2- Ezanın Çift, İkametin Tek Lafızlarla Okunmasının Emredilmesi Babı
4- Bir Mescidde İki Müezzin Bulundurmanın Müstarab Oluşu Babı
5- Yanında Gözü Gören Biri Bulunursa Âmanın Ezan Okumasının Cevazı Babı
8- Ezanın Fazileti ve Onu İşitince Şeytanın Kaçması Babı
12- İmama Uyan Kimseyi İmamın Arkasında Aşikare Okumaktan Nehiy Babı
13- Namazda Besmele Aşikar Okunmaz Diyenlerin Delili Babı
14- Besmele Berae'den Maada Her Sürenin Başından Bir Âyettir Diyenlerin
Delil Babı
18- Teşehhüdden Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ‘e Salavat
Getirme Babı
19- Cemaatin İmama Uyması Babı
20- Tekbir ve Sairede Îmamdan Önce Davranmanın Nehi Babı
23- Namazda Kandilerine Bir Hal Arız Olduğunda Erkeğin Tesbih, Kadının
Tasfik Etmesi Babı
24- Nabazı Güzel, Tastamam ve Huşu' Île Kılmayı Emir Babı
25- Rükü Sücud ve Emsali Fiilleri İmamdan Önce Yapmanın Haram Kılınması
Babı
26- Namazda Gözleri Semaya Dikmekden Nehiy Babı
33- Sabah Namazında Kuran'ın Âşikar Okunması ve Cinlere Kur'an Okuma
Babı.
34- Öğle ve İkindi Namazlarında Kıraat Babı
35- Sabah Namazında Kıraat Babı
36- Yatsı Namazında Kıraat Babı
37- İmamlara Namazın Tamamını Hafif Kıldırmalarını Emir Babı
38- Namaz Rükünlerini Yerli Yerince Yapmak ve Namazı Tamam Kılmak
Şartiyle Hafif Tutmak Babı
39- İmama Tabi Olma ve Ondan Sonraki Ameller Babı
40- Namaz Kılanın Rüküdan Başını Kaldırdığı Vakit Ne Okuyacağı Babı
41- Rükü' ve Sücud'da Kur'an Okumaktan Nehi Babı
42- Rükü ve Sücüdda Okunacak Dualar Babı
43- Secdenin Faziletleri Secdeye Teşvik Babı
44- Secde Uzuvları ve Namazda Saçı, Elbiseyi Toplamaktan, Başa Hotoz Yapmaktan
Nahi Babı
47- Namaz Kılanın Sütresi Babı
48- Namaz Kılanın, Önünden Geçeni Menetmesi Babı
49- Namaz Kılanın Sütreye Yakın Durması Babı
50- Namaz Kılan Kimseye Sütre Olacak Şeyin Mikdarı Babı
51- Namaz Kılanın Önüne Aykırı Yatma Babı
52- Bir Tek Elbise İçinde Namaz Kılmak ve O llbiseyi Giymenin Sıfatı Babı
Salât:
Lügatte duâ mânasına gelir. Teâlâ hazretleri «ie «Onlara duâ eh» buyurmuştur.
Düğün davetine icabeti bildiren bir Hadis-i Şerifde de
«Eğer davet edilen
kimse oruçlu ise, hâne sahibine duâ etsin»
denilmiştir. Bâzıları
bu kelimenin kuyruğun iki tarafı mânâsına gelen «Sateveyn» den alındığını söylerler.
Çünkü namaz kılanda rükû ve sti-cûd halinde Çantjsını hareket ettirir. Bir
takımları kelimenin «MuaalU»»-den müştak olduğunu söylerler. Musallî: Koşuda
ikinci gelen attır. Başı birinci gelen atın butları hizasında geldiği için ona
musallî denilmiştir. Salâtın ta'zim ve tekarrubdan alındığını söyleyenlerde
vardır. Ha1labî namazda Allah'ı ta'zim vardır. Kızartmak için ateşe
yaklaştırılan koyuna Araplar «Şatün masliyyeh» derler. Namazda da ma'nen
Allah'a yaklaşma vardır. Bu hususda daha başka kaviller de vardır.
Sâlâtın şer'i mânâsı:
Erkân-ı mâlûme ve ef âl-i raahsusâdan ibarettir. Namazın yirmiden fazla
nevileri vardır. Bunlar inşallah yeri geldikçe görülecektir.
1- (377)
Bize İshâk b. İbrâhîm el-Hanzalî rivayet etti (dedi ki); Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
Râfi'de rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti. Bunların ikidi
de; Bize İbni Cüreyc haber verdi, dediler. H.
Bana Hârûn b. Abdillâh
dahi rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize Haccâc b. Muhammed rivayet
etti. Dedi ki, İbni Cüreyc bana İbni Ömer'in azadhsı Nâfi', Abdullah b.
Ömer'den naklen haber verdi, dedi. İbni Ömer şöyle demiş:
Müslümanlar Medine'ye
geldikleri zaman toplanırlar da namazların vakitlerini tayin ederlerdi. Namaz
için hiçbir kimse ezan okumazdı. Derken bir gün bu hususta konuştular.
Bâzıları hıristiyanların çanı gibi bir çan ittihaz edin! diğer bâzıları,
yahudilerin borusu gibi bir boru olsun, dediler. Bunun üzerine Ömer:
Namaza çağıran bir
adam gönderseniz ya: ResûlüUah (Saİiallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey Bilâl [1] kalk
da namaza çağır» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı,
Tirmizî ve Nesaî'de tahrîc etmişlerdir.
Ezan, Lügatta ilâm
yanî bildirmek mânâsına gelen kıyasî bir ism-i masdardir. Herevî «Ezan, ezîn»
ve «Te'zin» kelimelerinin aynı mânâya geldiğini söylemiştir. Bâzılarına göre;
ezîn mânâsına gelir.
Şerî'atta Ezan: Hususi
zamanlarda husûsî lâfızlarla yapılan bir i'lâm-dır. Husûsî zamanlardan murad,
namaz vakitleridir. Husûsî lâfızlarda çifter çifter okunan ezan lâfızlarıdır.
Kurtûbî ve diğer
ulemânın beyanlarına göre; ezan birkaç kelimeden ibaret olmakla beraber bütün
akâid meselelerini hulasaten ifâde eden bir i'lâmdır. Şöyle ki: Allah-u Ekber
diye başlar. Allah teâlâ'nın varlığını ve kemâl sıfatları ile muttasıf olduğunu
bildirir. Sonra tevhide geçilir, Allah'ın şeriki olmadığı ilân edilir. Ondan
sonra peygamberlik ispat edilir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem)
risâletine şe-hâdetten sonra, bir tâat'ı mahsûsa olan namaza davet olunur.
Çünkü namaz Resulün tâlimi ile bilinen bir şeydir. Ondan sonra felaha davet
olunur. Felâhdan murad; dâimi hayattır. Bunda âhirete işaret vardır. Sonra da
te'kid için ezanın ilk cümleleri tekrar okunur. Bu suretle ezan vaktin
girdiğini ilân, cemâate davet, şeâir'i islâmiyeyi izhâr gibi birçok rauazzam
fâideleri ihtiva eder. Ezanda fiil değil de kavlin tercih edilmesinin hikmeti
onun kolay ve herkese her zaman her yerde müyesser olmasıdır. Kurtûbi, Ömer
(Radiyallahû anh) 'in sözleri hakkında şu mütalaayı beyân etmiştir. ««İhtimal
kî; Abdullah b. Zeyd rüyasını haber verip Peygamber(Sallaîîahü Aleyhi ve
Sellem)* u& tasdik ettikten sonra,
Ömer acele davranmış ve:
— Bir adam gönderseniz de nida etse ya, yani bu
rüyayı halka ilân «tse ya, demiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Kalk ya Bilâl!» emrini vermiştir.
Bu takdirde hâdise
şöyle geçmiş olur. Ashâb-ı Kiram reylerini bildirdikten sonra evlerine
dağılmışlar, Abdullah b. Zeyd bir rüya görmüş ve Peygamber (Sallaîîahü Aleyhi
ve Sellem)'e gelerek anlatmış-tir. R-esûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
rüyayı tasdik edince; Ömer (Radîyaltahû anh) de «Adam gönderseniz ya» ilâh...
demişt|r. Şu halde; Resûl-ü Ekrem'in Hz. Bi1â1'a verdiği emir görülen rüyanın
ilânı hususundadır. Fakat bâzıları bu teVili Abdul-, Abdullah rüyasını
Resûlülla h(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lah b. Zeyd hadîsinin siyakına uygun
bulmamışlardır. Çünkü Hz.'e anlatınca; onu Bi1âl'a söylemesini, Bi1âl'in de
ilân etmesini emir buyurmuş Bilâl (Radiyallahû anh) ezanı okuyunca Hz. Ömer
bunu duyarak Peygamber (Satlaîlahü Aleyhi ve Sellem)e gelmiş ve; Gerçekten
Abdullah'in gördüğü rüyayı ben de giSr-düm, demiştir. Bu gösteriyor ki;
Abdullah b Zeyd Hazretleri rüyasını anlatırken Ömer (Raâiyallahû anh) o meclisde yokmuş.
Hadisin zahirinden
anlaşıldığına göre Ömer (Radiyallahû anh) 'in namaza çağırmak için adam
gönderme teklifi ashab ile yapılan müşaverenin sonunda olmuştur. Abdullah b
Zeyd (Radiyallahû anh) hazretlerinin rüyası bu müşavereden sonradır. Mezkûr
rüya hadisini Ebû Dâvûd şöyle rivayet eder.
Abdullah demiş ki:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
ashabı bir çan yaptırarak cemâati namaza toplamak için onu çaldırmasını teklif
ettikleri vakit vy-kum esnasında etrafımda bir adam gezindiğini gördüm, elinde
bir çan taşıyordu. Kendisine:
— Ey Allah'ın kulu, bu çanı satmaz mısın?
dedim.
— Onu ne yapacaksın, Dedi.
— Onunla cemâati namaza çağıracağım, dedim.
— Ben sana bundan daha hayırlı birşey
söyliyeyim mi, dedi.
— Hayhay dedim. Bunun üzerine:
cümlelerini okudu, sonra pek uzak olmamak
üzere biraz geriledi, sonra şunları söyledi: Namaza kalkdığın zamanda:
dersin, sekimde
tenbihde bulundu. Sabaha çıkınca ben Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)1e gelerek gördüğüm rüyayı kendisine haber verdim. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ye Sellem) :
«Bu rüya haktır
insaallah. Sen Bilâl'la beraber kalk da gördüğünü ona öğret. Onu halka ilân
etsin! Çünkü Bilâl'ın sesi seninkinden daha güzeldir.» buyurdular. Ben de
Bilâl'le beraber kalkarak ona öğrettim. Bilâl onu o-kuyarak ilân etti. Ömer b.
Hattâb (Radiyallahû anh) evinde bunu işitmiş, cübbesini sürükleyerek çıkageldi
ve;
— Ya Resûlüllah! Seni
Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim İd: Abdullah'ın gördüğünü hakikaten ben
de gördüm, dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Dyle ise Allah'a hamd
olsun!» buyurdular.
Aynı hadîsi Tirmizî
ile îbni Mâce'de rivayet etmişlerdir. Tirmizî 'nin rivayetinde ezan ve
ikâmetin kelimeleri zik-redilmemiştir. Tirmizî hadîsi rivayet ettikten sonra
«Bu hadîs basen sahihtir» demiştir, tbni Mâce 'nin rivayetinde ikametin lâfızları
yoktur. Abdullah b Zeyd hazretlerinin bu bâbda söylediği bir şiirini de
rivayet etmiştir. Ezan Hadîsini Îbni Hibbân «Sahih» 'inde İmam Ahmed b. Hanbel
dahi «Müsned-'in-de rivayet etmişlerdir. Îbni Abdilber'in beyânına göre; E-zanm
başlaması hususundaki Abdullah b. Zeyd kıssası hakkında Ashab-ı kiramdan bir
cemaat muhtelif lâfızlar ve birbirine yakın manalarla hadisler rivayet
etmişlerdir. Bunlardan bazılarının senedleri sahih, bazılarının hasendir. Sened
itibarı ile içlerinde en güzel olanı Ebu Dâvud'un rivayet ettiği şu hadîstir:
»Râvi demiş ki,
Peygamber (SaUaitahü Aleyhi ve Sellem) cemâati namaza nasıl toplayacağı
meselesi üzerinde ehemmiyetle durdu. Kendisine namaz vakti gelince bir bayrak dik,
cemâ'at onu görünce birbirlerine haber verirler; diyenler oldu. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu fikri beğenmedi, Yahudilerin Şe'bûr denilen
borusunu tavsiye edenler oldu, onu da beğenmedi, ve:
«O y ah udilerin
işidir» buyurdu. Bâzıları çanı tavsiye ettiler. Onun hakkında da:
«Bu hristiyanların
işidir» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah b. Zeyd Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Setlem)'in üzüntüsünden mahzun olarak oradan gitti. Rüyasında ezanı
görmüş. Ertesi sabah Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e gelerek onu
haber verdi, dedi ki:
— Ya Resûlüllah! Ben
uyur uyanık bir halde iken aniden yanıma biri geldi ve bana ezanın nasıl
olacağını gösterdi: Meğer Ömer b. Hatt&b (Radiyallahü anh) daha Önce aynı
rüyayı görmüş de onu yirmi gün gizleyip dururmuş. Sonra o da aynı rüyayı
gördüğünü, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber verdi: Efendimiz
ona:
«Bunu bize neden haber
vermedin» dedi. Ömer:
«Abdullah b. Zeyd beni
geçti de, utandım» cevabını verdi. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Bilal'e;
«Ya Bilâl, kalkda bak
Abdullah b. Zeyd sana ne emrederse onu yaph buyurdular. Bilâl'de ezanı okudu.
Görülüyor ki; ezan
hakkında rivayet edilen hadislerin en güzeli olan bu rivâyetde Ömer
(Radiyallahü anh) 'in ezan sesini işiterek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemy\n yanına, gelmesi zikredilmemiştir. Binaenaleyh Kurtub î'nin az
yukarıda işaret ettiğimiz sözü bununla kuvvet kazanmış olur. Ezan meşru
olmazdan önce cemaati namaza davet etmek için bir adam gönderilir; o da süratle
sokakları dolaşarak; namaza, namaza diye seslenirdi,
1- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Yâ Bilâl kalkda ezan oku!» buyurması, Hz.
Bi1â1'inde emre itaatle kalkarak ezan okuması ezanın ayakta okunmasının meşru
olduğuna delildir. Kaadi İyaz; «Bütün ulemânın mezhebleri de budur. Oturarak
ezan okumak caiz değildir. Yalnız Ebû Sevr ile Mâlîki-lerden ona muvafakat eden
Ebu'l Ferec'e göre; oturarak ezan okumak caizdir» demişse de Nevevî bu kavli
iki vecihle zayıf bulmuştur. Birinci veçhe göre; buradaki nidâ'dan murad i'lân
ve ilâm'dır. İkinci veçhe göre; Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'in
(Kalk) emri, görülecek bir yere git de orada namaz için nida et, demektir.
Nevevî diyor ki: Bu sözde ezanın ayakta okunacağına dair birşey yoktur. Ezanın
ayakta okunacağı başka hadislerle isbât edilir. Bizim mezhebimizde meşhur olan
kavle göre; ezanın ayakta okunması sünnettir. Ama özürsüz oturarak okumak da
caizdir. Şu kadar var ki; oturarak okuyan fazilete nail olmaz. Ezanın ayakta
okunması şart olarak sübût bulmamıştır. Yalnız Yâi1 b. Hucr (Radiyallahû
anh)'dan zararsız bir se-nedle rivayet olunan bir hadisde; Abdestli olandan
başkasının ezan o-kumaması ve ezanı ancak ayakta okuması bir hak ve Sünnet-i
mesnune-dir» denilmiştir. Hanefilerin «el-Muhit» adlı fıkıh kitabında şöyle
deniliyor; «Bir kimse yalnız kendisi için ezan okuyacaksa; özürü olmadığı
halde oturarak okumasında bir beis yoktur. Çünkü burada başkalarına bildirmeğe
hacet yoktur. Özürsüz olarak oturduğu yerden okuduğu ezan sahihtir. Yalnız
fazileti yoktur. Keza' ayakta durmaya kudreti varken oturarak okusa ezanı
sahihtir.»
2- Hadîs-i
Şerîf dînî hükümleri delillerin zahirinden değil de Ulemânın o delillerden
çıkardıkları mânalardan olması gerektiğine işaret etmektedir.
Biz, bu cümleye din
kardeşlerimizin ayrıca nazar-ı dikkatini celbet-mek isteriz. Çünkü maalesef
bugün Şer'i delillerden herkesin kendi anladığı şekilde hüküm çıkarması
temayülü vardır. Bir gazeteyi bile doğru dürüst anlamaktan âciz bir kimsenin
doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerîm'-den veya Hadîs-i Şeriften kendi kafasına göre
hüküm çıkarması bir an i-çin caiz tasavvur olunsa; Kitabullah ile Sünnet-i
Resûlüllah'm ne hallere düşeceği kolayca tahmin edilir. Buna sırf islâmı yıkmak
için garptan sızan zehirli fikirleri hakikat zannederek kitaba uydurmağa ve
«Caizdir» fetvasını vermeğe özenenleri de katarsak işin vehâmeti bütün
çıplaklığı ile ortaya çıkar. Bugün öyle müslümanlara tesadüf ediyoruz ki; Şer'i
bir mesele karşısında evvelâ o meselenin âyet ve hadisten delilini soruyorlar.
Bir çoklarının sıfât-ı imânı veya islâmın şartlarını bildikleri bile cidden
şüpheli olan bu zavallılara delil göstermekle göstermemenin ne farkı vardır
bilemem. Gösterilen delilin lisanını dahi bilmeyen, tercüme edildiği takdirde
de anlamakta güçlük çeken bir insan delili görüptene yapacaktır? Bence
böylelerine delil göstermektense göstermemek evlâdır. Çünkü gösterilen delilden
muhakkak ulemânın istinbat ettikleri hükümleri değil, kendi ka'asır
akıllarının hükmettiği alel-acâib şeyler anlayacaklardır. Delilden doğrudan
doğruya mâna çıkarmak sevdasında bulunan bâzı zevatın bu hususta müddeâmı
teyid eder mahiyette acâyib fetvalar verdikleri zannederim; herkesin malumudur.
Uzatmayalım lisanımızda bir Dar-b-ı mesel vardır. «Bir ekmeklik unun varsa
fırıncıya ver» derler. Ecdad bu Darb-ı meselle bittabi her işin ehline tevdi
edilmesini anlatmak istemişlerdir. Bizim söylemek istediğimiz de budur.
Rastgele herkes âyet ve hadisten hüküm çıkarmaya yeltenmemeli. Bu iş ancak
büyük müctehid-lerin yapabileceği pek büyük ve pek mesuliyetli bir iştir.
Onların istin-bât ettiği hükümler hamd olsun müslümanların dînî müşkillerini
halletmiş ve etmektedir. Binde bir nisbetinde zuhur eden yeni hadisât bulunursa
onları da inşallah mezhep imamlarının usul ve kavâidlerine tatbî-kan fetva
mercileri hallederler.
3- Hadisi
Şerif Ömer (Radiyallahû anh) 'in
şâyân-ı iftihar fiil ve hareketine delildir.
4- Mühim
işlerde müşavere sünnettir. Müşavereye iştirak edenlerden her birinin fikrini
söylemesi neticede ulül-emrin maslahata muvafık gördüğü re'ye göre hareket
etmesi gerekir.
5- Hadisi
şerif namaz vakitlerinin tâyin edildiğine delildir. B u-şârihi
Aynî burada şu faideleri zikretmiştir:
a) Ezanın
Abdullah b. Zeyd (Radiyallahû anh) hazretlerinin rü'yası ile sabit olması
müşkil görülmüştür. Çünkü Pey gam-berân-ı izam (Aleyhimüsselatüve's-Selâm)
hazerâtınm rüyalarından maada hiçbir rüya üzerine Şer'î bir hüküm bina
edilemez. Bunun cevabı şudur. Burada rüya ile vahiy birleşmiştir. Haris b.
Ebu.Üsâme'nin «Müsned» inde namaz için ilk defa ezan okuyan Cebrail
(Aleyhisselâtü Vesselam) olmuştur. Onu semanın birinci katında okumuş Ömer'le,
Bi1âl (Radıyallahu Anhüma)işitmişlerdir. Ömer, Bi1âlden önce Peygamber
(Saİlallahü Aleyhi ve Sellemfe koşarak işittiğini haber vermiş, sonra Bilâl
dahî haber vermeye gelince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
«Ömer onu senden önce
haber verdi» buyurmuştur deniliyor. ,
Davûdî: Ezanı Abdullah b. Zeyd ile Ömer haber vermezden sekiz gün önce
peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem)
'e Cebrail (Aleyhisselâm) 'in getirdiği rivayet olunuyor. Bunu Ibni îshâk
rivayet etmiştir. Ezan babında en güzel rivayet budur.» demiştir.
Zemahşerî dahî ezanın yalnız rüya ile
değil vahiy ile de sabit olduğunu söylemiştir. Bazıları ezanın İbrahim (Aleyhisselâm) in hac hususundaki ezanından
alındığını rivayet etmişlerdir. Sühey1î ezanın vahye değil de bir zatın
rüyasına tahsis Duyurulmasının hikmetini şöyle anlatır: «Çünkü
Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem)
Efendimize «Mi'râc gecesinde
yedi kat göklerin üzerinde ezan gösterilmişti. Bu vahiyden de kuvvetlidir.
Ezanın meşruiyyeti Medine'ye hicrete kadar gecikince Resulü'İlah (Sallallafıü
Aleyhi ve Sellem) namaz vaktini cemaata bildirmek istedi; ve bu hususda vahiy
bekledi. Nihayet Abdullah bu rüyayı görerek semâda gördüğü ezana uyduğunu
anlayınca «Bu rüya haktır inşâallah» buyurdu. Ve o zaman anlaşıldı ki; Allah'ın
kendisine semada gösterdiği ezandan murad onun yeryüzünde sünnet olarak meşru
kıhnmasıymış. Ömer'in rüyasının da aynı şe1 kil olması bunu takviye etmiştir.
Hasılı; ezan
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şanını yükseltmeyi tazammun ettiği
cihetle, hikmet-i ilâhiyye onun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
başkasının diliyle meşru olmasını iktiza etmiştir. Çünkü bu onun şanını daha
da yükseltir. «Senin zikrini yüce kıldık» âyeti kerîmesinin mânâsı da budur»
b) Acaba
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzat ezan o-kumuş mudur? denilirse:
Evet, diye cevap verilir. Tirmizî'nin Ebu Hüreyre (Radtyallahû anh) 'dan
rivayet ettiği bir hadisde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir
seferde ezan okuduğu ve Ashâb'ın üzerleri yağmur, altları çamur olduğu için
onlara hayvanları üzerinde oldukları halde namaz kıldırdığı bildirilmiştir.
Yalnız bu hadisi Tirmizî garib bulmuş, Beyhakî dahi zayıf olduğunu
söylemiştir.
c) Ezanda bir de terci' meselesi vardır. Terci'
iki şehâdeti alçak sesle okuduktan sonra dönerek onları bir de yüksek sesle
okumaktır. îmam Şafiî ile îmam Mâlik buna kaildirler. Yalnız İmam Mâ1ik'e göre;
ezanın başındaki tekbîr dört değil iki defa alınır. îmam Ahmed b. Hanbel'e göre;
terci'nin yapılmasında da yapılmamasında da beis yoktur. Şafiîlerce dahi esâh
olan kavle göre terci'i terk etmek zararsızdır. Hz. Şafiî 'nin delili Ebû Mahzura hadîsidir. Mezkûr hadîse göre Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ebû Mahzura'ya ezanı
öğretirken terci'ide tâlim etmiştir. Bu hadîsi
Buhârî 'den gayri bütün Kütüb-ü
Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir.
Hanefiler'e göre;
ezanda tercî' yoktur. Delilleri: Abdullah b. Zeyd hadisinde bunun
zikredilmemesidir. Ebû Mahzura hadisinde Şahâdâteynin tekrar edilmesi bunları
ona öğretmek içindir. Ebû Mahzura onu tercî zannetmiştir. Zaten Taberanî 'nin
*H-Evsat» ında rivayet ettiği Ebû Mahzura hadisinde Resû1ü11ah (Sdtkûİahü
Aleyhi ve Sellem)'in Ebû Mahzûra'ya ezanı kelime kelime öğrettiği beyân
edilmiş, fakat terci'den bahsedilmemiştir. Hz. Bi1âl'in seferde ve hazarda
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda bütün Ehl-i Islâmın
ittifakı ile tâ vefatına kadar okuduğu ezanda tercî' rivayet edilmemiştir. Ebû
Bekr'i Sıddık zamanında ve onun da vefatına kadar okunan ezanlarda dahi terci'
yoktur.
d) Ezanın başındaki tekbir dörttür. Nitekim
Müslim ile Ebû Avâne ve Hâkimin rivayet ettikleri Ebû
Mahzura hadîsinde de dört olduğu bildirilmiştir. İmam Mâlik ile diğer
Mâ» likiyye ulemâsı ezanın başındaki tekbirin iki olduğuna kaildirler. Delilleri;
sahih yollardan rivayet edilen Ebû Mahzura ezanı ile îbni Zeyd ezanında
tekbîrin iki olduğu bildirilmesidir. Hz. Mâlik bu hususda Medine'lilerin
ameliyle de ihticâc etmiştir. Sâ'd Oğulları İmam Mâlik zamanına kadar ezanı hep bu
şekilde okumuşlardır. Hanefîler İmam Mâ1ik'e cevaben «Bizim mezhebimiz semâdan
inen meleğin tâlim ettiği ezandır.» demişlerdir.
e) Sabah ezanında «Hayyaele'l - Felah» dan sonra
iki defa «Es Solafu hayran mine'n - nevin»
denir. Taberânî 'nin Mu'cem-i
Kebîr- -inde Hz. Bi1âl'den rivayet
ettiği bir hadiste:
«Bilâl, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)>''e sabah ezanını okumaya geldi. Ve onu
uykuda bularak iki defa:
«Esalâtu hayrun mine'n
- Nevm» dedi. Bunun Üzerine Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu ne güzel şey ya
Bilâl! Bunu ezanına kat» buyurdu denilmektedir.
Hadîsin bâzı
rivayetlerinde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Bilâl'a:
«Sabah ezanını okurken
bunu ezanına kat» buyurduğu, ondan sonra Hz. Bi1âlin bu cümleyi sabah
ezanlarında okuduğu beyân edilmiştir.
f) Ezan kelimelerinin mânalarına gelince: Lisan
ulemâsından Sa1eb’in beyanına göre; ulemâ «Allahü Ekber» in mânası hususunda ihtilâf
etmişlerdir. Lisan ulemâsına göre; bunun mânâsı: Allah büyüktür. demektir. Kisâi,
Ferrâ ve Hişâm «Bu cümle Allah
her-şeyden büyüktür manasına gelir; cümlede hazif vardır.» demişlerdir. Bâzıları
«Ekber> lafzının daima vakıfla yani sakin okunacağını, çünkü ezanın böyle
işitildiğini, burada i'râb yapılamıyacağını söylemişlerdir.
» cümlesinin mânası bazılarına göre:
«Allahdan başka ilâh
olmadığını bilirim ve bildiririm» demektir. Ebu Ube y de'ye göre «Eşhedü»
Hükmederim ma'nasına gelir.
«Hayya-lessalâh» Haydi
namaza, gel mânâsına ismi fiildir. Felah kurtuluştur.
«Esselâtü hayrün
mine-n'Nevm» Namaz uykudan daha
hayırlıdır, demektir.
6- Müezzinin
gür ve yanık sesli olması müstehabdır. Bu cihet itti- fakîdir. Nevevî 'nin beyânına göre;
Şafiîlerce biri güzel sesli olup ezan okumak için ücret isteyen, diğeri çirkin
sesli fakat ücret istemeyen iki şahıstan müezzinlik için hangisinin tercih
edileceği hususunda iki kavil vardır. Bunların esah olanına göre; güzel
sesliye ücret verilmesi tercih edilir.
İbni Şüreyh'in kavli de budur.
Ulemâ ezanda dört
hikmet bulunduğunu söylerler. Bunlar: Şİâr-ı İsIâmın, Kelime-i Tevhidin, Namaz
vaktinin ve kılınacağı yerin Hânı ile cemaata da'vettir,
Kanâat-ı âcizânemce
bugünkü hoparlörlerle okunan ezanlar, ezandan matlub olan i'lâm ve ilânı daha
beliğ bir şekilde eda etmek niyyeti hâ-lisânesine ibtina etmekde ise de
maalesef netice kaş yapayım derken göz çıkarmaktan ibaret kalıyor. Çünkü
hoparlörlü camilerin minarelerinde hiçbir zaman müezzin görülmüyor, güya
müezzine kolaylık olsun diye hoparlör minarenin şerefesine fakat mikrofon alt
kısmında gizli bir yere yerleştiriliyor. Bu sebeple ezanı okuyan müezzin
katiyyen dışarıdan görülmemektedir. Halbuki ezandan maksat i'lândır, i'lân
kelimenin tam mânâsı ile yapılacaktır. Minareler, bu maksadı temin için yüksek
yapılmış ve müezzinin her taraftan görülmesine müsâid bir tarzda inşa
edilmiştir. Bu suretle camiye yakın olanlar müezzinin hem sesini duyacak hem de
kendisini görecek; uzaktakilerle sağırlar müezzinin eli kulağında olduğu halde
minarenin şerefesinde döndüğünü görünce ezan okuduğunu anlayacaklardır. Hasılı
minarede okunan ezanda kelimenin tam mânası ile i'lân tahakkuk eder. Fakat
hoparlörle okunan ezanda müezzin görülmediği için i'lân yarım kalıyor,
uzakdakilerle sağırlar ezanın okunduğunu anlayamıyor, binnetice ezan sesini
her tarafa duyuralım derken, bu işi eskisi kadar dahi yapamıyoruz. Halbuki
müezzinler mikrofonu ellerine alarak minarenin şerefesinde döne döne pek alâ
ezan okuyabilirler. Mikrofonla ezanın daha faydalı olması ancak bu suretle
temin edilir.
2- (378)
Bize Halef b. Hişâm rivayet etti (dedi ki): Bize Hammâd b. Zeyd rivayet etti.
H. Bize Yahya b. Yahya rivayet etti (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye haber
verdi. Bunların ikisi birden Hâlid El-Hâzzâ'dan, o da Ebû Kılâbe'den, o da
Enes'den naklen rivayet etmişler. Enes şöyle demiş:
«Bilâl'e ezanı çift,
ikâmeti tek okuması em rolündü.. Yahya, İbni Uleyye'den rivayet ettiği
hadîsinde: -Ben bu hadîsi Eyyûb'a rivayet ettim. Eyyûb;
yalnız ikâmet lâfzı müstesna, dedi.» cümlesini ziyade etti.
3- (...)
Bize İshak b. İbrahim el-Hanzali de rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdülvehhab es-Sakafî
[2] haber
verdi, dedi ki; Bize Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den, o da Enes b. Mâlik'den
naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
— Ashab tanıyacakları
bir şeyle halka namaz vaktini bildirmeyi konuştular da kimi ateş şılartmayı
kimi de çan çalmayı teklif ettiler. Bunun üzerine; Bilâl'e ezanı çift, ikâmeti
de tek kelimelerle okuması emro-lundu.
4- (...)
Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz [3]
rivayet etti (Dedi ki): Bize Vüheyb [4]
rivayet etti (Dedi ki): Bize Hâlid el-Hazzâ bu isnadla rivayet etti. Hâlid;
Müslümanlar çoğalınca namaz vaktini bildirmeyi konuştular...» diyerek Sekafi
hadîsi gibi rivayet etmiş; yalnız burada; «Ateş yakmayı» tabirini kullanmış.
5- (...)
Bana Ubeydullah b. Ömer el-Kavârîrî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Abdülvâris b. Saîd ile Abdülvehhâb b. Abdilmecîd rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes;
«Bilâl'e ezanı çift,
ikâmeti tek (Lâfızlarla) okuması emrolundu» demiş.
Bu hadisi bütün
Kütüb-ü Sitte sahihleri az lâfız değişikliği ile tahrîc etmişlerdir.
Nâkûs:
İbadet zamanlarında hıristiyanlann çaldığı çandır. Yahudiler bu iş için borazan
mânâsına gelen bûk veya şebûr çalar, mecûsiler de ateş yakarlarmış. Ashab-ı
Kirâm'ın halkın tanıdıkları birşeyle namaz vaktini bildirmekden muradları,
Namaz vaktini bildiren bir alâmet tayin et-mekdir. Bazıları bu alâmetin namaz
vakti geldiğinde ateş yakmak, diğerleri de çan çalmak ve boru üfürmek gibi
şeyler olmasını teklîf etmişlerdir.
«Bilâle emrolundu»
cümlesinde, emrolundu fiili meçhul sîgası ile vârid olmuştur. Emredenin
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiietn) yahut başka biri olması ihtimal
dahilindedir. Sahâbînin «Emrolundu»
demesi Usûl-ü Fıkh ulemâsı arasında
ihtilaflıdır. Bazıları bu sîga ile rivayet edilen hadîsin merfu', bazıları da
mevkuf olduğunu söylemişlerdir. Kirmanı ekseri ulemânın mezkûr sîga ile rivayet
edilen hadisi merfu' saydıklarını, doğrusunun da bu olduğunu söylemişse de,
Aynî bu sözün kendi mezhebini takviye için söylenmiş bir söz olduğunu beyan
etmiştir. Nevevî dahi Kirman î'nin yolundan giderek.böyle hadîslere mevkuf
diyenleri hatâya nisbet etmiş, doğrusu böyle hadisler merfu'dur. Çünkü
emrolundu fiilinin faili emir ve nehiy sahibi olan Resûlüllajı (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) 'dir. Yine bu kabilden olmak üzere Sahâbînin «şöyle
emrolunduk, şundan nehyolunduk, insanlara şu emrolundu» gibi sözleri hep
merfû'dur. Sahabinin bu sözleri Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
zamanında söylemesi ile onun vefatından sonra söylemesi arasında fark yoktur»
demiştir.
1- Hadis-i
Şerif ezan kelimelerinin ikişer ikişer, ikâmet kelimelerinin ise birer birer
okunacağına delildir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in mezhebleri budur. Şâfiî'ye
göre terci* ile beraber ezan 19 kelime, ikâmet 11 kelimedir, imam Mâlik ezanın
başındaki tekbirin iki defa alınacağına kail olduğu gibi ikâmetin de on
kelimeden ibaret olduğunu söylemiştir. Ona göre; ikâmet esnasında yalnız, bir
defa «Kad kaameti-s'sâlatü» denilecektir. Bu bâbda Hattâbî (319-388) şunları
söylemiştir: «Haremeyn-i Şerifeynde, Hicaz, Şam, Yemen, Mısır, Magrib'de ve
İslâm beldelerinin en uzak yerlerinde ikâmeti tek kelimeler halinde getirmekle
amel olunagelmiştir. Bilumum u-lemâmn mezhebi «Kadkameti-salâtü» cümlesinin
tekrarlanmasıdır. Buna muhalefet edefo yalnız Mâlik olmuştur. Zîra ondan
rivayet edilen kavle göre; bu cümle tekrar edilmez. Ezanla ikâmet arasında yalnız
çift ve tek okunma hususunda fark vardır. Bu da ezanın,, vakit geldiğini
bildirmek için bir i'lâm olmasındandır. îkâmet ise; namaza baş landığının bir
emâresidir. Eğer bunların ikisi de bir olsaydı mes'ele ka rışır ve birçok
insanların ikâmeti ezan zannederek cemaate yetişmemelfc rine sebep olurdu.
Buhâri şârihi Aynî,
Hattâbî 'nin bu sözlerini naklettik ten sonra ona şöyle mukabele ediyor;
«Şaşarım Hattâbî'ye, ku lağa girmeyen bu sözler ondan nasıl sâdır olabiliyor.
Ezanla ikâmet a rasmda böyle bir fark yapmak doğru değildir. Çünkü ezan
dışarıda olan lâra namaz vaktinin geldiğini bildirmektir. Bundan dolayıdır ki;
ancal minareler gibi yüksek yerlerde okunur, tkamet ise, hazır olan cemaata
namaza başlandığını bildirmektir. Şu
halde bunların arasında nasıl işti-bâh vâki' olur da ikisi birbirine
karıştırılır! Düşünerek konuşan kimse bu sözü söylemez. Bundan daha garibi,
ikâmeti iki defa söylemenin birçok kimselerin cemaatla namaza yetişememesine
sebep olacağını, çünkü ikâmeti ezan zannedeceklerini iddia etmesidir. Namaz
için hazır olmuş cemâat nasıl olur da böyle bir zanna kapılabilirler? Böyle
bir söz ile ancak kendi mezhebini haklı çıkarmak için ihticâc edilebilir.
Bundan daha garib olmak üzere Kirmanı 'nin; Ebû Hanîfe ikâmetin ikişer ikişer
okunacağını söylemiştir. Bu hadîs onun aleyhine delildir, demiştir. Ebû Hanîfe
ikâmetin ikişer ikişer yapılacağını bildiren sahih hadislerle istidlal ettiği
halde acaba bu hadis onun aleyhine nasıl delil olabilir?
Filhakika ikâmetin de
ezan gibi ikişer ikişer okunacağını bildiren birçok hadîsler vardır. Ezcümle Ebû
Avâne Jnin «Sahih» inde Şa'bî'den rivayet ettiği bir hadîste ezanı ikişer
ikişer okudu; kameti de ikişer ikişer getirdi denildiği gibi Ebû Mahzûre 'nin
Tirmizî'deki sahih rivayetinde; «Kendisine ezanı ikişer ikişer kameti de ikişer
ikişer öğretti» denilmekte, Tahâv î'nin rivayet ettiği Selemetii'bnü Ekvâ,
hadîsinde «Ezan ve ikâmeti çifter çifter okurdu» buyurulmaktadır.» Bu bâbdaki
Sevbân hadîsinde dahi «Sevban (Radiyallahû anh) ezanı ikişer ikişer okur;
kameti de ikişer ikişer getirirdi.» deniliyor. Bütün bunlar gösteriyor ki;
ikâmet de ezan gibi ikişer ikişer okunarak getirilirmiş. Nevevî; Müslim
Şerhi'nde Ebû Hanîfe ikâmetin onyedi kelime olduğunu söylemiştir. Ama bu mezheb
şazz'dır, demişse de yukarıki deliller muvacehesinde Ebû Hanîfe mezhebinin şazz
olmadığı gün ışığı gibi meydana .çıkmaktadır.
Hanefîler de «Bu sahih
hadisler Şafiî aleyhine hüccettir» derler. Hz. Ali (Radiyallahû anh)'dan
rivayet olunduğuna göre; kendisi bir gün ikâmeti tek lâfızlarla getiren bir
müezzine tesadüf etmiş de:
«Gidi annesiz kalası,
bu lâfızları çift oku» demiştir. İbrâhim Nehâî'nin dahi «İkâmet lâfızlarını ilk
defa tek olarak okuyan Muaviye'dir» dediği rivayet olunur. Mücâhit «ikâmet; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ikişer ikişer getirilirdi. Nihayet bazı
zâlim emirler kendi çıkarları için onu hafiflettiler» demiştir.
2- Ezan ve
ikâmet sünnet-i müekkededirler. Bazıları vâcib olduğuna kail olmuşlardır. İbni
Münzir; «Ezan hazarda olsun, seferde olsun cemaat hakkında farz-ı kifâyedir»
demiştir. İmam Mâ1ik'e göre cemâatin toplandığı mescidde ezan okumak vâcibtir.
Atâ ile Mücâhid; «Ezansız namaz sahih olmaz» demişlerdir. Bir kavline göre Evzaî'de
onlarla beraberdir. İkinci kavline göre; vakit içinde ezan iade olunur.
Bâzıları ezanm Cuma namazı için farz olduğunu söylemişlerdir. Zahirîlere göre;
her namaz için ikâmet vâcibtir. Ezan ve i-kâmetsiz kılman namazın sahih olup
olmayacağı Zâhirîyye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Dâvud-u Zahirî'ye göre
ezanla ikâmet cemâatin farzıdır. Fakat namazın sahih olması için şart
değildirler. Hane-fîlerden îmam Muhammed, Ezanm vâcib olduğuna işaretle; «Bir
belde ahalisi ezan okumamaya ittifak etseler onlarla mukatelede bulunurum.
Yalnız bir kişi terketse onu döver ve habsederim» demiştir. Bazıları ezanın
İmam Muhammed'e göre farz-ı kifâye olduğunu söylerler. Hanefîlerin «El-Muhit»
«Et-Tuhfe» ve «El-Hidâye» gibi fıkıh kitaplarında «Ezan sünnet-i müekkededir,
Şafiî ile îshâk'in mezhebi de budur» denilmektedir. Nevevî Cumhûr-u ulemânın
kavlinin bu olduğunu söyler. Yine Nevevî 'nin beyânına göre: müezzin ezana
başlarken iki tekbiri bir nefesle, sonra iki tekbiri de bir nefesle alması
miistehabdır.
3- Bazıları
ikâmet kelimelerinin ilk devirlerde ikişer ikişer getirilmiş olabileceğini
fakat sonradan bunun Hz. Bilâl hadîsi ile neshe-dildiğini iddia etmişlerse de
bu iddia doğru değildir. Bilâkis ilk devirlerde teker teker okunduğu olmuş;
sonraları ikişerde karar kılınmıştır. Hz. Bi1âl'in âhir ömründe yaptığı budur.
6- (379)
Bana Ebû Gassân el-Mismaî, Mâlik b. Abdilvâhid ile İshak b. İbrahim rivayet
ettiler. Ebû Gassan; Bize Muâz rivayet etti, dedi. İshak ise; Bize Sahib-i
Destevâi Muâz b. Hişâm haber verdi, dedi. Muâz demiş ki; Bana babam Amir b.
Ahval'den, o da Mekhûl'den, o da Abdullah b. Muhayrîz'den, o da Ebû
Mahzûra'dan [5] naklen rivayet etti ki: Nebiyyullah (Saîlailahü Aleyhi ve Sellem) kendisine şu
ezam öğretmiş:
AUâhüekber, Allâhü
ekber
«Allah herşeyden
büyüktür. Allah herçeyden büyüktür.
Eşhedü en lâilâhe
illallah, Eşhedü en lâilâhe illallah
Ben Allah'dan başka
ilâh olmadığına şahadet ederim.
Ben Allah'dan başka
ilâh olmadığına şahadet ederim.
Eşhedüenne Muhammeden
resulü ilâh, Eşhedüenne Muhammeden resul üllâh
Ben Muhammed'in
ResulüMah olduğuna, şahadet ederim.
Ben'Muhammed'in
Resulüllah olduğuna şahadet ederim» sonra dönerek yine şöyle demiş:
«Ben Allah'dan başka
ilâh olmadığına şahadet ederim.
Ben Allah'dan başka
ilâh olmadığına şahadet ederim.
Ben Muhammed'in resul
üllah olduğuna şahadet ederim,
Ben Muhammed'in
resulüllah olduğuna şahadet »derim, (sonra iki defa) :
«Haydin namaza»
Hayya-l'essalâh iki defa da:
«Haydin Felaha» Hayya-lelfelâh (demiş)
tshâk «Allah herşeyden
büyüktür, Allah herşeyden büyüktür. Allah'dan başka ilâh yoktur» cümlelerini de ziyade etti.
Bu Hadîs Müs1im'in
ekseri esas nüshalarında böyledir. Yani ezanın başında iki defa tekbir getirileceğini
gösterir. Fakat MüsIim'den başka hadis imamları rivayetlerinde ezanın başında
dört defa tekbir alınacağı zikredilmiştir. Kaadî ly âz, Sahîh-i Müslim'in
Fârisî tarîklaiından bazılarında tekbirin dört defa getirileceği zikredildiğini
söyler. Aynı ihtilâf Abdullah b. Zeyd hadîsinde dahi mevcuttur. Meşhur olan
rivayete göre ezanın başındaki tekbirler dörttür. Mezheb imanlarından Ebû
Hanîfe, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel ile cumhuru ulemânın mezhebleri budur. îmam
Mâlik iki defa tekbîr alınacağına kail olmuş ve bu hadîsle istidlal
etmiştir. Mâli k'in bir delili de:
Medine'lilerin
amelidir. Onlar Hz. İmama göre sünneti daha iyi bilirler. Cumhuru ulemâ
«mu'temed râvinİn ziyâdesi makbuldür» diyerek dört tekbire kail olmuşlardır.
Bir delilleri de:
Mekke'lilerin dört
tekbîr almasıdır. Mekke-i Mükerreme gerek hac mevsiminde gerekse şâir
zamanlarda müslümanların toplandığı yerdir. Onların bu fiilini inkâr eden
bulunmamıştır.
Hadis-i şerif ezanda
tercîa kaail olan îmam Mâlik, Şafiî'e Ahmed b. Hanbel (Rahimehumullah) ile
diğer ulemânın de-allerindendir. Tercî1 iki şahadeti alçak sesle okuduktan
sonra dönerek tekrar bir de yüksek sesle okumak demektir.
Ebû Hanîfe ile Küfe
ulemâsına göre ezanda Terci*, meşru1 değildir, onlar Abdullah b. Zeyd hadisi
ile istidlal e-derler. O hadisde terci* zikredilmemiştir.
Şafiî1er Tercî'in
ezanın bir rüknü olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle
göre terci' sünnettir. Hadis imamlarından bir çokları ile diğer bir takım
ulemâya göre müezzin terci1 yapıp yapmamakta muhayyerdir.
7- (380)
Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babana rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Ubeydullah, Nâfi'den, o da tbni Ömer'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in İki müezzini vardı. Biri Bilâl,
diğeri âmâ olan İbni Ümmti Mektûm
(...) Bize
yine İbni Nümeyr rivayet etti (Dedi ki): Bize babam rivayet etti (Dedi ki):
Bize Ubeydullah rivayet etti (Dedi ki): Bize Kaasim, Âişe'den bu hadîsin
mislini rivayet etti:
Bu hadîsdeki
müezzinlerden murâd Peygamber (Salkıîlahü Aleyhi ve Seîlem) 'in Medine'deki müezzinleridir. Mekke devrindeki müezzini sesi son derece
güzel olan Ebû Mahzura ile Sa'd (Radıyalîahu Anhüma) idi.
Nevevî'nin
beyânına göre:
1- Bir
insanı tarif için yahut bir maslahattan dolayı kusuru ile anmak caizdir. Fakat
şanını küçültmek veya alay etmek maksadı ile hiçbir kimsenin kusur ve ayıbını
zikretmek caiz olamaz. Gıybetin mubah olduğu yerlerden biri de budur. Bu
yerler sırası geldikçe inşaallah görülecektir.
İbni ÜmmüMekt ûm 'un
ismi ekseri ulemâya göre Amr b. Kays b. Zaide 'dir. Bâzıları Abdullah b. Zaide
olduğunu söylerler. Annesi Ümmü Mektûm'un ismi de Â-tike 'dir. İbni Ümmü
Mektûm, Kadisiye harbinde şehid olmuştur.
2- Bir
mescidde iki tane müezzin bulundurmak müstahabdır. Şâfiî1ere göre bunlardan
biri tanyeri ağarmadan, diğeri tan yeri a-ğardıktan sonra ezan okurlar. Nitekim
Bilâl ile İbni Ümmü Mektûm (Radıyalîahu
Anhüma) 'da böyle yaparlardı. Maamâfih ihtiyaca göre üç, dört veya daha ziyade
müezzin bulundurmak da caizdir. Müslümanlar çoğalınca ihtiyaç arttığı için
Osman (Radıyalîahu anh) mescidde dört müezzin bulundurmuştur. Nevevî diyor ki: «Zahir bir ihtiyaç yoksa,
dörtden fazla müezzin bulundurmamak bizim ulemâmıza göre müstahabdır. Ezan
okumak için iki veya daha ziyade müezzin-ayrılmışsa hepsinin bir defada ezan
okumamaları müstahabdır. Vakit varsa sıra ile ezan okurlar. İlk defa hangisinin
okuyacağından ihtilâf e-derlerse aralarında kur'a çekilir. Vakit dar, mescid de
büyük ise mescidin birer tarafına çekilerek dağınık bir halde ezan okurlar.
Mescid dar olduğu takdirde hepsi bir yere durarak birde'n ezan okurlar. Yalnız
seslerinin muhtelif olması sebebiyle cemaatı rahatsız etmemeleri şarttır.
Rahatsız etmek ihtimali varsa, içlerinden yalnız bir tanesi ezan okur. İhtilâfa
düşerlerse aralarında kur'a çekerler.
İkamete gelince: Eğer
müezzinler ezani sıra ile okudularsa müezzinlik ilk okuyanın hakkıdır. Bu da o
müezzinin orada vazifeli bulunduğuna, yahut camide hiç vazifeli müezzin
bulunmadığına göredir. İlk ezan okuyan müezzin fahrî olursa olunla vazifeli
müezzinden hangisinin evlâ olacağı hususunda ulemâmızdan iki kavil rivayet
olunur. Bunların esah olanına göre vazifeli müezzinin ikaamet getirmesi
evlâdır. Çünkü vazifesidir. Bütün bu suretlerde ikâmet vazifesiyle alâkası
olmayan biri ikâmet getirse sahih ve muhtar olan mezhebe göre getirdiği ikaamet
kâfidir.
Ulemâmızdan bâzıları
kâfi gelmediğini söylemişlerdir. Nitekim Cuma günü Hutbeyi biri okusa da;
namazı başkası kıldırsa, bir kavle göre caiz değildir. Müezzinler bir ağızdan
ezan okurlarsa ikaameti de bir ağızdan yapamazlar. Birinin ikaamet getirmesine
razı olurlarsa ne âlâ, aksi takdirde aralarında kur'a çekilir. Ulemâmız bir m
esc idde birden fazla kimsenin ikaamet getiremiyeceğinî söylemişlerdir. Ancak
bir müezzin kâfi gelmezse, o zaman daha fazla müezzin ikâmet getirebilir.
Bazıları kargaşalığa sebeb olmamak şartıyla müezzinlerin bir ağızdan ikaamet
getirmelerini caiz görmüşlerdir. «Reddü'l - Muhtar» adlı eserde işaret
edildiğine göre zaruret îcabı iki müezzinin beraberce ezan okumaları îmâm Azam'a
göre de caizdir.
8- (381)
Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Ala' EI-Hemdânî rivayet etti (Dedi ki): Bize Hâlid
yâni İbni Mahled, Muhammed b. Cafer'den rivayet etti (Demiş ki): Bize Hişâm,
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti, Âişe şöyle demiş:
«İbni Ummi Mektüm a'ma
olduğu halde Resülallâh (Saltallahü Aleyhi ve Seüem) müezzinlik yapardı.»
(...) Bize
Muhammed b. Selemete'l-Murâdî dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b.
Vehb, Yahya b. Abdillâh ile Saîd b. Abdirrahman'-dan, oıalar da Hişâm'dan bu
isnadla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsin ekseri
hükümleri yukarıda görüldü. Burada maksad â'mâ-nın ezan okumasının sahîh ve
caiz olduğunu beyandır. Nevevî; diyor ki: Yanında gözü gören bir müezzin
bulunduğu vakit â'mânın müezzinliği caizdir. Bu Hz. Bilâl ile birlikte İbni
Ümmü Mektûm'un müezzinliğine benzer. Ulemâmız yalnız başına â'mânın müezzin
olmasını mekruh görürler»
îbni Ebî Şeybe ile
İbni Münzir'in rivayetlerine göre Abdullah İbni Mes'ûd, İbni Zübeyr
(Radıyalîahu Anhiima) ve başkaları â'mânın müezzinliğini mekruh gö-rürlermiş.
Fakat bu kavil â'mânın yanında gözü gören ve namaz vaktinin girdiğini ona haber
veren başka bir müezzin olmadığı zamana hamledü-miştir. Nevevî, Ebû Hanîfe *nin
«â'mânın ezanı sahih değildir» dediğini nakletmişse de bu nakil hatâdır. Çünki
E bû Hanîfe hazretleri böyle bir şey söylememiştir. Yalnız diğer Hanefî
imamları â'mânın müezzinliğini mekruh görmüşlerdir. Mes'ele «El-Mu-Mt»,
«Ez-Zâhire» ve «EI-Bedâyî» gibi fıkıh kitaplarında zikredilmiştir. Kerahetin
vechi; â'mânın namaz vakti girdiğini müşahede edememesi olsa gerektir. Çünkü
müezzinlik esasen müşahedeye ibtinâ eder. Yoksa â'mânın yanında gözü gören bir
müezzin bulunduğu zaman müezzinlik etmesi mekruh değildir. Hattâ gözü görenler
içinde â'mâdan efdali bulunmadığı vakit â'mânın imam olması bile evlâdır.
«El-Burhan» nam eserde «gözü görenler içerisinde â'mâdan efdal kimse bulunmazsa
â'mânın imam olması evlâdır; Çünkü Peygamber (SattaîlahüAleyhixeSellem) Tebûk
gazasına gittiği zaman Medine'de kendi yerine İbni Ümmî Mektûm'u bırakmıştı. Bu zat â'mâ idi* denilmektedir.
9- (382)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya İbni Sâîd, Hammâd b.
Seleme'den rivayet etti. (Demiş ki): Bize Sabit, En es K Mâlik'ten naklen
rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllab (Sallaîlahü Aleyhive Sellem) fecr
doğduğu zaman baskın yapardı. Ezanı dinletirdi şayet ezan (sesi) işitirse
(baskından) vazgeçer; işitmezse baskın yapardı. (Bir defa) Allah-u Ekber,
Allah-ü Ekber diyen bir adam işitti. Bunun üzerine Resulü İlâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Fıtrat (ı islâm) üzere!» buyurdular. Sonra o zât:
«Eşhedû enlâ ilahe
illallah, Eşhedü enlâilâhe illallah» dedi. Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Cehennemden çıktın»
buyurdular. Müteakiben baktılar ki adamcağız bir keçi çobanıymış.
Gara: Geceleyin
ansızın yapılan baskın demektir. Geceleyin yapılması evlâdır. Sabaha doğru
bırakılması ihtimal ezan sesini dinlemek içindir. Ezan sesi işitildiği zaman
baskın yapmaktan vazgeçmesi o yer halkının müslüman olduğunu anladığı içindir.
Çünkü imanla küfrün arasında alâ-met-i farika ezandır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in «Fıtrat (ı islâm) üzere» buyurması: «Sen bu sözü
insanların yaratıldığı islâm fıtratı üzere söyledin» demektir. O zatın
kelime-i tevhidi söylediğini işitince de: «Cehennemden çıktın» buyurmakla onun
tevhid sayesinde bu fıtrat üzere devam edeceğine ebeveyninin onu hıristiyan
veya yahudi yapamayacaklarına işaret eylemiştir. Cehennemden kurtulacağını
katiyyen ve sü-buta delâlet eden mazi sîgası ile ifade buyurması ya tefe'ül,
yahut kafi surette kurtulacağını haber vermek içindir. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söyledikleri doğrudur. Teâlâ hazretlerinin
vâ'di haktır.
1- Yalnız
bir kimsenin namaz kılacağı vakit ezan okuması meşru1-dur. Mezhebler arasında
sahih ve meşhur olan kavil budur.
2- Ezan
okunan bir yere baskın yapılmaz, çünkü ezan sesi o yer halkının müslüman
olduklarına delildir.
3- Bir kimse
kelime-i şehâdet getirmekle müslüman olur. Velevki bunu teklife binaen değil de
kendiliğinden yapmış olsun. Bu bâbdaki ihtilâf îman bahsinde görülmüştü.
4- Küf farı
dîne davet etmeden üzerlerine hücum etmek caizdir. Ancak evvelâ dine davet
müstehaptır. Sevrî, Ebû Hanîfe, Şafiî» İmam Ahmed ve İshâk buna kaildirler,
İmam Mâ1ik'e göre dine davet etmeden düşmanla harb caiz değildir.
10- (383)
Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike fbni Şihâb'dan duyduğum, onun
da Atâ b. Yezîd el-Leysî'den, onun da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum.
Resûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Ezanı İşittiğiniz
zaman siz de müezzinin dediğini deyin» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buharî, Ebû
Dâvud, Tirmizî, Nesaî veibni Mâce dahî tahrîc etmişler. Tirmizî onun hakkında
«Bu hadîs hasen sahihtir» demiştir.
İbni Vaddâh hadîsteki
«müezzin» kelimesinin müdrec olduğunu iddia etmişse de bu iddia söz götürür.
Çünkü Müdrec: İçersine râ-vînin sözü karışan hadîs demektir. Böyle birşey
mücerred bir iddia ile isbât edilemez. Buhârî ve Müslim'in rivayetlerinde müezzin
lâfzı zikredilmiştir. «El-Umde» sahibinin metn-i hadîsten bu lâfzı hazfetmesi
mühim birşey değildir. Bu babda en sarîh rivayetlerden biri de Nesaî'nin tahrîc
ettiği Ümmü Habîbe hadîsidir. Mezkûr hadîsde:
«Peygamber (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) benim yanımda bulunduğu zaman müezzinin ezan okuduğunu d uydu
mu müezzin sustuğu vakit onun söylediğini söylerdi» denilmektedir.
1- Hanefiyye
ulemâsına göre müezzine icabet ederek onun sözlerini tekrarlamak dinleyenlere
vâcibtir. Çünkü emir vücûb ifâde eder.
Mâlikîlerden İbni Vehb ile Zahirîlerin mezhebi de budur. Zira müezzini
işitenlerin Kur'an okumayı, konuşmayı, ve selâm almayı terk etmeleri vâcibtir.
Bunlar hep vücûb emareleridir.
2- İmam
Mâlik, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Cumhûr-u fukahâya göre buradaki emir vücûb
değil istihbab ifâde eder. Binâenaleyh müezzinin arkasından ezanı tekrarlamak
müstahabdır. Tahâvî'nin kavli de budur. Nevevî
diyor ki: «Müezzine icabetle onun okuduklarını tekrarlamak abdestli
olsun abdestsiz, veya cünüp yahut hayzlı olsun herkese müstahabdır. Elverir ki
icabete bir,mâni bulunmasın».
İcabete mâni olan
sebepler: Helada veya cima hâlinde yahut namazda bulunmak gibi şeylerdir. Farz veya nafile namaz kılan
bir kimse namazda müezzine icabet etmez. Namazdan çıktıktan sonra ezanı
tekrarlar. Namazda iken müezzine icabet ederek ezanı tekrarlamak mekruh mudur,
değil midir mes'elesinde İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet edilir. Bunların
meşhur olanına göre Namaz içinde müezzine icabet mekruhtur. Lâkin namazı
bozmaz; ancak namazda «Hayya ales-salâh» yahut «Essalâtü hayru-n minen nevm»
diyen bir kimse onun haram olduğunu bilirse namazı bozulur. Çünkü bu sözler
insan sözüdür. Kur'an okurken veya teşbih çekerken ezanı işiten kimse bunları
keserek müezzine tabi' olur. îkaa-met dahî ezan gibidir. Binâenaleyh onda da
müezzine icabet edilir. Yalnız «Kad kâmeti's - salâtü» yerine cemâat
«Ekaamehâllahu ve edâmehâ» derler. Sabah namazında dahi «Es-Salâtü hayrün mine'n
nevm» cümlesini işittikleri zaman cemâat «Sadakte ve bererte» derler. Nevevî
'nin sözü burada sona erer.
Hanefîlere göre «Hayya
ale's-salâh» «Hayya alel-Felâh» cümlelerinden ma'da müezzinin bütün
okuduklannı tekrarlamak, işiten kimselere vâcibtir. Müezzin:
«Hayye aleVsalâh»
dediği zaman onu dinleyenler «Hayye
ale'l-Felâh» m yerine de derler. Çünkü burada müezzinin sözlerini aynen
tekrarlamak onunla alay etmeğe benzer. «Es-salâtü hayrun mine'n nevm» yerine cemâat «Sadakte
ve bererte» derler.
3- Ezan okunurken
ve ikaamet getirilirken cemâatin konuşmaması, Kur'an okumaması, selâm almaması
hâsılı, müezzine icabetten başka hiç bir şeyle meşgul olmaması îcâb eder.
Kur'an okuyan, okumayı keserek ezanı dinlemeli ve müezzine icabet etmelidir.
Yalnız bâzıları «Mescidde Kur'an okuyan ezanı işitirse okumaya devam eder;
evinde olursa ezan, mahallesinin mescidinde okunduğu takdirde okumayı keserek
müezzine icabet eder. Başka bir mescidde okunuyorsa okumaya devam edebilir.» demişlerdir.
Hu1vâni «Dili ile müezzine icabet eden, fakat mescide gitmeyen kimse müezzine
icabet etmiş sayılmaz. Fakat mescidde o-lup ta müezzinin arkasından ezanı
tekrarlamayan günahkâr olmaz. Kendilerine namaz farz olmayanlara icabet de
farz değildir. Farz veya nafile namaz kılarken ezanı işitenlere dahî icabet
lâzım değildir.» demiştir.
4- Hanefiyye
ulemâsı her müezzine icabet lâzım mıdır, yoksa ilk müezzine icabet kâfî midir
meselesinde ihtilâf etmişlerdir. Bu mesele Hanefiye ulemâsından Zahir üddîn'e
sorulmuş da: «Mahallesi mescidinin
müezzinine bilfiil icabet vâcibdir» cevabını vermiştir. Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir: gerçi bu hadiste Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Müezzini işittiğiniz
vakit siz de onun dediğini deyin» buyurmaktadır. Fakat bundan önceki bâbda
bizzat kendisi ezan okuyan çobanı işittiği zaman onun sözlerini tekrarlamamış,
birincide «Fıtrat özere,» ikincide «Cehennemden çıktın» buyurmuşdur Bu,
müezzine icabetin farz değil müstahab olduğunu göstermiyor mu?
Cevap: Buradaki
hadiste müezzine icabet emredilmiştir. Bu emir mutlaktır. Karinelerden mücerret
olan mutlak emirler ise vücûb ifâde ederler. Bu husus mezkûr emrin vücûb için
kullanıldığını birçok rivayetler de te'yîd etmiştir. İbni Ebî Şeybe 'nin
«Musannef» inde rivayet ettiği bir hadisde;
«Müezzini işitip de
onun okuduğunu okumaman cefâ sayılır.» buyu-rulmuştur. Cefâ; zulm ve tecâvüz
demektir. Müstahab olan bir şeyi terk-etmek cefâ sayılmaz; cefa ancak vacibi
terk etmekle olur.
Çoban hadîsine
gelince, ihtimâl Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ezana icabet etmiş
ve ayrıca o sözleri de söylemiş. Fakat râ-vHcâbetini nakletmemiştir. Yahut
icabet mes'elesi o hâdiseden sonra emredilmiştir. Maamafih icabetin vâcib olup
olmaması mes'elesinı Hanefî imamlarından Kemâ1 b. Hümam (788-861)
«Fethül-Kadîr» nam eserinde münâkaşa etmiş ve ikâmette icabetin müstahab
olduğunu, söylemiştir.
11-(384) Bize
Muhammed b. Selemete'l Murâdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb,
Hay ve ile Saîd b. Ebî Eyyûb ve arkadaşlarından, onlar da Kâ'b b. Alkame'den o
da Abdurrahman b. Cübeyr'-den, o da Abdullah b. Amr b. Âs'dan naklen rivayet
etti. Abdullah Re-sûHülah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyururken
işitmiş:
«Müezzini işittiğiniz
vakit siz de onun dediğini deyin. Sonra bana so-lavât getirin. Çünkü her kim
bana bir defa salavat getirirse, Allah ona o salâvcrt sebebiyle on defa salât
eyler. Sonra Allah'dan benim için vesileyi isteyin. Zira vesile cennette bir
makamdırki Allah'ın kullarından yalnız bir tanesine lâyıktır. Umarımki; o bir
kişi de ben olayım. İmdi her kim benim için vesileyi isterse ona şefaatim vâcib
olur.»
Bu Hadîsi Ebû Dâvud
ile Nesâi dahi tahric etmişlerdir. Buhârî'deki rivayetinde şöyle
buyurulmuştur:
«Her kim ezanı
işittikte Yarabbi şu tam davetin ve daimî salâtın rabbi olan Allah'ıml Muhammed'e
vesileyi ve fazileti ver. Onu vâd buyurduğun makâm-ı mahmOda gönder! derse
kıyamet gününde o kimseye şefaatim vâcib olur.» Bu hadîs kitabımızın hadîsini
tefsir etmiş oluyor. Çünkü Müslim'in rivayetinde;
«Sonra Allahtan benim
için vesileyi isteyin» buyurulmuş, fakat onu ne şekilde ve hangi kelimelerle
isteyeceğimiz bildirilmemiştir. Buhârî hadîsi bu ciheti îzah etmiştir.
Allah'ın kuluna salât
etmesinden murâd rahmet ve mağfiret buyurmaşıdır.
Vesîle:
Lûgatde başkasına yaklaşmaya vâsıta olan şey ve hükümdarın yanında mevki'
sahibi olmak mânâlarına gelir. Buradaki hadiste cennette bir mevki ve menzil
diye tefsir buyurulmuştur. Faziletin vesileden başka bir makam olması ihtimali
vardır. Buhârî hadisinde «Makâm-ı - Mahmûd» nekre olarak zikredilmiştir. Bu
makam müphem olmadığı halde nekre zikredilmesi Kuran-ı Kerim'in nazmını hikâye
etmek içindir. Zira Kur'an-ı Kerim'de; «Muhckkakjci rabbin seni bir makâm-ı mahmûd'a
gönderecektir» buyurulmuştur. Tıybî ( -
743) bu kelimenin nekre zikredilmesi nekre daha büyük ve geniş mânâ ifâde
ettiği içindir. Sanki ne büyük makam, her dille övülen bir makam denilmiş
gibidir, diyor. «Makâm-ı Mahmûd» un türkçesi övülen makam demektir. Bu tabir
bâzı rivayetlerde ma'rife olarak zikredilmiştir. İbnü'l Cevzî ekseri ulemâya göre
bundan muradın şefaat olduğunu söylemiştir. Bâzıları Makâm-ı Mahmûd Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i arşın üzerine o-turtmaktır. Diğer bâzıları
kürsinin üzerine oturtmaktır demiş; bir takımları da herkesin göreceği ve
tanıyıp methedeceği yerdir, diye tefsir etmişlerdir. Bu tabir Hamd-ü Senayı
celbeden bütün ta'ziz ve ikram nev'-ilerine âmm ve şâmildir. İbni Abbâs
(Radıyallahu Anhüma) Makam-ı Mahmud'u «Öyle bir makam ki; seni orada bütün
gelmiş geçmiş ümmetler övecek ve orada bütün mahlûkata şeref vereceksin. İstediğin
verilecek, şefaatin kabul edilecek, herkes senin sancağın altında toplanacaktır.»
diye tavsif etmiştir. Hazreti Ebû Hüreyre 'den rivayet olunan bir hadiste Resûlüllah
(Saiîallahü Aleyhi ve Sellem :
«Makamım ah mud benim
Ümmetime şefaat edeceğim yerdir.» buyurmuştur. Bu makamı ona vereceğini bizzat
Tealâ hazretleri vâ'd buyurmuştur. Allah Tealâ - Hâşâ vaadinden dönmez. Şu
halde ümmetin duasına ne lüzum vardır denilirse bu suale şöyle cevap verilir:
Ümmetin duası bu makamın devam ve sebatını istemek içindir. Yahut ümmetden dua
istenilmesi bir kimsenin başkasına dua etmesinin caiz olduğunu, hacet
anlarında duadan ve bilhassa sâlih kulların duasından istifade ve is-tiâne'nin
meşru' olduğuna işaret içindir.
cümlesi: «Şefaata hak kazanır, şefaat kendisine helâl olur, şefaat kendisine vâcib olur,»
mânâlarına gelir.
Fakat buradaki helâl olmak evvelce haram idi mânâsına değil, yine şefaati hak
eder manasınadır. Burada da şöyle bir sual hatıra gelebilir: Şefaat günahkârlara
yapılacaktır. Burada ise; günahlı veya günahsız her kim ezan duasını okursa
onlara şefaat e-dileceği bildiriliyor. Günahsızlar için şefaate lüzum var
mıdır?
Cevap: Evet vardır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in müteaddit şefaatleri olacaktır. Bunların
bâzıları soruşuz sualsiz cennete girmek ve derecelerini yükseltmek gibi
husûsatta günahsızlara âit-tir. Yâni kıyamet gününde haline göre herkese şefaat
olunacaktır.
1- Bu hadîs
namaz vakitlerinde rahmet için gök kapıları açıldığı zaman mü'minleri duaya
teşvik etmektedir. Bir hadîsde beyân edildiğine göre iki saat vardır ki onlarda
yapılan dualar geri çevrilmez. Bunlardan biri namaz için ezan okunduğu zaman,
ikincisi de Allah yolunda saf bağlandığı zamandır.
2- Bu
ümmetin günahkârlarına da, günahsızlarına da şefaat edilecektir.
Günahkârlarına azapları ıskat edilmek için, günahsızlarına da sevapları
artırılması için şefaat olunacaktır.
3- Hadîs-i
Şerîf şefaati yalnız mutî kullara tahsis eden mu'tezile-nin aleyhine delildir.
12- (385)
Bana İshâk b. Man sûr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Ca'fer Muhammed b.
Cehdam es-Sekafî haber verdi (Dedi ki): Bize İsmail b. Ca'fer, Umâraiü'bnü
Gaziyye'den, o da Hubeyb b. Abdirrah-man b. İsaf dan,, o da Hafs b. Âsim b.
Ömer b. Hattâb'dan, o da babasından, o da dedesi Ömer b. Hattâb'dan naklen
rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü A îeyhi ve Seilem) :
«Müezzin «Allahûekber,
Allahûekber» dediği vakit sizden biriniz «Allahûekber Allahûekber» der: Sonra
Müezzin «Eşhedû enlâ ilahe illallah» dediği vakit oda «Eşhedû enlâ ilahe
İllallah» derse sonra Müezzin «Eşhedû enne Muhammeden Resûlüllah» dediği vakit
oda «Eşhedû enne Muhamme-den Resûlüllah» der; müezzin «Hayyealessalah» dediği
vakid oda «lâ havle velâkuvvete illâ billâh» der; sonra müezzin «Hayye
ales'salâh» dediği vakit oda «lahavle velâkuvvete illâ billâh» derse; sonra
«Allâhûekber Allâhû ekber» dediğinde oda «Allahû Ekber, Allahü ekber» derse;
sonra müezzin lâ ilahe illallah dediği vakit oda bütün kalbiyle «lâ ilâheillâllah»
derse cennete girer» buyurdular.
Bu hadîs için
Dâre-Kutnî (306 - 385) «El-lstİdrâk» nâm eserinde de şunu söylemiştir: «Bu
hadîsi Derâ verdi- ve başkaları mürsel olarak rivayet etmişlerdir», «Kitâbü'l
İ'lel» inde ise onun muttasıl olduğunu söylemiş, muttasıl olarak rivâv^t eden
İsmail b. Cafer'in hafız ve mûtemed bir zât olduğunu, binaenaleyh yaptığı ziyâdenin
kabul edileceğini» bildirmiştir. Doğrusu «Kitabü'l-t'lel» deki sözüdür. Çünkü
hadîsi Bu'hârî ile Müslim de rivayet etmişlerdir. Sahîh olduğunda şüphe
yoktur. Mevsuk olan bir râvînin rivayet ettiği ziyâde ise makbuldür.
Gerçi bu hadîsde
Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ezanın başındaki tekbîri iki defa,
şahadetleri ve Hay'aleleri birer defa zik-retmişse de, hadîs ezanın lâfızları
ta'lim için sevk edildiğinden adet hakkında nass değildir. Bu bâbda nass olan
hadislerde ezanın başındaki tekbirlerin dört, diğer elfazmm ikişer olduğunu
yukarıda görmüştük.
Hay'ale:
Hayya ale's-Salâh ile Hayye ale'l-Felâh'ın kısaltılmış ifadesidir. Hayye
ale'l-Felâh: Kurtuluşa cennette ebedi kalmaya sebep olan şey'e gelin; demektir.
Arap lisânında hayrın bütün mânâlarına şâmil o-lan en cemiyyetli kelime Felah
kelimesidir. Nasihat kelimesi de buna yakındır.
1- Hadîs-i
şerif, ezanı işitenlerin müezzinin arkasından onu tekrarlamaları gerektiğine
delildir. Ulemânın bu babdaki kavillerini az yukarıda görmüştük. Yalnız
Hay'alelerde «lâ havle#velâ kuvvete illâbillâh» denilecektir. Şu halde Hz. Ebû
Saîd'den rivayet edilen:
«Ezanı işittiğiniz
vakit siz de müezzinin dediğini deyin» hadîsi bununla tahsis edilmiş olur.
2- Bâzıları
amellerin kabulü için kasd ve samimiyetin şart olduğuna bu hadîsle istidlal
etmişlerdir.
13- (386)
Bize Muhammed b. Rumh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Atdillah b.
Kays el-Kureşî'den naklen haber verdi. H.
Bize Kuteyfcetü'bni»
Said dahî rivayet etti (Dedi ki): Bize Leys, Hukeym b. Abdillah'dan, o da Âmir
b. Sâ'd b. Ebi Vakkas'dan, o da Sa'd b. EM Vakkas'dan, o da Resûlüllah
(Salhllahü Aleyhi ve Sellem>'den naklen rivayet etti ki: Şöyle buyurmuşlar:
«Her kîm müezzini
işittiği vakit derse günâhı afolunur.
İbni Rumh kendi
rivayetinde: «Herkim müezzini işittiği zaman» «-ylı Llj » derse» dedi. Kuteybe
ise «L'îj » dediğini söylemedi.
Hadîs-i Şerîf müezzin
kelime-i şahadeti okuduğu zaman dinleyenle* rinde duasını okumalarının müstahab
olduğuna delildir. Görülüyor ki müezzini can kulağıyla dinleyerek onun
okuduklarını ta'rif e-dildiği vecihle tekrarlamak kulun günahlarının affına
sebeptir. Bu hu-susda Kaadî Iyâz (Rahimehullah) şunları söylemiştir. «Malumun
olsun ki; ezan îman akidesini cem etmiştir. Ezan, İmanın iki nev'ine de yani
hem akliyata, hem sem'iyyata şâmildir. Ezanın evveli Allah'ın zâtını ve lâyık
olduğu kemâl sıfatlarını zıtlardan münezzehîyyetini ispat eder. Bu isbât «AHahü
Ekber» lâfzıylâdır. Mezkûr lâfız pek kısa olmakla beraber bu söylediklerimize
delâlet eder. Ondan sonra ezan Allah'ın birliğini, şeriki olmadığını tasrih
eder ki her dînî vazifenin başında gelen îman ve tevhid'in esası budur; Daha
sonra Peygamberliği ve bizim peygamberimiz Muhammed (Sallaîtahü Aleyhi ve
Seltem)% şehâdeti ifâde 6-der. Allah'ın birliğine şahadetten sonra bu da büyük
bir kaidedir. Yeri de tevhid'den sonradır. Çünkü Nübüvvet meselesi vuku'u caiz
fiillerdendir. Öteki Mukaddimeler ise vâcibat kabilindendir. Bu kaidelerden
sonra Allah hakkında vâcib, müstehil ve caiz olan bütün aklî akideler tekemmül
etmiş bulunuyor. Bundan sonra ezan, kulları ibâdetlere davet eder. Namaza
Nübüvveti ispattan sonra davet etmesi onun vücûbu aklen değil
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
tarafından bildirildiği i-çindir. Bundan sonra ezan felaha davet eder. Felah
(Kurtuluş) daimî nimetler içersinde ebedî hayat demektir. Bu cümle Öldükten
sonra dirilmek ve ceza görmek gibi âhiret umurunu bildirmektedir ki islâm
akidelerinin en son mevzu'u budur. Bütün bunlar namaza başlandığını bildirmek
için ikâmette de tekrar edilir. Bu tekrar îmanın te'kidini ifade eder. Ta ki;
namaz kılan kimse bu ibâdete başlarken kalbi ve lisaniyle şahadet ve î-.man
basireti ile girsin de başladığı işin yüceliğini, ibadet ettiği Allah'ın
hakkının büyüklüğünü, sevabının bolluğunu düşünsün...»
14- (387)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abde,
Talhatübnü Yahya'dan, o da amcasından naklen rivayet etti. Demiş ki:
Muâviyetü'bnü Ebî Süfyan'ın [6]
yanında idim. Derken müezzin onu namaza davete geldi. Bunun üzerine Muâviye;
Ben Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'i :
«Müezzinler kıyamet
gününde insanların en uzun boyunluları olacaklardır» buyururken işittim, dedi.
(...) Bana
bu hadîsi Ishak b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Âmir haber verdi
(Dedi ki): Bize Süfyan [7],
Talhatü'bnü Yahya [8]dan, o da îsa b. Talha'dan
naklen rivayet etti. îsa: Ben Muâviye'yi Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdular diyerek bu hadisin mislini rivayet ederken
dinledim demiş
sûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle mislini
rivayet ederken dinledim, demiş
Müezzinlerin kıyamet
gününde en uzun boyunlu insanlar olmasından ne kastedildiği selef ve halef
ulemâsı arasında ihtilaflı bir mes'eledir. Bazılarına göre bundan murâd
müezzinlerin Rahmet-i ilâhiyyeyi görmeye en ziyâde özenen insanlar olmalarıdır.
Çünkü; bir şeyi görmeye özenen ona doğru boynunu uzatarak bakar, binnetice
bundan murâd pek çok se-vâb görmeleridir. Nadr b. Şümeyl'e göre kıyamet gününde
insanlar birbirlerinin terlerinden bunaldıkları zaman terden ve sıkıntıdan
kurtulmak için müezzinlerin boyunları uzayacaktır. Bâzılarına göre; u-zun
boyunluluk reis ve kavminin büyüğü olmaktan kinayedir. Araplar büyüklerini uzun
boyunlu olmakla tavsif ederler. Bâzıları; «Bundan murâd kıyamet gününde onlara
tâbi olanların çokluğudur.» demişler, tbnül Arâbî ise; Bununla müezzinlerin
amelleri en çok bulunan insanlar oldukları anlatılmıştır; demiştir.
Kâadî Iyaz ile diğer
bazı hadîs ulemâsının rivayetlerine göre «A'nâk» kelimesi «l'nak» şeklinde de
rivayet olunmuştur. «A'nâk» «U-nuk» un cem'idir. Boyunlar mânâsına gelir,
«î'nâk» ise; mastar bir kelime olup acele etmek, sürat göstermek demektir. Bu
takdirde hadisin mânâsı:
«Müezzinler kıyamet
gününde cennete en süratli gidecek insanlardır» demek olur.
Serrâc'ın Ebû Hüreyre
(Radtyallahû anh) 'dan iyi bir senetle rivayet ettiği bir hadîste;
«Müezzinler Lâilahe
illallah dedikleri için kıyamet gününde insanların en uzun boyunluları
olacaklardır.» buyurulmuştur. Hadisin bir rivayetinde;
«Kıyamet gününde
müezzinler boyunlarının uzun olması ile tanınacaklardır» denilmiştir. Bu
rivayeti İbni Hibban dahi «Saralı» -inde tahrîc etmiştir.
15- (388)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Osman b. Ebî Şeybe ve ls-hâk b. İbrahim rivayet
ettiler. İshâk bize haber verdi, tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Cerîr,
Âmeş'den, o da [9] Ebû Süfyan'dan, o da
Câbir'den naklen rivayet etti, dediler. Câbir Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve
Sellemyi
«Şüphesiz ki; şeytân
namaza nida edildiğini işittiği vakittâ Ravhâ' denilen yere varılıncaya kadar
gider» buyururken işittim, demiş.
Süleyman (El-A'meş)
«Ebû Süf yan'a Rav-h a'nın nerede bulunduğunu sordum; Bu yer Medine'den 36 mil
uzaktadır, cevâbını verdi» demiş.
(...) Bize
bu hadisi Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâviye, A'meş'den bu isnadla rivayet etti.
16- (389)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler,
lâfız Kuteybe'nindir. İshâk bize haber verdi, tabirini kullandı. Ötekiler;
Bize, Cerir A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ye SeffemJ'den naklen rivayet etti, dediler. Resûlüllah
(Saîlallahii Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz; şeytân
namaza nida edildiğini işittiği vakit kaçar. Müezzinin sesini duymamak için
ses çıkararak yellenir. Müezzin susunca döner de vesvese verir, ikâmeti
işittimi (yine) müezzinin sesini duymamak için (oradan) gider, sustu mu tekrar
dönerek vesvese verir» buyurmuşlar.
17- (...)
Bana Abdülhamîd b. Beyân el-Vâsıtî [10]
rivayet etti. Dedi ki: Bize Hâlid yani tbni Abdillâh [11]
Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş. Resû-lüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Selîem) :
«Müezzin ezan okuduğu
vakit şeytân geriler, onun sesle bir yellenmesi vardır» buyurdular.
18 (...) Bana
Ümeyyetü'bnü Bistâm rivayet etti (dedi l/â): Bize Ye-zid yani tbni Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh, Süheyl'den rivayet etti. Demiş ki; Babam
beni Benî Hârise'ye gönderdi, yanımda bizim uşaklardan biri yahut bir dostumuz
vardı. Ona bir bahçeden bir kimse İsmiyle seslendi, yanımdaki (arkadaş) bahçeye
bakındı ise de hiçbir şey göremedi. Ben bu hâdiseyi tabama anlattım. Babam;
Senin böyle bir şeyle karşılaşacağını bilsem göndermezdim. Ama bundan böyle bir
ses i-şitirsen hemen ezan oku. Çünkü ben; Ebû Hüreyre'yi Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den şu hadîsi rivayet ederken işittim. Resûlüllah
(Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesizkİ; namaza
nida edildiği vakit şeytân geri gider. Onun sesle bir yellenmesi vardır» buyurmuşlar; dedi.
19- (..,)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti (Dedi ki): Bize Mugîra yâni el-Hizâmî,
Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurmuşlar:
«Namaz için nida
edildiği vakit şeytân geri gider. Ezanı işitmemek için bir de sesle yellenmesi
vardır. Ezan bitince tekrar gelir, ikâmet getirildiği vakit yine geri gider;
ikâmet de bittiği zaman gelir de insanla kalbinin arasına girer ona : Filân
şeyi hatırla, filân şeyi hatırla, diyerek önceden hatırına gelmeyen şeyleri
hatırlatır. Böylelikle insan kaç rekât namaz kıldığını bilmez olur.»
20- (...)
Bize Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivayet etti
(Dedi ki): Bize Mâ'mer, Hemmâm b. Münebbih'-den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Setlem) den bu hadîsin mislini rivayet etti. Şu
kadar var ki o:
«Tâki kişi nasıl namaz
kıldığını bilmez olur» buyurduğunu
söylemiş.
Bu Hadîsi Buhâri
«Kitâbü'1-Ezan» da Ebû Dâvud ile Nesâi'de «Kitabü's-Salât» da biraz lâfız farkı
ile muhtelif râvîler-den tahrîc etmişlerdir. Namaz için nida edilmekten murâd
ezandır «Du-rât» ile «husâs» in ikisi de sesle yellenmek mânâsına gelir.
