeden, o da Mutarrif den, o < Aişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu h dlsi rivayet etti.» demiş.

Bu rivayetler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in rükû m sücûdda okuduğu teşbih ve duaları göstermektedirler.

Hz. Aişe hadîsini Buhâri «Kitâbii'I-Ezân-, -Kitâbül-Meglzî-, «Kitâbü's-Salât» ve -Kitâbü't-Tefsîr- de, Ebû Dâvûd, Ne saî ve İbni Mâce dahi «Kitâbü's-Salât» da tahrîc etmişlerdiı Bu bâbda daha başka rivayetler de vardır.

Kulun Allah Teâlâ'ya yakınlığından murad, onun rahmetine yaku olmasıdır. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in duaya teşvik buyur­ması da bundandır. Fahri Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimi­zin hiç bir günâhı olmadığı halde bütün günahlarının azını çoğunu, ev­velini âhirini, aşikârını ve sırrım tasrih buyurmak suretiyle affını iste­mesi onun kemâli ubudiyetinden ve dâima Allah Teâlâ'ya muhtaç oldu­ğunu îtiraf kabüindendendir. Nitekim:

«Sana karşı senayı brtiremem, sen kendini nasıl sena ettin«e Öytecesin» buyurması da onun tarafından bir i'tirafı aczdir. Yâni: «Yârabbi ben sana ne kadar sena etsem lâyık olduğun senayı yapmaya kud­retim yetmez,» diyerek senanın adet ve mikdârını tâyine gücü yetmiye-ceğini itiraf ile tafsilâtını ilmi her şeyi muhit olan AUâhu zülcelâTe ha­vale etmiştir. Zira Teâlâ hazretlerinin sıfatlarına nihayet olmadığı gibi, ona yapılacak senanın da sonu yoktur. Çünkü sena Allah'ın sıfatlarına tâbidir. Kul hamdü sena hususunda ne kadar takat sarfederek mübalâğa gösterse de Allah'ın azamet ve şanı,, sıfatları, fadlü ihsanı onun senasın­dan yine daha vâsi1 ve çoktur. İmam Mâ1ik'e göre; bunun manâsı: Yâ Rabb ben ne kadar çalışsam yine senin nimetlerini ve ihsanlarını sa­yıp bitiremem; demektir.

Teşbihin mânâsı: Allah Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan tenzih de­mek olduğunu yukarıda görmüştük.

«Seni hamdine bürünerek fesbîh eylerim» cümlesinin mânâsı: Yârab seni kendi gücüm ve kudretimle değil, ancak bana ihsan buyurduğun hidâyet ve fazlınla tenzih ederim; demektir.

Selef-i Sâlihînden bâzıları: «Senden mağfiret diler, sana tevbe ede­rim» gibi sözlerin caiz olmadığını, çünkü bunları söyliyen kulun icapla­rını yapamıyarak yalancı çıkmak ihtimâli karşısında bulunduğunu, binâ­enaleyh kulun: «Yârabbi beni affet; tevbemi kabul buyur!» demesi îcâ-bettiğini söylemişlerse de hadîsin bütün rivayetleri bunların aleyhine de-lîl olup «Senden mağfiret diler; sana tevbe ederim» demenin caiz hattâ müstehab olduğunu göstermektedir.

«Senden sana sığınırım» cümlesinin mânâsı hakkında Hattâbî şunları söylemiştir: «Bu sözde lâtif bir mânâ vardır, şöyle ki: Resû-lüllah (Sctlktllahü Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ'mn gadabından yine onun rızâsına, azabından afvü keremine sığınmıştır. Rızâ ile gazap ve keza azapla af birbirine tekabül eden zıt kelimelerdir. Mesele zıddı olmıyan Allah Teâlâ'ya varınca aynı mukabeleyi şeklen devam ettirerek Ailah'-dan Allah'a sığınmıştır. Bunun mânâsı ona karşı yaptığı ibâdet ve sena­larda vâkî olan kusurlarından dolayı Allah'dan af dilemektir.

Subbûh ve Kudchis kelimeleri Sebbûh ve kaddûs şeklinde de okuna-bilirse de birinci şekilde okunuşları daha fasîh ve bu şekilde rivayetleri da­ha çoktur. Ulemâdan bâzılarına göre bunlar Allah'ın birer sıfatıdır. Bir takımları Allah'ın ismi olduklarını söylemişlerdir. Sübbûhun mânâsı: her türlü noksanlıklardan ve Allah Teâlâ'ya lâyık olmayan şeylerle şerik ve nazîrden münezzeh demektir. Kuddûs dahî: Allah'a lâyık olmayan her şeyden temizlenmiş mânasına gelir. Bâzılarına göre Kuddûs mübarek de­mektir.

Ruhtan murâd: bâzılarına göre büyük bir melektir. Bir takımları bundan muradın Cibril (Aleyhisselâm) olmasını muhtemel görmüşlerdir. «Ruh: Meleklerin de göremedikleri bir takım mahlûkattır.» diyenler de olmuştur.

Âişe (RadiyaÜahû anha) «Annem babam sana feda olsun! Ben ne hal peşindeyim, sen ne hâldesin.» demekle «Ben kıskançlık peşindeyim; sen ise dünya umurunu arkaya atmış; Allah Teâlâ'ya yönelmiş bir hâlde­sin.» demek istemiştir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmeti hakkında görece­ği alâmetten muradı, Sultânül müfessirîn İbni Abbâs hazret­lerine göre ecelinin yaklaşmasıdır. Hattâ Hz. Ömer (Radiyallahû anh) «Nasr» sûresinin son âyetlerini tefsir etmesini istediği zaman, bunların Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in eceli yaklaştığına işaret ettik-lerini söylemişti.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Secde duâ mahallidir. Orada duâ etmelidir.

2- «Secde kıyam ve şâir namaz rükünlerinden efdaldir» diyenler bu hadîslerle istidlal ederler. Secdenin efdâl olup olmaması meselesinde ulemâ üç mezhebe ayrılmışlardır:

a) Secdeyi uzatmak çok rükû ve secde yapmak efdaldir. Bu kavli Tirmizî ile Begavî bir çok ulemâdan rivayet etmişlerdir. Ashabı kiramdan îbni Ömer   hazretlerinin mezhepleri de budur.

b) Hanefilerle imam Şâfiî'ye ve ulemâdan bir cemaata göre namazda kıyamı uzatmak efdaldir. Çünkü, kıyam halinde Kur'ân okunur. Secdede ise tesbîh yapılır. Kur'ân okumak tesbjhden efdaldir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nakledilen rivayette onun kıyamı secde­den daha uzun tuttuğunu gösterir.

c) Bâzıları kıyamla secdenin müsâvî tutulacağına kail olmuşlardır. İmam Ahmed b. Hanbel bu meselede tevakkuf ederek bir şey söylememiştir. İshâk b. Râhuye'ye göre gündüz na­mazlarında rükû ve sücûdu çok yapmak, gece namazlarında ise kıyamı uzatmak efdaldir. Tirmizî'ye göre îshâk'in buna kail ol­ması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in geceleyin kıldığı namaz­lar uzunlukla tavsif edildiği içindir. Gündüz namazlarını bu derece u-zattığı tavsif olunmamıştır.             

3- Duâ te'kidli ve müteradif de olsa çok lâfızlarla yapılmalıdır.

4- Hz. Âişe'nin secde halinde eliyle Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ayaklarına dokunması   kadına dokunmanın abdesti bozmadığına delildir. İmam Âzam   ile diğer bir çok ulemânın mezhepleri budur.

İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ha-zerâtı ile diğer bir çok ulemâya göre kadına dokunmak abdesti bozar.

5- Secdede ayaklan dikmek sünnettir.

6- Ehl-i sünnete göre Allah Teâlâ'ya hayır ve şerri izafe etmek caizdir.

7- Rükû ve secdelerde zikir sünnettir. Ancak ulemâ bunun keyfi­yetinde ihtilâf etmişlerdir. İmam   Şafiî   ile İmam Ahmed b. Hanbel, tshâk, ve Dâvû-u Zahirî'ye göre namaz kılan kimse rükû ve secdelerde babımız hadîslerinde zikredilen dualar­dan dilediğini okuyabilir. Kılınan namazın farz veya nafile olması ara­sında fark yoktur. Hanbelîlerden İbni Kudâme «El-Mugnî» nâm eserinde şunları söylemektedir. «Namaz kılan kimse rükûunda üç defa sübhâne rabbiyel-azîm; sücûdunda ise üç defa sübhâne Rabbiye'1-alâ der. Evvelâ me'sûr bir duâ okur veya zikreder; sonra buradaki duaları okursa iyi olur...»

İbrahim Nehaî, Hasan-ı Basrî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed ve bir rivayette İmam Ahmed Hazerâtma göre rükûda sünnet üç defa sübhâne Rabbiyelâ-zîm, sücûdda dahî üç defa sübhâne Rabbiyel-a'lâ demektir. Sünnetin en aşağı mertebesi budur. Tahâvî'nin beyânına göre rükû ve sec­delerde üçer defadan aşağı kalmamak, fakat dilediği kadar yukarıya da çıkmamak gerekir. Ancak Tahâvî'nin sözü farz namazlar hakkın­dadır. Nafilelerde üçden dilediği kadar yukarıya çıkmak caizdir.

Mârûdi'ye göre Kemâlin en aşağı derecesi üç, yukarı derecesi onbir veya dokuz, orta derecesi beş defa tesbîhde bulunmaktır. «Hidâye» şerhlerinden bâzısında: «Namaz kılanın rükû ve sücûd teşbihlerinde üç­den ona kadar çıkması îmam-ı Âzam'a göre efdaldir. İmâmeyne göre ise yediye kadar çıkması efdaldir.» denilmektedir.

Hanbelîlerden bâzıları: «Kemâlin en aşağı derecesi rükû ve sücûd teşbihlerini kıyam derecesinde uzun tutmaktır.» demişlerdir.

Rükû ve secdelerdeki teşbihlerin kemâl derecesi imam Şâfiî'ye göre dahî on adet olmakdır. Bu kavil Hz. Ömer (Radtyallahû anh) dan da rivayet olunmuştur.

Rükû ve secdelerde yapılacak zikirlerin hükmü dahî ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî hazerâtına göre bunlar sünnettir. Terkinden dolayı birşey lâzım gelmez, yalnız kasden terketmek mekruh olur. İmam Ahmed b. Hanbel ile İshâk'a göre rükû ve secdelerde zikir vaciptir. Binaenaleyh kasden terkedilirse hamaz bozulur. Unutarak terkedilirse namaz bozulmaz. Yalnız imam Ahmed'e göre secde-i sehiv lâzım gelir. İmam Ahmed'in diğer bir kavline göre rükû ve secdelerdeki zikirler sünnettir. Zahirîlerden İbni Hazm bunların farz olduğuna kaildir.

 

43- Secdenin Faziletleri Secdeye Teşvik Babı

 

225- (488) Bana Züheyr b, Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-lîd b. Müslim rivayet etti. Dedi ki: Evzâî'yi şöyle derken işittim: Bana Velîd b. Hişâm El-Muâytî [93] rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ma'dân b. Ebî Talhate'l-Ya'merî [94] rivayet etti. Dedi ki: ResûlüUah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) azatlısı Sevbân'a tesadüf ettim de: Bana bir amel haber ver ki, onu yaparsam Allah beni onun sebebiyle cennete koysun; dedim. Yahut şöyle demiş: Allah indinde en makbul ameli haber ver! defim. Sev-bân sükût etti. Sonra kendisinden (Ayni şeyi) tekrar istedim, yine sü­kût etti. Sonra üçüncü defa istedim. Bunun üzerine şunları söyledi: Ben bu meseleyi Besûlüllah    (Şallallahü Aleyhi ve Sellem)e sordum da:

«Allâha çok çok secde etmeye bak: Çünkü; eğer sen Allah için bir sec­de yaparsan onun sayesinde Allah senin bir dereceni yükseltir; ve onun so> yesinde bir günâhını indirir.» buyurdular.

Ma'dân: «Sonra Ebû'd-Derda'ya rastladım. Ona da sordum. Bina Sev-bân'ın dediği gibi söyledi.» demiş.

 

226- (489) Bize Hakem b. Mûsâ Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hikil b. Ziyâd [95] rivayet etti. Dedi ki; Evzâfden dinledim, dedi ki; Bana Yahya b. Ebî Kesir rivayet etti. (dedi ki): Bana Ebû Seleme riva­yet etti. (Dedi ki): Bana Rabîatü'bnü Kâ'b El-Eslemî [96] rivayet etti. De­di ki: Resûliillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte gecelemektey­dim. Kendisine abdest suyunu ve ihtiyacı olan şeyleri getirdim. Bunun üzerine bana:

«Dile!» dedi. Ben:

  Cennette senin refikin olmayı dilerim... dedim. «Yahut bundan başka bir şeyi...»  buyurdular. Ben:

— Dileğim budur! dedim. Resûliillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«O halde çok secde etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol» buyurdular.

Jiz. Sevbân'in birinci ve ikinci defada susmayı tercih ederek birşey söylememesi yâ vereceği cevap hakkında düşündüğü, yahut söy­leneni iyi anlaması için muhatabının merakını celbetmek istediği için­dir. Hadîsin zahirinden anlaşılan mânâya göre çok secdeden murâd: sec­deyi uzatmak değil, sayısını çoğaltmakdır.

Hz. Rabîa'nın cennette Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile refîk olmayı istemesi ona çok görülemez. Çünkü onun bu isteği Resû­lüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile her cihetten müsavi olmayı iktizâ etmez. Yalnız elde edilmesi pek müşkil olan bir mümkini istemiştir. O-nun bu dileğine karşı Fahr-i Kâinat (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) efendi­mizin:

«Yahut bundan başka bir şey!..» buyurması, ulemâdan bâzılarına göre derecede müsâvî olmayı istediğini anladığı içindir. Yânı: Bu imkân­sızdır. Sen başka bir şey dile! demek istemiştir. Fakat bâzıları Resûlüllah

(Saiîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu sözü bu mânâya almadığını, çünkü Pey­gamberlerle ümmetlerinin biribirlerine müsâvî olmaları imkânsız bulun­duğunu söylemişler ve: -Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) onun pek güç elde edilebilecek bir şeyi istediğim anlayarak:

«Yahut daha başka birşey iste: yânı elde edilmesi pek göç olmayan bir şey dile! buyurmuştur.» demişlerdir.

Ancak bu mânâlar hadîsdeki «ev» harfinin sakin okunduğuna göre­dir. Bu kelimenin «eve» şeklinde okunması da caizdir. Bu takdirde «hem­ze» suâl, «vav» da atıf edatı olmuş olur. Ve cümle: «Sen kolayı bırakıp da elde edilmesi müşkil olan bir şeyi mi istiyorsun?» mânâsına gelir.

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Rabîa'nın dileğinde ısrar ettiğini görünce:

«O halde çok secde etmek   suretiyle nefsin için bana   yardımcı ol!»

buyurmuşlardır, ki; dilek pek büyük olduğu için bu hususta sadece iste­menin kâfî gelmediğine işarettir.

Bu Hadîs-i, şerîf çok secde etmeğe teşvik etmektedir. Buradaki sec­deden murâd namaz secdesidir. «Çok secde etmek kıyamı uzun tutmak-dan efdâldir» diyenler bununla istidlal ederler.

Çok secdeye teşvik buyurulmasmın sebebi bundan evvelki bâbda gö­rüldüğü vecihle secde," kulun Allah'ına en yakın bulunduğu hâl olmasın­dandır. Bir de secde Allah Teâlâ'ya karşı son derece kulluk ve tevâzû* arzeden bir haldir. Bu hâlde insanın en şerefli âzası olan yüzü toprağa sürülür ve bu suretle Allah'a tevazu' ve ubudiyet kemâliyle arz olunur.

 

Hadis-i Şeriften Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bir hizmet mukabilinde bir kimseye: «Dile benden ne dilersen» demek büyüklerin şanındandır.

2- Allah Teâlâ, Peygamberimiz (Sallaliahü Aleyhi ve SeUem) 'in hak hazînelerinden dilediği her şeyi vermesini ona mubah kılmıştır. Bu onun hasâisindendir. Hattâ bazı ulemânın beyânına göre Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve:Sellem) cennetten dilediği yeri dilediğine verebilir.

3- Hadîs-i şerîf Rabîa'mn dilediği mertebeye ancak çok namaz kıl­ması ve Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in duası ile nail oluna­cağına işaret etmektedir.

 

44- Secde Uzuvları ve Namazda Saçı, Elbiseyi Toplamaktan, Başa Hotoz Yapmaktan Nahi Babı

 

227- (490) Bize Yahya b. Yahya ile Ebü'r-Rabî'ez-Zehrânî rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) ta'birini kullandı. Ebü'r-Rabî': Bize Hammâd b. Zeyd, Amr b. Dinar'dan, o da Tâvûs'dan, o da îbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti: Dedi İd; Îbni Abbâs şöyle demiş:

Peygamber (SalUûlahü Aleyhi ve Seüem) 'e yedi şey üzerine secde et­mek emrolundu. Saçlarını ve elbisesini toplamakdan da nebyedildL Bu hadîs Yahya'nındır.

Ebû'r Babı': «Yedi kemik üzerine yâni avuçların, dizlerin» ayakların ve alının üzerine secde etmesi emrolundu. Saçlarını ve elbisesini topla­makdan nehyedildi.» dedi.