Bazıları hu-sâsın şiddetle koşmak mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
Ezan sesini işitince
şeytanın sesle yellenerek alabildiğine kaçması Kaadî Iyâz'a göre hakikat
mânâsına alınabilir. Çünkü şeytan da bir cisimdir. Yellenmesi mümkündür. Fakat
Buhârî şârihi Aynî: (762 - 855) bunun bir temsil olduğunu söylüyor. Şeytânın
ezandan kaçması korkudan perişan olmuş bir adamın haline benzetilmiştir.
Başına â-nî bir felâket gelen kimse korkudan ne yapacağını şaşırır, mafsalları
gevşer, kendini tutamaz olur. Bu sebeple yellenir. Hattâ bevlini dahi kaçırır.
İşte ezan sesini duyan şeytân (aleyhillâne) dabî böyle büyük bir felâket ve belâya
uğramış gibi ne yapacağını şaşırır. Kaçmaya başlar. Onun bu perişan hali ne
yaptığını bilmeyen felâketzedenin haline benzetilerek iddia sureti ile şeytâna
da sesle yellenme isnat edilmiştir. Yoksa hakikaten şeytanın yellenmesi vaki'
değildir. Mes'ele bir istiareden ibarettir. Bununla beraber şeytanın hakikaten
yellenmesi de caizdir. Çünkü Şeytan bir ruhtur. Yalnız onun nasıl yellendiği
bilinemez.
Tîybî ( - 743) :
«Şeytanın ezan sesini işitince kendini meşgul etmesi kulağı dolduran ve başka
ses işitmeye mâni olan sese benzetilmiştir. Sonra buna çirkinliğini beyân için
sesle yellenme denilmiştir...» diyor.
Şeytanın, en faziletli
ibâdet olan Kur'an okumadan ve namazdan kaç-mayıp ezan sesinden kaçması kıyamet
gününde onu işittiğine şahadet etmemek içindir. Çünkü bir hadisde vârid
olduğuna göre müezzinin sesini işiten İns-ü cin ve her şey kıyamet gününde onu
işittiğine şehadet edecektir. Şeytan da her şeye dahildir. Yahut cinlerden
ma'duddur. Bazıları «Şeytânın kaçması ezanın azametindendir. Çünkü ezan dînin
bütün ka-vâidine şâmil ve şeâir-i islâmiyyeyi ilândır. Bunlara hasm-ı cân olan
şeytan onları işitmeye tahammül edemez; demişlerdir. Bir takımları şeytanın
kaçmasını ye's ve ümitsizliğine hamlederler. Zira şeytan tevhid ilânını duyunca
İnsana vesvese vereceğinden ümidim keser. Fakat namaz kılan ve Kur'an-ı Kerim
okuyarak Allah'a münacâatta bulunan kimseden şeytân kaçmaz. Çünkü o hallerde
kendisine vesvese kapıları açıktır. İstediği gibi kulun damarlarına kadar
sokularak vesvesenin enva'ını hatırına getirebilir. O derecede ki, namaz kılan
kimse kendinden geçerek kaç rekât kıldığım bile unutur. Rivayete nazaran İmâm
Âzam, Ebû Hanîfe hazretlerine bir adam gelerek bir yere define gizlediğini,
fakat nerede olduğunu unuttuğunu söylemiş, onu bulmak için ne yapması lâzım
geldiğini sormuş. Hz. İmâm iki rekât namaz kılmasını ve namaz esnasında
gönlünden namazla alâkası olmayan hiçbir şey geçirmemesini tavsiye etmiş. Bunun
üzerine adam abdest alarak Kemal-i Huşu ile namaza durmuş. Lâkin (şeytan-ı
lâin) bunu fırsat bilerek derhal yetişmiş ve adamcağıza defineyi nereye
gizlediğini namazda iken hatırlatmış.
Görülüyor ki namaz
kılanlara şeytan musallattır. En olmayacak şeyler namazda hatırıma geliyor,
diyenler bilmelidirler ki kendilerini şeytâ-. nın tuzağına kaptırmışlardır.
Bundan kurtulmanın çaresi evvelce de gördüğümüz gibi hatıra gelen şeyi derhal
reddetmek onu düşünmemektir.
Hadîsin bir
rivayetinde geçen kelimesi şeklinde de rivayet edilmiştir.
Kaadî îyâz: «Biz bu
kelimeyi Mu'temed râvilerden «ta» nın kesriyle, ekseri râvîlerden ise «ta» nın
zammı ile işittik, ama ta'nın kesri ile okumak daha münâsibtir. Çünkü vesvese
verir mânâsına gelir. Ta'nın zammı ile ise yaklaşmak demektir. Yani kişi ile
kalbinin arasına sokulur da onu meşgul eder» diyor.
Ayni hadîste zikri
geçen nefis kelimesini Buharı «Kalp» diye tefsir etmiştir. Şu halde hadîsin
mânâsı tercümede arzettiğimiz şekilde; «İnsanla kalbinin arasına girer» demek
olur ki bu tefsir aynı * zamanda; «İnsanla nefsi aynı şey oldukları halde
şeytânın araya girmesi nasıl tasavvur olunabilir.» diyenlere cevap teşkil
eder. Bu suale şeytânın kişi ile nefsi arasına girmesi onun son derece insana
yaklaştığını anlatmak i-çin bir temsildir, diye de cevap verilebilir.
Ayni rivayetteki
kelimesi şeklinde de zapt olunmuştur. Bu ikinci rivayete göre mânâ «Böylelikle
insan şaşırır ve u-nutur da yanılır, demek olur. Fakat Kuşeyrî; «Ben onu bu şekilde
rivayet eden kimse bilmiyorum; ama böyle de rivayet edilmiş olsa mânâ itibarı
ile sahih olur ve Peygamber (SallaUahü Aleyhi veSellem) 'in muradının hâricine
çıkılmış sayılmaz» demiştir.
1- Ezanın
pek büyük bir fazileti vardır. O derece ki şeytân onu işitince deliye döner;
Başına en büyük felâket gelmiş gibi ne yapacağını şaşırır.
2- Allah
aşkına ezan okuyan müezzinin dahi ecr-ü mükâfatı son derece büyüktür. İbni
Hüzeyme ile îbni
Hibban'ın «Sahih» lerinde rivayet ettikleri bir hadiste «Müezzine
sesinin varabildiği yerlere kadar affı mağfiret olunur. Onun için yaş ve kuru
herşey istiğfar eder. Namaza gelene yirmibeş sevap yazılır, iki namaz
arasındaki günahları affolunur» buyurulmuştur. İmam Ahmed'in rivayetinde ise :
«Müezzini işiten yaş ve kuru her şey tasdik eder» buyurulmuştur. Ebû Mûsâ'nın
«Kitabü's-Sahâbe» adlı eserinde Kesir b.Murra (Radiyaîlahû anh) 'dan merfû' olarak rivayet
ettiği bir hadisdede «Peygamberânı izam (Aleyhisselâtü Vesselam) hazerâtı ile
şehidlerden sonra kendilerine ilk cennet hüllesi giydirilecek olanlar, Bilâl
ile müezzinlerin sulehâsıdır.»
buyurulmuştur. Bu bâbda daha bir
çok hadisler vardır.
3- Mezkûr
rivayetlerle istidlal eden İmam Şafiî
(Rahimehullah) müezzinliğin imamlıktan efdâl olduğuna kail olmuştur. Nevevî
'nin beyânına göre Şafiiyye ulemâsı bu mes'elede ihtilâf etmişlerdir. Esah
o-lan kavle göre müezzinlik imamlıktan efdâldir. İkinci kavle göre İmamlık
müezzinlikten efdâldir. Bu kavil dahî Nassân İmam Şâfiî'den rivayet olunmuştur. Üçüncü kavle
göre İmamlıkla müezzinlik fazilet babında müsavidirler. Dördüncü kavle göre
İmamlığın bütün hukuk ve vazifelerini yerli yerince îfa edeceğine güvenenler
için imamlık efdâldir. Aksi takdirde müezzinlik imamlıktan efdâl olur. Yine
Nevevî'nin beyânına göre; bir kimsenin aynı zamanda hem imamlık hem de müezzinlik
vazifelerini deruhte etmesi, şâfiîyye ulemâsı arasında ihtilaflı birmes'eledir.
Bazılarına göre bunu yapmamak müstehabdır. Diğer bâzıları iki vazifeyi birden
yapmayı mekruh saymış, fakat muhakkikin ile şâir ulemânın ekserisine göre bunda
hiç bir beis yoktur. Hattâ yapılması müstehabdır. Nevevî bu kavlin esah olduğunu söylemektedir.
Hanefîlere göre
imamlık mutlak surette müezzinlikten efdaldir. Çünkü İmamlık Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bizzat yaptığı bir vazifedir.
4- Şeytân
insana görünmeden seslenebilir.
5- Namaz
kılanın yanılması, şeytânın vesvesesinden ileri gelir.
21- (390)
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî ile Saîd b. Mansûr, E-bû Bekr b. EM Şeybe
Amrü'n-Nâkid, Züheyr b. Harb ve İbni Nümeyr hep birden Süfyân b. UyeyneMen
rivayet ettiler, lâfız Yahya'nındır. Dedi ki; Bize Süfyân b. Uyeyne,
Zührî'den, o da Salim'den, o da babasınr dan naklen haber verdi. Demiş ki:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namazda iftitâh tekbiri aldığı zaman
rükû'a varmadan önce ve rtikû'dan doğruldukta ellerini omuzları hizasına kadar
kaldırırken gördüm. Secdeler arasında ellerini kaldırmıyordu.
22- (...)
Bana Mufaammed b. Rafi' rivayet etti (Dedi ki): Bize Ab-dürrezzak rivayet etti
(Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb, Salim b.
Abdillah'dan naklen İbni Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit ellerini ta omuzları
hizasına varıncaya kadar kaldırır, Sonra tekbir alırdı. Rükû* etmek istediği
zaman da böyle yapar, rükû'dan doğrulduğu zaman da böyle yapardı. Başını
secdeden kaldırdığı zaman bunu yapmazdı.
23- (...)
Bana Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Huceyn -ki ibnü'l
Müsenna'dır- rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Ukayl*-den rivayet etti. H.
Bana Muhammed b. Abdillah b. Kuhzâz dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Selemetü'bnü Süleyman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yûnus haber verdi. Bunların
ikisi de Zührî'den bu îsnadla İbni Cü-reyc'in dediği gibi:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit ellerini ta omuzları
hizasına kadar kaldırır; sonra tekbir alırdı» şeklinde rivayet etmişlerdir.
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbü'l Ezan» da Nesâî «Kitâbü's-Salât» da tahric etmişlerdir. Buhârî'nin
rivayetinde; «Başını rükû'dan doğrulttuğu vakit yine ellerini kaldırır. derdi»
ibaresi de vardır.
1- Namaz
için iftitah tekbiri alınırken eller kaldırılır. İbni Münzir; «Ulemâ Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in iftitah tekbiri alırken ellerini
kaldırdığında ihtilâf etmemişlerdir» demiş «el-Mühezzeb» şerhinde dahî;
«İftitah tekbiri alırken elleri kaldırmanın müstahab olduğuna bu ümmet icma' etmiştir»
denilmiştir. Filhakika İfani
Mûnzir ve başkaları bu hususda
İcma' olduğunu naklederler.
Eimme-i selâse denilen
İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed ile 1shâk‘ın kavilleri budur. Kurtubî:
«İmam Mâ1ik'in iki kavlinden esah olanı budur. İkinci kavline göre eller göğüse
kadar kaldırılır.» diyor.
Hanefîlere göre eller
kulakların yumuşağına kadar kaldırılır. Baş parmaklar kulakların yumuşaklarına,
diğer parmaklar da kulakların şâir aksamı hizasına gelir. Çünkü İmam Müs1im'in
Mâlik b. H tiyeyris'den rivayet ettiği bir hadiste; «Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ellerini kaldırdığı zaman ta kulaklarının hizasına vardırırdı.»
denilmektedir. Nitekim az aşağıda gelecektir. Bu mânada bir hadisi Dâre Kutnî
sahih bir senetle Hz. Enes'den rivayet etmiştir. Tâhâvi'nin Berâ' b. Âzib
(Radiyaltahû. anh)*âan. rivayet ettiği bir hadiste ellerin baş parmaklan kulak
yumuşaklarına yaklaşacak surette kaldırılacağı bildirilmektedir. İbni Habîb'e
göre eller kulaklar hizasına kadar, bir rivayette başm üzerine kadar kaldırılır.
Bu kavillerin hepsine
delâlet eden meşhur ve mahfuz rivayetler yardır. Bunlar bu hususta müsaade ve
cevaza delâlet ederler. îbni Tâvûs'un nakline göre Tâvûs ellerini başından
yukarı geçinceye kadar kaldırır, ve bunu İbni Abbâs "dan böyle gördüğünü,
o-nun da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi've Sellem) 'den böyle rivayet ettiğini
söylemiş. İbni Kattan
bunu sahîh bulmuştur.
İftitah tekbiri bir
defa yapılır. Râfizîler üç defa yapılacağına kail olmuşlardır.
5- Hadis-i
Şerif rükû' tekbiri ile rükû'dan doğrulvrken dahi ellerin kaldırılacağına delildir.
İmam Şafiî ile İmam Ahmed b. Hanbe1'in ve ulemâdan İshâk, Ebû Sevr, ibni cerîr-i
Taberi, Hasan-ı Basri, İbni Şîrîn, Â-tâ' b. Kbî Rabâh, Tâvûs, Mücâhid, Kaasim
b. Muhammed, Salim, Katâde, Mekhûl, Saîd b. Cübeyr, Abdullah b. Mübarek ve Süf
yan b. Uyeyne Hazerâtımn mezhebleri budur. Bir rivayette İmam Mâlik dahi buna
kail olmuştur. İmam Buhârî mezkûr kavli Ashab-ı Resûlüllah'tan ondokuz zata
nisbetle, bunların her birinin rüküTarda el kaldırdıklarını rivayet eylemiştir.
Beyhâkî daha da ileriye giderek bunların cemaatlar teşkil edecek kadar çok
olduklarını söylemiştir. İbni Esir rükû'a giderken el kaldıran sahabenin yirmi
kişi olduğunu söylemiştir. Hâkim Aşere-i Mübeşşere denilen (Hayatlarında cennetle
müjdelenen) on zatın da onlar cümlesinden olduğunu bildirmiş,
bazıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seltem) rükû'a giderken el kaldırdığı otuz küsur sahâbî tarafından rivayet
olunmuştur, demişlerdir.
Şafiîlerin «et-Tevhîd»
nam eserinde şöyle deniliyor: «Sonra meşhur olan kavle göre el kaldırmak hiçbir
yerde vâcib değildir. Bu hususta İcmâ' naklolunur. Davud-u Zahiri 'nin iftitah
tekbirinde elleri kaldırmak vâcibdir, dediği rivayet olunur. Bizim ulemâmızdan
1bni Seyyar'ın kavli de budur. Bu kavil bazı mâlikîlerden de rivayet
olunmuştur. Ebû Hanîfe 'den el kaldırmamanın günâhı iktiza edileceğini gösteren
bir kavil rivayet edilmiştir. İbni Huzeyme: «Namazda el kaldırmayı ihmal eden,
onun rükünlerinden birini terket-miştir» demiştir. Ulemâdan bazılarının secdede
dahi el kaldırmak vâcibdir dediklerini İbni Rüşd «Kavâid» nammdaki eserinde
rivayet eder.
Hanefilere göre
namazda eller yalnız iftitah tekbîri alınırken kaldırılır. Süfyan-ı Sevri ile
İbrahim Nehaî, İbni Ebî Leylâ, Alkametü'bnü Kay s, Esved b. Yezîd, Âmir'i
Şa'bi, Ebû İshak es-Sebiî, Hay-seme, Mugîra, Vekî, Âsim b. Küleyb ve îmam Züfer'in
kavilleri de budur. İbnül Kâasim'in İmam Mâlik 'den rivayet ettiği meşhur ve
Malikilerce tercih edilen kavil de budur. Tirmizî Ashab-ı kiram ile Tabiîn
hazerâtmdan bir çoklarının kavilleri de budur diyor. «el-Bedâyi» nâm eserde
îbni Abbâs (Radfyalîahû anhâmâ) 'nın «Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi veSellem)'in
cennetle müjdelediği on zât iftitah tekbirinden mâda namazın hiçbir yerinde
ellerini kaldırmazlardı» dediği rivayet olunmaktadır. Başkaları Abdullah b.
Mesud, Câbir b. Semure, Berâ b. Âzib, Abdullah b. Ömer ve Ebû Saîd (Radiyaîlahû
anhûm) hazerâtınm da aynı kavle zâhib olduklarını söylemişlerdir.
Hanefilerin delili
Berâ b. Âzib (Radiyaîlahû arûı) hadisidir. Bu hadîste «Peygamber (Scdlaîlahü
Aleyhi ve Sellem) namaz için iftitah tekbiri aldığı vakit ellerini ta baş
parmakları kulak yumuşaklarına varıncaya kadar kaldırır. Bir daha bunu
tekrarlamazdı» denilmektedir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvud, Tahâvi ve İbni Ebi Şeybe
tahrîc etmişlerdir. Vakıa Hanefilerin muarızları bu hadîse İtiraz e-debilirler.
Çünkü Ebû Dâvud;
«Bu Hadisi Hüseyin,
Hâlid ve İbni İdris, Yezîd b. Ebi Ziyâd 'dan o da Abdurrahman
b. Ebû Leylâ 'dan, o da Berâ'dan naklen rivayet etmişler, fakat (Hiç
biri bunu tekrarlamazdı) cümlesini zikretmemişlerdir.» demiş. Hattâ bi dahi bu
hadiste; «Bunu tekrarlamazdı» cümlesini Şerik'-den başka nakleden olmadığını
söylemiş. Ebû Ömer;
«Bu cümleyi yalnız
Yezid rivayet etmiştir. Hadisi ondan rivayet eden hafızlardan hiçbiri (Bunu
tekrarlamazdı) cümlesini zikretmemişlerdir» demiş. Bezzâr «Yezid'in el
kaldırma hususundaki (Bunu tekrarlamazdı) hadîsi sahih değildir» dediği gibi
Yahya b. Maîn'in: «Bu hadisin isnadı sahih değildir», İmam Ahmed'in: «Bu hadis
hiçtir» dedikleri rivayet olunmuştur. Bazıları Yezîdin âhir ömründe hadisleri
karıştırmağa başladığını ve başkalarının telkinlerine kapıldığını söylerler.
Muarızların bu babtaki
i'tirazlarma hanefîler tarafından şöyle cevap verilir:
Ebû Dâvûd 'un yukarıdaki
sözü îbni Adiyy'in «el-Kâmil» nâm eserindeki sözüne muarızdır. Çünkü İbniAdiyy
bu hadisi Hüşeym, Şerik ve onlarla beraber bir cemaata isnad ile Yezîd'den
rivayet etmiş ve hepsi (bunu tekrarlamazdı) cümlesini nakletmişlerdir. Bu
suretle mezkûr ziyâdeyi yalnız Şerîk'in rivayet etmediği anlaşılır ve Hattâbî'nin
bu bâbdaki iddiası da suya düşer. Eğer Yezîd zayıf bir râvidir .ve bu hadîsi
yalnız başına rivayet etmiş denilirse buna da hayır diye cevap verilir. Çünkü
ayni hadîsi İsa b. Abdurrahman, İbni Ebî Leylâ'-dan rivayet ettiği gibi Tahavî dahî
tahrîc eylemiştir. Yezîd' e gelince; Bu zât hakikatte mevsuktur. Onun hakkında
Yâkup b. Süfyân; «Yezîd için her ne kadar değişmiştir diye söz edilmişse de o
yine-sözü makbul, âdil ve mutemed bir zâttır» demiş. Ebû Dâvud dahî «Onun
hadîsini terkeden kimse bilmiyorum ama başkası bence ondan daha makbuldür»
mütâleasında bulunmuş, îbni Şâhin «KitâbüVSikat» ında Ahmed b. Salih'in; «Yezîd
sikadır, onun hakkında konuşanların sözü hoşuma gitmiyor» dediğini ri-vâyet etmiştir.
Yezîd'in makbul olduğunu daha başkaları da söylemişlerdir. İmam Müslim onun
hadîsini tahrîc ettiği gibi Buhârî de onunla istişhâd eylemiştir. Hal böyle
olduğuna göre Yezîd hadîsin bir kısmını bir defa, başka bir cümlesini de başka
defa rivayet etmiş olabileceği gibi, evvelâ unutmuş sonra hatırlayarak rivayet
etmiş olması da muhtemeldir.
Hanefîlere muarız
olanların ihticâc ettiği hadisler islâmiyetin ilk zamanlarına hamlolunur. Bu
hadîsler sonradan nesh edilmişlerdir. Neshe delil Abdullah b. Zübeyr hadîsidir. Bu hadîste beyân
e-dildiğine göre Hz. Abdullah namazda rükû'a giderken ve rükû'-dan doğrulurken
ellerini kaldıran bir zât görmüş de ona; «Böyle yapma, çünkü bu Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Selîem)in bir zamanlar yaptığı bîr, iştir; sonra onu
terke t ti» demiştir. Neshi Tahayî'nin sahih bir isnadla tahrîc ettiği Mucahid
hadîsi de te'yid etmektedir. Mezkûr hadiste Mücâhid; «îbni Ömer'in arkasında
namaz kıldım. îftitah tekbirinden maada namazın hiçbir yerinde ellerini
kaldırmadı» demiştir. Tahavî bu hadîsi rivayet ettikten sonra şunları
söylemiştir; «İşte İbni Ömer...»Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in
vaktiyle ellerini kaldırdığını görmüş, sonra bundan vazgeçmiştir. O bunu ancak
kendince nesh sabit olduğundan yapmıştır. Aynı hadîsi İbni Ebî Şeybe dahî
tahrîc etmiştir. Hanefîlerin muarızları bu hadis için «münkerdir» derler. Çünkü
Tâvûs, İbni ömer'i rükû'larda el kaldırırken gördüğünü rivayet etmiştir.
Hane-füer buna da şu cevabı verirler: Tâvûs gördüğü vakit İbni ömer
(Radiyallahû anhûma) hadîsin neshedildiğini henüz bilmediği için el
kaldırmıştır. Fakat sonradan rükû'larda el kaldırmanın nesh edildiğini öğrenmiş
ve bundan vazgeçmiştir. Muhasımların diğer delillerini Hanefî-ler zayıf bulmuş
ve zayıf olduklarım birer birer isbât etmişlerdir.
6- Hadîs-i
şerif secdede ve secdeden doğrulurken ellerin kaldırılmayacağına delildir.
Ekseri fukahânın kavilleri de budur.
7- Nevevî
'nin beyânına göre iftitah tekbîri Ebû
Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtı ile Sevrî'ye ve Sahâbe-i
kiranı ile tabiînin bütün ulemâsına, keza bunlardan sonra gelen ulemâya göre vâcibdir. Ancak
Kâadi îyaz ile diğer bâzı ulemâ Saîd b. el-Müseyyeb, Hasan-ı
Basrî, Zührî, Katâde
ve'Evzâî'nin vâcib değil sünnet
olduğuna kail bulunduklarını rivayet etmişlerdir. Onlar namaza girmek için
niyeti kâfi görmüşlerdir. Fakat Nevevî
bunu kabul etmemekte ve; «Ortada bunca sahîh hadîsler varken bu gibi benâm
zevatın böyle birşey söyleyeceklerini ben zannetmem» demekte ve sözüne şöyle
devam etmektedir: «Tekbîr lâfzı (Allah-u
Ekber)'dir. Namaza girmek için bu bil icmâ' kâfidir. Şafiî'ye göre.(Allâhü-r
Ekber) dahî denilebilir. Bunlardan maadasiyle tekbîr caiz değildir. Mâ1ik 'e
göre (Allâh-ü Ekber)*den mâda hiçbir sözle iftitah tekbîri caiz değildir. Şafiî 'nin
eski mezhebi de budur. Hanefîlerden
Ebû'Yûsuf'a göre (Allâh-ü Kebir)
diyerek iftitah tekbîri almak caizdir. Ebû Hanîfe'ye göre ise Allah'ı ta'zitn bildiren her sözle,
meselâ (Er-Rahmân-ü Ekber, Allâh-ü Eceli, Allâh-ü A'zam) gibi sözlerle tekbîr
caizdir Selef ve halefin cumhuru bu
bâbda Ebû Hanif e'ye muhaliftir. Namaza tekbîr ile başlamanın hikmeti ona
Allah'ı tenzih ve ta'zim ve bütün kemal sıfatları ile tavsif ederek girmiş
olmaktır. Allâh-ü Âlem».
24- (391)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillâh, [12]
Halid'den o da Ebû Kılâbe'den naklen haber verdi ki: Ebû Kılâbe Mâlik b.
el-Huveyris'i [13] namaz kılacağı zaman
tekbir aldığını, sonra ellerini kaldırdığını, riikû'a gitmek istediği zaman da
ellerini kaldırdığını, rükû'dan başını kaldırdığı zaman dahi ellerini kaldırdığını
görmüş. Mâlik, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle ya-pardığını
rivayet- etmiş.
25- (...)
Bana Ebû Kâmil el-Cahderî rivayet etti (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Katâde'den, o
da Nasr b. [14] Âsım'dan, o da Mâlik b.
el-Huveyris'den naklen rivayet etti ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)
Tekbîr aldığı zaman ellerini ta kulaklarının hizasına kadar kaldırırnuş. Rükû'
ettiği zaman da ellerini ta kulaklarının hizasına kadar kaldınrmış; başını
rükû'dan kaldırdığı zaman dahi diyerek yine böyle yaparmış.
26- (...)
Bize bu hadîsi Muhammed b. el-Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize îbni
Ebî Adiy, Saîd'den, o da Katâde'den bu isnadla rivayet etti ki: Mâlik,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' (Bu şekilde namaz kılarken görmüş) ve
«ellerini ta kulaklarının üst hizasına kadar kaldırırdı* demiş.
Bu Hadîsi Buhârî
«Kitabü'l Ezan» da muhtelif râvîlerden Nesaîde (Kitâbü's-Salât) 'da Süveyd b.
Nasr 'dan tahrîc
etmişlerdir.
Rükû'da el kaldırma
meselesini anlatırken; «Rükû' etmek istediği zaman» ifadesini kullanması,
rükû'dan doğrulurken onu kullanmaması el kaldırmanın ne zaman yapılacağına
işaret içindir. Çünkü Rükû' için evvelâ eller kaldırılır, ondan sonra rükû'a
varılır. Rükû'dan doğrulurken eller evvelâ değil, doğrulmakla beraber
kaldırılır.
Bu hadîsi Nâfî' dahî
Abdullah b. Ömer 'den rivayet etmiştir. Bir rivayette; «İki rekât kılarak
kalktığı zaman ellerini kaldırırdı» denilmiştir. Mezkûr hadîsi on kişi rivayet
etmiştir. Bunlar İmâm Mâlik,-Yûnus, Şuayb, İbni Ebî Hamza-îbni Cüreyc, Süfyan
İbni Uyeyne, Ukayl, Zebî-dî, Ma'm er ve Abdullah b. Ömer (Radtyalîahû anhûm)
dır. İmam Mâli k'den onu bir cemâat rivayet etmiştir. Yahya b. Yahya
el-Endelûsî 'nin rivayetinde rükû'a giderken el kaldırma zikredihnemiştir. Bu
hususta ona birçok kimseler tâbi' olmuştur. Ravilerden yirmisi rükû'a giderken
el kaldırmayı zikretmişlerdir. Bu hadîs Salim b. Abdillâh'ın İbni Ömer
(Radiyallahû anhâma) ya ref ederek rivayet ettiği dört hadîsten biridir. Salim,
İbni Ömer'in rükû'a giderken bilfiil el kaldırdığını da rivayet etmiştir.
Hadîsin bu rivayetinde
yalnız tesmi' zikredilmiş, tahmîd'den bahsedilmemiştir. Onun râvî tarafından
ıskat edildiği anlaşılıyor.
Tesmî' ise demektir.
Kirmanı tesmî'deki
«Limen» kelimesinin «Bimen» şeklinde kullanılacağını iddia etmiştir. Fakat bu
iddia doğru değildir. Çünkü cümlenin mânâsı: «Allah, hamdi hamdeden için
işitir; yani hamdedenin hamdini kabul eder» demektir. Cümlede mecaz vardır.
Sebep zikredilmiş, müseb-beb murâd olunmuştur. Zira işitmek sebep, kabul etmek
müsebbebtir. Çok defa; Hükümdar filânın sözünü işitti, derler. Bundan onun
ricasını kabul etti mânasını kastederler. Filân filânın sözünü işitmedi demek,
onun sözünü kabul etmedi mânâsına
alınır. Cümlesi
şeklinde yani atıf harflerinden (vav)
ile dahi rivayet
edilmiştir. Bu sebeple
ulemâdan bazıları cümlenin (vav) ile okunacağını tercih etmişlerdir. *el-Muhît»
nâm eserde tahmîd cümlesinin (vav) sız okunmasının efdal olduğu beyân
edilmiştir. Zîra cümlenin mânası; «Yârab-bî sana hamdettik, hamd sana
mahsustur» takdirindedir. Bu suretle Allah'a hamd tekrar edilmiş olur. Ancak
«Rabbena cümlesi yukarıya bağlı değildir. Bu cümle imama uyanların,
üst.tarafindaki ise imamın sözüdür. Çünkü
hadîsin bir
rivayetinde «îmam « dediği vakit, sîz de » deyin» buyurulmuştur. Binâenaleyh
«Rabbena cümlesi söz başı, hamd cümlesi de onun hali olur. Mânâ şudur:
Yaptığım hamd başkasına değil, yalnız sana mahsus olduğu halde sana dua ederim.
Hamd cümlesini dua cümlesi üzerine atfetmek caiz değildir. Çünkü cümlelerden
biri ihbârî, diğeri inşâîdir.
Bu bâbda aşağıdaki
hadîslerde de îzâhat verilecektir.
27- (392)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlike tb-ni Şihâb'dan dinlediğim,
onun da Ebû Selemete'bni Abdirrahman'dan naklen rivayet ettiği şu hadisi
okudum:
— Ebû Hüreyre Ebû
Seleme'nin dâhil olduğu bir cemaata namaz kıldırır ve her eğilip doğruldukça
tekbir ahımış; namazdan çıktıktan sonra;
— Vallahi içinizde
namazı Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde
benzeyeniniz benim, dermiş.
28- (...)
Bize Mııhammed b. Râfi' rivayet etti, (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb Ebû Bekr b.
Abdirrahman'dan naklen haber verdi ki Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işitmiş:
— Resûlüllah
(Saîtaltahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı zaman, namaza dururken tekbîr
alır, sonra rükû'a giderken tekbîr alır, sonra beli-ı ni rükû'dan doğrulturken
«Semiallâhü Limenhamideh» der, sonra ayakta iken «Rab ben âl ek el ha m d»
der, sonra secdeye inerken tekbîr alır, sonra secdeden başını kaldırırken
tekbîr alır, sonra (ikinci secdeye giderken) tekbîr alır, sonra başını
(secdeden) kaldırırken (yine) tekbîr alırdı. Bundan sonra namazını bitirinceye
kadar her rekâtda böyle yapardı. İki rekâtta oturduktan sonra ayağa kalkarken
dahi tekbîr alırdı.
«Bundan sonra Ebû
Hüreyre: Şüphesiz ki içinizde namazı Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
'in namazına en ziyâde benziyeniniz benim» demiş.
29- (...)
Bana Muhammed b. Râfi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-ceyn rivayet etti. (Dedi
ki): BizeLeys, Ukayl'den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki):
Bana Ebû Bekr b. Abdirrahman b. Haris, Ebû Hüreyre'yi şöyle derken işittiğini
haber verdi:
— Resûlüllah
(Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) namaza kalktığı vakit (tam) namaza dururken
tekbîr alırdı...
(Bundan sonra) hadisi
İbni Cüreyc'in rivayeti gibi tahdîs etmiş; yalnız Ebû Hüreyre'nin:
— «Şüphesiz ki
içinizde namazı Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazına en ziyade benzeyeniniz benim»
sözünü zikretmemi^.
30- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi
(Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (İbni Şihâb demiş
ki): Bana Ebû Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdi ki: Mervân, Ebû Hüre yre'yi
Medine'ye Kaymakam bıraktığı zaman Ebû Hüreyre farz namaza kalktığında tekbîr
alırmış. Müteakiben Ebû Seleme, hadîsi İbni Cüreyc rivayeti gibi zikretmiş,
onun rivayetinde;
«Namazı bitirip selâm
verince Cemâate döner ve nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki
içinizde namazı, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en
ziyâde benzeyeniniz benim derdi» ibaresi vardır.
31- (...)
Bize Muhammed b. Mihrân er-Râzi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velid b. Müslim
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Evzâi, Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû
Seleme'den naklen rivayet etti ki Ebû Hüreyre namazda her eğilip doğruldukça
tekbir alırmış. (Ebû Seleme demiş ki): Biz Ya Ebâ Hüreyre, bu tekbirler ne
oluyor? dedik. Ebû Hüreyre:
— «Hakîkaten
Resûlüllah (Scdlailahü Aleyhi ve
Sellem) 'in namazı budur» cevabını verdi.
32- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya'-kup yani İbni
Abdirrahman, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet
etti ki Ebû. Hüreyre (Namazda) her eğilip doğruldukça tekbîr alır ve
Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle yapardığını söylermiş.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'l Ezan» da Nesaî dahi «Kita-bü's Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin şerhinde Nevevî
şunları söylemiştir: «Namazda her e-ğilip doğruldukça tekbîr almak bugün ve
geçmiş asırlarda bütün ulemânın ittifak ile sübût bulmuş bir mes'elesidir.
Yalnız rükû'dan doğrulur-ken tekbîr yerine tesmi' getirilir. Tekbîr mes'elesi
Ebû Hüreyre (Raâtyallahû anh) zamanında ihtilaflı idi. Bâzılarına göre tekbîr
yalnız niyetlenirken getirilirdi. Bir takımları da EbûHüreyre hadîsinin bâzı
rivayetlerine bakarak iftitah tekbirinden başka birkaç tekbîrin daha meşru'
olduğuna kaildiler. Bu zevat herhalde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
*in her eğilip doğrulduğunda tekbîr aldığını duymamışlardı. Onun için Hz. Ebû
Hüreyre kendilerine;
«Şüphesiz ki içinizde
namazı Resülülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına en ziyâde benzeyeniniz
benim» diyordu. Ondan sonra Hadîs-i şerifin beyân ettiği tarzda her eğilip
doğruldukça tekbîr almak kabul edildi ve bu suretle amel istikrar kesbederek
bugüne kadar böyle geldi.
«İki rekâttı
namazların her birinde onbir tekbîr vardır. Bunlardan biri iftitah tekbiri,
diğeri de her rekâtda beşer tane olmak üzere intikâl tekbîrleridir. Dört
rekâttı namazlarda yirmiiki tekbîr vardır, beş vaktin farzlarında tekbîr adedi
doksan dört olur. Bu tekbîrler içersinde bilitti-fak vâcib olanı iftitah
tekbîridir. Diğer tekbîrler hakkında ihtilâf edilmiştir. Bunları aşağıdaki
hadîsin şerhinde göreceğiz.
33- (393)
Bize Yahya b. Yahya ile Halef b. Hişam hep birden Hammâd'dan rivayet ettiler.
Yahya dedi ki: Bize Hammâd b. Zeyd, Gây-lân'dan, o da Mutarrif den naklen haber
verdi. Mutarrif şöyle demiş: İm-rân b. Husayn ile ikimiz Ali b. Ebî Tâlib'in
arkasında namaz kıldık. Ali secde ettiği zaman tekbîr alır. (secdeden) başını
kaldırdığı zaman tekbîr alır, iki rekât (kıldık) tan sonra kalkarken dahî
tekbîr alırdı. Namazdan çıktığımız vakit İmran elimden tuttu, sonra:
«Vallahi bu zât bize
Muhâmmed (Scdiallahü Aleyhi ve Sellem) namazı gibi bir namaz kıldırdı; yahut
bu zât bana Muhâmmed (Salkttlahii Aleyhi ve Sellem) 'in namazım hatırlattı.»
dedi.
Bu hadîsi Buhârî
(Kitâbü'l Ezan) da tahric etmiştir. Onun rivayetinde Hz. Ali 'nin namazı
Basra'da kıldırdığı tasrîh edilmiştir. Aynî bunun Cemel vak'asından sonra olduğunu
kaydediyor. Hz. İmran'in;
«Vallahi bu zât bana
Muhâmmed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazını hatırlattı» demesi, o zamana
kadar tekbîrlerin terk edilmiş olduğunu gösterir. İmam Ahmed b. Hanbel ile
Tahavî'nin tahrîc ettikleri Ebû Mûse'l-Eş'arî
hadisinde;
«Bize vaktiyle
Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seîîem) ile kıldığımız namazı hatırlattı.
Sonradan biz onu unuttuk, yahut kasten ter-kettik.» denilmiştir. Hadîsin isnadı
sahihtir.
Buhar î'nin
rivayetinde; «Başını her doğrulttukça ve her eğilt-tikçe tekbîr alırdı»
denilmiştir. Bu sözün zahiri bütün intikallerde tekbîr almış olduğunu
gösterirse de rükû'dan doğruldukta bilicma' tekbîr değil tesmî' ve tahmîd
yapıldığından, hadîsin
umûmi icma'la tahsis edilmiş demektir.
1- Namazda
intikâl tekbirleri sünnettir. Ulemâdan Atâb. EbiRabâh, Hasan-ı Basrî, Muhâmmed
b. Şîrîn, İbrahim Nehaî, Süfyân-ı Sevrî, Evzâi, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve
Ahmed b. Hanbe1 hazerâtı ile diğer dört mezheb ulemâsının kavilleri budur.
Mezkûr kavil İbni Mes'ûd, Ebû H.üreyre, Câbir ve Kays b. Ubâde (Radiyatlahû
anhûm) ile diğer ashâb-ı kiramdan da rivayet olunmuştur. Halîfe Ömer b.
Abdü-lâziz ile Muhammed b. Şîrîn, Kaasim b. Abdi11âh, Saîd b. Cübeyr ve Katâde
namazda rükû ve secdeye giderken tekbîr almazlardı. İbni Ebî Şeybe 'nin
(Musannaf) inde Ömer b. Abdülâziz'in Ubeydullah b. Ömer'in rivayetinde Kaasim
ile Salim 'in, Amr b. Mürre rivayetinde Saîd b. Cübey r'in tekbirleri tam almadıkları
bildirildiği gibi Yezîd-i Fakîr rivayetinde Hz. İbni Ömer'in namazda tekbirleri
noksan aldığı, Mis'ar rivayetinde ise rükû'dan sonra secdeye inerken ve iki secde
arasında tekbîr almadığı beyân edilmiştir. Aynı hal Hz. Ömer (Radiyailahû
atth) 'dan da rivayet olunmuştur. Abdürrezzâk'ın «Musannef» İnde rivayet
edilen bir hadîste Ömer b. Hattâb'ın îmam olduğu, fakat secde tekbîrleri
almadığı bildirilmiştir. Yine Abdürrezzâk'-ın Câbir b. Yezîd 'den rivayet
ettiği bir hadîste; «İbni Abbâs'la birlikte Basra'da namaz kıldım, eğilirken ve
doğrulurKen alman tekbîrleri almadı» denilmektedir. Fakat aynı zevattan meşhur
o-lan rivayet intikâl tekbîrlerini ahrdıklarını gösterir. Buradaki rivayetler
caiz olduğunu göstermek için onlan bazan terk ettiklerine hamlolunur. Yahut
râvi seslerini duyamadığı için tekbîr almadılar sanmıştır. Yalnız Benî
Umeyye'nin intikâl tekbîrlerini terk ettikleri rivayet olunur. Bunlardan murâd
Muâviye, Ziyâd ve Ömer b. Abdil1âziz hazerâtıdır. İbni Ebî Şeybe 'nin Cerîr
tarikiyle Mansûr'dan, onun da İbrahim 'den rivayet ettiği bir habere göre
İbrahim: tekbîrleri ilk defa noksan bırakan Zi-yâd'dır.» demiştir. Taberî'nin
rivayetine göre Hz. Ebû Hireyre'ye tekbîrleri ilk terk eden kimdir? diye
sorulmuş. Muaviye'dir cevâbını vermiştir. Bir rivayete göre namaz tekbîrlerini
"ilk noksan bırakan Velîd b. Ukbe
'dir. Bunu rivayet eden râvi;
«Tekbîri noksan
bıraktılar. Allah da onların ecirlerini noksan bıraksın. Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i her rükû*n ettikçe, her secdeye gittikçe ve her
başını kaldırdıkça tekbîr alırken gördüm» demiş.
Seleften bazıları
iftitah tekbîrinden başka tekbîr almazlarmış, ulemâdan bazıları bu hususta
cemâat namazı ile yalnız kılman namaz arasında fark görmüşlerdir. Vakıa Hz.
Abdurrahman b. Ebzâ 'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte
namaz kıldığı ve tekbîrleri tam almadığı rivayet edilmiştir. Fakat bu hadîs
zayıf ve ma'luldur. Hattâ Bûhârî tarihinde Ebû Dâvûd-u Taya1isî'den naklen onun bâtıl olduğunu söylemiştir.
Hadîs sahîh bile olmuş olsa, az evvel beyân edildiği vecihle cevazını bildirmek
için ter-ketmiştir diye te'vîl olunur.
2- İntikâl
tekbîrlerinin vâcib olup olmadığı ihtilaflıdır. Bir çok zevata göre bu
tekbîrler sünnettir. İbni Münzir: Ebû Bekr Sıddık, Ömer, Câbir, Kaysb. Ubâde,
Şa'bi, Evzâî, Saîd.b. Abdilâzîz, Mâlik, Ebû Hanîfe ve Şâfi î'nin kavilleri
budur demiştir. Aynı kavli fani Battal dahi Osman, Ali, îbni Mes'ûd, îbni Ömer,
Ebû Hüreyre, Îbni Zübeyr
(Radiyallahâ anhûm) hazerâtı ile Mekhû1, İbrahim, Nehaî ve Ebû Sevr 'den
nakletmiştir. Zahirîlerle bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'e göre bütün intikâl tekbîrleri vâcibdir. Ebû Ömer
ulemâdan bazılarının;
«Tekbîr ancak imamın
hareketlerini bildirmekten ibarettir. O sünnet değil, namazın şiarıdır. Sade
cemâatle kılman namazlarda sünnettir. Yalnız kılanın tekbîr almamasında beis
yoktur.» dediklerini söylemiştir. Saîd b. Cübeyr dahi; «Tekbîr yalnız namazı
süsliyen bir şeydir»•demiştir. İbni Haz m; «Rükû' tekbîri ve rükû'da «Sübhâne
Rab-biyelazîm», Rükû'dan iyice doğrulmak, doğrulduktan sonra «Semiallâhü
limenhamideh», cemâatin «Rabbenâlekelhamd» demeleri farzdır. Ancak imama ve
yalnız kılanlara bu cümleyi söylemek farz değildir. Fakat söylerlerse iyi
olur. Sünnettir. Her secdede tekbîr almak ve «Sübhane rabbi-yelâ'lâ» demek,
alını, elleri, burnunu, dizleri, ayaklan îcab ettiği şekilde yere
yerleştirmek, iki secde arasında oturmak, Ta'dil'i erkâna riâyet etmek farzdır.
Bunlardan birini kasden terk edenin namazı sahih olmaz. Unutarak terk ederse
namazı tekrar kılar. Sonra secde-i sehv yapar, bilmediğinden yahut bir özürden
dolayı terkederse namazı tamamdır.» demiştir.
îbnü'l Kaasim;
«îftitah tekbîrinden başka üç veya daha fazla intikal tekbîrini yahut bütün
intikal tekbîrlerini terk eden kimse; selâm vermezden önce secde eder. Selâmdan
Önce secde etmezse, selâm verdikten sonra eder, hiç secde etmiyerek uzun müddet
geçerse namazı bâtıl olur,» demiştir. Bu babda daha başka sözlerde vardır.
Hanefîlere göre
namazda zikir kabilinden olan sena, teavvüz, intikâl tekbîrleri ve
intikallerdeki teşbihler gibi şeyleri terk etmekle secde-i sehv lâzım gelmez.
3-
Hanefîlere göre intikal tekbîrleri eğilirken ve doğrulurken alınır. Daha önce
veya daha sonra alınmaz, tekbîri uzatmak da yoktur.
Şâfiîlere göre rükû'a
giderken tekbîr alınarak gidilir ve rükû' derecesine varıncaya kadar tekbîr
uzatılır. Uzatmanın haram olduğuna dâir bir kavil varsa da bütün intikâl
tekbîrlerinde uzatmakla uzatmamanın i-kisi de caiz görülmüştür; sahih olan
uzatmaktır.
4- İntikal
tekbîrlerinin her namaz kılan için meşru', olmasının hikmeti hususunda ulemâ
şunlan söylemişlerdir:
«Mükellef olan bir
kimsenin namaza tekbîrle birlikte niyetlenmesi emrolunmuştur. Bunun muktezası
niyetin ta namaz sonuna kadar devam etmesidir. Bu sebeple namaz esnasında
niyetin tekbîrle yenilenmesi emrolunmuştur. Çünkü tekbîr niyetin şiarıdır.»
34- (394)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ileAmr-ün Nâkıd vetshâk b. İbrahim hep birden
Süfyan'dan rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki; Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den,
o da Mahmûd b. Rabî'den, o da Ubâde-tü'bnü's-Sâmit'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e isnâ-den rivayet etti: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Fatihatü'l - Kitabı
okumayanın namazı yoktur» buyurmuşlar.
35- (...)
Bana Ebu't-Tâhİr rivayet etti, dedi ki: Bize tbni Vehb, Yûnus'dan rivayet etti.
H.
Bana Harmeletü'bnü
Yahya da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi (Dedi ki): Bana
Yûnus, tbni Şihâb'dan, naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Mahmûd b. Rabî
Ubâdetü'bnü Sâmit'den naklen haber verdi. Ubâde şöyle demiş: Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ummü'l Kur'anı
okumayanın namazı yoktur» buyurdular.
36 (...)
Bize Hasan b. Ali el-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yakûb b. İbrahim b.
Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Babam Sâlih'den o da tbni Şihâb'dan rivayet
etti. Ona da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendi kuyularından
yüzüne su püskürdüğü Mahmûd b. Babı' haber verdi, o na da Ubâdetü'bnü Sâmit
haber vermiş kii Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem :
«Ummü'l - Kur'anı
okumayanın namazı yoktur» buyurmuşlar.
37- (...)
Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahi rivayet ettiler, dediler
ki: Bize Abdürrezzâk haber verdi (Dedi M): Bize Mâ'mer, Zührî'den bu isnadla bu
hadîsin mislini haber verdi (Yalnız o): «ve daha fazlasını» kaydını ziyâde
etmiş.
Bu Hadîsi Buhârî
«Kitabü'1-Ezân» da Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce «Kİtabtt's-Salftt» da
tahrîc etmişlerdir.
«Fâtİhâtü'l-Kitab,
Ümmü'l-Kur'ân, Ümmül Kitâb» fatihanın isimleridir. Bunlardan başka Fatihanın
birçok isimleri daha vardır.
1- Bütün
namazlarda imamın arkasında dahî fatiha okumanın vâ-cib olduğuna kail olan
Abdulllah b. Mübarek, Evzâî, İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbe1,
İshâk, Ebû Sevr ve Dâvûd-u Zahirî bu hadîsle
istidlal etmişlerdir.
Mâlikîlerden İbni'1 A'rabî (468-543)
«Ah-kâmü'l-Kur'ân» nâm eserinde şunları söylemiştir: «Ulemâmızın bu
meselede üç kavli vardır:
a) Cemâat
hassaten İmam gizli okuduğu zaman fatihayı okurlar. İbnül Kaasim'in kavli budur.
b) İbni Vehbile Eşheb cemâat fatihayı okumaz, demişlerdir.
c) Muhammed
b. Abdilhakem: «Cemâat Fatihayı okur ama okumasa da caizdir» demiştir. Her
halde o bunu müstahab addetmiş olacaktır. Bence gizli namazlarda cemâatin
fatiha okuması vâcib, imamın,aşikâre okuduğu namazlarda ise haramdır. Çünkü
aşikâre okunan namazlarda susmak ve imamın kıraetini dinlemek farzdır. Eğer
imama uyan kimse imamdan uzak bir yerde ise ona göre o namaz, kıraetin gizli okunduğu
namazlar mesabesindedir. Ebû Ömer
«et-Tembîd» de: «Fatihayı iki rekâth bir namazda unutarak okumayan bir
kimsenin namazı aslından bozulacağı ve bu namazın sahîh olmayacağı hakkında
îmam Mâ1ik'in kavli muhtelif değildir. Fakat dört veya üç rekâtlı bir namazda
unutan hakkında kavilleri muhteliftir.» Bir rivayette namazı bozulur ve iade
etmek, lâzım, gelir demişdir. Bu kavli ondan îbni'l Kaasim rivayet etmiş,
kendisi de ona kail olmuştur. Diğer bir rivayette îmam Mâlik namazın iki tane
secde-i sehvle tamam olacağını söylemiştir. Bunu ondan İbni
Abdi 1-Hakem ve başkaları rivayet etmişlerdir. Bazıları fatihayı unutan
kimsenin o rekâtı tekrar kılarak selâm verdikten sonra secde-i sehv yapacağını»
söylemişlerdir.
İmam Şafiî ile îmam
Ahmed'e göre her rekâtda fatiha okumadıkça namaz caiz değildir. Ömer b. Hattâb
ile Osman b. Ebi'l-Âs (Radiyaîlahû
anhûmâ) 'nm;
«Fâtihasız namaz caiz
değildir» dedikleri rivayet olunmuştur.
îmam Ahmed 'den bir
rivayete göre alettayin fatihayı okumak vacib değildir. Kur'ân-ı Kerîm'in
herhangi bir yerinden bir âyet okumak kâfidir.
îbni Hazm: «Her
namazın her rekâtmda fatihayı okumak farzdır. Bu hususta imamla cemâatin,
erkeklerle kadınların ve keza farz namazla, nafilenin hiç bir farkı yoktur»
demiştir.
Sevrî, bir rivayette
Evzâî, hanefîlerden Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ile bir rivayette İmam
Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Vehb ve Eşheb:
«İmama uyan kimse hiçbir namazda Kur'au-ı Kerîm'den hiçbir âyet okumadığı gibi,
fatihayı da okuyamaz» demişlerdir. Tabiînden Saîd b. el-Müseyyeb ile bir
cemâatin, Hicaz ve Şam fukahâsınuı kavilleri de budur. Yalnız onlara göre
cemâat aşikâre okunan namazlarda İmamı işitmemiş bile olsalar birşey
okumazlarsa da gizli okunan namaz--larda onlarda okurlar. Cemaata fatiha okumak
vâcibtir, diyenlerin bu hadîsle istidlalleri hadîsin namaz cinsinin, fâtihasız
caiz olmasını nefiy etmesi dolayısiyledir. Çünkü hadîsin başında cinsten hükmü
nefiy eden (lâ) edatı vardır. Binâenaleyh ma'na «Namaz cinsinden hiç birşey
fâtihasız caiz olmaz» demektedir.
Hanefîler «Kur'an-ı
Kerîm'den size müyesser olan şeyi okuyun» âyetiyle istidlal ederler. Teâlâ
hazretleri bu âyeti kerîmede mutlak surette Kur'an-ı Kerîm'den mümkün olan sûre
veya âyeti okumayı emir buyurmuştur. Bu emri fatiha ile takyit etmek mutlak
olan nass-ı kitap üzerine bir şey ziyâde etmek demektir ki caiz değildir. Çünkü
ziyade nesh demektir. Binâenaleyh Kur'an ismi verilecek en az bir miktarın
okunması farz olur. Zira emredilen budur. Namaz dışında Kur'an okumak farz
olmadığına göre, âyetteki emrin namaza âit olduğu taayyün eder. Gerçi «Bu âyet
gece namazı hakkındadır; gece namazının farzi'yyeti ise neshedilmiştir. Şu
halde bu âyetle nasıl istidlal edilebilir.» diye bir itiraz vârid olabilirse de
buna Hanefîler şu cevabı verirler: «Rükün olarak meşru' olan bir şey nesh
ediıemez. Gece namazının yalnız vücûbu nesh edilmiştir. Q nafile olarak yine
meşru'dur. Farz olsun, nafile olsun bütün namazların farzları, şartları ve
diğer ahkâmı mensûh değildir. Gece namazının vücûbu nesh edildikten sonra yine
Kur'an okumanın emir buyurulması da ona delâlet eder. Farz namazlarda fatihayı
şart koşanlar onu nafilede de şart sayarlar. Âyet-i Kerîme, fatihanın nafile
namazda şart olmadığını bildl-riycr. Binaenaleyh farz namazda da şart değildir.
Çünkü bu babda farzla nafileyi birbirinden ayıran yoktur. Aynî diyor ki: Eğer
âyet-İ kerîmedeki ism-i mevsul (ma) nın mücmel olduğu bu hadîsin onu beyân ettiği
iddia olunur; Ve muayyen müpheme tercih olunur denilirse, ben de derim ki;
Bu söz, kailinin
usul-ü fıkıh bilmediğine delâlet eder. Çünkü «inâ» kelimesi umûm bildiren
lâfızlardandır. Onun umumu ile hiç tevakkuf etmeden amel etmek vâcibdir. Eğer
mücmel olsaydı Rur*an-ı Kerîm ile hadîsin mücmel olanları gibi beyân
edilmedikçe onunla amel caiz olmazdı. Bu kelimenin mânası: Hangi şey
kolayınıza gelirse, mümkün olursa, demektir. Şu halde Kur'an ve hadîsle ameli
terketmek gerekir. Bize göre hâss bir kelime üzerinde ihtimaller bulundukça
âmm olan kelime O hâssa
hamledilemez. Eğer bu hadîs meşhurdur. Zira ulemâ onu kabul ile telâkki
etmişlerdir. Binâenaleyh böyle bir hadîsle nâss üzerine ziyade caizdir, dersen
ben de derim ki:
Biz bu hadîsin meşhur
olduğunu kabul etmiyoruz: Çünkü Meşhur: Tabiînin kabulü ile telâkki ettikleri
hadîstir. Halbuki bu meselede tabiîn ihtilâf etmişlerdir. Hadîsin meşhur
olduğunu kabul etsek bile, meşhur ûir haberle ziyâde ancak o haber muhkem
olduğu zaman caizdir. Haber ihtimâlli ise caiz olamaz, bu hadîs te
ihtimallidir. Çünkü hadîsteki nefiy caiz olmaya da, fazilete de ihtimallidir.
Nitekim Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in;
«Mescide komşu olanın
mescidden başka yerde namazı yoktur» hadî-sindeki nefiy asıl namazı değil,
faziletini nefiy'dir. Burada da öyledir...»
Hanefîlere niuânz
olanlardan bazısı imama uyan kimseye mutlak surette fatiha okumak lâzım
gelmiyeceği meselesinde hanefîlerin zayıf bir hadîsle istidlal ettiklerini
söylemişlerdir. Bundan murâd: «Her kim imamın arkasında namaz kılarsa, imamın
okuması onun da okuması demektir.» hadîsidir. Muarız «Bu hadîsin bütün
tarîklerini Dara Kutni ile diğer ulemâ tetkik etmiş ve onu malul bulmuşlardır»
diyor. Halbuki mezkûr hadîsi Ashâb-ı kiramdan Câbir b. Abdillâh, Abdullah tbni
Ömer, Ebû Saîd-i Hudrî, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Abbâs ve Enes b. Mâ1ik
(RadiyaUahû anhûm) hazerâtı rivayet etmişlerdir. Gerçi bu rivayetlerin her
biri hakkında söz edilmiştir. Hattâ Hz. Câbir hadîsin râvilerinden Câbir-i Cû'fi
mecruhtur. îmam Â'zam ile diğer ulemâ onun yalancı olduğunu söylemişlerdir.
Fakat aynı hadîsin birçok tarikleri vardır. Bunlardan biri sahihtir ve bizzat
îmam Â'zam'dan rivayet edilmiştir. Binâenaleyh muhtelif tarîkleri birbirini
takviye etmiş ve hadîs kuvvet bulmuştur. Dara Kutnî «Sünen» inde îmam A'zam tarîkine
dahita'n etmiş; «Ebû Hanefi ile Hasan b. Umara zayıftırlar »diyerek Süfyân-i
Sevrî, Ebu'lAhvâs, Şube, îsrâîl, Şerîk ve diğer râvilerin onu mürsel olarak
Abdullah b. Şeddâd Man rivayet ettiklerini, doğrusunun da bu olduğunu
söylemişse de Aynî, İmam A'zam hakkındaki sözünden dolayı Dâre Kutnî1-yi
şiddetle ta'yib ederek; «Dâre Kutnî edebini takınsa da utanmayı bilse Ebû
Hanîfe hakkında bu sözü söylemezdi. Çünkü Ebû Hanîfe, ilmi şark ve garbı
kaplamış bir imamdır.» demig ve ne derece emin ve mu'temed bir zat olduğunu
delilleri ile ispat etmiş; Dâre Kutnî
'nin bu imamlar imamı hakkında söz söyleyecek kıratta bir âlim olmadığını, İmam
A'zam hakkında arkadaşları gibi onun da sükutu iltizam etmesi gerektiğini
söylemiş; sonra Beyhakî'nin «Sünen» inde bir çok zayıf, malûl, münker, garip,
hattâ mevzu' hadîsler rivayet ettiğini ve bunları bildiği halde bizzat
kendisinin o hadislerden bâzıları ile istidlal ettiğini beyân eylemiştir.
Bundan sonra Aynî senetlerinde zayıf râviler bulunan hadîslerin diğer sahih
rivayetlerle kuvvet bulduğunu mu'terize cevap olmak üzere bir daha ihtar
etmiş; mu'terizin mevkuftur, diye zayıf gördüğü hadîsler hakkında; «Mevkuf
bize göre hüccettir, çünkü ashab-ı kiram âdildirler. Bununla beraber imamın
arkasında cemâatin birşey okumayacağı sahabenin büyüklerinden seksen zat tarafından
rivayet olunmuştur. Aliyyü'l-Mürtezâ ve Abâdiley'i Selâse denilen Abdullah İbni
Abbâs, Abdullah İbni Ömer, Abdullah îbni Mes'ud (Radtyallahû anhûm) hazerâtı
bunlar arasındadır. Diğerlerinin isimlerini hadîs ulemâ» nakletmişlerdir.
Onların ittifakları icma1 menzilesine varmıştır. Bundan dolayı ulemâmızdan
«Hidâye» sahibi ekseriyyetin ittifakına bakarak; «İmamın arkasında birşey
okunmayacağına sahabe icma' etmişlerdir,» demiştir. Ama buna bizce icma1
denilmez, şeklinde cevap vermiştir.
Abdullah b. Zeyd b.
Eşlem'in babasından rivayet ettiği bir hadîste;
Resûlüllah (Salkûlahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından on tanesi imamın arkasında Kur'ân okumaktan
şiddetle nehyederlerdî. Bunlar: Ebû Bekr Sıddık, Ömerü'l Faruk, Osman b. Affân,
Ali b. Ebi Tâlib, Abdurrahman b. Avf, Sâd b. Ebî Vakkâs, Abdullah b.Mes'ud,
Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbâs (Radiyallahû anhûm)
hazerâtı idi.» denilmektedir. Hattâ Sâd b. Ebî Vakkâs ileHz. Ömer'in;
«İmamın arkasında
okuyanın ağzına taş doldurulmasını dilerim» dedikleri, İbni Mes'ud
hazretlerinin de;
«Ağzma toprak dolsun»
dediği rivayet olunur. Bütün bu rivayetlere bakarak Tavavî; «İşte bunlar
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir cemâattir ki imamın
arkasında okunmayacağına icma* etmişlerdir. Arzettiğimiz veçhile Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet edilenler de onların bu yaptığına
uymaktır, demiştir. Bu sözü ile Tahavî imamın arkasında birşey okunmayacağına
dair Sahabe tarafından rivayet edilen hadîslere işaret etmiştir.
Vakıa Ebû Davud'un
İbni Beşşâr tarikiyle Hz. Ebû Hüreyre
'den rivayet ettiği bir hadîste;
«Ebû Hüreyre: Fatiha
ve ondan fazla bir şey okumaksızın namaz caiz değildir, diye ilân etmemi
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana emir buyurdu.» demiştir. Fakat bu
hadîs muhtelif şekillerde rivayet olunmuştur.
Bezzâr'in rivayetinde;
«Resûlülla h
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir münadîye emir buyurdu, o da nida etti»
denilmiş. Bir rivayette;
«Kur'ânsız namaz caiz
değildir, velevki Fâtihâtü'l Kitap ile ondan fazla bir şey olsun», diğer
rivayette;
«Kırâetsiz yahut
fatiha ile ondan fazla bir şeysiz namaz caiz değildir». Başka bir rivayette;
«Her namazda kırâet vardır, velevki Fâtihâtü'l Kitap olsun», buyurulmuştur. Bu
hadîslerin hiçbiri fatiha okumanın farz olduğuna delâlet etmezler. Bilâkis
ekserisi onun farz olmadığını gösterir. Biri fâtihasız namazın caiz olmadığına
delâlet ederse, diğeri caiz olduğunu bildirir. İşte Hanefîler bunların her
biriyle amel etmiş, hiç birini mühmel bırakmamışlardır. Çünkü onlar mutlak
olarak kırâetin farz, Fatiha okumanın ise vâcib olduğuna kaildir. Hadîslerle
amel babında âdet de budur. Sonra zikredilen Ebû Dâvûd hadîsinde şâyâm dikkat
i-ki nokta vardır. Bunlardan biri hadîsin senedindeki râvi Cafer b. Meymun
'dur. Bu zat hakkında söz edilmiş, hattâ Nesaî onun mevsuk olmadığını
söylemiştir. İkinci hadîs fatihadan başka birşey okumanın farz olduğunu
gösteriyor. Halbuki İmam Şafiî 'nin mezhebine göre Fatihadan fazlası farz
değildir. Bir de mezkûr hadîsin râvile-rinden
Süfyanb. Uyeyne;
«Bu hadîs yalnız
başına namaz kılanlar hakkındadır. İmama uyanlar içinse İmamın okuması kâfidir»
demiştir. Şu halde hadîs, yalnız kılanlara mahsus demektir. Bundan sonra
Şafiîlerin umum iddia etmeye bir hakları kalmaz.
Ebû Hüreyre hadîsinin
az sonra göreceğiniz bir rivayetinde;
Ebû Hüreyre'ye biz
imamın arkasında bulunuyoruz diyen oldu. Eb'û Hüreyre (Onu içinden oku) dedi»,
buyurulmakta-dır. Nevevî: Bununla istidlal ederek; «Bu hadîs uyan kimseye fatiha
okumanın vâcib olduğunu te'yid eder. Bu sözün mânâsı Fatihayı kendin işitecek
kadar gizli oku, demektir» mütâlâasında bulunmuşsa da Aynî kendisine cevap
vermiş; «Hadîsin vücûba delâlet etmediğini söylemiştir. Çünkü İmama uyan
kimseye nassı Kur'ân ile susmak emredilmiştir. Susmak gizlice okumak demek
değildir. Bilâkis kendi igitecek kadar gizli okumak susmayı ihlâl eder.
Binâenaleyh hadîsten murad İmamın okuduğu Kur'ân'ı dikkatle dinle ve onun
mânâsını düşün demek olur. Hadîsten muradın hakikaten gizli okumak olduğunu
teslim etsek bile, vücûba delâletini kabul edemeyiz. Bununla beraber
Hanefîlerden bâzıları ihtiyaten bütün namazlarda, bazıları da yalnız gizli
okunan namazlarda cemâatin fatiha okumasını müstahsen addetmişlerdir. Bir
takımları da, İmam kırâatde lahn yaptığı zaman Fatiha okumanın ihtiyaten caiz
olduğunu söylemişlerdir. Ebû Davud'un Ebû Salih'tarikiyle Hz. Ebû Hüreyre 'den
tahrîc ettiği bir hadîste Resulü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İmam ancak kendisine
uymak için tâyin edilmiştir. O okuduğu vakit sîz susun» buyurmuştur ki bu da
Hanefîlerin mezhebini te'yid eder. Ve cemâatin hiç birşey okumaması îcabettiği
hususunda Şafiî aleyhine hüccettir. Aynı hadîs öğle, ikindi namazlarında
cemâat fatihayı o-kurlar diyen İmam Mâlik aleyhine de hüccettir. Gerçi bu
hadîsin son kısmı, yani o okuduğu zaman siz susun cümlesi hakkında söz edilmiş;
bir çok râvilerin bunu rivayet etmedikleri söylenerek bunun bir vehm olduğu
bile iddia edilmişse de bu iddia da doğru değildir. Mezkûr ziyâdeyi Nesâi ve
Beyhâkî tahrîc ettikleri gibi İmam Müslim dahi sahîh bulmuştur. Kendisine onu
niçin «Sahih» ine almadın? diye sorulunca; Ben bu kitaba kendimce sahih olan
herşeyi almadım. Ben buraya ancak ulemânın ittifak ettikleri hadîsleri
koydum.! cevabını vermiştir. Maamafih mezkûr ziyade Müs1im'in bazı nüshalarında
da mevcuttur.
38- (395)
Bize bu hadîsi İshâk b. İbrahim el-Hanzalî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Süfyan b. Uyeyne, Alâ'dan, o da Babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi. Efendimiz
şöyle buyurmuşlar:
«Her kim içersinde
ümmü'l Kur-ânı oku m aks izin bir namaz kılarsa o namaz noksandır; tamam
değildir.» Bunu üç defa tekrarlamışlar. Bunun üzerine Ebû Hüreyre'ye:'
— Bizler imamın
arkasında bulunuyoruz diyen olmuş. Ebû Hüreyre;
— Onu içinden oku,
zira ben Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah Teâlâ : Namaz
(sûresi olan fatihayı) kendimle kulum arasında yarıya taksim ettim. Hem
kylumun dilediği şey onundur»
buyurdu.
Kul dediği zaman Allah
Teâlâ;
Kulum bana ha ma1
etti, der. dediğinde, Allah Teâlâ;
Kulum bana sena etti,
der. dedikte;
Kulum beni temcîd
eyledi, der. Bir defasında;
Kulum (umurunu) bana
tefviz eyledi, der buyurdu. Kul
dediği zaman Allah; Bu kulumla benim
aramdadır; hem kulumun dilediği onundur. der.
— Kul
dediği zaman Allah:
— İşte bu kulumundur. Hem kulumun dilediği
onundur buyurur.» derken işittim.
Süfyan: «Bu hadisi
bana Ala b. Abdirrahman b. Yakup rivayet etti. Evindchasta iken yanma girdim de
bunu ona ben sordum» demiş.
39- (...) Bize Kuteybetü'bnü
Saîd, Mâlik b. Enes'den, o
da Alâ b. Abdirrahmandan naklen rivayet etti. Alâ da Hişam b.
Zühre'nin â-zadlısı Ebu's Saîb [15] den
işitmiş. O da Ebû Hüreyre'yi:
«Resûlüllah (Sallaltahü {Lleyhi ve Seltem) buyurdu, derken işitmiş.
40- (...) H.
Bana Muhammed b. Rafi' dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzak rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana Alâ b.
Abdurrahman b. Yâ'kub haber verdi, ona da Benî Abdullah b. Hişam b. Zühre'nin
azadlısı Ebu-s Sâib haber vermiş, o da Hüreyre'yi şunları söylerken işitmiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Her kim bir namaz
kılar da o namazda ümmü'l Kur'anı okumazsa» buyurdu. Ve Süfyan hadîsi gibi
rivayette bulunmuş.
İkisinin hadîsinde de
«Allah Teâlâ namazı kulumla ikimiz arasında yarıya taksim ettim, yarısı benim,
yarısı da kulu m un d ur» buyurdu ibaresi vardır.
41- (...)
Bana Ahmed b. Ca'fer el-Ma'kırî [16]
rivayet etti, dedi H: Bize Nadr b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû
Üveys [17] rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Alâ haber verdi. Dedi ki: Babamla Ebû-t Sfc-ib'den
işittim, ikisi de Ebû Hüreyre'nin sohbet arkadaşları idi, dediler İd Ebû
Hüreyre şunları söyledi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim içerisinde
Fâtihatu'l kitabı okumaksınn bir namaz kılarsa o geri kalan kısmı namaz noksandır. Bunu üç defa
söyledi.» Ravi hadîsin m yukarıkİlerin hadîsi gibi rivayet etmiş.
Hıdâç:
Noksanlık demektir. Hadîste Muzâf hazf edilmiştir. Yâni Hı-dâç «Zatü hıdâç-
manasınadır. Hadîsin bir rivayetinde, Ebû Hüreyre'ye; *Biz imamın arkasında
bulunuyoruz» diyen zatın Ebu-s Saîb olduğu, Ebû Hüreyr e'nin ona cevaben;
«Fatihayı i-çinden oku yâ Fârisî» dediği rivayet olunmuştur.
Hamd: Teâlâ
Hazretlerini fiil sıfatları ile, Temcîd de celâl sıfatlan ile sena etmektir.
Allah'ı her iki sıfatları ile öğmeğe sena denilir. Besmelede bunların ikisi de
vardır. Yani Rahman'ın medlulü zâtın sıfatına, Kahim'ın mânâsı da fiil sıfatına
şâmildir. Bundan dolayı mezkûr sıfatlar Allah Teâlâ'ya mahsûs olmuştur.
Başkaları bunlarla tavsif edilemez.
Ulemânın beyânına göre
Teâlâ Hazretlerinin;
«Salâh kulumla ikimiz
arasında yanya böldüm» buyurmasından murâd Fatiha süresidir. Namaz fâtihasız
olmadığı için burada ona mecazen salât denilmiştir. Nevevî;
«Bu hadîste Fatihanın
namazda alettayin vâcib olduğuna delîl vardır» dedikten sonra ulemâdan naklen
şunları söylüyor: Hadîsten mürâd fatihanın mânâ itibarı ile taksimidir. Çünkü
fatihanın ilk yarısı Allah'a tahmîd, temcîd, sena ve tefvizdir. İkinci yarısı
ise ihtiyaç, talep ve niyazdır.
Besmelenin fatihadan
bir âyet olmadığını söyleyenler, bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Onların ihticâc
ettikleri en vazıh delîl budur. Derler ki: Fatiha bil icma' yedi âyettir. Bunlardan
üçü senadan ibarettir. Ve diye
başlarlar. Üçüncüsü duadır diye başlarlar. Ortada ikisinin arasında bir âyet
daha vardır ki o da dir. Bir de Teâlâ
hazretleri;
«Fatihayı kulumla
ikimiz arasında yarıya taksim ettim» buyurmuş, fakat besmeleyi zikretmemiştir.
Besmele fatihadan olsaydı onu da zikrederdi. Buna gerek bizim ulemâmız,
gerekse besmeleyi fatihadan saymayan diğer ulemâ bir takım cevaplar
vermişlerdir. Şöyle ki:
a) Yarıya
bölme fatihaya değil, bütün namaza aittir. Lâfzın hakikati bunu gösterir.
b) Yarıya
bölme işi fatihanın tam âyetlerine mahsustur.
c) Yarıya
bölmenin mânâsı şudur: Kul âyet-i kerîmesini okuduğu zaman Teâlâ Hazretleri;
«— Kulum bana Hamd-ü
sena etti, bana temcidde bulundu» der. Çünkü Tahmîd güzel fullerden dolayı,
Temcid de güzel sıfatlar sebebiyle senada bulunmaktadır. Bunların hepsine
birlikte sena denilir. Onun i-cindir ki Rahman ve Rahim sıfatlarına cevap
olarak vârid olmuşlardır. Çünkü bu iki sıfat Allah'ın zâti ve fi'lî bütün
sıfatlarına şâmildirler. Rivayetin birinde Teâlâ Hazretlerinin;
«— Kulum bana umurunu
Tefviz eyledi» buyurmasının yevm-i din (yâni kıyamet günü) ile mutabakatı şu
yöndendir. Allah-ü Zülcelâl kıyamet gününde münferiden mülk sahibidir.
Kulların hesap ve cezası ona aittir.
Din: Hesap ve bir
kavle göre ceza mânâsına gelir, o günde hiçbir kimsenin bir dâvası
olmayacaktır. Dünyada ise bazı kulların milk-i mecazisi vardır. Bazıları da
haksız yere davada bulunabilirler, kıyamet gününde bunların hiçbiri
kalmayacaktır. îşte Hadîsin mânâsı budur. Yoksa Allah Teâlâ Hazretleri
hakikatta iki cihâna ve onlarda bulunan her şeye mâliktir. Herkes onun kulu, o
herşeyin rabbidir. Bu itirafın tazammün ettiği ta'zim, temcîd ve tefviz, her vasfın
üzerindedir. Müs1im'in rivayetinde
denilmiş, başkalarının rivayetlerinde ise buyurulmuştur. Bu rivayet âyet-i
kerîmesinden itibaren sûrenin sonuna
kadar üç âyet bulunduğuna delîl-dir. Mesele ihtilaflıdır. İhtilâf, besmelenin
fatihadan olup olmadığına mebnîdir. Bizim mezhebimiz ile ekseri ulemânın
mezheblerine göre besmele fatihadandır ve bir âyettir. âyet-i kerîmesinden i-
tibaren sûrenin sonuna
kadar iki âyet vardır. İmam Mâlik ile besmelenin fatihadan olmadığını söyleyen
diğer ulemâya göre bu âyetten î-+ibaren sûrenin sonuna kadar üç âyet vardır»
Nevevî'nin izahatı bu» rada sona erdi.
Nevevî'nin de işaret
ettiği vecihle besmele meselesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Yalnız Nemi
süresindeki besmele bilittifak oradaki âye* tin bir cüz'üdü'r. İhtilâf sûre
başlarındaki besmeleler hakkındadır. Bunlar bazı şâfiîlere göre her sûrenin ilk
âyetleridir. Yalnız Sûre-i Tevbe'nin basında besmele yoktur. Mâlikîlere göre
sûre başlarındaki besmeleler Kur -an'dan değildirler.
Tianefilere gelince,
mütekaddimîn bu meselede İmam Mâlik ile beraberdir, fakat müteehhirîn: «Sûre
başlarındaki besmeleler Kur'an-ı Ke-rim'don tek bir âyettir. Bu âyet surelerin
arasını ayırmak için nazil olmuştur. Mushaflarda besmelelerin Kur'an hattı ile
yazılması ve selef-i salihinin buna itirazda bulunmaması âyet olduğuna
delildir.» demişlerdir. Binâenaleyh besmele Kur'an'dan bir âyet ise de tam bir
âyet olup olmaması şüpheli göründüğünden yalnız besmele ile namaz caiz
değildir. Ancak bu şüphe onun Kur'an'dan olup olmaması hakkında değildir. KurV
an'dan olduğunda şüphe yoktur. Onun için cünûp ve hayızlı kimseler besmeleyi
teberrük ve dua kasdiyle okuyabilirlerse de Kur'an niyeti ile okumaları caiz
değildir. Besmele Kur'an'dan olduğuna göre, onu Kur'an'dan saymamak,
Kur'an'dan olmadığına göre Kur'an'dan saymak küfrü îcap ederse de bu bâbda
Şâfiîlerle Mâlikîlerin delillerindeki şüphe kuvvetli olduğundan ve her bir
ferîk diğeri indinde müevvil sayıldığından, hiç biri diğerini tekfir
etmemişlerdir.
42- (396)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme,
Habib b. Şehîd [18] den rivayet etti. Demiş
ki: Atâ'yı Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ederken dinledim. Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Kıraetsiz namaz
olmaz» buyurmuşlar.
Ebû Hüreyre:
«Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in aşikâr okuduğunu biz de size aşikâr okuduk, onun gizli
okuduğunu biz de size gizli okuduk» demiş.
43- (...)
Bize Amrü'n Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Lâfız Amr'ındır. Dediler
kî: Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Cüreyc Atâ'dan
naklen haber verdi. Demiş ki: Ebû
Hüreyre
(İmâma uyan) namazın her yerinde okur.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in bize duyurduklarını biz de size
duyururuz. Bizden gizlediklerini biz de sizden gizleriz* dedi. Bunun üzerine
bir zât Ebû Hürey-re'ye:
— Ya Ümmü'l-Kur'an'dan
başka bir şey okumazsam, dedi. Ebû Hüre.t re; fatihadan fazla birşey okursan o
daha hayırlıdır. Yalnız onunla iktifa edersen bu da sana yeter, dedi.
44- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd yani İbni Zürey'
Habib-i Muallim [19] den, o da Atâ'dan naklen
haber verdi. Demiş ki: Ebû Hüreyre:
— Her namazda kirâet
vardır. Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) bize neyi duyurduysa, biz de
size onu duyuruyoruz. Bizden neyi gizledi ise bizde sizden onu gizleriz. Her
kim Ümmü'l kitabı okursa bu ona yeter, kim ondan fazla birşey okursa o daha
efdâldir, dedi.
Bu hadîsi Buhar î, Ebû
Dâvud ve Nesaî dahî tahrîc etmişlerdir.
Hz. Ebû Hüreyre 'nin :
— «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy\n
bize duyurduklarını biz de size duyururuz, bizden gizlediklerini biz de sizden
gizleriz» sözünden muradı, bütün namazlarda Kur'an okumak îcab eder. Yalnız
bazılarında aşikâr, bazılarında gizli okunur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi. veSellem) 'in aşikâr okuduğu namazlarda biz de aşikâr
okuyarak sesimizi size duyururuz. Onun gizli okuduğu namazlarda biz de gizli
okuruz, demektir.
1- Her
namazda Kur'an okumak farzdır. Hadîs-i şerif mutlak olarak Kur'an okumanın
farziyetini inkâr edenlerle, öğle ve ikindide farzoldu-gunu inkâr edenler
aleyhine delildir.
2-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in kırâeti aşikâr okuduğu namazlarda bizim de aşikâr okumamız, onun
gizli okuduğu namazlarda bizim de gizli okumamız gerekir. Peygamber (Sallat
lahü Aleyhi ve Sellem) 'in Kur'an'ı
aşikâr okuduğu namazlar: Akşam, yatsı, sabah, cuma ve bayram namazlarıdır.
Gizli okuduğu namazlar: Öğle, ikin-ki, akşam namazının son rekâtı ve yatsının
son iki rekâtıdır.
İstiska namazında İmam
Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, İmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre aşikâr
okunur. Husuf ve Küsûf anlarında, yani ay ve güneş tutulduğu zaman kılınan
namazlarda İmam A'zam ile İmam Muhammed'e göre gizli, İmam Ebû Yûsuf'a göre
aşikâr o-kunur. İmam Şafiî Küsûf namazında gizli, Husuf namazında aşikâr
okunacağına kaildir.
Nafile namazlara
gelince, gündüz kılman nafilelerde gizli okunur, gece nafilelerinde ise kul
muhayyerdir. Nevevî: «Gece nafilelerinde okunur diyenler bulunduğu gibi, kılan
aşikâr veya gizli okumakta muhayyerdir diyenler de vardır.» demektedir.
3- Bu
hadîsle İmam Şafiî, fatihadan sonra
sûre okumanın müstahab olduğuna
istidlal etmfştir. Hadîsin zahiri de bunu gösterir. Ha-nefîlere göre bu
vâcibdir. Mâlikîlerden îbni Kinâne de buna kail olduğu gibi, bir rivayette İmam
Ahmed b. Hanbel'in kavli de budur. Hanefîlere göre fatihadan sonra bir sûre,
yahut herhangi bir sûreden üç âyet okumak namazın vâciblerindendir. Bu bâbda
birçok hadîsler varid olmuştur ki îbni Adiyy'in «el-Kâmil» nam eserinde rivayet ettiği Ebû
Said hadîsi Tirmizî ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri Ebû Saîd hadîsi, Ebû
Dâvud'un rivayet ettiği Ebû Nadra hadîsi, îbni Adiyy'-in rivayet
ettiği îbni Ömer hadîsi bunlardandır.
Mezkûr hadîslerin bazılarında «Fâtihay-ı Ki t âb» ile beraber bir sûre
okumadan namaz caiz değildir. Diğer bazılarında; «Bize namazda fatiha ile
beraber mümkün olan Kur'anı okumak emrolundu» bazılarında da «Farz namaz
fatiha ile beraber üç veya daha ziyâde âyet okumâksızın caiz değildir» denilmektedir.
Hanefîler bu bâbda vârid olan bütün hadîslerle âmel etmiş ve gerek fatihanın,
gerekse onunla beraber bir sûre veya üç âyet okumanın vücûbuna kail
olmuşlardır. Zîra hadîslerin her biri Haber-i vâhid olduğundan, onlarla
farziyyet ispat edilemez. Bize göre namazda farz olan mutlak surette kıraat
yani Kuran okumaktır. Bunu fatiha ile takyid etmek nassın üzerine ziyâde
sayılacağından caiz görülmemiştir. Bazıları; «Bu hadîs fatiha okumayanın namazı
sahîh olmadığına delildir.» demişlerse de Hanefîlere göre namaz bâtıl değildir.
Yalnız fatihayı kasden terk eden isâet etmiş olur, unutarak terk edene ise
Secde-i Sehv lâzım gelir.
4- «Kim
ondan fazla birşey okursa o daha efdaldir» cümlesini Nevevî Şâfiîlere göre
fatihanın vücûbuna delil saymakta ve şöyle demektedir:
«Burada fatihanın
vücûbuna ve ondan başkası ile namazın caiz olmayacağına delil vardır. Yine bu
hadîste fatihadan sonra sûre okumanın müstahab olduğunu delâlet eder. Sabah ve
Cuma namazları ile sair namazların ilk rekâtlarında bu husus ittifakîdir. Ve
bütün ulemâya göre sünnettir. Kaadi İyâz (Rahimehulîah) bazı mâlikîlerden sûre
okumanın da vâcib olduğunu rivayet etmiştir. Fakat bu kavil şâzz ve merdüttür».
Nevevî'nin bu
sözlerini dikkat ve ihtiyatla okumak îcab eder. Çünkü fatihadan sonra sûre
okumanın bilittifak müstahab ve sünnet olduğunu zammı sûrenin yalnız bazı
Mâlikîlere göre vâcib olduğunu, fakat bu kavil de şazz görülerek kabul
edilmediğini söylüyor. Halbuki onun şazz dediği kavil hanefîlerin de
mezhebidir. Bunu birkaç satır yukarıda görmüştük. Bundan sonra Nevevî sözüne
devamla üçüncü ve dördüncü rekâtlarda sûre okumaya gelince: «Bunun müstehab
olup olmadığı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. îmam Mâlik (Rahimehulîah)
mekruh görmüş, Şafiî (Rahimehulîah) yeni mezhebinde müstehab addetmiştir.
Fakat burada onun eski kavli daha sahihtir. Diğer ulemâ namaz kılan
muhayyerdir, isterse okur, dilerse teşbih eder, demişlerdir. Ama bu kavil
zayıftır. Nafile namazda sûre okumak müstahabdır. Cenaze namazında esah kavle
göre müstahab değildir. Çünkü cenaze namazı tahfif üzerine bina edilmiştir.
Fatiha üzerine onun arkasından âmin demekten başka birşey ziyade edilmez.
Sabah namazında ve öğlenin ilk iki rekâtında mufassal sûrelerin uzunlarını,
ikindi ile yatsının ilk iki rekâtında mufassal sûrelerin orta derecede
olanlarını, akşam namazında da kısa sûreleri okumak müstehabdır. îlk rekâtda
kırâetin ikinci rekâttan daha uzun tutulması da ihtilaflıdır. Bize göre en
meşhur kavil bunun müsta> hab olmasıdır. Hattâ iki rekâtda da kırâet müsavi
olmalıdır. Ama esah o-lan birinci rekâtta kırâeti uzatmaktır. Çünkü bu babda
sahih hadîs vardır. Resû1ü11ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rekâtta
kırâeti ikinciden daha uzun tutarmış. Dört rekâtlı namazların son iki
rekâtlarında kırâetin lüzumuna kail olanlar, o rekâtlarda ilk rekâtlardan daha
hafif okunacağını söylerler. Dördüncü rekâtda üçüncüden daha kısa okuyup
okunmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Allah-u A'lem.
Sûre okumak meşru
olduğuna göre, onu terk etmek faziletten mahrum kılar. Fakat Secde-i Sehv
lâzım gelmez. Kısa bir sûre okumak, uzun bir sûreden o miktar okumaktan
efdaldir. Namazda mushafdaki tertip üzere okunur: Aksine okumak mekruhtur.
Yalnız namaz bâtıl olmaz, yedi kıraetten biriyle namaz caizdir. Ancak şâzz
kırâetlerle caiz değildir.
Namaz kılan kimse
fatihada nin (tâ) sim mazmûm veya meksûr, yahut nin «Kâf» mı esre okumak gibi
mânâyı bozacak şekilde Lâhn yaparsa namazı bâtıl olur. Mânâyı bozmazsa namaz
bâtıl olmaz. Fatihayı tertip ve muvalât üzere (yani peşi peşine) okumak vacip
olduğu gibi, arapçasını okumak da vâcibtir. Başka bir lisanla okumak haramdır.
Arapçasını bilsin bilmesin tercüme ile okunan Kur'an'la namaz sahih olmaz.
Gerek kırâeti, gerekse sair zikirleri kendi işiteceği kadar okumak şarttır.
Dilsiz ve o manâdaki kimseler mümkün olduğu kadar dillerini ve dudaklarım
kıpırdatırlar. Bu onlar için kâfidir. Allah-u A'-lem» diyor.
Hanefîlere göre farz
namazdaki kırâet ilk iki rekâtda lâzımdır. İmam Mâ1ik'in «üç rekâtda vâcibtir»
dediği rivayet edilir. Son rekâtlarda hanefîlere göre namaz kılan kimse
muhayyerdir; istersĞ bir fatiha okur, isterse tesbîh eder, dilerse bir teşbih
miktarı susar. Efdal olan fatihayı okumaktır.
Nafile namazlarla
vitir namazının her rekâtında kirâet farzdır.
Cenaze namazında
hanefîlere göre fatiha değil Sübhâneke okunur. Ancak dua ve sena niyetiyle
fatiha da okunabilir.
45- (397)
Bana Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd,
Ubeydullah'dan rivayet etti. Peni iş ki; Bana Saîd b. Ebû Saîd, babasından, o
da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki:
— Resûlüllah
(SalUülahü Aleyhi ve Sellem) mescide girmiş. Onun arkasından bir zât girerek
namaz kılmış. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek selâm
vermiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâmı almış ve o zâta:
«Dön de namazını kıl,
çünkü sen namaz kılmadın» buyurmuş. O zat dönerek evvelce kıldığı gibi namazı
tekrar kılmış. Sonra Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'e gelerek selâm
vermiş. Resûlüllah
«Ve aleyke's
selâm» dedikten sonra:
«Dön de (yeniden) kıl,
zira sen namaz kılmadın» buyurmuş ve bu. nu üç defe tekrarlamış. Nihayet o zat:
«Seni hak (din) ile
gönderen Allah'a yemin ederim ki ben bundan a'lâsını beceremiyor um. Bana
öğret,» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Namaza kalktığın
zaman tekbir al! Sonra kolayına geldiği kadar Kur'ân oku sonra rükû* et ve âzâ
yatışın caya kadar rükû'da kal. Sonra başını kaldırarak iyice doğrul. Sonra
secdeye vararak âzâ yatışı ncay a kadar secde et! Sonra başını kaldır ve âzâ
yatışıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında böyle yap» buyurmuşlar.
46- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Üsâme ile Abdullah b.
Nümeyr rivayet ettiler. H.
Bize İbrii Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. Her ikisi de dediler ki: Bize
Ubeydullah, Saîd Jb. Ebî Sâid'den, o da) Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti
ki: Bir adam mescide girerek namaz kılmış, Resûlüllah (SdlaHahü Aleyhi ve
Seltem) de bir köşede bulunuyormuş... Her iki râvi bu hadîsi yukarıdaki kıssa
gibi rivayet ettiler, yahu» onlar bu hadîste;
«Namaza kalktığın
vakit güzelce abdest al! Sonra kıbleye kartı done» rek tekbîr al!» ibaresini ziyade ettiler.
Bu hadîsi Buharı
«Ezan» ve «Namaz» bahislerinde Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce dahî «namaz»
bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin bâzılarında
biraz lâfız farkı vardır.
Resû1ü11ah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) 'in arkasından mescide giren zât Ha11âd b. Râfi' (RacUytülahÛ
anh)'dir. Nesaî'nin rivayetinde mescide giren bedevîye benzediği ve/gelişi
güzel bir namaz kıldığı zikrediliyorsa da bundan, gelen zâtın Hz. 'Ha11âd'dan
başkası olması îcab etmez. Râvi onu bedeviye benzetmiş olabilir. Hz. Ha1lâd'ın
kıldığı namaz gündüz namazlarından biri imiş. Resûlül1ah kendisine üç defa
namazı yeniden kıldırmış; Fakat Ha11âd (Radiyaltahû anh) üçünü de aynı şekilde
kılmış ve bundan alâsını yapa-mıyacağını arz ederek ne şekilde kılması lâzım
geldiğini öğretmesi için Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ricada
bulunmuş. O da kendisine bu bâbda lâzım gelen talimatı hadîste beyân edildiği
şekilde vermiştir. Hadîsin bu kısmı muhtelif şekillerde rivayet edilmiştir.
Son olarak Resû1ül1ah <Sallallahü Aleyhi ve Seilem):
«Ve bunu bütün
namazlarında böyle yap!» buyurarak ondan sonra kılacağı farz veya nafile namazlarda bu talimata göre
hareket etmesini tavsiye eylemiştir.
1-
Müslümanın selâmını, almak vâcibtir, selâm vermek ise sünnettir.
Bu hadîs, ihtiyaç
anında vaz-u nasihat etmek, selâm almaktan daha mühimdir; diyenlerin aleyhine
delildir. Bu sözün kaili hadîsteki «Reddetti» fiilinin buradaki mânâsını
anlayamamış olacak ki, onu selâmı almadı mânâsına kabul etmiş ve; «İhtimal ki
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) onun selâmım cehlinden dolayı bir
te'dip olmak üzere kabul etmemiştir. Bundan da selâmı almamak sureti ile
te'dibin caiz olduğu anlaşılır; demiştir. Yahut hadîsin buradaki rivayetini
görmemiş. Başka rivayetine îtimad etmiştir. Çünkü bir rivayette hadîsde «Redde»
fiili zikredilmemiştir.
2- Hadîsdeki
«Don de (yeniden) kıl» emrine bakarak Kaadî Iyâz;. «Câhilin ibâdette bilmeyerek
işlediği fiiller sahih ve kâfi değildir,» demişse de onun bu sözü hadîsten
«Namaz sahih olmadı» mânâsı kastedildiğine göredir. Halbuki Aynî'nin beyânına göre hadîsten
murad: namazın kemâl üzere kılınmamış olmasıdır. Çünkü hadîsin bir rivayetinde;
«Bunu yaptinmı namazın
tamam oldu demektir. Bundan noksan yaparsan namazında noksan kalır»
buyurulmuştur. Noksan olarak kılınan namaza da namaz hükmü verildiğine göre
burada;
«Çünkü sen namaz
kılmadın» buyurulması, istenildiği vecihle mükemmel olarak kılmadın demektir.
Hâsılı buradaki nefiy, namazın zâtına değil sıfatına râcidir. Eğer Ha11âd
(Radiyallahû anh)'ın kıldığı namaz fâsid olsaydı Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi
ve Jellem) 'in onunla meşgul olması abes sayılırdı. Halbuki Resûli Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) abesle iştigâl eden hiçbir kimsenin fiilini takrir
buyurmamış; sahih dey e kabul etmemiştir. Hanefiyye ulemâsından îmam Azam ile
îmam Muhammed'in bu hadîse bakarak rükû' ve secdelerde tume'nînet yani âza
yatışacak kadar durmak vâ-cibdir. Hattâ Sünnet-i Müekkededir dedikleri rivayet
olunur. Fakat fıkıh ulemâsının ihtilâflarını beyân hususunda merci' sayılan
Tahavî bu hususta Hanefîyye ulemâsı arasında ihtilâf zikretmemiştir. Onun
rivayetine göre Sevrî, Evzâî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed, Mâlik, Şafiî,
Abdullah b. Vehb ve bir rivayette
Ahmed b. Hanbel hazerâtı;
«Rükû'un miktarı namaz
kılanın sırtı dümdüz olacak derecede eğil-mekj secdenin miktarı da âzâ
yatışacak derecede secde halinde kalmaktır. Lâbüt olan miktar budur. Namaz
ancak bununla tamam olur» demişlerdir.
3- Namaza
girmek ancak tekbirle olur. Tekbir bilittifâk farzdır.
4- Namazda
kırâet farzdır.
5-
Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem)in:
«Sonra kolayına
geldiği kadar kur'an oku» buyurması, kırâetin mutlak surette farz olduğuna
delildir. Bu hadîs alettayin fatihayı okumak farz değildir, diyen hanefîlerin
delilidir. Çünkü fatihayı okumak farz olsaydı ta'lim makamında bulunan Re
sûlülla h (SallallahüAleyhi ve Sellem)
onu emrederdi.
Hattabî (319-388)
Resû1ü11ah (SaüallahüAUyhf ve Sellem) 'in bu sözünün mutlak olduğunu, bundan
fatiha kastedildiğini ve fâtihasız namaz caiz olamıyacağını söylemişse de Aynî
'nin dediği gibi, sözünün sonu evvelini nakzetmiştir. Zîra evvelâ hadîsin
mutlak olduğunu îtiraf etmiş; sonra bundan murâd fatihadır, demiştir. Halbuki
mutlak itlâkı üzere cereyan edecektir. Hadîs mücmel değildir ki beyâna lüzum
görülsün. Binâenaleyh bu hadîsten fatiha kastedilmiştir, demeye imkân yoktur.
Hattâbî'nin bunu;
«Fâtihay-ı k'rtab
okunmaksızın namaz olmaz» hadîsiyle tahsise kalkışması tercih bilâ müreccihtir
ki, o da bâtıldır.
Teymî gibi bazıları
hadîsin mücmel olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddia daha da gariptir. Çünkü
hadîste mücmel olan hiçbir cihet yoktur. Nevevî (631 - 676) dahî bu hadîsin
fatihaya hamledildiği-ni söyler. Çünkü hadîste;
«Sonra kolayına
geldiği kadar Kur'an oku!» buyurulmuştur. Herkesin kolayca öğrenip bildiği
sûre ise fatihadır. Fakat Nevevî'nin bu sözü delilsiz bir davadır. Çünkü
Resûlüllah (Saüaiiahü Aleyhi yeSellem) 'in kelâmında bu terkibe delâlet eden
lûrşey yoktur. Onun sözü mutlaktır. Fatihaya da başka sûrelere de şâmildir.
Kolaylık nokta-i nazammdan ihlâs sûresi fatihadan daha önce gelir.
6- Hadîste
Rükû' ile sücût hakkında «Âzâ yerleşinceye kadar»
buyurulması, rükû' ve
sücûtda turne'nînetin, yani âzâ sükûnet bulacak kadar durmanın vâcib olduğuna
delildir.
7-Yine
Hattâbî, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) in; «Bunu bütün namazlarında
böyle yap» cümlesiyle istidlal ederek namazın her rekâtında rükû' ve secde farz
olduğu gibi, kırâetin de farz olduğunu söylemiş ve; «Kıyasla amel eden ulemâ: Namaz kılan kimse
son rekâtlarda okumak isterse okur; isterse teşbih eder; dilerse hiç birşey
okumaması da caizdir,» dediler. Ve bu bâbda Ali b. Ebi Tâli b 'den hadîs
rivayet ettiler. Hz. Ali; «Namaz kılan kimse ilk iki rekâtta okur; son
iki rekâtta ise teşbih eyler» demiştir. Onlar bu hadîsi Haris tarîki ile
rivayet etmişlerdir. Fakat ulemâ öteden beri Haris hakkında söz edegelmişlerdir.
Şabi ona ta'n etmiş ve kendisine yalancılık isnadında bulunmuştur. «Sahih»
sahipleri dahî onu terketmişlerdir. Hz. Ali 'den böyle bir rivayet sahih olarak
gelmiş olsa bile yine hüccet sayılmaz. Çünkü sahabeden bir cemâat bu hususta
ona muhaliftirler. Ebû Be'kr, Ömer, Abdullah îbni Mes'ûd, Âişe
(Radiyaîîahû anhûm) ile başkaları bunlar arasındadır. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünneti
bu hususta tâbi olmaya değer en güzel hüccettir. Bir de Ubeydullah
b. Ebî Râfi' tarikiyle Hz. Ali
'den rivayet edilen bir hadîsle sabit olmuştur ki, A1i (Radtyallahû cmh) öğle
ile ikindinin ilk iki rekâtlarında fatiha ile birlikte birer sûre, son
rekâtlarında ise yalnız birer fatiha okumasını em-redermiş, demiştir.
Hattâbî'nin bu sözüne
Hanefîler tarafından şöyle cevap verilmiştir: Hz. Ali hadîsinin her rekâtda
okunacağına delâletini kabul etsek bile, başka hadîsler yine kırâetin ilk iki
rekâta mahsus olduğuna delâlet ediyor. Câbir b. Semûre (Radiyaîîahû anh) 'dan
rivayet edilen bir hadîste;
«Son iki rekâtda kıra
eti hazfet» denilmiştir. Hz. A1i hadîsinin Haris tarîkına tâ'n edildi ise aynı hadîsi Abdürrezzak
Musannef'inde Ma'mer tarikiyle Zührî'den, o da Ubey-dullah b. Ebî Râfi 'den
rivayet etmiştir. Bu rivayetlerde de; «Ali öğle ile ikindinin ilk iki
rekâtlarında fatiha ile birer sûre okur; son iki rekâtlarında okumazdı.»
denilmektedir. Bu rivayetin isnadı sahihtir. Ve Hattâbi 'nin sözüne münâfîdir.
Soma Hattâbi-nin; «Çünkü sahabeden bir cemâat bu hususta ona muhaliftirler sözü
müsellem değildir. İbni Mes'ud, Âişe ve Abdullah b. Yezîd (Radiyallahû anhûm)
hazerâtı ile ibrahim, Nehaî, İbni-1 Esved ve Süfyan-ı Sevrî 'den dahî aynı
ma'-nada hadîsler rivayet olunmuştur.
Burada şöyle bir sual
hatıra gelebilir. Acaba neden bu hadiste niyyet, son oturuş ve ta'dil-i erkân
gibi bazı farzlarda son oturuşdaki teşehhüd ve Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) 'e salavât getirmek gibi farziyyeti ihtilaflı bazı fiiller
zikredilmemiştir?
Cevap: İhtimal o zât
bunları bilirdi, yâhud Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) onları da beyân
etmiş de râvi hadîsi ihtisar etmiştir.
8- Namazın
rükünlerinden birini ihlâl eden kimsenin, o namazı yeniden kılması îcabeder.
Vâciblerden birini yapmayana ise ihtiyaten yeniden kılmak müstahab olur.
9- Nafile
bir ibadete başlamak, onu tamamlamayı iktizâ eder. Çünkü zahire bakılırsa o
zâtın namazı nafile idi.
10- Hadîs-i
şerîf emr-i bil ma'ruf ile nehyi ani'l münkeri tazam-mun eder.
11- Ta'lîm,
unfü şiddet göstermeden rifku mülâyemetle yapılmalıdır.
12- Bir
meselede îzah ve maksad beyân edilmelidir.
13- İmam
cemâati ile birlikte mescidde oturabilir.
14- Hadîs-i
şerîf, âlime teslimiyet ve inkiyad gerektiğine' delâlet ediyor.
15- İnsan
hatâ ve taksiratını itiraf etmelidir.
16- Hadîs-i
şerîf Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in güzel ahlâkına ve ashabına
son derece iyi muamelede bulunduğuna delildir.
17- Kaadî
Iyâz; «Bu hadîste farisî terceme ile
namaz kılmayı tecviz edenler aleyhine delil vardır. Zira Arapça olmayan şeye
Kur'ân denilmez» demiştir. Aynî, Kaadî
'nin bu sözüne şöyle mukabele etmiştir: «Bu hilaf Kur'an'ın yalnız mânâya mı,
yoksa nazımla mânânın ikisine birden mi isim olduğuna mebnıdir. Kur'an yalnız
mânânın ismidir diyenler, Teâ1â
hazretlerinin «
«O geçen ümmetlerin
kitaplarında da vardı.» Âyet-i kerîmesiyle istidlal ederler. Çünkü onların
kitaplarında Kur'an Arapça değildi. Kaadî'nin; «Zira Arapça olmayan şeye Kur'an
denilemez» sözü itiraz götürür. Çünkü Allah'ın Musa (Aleyhisselâm)'a. indirdiği
Tevrat'a Kur'ân denilir. Halbuki Tevrat Arapça değildir, İncîl ile Zebur da
öyledir. Zira Kur'ân Allah'ın zâtı ile kaaim, tecezzi kabul etmeyen ve ondan
ayrılmayan kelâmıdır. Şu kadar var ki, Arapça nazil olunca ona Kur'ân denilmiş,
Mûsa'ya inince Tevrat, îsa'ya inince İncil, Dâvud'a indiği zaman da Zebur ismi
verilmiştir. İbarelerin muhtelif olması, muhtelif itibârlara göredir.
Bana kalırsa burada
hatâ eden Kaadî Iyâz (Rahmetullahi Aleyh) değil, Aynî 'nin kendisidir. Kaadî
'nin sözü doğrudur. Bunu Kur'ân-ı Kerîm'in ilmî ta'rîfinden bile anlamak
mümkündür. Şöyle ki; Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SallaUahü
Aleyhi veSellem) Efendimize Cibril-i Emîn vasıtasiyle indirilen ve ondan
bizlere tevatür yolu ile nakledilen nazm-ı celîldir. Târîf efradını cami,
ağyarını mâni olacaktır. İşte Kur'ân-ı Kerîm'in efradını cami, ağyarını mâni
tarifi budur. Bu tarifte ağyarı meneden kayıtları tetkik edersek görürüz ki;
Kur'ân Peygamberimiz (Salhilahü Aleyhi veSellem) Efendimize indirilen kitabtır.
Diğer peygamberlere indirilen kitaplar bu kayıdla ta'rifden hâriç
bırakılmıştır. Çünkü onlara Kur'ân denilemez. Bu suretle Kur'ân deyip te încîl
veya Tevrat anlamının önüne geçilmiştir. «Cibrîl-i Emîn vasıtası ile
indirilen» diyoruz. Bu kayıdla da onun vasıtası ile indirilmiş olmayan Hadîs-i
Kudsî ve E-hâdîs-i Nebeviyye gibi şeyler ta'riften hâriç bırakılmıştır. Onlar
da Kur'ân değildir. Zira kudsî hadîslerin mânâları Allah tarafından olsa da lâfızları
Peygamber (Salktllahü Aleyhi veSellem) efendimizindir. Nebevi hadîslerin ise
hem lâfzı, hem mânâsı Re sûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'dendir.
Kur'ân'a gelince onun hem nazmı hem de mânâsı Allah Teâlâ tarafındandır. Bu
sebepledir ki ona «Vahy-i Metlûv» derler, «Tevatür» kaydîyle de mütevâtir
olmayan bütün haberler Kur'an'ın tarifinden çıkarılmıştır.
Görülüyor ki Kur'ân-ı
Ker'm'i tarif için onu başkalarından ayıracak bir takım ihtirazî kayidlar
konmuştur. Şu halde nasıl olur da İncil'e ve diğer semavî kitaplara da Kur'ân denilebilir. Onlara
da Kur'ân denilebi-lirse bu ta'rifden hariç bırakılırlar mı idi?
Kur'ân'm geçmiş
ümmetlerin kitaplarında bulunması iddiası doğru değildir. Çünkü müfessirîn-i
kiramın beyanlarına göre, semavî kitaplarda indirilen Kur'ân'm kendisi değil
zikridir. Yânî âhir zaman Peygamberine Kur'ân denilen pek Mübarek ve bütün
dünya ve âhiret hayırlarını ce-meden bir kitap indirileceği o ümmetlere de
bildirilmiş. Bu suretle Knr*-ân-ı Kerîm'in nâmı sânı, indirilmesinden yüzlerce
yıl evvel dillere destan olmuştur. Yoksa bizzat Kur'ân o dillerle de
indirilmiş değildir. Mezkûr âyet Kur'ân'ı medih sadedinde nazil olmuştur. Onun
en mükemmel şekilde medh-ü sena ise indirilmesinden çok evvel, indirileceğim
haber vermekle olur. Kur'ân-ı Kerîm geçmiş ümmetlere de indirilmişti; dersek bu
sefer medih zemme inkilâb eder. Zira ukalâ takımı derhal ileri atılarak:
«Allah hâşa-başka birşey bulamıyormu ki ikide birde temcid pilâvı,. gibi bu
kitabı kullarının önüne sürüyor? Biz bunu eskilerden öğrendik, okuduk, tekrar
indirmek abesle iştigâl olmaz mı? derler.
Kur'ân'm Zâtullah ile
kaaim bir sıfat olmasına gelince: Aynî merhumun da i'tiraf ettiği vecihle o
tecezzi ve infisâl kabul etmez. Binâenaleyh onun kullara indirilmesi de
mevzu-u bahis olamaz. Kullar ons yalnız imanla mükelleftirler. Bizi alâkadar eden
ciheti ise Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve SeUenı) vasıtasiyle bizlere taalluku
olan cihetidir. İşte biz buna Kur'ân diyoruz. Şâir Peygamberler vasıtasiyle
onların ümmetlerine taallûk eden cihetinin isimleri de, birçok ahkâmı da
başkadır.
18- Âlime
bir mesele sorulduğu zaman,cevap verirken, soran için lüzumlu gördüğü başka bir
meseleyi de anlatması müstahabdır. Bu bir nasihat ve irşâd olur.
19- Emri bil
ma'ruf vazifesini ifa edene, karşısındakinin hatalı hareketi Muvacehesinde
sabırlı davranmak müstahabdır. Bu onun yaptığına r'za göstermek mânâsına
gelmez...
20-
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seİlem) Hz. Ha11âd vim namazı kusurlu
kıldığını gördüğü halde kusurlarını söylemeyip namazı tekrar kılmasını emir
buyurması, bâzılarına göre bu hususta kendisine vahiy gelmediği içindir. Her
halde o zâtın kendi bildiklerine aldanarak işlediği kusurları te'dib ve irşâd
için söylememiş olsa gerektir. Nihayet Ha11âd (Radiyallahû anh) Özür dileyerek
kusurlarını söylemesini rica edince, onu irşâd buyurmuştur. Nevevî'ye göre ise,
kusurlarım birdenbire söylememesi usûlü vecihle kılınacak namazı kendisine ve
ora-dakilere daha müessir bir şekilde tarif etmek içindir. İbni'l Cevzî:
«İhtimâl ki namazı ona bir iki defa kıldırması, meselenin ehemmiyet ve
büyüklüğünü ona göstermek içindir. Vaktin geçmediğini görerek terkettiği
fiillere kendisini ikaz etmek istemiştir» diyor. İbni Dakîki'l İyd: «Takrir
buyurmak mutlak surette cevaza delîl değildir, onun cevaza delîl olabilmesi
için ortada mani bulunmaması şarttır. Şüphesiz ki Hallâd'ın namazı tekrar
kılmakla kendini toparlıya-rak bu hususta verilecek ta'lîmâtı kabule
hazırlanması, sual sorması, ta'-lime acele etmek için bir mânidir. Bâ husus
zahirî hale, yahut hususî bir vahye istinaden fırsatın kaçması tehlikesi
bulunmadığı da Resû1ü11a (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in malumu olmuştur»
demektedir.
21- Namazda
Eûzü besmele çekmek, sübhâneke okumak, el bağlamak, intikal tekbirleri almak,
oturuş şekilleri, otururken elleri dizlerin üzerine koymak, ve buna benzer
hadîsde zikredilmeyen şeyler vacip değildir.
47- (398)
Bize Saîd fa. Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd ikisi birden Ebû Avâne'den rivayet
ettiler. Saîd dedi ki: Bize Ebû Avâne, Katâde' -den, o da Zürâretü'bnü
Evfâ'dan, o da İmran b. Husayn'dan naklen rivayet etti. İmrân şöyle demiş,
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) bize Öğle namazını, yâhud ikindiyi
kıldırdı. Müteakiben:
«Benim arkamda
sûresini hanginiz okudu?» diye
sordu. Bir zât:
«Ben (okudum).' Ama
onu okumakla hayırdan başka birşey kasted-medim» dedi. Resûlüllah (Satlailahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Gerçekten anladımki
biriniz bunu benim ağzımdan aldı» buyurdular.
48- (...)
Bize Muhammet! b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Katâde'den
rivayet etti, demiş ki: Zürâretü'bnü Ev-fâ'yı tmran b. Husayn'dan naklen
rivayet ederken işittim ki: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) öğle
namazım kıldırmış. Bir zât Resûlüllah
(Sallaîtahü Aleyhi ve
Sellem) 'in arkasında sûresini okumağa başlamış. Namazdan çıkınca Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«— Hanginiz okudu,»
yahut «Okuyan hanginizdi» diye sormuş. Bir zât:
— «Ben (okudum)»
cevabını vermiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Gerçekten anladımki
biriniz bunu benim ağzımdan aldı» buyurmuşlar.
49- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Uleyye
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy rivayet etti.
Bunların ikisi de İbni Ebî Arûbe'den, o da Katâde'den bu isnadla rivayet
etmişler ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veŞeJlçm) öğleyi kılmış ve:
«Gerçekten anladım ki
bîriniz onu benim ağzımdan aldı» buyurmuşlar.
Hadîsin buradaki
rivayetinde Resûlülla h (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in öğle namazını mı,
ikindiyi mi kıldırdığını râvî şüphe ile ifâde etmişse de, ekseri rivayetlerinde
şüphesiz olarak öğle namazını kıldırdığı beyân edilmiştir.
Muhalece: Münâzea,
yâni çekiştirmek manasınadır. Burada ondan murâd Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)in ağzından alırcasına onun okuduğunu okumasıdır. Bu sözle Resûlü Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zâtın başkalarına işittirecek derecede sesle
okumasını reddetmiş; onun bu yaptığını doğru bulmamıştır. İmama uyanlara da
kırâeti vacip görenler bu hadîste kırâetin menedilmediğini, bilâkis ispat
Duyurulduğunu söylerler. Çünkü Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
okumalarına bir şey dememiş, aşikâre okumalarına itiraz etmiştir. Gerek
Nevevî'nin gerekse Kaadî Iyâz'ın izahatı bu tarzdadır. Fakat bize kalırsa
hadîs-i şerif, imamın arkasında kırâet vâcibdir diyenlere ne kadar delilse,
vâcib değildir diyenlere de o kadar, hattâ daha fazla delil teşkil eder. Çünkü
Resûlül1ah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Filân sûreyi hanginiz
okudu» diğer rivayette «Okuyan kimdi» yahut «Hanginiz okudu?» buyurmuştur. Bu
suallerden okuyun mânâsı mı çıkar, yoksa okumayın mânası mı? Bence okumayın
mânâsı çıkar. Bunları sesle okuyan kimdi, sesle okumak doğru değildir. Gizli
okuyun;» mânâsına almak, hele de okumayı bütün cemâate teşmil ederek cemâatin
gizli okumalarını takrir ve kabul mânâsı vermek olsa olsa zayıf bir ihtimaldir.
Bu sebeple hadîs; «Cemaata kırâet vâcibdir» diyenlere değil, vâcib değildir
diyenlere delil olsa gerektir. Einâenaleyh
Nevevî 'nin:
«Bu hadîs öğle
namazında gerek imam, gerekse cemâatin sure okuyacaklarını isbât etmektedir.
Bize göre hüküm budur. Mezhebimizin şâzz ve zaîf bir kavline göre cemâat gizli
namazlarda da, cehrî namazlarda olduğu gibi sûreyi okumazlar. Fakat bu
yanlıştır. Çünkü cehrî namazlarda susarak dinlemek emrolunmuştur; Burada ise
bir şey işitmez. Şu halde susmanın bir mânâsı kalmaz. Cehrî namazlarda imamın
okuduğunu işitmeyecek derecede uzakta bulunan cemâat bile esah kavle göre
sûreyi o-kurlar» şeklindeki mütâlâası ile Kaâdi Iyâz'ın; «Bu hadîsle i-mamın
arkasındaki cemâatin bir şey okumayacaklarına istidlal edilemez. Çünkü
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o zâtı okumaktan menetmiş, yalnız
aşikâre okumasını doğru bulmamıştır» demesi söz götürür.
50- (399)
Bize Muhammed b. el-M üşen nâ ile İbni Beşşâr ikisi birden Gunder'den rivayet
ettiler. îbni'l Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katfi-de'yi Enes'den rivayet ederken
dinledim. Enes:
— Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekr, Ömer ve Osmanla birlikte namaz kıldım.
Fakat bunların hiç birinin okuduklarını
işitmedim, demiş.
51- (...)
Bize Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvud rivayet
etti. (dedi ki): Bize Şu'be bu isnadla rivayet et-tİ, şunu da ziyâde eyledi.
«Şu'be dedi ki: Katâde'ye sen bunu EnesMen işittin mi? dedim, «evet, bu hadîsi
ona biz sorduk» cevabını verdi.
52- (...)
Bize Muhammed b. Mihrân er-Râzi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Evzâî, Abde'den naklen
rivayet etti ki: ömerü'bnül Hattâb şu
kelimeleri aşikâr okurmuş:
(Evzâî) Katâde'den de rivayet etmiş ki: Katâde
kendisine En es b. Mâlik'den naklen şu haberi yazmış: Enes dedi ki: Peygamber
(SallaUahii Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer ve Osman'ın arkasında namaz
kıldım, bunların hepsi namaza ile başlarlar, i kırâetin evvelinde ve âhirinde söylemezlerdi.
(...) Bize
Muhammed b. Mihrân rivayet etti. (Dedi ki): Bize Velîd b. Müslim, Evzâî'den
naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana İshâk b. Ab-dillâh b. Ebî Talhâ haber
verdi ki: Enes b. Mâlik'i bunu anlatırken işitmiş.
Hadîsin ikinci
tarîkinde Katâde'ye; «Bu hadîsi sen Enes'-den işittin mi» diye sorulması,
hadîsin muttasıl olup olmadığını anlamak içindir. Çünkü Katâde müdellistir.
Müdellisin ise, ancak muttasıl olarak rivayet ettiği hadîsleri kabul edilir.
Katâde'nin evet demesi ile mesele hallolmuştur. Hadîs muttasıldır. îmam Müslim
bu hadîsin 52 numaralı Muhammed b. Mihrân tarîkinda; «Evzâî, Katâde 'den de
rivayet etti ki» cümlesini; «Bize Evzâî, Abde Men rivayet etti» cümlesi üzerine
atfetmiştir. Şu halde Evzâî hadîsi hem Abde'den hem de Katâde 'den rivayet
etmiş oluyor. Yalnız Abde'den rivayeti mürsel, Katâde 'den rivayeti muttasıldır.
Maksat hadîsin muttasıl olarak da rivayet edildiğini göstermektir. Müs1im'in bunu
doğrudan doğruya hem Abde'den, hem de Katâde'den rivayet edildiğini söylemeyip,
atıf sureti ile göstermesi; hadîsi râvîden işittiği lâfızlarla rivayet etmiş olmak
içindir. İmam Müs1im'in bu cihetlere son derece dikkat ettiğini evvelce arz etmiştik.
Hattâbî diyor ki:
«Bana İbni Hallad haber vererek şunu söyledi. Zeccâc'a Sübhânekenin (ve bi
hamdik) kelimesinde (vav) var mı, yok mu diye sordum; olduğunu söyledi. Ve:
Bunun mânâsı:
Allah'ım seni tenzih
ederim, ve sana ha md ederim sana teşbih eylerim, demektir. Buradaki (cedd) in
mânâsı büyüklüktür, dedi».
Sübhânekenin bütünü
ile mânâsı şudur:
«Yarabbİ bütün
noksanlıklardan tenzih ve hamdinle sana tesbîh eylerim. İsmin mübarek,
azametin yücedir. Senden başka İlâh yoktur.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbul - Ezan» da Nesaî de «Kitâ-bti's Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Hz. Ene s'in;
«Bunların hiç biri besmeleyi kıraçtın başında ve sonunda zikretmezlerdi»
sözünden murad, aşikâr okumadıklarını beyandır. Yoksa gizlice besmele
çektikleri hususunda söz yoktur.
Bu hadîsi Buhârî
şârihi Aynî birkaç yönden ele almıştır. Şöyle ki:
1- Hadîsi
Hz. Ene s'den birçok kimseler rivayet etmiştir ki; Katâde, İshâk b. Abdillâh,
Mansûr b. Zâda n, Eyyûb, Ebû Neâme, Aziz b. Şüreyh, Hasan, Sâbit-i Bünânî,
Humeyd-i Tavîl ve Muhammed b. Nûh bunlar meyânındadır. Katâde rivayetini Buharî,
Müslim ve Nesâi tahriç etmişlerdir. îshâk b. Abdillâh rivayetini Müslim, Mansûr
rivayetini Nesaî tahriç etmiştir. Nesaî'nin rivayetinde Enes (Radiyallahu anh)
: «Bize okuduğunu işittirmedi» demektedir. Eyye b rivayetini İmam Şafiî, Nesaî
ve İbni Mâce; Ebû Neâm'e rivayetini Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Beyhakî
rivayetinde; «Besmeleyi okumazlardı; yanı okuduklarını işittîrmezlerdi.»
denilmiştir. Aziz b. Şüreyh rivayetini Dâre Kutnî; Hasen rivayetini Taberanî
tahrîc etmişlerdir. Bu rivayette: «Besmeleyi gizli okurdu» denilmiştir. Sabit
hadîsim Beyhakî ile Tâhavî tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde de Hz. Ene s'in:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) ile Ebû Bekr ve Ömer besmeleyi aşikâre
çekmezlerdi» dediği görülmektedir. Humeyd-i Tavîl ile Muhammed b. Nûh
rivayetlerini Tahavî tahrîc etmiştir.
Hadîsi Katâde 'den
dahî: Şu'be, Hişâm, EbûAvâ-ne, Eyyûb, Saîd b. Ebî Arübe, Evzâî veŞeybân rivayet
etmişlerdir. Bunlardan Şu'be rivayetini Buhârî ile Müslim, Hişâm rivayetini Ebû
Dâvû.d; ,Ebû Avâne rivayetini Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâpe tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî onun hakkında: «Hasen Sahih/biç. hadistir» demiştir. Eyyub rivayetini
Nesaî ile îbai ,Mfice, Saîd b. Ebî.Arûbe rivayetini Nesaî; Evzâî rivayetini
Müslim; Şeybân rivayetini de Tahavî tah-ric etmişlerdir.
Yine bu hadîsi Şu'be
'den de bir cemâat rivayet etmiştir ki Hats b. ömer hadîsini Buhârî; Muhammed
b. Cafer hadîsini Müslim; A'm eş hadîsini Tahavî tahrîc etmişlerdir.
2- Hadisin
lâfızları muhtelif şekilde rivayet edilmiştir. Buhârî'nin rivayetinde: «Onlar namaza
ile başlarlardı»; Müs1im'in buradaki rivayetinde ile başlarlar, kırâetin
taşında ve sonunda besmeleyi zikretmezlerdi.» denilmiştir. Nesaî, Ahmed b.
Hanbel, îbni Hibbân ve Dâre Kutn î'nin rivayetlerinde «Besmeleyi aşikâre
çekmezlerdi»; İbni Hibbân'in rivayetinde; «ama aşikâre okurlardı. Yine Nesaî
ile îbni Hibbân'm rivayetlerinde; «Onlardan hiç birinin besmeleyi aşikâre
çektiğini işitmedim», Ebû Ya'1â'nın «Müsned» inde aşikâr okunan namazlarda
herbiri kirâet ile başlarlardı, Taberânî'nin Mü'cem'-inde, Ebû Nuaym'in
«el-Hilye» sinde, İbni Huzeyme'-nin «Muntasarü*I - Muhtasar» ında gizli
söylerlerdi, denilmektedir. Bu rivayetlerin bütün râvileri mevsuktur. Tirmizî
*nin Ahmed b. Menî' tarikiyle Abdullah b. Mugaffe1'den rivayet ettiği bir hadîste şöyle deniliyor:
«Ben namazda besmele
çekerken babam işitti de: Yavrucuğum, bid'-ât mı icâd ediyorsun? Bid'ât dan
sakın, dedi ve şunları ilâve etti:
Ben Resûlüllah
(ScdlallahU Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından hiçbiri nazarında islâmda Bid'ât
dan daha menfur birşey görmedim. Gerçekten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile Ebû Bekr, Ömer ve Osman'la namaz kıldım. Fakat hiç birinin bunu okuduğunu
işitmedim. Onu sen de okuma! Namaz kıldığın zaman deyiver, dedi».
Bu hadîs için Tirmizî;
«Hasen bir hadîstir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in eksen ashabı
onunla amel etmişlerdir. Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali (Radiyallahû anhûm) ve diğer
ashâb onlardan sonra gelen Tabiin bunlar arasındadır.» demiştir. Aynı hadîsi
Nesaî ile îbni Mâce de tahrîc etmişlerdir.
Enes (Radiyallahû anh)
Hadîsinin Kütüb-ü Sitte sahihlerinin tahrîc ettiklerinden başka sıhhat itibarı
ile onlardan aşağı olmak üzere birçok tarikleri daha vardır. Hadîsin bütün
lâfızları bir mânâda toplanmakta ve "rivayetler birbirlerini tasdik etmektedir.
Bu rivayetler yedi cümle halinde hülâsa edilebilir. Şöyle ki:
a) Ashâb-ı
Kiram Namazda kırâete besmele ile başlamazlardı.
b) Enes
(Radiyallahü anh) ; «Onlardan hiç birini besmele çekerken veya besmeleyi
okurken işitmedim» demiştir.
c) Besmeleyi okumazlardı.
d) Enes
(RadiyallahÛ anh) ; «Onlardan hiç birinin besmeleyi aşikâr çekerken işitmedim»
demiştir.
e) Besmeleyi
aşikâre çekmezlerdi.
f) Besmeleyi
gizli çekerlerdi.
g) Kırâete
ile başlarlardı. Hattb'in sahih bulduğu rivayet bu sonuncusudur. Diğer rivayetleri
râviler hep Katâde'den nakil ettikleri ve Enes'den rivayet eden başka ravîler de bu hususta
Katâde'ye tabi oldukları için onlan zayıf addetmiştir.
Vakıa N.evevî
«el-Hulâsa- nam eserinde hadîs imamlarının Tirmiz î'nin tahrîc ettiği Abdullah
b. Mugaffel hadîsini zayıf bulduklarını, onu hasen kabul ettiğinden dolayı
Tirmizî'ye i'tiraz ettiklerini söylerse de, ayni hadîsi İmam Ahmed b. Hanbel,
Taberânj ve başkaları da, Abdullah b. Mugaffel 'den rivayet etmişler. Bu
suretle Abdullah b, Mugaffel hadîsi
kuvvet bulmuştur.
Hulâsa: Hadîs-i şerîf
besmeleyi aşikâre okumamak hususunda sarihtir. Bu hadîs sahih hadîsler
aksamına giremese bile; hasen derecesinden de aşağı kalmaz. Nitekim Tirmizî de
ona haserı demiştir. Hasen hadîsle ise pekâlâ ihticac olunur. Hele de şevâhid
ve mütâbeâtı buradaki gibi çok olursa.
Bu hadîs hakkında söz
edenler senedindeki İbni Abdillâh b. Mugaffel meçhuldür, diye onunla ihticâc
etmemiş; fakat bu meselede kendileri ondan daha zayıfı ile ihticâcda
bulunmuşlardır. Hattâ Hatîp uydurma olduğu bilinen bir hadîsle ihticâc
etmiştir, ki bu sırf taassubdan doğma büyük bir cüret sayılır.
Hadîs-i şerîf Ashâb-ı
Kiramın besmeleyi aşikâr okumamalanmh onlara Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den kalma bir tûîras olduğunu göstermektedir. Bu meselede istidlal
için yalnız bu delü kâfidir. Çünkü kırâetin aşikâre okunduğu namazlar sabah ve
akşam devam, edip gitmektedir. Şayet Eesûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) besmeleyi o namazlarda daima aşikâre okusaydı, ne böyle bir ihtilâfa
düşülür, ne de bir şüphe vâki' olurdu. Çünkü onu ister istemez herkes duyar
öğrenir. Hz. Enes'le Hulefâ'i Râşidin ve Abdullah b. Mugaffel hazerâtıiun
beyanlarına da lüzum kalmazdı.
Medine halkı dahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
veSellem)'in mihrabında
cehren besmeleyi terketmez, bunu babadan o-ğula birbirlerine nakletmezlerdi.
Aklı başında olan hiçbir kimse Kibâr-ı Sahabe ile tabiînin ve ekseri ulemânın
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiİem) efendimizin fi'line muhalif hareket
edeceklerini zan ve tahmin edemez.
3- İmam
Mâlik ile diğer Mâlikiyye imamları, bu' hadîsle istidlal ederek namazda
fatihadan evvel besmele çekilmeyeceğini ve besmelenin fatihadan olmadığım söylemişlerdir.
Evzaî ile Taberî'nin mezhebleri de budur.
Hanefîlere göre;
besmelenin müstakil bir âyet olduğunu, sûreleri a-yırmak için indirildiğini
biraz yukarıda görmüştük. Onlara göre namazda besmele gizli çekilir. Sevrî, İmam
Ahmed b. Hanbel ve İshâk 'in kavilleri budur. Ebû Ömer, İmam Mâlikin «Besmele
farzlardan hiç çekilmez, nafile kılan isterse çeker, isterse çekmez.» dediğini
rivayet etmiştir. Taberî'de buna kaildir. Sevrî, Ebû Hanîfe, îbni Ebi Leylâ ve
İmam Ahmed'e göre besmele her rekâtda fatihadan evvel okunur. Yalnız îbni Ebî
Leylâ'ya göre onu isteyen aşikâr, isteyen gizli okur. İmam Şâfiî'ye göre
besmele fatihanın ilk âyetidir. Binâenaleyh fatihanın gizli okunduğu yerlerde
besmele de gizli, aşikâr okunduğu yerlerde o da aşikâr okunur. Besmelenin her
sûreden bir âyet olup olmadığı hususunda İmam Şafiî 'den iki kavil rivayet
olunur. Bunların birine göre; besmele her sûreden bir âyettir.- İbnİ Mübarek de
buna kail olmuştur. İkinci kavle göre besmele her sûreden bir âyet değildir.
4- İmamın
besmeleyi aşikâr okuyup okumaması ihtilaflıdır. Şâfiî-lerden İbni
Mülâkkin (923 - 804)
«et-Tevhîd» nâm eserinde şunları söylüyor: «Bize göre cehrî okunan
namazlarda imamın besmeleyi aşikâr okuması müstehabdır. Ekseri ulemânın
kavilleri de budur. Cehr hakkında vârid olan hadîsler, sayılan yirmibire varan
ashâb-ı kiram tarafından rivayet olunmuşlardır. Onlardan bazıları imamın
besmeleyi â-şikâr okuyacağını tasrih etmiş; bir takımlarının da ifadelerinden
bu mânâ anlaşılmıştır. Besmelenin aşikâre okunacağına ve bunun sahih olduğuna
hüccet kâim olmuştur.
İbni Mülâkkin bundan
sonra Ashâb-ı Kiramdan Ebû Hüreyre, Ümmü Seleme, îbni Abbâs, Ene s, Ali b. Ebi
Tâlib, Semûratü'bnü Cündep, A m-mâr, Abdullah îbni Ömer, Numan b. Beşîr, Hakem
b. Umeyr, Muâviye, Büreydetü'bnü Husayb
Câbir, Ebû Saîd, Ta1hâ, Abdullah b. Ebî Evfâ, Ebû Bekri Sıddık, Mücâlid b. Sevr, Bişr
b. Muâviye, Hüseyin b. Urfuda ve Ebû Muse'l-Eş'ârî (Radiyallahû anhûm)
hazerâtının isimlerini saymıştır. Şimdi bu zevattan rivayet edilen hadîsleri
gözden geçirelim:
Hz. Ebû Hüreyre
hadîsini Nesaî «Sünen» inde Nuaym'i Mücemmir 'den tahrîc etmiştir. Bu hadîsde
Nuaym şöyle demektedir:
«Ebû Hüreyre 'nin
arkasında namaz kıldım. Besmeleyi o-kudu, sonra fatihayı okudu, fatihanın
sonunda (âmin) dedi, selâm verdikten sonra namaz itibarı ile içinizde
Resûlüllah (Sailaliahü Aleyhi ve Sellem) e en ziyade benzeyeniniz benim» dedi.
Bu hadîsi îbni Huzeyme
ile İbni Hibbân «Sahih» lerinde Hâkim de «Müstedrek» inde rivayet etmiş ve
Buhârî ile Müs1im'in şartlarına uygun olduğunu, fakat onu tahrîc etmediklerini
söylemiştir. Dâre Kutnî dahi «Sünen» inde rivayet etmiş ve «Bu sahih bir
hadîstir», râvilerinin hepsi mevsuktur, demiştir. Beyhakî dahî «Sünen» inde
tahrîc etmiş, isnadının sahih olduğunu, hadîsin birçok şahidleri bulunduğunu
bildirmiştir.
«Hılâfiyât-- da ise
râvilerinin hepsi mevsuk bilittifak âdil ve sahîh eserlerde kendileri ile
ihticâc edilen kimseler olduğunu söylemiştir. Bu iddiaya Hanefî'ler
tarafından birkaç vecihle cevap verilmiştir.
a) Hadîs
maluldür. Çünkü Hz. Ebû Hüreyre'den hadîs rivayet eden 800 râvi arasında
besmeleyi yalnız Nuaym-i Mücemmir
zikretmiştir. Ebû Hüreyre
(Radiyallahû anh) 'dan hadîs rivayet eden mevsuk râvilerden hiçbiri onun
Resûlüllah (Sailaliahü Aleyhi ve Setîem) 'den naklen namazda besmeleyi aşikâr
okuduğunu söylememiştir. Gerçi
Nuaym-i Mücemmir de mevsuk bir zâttır. Binâenaleyh namazda
besmelenin aşikâr okunması meselesi mevsuk bir râvinin ziyâdesi olur. Fakat
böyle bir ziyâdenin kabul edilip edilmeyeceği ulemâ arasında ihtilaflı bir
meseledir.
b) Hadîsde
«Okudu veya söyledi» denilmiş olması Nuaym'in. bunu Hz. Ebû Hüreyre 'den
işittiğini sarîh olarak ifâde etmez. Caiz ki;
Ebû Hüreyre (Radiyallahû
anh) Peygamber (Sailaliahü Aleyhi ve
Sellem) 'in besmeleyi gizli okuduğunu
haber vermiştir. Yahut namazda yanında bulunduğu için Hz.
Hüreyre 'nin gizli okuduğu besmeleyi işitmiştir. Nitekim namaza
girerken istiftâh ile a-yakta ve otururken, keza rükû' ile sücûd hallerinde
okuduğu zikir lâfızları bu suretle rivayet edilmiş, fakat bunların hiçbiri
aşikâre okunduğuna delîl sayılmamıştır.
c) Teşbih
her cihetten benzerlik iktizâ etmez; ekseri fiillerde Resûl-ü Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e benzemesi teşbih için kâfidir. Bu da Tekbîr vesaire ile
tahakkuk eder. Zira tekbîr ve diğer namaz fiilleri Hz. Ebû Hüreyre rivayeti ile
sahih ve sabit olmuştur. Onun maksadı da bunları terk edenlere red cevabı
vermektir. Besmeleye gelince; Onun Ebû Hüreyre rivayetinden sahih ve sabit
olması söz götürür. Binâenaleyh buradaki teşbih sahih ve sabit fiillere
hamlolunur. Aksi takdirde bütün fiillerinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemye benzediği iddia olunursa (E'uzü) çekmenin de aşikâre olacağını iddia
etmeleri gerekir. Çünkü îmam Şâfiî'nin Ebû Muhammed Es1emî tarikiyle Salih b.
Ebi Salih 'den rivayet ettiği bir hadîste: «Salih, Ebû Hüreyre'yi Cemaata imam
o* larak farz namazda yüksek sesle okuduğunu işitmiş, fatihadan sonra yavaşça
demiş. Şâfiîler besmelenin
aşikâr okunacağı hususunda Hz. Ebû Hüreyrenin Sahiheyn'deki hadîsi ile istidlal
ettikleri gibi, teavvüz hususunda da *bu hadîsle ihticâcda bulunmuşlardır.
Sahiheyn hadîsinden murad, Hz. Ebû Hüreyre'nin «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in bize işittirerek okuduklarını biz de size işittiririz. Gizli
okuduklarını biz de size gizli o-kuruz.» sözüdür. Hâl .böyle iken Ebû Hüreyr.e
(Radiyallahâ anh) 'in teşbihi besmeleyi aşikâr okumasına nasıl hamledilir. Az
yukarıda gördüğümüz;
«Allah Tâalâ namaz
sûresi olan fatihayı kulumla ikimiz arasında ikiye taksim ettim» buyurdu,
hadîsini de Hz. Ebû Hüreyre rivayet etmiştir. Mezkûr hadîste besmeleden
bahsedilmemiştir. Bu onun fatihadan olmadığına delildir. Çünkü fatihadan bir
âyet olsa onunla başlaması îcab ederdi. Babımız hadîsi hakkında Ebû Ömer; «Bu
hadis muarızların endişesini kesmiştir. Çünkü Te'vil götürmez bir nasstır. Besmelenin
sükûtu hakkında bundan daha açık bir hadîs bilmiyorum.» demiştir. Ancak buna
Müteehhirin-i ulemânın biri, iki vecihle i'tirâz etmiştir.
a) Bu hadîsi
Müslim'in rivayet etmiş olmasına bakılmaz. Çünkü râvilerderi A1â b. Abdirrahman hakkında 1bni Maîn söz etmiş ve «Onun
hadîsinden hüccet olmaz, zira muztarîptir» demiş. îbni Adiy
dahî onu yalnız Alâ b.
Abdirrahman 'in rivayet
ettiğini, binaenaleyh hüccet olmayacağını söylemiştir.
b) Hadîsin sahih olduğunu kabul etsek bile; bâzı
rivayetlerinde besmele zikredilmiştir. Nitekim Dâre
Kutnî 'nin Abdullah b. Ziyâd
b. Sem'ân tarikiyle
Ebû Hüreyre (Radiyallahâanh) 'den tahrîc ettiği
rivayette besmele zikredilmiştir. Bü rivayetler zayıf ta olsalar Müslim
hadîsim iefsîr etmişlerdir. Ondan maksat âyet değil sûredir. Buhâri şârihi
Aynî bu zata gu cevabı vermiştir:
«Mûterizin cehli ile
ifrat derecesindeki taassubu ve düşüncesizliği, sahih bir hadîsi zayıf
çıkararak terk etmesine sebep olmuştur. Çünkü hadîs onun mezhebine
uymamaktadır. Hadîsin Müslim tarafından rivayet edilmesine de bakılmıyacağım
söylemiştir. Halbuki ayni hadîsi A1â'dan İmam Mâlik, Süf yan b. Uy.eyne, îbni
Cüreyc, Şuayb, Abdülâziz ed-Derâverdi, İsmail b. Ca'fer, Muhammed b. İshâk,
Velid b. Kesir vesaire gibi nice mevsuk imamlar rivayet etmişlerdir. Bizzat
Ala dahi mevsuk ve özü sözü doğru bir zattır. Mûterizin istidlal ettiği hadîsi
ise; yalnız İbni Sem'an rivayet etmiştir.; Ömer b. Abdilvâhid; «İbni Sem'ânı
Mâlike sordum, yalancı idi» cevabını verdi;» demiştir. Yahya b. Matn de aynı
şeyi söylemiştir. Yahya b. Bükeyr onun hakkında Hişâm b. Urve 'nin; «Vallahi
benim üzerimden yalan söyledi ve kendisine riâyet etmediğim bir takım hadîsleri
.bana isnad ederek rivayette bulundu.» dediğini söylemiştir. İmam Ahmed'in; «O
met-rûkü'l hadîstir» dediği, Ebû Dâvud'un da aynı sözü söylediği hattâ;
«Yalancılardandır» dediği rivayet olunur.
Hatîb'in Ebû Üveys
tarikiyle Hz.. Ebû Hürey-r e'den tahrîc ettiği bir hadîste; «Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) cemaata imam olduğu vakit besmeleyi aşikâr
okurdu.» denilmiştir. Aynı hadîsi Dâre Kutnî «Sünen» inde İbni Adiyde
«el-Kâmil» nam eserinde rivayet etmişlerse de râvi Ebû Üveys zayıftır. Onu
İmam Ahmed b. Hanbel, İbni Ma'in ve Ebû Hatim zayıf bulmuşlardır. Binaenaleyh
münferiden rivayet ettiği hadîsleri ile ihticâc olunamaz; hele de burada olduğu
gibi bir şeyi yalnız o söyler de ondan daha mevsuk bir râvi onun aksini rivayet
«t-miş olursa istidlal edilmeme işi evleviyette kalır. Gerçi Ebû Üveys ten İmam
Müslim dahi hadîs tahrîc etmiştir. Fakat Buhâri ile Müslim bu gibilerin
hadîslerini ancak şâhid olarak rivayet e? derler. Hadîsin onlarca mutlaka başka
bir aslı vardır. İtimat da onadir. Şâhid olarak rivayet ettikleri hadîsler bir
takviyeden ibarettirler. Zayıf olan bir râvinin bilhassa mevsuk râvilere
muhalif olan rivayetini asla tahrîc etmezler. Bu bâbda Buhâri ile Müslim
üzerine is-tidrak sureti ile eser yazanların bir çokları müsamaha ve tesahül
göstermişlerdir. Bunu en çok yapan da
Hâkim Ebû Abdi11ahdır. Hâkim «el-Müstedrek» nam eserinde; «Bu hadîs
Buhâri ile Müslim 'in, yahut onlardan birinin şartı üzeredir» demiştir. Halbuki
hadîs ma'luldür. Râvinin bir hadîsi Buhârî veya Müslim'de bulundu diye o
râvinin her yerde rivayet ettiği hadîsinin sahih olması îcap etmez. Hâkim bu
hususta çok müsamahakâr davrandığı için İbni Dihye «Kitabü'1-llim» nammdaki
meşhur eserinde o-nun hakkında şöyle demiştir: «Hadîs ulemâsının Hâkim Ebû
Abdullah'm söylediklerinden korunmaları îcab eder. Çünkü Hâkim'in hatâsı
çoktur, düşüklükleri meydandadır. Ondan sonra gelenlerin bir çokları bundan
gafil bulunmuş ve bu hususatta onu taklit etmişlerdir.»
Hadîsin Dâre Kutnî
'deki rivayetinde dahî Hz. Ebû Hüreyre'nin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen cehri namazların her rekâtında besmele çektiği bildiriliyor.
Fakat bu rivayetin de isnadı sakıttır. Çünkü râvilerden Hâlid b. İlyâs
bilittifak zayıftır. Buhârî ile Ahmed b. Hanbel'in o-nun hakkında «Münkerü'l-Hadîs»
dedikleri; İbni Maîn'in;«O bir şey etmez; hadîsi de yazılmaz» dediği rivayet
olunur, îbni Hibban ise; onun uydurma hadîsleri mevsuk râvilere isnad ederek
rivayet ettiğini söylemiştir. Dâre Kutnî buna benzer zayıf bir hadîs daha
rivayet etmiştir.
Ümnıü Seleme hadîsine
gelince, bu hadîsi Hâkim «el-Müstedrek»- inde rivayet etmiştir. Hadîste Ümmü S
eleme (Radiyalîahû anha) 'mn; «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda
besmele çekti ve onu fatihadan bir âyet saydı» dediği rivayet olunuyor. Aynı
hadîsi Dâre Kutnî ile Beyhakî dahi rivayet etmişlerdir. Fakat bu hadîs de
zayıftır. Çünkü râvilerden Ömer b. Hârun-u Belhi mecruhtur. Onun hakkında bir
çok hadîs imamları söz etmişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel; «Ben ondan hiç bir
şey rivayet etmem» demiş. Yahya b. Ma'în onun hiç birşey etmediğini söylemiş,
İbni'l Mübarek yalancı olduğunu tasrih etmiştir. Hattâ İbni'l Cevzî, Yahy
â'dan naklen; «O yalancı bir habistir; hadîsi beş para etmez» demiştir.
Besmeleyi ispat hususunda Hz. Ümmü Selem e'den daha başka hadîslerde rivayet
edilmişse de bunların hepsi zayıftır.
İbni Abbâs
(Radiyalîahû anhûnut) hadîsini Beyhakî «Sünen» inde tahrîc etmiştir. Bunda da
Hz. İbni Abbâs'm Besmeleyi fatihadan bir âyet olmak üzere okuduğu
bildiriliyor. Aynı hadîsi Tahavî de tahric etmiştir. Lâkin bu hadîs de
zayıftır. Çünkü isnadında
Abdülâzîz b. Cüreyc vardır.
Buhârî onun
hadîsine tâbi olunamayacağını
söylemiştir. Sonra bu hadîs Ebu Hüreyre hadîsine muarızdır. Çünkü Müs1im 'in
rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in ikinci rekâta kalktığı vakit kıraete fatihadan başladığı bildirilmektedir.
Tahavî'nin dahi rivayet ettiği bu hadîs besmelenin fatihadan bir âyet
olmadığına açık delildir. Zîra fatihadan olsa, ikinci rekâtta onu da okurdu.
Gerçi Hakim'in -el-Müstedrek» inde rivayet ettiği îbni Abbâs hadîsinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in besmeleyi aşikâr çekerdiği rivayet
olunmuş; Hâkim; «Bu hadîsin isnadı sahihtir, hiçbir illeti yoktur» demişse de,
hadîs ne sarih ne de sahihtir. Sarih değildir; çünkü namazda okunduğuna dâir
birşey söylenmemiştir. Sahih te değildir; çünkü: Kavilerinden Amr b. Hassan
hadîs uydurmakla meşhurdur. Bunu hadîs sanatının imamı sayılan Ali b. el-Medînî
söylemiştir. Ebû Hatim dahi onun hakkında; «Birşey etmez, yalan söylerdi»
demiştir. Aynı hadîsi Dare Kutnî de Ebu's-Salt tarikiyle Hz. İbni Abbâs 'dan
rivayet etmiştir. Bu rivayette İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma) «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda besmeleyi aşikâr okurdu» demiştir. Ancak
bu rivayet evvelkinden daha da zayıftır. Çünkü Ebu's Salt metruk bir râvidir.
Ebû Hatim onun hakkında; «Bence doğru söyleyen bir kimse değildir» demiş. Dâre
Kutnî dahi; «Pis bir rafizîdir» tâbirini kullanmıştır. İbni Abbâs
Hazretlerinden Bezzâr, Tirmizî ve Dâre Kutnî1-nin rivayet ettikleri birkaç
hadîs daha varsa da bunların da hepsi zayıf olup, hiç biri ihticaca sâlih
değildir.
Enes (Radiyallahû anh)
hadîsine gelince: Bu hadîsi ondan Muhammed b. Ebu'l Mütevekkil tarikiyle Hâkim
ve Dâru Kutnî rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîs te Besmelenin fatihadan önce
aşikâre okunacağı bildirilmektedir. Ancak hadîs İbni Huzeym'in «Muhtasar» mda
Taberânî'nin «Mücem» inde rivayet, ettikleri Enes (Radiyallahû anh) hadîsine
muarızdır. Çünkü o hadîsde namazda besmelenin gizli okunduğu beyân edilmiştir.
Vakıa Hâkim 'in başka bir tarikle Hz. Enes'den rivayet ettiği bir hadîste Enes
(Radiyallahû anh) 'in; . «Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû
Bekr, Ömer, Osman ve Ali (Radiyallahû anhûm) 'nin arkalarında namaz kıldım.
Bunların hepsi besmeleyi aşikâre çekerlerdi»; demiş. Hâkim hadîsi rivayet ettikten
sonra onu şâhid olarak zikrettiğini söylemişse de bundan dolayı ulemânın
şiddetli itirazlarına mâruz kalmıştır. Zehebî (673 - 748) «Muhtasar» in da;
«Acaba Hâkim kitabında böyle uydurma bir hadîsi rivayet
etmekten hiç utanmıyor mu? İşte ben Allah için şahadet e-diyorum! Vallahi bu
hadîs yalandır.» demiştir.
Hz. Ali hadîsine
gelince: onu da Hâkim «Müstedrek» inde Said b. Osman tarikiyle Hz. Ali ve Ammâr
(Radiyalîahû anhûmâ) 'dan rivayet etmiştir. Bu hadîse göre de Peygamber
(Saliallaha Aleyhi ve Sellem) de farz namazlarda besmeleyi aşikâre okurmuş.
Hâkim bunun hakkında; «İsnadı sahihtir. Râvilerinden hiç birine cerh nisbet
edildiğini bilmiyorum» demişse de yine Zehebî «Muhtasar» inda; «Bu haber
hiçtir, galiba mevzu olacaktır» demiştir. Kavilerinden Abdur-rahman, münker
hadîsler rivayeti ile maruf bir kimsedir. İbni Abdi'1-Hadi; «Bu hadîs bâtıldır» demiştir.
Semuratü'bnü Cündeb
(Radiyalîahû anh) hadîsinin râvilerini Dâre Kutnî ile Beyhakî mevsuk bulmuşlar,
Ebu Şamme ile başkaları da hadîsin sahih olduğunu söylemişlerdir. Mezkûr
hadîste;
«Peygamber (SailaUahü
Aleyhi ve Sellem)'in ilci durağı vardı, Kur.-an okumayı bitirdimî duraklar; bîr
de besmeleyi çektiği faman duraklardı»
denilmiştir. Fakat bu
hadîs, besmelenin aşikâr okunduğuna değil, gizli o-kunduğuna delildir.
Binâenaleyh muarızların gösterdikleri bu delil Hane-fîler lehine şâhiddir.
Hz. Ammâr 'dan A1i
(Radiyalîahû anh) ile birlikte rivayet ettikleri hadîsten başka rivayet
yoktur.
Abdullah b. Ömer
hadîsini Dâre Kutnî, Ömer b. Hasen tarikiyle tahrîc etmiştir. Bu hadîste İbni
Ömer (Radiyalîahû anh)
«Ben Peygamber (SailaUahü
Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekr ve Ömer 'in arkalarında namaz kıldım, hepsi
besmeleyi aşikâr okurlardı» demektedir. Mezkûr hadîs iki tarikle rivayet
edilmişse de bunların ikisi de bâtıldır. Çünkü birinci tarikin isnadında İbni
Ebû F tide y k zikredilmiştir. Halbuki bu zat bu hadîsi hiçbir zaman rivayet
etmemiştir. Kendisine rivayet isnadında bulunan râvi Ahmed b. îsâ 'dır. Dâre
Kutnî onun yalancı olduğunu söylemiştir. Dâre Kutnî 'nin şeyhi Ömer b. Hasen
dahi zayıftır; onun zayıf olduğunu bizzat Dâre Kutnî söylemiştir, diğer
râvilerden Ca'fer b. Muhammed hakkında da söz edilmiştir. Dâre Kutnî onunla da
ihticâc olunmayacağını söyler. Hadîsin ikinci tarîkinde râvilerden Abâdetü'bnü
Ziyâd Şiilerin reis-lerindendir. Hafız Muhammed Nisâbûrî; «Bu adam bilittifak
yalancıdır» demiştir. Hadîsin diğer râvisi Yûnus b. Yâ'fûr dahî zayıftır. Nesaî ile
İbni Maîn onun zayıf olduğunu söylemişler; îbni
Hibban; «Bence onunla ihticâc etmek caiz değildir; yine râvilerden Müslim b.
Hayyân meçhuldür.» demektedir.
Nu'man b. Beşir
hadîsini Dâre Kutnî «Sünen--inde
Yâkup b. Yûsuf
tarikiyle rivayet etmiştir. Bu hadîste;
«Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cibril Ka'be'de bana imam oldu ve besmeleyi
aşikâr okudu» buyurdular, deniliyor. Fakat bu hadîste münker, hattâ uydurmadır.
Havilerinden Ahmed b. Hammâd'ı Dâre Kutnî zayıf saymıştır. Diğer râvi Yâkub b.
Yûsuf ise hadîs rivayeti ile meşhur değildir. Aynî, Dâre Kutnî ile Hatîb'in ve
diğer hadîs hafızlarının böyle bir hadîsi rivayet ettikten sonra susmalarını;
«pek çirkin bir hareket!» diye tavsif ediyor».
Hakem b. Umeyr
hadîsini yine Dâre Kutnî9 E-bu'l Kaasim Hüseyin b. Muham me d tarikiyle Hâkem'den
tahrîc etmiş ve «Hakem, Bedir gazasına iştirak eden Sahabe-i kiramdandır.»
demiştir. Mezkûr hadîste Hâkem: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
arkasında namaz kıldım. Besmeleyi gece namazları ile sabah ve cuma namazlarında
aşikâr okurdu» demiştir.
Fakat Aynî'nin
beyanına göre bu hadîs garip ve münker hadîslerdendir. Hattâ bâtıldır. Zira
Hakem b. Umeyr Bedr gazasına iştirak etmediği gibi, o gazaya iştirak edenler
arasında Hakem b. Umeyr adında bir kimse de yoktu. Hattâ Umeyr'in sa-habî
olduğunu bilen de yoktur. Kendisinden birçok münker hadîsler rivayet
olunmuştur. Zehebî; «Hakem b. Umeyr yahut Amru's-Sumâli el-Ezdî 'nin isnadı
zayıf hadîsleri vardır.» demiştir. Ondan rivayet eden Musa b. Habib ise;,
hiçbir saha-bi ile görüşmemiş, hattâ meçhuldür. Hadîsi ile ihticâc olunamaz.
Taberânî «Mücem-i Kebîr» inde Hakem b. Umey r*den bahisle, ondan on küsur
münker hadîs rivayet etmiştir, İbrahim b. Habib, Dâre Kutnî 'nin hatâ olarak
zikrettiği bir, isimdir. Doğrusu İbrahim b. İshâk es-Sînî'dir. Ayni isimde
Dâre Kutnî iki hata yapmıştır. Çünkü Sînî'yi de Dabbî şeklinde okumuştur» diyor.
Muâviye hadîsine
gelince: Bu hadîsi Hâkim «el-Mtis-tedrek» inde Abdullah b. Osman tarikiyle Enes
b. Mâlik (Radiyaliahû anh) 'dan rivayet etmiştir. Mezkûr hadîste Hz. Muâviye'nin
Medine'de sabah namazı kıldığı, besmele ile başlayarak Ümmü'l - Kur'an'ı (Fatihayı)
okuduğu, Fatihadan sonra okuduğu sûre için besmele çekmediği, bütün namazı bu minval
üzere kıldığı, eğilirken tekbir almadığı, namazdan sonra kendisine; «Namazı
çaldın mı, yoksa unuttun mu? Hani besmele, hani eğilip doğrulduğun zaman tekbirler,
nerede kaldı?» denildiği, ondan sonra .Muâviye’nin bir da1ha bunları
bırakmadığı beyân ediliyor. Hâkim bu hadîs için; «Müs1im'in şartı üzere sahihtir.»
demiştir. Aynı hadîsi Dâre1 Kutnî dahî rivayet etmiş ve bütün râvilerinin hep
mu'temed olduklarını söylemiştir.
İşte İmâm Şafiî 'nin
besmeleyi aşikâre okuma hususunda iti-mâd ettiği Muâviye hadîsi budur. Hatîb;
«Bu bâbda itimâda şayan en güzel hadîs budur.» demektedir. Fakat onun
râvilerinden Abdullah b. Osman hakkında da söz edilmiştir. Bu zât Müs1im 'in
râvilerinden de olsa Yahya b. Mâin; «Onun hadîsleri kavi değildir,» demiş. Nesaî
onun hadîslerinin kavi değil, gevşek olduğunu söylemiş. Aliy b e1-Medini ise;
«Mün-kerü'l hadîstir.» demiştir. Bu ihtilâflardan dolayı onun yalnız başına rivayet
ettiği hadîsler kabul edilmez. Halbuki hadîsin isnadı muztarib olduğu gibi,
metni de şazz ve mualleldir. Zîra mevsuk ravilerin Enes (Radiyallahû anh) 'dan
rivayet ettikterine muhaliftir. Bu hadîs Hz. Enes'in bizzat Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Hulefâi Râ-şidin'den rivayet ettiği hadîse
muhalif olduğu halde, kendisinin onunla istidlal etmesine imkân var mıdır?
Nitekim Enesle sohbetleri olduğu bilinen râvilerden hiçbiri ondan böyle bir
şey rivayet olunduğunu bilmemektedir.
Enes (Radiyallahû anh)
Basra'da yaşardı. Hz. Muâviye Medine'ye geldikten sonra Enes (Radiyallahû anh)
'in onunla beraber bulunduğunu söyleyen yoktur. Zahire göre beraber değildiler.
Bu da Muâviye hadîsini reddeden bir delildir. Bir de Medine'lilerin ö-. teden
beri mezhebi besmeleyi aşikâr okumamakdır. Hattâ bazılarına göre besmele hiç
okunmaz. Urvetü'bnü-z Zübeyr ki; yedi 'fakîhin biridir: «Ben imamlara yetişdim,
onlar kıraete fatiha ile başlarlardı» demiştir. Şu halde sünnet bildikleri bir
şeyi yapan Muâviye (Radiyallahû anh) 'a itirazda bulunmaları ma'kul olur mu?
Büreyde hadîsini Dâre
Kutnî ile Hâkim tahric etmişlerdir. Bu hadîste Hz. Büreyde şöyle demektedir;
ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bana namaza durduğun .vakit Kur'an'a ne ile başlarsın?» dedi.
«— Besmele ile
başlarım» cevabını verdim.
«— Tamamdır»
buyurdular. Ancak hadîsin bütün senedleri hiçden i-barettir.
Câbir hadîsini yine
Hâkim «el-İklîl» nam eserinde tahric etmiştir. Mezkûr hadîste Câbir
(Radiyallahû arifi) , Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bana;
Namaza durduğun vakit
ne okuyorsun, dedi, fatihayı okurum dedim, «besmele çek» buyurdular.» diyor.
Fakat bu emir
besmelenin aşikâre okunacağına delâlet etmez.
Ebû Saîd-i Hudrî
(Radiyallahû anh) hadîsini Hafız Bûşencî tahric etmiştir. Bu hadîste Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in onlara akşam namazını kıldırdığı ve besmeleyi
aşikâre o-kuduğu bildiriliyorsa da, hadîsin isnadı hakkında söz edilmiştir.
Talhatü'bnü Ubeydillah
hadîsini yine Hakim «el-İklîl» de Süleyman b. Müslim tarikiyle rivayet etmiştir.
Hadîste;
«Her kim Ummü'l
Kur'ân'dan besmeleyi terkederse Allah'ın kitabından bir âyet terketmis
demektir» buyurulmuşsa da, bu da besmelenin aşikâr okunacağına delâlet etmez.
Abdullah b. Ebî Evfâ
hadîsim Dâre Kutnî zayıf bir isnadla tahrîc etmiştir. Bu hadîste;
«Peygamber (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'e bir adam gelerek;
«— Ben Kur'ân'dan
birşey anlamıyorum; bana ondan yetecek kadarını öğretiver, dedi. Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'de ona demesini öğretti.» deniliyorsa da hadîs
hem zayıf hem de
besmelenin aşikâre okunacağına delâlet etmemektedir.
Ebû Bekr Sıddık
(Radiyallahû an/ıjhadîsim Hafız Ebu‘1 Kaasım el-Gâf ikî, «el-Müselsel- adlı
eserinde tahrîc etmiştir. Senedi meçhullerle doludur. Bu hadîste Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Cibril (Aleyhisselâm) 'dan, o da İsrâ fil
(Ateyhisselâm) 'dan, o da Rabbü'l Âlemin hazretlerinden naklen Teftlâ
hazretleri:
«Her kim namazında fâtihay-ı
kitaba bitişik olarak besmeleyi okuna ben onun günahlarım affederim» buyurdu,
deniliyor; Fakat hadîs hem zayıf, hem de besmelenin aşikâr okunacağına delâlet
etmemektedir.
Mücâlid b. Sevr ile Bişr
b. Muâviye hadîsini Hatîb tahrîc etmiştir. Senedinde meçhuller vardır. Mezkûr
hadîse göre, Mücâlid ile Bişr hazerâtı Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve
Sellem)’e gelen hey'etler arasındaymışlar. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve
SelfemJ kendilerine «Yâ-Sin» i Öğretmiş, Fatiha ile Muavvere-teyn sûrelerini
okumuş, Kur'ân'a başlarken besmele çekmelerini ve namazda onu aşikâre
okumalarını tâlim buyurmuş. Bu hadîs te ihticaca sâ-lih değildir.
Hüseyin b. Urfuda
hadîsini Ebû Mûsel-Medînî tahrîc etmiştir. Hadîsin isnadında meçhul râvîler
vardır. Bu hadîste de Besûl-ü Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz.
Hüseyin'e:
«Namaza kalktın mı
besmeleyi çek: Tâ ki fatihayı besmele ile bitirmiş
olasın!...» buyurmuştur. Bu hadîs dahî istidlale sâlih
değildir.
Ebû Mûse'I Eş'arî
hadîsine gelince: onu da Bûşencî tahrîc etmişse de isnadı hakkında söz
edilmiştir. O da istidlale sa-lih değildir. Mezkûr hadîste; «Peygamber
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) besmeleyi aşikâr okurdu» denilmektedir.
Buhârî sarihi Aynî
diyor ki: «Besmelenin namazda aşikâre okunacağını bildiren hadîsleri rivayet
edenler çoksa da, bu hadîslerin hepsi de zayıftır. Ve sahîh kitaplara
alınmadıkları gibi, meşhur müsned-lerde de bulunmamaktadırlar. Bunların
ekserisini Hâkim ile Dâre Kutnî 'nin rivayet ettikleri görünür. Hâkim'in bu
bâbda müsamahakâr davrandığını, zayıf hattâ bazı mevzu' hadîsleri sahih diye
kabul ettiğini az yukarıda gördük. Dâre Kutnî'ye gelince: o da kitabını garip,
şâzz ve muallel hadîslerle doldurmuştur. Onda nice hadîsler vardır ki; bu
hadîsler başka yerde bulunmaz. Kavileri arasında tarih kitapları ile cerh ve
tâ'dil kitaplarında bile bulunmayan nice yalancılar, zayıflar ve meçhuller
vardır ki: Amr b. Semr, Câbir b. Cû'fi, "Hasan b. Muhârik, Ömer b. Hafs
Mekkî, Abdullah b. Amr b. Hassan, «yalan dağarcığı» lâkabı verilen Ebu's-Salt
el-Heravî, Ömer b. Harun el-Belhî, İsa b. Meymun el Medenî vesaire hep bunlar
meyânındadır. Böyîelerinin rivayet ettiği hadîslerle Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde
Enes'ten rivayet ettikleri, ondan da birçok mevsuk imamların rivayette
bulundukları bir hadîse nasıl muaraza edilebilir. O mevsuk imamlardan birisi
Kata-d e 'dir ki; zamanının en büyük hafızı idi. Ondan da hadîste Emîrü'l
Mü'minin lâkabını alan Şû'be rivayet etmiştir. Ümmet onu kabul ile telâkki
eylemiştir. İşte Buhârî bu kadar şiddetli taassubu ve Ebû Hanîfenin mezhebine
ifrat dereceye varan hücumları ile beraber, kitab-ı sahihine o zayıf râvîlerden
hiç birini koymamıştır. Sahihinde tahrîc etmek için besmelenin aşikâre
okunacağını bildiren sahîh bîr hadîs bulabilmek ümidiyle pek çok meşakkatlere
katlanmış, fakat böyle bir hadîs bulamamıştır. Müslim de öyledir. O da bu bâbda
hiçbir şey zik-retmemiştir. İkisi de bu bâbda sadece Enes hadîsini tahric
etmişlerdir ki; o da besmelenin gizli okunacağına delâlet eder. Şayet: Sen;
«Onlar her sahih hadîsi
kitaplarına almayı iltizam etmemişlerdir. Binâenaleyh kitaplarına almadıkları
sahîh hadîsler meyâmnda besmelenin aşikâre o-kunacağını bildiren sahîh
hadîsleri de terk etmiş olabilirler» dersen ben de derim ki: Bu sözü ancak
muannitler yahut şaşkınlar söyleyebilir. Çünkü besmelenin aşikâre okunması
meselesi en güzide ve fıkhın en müşkül, en münâkaşa götüren, kitaplarda en çok
yer alan mes'elelerinden biridir. İnsanın Buhârî'nin kendi şartına uygun veya
yakın böyle bir hadîs bulmuş olsa, kitabını ondan hali bırakmayacağına insanın
Allah'a müekked yeminler vereceği geliyor. Buhar î'nin böyle bir hadîs bulduğu
halde kitabına almadığını teslim etsek işte Ebû Dâvud, işte Tirmizî, işte Nesaî
ve îbni Mâce!... Bu zevatın kitaplarında sakîm ve zayıf senetli hadîsler yer aldığı
halde, besmelenin aşikâr okunmasına dâir hiçbiri bir tek hadîs tahrîc etmemiştir.
Eğer bu zevat nazarında o hadîsler tamamiyle hiçten ibaret olmasaydı, onları
bırakmazlardı; içlerinden yalnız Nesaî bir tek Ebû Hüreyre hadîsi rivayet
etmiştir. Sözde bu hadîs muhâliüerce o rivayetlerin en kuvvetlisidir. Halbuki
az yukarıda biz onun da birçok vecihlerden zayıf olduğunu beyân ettik. Eğer
besmelenin aşikâre okunacağını bildiren hadîsler, gizli okunacağını bildiren
hadîslere birkaç ve-cihle tercih edilirse:
Bu vecihlerden
birincisi: Kavilerin çokluğudur. Çünkü gizli okunacağını bildiren hadîsleri
sahabeden yalnız iki kişi rivayet etmiştir. Onlar da Enes b. Mâlik ile Abdullah
b. Mugaf iel-dir. Aşikâre okunacağını bildiren hadîsleri ile yukarıda
arzettiğimiz şekilde yirmibirden fazla sahâbî zikretmiştir.
İkincisi gizli
okunacağını bildiren hadîsler nefiy bildirmekte; aşikâre okunacağını
bildirenler ise; ispata şehâdet etmektedir. İspat nefye ter-cîh edilir.
Üçüncüsü Ene s'den
filcümle besmeleyi inkâr ettiği rivayet o-lunmuştur. İmam Ahmed ile Dâre Kutnî
'nin rivayet ettikleri Saîd b. Zeyd, Ebû Seleme hadîsinde Enes 'e sordum,
Resûlüllah (SaîtaUahü Aleyhi ve SeUem) besmele çeker de fatihayı ondan sonra mı
okurdu, dedim. Enes; Sen bana bellemediğim bir şeyi soruyorsun; yahut; Senden
Önce bunu bana soran olmadı, cevabım verdi.» deniliyor. Dâre Kutnî; Bu hadîsin
isnadı sahihtir diyor, dersen, ben de derim ki:
Birinci vechin cevâbı
şudur: Hâvilerin çokluğuna itimad ancak delîl sahih olduktan sonradır.
Besmelenin aşikâre okunacağmı bildiren hadîsler içinde ise, sahih ve sarîh bir
tek hadîs yoktur. Fakat gizli okunacağını bildiren hadîsler böyle değildir.
Onlar sahîh, sarîh, ve sabit hadîsler olup, sahîh kitaplarla ma'ruf müsnedlerds ve meşhur
Sünen eserlerinde tahrîc edilmişlerdir. Bununla beraber Hanefîlerden bir cemâat
râvilerin Çokluğu sebebiyle tercihe de kail değillerdir.
İkinci vechin cevâbı:
Söylediğin şehadet meselesi nefiy suretinde o-lursa mânâsı ispat çıkar.
Maamafih bu mesele ihtilaflıdır. Bâzılarına göre, Nefiy ile ispat müsavidir.
Bir takımları nefiy ispata tercih edilir, demişlerdir. Bazıları da bunun
aksine kaildirler.
Üçüncü vechin cevâbı:
Hz. Enes'in inkârı sahih eserde kendisinden rivayet edildiği sabit olan hadîse
mukavemet edemez. İhtimal ki Enes (Radiyallahû anh) yaşının geçkin olması
sebebiyle sorulduğu an hadîsi unutmuştur. -Böyle haller çok vuku' bulmuştur.
Nitekim bir gün kendisine bir mesele sorulduğunda: «Hasan'a gidin de ona sorun.
Çünkü o bellemiştir. Biz unuttuk,» cevabını vermiş. Böyle bir hadîsi belleyip
de sonradan unutan nice zevat vardır. İhtimal ki soran zat, besmeleyi çekmek
namazda lâzım mı, değil mi anlamak istemiştir. Bu takdirde onun aşikâre veya
gizli okunacağından bahis yoktur.
Eğer: Bu hadîslerin
araları bulunur, Enes (Radiyallahû anh) uzak olduğu için işitmemiştir. Bir de o
zaman kendisi çocuktu denilebilir, dersen ben de derim ki; Bu söz merduddur.
Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemy'm vefatında ise, yirmi yaşlarında
bulunuyordu. Binâenaleyh Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
efendimizin arkasında tam on sene namaz kılar da besmele çektiğini nasıl
işitmez. Bu ihtimalden uzak, hattâ müstahîldir. Sonra Hz. Enes, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde hadîs rivayet etmiştir. Ebû Bekr ve Ömer
zamanlarında tam erkeklik çağma ermiş; Osman zamanında ise olgunluk devresine
vardığı v,e hadîs rivayet ettiği halde bunu nasıl duymamış olabilir?
Hâzimi «en-Nâsih
Ve'1-Mensûh» nam eserinde; «Besmelenin aşikâre okunacağını bildiren hadîsler
sahîh bile olsalar, bizim rivayet ettiğimiz hadîsle nesh edilmişlerdir.» demiş
ve Ebû Dâvûd tarikiyle Sâid b. Cübeyr 'den rivayet edilen şu eseri ileri
sürmüştür. Saîd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) besmeleyi Mekke'de
iken aşikâre okurdu. Mekke'liler Müseylemetü'r-Rahmân'a taparlardı. Muhammed,
Yemâme'nin ilâhına tapıyor, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) besmeleyi gizli okumaya me'mur oldu. Bir daha vefatına kadar
onu aşikâre okumadı» demiştir. Eğer bu hadîs mürseldir, dersen, ben de derim
ki:
Evet mürseldir. Lâkin
Hulefâ-i Râşidin hazerâtmın fiilleri ile kuvvet bulmuştur. Çünkü onlar Resûl-ü
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in son zamandaki umurunu en iyi bilen
zevattır. «et-Tevhîd» sahibine şaşarım!