 

228- (...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed -ki İbni Câ'fer'dir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Dinar'dan» o da Tâvûs'dan, o da îbni Abbas'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar:

«Bana yedi kemik üzerine secde etmem, elbise ve saçımı toplamamam emrolundu.»

 

229- (...) Bize AmrÜ'n-Nâkıd rivfiyet etti. (Dedi M): Bİie Sttfyfin b. Uyeyne, İbni Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Salkülahü Aieyhi ve Sellem) yedi şey filerine secde etmeye me'mûr olmuş. Saçlarıyla elbisesini toplamakdan da nehy buyurtunraş.

 

230- (...) Bize Muhammed b. Hâtîm rivayet etti. (Dedi ki): Bİse Behz rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Tâvûs, Tâvûs'dan, o da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, EesûlüUah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben yedi kemik üzerine : (Eliyle burnuna işaret ederek) yüz, eller, ayak­lar ve ayakların uçları üzerine secde etmeye: elbiseyi ve saçları toplama­maya me'mûr oldum.» buyurmuşlar.

 

231- (...) Bize Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki):Bana tbni Cttreyc, Abdullah b, o da babasından, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet etti Idt sûlüllah (SaHaüahü Aleyhi ve Sellem) :       

«Ben, yedi kemik (yâni) alın, burun, eller, dizler ve ayaklana unrf«ritff secde etmeye : saç ve elbisemi toplamamaya me'mûr oldunu» buynrm«»i lar.

 

- (491) Bize Kuteybetii'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bekr - ki îbni Mudar'dır - İbni'I-Hâd'dan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Abbâs b. Abdülmuttalip'den naklen rivayet et­ti. Abbâs, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Kul secde ettimİ onunla birlikte yedi taraf (Yâni) yüzü, elleri, dizleri ve ayaklan secde eder. buyururken işitmiş.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbû'I-Ezan- da: Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve îbni Mâc'e «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Hadîs-i şerifin bütün rivayetleri secde azasının neler olduğunu, namazda saç ye elbise düzeltmenin mene-dildiğini bildirmektedir. Hadîsin ekseri rivayetlerinde meçhul sîgasiyle Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e emrolundu: denildiği için Kâdî Beyzâvî: Peygamber (Saltailahü Aleyhi ve Seltem)'e Allah'ın emrettiği Örfen malûmdur. Bu ise vücûbu iktizâ eder.» demiştir. Hattâ rivayetlerin bâzısında bizzat Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ben yedi kemik üzerine secde etmeye me'mûr oldum» buyurmuştur. Onun bu emri Allah Teâlâ'dan aldığında şüphe yoktur. Binaenaleyh Ha-dîsde sayılan uzuvlar üzerine secde etmesi lâzım gelir. Ulemâ bu hüküm­de ümmetin de dâhil olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre hadîsde sayılan yedi âzâ üzerine secde etmek Resulüllah (Saltatlahü Aleyhi ve Sellem) 'e olduğu gibi ümmetine de farzdır. Fakat esah olan kavle gö­re; farz değildir. Ona farz olan bir şeyin ümmetine de farz olduğunu gösteren bir delîl bulunursa ümmetine ancak o zaman farz olur.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Secde âzası yedidir. îmam Ahmed ile İshâk'a göre onlardan birinin üzerine secdeyi terk eden kimsenin namazı sahih değil­dir, îmam   Şâfiî'nin   esah olan kavli de budur.

Burnun üzerine secde etmek farz mıdır, değil midir? meselesi ihti­laflıdır. Ulemâdan bâzılarına göre alnın üzerine secde etmek kâfidir. Bur­nun yere değmesi şart değildir. Bu kavil îbni Ömer, Atfi1, Tâvûs, Hasan-ı Basrî, Îbni Şîrîn, Kaasîm, Salim, Şa'bî, Zührî, Mâlik, Ebû Yûsuf, Ebû Sevr (Rahimehumullahi aleyhim ecmain) ve meşhur kavline göre imam Şafiî 'den rivayet olunmuştur. Bu zevata göre: Alnın üzerine secde et­mek farz, burnun üzerine secde etmek müstehabdır. Bazıları alnın üzerine secde etmeden yalnız burnun üzerine secdenin kâfi geleceğini söylemişlerdir. İmam-i Âzam Hazretlerinin mezhebi de budur. Fakat bir riva­yete göre Hz. İmam Özürsüz yalnız burun üzerine secdeyi kâfî gör­memiştir.

İbni Battal şunları söylüyor: «Ulemâ secdenin farz olduğuna ittifak ettikten sonra yedi âzâdan hangisinin üzerine secde kâfî geleceği meselesinde ihtilâf etmişlerdir.» Nevevî diyor ki: «Secde âzası yedidir. Bunların hepsinin üzerine secde etmek gerekir. Alınla burnun ikisinin birden üzerlerine secde edilmelidir. Alnı açık olarak yere koy­mak farzdır. Bir kısmının üzerine secde etmek de kâfî gelir. Burnun üze­rine secde etmek müstehabdır. Binaenaleyh burun üzerine secdeyi terk etmek caiz ise de, yalnız burun üzerine secde ederek alın üzerine secdeyi terk caiz değildir. İmam Şafiî ile Mâ1ik'in ve ekseri ulemânın mezhepleri budur. îmam Âzam ile Mâliki Terden İbni Kaasîm'e göre namaz kılan kimse alınla burundan birinin üzerine secde ile iktifa edebilir. îmam Ahmed b. Hanbel ile Mâ­likî'lerden İbni Habîb'e göre alınla burnun ikisine birden secde etmek farzdır. Zîra hadîsin zahirinden bu anlaşılmaktadır. Ekser! ulemâya göre ise bilâkis hadîsin zahirinden alınla burnun bir uzuv hük­münde oldukları anlaşılır. Çünkü hadîsde secde âzası yedi olarak göste­rilmiştir. Alınla burun ayrı ayrı uzuvlar sayılırsa secde azasının sayısı sekize yükselir. Hadîsde burnun zikredilmesi onun üzerine secdenin müs-tehâb olduğunu göstermek içindir. Zâten tesrîh (Anatomi) ulemâsına göre de burunla alın bir uzuvdur. İbni Abbâs (Radiyallahû anh) hadîsinin bâzı tarîklerinde:

«Ben yedi kemik üzerine secde etmeye me mûr oldum. Bunlardan biri­de yüz'dür». Duyurulmuştur.

Ellerle dizlerin ve ayakların üzerine secde meselesi dan! ihtilaflıdır. Nevevî diyor ki: «Bu hususta imam Şafiî (RahimehuUah)den iki kavil rivayet olunur. Bunların birine göre; mezkûr âzfinın hepsine sr ede etmek farz değil, fakat kuvvetle müstehabdır. İkinci kavletgöTt; hepsine secde etmek farzdır. Hz. Şafiî bu kavli tercih etmiftift. Bi­naenaleyh bu uzuvlardan bir tanesine secde etmeyenin namazı mbftHde­ğildir. Ayaklarla dizleri açmak farz değildir. Eller hakkında İmam ,d Şâfiî'den   yine iki kavil vardır.                        

Birinci kavle göre: Alın gibi, elleri de açarak secde etmek farzdır.

İkinci kavle göre: Elleri açmak farz değildir.

Hanefiyye kitaplarından -El-Hidâye» de: «Ellerle dizler ve ayaklar üzerine secde etmek farz değildir.» denilmiş; fakat Kemâl İbni Hümâm vacib olduğunu söylemiş, bu kavil en mutedil görülmüştür.

«El-Vâkıât» nâm eserde secde hâlinde dizlerini yere koymayan kimsenin namazı sahîh olmayacağı bildirilmiştir.

Hulâsa: Secdede ellerle ayakların yere konması hususunda Hanefîler*-den üç kavil nakledilmiştir: Farz, sünnet, vâcib. İmam Şâfiî'ye göre dahî secde azasının hepsini yere koymak farz değildir. Umumiyetle Fukâhâ'nın kavilleri de budur. Yalnız Hanefîler'den İmam Züfer ile mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel'e göre bütün secde azasının üzerine secde etmek farzdır.

Burnun üzerine secde etmeden .kılman namazın sahîh olmıyacağını bildiren hadîsler de varsa da, bunların hepsi zayıftır.

2- Namazda saçını veya elbisesini toplamak mekruhtur. Bu hâl Cumhur-u Ulemâya göre; namaz içinde de, namaza girmezden önce de mekruhdur. Bunun hikmeti, kibir ve gururluya benzemektir. Halbuki makam, tevazu' makamıdır. Yalnız namazı bozmaz. Fakat   Hasani Basrî'nin: «Bundan dolayı namazı yeniden kılmak lâzımdır.» dediği rivayet olunur.

3- Eller secde âzâsındandır. Fakat onları yenlerden çıkarmadan secde etmek ekseri ulemâya göre caizdir. Şafiî'nin bu hususta iki kavli olduğunu az yukarıda gördük.

 

232- (492) Bize Amr b. Sevvâd El-Amİrî [97] rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi, (Dedi ki): Bize Amr b. Haris haber verdi. «Ona da Btikeyr rivayet etmiş: Ona da İbni Abbas'm azatlı­sı Küreyb, Abdullah b. Abbâs'dan rivayet etmiş ki; ibni Abbâs, Abdul­lah b. Hâris'i başının saçı arkaya topuz yapılmış olduğu halde namaz kı­larken görmüş de, onu çözmeye kalkışmış. Abdullah namazdan çıkınca İbni Abbâs'ın yanına gelerek: «Benim başım senin ne işine giriyor?» de­miş. İbni Abbâs:

— Ben Resûlüllah    (Sallaiiahü Aleyhi ve Seîîem) 'i:

«Böylesinin misâli kotları arkasına bağlı olarak namaz kılan kimse gîbidir.» buyururken işittim, cevâbını vermiş.

Bu hadîs, saçı arkadan topuz şeklinde bağlı olarak namaz kılmanın mekruh olduğuna delildir. Kolları sıvalı, saçı topuz şeklinde tepesinde bağlı, yahut serpuşunun altına kıvrılmış şekillerde namaz kılmak bütün ulemâya göre keraheti tenzîhiyye ile mekruhtur. Saçını namazda iken bağlamak namazı bozar.

İster namaz için, isterse başka bir maksatla saçını bir yere toplaya­rak bağlamak, yahut saçı keçeleştirecek bir ilâç kullanmak suretiyle da­ğılmasına mâni olmak Cumhur-u Ulemânın ittifakiyle mekrûhdur. İmam Mâlik bunu yalnız namaz için yapmanın mekruh olduğunu sÖylemiş-se de, sahih olan kavil birincisidir. Çünkü bu husustaki hadîsim: mutlak­tırlar.                                                    

Bu husustaki nehyin hikmeti: Saçların da secde etmesidir. Bağlı saç secde edemiyeceği için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir kimsenin hâlini kolları arkaya bağlı olarak namaz kılanın hâline benzet-mişdir. Zîrâ kollan bağlı kimsenin de kolları, secdeden mahrum kalır. Abdullah b. Ömer (RadiyaUahû anh) saclarını tepesine bağla­yarak namaz kılan bir adamı görmüş de: «Saçım «al ki; seninle beraber secde etsin» demiştir.

Hadisi Şerif: Münkerin derhal menedilmesi gerektiğine ve bu hu­susta mekruhun da haram gibi olduğuna delildir.

45- Secdede Îtidal, Avuçları Yere Koyma, Yanlardan Kaldırma ve Secdede Karnı Uyluklardan Kaldırma Babı

 

233- (433) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bi--.. Vekî\ Şu'be'den, o da Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem);

«Secdede i'tidal üzere bulunun; hiç biriniz kollarını köpeğin yayıldığı gibi yaymasın!» buyurdular.

 

- (...) Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet etti­ler, Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. H.

Dedi ki: Bu hadîsi bana Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid (Yâni îbnil Haris) rivayet etti. Bunların ikisi de: Bize Şu'be bu isnâdla rivayet etti, demişlerdir. İbni Câ'fer hadisinde:

«Hiçbiriniz kollarını köpeğin yayılması gibi yaygı yapmasın I» ibaresi vardır.

 

234- (494) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bize Ubey-dullah b. tyâd [98], İyâd'dan, o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ' şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) :

«Secde ettiğin vakit avuçlarını yere koy ve dirseklerini kaldır.» buyur­dular.

Bu babın hadîsleri namaz kılan kimsenin secde hâlinde ellerini yere koyarak dirseklerini kaldırması ve iki taraftan kanat gibi açması gerek­tiğini bildirmektedirler. Dirsekleri yerden kaldırarak koltukların altı gö­rünecek derecede açmak, bütün ulemâya göre müstehabdır. Bunu terk eden namaza karşı isâet etmiş olur. Binaenaleyh, namaz sahih fakat ke-râ*hat-i tenzîhiyye ile mekrûhdur.

Ulemâ buradaki hikmeti şöyle beyân ederler: «Bu şekilde namaz kıl­mak tevâzua daha muvafık, alınla burnun yere secde etmelerine daha müsâid ve tenbellerin hâline benzemekden daha uzaktır. Çünkü kolla­rını yere sererek secde eden kimse, hadîsi şerîfde de bildirildiği vecihle, köpeğin yere serilerek yatmasına benzer. Böyle bîr kimsenin hâli namaza ehemmiyet vermediğini gösterir.»

 

46- Namazın Sıfatını; Ne İle Başlanıp Ne Île Bitirileceğini; Rüküun Sıfatını ve Ondaki İ'tidali; Sücudu ve Ondaki İ'tidali; Dört Rekatlı Namazların Îki Rek'atından Sonra Teşehhüdü; İki Secde Arasında ve İlk Teşehhüdde Nasıl Oturulacağını Bir Araya Toplayan Bab

 

235- (495) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Biie Bekr - ki İbni Mudar'dır - Ca'fer b. Rabîa'dan, o da A^rac'dan, o da Ab­dullah b. Mâlik İbni Buhayne'den [99] naklen rivayet etti M; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) namaz kılarken koltuklarmın beyan görüne­cek derecede kollarını ağarmış.

 

236- (...) Bize Arar b. Sevvâd rivayet etti. (Dedi ki): Biie Ab­dullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bize Amr b. Haris ile Leys V-Sa'd ikisi birden Câ'fer b. Rabîa'dan bu isnadla haber verdiler.

Amr b. Hâris'in rivayetinde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) secde ettiği vakit kollarını o kadar açardı ki, koltuklarının beyazlığı görünürdü» ibaresi; Leys'in rivayetinde ise: «Besûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit kollarını koltuklarından açar, hattâ ben kol­tuklarının beyazlığını pek âlâ görürdüm.» ifâdesi vardır.

 

237- (496) Bize Yahya b. Yahya ile İbni Ebî Ömer hep birden S üf yân'dan rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Ubey-dullâh b. Abdillâh b. El-Esam'dan, o da amcası Yezîd b. El-Esam'dan, o da Meymûne'den naklen haber verdi. Meymûne şöyle demiş: «Peygam­ber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit bir kuza kollarının ara­sından geçmek istese geçebilirdi.»

 

238- (497) Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b. Muâvİyete'l-Fezârî haber verdi. Dedi ki: Bize Ubeydullah b. Abdillâh b. El-Esâm, Yezid b. El-Esâm'dan naklen rivayet etti. O-na da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in Zevcesi Meymûne ha­ber vermiş. Demiş ki: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde etti­ği vakit, kollarını o kadar uzaklaştırır (yâni açar) di ki; arkasından kol­tuklarının beyazlığı görünürdü. Oturduğu vakit de sol uyluğunun üzeri­ne çökerdi.»

 

239- (...) Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Zttheyr b. Harb ve tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Amr'utdır. (tshâk: Bi­ze haber verdi; ötekiler, bize Vekî rivayet etti) dediler. (Vekî* demiş ki): Bize Cafer b. Burkaân, Tezîd b. El-Esâm'dan, o da Meymûne Biatil -Hâris'den naklen rivayet etti. Meymûne şöyle demiş: «Resulüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) secde ettiği vakit dirseklerini o kadar açardı ki; arkasın­daki onun koltuklarının aydınlığını görürdü.»

Vekî': «(aydınlıkla) koltuklarının beyazlığını kasdediy«r* demiş.

Hzl Meymûne hadîsinin râvîlerinden Ubeydullân b, Abdillah bâzı rivayetlerde Abdullah b. Abdi11âh, bazı­larında da Abdullah b. Ubeydillâh şeklinde zaptetfilmiştir. Bu rivayetlerin hepsi doğrudur. Çünkü Abdullah ile Ubeydui1ah iki kardeştirler. Babaları Abdullah b. Esâm'dır. Abdullah yaşça Ubeydullâh 'dan büyüktür. Her ikisi de amcaları Yezîd b. Esâm'dan   hadîs rivayet etmişlerdir.

Secde hâlinde kolların açılması lâzım geldiğini bildiren daha başka rivayetler de vardır.

 

Bu Hadisi Şeriflerin Mecmuundan Şu Hükümler Çıkabilmiştir:

 

1- Ebû Nuayra: «Peygamber (Saîkdlahü Aleyhi ve Sellem)'in koltuk altlarının beyazlığı Peygamberlik alâmetlerindendir» demiştir.

2- Secde hâlinde kollarını açarak karnını kasıklarından ayırmak erkekler için sünnettir. Kadınlarla Hünsâlar açmazlar; bilâkis toplanarak secde ederler. Çünkü onlar hakkında matlûb olan şey tesettürdür.