Nasıl ölüp ta besmelenin
aşikâre okunacağına dair birçok hadîsler vârid olmuştur. Halbuki Resûl-ü Ekrem
(SallaUahii Aleyhi ve Sellem) 'in onu gizli okuduğunu sarahaten bildiren
yalnız iki rivayet vardır. Biri İbni Mugaffe1'dendir ve zayıftır. Diğeri Enes
'dendir ve o da ihti-cacdan sükûtunu îcab ettirecek derecede mualleldir,
diyebilmiştir. Bu olsa olsa basiretsizlikten ve bâtıl olan ifrad derecedeki
asabiyetin şiddetindendir. Yukarıda hakkı bildikleri halde zulmeden
mutaassıpların halini görmüştün, onlar hakka karşı göz yummuşlardır. Bundan
daha acaip olmak üzere, bazıları bu fende yedi tülâ sahibi olduklarım iddia
ederler. Bu adam nasıl oluyor da besmelenin aşikâr okunacağım ispat edenlerin
hadîsle amel alettâyin lâzımdır, diyebiliyor. Bu adam nasıl cesaret edip te kabulden
imtina ettiği bu söz kendinden sâdır olabiliyor. Ona göre, besmelenin aşikâr
okunacağını gösteren hangi hadîs sahîh olmuştur ki bu sözü söyleyebiliyor!»
5- Besmele
Kur'an'dan mıdır, değil midir meselesini yukarıda kısaca arzetmiştik. Sahîh
kavle göre Hanefîler'ce. besmele Kur'ân'dandır. Çünkü mushafın iki kapağı
arasına vahiy ile yazılan her şeyin Kur'ân-ı Ke-rîm'den olduğuna bu ümmetin
ulemâsı icma' etmişlerdir. Besmele de o yazılanlar meyânındadır. Buna binaen
besmele Kur'ân niyeti ile okunursa İmam Azam'a göre farz olan kıraet eda
edilmiş olur. Çünkü besmele Kur'an'dan bir âyettir. Hanefiyye ulemâsından
bazılarına göre: Yalnız besmele ile farz olan kıraet eda edilmiş olmaz. Çünkü
besmelenin tam bir âyet olup olmadığı ihtilaflıdır. Evzâî'nin ; «Allah Teâlâ,
Kur'ân'da besmeleyi yalnız Nemil sûresinde inzal buyurmuştur; o tam bir âyet
değildir.» dediği rivayet olunur. Bu suretle besmelenin tam bir âyet olup
olmadığı hususunda şekk hasıl olmuştur. Binâenaleyh şekkle kıraet caiz
değildir. Kur'ân kasti ile cünüp, hayz ve nifaslı kimselerin besmeleyi
okumaları haramdır. Kerhî 'nin rivayetinde kıyasen mesele zahirdir. Çünkü o
rivayete göre cünüp ve emsali kimselere yarım âyet okumak da haramdır. Tahavî
rivayetine göre de haramdır, zîra besmelenin tam bir âyet olması ihtimali
vardır. Binâenaleyh mezkûr kimselerin onu okumaları ihtiyaten haramdır.
Hanefîye ulemâsının muhakkikleri buna. kaildirler. İbni'l -Mübarek ile
Dâvûd-u' Zahirî ve ona tâbi' olanların kavilleri de bu olduğu gibi, aynı kavil
İmam Ahmed b. Hanbe l'den dahi nassen rivayet olunmuştur.
Ulemâdan bazılarına
göre: Besmele Kür'ân'dan değildir; yalnız Nemil süresindeki besmele, oradaki
âyetin bir cüz'üdür. İmam Mâ1ik'in kavli bu olduğu gibi Hanefîler'le
Hanbelîler'den bazıları da buna kail. olmuşlardır.
Bir takım ulemâ
besmelenin her sûreden bir âyet veya yarım âyet olduğunu söylemişlerdir,. îmam
Şafiî ile ona muvafakat edenlerin meşhur kavli budur. İmam Şafiî 'den diğer bir
rivayete göre besmele" yalnız Fatiha, sûresinin ilk âyetidir; diğer sûrelerin
ilk âyeti değildir. Sûre başlarına yazılması ve sûrelere onunla başlanması,
onunla te-berrük içindir.
Tahâvî: Resûlüüah
(SallaUahü Aleyhi ve Selîem) 'in besmeleyi aşikâre okumadığı, sabit olunca onun
Kur'ân'dan da olmadığı sübut bulmuştur. Kur'ân'dan olsaydı onu da Kur'ân gibi
aşikâre okurdu. Görül-müyormu ki, Kur'ân'm sair yerleri gibi Nemil süresindeki
besmeleyi â-şikâre okumak vâcibtir. Çünkü oradaki besmele Kur'an'dandır. Hem
besmelenin teavvuz ve iftitah gibi gizli okunması sabit olmuştur. Biz o-nun
mushafta gerek Fatiha, gerekse diğer sûrelerin başlarına yazıldığxnı
görmekteyiz. Fâtiha'dan başka yerlerde âyet olmayınca Fâtiha'dan da â-yet
olmadığı sübût bulur» demiştir.
İmam Şâfiî'nin:
«Besmele her sûreden bir âyettir, dediği rivayet olunur. Şafiî 'den önce bunu
söyleyen yoktur. Selef arasındaki hilaf yalnız besmelenin fatihadan olup
oimamasi hususunda idi. O-nun başka sûrelerden bir âyet olduğunu söyleye.
Tahkîkâ göre: Besmele
Kur'ân'dandır. Fakat hiç bir sûreden değil, tek basma indirilmiş bir âyettir.
Onun için de her sûrenin başında ayrı ayrı okunur. Nitekim «Kevser» sûresi
indiği vakit Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz onu okumuştur.
Bundan dolayıdır ki; Hâfızuddîn Nesefî; «Besmele Kur'ân'dan bir âyettir, sûrelerin
arasını ayırmak için indirilmiştir, demiştir- Ibni Abbâs (Radiyallahû anhûma)
'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) besmele
indirilmezden önce sûrenin nerede bittiğini bilmezmiş. Bu hadîsi Ebû Dâvûd ile
Hâkim tahrîc etmişlerdir. Hâkim onun Buhârî ile Müs1im'in şartlarına uygun
olduğunu söylemiştir.
Eğer besmele her
sûrenin başından bir âyet olmasa Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) onu
«Kevser» sûresinin başında okumazdı, dersen, ben de derim ki:
Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in okumasının buna delâlet ettiğini kabul edemeyiz. Bilâkis,
onun ayrı bir âyet olduğuna delâlet e-der. Vahiy hadîsi de bunu gösterir. O
hadîste:
Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) 'e melek gelerek «Oku» dedi. Resûl-ö Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
- Ben okumak
bilmem mukabelesinde bulundu, bu üç
defa tekerrür etti sonra melek ona
dedi eğer besmele her sûrenin ilk âyeti olsaydı melek te evvelâ onu okurdu.»
53- (400)
Bize Alî b. Hucr es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi M): Bize Ali b. Müshir rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Muhtar K Fülfül, Enes b. Mâ-lik'den naklen haber verdi.
H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize Ali b. Müshir,
Muhtar'dan, o da Enes'den, naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
Bir gün Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda idi. Biraz uyku Jtestirdi, sonra gülümsiyerek taşını kaldırdı.
Biz, niye güldün yâ Resûİüllah dedik:
— «Demin bana bir sûre indirildi» buyurdu.
Arkasından şunu okudu: «Rahman ve Rahîm olan Allanın adiyle : Gerçekten Biz
sana Kevseri
verdik. O halde.
Rabbin İçin -namaz kıl. Kurban kes! Sana düşmanlık eden yok mu! İşte ebter
odur!...» Sonrû': Kevser nedir bitirmişiniz? dedi. Biz:
— «Allah ve Resulü bilir» cevabını verdik.
— «O Rabbim Azze ve Cellenin bana va d ettiği
bir nehirdir. Onun üzerinde peke ok hayır vardır. O bîr havuzdur; Kıyamet
gününde ümmetim ona gelecektir, kabları yıldızların sâyısıncadır. Derken
içlerinden,bir kul çıkarılıp atılacak. Bunun üzerine,ben Yarabbi! O benîm
ümmeti m dendir dİyece-ğİm: Allah Tealâ: ümmetinin senden sonra ne bid'atlar
îcad ettiğini» sen bilmezsin! diyecek.
"îbni Hucr, kendi
hadisinde: «MesciddV'bizim aramızda iken» ve «O kulun senden sonra.ne bid'atlar
ettiğini» cümlelerini ziyade eyledi.
(:..) Bize
Ebû Küreyi; Muhammed b. d-Alâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Fudayl, Muhtar
b. Fülfül'den naklet*.haber yerdi. Demiş ki: Enes b. Mâlik'i şunu söylerken
işittim:
«Resûİüllah (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellent) 'i biraz uyku kestirirken gördüm» ve hadîsi İbni Müshir
rivayeti gibi. nakletmiş,- yalnız o:
«Rabbim Azze ve
Celle'nin cennette bana va d ettiği bir nehirdir, üzerinde bir havuz vardır»
demiş «Kapları yıldızların adedincedir» cümlesini zikretmemiş.
İğfâe: Uyku kestirme,
şekerleme'yapma mânâlarına gelir.Çesulüllah (Sallallctfıü Aleyhi ye Seüem) 'e
ekseriyetle vahiy bu halde gçlirdi. Sahihi. Müslim sarihlerinden Ubbi'ye göre;
iğfâe'den murad: Resûİüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in konuşulanlardan
yüz çevirmesidir. Vahyin geliş şekillerini «Kitabu'1-İman» da görmüştük. Havzu
"Kevser hakkında dahi evvelce söz geçmişti.
Şâni': Buğzeden,
düşmanlık yapan mânâsına gelir. -Ehter; Kuyruğu kesilmiş demektir. Bundan murâd
zürriyeti ve tâbi'leri kalmayan demektir. Bâzıları Ebter'in lıâr- türlü
hayırdan kesilmiş hayırsız mânâsına geldiğini söylerler.
Müfessirlerin beyânına
göre Kevser sûresi' Âsb. Vâi1 ve emsali müşrikler hakkında nazil olmuştur.
Bunlar Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)e buğzeder, ebter demek
küstahlığında bulunurlardı.-Kevser bu hadîste «Cennette bir nehirdir» diye
tefsir bayur-ulmaştur. Müfessirler, onun daha başka mânâlara geldiğini de
söylemişlerdir. Mezkûr mânâların içersinde en ziyade göze çarpanı, çok hayır
ifade etmesidir.
1- Bazı
ulemâ sûre başlarındaki besmelenin Kur'ân-ı Kerîm'den olduğuna, bununla
istidlal ederler. Nevevî'nin
beyânına göre Müs1im'in bu hadîsi burada zikretmesinden maksadı,
besmelenin Kur'ân'dan olduğunu göstermektir.
2- Mescidde
ve başkaları huzurunda uyumak caizdir.
3- Büyük
bir. zata tâbi' olanların, onun gülümsediğini veya yeni bir şey zuhuruna
delâlet eden bir hareketini gördükleri vakit sebebini sormaları müstehabdır.
4- Hadîs-i
şerif Havz-ı Kevser'in mevcudiyyetine delildir. Müslüman a onun varlığına
inanmak gerekir. Bu husustaki hadîsler inşallah kitabın sonunda görülecektir.
«Sen onların senden
sonra ne bİdâtlar îcat ettiklerini bilmezsin» cümlesinin izahı taharet
bahislerinin baş taraflarında görülmüştü.
54- (401)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Affân rivayet etti (Dedi ki):
Bize Hemnıam rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Cübâde rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Abdülcebbar b. Vail, Alkametü'bnü Vâil ile bir aza d ularından,
o da Vâil b. Hucr'dan naklen rivayet etmişler ki, Vâil, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem) namaza başlarken ellerini kaldırdığını görmüş, tekbir almış
(Hemmâm Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'in ellerini kulaklarının
hizasına kadar kaldırdığını göstermiş) sonra elbisesine sarınmış, sonra sağ
elini sol eli üzerine koymuş; rükûa varmak isteyince ellerini elbisesinden
çıkarmış, sonra ellerini kaldırmış; sonra tekbîr alarak riikûa varmış,
Semiallattü Ü-men ha mi deh dediği zaman yine ellerini kaldırmış, secdeye
gittiğinde ellerinin araşma secde etmiş.
Buhârî'di bu bâbda
Seh1 b. Sa'd (Radiyallahû arih) 'dan şu hadîs rivayet edilmiştir:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında insanlara namaz kılarken sağ ellerin
sol elleri üzerine koymaları emrolunurdu» gerek Buhar î'nin, gerekse Müslim'in
buradaki hadîsinde ellerin bağlanacağı yer tam tesbit edilmemişse de Vâi1
hadîsinin Ebû Dâvûd ile Nesâi rivayetlerinde; «Sonra sağ elini sol elinin
ü-zerine, kolun bilek kısmına bağladı» denilerek ellerin bağlanacağı yer
gösterilmiştir. Hadîsi îbni Huzeyme ile diğer imamlar sahih bulmuşlardır.
Namazda el bağlama meselesi bir kaç yönden tetkik edilebilir:
1- Ellerin
bağlanıp bağlanmıyacağı ihtilaflıdır. Hanefîlerle, Şâfiî-lere göre eller bağlanır.
îmam Ahmed b. Hanbel ile ishâk'm ve ekseriyetle ulemânın kavilleri de budur.
Ashâb-ı kiramdan A1i b. Ebü Tâ1ib ile Ebû Hüreyre (Radiyallahû arthûma) 'nın tabiînden İbrahim,
Nesaî ve Süfyan-ı Sevrî'nin mezhebleri de budur. îbnül Münzir bu kavli îmam
Mâlik 'ten de rivayet etmiştir. «el-TevhSd» nam eserde Saîd b. Cübeyr, Ebû
Miclez, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, îbni Cerîr ve Davûd-u Zahirî ile Ashâb-ı kiramdan
Ebû Bekr ve Aişe (Radiyallahû anhûma) nm ve keza Cumhur-u ulemânın buna kail
oldukları zikrediliyor. Tirmizî: «Sahabe ile Tabiîn hazerâtı ve onlardan
sonraki ulemâ bununla amel etmişlerdir» demiştir. Yine îbnû'l-Münzir î'nin
rivayetine göre Abdullah b. Zübeyr, Hasan-ı Basrî ve îbni Sîrin (Radiyallahû
anhûm) namazda ellerini yanlara salarlarmış. İmam Mâlik 'den meşhur olan
rivayet de budur. Ona göre namaz uzun sürerse istirahat için sağ eli sol el
üzerine koymak caizdir. Leys İbni Sa 'd'ın mezhebi de budur. Evzâî'ye göre
namaz kılan kimse ellerini bağlamakla yana salmak arasında muhayyerdir.
Hanefîler buradaki
Müs1im hadîsinden maada Buhârî rivayeti ile Ebû Dâvûd, Nesaî ve Îbni Mâce 'nin
tahrîc ettikleri Abdullah îbni
Mes'ud hadîsi ile D.âre Kutnî'nin tahrîc ettiği İbni Abbâs ve
Ebû Hüreyre rivayetleri ile de istidlal ederler. Mezkûr rivayetlerin her
birinde namazda el bağlanacağı beyân edilmektedir. Hattâ İbni Mes'ud hadisinde;
Hz. İbni Mes'ud'un namazda sol elini sağ elinin ü-zerine bağladığı, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu görünce 0-nun sağ elini sol elinin üzerine koyduğu
tasrih edildiği gibi, İbni Abbâs
hadîsinde de; «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Biz Peygamberler
cemaatı namazda sağ ellerimizi sol ellerimiz üzerine bağlamakla me'muruz,
buyurdular» denilmektedir. Yalnız bu hadîs zayıftır.
2- Ellerin
nasıl bağlanacağı meselesi dahi ulemâ arasında mevzuu bahis olmuştur. Bunun
sıfatı sağ avucunun içini sol bileğin üzerine koymak ve bileği avucun
ortasında bulundurmaktır. İsbîcabî'nin Ebû Yûsuf'tan rivayetine göre, sağ elle sol elin bileği
tutulur. İmam Muhammed dahi ellerin
böyle bağlanacağını ve bileğin avucun ortasına geleceğini söylemiştir.
«el-Müfîd» nam eserde sol elin bileği sağ elin baş ve küçük parmaklan ile
tutulur diyor ki muhtar olan da budur. «ed-Dirâye» de sol bileğin büküntüsü,
sağ elin avucu ile tutulur denilmiştir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel'in
mezhepleri budur. İmam Ebû Yûsuf
ile İmam Muhammed 'den bir
rivayete göre, sağ elin orta parmakları bil»ğin üzerine uzunluğuna yatırılır.
Bilek baş ve küçük parmaklarla tutulur. Ulemâmızdan birçokları bu kavli
benimsemişlerdir.
3- Ellerin
nereye bağlanacağı ihtilaflıdır. Hanefîlere göre; göbeğin altına, Şâfiîlere
göre göğsün üstüne bağlanır. Şâfiîlerin «el-Hâvi», «el-Vasît» nam eserlerinde
ellerin göğsün altına bağlanacağı bildirilmiştir. İmam Şafiî (Rahimehullah) İbni Huzeyme 'nin «Sahîh» inde Hz. Vâi1 b. Hucr'dan rivayet ettiği şu hadîsle istidlal eden
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile beraber namaz kıldım. Sağ elini sol eli üzerine
bağlayarak göğsü üzerine koydu». Nevevî «el-Hülâsa» adlı eserinde bundan başka
delil zikretmediği gibi, Şeyh Tâkiyiddîn dahî «el-Imam» nâm eserinde bundan
başka birşey söylememiştir.
Hanef ilerden
«el-Hidâye- sahibi Burhaneddin Merginanî: Ulemâmız bu meselede Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seüem) İn sağ eli sol eli üzerine bağlayarak göbeğin altına
koymak sünnettir, hadîsi ile ihticâc etmişlerdir» diyor. Ancak Aynî bu hadîsin
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e isnadının doğru olmadığını, bu sözü
Hz. Ali 'nin söylediğini beyanla her iki vechin caiz olduğuna işaret ediyor.
4- Ellerin
ne zaman bağlanacağı meselesine gelince; bu bâbda esas şudur: İçersinde mesnûn
zikir bulunan her kıyam halinde eller bağlanır. Zikr-i mesnûn bulunmayan
kıyamda eller salınır. Binâenaleyh kunut duası okurken ve cenaze namazı
kılarken eller bağlanır. Fakat Rükû'dan doğrulduktan sonra ve bayram
tekbirlerinin arasında eller yanlara salınır, sahih olan budur. Ebû Ali
En-Nesefî ile îmam Ebû Abdullah ve diğer bazı zevata göre, Zikr-i mesnûn
bulunsun bulunmasın her kıyamda mutlak surette eller bağlanır.
5- Elleri
göğsün üzerine veya göbeğin altına koymanın hikmeti ta'zimdir. Elleri göğsün
üzerine koymak sünnettir, diyenler bunun huşûa daha münâsip olduğunu söylerler
ve; «Bunda îman nurunu muhafaza vardır. Binâenaleyh elleri göbeğin altına
bağlayıp ta avret mahallini işaret etmektense bu şekil daha münâsiptir»
derler. Hanefîler ise göbeğin altına koymak daha ziyâde ta'zim ifâde eder.
Namaz kılanı ehl-i kitaba benzemekten uzaklaştırır. Avret mahallini örtmeğe ve
elbiseyi düşmekten muhafazaya vesile olur. Nitekim hükümdarlar huzuruna
girerken dahî ayni şekilde hareket etmek âdettir. Bir de elleri göğse bağlamak
kadınlara benzemektir. Binâenaleyh elleri göğse değil, göbeğin altına koymak
sünnettir.» derler.
55- (402)
Bize ZÜheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve îshâk b. İbrahim rivayet ettiler.
İshâk bize haber verdi tâbirini kullandı. Ötekiler; Bize Cerîr Mansûr'dan, o da
Ebû Vâil'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti, dediler. Abdullah şunu
söylemiş: Biz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında namaz
kılarken «Allah'a selâm, filâna selâm» derdik. Bir gün Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bize şunları söyledi:
«Hiç şüphe yokki;
selâm Âllahm kendisidir. Binaenaleyh
biriniz namazda oturduğu vakit;
Bütün tehiyyeler,
salavât ve tayyibât Allah'adır selâm sana ey nebiy Allah'ın rahmet ve
bereketleri de senin üzerine olsun. Selâm bize ve Allah'ın sâlih kullarına!...
desin Çünkü bunu dedi mi, bu söz gökte ve yerde Allah'ın her salih kuluna
isabet eder Bundan sonra;
Ben Allahtan başka
ilâh olmadığına şahadet ederim. Ben Muhammed'İn Allah'ın kulu ve Resulü
olduğuna da şahadet ederim: (desin) bundan sonra dilediğini istemekte
muhayyerdir.
56- (...)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile îbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Cafer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be Mansûr'dan bu isnadla bu
hadîsin mislini rivayet etti (yalnız) sonra dilediğini İstemekte serbesttir,
cümlesini söylemedi.
57- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin el-Cû'fî Zâide'den, o
da Mansûr'dan bu isnadla yukarıdakilerin hadîsleri gibi rivayette bulundu. Bu
hadîste «sonra dilediğini yahut sevdiğini istemekte muhayyer kalsın» ibaresini
zikretmiştir.
58- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da
Şakîk'ten, o da Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen haber verdi. Abdullah: «Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Seltem) 'le birlikte namazda oturduğumuz vakit...»
diyerek Mansûr'un hadisi gibi rivayette bulunmuş ve hadîsin sonunda sonra dua
etmekte serbesttir» demiş.
59- (...)
Bize Ebû Bekr b. EM Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Nuaym rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Seyf b. Süleyman rivayet etti. Dedi ki: Mücâhid'i, bana
Abdullah b. Sahbera rivayet etti, derken işittim. Demiş k i:İbni Mes'ud'u şöyle
derken işittim:
Bana Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) avucum avuçları arasında olduğu halde Kur'ân'dan
bir sûre öğretir gibi teşehhüdü öğretti. İbni Mes'ud Teşehhüdü yukanki
râvilerin naklettikleri tarzda rivayet etti.
Bu hadîsi bütün sünen
sahipleri muhtelif lâfızlarla muhtelif râviler-den tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşıldığına göre: Ashab-ı kiram namazda oturdukları vakit
«Esselâmü Alâllah» yani selâm Allah'a «Esselâmü ala Fulân» yani filâna selâm
derlermiş. Bununla melâikeyi kas-dettikleri îbni Mâce'nin bir rivayetinde
tasrîh edildiği gibi, İsmai1î tarikiyle Ali b. Müshir 'den rivayet edilen diğer
bir hadîsde de «Melekleri sayardık», başka bir rivayette «Meleklerden Allah'ın
dilediği kadarını sayardık» denilmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bu hale muttali olunca; ashabın bu yanlış hareketlerini tashih ederek
namaz oturuşlarında «ettehiyât» okumalarını kendilerine öğretmiştir. Çünkü
selâm her nevi âfet, kusur ve ayıptan beri olmak manasınadır. Bunların maliki
Allah-ı ZülcelâTdir. Şu halde Ashab-ı Kiram «Selâm Allah'a» demekle Allah'ın
verdiği bu ihsanı ona iade etmiş sayılmışlardır. Bu cümleyi Hattâbî şöyle
tefsir ediyor: «Selâmdan murad, selâmın sahibi olan Allah'tır, binâenaleyh
«Esselâmü alâllah» demeyin, zîra selâm Allah'tan başlar ve yine Allah'a
döner».
Nevevi: , Bunun manası
şudur, selâm Allah Teâla'nın isimlerinden bir isimdir. Yani her türlü
noksanlıklardan salim olan mânâsına gelir. Bazıları «velî kullarına selâmet bahşeder,
bir takımları da onlara selâm veren mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Daha
başka türlü tefsir edenler de vardır» demiştir.
İbnü'l Enbârî:
Resûlttllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kelimeyi kulları hakkında
kullanmalarını ashabına emretmiştir. Çünkü selâmete muhtaç olan ancak
kullardır. Allah Teâlâ hazretlerinin böyle bir şeye ihtiyacı yoktur,
demektedir. Hadîsin muhtelif rivayetlerinden tehiyyatın her oturuşta okunacağı
anlaşılmıştır.
Tahiyyât:
Tahiyyenin cem'idir. Tahiyye; selâm demektir. Baka azamet, mülk ve her türlü
âfet ve noksanlıklardan selâmet mânâlarına geldiğini söyleyenler de vardır.
Hattâbî'nin beyanına göre; «et-Tahiyyât» hususî bir takım kelimeler olup
bunlarla Araplar hükümdarlarını selâmlarlardı. Fakat onlar Resul-ü Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) in talim buyurduğu elfaz olmayıp, «Sabah şerifler hayır
olsun» «Lanet görmiyesin» gibi sözlerdi. Bu gibi sözlerle Allah Teâlâ'ya senada
bulunulmayacağı için onlar terk edilmiş, yerlerine ta'zim ifade eden sözler konulmuştur.
Enes (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunduğuna göre, Selâm, Mümin, Müheymin,
Aziz, Cebbar, Ehad ve Samed gibi isimler Allah-u Teâlâ'nın Esma-i
hüsnasındandır. İşte Allah'a tahiyyât bu gibi isimlerle yapılacaktır.
Tahiyyâttan murat da bunlardır.
Salâvat:
Salâtm cem'idir. Bundan murad namazlardır. Ezherî'ye göre; salâvât ibadetler
demektir. Şeyh Takİyüddin:
«İhtimal salavâttah
murad: ma'lûm namazlardır. Ve cümle şöyle takdir edilir. Bu namazlar Allah
için vâcibtirler; onlarla Allah'tan başkası kastedilemez, yahut murad bizim
kıldığımız namazların ihlâsım, yani sırf Allah rızâsı için kılındığını haber
vermektir» diyor. Maamafih salavâttan rahmet de murad edilmiş olabilir. Bu
takdirde mânâ, rahmeti lütfü ihsan eyleyen ancak Allah'tır» demek olur.
Tayyibât kelimesi,
tayyibenin cem'idir. Tayyibe güzel, temiz ve he-lâlhoş mânâsına gelir. Burada
ondan güzel sözler Allah Teâlâ'yı sıfatlarına lâyık şekilde senaya elverişli
sözler kastedilmiştir. Yine Şeyh Takiyyüddin'e göre tayyibâtı güzel sözlerden
daha umumî bir mânâda kullanmak evlâ olur. Yani tayyibât, bilcümle güzel
sözler, gıt-zel fiiller ve güzel sıfatlar mânâsına alınmalıdır. Hâfızüdditi
Nesefi (Rahimehullah); Tehiyyât sözle yapılan ibâdetler, salavât filî
ibadetler, tahiyyât da mâlî ibadetlerdir, demiştir.
Kaadi Beyzâvî salavât
ile tayyibât kelimelerinin tahiyyât üzerine matuf, yahut salavât kelimesinin
haberi mahzuf bir mübteda 0-labileceğini söylemiştir. Fakat Aynî salâvat ve
tayyibât kelimelerinin ayrı ayrı haberleri mahzuf birer müptedâ olduklarını
tercih eder. Bu takdirde mânâ:
«Salavat Allah'a
mahsustur; tehiyyât da Allah'a mahsustur»
demek olur; ve bu iki cümle
üzerine affedilir.
Nevevî: cümlesindeki
selâm lâfzının iki yerde de eliflâmlı ve eliflâmsız okunabileceğini, ancak
eliflâmla okunmasının efdal olacağını kaydetmiştir. Bu lisan itibarı ile caiz
olmakla beraber İbni Mes'ud hadîsinin hiç bir tarîkinde mezkûr kelime eliflâmsız
rivayet edilmediği için, namazda caiz değildir. Namazda bu kelime daima
eliflâmlı okunur. Yalnız hadîsin İbni Abbâs rivayetinde selâm kelimesi
eliflâmsız zikredilmiştir.
Tahiyyât okurken:
«Bilcümle tahiyyeler salâvat ve tayyibât Allah'a mahsustur, dedikten sonra,
birdenbire hitap gaipten muhataba çevrilerek;
«Selâm sana ey
Peygamber» şeklinde ifade edilmesi dikkate şayandır. Zira cümle gaibe hitapla
başlamış ve Peygamber'e de selâm denilerek yine gaibe hitapla sona erebilirdi.
Bu nükteye Tiybî ( . - 743) şu cevabı vermiştir:
«Biz Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellemy'va lâfzına aynen sahabeye öğrettiği şekilde tâbi
oluruz. Ehl-i irfanın tarikatı üzre şöyle de denilebilir; Namaz kılanlar
tahiyyât ile Melekût kapısının kendilerine a-çılmasını niyaz ettikleri vakit
«Hayyi-lâyemût» olan Allah-ü Zülcelâl'in harîmine girmelerine izin verilir de,
münâcaat sebebiyle feraha kuvu-şurlar. İşte bunun Nebiy-i rahmet olan Peygamberi
Zîşan (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) ve ona tâbi olmak sayesinde meydana geldiği
kendilerine ten-bih buyurulmuştur. O halet içersinde mü'minler baktıkları vakit
habîbin hareminde habîbi karşılarında görürler de; Selâm sana ey Peygamber, Allah'ın
rahmetleri ile bereketleri de sana!... diyerek ona yönelirler.»
Yine Tıybî 'nin
beyânına göre buradaki selâm kelimesinin eliflâmlı, yani nıa'rife olarak
zikredilmesi ya ahd-i zihnî, yahut ahd-i haricî içindir. Ahd-i zihnî takdirine
göre mânâ şudur: Geçen peygamberlere tevcih buyurulan şu selâm sana da tevcih
edilmiştir. Ey Peygamber-i Zîşan! Geçen ümmetlerin sülehâsına tevcih edilen bu
selâm, bize ve bil cümle din kardeşlerimize de teveccüh etmiştir.
Ahd-i haricî takdirine
göre buradaki selâm, Teâlâ hazretlerinin
«Allah'ın seçtiği has
kullarına da selâm olsun» âyet-i kerîmesine işârettir. Eliflâmm cins için
olması da muhtemeldir. Bu takdirde mânâ hakikatim ve kimden sadır olup kime
gittiğini herkesin bildiği selâm hem sana, hem bize olsun demektir. Berekât,
bereketin cem'idir. Bereket her şeyin çok hayrı demektir. Tıybî'ye göre,
bereket ilâhî hayrın her şeyde sübût bulması demektir.
«Selâm bize ve
Allah'ın salih kullarına» cümlesinden murad namaz kılmakta olan imam, cemâat
ve meleklerdir.
Salih: Gerek Allah
Teâlâ'nın, gerekse kullarının haklarına riâyet eden kimsedir. Salâh bir şeyin
kemal-i hali üzere istikâmetidir. Zıddına fesâd derler. Hakikî salâh ancak
âhirette olacaktır. Bazan dünyevî hallerde salâh ile vasıflanırsa da; bunlar
hiçbir zaman fesad şaibesinden hâli kalamazlar. Hâlis salâh âhirete ve bahusus
peygamberlere münhasırdır.
Hadîsteki cümlesi
cümleleri arasına sıkıştırılmış bir cümle-i mu'terizedir. Mezkûr cümle Allah'ın
kullarını, bilhassa meleklerini birer birer sayamayacaklarını; fakat «Allah'ın
sâlih kulları ifâdesi ile bütün meleklerin ve sair sâlih kulların ifade
edilmiş olacağını bildirmek içindir. Bu cümle Peygamber (Saîlalîahü Aleyhi ve
Seîlem) 'e mahsus olan «cevâmiu-1-kelim»
dendir.
Hadîsten çıkarılan
hükümler inşallah bundan sonraki İbni Abbâs rivayetinin şerhinde görülecektir
60- (403)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Mu hamme d b.
Bumh b. el-Muhacir dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Ebu'z - Zübeyr'den,
o da Saîd b. Cübeyr ile TâvusMan, onlar da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi
ki, İbni Abbâs şöyle demiş:
«Resul ül lalı
(Satiallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur ân'dan bir sûre öğretir gibi teşehhüdü
öğretir ve:
— «Mübarek tahiyyeler
salavât-ı tayyibât Allah'a mahsustur, selâm sana ey Nebiy! Allah'ın rahmetleri
ile bereketleri de sana!.: Selâm bize ve Allah'ın salih kullarına!... Ben
Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Mu-hammedin
Resûlüllah olduğuna şahadet ederim» buyururdu.
İbni Rumh'un rivayetinde
«Bize Kur'ân'ı öğretir gibi» ifâdesi vardır.
61- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû
Zübeyr Tâvus'dan, o da İbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize Kur'ân'dan bir sûre öğretir gibi
teşehhüdü öğretti» demiş.
Bu hadîsi Buhârî'den
maada bütün Sünen sahipleri tahrîc etmişlerdir. Neyevî'nin beyânına göre;
hadîsteki «Mübare-kât, salâvât, tayyibat kelimeleri baştaki tehiyyât üzerine
ma'tufturlar. Yalnız ihtisar için aralarından atıf harfi (vav) hazfedilmiştir
ki bu Arap lisanında caiz ve maruftur. Hadîsin mânâsı gerek tahiyyât, gerekse
ondan sonra zikredilen «Mübarekât, salâvât» ve «tayyibat» hep Allah'a
mahsustur» demektir.
1- Teşehhüd
hakkında muhtelif lâfızlarla Abdullah b. Mes'ud, Abdullah b. Abbâs, Ömer b.
H'a.ttâb, Abdullah b. Ömer, Âişe, Abdullah b. Zübeyr, Câbir b. Abdillah, Ebû
Saîd'i Hudrî, Ebû Muse'l Eş'ârî, Selman, Semura ve Ebû Humeyd (Radiyaîlahû
anhûm) hazerâtından hadîsler rivayet edilmiştir. Bunlardan Hz. Ömer hadîsini
Tahavî, Yûnus b. Abdi1a1â tarikiyle tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîste Ömer (Radiyallahû
anh)'in minber üzerinde cemaata teşehhüdü öğrettiği ve şöyle dediği rivayet
olunur:
— Tehiyyât Allah'a,
zâkiyât Allah'a, salâvat da Allah'a mahsustur; selâm sana ey Peygamber,
Allah'ın rahmetleri ile bereketleri de sana! Selâm size ve Allah'ın sâlih
kullarına! Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve
resulü olduğuna şahadet ederim» deyin.
Bu hadîsi İbni
Ebî Şey be ile
Abdürrezzak' dahi «Musannef» lerinde rivayet etmişlerdir. Hadîs mevkuf
ise de; onu Ebû Bekr b. Merdûye (Merdeveyh) «Kitabü't-Teşehhüd— ünde merfu'
olarak rivayet etmiştir. Abdullah b.
Ömer hadîsini Ebû
Dâvûd tahrîc etmiştir. Mezkûr
hadîste tehiyyâttaki
birinci şehâdetten
sonra «Bir olduğuna ve şeriki olmadığına» ibaresi ziyade edilmiştir. İbni Ömer
hadîsinin daha başka rivayetleri de vardır. Bunları Taberânî, Tahâvî ve Bezzâr
merfû' olarak tahrîc etmişlerdir.
Âişe (Radiyallahû
anha) hadîsini Beyhakî «Sünen» inde tahrîc etmiştir. Bu hadîsin bir
rivayetinde:
Bismillâhi, tahiyyât
A1Iah'a salâvat, Allah 'a, zâkiyât AlIah'a mahsustur. Ben Allah 'tan başka Allah
olmadığına Muhammed'in AlIah'in kulu ve resulü olduğuna şahadet ederim. Selâm
sana ey Peygamber!.. Al1ah’ın rahmetiyle
bereketleri de sana!» denilmektedir.
Abdullah b. Zübeyr
hadîsini Taberânî *el-Kebîr» ve «el-Evsat» nam eserlerinde îbni Lehîa tarikiyle
tahrîc etmiştir. Mezkûr hadîs bir hayli lâfız değişiklikleri ile rivayet edilmiş
ve bu tahiyyatın namazdaki ilk oturuşa mahsus olduğu söylenmîşse de Taberânî bu
hadîsi yalnız başına İbni Lehîa 'mn rivayet ettiğini söylemiştir. Bu zat
hakkında söz edilmiştir.
Câbir 1 Abdillah
hadîsini Nesâî, İbni
Mâce, Tirmizî ve Hâkim rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîsin başında
besmele, sonunda da: «Allah'tan cenneti diler, cehennemden de Allah'a
sığınırım» ziyadesi vardır. Bu hadîsi Hâkim sahih bulmuşsa da Nevevî,
«el-Hülâsa» nam eserinde onun merdûd olduğunu, Hâkim 'den daha büyük bir çok
hadîs imamlarının onu zayıf bulduklarını söylemiştir ki; Bunlar meyanında
Buhârî, Tirmizî, Nesaî ve Beyhakî de vardır. Ebû Saîd-i Hudrî hadîsini Tahavî
tahrîc etmiştir. Bu hadîs îbni Mes'ud hadîsine benzemektedir.
Ebû Mûse'l-Eş'ârî
hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd ve Taberânî tahrîc etmişlerdir. Müs1im'in rivayeti
babımız hadîsleri arasında az sonra görülecektir.
Muâviye (Radiyallahû
anh) hadîsini îbni Mes'ud hadîsine benzer bir şekilde Taberânî zikretmiştir.
Se1man (Radiyallahû
anh) hadîsini Bezzâr «Müsncd» inde Taberânî de «Mu'cem» inde Selemetü'bnü Salt
tarikiyle tahrîc etmişlerdir. Bu hadîs dahi İbni Mes'ud hadîsine benzemektedir.
Sonunda;
«Bunu namazında oku
ama ona bir harf ziyâde ve noksan etme!» denilmiştir. İsnadı zayıftır.
Semuratü'bnü Cündeb hadîsini Ebû Dâvûd tahrîc etmiştir. Bu hadîs te değişik
lâfızlarla rivayet edilmiştir. Ulemâdan bazıları isnadını zayıf bulmuşsa da, bu
söz doğru değildir. Hadîsin isnadı İbni-Hibbân'ın şartına göre sahihtir.
Ebû Humeyd hadîsini
Taberânî tahrîc etmiştir. Bazı lâfız farkları ile bu hadîs dahi îbni Mes'ud
hadîsi gibidir. Yalnız isnadı zayıftır.
Aynî'nin beyanına göre;
bu bâbda Hüseyin b. Ali, Talhatü'bnü Ubeydullah, Enes, Ebû Hüreyre, Fadl b.
Abbâs, Ümmü Seleme, Huzeyfe, Muttalib b. Rabîa ve îbni Ebî Evfâ (Radiyallahû
anhûm) hazerâtmdan da rivayetler vardır. Bunlarla teşehhüd hakkında hadîs
rivayet eden sahabenin adedi yirmi dördü bulur.
2-
Hanefîlerle, Hanbelîlere ve Cumhur'u Fukahâya göre teşehhüd hadîsleri
içerisinde tercihe şayan olanı îbni Mes'ud (Radiyallahû anh) hadîsidir. Hadîs
ulemâsının kavli de budur. Tirmizî: Teşehhüt hakkında Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet e-dilen en sahih hadîs îbni Mes'ud- hadîsidir.
Sahabe ve tabiînin ekseri ulemâsı Onunla amel etmişlerdir, demiş. Sonra Ma'mer
tarikiyle Hasîf'ten şu haberi rivayet etmiştir:
«Rüyamda Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve SeİIem) fi gördüm, kendilerine; Ümmet teşehhüd hakkında
ihtilâf ettiler, dedim. Resûlüllah
— «Sen Ibnİ Mes'ud
teşehhüdünü iltizam et» buyurdular.
Taberânî 'nin «Mu'cem»
inde Beşir b. Muhacir tarikiyle Ebû Büreyde 'den , onun da babasından
naklettiği bir hadîste, babasının Teşehhüd hakkında; İbni Mes'ud hadîsinden
daha güzel bir rivayet duymadım, dediği rivayet olunuyor. Hattâbî dahi
rivayetlerin en sahih ve senet itibarı ile en meşhur olanı İbni Mes'ud
teşehhüdüdür demektedir. Bunun sebebi Hz. İbni Mesud'un hadîsi merfu' olarak
rivayet etmesidir. Ebû Ömer, ekseri ulemânın İbni Mes'ud teşehhüdü ile amel
ettiklerini söyler. Nevevî dahi bu rivayetlerin içersinde en sahih olanı bütün
muhaddislerin ittifakı ile İbni Mes'ud hadîsidir. Sonra îbn i Abbas hadîsi
gelir diyor. Bezzâr teşehhüd hakkında en sahih hadîs İbni Mes'ud rivayeti
olduğunu söyledikten sonra, bu hadîsin ondan yirmi küsur tarikla rivayet
edildiğini bildirmiş ve bunların ekserisini saymıştır. Tahavî, İbni Mes'ud
hadîsini «Şerh-ıı Ma'ânil-Âsâr» adlı eserinde oniki tarikten rivayet etmiş ve o
babın sonunda; «Bundan dolayıdır ki biz Abdullah'm rivayet ettiğini müstahsen
bulduk» demiştir.
3- İmam
Mâlik, Ömer b. Hattâb teşehhüdünün efdal olduğuna kaildir. Çünkü Hz. Ömer bu
hadîsi minber üzerinde cemaata öğrettiği halde, bu babda kendisine hiçbir
î'tiraz ederi olmamıştır. Bu da onun tercih edileceğini gösterir. Bazıları
bunun tercih edile-miyeceğini söylemişlerdir. İbni Huz.eyme de bunlardan biridir.
tmam Şafiî
(Rahimehullah) îbni Abbâs teşehhüdünün efdal olduğuna kaildir. Çünkü onun
rivayetinde «Mühârekât» ziyadesi vardır. Fakat Hz. Şâfiî'ye cevaben bu ziyadenin
ihtilaflı îbni Mes'ud rivayetinin ise müttefekun aleyh olduğu söylenmiştir. İbni
Abbâs (Radiyaîlahû anh) hadîsini yalnız Müslim rivayet etmiştir. Binâenaleyh
tercihe şayan da îbni Abbâs hadîsi değil, ibni Mes'ud rivayetidir. Bir de îbni
Mes'ud hadîsi emir sigası ile vârid olmuştur. Başkalarının rivayetlerinde emir
sîgası yoktur. Şâfiî'nin tercihe sebep gösterdiği ziyadeyi bizzat îbni Mes'ud
hazretleri inkâr ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in sözü oldu,§unu
kabul etmemiştir.
İmam Mâlik
(Rahimehullah} hazretlerine dahî Hz. Ömer hadîsi mevkuftur. Merfu* hadîse
mukavemet edemez, diye cevap verilmiştir. «el-Hidâye» nam eserde: «îbni Mesud
teşehhüdü ile amel etmek evlâdır. Çünkü onun rivayetinde emir vardır. Emrin en
aşağı mertebesi istihbab bildirir...» denilmektedir.
4-
Teşehhüdün vacip olup olmaması ihtilaflıdır. İmam Şafiî ile ulemâdan bir cemaata göre, ilk
teşehhüd sünnet, son oturuştaki te-şehhüd vaciptir. Cumhur-u Muhaddisin her iki
teşehhüdün vacip olduğuna kaildirler. İmam
Ahmed b. Hanbel'e göre ilk
feşehhüd vacip, ikincisi farzdır.
Ebû Hanîfe, Mâlik
ve Cumhuru Fukahâya göre; her iki teşehhüd sünnettir. Yalnız İmam Mâlik 'ten bir rivayete göre, son teşehhüd
vâcibtir.
5-
Teşehhüdde gizli okumak sünnettir. Timizi'nin İbni Mes'ud (Radiyalîahû anh)
'dan bir rivayetinde bu cihet tasrih edilmiştir.
6- Namazın
sonunda gerek dünya, gerekse âhiret umuruna dair dua etmek caizdir. Şafiî'lerle
ekseri ulemânın kavli budur. İmam A'zam'a göre Kuran ve sünnette vârid olmayan
duaları okumak caiz değildir.
62- (404)
Bize Saîd b. Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd, Ebû Kâmil el-Cahderî ve Muhammed b.
Abdilmelik el-Emevî rivayet ettiler. Tâfi* Ebû Kâmil'indir. Dediler ki: Bize
Ebû Avâne, Katâde'den, o da Yûnus b. Cübeyr'den, o da Bıttân b. Abdillâh
er-Rakaaşî'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
— Ebû Musel-Eş'arî ile
birlikte bir namaz kıldım. Ka'deye sıra gelince; cemaattan biri: Namaz, sadaka
ve zekâtla birlikte mi ikrar «dundu? dedi. Ebû Mûsâ namazı eda ederek selâm
verince: kalktı ve (demin) şöyle deyen hangin izdi? diye sordu. Cemâat sükûtu
iltizam ettiler. Sonra tekrar: (demin) şöyle deyen hangin izdi? dedi. Cemâat
yine sükût ettiler. Bunun ü-zerine Ebû Mûsâ: Bunu galiba sen söyledin ya
Hıttân! dedi. Hıttân; Onuf ben söylemedim; beni azarlarsın, diye korktum dedi.
Müteakiben cemaattan biri; Onu ben söyledim. Ama bu sözle hayırdan başka birşey
kastetmedim, dedi. Bunun üzerine Ebû Mûsâ: Siz namazınızda ne diyeceğinizi
bilmiyor musunuz? Gerçekten Resûlüllah (SaîlalUıhü Aleyhi veSellem) bize hutbe
okuyarak sünnetimizi beyân ve namazımızı bize tâlim eyledi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurdular:
«Namaz kılacağınız
zaman saflarınızı düzeltin. Sonra içinizden biriniz
size İmam olsun. O
tekbir aidimi siz de tekbîr alın dedimi
sizde âmin deyin ki Allah duanıza icabet buyursun.
İmam tekbir alarak
röku'a gitti m İ siz de tekbir alın ve rükû' edin. Çünkü İmam sizden önce rükû*
eder; sizden önce rükû'dan doğrulur.»
Sonra Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle
devam etti:
«Bu bununla kapanır.
İmam dediği vakit sizde deyin Allah sizin bu sözünüzü kabul eder. Çünkü Allah
tebâreke ve Teâlâ, Peygamberi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dilinde
buyurmuştur. İmam tekbir alarak secdeye gitti m i sizde tekbir alın ve secdeye
gidin, zîra imam sizden önce secde edecek ve yine sizden önce secdeden başını
kaldıracaktır.»
Resûlüllah (Saîlallûhü
Aleyhi ve Sellem) (burada yine): «Bu
bununla kapanır. Oturuş anında sizden her hangi biriniz ilk sözü şu olsun
63- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. EM Arûbe rivayet etti. H. Bize Ebû Gâssân
el-Misma'î de rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize tshâk bin İbrahim
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr Süleyman et-Teymî'den naklen haber
verdi. Bunların hepsi Katâde'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet
etmişlerdir. Cerîr'in Süleyman'dan, o-nun
da Katâde'den rivayetinde şu
ziyade vardır:
«İmam okuduğu vakit
siz süsün!» Fakat hiç birinin hadîsinde: «Zira
AHah Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Settem)in dilinden buyurmuştur» ibaresi yoktur. Bu ibare sadece
Ebû Kâmirin yalnız başına Ebû Avâne'den rivayet ettiği hadîste mevcuttur.
Ebû İshâk demiştir ki:
Ebû'n-Nadr'ın kızkardeşi oğlu Ebû Bekr bu hadîs hakkında söz etti. Müslim ona:
Süleyman'dan daha beli
ey işlisini mi istiyorsun? dedi: Ebû Bekr ona şunu da sordu:
— Ya Ebû Hüreyre
hadîsine ne dersin? Müslim: O sahihtir, dedi. Ebû Bekr (İmam okuduğu vakit siz
susun) hadîsini kasdetmişti. Müslim de; o benim indimde sahihtir, cevâbını
verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr; Öyleyse onu buraya (kitabına) niçin koymadın?
dedi. Müslim: Ben kendimce sahih olan her şeyi bu kitaba koymuş değilim. Ben
buraya ancak u-lemânm ittifak ettikleri hadîsleri koydum, cevabını verdi.
64- (...)
Bize tshâk b. İbrahim ile İbni Ebî Ömer, Abdtirrezzâk'-dan, o da Ma'mer'den, o
da Katâde'den bu isnadla rivayet etti. Bu ha-disde de Ebû Mûsâ:
«Zİrâ Allah
(azze ve celi). Peygamber'i
(ScdMîahü Aleyhi ve Seltem)in dilinden : buyurdu.» demiştir.
«Namaz, sadaka ve
zekâtla birlikte mi ikrar olundu» sözünden murad, bunlar beraberce mî emredildiler?
demektir.
Besûlüllah (Sallalkthü
Aleyhi ve Seîlem) 'in «Bu bununla kapanır» sözünden murad: Rükû' tekbîrini
imamın tekbîrinden sonra almanız, rükû'u da imamın rükû'undan sonra yapmanız,
rükû'dan imamdan sonra doğrulmanız, imamın rükû'una müsavidir, demektir. Çünkü
cemâat rükû*a varma hususunda bir an imamdan geri kalırlarsa da doğrulurken de
geri kalmaları ile o an kazanılmış ve imamın rükûu ile cemâatin rükûları tamamen
müsavileşmiş olur. Ayni söz secde hakkında da vârid olmuştur. Bazıları «Buradaki
işaret namazın rabtına âiddir. Yani namazın sahîh olması ancak bu şekilde
imama tabi* olmakla sağlanır* demiş; bir takımları da işaretin «Amîn» sözünü
fatihanın sonuna bağlamaya âid olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Hadîsin bazı
rivayetlerinde tesmî'den sonra «Rabbena leke*l Hamd» bazı rivayetlerinde de
«Rabbena ve leke'I - Hamd» denileceği talim bu-yurulmuştur. Yanî rivayetlerin
bazısında (ve) ziyade edilmiş, bazısında edilmemiştir. Bu sebeple ulemâ her iki
vechin caiz olduğunu söylemig-lerdir.
63 numaralı hadîsin
sonunda zikri geçen Ebû îshâk Müs1im'den bu kitabı rivayet eden îbrahîm b.
Süfyân 'dır. Onun Ebû Bekr 'den naklettiği hâdise şudur: Ebû Bekr, îmam Müs1im'e
bu hadîsin sıhhatine dokunacak şekilde ta'n olunduğunu; buna ne diyeceğini
sormuş, Müslim de: Süleyman 'dan daha belleyişli râvi mi istiyorsun? diyerek
Süleyman'ın belleyiş ve zaptı kâmil bir râvfolduğunu, binâenaleyh başkasının
ona muhalefeti zarar vermeyeceğini anlatmak istemiştir.
Filhakika bu
hadîsteki: «İmam okuduğu vakit sîz susun» ziyadesi hadîs ulemâsı arasında
ihtilâfı mûcib olmuştur. Beyhakî'nin «Sü-nen-i Kebîr» inde Ebû Dâvûd 'dan
naklen bu ziyadenin mahfuz olmadığı kaydedildiği gibi, yine Beyhakî, Yahya b.
Ma-în, Ebû Hatim, er-Râzî, Dâre Kutnî ve Hâkim'in şeyhi Ebû Ali en-Nisâbûrî
'nin dahi mezkûr ziyade hakkında söz ettiklerini ve: «Mahfuz değildir,»
dediklerini rivayet eylemiştir. Süleyman Teymî bu ziyade hususunda Katâde'nin
bütün ravîlerine muhalefet etmiştir. Ebû Ali en-Ni'sâbûri; «Mezkûr râvilerin bu
ziyâdeyi zayıf bulmaları, Müslim'in onu sahih bulmasına tercih edilmiştir.
Bahusus Müs1im'in onu kitabına almaması da zayıftır diyenleri te'yid
sayılmıştır», demiştir.
1- Farz
namazları için cemâat emrolunmuştur. Bu hususta ulemâ arasında hilaf yok ise
de, emrin vücub mu, yoksa nedib mi ifade ettiğinde ihtilâf etmişlerdir. Bu
mesele inşaallah cemâat babında görülecektir.
2- Cemâatin
iftitah tekbîri imamın tekbîrinden sonra olacaktır. Nevevî'nin beyânına göre;
cemâat bir harf farkla imamdan evvel niyetlense, cemâatin namazı bilittifak
sahih olmaz. Çünkü henüz imam olmamış bir kimseye uymuş sayılırlar.
3- Cemâatin
imamın tekbîrinden sonra vakit kaybetmiyerek hemen tekbîr almaları müstehabdır.
Gecikmeleri namaza bir zarar vermese de, acele tekbîr almanın faziletinden
mahrum kalırlar.
4- Nevevî:
«Bu hadîste cemâatin imamla beraber âmin demelerine delil vardır» demektedir.
Âmîn: Kabul et mânâsına gelen bir ismi fiildir. Kelimeyi med ve kasırla okumak
caizdir.
5- Hadîs-i
şerifte cemâatin âmîn demelerine teşvik vardır.
6- İmamın
tesmîi aşikâr yapması gerekir. Hadîs-i şerîf, imamın yalnız «Semiallahü limen
hamiden», cemâatin da «Rabbena Lekel-Hamd»
diyeceklerine kail
olan Hanefîlere delildir. Şâfiîlere göre imam, cemâat ve yalnız kılan bunların
ikisini de söyler. Allahu â'lem.
65- (405)
Bize Yahya b. Yahya et-Temîmî rivayet etti. Dedi kî: Mâ-lik'e Nuaym b. Abdillâh
el-Mücmir'den dinlediğim, ona da Muhammed b. Abdillâh b. Zeyd el-Ensârî'ninki
bu Abdullah b. Zeyd namaz için Ezanı rü'yasında gören zâttır- Ebû Mes'ûd-ı
Ensârî'den naklen haber vermiş olduğu şu hadîsi okudum: Ebû Mes'ûd şöyle demiş:
— Biz Sa'd [20] b.
Ubâde'nin meclisinde iken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza
geldi. Beşir b. Sa'd kendisine: Allah Teâlâ sana salavât getirmemizi bize
emretti. Yâ Resûlüllah! Acaba sana nasıl sa-lâvât getireceğiz? dedi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sükût etti, O derece ki biz keşke Beşir sormamış
olsaydı diye temenni ettik;1 Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Allah'ım! Muhammed'e
ve âlî Muhammed'e, alî İbrahim'e satöt buyurduğun gibi salât eyle! Ve Muhammed
ile âl-i Muhammed'e, âl-i İbrahim'e âlemler içinde ihsan buyurduğun bereket
gibi bereket ihsan eyiel Zîra sen Hamid ve Mecîdsin; deyin. Selâmda bildiğiniz
gibidir» buyurdular.
66- (406)
Bize Muhammet! b. el-Müsennâ ile Muhammed b. Beşşâr rivayet ettiler. Lâfız
İbni'l Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be, Hakem/den rivayet etti. Demiş ki: İbni Ebî Leylâ'dan
dinledim. Dedi ki: Bana Kâ'b b. Ucrâ tesadüf etti de şunları söyledi: Sana bir
bediyye takdim edeyim mi? Bir defa Re-sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yanımıza çıktı da biz (kendisine Yâ Resûlâllah!) Sana nasıl selâm okuyacağımızı
öğrendik. Ama sana nasıl salât okuyacağız? dedik. Resûlüllah (Saîlalkıhü Aleyhi
ve Seüem) :
«Allah'ım! Muhammed'e
ve Al-i Muhammed'e, Al-i ibrahim'e Salât buyurduğun gibi salât eyle. Şüphesiz
ki sen Hamîd ve Mecîdsin. Yâ Rab Muhammed'e ve Al-i Muhammed'e, Âl-i İbrahim'e
ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle. Çünkü sen Hamîd ve Mecîd'sin;
deyin» buyurdular.
67 (...)
Bize Züheyr b. Harb ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî',
Şu'be ile Mis'ar'dan, onlar da Hakem'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet
ettiler. Yalnız Mis'ar'ın hadîsinde (Sana bir hediyye takdim edeyim mi?)
ibaresi yoktur.
68 (...)
Bize Muhammed b. Bekkâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Zekeriyyâ A'meş ile
Mis'ar'dan ve Mâlik b, Miğ'vel'den
bunların hepsi de Hakem'den naklen İm isnâdla bu ^pHîsin mislini rivayet
ettiler. Yalnız Hakem: -Allah'ım- demeyip (sâdece) «Muhammed'e bereket ihsan
eyle» demiş.
Bu hadîsi Buhârî Kitâbu
Ehâdîsi'l-Enbiyâ», «Kİtâbü't-Tefsîr-ve «KitâbüM-Daavât» da, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Nesas ve İbni Mâce de «Kitafafi's-SalftU da muhtelif râvilerden tahrîc
etmişlerdir.
Buharî’nin bir rivayetinde hadîsin metni şöyledir:
«Allah'ım! Muhammed'e
ve Ali Muhammed'e, İbrahimle Ali hîm'e eylediğin salât gibi salât eyle!
Şüphesiz ki Sen Hanûd'sin, Meâd'un Yâ Rab! Muhammed'e ve Âli Muhammed'e,
İbrahim'le Ali Ibrâhîaı'e ihsan ettiğin bereket gibi bereket İhsan eyle! Çünkü
Sen Haımd'sin, MeâcTsin.»
Hanefilerin namazlarda
ihtiyar ettikleri salavât budur.
Âl'in mânâsı ulemâ
arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre ondan rau-râd bütün ümmettir. Bir
takımları «Âl-i Resul, Benî Hâşim ile Benî Mut-talıp'tir» demir. Bazıları da,
bundan muradın Peygamber (SaBaUûhü Aleyhi ve Sellem) 'in zürriyeti ve Ehl-i
Beyt'i olduğunu Kİylemiglerdir. Nevevî (601 - 676) birinci kavlin muhtar
olduğunu bildiriyor. Bereketten mu-râd: Hayır ve kerametin ziyâdesidir.
Bazıları, hayır ve kerâmetde sebat ve devam demek olduğunu, bir takımları da
her türlü kusurlardan temizlemek ma'nâsına geldiğini söylemişlerdir. Şu halde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e salavât getirmekten maksad: «Yâ
Rabbi, Onun nâmı, sânını dünya ve âhiretde yüce kıl, da'vetini meydana çıkar;
şeriatını devam ettir; âhiretde ümmeti için ona şefaat hakkı ver; ecrini kat
kat ihsan eyle!» demek olur.
Ulemâdan bâzıları bu
hususta şunları söylemişlerdir;
«Allah Teâlâ
Hazretleri biz kullarına Peygamberce salavât getirmeyi emir buyurmuş; fakat biz
bu vacibi gereği kadar ifâ edemediğimiz onu Allah'a havale etmiş; Yâ Rab! Ona
sen salât eyle! Hem b (Aİeyhisselâm) *a nasıl salât buyurdunsa, ona da öyle
salât eyle! demişiz. Çünkü Kur*ân-ı Kerîmede Hz. İbrahim (Aieyhîsselâmyhakkmâaz
buyurulmuştur.»
«Allah'ın rahmet ve
bereketleri sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt!.. Şüphesiz ki Allah Hamîd ve
Mecîd'dir [21].»
Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)Hz. İbrahim'den efdâl olduğu halde neden ona İbrahim
(Aleyhisseîâm) gibi salavât niyaz edildiği ulemâ arasında ihtilaflı bir
meseledir. Kâadî Iyâz (476 - 544) in beyanına göre, bu hususda söylenen
sözlerin en güzeli şudur: Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu salâvâtı
kendisiyle Ehl-i Beyti için istemiştir. Tâ ki Allah Teâlâ kendisine tahsis
buyurduğu ni'metini, Hz. İbrahim ile onun Ehl-i Beytine nasıl tam olarak ihsan
etti ise öylece ihsan buyursun.
Bâzıları: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'm salâvât istemesi kendisi için değil
ümmetinedir» demiş; bir takımları, bundan murad: Ni'-metin kıyamete kadar
devamı olduğunu söylemişlerdir. «Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
bu şekilde salâvât istemesi, kendisinin İbrahim (Aleyhisseîâm) 'dan efdâl
olduğunu bilmezden önceye âidtir.» diyenler de olmuştur.
Aynî (762 - 855) : «Bu
mesele nakısı kâmile benzetme kabilinden değil, hâli bilinmeyen bir zâtı, hâli
ma'lûm olanla beyândır.» diyor.
Bu bâbda üç kavîl
rivayet olunur: Birinci kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
salâvât: «Ya Rab, Muhammed'e salât eyle!» cümlesidir. «Âl-i Muhammed'e dahî
İbrahim ve Âli İbrahim'e salât buyurduğun gibi salât eyle!» ifâdesi ayrı bir
cümledir. Yâni İbrâhîm ile Âl-i İbrahim'e İhsan buyurulan rahmetin misli
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine değil, ümmetine istenir.
İkinci kavle göre
ma'nâ: «Muhammed (Sallallahü A leyhi ve Sellem) ile Âline ihsan buyuracağın
rahmet, İbrâhîm ile onun Âline ihsan buyurduğun rahmet gibi olsun» demektir.
Bu kavle göre istenilen şey rahmetin mikdarında değil, aslında müşterek
olmaktır.
Üçüncü kavle göre:
Hadîsden murâd, zahirî ma'nâsıdır. Yâni «Yâ Rab, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) de İbrâhîm (Aleyhisseîâm) 'a ihsan ettiğin kadar rahmet ihsan buyur.»
demektir.
Âl'in ma'nâsı muhtar
kavle göre bütün ümmet olunca, «Âl-i İbrâhîm» tâbiri bir çok peygamberlere
şâmildir. «Âli Muhammed» de ise peygamber yoktur. Bu sebeble içlerinde yalnız
bir peygamber bulunan cemâat, bir çok peygamberleri ihtiva eden cemaata
katılmak istenmiştir. Resûliillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem): «Selâm da bildiğiniz gibidir.» buyurmakla tehiyyatdaki:
cümlesine işaret
etmiştir. Cümlesi «Selâm İse size Öğretildiği gibidir.» şeklinde mechûl
sîgasîyle de rivayet olunmuştur. Fakat ma'nâ birdir.
Hz. Beşîr'in : «Acaba
sana nasıl salâvât getireceğiz?» diye sormasının vechi de ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre «Salât sözü duâ ile rahmet ma'nâlajı arasında müşterek olduğu
için muradın ne olduğunu sormuştur. Filhakika mezkûr kelime Allah'a nisbet
edilirse rahmet, kula nisbet edildiği zaman duâ ma'nâlarına kullanılır. Bir
takımları: «Suâl sâlâtın nev'ine değil, sıfatına âiddir. Yâni, ne şekilde
salâvât getireceğiz demektir. Yoksa rahmet mi edelim, duâ mı? ma'nâsına
değildir. Çünkü rahmet etmek kulun elinden gelmez; kula emredilen şey duadır.»
demişlerdir. Suâlin namaz haricindeki salâvât hakkında sorulmuş olması da
mümkündür.
Ashabın: «Keşke Bişr
bu suâli sormasaydı!» temennisinde bulunmaları, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in canı sıkıldı zannettikleri içindir. Halbuki onun susması canı
sıkıldığından değil, vahiy beklediği içindi. Nitekim Taberînin rivayetinde:
-Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine vahiy gelinceye kadar
sustu.» denilerek bu ci het tasrîh edilmiştir.
Hamîd: Çok övülen,
yahut kullarının yaptıklarını çok öven; Mecîd: Kemâl derecesine varan mânâsına
gelirler. Bu cümleden murad: «Yâ Rab-bî, sen kullarına övülmeleri îcab eden
ni'metler in'âm ettin.» demektir.
1- Namazda
ikinci teşehhüdden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e salâvât
getirmenin hükmü ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Hanefilerle îmam Mâlik'e
ve cumhuru ulemâya göre sünnettir. İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbel farz olduğuna
kaildirler. Onlara göre salâvât terk edilirse namaz bozulur. Bu kavil Hz. Omer
ile oğlu Abdullah (Radiyallahû anhâmâ)'dan rivayet p-lunmuştur. Şa'b î'nin
mezhebi de budur. ,
Nevevî diyor ki: «Ulemâdan
bir cemâat, Şâfiî (Rahimehullah) 'm bu hususda icmaa muhalefet ettiğini
söylemişlerse de, onların bu kavli doğru değildir. Çünkü Şafiî 'nin kavli, Ş
a'b î'nin de mezhebidir...»
Bu hususda Kâadi lyâz
şunları söylemektedir: «Şafiî (Rahimehullah) şâzz olarak hareket etmiş ve:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSelIem) 'e salâvât getirmeyen kimsenin namazı
fâsid olur, demiştir. A-ma ondan önce buna kail olan bulunmadığı gibi, bu bâbda
tâbi olduğu bir sünnet de yoktur. Bu sebeble ulemâdan Taberî ile Kugeyrî'nin de
dah.il oldukları bir cemâat, Şâfiî'ye hucûm etmiş; hattâ kendi mezhebinin
ulemâsından Hattâbî dahi muhalefette bulunmuştur...»
Gerçi salâvâtın farz
olduğuna delâlet eden bazı hadîsler vardır. Far kat bu hadîslerin hepsi
zaiftirler. İbni Mes'ud, tbni Ab-bâs, Ebû Hüreyre, Câbir, Ebû Saîd-i Hudrî.Ebû
Mûse'l-Eş'arî ve Abdullah b. Zübeyr (Radiycdlahû anhûm) hazerâtından rivayet
olunan sahih hadîslerde ise farziyete delâlet eder bir cihet yoktur.
Nevevî, Şâfiîlerin,
buradaki Ebû Mes'ud hadîsiyle istidlal ettiklerini; ve bu hadîsin sahih
olduğunu söyledikten sonra ikinci bir delîl olmak üzere Ebû Hatim ile Ebû
Abdi11âh'ın «Sahih» lerinde, Fadâ1et ü'bnü Ubeyd (Radiyallahû anh) 'dan rivayet
ettiKleri şu hadîsi zikrediyor: «Resûlüllah (Sallallahü Akyhi veSellem) namaz
kılan bir adam görmüş. Bu zât Allah'a hamd ve tem-cidde bulunmamış; Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e de salâvât getirmemiş. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) de:
— Bu zât acele
etti; diyerek onu çağırmış, ve:
«Biriniz namaz kıldığı
zaman evvelâ Rabbine hamdü senada bulunsun; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'e salâvât getirsin; sonra dilediği duayı okusun!» buyurmuşlar. Nevevî,
Hâkim'in bu hadîs hakkında: «Müs1im'in şartı üzere sahihtir.» dediğini
kaydettfcden sonra sözüne devamla: «İşte bu iki hadîs bilicmâ' vâcib olmayan âl
ve zürriyete dua gibi şeylere de şâmil olmakla beraber, onlarla ihticâc etmek
yine imkânsız değildir; zîrâ emir vücûb ifâde eder; emrin şâmil olduğu bâzı
ferdleri başka bir delille vâcib olmaktan çıkarınca, geri kalan ferdleri vâcib
olarak kalır.» diyor.
2- Namaz
hâricinde salâvât getirmenin hükmü ihtilaflıdır. Hane-fîlerden Kerhî'ye göre
ömründe bir defa salâvât getirmek farzdır. Çünkü salâvât getirmek âyette mutlak
olarak emir buyurulmuştür. Mutlak emir, tekrar iktizâ etmez. Şemsül^Eimme
Serahsî bu kavli tercih etmiştir. Kemâl İbni Hûmâm da şunları söylemiştir:
«Dilin muktezası, salâvâtın ömürde bir defa farz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) her anıldıkça vâcib olmasıdır. Meğer ki bir mecliste bir kaç defa
anılmış olsun. Bu takdirde her anıldıkça salâvât getirmek (vâcib değil)
müstehâb olur. Bu bâbta söylenenler birbirini tutsun tutmasın sen^ bunu yap!..»
Tahâvî Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her zikredildik-çe salâvât getirileceğine kail
olmuştur. «et-Tühfe» sahibi Tahâvî'nin sözünü ihtiyar etmiştir.
Bir meclisde Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kaç defa anılsa, bâzılarına göre bir defa
salâvât getirmek kâfidir. «el-Mücteba» nâm eserde, her defasında salâvâtın
vâcib olduğu bildiriliyor. Kur'ân* okurken ve Cuma hutbesini dinlerken salâvât
getirmek vâcib değildir. Ulemâ bir meclisde zikrullâhın tekrariyle zikri
resulün tekrar edilmesi arasında fark görürler. Zikrullah için bir defa senada
bulunmak kâfidir; fakat salâvât öyle değildir. «el-Kâfî» adlı eserde bir defa
salâvâtın vâcib, her a-nıldıkça salâvât getirmenin mendûb olduğu beyân
edilmiştir.
Teşmît, yâni aksıran
kimseye «Yerhamükâllah» demek de salâvât gibidir. Bazıları üçe kadar teşmitin
vâcib olduğunu söylemişlerdir.
3- Verilen
emrin mâhiyetini anlamayan kimsenin onu sorması ve iyice anladıktan sonra ifâ
etmesi lâzımdır. Kâadî Iyâz'a göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e
sorulan salâvât meselesi, namaz dışındaki ve içindeki salâvâta ihtimâllidir;
fakat namaz içindeki salâvâta dâir olması daha akla yakındır. Nevevî, Müslim'in
de bu ihtimâli tercih ettiğini ve bu hadîsi onun için burada zikreylediğini söylüyor.
Fâide: Müs1îm'in bâzı
nüshalarında, son rivayetteki «Muhammed b. Bekkâr» yerine: «Bize bir
arkadaşımız rivayet etti» denildiği için, bazıları hadîsin «maktu'» olduğunu
söylemişlerse de bu doğru değildir. Çünkü maktu': Tâbiî'den önce senedinden bir
râvî düşen hadîsdir. Burada senedden düşen râvî yoktur. Olsa olsa rivayet yönünden
mechûl râvîsi bulunduğu söylenebilir.
69- (407)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ravh ile
Abdullah b. Nâfi' [22] rivayet
ettiler. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize Ravh, Mâlik b. Enes'den, o da
Abdullah [23] b. Ebî Bekr'den, o da
Babasından, o da Amr [24] b.
Süleym'den naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebû [25]
Humeyd-i Saidî haber verdi, ki ashâb Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
'e:
Yâ Re sula İlah, sana
.nasıl salâvât getireceğiz? demişler. Resûlüllah (Saliaüahü Aleyhi ve Sellem):
«Yâ Rabb! Muhammed'e
ve onun zevcelerile zürriyetine, Âl-i İbrahim'e ihsan buyurduğun salât gibi
salât eyle! Muhammed'e ve onun zevcelerile zürriyetine, Âli İbrahim'e ihsan
buyurduğun bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü sen Hamîd'sin, Mecîd'sin;
deyin.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî:
«Kitâbu'l-Enbiyâ» île -Kİtâbu'd-Deavât- da,
Ebû Dâvûd,
Nesaî ve tbni
Mâce «Kitâbu's-Salât» da
muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf, hüküm
i'tibâriyle yukarikiler gibidir. Yalnız bunda «Âli Muhammed» (Sallailahü Aleyhi
ve Sellem) zikredilmemiş; onun yerine Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevceleriyle zürriyetine
dua edilmesi emir
buyurulmuştur.
Buradaki rivayetlerin
hiç birinde Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e rahmet okumaktan
bahsedilmemiştir. Kâadî Iyâz'ın beyânına göre, bâzı garîb rivayetlerde bu da
vardır. Mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bir çoklarına göre
Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e rahmet okunmaz. İbni Abdilberr bu
kavli tercih etmiştir. Bazıları ona rahmet o-kumariın caiz olduğuna kaildirler,
ki Ebû Muhammed îbni Ebî Zeyd'in
mezhebi de budur.
Rahmet okunmaz,
diyenlerin delili, Peygamber (Sallailahü A leyhi ve Sellem) 'in salâvâtı öğretirken
rahmeti zikretmemesidir.
1- İmam
Ahmed b. Han bel ve Ulemâdan bir cemâat, babımız hadîsleriyle istidlal ederek
müstakilleri mü'mihlere salâvât getirilebileceğine kail olmuşlardır. Bir
delilleri de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in:
«Yâ Rabb! Âli Ebî
Evfâ'ya rahmet eyle!» hadîs-i
şerifidir. Onlar bunun: «..
«Sîze salât eyleyen o
ve onun melekleridir [26].»
âyet-i kerîmesine muvafık olduğunu söylerler.
Ekser-i ulemâya göre
peygamberlerden başkasma müstakilleri salâ-vât getirilemez. Meselâ: «Allahümme
sallı alâ Ebî Bekrin ve Ömer.»» denilemez. Ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seİiem) le birlikte, yâ-nî ona tebeân diğer mü'minlere de salâvât
getirilebilir. Nitekim babımız hadîsleri de bunu göstermektedirler. Bir de bu
gibi şeyler nakle mütevakkıftır. Selef-i sâlihînden böyle bir nakil yoktur.
Onlar salâvâtı peygamberlere, takdis ve tesbîhi Allah'a mahsus olmak üzere
kullanmışlardır. Allah Teâlâ hakkında; «Sübhânehû, Tekaddeset Esmâuhû,
Tebâreke ve teâlâ, Azze ve Celle» tâ'birlerini kullanmış; fakat Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında bunlardan hiç birini söylememişlerdir.
îmam Ahmed'le ona
muvafakat eden ulemânın istidlal ettikleri âyet ve hadîslerdeki salâttan murâd,
rahmet ve duadır. Çünkü o delillerde «Salât» lâfzı Allah'a ve Resulüne âiddir.
Allah ve Resûlü'nün sa-lâtlan ise kulların salâvâtı gibi ta'zîm ve tevkîr
değil, rahmet ve duâ ma'nâsına gelirler.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) *in âl-ü ezvacına ve zürriyeti-ne getirilen salâvât
müstakillen değil, ona tebeandır. Müstakillen öhna-mak şartiyle bu caizdir.
2- Bizim
Peygamberimizden başka peygamberlerle meleklere salâvât getirmenin hükmü dahî
ihtilaflıdır. Bâzılarına göre bizim Peygamberimizden başka hiç bir kimseye
mutlak surette salâvât getirilmez. Bunların delili, Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe
'nin tahrîc ettiği İbni Abbâs (Radiyallahû anh) hadîsidir. Mezkûr hadîsde Hz.
İbni Abbâs:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den başka hiç bir kimsenin bir kimseye salâvât
getirmesi icâbettiğini bilmiyorum.» "demiştir. İmam Mâ1ik'in kavli bu
olduğu söylenir. Böyle bir kavil, Ömer b. Abdü1âzîz (Radiyallahû anh) ile
Süfyân-ı Sevrî 'den de rivayet olunmuştur.
Bir takım ulemâya göre
tebean olmak şartiyle salâvât mutlak surette caizdir. Bu hususda
peygamberlerle şâir mü'minlerin farkı yoktur. Ancak müstakilleri Peygamberimiz
Muhammed Mustafa (SallallahÜ Aleyhi veSellem) 'den başkasına salâvât getirilmez.
İmam A'zam Ebû Hanîfe (Rahimehullah) 'in mezhebi de budur. Bunların delili
ashâb-ı kiramdan bu hususda bir nakil bulunmamasıdır. Peygamberânı İzam
(Aleyhimüsselâm) hazerâtına salâvât getirileceğini bildiren hadîsler de bu işin
tebeân yapılacağını gösterirler. Meselâ; Taberânî 'nin Hz. tbni Abbâs'dan
tahrîc ettiği merfû* bir hadîsde Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem)
«Bana salâvât
getirdiğiniz vakit, Allah'ın diğer peygamberlerine de salâvât getirin; Zira
Allah beni gönderdiği gibi onları da peygamber olarak göndermiştir.»
buyurmuştur. Yalnız bu hadîsin senedi zaîftir.
Tirmizî ile Hâki m'in
tahrîc ettikleri Hz. Alî hadîsinde de:
«Bana ve şâir
peygamberlere salâvât getir.» buyurulmuştur. Görülüyor ki, bu hadîsler şâir
peygamberlere müstakillen değil, bizim peygamberimize tebeân salâvât
getirileceğine delâlet etmektedirler. Ayni hadîsler Peygamberimiz (SallallahÜ
Aleyhi ve Setlem)'e tebeân meleklere salâvât getirilebileceğine de delildirler.
Çünkü Teâlâ Hazretleri meleklere de «Resul» unvanı vermiştir.
Ulemâdan bâzıları
gerek şâir peygamberlere, gerekse meleklerle müminlere mutlak surette, yani hem
doğrudan doğruya, hem de Peygamberimiz (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem)'e tebeân
salâvât getirilebileceğine kail olmuşlardır. Delilleri, babımızın
hadîsleridir.
3- Nevevî
'nîn beyânına göre peygamberlerden başkasına müstakillen salâvât getirmek
Şafiîye ulemâsı arasında ihtilaflıdır. Bazıları bunun edebi terk etmekten
ibaret olduğunu söylemişlerdir. Sahîh ve meşhur olan kavle göre ise kerâhet-i
tenzihiyye ile mekruhtur.
4- tmâmül
Haremeyn Cüveynî (419 - 478) şunları söylemiştir: «Salât» ile cSelâm»
lâfızları ayni ma'nâya gelirler. Binâenaleyh peygamberlerden mâada hiç bir
gâib hakkında «selâm» ta'bîri kullanılamaz. Meselâ: Ebû Bekr (Aleyhisselâm) t
Ali (Aleyhissetâm) denilemez. Fakat hâzırda, yâni yanındaki mü'minlerle
kabirlerdeki mevtaya «Es-selâmü aleyküm ve rahmetullah» denilir.
Şia'nın bir kolu olan
Zeydiyye fırkası Hz. Ali (Radiyallahû anh) hakkında (Aleyhissetâm) ta'birini
kullanırlar.
70- (408)
Bize Yâhyâ b. Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hucr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İsmail -ki İbni Ca'fer'dir- Alâ'dan, o da Babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim bana bir
salavât getirirsa Allah ona on salât eyler.» buyurmuşlar.
Kâadî lyâz'ın beyânına
göre bu hadîsin manâsı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bir defa
salâvât getiren kimsenin ecrini Allah Teâlâ kat kat verir demektir. Bu
takdirde hadîs
«Her kim bir iyilik
işlerse kendisine o İyiliğin on misli verilir.» [27]
âyeti kerîmesi
kabilindendir. Bazı müfessirler buradaki on tâbirinden hususî adet değil,
çokluk kastedildiğini söylemiş ve buna;
«Mallarını Allah
yolunda harcıyanların hâli yedi başak suren ve her başakda yüz tane bulunan bir
tohumun hâli gibidir. Allah dilediğine kat kat verir.» [28]
Âyet-i kerîmesiyle istidlal etmişlerdir. Diğer xnü-fessirlere göre âyetteki
ondan murâd en az mikdarı beyândır. Yânî bir iyilik yapana en az on sevap
verilecek demektir ki, zahir olan mânâ da budur. Maamafih hadîsteki «Salât» dan
zahirî ma'nâsı kastedilmiş de çalabilir. Yani Teâlâ hazretleri melekler
arasında o kulunun şân-u şerefini göstermek için onlara işittirecek bir kelâmla
ona rahmet buyurmuş olabilir. Niiekim bir hadîsde:
«Eğer kulum beni
cemâat içinde anarsa ben o kulumu o cemâatdan daha hayırlı bir cemâat İçinde anarım.»
buyurulmuştur.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e salâvât ve gibi sözlerle olur. Bir kimse «Yarabbî
Muhammed'e yüzbin sâlât eyle» dese acaba fi'len yüzbin defa salâvât getirenler
kadar sevaba nail olur mu? Bu suâle bâzıları olmaz, cevâbını vermişlerdir.
Ancak onlara göre de bu salâvâttan kazanacağı sevap bir tek salâvlt sevabından
kat kat fazladır. Yalnız bilfiil yüzbin. salâvât getiren derecesine varamaz.
71- (409)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Malik'e, Sumenden dinlediğim, onun
da Ebû Sâlih'den, onun da Ebû Htireyre'den naklen rivayet ettiği şu hadisi
okudum: ResûlüUah (Sallaltahü A leyfıi ve Sellem) :
«İmam Semiallahulimen
hamideh dediği vakit sizde, Allah ümme Rabbena lekelhamd deyin. Çünkü bir
kimsenin sözü meleklerin sözüne uyarsa o kimsenin geç mi? günahları
affolunur.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâkub, yâni tbni Abdirrahmân,
Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hürey-re'den, o da Peygamber (Sallallûhü
Aleyhi ve Seliem) 'den naklen Sümey [29] hadîsi
manâsında rivayette bulundu.
72- (410)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e tbni Şihâb'dan dinlediğim,
onun tta Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû SelemetüTraü Abdirrahman'dan naklettiği, onların
da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdikleri şu hadîsi okudum: Resûlüllah (SalLülahü Aleyhi ve Setlem) :
«imam Amîn dediği
vakit siz de Amin deyin; zira bir kimsenin Amîn demesi meleklerin Amin'ine
tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günah lan affolunur.» buyurmuşlar.
tbnl Şihâb:
«Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve Sellem) Âmin derdi.» demiştir.
73- (...)
Bana HanneletuTmü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana
tbnül-Müseyyeb ile Ebû Selemetübnü Ab-dirrahmân haver verdi ki, Ebû Hüreyre:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim.» diyerek Mâlik'in
hadisi gibi rivayette bulunmuş; valnız râvi tbni Şihâb'm sözünü zikretmemiş.
74- (...)
Bana Harmeletü'bnti Yahya rivayet etti. (Dedi İsi): Bana tbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Amr haber verdi. Ona da Yûnus, Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etmiş ki, Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namazda Amin
dediği vakit gökteki melekler de Amîn der ve bunların her ikisi, birbirine
tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günahla» affolunur;» buyurmuşlar.
75- (...)
Bize AlM-ıIlah b. Meslemet'el-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mugîra,
Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rac'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Biriniz Âmin dediği
vakit gökteki melekler de Amin der ve her ikisi birbirine tesadüf ederse o
kimsenin geçmiş günâhları affolunur» buyurdular.
(...) Bize
Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdÜr-rezzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Setle/n)*'den naklen bu hadîsin mislini rivayet
etti.
76- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ya-kûb, yâni İbni
Abdurrahman, Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Okuyan imam dediği
vakit arkasında ki de
Amin, der ve sözü Ehl'i Semânın sözüne tesadüf ederse geçmiş
günâh lan affolunur.» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbül Ezan» in muhtelif yerlerinde, E -bû Dâvûd, Tirmizî, ve Nesâî
«Kitâbü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin bütün
rivayetleri fatihadan sonra cemâatin âmin demelerinin, bir rivâyetde rükû'dan
doğrulduktan sonra «Rabbena lekel-hamd» demelerinin mendub olduğunu
göstermektedir.
Âmîn kelimesi,
bazılarına göre imâle ile de okunur. Bu kelime «A-min», «Ammin» ve «Ammîn»
şekillerinde de okunmuşsa da, bunların hepsi şâzz ve merdüttür. Bilhassa şedde
ile «Âmmin» okumak, dört mezhep ulemâsınca hata sayılmıştır. Hattâ Şâfiîlerden
bununla namazın bozulacağını söyliyenler olmuştur. Hanefîîerin «Et-Tecnîs»
adlı fıkıh kitabında: «Bir kimse namazında Âmin'i Teşdîd ile okusa namazı
bozulur.» denilmiştir. «El-Hidâye» sahibi dahi: Amini teşdîdle okumak fahiş
bir hatadır.» diyerek buna işaret etmiştir. Filhakika İmam Â'zam'a göre, Amini
şeddeyle okumak namazı bozar, tmameyn'e göre bozmaz; çünkü Kur'ân'ı Kerîm'de
«Âmmîn» kelimesi vardır. Fetva îmameynin "kavline göredir.
Arapça'da Âmin
kelimesine uyan bir vezin yoktur. Bu kelime vezin itibarı ile Hâbi1 ve Kâbi1
gibidir. Onun için bazıları onun a-sıl itibarı ile yabancı bir kelime olduğunu
iddia etmiş, bir takımları da aslının «Ya Allah istecib düâ ena» olduğunu
söylemişlerdir. Ulemâdan bazıları, kelimenin kasır'la «Amin» okunmasını kabul
etmemiş: «Maruf vec-hi medle Âmîn okumaktır.» demişlerdir.
Abdürrezza'k'm Hz. Ebû
Hüreyre'den zayıf bir isnadla rivayet ettiği bir hadîse göre, Âmin kelimesi
Allah'ın isimlerinden biridir. Tabiinden Hilâl b; Yesâf 'dan da böyle bir rivayet
vardır. Fakat Nahiv ulemâsına göre Âmîn ism-i fiîl'dir. Vasıl halinde kolaylık
olmak üzere nûnu üstün okunur.
Âminin mânâsı hakkında
bir çok sözler söylenmiş, ez cümle: Öyle olsun, kabul et, ümidimizi haybete
(hüsrana) uğratma, buna senden başkası kâadir olamaz, mânâlarına geldiğini
söyleyenler bulunduğu gibi; «Âmin, Arş-ı alâ definelerinden bir definedir, onun
mânâsını Allah'tan başka bilecek yoktur.» diyenler de olmuştur. Kelime medd ve
şedde ile okunursa «seni kastederek» mânâsına geleceği Cafer-i Sâdık
hazretlerinden rivayet olunmuştur. Kasır ve şedde ile okunduğu takdirde
aslının İbranî veya Süryânî olduğu söylenir.
«El-Müctebâ» nam
eserde, şöyle deniliyor: «Âmînin Kur'ân'dan olmadığına hüâf yoktur. Hattâ onun
Kur*ân'dan olduğunu iddia edenin dinden irtidâdına hükmolunmuştur. İmamın,
cemaatın, yalnız kılanın ve namaz dışında fatiha okuyanın Âmin demesi
sünnettir. Fatihadan sonra sûre okunacağı zaman Âmin denilip denilmiyeceği
hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Esah olan kavle göre Âmin denilir.»
Geçmiş günahların affından maksad, küçük günahlardır.
1- Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tesmi' ile tâhmidi İmamla cemâat arasında taksim
etmiştir. Binâenaleyh imamın yalnız «Semi Al-lahü limen ha mi deh» demesi
«Rabbena lekel-hamd» cümlesini de yalnız cemâatin okuması gerekir. Çünkü
taksim, ortaklığa münâfîdir. Hanefîle-rin mezhebi de budur.
2- Fatihadan
sonra Âmin demek mutlak surette müstehâp ise de bunun gizli mi, yoksa aşikâre
mi okunacağı ihtilaflıdır. Hanefîlere göre Âmin dâima gizli okunur. Bir
rivayette imam Mâli k'in mezhebi de budur. Diğer bir rivayete göre imam Mâlik
cehri namazlarda imamın Âmin demiyeceğine kail olmuştur.
Şâfiîlere göre, gerek
cemaatla, gerekse yalnız kılınan namazlarda Âmini aşikâre okumak sünnettir.
Bu bâbda her iki
ferike delîl olacak bir çok hadîsler rivayet edilmiştir. Nevevî (631 - 676)
babımız hadîsiyle istidlal ederek-: «Bu hadîs-de cemaatla imamın hep birlikte
Âmin demelerine açık delîl vardır.» demişse de, bilâkis hadîs, cemâatin
imamdan sonra Âmin diyeceklerini göstermektedir. Çünkü cemâatin Âmini, imamın
sözü üzerine (f) haifi ile atfedilmiştir. Mezkûr harf ta'kîp ve tertibe delâlet
eder. Binâenaleyh evvelâ imam, onun hemen arkasından da cemâat Âmin
diyeceklerdir.
3- Resûlülah
(Satlallahü Aleyhi veSellem)'in: «Bir kimsenin âmin demesi meleklerin âminine
tesadüf ederse...» buyurmasından murâd: Birlikte âmin demeleridir. Nevevî:
«Sahih ve doğru olan da budur.» diyor.
Kâadî Iyâz'a göre bu
cümlenin mânâsı âmîn'în sıfat, huşu' ve samimiyet hususunda meleklerin âminine
uymasıdır.
Buradaki meleklerden
murâd, bazılarına göre Hafaza melekleridir. Daha başka melekler olduğunu söyleyenler
de vardır.
1bni Şihâb'ın:
«ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) âmin derdi.» sözünden murâd; Onun bu
sîgayı kullandığını anlatmaktır.
4- Nevevî'ye göre bu hadîs namazda fatiha
okunacağına delildir. Çünkü âmin ancak fatihadan sonra denir.
77- (411)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Said, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe,
Amrûn-Nâkid, Züheyr b. Harb ve Ebû Kûreyb toptan Süf-yân'dan rivayet ettiler.
Ebû Bekir dedi ki: Bize SÜfyân b. Uyeyne, Züh-rî'den rivayet etti. Demiş ki;
— Enes b. Mâlik'i
şöyle derken işittim; Peygamber (Saüallahii Aleyhi ve Seîlem) bir attan düştü
de, sağ tarafı zedelendi. Bunun üzerine Uz onu ziyaret için yanına girdik.
Derken namaz vakti geldi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize oturarak
namaz kıldırdı, biz de arkasında oturarak kıldık. Namazı bitirince şöyle
buyurdular:
«imam ancak kendisine
uyulmak için imam olmuştur. Binâenaleyh o tekbîr aldığı zaman sizde tekbîr
alın, secde etlimi siz de secde edin, başım kaldırdı m ı sizde kaldırın. İni a
m Semİallahu limen hamideh elediği vakit siz: Rabbena veleke'l - hamd deyini
İmam oturarak kılarsa sizde toptan oturarak kılın.»
78- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rumh
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys, İbni Şihab'dan, o da Enes b. Mâlik'den
naklen rivayet etti. Enes:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seüem) bir af dan düştü de, vücûdtt incindi. Bu sebeple
bize oturarak namaz kıldırdı.» demiş, sonra yukarda-ki hadîs gibi rivayette
bulunmuş.
79- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki): Bana Tunus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Enes b.
Mâlik haber verdi ki:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir attan
düşerek sağ tarafı zedelenmiş. Râvî yukarkilerin hadisleri gibi rivayet etmiş
ve:
«İmam ayakla kıldığı
zaman sizde ayakta kılın» cümlesini ziyâde eylemiştir.
80- (...)
Bize tbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'n b. îsâ, Mâlik b.
Enes'den, o da Zührî'den, o da Enes'den naklen rivayet etmiş ki:
— Resûlüllah
(Salküîahü Aleyhi ve Sellem) bir ata binmiş ve ondan düşerek sağ tarafı
zedelenmiş. Râvî bunu da yukarkilerin hadîsleri gibi rivayet etmiş. Bu hadîste
dahi:
«(mam ayakta kıldığı
vakit sizde ayakta kılın.» cümlesi vardır.
81- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdtir-rezzâk haber verdi.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Zürî'den naklen haber verdi. Zührî, bana Enes haber
verdi ki, Peygamber (Salîalîahû Aleyhi ve Sellem) atından düşerek sağ tarafı
zedelenmiş, diyerek hadîsi rivayet etmiştir. Bu hadîste: «Yûnus ve Mâlik»
ziyâdesi yoktur.
82- (412)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdetu'bnü Süleyman,
Hİşâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş: Resûlüllah (SalhilahÛ Aleyhi ve Sellem) hastalandı da, yanma ashabından
bir takım kimseler kendisini dolaşmak i{in girdiler, müteakiben Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak namaz kıldı. Onlar da ayakta kendisine
uyarak namaz kıldılar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara
otarmalarını işaret etti. Onlar da oturdular. Namazdan çıkınca Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İmam ancak kendisine
uyulmak için İmam yapılmıştır. Binâenaleyh o rükû' ettiği vakit sizde rükû'
edin rükû'dan basını doğrulttu mu sizde başlarınızı kaldırın. İmam ourarak
kılarsa sizde oturarak kılın.» buyurdular.
83- (...)
Bize Ebû'r-Rabî' ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki):Bİze Hammâd (yâni tbni
Zeyd) rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Nümeyr
rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti, dedi ki: Bize babam rivayet etti. Bunların hepsi Hişam b.
Urve'den bu isnadla bu hadîsin misimi rivayet etmişlerdir.
84- (413)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhanımed b. Rumh
da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Efaû'-z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen
haber verdi. Câbir şöyle demiş: Bj-sûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem)
hastalandı, biz de o oturduğu haWe arkasında namaz kıldık. Ebû Bekir Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve $elİcm) 'in tekbîrini cemaata duyuruyordu.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) (Bir ara) bize bakarak ayakta kıldığımızı gördü, hemen bize
işaret etti. Biz de oturduk ve namazımızı ona uyarak oturduğumuz yerden
kıldık. Selâm verince şöyle buyurdular:
«Demin nerdeyse
İranlılarla, Romalıların yaptığını yapıyordunuz. Onlar ki railan otururken
ayakta dururlar. Siz öyle yapmayın İmamlarınıza uyun. Şayet İmam ayakta kılarsa
sizde ayakta kılın oturarak kılarsa sizde oturarak kılın.»
85- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Humeyd b. Abdirrahman
Er-Ruâsî [30], babasından, o da
Ebû'Z-ZÜbeyr'den, o da Câbir'den naklen haber verdi. Câbir:
«Bize Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , arkasında Ebû Bekir olduğu halde namaz
kıldırdı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekbir aldığı vakit Ebû
Bekir de bize işittirmek için tekbir alıyordu» demiş, sonra hadisi yukardaki
Leys hadîsi gibi rivayet etmiş.
86- (414)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mugîra (yâni El-Hizâmî)
Ebû'Z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki;
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«İmam ancak kendisine
uyulmak için imamdır. Şu halde sîz ona muhalefette bulunmayın; o tekbir aidimi
sizde tekbir alın. Rükû ettİmİ sizde Ru-kû'a gidin İmam: Sem ia I la hû limen
ham id eh dediği vakit, siz: Allahümme
Rabbena Leke'l-hamd
deyin. Secde eltimi sîzde secde edin. O oturarak kıldığı zaman sizde hepiniz
oturarak kılın.»
(...) Bize
Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdür-rezzak rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seiiem) 'den naklen tu hadîsin mislini rivayet
etti.
87- (415)
Bize İshak b. İbrahim ile İbni Haşrem rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsa b.
Yûnus haber verdi. (Dedi ki): Bize A'meş, Ehû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Seiiem) bize öğretir, ve:
«İmamdan önce
davranmayın; o tekbir aidimi sizde tekbir alın; dedimi sizde âmin deyin rükû'
ettiği vakit sizde rükû' edin! Semiallahu limen hamideh dediği vakit siz:
Allahumme Rabbena leke'l-hamd deyin» buyururdu.
(...) Bize
Kuteybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani De-râverdi), Süheyl b.
Ebî Sâlih'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Seiiem) 'den naklen yukarki hadis gibi rivayette bulundu. Yalnız: dediği
vakit siz âmin deyin» cümlesini söylemedi. Fakat:
«Ondan önce başınızı
kaldırmayın» cümlesini ziyade etti.
88- (416)
Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu-hammed b. Câ'fer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Şu'be, Yala [31] dan
- M İbni Atâ'dır - rivayet etti. O da Ebû Alkame'den işitmiş. O da Ebû
Hüreyre'-yi şöyle derken dinlemiş: Resûlüllah (SaUaltahü Aleyhi ve Sellem):
«İmam ancak bir
kalkandır. O oturarak namaz kılarsa sizde oturarak kılın SemiaIlahuIi men
hamideh dediği vakit siz Allahumme rabbenâ leke'l-hamd deyin, Şayet yeryüzündekilerin
sözü gök ehlinin sözüne tesadüf ederse o kimsenin geçmiş günahtan affolunur.»
buyurdular.
89- (417)
Bana Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb, Hayve'den rivayet
etti. Ona da Ebû HÜreyre'nin azatlısı Ebû Yûnus rivayet etmiş. Demiş ki:
— Ebû Hüreyre'yi
Resûlüllah (Saîlalîahü Aleyhi ve Sellem)
Men naklen rivayet ederken
dinledim. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) söyle buyurmuşlar:
«İmam ancak kendisine
uyulmak için imam yapılmıştır. Binaenaleyh o tekbir aidimi sîzde tekbir alın;
RukC'a g'rttimi sizde rükû' edin; Semiallah ümen hamiden dediği vakit siz:
Allahümme Rabbena lekeVhamd deyin imam ayakla kılarsa sizde ayakta kılın;
oturarak kılarsa siz de hepiniz oturarak kılın.»
Bu hadîsin rivayetleri
muhtelif olsa da, mânâ itibariyle hepsi bir araya varmaktadır. Buharî onu
«Kitâbü'1-Ezân» m muhtelif yerlerinde ve «Kitâbü't Tefsir» de, Ebû Dâvudda
-Kitâbü's-Salât» ta tahrîc etmişlerdir. Muhtelif rivayetlerin mecmuundan
anlaşıldığına göre Besûlüllah (SaUailahü Aleyhi ve Sellem) atdan düşerek bir
hurma kütüğüne çarpmış ve ayağı çıkmıştır. Bunun üzerine Ashâb-ı Kiram onu
ziyarete koşmuşlar. Namaz vakti gelince Resû1ü1Iah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) oturduğu yerden imam olarak kendilerine namaz kıldırmış ve Ashabın ayakda'
kıldıklarını görünce, oturmalarına işaret buyurmuş. Onlarda oturarak
kılmışlardır. Muhtelif rivayetlerin ifâde ettiği vak'aların ayrı ayrı vuku
bulmuş olmaları da ihtimâl dahilindedir. İbni Hibbân'in ifadesine göre, bu
vak'a hicretin beşinci yılında olmuştur.
Yine rivayetlerin
mecmuundan anlaşılıyor ki, bu namaz mescidde değil, Hz. Aişe'nin evinde
kılınmıştır. Rivayetlerin bazısında Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in namazı tamamlamak için kendi yerine Hz. Ebû Bekir'i geçirdiği dahi
zikredilmiştir. Burada Ebû Bekir (Radtyallahû anh)\ geçirdiğinden
bahsedilmemiştir. Onun için Kâad! Iyâz: «Anlaşılan Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) namazı Hz. Âişe'nin evinde kıldırmış. Yanında bulunanlar içeriden,
mesciddekiler de dışarıdan kendisine uymuşlardır.» demiştir. Kâadî'nin
söylediği, ihtimal dahilinde olduğu gibi, Besûlüllah (SaBallahÜ Aleyhi ve
Sellem) kendi yerine başkasını geçirmiş, fakat bu cihet bize nakledilmemiş
olması da mümkündür.
Kılman namazın farz
veya nafile olduğu dahî ihtilaflıdır. Kurtubî Ashâb-ı Kiramın yalnız farz
namazlar için cemaata gelmeyi âdet edindiklerine bakarak, buradaki namazın farz
namaz olduğunu söylemiş, fakat Kaadı Iyâz o gün kılınan namazın nafile namaz
olduğunu İbni Kaasim'den nakletmiştir.
Hz. Aişe'den rivayet
edilen bir hadîsde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı oturarak
kıldığı, cemaatin ise ayakta eda ettikleri bildirilmiş ise de, ulemâ bu hadîse
muhtelif vecihlerden cevap vermişlerdir. Şöyle ki:
(1) Hadîsin
kitabımızdaki Enes rivayetlerinde kısaltma vardır. Hz. Enes gördüğü hâli, yâni
ashab'ın oturarak kıldıklarını rivayet etmiştir.
(2) İhtimal
o namaza ashabdan bazıları oturarak niyetlenmiş, Hz. Enes bunu rivayet etmiş,
bazıları da ayakta niyetlenmiş ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
işaretiyle onlar da oturmuşlardır. Hz. Âişe'nin rivayet ettiği de budur.
(3) Ulemâdan
bazıları, vak'anın müteaddid olduğuna ihtimal vermektedirler. Bazıları bu
ihtimali uzak görmüşse de Buhârî sarihlerinden Aynî bilâkis birinci ve ikinci ihtimalleri zayıf,
üçüncü ihtimali daha kuvvetli bulmuştur.
Ebû Davud'un Hz.
Câbir (Radiyallahû anh) 'dan
rivayet ettiği bir hadîs de, üçüncü ihtimali te'yid eder mahiyettedir. Çünkü
mezkûr hadîsde Ashabın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i iki defa
ziyaret ettikleri, bunların ikisinde de onlara namaz kıldırdığı; Fakat birinci
defada kılınan namazın nafile olduğu, bunu as-hab ayakta, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak kıldıkları, ikinci defa kıldırdığı namazın
farz olduğu ve ashab-ı ayakta görünce o-turmalarını işaret ettiği
bildirilmektedir.
«İmam oturarak kılarsa
sizde oturarak kılın» cümlesinden murâd, bazılarına göre teşehhüd ile iki
secde arasındaki oturuşdur. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu
cümleyi rükû' ve sücûd meselesinden sonra zikretmiştir. Binâenaleyh mezkûr
emir, iki secde arasında ashabı ki-râmm Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i ta'zim için ayağa kalktıklarına, onun da oturmalarına işaret
buyurmasına hami olunur. Ashabın ayağa kalkmalarını Acemlerle, Romalıların
krallarına karşı ayakta durmalarına benzetmesi de buna delâlet eder. Ancak
îbni Dakîki'lîd bu tevcihi doğru
bulmamış, hadîsin siyakını ona muhalif görmüştür.
1- Oturarak
kılan İmamın arkasındaki cemâat ayakta namaz kılabilirler. İmam-ı Â'zam, Ebû
Yûsuf, Şafiî, Evzâî' ve bir rivayette İmam Mâ1ik'in mezhepleri budur. Delilleri
Buhârî 'nin tahrîc ettiği Hz. Â işe rivayetidir. Mezkûr ha?-dîste Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hastalığında oturarak i-mam olduğu, Ebû
Bekir'in kendisine uyduğu, cemâatin da Ebû Bekir'in namazına uydukları
bildirilmektedir. Bu *zevat cemâatin da oturduklarını bildiren rivayetlerin
mensûh olduğunu söylerler.
Onlara göre Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in İmam olarak en son kıldırdığı namazda kendisi
oturmuş, cemâat ayakta kalmışlardır. Bir de cemaata oturmalarını işaret ettiği
namaz nafile idi. Farz namazlarda caiz olmayan bazı husûsat nafilelerde caiz
olabilir. Nitekim hadîsin bazı tarîklerinde bu cihet tasrih edilmiştir. Ebû
Davud'un «Sünen» inde Hz. Câbirden
tahrîc ettiği bir hadîsde:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'de atına bindi de; at onu bir hurmanın
köküne düşürdü, bu sebeple ayağı çıktı. Biz kendisini dolaşmağa geldik, onu Âişe'nin
mutfağında oturmuş namaz kılarken bulduk. Biz de arkasında ayakta ona uyduk.
Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize ses çıkarmadı, başka bir defa
ziyaretine geldiğimizde oturduğu yerden farz namazı kıldı. Biz de arkasında
ayakta ona uyduk, bu defa bize oturmamızı işaret buyurdu. Biz de oturduk.
Namazı bitirince bize:
«imam oturarak kıldığı
zaman siz de oturarak kılın; o ayakta kılana siz de ayakta kılın; Acemlerin
büyüklerine karşı yaptıkları gibi hareket etmeyin.» buyurdular» denilmektedir.
Ayni hadîsi tbni Hibban dahî «Sahih» inde bu şekilde rivayet etmiş, sonra
şunları söylemiştir. «Bu haber gösteriyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in oturduğu yerden ayaktaki ashabına namaz kıldırdığını bildiren Enes
hadîsindeki namaz, nafile namazmış. Farz kıldırdığı zaman ashaba oturmalarını
emretmiş, onlar da oturmuşlardır. Binâenaleyh buradaki emir, fazilet için
değil, farz bildiren bir emirdir.» Farz namazlarda caiz olmayan bazı şeylerin
nafilelerde caiz olduğu Hz. Enes'den rivayet edilen şu hadîsten de
anlaşılmaktadır. Enes (Radiyallahû arttı) «Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) sakın namazda bakınma. Çünkü bu helake sebeptir. Eğer bakınmak
zarurî ise, hiç olmazsa farzda değil nafile namazda olsun.» buyurdular, demiştir.
Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiş ve: «Hasen bir hadîstir» demiştir.
Hanefîlerden İmam
Muhammed ile İmam Mâ1ik‘in meşhur kavline göre, ayakta namaz kılan cemâatin
oturarak kılan İmama uyamayacaklarına kail olmuşlardır. Onlar bu hususta
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nakledilen şeylerin kendisine
mahsûs olduğunu söylemişlerdir. İmam Muhammed, Dâre Kutnî ile Beyhakî'nin
tahrîc ettikleri merfû bir hadîsle de istidlal etmiştir. Bu hadîste Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Sakın benden sonra
biriniz oturarak İmam olmasın» buyurmuştur. Ancak hadîs zayıftır.
2- Hadîsin
bütün rivayetleri cemâatin imama tâbi olmaları vücû-buna delâlet etmektedir.
Tâbi olanın şanı metbûunun önüne geçmemek, namazın sıhhat ve fesadı hususunda
ondan önce hiç bir fiil ve harekette bulunmayarak onun hareketlerini tâkib
etmektir. İmam Şâfiî'ye göre, sıhhat ve fesâd hususunda değil, yalnız fiillerde
imama uymak icftb eder. Şâfiî'lerce niyet hususunda dahî imama muvafakat vacip
değildir. Binâenaleyh farz kılan cemâat nafile kılan imama ve nafile kılan
cemâat farz kılan imama uyabildiği gibi, Öğle kılan cemâat ikindi kılan imama
ve ikindi kılan cemâat öğle kılan imama uyabilirler.
İmam Azam, İmam Mâlik
ve diğer ulemâ bunları caiz görmemişlerdir. Onlara göre hadîsin mânâsı: İmam
fiil ve niyet hususunda kendisine uyulmak için tayin edilmiştir, demektir.
3- îmam
Âzam'a göre İmam yalnız Semiallahü limen hami-deh diyecek; Tahmîdi cemâat
yapacaktır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) Tesmî ile tahmîdi imamla
cemâat arasında taksim etmiştir. Taksim bunları ortaklaşa söylemeye münâfSdir.
îmam Mâlik ile bir rivayette İmam Ahmed b. Hanbel'in mezhepleri de budur, îmam
Ebû Yûsuf, İmam
Muhammed, îmam Şafiî
ve bir rivayette İmam Ahmed'e göre İmam, Tesmî' ile Tah-mîdin ikisini de
yapar. Buradaki rivayetler onların aleyhine delildir. 1-mam Şafiî
ile Mâlik'e göre Tesmî' ile Tahmîd hususunda cemâat da
imam gibidirler.
4- Ata
binmek meşrudur.
5- Atdan
düşen veya başına buna benzer bir hâl gelen kimseyi dolaşarak halini sormak
müstehabdır.
6- Sair
insanlar gibi hasta olmak ve buna benzer musibetlere uğramak Peygamber
(SaİîallahÜ Aleyhi ve Sellem) hakkında
da caizdir. Bunlar onun kadr-u kıymetini azaltmaz, bilâkis yükseltir.
90- (418)
Bize Ahmed b. Abdillâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Zaide rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Musa b. Ebî Aişe, Ubeydul-lah b. Afdi Han'dan naklen
rivayet etti. Uteydullab şSyle demiş:
Âişenin yanına girdim
de kendisine:
— Bana ResûIüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hastalığından bahsetmez misin, dedim. Aişe:
— Hay hay, dedi (ve şunları söyledi): Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem)'in
hastalığı ağırlaştı (Bir ara):
«Cemâat namazı
kıldılarmı?» dedi. Biz: Hayır seni bekliyorlar' Yâ Resûlallâh dedik.
— (öyle ise)
.«Benim için leğene su koyun»
buyurdular. Dediğini yaptık,
Resûlüllah. (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) sokandı. Sonra kalkmak i-çin davrandı. Fakat
bayıldı. Sonra ayılarak:
«Cemâat namazı
Hdılarm» diye sordu.
«Hayır, seni
bekliyorlar, Ya Resûlallâh» dedi. Yine:
— «Benim için leğene
su koyun» buyurdular.
.Dediğini yaptık ve
yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı fakat yine bayıldı. Bilâhare ayıldı ve:
— «Cemâat namazı kıldılar im» diye sordu»
— «Hayır, seni bekliyorlar, Ya Resûlallâh»
dedik.
«Benim için su koyun»
buyurdular. Biz bunu da yaptık Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yıkandı. Sonra kalkmak için davrandı. Fakat yine bayıldı, sonra ayılarak?
— «Cemâat namazı kıldılarmı?» diye sordu.
— «Hayır. Seni bekliyorlar, Ya Resûlallâh»
dedik, cemâat mescide kapanmış yatsı
namazı için Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)1 bekliyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) cemaata namaz kıldırması
için Ehû Bekir'e haber gönderdi. Gönderilen zât Ebû Bekir'e vararak:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
cemâat'a namaz kridmnanı sana emrediyor, dedi. EbÛ Bekir yumuşak kalpli bir zât
idi:
— Yâ Ömer! Cemaata namazı sen kıldır, dedi.
Ömer:
— Buna sen daha lâyıksın, mukabelesinde
bulundu. Müteakiben o günlerde cemaata Efcû Bekir namazı kıldırdı. Sonra
Resûlüllah (Sailallahii Aleyhi ve Sellem) kendinde bir parça hafiflik hissederek
liri Abbas olmak üzere iki kişinin arasında Öğle namazına çıktı. Ebû Bekir
cemaata namaz kıldırıyordu. Ebû Bekir onu görünce geri çekilmeye davrandı,
fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona geriye çekilmemesini işaret
etti. Yanındaki iki zat'a:
«Beni onun yanı başına
oturtun» dedi. Onlar da kendisini Ebû' Bekir'in yambaşına oturttular. Ebû
Bekir ayakta Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına uymuş, cemâat
ta Ebû Bekir'in namazına uymuş olarak namaz kılıyorlar, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ise oturuyordu.»
Ubeydullah demiş ki:
«Müteakiben Abdullah b. Abbâs'ın yanına girerek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) in hastalığı hakkında Aişenin bana anlattıklarını sana arzedeyim
mi?» dedim. Anlat, dedi. Âişe'nin söylediklerini ona arzettim. Onlar da hiç bir
şey inkâr etmedi. Yalnız: Abbasla birlikte Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) *in koluna giren zâtın adını Âişe sana söyledi mi?» dedi.
— «Hayır» dedim.
— «O Ali'ydi» dedi.
91- (...)
Bize Muhammed b. Rafi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler.-Lâfız İfcni
Rafi'indir. Dediler ki bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ma'mer
haber verdi- Dedi ki: Zührî: Bana da Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe haber
verdi, dedi. Ofna da Âişe haber vermiş. ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ilk defa Meymûne'nin evinde hastalandı da benim evimde bakılmak üzere
zevcelerinden izin istedi, onlar da kendisine izin verdiler. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mr eli Fâdl b. Abbâs'ın, bir eli de başka bir zâtın
üzerinde ayaklarını yerde sürüyerek çıktı».»
UbeyduIIah demiş ki:
Ben Âişe'nin söylediklerini İbni Abbâs'a anlattım, İbnî Abbâs: «Âişe'nin
ismini söylemediği zâtın kim olduğunu biliyor musun? O Ali'ydi» dedi.
92- (...)
Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam dedemden
rivayet etti. Demiş ki, bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki): İbni Şihâb şunu söyledi:
Bana UbeyduUah b.
Abdillah b. Utbetü'bnü Mes'ûd haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in zevcesi Aişe şöyle demiş:
«Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) "in hastalığı ağırlaşıp elemi şiddetlenince
benim evimde bakılmak için zevcelerinden izin istedi. Onlar da kendisine izin
verdiler. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki kişi arasında
(yani) Abbâs b. Abdülmuttalib ile başka birinin arasında, ayakları yerde
sürünerek çıktı...»
UbeyduIIah demiş ki;
Âişe'nin söylediklerini Abdullah'a haber verdim, Abdullah b. Abbâs bana:
— Âişe'nin ismini
söylemediği diğer zât'ın kim olduğunu bilir misin? dedi.
— «Hayır, dedim. İbni Abbâs: «O Ali'ydi» dedi.
93- (...)
Bize Abdülmelik b. Şüayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, dedemden
rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti. Dedi ki: İbni Şîhâb
şunu söyledi: Bana Ubeydullah b. Abdillah b. Utbetü'bnü Mes'ud haber verdi ki,
Peygamber (Sallallahti A leyhi veSellem) 'in zevcesi Aişe şöyle demiş:
— «Vallahi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bu hususta Ebû Bekir'in imam olmaması hususunda
müracaatta bulundum. Beni ona çok müracâata sevk eden yegâne sebeb, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in makamına geçerek kimseyi halkm ebediyen
sevebileceğini havsalamın kabul etmemesi ve onun yerine geçen zâtı halkın
uğursuz sayacakları fikrinde olmamdır. İşte bunun için ben Resûlüllah
(Sallallahü Ateyhî ve Setlem) 'in Ebû Bekir'den vazgeçmesini istedim.»
94- (...)
Bize Muhammed b. Rafı İle Ahd b. Humeyd rivayet ettiler. Lâfız İbni
Râ'fi'indir. Abd: Bize haber verdi, tâbirini kullandı. İbni Râ'fi' ise: Bize
Abdürrezzâk rivayet etti, dedi. Abdürrezzâk: Bize Ma'mer haber verdi, demiş.
Zühri' demiş ki: Bana da Hamzetü'bnü Abdillah b. Ömer, [32]
Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle demiş:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) benim evime girdiği vakit; «Ebû Bekir'e
emredin de cemaata namaz kıldmversin.» buyurdular.
Bunun üzerine ben: Yâ
Resûlüllah, şüphesiz ki Ebû Bekir yumuşak kalpli bîr zâttır. Kur'ân okuduğu
vakit göz yaşım tutamaz, onun i$m sen Ebû Bekir'den başkasına emretsen iyi
olur, dedim. Vallahi içimde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'in
yerine geçecek ilk zât île halkın te-şe'üm etmeleri endişesinden başka bir şey
yoktu. Bu sebeple kendisine iki veya üç defa müracâat ettim. Neticede
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Cemaata Ebû Bekir
namaz kıldırsın! Hiç şüphe yokki sizler
Yûsuf'un zamanındaki kadınlar gibisiniz.»
buyurdular.
95- (...)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye ile Veki'
rivayet ettiler. H.
Bize Yahya b. Yahya
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki, bize Ebû Muâviye A'meş'den, o da
İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'-den naklen haber verdi. Âişe şöyle
demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Un hastalığı ağırlaştığı zaman, namaz vaktinin
geldiğini kendisine haber vermek için Bilâl geldi. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Ebû Bekir'e emredin d
e cemâaata namaz kıldırsın» buyurdular.
Ben: Yâ Resûlüllah,
gerçekten Ebû Bekir yufka yürekli bir zâttır. Senin yerine geçtiği vakit
cemaata işittiremez. Binâenaleyh sen Ömer'e em-retmelisin! dedim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yine:
«Siz Ebû Bekir'e
emredinde cemaata namazı kıldırıversin.» buyurdular.
Bunun üzerine
Hafsa'ya: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem y e söyle, de ki; Ebû Bekir
yufka yürekli bir adamdır; Senin makamına geçtiği vakit cemaata işittiremez.
Sen Ömer'e emretmelisin» dedim. Hafsa bunları Ona söyledi. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
«Hiç şüphe yokki
sizler Yûsuf (Aleyhisselâm) zamanm:n kadınlarısınız Ebû Bekir'e emredinde cemaata
namazı kıldırsın» buyurdular.
Artık Ebû Bekir'e
emrettiler, o da cemaata namazı kıldırdı. O namaza girince Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'de kendinde bir hafiflik hissetti ve iki kişi
arasında ayağa kalktı. Ayakları yerde sürünüyordu. Mescide girdiği vakit Ebû
Bekir onun ayak sesini işiterek geri çekilmeye davrandı, fakat Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ona yerinde dur, diye işaret etti. Müteakiben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilerleyerek Ebû Bekir'in sağ tarafına
oturdu. Artık Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) cemaatta oturduğu yerden
namaz kıldırıyor. Ebû Bekir de ayakta duruyordu. Ebû Bekir, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazına uyuyor, cemâat da Ebû Bekir'in
namazına uyuyorlardı.
96- (...)
Bize Mincâb b. Haris et-Temî'mi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Müshîr haber
verdi. H.
Bize İshâk b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize fsa b. Yûnus haber verdi. Bunların ikisi de
Â'meş'den bu isnadla bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir. Onların
hadîslerinde:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalığına tutulduğu zaman...»
ibaresi de vardır. İbni Müshir hadîsinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'i getirdiler ve Ebû Bekir'in yanıbaşında oturttular. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) cemaata namazı
kıldırıyor,
Ebû Bekir de onlara
tekbiri işittiriyordu.» denilmektedir. İsa'nın hafisinde dahî: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak namaz kıldırıyor. Ebû Bekir de
yanıbaşında bulunuyordu. Ebû Bekir cemaata (Tekbîrleri) duyuruyordu.» ibaresi vardır.
97- (...)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe üe Ebû Kûreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İbni Nümeyr, Hişâm'dan naklen rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. Lâfızları birbirine yakındır. Dedi ki: Bize babam rivayet etti.
Dedi ki: Bize Hişâm babasından, o da Alge'-den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş:
— KesMüliah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalısında cemaata namaz kıldırmasını Ebû
Bekir'e emretti. Artık cemâaata namazı o kıldırıyordu.»
Urve demiş ki: «Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendinde bir parça hafiflik hissederek çıktı. Bir
de baktık ki, Ebû Bekir cemaata imam olmuş. Ebû Bekir onu görünce geri çekilmek
istedi. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ona olduğun gibi dur,
diye işaret etti Sonra Besûlüllah Ebû Bekir'in yanıbaşma onun hizasına oturdu.
Artık Ebû Bekir, Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazına, cemâat
ta Ebû Bekir'in namazına uyarak kılıyorlardı.
Bu hadîsi Buhârî yedi
yerde, yani «Kitâbül-Vudû'» da, «Ki-tab'ül-Salât» in iki yerinde; «Hibe»,
«Megazi», «Tıb» ve «Besûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Seüem) 'in Hastalığı»
bahislerinde; Nesaî «İşra-tü'n-Nisâ'» ve «Peygamberimizin Vefatı» bahislerinde;
Tirmiz! dahi «Cenâiz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Hadîsin bir çok muhtelif
rivayetleri vardır. Bunların bazılarında Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) in Hz. Hafsa'ya, âit bakırdan bir leğen içinde yıkandığı, sonra dışarı
çıkarak Allah'a hamdü Senâ'da bulunduğu- Uhud harbinde şehit düşenler için
istiğfar ettiği, diğer bazılarında
Besûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in başı Hz. Âişenin dizindeyken bayıldığı, Hz. Âişe'nin ona şifâ duasında bulunduğu;
ayıklığı vakit Hz. Âişe'ye:
«Şİfâ için dua etme!
Allah'dan Cebrail, Mİkâil ve İsrafil (Aleyhimüsselâm) il» birlikte Refîk-İ
A'lâ'yi iste» buyurduğu kaydedilmektedir. Bir rivayette Hz. Âişe:
Onu, başı göğsüme
dayalı olarak:
Yârabbi beni mağfiret
eti Bana rahmet buyur ve beni refilc-ı Alaya ilet» derken işittim.» demiştir.
Hadîsin metninde Şu'be
ile Zaide 'nin rivayetleri birbirine muhalif düşmüştür. Şu'be 'nin rivayetinde
Peygamber (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) cemâat olarak oturduğu yerde namaz
kılmış; Zâide rivayetinde ise, oturduğu yerden cemaata imam olmuş. Arkasındaki
cemâat ayakta kılmışlardır. Şu'be ile Zâide'nin ikisi de büyük birer hadîs
imamıdırlar. Zahiren rivayetleri arasında tezâd görülürse de hakikatte hiç bir.
tezâd olmadığı gibi rivayetler arasında nâsih ve men-sûh da yoktur. Yalnız
rivayetler mücmeldir. Hadîsin muhtelif rivayetleri ile izah olunurlar.
Rivayetlerin mec'mûundan anlaşılan mânâ şudur: Re-sûl-i Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) hastalığı esnasında iki defa namaz kılmış; bunların birinde
imam, diğerince cemâat olmuştur. Nitekim rivayetlerin birinde Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin Hz. Abbâs ile Ali (Radtyallahû
anhûma) 'nin kollarına girerek mescide çıktığı, başka bir rivayetinde ise
Büreyde ile Nüvebe'nin yardımları ile çıktığı bildirilmektedir. Bu rivayetler
vakanın iki defa cereyan ettiğini gösterirler. Ebû Hatim'in rivayetine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki cariyenin arasında kapıya kadar
çıkmış. Kapıdan kendisini Abbâs ile Ali (Radiyallahû anhûma) almışlardır. Dâre
Kutnî'nin rivayetinde Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kollarına
giren zevatın Üsâme ile Fâdl (Radiyallahû anhûma) oldukları bildiriliyor.
Bâzıları Peygamber (SallallahU Aleyhi ve Sellem) 'i mescide götürmek için
Ashabı Kirâm'm nöbetle kollarına girdiklerini söylerler. Hz. Aişe'nin yalnız
Abbâs (Radiyallahû anh) 'ı zikretmesi, daimî surette Resûlüllah (SaUaUahii
Aleyhi ve Sellem) 'in elinden tutan o olduğu içindir. Fabr'i Kainat (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) efendimizin evi ile mescidi arasında uzun mesafe olmadığı
halde, Ashabı Kiramın nöbetleşerek kollarına girmeleri ona ziyadesiyle ikramda
bulunmak, yahut mübarek ellerinden bereket almak içindir.
Hadîsin bir
rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'\n 1-mam olduğu ve Ebû
Bekir'in okuduğu sûreyi onun bıraktığı yerden okuduğu bildirilmiştir.
Ebû Dâvûd 'un tahrîc
ettiği Abdullah b. Zem'a hadîsinde:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selem):
«Ebû Beki re emredin
de cemaata namazı kıldırsın» dediği vakit Abdullah b. Zetn'a dışarıya çıktı.
Cemâatin arasında Ömer'i gördü. Ebû Bekir yoktu. Bu sebeple; Yâ Ömer, kalk ta
cemaata namazı kıldır, dedi. O da ileri geçti» Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun sesini işitince:
— Ebû Bekir nerede?
Bunu Allah ve Müslümanlar kabul etmez : buyurdular.
Bunun üzerine Ebû
Bekir'e haber gitti. Fakat o, Ömer namazı bitirdikten sonra geldi. Cemaata
namazı kıldırdı.» denilmektedir. Bâzı rivayetlerde Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in hastayken mescitte kıldığı namazın öğle, bazılarında
ikindi olduğu kaydedilmiştir. Daha başka namaz olduğunu söyleyenler de vardır.
Hz. Âişe'nin
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kollarına giren iki zâtdan birinin
Abbâs (Radiyallahû anh) olduğu tasrîh ettiği halde, diğerinin Hz. Ali olduğunu
söylememesi bazılarına göre kalben ona dargın olduğundandır. Zira iik hadîsinde
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisiyle istişare ettiği vakit Hz.
Ali: «Ondan başka kadınlar, çoktur.» diyerek boşanmasına işaret etmişti. Fakat
şâir ulemâ buna ihtimâl vermemişlerdir. Onlara göre bir kolundan daima Hz.
Abbâs, öteki kolundan ise sıra ile Ali, Üsâme ve Fadıl (Radiyallahû anhûm)
hazerâtı yardımlaşmalardır. Hz. Âişe'nin yalnız Abbâs (Radiyallahû anh)'ı
zikretmesi bundandır.
Yine Hz. Âişe'nin
tekrar tekrar Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat ederek
babasını imam yapmamağa çalışması, iki vecihle îzah olunur; Birinci vecih,
rivayetlerde beyân edildiği gibi halkın Ebû Bekir'i sevmeyeceklerinden ve
onunla teşe'üm edeceklerinden endişe etmesidir. İkinci veçhe göre halk Hz, Ebû
Bekir'in hilâfete en elverişli bir zât olduğunu bildikleri için, onu imam
görünce Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatı yakın olduğunu anlayacaklardır.
İşte Hz. Âişe bu endişeyle babasının imamlığına mâni olmağa çalışmıştır.
«Sîz Yûsuf
(Aleyhisselâm) zamanının kadınlarısınız» sözünde bir teşbihi beliğ vardır.
Bununla Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zev-eelerini bir şeyde fazla
İsrar hususunda Yûsuf (Aleyhisselâm) zamanı kadınlarına benzetmiştir. Çünkü Hz.
Ebû Bekir'i imam yapmamak hususunda Âişe ile Hafsa (Radiyallahû anhûmâ) fazla
İsrar etmişlerdir. Bazılarına göre Yûsuf Aleyh'sseâm) zamanı kadınlarından
murâd: Mısır melikinin karısı Zü1eyhâ'dır. Züley-h â'mn Hz. Yûsuf'a karşı
ısrarı' meşhurdur. Buradaki hitapta yalnız Âişe (RadiyaUahÛ anha) 'ya mahsûstur.
Bu takdirde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Âişe'ye :
«Sen bu ısrarlarınla Mısır melikinin kansı Zuleyhâ'ya
benziyorsun» demek istemiş olur.
Hz. Âişe'nin babası
hakkında ileriye sürdüğü özür, onun son derece yumuşak kalpli olmasıdır. Bizzat
Ebû Bekir (Radiyallahü anh) dahi: «Yâ Ömer! Cemaata namazı sen kıldır.» diyerek
kendisinin bu özrüne işaret etmiştir. Nevevî'nin beyânına göre ulemâdan bazıları
Hz. Ebû Bekir'in bu sözü tevâ'zu için söylediğini iddia etmişlerse de, Aynî
bunun doğru olmadığını, Ebû Bekir (Radiyallahü anh) 'in bu sözü kendisi yumuşak
kalpli olduğu ve çuk ağladığı için sesinin duyulmaması endişesiyle söylediğini
kaydediyor. Bazıları: «îhtimal ki Hz. Ebû Bekir küçük imamlığa takdiminden
ileride büyük imamlık olan Halifeliğe seçileceğini anlamış, o büyük vazifeyi
yüklenmenin ehemmiyetini ve böyle bir vazifece Hz. Ömer'in daha muktedir
olduğunu bildiği için onu seçmiştir. Nitekim Bey'at zamanında dahi Ashabın ya
Hz. Ömer'i, yahut Ebû Ubeyde-tebnül-Cerrah'ı seçmelerini tavsiyede bulunması da
bunu teyîd eder.» demişlerdir.
1-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in yürüyemiyecek derecede hasta iken bile, iki kişinin koltuklarında mescide
çıkması, cemaata devam meselesinin pek mühim ve faziletli bir iş olduğuna
delildir. Cemâatin büyük ecrini kazanmak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) efendimizin bu fiili pek büyük bir teşvik ve tergîbtir.
2- Hz. Ebû
Bekir bütün Ashabı Kirama tercih
ve takdim edilmiştir.
3- Fazilet
itibariyle Ebû Bekir (Radiyallahû anh)
'dan sonra Hz. Ömer gelir.
4-
Şımartmayacağından emin olmak şartıyla bir kimseyi yüzüne karşı methetmek
caizdir.
5- Hadîsi
şerif Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerine, bilhassa
Hz. Âi ş e'ye karşı son derece lütüfkâr davrandığına
delildir.
6- Bu kıssa
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e
de kasmin, yani zevceler arasında adalete riâyetin vâcib olduğuna delildir.
7- icabında
büyük küçüğe müracâatta bulunabilir.
8- Umumî bir
maslahat hususunda müşavere sünnettir.
9- Ebû Bekir
(Radiyallahû anh)'in saftan geri çekilmek istemesi, büyükler huzurunda edeb ve
terbiye göstermenin lüzumuna delildir.
10- Ağlamak
namazı bozmaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû
Bekir'in son derece yumuşak
kalpli olduğunu ve çok ağladığım bildiği halde onu imam tayin etmekten vaz
geçmemiştir. Ağlamaktan da kendisini men etmemiştir. Zamanımıza gelince :
Hanefîye fukahâsınm beyânına göre, bir kimse cennet veya cehennemi hatırlayarak
sesle ağlarsa namazı bozulmaz. Fakat bedenine arız olan ağrı ve sızıdan, yahut
malına veya ailesi efradına gelen bir musibetten dolayı sesle ağlarsa namazı
bozulur. İmam Mâlik ile îmam Ahmed b.
Hanbel'in mezhebleri de budur.
İmam Şâfiî'ye göre ağlamak, inlemek iki harf olursa namazı bozar ona göre. Bu
hususta dünya veya âhiret için ağlamak müsavidir.
11- îşâret
söz yerine kâimdir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in işaret
buyurması sesinin kısalığından olabilir. İhtimal namaz kılan bir kimse ile
konuşmanın işaretle yapılması sözden evlâ olduğunu göstermek içindir.
12- Şâ'bî bu hadîsle istidlal ederek cemâatin
birbirlerine uymalarının caiz olduğunu söylemiştir. Taberî dahî bu kavli
ihtiyar etmiştir. Ancak mevzu bahis namazda Hz. Ebû Bekir imam değil mübelliğ
idi. Yani Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tekbîrlerini ve
fiillerini cemaata duyuruyordu. Bu
takdirde cemâatin ona uymalarından murâd: Onun sesine uymalarıdır. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in oturarak kılması, Hz. Ebû Bekir'in ayakta
bulunması da bunu gösteriyor. Yâni cemâat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bazı fiillerini duymadıkları için Ebû Bekir (Radiyallahû anh) onlar hakkında imam gibiydi. Binâenaleyh
Şa'bî 'nin kavli merdûddur.
13- Ulemâdan
bazıları Hz. Ebû Bekir'in mihrâbdan çekilmek istemesine bakarak zaruret
olmadığı halde İmâmın cemâatdan birini kendi yerine geçirmesinin caiz olduğunu
söylemişlerdir.
14- İmamın
tekbîrlerini cemaata duyurmak caizdir.
Bu takdirde tekbîrleri duyuran müezzin ile onları işiten cemâatin
namazları sahîhdir. Bazıları bunun sahih olması için namazdan önce imamın izin
vermiş olmasını şart koşmuşlardır.
15- Taberî (224-310) İmamın namazı keserek başka birine
uymasının caiz olduğuna bu hadîslerle istidlal etmiştir
16- Yine bu
hadîslerle istidlal ederek bâzıları cemâatin imamdan evvel iftitâh tekbîri
almalarının caiz olduğunu söylemişlerdir.
17- Ayakta
kılmağa kudreti olan bir kimse oturarak kıldıran imama uyabilir. îmam Âzam, Ebû Yûsuf,
Şafiî, ve bir rivayette îmam Mâ1ik'in mezhepleri budur. İmam Ahmed b.
Hanbel, Evzâî ve ekseri Mâlikîye ulemâsına göre oturarak kılan imamın
arkasındaki cemâat da oturarak kılarlar. Hammad b. Zeyd, İshak ve
İbni Münzir dahî buna kaildirler.
Mezkûr kavil Ashabı Kiramdan Câbir b.
Abdillah, Ebû Hüreyre, Üseyd b.
Hudayr ve Kays b. Fehd
hazerâtından nakledilmiştir. Onlara göre cemâatin ayakta kılmaları namazı
bozar, Hanefîlerden îmam Muhammed ile İmam Züfer'e göre de oturarak kılan imamın
arkasında da ayakta kılan cemâatin namazları caiz değildir. Bir rivayette
îmam Mâ1ik'in kavli de budur.
18- Saîd b.
El Müseyyeb bu hadîsle istidlal ederek cemâat olan kimsenin yeri imamın sol
tarafıdır, demiştir. Fakat ekseri ulemâ onun hilâfına kaildirler. Mevzubahis
namazda Hz. Ebû Bekir'in imam olduğunu söyliyenlere göre Îbnül-Müseyyeb'in sözü
doğru olabilir. Fakat bizzat Resülüllah (SatiaUahü AteytU ve Selletn) 'in imam
olduğunu söyleyenlere göre onun sözü doğru değildir.
Filhakika o namazda
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in. mi yoksa Hz. Ebû Bekir'in mi imam
olduğu ihtilaflıdır. Ulemâdan bir cemaata göre Buhârî ile Müslim'in rivayet
ettikleri Hz. Âişe hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in imam olduğunu
sarahaten bildirmektedir. Çünkü bu hadîsin beyânına göre Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Bekir'in sol tarafına oturmuştur. Bir de
ayni hadîsde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhü ve Sellem) oturduğu yerden cemaata
namaz kıldırıyordu. Ebû Bekir de ayakta ona uymuştu.» denilmektedir. Şu halde
Hz. Ebû Bekir'in imam değil mübelliğ olduğu anlaşılır. Çünkü bir cemaata iki
kişinin imam olması caiz değildir. Ulemâdan bazıları Ebû Bekir (Radiyallahû
cmh) 'in imam olduğunu söylerler. Delilleri Hz. Âişe rivâyetindeki: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir'in arkasında namaz kıldı» denilmiş
olmasıdır. Hadîsin bir rivayetinde: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in vefatına müncer olan hastalığında Ebû Bekir'in arkasında oturarak namaz kıldı.»
denilmiştir. Hz. Âişe hadîsi gerek Buhârî ile Müslimde, gerekse şâir sahîh
kitaplarda bir çok yollardan rivayet olunmuştur. Beyhakî diyor ki: «Hz. Âişe
hadîsleri arasında tearuz yoktur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in imam olduğu namaz Cumartesi yahut Pazar gününün Öğle namazı idi.
Cemâat olarak kıldığı namaz ise, Pazartesi gününün sabah namazı idi. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dünyadan gitmeden evvel en son kıldığı namaz
budur.» Bu babda daha başka sözler dahi söylenmiştir.
19- Cemaata
içlerinden en fakîh ve Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel o-kuyan imam olur. Hz. Ebû
Bekir (Radiyallahû anh) Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hayatında fıkıh ile Kur'ân'ı kendisinde cem
etmişti. Maamafih İmamete kimlerin evlâ olacağı meselesi ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Cumhuru ulemâya göre cemaata, içlerinden en fakîh olanı imamlık
yapar. İmamı Â'zâm ile İmam MâIik'in mezhepleri de budur. İmam Ebû
Yûsuf, İmam Ahmed b. Hanbel, îshâk, İbni Sîrin ve Şâfiîlerden bazılarına göre
Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel okuyan İmam olur.
Hanefîlere göre
imamlığa en lâyık olan, sünneti yâni fıkhı ve Ahkâmı Şer'iyeyi en iyi bilendir.
Elverir ki namaz caiz olacak derecede güzel Kur'ân okuyabilsin. Cumhuru
ulemânın kavli bu olduğu gibi, A-tâ, Evzâi, Mâlik ve Şafiî hazerâtının
mezhepleri de budur. İmam Ebû-Yûsuf'dan bir rivayete göre İmamlığa en lâyık
olan kimse Kur'ân-ı Kerîm'i en güzel okuyan ve kıraat ilimlerini en iyi
bilendir. Bu kavil Şâfiîlerden de rivayet olunur. Tafsilât fıkıh ki-taplarındadır.
20- Meşhur
bir vasfı hususunda bir kimseyi birine benzetmek caizdir.
21- İmamın
cemâatdan birini kendi yerine geçirmesi caizdir. Bu hususa dair kendisine
ayrıca İzin verilmesine hacet yoktur.
22-
Peygamberler hakkında bayılmak caizdir. Çünkü bayılmak bir hastalıktır.
Peygamberler hakkında yalnız nefreti mucip olan hastalıklarla delilik caiz
değildir. Çünkü bu gibi şeyler onlar hakkında nakîsa olur. Bayılmak, diğer
geçici hastalıklara ve dünya musibetlerine müptelâ olmak ise onların ecirlerini
çoğaltır. Bu gibi musibetlerle onlar sair insanlara teselli örneği olurlar.
Musibetlerin bir hikmeti de mucizelerine bakarak insanların onlara tapmasını
önlemektir.
23- Bayılan
kimsenin yıkanması müstehabdır. Baygınlık tekerrür ederse her biri için ayrı ayrı
yıkanmak müstehab olursa da, son baygınlıktan sonra yıkanmak da kafidir.
Kâadî îyâz Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Seltem) 'in yıkanmasını abdest almak diye tefsir etmişse
de doğrusu yıkanmıştır. Hattâ Şâfiîlerden bazıları bayıldıktan sonra yıkanmanın
vâcib olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu kavil şâzz ve zayıftır.
24- Hadîsin
bütün rivayetleri: «Hz. Ömer, Ebû Bekir (Radiyallahû anh)'in imamlığına razı
değildi. Peygamber (Sallallahti Aleyhi
ve Seliem) dahi Ebû Bekir'i
imamlıktan azletti.» diyen Şiilerin kavlini reddetmektedir. Ebû
Bekir (Radiyallahû anh) imamlıktan
azledilmiş değil, bilâkis Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Seliem) 'in hastalığı günlerinde cemaata oniki
vakit namaz küdırmıştır.
98- (419)
Bana Amru'n-Nâkıd ile Hasen el Hulvânî ve Abd b. Htt-meyd rivayet ettiler. Abd,
bana haber verdi, tabirini kullandı. Ötekiler bize Ya'kûb -ki bu zât Ibni
İbrahim b. Sa'd'dır- rivayet etti, dediler. Ya'kûb demiş ki: «Bana da babam,
Sâlih'den, o da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. İbni Şihâb şöyle demiş:
Bana Enes b. Mâlik
haber verdi ki, Ebû Bekir Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatına
müncer olan hastalığında onlara namaz kıldırmış. Pazartesi günü gelince cemâat
saflar halinde namazda iken Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) odanın
perdesini açarak ayakta onlara bakmış; mübarek yüzü mushaf yaprağı gibiymiş.
Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tebessüm buyurarak gülmüş. Enes
demiş ki:
—Biz namazda olduğumuz
halde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in çıkışma sevincimizden
hayrette kaldık. Ebû Bekir safa ulaşmak için ökçeleri üzerinde geriledi.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namaz için çıktığını zannetmişti.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e-Uyle cemaata namazını tamamlayın
diye işaret etti, sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Âişe'nin
odasına) girdi ve perdeyi indirdi. İşte Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o gün vefat etti.»
99- (...)
Bana hu hadîs» Amrü'n-Nâkid ile Züheyr b. Harb dahî rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, Zührî'den, o da Enes den naklen rivayet etti. Enes:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sdlemy'ı son görüşüm, Pazartesi günü perdeyi açtığı
zamandır, diyerek kıssayı anlatmış.
Salih'in hadîsi daha
tamâm ve daha kanâatbahşdir.
(...) Bana
Muhammed b. Kâfi' ile Abd b. Humeyd hep bîrden Ab-diirrezzâk'dan rivayet
ettiler. (Dediler ki): Bize Ma'mer, Zührî'den naklen haber verdi. Zührî: Bana
Enes b. Mâlik: «Pazartesi günü gelince...» diyerek yukankilerin hadisi tarzında
haber verdi, demiş.
100- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsenna ile Harun b. Abdillâhrivayet ettiler, dediler ki:
Bize Abdüssamed riv âyet etti. (Dedi ki): Babam rivayet ederken dinledim. (Dedi
ki): Bize Abdülâziz Enes'ten naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş:
Nebîyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Seüem) üç gün bizim yanımıza çıkmadı. Derken namaz için
ikamet getirdi. Ebû Bekir imamete geçmeye davrandı. Fakat bu sırada Nebîyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) perdeyi tutup kaldırdı.
Bize Nebîyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"in mübarek yüzü açılınca öyle bir güzellik
arzetti ki, biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in o andaki güzelliği
kadar hoşumuza giden hiç bir manzara seyretmiş değiliz. Nebîyyullah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) eliyle Ebû Bekir'e ileri geçmesini işaret buyurdu ve perdeyi
indirdi. Bir daha kendisini vefat e-dinceye kadar göremedik.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbül-Ezân- da tahrîc etmiştir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
bu defaki çıkışı ashab-ı kirâmıyla son görüşmesi olmuştur.
«Mübarek yüzü mnshaf
yaprağı gibiymiş» sözündeki teşbih, yüzünün son derece güzelliği ve mübarek
teni'nin yaprak gibi beyaz ve nurlu olması itibariyledir. Mushaf kelimesi
râvînin lâfzıdır. Çünkü o gün Kurân-ı Kerim henüz mushaf şeklinde yazılmış değildi.
Bu kelime: Mushaf, mishaf ve mashaf şekillerinde okunabilir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ashâb-ı kirâmının melekler gibi saf bağlayıp namaza
durduklarını görünce tebessüm buyurmuştur. Bunun sebebi, Ashabının İslâm
birliğine riâyet ve şerîat-ı garrâyı ikâme etmeleridir. Zaten sevinçli bir şey
duyduğu veya gördüğü zaman mübarek yüzü nûr kesilirdi. Bâzılarına göre
Kesûlünah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tebessüm buyurması, hastalığının
iyileşmeye doğru gittiğini göstererek ashâb-ı kirâmının gönüllerini hoş etmek
içindir. Bir takımları: «İhtimal Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yin
bu çıkışı ashabı ile namaz kılmak içindi. Fakat buna takati olmadığını
anlayınca çıkmaktan vaz geçmiştir,» demişlerdir.
Hadîs-i şerîf,
Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in vefatına kadar Ebû Bekir
(Radiyallahû atth)ın namazda ona hilâfet ettiğini ve bu gibi yerlerde elle
işaretin emir yerine kâim olduğunu ifâde etmektedir.
101- (420)
Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe rivayet etti (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Ali,
Zâide'den, o da Abdülmelik b. Ümeyr'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan
naklen rivayet etti. Ebû Mûsfi şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) hastalandı ve hastalığı şiddetlendi, bunun üzerine:
«Ebû Bekir'e emredin
de cemaata namazı kıldın versin» buyurdular. Âişe:
— Yâ Resûlüllah, Ebû
Bekir yufka yürekli bir zâttır. Senin yerine geçerse halka namaz kıldıramaz,
dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :
(Sana) Ebû Bekir'e
emretde cemaata namazı kıldırsın (diyorum) Siz muhakkak Yûsuf (Aleyhisselâm)
zamanının kadınlarısınız.» buyurdular.
Artık bundan sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in yaşadığı günler de cemaata namazı
Ebû Bekir kıldırdı.
Bu hadîsi dahî Buhârî
«Kitâbül-Ezân» da; Nesâi -tşrâ-tü'n-Nisâ'» bahsinde tahrîc etmişlerdir. Fahr-i
Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in İsrarla Hz. Ebû Bekir'i imamlığa tayin
etmesi, as-hâb içerisinde onun en âlim ve fâzıl bir zât olduğunu bildiği
içindir.
Hadîsin ahkâmı az
yukarıda görülmüştür. Ayrıca bu hadis Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) 'in hastalığı günlerinde kendisine E-bû Bekir (Radiyallahû anh) 'in
namazda vekâlet ettiğini ve bu vekâletini tâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in vefatına kadar sürdürdüğünü göstermektedir. Binâenaleyh Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in namaza çıkmasıyla Hz. Ebû Bekir *in
azledildiği-ni ortaya atan şiîler aleyhine en sarih delildir.
102- (421)
Bana Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e Ebû Hâzim'den duyduğum, onun
da Seni b. Sâd-es-Saîdî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
Besûlttllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem) aralarını bulmak için Bent Amr b. Avf kabilesine
gitmiş- Namaz vakti girince müezrin Ebû Bekir'e gelerek: Cemaata namazı
kıldırır mısın? Ben de ikâmet ederim, demiş. Ebû Bekir: Evet, cevabını vermiş
ve namazı kıldırmış. HttteftU-ben cemâat namazda iken Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) çıkagel-miş ve safları yara yara birinci safa durmuş. Bunun
üzerine cemaat el çırpmışlar. Ebû Bekir namazda bakmmazmış.
Cemâat fazla el
çırpınca bakınmış ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) i görmüş, fakat
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) kendisine, yerinde dur! diye işaret
buyurmuş. Derken Ebû Bekir ellerini kaldırarak Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) Iin kendisine verdiği emirden dolayı Allah (Azze ve Celle') ye
hamdttsenâ etmiş. Sonra geri çekilerek birinci safa durmuş. Peygamber
(Satlallahü Aleyhi ve Sellem) de ileri geçerek namazı kıldırmış. Namazdan
çıktıktan sonra:
«Ya Ebû Bekir ben sana
emretmişken yerinde durmaktan seni ne me-netti?» buyurmuş. Ebû Bekir:
«Ebû Kuhâfe oğluna,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) 'in huzurunda namaz kıldırmak lâyık
değildir.» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Bu sefer cemaata
dönerek):
«Acep neden bu kadar
fazla el çırptığınızı gördüm. Bir kimsenin namazı esnasında başına bir şey
gelirse teşbih ediversin! Zîra teşbih ettiği vakit ona bakarlar. El çırpmak
yalnız kadınlara maKsustur.» buyurmuşlar.
103- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülâziz (yani ibni Ebî
Hâzim) rivayet etti.
Yine Kuteybe dedi ki:
Bize Yâ'kup- ki bu zât tbni Abdirrahman el-Kâarî'dir- rivayet etti. Abdülâziz
ile Yâ'kûb'un ikisi birden Ebû Hâzim'-den, o da Sehl b. SâM'dan naklen Mâlik'in
hadîsi gibi rivayette bulunmuşlar. (Yalnız) onların rivayetlerinde: «Ebû Bekir
ellerini kaldırarak Allah'a hamd etti. Ve tâ birinci saffa duruncaya kadar
arkasına doğru geri geri gitti.» ifadesi vardır.
104- (...)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Bezi' rivayet etti. (Dedi ki): Bize AbdüTalâ haber
verdi. (Dedi ki): Bize tlbeydullah, Ebû Hâ-zim'den, o da Sehl b. Sâ'd
es-Sâidî'den naklen rivayet etti. Sehl: «Nebİ-yullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Benî Amr b. Avf kabilesinin aralarını bulmağa gitti.» diyerek
yukarkilerin hadisi tarzında rivayette bulunmuş. Şunu da ziyade etmiş:
«Müteakiben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelerek safjarı yara yara
tâ ün safta durdu.»
Bu hadiste: «Ebû Bekir
gerisin geriye gitti.» cümlesi de vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Ezan» bahsinin yedi yerinde ve «Namaz» bahsinde : Ebû Dâvûd ile Nesaî dahî
«Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
BenîAmr b. Avf,
Medine-i Münevvere civarındaki «Küba» da yaşarlardı. Bunlar ensârın iki büyük
kabilesinden biri olan Evs*-in kalabalık bir batındırlar. Besûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Şettem) 'in Bent Amr'a gitmesi, aralarında çıkan bir
çarpışma dolayısı iledir. Kübalılar, birbirlerine taşlar atmak suretiyle
mukatele etmişlerdi. ResûlÜUah (Sailallahü Aleyhi ve Selîem) bunu haber alınca:
«Haydi gidelim şunlann
arasını bulalım.» buyurmuşlar. Bir rivayete göre Kübalıların birbirleriyle
çarpıştığı haberi geldiği vakit Hz. Bilâl öğle ezanını okumuş bulunuyordu.
Babımız hadîsinde vakti girdiği bildirilen namazdan murâd: ikindidir. Ebû
Dâvûd'un rivayetinde hadîsin lâfzı şöyledir:
«Amr b. Avf kabilesi
arasında cenk vuku bulmuştu. Peygamber (Saîlallahii Aleyhi ve Sellem) bunu
duydu ve aralarını bulmak için öğleden sonra onların yanına gitti. Bilâl
(RadtyaUahû anh) a da:
— İkindi namazının
vakti girerde ben gelemezsem Ebû Bekir'e emret; Cemaata namazı o kıldırsın!
diye talimat verdi.
İkindi namazı gelince
Hz. Bilâl ezanı okuyup ikâmet getirdi. Sonra Ebû Bekir'e emretti; o da imamete geçti.»
Ebû Dâvud bu. hadîsi
sahih bir senetle rivayet etmiştir. Bundan anlaşılıyor ki Hz. Ebû Bekir'e
gelen müezzin Bilâl (RadiyallahÛ anh) imiş.
Hadîste geçen: «Ebû
Bekir evet cevabını vermiş ve namazı kıldırmış» sözünden murâd, namazın tamamı
değil, namaza niyetlenmiş olmasıdır." Nitekim bâzı rivayetlerde bu cihet
tasrîh edilmiştir.
Tasfîk: Ses çıkaran
vuruştur. Buna tasfîh de derler. Bazdan tasfîk ile tasfîh arasında fark görmüş:
«Tasfîh, bir elinin arkasîyİe öteki elin içine vurmaktır. Bu korkutmak ve
tenbîh için yapılır. Tasfîk ise, tŞ içlerini birbirine çarpmaktır. Bundan
murâd: eğlence ve oyundur.» mislerdir. Bazıları -kadınlar hakkında tasfîh, sağ
elinin iki parmağı Üf sol avucunun içine vurmak olduğunu söylemiş; bir
takımları da tasfîh ile tasfîk'in ayni mânâya geldiklerine kail
olmuşlardır.
Dâvûdî, tasrîhin
kadınlara mahsûs olduğunu, fakat hadîsin bazı rivayetlerinde erkekler hakkında
kullanıldığına göre, onların ellerini uyluklarına çarptıkları mânâsına
hamletmek gerektiğini söylemiştir.
Hz. Ebû Bekir'in
namazda bakınmaması, bakınmanın memnu olduğunu bildiğindendir. Filhakika İbni
Hüzeyme 'nin rivayet ettiği bir hadîsde:
Âişe, Peygamber
(SallaHahü Aleyhi ve Settem) 'e bir kimsenin namazda bakınmasını sordu da: O
bir hırsızlıktır. Şeytân onu kişinin namazından çalar, buyurdular.»
denilmektedir.
Hadîsin buradaki
rivayetinde Ebû Bekir'in Allah'a hamd ettiği bildiriliyor. Zahire bakılırsa
lisanı ile hamd etmiştir. Fakat hadîsin bazı rivayetlerinde:
«Ebû Bekir Allah'a
şükür için başını semâya kaldırdı ve gerisi geriye çekildi.» denilmiştir. Bu
rivayete bakarak Îbnül-Cev-zî, Ebû Bekir'in hamd ve şükürü dille değil,
işaretle yaptığını iddia etmiştir. Maamâfih şükür için başını semâya
kaldırdığı rivayetinde sözle şükür ettiğine mâni olacak bir kayıt yoktur.
îbniEbî Kuhâfe: Hz.
Ebû Bekir 'dir. Ebû Kuhâfe babasının künyesidir. İsmi Osman b. Âmir 'dir. Hz.
Ebû Bekir 'in kendisine, ben yahut Ebû Bekir demeyip, îbni Ebî Kuhâfe diye
takdim etmesi, Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanında kendi
mertebesini küçük gördüğü içindir.
Hadîsdeki tesbîhden
murâd: Sübhânallah demektir. Nitekim bir rivayette: «Sübhânallah desin»
buyurulmuştur.
1- İnsanlar
arasında fitnenin önüne geçmek için aracılıkda bulunarak onları barıştırmak
faziletli bir iştir.
2- Hükümdar,
birbirleriyle kavga ve cidal hâlinde bulunan halkı barıştırmak için bizzat
yanlarına gidebilir. Hattâ icâbında bunu imamlık vazifesine tercih eder; çünkü
ara bulmakda mefsedeti önlemek vardır. Bu ise bizzat imam olmaktan evlâdır.
İcabında hâkimin dâvayı dinlemek için tarafların bulunduğu yere gitmesi de bu
kabildendir.
3- Bâzıları
bu hadîsle istidlal ederek bir namazın birbiri peşinden iki imama tâbi olarak
kılınabileceğine cevaz vermişlerdir. Onlara göre, camiin imamı bir yere gittiği
vakit başkasını kendi yerine vekil tayin e-der. Şayet vekil namaza başlamışsa
asü imam muhayyerdir. İsterse vekile uyarak namazını kılar, dilerse kendisi
imam olur, dilerse vekili nailmazını kesmeden ona uyar. Bu suretle cemaattan
hiç birinin namazı bâtıl olmaz. Aynî diyor
ki:
«Birbiri peşinden imam
olan iki kimsenin arkasında kılınan namazın caiz olduğu müsellemdir. Çünkü
imamın abdesti bozulursa yerine bir halife çeker ve halîfe onun namazını
tamamlarsa namaz sahih olur. Buna iki imamlı namaz denilebilir. Camiin imamı
namazda bulunmadığı vakit yerine başkasını tayin etmesi.de müsellemdir. Fakat
namazı vekîli kıldırırken asîl imam gelirse muhayyerdir.. İlâh... iddiasını
teslim edemeyiz. Bu kavle sâhib olanların bu hadîsle istidlal etmeleri doğru
değildir. Çünkü hadîsi şerifte bildirilen namaz Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) efendimize mahsustur. Bunu hadîs imamlarından İbni Abdilberr beyan
etmiş; böyle bir namazın başkalarına caiz olmıyacağma icmâ' bulunduğunu
söylemiştir. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in önüne geçmek caiz
değildir. Bugün sair insanlar için önüne geçmesi caiz olmayacak derecede
faziletli bir insan yoktur. Hz. Ebû Bekir'in o namazda yerinde durması caizdir.
Çünkü Peygamber (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine yerinde dur! diye
işaret etmişti. Hattâ Mâlikî-lerden bâzıları Hz. Ebû Bekir'in geriye
çekilmesini, yerine Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in geçmesini
bile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hasâisinden saymışlardır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra böyle bir şey yapılamaz.»
4- Bâzıları
cemâatin imamdan evvel niyetlenmelerinin caiz olduğuna bu hadîsle istidlal
etmiş ve: «Bir kimse namazının bir kısmında i-mam, bir kısmında da cemâat
olabilir.» demişlerdir. Fakat cemâatin i-mamdan evvel niyetlenmeleri doğru
değildir. Besûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in:
«İmam tekbîr aldığı
vakit sizde tekbîr alın» hadîsi bu kavli reddeder. Sâri' hazretleri rütbe
itibariyle cemaatın tekbîrini imamın tekbîrinden sonra göstermiştir.
Binâenaleyh imamdan önce tekbîr almak sahih değildir. îbni Battal (?-444):
«İmamdan önce tekbîr alanın namazının tam olacağına kail kimse bilmiyorum.
Yalnız İmam Şâfiînin mezhebine göre cemâatin namazı imamın namazına bağlı
değildir. Şâir fukahâ bunu caiz görmezler.» demiştir.
5- Taberi bu
hadîsle istidlal ederek «Farza niyetlenen bir kimse o namazın bir kısmını
kıldıktan sonra cemâat gelerek namazı imamla kılsalar, yalnız kılan kimse selâm
vermedikçe o cemaata iştirak edemez. Selâm vermeden iştirak ederse namazı fâsid
olur. Kazası lâzım gelir.» diyenlerin hatâ ettiğini söylemişse de, burada asıl
hatayı kendisi yapmıştır. Zîra hadîs gösteriyor ki Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Bekir'in bir kısmını kıldırdığı bir namaza yeni başlamış.
Ashabı da kendisine uymuşlardır. Demek oluyor ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) o namaza yeniden başlamış, cemâatsa ayni namazı tamamlamışlardır. Binâenaleyh
bu hadîsin Taberî'ye delil olan bir tarafı yoktur.
6- Hadîsi
şerîf, Hz. Ebû Bekir'in
bütün Sahâbe-i kiramdan efdâl olduğuna delildir.
7- Namaz
için ikâmet getirmek ve imamı çağırmak müezzinin vazifesidir. İkâmeti müezzinin
yapması sünnettir. Baökasınm yapması sünnete muhaliftir. Bâzıları müezzinin
izniyle başkasının müezzinlik yapabileceğini cumhuru ulemânın kavli olmak
üzere rivayet etmişlerdir.
Hanefîlere göre,
müezzinin izni olsun olmasın başkasının yaptığı müezzinlik muteberdir.
8- Namazda
tesbîh ve hamd etmek caizdir. Çünkü
bunlar Zikrul-lahdan sayılırlar. Ancak namazda birine cevap olarak
elhamdülillah demenin namazı bozup bozmayacağı ulemâ arasında ihtilaflıdır.
«EI-Mu-hît- nâm eserde:
«Namaz kılan bir kimse
aksırınca içinden Allah'a hamd eder,' Dili ile bir şey söylemezse Ebû Hanîfe
'den bir rivayete göre namazı bozulmaz. Diliyle söylerse namazı bozulur»
denilmiş.
İmam Mâ1ik'e göre, bir
kimseye namazda sevinçli bir haber verilir de Allah Teâlâ'ya hamd ederse
namazına zarar etmez. İmam Mâlik ile Şâfiî'ye göre namazda olan bir kimsenin
kuyuya düşmek üzere bulunan âmâya yahut yılan sokacak bir kimseye tesbîh etmesi
caizdir.
9-
İhtiyâçdan dolayı namazda bakınmak caizdir. İbni Ab-dil-Berr'in kavli budur. Cumhuru
Fukahâya göre azıcık bakınmak namazı bozmaz. Fakat Hanefîlere göre bunun da
bir ihtiyâçdan dolayı olması şarttır. İhtiyaç olmaksızın azıcık bakınmak dahi
mekruhtur. Çünkü Hz. Ebû Zerr'den rivayet olunan bir hadîsde Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem:
«Kul namazında
bakınmadıkça Allah teâlâ ona daima teveccüh buyurur. Bakındımt, ondan sarf-ı
nazar eder.» buyurmuştur.
10- Hîni
hacette imamın cemâatdan birini kendi yerine geçirmesi caizdir. Ebû
Hanîfe, Mâlik ve bir kavline göre Şafiî'nin mezhebleri budur. Ashâb-ı
kiramdan Ömer ve Ali (Radiyallahû
anhûma) ile tabiînden Hasan-ı
Basrî, Alkame; Atâ1, İbrahim Nehaî ve Süf yanı Sevrî
hazerâtı dahî buna kaildirler. Zahirîlerle İmam Şâfiî'nin bir kavline
göre îmam kendi yerine başkasını mihraba geçiremez.
11- İmamın
safları yararak mihraba geçmesi caizdir. Cemâat hakkında böyle bir hareket
mekruhtur.
12-
Kendinden üstün bir zâta imam olmak caizdir.
13- Reis
olan bir kimsenin emrine muhalefet eden şahsı muâhaze etmezden önce emrine ne
için muhalefet ettiğini sorması gerekir.
14- Büyük
bir zâta künyesiyle hitap ederek kendisine i'zâz ve ikramda bulunmalıdır.
15- Âmel-i
Kalîl namazı bozmaz. Bundan murâd namazla alâkası olmayan az bir harekettir.
Namazla alâkası olmayan amellerin az ve çok miktarları fıkıh kitaplarından
öğrenilebilir.
16- İmamlık
için en sâlih ve en faziletli kimseler tercih edilir.
17- Fitneye
sebep olmamak ve imamın kabul edeceğinden emin bulunmak şartiyle imam geciktiği
zaman cemaata başkası imam olabilir.
18- Bâzılarına
göre bu hadîs namazı vaktin evvelinde kılmanın faziletine delildir.
19- E1
kaldırmak namazı bozmaz.
20- Namazı
kılarken başına bir hâl gelen bir kimse tesbîh eder. Yani Sübhanallah, der.
îmam Mâlik'den bir rivayete göre, bu hususta kadın ve erkek müsavidir.
Kadınların el çırpması:
«Eğer bir kimsenin
namazı esnasında başına bİrsey gelirse teşbih edi-
versin» cümlesiyle
nesh edilmiştir. Fakat bazıları Hz. Mâ1ik'in bu kavline itiraz etmiş: «Hadîsin
evveli âhirini neshedemez.» demişlerdir. îmam Şafiî ile Evzâî'ye göre kadınlar
tesbîh değil tasfîk yaparlar.
21- Din
hususundaki mertebeden dolayı Allah'a şükretmek meş-rû'dur.
105- (274)
Bana Muhammet! b. Râfî ile Hasen b. Ali El-Hulvânî hep birden Abdürrezzâk'dan
rivayet ettiler. İbni Uafî' dedi ki, bize Ab-dürrezzâk rivayet etti, (Dedi ki):
Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki): Bana İbni Şihâb, Abbas b. Ziyad'in [33]
hadîsinden naklen rivayet etti. Ona da Urvete'bnü Mugîre b. Şu'be haber vermiş.
Ona da Mugîra-tü'bnü Şu'be haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah (Saiîalîahü
Aleyhi ve Sellem) ile birlikte Tebük gazasında bulunmuş. Muğire şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kazâ-i hacet için çukura doğru gitti. Ben sabah namazından
önce ona bir su kabı getirmiştim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
kazâ-i hacetden sonra yanıma dönünce bu kaptan ellerine su dökmeye başladım.
Ellerini Üç defa yıkadı. Sonra yüzünü yıkadı. Sonra cübbesini kollarından
çıkarmaya çalıştı. Fakat cüb-besinin yenleri dar geldi. Bu sefer ellerini
cübbenin içine doğru çekerek kollarım cübbenin aşağısından çıkardı ve kollarını
dirsekleriyle beraber yıkadı. Sonra mestleri üzerine abdest aldı. Sonra
(cemâatin yanına) geldi.
Mugîre demiştir ki;
Ben onunla beraber geldim. Cemâati Abdurrah-man b. Avfı imam yapmışlar
kendilerine namaz kıldırırken bulduk. Re-lûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
iki rek'âtın birine yetişti ve cemaatla birlikte son rek'âtı kıldı.
Abdurrahman b. Avf selâm verince Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)
namazını tamamlamak üzere kalktı. Bu, müslümanları telâşa düşürdü ve hir çok
teşbihlerde bulundular. Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) namazını
bitir|Ace onlara döndü ve (iyi ettiniz) yahut; (isabet ettiniz)» buyurdu.
Namazı vaktinde kılmış olmalarından dolayı onlara gıpta ediyordu.
(...) Bize
Muhammed b. Râfi' ile Hulvânî rivayet ettiler. Dediler ki; Bize Abdürrezzâk,
İbni Cüreyc'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana İbni Şihâb, İsmail b.
Muhammed b. Sa'd'dan, o da Hamzetü'bnü Mugî-re'den [34]
Abbâd'ın hadisi tarzında rivayette bulundu. Mugîra:
«Ben Abdurrahmân'ı
geri çekmek istedim, fakat Peygamber
«Bırak onu» buyurdular, demiş.
Hadîsi şerif, büyük
bir zâtın su kabını taşımanın, abdest alırken başkasından faydalanmanın,
abdestden önce elleri üç defa yıkamanın, cüb-be giymenin ve avret mahalli
açılmamak şartıyla elleri cübbenin aşağısından çıkarmanın ve mest üzerine
meshin cevazı hükümlerini ihtiva etmektedir. Bu hadîs, «Kitâbü't-Tahâre» de
geçmiştir.
106- (422)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile AmruVNâkıd ve Ztt-heyr b. Harb rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, ZÜhrî'-den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû
Hüreyre'aen, o da Peygamber (Salla tlahu Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti.
H.
Bize Hârûn b. Ma'rûf
ile HarmeletüTrati Yahya da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb haber
verdi. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şi-hâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana Saîd b. el-Müseyyeb ile Ebû
Selemetü'bnü Abdurrahman haber verdiler. Onlar da Ebû Hüreyre'-yi şöyle derken
işitmişler; Resûlüllah (Satlaltahü Aleyhi ve Seltem) :
«Tesbîh erkeklere,
tasfik da kadınlara mahsûsdur» buyurdular.
Harmele kendi
rivayetinde şunu ziyâde etti: «İbni Şihâb: Ben ulemâdan bir çok kimseler
gördüm ki, hem teşbih hem de işaret
ederlerdi.»
107- (...)
Bize KuteybetüTmü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Fudayl (yani
İbni Iyâz) rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize İshak b. İbrahim dahî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize îsâ b. Yûnus haber verdi: Bunların hepsi
Âmeş'den, o da Ebû Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadisin mislini rivayet etmişlerdir.
(...) Bize
Muhammed b. Bâfî' rivayet etti: (Dedi ki): Bize Abdür-rezzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmâm'dan; O da Ebû Hu reyre'den, o da Peygamber
(SalUülahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen bt hadisin mislini haber verdi: O
«Namazda» sözünü de ziyâde etti.
Bu hadîsin şerhi bundan
önceki bâbda geçmiştir.
108- (423)
Bize Ebû Muhammed b. El-Alâ El-Hemdânî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû
Üsâme, Velîd (yani İbni Kesir) den rivayet etti. (Demiş ki): Bana Sâîd b. Ebî
Saîd el-Makburî, babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû
Hüreyre şöyle demiş: Bir gün Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize
namaz kıldırdı. Sonra namazdan Çıkarak:
«Ey Filan! namazını
güzel kılsanal. Hiç namaz kılan kimse nasıl namaz kıldığına bakmazını? Çünkü
namazı ancak kendisi için kılar. Vallahi ben önümden nasıl görürsem arkamdanda
Öyle görmekteyim» buyurdular.
109- (424)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Ebû Zinâd'dan, o da Â'rac'dan,
o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Siz benim kıblemi bu
tarafa doğrumu görüyorsunuz? Vallahi bana sizin ne rükünüz gizli kalıyor ne de
sücûdunuz. Ben sizi arkamdan pek âlâ görüyorum.» buyurmuşlar.
110- (425)
Bana Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşsâr rivayet ettiler. Dediler kî: Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki:
Katâde'yi Enes b. Mâlik'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'fen naklen rivayet ederken işittim.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Rükû ve sücûdu
dosdoğru yapın. Vallahi ben sizi rükû' ve secde ettiğiniz zaman arkamdan
(Galiba sııtımın arkasından demiş) görüyorum.» buyurmuşlar.
111- (...)
Bana Ebû Gassân el-Mismaî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muâz (yâni İbni Hişâm)
rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
el-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî Adiy, Saîd'den naklen
rivayet etti. Bunların ikisi de Katâde'den, o da Enes'den naklen rivayet
etmişler ki: Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Rükû' ve sücûdu
tamamlayın! Vallahi rükû' ve secde ettiğiniz zaman ben sizi arkamdan pekâlâ
görüyorum.» buyurmuşlar.
Saîd'in rivayetinde:
(Mâ) kelimesi zikredilmeks denilmiştir.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü's-Salât» ve «Kitâbü'1-Ezân» da muhtelif râvilerden tahrîc etmiştir.
«Siz benîm kıblemi bu
tarafa doğrumu görüyorsunuz?» cümlesinden murâd, siz benim Önümün bu tarafa
olduğuna bakarak yalnız bu taraf-daki şeyleri gördüğümü mü zannediyorsunuz?
Vallahi görmem yalnız ö-nüme gelen şeylere mahsûs değil, arkamdakilere de
şâmildir, demektir. Ulemâ, buradaki görmenin mânâsı ile keyfiyeti hususunda
ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: «Görmekden murâd, ya Vahiy tarikiyle cemâatin
nasıl namaz kıldıklarının bildirilmesi, yahutta bunu ilham yoluyla
anlaması-dır.» demişlerse de Aynî bu sözün hiç bir kıymeti olmadığını söylüyor
ve: «Çünkü bu iş ilim yoluyla olsaydı, arkamdan görüyorum diye takyîd
buyurmanın bir faydası kalmazdı.» diyor.
Bir takımları: «Bundan
murâd: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sağındaki ve solundaki
cemâatin nasıl kıldıklarını göz ucuyla görmesidir.» demişlerdir. Bu söz dahi
muteber değildir.