İbni Battal'in beyânına göre; Secde hâlinde kollan açmak vücûd yere ağır gelmesin diyedir. Zîrâ bu bâbda: «Ters MUlijlnUf ya­rin» şeklinde rivayet vardır. Ashabı lrirâmrian   Enes b, Ma1ike ile Ebû Saîd-i Hudrî ve Ali b. Ebi1

(Radryaîlahû anhâm)  hazerâtı secde hâlinde dirseklerini açarlarıma. Ba­sa n-ı   Basrîile   İbrahim   Neh'aî'nin   mezhepleri de budur.                                                                                 

Yine Ashabı Kiramdan Ebû Zer, îbni Mes'üd ve 1 fi­ni Ömer (RadtyallahÛ anhûm) dirsekleri yere koymaya ve üzerieri-ne dayanmaya ruhsat verirlermiş. tbni Şîrîn'in mezhebi de budur. Delilleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in buna ruhsat verdiğini bildiren hadîslerdir.

Bu bâbda Tirmizî 'nin Hz. Ebû Hüreyre 'den riva­yet ettiği bir hadîsde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'in asha­bı secdenin kendilerine güç geldiğinden şikâyet ettiler, o da: Dizlerden faydalanın; buyurdu» denilmektedir. Dizlerden faydalanmak Ulemânın beyânına göre; dirsekleri onlara dayamakla olur. Hz. Abdullah b. Ömer'e bir zât: «Secde ettiğim zaman dirseklerimi uyluklarımın üzerine koyabilir miyim?» diye sormuş. İbni Ömer (Radiyaltahû anh) «Nasıl kolayına gelirse Öyle secde et!» cevâbını vermiştir. Ashabı kiramın bâzısı secde hâlinde kollarını açmış, bâzıları açmamışlardır. Kurtubî: «Secde hâlinde dirsekleri açma hususunda farz namaz­larla nafilelerin hükmü birdir.» demiştir.

 

240- (498) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize Ebû Hâlid (yâni El-Ahmar) Hüseyin EI-Muallim'den naklen rivayet etti. H.

Demiş ki: Bize îshâk b. İbrahim de rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize tsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize Hüseyin EI-Mualtim, Büdeyl b. Meyserâ'dan [100]. o da Ebû'l-Cevzâ'dan [101], o da' Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş:

-Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza tekbirle, kirâata da fatihayı okumakla başlardı. Rükû ettiği zaman başını ne yukarıya diker, ne de aşağıya büker, ikisinin arasında tutardı. Başını rükû'dan kaldırdı­ğı vakit, iyice doğrulmadıkça secdeye gitmezdi. Başını secdeden kaldır­dığı zaman dahî iyice doğrulup oturmadıkça ikinci secdeye gitmezdi. Her iki rek'ât sonunda Tehiyyâtı okurdu. Sol ayağını yere döşer, sağ ayağını da dikerdi. Şeytan oturuşundan nehyeder; İnsanın vahşî hayvanlar gibi ellerini yere yayarak oturmasını da yasak eder, namazı selâm vererek bi­tirirdi.»

İbni Nümeyr'in Ebû Hâlid'den naklettiği rivayette: «ReşûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şeytânv ökçesi oturuşundan nehyederdi.» cümlelesi vardır.»             

Hadîsde zikri geçen şeytân oturuşunu Ebû Ubeyde ve di­ğer bâzı ulemâ köpek oturuşu diye tefsir etmişlerdir. Bundan murâd ye­re oturarak köpekler gibi dizlerini dikmek ve iki taraftan elleriyle yere dayanmaktır.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaza tekbîrle başlanır. Bu cihet ittifâkî ise de tekbîr mânâ­sını ifâde eden başka kelimelerle namaz caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Hanefîler'den İmam Âzam'la   imam   Muhammed'e  göre «AUâhu Ekber» yerine «Allâhu Eceli» ve «Er-Rahmânu Ekber» gibi ta'-zîm mânâsı ifâde eden sözlerle namaza niyetlenmek caizdir.   Ebû   Yu­suf'a   göre Tekbîri söyleyebilen bir kimseye ancak «Allâhu Ekber» yahut «Allâhü'l-Ekber» veya «Allâhü'l-Kebîr» lâfızlarından biriyle namaza başla­mak caiz olur.   İmam   Şafiî   bu üç şekilden ikisi ile namaza giri­lebileceğine kail olmuş, üçüncüyü, yâni «Allâhü'l-Kebîr» i kâf! görme­miştir.                                                                                                

İmam Mâ1ik'e göre tekbîr yalnız «Allâhu Ekber» lafzıyla ya­pılır. Çünkü; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selem}'den nakledilen bu­dur.

2- Hadîsi şerîf: «Besmele Fâtihâ'dan değildir» diyenlerin delüle-r in dendir. Çünkü Fâtihâ'dan olsa    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu mutlaka zikrederdi.

3- Rükû'da sünnet, sırtla başı bir hizada bulundurmaktır.

4- Rükû'dan donulduktan sonra ve diğer yerlerde tâ'dîl-i erkân vaciptir, tki secde azasında oturmak vaciptir. Hadîs: «Birinci ve ikinci  vaciptir» diyenlerin delilidir. İmam Azamla imam Mâlik (JtahimehuUah) a göre teşehhüdlerin ikisi de sünnettir. İmam Şafiî   birinci teşehhüdün sünnet, ikincisinin vacip olduğuna kaildir.

5- İmam Âzam   ve ona muvafakat edenler bu hadîsle is­tidlal ederek; «Namazda sol ayak yere döşenir ve üzerine oturulur, sağ ayak dikilir.» demişlerdir, imam Mâ1ik 'e göre sol ayak sağ tarafa alınarak çantı üzerine yere oturulur.

Bu meselede imam Şafii'nin kavli Hanefîler gibi ise de yalnız selâmdan önceki oturuşda imam Mâli k-'le beraberdir. İmam Şâfiî'ye  göre namazda dört yerde oturuş vardır.

Bunların birincisi: Secdeler arasındaki oturuş; ikincisi; her rek'âttan sonra ayağa kalkmazdan önceki istirahat oturuşu; üçüncüsü: İlk teşeh-hüd, dördüncüsü de son teşehhüd için oturmaktır. İmam Âzam buradaki Hz. Âişe hadîsiyle, imam Şafiî de Sahih-i Buhârf deki Ebû Humeydi   Sâidî   hadîsiyle istidlal etmişlerdir.

Hanefîler'e göre; kadmlar ayaklarını sağ taraftan çıkararak oturur­lar. Şâfiîler'le Mâlikîler'e göre; kadınla erkek oturuşları arasında fark yoktur. Bâzıları kadınların bağdaş kurarak oturacaklarına kail olmuş; bir takımları da bunun yalnız nafile namazlara mahsus olduğunu söylemiş­lerdir.

Namazda oturuş şeklîni bildiren bu kaviller sünnet veçhiyle oturuşun şekli hakkındadır. Binâenaleyh bir kimse namazının her oturuşunda Ha-nefîler'in yahut Mâlikîler'in dedikleri şekilde, yahut dizlerini dikerek ve­ya bacaklarını uzatarak otursa namazı bozulmaz. Yalnız sünnete muha­lefet etmiş olur.

Namazda köpek oturuşu bilittifâk mekruhdur. İsmen buna benzeyen bir oturuş daha zikredilmiştir M; o mekruh değil sünnettir. Ve .yeri ge­lince inşâallâh görülecektir.

6- Hadîs-i şerîf selâm vermenin vücûbuna delâlet etmektedir. Ule­mâ bu bâbda dahî ihtilâf etmişlerdir. Eimme-i Selâse denilen   Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel (Rahimehumullah) hazerâtı ile Cumhur-u Ulemâya göre; Selâm vererek namazdan çıkmak farzdır. Se­lâm yerine başka bir söz söyleyenin namazı bozulur.   İmam   Âzam'-dan bir rivayete ve   Sevrî   ile Evzâî   hazerâtina .göre; selâm lafzıyla namazdan çıkmak sünnettir. Binâenaleyh mezkûr lâfız terkedil se dahî namaz sahih olur. Hattâ   İmam   Âzam'a   göre; namazın sonunda namaza münâfî olan bir fiil veya kaville namazdan çıkmak ca­izdir. Diğer Hanefıyye ulemâsına göre; selâm lafzıyla namazdan çıkmak farz değil vâcibdir.

7- îmam Âzam, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 (Rahimehumullah) hazerâtı ile Cumhuru Ulemâya göre; namazdan çı­karken iki tarafa selâm vermek meşrudur. îmam Mâ1ik1e bâzı ulemâya göre namazdan çıkarken yalnız bir selâm verilir. Bu kavil za­yıf olmak üzere Şafiî *den de rivayet olunmuştur. Şâfiîler'e göre ikinci selâm sünnettir. Zahirîlerle Mâlikîler'den bâzılarına göre ikinci selâm dahî farzdır.

 

47- Namaz Kılanın Sütresi Babı

 

241- (499) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kol­landı. Ötekiler: Bize Ebûl-Ahvas, Simâk'dan, o da Mûsâ b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti; dediler. (Talha) şöyle demiş: Resû-lüllah (SalkUIahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz önüne semerin arka kaşı gibi bir $ey koyduğu vakit (ona doğ­ru) namazını kılsın; öte yanından geçenlere aldırış etmesini» buyurdular.

 

242- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ile İshâk b. tb-râbim rivayet ettiler. İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı, İbni Nümeyr: Bize Ömer b. Ubeyd Et-Tanâfisî, Simâk b. Harb'dan, o da Mûsâ b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet etti; dedi. Talha şöyle de­miş: «Vaktiyle biz namaz kılar; hayvanlar da önümüzden gelip geçerdi. Sonra bunu Resûlüllah    (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlattık; da:

«Birinizin önünde semerin arka kaşı gibi bir şey bulunursa artık önün­den geçen şey ona zarar vermez.» buyurdular.

İbni Nümeyr: «Artık önünden geçen kimse ona zarar vermez.» dedi.

 

243- (500) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab­dullah b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Eyyûb, Ebû'l-Esved'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi, ki Âişe şoy-le demiş: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e namaz kılanın sütre-si soruldu da:

«Semerin arka kaşı gibi bir şey!» buyurdular.

 

244- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize Abdullah b. Yezid rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hay ve, Ebû'I-Esved Muhammed b. Abdirrahmân'dan, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi, ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e TebÜk gazasında namaz kılanın sütresi sorulmuş da:

«Semerin arka kaşı gibidir.» buyurmuşlar.

 

245- (501) Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) :Bize ba­bam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfî'den, o da İbni Ömer'­den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) bayram günü (Namaza) çıktı mı harbenin getirilmesini emredermiş. Bu harbe onun önüne dikilir, kendisi ona doğru namaz kılar, cemâat ta arkasında dururlarmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu seferde de ya­parmış. Ümerâ'nın harbe taşıması buradan kalmıştır.

 

246- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfî'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti, ki Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anezeyi yere diker (Ebu Bekir sap­lar dedi.) ve ona doğru namaz kılarmış.

İbni Ebi Şeybe: «Ubeydullah: Aneze harbedir [102] dedi.» ifâdesini zi­yâde etti.

Bu babın hadîsleri namaz kılan kimsenin önüne bir sütre dikmesi gerektiğini, namaz kılanın önünden geçme, hayvana karşı namaz kılma, sütreye yakın durma, sütrenin mikdârı ve sâireden bahsetmektedirler.

Rivayetlerin mecmuundan anlaşılıyor ki, sütreden murâd bir aran kadar uzunluğunda bîr sopadır. Mihrâb olmayan ova ve tarla gibl'yeK lerde uğuruna duracak ağaç, taş v.s. gibi birşey bulunmadığı zaman önün4-den geçilmesine mâni olmak için namaz kılan kimse sütre denilen «dJStij' yi önüne dikerek namazını ona doğru kılacaktır. îmam Mâ1îk'di­kilen sopanın mızrak kalınlığında olmasını şart koşmuştur. Sütre dikme­nin hikmeti; sütrenin arkasında kalan şeylere bakmamak ve önünden ge­çenlere manî olmakdır.

İbni Ömer hadîsini Buhârî ile Ebû Dâvûd «Kîtâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Anlaşılıyor ki, BesûlüÜah (SaUaîlahü Aleyhi ve Seîlem) bayram na­mazlarında ve seferlerde sütre yapmak için dâima yanında bir süngü ve­ya ona benzer ucu demirli bir değnek bulundururmuş. Süngüyü bu mak­satla yanında taşıdığı İbni Mâce, İbni Huzeyme ve îsmâi1î'nin rivayetlerinde teşrih edilmiş: «Çünkü namazgah boş­luktu; içinde kendisine sütre olacak bir şey yoktu.» denilmiştir.

«Ümerâ'nın harbe taşıtması buradan kalmışdır» cümlesi râvîlerden Nâfî'in sözüdür. Nitekim îbni Mâce'nin rivayetinde bu cümle yoktur.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaz kılarken önünden geçmek ihtimâli bulunan yerde önüne sütre dikmek meşrudur. Sütre bir metre kadar yahut daha uzun bir sün­gü veya sopadan yapılır. Önünden geçmek ihtimâli bulunmadığı zaman sütrenin meşru olup olmaması hususunda imam Mâlik 'den iki ka­vil vardır. İmam Şâfii'ye göre ise mutlak surette meşrudur. Çünkü hadîslerin umûmu bunu iktizâ eder. Kırda, sahrada namaz kılan bir kim­se sütre yapacak bir şey bulamazsa ağaç ve taş gibi bir şeye karşı na­maz kılar. Tabiînden Urve, Atâ, Salim, Kaasî in, Hasan-1 Basrî ve Şa'bî (Rahimehumullah) sütre bulamadıkları vakit başka bir şeye karşı namaz kılarlarmış. Hanefîler'den imam Muhammed: «Sahrada namaz kılan kimsenin önünde sopa gibi bir şey bulundurması müstehabdır; bulamazsa ağaç ve benzeri bir şeyle sütre yapar.» demiştir. Sütrenin boyu, bir metre veya daha fazla, kalınlığı par­mak kadar; olmalıdır. Bir arşından daha kısa olan şeylerden sütre caiz olup olmiyacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Mâlikîler'e göre uzunca kü­lah ve yastık gibi şeylerden sütre yapılabilir. Ulemâdan bâzılarına göre; temiz hayvandan sütre yapılabilir. Fakat at, katır ve merkep gibi hay­vanlardan sütre yapılamaz. Erkeğin sırtına karşı namaz caizdir, yüzüne karşı ve keza kadına karşı namaz kılmak caiz değildir. Nikâhı haram o-lan kadınlar hakkında ihtilâf edilmiştir. Uyuyan kimse ile deli ve kâfir­den sütre olmaz.

Sütrede muteber olan onu yere dikmektir. Fakat dikmeğe imkân bu­lunamadığı takdirde önüne bir çizgi çizmek yahut sopayı yatırmanın da­hî kâfî gelip gelmiyeceği ihtilaflıdır. Çizgi çizmeyi caiz görenler bunun hilâl şeklinde mi yoksa kıbleye doğru Önüne veya sağından soluna mı çizileceğinde ihtilâf etmişlerdir.

2- İmamın sütresi cemaat için de  sütredir.  Namaz kılanla sütre arasında üç arşından fazla mesafe bulunmamalı ve sütreyi sağ veya sol kaşı hizasına dikmelidir. Sütre ile namaz kılan kimsenin arasından geç­mek haramdır.

3- Sefere çıkarken düşmandan korunmak için yanma  silâh  gibi bir korunma âleti almak ihtiyata muvafık olur.

4 - Hizmetçi tutmak ve ona emretmek caizdir.

 

247- (502) Bize Ahmed b. Hanbel [103] rivayet etti. (Dedi M): Bl, ze Mu'temir b. Süleyman, Ubeydullah'dan, o da Nâfı'den, o da İbnj Ömer'den naklen rivayet etti, ki Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve SeHerTt) hayvanını önüne aykırı olarak çeker ve ona doğru namaz kılarmıg,

248- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Hâlid El-Ahmar, Ubeydullah'dan, o da Nâ-fi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hayvanına doğru namaz kılarmış.

tbni Nümeyr: «Gerçekten Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bir deveye doğru namaz kılmıştır.» dedi.

Bu hadîsi   Buharı   ile   Ebû   Dâvûd   «Kitâbu's-SattUdi;

Nesâî   «Tebûk Gazvesi» bahsinde tahric etmişlerdir.

Râhile: Binmek ve yük taşımak için seçilen cins ve güzel Baİr ise alelitlak erkek ve dişi devedir. Hadîs-i Şerîf binek veya vanına karşı namaz kümabileceğini göstermektedir. Bu bâbda rivftyet\şÖfcjj len hadîslerden Ebû Davud'un rivayeti IUssûlulUh(5a«afW 4k)# ve Sellem) 'in devesine karşı, Nesâî'nin rivayeti de bir ağaca namaz kıldığını göstermektedir.

Hadis-i Serîf: Hayvandan sütre yapılabileceğine delildir. Gerçi.deve keklerinde namaz kılmak yasak edilmiştir. Fakat bunun keraheti o yer­lerin pis koktuğu yahut oralara kazayı hacet için oturulduğu içindir. Yok­sa deveye karşı namaza durmak mekruh olduğundan değildir.

İbni   Battal   (?-444): «Bunun gibi temiz olan herşeye1 karşı na­maz kılmak caizdir» diyor.