Cumhur-u ulemâya göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakikî bir idrak ile arkasında
olanları görürdü. Bu ona mahsûs hârikalardandır. Onun içindir ki Buh âr'î bu
hadîsi «Peygamberliğin Alâmetleri» bahsinde tahrîc etmiştir. Bu hususda
söylenen sözlerin doğrusu da budur.
Eş'arîlere göre görmek
için yüz yüze gelmek şart değildir. Çin'deki bir âmânın Endülüs'ü görmesi
caizdir. Hadîsi gerîf onların bu kavline delildir. Aynî
diyor ki:
«Ehl-i sünnete göre
hak olan budur. Görmek için aklen husus! bir uzuv şart olmadığı gibi, mukabele
yani yüz yüze gelmek ve yakınlık gibi şeyler de şart değildir. Bundan dolayıdır
ki ehl-i sünnet Allah Teâlâ'-nm âhirette görülebileceğine hükmetmişlerdir.»
Mu'tezile taifesi
Allah Teâlâ'mn mutlak surette görülemiyeceğini iddia etmiş; dalâlet
fırkalarından Müşebbihe ile Kerrâmîye ise Allah'ın bir cihet ve mekânda
bulunduğunu itikat ettikleri için, gören kimsenin karşısında bir mekânda
bulunmak şartıyla görülebileceğine kail olmuş; ci-hetsiz ve mekansız görmenin
imkânsız olduğunu iddia etmişlerdir. Ehl-i Sünnet ulemâsı bunlara lâzım gelen
cevâbı vermiş; Allah'ı görmenin hem aklen, hem de naklen caiz olduğunu
delilleriyle isbat etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem)in arkasındaki eşyayı nasıl gördüğü meselesine gelince;
Ulemâdan bazılarına göre arkasında gözü vardır ve onunla arkasında bulunan
eşyayı dâima görürdü. Bir takımları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
omuzları arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunduğunu söylerler.
Onlara göre elbise ve şâire gibi şeyler bu gözlerin görmesine mânı olamazdı.
Bâzıları:
«Eşyanın suretleri
Peygamber' (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in önündeki duvara resmolunur.
Peyganiber efendimiz aynaya bakar gibi onları duvardan görürdü» demişlerdir.
Hâsılı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasındaki eşyayı görmesi
ona hâs bir mucizedir.
Nevevî diyor ki:
«Ulemâya göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyfü ve Sellem) jn arkasındaki eşyayı
görmesi Allah Teâlâ'nın onun kafasında halk ettiği bir idrak iledir. Bu
idrakTile Reâûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arkasındaki şeyleri
görür. Ona bundan daha ziyâde nice harikulade hususiyetler verilmiştir.
Buna ne akıl manîdir,
ne de şeriat. Bilâkis şerîat vukuunu habçr vermektedir. Binâenaleyh kabul
etmek îcabeder. Kaadî lyâz, İmam Ahmed b. Hanbe1 ile cumhuru ulemânın:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasındaki eşyayı görmesi
hakikaten gözle görmek suretiyle olmuştur, dediklerini nakleder.» Kaadî 1yfiz'in
beyânına göre ulemâdan bâzıları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
efendimizin:
«Ben sîzi arkamdan
pekâlâ görürüm» sözünü vefatımdan sonra görürüm mânâsına hamletmişlerse de
bunun siyakı hadisle hiç bir alâkası yoktur.
1- İmam
cemâatdan birinin din umuruna âit bir noksanlığım görürse onu bundan men
etmeli ve kendisine lâzım gelen îzâhatı vererek ibâdetini mükemmel yapmaya teşvik
etmelidir. Çünkü Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir çok
defalar böyle tenbih ve ikazlarda bulunmuştur.
2- Zaruret
olmaksızın dahi Allah'a yemîn etmek caizdir. Fakat hacet yokken yemîn etmemek
müstehabtır. Resûlüllah (Sallaltahü
Aleyhi ve Sellem) 'in yeminleri te'kîd, tefhim ve zihinlere yerleştirme gibi
ihtiyâçlar dolayısiyle yapılmışlardır.
3- Rükû' ve
sücûdda tadîl-i erkânın, yâni âza sükûnet bulacak derecede durmanın farz
olduğunu söyleyenler, bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Fakat hadîste buna
delâlet yoktur. Çünkü farz olsaydı Resûlüllah (SaltfüahÜ Aleyhi ve Sellem) o
cemaata namazlarını yeniden kılmalarını emrederdi. Emretmemiş olması bunun
farz olmadığını gösterir.
112- (426)
Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe ile Ali b. Hucr rivayet et-tiler. Lâfız Ebû
Bekir'indir. (İbni Hucr, bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ebû Bekir ise:
Bize Ali b. Mttshlr, Muhtar b. Fülfül'den, o da E-nes'den naklen rivayet etti,
dedi. Enes şunları söylemiş: Bir gün Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
bize namaz kıldırdı. Namazı bitirince yüzünü bize çevirerek:
«Ey cemâat! Ben sizin
imamınızı m. Öyle ise rükû, sücud, kıyam ve namazdan çıkma hususlarında beni
geçmeyin! Çünkü ben sizi önümdende arkamdan da görüyorum.» buyurdular. Ve sonra şunu ilâve ettiler:
«Muhammedin nefsi
yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederi m ki siz benim gördüğümü görmüş
olsanız hakikaten az güler çok ağlardınız.»
Cemâat: Ne gördün, yâ
Resûlallah? dediler. ResûlÜUah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem):
«Cennetle, cehennemi
gördüm» buyurdular.
113- (...) Bize
KuteybetÜ'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr ile
tshâk b. İbrahim de İbni Fudayl'den ve bunların hepsi Muhtâr'dan, o da
Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'den naklen
bu hadisi rivayet ettiler. Cerîr'in hadisinde
kaydı yoktur.
Bu hadîs, cemâatin
bütün namaz fiillerinde imâma tâbi olmaları lâzım geldiğine delildir.
Hanefîlere göre imama tâbi olmak üç surete şâmildir:
1- Cemâatin
fiili imamın fiiliyle beraber olur. İmamla beraber niyetlenmek, beraber rükûa
gitmek ve beraber selâm vermek gibi İmamdan önce rükûa giden ve rükûda imamı
bekleyen kimsenin hükmü de budur.
2- Evvelâ
imam niyet eder, arkacığından cemaat da niyeüenir. Rükû* ve secdeler de böyle
yapılır.
3- Cemâat
imamdan hayli sonra niyetlenir veya sonra rükû, sft-cûd eder, ancak imam o
rüknü bitirmeden cemâat kendisine yetişmiş ve o rüknün bir cüzünde birleşmiş
olurlar.
İşte bu suretlerin
üçüne de mutâbeat, yani imama uyma denilir. Meselâ: İmamdan ileri gitmemek ve
geri kalmamak şartıyla imamla birlikte rükû' eden, yahut imamdan pek az sonra
veya biraz gecikerek rükû'a varan, yahut imam rükûdan doğrulduktan sonra henüz
secdeye gitmeden rükû eden cemâat imama tâbi olmuş sayılırlar. Namazın
farzlarında imama tâbi olmak farz, vaciplerinde mutâbâat vacip, sünnetlerinde
mutabâatta sünnettir. Meselâ: İmamdan önce rükû edip doğrulan ve tekrar
imamla rükû etmeyen kimsenin namazı bâtıl olur. Çünkü farz olan bir rükünde
imama tâbi olmamıştır.
Şâfiîlere göre de
imama tâbi olmak üç surete şâmildir:
1- Cemâatin
namaza niyetlenmesi mutlaka imamın niyetinden sonra olmalıdır. Önce yahut
iftitâh tekbîrinin velev bir harfinde imamla beraber olursa namazı sahîh olmaz.
2- Cemâatin
selâmı imamın selâmından önce olmamalıdır. Cemâat imamdan önce selâm verirse
namazı bâtıl olur. İmamla beraber selâm vermek ise mekrûhdur.
3- Birbiri
ardından gelen iki rüknü özürsüz cemâat imamdan Önce veya sonra yapmamalıdır.
Mâlikîlerle,
Hanbelîlere göre imama tâbi olmak bütün fiilleri imamdan sonra yapmakla olur.
Ancak imama yetişemiyecek kadar fazla gecikmemek şarttır. Bu hususta her
mezhebin kendine göre tafsilâtı vardır. Bunlar fıkıh kitaplarından
görülebilir.
Resûlüllah (Saiîallahü
Aleyhi ve Sellem) «Namazdan çıkma» ile selâm vermeyi kasdetmiştir. Fahr-i
Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin cenneti gördüğü halde de çok
ağlaması, ya ondan mahrum kalacaklara acıdığından, yahut cennete götürecek
ameller az yapıldığındandır. Hadîsi şerif cennetle cehennemin yaratılmış
olduklarına delildir.
Mû'tezîleden Cubbâî,
Ebû Hüseyin Basrî ve emsali cennetle cehennemin şimdi mevcut olmadıklarını,
zamanı gelince yaratılacaklarını iddia etmişlerdir. Onlara göre ehli mevcut
olmayan ıssız bir cennetle cehennemin yaratılması abestir. Bu hadîs onların
kavlini reddetmektedir.
114- (427)
Bize Halef b. Hişâm ile Ebü'r-Rahî'ez-Zehrânî ve Ku-teybetü'bnü Saîd hep birden
Hammâd'dan rivayet ettiler. Halef dedi ki: Bize Hammâd b. Zeyd, Muhammed b.
Ziyâd'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bize Ebû Hüreyre rivayet etti. Dedi ki:
Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Başını imamdan önce
kaldıran kimse Allah'ın onun başını eşek başına çevireceğinden korkmuyor
mu?» buyurdular.
115- (...)
Bize Amrü'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail
b. İbrahim, Yûnus'dan, o da Muhammed b. Zi-yâd'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Namazı esnasında
başını imamdan evvel kaldıran kimse Allah'ın, onun suretini eşek suretine
çevirmesinden emin olamaz.» buyurdular.
116- (...)
Bize Abdurrahman b. Sellâm El-Cumâhi' ile Abdurrah-man b. Rabî* b. Müslim hep
birden Rabt' b. Müslim'den rivayet ettiler. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz da rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi kî): Bize
Şû'be rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bire Vekî', Hammâd b. Seleme'den rivayet
etti. Bunların, hepsi Muhammed b. Ziyad'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'den bu şekilde rivayet etmişlerdir.
Yalnız Babt b. Müslim hadîsinde:
«Allah onun yüzünü
eşek yüzüne çevireceğinden» denilmiştir.
Bu hadisi bütün Kütübü
Süte sahipleri muhtelif râvilerden tahrtc etmişlerdir. Hz. İbni Mes'ûd
(Radiyallahû arih) rivayetinde:
«Başını imamdan önce
kaldıran kimse Allah'ın onun başını köpek başına çevirmesinden emin olmaz.»
buyurulmuştur.
Görülüyor M,
rivayetlerin bâzısında başını eşek başına, bazılarında suretini eşek suretine;
diğer bazılarında da başını köpek başına çevireceğinden emin olamaz
buyurulmuştur. Ulemâ bu cümlenin mânâsı hakkında bir çok sözler
söylemişlerdir. Kirman i'ye göre bu cümle ahmaklıktan kinayedir. Bir şeyin
hakikatini başka şeye çevirmeye «mesh» denilir. Mesh bu ümmet hakkında caiz
değildir. Kaadî Ebû Bekir İbni'l-Arabî:
«Allah'ın, eşek başına
çevirdiği bir kimse bu ümmetde mevcut değildir. Çünkü bu ümmet mesh'den
emindir. Bu cümleden murâd; olsa olsa eşeğin mânası, yâni basiretsizlik ve
inatçılıkdır. Çünkü bukağılan-dığı vakit yürümemek ve kapandığı vakit şahlanmak
eşeğin şâmndan-dır.» demiştir. Fakat Aynî bu sözlere itiraz etmiş, âhir zamanda
mesh'in vuku bulacağını sahabeyi kiramdan bir cemâatin rivayet ettiğini
söylemiştir.
Şeyh Takiyyüddîn: «Bu
hadîs zahiren suretin değiştirileceğini iktizâ eder, ama mecazen manevî bir
hususa da aittir. Çünkü eşek ahmaklıkla vasıflanır. Bu mânâ câhil bir insana
da istiare e-dilebilir.
Bugüne kadar bir çok cemâatin
imamdan önce rükû ve secdeden başlarını kaldırdıkları halde suretlerinin
değiştirilmemiş olması hadîsi mecaza hamledenlerin kavlini teyid etmektedir.»
diyor. Fakat Ayn'î bunu da kabul etmemiş ve şöyle demiştir: «Bu sözün doğru
olduğunu teslim etsek bile cezanın Allah Teâlâ'nm dilediği bir zamana tehiri neden
caiz olmasın. Nitekim bazı kitaplarda okuduğumuza ve mûtemed zevattan
işittiğimize göre Şiîlerden bir cemâat ashâb-ı kirama sövdükleri için Ölürken
bâzısının suretleri eşek, bazısının da domuz olmuştur...
îbni Hacer-ı Askalânî
şöyle bir vak'a hikâye ediyor: Muhaddislerden biri hadîs okumak için Dimeşk'a
gitmiş ve meşhur bir üstâd bularak ondan ders almağa başlamıştır. Bir müddet
devam etmişler. Fakat üstâd daima perde arkasında bulunuyor, yüzünü talebesine
göstermiyormuş. Hayli bir zaman bu minval üzere devam edip, talebesinin hadîs
ilmine karşı sdn derece iştiyaklı olduğunu görünce perdeyi açmış. Bir de ne
görsün, yüzü tamamen eşek yüzü!.. O vakit şeyh şunu söylemiş: «Oğlum, sakın
imamdan önce doğrulma! Zîra ben hadîsde bunu görünce vukuunu kabul etmedim ve
imamdan önce doğruldum, yüzüm şu gördüğün hâle geldi.»
Hadîsi Şerif
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ümmetine karşı beslediği hudutsuz
şefkatini, ümmetine bütün ahkâmı ve bu ahkâma terettüp eden sevabı, ikâbı beyân
ettiğini gösteriyor. Ayrıca tehdide de şâmildir, tbni Mes'ud (Radıyallahû anh)
imamdan önce başını kaldıran bir zâta bakmış da:
«Sen ne yalnız kıldın,
ne de imama uydun» demiştir. Hz. İbni Ömer 'den de buna benzer bir söz rivayet
olunur. Hattâ İbni ömer (Radiyallahû anh) imamdan evvel başını kaldıran kimseye
namazı yeniden kılmasını emr etmiştir. Cumhuru ulemâya göre başını
önce kaldırmak haram
ise de bundan dolayı namazı yeniden InlmaV 1-câb etmez.
117- (428)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Kttreyb riv&yet ettiler. Dediler ki:
Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da MttseyyeVden, o da Temtm b. Tarefe'den [35], o
da Câbir b. Semnra'dan naklen rivayet etti. CâMr şöyle demiş: Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem):
«Namazda gözlerini
semâya diken bîr takım kimseler yâ bundan vaz geçerler yahut gözleri
kendilerine dönmez.» buyurdular.
118- (429)
Bana Ebû't-Tâhir Ue Amr b. Sevvad rivayet etülcr. De-düer ki: Bize İbni Vehb
haber verdi. (Dedi M): Bana Ley» b. Sft'd, Cafer b. Ramâ'dan, o da Abdurrahman
el-Arac'dan, o da Ebû Hureyre'4«* naklen rivayet etti, Û Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Seüem) : .
«Bir takım insanlar yâ
namazda duâ ederken gözlerim semaya d\k-mekden vaz geçerier, yahut gözleri kör
olur!» buynnnuglar.
Bu rivayetlerin
birinde mutlak surette namaz esnasında semâya bak-makdan, diğerinde ise namazda
duâ ederken semâya bakmakdan nehy buyurulmuştur. Hüküm ve hâdise her
iki rivayette bir olduğu için mutlak
olan birinci rivayet mukayyed bulunan ikinci rivayete hamledil-miştir. Maamâfih
buna hacet de yoktur. Çünkü mânâ yine aynıdır. Duanın kıblesi semâ olduğu
halde dua esnasında semâya bakmak memnu olunca namaz esnasında bakmak
evleviyetle memnu olur. Bu rivayetlerden ne murâd edildiği ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Bazılarına göre vaîd yâni tehdîd kasdedilmiştir. Bu lakdirde
gözleri semâya dikmek haramdır. Zahirîlerden İbni Hazm daha ileri giderek
namazın bozulacağını söylemiştir. Diğer bazıları: «Hadîsin mânâsı: Namaz
kılanların ü-zerine inen meleklerin indirdikleri nurdan gözleri kör olacağından
korkulur demektir.» mütâleasmda bulunmuşlardır, tbni Ebu Şeybe'nin Hişam'dan
tahrîc ettiği bir hadîse göre, ashab-a kiram vaktiyle namazda bakmırlarmış;
«Namazlarında huşu'
sahibi olan mü'minler muhakkak felaha erdi.» [36]
âyet-i Kerîmesi inince artık önlerine bakmağa başlamışlar, gözleri secde
yerinden öteye geçmez olmuş.
Bâzılarına göre ibret
için gözleri semâya kaldırmakta beis yoktur. Fakat İbni Battal namazda semâya
bakmanın mekruh olduğuna ulemânın ittifak ettiklerini söylemiştir. Namaz
haricindeki dualarda ise ekseri ulemâya göre semâya bakmak caizdir. Çünkü
duanın kıblesi semâ olduğunu bildiren hadîsler vardır. Taberî semâya bakmayı
kerih görmüştür. Kâdî Şüreyh duâ ederken gözlerini semâya diken bir zâta:
«Ellerini yum!
Gözlerini de indir! Çünkü sen ona eremez ve onu göremezsin!» demiştir.
119- (430)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Ktireyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müseyyeb b. Rafi'den, o da Temim b. Tarefe'den, o
da Câbir b. Semure'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi. Ve:
«Acep neden sizleri
hırçın atların kuyrukları gibi, ellerinizi kaldırmış görüyorum! Namazda sakin
olun!» buyurdular. Sonra (Başka bir defa) yine yanımıza çıktı ve bizi halkalar
halinde görerek:
«Acep sizi neye
dağınık cemâatler halinde görüyorum i» dedi. Başka bir sefer yine yanımıza
çıktı ve:
«Siz meleklerin
Rableri katında saff saff durdukları gibi saf bağlayıp dursanızya!» buyurdular. Biz:
Yâ Resûlallah!
Melekler Rableri katında nasıl saf olurlar? dedik:
«İlk safları
tamamlarlar, ve safda sıkışık dururlar.»
buyurdu.
(...) Bana
Ebû Saîd El-Eşecc rivayet etti. (Dedi ki): Bize Veki' rivayet etti. H.
Bize İshak b. İbrahim
de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsa b. Tunus haber verdi. Her iki râvi: «Bize
Â'meş bu isnatla bu hadisin mislini rivayet etti.* demişlerdir.
Şums yahut Şumus:
Yerinde duramayan ve daima kıpırdayıp kuyruklarını sallayan atlar demektir.
Müfredi Şemûs ve Şâmis gelir.
Ashabı kiram namazda
selâm verirken elleriyle iki tarafa işaret e-derlerdi. Resûlüllah (Sallalîahü
Aleyhi ve Sellem) onların bu fiilini tasvip etmedi ve bu hareketlerini hırçın
at kuyruklarına benzeterek kendilerini bundan menetti; namazda sakin sakin
durmalarını tavsiye buyurdu.
izin: Cemaatlar
manasınadır. Müfredi «ize» dir. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Un
ashabını ayrı ayrı cemâatler halinde görmesi kuvvetli bir ihtimâle göre namaz
hâricinde olmuştur.
Onları bu halde
görünce dinin emrettiği İslâm birliğinin tahakkuk edemeyeceğinden endişe duymuş
ve kendilerini dağınık bulunmaktan men'etmiştir. Bâzıları bunun namazda
olduğuna ihtimâl vermişlerdir. Çünkü namazda dağınık bir halde bulunmak
safların parçalanmasına sebep olur. Fakat bu ihtimâl zayıftır. Râvî'nin:
«ResûlüHan (SallaİlahÜ Aleyhi ve Sellem) bizi halkalar halinde gördü» demesi,
namazda olmadıklarına delildir. Zira halka yuvarlak olduğu için, halka halinde
oturanların bâzıları kıbleye sırtlarını çevirmiş vaziyette otururlar.
1- İslâmiyet
birlik ve dirlik dînidir.
2- Namaz
safları tamamlanmalı; saflarda sımsıkışik durmalı ve saflar düz tutulmalıdır.
Ulemânın beyânına göre ilk safın teşkiline imamın arkasından başlanır. Sonra
arkasına duran zâtın sağma ve soluna durmak suretiyle ilk saf tamamiyle
doldurulur, tik safta yer varken i-kinci saf teşkil edilmemelidir. Ondan sonra
ikinci, üçüncü ilâh... saflar aynı şekilde doldurulmak şartiyle teşkil
edilirler, öndeki safta yer varken arkadaki safa durmak mekruhtur.
3- Namazda
sükûnet ve huşu* ile durmak gerekir.
4- Melekler
de namaz kılarlar ve saf olurlar.
120- (431)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. Dedi ki: Biıe Vekî' Mis'ar'dan
rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de
rivayet etti, lâfız onundur. Dedi İti: Bize İtai Ebî Zaide, Mis'ar'dan naklen
haber verdi. (Demiş ki): Bana Ubeydullah b. Kıptiyye [37];
Câbir b. Semura'dan rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Biz Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)
ile birlikte namaz kıldığımız vakit es-selâmü
aleyküm ve rahmetullah, es-selâmü aleyküm ve rah-metullah derdik. Câbir eliyle
iki tarafa da işaret
etmiş. Resûlüllah
(SallaÜahü Aleyhi ve
Sellem):
«Siz neden hırçın
atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret ediyorsunuz? Her birinize elini
uyluğunun üzerine
koyması kâfidir sonra
sağ ve sol tarafında bulunan kardeşlerine selâm verir» buyurdular.
121- (...) Bize
Kaasım b. Zekeriyya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Musa,
İsrail'den, o da Furât [38] (yâni
el-Kazzâz) dan, o da Ubeydullah'dan, o da Câbir b. Semura'dan naklen rivayet
etti. Câbir şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
birlikte namaz kıldım. Biz (kendi aramızda) namazda selâm verirken ellerimizle
es-selâmü aleyküm, es-selâmü aleyküm... diyerek işaret ederdik. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bize bakarak:
«Size ne oluyor kî
hırçın atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret ediyorsunuz. Biriniz selâm
verdiği vakit yanında kine bakıversin! Eliyle işaret etmesini» buyurdular.
Bu hadîs dahî namazda
selâm verirken elle işaret etmenin memnu' olduğuna ve ayrıca sünnet veçhile
selâm vermenin keyfiyetine delildir. Selâmın hüküm ve keyfiyeti ulemâ arasında
ihtilaflıdır.
Hanef ilere göre
namazdan «Selâm» lâfzı ile çıkmak farz değil vaciptir. Sünnet veçhile selâm
evvelâ sağ tarafa, sonra sola bakarak «es-selâ-mji- aleyküm ve rahmetullah»
diyerek verilirse de yalnız «selâm» lfifeı Üe iktifa etmek de caizdir.
Şâfiîlerle,
Hanbelîlere göre selâm-vererek namazdan çıkmak farzdır. Yalnız Şâfiîlerce bir
defa selâm vermek farz, ikinci selâm sünnettir. Hanbelîlere göre tertîp şart;
Şâfiîlere göre şart değildir. Yâni Hanbelîlere göre namaz kılan bir kimsenin
her iki tarafına «es-selâmü aleyküm ve
rahnıetüllah. diyerek selâm vermesi farzdır. Şâfiîlere göre «Aleyküm selâm»
demekle de namazdan çıkılabilirse de mekruhtur.
İmam Mâlik bu bâbta
Hz. Aişe'den rivayet olunan bir hadîsle istidlal ederek namazdan çıkarken sağa
sola bakmadan kıbleye doğru bir defa selâm verileceğine ve selâm verirken bir
parça sağ tarafa meyledileceğine kaail olmuştur. Maamafih Mâlikîlerden bir
rivayete göre, biri sağa, biri sola, biri de kıbleye karşı olmak üzere üç defa
selâm verilebilir.
Selâm verirken sağ ve
sol taraftaki erkek ve kadınları, hafaza meleklerini, cemâatle kılmıyorsa
imamı niyet etmek sünnetdir. Yalnız kılan,, yalnız hafaza meleklerini niyet
ederek selâm verir. îmam iki tarafa selâm verirken sağında ve solunda bulunan
cemâati niyet eder.
Hadîsi şerîfde zikri
geçen kardeşden murâd, namaz kılanın sağ ve sol taraflarında bulunan din
kardeşleridir.
122- (432)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şcybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. İdrîs ile
Ebû Muâviye ve Vekî', A'meş'den, o da Umaretü'bnü Umeyr et-Teymî'den, [39], o
da Ebû Ma'mer'den, o da Ebû Mes'ûd'dan naklen rivayet etti. Ebû Mes'ûd şöyle
demiş: Besûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) namazda bizim omuzlarımıza
dokunur ve:
«Doğrulun karışık
durmayın ki kalpleriniz de karmakarışık olmasın. Benim arkama aklı başında
olanlarınız, daha sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler onların
arkasına daha sonra gelenler dursun!» buyurdular.
Ebû Mes'ûd: «Bugün en
ziyâde karışıklığı siz yapıyorsunuz.» demiş.
(...) Bize
bu hadîsi tshak da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr haber verdi. H.
(Dedi ki): Bize İbni
Haşrem de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsi (yani îbni Yûnus) haber verdi. H.
(Dedi ki): Bize İbnİ
Ebî Ömer de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Uyeyne bu isnatla bu hadîsin
mislini rivayet etti.
123- (...)
Bize Yahya b. Habîb el-Hârisî ile Salih b. Hatim b. Ver-dan [40]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Hâlid el-Hazzâ', Ebû Ma'şer'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da
Abdullah b. Mes'ûd'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Benim arkama yaşlı
başlılar dursun; sonra derece itibariyle onlardan sonra gelenler dursunlar.»
buyurdu. Bunu Uç defa tekrarladı ve:
«Pazar yerlerindeki
keşmekeş (e benzemek) den sakının» buyurdular.
Ülü'l-Ahlâm: Akıl
sahipleri demektir. Ntthâ: Akıllar mânâsına gelir. Müfredi Nühyedir. Bu
takdirde Ülül-Ahlâm ve Nühâ tâbirleri ayni mânâyı ifâde ederler. Lâfızları
muhtelif olduğu için atıf harflerinden (vav) la birbirleri üzerine
atfedilmişlerdir. Fakat bâzılarına göre Ülü*l-Ahlâm'-dan murâd; bulûğa
erenlerdir. Şu halde yanyana kullanılan bu iki kelimeden murâd, âkil ve baliğ
olmuş kimseler demek olur.
Râvî; Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Namazda bizim omuzlarımıza dokunurdu, demekle
namaza başlanacağı zamanı kasdetmiştir. Yoksa namaz içinde konuşmak, cemâatin
omuzlarına dokunarak safları düzeltmek gibi fiiller caiz değildir. Hadîsi şerif
.cemâatin en faziletli ve aklı başında olanlarının derece derece imama yalan
durmaları îcâb ettiğini göstermektedir. Zîra cemâatin içersinde en faziletli
olanlar en ziyade ikrama lâyıktılar. Bir de bazen imam namazda iken burnu kanamak
gibi bir özür sebebi ile namazdan çıkmak ve ceraâatdan birini mihraba geçirmek
mecburiyetinde kain*. Bazan da âyeti hatırlamıyarak tıkanabilir. Bu gibi
hallerde fazilet sahiplerinin imama yakın bulunmaları ve mihraba geçmek, imam
tıkandığı vakit âyeti kendisine hatırlatmak hususlarında imama yardımcı
olmaları gerekir. Hz. Ömer (Radiyallahû anh) ön saflarda bir çocuk görürse saftan
çıkarırmış. Bunu Zırr b. Hubeyş ile Ebû Vâil (Radiyaüahû anhûma) da
yaparlarmış. ÎUm ve fazilet sahiplerinin Ön saffa geçirilmesi yalnız namaza
mahsûs değildir.
Onları ilim, müşavere,
hüküm, fetva ve saire meclislerinde de ön safta bulundurmak, bu gibi yerlerde
de cemâatin ilim, din, akıl, şeref ve yaşlarına göre yer almaları sünnettir.
Hadîsin ikinci
rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in üç defa tekrarladığı
bildirilen cümle;
«Sonra derece
itibariyle onlara yakın olanlar dursun» cümlesidir. Fahri Kâinat (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) efendimiz, mezkûr cümleyi tekrarlamakla namaz ahvâlini en
iyi bilen ilim ve fazilet sahiplerinin imamın arkasına ona yakın durmalarını,
imamdan uzaklaştıkça dahi ilim ve fazilet derecesinin göz önünde
bulundurulmasını, en son saflara namaz ahvâlini en az bilenlerin bırakılmasını
anlatmak istemiştir.
Hadîsi şerif
müslümanlarm daima fiilen ve kalben islâmî birliği muhafaza etmelerini;
birbirlerine sırt çevirerek dağılmamalarını ifade etmektedir.
124- (433)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ ile tfanİ Beşsâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki:
Katâde'yi Enes b. Mâlik'den naklen rivayet ederken dinledim. Enes şöyle demiş:
Resûlüllah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Saflarınızı düzeltin! Çünkü saffı
düzeltmek namazın tamamındandır.» buyurdular.
125- (434)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ab-dül Vâris, Abdül
Azîz'den -ki bu zât İbni Suhayb'dir- O da Enes'den naklen rivayet etti. Enes
şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Safları tamamlayın.
Çünkü ben sizi arkamdan görüyorum.» buyurdular.
126- (435)
Bize Muhammed b. Râfî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Ma'mer, Hemmam b. Müneb-bih'den rivayet etti. Hemmam: Ebû
Hüreyre'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den bize rivayet ettikleri
budur, diyerek bir takım hadîsler zikretmiş. Ez cümle: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Namazda sarfları
doğrultun. Çünkü saffı doğrultmak namazın güzel-Hğindendir.» buyurmuşlar,
demiş.
127- (436)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Gunder Şube'den
rivayet etti. H.
Bize Muhammed b.
El-Müsenna ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan
rivayet etti*
Demiş ki: Ben Salim b.
Ebi'1-Ca'd el, Gatafâni'den dinledim. Dedi ki: Ben Nu'man b. Beşîr'den [41]
dinledim. Dedi ki: Resûlüllah (Sallallakü Aleyhi ve Selîem):
«Ya saflarınızı
düzeltirsiniz yahut Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir!» buyururken işittim.
128- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hayseme, Simâk b.
Harb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Nu'man b. Beşîr'i şöyle derken işittim:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim saflarımızı düzeltir, onları
oklar gibi oluncaya kadar tesviye ederdi. Buna» tâ biz anlayıp öğreninceye
kadar böyle yapmakta devam etti. Sonra bir gün (mescide) çıktı ve namaza
kalktı. Tam Tekbir alacağı sırada göğsü saftan çıkmış bir adam gördü» Bunun
üzerine
«Ey Allah in kulları
ya saflarınızı düzeltirsiniz; Yahut Allah yüzlerinizi başka başka taraflara
çevirir.» buyurdular.
(...) Bize
Hasen b. Rabî' üe Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû'l-Ahvas rivayet etti. H.
Bize Kuteybetti'bnü
SaSd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne bu isnâdla bu hadisin
benzerini rivayet etti.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'l Ezan» in müteaddid yerlerinde muhtelif lâfızlarla, muhtelif
râvîlerden tahrîc etmiştir. Hadîs Ebû Dâvûd 'un «Sünen» inde dahi mevcûddur; Ve muhtelif
rivâyetleriyle safların düzeltilmesini ifâde etmektedir. Safların
düzeltilmesinden murâd; bir safta bulunan cemâatin tamamiyle bir hizaya
durmalarıdır. Safların aralarındaki boşlukları doldurmaya da tesviye denir.
Hadîsin muhtelif rivâyetlerindeki tesviye, itmam ve ikâme kelimeleri hep
safları düzeltme mânâsında kullanılmışlardır. Bu hususta Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Yâ saflarınızı
düzeltirsiniz yahut Allah yüzlerinizi başka başka kılıklara çevirir.»
buyurması, safları düz tutmayanlar hakkındaki tehdîtdir. Cemâat muhtelif yönlere
dönerek safları bozunca, cezalan suçlan cinsinden olmak üzere yüzleri de başka
kılıklara döndürülecektir. Bazıları bu cümleyi «Allah aranıza düşmanlık ve kin
sokar, kalplerinizi değiştirir.» şeklinde tefsir etmişlerdir. Çünkü cemâatin
safları bozması zahirî bir muhalefettir. Zahirin muhalefeti ise bâtının
muhalefetine sebebtir, derler. Ulemâdan bir takımları hadîsden zahirî mânâsının
kastedildiğini söylemişlerdir. Bu takdirde mânâ şöyledir: «Saflarınızı
düzeltin! Düzeltmezseniz Allah da sizin yüzlerinizi aslî hilkatmdan bozarak
kafanız tarafına çevirir. Binnetice çirkin bir hâl alırsınız.» Zahirî mânâsına
göre hadîs, başlarını imamdan Önce rükû ve secdeden kaldıranlar hakkında vârid
o lan tehdîd hadîsi kabîlindendir.
Namazda safları düzeltmek
îmamı Âzam, îmam Şâfiî ve îmam Mâlik hazerâtına göre sünnettir. Zahirîlerden
1bni Hazm farz olduğuna kaildir. Hz. Ömer (Radiyallahû anh) safları düzeltmek
için hususî adamlar tavzif etmişti. Kendisi imam olduğu vakit bu zevat
safların düzeldiğini haber vermedikçe namaza niyetlenmezdi. Hz. Osman ile Ali
(Radiyallahû anhûmâ) *nın da bu cihete pek dikkat ettikleri rivayet olunur.
Hattâ Hz. Ali namaza duracağı vakit safları teftîş eder; Bir safta eğrilik
görürse; «Ey filan, sen biraz ileri çık; Ey filan, sen de biraz geri çekil.»
dermiş. Hadîsi şerîf, safların tesviyesinden mâda ikâmet esnasında ve ikâmetle
namaz arasında konuşmanın caiz olduğuna da delildir.
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in arkasından görmesi mucizesi hakkında az yukarıda söz
geçmişti.
129- (437)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Malİk'e, Ebû Bekir'in azatlısı
Sümey'den dinlediğim, onun da Ebû Salih es-Semmân'-dan, onun da Ebû Hüreyre'den
naklettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) :
«İnsanlar ezan İle ilk
safda neler olduğunu bilseler de bunlara nâîl olmak için kur'a çekmekten başka
çare bulamasalar mutlaka kur'a çekerlerdi. Namaza erken gitmekte neler olduğunu
bilseler, bu hususta mutlaka yân; ederler. Yatsı ile sabah namazlarında neler
olduğunu bilseler onlara emekliye re k dahî olsa giderlerdi.» buyurmuşlardır.
Bu hadîsi Buhârî biraz
lâfız farkiyle «Kitâbül-Ezân» da tah-rîc etmiştir. Hadîsden murâd şudur;
«İnsanlar ezanın faziletini ve ecrinin büyüklüğünü bilseler de bu ecrü
mükâfata vaktin darlığından yahut mescidde yalnız bir müezzin ezan okuduğu için
ikinci bir ezan okumaya imkân bulamasalar onun için kurrâ çekerler ve bu ecrü
mükâfata nail olmaya çalışırlar; Namazın ilk safında olan sevap ve faziletin
miktarım bilseler, ona nail olmak için hep birden koşarlar; mescit kendilerine
dar gelince o fazilete nail olmak için aralarında kurrâ çekerlerdi. Camiye erken
gitmekde ne derece sevap olduğunu bilseler, erken gitmek için birbirleriyle
yarış ederler; yatsı ile sabah namazlarında ne derece sevap olduğunu bilseler,
yürüyemiyecek derecede hasta veya sakat bile olsalar sürünerek gitmeye
çalışırlardı.»
Netekim Kadisiye
harbinde bir cemâat ezan hakkında münâkaşa etmişler. Hz. Sa'dü'bnü Ebî Vakkas (Radiyallahü anh) aralarında kurrâ
çektirmiştir. Bâzıları buradaki ezandan murâd; Cum'â ezâ-rrdır, demişlerse de
doğrusu her namaz için okunan ezandır.
Ulemâ ilk safdan
muradın ne olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: «Bundan murâd mutlak
surette imamın arkasındaki safdır.» demiş; bir takımları saf değil, mescide
erken gitmek olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre mescide erken giden kimse,
namazını son safda bile kılsa ilk safda kılmış sayılır. îlk safdan murâd; Boş
yer kalmamak şar-tiyle en evvel doldurulan safdır, diyenler de vardır. Fakat
bunların içersinde sahih olan kavil birincisidir. İkinci ve üçüncü kaviller
hatâdır. Çünkü Arapçada «Evvel» kelimesi kendisinden önce başkası bulunmayan
şeyin ismidir. Saflar içinde kendinden Önce saf bulunmayan yegâne saf, i-mamın
arkasmdakidir.
1- Münakaşalı
haklarda kurrâ çekmek caizdir.
2- Hadîsi
şerîf cemaata, bilhassa Yatsı ile Sabah namazları için cemaata teşvik
etmektedir. Bu namazlarda nefse bir parça meşakkat vardır. Çünkü biri uykunun
ilk zamanına, diğeri sonuna tesadüf eder. Onun için de münafıklara en ağır
gelen namazlar bunlardı. Fakat nimetin külfet mukabilinde elde edildiği de
unutulmamalıdır.
130- (438)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize E-bü'1-Eşheb, Ebû
Nadrate'I-Abdî'den, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabında bir gerileme görmüş de
onlara:
«İlerleyin ve bana
uyun! Sizden sonrakilerde size uysunlar. Bir kavım geri Ieye gerileye nihayet
Allah kendilerini geriletir.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Abdullah b. Abdirrahman ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b.
Abdillah er-Rakaaşt [42]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bişr b. Mansûr, [43]
Cüreyrî'den, o da Ebû Nadra'dan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti.
Ebû Saîd: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) mescidin gerisinde bir
cemâat gördü... diyerek yukarki hadisin mislini rivayet etmiş.
«Sizden sonrakilerde
size uysunlar,» cümlesinin mânâsı beni göremeyenler, sizin ne yaptığınıza bakarak
bana uysunlar, demektir. Hadîsi şerîf, imamı göremiyen cemâatin gördükleri
cemaata bakarak imama uyabileceklerine, yâni onun fiillerini bu suretle takip
edebileceklerine delildir.
Şâ'bî ile ona tâbi
olan bazı ulemâ cemâatin cemaata uymasını caiz görmüşlerdir. Onlara göre, her
saf arkasındaki safa imamdır. Hattâ mescide giren bir kimse imamın rükûdan
doğrulduğunu, ancak son saf-takilerin henüz doğrulmadıklarım görerek onlara
uysa o rek'ata yetişmiş sayılır. Fakat ekseri ulemâ bu mezhebi reddetmişlerdir.
Hadîsi şerif imamdan geri kalmayı zemmetmektedir.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in;
«Bir kavim gerileye
gerileye nihayet Allah onları geriletir.» buyurmaktan muradı: Allah onları
rahmetinden o büyük fadlu kereminden, yüksek derecelerden ve ilimden mahrum
eder, demektir.
131- (439) Bize
İbrahim b. Dînâr ile Muhammed b. Harb el-Vâsıtî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Amru'bnü Haysem Ebû Katan [44] rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Katâde'den, o da Hilâs'dan, [45] o da
Ebû Râfî'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar:
«Dn safra ne olduğunu
bilseniz yahut bilseler muhakkak kur'a çekilirdi.»
Ibnİ Harb : «Birinci
safda ne olduğunu bilseniz kur'adan başka çare kalmazdı» şeklinde rivayet etti.
şeklinde rivayet etti.
132- (440)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerlr Süheyl'den, o da
babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Erkek saflannın en
hayırlısı ilk safdir. En hayırsızı da son sattır. Kadın saflarının en
hayırlısı ise son saf en hayırsızı İlk safdir.» buyurdular.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. Dedi ki: Bize Abd'ül Aziz (yâni Derâverdî)
Süheyl'den bu isnadla rivayet etti.
Bu rivayetler dahî
erkekler için namazda ilk safın faziletli olduğuna delâlet etmektedirler.
Fazla olarak, son rivayette kadın saflarının hükmü de beyân buyrulmuş ve
erkeklerin aksine onlar için son saffın daha hayırlı olduğu, erkeklere yakın
olan ilk kadın saffımn en hayırsız, yâni hayırı en az bulunduğu bildirilmiştir.
Ancak bu hadisteki kadın saflarından murâd: Erkeklerle beraber kılan
kadınlardır. Nevevî'nin beyânına göre kadınlar kendi aralarında cemâat teşkil
ederlerse onların safları da hüküm itibârile erkek safları gibidir.
Erkeklerle beraber
kılan kadın saflarının en hayırlısı, son saf olmasının hikmeti, erkeklerden
uzak bulundukları için onlan görememeleri ve hareketlerini görmedikleri,
seslerini işitmedikleri için de kalpleri bozulmadan huzur ve huşu' içinde
namaz kılabilmeleridir.
Safların en
hayırsızından murâd: Sevap ve fazileti en az demektir.
133- (441)
Bize Ebû Bekir b.EbiŞeybe rivayet etti (Dedi M): Bize Veki*, SÜfyan'dan, o da
Ebû Hâzim'den, o da Sehl b. Sa'd'dan naklen rivayet etti. Sehl şöyle demiş:
«Vallahi ben bazı
kimseleri elbiselerinin darlığından dolayı çocuklar gibi boyunlarına asmış
oldukları halde Peygamber (SailaîhhÜ Aleyhi veSellem) 'in arkasında (Namaz
kılarken) gördüm. Bir sözcü (kadınlara hitaben):
Ey kadınlar cemâati!
Erkeklerden fince başlarınızı (secdeden kaldırmayın) dedi.»
Erkeklerin
elbiselerini çocuklar gibi boyunlarına asmaları hadîste de beyân olunduğu
vecihle elbiselerin darlığındandır. Bu hâl islâmiyetin ilk devirlerinde müsl
umanların pek ziyâde sıkıntı ve zaruret içinde bulundukları zamanlar vâki
olmuştur. Ashabı kiramın bu şekil hareketleri, elbiseleri açılarak avret
mahalleri görülmesin, diyedir. Kadınlara da erkeklerden evvel başlarını
secdeden kaldırmamaları bundan dolayı emredilmiştir.
Hadîsi şerîfde zikri
geçen sözcüden murâd: Hafız tbni H fice r Askalânî 'nin tahminine göre Hz.
Bilâl Habeşî'dir,
1- Avret
mahallini örtmek hususunda ihtiyata riâyet etmek gerekir.
2- Namaz
kılarken kasidsiz olarak avret mahalli açılan bir kimseye kasitsiz olarak
bakmak zarar etmez.
134- (442)
Bana Amru'n-Nâkıd İle Züheyr b. Harb hep birden tbni Uyeyne'den rivayet
ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne Zührî'den naklen rivayet etti. O
da Sâlim'i, babasından naklen rivayet ederken dinlemiş, babası da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Selle m)1 den naklen rivayet etmiş. Resûltillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Birinizden zevcesi
mescide gitmek için izin isterse onu menetmesini» buyurmuşlar.
135- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yûnus, İbni Şihab'dan naklen haber verdi. Demiş İd: Bana Salim
b. Abdillah haber verdi İd, Abdullah b. Ömer şöyle demiş: Resûltillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Kadınlarınız
mescidlere gitmek için sizden İzin istedikleri vakit onları mesddlerden
menetmeyin.» buyururken işittim. Bunun üzerine Bilâl b. Abdillah [46]:
«Vallahi biz onları
pekâlâ menederiz.» dedi. Müteakiben Abdullah ona dönerek kendisine b'yle çirkin
bir sövdü ki ona böyle sövdüğünü hlc işitmemiştim [47].
Abdullah:
«Ben sana Resûltillah
(Sallallahü Aleyhi ve SeUem) 'den hadis haber veriyorum, sen halâ: Vallahi biz
onları menederiz diyorsun, dedi.»
136- (...)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Ntimeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam ile
tbnİ İdrîs rivayet ettiler. Dediler ki: Bize U-beydullah, Nâfi'den, o da tbni
Ömer'den naklen rivayet etti ki; Kesulülllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Allah'ın
cariyelerini, Allah'ın mescidlerindon menetmeyin!» buyurmuşlar.
137- (...)
Bize İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. (Dedi M):
Bize Hanzele rivayet etti. Dedi ki: Salimi şöyle derken işittim: İbni Ömer'i şunları söylerken
dinledim: BesûHUUh (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
«Kadınlarınız
mescidlere gitmek için sizden izin «terlerse onlara izin verini» buyururken işittim.
138- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Mu-âviye, A'meş'den, o da
Mücâhid'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seüem):
«Kadınları geceleyin
mescidlere çıkmakdan menetmeyİn,» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah b.
Ömer'in bir oğlu:
— Biz onlara çıksınlar
da bunu fitne ve fesada vesile ittihaz etsinler diye müsaade edemeyiz!., dedi.
tbni Ömer bu sözden dolayı oğlunu azarladı. Ve:
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seüem) (şöyle) buyurdu, diyorum; Sen hâla biz onlara
müsâade edemeyiz diyorsun!» dedi.
(...) Bize
Ali b. Haşrem rivayet etti. (Dedi ki):Bize îsâ b. Yûnus, A'meş'den bu isnadla
bu hadisin mislini rivayet etti.
139- (...)
Bize Muhammed b. Hatim ile İbni Râfİ' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Şebâbe
rivayet etti. (Dedi ki): Bana Verka, [48]
Amr'-dan, o da Mücâhid'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. tbni ö-mer
şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kadınlara geceleyin
mescidlere gitmek için İzin verin!» buyurdular. Bunun üzerine Abdullah'ın Vâkid
ismindeki bir oğlu:
«Öyle ise kadınlar
bunu bir fitne ve fesâd vesilesi ittihâz ederler.» dedi. İbni Ömer onun göğsüne
vurdu ve:
— «Ben sana Resûlüllah
(Salla!lahü Aleyhi ve Seliem) 'den hadis rivayet ediyorum; sen hayır diyorsun!»
dedi.
140- (...)
Bize Harun b. Abdillah rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezîd
el-Mukri' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd (yani İbni Ebî Eyyûp) rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Ka'b b. Alkame [49],
Bilâl b, Abdillah b. Ömer'den, o da babasından naklen rivayet etti. Şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallalkthü Aleyhi ve
Seliem) :
«Kadınlar sizden izin
istedikleri vakit onları mescidlerdeki nasiplerinden menetmeyİn.» buyurdular. Bunun üzerine Bilâl:
«Vallahi onları
mutlaka menederiz.» dedi. Abdullah ona:
«Ben, Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu, diyorum. Sen hâlâ onları mutlaka
menederim diyorsun.» dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'1-Ezan», «Kitâbü'l-Cum'a» ve «Kitâ-bü'n-Nikâh- da muhtelif râvîlerden
tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf bütün rivayetleri ile mescide gitmek isteyen
kadına izin verilmesini, gitmesine mâni olunmaması lâzım geldiğini
bildirmektedir.
Rivayetlerin bazısı
mutlak, bazısı geceleyin çıkmakla mukayyeddir. Fakat burada hüküm ve hâdise bir
olmakla mutlak mukayyede hamlo-lunmuştur. Binâenaleyh bütün rivayetlere
mevzûubabis olan izin, kadınların geceleyin mescide çıkmalarına aittir.
Kirmâni: «Geceleyin çıkmalarına izin verilince gündüzün çıkmaları evleviyetle
kalır. Çünkü gece fitne ve fesadın vuku bulabileceği zamandır. Gündüzün bu
korku yoktur.» demişse de onun bu sözü ulemânın beyanatına muhaliftir. Zî-ra
ulemâ: «Kadınlar geceleyin mescide çıkabilir. Geceleyin fitne ve fesat ehli
fisfcu fücurla yahut uykuyla meşgul oldukları için gece emniyet zamanıdır.
Gündüzün çıkamazlar. Çünkü fâsıklar her tarafa yayıldığından emniyet yoktur.»
demişlerdir.
Kadınların mescidlere
çıkıp çıkamaması ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. Hanefîye ulemâsından
*el-Hidâye» sahibi: «Kadınlara cemaatlarda bulunmak mekruhtur.» demiş. Hidâye
sarihleri bu sözden maksadın, genç kadınlar olduğunu beyân etmişlerdir.
«Cemaatlar» tâbiri Cuma, bayram, küsûf ve istiska gibi namazların hepsine
şâmildir. Bunun sebebi kadınların dışarıya çıkmasile fitne ve fesâd zuhur
edeceğinden ve bunun da haramla neticeleneceğinden duyulan endişedir. Harama
müeddî olan bir şey de haram olur. Şu halde Hanefiyye ulemâsının buradaki
mekrûhdan murâdları haramdır. Zamanımız şöyle dursun, bundan yüzlerce asır
evvel yetişen ulemâ kendi zamanlarındaki fitne ve fesatları göstererek:
«Bahusus bu zamanda kadınlar mescidlere çıkamaz. Çünkü zamanımız insanları
arasında fitne ve fesâd şüyu' bulmuştur.» demişlerdir. Bununla beraber İmâm
Âzam'a göre gece emniyet zamanı olduğu için ihtiyar kadınların sabah, akşam ve
yatsı namazlarına çıkmalarında bir beis yoktur. îmam Ebû Yûsuf'la, îmam
Muhammed'e göre ise ihtiyar kadınlar bütün namazlara çıkabilirler. Çünkü rağbet
olmadığı için onlar hakkında fitne mevzubahis değildir.
îmam Şafiî 'den bir
rivayete göre kadınların cemaata çıkmaları mubahtır.
îmam Mâlik bu ve
emsali hadîslerin ihtiyar kadınlara ham-ledildiğini söylemiştir. Şâfiîlerden
Nevevî: «Kadın için, ihtiyarda olsa, evinden daha hayırlı bir yer yoktur.» demektedir.
Sahabeyi kiramdan Abdullah b. Mes'ud (Radiyallahû anh): «Kadın avrettir, onun
Allah'a en yakm olduğu zaman evinde bulunduğu zamandır. Dışarıya çıktı mı,
peşine şeytan takılır.» demiştir. İbrahim Nehaî kadınlarını Cum'a ve diğer
namazlar için mescide çıkmaktan menedermiş. Hasan-i Basri'ye: Bir kadın kocam
hapisten çıkarsa Basra'nın cemâatle namaz kılınan her camiinde iki rekât namaz
kılacağım diye yemin etse, ne yapması lâzım geleceği sorulmuş. Hz. Hasan:
«Kendi kavminin mescidinde kılar. Çünkü bu kadın bu dediklerinin hepsini
yapamaz. Ömer (Radiyallahû anh) ona yetişseydi başını ezerdi.» cevâbını
vermiştir.
Buhârî ile Müslim'in,
Ümmül-Mü*minîn Âişe (Rvdiyallahû anha) 'dan rivayet ettiği şu hadîs bu bâbda
fazla söze hacet bırakmaz. Mezkûr hadîsde Hz. Âişe:
Resûlüllah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem) kadınların yeni yeni çıkardıkları modalara yetişseydi Benî
İsrail kadınlarının menedildikleri gibi onları mescidlerden muhakkak menederdi.» demiştir. Nitekim az sonra gelecektir. Âişe
(Radtyalhhû anha) 'nın bundan maksadı kadınların zînet, süs, koku ve güzel
elbîse gibi şeylere düştüklerini anlatmaktır.
Buhârî Sârini Aynî,
Hz. Âişe hadîsini îzah ederken şunları söylüyor: «Âişe (Radiyallahû anha) bu
zaman kadınların çı-kardıkları çeşit çeşit bid'adlarla münkerâtı görmüş olsaydı
elbette inkârı daha şiddetli olurdu. Hele de Mısır kadınlarını!... Çünkü Mısır
kadınları arasında dille tavsif edilemiyecek derecede bid'adlar ve
menedilemiye-cek kadar çok münkerât vardır...» Bundan sonra Aynî (762 - 855)
merhum, Mısır kadınlarının bazı marifetlerini saymışdır. Kaariîn-i Törâı^m
ibretle okumalan için bunları da ârzedelim.
1- Mısır
kadınlarının elbiseleri envai ipeklilerdendir. Etrafları altın, inci ve
çeşitli cevahir ile işlenmiştir. Başlarında ayni tarzda kıymetli cevahirle
işlenmiş taçlar vardır. Mendilleri altın ve gümüşle süslenmiş ipektendir.
Fistanları ipeklinin envâından yapılmış,
yenleri son derece geniş, etekleri arşınlarca yerlere sarkar, o derecede
ki bir fistandan üç dört tane fistan çıkabilir.
2- Kadınlar
üstün kaliteli elbiseler içinde süslenmiş, kokulanmış, ekseriyetle yüzleri açık
kırıta kırıta erkeklerin arasında dolaşırlar.
3- Son
derece nâdîde çarşaflar içinde lüks vasıtalara binerek iki tarafdan yenlerini
sarkıtırlar.
4- Nil'deki
gemilere erkeklerle karışık kadınlar da biner. Bazıları yanık ve yüksek
sesleriyle şarkılar söylerler. Aralarında kadehler tokuştururlar.
5- Kadınlar
erkeklere galiptir. Mühim işlerde erkeklere onlar hüküm eder.
6- Bazı
kadınlar açık açık münkerât satarlar ve bu uğurda erkeklerle düşüp kalkarlar.
7- Bazıları
erkeklerle kadınların ahlâkını bozmak için şeriatın asla razı olmayacağı fiil
ve hareketlerde bulunurlar.
8-
Kadınlardan bir sınıf fahişelik ederler. Bunlar oturarak fesâd için fırsat
kollarlar.
9- Bir kısmı
sokaklarda dolaşarak erkek avlarlar.
10- Bir
sınıf kadınlar evlerde ve hamamlarda hırsızlık ederler.
11- Başka
bir sınıf büyücülük eder, düğümler üzerine üfürürler.
12- Bir
kısmı pazarlarda erkeklerle birlikte satıcılık eder, yaygara koparırlar.
13- Kadınlar
için dellâllık edenler başka!..
14- Ücretle
def çalarak yasçüık yapanlar başkadır.
15- Bir
takımları erkek ve kadınlara ücret mukabilinde çeşitli o-yunlar kıvırır,
şarkılar okur.
16- Bir
sınıf da kocalı kadınlarla erkekler arasında aracılık yapmakla meşgul olurlar.
Ve daha nice nice şeriat kaidelerinin hâricinde cürümler irtikâb ederler...
Aynî merhum kadınların
bütün bu rezaletlerini sıraladıktan sonra bu bâbdaki sözünü şöyle bitiriyor:
«Âişei Siddîka
(Radiyallahu anhâ) 'nın: «Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) kadınların
çıkardıkları modalara yetişseydi onları mescide gitmekten muhakkak menederdi)
sözüne bir bak!.. Halbuki bu sözle Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in
vefatı arasında pek az bir müddet vardır. Üstelik o zaman kadınların çıkardıkları
yemlikler, bu zaman kadınlarının çıkardığı modalara nisbetle binde bir kalır.»
Biz muhterem
karilerimize evvelâ Hz. Âişe validemizin ibret âmiz sözlerini, sonra
zamanımızdan takriben 600 sene önce yasayan Ayrı merhumun şu izahatını
dikkatle okumalarını tavsiye eder, zamanımız kadınları hakkında verilecek
hükmü ve yapılacak muameleyi kendilerine bırakır, top yekûn âlem-i islâm için
Allahü Zülcelâl'den hidâyetler niyaz eyleriz.
1- Hadîsin
umûmî mânâsında kadına bayramlara, akrabasının kabirlerini ziyarete gitmek
için izin verme meselesi de dâhildir. Bu gibi farz olmayan husûsatta izin
verilince hac ve şahitlik gibi farz olan yerlerde anne, baba ve diğer
yakınlarını ziyaret hususunda izin vermek ev-leviyette kalır.
2- Baba
oğlunu, büyük de olsa icâbında azarlayıp terbiye edebilir.
3- Hadîsi
şerif kadına vacip olmayan şeyler hususunda iznin şart olduğuna işarettir.
Çünkü vacip olan bir şeyde izine hacet yoktur.
141- (443)
Bize Hânın b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) :Bana Mahrem'e, babasından, o da Büsr b. Saîd'den [50]
naklen haber verdi ki, Zeyneb
es-Sakafîyye [51] Resûlüllah (SaüallahüAleyhi'veSellem) 'den naklen şu
hadisi rivayet etmiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kadınlar! Sizden
biriniz yatsı namazına çıkarsa o gece koku sürünmesin» buyurmuşlar.
142- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Saîd
el-Kattan; Muhammed b. Aclân'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bana Bükeyr b.
Abdillah b. el-Eşecc, Büsr b. Saîd'den, o da Abdullah'ın karısı Zeynep'den
naklen rivayet etti. Zeynep şöyle demiş: Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Sizden biriniz
mescide giderse kokuya el sürmesin.» buyurdular.
143- (444)
Bize Yahya b. Yahya ile tshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Yahya dedi ki: Bize
Abdullah b. Muhammed b. Abdillah b. Ebî Ferve, Yezîd b. Husayfe'den [52], o
da Büsr b. Saîd'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi. Ebû Hüreyre şöyle
demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her hangi bir kadın
koku sürünürse bizimle beraber yatsı namazında bulunmasın.» buyurdular.
144- (445)
Bize Abdullah b. Meslemete'bnü Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman
(yani İbni Bilâl) Yahya'dan -ki bu zât İbni Saîd'dir- o da Amra binti
Abdirrahman'dan naklen rivayet etti. Amra, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem) 'in zevcesi Âişeyi şöyle derken işitmiş:
«Eğer Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) kadınların çıkardıkları modaları görseydi, onları
Benî İsrail kadınlarının men edildikleri gibi mescide gitmekten mutlaka
menederdi.»
Râvî diyor ki: Ben
Amra'ya: «Beni İsrail kadınları mescide gitmekten menedilmişler miydi?» dedim.
Amra: Evet, cevabını verdi.
(...) Bize
Muhammed b. El-Mtisennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdülvahhâb (yani Sekafi)
rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize
Amrü'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Ebû
Bekir b. Ebi Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid el-iAhmer rivayet
etti. H.
Dedi ki: Bize İshak b.
İbrahim de rivayet etti. Dedi ki: Bize İsâ b. Tunus haber verdi.
Bu râvîlerin hepsi
Yahya b. Saîd'den bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu rivayetler kadının
mescide giderken koku sürünmemesi gerektiğini beyân etmektedirler. Hz. îbni
Ömer (RadiyaJlahÛ anh) 'in rivayetine göre babası Ömer (Radiyallahû anh) *in
sabah ve yatsı namazlarını cemaatla mescidde kılan bir zevcesi varmış.
Kendisine: «ömer (Radiyallahû anh) 'in bunu hoş görmediğini ve kıskandığını bildiğin
halde neden cemaata çıkıyorsun?» demişler. Kadın: «Ona beni bundan menetmeğe
ne mâni var?» demiş. Soran zât: «Onu meneden Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Seliem) 'in:
«Allah'ın cariyelerini
Allah'ın mescidlerinden menetmeyinl» hadîsidir.» cevâbını vermiş. Bu hadîsi
Buhârî rivayet etmiştir. Hz. Ömer in zevcesi Âtike binti Zeyd 'dir. Bu kadın
hayatlarında cennetle müjdelenen on zât'dan Saîd b. Zeyd'in kız kardeşidir.
Hz. Ömer namaza çıktıkça o da
arkasından gidermiş. Ömer
(RadiyalUıhâ anh)
kendisine: «Bilirsin ki ben böyle şeyi sevmem.» der; o da: «Vallahi sen beni
menetmedikçe ben cemâate gelmekten vazgeçmem!» dermiş. Bu hâl tâ Hz. Ömer'in
şehâdetine kadar devam etmiş. Hattâ
Ömer (Radiyalîahû anh) şehit
edildiği zaman dahi kadın mescidde imiş.
Nevevî diyor ki: «Bu
hadîslerin zahiri kadının mescide çıkmaktan menedilemiyeceğini gösteriyor.
Lâkin ulemâ yine hadîslerden alarak bir takım şartlar dermeyan etmişlerdir.
Kadının koku sürmemesi, zînetlenmemesi, sesi duyulacak ayak bilezikleri
takmaması, kıymetli elbiseler giymemesi, erkekler arasına karışmaması, genç
olmaması ve saire gibi erkeklerin ona tutulmasını mucip bir şekilde gitmemesi
ve yolda korkulacak bir mefsedet bulunmaması bu şartlar cümlesindendir. Kadınların
mescide çıkmaları hususundaki nehiy, kadın evli olduğu ve zikredilen şartlar
bulunduğu takdirde kerâhet-i tenzîhiyyeye hamlolunur. Kadının kocası yoksa
yukardaki şartlar bulunduğu takdirde onu menetmek haram olur.»
Kadının koku sürünmesi
mescide çıkacağı zaman nehiy edilmiştir.
Mescidden döndükten
sonra evinde koku sürünmesine bir mâni yoktur.
Müslim sarihlerinden
e1-Übbî yukarıda sayılan şartlardan birini' yerine getirmeyen kadının
çıkmakdan menedilmesinin vacip olduğunu söylüyor.
îbni Mesleme
güzelliğiyle meşhur genç bir kadının çıkmakdan menedileceğini söylemiş. Kaadî
îyâz: «Kadın mescide çıkmaktan menedilince başka bir maksatla çıkması bil evlâ
menedilir» diyor. Koku sürünmenin menedilmesi erkeklerin şehvetini tahrik
edeceği içindir. Zînet ve güzel elbise de mânâ itibariyle koku hükmündedir.
145- (446) Bize
Ebû Câ'fer Muhammed b. Sabbâh ile Amru'n-Nâ-kıd hep birden Hüseyin'den rivayet
ettiler. İbni Sabbâh dedi ki: Bize Hüseyni rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû
Bişr, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan:
«Namazında pek bağırma!
Sesini pek de alçaltma.» [53]
Âyeti kertmesi hakkında şu hadîsi haber verdi. Demiş ki: Bu ayet ResûlÜllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de gizli bulunduğu sırada indi. Resû-lüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına namaz kıldırırken Kur'ânı yüksek sesle
okuyordu. Müşrikler bunu işitince hem Kur'ân'a, hem onu indirene, hem de
getirene sövüyorlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Peygamberi (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e: Namazını aşikar etme ki müşrikler okuduğunu duymasın!
Onu ashabın işitmiyecek derecede alçak sesle de yapma! Kur'ân'ı onlara işittir!
Yalnız bu derece yüksek okuma, ikisinin arasında, yâni aşikâr ile gizli arası
bir yol tut!., buyurdu.
146- (447)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya b. Zekeriyya, Hişâm b.
Urve'den, o da babasından, o da Âişe'den, Teâlâ Hazretlerinin:
«Namazında pek
bağırma, sesini pek de gizleme.» Âyeti kerîmesi hakkında haber verdi. Âişe: «Bu
âyet dua hakkında indirildi.» demiş.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hammâd (yani İbni Zeyd)
rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme île Veki'
rivayet ettiler. H.
Dedi ki: Bize Ebû
KÜreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâ-viye rivayet etti. Bunların
hepsi Hişâm'dan bu isnadla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî, tsrâ
sûresinin tefsirinde ve -Kitâbu't-Tev-hîd» de tahrîc etmiştir. Hadîsi Şerîf,
îslâmiyetin ilk devirlerindeki hâli beyân etmektedir.
Rivayet itibariyle
sahâbinin sözü olsa da hadîs imamlannca müsned hükmündedir. Hadîsde bahsedilen
âyetin sebeb-i nüzulü ihtilâfhflır.
tbni Abbâs (RddiyaiUthû
anhûma) 'ya göre Kur'ân-i Kerîm-in orta derecede bir sesle okunması hakkında
nazil olmuştur. Buna sebep hadîsde de zikredildiği vecihle müşriklerin küfretmeleridir.
Tabe'rf-nin Saîd b. Cübey r'den tahrip ettiği rivayete göre müşrikler Peygamber
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: «Sesle okuma, ki bizim İlâhlarımızı rahatsız
edersin, sonra biz de senin ilâhına dil uzatırız! demişlerdir.
«Namazını aşikâr
etme!» cümlesinden murâd Kur'ân'dır.
Hz. Âişe'ye göre bu
âyet dua hakkında nazil olmuştur. Bâzıları teşehhüd hakkında, bir takımları da
Ebû Bekir le Ömer (Radiyallahû anhûmâ) haklarında indiğini söylerler. Hz. Ebû
Bekir, Kur'ân'ı gizli okur ve: «Ben Rabbim Teâlâ Hazretler^ ile münâ-câtda
bulunuyorum.» dermiş. Ömer (Radiyallahû anh) ise aşikâr o-kur: «Ben şeytânı
kovar; uyuklayanı uyandırır ve Allah'ı razı ederim.» dermiş. Bunun üzerine âyet
inmiş ve Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû
Bekir'e:
«Sesini biraz yükselt»
Hz, Ömer'e de: «Sesini biraz alçah!» buyurarak orta sesle okumalarını tenbih
etmiştir.
Âyetin namaz hakkında
nazil olduğunu söyleyenler de vardır. 'Onlara göre mânâ: Namazını herkesin
göreceği yerde kıldığın «aman riy»,İ-çin iyi; görünmiyecek yerde kılarken dahi
kötü kılma! demektir. Bftri» larma göre âyetin mânâsı: «Görülecek yerde namazı
kılıp, görünmeye^ cek yerde terketme!» demektir. Bu son iki takdire göre
âyetteki hitap zahiren Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e olsa da
hakikatte üm-metinedir.
Âyeti Kerîmenin duâ
hakkında nazil olduğu takdirine göre bâzıları onun «Babbini giılice zikret!»
âyeti kerîmesi ile neshedildiğini
söylerler. Nevevî: İbni
Abbâs (Radtyallahû anhüma) 'nın
kavlini tercih etmektedir.
147- (448)
Bize Kuteybetütmü Saîd ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve tshâk b. İbrahim hep
birden Cerîr'den rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Cerîr b. Abdilhamîd,
Musa b. Ebî Aişe'den, o da Said b. Cübeyr'den, o da îbni Abbâs'dan Teâlâ
Hazretlerinin (Onunla dilini oynatma!) fiyeti kerimesi hakkında şu hadisi
rivayet etti. İbni Abbas şöyle demiş:
«Peygamber (Saiîaîîahü
Aleyhi ve Sellem) kendisine Cibril vahy indirdiği zaman çok defa dilini,
dudaklarını oynatırdı. Vahiy kendisine şiddet verirdi. Vahyin gelişi onun bu
hâlinden bilinirdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Hazretleri şu âyetleri indirdi:
«Ona acele edeyim diye
dilini onunla oynatma!» Yani vahyi acele a-layım diye dilini oynatma! Çünkü onu
toplamak da, okumak da, ancak Bize aittir. «Yâni hakîkaten onu senin kalbinde
toplamak ve dilinde o-kutmak ancak Bize aittir. Sen onu okuyacaksın» öyle İse
biz okuduğumuz vakit sen onun okunuşuna tâbi' ol» [54]
İbni Abbâs (Bu
âyetleri tefsir sadedinde) şöyle demiş: Onu indirdik, Sen hemen onu dinle!
«Onun beyânı ancak Bize aittir.» Yânî senin lisânından beyân etmek Bize
âiddir.
Bundan sonra artık
Cibril ona geldi mi sükût eder, Cibril gittiği vakit vahyi: Allah Teâlâ'nm
kendisine vaad buyurduğu şekilde okurdu.
146- (...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avâne, Musa b. Ebî
Âişe'den, o da Said bin Cübeyr'den, o da tbni Abbâs'dan Teâlâ Hazretlerinin:
«Onu acele edeyim diye
onunla dilini oynatmal» âyeti kerîmesi hakkında şunu rivayet etti: İbni Abbâs
demiş ki: «Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) vahiyden güçlük çeker;
dudaklarını kıpırdatırdı.»
Râvî diyor ki: «İbni
Abbâs: (İşte bak) ben de dudaklarımı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem)'in kıpırdattığı gibi kıpırdatıyorum.» dedi.
Saîd b. Cübeyr dahî:
«tbni Abbâs dudaklarını nasıl kıpırdattıysa ben de öyle kıpırdatıyorum.»
diyerek dudaklarını kıpırdatmış, (ve rivayetine şöyle devam etmiş): Bunun
Üzerine Allah Teâlâ:
«Onu acefe edeyim diye
onunla dilini oynatma) Çünkü onu toplamak da okutmak da ancak Bize âidtir»
âyetlerini indirdi. İbni Abbâs bunları şöyle tefsir etti: Kur*ân'ı senin
kalbinde toplamak bize aittir. Sonra sen onu okursun. «Onu biz (Cibrîlin dili
ile) okuduğumuz vakit sen hemen onun okunuşuna tabî ol.» (İbni Abbâs bunu da
şöyle tefsir etti): Sen hemen dinle ve sükût et! Sonra hakîkaten senin onu
okuman bize âit bir iştir.
İbni Abbâs dedi ki;
Artık Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine Cibril geldiği zaman
dinler. Cibril gittikte vahyi onun okuttuğu gibi okurdu.
Bu hadîsi Buhar!
«Vahyin başlaması» bahsinde ve «Sûre-i Kıyametin Tefsiri» nde tahric etmiştir.
Hadîs «Sünen-i Tirmizî» de dahî mevcuttur. Tirmizî onun hakkında: «Bu
hadîs hasen sahihtir» demiştir.
Zemahşerî (467 - 538)
nin beyânına göre Cebrail (Aleyhisselâm) vahy getirdiği zaman Peygamber
(Salla!lahü Aleyhi ve Sellem) onun okuduklarını hemen bellemek ve onlardan bir
şey kaçırmamak için acele e-der. Okunan vahy bitinceye kadar sabretmeden
Cebrail'in okuduklarını ağzından alırdı. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri gelen
vahyi can kulağı ile dinlemesini, vahyin okunması bittikten sonra kendisinin de
okumasını emir buyurdu. Bu husûsda gelen âyetler şunlardır: «
«Vahye acele edeyim
diye onunla dilini oynatma! Çünkü onu toplamak da okutmakda ancak Bize âidtîr.
Onu biz okuduğumuz vakit Sen onun okunuşuna tâbi oll Sonra hakîkaten onun
beyânı bize aittir.» [55]
Bu âyetlerin mânâsı:
«Cibril Aleyhisselâm sana getirdiği vahyi okurken onu acele kavramak ve bir
şey kaçırmamak endişesi ile hemen Cibril'in ağzından alma! Gelen vahyin
okunması bitinceye kadar sabret, güzelce dinle! Belleyemem diye korkma, Cibril
(Aleyhisselâm) okumasını bitirdikten sonra sen de oku! Çünkü gelen vahyi sana
belletmeyi ben tekeffül ediyorum. Sonra inen âyetlerin mânâlarında müşkilâta
uğrarsan onların beyânı da bana aittir.» demektir.
Hadîsin metninde Hz.
tbni Abbâs bu âyetleri parça parça okuyarak tefsirde bulunmuştur. Hadîsdeki:
«Kur'ân» dan murâd, kırâet yâni Kur'ân'ın okunuşudur. Teâlâ Hazretleri;
«Biz okuduğumuz vakit
sen onun okunuşuna uy.» buyurmakla Cibril (Aleyhisselâm) 'in okumasını murâd
buyurmuştur. Buna: «Biz Cibril'in diliyle okuduğumuz yahut Cibril'e
okuttuğumuz» şeklinde de mânâ verilebilir. «Onun okunuşuna tâbi ol» Emri
ilâhîsinin Hz. Abbâs (dinle) diye tefsir etmiştir. Kirmâni bu hadîsi şerh
ederken fukahânın: «Secde-i tilâvet işitene değil, dinleyene sünnettir.»
dediklerini söylemişse de, Hanefî mezhebine göre bu söz doğru değildir. Çünkü
secdei tilâvet vacip olmak için Hanefîler kasden dinlemeyi şart koşmamışlardır.
Secdei tilâvet onlara göre hem okuyana, hem dinleyene, hem de tesadüfen
işitene vaciptir. Kirmâni 'nin sözü secde hakkında vârid olan hadîse de
muhaliftir.
Peygamber (Sallattahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimize gerek meleğin heybeti, gerekse getirdiği vahyin
ağırlığına tahammül etmek pek güç geliyordu. Bu hal vahy geldiği anlarda onun
yüzünden belli oluyordu. Hz. Âişe'nin
rivayet ettiği bir hadîsde beyân edildiğine göre: Resûltt Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine pek soğuk bir günde vahy gelse, mübarek
alınlarından buram buram ter boşanırdı. Dudaklarının titremesi de ihtimal
bundandır. Bazıları: «Dudaklarını kıpırdatmak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in âdetiydi.» demişler. Bir takımları da bunu her zaman değil, bazan
yapardığını söylemişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in vahy esnasında dudaklarını kıpırdattığını îbni Abbâs
Hazretleri bizzat görmemiştir. Çünkü bu âyetler Mekke'de nazil olmuşlardır. O
zaman Îbni Abbâs (Radiyallahû anh) henüz doğmamıştı. Anlaşılıyor ki bunu
kendisine ya Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sonradan nakletmiş, yahut
Hz. Îbni Abbâs onu gören sahabenin bâzılarından işitmiştir. İbni Abbâs 'dan
rivayet eden Saîd b. Cübeyr İse Îbni Abbâs'in dudaklarını kıpırdattığını
görmüştür. Böyle hadislere hadis İstılahında mürsel denir.
1-
Muallimin, anlattığı bir şeyi fiilen nasıl olduğunu göstererek îzâh etmesi
müstehaptır.
2- Allah
Teâlâ'nm lûtfu ihsanı olmaksızın Kur'ân-ı Kerîm'i kimse ezberleyemez.
3- Beyân,
hitab vaktinden sonra yapılabilir. Yâni anlaşılması müş-kil bir âyet
indirildikten bir müddet sonra beyân ve îzah edilebilir.
Kirmânî'nin beyânına
göre: «Ehli Sünnet» in mezhebi de budur. Ancak bu beyânın hacet zamanından
sonraya bırakılması caiz değildir. Beyânın hitab zamanından sonraya kalması da
Kirmâni 'nin sözünden anlaşıldığı gibi ittifakı değil, ihtilaflı bir meseledir.
Evet ekseri ulemâya göre caizdir. Fakat Hânbelîlerle diğer bazı ulemâya göre
caiz değildir. Kerbî bu bâbda tafsilât vermiş: Mücmel ve müşterek plan
delillerde beyânın gecikebileceğine kail olmuş; Mücmelden gayri beyftnı tahsis,
takyîd ve nesih gibi husûsatta beyânın hitab vaktinden,aala gecikemiyeceğini
söylemiştir.
149- (449)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Avane, Ebû Bişr'den, o
da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs
şöyle demiş: Resûliülah (Sallallahü A leyhi ve Seilem) ne cinlere Kur'ân okudu,
ne de onları gördü, (yalnız şu oldu): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
ashabından bir cemaatla birlikte Ukâz panayırına gitmeyi kasdederek yola
çıktılar. O tarihte şeytanlara semadan haber almak men edilmiş; Üzerlerine gök
taşları atılmış, bunun Üzerine şeytanlar kavimlerinin yanına dönmüşler.
Kavimleri onlara: «Size ne oldu» demişler. Şeytanlar: «Semâdan haber almakdan
menedildik. Üzerimize gök taşları gönderildi.» diye cevap vermişler. Kavimleri:
«Bu mutlaka yeni zuhur
etmiş bir şeyden dolayı olacak. Siz hemen yeryüzünün şarkını, garbını dolaşın
da bakın. Semâdan haber almanıza mâni olan bu şey nedir?» demişler. Şeytanlar
da yerin şarkını, garbını dolaşmaya gitmişler, Tihâme taraflarını tutan takım
-Ukas panayırına gitmekte olan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) Nahle
denilen yerde ashabına sabah namazını kıldırırken onun yanına uğramışlar.
Cinler Kur'ân'ı işitince onu dinlemişler, ve (Birbirlerine) Semâdan haber almamıza
mâni olan işte budur, demişler. Müteakiben kavimlerine dönerek:
«Ey kavmimiz! Biz
doğru yolu gösteren şaşılacak bir kırâet dinledik. Ve ona îman ettik, bundan
sonra Rabbimize asla hiç bir şeyi şerik koşmayacağız.» demişler. Bunun üzerine
Allah (azze ve celle) Peygamberi Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'eı [56]
«Deki! Bana cinlerden
bir takımının (okuduğum Kuranı) dinledikleri vahy olundu.» âyeti kerîmesini indirdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'1-Ezân» ve -Kitâbü't-Tefsîr» de, Tiimizî ile Nesaî dahî
«Kitâbü't-Tefsîr» de muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsi şerîf,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in cinleri görmediğini, onlara
Kur'ânı Kerim okumadığını haber vermektedir. Bundan sonraki hadîsde ise
Resûlüllah (Srillallahü Aleyhi ve Sellem) 'in cinlerin yanına gittiği ve
onlara Kur'âu okuduğu bildiriliyor, onun için ulemâ vakanın iki defa cereyan
ettiğini söylerler. îbni Abbâs Hazretlerinin rivayeti Islâmiyetin ilk
zamanlarına aittir. Bu rivayete göre Resulü Ekrem (SalUtllahü Aleyhi ve Sellem)
cinleri görmemiş, onlara Kur'ân da o-kumamış; fakat cinler dolaşırken Nahle
denilen yerde ona tesadüf ederek okuduğu Kur'ân'ı kendiliklerinden dinlemişler
ve îman etmişlerdir. Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) cinlerin kendisini
dinlediklerini vaîıy ile mi bildi, yoksa sonradan mı öğrendi? Bu cihet
müfessirler arasında ihtilaflı bir meseledir.
Bundan sonra görülecek
tbni Mes'ûd (Radryallahû anh) hadîsinde bahsedilen vak'a, Islâmiyetin şöhret
bulduğu zamanlarda olmuştur. İkisinin arasında ne kadar zaman bulunduğunu
Allah bilir.
Şeytan kelimesinin;
salâh ve hayırdan uzak oldu, mânâsına gelen «şatane» fiilinden müştak olduğu
söylenir. Şeytanlar cinlerin âsileridir. Bunlar İblîs'in sülâlesi olup
insanları doğru yoldan sapıtmak hususunda onun yardımcılarıdır. Cevheri,
cinlerin âsîlerine şeytan denildiği gibi, insanlarla hayvanların âsîlerine de şeytan
denildiğini söyler. Kaadî Ebû Y âlâ: «Şeytanlar cinlerin âsî ve şer
olanlarıdır.» demiştir. İbnî Abdil Berr'e göre cinlerin dereceleri vardır. Cin
kelimesi mutlak zikredildiği vakit ondan Cinnî kasdedilir. İhsanlarla beraber
yaşıyan cinnîye âmir; çocuklara musallat olan cinlilere ervahı bunların habîs
olanlarına şeytan denilir. Kötülüğü bir derece daha artarsa mârid, daha
artarsa ifrît nâmı verilir.
Hadîs-i şerîfde
cinlerle şeytanlar ayrı ayrı nevilermiş gibi görünse <tö hakîkatta her ikisi
bir nevi' dir. Yalnız iki sınıfa ayrılmışlar. Biri kâfir kalmış; Diğeri îman
etmiştir. Kâfirlerine şeytan, mü'minlerifle cin denir.
Şühüp: Şihâbın
cem'idir, Şihâp göktaşı demektir. Fennin iddiasına göre bu taşlar dağılan bazı
yıldızların parçalarıdır. Geceleri bazen gök yüzünde yıldız düşer gibi görülen
ateş parçaları bu taşlardır. Buna lisanımızda yıldız göçmesi veya yıldız
düşmesi tâbir olunur. Gök taşlarının Peygamber (SalkUlahü Aleyhi ve Sellem)
efendimizin bi'setinden önce atılıp
atılmadığı ihtilaflıdır. İbni İshâk'ın beyânına göre eskiden Araplar böyle bir
şey bilmezler ve bunu inkâr ederlermiş. İçlerinde en ziyade inkâr eden Sâkif
kabilesi imiş. Sâkif kabilesi, reisleri Amr b. Ümeyye âmâ olduktan sonra onun
huzuruna vararak bu meseleyi sormuşlar. Amr kendilerine şu cevâbı vermiş:
«Bakın, eğer bunlar kara
ve deniz karanlıklarında kendileriyle yol bulunan yıldızlarsa, onların düşmesi
dünyanın harap ve zevalidir. Yıldız değilseler, zuhur etmiş bir şeye
alâmettirler». Eskiden gök taşlan yoktu, diyenlerin bir delili de bu taşları
görünce şeytanların yadırgaması ve bunların sebebini araştırmak için yeryüzüne
dağılmalarıdır. Fakat gök taşlarının öteden beri semâda mevcut olduğuna delâlet
eden âyet vardır. Yalnız eskiden bu taşlar azmış, Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Efendimizin bi'seti zamanında çoğalmışlar. Ulemâdan bir cemâatle
İbni Abbâs (Radiyallahû anhûmâ) ve ZührS gök taşlarının dünya kurulalı beri
mevcut olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları ResûlÜllah (SaltaUahü Aleyhi ve
Sellem) Efendimizden önce gök yüzünün mahfuz bulunduğunu, lâkin büyük bir hâdise
zuhur edeceği, meselâ bir kavme a-zap ineceği, yahut resul gönderileceği zaman
gök taşlarının düştüğünü söylemişlerdir. Bir takımları da gök taşlarının öteden
beri malum olduğunu ve görüldüğünü, ancak onlarla şeytanların taşlanarak
yakılması Re-sûlüllah (Sallallahü A teyhî ve Sellem) Efendimizin nübüvvetinden
sonra vuku' bulduğunu kaydederler. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir.
Cinler bu taşlarla kendilerinin yakılarak helak edileceklerini bildikleri halde
semâdan haber çalmak için bu tehlikeli işe nasıl cesaret edebilirler?
Cevap: Teâlâ
Hazretleri onlar hakkındaki ezelî kazasını infaz etmek için kendilerine bu
tehlikeyi unutturabilir. Zaten ulemâdan bâzılarına göre, şeytanlara atılan gök
taşlarının hepsi onlara isabet etmez. Bu kavil sahîh ise, şeytanlar yüzde yüz
helak olacaklarına kani bulunmadıkları i-çin tehlikeyi bildikleri halde yine de
gök yüzüne çıkarlar denilebilir. İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma) : «Vaktiyle
şeytanlara gök yüzüne çıkmak memnu değildi. îsâ (Aleyhisselâm) dünyaya gelince göklerin
üç katma çıkmaktan men edildiler. TtesûMiMah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimiz dünyâya geldiğinde semânın her katma çıkmaktan menolundular.»
demiştir. îbnül Cevzî: «Bana kalırsa gök taşları ancak Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in tevellüdünden önce atılmışlardır. Sonra bu hâl devam
etmiş. Efendimizin Peygamber o-larak gönderildiği zaman daha da çoğalmıştır.»
diyor. Zührî'den de buna benzer bir rivayet vardır.