 

249- (503) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep bir­den Vekî'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Vekî* rivayet etti. (De­di ki):Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Avn b. Ebî Cuhayfe [104] , babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiîem) Mekke'de Ebtah denilen yerde kızıl sahtiyandan yapıl­mış kendisine mahsus bir kubbenin içinde iken yanına geldim derken Bilâl, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest suyunu çıkardı, (cemâat onu hemen kapıştılar) kimisi bir mikdâr ele geçirmiş, kimisi de ele geçirenlerin serpintisine nail olabilmişti. Müteakiben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerinde kırmızı bir Hülle olduğu halde çık­tı. Bacaklarının beyazlığını hâlâ görür gibiyim. Abdest aldı, Bilâl da ezan okudu. Ben onun ağzını şuraya ve şuraya (yânî sağa sola) dönerken ta­kibe koyuldum: «Haydin namaza; haydin felaha!» diyordu. Sonra Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için bir harbe dikildi. O da ileri geçip öğle namazını iki rek'ât olarak kıldırdı. Önünden eşek ve köpek geçiyor, fakat men edilmiyorlardı. Sonra ikindiyi de iki rek'ât olarak kıldırdı. Ar­tık Medine'ye dönünce ye kadar hep namazları ikişer rek'ât kıldırmaya devam etti.»

 

250- (...) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi M): Bize Behz rivayet etti (Dedi ki): Bize Ömer b. Ebî Zaide rivayet etti. di ki): Bize Avn b. Ebt Cuhayfe rivayet etti ki, babası (Sallallahü Aleyhi ve Seliemyi kızıl sahtiyandan yapma W kubbe görmüş, (ve şöyle anlatmış): Bilâl'i abdest suyu çıkarırken gördüm. Bah­tım ki; halk bu suyu kapışıyorlar. Kim ondan bir şey kapabilirse (T*bflr-rüken) yüzüne gözüne sürüyor, kapamayanlar ise arkadaşlarının ellerin­deki ıslaklıktan bir şeyler almağa çalışıyorlardı. Sonra Bilâl'ın bir harbe çıkarıp diktiğini gördüm. Besülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de kır­mızı bir hülle içinde (kolları) sıvanmış olarak çıktı. Sonra cemaaata har­beye doğru iki rek'aât namaz kıldırdı. Harbenin önünden insanlarla hay­vanların gelip geçtiğini de gördüm.

 

251- (...) Bana tshak b. Mansûr ile Abd b. Humeyd rivayeVetaİ-ler. Dediler ki: Bize Cfi'fer b. Avn haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebfi Ümeys haber verdi. H. 

Dedi ki: Bana Kaasim b. Zekeriyyâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Alt, Zâide'den rivayet etti. Demiş ki: Bize Mâlik b. Miğvel ri­vayet etti. Bunların ikisi de Avn b. Ebî Cuhayfe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Sttfy&n ile Ömer b. Ebî Zâide'nm hadisi gibi rivayette bulundu, yalnız bâzısının rivayetleri diğerterininkinden ûyâdelidir. Mâlik b. Miğvel hadîsinde: «Öğle olunca Bilâl çıkarak namaz için ezan okudu.» cümlesi de vardır

 

252- (...) Bize Muhammed b. EI-Müsennâ ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. İbni'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Câ'fer ri­vayet etti. (Dedi ki): Bize Şube, Hakem'den rivayet etti. Demiş ki: Ben Ebû Cuhayfe'yi şSyle derken işittim: «Resûlüllah (Salkülahü Aleyhi ve Seîlem) Öğle vakti Batha'ya Çıktı ve abdest alarak öğleyi iki rek'ât, ikin­diyi de iki rek'ât üzerinden kıldı, önünde (dikili) bir harbe vardı.

Şû'be şöyle demiş: «Avn babası Ebû Cuheyfe'den naklen bu hadîse (Harbenin arkasından kadın ve eşekler geçiyordu) cümlesini ziyâde etti.»

 

253- (...) Bana Züheyr b, Harb ile Muhammed b. Hatim rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şû'be bize iki isn adla birden bu hadisin mislini rivayet etti. Yalnız Hakem'in ha­disinde: «Cemâat Resûlüllah (Saiîailahü Aleyhive Sellem)*in abdestin den artan suyu almağa başladılar.» cümlesini ziyâde eyledi.

Bu hadîsi Buharı «Kitfibti's-Salât» ve «Kitâbü'l-Libâs» da Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve îbni Mâce «Kitâ-bü's-Salat» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Covherî'nin beyânına göre kubbe; binada olur. Filhakika tepesi yuvarlak olan binaya kubbe ve kümbet denir. Fakat aslında kubbe Arap­ların kurdukları yuvarlak ve küçük çadırdır. Burada kubbeden murâd da budur. Nesâî 'nin rivayetinde mezkûr kırmızı çadırın içinde kırk kişi kadar cemaat bulunduğu tasrîh edilmiştir.

Eotah: Mina'ya1 yakın bir yerin ismidir. Buna «Bathâ» da derler.

Ashabı kiramın Resûlüllah  (SalUülahü Aleyhi ve SelUm)'* &id abdest suyunu kapışmaları onun eserleri ile teberrük etmek içindir. Hattâ hadî­sin bir rivayetinde: «Ashâb Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selİemyin el­lerinden tutarak onlarla yüzlerini silmeğe başladılar. Bunun üzerine ben­de onun bir elini tutarak yüzüme sürdüm. Bir de ne göreyim! Mübarek kardan soğuk misk'den daha güzel kokulu imiş.» denilmiştir.

Hülle: Gömlekle cübbeden ibaret iki elbisedir. Bâzıları bir cinsden iki elbisedir, demişler; bir takımları da iki yeni elbise mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Hüllenin Yemen kumaşlarından yapıldığı söylenir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in paçalarını sıvamasından murâd: Elbisesini baldırlarının yarısına kadar kaldırmış olmasıdır. Ni­tekim hadîsin bir rivayetinde: «Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'in bacaklarının beyazlığını hâlâ görür gibiyim» denilmesi de bunu gös­terir. Abdest suyundan murâd: abdestte kullandığı sudur. Mâaitıaf'h o sı# dan artan kullanılmamış su da olabilir.  

 

Hadis-i Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır.

 

1- Kırmızı elbise giymek ve içinde namaz kılmaz câizdiıv

2- Çahr kullanmak caizdir. 

3- Salih kulların eserleriyle teberrük etmek caizdir. Sahrada, ova­da namaz kılan kimsenin önüne sütre dikmesi sünnettir.

4- Seferde dört rek'âtlı namazlar ikişer kılınırlar.

5- Namaz kılan kimsenin sütresinin Önünden geçmek caizdir.

6- Mâi müstamel yâni kullanılmış su temizdir. Bâzıları bu hadîsi Hanefîler'in aleyhine delil göstermiş ise de doğru değildir. Çünkü hadîsde geçen «Vadû» kelimesi abdestte kullanılmış su mânâsına geldiği gibi, kul­lanılmadan artan su mânâsına da gelebilir. Bu ihtimaller kargısında kul­lanılmış suyun temiz olduğuna bu hadîsle istidlal etmek doğru olama* Kaldı ki Hanefîle/in tekarrur eden mezhebine göre; mM mü*tfi|öel y/k mizdir. Yalnız temizleyici değildir.    Binaenaleyh mâTi müstamel; bilir. Yalnız    onunla abdest ve gusül    caiz değildir.

Necis olması   İmam-ı   Âza m'dan bir rivayete göredir. rivayetle âmel olunmamıştır.  

Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m mübarek bedenleri temiz olduğu için abdestinden dökülen sular da temiz ve temizleyicidir.

7- Erkeklerde baldırlar avret değildir.

8- Seferde namaz için ezan okumak meşrudur.

9- Ezan okurken müezzinin  (hay'ale) lerde sağa ve sola dönmesi sünnettir.

 

254- (504) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İb-ni Şihâb'dan duyduğum, onun da Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onun da İbni Abbâs dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs şöy­le demiş: «Dişi bir merkebe binerek geldim. Ben o zaman buluğa yak­laşmıştım. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mina'da cemaata na­maz kıldırıyordu. Saftın önünden geçtim. Merkepten inerek onu otla­mağa salıverdim. Kendim de safia girdim. Bu hususta bana hiçbir kimse bir şey demedi.»

 

255- (...) Bize Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe haber ver­di.- Ona da tbni Abbâs haber vermiş ki; kendisi bir merkeb üzerinde seyredip gelmiş. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Haccettil-Ve-dâ'da Mina'da kalkmış cemaata namaz kıldıriyormuş. Merkeb saflardan birinin arasına yürümüş; sonra tbni Abbâs ondan inerek cemaatla birlikte saff olmuş.

 

256- (...)  Bize Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâlud ve tshâk b. İbrâhım, İbni Uyeyne'den, o da Zührî'den naklen bu isnâdla rivayet ettiler. (Yalnız): Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Arafât'da namaz kılıyor­du» demiş.

 

257- (...) Bize tshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrazzâk haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Züh­rî'den bu isnâdla haber verdi. Amma hadîsde Mina ve Arafat'ı zikretmedi

(Yalnız) veda Haccmda yahut fetih gününde» dedi,

Bu hadîsi Buharı «İlim, Namaz, Hac» ve «Megâzî» bahislerin­de; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne.sâ! ve İbni İtâ;c'% dahî «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

İbni Abbâs Hazretlerinin o tarihte kaç yaşında olduğu ihti­laflıdır. Bâzıları on, bâzıları onüç, bir takımları da onbeş yaşında bulundu­ğunu söylemişlerdir. Saîd b. Cübeyr'in rivayetinde îbni Abbâs (Radtyallahû anh) : «Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatında ben onbeş yaşındaydım» demiştir. İmam Ahmed b. Hanbe1: «Doğrusu da budur.» diyor. Zübeyr b. Bekkâr'ın rivayetine göre îbni ATöbâs (Raâryallahû arüı) Hicret'ten üç sene önce dünyâya gelmiştir.

 

Hadis-i Şeriften Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Küçük çocuğun hadîsi dinleyip bellemesi caizdir. Buna taham­mül denilir, tahammülde tam ehliyet şart değildir. Tam ehliyet ancak edada yânî hadîsi başkasına rivayet ederken şarttır. Bu hususta köle, fasik ve kâfir de küçük çocuk hükmündedir.

Küçük çocuğun hangi yaşlarda hadîs dinleyebileceği ihtÜaflldÜf. Mûsâ b. Harun'a göre, inekle hayvan arasındaki farkı anlamağa başladığı zaman; îmam Ahmed b. Hanbel'e göre ahüi-ğe&p ezberlemeye başladığı zaman hadîs dinlemesi sahih olur. YaK yâb. Maîn hadîsi tahammül için en az onbeş yaşında bulunmak lâzım gel­diğini söylemiş. Buna delîl olarak da Hz. Abdullah b. Ömer'in Uhud harbinde henüz onbeş yaşını doldurmadığı ve buluğa ermediği için orduya alınmamasını göstermiş ise de İmam  Ahmed   b.   Hanbel bu sözü işitince cNe çirkir söz.» diyerek reddetmiştir. Bâzıları hadîsin en az dört, bir takımları da beş yaşında dinlenebileceğini söylemişlerdir. Bu bâbda nazar-ı itibâra alınacak cihet çocuğun temyiz sahibi olmasıdır. Bu da onun bir sözü anlayarak ona cevap vermesiyle anlaşılır. Böyle bir çocuk beş yaşını doldurmasa bile hadîs dinleyebilir. Fakat söylenilen sö­zü anlamaz ve ona îcâb eden cevâbı veremezse beş değil, yirmi beş ya­şında olsa yine hadîs dinlemesi doğru olamaz.

2- Küçüklüğünde birşey belleyen kimse onu büyüdükten sonra ri­vayet edebilir. Bu cihet ulemâ arasında ittifâkîdir. Kemâl hâlinde avde. eden fâsık ile kâfirin hükmü de budur.

3- Büyük bir maslahatı elde etmek için bâzı küçük mefsedetlere tahammül olunur. Çünkü namaz kılanların önünden geçmek bir mefse-det ise de bir namaz saffma girmek o mefsedetten daha müreccah bir maslahattır. Binâenaleyh Sâri' Hazretleri tarafından inkâr edilmemek su­retiyle buna müsâade buyurulmuştur.

4 - Cemaata binek ile gitmek caizdir.

5- El-Mühelleb'in bey anma göre; hâtîb hutbe okurken kimseye zarar vermemek şartıyla onun hutbesini dinlemek için ileri geç­mek bilittifâk caizdir. Fakat ileriye geçmek için cemâatin omuzlanna basa basa gitmek doğru değildir.

6- Namaz    kılan   kimsenin  önünden   merkeb   geçmesi   namazı bozmaz.

7- Küçük çocuğun namazı sahihdir.

8- Bir kimse Peygamber  (Sallcrflahü Aleyhi ve Seltem) 'in huzurun­da bir şey yapar da kendisini menetmezse bu hâl o şeyin caiz olduğuna delildir.

9- Bir hayvanı başında muhafız bulunmadan yahut, mükellef ol­mayan bir muhafızın idaresinde mer'âya salmak caizdir.

10- îbni Battal ile Kaadî îyaz   ve diğer bâzı ulemâ ve hadîsde imamın sütresinin cemaata da sütre sayılacağına de-lîl olduğunu söylemişler, hattâ  îbni   Salâh   ile   îbni   Battal bu hususta icmâ nakletmişlerdir. Hadîsin bu hususa ne suretle delâlet ettiğini   Kaadî   îyâz   şöyle anlatır: «Çünkü Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Seîiem) safflarm önünden geçen îbni Abbâs’ı görmüş­tü. Binâenaleyh ona birşey dememesi bu meseleyi takrir buyurduğuna delildir. Şayet  îbni  Abbâs (Raâtyalİahû anh) onun  göremiyeceği bir yerden geçmişse bu sefer de bütün ashabı görmüşler ve hiçbiri ses çıkarmamıştır. Bu da onlarca bu işin münker bir şey olroadığını gösterir. Bunun sebebi bâzılarına göre imamın cemaata sütre ol­ması; diğer bâzılarına göre imamın cemaata sütre olması; diğer bâzı­larına göre ise imamın sütresinin cemaata da sütre sayümasıdır.

Gerçi Hz. Ebû Said-i Hudrî 'den merfû, olarak rivayet edilen bir hadîsde: «Biriniz namaz kılarsa Önünden hiç bir kimseyi ge­çirmesin!» buyurulmuştur. Fakat bu hadîs imama ve yalnız kılana ham­le dil mistir. İmamın arkasındaki cemaatın önünden geçmek zarar etmez. Bu cihet ittifakıdır. Mevzû-u bahsimiz İbnî Abbâs hadîsi bunu gösterdiği gibi tbni Ömer (Radiyallahû anhûma) 'dan rivayet edi­len hadîs de daha ziyâde izah etmektedir. Mezkûr hadîsde Resûlüüab (Sallailahü Aleyhi ve Selle m) 'in duvarlara karşı öğle veya ikindi " kıldığı; bir hayvan gelip önünden geçmek isteyince onu menettigi beyan edilmekte; hatta Râvî: «Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve SellemyiamvaS*-rını duvara yapıştırırken gördüm. Bu suretle hayvan arkasından geçti.» demektedir.

Kaadî fyâz diyor ki: «Önünden geçen bulunmayacağından emîn olmıyanlar için sütrenin meşru olduğunda hilaf yoktur. Bundan emîn olanlar hakkında ise ihtilâf edilmiştir.

11- Rivayetlerin birinde  Mina'da,  diğerinde  Araföt'da  denilmesi vak'anın iki yerde geçtiğine delildir.

 

48- Namaz Kılanın, Önünden Geçeni Menetmesi Babı

 

258- (505) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): b. Eslem'den dinlediğim, onun da Abdurrahmân b. Ebî Sald'deö, OtttUJf da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Resüllüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz namaz kılarsa önünden hiç bir kimseyi geçirmesini Onu müm­kün olduğu kadar menetsin! şayet yine dinlemezse onunla mukatele etlini Çünkü o ancak bir şeytândır.»   buyurmuşlar.

 

259- (...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süley­man b. Muğîre rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Hilâl (yâni Humeyd) rivâyet etti. Dedi ki:

«Bir defa ben bir arkadaşımla beraber bir hadisi müzâkere ederken birden Ebû Salih Es-Senımân:

Ben Ebû Saîd'den işittiğimi ve gördüğümü sana söyliyeyim; dedi ve şöyle anlattı: Ben Ebû Saîd ile beraber bulunduğum bir sırada Ebû Saîd Cum'â günü, kendisini insanlardan setredecek bir şeye karşı namaz kılı­yordu, derken Benî Ebî Muayt kabilesinden genç bir zât geldi ve Ebû Saîd'İn önünden geçmek istedi. Ebû Saîd onun göğsüne dokunarak ken­disini defetti. Genç adam etrafına bakındı. Fakat Ebû Saİd'in Önünden başka geçecek yer bulamadı. Bunun üzerine yine oradan geçmeye kalkıştı. Ebû Saîd onun göğsüne ilk defâkinden daha şiddetli vurarak kendisini defetti. Bu sefer o adam Ebû Saîd'in karşısına dikilip ona sövdü» sonra cemâati sıkıştırarak çıktı gitti ve (Medine valisi) Mervân'm yanma gi­rerek Ebû Saîd'den gördüğü muameleyi ona şikâyet etti: Sonra Ebû Saîd de Mervân'ın yanma girdi. Mervân ona:

«Şu kardeşin oğluyla ne alıp veremiyorsun? (Bak sana) seni şikâyete gelmiş?» dedi. O zaman Ebû Saîd şunları söyledi.