Ukâz panayırı
Arapların câhiliyet devrinde her sene toplanarak şiirler ve hutbeler
okudukları bir yerdir. Bilhassa haram aylarda orada bulunurlarmış. Bu yer bir
çok tarihî vak'alara sahne olmuştur. Bazılarına göre Mekke'ye yakındır. Bir
takımları onun dümdüz bir sahra olduğunu, üzerinde bir işaret bile
bulunmadığını söylerler. Necid taraflarında Arafat'a yakın bir su olduğunu
söyleyenler de vardır.
Ukaz'ın yeri vaktiyle
Beni Nâdir kabilesinin milki imiş. Fil vahasından on beş sene sonra orası
panayır yeri olarak tahsis edilmiş. Ebû Ubeyd, Ukâz'ın Nahle ile Tâil arasında
bir yer olduğunu, orada Sakîf kabilesine ait hurmalıklar ve mallar bulunduğunu
kaydeder. Ona göre Ukâz'la Tâif arasında on mil mesafe varmış.
Resûlüllah- (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ukâz'a
gitmekten maksadı, orada bulunanlara îslâmiyeti tebliğ idi. Ebû-z
Zübeyr'in Hz. Câbir'den naklettiği bir hadîse göre, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi . ve Sellem) Ukâz ve Micenne gibi panayırlarda on sene halkı
dîne davet etmiştir.
Nahle: Mekke ile Tâif
arasında mâruf bir yerin ismidir. Mekke'ye bir günlük mesafede olduğu
söylenir. Bu kelime Müslim hadîsinde «Nahl» şeklinde rivayet edilmişse de,
doğrusu Nahle'dir. Nitekim Sahîh-i Buhârî'de de Nahle diye rivayet edilmiştir.
İhtimal bu kelime o yerde hurma yetiştiğine bakarak Nahl şeklinde rivayet
edilmiştir.
Tihâme: Necid'in
denize bakan taraflarına verilen isimdir. Necid'in hududu Hicaz'la Şam
arasıdır. Sahîh kavle göre Mekke-i Mükerreme, Ti-hâme'den sayılır. Nahle'de
sabah namazını kılarken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelen cin
taifesi bir rivayete göre Nusaybin, diğer bir rivayete göre Yemen cinlerinden
miş. Bunlar müşrik imişler. Dahhâk tefsirinde bunların dokuz kişi olduğu ye
Yemen'de Nusaybin isminde bir yere mensûb bulundukları kaydedilmiştir. Kurtubî
'nin rivayetine göre 12 kişi imişler. İkrime'nin rivayetinde ise on iki bin
kişi oldukları bildirilmektedir. Tefsîr-i Nesefî'de bunların Benî Şeybân'a
mensup oldukları, adet itibariyle cinlerin ekseriyetini teşkil ettikleri, hepsinin
de tblîs'in askerleri oldukları bildirilmektedir.
Ukaylî, Ömer b.
Abdilâziz (Radiyallahû anh) lm&-zîletleri babında şu hâdiseyi zikreder. Bir
gün Ömer b. Abdilâziz sahrada gezerken ölmüş bir yılan görmüş. Hemen
elbisesinden bir parça kopararak yılanı sarmış ve gömmüş. Bir de ne görsün?
Birisi:
«Yâ Sürak, şehâdet ederim
ki ben Resûlüllah (SaMlahü Aleyhi ve Sellem) 'i: Sana:
«Sahrada öleceksin;
Seni müslümantardan sâlih bir zaat kefenleyip defnedecek.» buyururken işittim,
diyor. Ömer b. Abdilâziz ona: «Sen kimsin? Allah hayırını versin» demiş. O zât:
«Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Kur'ân dinleyen cinlerin
mü'minlerinae-nim. Onlardan yalnız Sürak'le ikimiz kalmıştık.» cevâbını vermiş.
1- Cinlerin
Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimize bu gelişleri
hicretten üç sene evveldi. O zaman henüz İsrâ hâdisesi vuku*
bulmamıştı.
2- Cinler
müteaddit idiler. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) e gelişleri de biri
Mekke'de, diğeri Hicretten sonra Medine'de olmak ü-zere iki defadır.
3- Hadîs-i
şerîf, cinlerin mevcudiyetine delildir.
îmam ü'l-Haremeyn, «Eş-Şâmil» nâm
eserinde şunları söyler:
«Feylesoflardan bir
çoğu ile Kaderiye taifesinin ekserisi ve bütün zındıklar, cin ve şeytanları
büsbütün inkâr ederler. Halbuki; kitap ve sünnetin nassları onların mevcudiyetine
delâlet etmektedir.» Ebû Bekiri Bâkı11ânî:
«Kaderîyye fırkası
eskiden cinlerin mevcudiyetini isbât ederlerdi. Şimdi inkâr ediyorlar. Bâzıları
mevcudiyetini kabul ediyor, fakat cisimleri şeffaf olduğu için
görülemiyeceklerini söylüyor; Bazıları da renkleri olmadığı için
görülemiyeceklerini iddia ediyor.» demiştir.
îbni Teymiye dahî bu
bâbda şunları söylemiştir: «Cinlerin mevcudiyeti hakkında müslüman
taifelerinden hiç bir kimse muhalefet etmediği gibi küffâr taifelerinin cumhuru
da cinni isbât etmektedir... Bunun sebebi cinlerin mevcudiyeti hakkında
Peygamberan-ı İzam (Salâvâtullahi Aleyhim Ecmaîn) hazerâtından rivayet olunan
haberlerin bizzarûre ilim ifade eden tevatür derecesine varmış olmasıdır.
4- Cinlerin
ne zaman halk edildikleri ihtilaflıdır. Hz. Abdullah b. Amr'dan bir rivayete
göre Allah Teâlâ hazretleri cinleri Hz. Âdem'den iki bin sene önce yaratmıştır.
İbni Abbâs (Radiyallahû anhûmâ) 'nın rivayetine göre cinler yeryüzünün,
melekler de gök yüzünün sakinleri idi.
Cinlerin asılları da
ihtilaflıdır. Bâzılarına göre İblîs'in sülâlesidirler. İçlerinde mü'min ve
kâfirleri vardır. Kâfirlerine şeytan denir. Hz. îbni Abbâs'dan bir rivayete
göre cinlerle şeytanlar başka başka mahlûklardır.
Cinlerin babası
Cânn'dır. İçlerinde mü'min ve kâfirleri vardır. Cinler ölürler. Şeytanların
babası ise İblîs'dir. Onlar ölmezler- Zamanı gelince İblîs'le beraber
öleceklerdir. Cinlerin asılları hakkındaki bu ihtilâf âhirette hâllerinin ne
olacağı hakkındaki ihtilâfı doğurmuştur. «Cinler Cânn'ın zürriyetidir»
diyenlere göre; onların mü'minleri de Cennete gireceklerdir. Cinlerin İblîs'in
zürriyyeti olduğunu söyleyenlere gelince: Hasan-ı Bâsrî'ye göre mü'minleri yine
cennete gireceklerdir. Mücâhid'e göre mü'min de olsalar cennete
giremiyeceklerdir. Mücâhid: «Cinlerin mü'minleri için cehennemden kurtulmaktan
başka bir şey yoktur.» demiştir.
îmam-ı Âzam'in kavli
de budur. Âhirette onlara hayvanâta denildiği gibi «Toprak olun!»
denilecektir. Bir rivayette İmam Âzam
cinler hakkında kat'î bir şey söylememiştir.
Sair ulemâ: «İnsanlar
gibi cinlerin de kötülük yapanları azap, iyilik yapanları mükâfat
göreceklerdir.» demişlerdir. İmâm Mâlik, Şafiî ve
îbni Ebî Leylâ Hazerâtınm
kavilleri de budur.
5- Hadis-i
Şerîf Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sabah namazında Kur'ân'ı
aşikâr okuduğuna delildir.
6- Kitab ve
sünnet, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bi'-seti zamanında
şeytanların gök taşları ile taşlandığına delalet ederler. Araplar arasmda
kehânet almış yürümüştü. Şeytanların semâdan, yâni meleklerden haber çalmaları
men edilince; kehânetin kapısı da kapanmış oldu. Bu hâdise Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Nübüvvetine bir delildi.
Kehânet: Gelecekte
olacak şeyleri bilmeyi iddia etmektir. Kâhinlerden bazıları bu hususu
cinlerden haber aldıklarını söylerlerdi.
7- Yine bu
hadîs, seferde namazın cemaatla kılınabileceğine ve cemâatin İslâmiyetin ilk zamanlarında
meşru olduğuna delildir .
8-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
bütün insü cinne Peygamber olarak gönderilmiştir. Bu hususta bütün müslümanlar
müttefiktir.
150- (450)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdül'alâ, Dâvud'dan,
o da Âmir'den naklen rivayet etti. Âmir şöyle demiş: Alkame'ye sordum: tbni
Mes'ud, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) ile birlikte cin gecesinde
bulundu mu? dedim. Alkame:
— tbni Mes'ud'a ben
sordum ve: Sizden biriniz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte
cin gecesinde bulundu mu? dedim, tbni Mes'ûd:
— Hayır, lâkin bir gece biz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ile birlikte bulunduk. Birara onu kaybettik, ve kendisini vadilerde, dag
yollarında aradık; acaba (Cinler tarafından) uçuruldu mu, yoksa gizlice
Öldürüldü mü? dedik. Ve böylece bîr kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi
geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) Hirâ tararından çıka geldi.
— Yâ Resûlüllah! Seni kaybettik, aradık fakat
bulamadık. Bu yÜz-den bir kavmin geceleyeceği en kötü geceyi geçirdik» dedik.
Bunun ü-zerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Bana cinlerin dâvetçisi geldi. Onunla
gbtimde cinlere Kur'ân okudum.» buyurdular. Ve bizi götürerek cinlerin
izlerini, ateşlerinin eserlerini bize gösterdi. Cinler kendilerine azıklarını
sormuşlar, o da:
«Elinize geçen,
üzerine besmele çekilmiş her kemik olabildiği kadar bol etli olarak sizindir.
Her deve tezeği de hayvanlarınıza yemdir.» buyurmuşlar. Müteakiben Resûlüllah
(SallallahüAleyhiveSellem) (Bize dönerek):
«Binaenaleyh siz
bunlarla taharetlenmeyin 1 Çünkü onlar din kardeşlerinizin yiyeceğidir.» buyurdu.
(...) Bu
hadîsi bana Ali b. Hucr es-Sa'di de rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b.
İbrahim, Dâvud'dan bu isnadla «ateşlerinin eserlerini» sözüne kadar rivayet
etti.
(...) Şâbî
demiş ki, ona azıklarını sordular. Bunlar Cezire cinlerin-dendi. İlâh...
cümlelerinden itibaren hadîsin sonuna kadar olan kısım Abdullah hadîsinden
bittafsîl Şâ'bî'nin sözüdür.
151- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Abdullah b. İdrîs, Dâvud'dan, o da Şâ'bî'den, o da Al-kame'den, oda
Abdullah'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen;
«Ateşlerinin eserlerini» sözüne kadar rivayet etti. Sonrasını zikretmedi.
152- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid b. Abdillâh, Hâlid'den,
o da Ebû Ma'şer'den, o da İbrahim'den, o da Al-kame'den, o da Abdullah'dan
naklen haber verdi. Abdullah:
«Ben cin gecesi
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte değildim. Ama onunla
olmayı isterdim» demiş.
153- (...) Bize
Saîd b. Muhammed el-Cermî [57] ve
PbeydullaJı b. Saîd [58]
rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme, Mis'ar'dan, o da Ma'n'dan naklen
rivayet etti. Demiş ki: Babamı şunu söylerken işittim: «Mesrûk'a sordum:
Kur'ân'ı dinledikleri gece cinlerin geldiğini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e kim
bildirdi?» dedim.
— Bana babam, yâni
İbni Mes'ud söyledi ki: Onların gelişini Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve
Sellem)'e bir ağaç bildirmiş» dedi.
Bu rivayet Resûlüllah
(Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) 'in cinlere giderek onlara Kur'ân-ı Kerîm
okuduğunu ve suâllerine cevap verdiğini bildirmektedir. Bundan anlaşılıyor ki;
cinlerin Peygamber (Saliallahii Aleyhi veSeltem)'e gelişleri iki defa olmuştur.
Hadîâ-i şerif cin
gecesi Hz. îbni Mes'ûd'un Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber
bulunmadığım tasrîh etmektedir. Gerçi Ebû Dâvûd (202-275) ve diğer hadîs
ulemâsının rivayet ettikleri bir hadîsde İbni Mes'ud 'un cin gecesi Peygamber
(Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bulunduğu zikrediliyorsa da o hadîs bilittifâk
zayıftır. Babımız hadîsi onun hükmünü iptal eder.
Dâre Kutnî (306 - 385)
nin beyânına göre; buradaki İbni Mes'ûd
hadîsi:
«Bize cinlerin
izlerini ve ateşlerinin eserlerini gösterdi;» cümlesinde sona erer. Geri kalan kısmı
îbni Şâ'bî'nin sözüdür. Hadîsi Şâ'bî'den rivayet eden bütün râvîler onu Şâbî'nin
sözü olmak üzere rivayet etmişlerdir. Fakat Şâbî gibi bir zâtın bu sözü
kendiliğinden söylemesine imkân ve ihtimal yoktur. O bunu mutlaka Peygamber
(Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmiştir. Yalnız hadîsin bu
kısmı İbni Mes'ûd
rivayetinde yoktur.
Cinlerin yiyecek
hususundaki suâli kendilerine ne gibi şeylerin mubah olduğunu anlamak içindir.
Bu suâle Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem):
«Üzerine besmele
çekilen her kemiği yiyebilirsiniz.» diye cevap vermiştir. Bundan muradı: Yâ
besmeleyle kesilmiş hayvan kemiğidir. Yahut yenirken besmele çekilen kemiktir.
Müslim sârini Übbî ikinci ihtimâl üzerinde durmaktadır. Ulemâdan bazılarının
beyânına göre; üzerine besmele çekilen kemik, cinlerin mü'minlerine mahsustur.
Mü'min olmayanlarının yiyecekleri ise; üzerine besmele çekilmeyen kemiklerdir.
Nitekim başka bir hadîsde bu cihet tasrîh edilmiştir.
«Elinize geçen,
üzerine besmele çekilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak -
sizindir.» Cümlesinden muradı; Ya kemiklerde kalan etlerdir. Yahut Allah Teâlâ
Hazretleri onların üzerinde yeniden et halk eder ve hiç yenilmemiş gibi etli
olurlar, demektir.
1- îbni
Mes'ûd hazretlerinin: «Ama onunla bulunmak isterdim.» diyerek cin gecesi Resûli
Ekrem (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin yanında
bulunmuş olmayı temenni etmesi, gerek seferde, harplerde, gerekse hazarda
fazilet ehlinin musahabe ve meclislerine rağbet göstermenin lüzumuna delildir.
2- Deve ve
koyun gibi hayvanların tezekleriyle
taharetlenmek mekruhtur. Çünkü bunlar cinlerin hayvanlarına yemdir.
3- Cinlerin
Kur'ân dinlediklerini Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSetiem) 'e bir ağacın
haber vermesi Allah Teâlâ'nın dilediği cemâdât ve eşyada temyiz halk ettiğine
delildir. Bunun nazîri Teâlâ Hazretlerinin bazı taşların Allah korkusundan
dolayı dağlardan aşağı yuvarlandıklarını ve bütün mahlûkların Allah'a
hamdederek tesbihde bulunduklarını haber vermesidir. Besûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Seilem) Efendimizin bu nev'iden bir çok mucizeleri
vardlr.
154- (451)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ el-Anezî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Ebî
Adiy, Haccâc (yâni Savvâf dan), o da Yahya'dan -ki bu zât Ebû Kesîr'dir- O da
Abdullah b. Ebî Katâde ile Ebû Seleme'den, onlar da Ebû Katâde'den naklen
rivayet etti. Ebû Katâde şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
bize namaz kıldırır; öğle ile ikindinin ilk iki rek'âtlarında Fatiha-i Kitap
ile iki sûre okurdu. Bazen âyeti bize işittirirdi. Öğle namazının ilk rek'âtıni
uzatır, ikinciyi kısa keserdi. Sabah namazında da Öyle yapardı.
155- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Harun
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hemmâm ile Ebân b. Yezîd [59] ,
Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Abdullah b. Ebî Katâde'den, o da babasından naklen
haber verdi ki:
Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) öğle ile ikindi namazlarının ilk iki rek'âtlarında Fâtiha-i
Kitap ile bir sûre okurdu. Bazen de âyeti bize işittirirdi. Son iki rek'atlarda
ise; yalnız Fâtiha-i Kitabı okurdu, demiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Ezan» ve «Namaz» bahislerinde, Ebû Dâvûd, Nesai ve îbni Mâce dahî «Namaz»
bahsinde rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf, Öğle
ile ikindi namazlarının ilk iki rek'âtlarında fatihadan sonra sûre okunacağını
ve ilk rek'âtın ikinciden uzun tutulacağım; son rek'atlarda yalnız birer
fatiha okunacağını bildirmekte ve ayrıca Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve
Seltem)'in bazen kıraatini cemaata i-şittirdiği kaydedilmektedir. Hattâ Nesaî'nin
Berâ' b. Âzip (Radiyallahû anh)'dan rivayet ettiği bir hadîsde:
«Biz Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında öğle namazını kılar; Lokman ve
Zâriât sûrelerinden okuduğu çyetleri birer birer işitirdik.» denilmiştir. îbni
Huzeyme dahi Enes (Radiyallahû anh) 'dan buna benzer bir hadîs rivayet
etmiştir.
1- Üç dört
rek'âtlı namazların ilk iki rek'âtlarında Fatiha ve Zammı Sûre vâcipdir.
2- Kısa bir
sûreyi bütün olarak okumak uzun bir sûreden o mik-dar okumakdan efdal ve
müstehaptır. Hanefî Fıkhı kitaplarından
E1-Hidâye» şerhinde:
«Bir kimse namazın bir
rek'âtında bir surenin yansını, ikinci rek'-âtında da yarısını okusa; sahih
kavle göre mekruh olmaz. Bâzıları mekruh olduğunu söylemişlerdir. Her iki
rek'âtta sûrenin ortasından veya sonundan okumamak gerektir. Fakat okursa bir
beis yoktur.» denilmektedir.
3- Gizli
okumak namaz sahih olmak için şart değil sünnettir. Fakat Hanefîlere göre:
İmamın cehri namazlarda aşikâr, gizli okunan namazlarda sessiz okuması
vaciptir.
4- Hanefîlerden
îmam Muhammed (Rahimehuîlah) bu hadîsle istidlal ederek bütün namazlarda ilk
rek'âtın ikinciden daha uzun tutulacağına kail olmuştur.
Şâfiîlerden
bazılarının kavli de budur. İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf'a göre sabah namazından
mâda bütün namazlarda her iki rek'âtta müsâvî derecede okunur. Sabah namazında
ise ilk rek'ât ikinciden uzun tutulur.
Şâfiîlerden
bazılarının mezhebi de budur. Çünkü sabah namazı uyku ve gaflet zamanında
kılınır. Vakıa bu hadîsde öğle ve ikindi namazlarında ilk rek'âtın ikinciden
uzun tutulduğu bildirilmişse de müsavi tutulur diyenlerce; bu uzunluk kıraat
hususunda değil, Sübhâneke ve eûzü besmeleden
dolayıdır.
5- Bir
haberle amel etmek için zâhir-i hâl ile iktifa etmek caizdir. Yakînen bilmek
şart değildir. Çünkü gizli okunan namazlarda ResûlUHah (Saliailahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bütün sûreyi okuduğunu bilmek, ancak o-nun bütününü işitmekle
mümkün olur. Bunu yakînen bilmek ise cehrî namazlara mahsustur. Gizli
namazlarda ise; cemâat olsa olsa sûrenin bazı âyetlerini işitmiş ve karine ile
bütün sûreyi okuduğuna hükmetmişlerdir.
6-
Şâfiîlerden bazıları bu hadîsle istidlal ederek cemâatin yetişmesi için imamın
rükû'u uzatabileceğine kail olmuşlardır. Fakat Kurtubî buna itiraz ederek
hadîsde buna delîl olmadığını söylemişdir.
7-
Hanefîlerden bâzıları son rek'âtlarda kıraat farz olmadığına bu hadîsle
istidlal etmişlerdir. Çünkü son rek'âtlar hakkında kıraat
zikre-dilmemiştir. Gerçi az sonra
göreceğimiz Ebû Saîd hadîsinden son rek'âtlarda zammı sûre olduğu anlaşıhyorea
da» o hadîs bunun sünnet değil caiz olduğuna hamledilmiştir. Son rek'âtlarda
sünnet, yalnız fatihayı okumaktır.
156- (452)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe hep birden Hüseyin'den rivayet
ettiler. Yahya dedi ki: Bize Hüseym, Man-sûr'dan, o da Velîd b. Müslim'den, o
da Ebû's-Siddık'dan [60], o
da Ebû Said-i Hudrî'den naklen haber verdi. Ebû Saîd şöyle demiş: Biz
Resû-Iüllah (Sallaiîahu Aleyhi ve Sellem) 'in öğle ve ikindi namazlarındaki kıyamını
tahmin ederdik. Öğle namazının ilk iki rek'âtındaki kıyamını e-lif lâm mim
tenzil (yâni secde sûresi) kadar; son rek'âtlardaki kıyamını da bunun yarısı
kadar tahmin ettik. İkindinin ilk iki rek'âtmdaki kıyamını Öğlenin son
rek'âtlarındaki kıyamı kadar; yine ikindinin son rek'-âtlanndaki kıyamını da
bunun yansı kadar tahmin ettik.
Ebû Bekir kendi
rivayetinde «Elif lâm mim tenzil» i zikretmedi de «Otuz âyet kadar» dedi.
158- (453)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym Abdül melik b.
Umeyr'den [61], o da Câbir b. Semura'dan
naklen haber verdi ki, Kûfetiler Sa'd'ı Ömerü'bnü'l-Hattâb'a şikâyet ederek namazından
söz etmişler. Ömer de ona haber göndermiş. Sâ'd gelmiş, Ömer ona Kûfelilerin
namaz meselesinden dolayı kendisini ta'yîb ettiklerini söylemiş, Sâ'd:
«Ben onlara Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'uk namazını kıldırıyorum, ondan hiç bir şey
eksiltmiyorum, tik iki rek'âti onlara, uzunca tutuyorum; son iki rek'âtta ise
kısa kesiyorum.» demiş. Bunun üzerine Ömer: «Senden zâten bu beklenir. Yâ Ebâ
İshâk!» demiş.
(...) Bize
Kuteybetü'bnü Saîd ile İshak b. İbrahim, Cerîr'den, o da Abdülmelik b.
Umeyr'den bu isnatla rivayet etti.
159- (...)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Âbdurratıman b. Mehdi
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Avn'dan [62]
.rivayet etti. Demiş ki: Ben Câbir b. Semura'dan dinledim. Şöyle dedi: Ömer
Sa'd'a: «Küfeliler seni namaza varıncaya kadar her şeyde şikâyet ettiler»
demiş. Sa'd şu mukabelede bulunmuş:
«Bana gelince; Ben
namazın ilk iki rek'âtında kıraati uzun tutuyor; sön rek'âtlarda kısa
kesiyorum. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in namazına uyarak kıldığım
namazımda bir kusur işlemiyorum.» Bunun üzerine Ömer:
«Zâten senden bu
beklenir» yahut «Senin hakkında zannım zâten budur!» demiş.
160- (...)
Bize Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Bişr Mis'ardan, o da
Abdülmelik ile Ebû Avn'dan, onlar da Câbir b. Se-mûra'dan yukarkilerin hadîsi
mânâsında rivayette bulundu. O şunu da ziyade etti: Sa'd: «Bana namazı
Bedeviler mi öğretecek?» demiş.
161- (454)
Bize Dâvûd b. Rüşeyd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-Iîd (yânî İbni Müslim)
Saîd'den - ki îbni Abdülazîzdir - Atiyetü'bnü Kays'-dan [63], o
da Kaz'a'dan [64], o da Ebû Saîd-i
Hudrî'den naklen rivayet etti. Ebû Saîd şöyle demiş:
«Vallahi öğle namazı
kılınırdı da bir kimse Bakî'e gider kazayı hacet eder, sonra abdest alır,
gelir; ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk rek'âtı uzattığından hâlâ
ilk rek'âtta bulunurdu.»
162- (...)
Bana Muhammed b. Hatim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi,
Muâviye b. Sâlih'den, o da Rabîa'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Kaz'a
rivâyel etti. Dedi ki: Ebû Saîd'i Hud-rî'ye geldim. Yanında kalabalık insanlar
vardı. Cemâat dağılınca; (kendisine) :
«Ben sana bunların
sorduklarını sormıyacağım, sana ResûlüIIah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
namazını soruyorum.» dedim. Ebû Saîd:
«Bunda senin için hiç
bir hayır yoktur.» dedi. Ebû Saîd bu sözü ona bir defa daha tekrarladıktan
sonra:
«Öğle namazı kılınırdı
da bizden birimiz Bakİ'a giderek kazayı hacet eder, sonra evine gelerek abdest
alır ve mescide dönerdi. ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) hâlâ ilk
rek'âtta bulunurdu.» demiş.
Bu rivayetler dahî
öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rekatlarında ne mikdâr Kur'ân okunacağım,
kıyamın ne kadar uzatılacağını beyân etmektedirler. Nevevî diyor ki:
«Ulemânın beyânına
göre ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazı îcab-ı hâle göre uzun veya
kısa kılardı. Cemâat uzun kumayı tercih ederler, kendilerinin de bir
meşguliyeti bulunmazsa namazı uzatır, aksi takdirde hafif kılardı. Bazen
uzatmak istediği halde çocuk ağlaması gibi bir sebepten dolayı namazı kısadan
keserdi. Bâzıları ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in namazı
ekseriyetle uzatmadığını, nadiren de uzun kıldığını söylerler. Ve: «Uzun
kılması caiz olduğunu göstermek için; hafif kılması da efdâl olduğunu
bildirmek içindir. derler. Filhakika ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
namazı uzatmamayı emretmiş; Buna sebep olarak cemâatin içinde hasta, zayıf ve
hacet sahipleri bulunabileceğini söylemiştir. Binâenaleyh bu babda sünnet,
hafif kılmaktır.»
Sa'd b. EbîVakkâs
(Radiyallahû anh) hadîsini Buhâ-rî, Ebû Dâvûd veNesaî namaz bahsinde muhtelif
râvî-lerden tahrîc etmişlerdir. Buhar
î'deki rivayeti şöyledir:
Câbir b. Semûra demiş ki:
«Kûfeliler Sa'd'i Ömer
(Radiyallahû anh) 'a şikâyet ettiler. O da onu azlederek yerine Ammâr'ı tâyîn
etti. Kuleliler Sa'd'ın namaz kıldırmayı becerememesine varıncaya kadar sayıp
dökmek suretiyle şikâyet ettiler. Ömer, Sa'd'a haber göndererek çağırttı. Kendisine:
— Yâ Ebâ îshâk! Bu
adamlar senin namaz kıldırmayı beceremediğini söylüyorlar, dedi. Sa'd:
«Bana gelince: Vallahi
ben onlara ResûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını kıldırıyorum.
Ondan bir şey noksan etmiyorum. Yatsı namazını kıldırıyor; ilk iki rek'âtı
uzun, son rek*âtlan hafif tutuyorum.» cevâbını verdi. Ömer:
«Senden zâten bu
beklenir. Yâ Ebâ îshâk!» dedi. Müteakiben onunla birlikte Kûfelilere sormak
üzere bir (veya bir kaç) adam gönderdi. Gönderilen adam, sormadık bir tek mescid
bırakmadı. Kûfeli-ler hep Sa'd'in
iyiliklerini anıyorlardı.
(Nihayet Benî Âbs kabilesinin mescidine girdi. Onlardan Ebû Sa'de künyesini
taşıyan Üsâmetü'bnü Katâde
isminde biri ayağa kalkarak:
«Madem ki Allah için
soruyorsun (Söyleyeyim). Sa'd düşmana karşı gönderilen müfrezeyle gitmiyor,
müsavat üzere taksim yapmıyor, dâva bakarken de adalet gütmüyor.* dedi. Sa'd:
«Beri bak! Vallahi
sana üç şeyde dua ediyorum!.. Yârabbi, eğer bu kulun yalancı ise; bu işi riya
ve şöhret için yaptıysa ömrünü uzat, fakirliğini de uzat! Ve kendisini
fitnelere mâruz kıl!.» dedi. Bundan sonra hâlini soranlara Üsâme:
— Ben fitneye giriftar
olmuş bir şeyh-i fâniyim. Beni Sad 'in bed duâası tuttu!» derdi.
Râvî Abdül melik dedi
ki: Onu ben de gördüm. Kaşları ihtiyarlıktan gözlerinin üstüne düşmüş; Kendisi
hâlâ yoldan gelip geçen cariyelere çatıyor, onları çimdikliyordu.
Kûfelilerden murâd bir
kaç kişidir. Kelime Küllü zikir, Cüz-ü mu-râd kabilinden mecazdır.
Muhtelif rivayetlerden
anlaşıldığına göre; Kûfeliler Hz. Ömere Sa'd (Raâiyaîlahû anh) *ın devlet
malını yediğini, evine ağaçtan debdebeli bir kapı yaptırdığını, çarşı evine
yakın olduğu için gürültüden bî-zâr olarak-gürültünün kesilmesini emrettiğini,
ava düşkün olduğu için düşmana karşı gönderilen müfrezelerin başında
bulunmadığını şikâyet etmişler. Aslı astarı olmadık buna benzer bir çok şeyler
ileri sürmüşlerdir. Ömer (Radiyallahû anh) bunları birer birer tetkik etmiş ve
hepsinin bâtıl olduğunu meydana çıkarmıştır. Hz. Sa 'd 'in «Bana namazı bedeviler
mi öğretecek?» demesinden de anlaşılıyor ki; kendisini şikâyet e-denler bir
takım cahillermiş. Çünkü bedevilerin ekserisi câhil olurlar.
Hz. Ömer'in Sa'd
(Radiyallahû anh) ile birlikte teftiş için Kû-fe'ye gönderdiği zevatın
Muhammedü'bnü Mesleme ile Abdullah b. Erkâm ve Melih b. Avf oldukları
zannediliyor. Hz. Sa'd bu hâdiseden müteessir olmuş. Bilhassa Kûfe'-li
Üsâmetü'bnü Katâde 'nin iftiralarına karsı dayanamı-yarak ona bedduada
bulunmuştur. Üç şeyle beddua etmesinin sebebi, Üsâme'nin ondan üç fazileti
nefîy etmesidir. Üsâme ondan şecaati, iffeti ve hikmeti nefîy etmişti. Bunlar
bütün faziletlerin esası i-diler. Hz. S a 'd da bu üç şeye misliyle mukabele
etmişdir. Ve bedduası kabul olunmuştur. îshâk'm Cerîr 'den rivayetine göre
Üsâme fakru zarurete duçar olmuş; ahlâkı bozularak fitneye kapılmış. Hattâ bir
rivayete göre, gözleri de kör olmuştur. O haliyle yine de bir kadın sesi işitti
mi kadına saldırır. Kadın kendisini terslediği zaman ah, mübarek Sa'd'ın
duası!., dermiş, İbni Uyeyn e'nin
rivâyetine göre: Her nerede bir fitne çıkarsa Üsâme mutlaka orada
bulunurmuş. Hattâ kendisinin fitne esnasında öldürüldüğü rivayet olunur.
Hz. Sa'd duasının
icâbetiyle ma'ruf bir zât idi. Taberânî'nin rivayetine göre kendisine:
«Dualarının kabulüne
ne zaman nail oldun?» diye sorulmuş: «Bedir gününde nail oldum. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) :
«Yârâbl Sad'ın duasını
möstecâp kıl,» buyurdular» diye cevap vermiştir.
Son rivayette Hz. Ebû
Saîd-i Hudrî 'nin Kaza'ya: «Senin için bunda hiç bir hayır yoktur.» sözünün
mânâsı; Sen ne kadar çalışsan da böyle bir namaz kılamazsın. Binâenaleyh
sünneti öğrenip de terketmiş olursun, demektir.
1- Üç ve
dört rek'âth farzların ilk iki rek'âtlarmda kıraat farz, son rekatlarında farz
değildir. İmâm Â'zam ile onun kavlini tercih edenler bu
rivayetlerle istidlal ederek farz namazların son iki rek'âtlarmda kıraatin
farz olmadığını söylemişlerdir. Bundan dolayıdır ki; «Hidâye» sahibi ile diğer
Hanefîyye ulemâsı farz namazı kılan bir kimse hakkında: «Son rek'âtlarda
isterse bir fatiha okur, dilerse teşbih eder, yahut susar.» demişlerdir. Bu
kavil Hz. Ali, İbni Mes'ûd ve Âişe
(Radiyallahû anhûm) 'den de rivayet edilmiştir. Ancak efdal o-lan, fatihayı
okumaktır.
2- Bütün
namazlarda ilk rek'âtın ikinciden uzun tutulacağına kail olanlar bu
rivayetlerle istidlal etmişlerdir. İmam Şâfii'nin mezhebi budur. Bâzıları
bütün rek'âtların birbirine müsavi olacağını söylemişlerdir. İmam Â'zam'la
Ebû Yûsuf'a göre; yalnız sabah namazının ilk rek'âtı
ikinci rek'âtından uzun tutulur. İkinci rek'âtı birinciden daha uzun tutmak
bilittifak mekrûhdur. Yalnız İmam Mfilikin
bunda bir beis görmediği rivayet olunur.
Bir kimse gizli
okunacak namazda aşikâr ve aşikâr okunacak namazda gizli okusa İmâmı A'zam'a göre secde-i sehiv yapar.
3-
Hükümdarın memurlarından biri kendisine şikâyet edilirse; ona adam göndererek
şikâyeti yerinde tetkik ettirir. Bu hususa me'ımır o-lan kimse, o yerin fazilet
sahiplerinden soruşturmalar yapar.
4- Hakkında
şikâyet vaki* olan bir me'mur, suçu sabit olmadığı halde maslahat icâbı azil
edilebilir. Zira Hz. Ömer, Sa'd
(Radiyallahû anh) 'in suçu sabit olmadığı halde azletmiştir. Buna sebeb
Kûfelilerin fitne çıkarması endîşesi idi. Nitekim Ömer (Radiyallahü anh) Şûra
meselesi hakkındaki vasiyyetinde: «Emirlik S a'd'a isabet ederse ne âlâ!.» Aksi
takdirde kim emir olursa ondan faydalansın!» Zîrâ onu aczinden yahut
hıyanetinden dolayı azletmedim.» demiştir.
5- Bir
kimseye künyesi ile hitâb edilebilir. Hakkında işitilen kötü sözlerden dolayı
i'tizarda bulunmak da caizdir.
6- Bir kimse
dinine noksanlık getirecek şeyler hususuna yardım eden zâlime beddua edebilir.
163- (455)
Bize Hârûn b. Abdillah rivayet etti. (Dedi ki): Bize Haccâc b. Muhammed, tbni
Cüreyc'den rivayet etti. H.
Dedi ki: Bana Muhammed
b. Râfi de rivayet etti. Her İkisinin lâfızları birbirine yakındır. (Dedi ki):
Bize Abdtirrâzzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Cüreyc haber verdi. Dedi
ki: Muhammed b. Abbâs b. Câ'-fer'i şöyle derken işittim: Bana Ebû Selemetelmü
Stifyân [65] ile Abdullah b. Amr b.
As ve Abdullah b. Müseyyeb el-Abidî [66],
Abdullah b. Sâib'den [67]
haber verdiler. Abdullah şöyle demiş:
Peygamber (SaüaUahu
Aleyhi ve SeUem) Mekke'de bize sabah namazını kıldırdı da sûre-i mü'minîni
okumağa haşladı. Musa ile Hârûn'ım, yahut isa'nın zikri geçen yere gelince:
(Burada Râvî Muhammed b. Abbâd şekketmiştir. Yahut şek edenin o olup
olmadığında ihtilâf edilmiştir.) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i
öksürük tuttu; ve hemen rükû etti. Abdullah b. Sâib de bu namazda hazır
bulunuyordu.»
Abdürrezzâk'in
rivayetinde: «Okumayı kesti, ve rükû etti.» ibaresi vardır. Yine Abdürrazzâk
rivayetinde: «Abdullah b. Amr» demiş, «İbni Âs» dememiştir.
164- (456)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) Size Yahya b. Saîd rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bana Vekî' rivayet etti. H.
Bana Ebû Küreyb dahî
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize İbni Bişr, Mis'âr'dan naklen haber
verdi. Demiş ki: Bana Velİd b. Sert1, Amr b. Hureys'den [68]
naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i sabah
namazında:
«Karanlık bastığı
zaman geceye yemîn ederimi» [69]
âyeti kerimesinin bulunduğu sûreyi okurken İşitmiş.
165- (457)
Bana Ebû Kâmil El-Cahderî Fudayl b. Hüseyin rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebu
Avane, Ziyad b. İlâka'dan o da Kutbettt-btttt Mâlik'dea [70]
naklen rivayet etti. Demiş ki; Namaz kıldım, namazı bize Resûlüllab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıldırdı ve:
«Kaaf, şanlı Kur'âna
yemîn ederimi» suresini «uzamış hurmaları» âyeti kerîmesine kadar okudu. Ben
bunu tekrarlamaya başladım, ama ne dediğini bilmiyorum.
166- (...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şerik ile İbni Üyeyne
rivayet ettiler. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Üyeyne, Ziyâd b. ti âka'dan, o da
Kutbetü'bnü Mâlik'den naklen rivayet etti. Kut-be, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *i sabah
namazında:
«Küme küme
tomurcukları olan boylu hurma ağaçlarını» âyeti kerîmesini okurken işitmiş.
167- (...)
Bize Mııhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Cafer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ziyâd b. İlâka'-dan, o da amcasından
naklen rivayet etti. Amcası, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
birlikte sabah namazını kılmış. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk
rek'âtta:
«Küme küme tomurcuklan
olan boylu boylu hurmaları...» âyetini o-kumuş. Râvî: gâlibâ: «Kaaf sûresini
dedi» demiş.
168- (458)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Ali,
Zâide'den rivayet etti. (Demiş ki):Bize
Şimâk b. Harb, Câbir b. Semûra'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
«Gerçekten Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seîîem) sabah namazında; «Kaaf. Şanlı Kur'ân'a yemin
ederim ki...» Sûresini okurdu. Ondan
sonraki namazları hafif kıldınrdı.
169- (...)
Bize Ebû Bekir b. Şeybe ile Muhammed b. Bâfi' rivayet ettiler. Lâfız İbni
Eafi'indir. Dediler ki: Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Züheyr, Simâk'dan rivayet etti. Demiş ki:
«Câbir b. Semûra'ya,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İn namazını sordum. Câbir: Besûlüllah
(SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) namazı hafif kıldınrdı. Bunların namazı gibi
(uzun) kıldırmazdı, dedi»
Râvî dedi ki: Câbir,
bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sabah namazında:
«Kaâf şanlı Kur'ân'a
yemin ederim...» sûresini ve onun emsalini o-kuduğunu haber verdi.
170- (459)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdurrahman b. Mehdi
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sulbe, Simâk'dan, o da Câbir b. Semûrâ'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle
demiş:
«Peygambır (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) öğle namazmda «Leyi» sûresini; ikindide de onun gibi bir
sûre; sabah namazında ise bunlardan daha uzun (bir sûre) okurdu.»
171- (460)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Dâvud
et-Tayalisî, Şu'be'den, o da Simâk'dan, o da Câbir b. Se-mûrâ'dan naklen
rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğle namazında sûre-i
A'lâyı; sabah namazında ondan daha uzun bir sûre okurmuş.
172- (461)
Bize Ebû Bekir b. Ebi Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b, Hârûıı,
Teymî'den, o da Ebu'l Minhâl'den [71], o
da Ebû Ber-ze'den [72]
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah
namazında altmışdan yüze kadar âyet okurmuş.
(...) Bize
Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Süfyan'dan, o da Hâlid
El-Hazzâ'dan, o da Ebû'l-Minhâl'den, o da Ebû Berzete'1-Es lemî'den naklen
rivayet etti. Ebû Berze şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında altmışla yüz âyet arası okurdu».
173- (462)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İh-ni Şihâb'dan duyduğum,
onun da Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onun da Abdullah b. Abbâs'dan naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Ab-bâs şöyle demiş:
«Annem Ümmü Fadl [73]
Binti Haris, bir defa beni «Mürselât» sûresini okurken işitti de:
— Yavrucuğum! Vallahi
bu sûreyi okumanla bana hatırlattın! Bu sûre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in son defa akşam namazında okuduğunu işittiğim sûredir, dedi.»
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Süfyân rivayet etti. H.
Dedi ki: Bana
Harmeletü'bnü Yahya'dan rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yûnus haber verdi. H.
Dedi ki: Bize İshâk b.
İbrahim ile Abd b. Humeyd dahî rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Abdürrezzâk
haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. H.
Dedi ki: Bize
Amru'n-Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yâ*kup b. İbrahim b. Sa'd rivayet
etti. (Dedi ki): Bize babam, Sâlih'den rivayet etti. Bu râvüerin hepsi
Zührî'den bu isnadla rivayet etmişlerdir. Salih'in hadîsinde râvî:
«Resûlüllah
(Satlallahü Aleyhi ve Sellem) ondan sonra Allah Azze ve celi ruhunu
kabzedinceye kadar namaz kılmadı.» cümlesini ziyâde etmiştir.
174- (463)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi la: Mâlike, Şihâb'dan duyduğum, onun da
Muhammed b. Cübeyr b. Mut'lm'den [74],
onun da babasından naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Babası: «Ben Resûlüllah (Saiîallahü Aleyhi ve Seliem) "\ akşam
namazında «Tûr» sûresini okurken işittim.» demiş.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebi Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Süfyân rivayet etti. H.
Dedi ki: Bana Harmeletü'bnü
Yahya dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki): Bana
Yûnus haber verdi. H.
Dedi ki: Bize İshâk b.
İbrahim ile Abd b. Humeyd de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrezzâk
haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer haber verdi. Bunların hepsi Zührî'den bu
isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsler sabah ve
akşam namazlarında ne mikdâr Kur'ân okunacağını bildirmektedirler.
Sabah namazında
altmışdan yüze kadar âyet okunacağını bildiren Ebû Berze rivayetini Buhârî
«Kitâbu Mevâkîti's-Salât» da; Ebû Dâvûd, Nesaî ve İbni Mâce dahî
«Kitâb's-Sa-lât» da; Ümmül Fadl hadîsini Buharı «Kitâbü'1-Ezân» ile
«Kitâbü'l-Megâzî- de; Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesaî ve İbni Mâce «Kitâbü's-Salât»
da; C.übeyr b. Mut'im hadîsini Buhârî «Kitâbü'1-Ezân»; «Cihâd» ve «Tefsir»
bahislerinde; Ebû Dâvûd, Nesaî ve İbni Mâce «Salât» bahsinde muhtelif
râvîlerden muhtelif lâfızlarla tahrîc etmişlerdir.
Babımızın ilk hadîsini
teşkil eden Abdullah b. Sâib rivayetinin senedindeki «İbni Âs» lâfzı, hadîs
ulemâsının beyânına göre yanlışlıkla zikredilmiştir. Çünkü buradaki râvî,
Abdullah b. Amr b. Âs değil, Abdullah b. Amr El Hicâzî'-dir. Bunu Buharı,
tarihinde böyle zikrettiği gibi İbni Ebî Hatim ile, gelmiş geçmiş pek çok hadîs
imamları dahî beyan etmişlerdir.
Mezkûr hadîs aylarca
öksürük sebebi ile kıraatin kesilebileceğini, keza sûrenin bir kısmını
okumanın caiz olduğunu bildirmektedir. Nevevî diyor ki: «Kıraati bir özürden
dolayı kesmekde hiç bir kerahet yoktur. Özür bulunmadığı halde kesmek dahî mekruh
değilse de evlâ o-lan kesmemektir. Bizim mezhebimiz ile Cumhuru ulemânın ve bir
rivayette İmam Mâ1ik'in mezhebi budur. İmam Mâ1ik'in meşhur mezhebine göre
özürsüz kıraati kesmek mekrûhdur.»
Buradaki Ümmü'l Fadıl
rivayetinde, Resûlüllah (Sailailahü Aleyhi ve Seltem) 'in en son kıldığı namaz,
akşam namazı olduğu görülüyor. Halbuki Hz. Âişe hadîsinde bunun öğle namazı
olduğu bildirilmiştir. Ulemâ bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuşlardır: Hz.
Âişe'nin rivayet ettiği namaz mescidde, Ümmül Fadıl'ın rivayet ettiği ise;
evinde imam olarak kıldığı son namazlardır. Nitekim Nesaî'nin rivayetinde bu cihet tasrih edilerek:
«Bize evinde akşam
namazını kıldırdı da Mürselât sûresini okudu; Ondan sonra Allah Teâlâ
ruhunu kabzedinceye kadar
Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bir daha namaz kılamadı.» denilmiştir. Gerçi Tirmizî'nin
rivayetinde Hz. Ümmü
Fadıl:
«Bize Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalığında başını sarmış olarak çıktı da akşam
namazını kıldırdı ve Mürselât sûresini okudu. Ondan sonra Allah'a kavuşuncaya
kadar bu namazı kılamadı.» demiştir.
Tirmizî bu hadîsin
Hasen Sahîh olduğunu söylemiştir. Fakat bu rivayet Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in yattığı yerden içerdeki cemâatin yanına çıktığına
hamlolunur.
Babımızın son
rivayetinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in akşam namazında «Tûr»
sûresini okuduğu bildirilmektedir. Bütün bu rivayetlerden anlaşılıyor ki;
Fahr-i Kainat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimiz, namazı mü'minlerin
hâllerine göre, kıldırmış. Onlar da namazı uzun kıldırmak için iştiyak sezerse
uzun kıldırır; Kendinin veya cemâatin bir Özürü bulunursa namazı kısadan
kesermiş.
Tahâvî (238 - 321):
«Akşam namazında kısa sûreleri okumak müstehabdır.» demiş; Tirmizîde: Ulemânın
bununla amel ettiklerini söylemişdir. Filhakika Süfyân-ı Sevrî, İbrahim Nehaî,
Abdullah İbni'l-Mübârek, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, îmam Muhammed, Ahmed b. Hanbe1,
İmam Mâlik ve İshâk hazerâtmm Mezhepleri budur.
Tahavî 'nin Hz.
Abdullah b. Ömer 'den tahrîc ettiği bir hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in akşam namazında «Tîn- sûresini okuduğu; yine Abdullah b. Ömer
(Radiyaüakü anh) 'dan rivayet edilen bir hadîsde akşam namazında «Kâflrûn» İle
«İhlâs» sûrelerini okuduğu bildirilmektedir. Bâzı rivayetlerden Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimizin «Kâfirûn» ile «İhlâs» sûrelerini
Cuma geceleri akşam namazında okuduğu anlaşılıyor. Başka rivayetlerde akşamla
yatsıda «Leyi» ve «Duhâ», öğlede «Alâ» ve «Asır» sûrelerini, daha başka
rivayetlerde akşam namazında «Zilzâl», «Adiyât» ve «Nasr» sûrelerini okuduğu
bildirilmiştir. Bütün bunlar, namazın îcâb-ı hâle göre kılınacağını
göstermektedirler. Binaenaleyh: Hanefîlere göre: Cemaata ağır gelmiyeceğini
bilirse imamın kıraati uzatması sünnettir. Ağır geleceğini bildiği halde
uzatması mekruh olur.
Şâfiîlere göre: İmamın
kıraati uzatması cemâatin buna razı olduklarını sarahaten söylemeleri şartı
ile sünnettir. Yalnız cuma günü sabah namazında cemâat razı olmasalar bile imam
kıraati uzatır.
Mâlikîlere göre:
İmamın kıraati uzun tutması dört şartla mendûpdur:
1- Cemâat
mahsur olmalı. Bundan maksat fazla kalabalık bulunmamaktır.
2- Cemâat
uzun kırâata razı olduklarını yâ söylemeli, yahut bu onların hâllerinden
anlaşılmalıdır.
3- Uzun
okumaya tahammül edebilecekleri bilinmeli, yahut tahmin edilmelidir.
4- Cemâatdan
birinin özürü bulunmadığı bilinmeli veya tahmin edilmelidir. Bu şartlardan biri
bulunmadığı takdirde kısa okumak efdaldir.
Uzun ve kısa sûrelerin
neler olduğu mezhep imamları arasında ihtilaflıdır. Hanefîlere göre «Hucurât»
dan «Bürûc» a kadar olan sûreler uzun; «Bürûc» dan «Beyyine» sûresine kadar
olanlar orta; ondan «Nâs» sûresine kadar olanlar da kısa sûrelerdir. Uzun
sûreler sabah ve Öğle namazlarında okunur. Yalnız Öğle namazında sabahdakinden
biraz daha kısa tutulur. İkindi ile yatsı namazlarında orta sûreler; akşam
namazında da kısa sûreler okunur.
Şâfiîlere göre; uzun
sûreler «Hücûrat» dan «Amme» ye kadar, orta sûreler «Amme» den «Duhâ» ya kadar;
kısa sureler de «Duhâ» dan Kur*-ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Uzun ve
kısa surelerin hangi namazlarda okunacağı meselesinde Şâfiîler, Hanefîlerle
beraberdirler. Yalnız onlara göre; cuma günü sabah namazında «Secde» ile
«Hel'etâ» sûrelerini okumak sünnettir.
Mâlikîlere göre; uzun
sûreler «Hücurât» dan «Nâziât» in sonuna kadar; orta sûreler «Nâadat» in
sonundan «Duhâ» ya kadar, kısa sûreler de «Duhâ» dan Kur'ânı Kerîm'in sonuna
kadar olanlardır. Sabah ile öğle namazlarında uzun -sûreler, ikindi ile akşam-
namazlarında kısa sûreler, yatsıda ise; orta sûreler okunur. Fakat bu tertibe
riâyet Mâlikîlere göre sünnet değil mendûpdur.
Hanbelîlere göre: Uzun
sûreler «Kaaf» dan «Amme» ye kadar; orta sûreler «Amme» den «Duhâ» ya kadar;
kısa sûreler de «Duhâ» dan Kur'-ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olanlardır. Uzun
sûreler yalnız sabah namazında, kısa sûreler de yalnız akşam namazında okunur,
öğle, ikindi ve yatsı namazlarında orta sûreler okunur. Mamafih, hastalık ve
yolculuk gibi bir özürden dolayı sabah namazı ile diğer namazlarda daha kısa
o-kumak da mekruh değildir. Özürsüz kısa okumak yalnız sabah namazında
mekrûhdur.
175- (464)
Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anberî rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti, (Dedi ki): Bize Şu'be, AdiyMen rivayet etti. Demiş ki: Ben Berâ'ı
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet ederken işittim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde yatsı namazını kılmış da, iki
rek'âtın birinde «Tın» sûresini okumuş.
176- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys Yahya'dan - ki bu
zât İbni Saîd'dir - o da Adiy b. Sabit'den, o da Berâ tbnfi Âzib'den naklen
rivayet etti. Berâ' şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ile birlikte yatsı namazım kıldım da «Tîn» Sûresini okudu.»
177- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Mİs'âr, Adty b. Sft-bit'den naklen rivayet etti. (Demiş
ki): Ben Berâ tbnİ Âzib'den dinledim. Şöyle dedi: «Ben Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yatsıda «Tm» sûresini okurken dinledim., Ondan daha gtisel
sesli bir kimse dinlemiş değilim!.»
'.
Bu hadîsi Buhârî
«Namaz» bahsinde müteaddid yerlerde tah-rîc etmiştir. Hadîsin birinci
rivayetinden anlaşılıyor ki, namaz seferde kılınmıştır. Onun için de Resûlüllah
(Salîailahü Aleyhi ve Sellenı) kısa sûrelerden okumuştur. Seferî olmadığı
zamanlarda yatsıda -Şems», «Leyi» ve «tnşikak» sûrelerini okuduğu rivayet
edilmiştir.
Binâenaleyh zaruret
olmadıkça yatsı namazında orta sûreleri okumak sünnettir. Çünkü yatsı istirahat
ve uyku zamanına tesadüf eden bir namazdır. Onu fazla uzatmaya cemâatin
tahammülleri yoktur. Akşam namazında olduğu gibi hafif kıldırmaya dahi bir
sebep bulunmadığından onda orta sûreleri okumak sünnet olmuştur. Bu bâbda asıl
delîl Ömer (Radiyalîahû arih) ın Hz. Ebû Mûsel-Eş'arî 'ye: «Akşam namazında
kısa sûreler, yatsıda orta, sabah namazmda da uzun sûreleri oku!» diye yazdığı
mektuptur. Bir de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) yatsı namazında
«Bakara» sûresini okuyan Muâz b. Cebel (Radiyalîahû anh) 'ı muaheze
buyurmuştur.
178- (465)
Bana Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süfyân, Amr'dan, o da
Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
— Muaz, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namazı kılar, sonra kavmine gelerek
onlara imam olurdu. Bir gece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
birlikte yatsıyı kıldıktan sonra kavmine gelerek onlara imam oldu ve «Bakara»
sûresini okumağa başladı. Derken bir adam selâm vererek namazdan ayrıldı. Sonra
yalnız basma kıldı ve çıktı gitti. Ashâb o zâta: Sen münafık mı oldun yâ
fiilân? dediler.
— «Hayır Vallahi
(münafık değilim; hele sabah olsun) ben bunu mutlaka gider Resûlüllah
(Satlaltahü Aleyhi ve Seliem) 'e haber veririm!.» cevâbını verdi, ve (ertesi
günü) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek:
«Yâ Resûlâllah, biz
develerle su taşıyan insanlarız, gündüzleyin çalışırız, Muâz seninle birlikte
yatsıyı kılmış; sonra (Bize) gelerek Sûre-i Bakara'yı tutturdu.»» dedi. Bunun
üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâas'a dönerek:
«ifâ Muâz, sen
fitnebaz mı oldun yoksa?., filân ve filân sûreleri (oku-saydın yâ!)»
buyurdular.
Süfyân şöyle demiş:
«Ben Amr'a: Ebû Zübeyr bize Câbir'den naklen Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in: Şems, Duha, Leyi ve A'lâ sûrelerini oku!» buyurduğunu rivayet
etti, dedim. Amr da bunun gibi bir şey, dedi.»
179- (...)
Bize KiiteybetüTmti Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Leys rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize de İbni
Rumhrİvâyet etti. (Dedi ki): Bize Leys 'ŞMlff Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen
haber verdi kî; Câbir şöyle demi$î Muâz b. Cebel El-lEnsâri arkadaşlarına
yatsıyı kıldırdı. Fakat onlara kıraati uzun tuttu. Bunun üzerine bizden bir zât
cemâatdan ayrılarak namazı yalnız basma kıldı. Onun bu yaptığını Muâz haber
alınca: O adam münafıktır... dedi. Bu söz o zâtın kulağına ulaşınca Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in huzuruna girerek Muâz'ın söylediklerini kendilerine
haber verdi. Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Muâz*a:
— Sen fitnecimi olmak
istersin/ ya Muâz? Cemaata imam olduğun vakit Şems ile A'lâ ve Ikra' ile Leyi
sûrelerini okuyuver!.» buyurdular.
180- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hu-şeym, Mansûr'dan, o da Amr
b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan şeym, Mansûr'dan, o da Amr b.
Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber verdi ki, Muâz b. Cebel
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yatsıyı kılar sonra
kavmine döner ve o namazı onlara da kü-dınnnış.
181- (...)
Bize Kuteybetü'bnti Saîd ile Ebu'r-Rabf Ez-Zehrânî rivayet ettiler.
Ebu'r-Rabî' dedi ki: Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi M): Bize Eyyûb, Amr b.
Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
-Muâz Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yatsıyı kılar; sonra kavminin
mescidine gelerek onlara da yatsıyı kıldırırdı...»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu's-Salât» ve «Kitâbül-Edep» de; Nesâi «Kitâbü's-Salât» ile
«Kitâbü't-Tefsîr» de; İbni Mâce dahî «Kitâbü's-Salât» ta muhtelif lâfızlarla
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin mecmuu Hz. Muâz'ın
yatsıyı bir defa Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında cemâat,
bir defa da kavmine imam olarak kıldırmaya devam ettiğini göstermektedir. Bazı
rivayetlerde Hz. Muâzin kavmine akşam namazını kıldırdığı bildirilmiştir. Bu
yâ hâdisenin tekerrüründendir. Yâni bazen yatsıyı, bazen de akşam namazını
küdırmıştır. Yahut yatsıya mecazen akşam namazı denilmiştir.
Bâzıları bu hadisle
istidlal ederek; «Hz. Muâz'in kavmine kıldırdığı namaz, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in arkasında kıldığı namazın aynidir.» demiş; «Ayni
değildir» deyenlere bununla cevap vermişlerdir. Fakat Allâme Aynî bunlara bir
kaç vecihle cevap vermiştir. Şöyle kî:
1- Bu
hadîsle ihticâc etmek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in vak'ayı
bilib te ikrar buyurmasına bağlıdır. Halbuki Hz. Muâzm namaz kıldırdığını Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) 'in duymamış
olması caizdir. Binâenaleyh Muâz (Radiyallahû anh) 'in o namazı devam üzere
kıldırmasına ses çıkarmaması onu takrîr buyurduğuna delîl sayılmaz.
2- Niyyet
bâtınî bir şeydir. Söylemedikçe kimse kimsenin niyetini bilemez. Caiz ki
Hz. Muâz namaz fiillerini ve namazda kıraatin sünnet
vechini Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)1 den güzelce öğrenmek için namazı evvelâ onun arkasında nafile
olarak kılmış; sonra kavmine dönerek aynı namazı onlara da farz niyeti ile kıldırmıştır.
3-
El-Mühelleb'in beyânına göre Muâz hadisi Islâmın ilk devirlerine aittir.
4- İhtimal
Hz. Muâz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in arkasında cemâat olarak
gündüz namazlarını kılmış, kavmine imam olarak da yatsı namazını kıldırmıştır.
Çünkü Ashâb'dan bazıları iş güç sahipleri'olduğu için gündüz namazlarına devam
edemiyorlardı. Bu itibarla Râvî, Hz. Muâz'ın ayrı ayrı vakitlerde kıldığı
namazları haber vermiş olabilir.
5- Bu hadîs
mensûhdur. Tahâvî diyor ki: «İhtimâl Hz. Muâz'ın aynı namazı iki defa kılması,
farzların ikişer defa kılındığı zamanlarda olmuştur. Çünkü îslâmın ilk
zamanlarında bu yapılırdı.» Tahâvî neshe delîl olarak Hz. İbni
Öme r'den rivayet edilen bir
hadîsi göstermiştir. Mezkûr hadîsde: «Bir namaz, günde iki defa kılınamaz.»
denilmiştir.
Muâz (Radiyallahû
ardı) 'in arkasında namazını bozan sfttm*Jdm olduğu ve namazını bozup bozmadığı
ihtilaflıdır. Ebû Dâvud Tayâ1isî'nin rivayetinde bu zâtın tîazm b. Ebü
"âlb olduğu söylenmiştir. Bâzı rivayetlerde Haram b. Olduğu söylenmiştir.
Hz. Haram, Enes b. Mâ1ik'ia sıymış. Namazdan sonra hurma bahçesini sulamak
niyetinde imiş. Bu sebeple namazdan ayrılarak yalnız kılmış ve bahçesine
gitmiş. Daha başka isim söyleyenler de vardır.
Bâzıları namazdan
çıkan zâtın namazını bozmadan saftan çıkarak aynı namazı kendi kendine
tamamladığını söylemişlerse de Müs1im'ia buradaki rivayetinde namazdan selâm
vererek çıktığı tasrîh edilmiştir.
Nesaî'nin bir
rivayetinde Hz. Muâz:
«Sabaha çıkarsam bunu
mutlaka Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'e söylerim!» demiş ve
sabahleyin söylemiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) de o zâtı
çağırtmış. Kendisine:
«Bu yaptığına sebep
nedir?» demiş. O zât: Yâ ResulaIIâh! Ben gündüzün
su taşıyan devemle çalıştım; geldiğimde namaza durmuşlardı. Hemen mescide
girerek Muâz'la beraber namaza durdum. Fakat o filân ve filân sûreyi okudu. Ben
de cemâatdan ayrılarak mescidin bir tarafında namazımı yalnız kıldım; demiş.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Sen fettanını oldun
ya Muâz? Sen fettânmı oldun yâ Muâz?» buyurmuşlar.
Bir rivayette üç defa
«Fettan, fettan, fettan», demişdir. Bu takdirde cümle; «Sen fettansın» mânâsına
olup, müptedâsı mahfuz haberdir. Ve te'kîd için üç defa tekrar edilmiştir. îbni
Uyeyne rivayetinde mezkûr cümle istifhâm-ı inkârı ile «Sen fettan mısın »
şeklinde vârid olmuştur.
Fettandan murâd;
nefret ettirendir. Çünkü kıraati uzun tutmak cemâatin namazdan çıkmalarına ve
cemaatla namazdan kerahet duymalarına sebep olur. Bazıları fettan sözü ile
azap vermek mânâsı kastedilmiş olabileceğini söylemişlerdir. Zîrâ Hz. Muâz uzun
okumakla cemaata azab vermiştir. Bu kelime «fâtin» şeklinde dahî rivayet
edilmiştir.
1- îmam
Şafiî bu hadîsle istidlal ederek farz kılan cemâatin nafile kılan imama
uyabileceklerine kail olmuştur. Hz. Şafiî 'nin bu mezhebi Muâz (Radiyallahû
anh) 'm Resû\üUah(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile farzı kıldığına, sonra o
namazı nafile olarak cemaata kıldırdığına göredir. Bir rivayette İmam Ahmed b.
Hanbel'in kavli de budur. Îbni Münzir dahî bu kavli ihtiyar etmiştir. Atâ',
Tavus, Süleyman b. Harb ve Dâvûd-u Zâhi-r î 'nin mezhepleri de budur.
Hanefîlere göre farz kılan bir kimse nafile kılan imama uyamaz. Bir rivayette
İmam Mâlik ile îmam A h -med'in mezhebleri de budur. Hanbelîlerden İbni Kudâme:
«Ekseri ulemâmız bu rivayeti ihtiyar etmişlerdir.» demektedir. Ulemâdan Zührî,
Hasan-ı Basrî, Saîd b. El -M üseyyeb, tbr&hİm.Nehaî, Ebû Kılâbe
ve Yahya b. Saîd El-En sâri 'nin
mezhebleri bu olduğu gibi Tahâvî'nin beyanına göre Mücâhid ile Tâvû s'un kavilleri de budur.
Farz kılan bir
kimsenin nafile kılan imama uyabileceğini söyleyenlerden bazıları C âbir
hadîsinin bâzı rivayetlerinde vârid olan: «Bu namaz imam için nafile, cemâat
için {arzdır.» cümlesi ile istidlal etmişler, hadîsin sahîh; ricalinin de hep
mûtemed zevat olduklarını söylemişlerdir.
Fakat muhalifleri
tarafından kendilerine cevap verilmiş; hadîsdeki ziyade hakkında ulemânın söz ettiği
hatırlatılmış; Hz. Muâz'ın gündüz namazlarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile; gece namazlarını da kavmiyle kılmak âdeti olduğundan Râvî: «Bu
namaz cemâat i-çin farz; onun için nafile olurdu.» demekle Hz. Muâz'm iki vakitteki
hâlini beyân etmiş olabilir. Yahut Râvî bize keyfiyetini bilmediği* mjz bir
hâli hikâye etmiştir. Binâenaleyh biz o rivayetle amel edemeyiz; denilmiştir.
Bu bâbda söz uzundur. İmam Nevevî bütün bü te'vil-leri «aslı olmadık dâvalar»
diye vasıflandırmış ve: «Hadîsin zahiri bunlarla terk edilemez.» demiştir.
Halbuki muhaliflerinin sözleri aslı.»olmadık dâvalar değil, delile istinâd
eden kaziyelerdir. Bu bâbda Hz. Abdullah îbni Ömer (Radİyallahü anh)'den merfû
olarak rivayet edilen bir hadîsde:
«Bir namazı bir günde
iki defa kılmayın» denilmektedir. Mürsel o-lan diğer rivayette ise: Ehl-i Âliye
namazı evlerinde kılarlar, sonra onu bir de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ile birlikte kılarlardı. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu
duyunca onları bundan nehî etti.» denilmektedir.
2- Cemâatin
hâlini göz önüne alarak namazı hafif kıldırmak müste-habtır. Nitekim Buhârî
ile Müs1im'in Hz. Ebû
Hüreyre'den ittifakla rivayet
ettikleri bir hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz cemaata imam
olursa namazı hafif kıldırsın! Çunku içlerinde zayıf, hasta, ve ihtiyar
olanları vardır; kendi kendine kılarsa istediği kadar uzatsın.» buyurmuştur,
3- Dünyevî
bir hacet namazın hafif kılınması için Özür sayılır. Bazıları bir namazın bir
günde iki defa kılınabileceğine bu hadîsle istidlal etmişlerse de, bu istidlal
mutlak olarak doğru değildir. Çünkü farz niyeti ile bir namazın iki defa
kılınması az yukarıda zikrettiğimiz
îbni Ömer hadîsi ile
menedilmiştir.
4-
Şâfiîlere^göre cemâatin imamdan ayrılarak namaz* yalnız başına kılmaları
hususunda üç kavil vardır. Esah olan kavle göre cemâatin özrü olsun olmasın
imamdan ayrılarak yalnız kılması caizdir. İkinci kavle göre böyle bir şey
mutlak bir şekilde caiz değildir. Üçüncü kavle göre ö-zürden dolayı caiz; özür
yoksa caiz değildir. Esah olan kavle göre kıraati uzatmak bir Özürdür.
Hanefîlere göre bu
vecihlerden hiç birine göre cemâatin imamdan ayrılmaları caiz değildir. İmam
Mâ1ik'in meşhur olan mezhebi de budur. Bu hususta İmam Ahmed'den iki rivayet vardır.
5- Cemaatla
namaz kılman bir mescidde münferiden namaz kılmak caizdir.
6- Sûre-i
Bakara demek caizdir. Seleften bâzıları bunu mekruh görmüş, mezkûr sûre için
böyle bir tâbir kullanmayıp: «İçinde bakara zikredilen sûre» denilmesi münâsip
olacağını söylemişlerse de hadîs-i şe-rîf,
Sûrei Bakara denilebileceğini sarahaten ifâde etmektedir.
7- Mekruh
görülen şeyleri yalnız sözle menetmek kâfidir.
182- (466)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hü-şeym, İsmail b. Ebî
HâlidMen, o da Kays'dan, o da Ebû Mes'ûd-u Ensâ-rî'den naklen haber verdi. Ebû
Mes'ûd şöyle demiş: Bir adam Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem)e gelerek,
Ben fîlâacanut-^lnze namazı azım kıldırması sebebi ile sabah namazına
gelemiyorum; dedi. Ben Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in hiç bir mev'izada o günkü gadabından daha şiddetli
gadaba geldiğini görmedim! Bunun üzerine şöyle buyurdular: «Ey cemaati
hakîkaten içinizde nefret ettirenler varl (Bundan böyle) hanginiz cemaata imam
olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü arkasında yaşlı ve zayıflarla ihtiyaç
sahipleri vardır.»
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Htt-şeym ile Vekî* rivayet
ettiler. H.
Dedi ki: Bize de İbni
Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Bize de İbni Ebî Ömer
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Stifyân rivayet etti. Bunların hepsi İsmail'den
bu isnadla Hüşeym hadisinin mislini rivayet etmişlerdir.
183- (467)
Bize Kuteybetü'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muğîra - ki bu zât İbni
Abdirrahman el-Hizâmî'dir - Ebu'z-Zin&d'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Biriniz cemaata imam
olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü onların içinde küçük, yaşlı, zayıf ve
hasta olanlar vardır; Kendi kendine kıldığı vakit istediği gîbi kilsini»
buyurmuşlar.
184- (...)
Bize İbni Râfî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdürrezmâk rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ma'mer, Hemmâm b. Münebbih'den naklen rivayet etti. Hemmâm: Bize Ebû
Hüreyre'nin Allah'ın Resulü Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet
ettikleri şunlardır: diyerek bir takım hadîsler zikretmiş. Ez cümle:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Biriniz cemaata imam
olduğu vakit namazı hafif kıldırsın! Çünkü onların içinde yaşlı olanlar
bulunduğu gibi zayıf olanlarıda vardır; yalnız başına kıldığı zaman namazını
dilediği kadar uzatsın.» buyurdular, demiş.
185- (...) Bize
Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi. Dedi
ki: Bana Yûnus, İbn Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Ebû
Selemetü'bnü Abdirrahmân haber verdi, ki Ebu Hüreyre şunu söylerken işitmiş:
Resû\üllah(SaIla!lahü Aleyhi ve Sellem) :
Biriniz cemaata namaz
kıldırırsa hafif tutsun, çünkü cemaatın içinde zayıf, hasta, ve hacet sahibi
olanları vardır.» buyurdular.
(...) Bize
Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Leys b. Sa'd rivayet etti. (Dedi ki): Bana Yûnus, İbni
Şihâb'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Bekir b. Abdirrahmân rivayet
etti. Kendisi Ebû Hüreyre'yi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Şöyle
buyurdular...» diyerek yukarki hadisin mislini rivayet ederken dinlemiş. Yalnız
o, hadîsdeki «Sakîm» kelimesinin yerine «Kebir» demiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) 'in gadaba geldiğini bildiren Ebû Mes'ûd hadîsini Buhârî
«İlim», «Namaz» ve «Edeb» bahislerinde; Nesaî «İlim» bahsinde; İbni Mâce dahî
ayni bahisde muhtelif râvîlerden, biraz lâfız değişiklikleriyle Ebû Hüreyre
hadîsini dahi Buhâri «Ezan» bahsinde tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd ile tbni Mâce
de ayrı ayrı râvîlerden rivayet etmişlerdir. Gerek bu hadîsler, gerekse
babımızın bunlardan sonra gelecek hadîsleri imamın namazı vâcib ve sünnetlerini
haleldar etmemek şartıyla hafif kıldırması gerektiğini; yalnız kıldığı zaman
ise uzatmaya tahammülü bulunan kıraat, rükû, sücûd ve teşehhüd gibi rükünleri
istediği kadar uzatmakta serbest olduğunu bildirmektedirler.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e şikâyete gelen zâtın kim olduğu bildirilmediği gibi,
kimden şikâyet ettiği dahi beyân edilmemiştir. Şikâyet edilen Hz. Ubey b. Kâb
'tır. Bâzıları şikâyet edenin Hazm b. Übeyy b. Kâ'b; şikâyet edilenin de Hz.
Muâz olduğunu söylemişlerse de o kıssa bu değildir. Buhar î'de Hz. Ebû Üseyd,
Mâlik b. Rabîâ'nın oğluna: «Yavrucuğum namazı bize uzun tuttun!» dediği, talik
suretiyle rivayet olunmuştur. Aynı taliki İbni Ebü Şeybe dahî rivayet etmiş ve
oğlunun Münzir olduğunu tasrîh etmiştir. Bu rivayette Münzir: «Babam benim arkamda
namaz kılar ve bazan bana: Yavrucuğum bugün bize «Sâffât» sûresini okumakla
namazı uzun tuttun» derdi.» demiştir.
Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in hassaten namazı uzun tutan zâta hitâb etmeyip bütün
cemaata:
«İçinizde namazdan
nefret ettirenler var!» buyurması onun kem&l-i nezâketine ve lütfü keremine
delildir. Cemâat içersinde bir kimseyi utandırmamak için âdetleri dâima bu
idi.
Yalnız kılan kimse
namazını istediği kadar uzatabilir. Çünkü herkes kendinin takat derecesini daha
iyi bilir. Teâlâ Hazretleri hastalığı özürlerden saymıştır. Binâenaleyh
imamın, namazın rükünlerine halel getirmemek şartıyla namazı hafif kıldırması îcabeder.
Ashabı kiramdan Enes b. Mâlik (Radiyallahû anh), Zübeyr b. Avvâm, Ammâr b.
Yâsir ve Ebû Hüreyre hazerâtı namaza hafif kıldırırlarmış. Hz. Sâd b. Ebî
Vakkâs namazı mes-cidde kıldırdığı vakit rükû ve sücûdu hafif tutar; Evinde
kıldığı zaman bunları ve bütün namazı uzatırmış. Kendisine niçin böyle yaptığı
sorulunca: «Biz, cemâaatın bize uydukları imamlarız.» cevâbını vermiş. Hz.
Zübeyr'e dahî: «Siz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hn ashabı
olduğunuz halde neden herkesten ziyâde namazı hafif kıldırıyor»»-nuz?» diye
sorulunca: «Biz şu vesveseci şeytandan önce davraBiyoru*> demiştir. Hz. Ammâr'ın
da: «Bu namazı şeytan vesvese verimi den Üzerinizden atın!» dediği rivayet
olunur. Hz. Ömer yaralandığı Bft-man mihraba Abdurrahman b. Avf geçerek en kısa
türelerden «Kevser» ile «Nasr» ı okumuştur.
Namazın hafif kıldın
iması hususunda Ebû Vâkıd-i-Leysî, îbni M e s'û d, Abdullah b. Ömer, Osman b.
Ebil-Âsve Ene s(RadtyaIUûıû anhûm) hazerâtından da hadîsler rivayet edilmiştir.
Ebü Vâkıd hadîsini imam Şâfiî «Müsned»
inde tahrîc etmiştir. Bu hadîsde: -Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
namazı cemaata en hafif şekilde kıldırır, yalnız kılarken en ziyâde uzun tutan
o olurdu.» denilmektedir.
İbni Mes'ûd hadîsini
Taberânî -El-Evsat- ında tah-rîc etmiştir. Mezkûr hadîste:
«Hanginiz cemaata İmam
olursa namazı hafif kıldırsın 1 Çünkü içlerinde zayıf, yaşlı ve ihtiyaç sahibi
olanlar vardır.» buyurulmuştur.
îbni Ömer hadîsini
sahih bir senetle Nesaî tahrîc etmiştir. Bu hadîste de: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize namazı hafif kıldırmamızı emreder ve imam
olurdu!» denilmektedir. Hz. Osman ile Enes (Radiyallahû anhûma) hadîsleri az
sonra görülecektir.
1- Nevevî
'nin beyânına göre imamın âdeti namazı
çok uzatmak olduğu bilinirse ona cemâat olmamak caizdir.
2- Şikâyet
makamında bir kimse filân ve falan gibi sözlerle kinaye suretiyle
zikredilebilir.
3- Din hususundaki
münkerata kızmak caizdir.
4- Bir kimse
haram değil mekruhu bile irtikâb etse ona bu yaptığından dolayı inkâr ve
ihtarda bulunmak caizdir.
5- Cemâat
razı olmadığı vakit namazı uzun kıldıran imamı sözle tâ'zîr caizdir.
6- Namazı
hafif kıldırmak gerekir. îbni Battal diyor ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in gadaplanması, cemâatin içersinde hastalar ve emsali bulunduğu
cihetle namazın uzatılmasını kerih gördügündendir. O ümmetine nfk ve kolaylık
gösterilmesini istemişlir. Yoksa bundan nehî etmesi haram olduğu için değildir.
Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidinde bâzan sûre-i Yûsuf
gibi uzun sûreleri okurdu. Bunun sebebi arkasında ecilleyi ashabının bulunması
ve bunların en büyük arzu ve gayeleri ilim talebiyle namaz olması idi.»
186- (468)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Niimeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Amr b. Osman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mûsâ
b. Talhâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Osman b. Ebî'l-Âs Es-Sekafî [75]
rivayet etti, ki Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine:
«Kavmine imam ol!»
demiş. Osman diyor ki: Yâ Resûlallab! Ben kendimde bir şey hissediyorum, dedim.
Resûlüllan (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) «Yokla;!» buyurdu; ve beni huzuruna
oturttu. Sonra avucunu göğsüme iki mememin araşma koydu, sonra (Bana): «Dön!»
dedi. Bu sefer avucunu sırtıma iki küreğimin arasına koyda sonra:
«Kavmine imam ol! Her
kim bir kavme imam olursa namazı hafif kıldırsın! Çünkü içlerinde yaşlı
olanlar; çünkü içlerinde hasta olanlar, çünkü içlerinde zayıflar, ve çünkü
İçlerinde hacet sahipleri vardır. Biriniz namazını yalnız kıldığı zaman nasıl
isterse öyle kılsın.» buyurdular.
187- (...)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müseimâ ve İbni Beşşar rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi
Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan rivayet
etti. Demiş ki: Ben Müseyyeb'den dinledim. Dedi ki: Osman b. Ebîl-As rivayet etti dedi: Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem) "m bana son vasİyyett *»*»: «Bir kavme imam
olduğun vakit onlara namazı hafif kıldır!» Hz. Osman b. Ebül-As'ın: «Ben
kendimde l>ir şey hissediyorum.» demesi ihtimal ki cemaata imam olunca
kendisine kibir ve u-cup gibi bir şeyin ânz olacağından korktuğu içindir.
Resûlüllah (SallalUthU Aleyhi ve Sellem) 'in mübarek eli ve duası bereketi ile
Allah Teâlâ bunu kendisinden gidermiştir. Bu sözle namazda vesveseye
kapılacağından korktuğunu ifade etmek- istemiş olması da muhtemeldir. Çünkü
kendisi müvesvîs imiş. Bunu Müs1im'in bâzı nüshalarında tahrîc ettiği şu
ziyâdeden anlıyoruz:
«Osman demiş ki: Ben
yâ Resûlüllah, şeytan nefsimle namazım ve kıraatim arasına giriyor da namazımı
karıştırıyor; dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :
«O hınzip denilen
şeytandır. Onu hissettin m i hemen Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa
tükürİ» buyurdular. Ben bunu yaptım, Allah da onu benden defetti.»
Bazılarına göre Osman
(Radiyallahû anh) 'in bu sözle utandığını ve zayıf olduğunu anlatmak istemiş
olması ihtimali vardır.
188- (469)
Bize Halef b. Hişâm ile Ebu'r-Rabî' ez-Zehrânî rivayet etti. Dediler ki; Bize
Hammâd b. Zeyd, Abdülâziz b. Suheyb'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) namazı kısa keser, fakat tamam
kılarmış.
189- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile KuteybetÜ'bnü Saîd rivayet ettiler. Yahya (Bize haber
verdi) tâbirini kullandı. Kuteybe ise: Bize Avâ-ne Katâde'den, o da Enes'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tamam olmak
şartıyle insanların en hafif namaz kıldıranı imiş; dedi.
190- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Yahya b. Eyyûb, Kuteybetü'-bnü Saîd ve Ali b. Hucr
rivayet ettiler. Yahya b. Yahya (Bize haber verdi) tabirini kullandı. Ötekiler
İbni C&'ferl kastederek: Bize İsmail, Şerik b. Abdillâh b. Ebi Nemir'den, o
da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti, dediler. Enes şöyle demiş: «Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) den daha hafif ve ondan daha tamam
namaz kıldıran hiç bir imam arkasında namaz kılmadım.»
191- (470)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cafer b. Süleyman, Sabit
El-Bünânî'den, o da Enes'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş:
«Hesûliillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazda iken (saflarda) annesi ile- beraber
bulunan çocuğun ağlayışını işidir de hafif bir sûre, yahut kısa sûreyi okurdu.»
192- (...)Bize
Muhammed b. Minhâl ed-tDarir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Zürey'
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Arûbe, Katâde'den, o da Enes b.
Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Ben (Bazen) namaza
uzatmak niyetiyle giriyorum. Fakat bîr çocuğun ağlayışını duyunca annesinin ona
karşı gösterdiği fazla şefkat ve üzüntüden dolayı namazı hafif kıldırıyorum.»
buyurdular.
Bu rivayetler dahî
imamın cemaata namazı hafif fakat tamam kıldırması lüzumuna delildirler.
Sâbî hadîsini Buhârî
«Kitâbü'1-Ezân» m muhtelif yerlerinde Ebû Dâvud, Nesâi ve İbni Mâce
«Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvüerden tahrîc etmişlerdir. Çocuğun ağlaması
sebebiyle Resûlüllah (Süllallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı hafif kıldırması,
kıraati kısa kesmek suretiyle olmuştur. Buna delîl İbni Ebî Şeybe'nin rivâyet
ettiği bir hadisdir. Mezkûr hadîsde: «ResûlüUah (Sallallahü Aleyhi veSellem)
namazın ilk rek'âtında altmış âyet kadar okudu. Bir çocuğun ağladığını işitince
ikinci rek'âtta (yalnız) Üç âyet okudular.» denilmektedir.
1- Ulemâdan
bazılarına göre çocuğu mescide götürmek caizdir.
2-
Kadınların erkeklerle beraber namaz kılmaları caizdir. Yalnız onlar erkeklerin
bulunduğu saflarda değil, en arkada dururlar.
3- Hadîs-i
şerif, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Jin ashabı kirâmına karşı son
derece riayetkar olduğuna, bu hususta büyüğünü küçüğünü bir tuttuğuna
delildir.
4-
Şâfiîlerden bazılarına göre
imam rükûa vardığı
zaman namaza yetişmek için
dışardan birinin geldiğini hissederse o kimsenin cemaatla rükû faziletinden
mahrum kalmaması için rükû halinde onu bekler. Zira insanın dünyevî bazı
hacetlerinden dolayı imamın namazı kısa kesmesi caiz olunca Allah Teâlâ'ya
ibâdet için onu uzatması da caiz, hattâ evlâ olur. Fakat Kurtubî ona itiraz
ederek: «Hadîsde uzatmanın caiz olacağına delâlet yoktur. Çünkü uzatma namazda
bir amel ziyâdesi-dir.O namazı
kısaltmakla bir olamaz.» demiştir.
İbni Battal'in
beyânına göre Şâ'bi, Hasan-ıBas-rî ve Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'nın mezhepleri
de bu imiş.
Bir takım ulemâya göre
imam cemaata bıkkınlık vermemek şartîyle yeni gelenlerin yetişmesini
bekleyebilir. İmam Ahmed, îshâk ve
Ebû Sevr'in kavilleri budur.
İmam Mâ1ik'e göre imam
namazda cemâatin yetişmesini bekleyemez. Çünkü beklemesi arkasındaki cemaata
zarar verir. Evzâi ile İmam Azam'm ve İmam Şâfiî'nin mezhepleri de budur.
Hattâ Hanelilerin «Ez-Zahîre» nâm kitabında şöyle denilmiştir: elmam rükû
halinde iken gelenlerin ayak seslerini işitse bekler mi, beklemez mi? Bu
hususta Ebû Yûsuf şunları söylemiştir: Ben bu meseleyi Ebû Hanîfe ile İbni Ebî
Leylâ'ya sordum, beklemeyi ikisi de kerih gördüler. Ebû Hanîfe'ye: İmama pek
büyük bir hal vâki olacağından, yanî şirkden korkarım "dedi.» Hişâm'm,
imam Muhammed 'den rivayetine göre bunu o da kerih görmüştür...»
Şa'bi’ye göre imamın
bir veya iki tesbîh miktarı beklemesi caizdir. Bâzılarına göre imam rükû
teşbihlerini uzatarak okur. Fakat adetlerini arttıramaz.
Ulemâdan bazıları:
«Cemaata yetişmek isteyen kimse zengin ise imamın beklemesi caiz değil; fakir
ise caizdir.» demişlerdir. Daha başka sözler söyleyenler de olmuştur.
193- (471)
Bize Hâmid b. Ömer el-Bekrâvî ile Ebû Kâmil FudayI b. Hüseyin El-Cahderî ikisi
birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Hâmid dedi ki: Bize Ebû Avâne, Hilâl b.