Ben Resûltillah  (SalUûlahü Aleyhi ve Sellem):

«Biriniz kendisini insanlardan koruyacak bir şeye -karşı namaza durur da sonra önünden biri geçmek isterse onu göğsüne dokunarak defetsin. Din-, lemezse onunla mukatele etsin! Çünkü o ancak bir şeytandır.» buyurur­ken işittim.

 

260- (506) Bana Hârûn b. Abdi11âh ile Muhammed b. Rafı' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. İsmail b. Ebî Füdeyk, Dahhâk b. Osman'dan, o da Sadakatü'bnü Yesâr'dan [105], o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki; Resûlüllah   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz namaz kılarsa önünden hiçbir kimseyi geçirmesin! Dinlemezse onunla doğuşsun! Çünkü onunla beraber dostu şeytân vardır.» buyurmuş­lardır.

 

(...) Bana İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) Bize Efeû Bekir El-Hanefî haber verdi. (Dedi ki): Bize Dahhâk b. Osman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sadakatü'bnü Yesâr rivayet etti. Dedi ki: Ben İbni Ömer'i: «Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu...» diyerek bu ha­dîsin mislini rivayet ederken dinledim.

Ebû Saîd hadîsini Buharı «Namaz», «Bed-i Halk» ve «Sı-fat-ı İblîs» bahislerinde, Ebû Dâvûd  ile Nesâi dahi -Namaz» bahsinde tahric etmişlerdir.                                                                          

Benî Ebî Muayt kabilesinden geldiği bildirilen genç adamın ismi bir rivayette Velîd b. Ukbe diye tasrîh edilmiştir. îbnİ Ebî Şeybe'nin «Musannef» inde bu zâtın Abdurrahman b. Ha­ris olduğu bildiriliyor.   Abdürrezzâk'ın rivayetinde ise Dâvûd b. Mervân nâmında bir zât olduğu görülüyor. Bu rivayetle­rin arasını bulmak için en güzel çâre vak'anın ayrı ayrı şahıslarla mü-teaddid defalar vukûbulduğuna kail olmaktır.

Mervâ'dan murâd: Emevî hanedanından Mervân b. Ha­ltem'dir. Bu zâtın Peygamber

(SallallahüAleyhiveSeUem)*i gördüğü rivayet olunur. Vâkıdî 'nin beyânına göre Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatında Mervân sekiz yaşında çocukmuş. Ondan ha­dîs rivayet edememiştir. Mervân o gün Medine'de Vali bulunuyor­du. Hz. Ebû Saîde: «Kardeşin oğlu ile ne alıp veremiyorsun?» di­yerek hâdisenin hakikatini anlamak istemiş ve bütün mü'minlerin kar­deş olmasına bakarak din kardeşi yerine «Kardeşin oğlu» tâbirini kut-lanmışdır. Bu cümle: «Hz. Saîd'in önünden geçen genç Ve1îd b. Ukbe değildi.» diyenlerin sözünü te'yîd eder. Çünkü Velî d 'in ba­bası Ukbe kâfir olarak öldürülmüştür. Binâenaleyh onun oğlu hak­kında «Kardeşin oğlu» denilemez.

Kurtubî 'nin beyânına göre, namaz kılarken önünden geçen kim­se işaretle ve hoş bir muameleyle geçmekden menedilir. Fakat hadisin za­hirinden anlaşılıyor ki geçmek isleyen kimse işaret v.s. den anlamaz da kendisini menetmek için döğüşmekten başka çâre kalmazsa nihayet ona da başvurulur. Çünkü bu derece inatlık gösteren kimse olsa olsa bir şey­tândır. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada işaretten almayan inatçıyı bir teşbih-i belîg ile şeytâna benzetmiştir. Bâzılarına göre şeytan­dan murâd ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Önünden geçen kim­sedir. Böyle inatçı kimselere lisanımızda dahî şeytân denir. Bâzıları cüm­leye bir muzâf takdir ederek: «Bu ancak şeytânın yapacağı iştir.» şek­linde mânâ vermişlerdir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler.

 

1- Namaz kılan kimsenin sütre kullanması gerekir. 1bni 1-Arabî 'nin beyânına göre; sütre dikmenin vacip olup olmadığı ihtilaf­lıdır. Şöyle ki:

a) Sütre dikmek vâcipdir. Şayet dikemezse bir çizgi çizer. İmam Ahmed b. Hanbel'in kavli budur. Hz.   Ömer: «Sütresiz na­maz kılan bir kimse namazının ne kadar noksaulaştığmı bilse kendini in­sanlardan koruyacak bir sütre knllanmaksızın hiç bir namaz kılmazdı.»

demişdir.

b)  Sütre kullanmak müstehabdır. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî  hazerâtının mezhepleri budur.

c) Sütre terkedilebilir. Bu kavil İmam-ı Mâlik 'den nakledilmiş­tir. Atâ' dahî: «Sütrenin terkedilmesinde bir beis yoktur.» demiştir.

Buhârî Sarihi Aynî bu hususta on nevî söz olduğunu kaydediyor ve bunları şöyle sıralıyor:

a) Sütre dikmenin vacip olup olmadığı hakkında;

b) Geçilmesi mekruh  olan  yerin  mikdân  hakkındadır.  Bâzılarına göre; geçilmesi mekruh olan yer secde mahallidir. Bir takımları iki veya üç saff demiş; başkaları üç argın; daha başkaları beş arşın olduğunu söy­lemişlerdir. Kırk arşın olduğunu söyleyenler deNvardır. îmam   Şafiî ile îmam   Ahmed   b.   Hanbel'e   göre üç arşındır. îmam   Mâ­lik   bu ciheti bir mikdarla tâyin etmemiştir. Yalnız rükû' ve sücûd ya­pabilecek ve önünden geçeni defedebilecek kadar yer olması îcab eder.

c) Ovada   namaz   kılan   kimseye   sütre   kullanmak   müstehabdır. Ebû Dâvûd 'un Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîsde Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz namaz kılacağı zaman yüzünün karşısına bir şey diksin; bir şey bulamazsa bir sopa diksin. Sopasıda yoksa bir çizgi çizsin. Böyle ya­parsa önünden geçenin ona bir zararı olmaz.» buyurmuşdur. Mezkûr ha­dîsi İbni Hibbân (Sahih) inde tahric etmiştir. Îbnü'1-Medîni ile Ahmed b. Hanbe1'in onu sahîh buldukları rivayet olunmuşsa da Kaadı İyâz onun zayıf olduğunu söylemişdir. Süfyân b. Uyeyne, İsmail b. Ümeyye, îmam-ı Şâfİî   ve   Nevevî   onun zayıf olduğuna işaret etmişlerdir.

d) Sütrenin mikdân hakkındadır. Sütrenin bir arşın veya daha faz­la uzun olması lâzım geldiğini az yukarıda görmüştük.

e) Sütrenin kalınlığı bir parmak kadar olmalıdır. Çünkü daha ince olan bir çubuk uzaktan görünmez.

g) Namaz kılan sütreye yakın durmalıdır. Bu hususta da az yukarıda söz geçmişti.

h) Sütre yâ sağ kaşın yahut sol kaşın hizasına dikilmelidir. ,

i) İmamın sütresi cemaata da sütre sayılır

j) Sütrede Hanefîler'e göre muteber olan, onu yere yatırmak veya onunla yere çizgi çizmek değil yere dikmekdir. Çünkü maksat, Önünden geçenleri menetmekdir. Bu ise sopayı yere yatırmak veya çizgi çizmekle hâsıl olamaz. Mâamâfîh yer sert olur da sopayı dikmeye imkân buluna­mazsa onlara göre sopa uzunluğuna yere yatırılır. Çünkü hadîsde yere dikmek zikredildiği gibi yatırmak da zikredilmiştir. Fakat çizgi hakkın­da bir şey vârid olmamışdır. Zâten çizginin varlığı ile yokluğu müsavidir. Uzakdan görünmez. îmam Şafiî vere dikilecek bir şey  bulunamadiği zaman uzunluğuna yere bir hat çizileceğine kail olmuşdur. Fa­kat Cumhur çizgi çizmeyi bâtıl addetmişlerdir. Nitekim İmam-ı Şafiî dahî sonraları bu sözünden dönmüşdür.

k) Hanefîler'e göre: Gaspedilmiş bir sopadan sütre olabilir. İmam-ı Ahmed'e göre ise gasp edilen sütre ile kılınan namaz bâtıl olur. Ona göre; gasp edilen elbise içinde kılman namazın hükmü de budur.

2- Namaz kılan kimsenin, önünden geçeni defetmesi vacip midir, yoksa mendûp mu? suâline Nevevî şu cevâbı vermişdir: «Bu mese­le kuvvetle mendûpdır.  Fukâhâ'dan  ona vâcibdir  deyeni bilmiyorum.» Zahirîlere göre önünden geçeni defetmek vâcibdir. Çünkü emrin zahiri bunu göstermektedir. Nevevî yâ zahirîlerin bu kavlini görmemiş; yahut onların muhalefetine kulak asmamışdır.

İbni Battal diyor ki: «Ulemâ namaz kılanın önünden ge­çeni defetmesi sütreye karşı kıldığı zamandır; sütresiz kılarsa niş bir la-sarrufda bulunamaz, çünkü o yerden geçmek herkese mübahdır. Binâ­enaleyh oradan geçeni menetmeye dak kazanması için bir delîl lâzımdır. O da sütredir... demişlerdir.»

3- Önünden geçen kimseyi menetmek için onun yanma kadar git­mek caiz değildir. Onu ancak bulunduğu yerden defedebilir. Çünkü yü­rümenin mefsedeti o kimsenin geçmesinden daha büyüktür. Uzakdan ge­çen yâ işaret yâ teşbihle menedilir. İkisi birden yapılamaz.

Îmâmü'l-Haremeyn'e, göre önünden geçen kimseyi mu­hakkak itip kakmak suretiyle defetmek şart değildir. Bilâkis geçen kim­senin göğsüne hafifçe dokunmak ve işaret etmek kâfidir. Rûyânî'ye göre ise; geçenin ölümüyle neticelense bile onu ısrarla önlemek îcab eder. Bâzıları: «Menetmekden daha şiddetli, fakat namazı bozmayacak dere­cede itmek gerekir.» demişlerdir. İmam Mâlik'le Ahmed b. Hanbel'in meşhur olan mezhepleri budur. Bu bâbda daha başka sözler de vardır.

Namaz kılanın önünden kedi gibi işaretten anlamayan bir hayvan geçse Mâlikîler'e göre onu ayakla yahut sütreye yapıştırmak suretiyle de­fetmek gerekir.

4- Namaz kılanın önünden geçmek isteyen kimse bu inadında isrâr ederse kendisi ile çarpışma yapılır mı yapılmaz mı meselesine   Kaad  îyâz   şu cevabı vermişdir: «Silâhla mukâtele yahut ölümüne müncer olacak bir âletle çarpışma lâzım değildir. Ama caiz bir şeyle defetmeye çalışırken o kimse ölse bütün ulemânın ittifakı ile kısas îcab etmez. Diyetini ödemek lâzım gelip gelmiyeceği hususunda ulemâ iki mezhebe ayrıîmışlardır.»

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hadîs-i şerif de: «Onunla mukâtele etsin» buyurması Cumhur-u Ulemâya göre zorla defetsin ma­nasınadır. Bundan öldürmenin caiz olacağı mânâsı çıkmaz; çünkü mak­sat namaz kılanın önünden geçmenin pek çirkin bir şey olduğunu mü­balağalı bir şekilde anlatmakdır. Şâfiîler'den bir cemâat namaz kılan kimsenin önünden geçenle hakîkaten mukâtele edeceğine yâni onu öl­dürebileceğine kail olmuşlarsa da İbnü'l-Ara bî bu sözü red­detmiş ve mukateleden muradın müdâfaa olduğunu söylemişdir. t bnül1 Münzir'e göre ilk geçmek istediğinde göğsüne dokunmak suretiyle meneder. Bundan anlamazsa ikincide mukatale eder ki, müdâ­faadan murâd da budur. Bâzıları üç defa menettikten sonra yine sözden anlamazsa ondan sonra mukâtele edileceğini söylemişlerdir. Hattâ: «Bun­dan murâd: namaz bittikten sonra o kimseyi muaheze etmekdir.» diyen­ler de olmuşdur.

5- Namazda pire öldürmek, vücudu kaşımak, hafif vurmak sure­tiyle akrep öldürmek gibi şeyler âmel-i kesîr derecesini bulmamak şartı ile caizdirler.

6- Namaz kılanın önünden geçen kimse onu Rabbine münâcâtdan alakoyduğu için şeytân gibidir.

Dinde fitne çıkaran kimseye şeytân denilebilir.

7- Hüküm isimlere değil mânâlara göre verilir. Çünkü namaz kı­lanın Önünden geçmekle bir kimsenin hakîkaten şeytân olması mümkün değildir.

8- Mefsedetleri def için evvelâ en hafif çâreye başvurulur.

9- Dâvaların hâkim huzurunda yapılması şarttır. Hiç bir kimse hasmından hod be hod intikam alamaz,

10- Âdil râvînin rivayeti makbuldür.

 

261- (507) Bize Yayhâ b. Yahya rivayet etti. (Dedi M): Mâük'e, Ebü'n-Nadr'dan dinlediğim, onun da Büsr b. Saîd'den naklen rivayet et­tiği şu hadisi okudum: Zeyd h. Hâlid El-Cühenî [106], Büsr'ü namaz kıla­nın önünden geçen hakkında Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) den ne işitmiş! diye sormak üzere Ebû CÜheym'e göndermiş. Ebû Cfl-heym [107]  şunları söylemiş: Resûlfillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Namaz kılanın önünden geçen kimse ne derece vebal yüklendiğini bilse onun için kırk yıl beklemek önünden geçmekden daha hayırlı olurdu.» buyurdular.

Ebû'n-Nadr: «Kırk gün mü, kırk ay mı yoksa kırk yıl mı? dedi; bil­miyorum» demiş.

 

(...) Bize Abdullah b. Haşİm b. Hayyân El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Süfyân'dan ,o da Salim Ebu'n-Nadr'dan, o da Btisr b. Said'den naklen rivayet etti ki, Zeyd b. Halid El-Cuhenî Peygamber (Salkûlahü Aleyhi ve Sellem) 'den ne duydun? diye sormak üzere. Ebû Cüheym El-Ensârî'ye haber göndermiş. Müteakiben râvi Mâlik hadisi gibi rivayette bulundu.

Bu hadîsi bütün Kütüb-ü Sitte sahipleri tahric etmişlerdir. Hadisin bâzı rivayetlerinde meseleyi sormak için adam gönderen zât ile kendi­sine adam gönderilenin isimleri maklûb zikredilmişse de İmam Mâ1ik'in «El-Muvatta- 'mda bu husûsda hiç bir ihtilâf gösterilmemiştir. Meseleyi sormak için Büsr b. Saîd'i gönderen Zeyd b. Hâlid El - Cühenî'dir. Zeyd, Büsr'ü, Ebû Cüheym'e göndermişdir. Nitekim Mü si imin buradaki rivayetinde ve   îbni   Mâce   ile başkalarının rivayetlerinde de sened böyledir.

Rivayetlerin bâzısında kırk yıl mes'elesi sene zikredilmeksizin sâ­dece kırk, diye itlak edilmiş, bâzısında kırk yıl yahut kırk ay yahut kırk sabah yahut kırk saat denilmiş; bir takımlarında bunun yerine daha baş­ka tâbirler kullanılmıştır. Meselâ İbni Hibbâ n'ın Hz. Ebû Hüreyre'den tahric ettiği rivayette: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) :

«Biriniz namaz kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük günah olduğunu bilse, yüz sene yerinde durması onun Önünden bir adım atmakdan kendisine daha hayırlı gelirdi.» buyurdular... denilmiş. Taberânî 'nin rivayetinde: Namaz kılanın önünden geçen kimse­nin kıyamet gününde kuru bir ağaç olmak isteyeceği zikredilmişdir. Bâzı rivayetlerde bunun yerine: «Namaz kılanın önünden geçen kimse üze­rine ne derece vebal aldığını bilse uyluğunun kırılmasına razı olur da onun Önünden geçmezdi!» denilmiştir. Kâ'bu'l-Ahbâr: «Namaz kılanın Önünden geçen kimsenin yere batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır.» demişdir. Bütün bunlar namaz kılanın Önünden kasden geç­menin pek çirkin bir hareket olduğunu göstermektedirler. Sütrenin dış yanından geçmek memnu değildir.

Namaz kılan kimsenin önünden geçerek günâhını üzerine almaktan-sa uzun müddet yerinde durup geçmemek daha hayırlıdır. Bu müddet rivayetlerin bâzılarında kırk, bâzılarında yüz yılla temsil edilmişdir. Kirman î'nin beyânma göre; kırk yılla temsilin hikmetini yalnız Allah bilirse de, insanın geçirdiği her tavır kırk adediyle kemâl bulduğu için kırk adedinin zikredilmiş olması muhtemeldir. Aynî'ye göre; yüz adedinin zikredilmesi de ondan sonra gelen binlere nisbetle ortada bu­lunduğu için olsa gerektir. Bittabi her şeyin en hayırlısı orta derecede

olanıdır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler

 

1- Namaz kılan bir kimsenin önünden geçmek çirkin bir şeydir; ve günahtır. Nevevî :Bu hadîsde namaz kılanın önünden geçme­nin  haram kılındığına delil vardır.» diyor, önünden geçmenin hûdûdu  ihtilaflıdır. Bâzılarına göre; memnu olan yer   namaz kılan kimse ile secde edeceği yer arasıdır. Bâzıları bunun namaz kılandan iti­baren üç arşın, bir takımları da bir taş atımı kadar bir mesafe olduğunu söylemişlerdir.

2- îbni   Battâl'a göre: Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi veSetiem) in: «Bilmiş olsa» tâbirinden buradaki nehyin bile bile geçenlere mahsus olduğu anlaşılır. Bâzıları bunu baîd görmüş ise de îbni Ba11â Tın mutâlasına bir diyecek yoktur. Çünkü hadîsin ibaresinde geçen «lev» kelimesi şart ifâde eder. Binaenaleyh şart bulunmayınca ona terettüp edecek hüküm de bulunmaz. Yânî; namaz kılanın önünden geçmenin mem­nu olduğunu bilmeyen bir kimsenin oradan geçmekle günahkâr olma­ması lâzım gelir.

3- Hadîsdeki nehy bütün namaz kılanlara âmm ve şâmildir. Bâzı kimselerin onu yalnız imam ve münferiden kılana tahsis etmeleri yer­sizdir.

4- İlmi araştırmak ve elde etmek için peşinde adam göndermek meşrû'dur.

5- İstinabe caizdir. Yâni; bir kimse kendi yerine başkasını naip tâyin edebilir.

6- Ulemânın ilmi birbirlerinden almaları meşrû'dur.

7- Haber-i vâbit makbuldür.

 

49- Namaz Kılanın Sütreye Yakın Durması Babı

 

262- (508) Bana Yâkûb b. İbrahim Ed-Devrakî rivayet etti. (De­di ki): Bize tbni Ebî Hâzim rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, Sehl b. Sa'd Es-Sâidi'den rivayet etti. Demiş ki: Resulü11âh (Sallaîlahü Aleyhi ve Setlem) in namaz kıldığı yerle duvar arasında bir koyun geçecek kadar yer vardı.

263- (509) Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. El-Mûscnııâ ri­vayet ettiler. Lâfız İbnü'l-Müsennâ'nındır. İshak (Bize haber verdi) tâbîrini kullandı. İbnü'l-Müsennâ: Bize Hammâd b. Mes'ade [108], Yezİd'den (yâni îbni Ebî Ubeyd'den) o da Seleme'den —ki Ibnü'1-Ekvâ' [109] dır.— naklen rivayet etti: Seleme mushafm konduğu yeri araştırır; orada na­file namaz kılarmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de bu yeri araştırdığını söylemiş. Mezkûr yer minberle kıble arasmda koyun geçecek kadar bir yermiş.

 

264- (...) Bize bu hadisi Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mekkî rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd haber verdi. Dedi ki: Seleme mushafın bulunduğu yerdeki direğin yanında namaz kılmağa çalışırdı. Ben kendisine: Yâ Ebâ Müslim! görüyorum ki; hep bu direğin yanında namaz kılmağa çalışıyorsun; dedim. Seleme: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu direğin yanında namaz kılmayı ihtiyar ettiğini gördüm (de onun için böyle yapıyorum) cevâbını verdi.

Bu rivayetleri Buhârî «Kitâbu's-Salât»'da biri birine yakın yerlerde tahrîc ettiği gibi birinci rivayeti Ebû Dâvûd dahî «İÜ-1 tâbu's-Salât-'da, ikinci rivayeti İbni Mâce yine «Kitâbu's-SalâU'da tahrîc etmişlerdir.

Anlaşılıyor ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz min­berin yanı basma durarak cemaata imam oluyormuş. Çünkü Mescid-i Nebevî'de mrhrâb yoktu. Minberle kıble duvarının arasmda da koyun ge­çecek kadar bir aralık vardı. Bunun sebebi ilk saffda olanların birbirle­rini görebilmeleridir.

İkinci rivayette de işaret edildiği vecihle: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in mescidinde mushafm konulmasına mahsus bir yer vardı. Bu yer Hz. Osman zamanından beri malum idi. Hadîsin bir rivayetinde Sandığın arkasında namaz kılardı.» denilmesine bakılırsa mushafın bir sandık içine yerleştirildiği ve bir direğin yanma konulduğu anlaşılıyor. Yanma mushaf sandığı yerleştirilen direk «muhacirler direği» nâmı ile mârufdur. Çünkü muhacirler bu direğin yanında toplanırlarmış. Ebû Müslim Hz. Selemetü'bnü Ekva'ın künyesi-dir. Hadîsden anlaşılıyor kî BesûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) vaktiy­le o direğin yanında namaz kılarmış, bilâhara Hz. Seleme dahî te-berrüken onun kıldığı yerde namaz kılmak için orasının boş olmasını kol-larnuş.

Hz. Âişe'nin: «İnsanlar bu direği bilseler onun yanına durmak için birbirlerine ok atarlardı!» dediği ve onu gizlice îbni Zübeyr'e söylediği rivayet olunur. Onun için Îbni Zübeyr (Radiyallahû anh) bu direğin yanında çok namaz kılarmış.

Îbni Battal: «Resûlüllah (Sallallakii Aleyhi ve Sellem) sahrada değnekten sütre yaptığına göre mescidin direğini kendisine sütre yap­ması evleviyette kalır. Çünkü sütre yapmak için direk değnekden daha muhkemdir» diyor. Bundan da anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) Efendimiz direği sütre olarak kullanırmış.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler

 

1- İmam'm sütreye yakın durması matlûbdur. Mâlikiyye ulemâ­sından Ibni'l-Kaasim'in îmam-ı   Mâlik 'den rivayetine gö­re; imamla sütre arasında iki saff sığacak kadar mesafe bulunması doğru değildir.

Kurtubî bu babdâ şunları söylemişdir: «Ulemâdan bâzılan (ko­yun geçecek kadar aralık) bulunduğunu bildiren hadîsi ayakta bulunduğu zamana, bu bâbdaki Bilâl hadîsini de Kabe'de namaz kıldığı za­mana hamletmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kendisi ile kıble arasında rükû' ve secde hâlinde üç arşına yakın mesafe birakmışdı. îm&m-i Mâ1ik bu husûsda bir had tâyin etmemişdir. Bu mesafe rükû' ve sücûda elverecek ve önünden geçeni def edebilecek mikdârda olmalıdır.

Bâzıları imamla sütre arasındaki mesafeyi bir karış; diğerleri üç arşın olmakla takyîd etmişlerdir. îmâm-ı Şafiî ile Ahmed b. Hanbe1'in, Atâ ve riğer bâzı ulemânın kavilleri budur. Bâzıları mezkûr mesafenin altı arşın olacağını söylemişlerdir.

2- Mescidin muayyen bir yerinde bir fazilet olduğu zaman dâima orada namaz kılmakda beis yokdur. Devamlı surette ayni yerde namaz kılmakdan nehy eden hadîsler o yerde husûsi bir fazilet olmadığına gö­re vârid olmuşdur. Binâenaleyh tedris, fetva, vâ'z v.s. gibi vazifeleri îfâ için mescidde bir yer tahsis etmek mekruh değil bilakis müstehabdır.

3- Mescid direklerinin yanında namaz kılmak caizdir. Bu takdirde direği önüne alarak namaza durmak müstehab olursa da efdâl olan bunu âdet edinmemek ve direği sağına yahut soluna almakdır. îmam Mâ­lik 'den bîr rivayete göre özürsüz mescid direkleri arasında namaz kıl­mak mekruhdur. Kerahetin sebebi direğin saffi kesmesidir.

 

50- Namaz Kılan Kimseye Sütre Olacak Şeyin Mikdarı Babı

 

265- (510) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi M): tsmâil b. Uleyye rivayet etti. H.

Dedi ki: Bana Züfaeyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İs­mail b. İbrahim, Yûnus'dan, o da Humeyd b. Hilâl'dan, o da Abdullah b. Sâmid'den [110]» o da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz namaz kılmaya kalktığı zaman önünde semerin arica kaşı ka­dar bir şey bulunursa o kendisine sötro olur. Eğer Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunmazsa o kimsenin namazını eşek, kadın ve kara köpek (den birinin geçmesi) bozar.» buyurdular.

Ben: «Yâ Ebâ Zerrî Siyah köpeğin, kırmızı köpekden, sarı köpekden farkı nedir ki?» dedim Ebû Zerr:

— Ey kardeşim oğlu! senin bana sorduğun gibi bunu ben de Resû-lÜUah (Satlatlahü Aleyhi ve Sellem)'e  sordum da:

«Kara köpek şeytandır.»     buyurdular; dedi.

 

(...) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile tbn Beşşâr dahi rivayeti ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb b. Cerîr haber verdi. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti, H.

Dedi ki: Bize yine tshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir b. Sü­leyman haber verdi. Dedi ki: Ben Selm b. EM'z-ZeyyâTden [111] dinle­dim. H.

Dedi ki: Bana Yûsuf b. Hammâd El-Ma'nîy [112] dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ziyâd EI-Bekkâî, Âsım-ı Ahvel'den rivayet etti. Bunla­rın hepsi Humeyd b. HilâTden, Yûnus'un isnadı ile onun hadîsi gibi ri­vayette bulunmuşlardır.

 

266- (511) Bize İshâk b. tbrâhim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mah­zunu haber verdi. (Dedi ki): Bize Abdülvâhid [113] -ki İbni Ziyâd'dır- riva­yet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Abdillâh b. Esam rivayet etti (De­di ki): Bize Yezid b. Esam, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Namazı kadın, eşek ve köpek bozar. Bunu semerin arka kaşı kadaı bir şey korur.» buyurdular.

Bu rivayetlerde zikri geçen üç şeyin namazı bozup bozmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzıları bunlarla namazın hakîkaten bozul'duğuna kail olmuşlardır. İmam Ahmed b. Hanbel (Rahimehuliah) «Na­mazı kara köpeğin geçmesi bozar. Ama eşekle kadının bozup bozmaya­cağı hususunda kalbimde bir şüphe var.» demişdir. îmam Ahmed'in kavli şöyle izah olunur: Köpek hakkında bu hadîse muarız hiç bir riva­yet yoktur. Binâenaleyh namaz kılanın önünden köpeğin geçmesi nama­zı bozar. Kadınla eşeğe gelince: buradaki rivayetler onların geçmesiyle de namazın bozulacağını ifâde ediyorsa da az sonra görüleceği vecihle ka­dın hakkındaki Hz. Âişe hadîsi bunlara muarızdır. Eşek hakkındaki İbni Abbâs (RadiyaUahû anh) 'in rivayet ettiği hadîsi de az yukarıda görmüşdük. Bu sebeple İmam Ahmed bunlar hakkında şüphesi bu­lunduğunu söylemiştir.

îmam-ı Âzam, îmam Mâlik, îmam Şafiî hazerâtı ile Selef ve Halefin cumhuruna göre: namaz kılanın önünden köpek, ka­dın, eşek ve daha başka bir şey'in geçmesi ile namaz bozulmaz. Bu ze­vat babımız rivayetini te'vîl etmiş ve buradaki namazın bozulmasından murâd bunlar sebebiyle namazın noksanlaşması olduğunu söylemişler­dir. Bâzıları bu hadîsin:

«Kişinin namazını hiç bir şey bozamaz...» hadîsi ile neshedüdiğini söylemişlerdir.

Hadîs'de zikri geçen şeylerle namazın bozulduğuna kail olanlar na­mazın bozulmasına sebep bu üç şeyin şeytân mânâsında olmasını göste­rirler ve: «Köpeğin şeytan olduğu nass-ı hadîsle sabittir. Kadının şeytan­lığı da şeytân suretinde görünmesinde ve kurduğu tuzaklardadır. Eşeğin şeytan olması ise Nuh (Aleyhisselâm)'a gemide iken şeytânın eşek suretinde gelmesindendir. Sonra bunların üçünde de necaset jnaft* nâsı vardır. Köpek necis'dir. Kadın hayız gördüğü için onun da necasetle alâkası vardır. Eşek dahî necis olduğu için yenmez. Şeytan da necis'dir. Onun için bunlara şeytan denilmişdir.» derler.

«Namaz kılanın önünden geçen hiç bir şey namazı bozmaz» diyen­ler buradaki rivayetleri bozulma korkusu hususunda mubâlega mânâ­sına hamletmişlerdir. Çünkü namaz kılan kimse önünden geçenle meşr gûl olacağı için namazının fesadından korkulur. Yahut buradaki bozmak-dan murâd namaza verilen dikkat ve ehemmiyeti bozmaktır. Çünkü şeytan vesvese verir. Kadın fitneye sebep olur, köpekle eşek dahî seslerinin çirkinliği dolayısıyle teşviş ve nefrete sebep olurlar.

İmam Nevevî nesh meselesini vârid görmemektedir. Çünkü zikredildiği vecihle hadîslerin aralarım bulmak mümkündür. Nesh'e ise ancak bu mümkün olmadığı zaman başvurulur. Sonra Nesh iddiası için târih bilinmesi şarttır. Buradaki hadîslerin hangisi evvel, hangisi sonra vârid olduğu bilinememektedir. Bu sebeple Nesh iddiası doğru değildir.

 

51- Namaz Kılanın Önüne Aykırı Yatma Babı

 

267- (512) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd ve Zti-heyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'-den, o da UrVe'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. ki; «Aişe Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) geceleyin namaz lalar, ben de onun­la kıble arasına cenaze gibi aykırı uzanmış bulunurdum.» demiş.

268- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bütün gece na­mazlarını kılar, ben de kıble ile onun- arasında aykırı olarak uzanmış bu­lunurdum. Vitiri kılmak istediği zaman beni uyandırır, onu ben de kı­lardım.»

 

269- (...) Bana Amr. b. Ali rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Bekir b. Hafs'dan, o da Urvetü*bnü Zübeyr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Âişe  (Bize):

  Namazı ne bozar?., diye sordu.

  Kadınla eşek (bozar) dedik. Bunun üzerine Âişe:

  Hakikaten kadın (size göre) pek kötü bir hayvandır. V&Hâhi ben kendimin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem)   namaz   kılarken  cenaze gibi onun önüne aykırı uzandığımı görmiişümdür.» dedi.

 

270- (...) Bize AmrÜ'n-Nâkıd İle Ebû Saîd El-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hafs b. Gıyâs rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Ömer b. Hafs b. Gıyâs da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'raeş rivayet etti. (Dedi ki): Bana İbrahim, Esved'den, o da Âİşe'den naklen rivayet etti.

Â'meş demiş ki: Bana Müslim de, Mesrûk'dan, o da Âİşe'den naklen rivayet etti. Âişe'nin yanında namazı bozan şeyler (den) köpek, eşek ve kadın zikredilmiş de şöyle demiş: «Bizi eşeklerle köpeklere benzettiniz. Vallahi ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i namaz kılarken, gör­düm; halbuki kendim serîr üzerinde onunla kıble arasına uzançpış yette idim. Bu halde iken hacetim gelir; fakat ben oturup da Besûlflfian (SaUalhhü Aleyhi ve Sellem) 'e eziyet vermekden çekindiğim için şeririn ayaklan tarafından sıyırılıp çıkardım.»

 

271- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş: -Siz bizi köpeklerle, eşeklerle bir tuttunuz! Val­lahi ben şerir üzerinde uzanıp yattığımı bilirim. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelir de şeririn ortasına durarak namaz kılardı. Ben onun karşısına gelmekten çekinir; şeririn ayaklan tarafından yorganımdan sıyrılırdım.

 

272- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebu'n-Nadır'dan dinlediğim, onun da Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân'dan, o-nun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Aişe şöyle de­miş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda ayaklarım kıblesine gelmek suretiyle yatardım. Secde ettiği zaman beni dürter, ben de ayaklarımı çekerdim. O secdeden kalktığı zaman ayaklarımı yine uza­tırdım. O zaman evlerde (Henüz) kandiller yoktu.

Bu hadîsi Buhâri «Kİtâbü's-Salât» in muhtelif yerlerinde ki­mi uzun kimi kısa olmak üzere muhtelif vecihlerden rivayet ettiği gibi, Ebû Dâvûd ile Nesâî ve îbni Mâce dahî «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Hz. Âişe'nin «Ben cenaze gibi Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile kıblesinin arasına aykırı uzanırdım» sözünden muradı, mu-sallâ'da namazı kılınan bir cenaze nasıl cemâatin Önüne aykırı olarak ya­tırılır da başı cemaatın sağ taraflarına, ayaklan sol taraflarına gelirse, ben de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önüne ayni şekilde yatar; uyurdum... demektir.

Hadîs-i şerif yerine göre muhtelif ibarelerle rivayet edilmişdir. Bu cümleden olmak üzere rivayetlerin bâzılarında Âişe (Radiyatlahû anha) nın: «Bizi eşeklerle, köpeklere benzettiniz.» başka bir rivayette: «Bizi köpek yaptınız.» diğer bir rivayette: «Bizi köpeklerle, eşeklerle bir tuttunuz.» dediği görülmektedir.

Tahavî,   bu hadîsi yedi sahih tarîk'dan rivayet etmişdir.

 

Hadisin Muhtelif Rivayetlerinden  Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Erkek, kadına karşı namaz kılabilir. Kadının onun karşısında bulunması namazını bozmaz.     Ulemâdan bâzıları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden başkalarına bunu mekruh     görmüşlerdir. Çünkü karşısında kadını görmek fitneye sebepdir. Namaz kılanın kalbi onunla    meşgul olur. Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise; böyle şeylerden münezzehdir. Onun için kadına karşı namaz kılmak kendileri­ne mekruh değildir. Kıldığı namazın gece namazı olduğu tasrîh edilmek­te ve o zaman şimdiki gibi    kandiller bulunmadığı rivayetlerin birinde bildirilmektedir. Şu hâlde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *m kar­şısındaki kadını zâten görmediği anlaşılıyor.

2- Uyuyan bir kimseyi namaz için uyandırmak müstehabdır.

3- Namaza amel-i kâlil (yani namaz dışı az bir işle meşgul olmak) zarar etmez.

4- Uyuyan gir kimseye karşı namazı kılmak caizdir. Bâzıları bunu mekruh görmüş ve   İbni   Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olu­nan: «Uyuyan kimsenin ve konuşanın arkasında namaz kılmayın!» hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Ancak bu hadîs zayıftır. Bu bâbda başka hadîsler varsa da onlar da zayıftırlar.

5- Hanefilere  diğer  bâzı  ulemâ Hz. Âişe'nin :  «Resûlüllah

{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni dürterdi.» sözü ile istidlal ederek kadına dokunmanın abdesti bozmıyacağına kail olmuşlardır.

6- Yatak üzerinde namaz kılmak caizdir. Fakat mes'ele yine de ih­tilaflıdır. İmam Âzam ile Şafiî Hazretlerine göre yaygı, kilim ve halı gibi şeyler üzerinde namaz kılınabilir. Ebû'd-Derdâ' (Radiyallahû anh)   'in: «Birbiri üzerine serilmiş altı tane halı üzerinde na­maz kıl sam hiç aldırış etmem!» dediği;   İbni Abbâs   Hazretleri­nin evi tamâmiyle kaplayan bir halı üzerinde namaz kıldığı rivayet olu­nur. Ashâb-ı kirâm'dan Ebû Vâil ile Ömer b.   Hattat (Radiyallahû anhûma)ve tabiînden Atâ  ile Saîd b. Cübeyr hazerâtı dahî halı üzerinde namaz kılmışlardır.   Hasan-ı   Basrî: «Halı üzerinde namaz kılmak da beis yoktur.» demiştir.

Ashâb-ı kirâm'dan Câbir b. Abdillâh, Ali b. Ebi Tâlib, Ebu'd-Derdâ1 ve Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahû anhûm) hazerâtı kıldan yapma yaygı üzerinde namaz kılar-larmış. îmam-ı Mâlik: «Başı ve elleri yere koymak şartı ile yün ve kıldan mamul seccade üzerinde namaz kılmakda bir beis görmem» de­miştir.

7 - Gece namazı kılmak müstehabdır.

8- Vitir namazını gecenin sonuna doğru tehîr etmek müstehabdır. Ancak bunun için yâ bizzat uyanacağına güvenmek, yahut uyandıracak bir kimsesi bulunmak lâzımdır. Aksi takdirde uyumadan vitir'i kılmak ev­lâ olur.

9- Hz. Âişe: «O zaman evlerde kandiller yoktu.» sözü ile özür beyân etmek istemişdir. Bu sözün mânası: «Eğer kandil olsaydı Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in  hareketlerini  görür,  secde  edeceği  za­man ayağımı çekerdim.» demektir.

 

273- (513) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâ-lid b. Abdillâh haber verdi. H.

Dedi ki: Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bi­ze Abbâd b. Avvâm rivayet etti. Bunlar ikisi birden Şeybâni'den, o da Abdullah b. Şeddâd b. Hâd'dan naklen rivayet etmişlerdir. Abdullah de­miş ki: Bana Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz kılar, ben de hayzlı olduğum halde onun hizasında bulunurdum. Çok defa secde etti­ğinde elbisesi bana dokunurdu.»

 

274- (514) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb riva­yet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Tal-hatü'bnü Yahya, Ubeydullah b. Abdillâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Âişe'den dinledim. Şunları söyledi: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılar, ben de ha izli olduğum halde üzerimde bir futa ile onun yanı başında dururdum. Futanın bir kısmı yanıbaşında onun ü-zerinde bulunurdu.»

Bu hadîsi Buhârî «Hayız- «Taharet» ve «Namaz» bahislerin­de; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce dahi «Namaz» bahsinde tahrSc etmişlerdir.

 

Bu Rivayetler Yukarki Rivayetlerin Delalet Ettiği Hükümlerden Mada; Şu Hükümleri İhtiva Eder:

 

1- Hayızlı kadınla bir arada bulunmak caizdir.

2- Hayızlı kadının bedeni temizdir.

3- Namaz kılan bir kimsenin elbisesine kadının dokunması nama­zına zarar etmez. Bu hususta kadının temiz veya hayızlı olması müsâ-vî'dir.

4- Kirman! bu hadîsle istidlal ederek: «Kadınla bir hizada namaz kılmak namazı bozmaz.» demiş. Ulemâdan bâzıları da bu husûsda ona tabî olmuşdur. Aynî 'nin beyânına göre Kirmânî bu sözü ile Haneftler'e dokunmak istemiştir. Çünkü onlara göre kadınla yanyana namaza durmak erkeğin namazım bozar. Lâkin bu mesele Kirmânî'-nin işaret ettiği gibi mutlak değil bâzı kayıt ve şartlarla mukayyeddir. O şartlardan biri erkekle kadının namazda edâ ve tahrîme hususlarında müşterek olmalarıdır. Hadîsde böyle bir şey zikredilmediğine göre beyân edilen muhâzât yânî yanyana durma Hanefîler'e göre de namaza manî değildir.

5- Hayızlı kadının elbisesi temizdir.

Fakat, Cumhur-u Ulemâya göre insan yüzüne karşı namaz kılmak mekruhdur.

 

52- Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak ve O llbiseyi Giymenin Sıfatı Babı

 

275- (515) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Saîd b. El-Müseyyeb'den, onun da Ebu Hü-reyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. Birisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e bir elbise içinde namaz kılmanın hükmünü sormuş da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):

«Her birinizin ikişer elbisesi varmi ki?»   buyurmuşlar.

 

(...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi. H.

Dedi ki: Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki): Bana da babam; dedemden naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti*. Bunların ikisi de İbni Şihâb'dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb ile Ebu Seleme'den, onlar da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîs'in mislini rivayet etmiş­lerdir.

 

276- (...) Bana Amrü'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize İsmail b. İbrahim, Eyyûb'dan, o da Muhammed b. SS* rîn'den o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:. Bir zât Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e nida ederek:

— Bizden birimiz bir tek elbise içinde namaz kılabilir mi? diye sordu. O da:

«Her biriniz iki elbise bulabilirini ya!» buyurdular.

Bu hadîsi, Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesâi ve İbni Mâce dahî tahrîc etmişlerdir, Tahâvî onu altı tarîkden rivayet etmişdir.

Hadîs'de Kesûlüllah (SalîatlahüA^yhiveSellem)'e sual soran zâtın is­mi tasrîh edilmemişdir. Bâzıları bu meselede Abdullah b. Mes'ûd (Radiyallahû anh) ile Hz. Übey b. Kâb'm ihtilâfa düştükle­rini nazarı itibâra alarak soranın İbni Mes'ûd olabileceğini söy­lemiş. Bir takımları da Hz Übey'in sormuş olmasmı muhtemel görmüşlerdir. İbni Mes'ûdile Übey hazerâtının ihtilâfları şu idi: Hz. Übey bir elbise içinde namaz kılmayı caiz görüyordu, İb­ni Mesûd (Radiyallahû anh) ise bunun ilk zamanlara yâni müslümanlann elbise bulamadıkları devirlere âid olduğunu söylüyor ve şimdi elbise sıkıntısı bulunmadığı için namazm mutlaka iki elbise içinde kılın­ması gerektiğini iddia ediyordu. Hz. Ömer, Übey (RodiyaliahÛ anh) in söylediğini kabul hattâ minbere çıkarak bunu oradan ilân etmiş ve: «Doğrusu Übeyy'in söylediğidir; tim Mes'ûd'un söylediği doğru değildir.» demiştir.

«Her biriniz iki elbise bulabilirini ya!» cümlesindeki sual Kaadı Iyâz 'a göre istifham-ı takriridir. Bu husûsda Kaadı lyâz şöy­le demektedir: «İbni Mes'ûd'dan rivayet edilen bir kavil müs­tesna, namazın bir elbise içinde caiz olacağında ihtilâf bulunmadığı gibi iki elbise içinde kılmanın efdâliyeti hususunda da ihtilaf yokdur. Çün­kü Peygamber (Sailallahü Aleyhi veSellem):

«Her birinizin iki elbisesi varmı ya!» hadîsi ile ruhsata işaret buyur-muşdur. Bu hadîs namazın bir elbise içinde caiz olacağını takrîr, iki el­bise içinde kılmanın efdaliyetine tenbihdir. «El-Muvatta- da rivayet edilen:

«Her kim iki elbise bulamazsa bir elbise içinde kılsın!» hadîsi de bu­nu gösterir.

Sahabenin fiilleri de ayni hükme delâlet ediyor. İbni Mes'ûd'-dan rivayet edilen kavlin sahih olarak onun sözü olduğunu bilmiyorum.»

Tahâvî ile diğer bâzı ulemâya göre bu hadîs'in mânâsı fazla elbisesi bulunduğu halde namaz kılarken bir elbiseyle iki elbise giyme­sinin hüküm i'tiban ile müsâvî olduğunu bildirmekdir. Hat tâ h î diyor ki:

«Bu hadîsin lâfzı sual ise de mânâsı ashabın içinde bulundukları fakru zaruret hâlini ihbardır. Bu ihbar zımnında fetvada verilmiş ve âdeta: Sizden her birinize avret mahallini örtmek farz, namaz kılmak da lâzım olduğuna göre herbirinizin yalnız bir tek elbisesi varsa bu bir elbisenin içinde namaz kılmanın caiz olacağını tıasü bilmiyorsunuz; denilmiş gibi­dir.»

Hâsılı: bir elbise içinde namaz kılmak caiz, fakat iki elbise içinde kılmak efdaldır. Bu husûsda ulemânın ittifakı vardır. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ashabı Kirâm'ın bazen bir elbise içinde na­maz kılmaları başkasını bulamadıklarından, bazen de bunun caiz oldu­ğunu göstermek'istediklerindendir. Nitekim Câbir (Radiyaîîahû anh) bir elbise içinde namaz kılmış ve bunun sebebini: «Câhiller beni görsün diye yaptım; yoksa iki elbise içinde kılmak efdaldır.* diye izah etmişdir.

 

277- (516) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd ve Zü-heyr b. Harb iopdan İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den nak­len rivayet etti ki Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Sîzden biriniz bir tek elbise içinde, omuzlarında o elbiseden bir şey bulunmadığı halde namaz kılamaz»  buyurmuşlar.

 

278- (517) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsfi-me, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, naklen rivayet etti. Babasına da Ömer İbnü Ebi Seleme [114] haber vermiş. Demiş ki:

«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i Ününü Seleme'nin evin­de bir tek elbiseye sarınmış ve iki tarafını omuzları üzerine atmış ola­rak namaz kılarken gördüm.»

 

(;..) Bize Ku hadîsi Ebû Bekir b. EM Şeybe ile tshâk b. İbrahim de Vekî'den rivayet ettiler. Yeki* demiş ki: Bize Hişâm b. Urve bu isnadla rivayet etti. Yalnız o: -Müteveşşİh olarak*» dedi: «Müştemil olarak» de­medi.

 

279- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ham-mâd b. Zeyd, Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Ömer b. Ebî Seleme'den naklen haber verdi. Şöyle demiş:

«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i ÜmmÜ Seleme'nin evin­de bir elbisenin içinde, iki ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılarken gördüm.»

 

280- (...) Bize Kuteybetü'bnu Saîd ile îsâ b. Hammâd rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Leys, Yahya b. Saîd'den, o da Ebu Ümâmete'bnü Sehl b. Huneyf den, o da Ömer b. Ebî Seleme'den naklen rivayet etti. Ömer, şöyle demiş:

«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i bir tek elbise içinde ona sarınmış ve iki ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılarken gör­düm.»

îsâ b. Hammâd kendi rivayetinde: «Omuzları Üzerine dedi.» ifade­sini ziyâde etmişdir.

 

281- (518) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân Ebü'z-Zübeyr'den, ö da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir:

«Ben Peygamber   (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) 'i bir tek elbise içinde, ona omuzdan sarınmış olarak namaz kılarken gördüm.» demiş.

 

282- (...) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki): Bize babam rivayet etti, (Dedi ki): Bize Siifyân rivayet etti. H.

Dedi ki: Bize Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdurrahmân, Süfyân'dan rivayet etti. Hadîsi her iki tarik bu is-nâdla rivayet etmişlerdir.

İbni Nümeyr hadîsin'de: «Resûlüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) in yanma girdim dedi.» ibaresi de vardır.

 

283- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) Bize tbni Vehb rivayet etti, (Dedi ki): Bana Amr haber verdi, ona da Zü-beyr El-Mekî rivayet etmiş ki, kendisi Câbir b. Abdillâh'ı bir elbise için­de, onu boynuna dolamış olarak namaz kılarken görmüş. Hâlbuki Câ-bir'in elbisesi yanında imiş. Câbir:

Resûlül\ah(Salla!!ahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu yaptığını gördüğünü» söylemiş.

 

284- (519) Bana Anıru'n-Nakîd ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Amr'mdır. Bana İsa b. Tunus rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Saıd-i Hudrî rivayet etti ki kendisi Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna girmiş. Dedi ki:

— Onu bir hasır üzerinde namaz kıiarken gördüm. Hasırın üzerine secde ediyordu. Bir de onu bir elbise içinde, elbiseyi boynuna dolamış olarak namaz  kılarken  gördüm.

 

285-  (...)  Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.

Dediki: 'Bana bu hadîs'i Süveyd b. Saîd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alî b. Müshir rivayet etti. Bunların ikisi de A'meş'den bu isnâdla rivâyetde bulunmuşlardır.

Ebû Küreyb'in rivayetinde: «Elbisenin iki ucunu omuzları üzerine koyarak.» Ebû Bekir ile Süveyd'in rivayetlerinde ise: «Elbiseyi boynuna dolamış olarak» ifâdeleri vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü's-Salât»'ın muhtelif yerlerinde: Ebû Hüreyre, Ömer b. Seleme ve Câbir b. Ab­di11âh (Radiyallahû anhûm) 'den tahrîc ettiği gibi Tirmizî Nesâî ve İbni Mâce. dahî ayni bahisde muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.

Sevb: Elbise demektir. Kelimenin asıl mânası; dokunmuş bez, ke­ten, ipek ve yün gibi şeylerdir. O zamanlar tam takım elbise biri izâr, diğeri ridâ olmak üzere iki sevb'den ibaretti. îzâr; bele bağlanır; ridâ da omuza alınırdı. Bunların ikisi bir hülle ederdi. Burada Sevb'den murâd ridâdır. Ridâ'nm giyiniş tarzı: Sağ omuzuna attığı ucu, sol omuzunun altından geçirerek; sol omuzuna attığını da sol kolunun altından çıkararak iki ucunu ya göğüs üzerinde, yahut sırt tarafından bağlamakla olur, Bu şekil giyinişe: Teveşşüh, iltifat ve istimal adları da verilir. BUf^ giyinişde elbisenin bir parsasını boyuna dolayıp bağlamanın meti, rükû' ederken elbisenin düşmemesi ve namaz kılan kimsenin ken­di avret mahallini görmemesidir.

Fukahâ bir elbise içinde namaz kılmanın caiz olduğuna ittifak et­mişlerdir. Yalnız İbni Mes'ud (Radiyallahû anh) buna kail olama­mış; Tâvûs, İbrâhîmNehaî, bir rivâyetde İmam Ah-med b. Hanbel, Mâlikiler'den Abdullah b. Vehb, îbni Cerîr-i Taberî   de bir tek elbise içinde namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bir elbiseden başka giyecek şey bulamayan kimsenin o elbiseye sarınarak namaz kılması yi­ne mekrûhdur. Sünnet vecihle kılmış olmak için onu giymiş olması îcab eder. Delilleri Tahâvî'nin rivayet ettiği İbni Ömer hadîs'idir. Mezkûr hadîs'de Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz namaz kıldığı vakit iki elbisesini de giysin: Zîrâ huzuruna ziy-nefli çıkmaya en lâyık olan zât A ilâh'dır. İki elbisesi olmayan kimse namaz kılarken elbisesini giysin. Yahudiler gibi namaz kılarken ona sarınmasın!»

buyurmuşlardır. Hadîsi   Beyhakî     dahî rivayet etmiştir.

Ashabı Kiram ile Tâbiî'nin ulemâsı bir tek elbise içinde namaz kılınabileceğine kail olmuşlardır. Ashâb'dan buna kail olanlar: îbni Abbâs, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd-i Hudrî, AH b. Ebu Tâlib', Muâviyetü'bnü Ebî Süfyân, Enes b. Mâlik, Hâlîd b. Velîd, Câbir b. Abdillâh, Amma b, Yâsir, Übey b. Kâ'b, Aişe, Esma1ve Ümmü Hânî (Radtyaltahû anhûm);

Tabiînden de Hasan-ı Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Şâ'bî, Saîd b. El-Müseyyeb, Ebû Seleme t e'bnü Abdirrahmân, Muhammed b. Hanefiyye, Atâ' b. Ebî Rabâh, tkrime ve Ebû Hanîfe hazerâtı ile fukahâ'dan Ebû Yûsuf, Muhammed, İmam Mâlik, îmam Şâfiî, bir rivayet de İmam Ahmed b. Hanbel, İshâh b. Râhuye ve pek çok zevât'dır. Bunlar babımız ha­dîsleri ile istidlal etmişlerdir. Hattâ Tahâvî; «Başka elbise bulduğu hâlde bir tek etbiseye sarınarak namaz kılmanın caiz olduğunu bildiren hadîsler tevatür derecesini bulmuşdur.» demiş ve bu bâbda 11 sahabeden rivayetler serdetmiştir. Bundan maada bu bab'da Ebû Hüreyre, Câbir, Selemetü.bnü Ekvâ', Enes, Amr b. Ebî Esed, Ebû Saîd-i Hudrî, İbni Abbâs, Âişe, Ümmü Hânî,Ammâr b. Yâsir, Talk b. Alî, Ubâdetü'bnü Sâmit, Huzeyfe, Alî' b. Ebî Tâlip, Muâz b. Cebel, Muâviyetü'bnü Ebî Süfyân, Ebû Ümâme, Ümmü Habîbe, Ümmü Fadıl ve daha birçok ashâb-i kiram (RadiyallahÛ anhûm) hazerâtından rivayetler vardır. Bütün bu hadîslerden anlaşıldığına göre bir tek elbise içinde na­maz kılmakdan nehy tahrîm için değil, tenzih içindir.

Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hasır üzerinde, namaz kıl­ması yere bir şey yayarak üzerinde namaz kılınabileceğine delildir. Cumhûr-u Ulemâya göre hasır gibi nebatî, yahut seccade gibi yün veya ya­pağıdan dokuma şeyler üzerinde namaz kılmak mekruh değildir. Bu husûsda Kaadı tyâz şunları söylemig'dir: «Yerden yetişen ne-bâtât'dan yapma seccade üzerinde namaz kılmakda hiç bir kerahet yok-dur. Nebatî olmayan yaygı, keçe v.s. gibi şeyler üzerinde dahî bilicmâ namaz sahîh'dir. Lâkin sıcak ve soğuk gibi ihtiyâçlar müstesna, yer hep­sinden efdaldir. Çünkü namazın sırrı Allah'a tevazu' ve hudû'dur.»

 

 



[1] Bilal b. Rabâh (R.A.) Hz. Ebu Bekr'in azadhsı ve Peygamber (S.A.V.)'in müez­zinidir. Sahiheynde hadisleri vardır. Hicretin yirminci yılında Şam'da vefat etmiştir.

[2] Abdiil vefahab b. Abdülmecîd es - Sakafî

[3] Behz b. Esed

[4] Yüheyb b. Hâlid

[5] Ebû Mahzara: Resûlüllah (S.A.V.)'in muezzînlerindendir. Sesi son derece güzel­miş ismi ihtilaflıdır, Semftra diyenler olduğu gibi Evs, Câbir, Süleyman b. Semam diyen­ler de vardır. Mekke'de vefat etmiştir.

[6] Muaviyetü'baii Ebû Süfyan Sahr b. Harb el • Kûreşî (R.A.) : Künyesi Ebû Ab-durrahman'dır Resûtiillah (S.A.V.) İn vahiy kâtibi ve Şam'da hadisini    yazan zevattandır. Hz. Hasan (R.A.) in rızası ile halîfe olmuştur. 60 tarihinde 78 yaşında vefat etti.

[7] Süfyan-ı Sevrî;

[8] Talhatü'bnü Yabyâ b. Yabyâ el-Kureşî ; Aslen Medîne'li olup Kûfe'de yaşamış­tır. Amcası İsa b. Talha'dan hadîs rivayet etmiştir

[9] Ebû Süfyân Talhatülmü Nâfi;

[10] Ebu’l - Hasen Abdfithamid b. Beyan et - Vasıti: Müslim'in ravilerindendir

[11] HaUd b. Abdillâh b. AMIrrahman ti - Vasıtf :

[12] Hâlid b. Mİlıran el  Hazza' :

[13] Ebû Süleyman Mâlik b. Huveyris (R.A.)  : Ashâb-ı kirâmdandır.

[14] Nasr b. Asım el-ltysi : Basra'hdır, kendisinden    yalnız bu hadis rivayet olun­muştur

[15] Medine'lidir, Hadîs itibarı ile Hku'hlardandır. Müslimin râvilerindendir.

[16] Ahmed b. Cafer el - Ma*kuf : Müslim'in râvilerindendir.

[17] Ebu Üveys Abdullah b. Abdlllah b. Üveys : (       -167) Medtaelidir.

[18] Ebâ Muhunned Habib b. ŞehM (       - 145) Basralı âzâdlılardandır, bir zaman­lar Ebû Şehid künyesini taşırmış, sonra onu bırakmış, kendisine Ebâ Mazak dahî denir

[19] Habib-i Muallim b. Ebi Karibe: Habîb b. Zeyd diyenler de vardır.    Basralıdır Hz. Mâlik b. Yesâri'nin âzâdlısıdır. Künyesi Ebû Muhammed'dir

[20] Sa'd b. Ubâde (R.A.) Ebu Sabit el-Ensârî el-Hazreci: Akabe biatına iştirak eden ashâbdandir. Şam tarafından 14 veya 15 yahut 16 târihlerinde cinler tarafından şehid edildiği rivayet olunur. Pek cömert bir zât idî.

[21] Sûre Hûd : âyet 73.

[22] Ebû Muhammed Abdullah b. NâfT: Medine'Udir. Hıfzı biraz bozukmaş.

[23] Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Bekr    b. Muhammed el-Ensârî (     — 135) Medine'lidir.

[24] Amr b. Süleym b. Haldete'I-Ensari: Medine'lidir. Sabihayn râvîlerindendir.

[25] Ebû Humeyd-i Sâidi, Abdurrahmân b. Sa'd b. Münzir el - Ensârî (R.A.) Ensâr-i kiramdandır. Hz. Muâviyenin hilâfeti sonlarında vefat etmiştir

[26] Sure-i Ahzâb âyet 43

[27] Sure-i Enan âyet 160

[28] Sure-! Bakara 261

[29] Sümey: Ebû  Bekir b. Abdirrahman'm âzâtlisıdır. Sahîhayo râvilerindendir. 130 tarihinde şehit edilmiştir.

[30] Hameyd b. Abdimbman b. Humeyd Er-Ruftsi : (       ) Sahihayn Râvilerîndendir.

[31] Ya'la b. Ata el-Amini: Aslen Taifli olup Vasıf da yaşamıştır. MOslİmin ravile-rindendir.  120 tarihinde vefat etmiştir.

[32] Hamzatö-bDÛ Abdillah t». Ömer b. Hattab EL-Karc;!, Sahihayn ravilerindendir

[33] Abbad b. Ziyad b. Ebi Süfyan Müslim'in râvilerindendir.

[34] Hamzatü'bnİi Mugîra b. Şube Müslim'in ravilerindendir

[35] Temim b. Tarefe (     — 93) KÛfcUdir. MütUmin rlvüertodcndir.

[36] Sure-i Mu'minÛn âyet : İ

[37] Ubeydullah b. Kıptiyye : Kûfelî mûtemed bir zaaftır. MUaUmin r&vilerindeadir.

[38] Ebû Abdillah Furât b. Ebî Abdirrahmân el Kazzâz : Basralıdır. Sahîbeyn ift-vilerindendir.

[39] Umaretü'bnü Ümeyr et-Teymî Kûfelidir. Sahiheyn r&vÜerindendir. Süleyman b. Adil Melik'in hilâfeti zamanında vefat etmijtir

[40] Salih b. Hatim b. Verdân Basrahdır. MttsUmin ravilerindendlr

[41] Ebû Abdillâh Nu'man b .Beşîr b. Sa'd (R.A.) : Ensârı kiramdandır. Hz. Muâvi-yeden önce yedi ay Küfede vâlUik yapmıştır. 64 tarihinde Humslular tarafından şehit edil­miştir.

[42] Ebû Abdillah Muhammet b. Abdillah b. Muhammed: (...... — 217) lahlheyn râvilcrindendir

[43] Ebû Muhammed Bi$r b. Mjuısûr Basralıdır. Mfislimin râvÜerindendir.

[44] Ebû Katan Amr b. Haysem: aslen    Barah olup Bağdatta yaşamış ve 198 tari­hinde Basrada vefat etmiştir. Müslimin râvilerindendir.

[45] Ebû Amr Hilâs b. Amr Basralıdir. Sahîheyn râvilerindendir.

[46] Bilâl b. Abdillah b. Ömer: Medînelidir. MOtlİmin râvîlerindendir.

[47] Rivayete göre ona üç defa lanet etmiş ve Ölünceye kadar konuşmamı;.

[48] Ebü Bişr Verka' b. Ömer b. KÜleyb:    Aslen Türkistanlı olup Medâinde yasar mıştır. Sahîheyn râvflerindendir.

[49] Ka'b b. Alkame Mısırlıdır. Müslimin râvöçrindendir

[50] Büsr b. Saîd (   — 100) Mcdîneüdir. Azatlılardan ve sulahâdan bir zâttır.

[51] Zeynep binti Abdillah es - Sekafiyyc (R.A.) Hz. tbni Mes'ûdun   zevcesidir.

[52] Yezîd b. Abillah b. Husayfe: Medioelidir.

[53] İsra sûresi lyet 110

[54] Kıyamet sûrtsî âyet 16

[55] Kıyâme Sûresi, 16, 17, 18.

[56] Sûrc-i Cin; Ayet:  1

[57] Ebû Abdillâh Saîd b. Muhammed el - Cermî Kûfelidir. Sahîheyn râvflerindendir

[58] Ebû Kudâme Ubeydullah b. Saîd:    (— 24i) azatlılardandır. Sahîheyn râvfle-rindendir

[59] Ebû Yezid Ebân b. Yezîd el - Attâr: Basrahdır. Müslimin râvflerindendir

[60] Ebû's - Sıddik Bekir b. Amr en - Kâcî: Basralıdır. Sahîheyo râvflerindeadir.

[61] Ebû Amr Abdülmelik b. Umeyr: el-Ferasî (130) Kûfelidir. Kıptî namında meş­hur bir koşu atına sahip olduğu için kendisine Ferasî denmiştir

[62] Ebû Avn Muhammed b.  Ubeydullah  Es-Sekafî:  Kûfelidir. Sahîhcyn  râvflerindendir

[63] Atiyetü'bnü Kays el-Kilâbî (17 - 121) Şamlıdır. 104 yaşında vefat etmiştir.

[64] Kaz'atü'bnü Yahya EbÛ'l - Gadiya künyesini taşır. Azatlılardandır

[65] Ebû SelcmetÛTnıü Sûfyan b. Abdîlcşhel: Mekkelidir. MOsUnun-iftvflerindendir.

[66] Abdullah b. Müseyyeb d-Abidî: Mekkelidir Müslİmm râvflerfndendir.

[67] Abdullah b. Sâib el-Kindi: Möalİmin rftvîlerindcndir

[68] Ebû Said Amr b. Hureys (İLA.) Ashabı kirâmdandir. Küfede yaşamıştır. Şa-hîhaynde bir hadîsi vardır.

[69] Sûre-i Tekvîr âyet 17

[70] Kutbetü'bnü Mâlik (R.A.) ashabı kiramdandır. Küfede yaşamıştır. Bir hadis ri-vkyet etmiştir.

[71]  Seyyan b. Selâme Basralıdır. Sahîheyn ravüerindendir

[72] Ebû Berze Nadlatü'bnü Ubeyd (R.A.) Sahabeyi Kirâmdaodır. Basrada yaşamıştır.

[73] Lübâde binti Haris (R.A.) Hz. İbni Abbâs'ın annesidir.

[74] EbÛ Saîd Muhammed b. Cübeyr b. Mufim MedineUdir. Sahibeyn râvilerinden-dir. Ömer b. Abdilazizin hilâfeti zamanında vefat etmiştir.

[75] Osman b. Ebl'l-As b. Blşr (R. A.) ashabı kirâmdandır. Basra'da yaşamıştır ve Orada vefat etmiştir.

[76] Müslim'in raviilerindendîr.

[77] Ebu'n-Nadır Muhârib b. Disâr; Küfe kadısıdtr. Sahîheyn ravîalerindendir

[78] Ebu*l Fadıl Muhriz b. Avn. b. Ebî Avn (142 - 241) Bağdatlıdır.

[79] Ebû Ahmed Halef b. Halîfete'l - Eşcaî azatlılardandır. Bagdatta yaşamış ve 181 tarihinde orada vefat etmiştir.

[80] Ebu'I - Hasen Ubeyd b. Hasen El-Müzen! Kûfelflerden sayılır. Müslimin ift-vflerindendir

[81] Ebû İbrahim İbni Ebî Evfâ Abdullah b. Alkame    (R.A) : Ashabı kirâmdandır. 87 tarihinde Kûfc'de vefat etmiştir.

[82] Mecze'tübnü Zahir El-Eslemî: Kûfelidir. Sahîheyn râvîlerindendir.

[83] Ebû Eyyûb Süleyman b. Sühaym El - Hâşimî azatlılardandır. Müslim'in râvîle-rindendir.

[84] Hicâzlılardan  sayılır.  Müslim'in  râvîlerindendir.

[85] Maksat evinin perdcsidir. Vak'a vefat ettiği hastalığı esnasında geçmiştir.

[86] Ebû Süleyman Dâvûd b. Kays azatlılardandır. Medînelidir. Müslim'in râvîlerin-dendir.

[87] Zuğbe lâkabını taşır Müslim'in râvîsidir

[88] Ebü İsmail Hatim b. tsmâil aslen Kûfe'lî olup Medine'de yaşamıştır. Azatlılar­dandır

[89] Ebû Abdiliâh Cafer b. Muhammed Es-Sâdık (80-148) Hz. Ali'nin torunlarından ve Ehli beytin büyüklerindendir.

[90] Ebu'd-Duhâ Müslim b. Subeyh Kûfeli azatlılardandır. Sahîheyn râvîlerindendir

[91] Mufaddal b. Mttbelhü.

[92] Ebû Dâvûd Tayyâlisî Süleyman b. Davüd.

[93] Şamlılardan sayılır. Müslim'in râvisidir.

[94] Ma'dân b. Talha dahî denilir. Müslim'in râvilerindendir.

[95] Ebû AbdiIIâh Hikıl b. Ziyâd b. Ubeyd: Şamlıdır. Müslim'in râvîierindendir

[96] Asbâbt Soffa'dandır.. Resûlullah   (S A. V.) 'in hizmetinde bulunduğu söylenir.

[97] Ebû Muhammed Amr b. Sevvâd El-Amirî: Mısırlıdır. Müslim'in Râvflerindendir

[98] Kûfelİdir. Müslim'in râvîlerîndendir.

[99] Ebû Muhammed Abdullah b. Mâlik b. Buhayne (Radıyallahu Anh): Sahâbe-i Kirâmdandir. Mervân'ın ikinci defa Medine valiliği sırasında vefat etmiştir.

[100] Büdeyl b. Meysera (       —130) Basra'hdır. Müslim'in râvîlerindendir

[101] Evs. b. Abdillah yahut, Evs. b. Hâlid (       —230) Basra'lıdır. Sahîheynlerindendir.

[102] Harbe : geniş demirli süngü demektir.

[103] Ebü Abdillafa Ahmed b. Muhammed b. Hanoel (164-241) Dört mezhep imft-mındaa biridir. Aslen Mervez'li olup Bağdad'da dünyaya gelmiştir.

[104] Avn b. Vehb b. Abdillâh: Sahîheyn râvîlerindendir.

[105] Sadakatü'bnü Yesâr El-Cezeri: Mekke'de yaşamışdır. Abdullah İbni Ömer'den hadîs rivayet etmişdîr

[106] Ebû Talba yâhût EbÛ Abdirrahmari Zeyd b. HâUd El-Cühcnî (RA.) (   ? — 78): Ensâr-ı kirâmdaodır.

[107] Ebü Cüheym Abdullah b. Haris b. Sımme (R.A.): Ensârdandır. Sahîheynde iki hadîsi vardır.

[108] Ebû Saîd Hammâd b. Mes'ade Et-Temîmî (     —202) Azatlılardandır.

[109] Ebû Amir yahut Ebû îyâz SelemetiHmü Anr b. Ekvâ (R.A:) (       —74): Aslen Medine'li olup Rabeze'de yaşamıştır. Pek cesur bir zatmış.

[110] Abdullah b. Sftmİd Hz. Ebû Zerr'in kardeşi oğludur. Müslim'in râvîleriiıdendir

[111] Selm b. Ebrz-Zeyyâl: Basra'lılardan sayılır. Müslim'in rfivîlerindendir

[112] YÛsuf b. Hammâd El-Ma'nîy: Basralıdır. Müslim'in râvilerindendir.

[113] Ebû Btsr yahut Ebû Ubeyde Abdullah b. Ziyâd El-Abdî (       —176<: Basralı-dır. Azâdlılardandır.

[114] Ömer b. Ebî Seleme Abdullah El-Mahzûmî   (R. A.):   Medînelidir.   ResÛlnllata (S.A.V.)'iri  vefatında  dokuz yaşında  idi.     Sonraları   86  târihinde  Abdülmelik  b.   Mervan zamanında vefat etmişdir.