Ebi Humeyd'den, o da Abdurrah-mân b. Ebî Leylâ'dan, o da Berâ b. Azib'den
naklen rivayet etti. Berâ şöyle demiş; 'Muhammetl (SailalkıkU Aleyhi ve Sellem)
ile birlikte kılınan namazı dikkatle takip ettim: Ve onun kıyamını, arkasından
rtikûnnu, arkasından rükû'dan doğrulusunu, sonra secdesini, sonra Ud secde
dakî oturuşunu, sonra tekrar secdesini, sonra selâm vermekle, k nıesi
arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum.»
194- (...)
Bize UbeyduIIah b. Muâz El-Anberî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şû'be, Hakem'den rivayet etti. Demiş ki: Kûfe'yi
İbnû'l-Eş'as zamanında bir adam (Hakem bu adamın adını da söylemiştir) idaresi
altına alınca UbeyduIIah b. Abdillâh'a halka namaz kıldırmasını emretti. Bunun
üzerine o da namaz kıldırmağa başladı. Başını rükûdan kaldırdığı vakit ben şu
duayı okuyuncaya kadar ayakta kalırdı: «Allâhım! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu,
yer dolusu, onlardan sonra dilediğin herşey dolusu hamd sana mahsustur. Mecd-ü
senaya ehil olan Allah'ım! Senin verdiğini menedecek, menettiğini de verecek
yoktur. Senin katında hiçbir varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.»
Hakem demiş ki: Ben
bunu Abdurrahmâzt b. Ebî Leylâ'ya anlattım. O da şöyle dedi: «Ben Berâ tbni
Âzib'i şunu söylerken işittim: Resûlüllah (Saîîaîhhü Aleyhi ve Seîîem) 'in
namazı ve rtikûu, başını rükûdan kaldırışı, sücûdu ve iki secde arası oturuşu
takriben birbirine müsâvî idi.»
Şû'be şöyle demiş:
«Ben bunu Amr b. Mürre'ye anlattım da o: Ben tbni Ebî Leylâ'yı gördüm onun
namazı böyle değildi; dedi.»
(...) Bize
Muhammedü'bnü Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki; Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Hakem'den naklen
rivayet etti ki: Matar b. Naciye Kûfe'yi raptedince Ebû Ubeyde'ye halka namaz
kıldırmasını emretmiş... Ve hadisi rivayet etmiştir.
Bu hadîsi Buhârî-Ezan»
ve «Namaz» bahislerinde, Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesaî de «Namaz» bahsinde
tah-rîc etmişlerdir.
Hadîs, namazda kıraat
ve teşehhüdün hafif, rükû, sücût ve onlardan doğrulurkerv tume'nîneti, yâni
azanın sükûnet bulacağı kadar durmayı u-zunca tutmaya delildir. Hadîsin ikinci
rivayetinde -Takriben birbirine müsavi idi,» denilmesi, bazı fiillerin
diğerlerinden biraz daha uzun olduğunu gösterir. Bu da kıyam hâline mahsustur.
Teşehhüdde dahî mümkündür.
Nevevî’nin beyânına
göre bu hadîs bazı ahvâle hamledilmiştir. Yoksa buraya kadar geçen hadîslerden
ResMü\\ah (Satlallahü Aleyhi veSellem) 'in kıyamı uzatırdığı anlaşılmıştır.
Hattâ sabah namazında alt-mışdan yüze kadar âyet, öğle namazında sûre-i secdeyi
okurdu. O namaza durduğu vakit cemâatdan biri «Bakî'» tarafına kazâyi hacete
gider; sonra evine dönerek abdest alır, mescide gider ve ilk rek'âta
yetişebilirdi. Re-sûlüllah (Salialîahü Aleyhi ve Seltem) 'in akşam namazında
«Tûr» ve «Mür-selât» sûrelerini, Buhar î'nin rivayetinde «Arâf» ve ona benzer
sûreler okuduğu beyân edilmiştir. Bunlar gösteriyor M: Restitillah (Sallallahü
Aleyhive Seltem) 'in zaman zaman kıraati uzattığı olurmuş. Binâenaleyh babımız
hadîsleri bâzı vakitler mânâsına hamledilmiştir.
«Selâm vermekle,
kalkıp gitme arasındaki oturuşunu takriben müsâ-vî buldum.» cümlesi Besûlüliah
(Stttlaltakü Aleyhi ve SeUem) 'in namazdan selâm verdikten sonra orada bir
parça oturduğuna delildir.
Kûfe'yi zapteden zâtın
ismi hadîsin birinci rivayetinde tasrîh edilmemiş ise de, ikinci rivayette
bunun Matar b. Naciye olduğu bildirilmiştir Ebû Ubeyde Hz. İbni Mes'üd oğludur.
195- (472)
Bize Halef b. Hişâm rivayet etti. (Dedi M): Bişe mâd b. Zeyd, SâbitMen, o da
Enes'den naklen rivayet etti. Enea demiş:
«Ben Resûlüllab (SallallahüAleyhiveSellem)" bize nasıl
namaz kıl dırırken gördüysem size de öylece namaz kıldırmaktan geri kalmam.»
Sabit demiş İd: «Enes
öyle bir yapardı ki, —onu sizin yaptığının g3r müyorum—. Başını rükuda
nkaldırdığı vakit kendisini gören -unuttu gâliba» diyecek kadar ayakta
dikilirdi. Secdeden başını kaldırdığı zaman dahî gören «unuttu galiba!» diyecek
kadar dururdu.»
196- (473) Bana
Ebû Bekir b. Nâfi' El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Behz rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sabit, Enes'den naklen
haber verdi. Enes şöyle demiş: Ben, tamam olmak şartıyla Besûlüllah (Sailallahü
Aleyhi ve Sellem) 'den daha kısa kıldıran bir kimsenin arkasında namaz
kılmadım. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı (fiilleri
itibariyle) birbirine yalandı. Ebû Bekir'in namazı dahî (fiilleri itibariyle)
birbirine yakındı. Ömerü'bnü'I-Hattâb halîfe olunca sabah namazını uzattı.
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
«Sem ia İlâhûIim en
hamiden» dediği vakit biz: Vehmetti galiba; diyecek kadar ayakta durur; sonra
secde eder, iki secde arasında dahî bizler: Vehmetti galiba diyecek kadar
otururdu.
Bu hadîsi Buhâri
«Ezan» bahsinde bir iki yerde tahrîc etmiştir. Hz. Enes'in:
«Ben tamam olmak
şartiyle Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) den daha kısa namaz kıldıran
bir kimsenin arkasında namaz kılmadım.» demesiyle ayni hadîsde:
«Semia İlâhû limen
Hamiden!» dediği vakit vehmetti galiba diyecek kadar ayakta dururdu.» sözü
birbirine münâfi değildir. Çünkü rü-kûdan doğrulduktan sonra Besûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in o-kuduğu duayı tertil ve huşu ile okumak
insana unuttu zannını verecek kadar vakit alır. Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in namazı yerine göre uzun ve kısa kıldırdığını az yukarıda
görmüştük.
1-
Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kıyamla oturuş hâlinden mâda
namaz fiilleri takriben biribirine müsavi idi. İbni Battâ1: «Bu sıfat cemaatla
kılınan namazın en mükemmel şeklidir. Yalnız kılan ise rükû ve sücûtta
kıyâmdakinden kat kat fazla kalabilir...»
demiştir.
Kurtubi dahî: «Bu
hadîs namaz rükünlerinin birbirinden uzun fakat pek uzak olmadığına delildir.
Yalnız kıyam müstesna! Çünkü Resû-lüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu uzatırdı.» demiştir.
Rükû'dan doğrulmanın
uzun mu, yoksa kısa mı bir rükün olduğu ihtilaflıdır. Bazı Şâfülere göre kısa
bir rükündür. Onu uzatmak namazda vacip olan Muvâlâtı (yâni her fiili diğerinin
hemen peşinden yapmayı) ihlâl eder. Ve namazı bozar. Diğerlerine göre fatiha
okumak gibi bir rükün olarak uzatmadıkça namaz bozulmaz.
2- İki secde
arasında bir parça oturmak müstehaptır. îbni Kudâme'nin beyânına göre îmam Ahmed b. Hanbel iki secde arasında «Rabbî'ğfirlî»
duasının tekrarlanmasını müstehâp görürmüş,
Hanefîler'e göre iki
secde arasında mesnûn olan bir zikir yoktur. Zira iki secde arasında doğrulmak
namazın maksût fiillerinden değil, o fiillere tebeân yapılır. Dâvûd-u Zahirî
ile sair Zfihirlye ulemâsına göre iki secde arasında zikir farzdır. Kasden
terk edilirse namaz bozulur.
3- Selâm
verdikten sonra «Allahümme ente's-Selâmü» duasını o-kuyacak kadar oturmak
müstehabdır.
197- (474)
Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ztt-heyr rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Ebû tshâk rivayet etti. H.
Bize Yahya b. Yahya da
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan, o da Abdullah b.
Yezîd'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle demiş: Bana Berâ' anlattı - ki
yalan söylemez bir zâttır -. Kendileri ResûlüIIah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
'in arkasında namaz kılarlarmış. (Berâ' dedi ki): ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) rükûdan başını kaldırdığı vakit o alnını yere koymadıkça hiç bir
kimsenin belini eği ittiğin i görmedim. Sonra ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in arkasındakiler secde ederek yere kapanırlardı.
198- (...) Bana
Ebû Bekir b. Hallâd El-Bahİlî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni İbni
Sâid) rivayet etti. (Dedi ki): Bize Stifyân rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ebû
İshâk rivayet etti.* (Dedi ki): Bana Ab* dutiah b. Yezid rivayet etti. (Dedi
ki): Bana Berâ'-ki yalancı değildir -rivayet etti. Berâ' şöyle dedi: ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Semiaüâhû Iimen ha m
id eh» dediği vakit kendileri secdeye varmadıkça bizden hiç birimiz belini
eğiltmezdi. Ondan sonra biz de secdeye kapanırdık.»
199- (...)
Bize Muhammed b. Abdirrahmân b. Sehm El-Antâkî [76]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbrahim b. Muhammed Ebû İshâk El-Fezârî, Ebû
İshâk Eş-Şeybânî'den, o da Muharip b. Disâr'dan [77]
naklen rivayet etti. Muharip şöyle demiş: Abdullah b. Yezidi minber Üzerinde
şöyle derken işittim: Bize Berâ' rivayet etti ki. kendileri ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kılarlarmış. O rükû etti mi
onlar da rükû ederlermiş. Berâ' demiş İd: Başını rükûdan kaldırarak:
«Semiallâhû limen
hamideh» dediği vakit, yüzünü yere koyduğunu-görmedikçe ayakta dururduk, sonra
ona tâbi olurduk.
200- (...)
Bize Züheyr b. Harb ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân
b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebâa ve başkaları Hakem'den, o da
Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Berâ'-dan naklen rivayet etti. Berâ' şöyle
demiş: «Biz Peygamber (Sallallahö Aleyhi ve Sellertı) ile birlikte (namaz
kıldığımız vakit) onun secde ettiğini görmedikçe hiç birimiz belini eğiltmezdi.
Züheyr dedi ki: Bize
Süfyân rivayet etti. Dedi ki: Bize Kûfeliler Eban ve başkaları rivayet etti.
Ebân: «Onun secde etliğini görünceye kadar» dedi.
201- (...) Bize
Muhriz b. Avn b. Ebî Avn [78]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Halef b. Hatifete'l-Eşcaî [79] Ebû
Ahmed, Ali Amr D. HttreyY-in azatlısı Velîd b. Serî'den, o da Amr b. Hureys'den
naklen rivayet elti. Amr şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aîeyhi ve
Seltemiln arkasnvda sabah namazını kıldım da onun âyeni okuduğunu işittim.
Bizden hiç birimiz o tamamiyle secdeye varmadıkça belini eğiltmezdi.
Bu hadîsi Müslim Hz.
Berâ' İbni Âzîb 'den muhtelif tarîklerle rivayet ettiği gibi, Buhârî «Ezan» ve
«Namaz» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesaî dahi «Namaz» bahsinde
muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.
«Yalan söylemez bir
zâttır.» Sözünü hangi râvîlerin söylediği ihtilaflıdır. Yahya b. Maîn ile
Humeydî ve îbn ül-Cevzî'ye göre bu sözü söyleyen Ebû îshâk 'dır. Bununla Abdullah
b. Yezîd'in yalan söylemediğine işaret etmiştir. İşareti Hz. Berâ'e ait
zannetmemelidir. Çünkü Berâ' (Radiyaîlahû anh) Sahâbîdir. Sahabeyi kiramın ise
tezkiyeye ihtiyaçları yoktur.
Hatîb-i Bağdadî: «Eğer
bu söz fshâk'ınsa Abdullah b. Yezîd hakkındadır; Abdullah'ın ise Berâ'e
aittir.» demiştir.
Hattâbî dahî: Bu söz
râvî hakkında bir töhmet icâb etmez. O ancak doğruluğun hakikatini ifâde eder.
Zîrâ bir ravînin iyice bilinmesini ve rivayet ettiği hadîsle amel edilmesini
istedikleri vakit râvîlerin âdeti böyle te'kîdler yapmaktı. Meselâ Ebû Hüreyre:
Sâdık ve mnsdûk olan Halîlimden işittim;
derdi...» demektedir.
Kaadî îyâz dahî ayni
yoldan giderek: «Râvî bu sözle tâ'diîi kasdetmemiştir. O bununla hadîsi takviye
etmek istemiş ve hadîsi hiç bir suretle müttehem olmayan Berâ' îbni Âzib’in
rivayet ettiğini söylemiştir.» demiştir.
Nevevî: «Bu sözün
mânâsı: Hadîsi bana Berâ' rivayet etti. Bilirsiniz ki Berâ' müttehem olmayan
bir zâttır. Binâenaleyh size ondan rivayet ettiğim hadîslere îtimâd edin!
demektir.» diyor.
Bu söylenenlerden
anlaşılıyor ki «Yalancı değildir.» sözü Hz. Berâ' hakkında söylenmiştir.
Nitekim hadîsin ikinci rivayetinde Abdullah b. Yezîd'in: «Bana Berâ' rivayet
etti - ki yalancı değildir. -» demiş olması da bunu gösterir. Bir de hadîsde
Berâ' dan sonra zikredilen (Hüve) zamîri kaide îcâbı zikredilen isimlerin en yakınma
ait olur (ki o da Berâ') dır.
Yahya. b. Maîn'in Hz.
Berâ'i yalandan tenzih etmesi Abdullah b. Yezîd dahî sahabeden olduğu halde
onun hakkında bir şey söylememesi Hz. Abdullah'in sahabeden olup olmadığına
ihtilâf edildiğindendir. Yahya b. Maîn onun sahâbi olduğunu kabul etmemiştir.
Filhakika bâzıları onun sahâbî olmadığını söylemiş; imam Ahmed, Ebû Hatim ve
Ebû Dâvûd bu bâbda tevakkuf ederek bir şey söylememişler. İbni Abdi I-berr, Dâre Kutnî ve diğer hadîs ulemâsı onun sahâbî olduğunu
isbât etmişlerdir.
Hz. Abdullah'in bu
hadîsi rivayet etmesine sebeb Taberân î'nin rivayetine göre, Kûfe'de vali
bulunduğu şuralarda cemaata namaz kıldırması ve cemâatin imamdan evvel rükû ve
secdeye varmaları, başlarını imamdan önce kaldırmalarıdır.
1- Cemâatin
bütün namaz fiillerinde imama tâbi olmaları icâbeder. İbnül-Cevzî bu hadîsle
istidlal ederek: «İmam bir rüknü tamamlamadıkça cemâat ona uyamaz.» demişse de
bu söz doğru değildir. Çünkü imam bir rüknü tamamladıktan sonra ona uyan
cemaat o rükünde imama tâbi olmuş sayılamaz. Hadîsin mânâsı: Bir rükne imam
başladıktan sonra cemâat ta başlar, ve ikisi de aynı rükûne iştirak ederler;
demektir.
2- Bâzıları
rükû ve secdelerle onlardan doğrulduktan sonra yapılacak tâ'dili erkânın uzun
tutulmasına, bununla istidlal ederlerse de bu cihete delâlet yoktur.
3 - İmamın
fiillerine tâbi olmak için cemâatin namazda imama bakması caizdir.
4- îmam
secdeye varmadan cemâatin secdeye gitmemesi sünnettir.
5- Şâfiîlere
göre bu bâbdaki rivayetlerin mecmuu, cemâatin her rükünde imamdan biraz geri
kalmalarının sünnet olduğunu gösterir.
202- (476)
Bize Ebû Bekir b. Ebf Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Muâviye üe Vekf,
A'meş'den, o da Ubeyd b. Hasen'den [80], o da
İbni Ebî Evfâ'dan [81]
naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
belini rükûdan doğrulttuğu vakit:
«Allah kendisine ha m
deden in hamdini kabul eder. Allah'ım! Ey Rab-bimiz! göklerle yer dolusu ve
onlardan maada dilediğin her şey dolusu ha m d ancak sana mahsustur.» derdi.
204- (...)
Bana Muhammed b. El-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ
dedi ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be,
Mecze'etü'bnü Zâhir'den [82]
rivayet etti. Demiş kî; Ben Abdullah b. Ebî Evfâ'yı Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) den naklen rivayet ederken dinledim. Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) rükûdan doğruldukta:
«Allah'ım şano
göklerle yer ve onlardan mâda dilediğin her şey dolusu hamd olsun. Allah'ım
beni kar, dolu ve soğuk suyla temizlet Yârabbl Beni günah ve hatalardan, beyaz
elbisenin kirden paklandığı gibi temiz pak eyle.» dermiş.
(...) Bize
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam rivayet etti. H.
Dedi İd: Bana da
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yezîd b. Hârûn rivayet etti.
Bunların ikisi de Şu'be'den bu isnâdla rivayet etmişlerdir. Muâz'ın
rivayetinde:
«Beyaz elbisenin
kirden paklandığı;» Yezidin rivayetinde ise: «kirden paklandığı gibi»
205- (477)
Bize Abdullah b. Abdirrahman Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b.
Muhammed Ed-Dimeşkî haber verdi, (Dedi ki): Bize Saîd b. Abdilâzİz,
AtiyyettiTraü Kays'den, o da KazVdan, o da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş: Resûlttllah (SdtiaÜahÜ Aleyhi ve Sellem)h&şmı rükûdan
kaldırdığı vakit:
«Ey Rabbimiz!
Göklerle, Yer ve onlardan mâda dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana
mahsustur. Ey Mecdü senaya lâyık olan AUâh«n! kulun —ki hepimiz sana kuluz—
söyiiyeceği en lâyık söz şudur: Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur.
Senin vermediğini verecekde yoktur. Senin katında hiç bir varlık sahibine
varlığı fayda verecek değildir.» derdi.
206- (478)
Bize Ebû Bekir b. Eb! Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüşeym b. Beşîr
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hişâm b. Hassan, Kays b. Sa'd'dan, o da Atâ'dan,
o da İbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başını rükûdan
kaldırdığı vakit:
«Allah'ım! Ey
Rabbimiz, göklerle yer ve onların arasındaki her sey, onlardan sonra dilediğin
her sey dolusu hamd ancak sana mahsustur. Ey Mecdüsenâya lâyık olan Allah'ım!
Senin verdiğine mânı' olacak yoktur. Vermediğini verecek de yoktur. Senin
katında hiç bîr varlık sahibine varlığı fayda verecek değildir.» dermiş.
(...) Bize
İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hafs rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Hişâm b. Hassan rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Kays
b. Sa'd, Atâ'dan, o da İbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ye
Sellem) 'den bu hadisi:
«Onlardan mâda
dilediğin her şey dolusu» cümlesine kadar rivayet etti. Sonrasını zikretmedi.
Hadis-i şerif bütün
rivâyetleriyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in rükûdan doğrulduktan
sonra okuduğu duaları göstermektedir.
Hattâbî'nin beyânına
göre Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Göklerle yer ve ondan
sonra vûcûd bulmasını dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana mahsustur.»
demesi; hamdin çokluğunu temsil suretiyle ifâdedir. Yâni Allah'a yapılan
hamdler cisim olsalar göklerle yeri doldururdu, demektir. Bâzıları: «Bu
cümleden murâd hamdın sevabıdır.» demişlerdir. Bununla mezkûr kelimenin
büyüklüğü de murâd edilmiş olabilir.
«Ve ondan sonra vücûd
bulmasını dilediğin herşey dolusu hamd sana mahsustur.» cümlesi bazılarına göre
kulun bütün gücünü sarf ettikten sonra yine hakkıyle hamd etmekten âciz
kaldığını itiraftır. Zira gökler dolusu hamd bir insanın yapabileceği mikdârın
en sonudur. Fakat Allah*-a hamd hakîkatta bununla da sona ermediği için ondan
Ötesini Resûlül-lah (Sallallahti Aleyhi ve Sellem) Allah'ın meşîetine hâvâle ve
bu sebeple kendisine Ahmed isminin verilmesine hak kazanmıştır.
Resûl-i Ekrem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
efendimiz: «Allah'ım beni kar, dolu ve soğuk suyla temizle!» buyurması, kendisinin günah ve hatalardan
temizlenmesi hususunda mübalağa için yapılmış bir istiaredir.
Hadîsde geçen «Zünûb»
ve «Hatâya» kelimeleri birbirinin atfı tefsiri de olabilirler. Hatâyâdan kulun
Allah'a karşı, zünûbdan da kulun kula karşı işlediği suçlar kastedilmiş olmak
ihtimâli de vardır.
«Vesah, deren, denes»
tâbirleri aynı mânâya gelirler. Bunlardan mu-râd kir ve pastır. Hadîsin bu
cümlesi:
«Yâ Rabbî beni kirden
ve pastan dolayı dikkatle yıkanan beyaz elbise temizler gibi itinalı ve tam bir
taharetle temiz kıl!» demektir.
Beyaz elbisenin
hassaten zikredilmesi, beyaz renkte temizlik daha çok belli olduğu içindir.
Peygamber (SJlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in günahlardan temizlenmesi hususunda
kar, dolu ve soğuk su diye üç şey zikretmesi mağfiretin nevilerini temsil
içindir. Bu söz: «Yârabbî, günahları mahveden bütün mağfiret nevileri ile şu
saydığım üç temizlik vasıtası kir ve pasları nasıl temizlerse beni Öyle
temizle!» mânâsına gelir. Suyu en son zikretmesi mağfiretten sonra rahmetin
şümulüne işaret içindir. Çünkü temizlik hususunda en şümullü vâsıta sudur.
Sıcak su kiri ve pası
daha iyi temizlediği halde, burada soğuk suyun zikredilmesi, kelimelerde
mücânesete riâyet içindir. Bir de azap hararetini söndürmek için en münâsip vâsıta
soğuk sudur.
«Ey Mecdüsenâya lâyık
olan Allah'ım!» ifadesi meşhur kavle göre bir nida cümlesidir. Bâzıları: «Sen
Mecdüsenâya ehilsin» mânâsına müp-tedâ ve haber cümlesi olabileceğini
söylemişlerdir.
Sena: Medih ve güzel
tavsif demektir. Mecd: Azamet ve son derece büyük şeref mânâsına gelir. Kadı
lyâz'ın beyânına göre bâzı rivayetlerde mecd kelimesinin yerine hamd
denilmiştir. Mânâ itibariyle bu da doğru olmakla beraber meşhur olan rivayet
birincisidir.
«Ki hepimiz sana
kuluz.» ifâdesi, ehemmiyetinden dolayı araya sıkıştırılmış bir itiraz
cümlesidir. Bu kaldırılınca mânâ şöyle olur:
«Kulun söyliyeceği en
lâyık söz : Allah'ım senin verdiğine mâni olacak yoktur. Vermediğimde verecek
yoktur.»
Bir kul için
söylenecek en lâyık sözün bu olması, bütün umurunu Allah'a tefviz etmesi,
Allah'ın varlığını ve birliğini itirafı, hayrın, şerrin ondan geldiğini, kuvvet
ve kudreti o halk ettiğini, dünyâya ehemmiyet vermeyip sâlih ameller peşinde
koşmanın lüzumunu tazammun ettiği i-çindir.
Hadîsin son cümlesinde
zikri geçen «Cedd» kelimesi «Cidd» şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu rivayet
zayıf olmakla beraber mânâ itibariyle doğrudur. Bâzıları: «Bu takdirde hadîsin
mânâsı: Çalışkanın çalışması senin indinde kendisine bir fayda temin etmez.
Ona ancak senin rahmetin fayda verir; kendisini o kurtarır.» demektir, şeklinde
tefsirde bulunmuş, bir takımları «Cidd» in acele etmek mânâsına geldiğini
söylemişlerdir. Bü takdirde mânâ: «Senden kaçmak için acele davranan kimsenin
kaçışı kendisine bir fayda vermez. Çünkü dâima senin kabzayı kudretindedir.>
demek olur.
Kelimenin sahîh ve
meşhur olan kıraati «Cedd» dir. Cedd: Baht, zenginlik, azamet ve sultan
mânâlarına gelir. Buna göre hadîsin mânâsı: «Dünyâda mal, evlât, azamet ve
saltanatla bahtiyar olan bir kimseyi bu bahtiyarlığı senin azabından
kurtaramaz. Onu kurtaracak olan ancak sa-lih amelleridir.» demek olur.
1- Rükû'dan
doğrulduktan sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'in yaptığı şekilde
zikirde bulunmak müstehabdır.
2- Tâ'dili erkân
vâcibdir. Mamafih, bu mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır.
3- Tesmi'
ile tahmîd (yâni Semiallâhü limen Hamideh ile Rabbena lekel Hamd demek) her
namaz kılana müstehabtır. Hanefîlere göre tes-mîi yalnız imamın, tahmîdi de
yalnız cemâatin yapacağını yukarıda görmüştük.
4- Kulun
yapacağı en faziletli dualardan biri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in' tâlim buyurduğu:
«Allah'ım senin
verdiğine mâni olacak yoktur, ilâh. .»duâsıdır.
207- (479)
Bize Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Zü-heyr b. Harb rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Süleyman b. Sühaym [83],
İbrahim b. Abdillâh h Ma'bed'den [84], o
da babasından, o da İbni Abbas'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) perdeyi açtı [85].
Halk Ebû Bekir'in arkasında saff olmuşlardı. (Bunu görünce):
«Ey nâs! Şu muhakkak
ki müslümanın göreceği yahut ona gösterilecek salih rüyadan başka
peygamberliğin müjdecilerinden hiç bir şey kalmamıştır. Dikkat edin kil Ben
rükû veya secde halinde Kur'an okumaktan nehy olundum. Rükû da Allah Teâlâ'yı
ta'zim edinl secdede ise duâ etmeye çalışın! Zİra secde halinde duanızın
müstecâb olması pek me'mûldür.» buyurdular.
208- (...)
Ebû Bekir dedi ki: Bize Süfyân, Süleyman'dan rivayet etti. (Demiş ki): Bize
Yahya b. Eyyûb rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. Câ'fer rivayet etti.
(Dedi ki): Bana Süleyman b. Sühaym, İbrahim b. Abdillâh b. Ma'bed b.
Abbâs'dan, o da babasından, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen haber verdi.
Şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) perdeyi açtı. Vefatına
müncer olan bu hastalığında başı sarılı idi. Ve üç defa:
«Allah'ım, tebliğ etti
m m i?» dedi (sonra şunları ilâve etti):
«Hiç şüphe yok ki
sâlih bir kulun göreceği yahut kendisine gösterileceği rüyadan başka
Peygamberliğin müjdecilerinden hiç bir şey kalmamıştır.»
Bundan sonra râvî
Süfyân hadîsi gibi rivayette bulunmuş.
210- (...)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. El-Alâ' rivayet etti. (Dedi ki): Ebû Üsâme, Velİd
(yâni tbni Kesir) den rivayet etti. (Demiş ki): Bana İbrahim b. Abdillâh b.
Huneyn, babasından rivayet etti, o da Alî b. Ebî Tâlib'i şöyle derken işitmiş:
«Resûlüllah (Salialtahü Aleyhi ve Sellem) beni rükû veya secde halinde Kur'an
dkumaktan nehyettİ.»
211- (...)
Bana Ebû Bekir b. îshâk da rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Meryem haber
verdi. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer haber verdi. (Dedi ki): Bana Zeyd b.
Eşlem, İbrahim b. Abdillâh b. Hu-neyn'den, o da babasından, o da Alî b. Ebî
Tâlib'den naklen haber verdi ki, şöyle demiş: «Resûlüllah (Salktîlahü Aleyhi
ve Sellem) rükû ve 8Ü-cûdda Kur'an okumaktan beni nehyetti. Sizi nebyetti
demiyorum.»
212- (...)
Bize Züheyr b. Harb ile tshâk rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Ebû Âmir
El-Akadî haber verdi. (Dedi ki): Bize Dâvûd b. Kays [86]
rivayet etti. (Dedi ki): Bana İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn, babasından, o da
tbni Abbâs'dan, o da Ali'den naklen rivayet etti. Ali: «Habfbim (SallallahU
Aleyhi ve Sellem) beni rükû veya secde halinde Kur'an okumaktan nehyetti.»
demiş.
213- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Mâlik'e, Nafi'den dinlediğim şu
hadîsi okudum. H.
Bana İsa b. Hammâd
EI-Mısrî [87] de rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habîb'den naklen haber verdi. H.
Dedi ki: Bana da Harun
b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki): Bize İb-ni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Dahhâk b. Osman rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize de
EI-Mukaddemî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni El-Kattân), İbni Aclân'dan
naklen rivayet etti. H.
Bana Harun b. Saîd
El-Eylî dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Jbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki):
Bana Üsâmetü'bnü Zeyd rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Yahya b.
Eyyûb ile Kuteybe ve İbni Hücr de rivayet ettiler. (Bunlar) İbni Câ'fer'i
kastederek: Bize İsmail rivayet etti, dediler, (tsmâil demiş ki): Bana
Muhammed -ki îbni Amr'dır- haber verdi. H.
Dedi ki: Bana da
Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abde, Muhammed b. İshâk'dan
rivayet etti.
Bu râvîlerin hepsi
İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn'den, o da babasından, o da Alî'den, o da
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir. Ancak
Dahhâk ile İbni Aclân, Alî'den İbni Abbâs'ın da rivayet ettiğini ziyâde
eylemişler ve hepsi: «Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Selle m) rükûda
bulunduğu halde Kur'ân okumaktan beni nehyetti.» demişler. Fakat rivayetlerinde
Zührî, Zeyd b. Eşlem, Velîd b. Kesîr ve Dâvûd b. Kays'ın dedikleri gibi: «Secde
hâlinde kıraatten nehyettiğini söylememişlerdir.»
(...) Bize
bu hadîsi Kuteybe dahî Hatim b. İsmail'den [88], o
da Câ'-fer b. Muhammed'den [89], o
da Muhammed b. El-Münkedir'den, o da Abdullah b. Huneyn'den, o da Alî'den
naklen rivayet etti. Ama secde hâlinde Kur'ân meselesini zikretmedi.
214- (481)
Bana Amr b. Ali de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Bekir b. Hafs'-dan, o da Abdullah b.
Huneyn'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki: İbni Abbâs: «Rükû
halinde bulunduğum zaman Kur'ân okumaktan nehyolundum.» demiş.
Râvî isnâtda Alî'yi
zikretmemişdir.
Bu rivayetlerin mecmuu
rükû ve secdelerde Kur'ân okumanın memnu olduğunu bildirmektedirler. Ulemâya
göre bundaki hikmet şudur: Rükû ve sücûd halleri kulun tevâzûunu ifade eder.
Onun için bu haller zikre tahsîs edilmişlerdir. Binâenaleyh aynı halde
Kelâmullah ile mahlûkun sözleri müsavi tutularak beraberce zikredilmeleri
mekruh görülmüştür. ResûlüUah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Nübüvvetin
müjdecilerinden muslumanın göreceği sâlih ru'yâdan başka bir şey kalmamıştır.»
buyurarak kendilerinin vefatıyla nübüvvet alâmetlerinin sona ereceğine işaret
etmiştir. Sâlih rü*yâdan muradı mutlaka gerçek rü'yâ değil, mülayim ve muvafık
olan rü'yâdır. Çünkü sâdık rü'yâ bazen elem verici olabilir. Halbuki müjde arzu
edilen bir şey vücut bulduğu zaman yapılır. Böyle bir rü'yânın müslümana
taksîs edilmesi müslümanın sadık rü'yâ görmesi hususundaki hâli Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in haline uyduğu içindir.
ResûlüUah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin:
«Ben secde veya rükû
hallerinde Kur'ân okumaktan
nehyolundum»
buyurması, zahirde
hitabın kendisine mahsus olduğunu gösteriyorsa da, hakîkatta bu hitâb bütün
ümmete şâmildir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Sallaliahii Aleyhi ve Sellem) ancak
kendisine tâbi olunmak için gönderilmiştir. Nehyin ona mahsus olmadığına, rükû
hâlinde Allah'ı tazîm, secdede ise duâ etmelerini ashabına emretmesi de
göstermektedir. Bu hallerdeki ta'zîra ve duaların ne şekilde yapılacağı ve ulemânın
bu bâbdaki sözleri inşaallah bundan sonraki bâbda görülecektir.
Hz. Ali (Radiyalîahû
anh)m: Besû1üI1ah (SallallahüAleyhi ve Seilem) rükû ve sücûd hâlinde Kur'ân
okuraakdan beni nehyetti. Sizi nehyetti demiyorum.» şeklindeki ifâdesi nehyin
ona mahsus olduğunu anlatmak için değil, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Seîlem) 'den işittiği gibi naklettiğini göstermek içindir. Binâenaleyh hüküm
bütün ümmete şâmildir.
Hadîsin bir
rivayetinde senedden İbni Abbâs Hazretleri iskât edilmiştir. Bu rivayet daha
mahfuzdur. Bâzı rivayetlerde İbni Abbâs hazretlerinin zikredilmesi, bazılarında
edilmemesi hadîsin sıhhatına tesîr etmez. Çünkü râvînin hadîsi bir defa îbni
Abbâs vasıtasıyla Hz. Alî 'den, başka bir defa da bizzat Ali (Radiyalîahû anh)
"dan işitmiş olması mümkündür.
Hadîs-i Şerif, rükû ve
sücûd hallerinde Kur'ân okumanın memnu olduğuna delildir. Rükûda yapılacak
vazîfe teşbih, sücûdda ise teşbih ve duadır.
Hanefîlere göre
namazın bir rüknünde namaz fiiHeri cinsinden bir şey ziyâde etmek secde-i sehiv
îcâbeder.
Şâfiîlere göre rükû ve
sücûdda fatihadan başka bir sûre veya âyet okumak mekrûhdur. Fakat namaz
bozulmaz. Fatiha okumaya gelince, bu hususta Şâfîîlerden iki kavil rivayet
olunur. Birinci kavle göre fatiha ile başka sûre arasında fark yoktur.
Binâenaleyh fatiha okumak da mekruh-dur. Yalnız namazı bozmaz. îkinci kavle
göre fatihayı kasden okumak haramdır, namazı bozar. Sehven okumak mekruh
değildir. Fakat, gerek kasden, gerekse sehven okunduğu takdirde imam Şâfiîye
göre secde-i sehiv lâzım gelir.
215- (482) Bize
Hârûn b. Mâ'rııf İ]e Amr b. Sevvâd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah
b. Vehb, Amr b. Harîs'den, o da Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Ebû Bekir'in
azatlısı Sümey'den naklen rivayet etti. Sümey, Ebû Salih Zekvân'ı, Ebû
Hüreyre'den rivayet ederken dinlemiş. Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Kulun rabbine eh
yakın olduğu hâl secdede bulunduğu hâldir. Binaenaleyh sız (secdede) duayı çok
edin!» buyurmuşlar.
216- (483)
Bana Ebü't-Tâhir ile Yûnus b. Abdü Âlâ rivayet ettiler. Dediler ki; Bize tbni Vehb
haber verdi. (Dedi kî): Bana Yahya b. Eyyûb, Umâratü'bnü Gaziyye'den, o da Ebû
Bekir'in azatlısı Sümey'den, o da Ebû Sâtih'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen
haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sücûdunda:
«Allah'ım günahımın
hepsini, küçüğünü büyüğünü, evvelini âhirini, aşikârını ve gizlisini bana
bağışla» dermiş.
217- (484)
Bize Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti-ler. Züheyr dedi ki: Bize
Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebu'd-Duha'dan [90], o
da MesrûVdan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
Be-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seltetn) rükû ve sücûdunda:
«Allah'ım, seni tesbîh
ederim. Ey Rabbimiz! Seni hamdİnle tahmîd eyleriz. Allah'ım beni mağfiret
eyle!» Teşbihini çok söylerdi. Bununla Kur'ân'a imtisal buyururdu.
218- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resû-lüllah
(Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) vefatından
önce:
«Seni ha md inle
teşbih eylerim. Mağfiretini diler, sana tevbe ederim.» duasını çok okurdu.
Ben: «Yâ Resulüllah!
Yeni ihdas edip söylemekte olduğunu gördüğüm bu kelimeler nedir?» dedim.
«Ümmetim hakkında bana
bir alâmet verildi. Onu gördü m mü ben bu kelimeleri söylerim. (O alâmet)
sonuna kadar nasr süresidir.» buyurdular.
219- (...)
Bana Muhammed b. Râfi* rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Yahya b. Âdem rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muladdâl [91],
A'meş'den, o da Müslim b. Subeyh'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Kendisine nasr sûresi indikten sonra Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir namaz kılıp ta duâ etmediğini, yahut o
namazda:
«Seni hamdine
bürünerek teşbih eylerim yâ Rabbî! Beni affeyle Allah'ım!» demediğini görmedim.
220- (...)
Bana Muhammed h. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bana Abdül Âlâ rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Dâvûd, AnûVden, o da Mesrûk'dan, o da Aîşe'den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Allah'ı, hamdine
bürünerek teşbih eylerim; Allah'tan mağfiret diler, O'na tevbe ederimi»
sözlerini çok söylüyordu.
Ben: Yâ Resûlüllahî
Görüyorum ki: «Allâhı hamdine bürünerek teşbih eylerim; Allah'dan mağfiret
diler, O'na tevbe ederim.» sözlerini çok söylüyorsun... dedim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Rabbim bana ümmetim
hakkında bir alâmet göreceğimi haber verdi. Ben onu gördüntmü: Allah'a hamdine
bürünerek tesbîh eylerim; Allah'dan mağfiret diler, ona tevbe ederim; sözlerini
çok söyleyeceğim. İşte o alâmeti gördüm: (Alâmet şudur) Allah'ın yardımı ile
fetih yâni Mekke'nin fethi geldiğinde, sende insanların takım takım Allah'ın
dinine girdiklerini gördüğünde hemen habîbinin hamdine bürünerek teşbih et; ve
ondan mağfiret dile! Çünkü Allah tevbeleri çok kabul edicidir.» buyurdular.»
221- (485)
Bana Hasen b. Alî El-Hulvânî İle Muhammed b. Bâfî' rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Cüreyc haber verdi. Dedi
ki: Atâ'ya: «Sen rükûda ne okursun?» diye sordum, dedi ki: «Seni hamdine
bürünerek teşbih eylerim; senden başka ilâh yoktur; sözlerini bana İbni Ebî
Müleyke, Âişe'den naklen haber verdi. Aişe demiş ki: Bir gece Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem)i kaybettim. Kadınlarından birinin yanına
gittiğini zannederek onu araştırdım, sonra döndüm. Bir de baktım ki, o rükû'a
yahut secdeye varmış:
«Seni hamdine
bürünerek teşbih eylerim, senden başka hiç bir ilâh yoktur.» diyor. Bunun
üzerine: «Annem babam sana feda olsun: Ben ne hâl peşindeyim, sen ne hâldesin!»
dedim.
222- (486)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki): Bana Ubeydullah b. Ömer, Mu-hammed b. Yahya b. Habbân'dan, o
da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe
şöyle demiş: Bir gece Besû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i yataktan
kaybettim de kendisini a-raştırdını. Derken elim, secdegâhında iken onun
ayaklarının altına dokunu verdi. Ayakları dikilmiş; kendisi:
— «Allah'ım senin
gadabından senin rızana; Azabındanda affına sığınırım! Hem senden sana
sığınırım!» Sana karsı senayı bttiremem! Sen kendini nasıl sena ettinse
öylecesin!» diyor.
223- (487) Bize
Ebû Bekir b. Eb! Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) :Bize Muhammed b. Bİşr El-Abdî
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebt Arûbe Katâde'den, o da Mutarrif b.
Abdillâh b. Şıhhîr'dan, naklen rivayet etti.
Mutarrife de Aişe haber vermiş ki,
Resûlüllah (Sallaüahsal ve Sellem) rükû' ve sücûdunda:
«Münezzehsin!
Mukaddestin! Meleklerle ruhun Rabbisinl (Allah'tı dermiş.
224- (...)
Bize Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi k Bize Ebû Dâvûd [92]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki): Bana Katâde haber
verdi. Dedi ki: Mutarrif b. Abdillâfa b. Şı hîr'den dinledim.
Ebû Dâvûd: «Bana da
Hişâm, Katâdeden, o da Mutarrif den, o < Aişe'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu h dlsi rivayet etti.» demiş.
Bu rivayetler
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in rükû m sücûdda okuduğu teşbih ve
duaları göstermektedirler.
Hz. Aişe hadîsini
Buhâri «Kitâbii'I-Ezân-, -Kitâbül-Meglzî-, «Kitâbü's-Salât» ve
-Kitâbü't-Tefsîr- de, Ebû Dâvûd, Ne saî ve İbni Mâce dahi «Kitâbü's-Salât» da
tahrîc etmişlerdiı Bu bâbda daha başka rivayetler de vardır.
Kulun Allah Teâlâ'ya
yakınlığından murad, onun rahmetine yaku olmasıdır. Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in duaya teşvik buyurması da bundandır. Fahri Kâinat
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin hiç bir günâhı olmadığı halde bütün
günahlarının azını çoğunu, evvelini âhirini, aşikârını ve sırrım tasrih
buyurmak suretiyle affını istemesi onun kemâli ubudiyetinden ve dâima Allah
Teâlâ'ya muhtaç olduğunu îtiraf kabüindendendir. Nitekim:
«Sana karşı senayı
brtiremem, sen kendini nasıl sena ettin«e Öytecesin» buyurması da onun
tarafından bir i'tirafı aczdir. Yâni: «Yârabbi ben sana ne kadar sena etsem
lâyık olduğun senayı yapmaya kudretim yetmez,» diyerek senanın adet ve
mikdârını tâyine gücü yetmiye-ceğini itiraf ile tafsilâtını ilmi her şeyi muhit
olan AUâhu zülcelâTe havale etmiştir. Zira Teâlâ hazretlerinin sıfatlarına
nihayet olmadığı gibi, ona yapılacak senanın da sonu yoktur. Çünkü sena
Allah'ın sıfatlarına tâbidir. Kul hamdü sena hususunda ne kadar takat
sarfederek mübalâğa gösterse de Allah'ın azamet ve şanı,, sıfatları, fadlü
ihsanı onun senasından yine daha vâsi1 ve çoktur. İmam Mâ1ik'e göre; bunun
manâsı: Yâ Rabb ben ne kadar çalışsam yine senin nimetlerini ve ihsanlarını sayıp
bitiremem; demektir.
Teşbihin mânâsı: Allah
Teâlâ'yı her türlü noksanlıklardan tenzih demek olduğunu yukarıda görmüştük.
«Seni hamdine
bürünerek fesbîh eylerim» cümlesinin mânâsı: Yârab seni kendi gücüm ve
kudretimle değil, ancak bana ihsan buyurduğun hidâyet ve fazlınla tenzih
ederim; demektir.
Selef-i Sâlihînden
bâzıları: «Senden mağfiret diler, sana tevbe ederim» gibi sözlerin caiz
olmadığını, çünkü bunları söyliyen kulun icaplarını yapamıyarak yalancı çıkmak
ihtimâli karşısında bulunduğunu, binâenaleyh kulun: «Yârabbi beni affet;
tevbemi kabul buyur!» demesi îcâ-bettiğini söylemişlerse de hadîsin bütün
rivayetleri bunların aleyhine de-lîl olup «Senden mağfiret diler; sana tevbe
ederim» demenin caiz hattâ müstehab olduğunu göstermektedir.
«Senden sana
sığınırım» cümlesinin mânâsı hakkında Hattâbî şunları söylemiştir: «Bu sözde
lâtif bir mânâ vardır, şöyle ki: Resû-lüllah (Sctlktllahü Aleyhi ve Sellem)
Allah Teâlâ'mn gadabından yine onun rızâsına, azabından afvü keremine
sığınmıştır. Rızâ ile gazap ve keza azapla af birbirine tekabül eden zıt
kelimelerdir. Mesele zıddı olmıyan Allah Teâlâ'ya varınca aynı mukabeleyi
şeklen devam ettirerek Ailah'-dan Allah'a sığınmıştır. Bunun mânâsı ona karşı
yaptığı ibâdet ve senalarda vâkî olan kusurlarından dolayı Allah'dan af
dilemektir.
Subbûh ve Kudchis
kelimeleri Sebbûh ve kaddûs şeklinde de okuna-bilirse de birinci şekilde
okunuşları daha fasîh ve bu şekilde rivayetleri daha çoktur. Ulemâdan
bâzılarına göre bunlar Allah'ın birer sıfatıdır. Bir takımları Allah'ın ismi
olduklarını söylemişlerdir. Sübbûhun mânâsı: her türlü noksanlıklardan ve Allah
Teâlâ'ya lâyık olmayan şeylerle şerik ve nazîrden münezzeh demektir. Kuddûs
dahî: Allah'a lâyık olmayan her şeyden temizlenmiş mânasına gelir. Bâzılarına
göre Kuddûs mübarek demektir.
Ruhtan murâd:
bâzılarına göre büyük bir melektir. Bir takımları bundan muradın Cibril
(Aleyhisselâm) olmasını muhtemel görmüşlerdir. «Ruh: Meleklerin de
göremedikleri bir takım mahlûkattır.» diyenler de olmuştur.
Âişe (RadiyaÜahû anha)
«Annem babam sana feda olsun! Ben ne hal peşindeyim, sen ne hâldesin.» demekle
«Ben kıskançlık peşindeyim; sen ise dünya umurunu arkaya atmış; Allah Teâlâ'ya
yönelmiş bir hâldesin.» demek istemiştir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in ümmeti hakkında göreceği alâmetten muradı, Sultânül
müfessirîn İbni Abbâs hazretlerine göre ecelinin yaklaşmasıdır. Hattâ Hz. Ömer
(Radiyallahû anh) «Nasr» sûresinin son âyetlerini tefsir etmesini istediği
zaman, bunların Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in eceli yaklaştığına
işaret ettik-lerini söylemişti.
1- Secde duâ
mahallidir. Orada duâ etmelidir.
2- «Secde
kıyam ve şâir namaz rükünlerinden efdaldir» diyenler bu hadîslerle istidlal
ederler. Secdenin efdâl olup olmaması meselesinde ulemâ üç mezhebe
ayrılmışlardır:
a) Secdeyi
uzatmak çok rükû ve secde yapmak efdaldir. Bu kavli Tirmizî ile Begavî bir çok
ulemâdan rivayet etmişlerdir. Ashabı kiramdan îbni Ömer hazretlerinin mezhepleri de budur.
b) Hanefilerle
imam Şâfiî'ye ve ulemâdan bir cemaata göre namazda kıyamı uzatmak efdaldir.
Çünkü, kıyam halinde Kur'ân okunur. Secdede ise tesbîh yapılır. Kur'ân okumak
tesbjhden efdaldir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den nakledilen
rivayette onun kıyamı secdeden daha uzun tuttuğunu gösterir.
c) Bâzıları
kıyamla secdenin müsâvî tutulacağına kail olmuşlardır. İmam Ahmed b. Hanbel bu
meselede tevakkuf ederek bir şey söylememiştir. İshâk b. Râhuye'ye göre gündüz
namazlarında rükû ve sücûdu çok yapmak, gece namazlarında ise kıyamı uzatmak
efdaldir. Tirmizî'ye göre îshâk'in buna kail olması Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in geceleyin kıldığı namazlar uzunlukla tavsif edildiği
içindir. Gündüz namazlarını bu derece u-zattığı tavsif olunmamıştır.
3- Duâ
te'kidli ve müteradif de olsa çok lâfızlarla yapılmalıdır.
4- Hz.
Âişe'nin secde halinde eliyle Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ayaklarına dokunması kadına dokunmanın
abdesti bozmadığına delildir. İmam Âzam
ile diğer bir çok ulemânın mezhepleri budur.
İmam Mâlik, Şafiî ve
Ahmed b. Hanbel ha-zerâtı ile diğer bir çok ulemâya göre kadına dokunmak
abdesti bozar.
5- Secdede
ayaklan dikmek sünnettir.
6- Ehl-i
sünnete göre Allah Teâlâ'ya hayır ve şerri izafe etmek caizdir.
7- Rükû ve
secdelerde zikir sünnettir. Ancak ulemâ bunun keyfiyetinde ihtilâf etmişlerdir.
İmam Şafiî ile İmam Ahmed b. Hanbel, tshâk, ve Dâvû-u
Zahirî'ye göre namaz kılan kimse rükû ve secdelerde babımız hadîslerinde
zikredilen dualardan dilediğini okuyabilir. Kılınan namazın farz veya nafile
olması arasında fark yoktur. Hanbelîlerden İbni Kudâme «El-Mugnî» nâm eserinde
şunları söylemektedir. «Namaz kılan kimse rükûunda üç defa sübhâne
rabbiyel-azîm; sücûdunda ise üç defa sübhâne Rabbiye'1-alâ der. Evvelâ me'sûr
bir duâ okur veya zikreder; sonra buradaki duaları okursa iyi olur...»
İbrahim Nehaî, Hasan-ı
Basrî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Muhammed ve bir rivayette İmam Ahmed Hazerâtma
göre rükûda sünnet üç defa sübhâne Rabbiyelâ-zîm, sücûdda dahî üç defa sübhâne
Rabbiyel-a'lâ demektir. Sünnetin en aşağı mertebesi budur. Tahâvî'nin beyânına
göre rükû ve secdelerde üçer defadan aşağı kalmamak, fakat dilediği kadar
yukarıya da çıkmamak gerekir. Ancak Tahâvî'nin sözü farz namazlar hakkındadır.
Nafilelerde üçden dilediği kadar yukarıya çıkmak caizdir.
Mârûdi'ye göre Kemâlin
en aşağı derecesi üç, yukarı derecesi onbir veya dokuz, orta derecesi beş defa
tesbîhde bulunmaktır. «Hidâye» şerhlerinden bâzısında: «Namaz kılanın rükû ve
sücûd teşbihlerinde üçden ona kadar çıkması îmam-ı Âzam'a göre efdaldir.
İmâmeyne göre ise yediye kadar çıkması efdaldir.» denilmektedir.
Hanbelîlerden
bâzıları: «Kemâlin en aşağı derecesi rükû ve sücûd teşbihlerini kıyam
derecesinde uzun tutmaktır.» demişlerdir.
Rükû ve secdelerdeki
teşbihlerin kemâl derecesi imam Şâfiî'ye göre dahî on adet olmakdır. Bu kavil
Hz. Ömer (Radtyallahû anh) dan da rivayet olunmuştur.
Rükû ve secdelerde
yapılacak zikirlerin hükmü dahî ihtilaflıdır. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî
hazerâtına göre bunlar sünnettir. Terkinden dolayı birşey lâzım gelmez, yalnız
kasden terketmek mekruh olur. İmam Ahmed b. Hanbel ile İshâk'a göre rükû ve
secdelerde zikir vaciptir. Binaenaleyh kasden terkedilirse hamaz bozulur.
Unutarak terkedilirse namaz bozulmaz. Yalnız imam Ahmed'e göre secde-i sehiv
lâzım gelir. İmam Ahmed'in diğer bir kavline göre rükû ve secdelerdeki zikirler
sünnettir. Zahirîlerden İbni Hazm bunların farz olduğuna kaildir.
225- (488)
Bana Züheyr b, Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ve-lîd b. Müslim rivayet
etti. Dedi ki: Evzâî'yi şöyle derken işittim: Bana Velîd b. Hişâm El-Muâytî [93]
rivayet etti. (Dedi ki): Bana Ma'dân b. Ebî Talhate'l-Ya'merî [94]
rivayet etti. Dedi ki: ResûlüUah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) azatlısı Sevbân'a
tesadüf ettim de: Bana bir amel haber ver ki, onu yaparsam Allah beni onun
sebebiyle cennete koysun; dedim. Yahut şöyle demiş: Allah indinde en makbul
ameli haber ver! defim. Sev-bân sükût etti. Sonra kendisinden (Ayni şeyi)
tekrar istedim, yine sükût etti. Sonra üçüncü defa istedim. Bunun üzerine
şunları söyledi: Ben bu meseleyi Besûlüllah
(Şallallahü Aleyhi ve Sellem)e
sordum da:
«Allâha çok çok secde
etmeye bak: Çünkü; eğer sen Allah için bir secde yaparsan onun sayesinde Allah
senin bir dereceni yükseltir; ve onun so> yesinde bir günâhını indirir.»
buyurdular.
Ma'dân: «Sonra
Ebû'd-Derda'ya rastladım. Ona da sordum. Bina Sev-bân'ın dediği gibi söyledi.»
demiş.
226- (489)
Bize Hakem b. Mûsâ Ebû Salih rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hikil b. Ziyâd [95]
rivayet etti. Dedi ki; Evzâfden dinledim, dedi ki; Bana Yahya b. Ebî Kesir
rivayet etti. (dedi ki): Bana Ebû Seleme rivayet etti. (Dedi ki): Bana
Rabîatü'bnü Kâ'b El-Eslemî [96]
rivayet etti. Dedi ki: Resûliillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte
gecelemekteydim. Kendisine abdest suyunu ve ihtiyacı olan şeyleri getirdim.
Bunun üzerine bana:
«Dile!» dedi. Ben:
— Cennette senin refikin olmayı dilerim...
dedim. «Yahut bundan başka bir şeyi...»
buyurdular. Ben:
— Dileğim budur!
dedim. Resûliillah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«O halde çok secde
etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol» buyurdular.
Jiz. Sevbân'in birinci
ve ikinci defada susmayı tercih ederek birşey söylememesi yâ vereceği cevap
hakkında düşündüğü, yahut söyleneni iyi anlaması için muhatabının merakını
celbetmek istediği içindir. Hadîsin zahirinden anlaşılan mânâya göre çok secdeden
murâd: secdeyi uzatmak değil, sayısını çoğaltmakdır.
Hz. Rabîa'nın cennette
Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile refîk olmayı istemesi ona çok
görülemez. Çünkü onun bu isteği Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ile
her cihetten müsavi olmayı iktizâ etmez. Yalnız elde edilmesi pek müşkil olan
bir mümkini istemiştir. O-nun bu dileğine karşı Fahr-i Kâinat (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) efendimizin:
«Yahut bundan başka
bir şey!..» buyurması, ulemâdan bâzılarına göre derecede müsâvî olmayı istediğini
anladığı içindir. Yânı: Bu imkânsızdır. Sen başka bir şey dile! demek
istemiştir. Fakat bâzıları Resûlüllah
(Saiîallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bu sözü bu mânâya almadığını, çünkü Peygamberlerle ümmetlerinin
biribirlerine müsâvî olmaları imkânsız bulunduğunu söylemişler ve: -Resûlüllah
(Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) onun pek güç elde edilebilecek bir şeyi istediğim
anlayarak:
«Yahut daha başka
birşey iste: yânı elde edilmesi pek göç olmayan bir şey dile! buyurmuştur.»
demişlerdir.
Ancak bu mânâlar
hadîsdeki «ev» harfinin sakin okunduğuna göredir. Bu kelimenin «eve» şeklinde
okunması da caizdir. Bu takdirde «hemze» suâl, «vav» da atıf edatı olmuş olur.
Ve cümle: «Sen kolayı bırakıp da elde edilmesi müşkil olan bir şeyi mi
istiyorsun?» mânâsına gelir.
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) Hz. Rabîa'nın dileğinde ısrar ettiğini görünce:
«O halde çok secde
etmek suretiyle nefsin için bana yardımcı ol!»
buyurmuşlardır, ki;
dilek pek büyük olduğu için bu hususta sadece istemenin kâfî gelmediğine
işarettir.
Bu Hadîs-i, şerîf çok
secde etmeğe teşvik etmektedir. Buradaki secdeden murâd namaz secdesidir. «Çok
secde etmek kıyamı uzun tutmak-dan efdâldir» diyenler bununla istidlal ederler.
Çok secdeye teşvik
buyurulmasmın sebebi bundan evvelki bâbda görüldüğü vecihle secde," kulun
Allah'ına en yakın bulunduğu hâl olmasındandır. Bir de secde Allah Teâlâ'ya
karşı son derece kulluk ve tevâzû* arzeden bir haldir. Bu hâlde insanın en
şerefli âzası olan yüzü toprağa sürülür ve bu suretle Allah'a tevazu' ve
ubudiyet kemâliyle arz olunur.
1- Bir
hizmet mukabilinde bir kimseye: «Dile benden ne dilersen» demek büyüklerin
şanındandır.
2- Allah
Teâlâ, Peygamberimiz (Sallaliahü Aleyhi ve SeUem) 'in hak hazînelerinden
dilediği her şeyi vermesini ona mubah kılmıştır. Bu onun hasâisindendir. Hattâ
bazı ulemânın beyânına göre Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve:Sellem) cennetten
dilediği yeri dilediğine verebilir.
3- Hadîs-i
şerîf Rabîa'mn dilediği mertebeye ancak çok namaz kılması ve Peygamber
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in duası ile nail olunacağına işaret
etmektedir.
227- (490)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebü'r-Rabî'ez-Zehrânî rivayet ettiler. Yahya (Bize
haber verdi) ta'birini kullandı. Ebü'r-Rabî': Bize Hammâd b. Zeyd, Amr b.
Dinar'dan, o da Tâvûs'dan, o da îbni Abbâs'-dan naklen rivayet etti: Dedi İd;
Îbni Abbâs şöyle demiş:
Peygamber (SalUûlahü
Aleyhi ve Seüem) 'e yedi şey üzerine secde etmek emrolundu. Saçlarını ve
elbisesini toplamakdan da nebyedildL Bu hadîs Yahya'nındır.
Ebû'r Babı': «Yedi
kemik üzerine yâni avuçların, dizlerin» ayakların ve alının üzerine secde
etmesi emrolundu. Saçlarını ve elbisesini toplamakdan nehyedildi.» dedi.
228- (...)
Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed -ki İbni
Câ'fer'dir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be, Amr b. Dinar'dan» o da
Tâvûs'dan, o da îbni Abbas'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar:
«Bana yedi kemik
üzerine secde etmem, elbise ve saçımı toplamamam emrolundu.»
229- (...)
Bize AmrÜ'n-Nâkıd rivfiyet etti. (Dedi M): Bİie Sttfyfin b. Uyeyne, İbni
Tâvûs'dan, o da babasından, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Salkülahü Aieyhi ve Sellem) yedi şey filerine secde etmeye me'mûr
olmuş. Saçlarıyla elbisesini toplamakdan da nehy buyurtunraş.
230- (...)
Bize Muhammed b. Hâtîm rivayet etti. (Dedi ki): Bİse Behz rivayet etti. (Dedi
ki): Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Tâvûs, Tâvûs'dan, o
da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, EesûlüUah (Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ben yedi kemik
üzerine : (Eliyle burnuna işaret ederek) yüz, eller, ayaklar ve ayakların
uçları üzerine secde etmeye: elbiseyi ve saçları toplamamaya me'mûr oldum.»
buyurmuşlar.
231- (...)
Bize Ebû't-Tâhir rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi.
(Dedi ki):Bana tbni Cttreyc, Abdullah b, o da babasından, o da Abdullah b.
Abbâs'dan naklen rivayet etti Idt sûlüllah (SaHaüahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben, yedi kemik
(yâni) alın, burun, eller, dizler ve ayaklana unrf«ritff secde etmeye : saç ve
elbisemi toplamamaya me'mûr oldunu» buynrm«»i lar.
- (491) Bize
Kuteybetii'bnü Said rivayet etti. (Dedi ki): Bize Bekr - ki îbni Mudar'dır -
İbni'I-Hâd'dan, o da Muhammed b. İbrahim'den, o da Âmir b. Sa'd'dan, o da Abbâs
b. Abdülmuttalip'den naklen rivayet etti. Abbâs, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlem) :
«Kul secde ettimİ
onunla birlikte yedi taraf (Yâni) yüzü, elleri, dizleri ve ayaklan secde eder.
buyururken işitmiş.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbû'I-Ezan- da: Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve îbni Mâc'e «Kitâbü's-Salât» da
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Hadîs-i şerifin bütün rivayetleri secde
azasının neler olduğunu, namazda saç ye elbise düzeltmenin mene-dildiğini
bildirmektedir. Hadîsin ekseri rivayetlerinde meçhul sîgasiyle Resulüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e emrolundu: denildiği için Kâdî Beyzâvî:
Peygamber (Saltailahü Aleyhi ve Seltem)'e Allah'ın emrettiği Örfen malûmdur. Bu
ise vücûbu iktizâ eder.» demiştir. Hattâ rivayetlerin bâzısında bizzat
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben yedi kemik
üzerine secde etmeye me'mûr oldum» buyurmuştur. Onun bu emri Allah Teâlâ'dan
aldığında şüphe yoktur. Binaenaleyh Ha-dîsde sayılan uzuvlar üzerine secde
etmesi lâzım gelir. Ulemâ bu hükümde ümmetin de dâhil olup olmadığında ihtilâf
etmişlerdir. Bâzılarına göre hadîsde sayılan yedi âzâ üzerine secde etmek
Resulüllah (Saltatlahü Aleyhi ve Sellem) 'e olduğu gibi ümmetine de farzdır.
Fakat esah olan kavle göre; farz değildir. Ona farz olan bir şeyin ümmetine de
farz olduğunu gösteren bir delîl bulunursa ümmetine ancak o zaman farz olur.
1- Secde
âzası yedidir. îmam Ahmed ile İshâk'a göre onlardan birinin üzerine secdeyi
terk eden kimsenin namazı sahih değildir, îmam Şâfiî'nin
esah olan kavli de budur.
Burnun üzerine secde
etmek farz mıdır, değil midir? meselesi ihtilaflıdır. Ulemâdan bâzılarına göre
alnın üzerine secde etmek kâfidir. Burnun yere değmesi şart değildir. Bu kavil
îbni Ömer, Atfi1, Tâvûs, Hasan-ı Basrî, Îbni Şîrîn, Kaasîm, Salim, Şa'bî,
Zührî, Mâlik, Ebû Yûsuf, Ebû Sevr (Rahimehumullahi aleyhim ecmain) ve meşhur
kavline göre imam Şafiî 'den rivayet olunmuştur. Bu zevata göre: Alnın üzerine
secde etmek farz, burnun üzerine secde etmek müstehabdır. Bazıları alnın
üzerine secde etmeden yalnız burnun üzerine secdenin kâfi geleceğini
söylemişlerdir. İmam-i Âzam Hazretlerinin mezhebi de budur. Fakat bir rivayete
göre Hz. İmam Özürsüz yalnız burun üzerine secdeyi kâfî görmemiştir.
İbni Battal şunları
söylüyor: «Ulemâ secdenin farz olduğuna ittifak ettikten sonra yedi âzâdan
hangisinin üzerine secde kâfî geleceği meselesinde ihtilâf etmişlerdir.» Nevevî
diyor ki: «Secde âzası yedidir. Bunların hepsinin üzerine secde etmek gerekir.
Alınla burnun ikisinin birden üzerlerine secde edilmelidir. Alnı açık olarak
yere koymak farzdır. Bir kısmının üzerine secde etmek de kâfî gelir. Burnun
üzerine secde etmek müstehabdır. Binaenaleyh burun üzerine secdeyi terk etmek
caiz ise de, yalnız burun üzerine secde ederek alın üzerine secdeyi terk caiz
değildir. İmam Şafiî ile Mâ1ik'in ve ekseri ulemânın mezhepleri budur. îmam
Âzam ile Mâliki Terden İbni Kaasîm'e göre namaz kılan kimse alınla burundan
birinin üzerine secde ile iktifa edebilir. îmam Ahmed b. Hanbel ile Mâlikî'lerden
İbni Habîb'e göre alınla burnun ikisine birden secde etmek farzdır. Zîra
hadîsin zahirinden bu anlaşılmaktadır. Ekser! ulemâya göre ise bilâkis hadîsin
zahirinden alınla burnun bir uzuv hükmünde oldukları anlaşılır. Çünkü hadîsde
secde âzası yedi olarak gösterilmiştir. Alınla burun ayrı ayrı uzuvlar
sayılırsa secde azasının sayısı sekize yükselir. Hadîsde burnun zikredilmesi
onun üzerine secdenin müs-tehâb olduğunu göstermek içindir. Zâten tesrîh
(Anatomi) ulemâsına göre de burunla alın bir uzuvdur. İbni Abbâs (Radiyallahû
anh) hadîsinin bâzı tarîklerinde:
«Ben yedi kemik
üzerine secde etmeye me mûr oldum. Bunlardan biride yüz'dür». Duyurulmuştur.
Ellerle dizlerin ve
ayakların üzerine secde meselesi dan! ihtilaflıdır. Nevevî diyor ki: «Bu
hususta imam Şafiî (RahimehuUah)den iki kavil rivayet olunur. Bunların birine
göre; mezkûr âzfinın hepsine sr ede etmek farz değil, fakat kuvvetle
müstehabdır. İkinci kavletgöTt; hepsine secde etmek farzdır. Hz. Şafiî bu kavli
tercih etmiftift. Binaenaleyh bu uzuvlardan bir tanesine secde etmeyenin
namazı mbftHdeğildir. Ayaklarla dizleri açmak farz değildir. Eller hakkında
İmam ,d Şâfiî'den yine iki kavil vardır.
Birinci kavle göre:
Alın gibi, elleri de açarak secde etmek farzdır.
İkinci kavle göre:
Elleri açmak farz değildir.
Hanefiyye
kitaplarından -El-Hidâye» de: «Ellerle dizler ve ayaklar üzerine secde etmek
farz değildir.» denilmiş; fakat Kemâl İbni Hümâm vacib olduğunu söylemiş, bu
kavil en mutedil görülmüştür.
«El-Vâkıât» nâm eserde
secde hâlinde dizlerini yere koymayan kimsenin namazı sahîh olmayacağı
bildirilmiştir.
Hulâsa: Secdede
ellerle ayakların yere konması hususunda Hanefîler*-den üç kavil
nakledilmiştir: Farz, sünnet, vâcib. İmam Şâfiî'ye göre dahî secde azasının
hepsini yere koymak farz değildir. Umumiyetle Fukâhâ'nın kavilleri de budur.
Yalnız Hanefîler'den İmam Züfer ile mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel'e göre
bütün secde azasının üzerine secde etmek farzdır.
Burnun üzerine secde
etmeden .kılman namazın sahîh olmıyacağını bildiren hadîsler de varsa da,
bunların hepsi zayıftır.
2- Namazda
saçını veya elbisesini toplamak mekruhtur. Bu hâl Cumhur-u Ulemâya göre; namaz
içinde de, namaza girmezden önce de mekruhdur. Bunun hikmeti, kibir ve
gururluya benzemektir. Halbuki makam, tevazu' makamıdır. Yalnız namazı bozmaz.
Fakat Hasani Basrî'nin: «Bundan dolayı
namazı yeniden kılmak lâzımdır.» dediği rivayet olunur.
3- Eller secde
âzâsındandır. Fakat onları yenlerden çıkarmadan secde etmek ekseri ulemâya göre
caizdir. Şafiî'nin bu hususta iki kavli olduğunu az yukarıda gördük.
232- (492)
Bize Amr b. Sevvâd El-Amİrî [97]
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Vehb haber verdi, (Dedi ki): Bize Amr
b. Haris haber verdi. «Ona da Btikeyr rivayet etmiş: Ona da İbni Abbas'm azatlısı
Küreyb, Abdullah b. Abbâs'dan rivayet etmiş ki; ibni Abbâs, Abdullah b.
Hâris'i başının saçı arkaya topuz yapılmış olduğu halde namaz kılarken görmüş
de, onu çözmeye kalkışmış. Abdullah namazdan çıkınca İbni Abbâs'ın yanına
gelerek: «Benim başım senin ne işine giriyor?» demiş. İbni Abbâs:
— Ben Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seîîem) 'i:
«Böylesinin misâli
kotları arkasına bağlı olarak namaz kılan kimse gîbidir.» buyururken işittim,
cevâbını vermiş.
Bu hadîs, saçı arkadan
topuz şeklinde bağlı olarak namaz kılmanın mekruh olduğuna delildir. Kolları
sıvalı, saçı topuz şeklinde tepesinde bağlı, yahut serpuşunun altına kıvrılmış
şekillerde namaz kılmak bütün ulemâya göre keraheti tenzîhiyye ile mekruhtur.
Saçını namazda iken bağlamak namazı bozar.
İster namaz için,
isterse başka bir maksatla saçını bir yere toplayarak bağlamak, yahut saçı
keçeleştirecek bir ilâç kullanmak suretiyle dağılmasına mâni olmak Cumhur-u
Ulemânın ittifakiyle mekrûhdur. İmam Mâlik bunu yalnız namaz için yapmanın
mekruh olduğunu sÖylemiş-se de, sahih olan kavil birincisidir. Çünkü bu
husustaki hadîsim: mutlaktırlar.
Bu husustaki nehyin
hikmeti: Saçların da secde etmesidir. Bağlı saç secde edemiyeceği için
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir kimsenin hâlini kolları
arkaya bağlı olarak namaz kılanın hâline benzet-mişdir. Zîrâ kollan bağlı
kimsenin de kolları, secdeden mahrum kalır. Abdullah b. Ömer (RadiyaUahû anh)
saclarını tepesine bağlayarak namaz kılan bir adamı görmüş de: «Saçım «al ki;
seninle beraber secde etsin» demiştir.
Hadisi Şerif: Münkerin
derhal menedilmesi gerektiğine ve bu hususta mekruhun da haram gibi olduğuna
delildir.
233- (433)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki): Bi--.. Vekî\ Şu'be'den, o
da Katade'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Besûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem);
«Secdede i'tidal üzere
bulunun; hiç biriniz kollarını köpeğin yayıldığı gibi yaymasın!» buyurdular.
- (...) Bize
Muhammed b. El-Müsennâ ile tbni Beşşâr rivayet ettiler, Dediler ki: Bize
Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. H.
Dedi ki: Bu hadîsi
bana Yahya b. Habib de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâlid (Yâni îbnil Haris)
rivayet etti. Bunların ikisi de: Bize Şu'be bu isnâdla rivayet etti,
demişlerdir. İbni Câ'fer hadisinde:
«Hiçbiriniz kollarını
köpeğin yayılması gibi yaygı yapmasın I» ibaresi vardır.
234- (494)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Bize Ubey-dullah b. tyâd [98],
İyâd'dan, o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ' şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSellem) :
«Secde ettiğin vakit
avuçlarını yere koy ve dirseklerini kaldır.» buyurdular.
Bu babın hadîsleri
namaz kılan kimsenin secde hâlinde ellerini yere koyarak dirseklerini
kaldırması ve iki taraftan kanat gibi açması gerektiğini bildirmektedirler.
Dirsekleri yerden kaldırarak koltukların altı görünecek derecede açmak, bütün
ulemâya göre müstehabdır. Bunu terk eden namaza karşı isâet etmiş olur.
Binaenaleyh, namaz sahih fakat ke-râ*hat-i tenzîhiyye ile mekrûhdur.
Ulemâ buradaki hikmeti
şöyle beyân ederler: «Bu şekilde namaz kılmak tevâzua daha muvafık, alınla
burnun yere secde etmelerine daha müsâid ve tenbellerin hâline benzemekden daha
uzaktır. Çünkü kollarını yere sererek secde eden kimse, hadîsi şerîfde de
bildirildiği vecihle, köpeğin yere serilerek yatmasına benzer. Böyle bîr
kimsenin hâli namaza ehemmiyet vermediğini gösterir.»
235- (495)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki): Biie Bekr - ki İbni Mudar'dır
- Ca'fer b. Rabîa'dan, o da A^rac'dan, o da Abdullah b. Mâlik İbni Buhayne'den
[99] naklen
rivayet etti M; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) namaz kılarken
koltuklarmın beyan görünecek derecede kollarını ağarmış.
236- (...)
Bize Arar b. Sevvâd rivayet etti. (Dedi ki): Biie Abdullah b. Vehb haber
verdi. (Dedi ki): Bize Amr b. Haris ile Leys V-Sa'd ikisi birden Câ'fer b.
Rabîa'dan bu isnadla haber verdiler.
Amr b. Hâris'in
rivayetinde: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) secde ettiği vakit
kollarını o kadar açardı ki, koltuklarının beyazlığı görünürdü» ibaresi;
Leys'in rivayetinde ise: «Besûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği
vakit kollarını koltuklarından açar, hattâ ben koltuklarının beyazlığını pek
âlâ görürdüm.» ifâdesi vardır.
237- (496)
Bize Yahya b. Yahya ile İbni Ebî Ömer hep birden S üf yân'dan rivayet ettiler.
Yahya dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Ubey-dullâh b. Abdillâh b. El-Esam'dan, o
da amcası Yezîd b. El-Esam'dan, o da Meymûne'den naklen haber verdi. Meymûne
şöyle demiş: «Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit bir
kuza kollarının arasından geçmek istese geçebilirdi.»
238- (497)
Bize İshâk b. İbrahim El-Hanzalî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mervân b.
Muâvİyete'l-Fezârî haber verdi. Dedi ki: Bize Ubeydullah b. Abdillâh b.
El-Esâm, Yezid b. El-Esâm'dan naklen rivayet etti. O-na da Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in Zevcesi Meymûne haber vermiş. Demiş ki:
«Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) secde ettiği vakit, kollarını o
kadar uzaklaştırır (yâni açar) di ki; arkasından koltuklarının beyazlığı
görünürdü. Oturduğu vakit de sol uyluğunun üzerine çökerdi.»
239- (...)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe ile Amru'n-Nâkıd, Zttheyr b. Harb ve tshâk b.
İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Amr'utdır. (tshâk: Bize haber verdi; ötekiler,
bize Vekî rivayet etti) dediler. (Vekî* demiş ki): Bize Cafer b. Burkaân, Tezîd
b. El-Esâm'dan, o da Meymûne Biatil -Hâris'den naklen rivayet etti. Meymûne
şöyle demiş: «Resulüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Selîem) secde ettiği vakit
dirseklerini o kadar açardı ki; arkasındaki onun koltuklarının aydınlığını görürdü.»
Vekî': «(aydınlıkla)
koltuklarının beyazlığını kasdediy«r* demiş.
Hzl Meymûne hadîsinin
râvîlerinden Ubeydullân b, Abdillah bâzı rivayetlerde Abdullah b. Abdi11âh,
bazılarında da Abdullah b. Ubeydillâh şeklinde zaptetfilmiştir. Bu
rivayetlerin hepsi doğrudur. Çünkü Abdullah ile Ubeydui1ah iki kardeştirler.
Babaları Abdullah b. Esâm'dır. Abdullah yaşça Ubeydullâh 'dan büyüktür. Her
ikisi de amcaları Yezîd b. Esâm'dan
hadîs rivayet etmişlerdir.
Secde hâlinde kolların
açılması lâzım geldiğini bildiren daha başka rivayetler de vardır.
1- Ebû
Nuayra: «Peygamber (Saîkdlahü Aleyhi ve Sellem)'in koltuk altlarının beyazlığı
Peygamberlik alâmetlerindendir» demiştir.
2- Secde
hâlinde kollarını açarak karnını kasıklarından ayırmak erkekler için sünnettir.
Kadınlarla Hünsâlar açmazlar; bilâkis toplanarak secde ederler. Çünkü onlar
hakkında matlûb olan şey tesettürdür.
İbni Battal'in
beyânına göre; Secde hâlinde kollan açmak vücûd yere ağır gelmesin diyedir.
Zîrâ bu bâbda: «Ters MUlijlnUf yarin» şeklinde rivayet vardır. Ashabı lrirâmrian Enes b, Ma1ike ile Ebû Saîd-i Hudrî ve Ali
b. Ebi1
(Radryaîlahû
anhâm) hazerâtı secde hâlinde
dirseklerini açarlarıma. Basa n-ı
Basrîile İbrahim Neh'aî'nin
mezhepleri de budur.
Yine Ashabı Kiramdan
Ebû Zer, îbni Mes'üd ve 1 fini Ömer (RadtyallahÛ anhûm) dirsekleri yere
koymaya ve üzerieri-ne dayanmaya ruhsat verirlermiş. tbni Şîrîn'in mezhebi de
budur. Delilleri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in buna ruhsat
verdiğini bildiren hadîslerdir.
Bu bâbda Tirmizî 'nin
Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir hadîsde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Setlem) 'in ashabı secdenin kendilerine güç geldiğinden şikâyet ettiler, o
da: Dizlerden faydalanın; buyurdu» denilmektedir. Dizlerden faydalanmak
Ulemânın beyânına göre; dirsekleri onlara dayamakla olur. Hz. Abdullah b. Ömer'e
bir zât: «Secde ettiğim zaman dirseklerimi uyluklarımın üzerine koyabilir
miyim?» diye sormuş. İbni Ömer (Radiyaltahû anh) «Nasıl kolayına gelirse Öyle
secde et!» cevâbını vermiştir. Ashabı kiramın bâzısı secde hâlinde kollarını
açmış, bâzıları açmamışlardır. Kurtubî: «Secde hâlinde dirsekleri açma
hususunda farz namazlarla nafilelerin hükmü birdir.» demiştir.
240- (498)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Hâlid
(yâni El-Ahmar) Hüseyin EI-Muallim'den naklen rivayet etti. H.
Demiş ki: Bize îshâk
b. İbrahim de rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize tsâ b. Yûnus haber
verdi. (Dedi ki): Bize Hüseyin EI-Mualtim, Büdeyl b. Meyserâ'dan [100]. o
da Ebû'l-Cevzâ'dan [101], o
da' Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş:
-Rcsûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza tekbirle, kirâata da fatihayı okumakla
başlardı. Rükû ettiği zaman başını ne yukarıya diker, ne de aşağıya büker,
ikisinin arasında tutardı. Başını rükû'dan kaldırdığı vakit, iyice
doğrulmadıkça secdeye gitmezdi. Başını secdeden kaldırdığı zaman dahî iyice
doğrulup oturmadıkça ikinci secdeye gitmezdi. Her iki rek'ât sonunda Tehiyyâtı
okurdu. Sol ayağını yere döşer, sağ ayağını da dikerdi. Şeytan oturuşundan
nehyeder; İnsanın vahşî hayvanlar gibi ellerini yere yayarak oturmasını da
yasak eder, namazı selâm vererek bitirirdi.»
İbni Nümeyr'in Ebû
Hâlid'den naklettiği rivayette: «ReşûlÜllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
şeytânv ökçesi oturuşundan nehyederdi.» cümlelesi vardır.»
Hadîsde zikri geçen
şeytân oturuşunu Ebû Ubeyde ve diğer bâzı ulemâ köpek oturuşu diye tefsir
etmişlerdir. Bundan murâd yere oturarak köpekler gibi dizlerini dikmek ve iki
taraftan elleriyle yere dayanmaktır.
1- Namaza
tekbîrle başlanır. Bu cihet ittifâkî ise de tekbîr mânâsını ifâde eden başka
kelimelerle namaz caiz olup olmadığı ihtilaflıdır. Hanefîler'den İmam
Âzam'la imam Muhammed'e
göre «AUâhu Ekber» yerine «Allâhu Eceli» ve «Er-Rahmânu Ekber» gibi
ta'-zîm mânâsı ifâde eden sözlerle namaza niyetlenmek caizdir. Ebû
Yusuf'a göre Tekbîri söyleyebilen
bir kimseye ancak «Allâhu Ekber» yahut «Allâhü'l-Ekber» veya «Allâhü'l-Kebîr»
lâfızlarından biriyle namaza başlamak caiz olur. İmam
Şafiî bu üç şekilden ikisi ile
namaza girilebileceğine kail olmuş, üçüncüyü, yâni «Allâhü'l-Kebîr» i kâf!
görmemiştir.
İmam Mâ1ik'e göre
tekbîr yalnız «Allâhu Ekber» lafzıyla yapılır. Çünkü; Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selem}'den nakledilen budur.
2- Hadîsi
şerîf: «Besmele Fâtihâ'dan değildir» diyenlerin delüle-r in dendir. Çünkü
Fâtihâ'dan olsa Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onu mutlaka zikrederdi.
3- Rükû'da
sünnet, sırtla başı bir hizada bulundurmaktır.
4- Rükû'dan
donulduktan sonra ve diğer yerlerde tâ'dîl-i erkân vaciptir, tki secde azasında
oturmak vaciptir. Hadîs: «Birinci ve ikinci
vaciptir» diyenlerin delilidir. İmam Azamla imam Mâlik (JtahimehuUah) a
göre teşehhüdlerin ikisi de sünnettir. İmam Şafiî birinci teşehhüdün sünnet, ikincisinin vacip
olduğuna kaildir.
5- İmam
Âzam ve ona muvafakat edenler bu
hadîsle istidlal ederek; «Namazda sol ayak yere döşenir ve üzerine oturulur,
sağ ayak dikilir.» demişlerdir, imam Mâ1ik 'e göre sol ayak sağ tarafa alınarak
çantı üzerine yere oturulur.
Bu meselede imam Şafii'nin
kavli Hanefîler gibi ise de yalnız selâmdan önceki oturuşda imam Mâli k-'le
beraberdir. İmam Şâfiî'ye göre namazda
dört yerde oturuş vardır.
Bunların birincisi:
Secdeler arasındaki oturuş; ikincisi; her rek'âttan sonra ayağa kalkmazdan
önceki istirahat oturuşu; üçüncüsü: İlk teşeh-hüd, dördüncüsü de son teşehhüd
için oturmaktır. İmam Âzam buradaki Hz. Âişe hadîsiyle, imam Şafiî de Sahih-i
Buhârf deki Ebû Humeydi Sâidî hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
Hanefîler'e göre; kadmlar
ayaklarını sağ taraftan çıkararak otururlar. Şâfiîler'le Mâlikîler'e göre;
kadınla erkek oturuşları arasında fark yoktur. Bâzıları kadınların bağdaş
kurarak oturacaklarına kail olmuş; bir takımları da bunun yalnız nafile
namazlara mahsus olduğunu söylemişlerdir.
Namazda oturuş şeklîni
bildiren bu kaviller sünnet veçhiyle oturuşun şekli hakkındadır. Binâenaleyh
bir kimse namazının her oturuşunda Ha-nefîler'in yahut Mâlikîler'in dedikleri
şekilde, yahut dizlerini dikerek veya bacaklarını uzatarak otursa namazı
bozulmaz. Yalnız sünnete muhalefet etmiş olur.
Namazda köpek oturuşu
bilittifâk mekruhdur. İsmen buna benzeyen bir oturuş daha zikredilmiştir M; o
mekruh değil sünnettir. Ve .yeri gelince inşâallâh görülecektir.
6- Hadîs-i
şerîf selâm vermenin vücûbuna delâlet etmektedir. Ulemâ bu bâbda dahî ihtilâf
etmişlerdir. Eimme-i Selâse denilen Mâlik,
Şafiî ve Ahmed b. Hanbel (Rahimehumullah) hazerâtı ile Cumhur-u Ulemâya göre;
Selâm vererek namazdan çıkmak farzdır. Selâm yerine başka bir söz söyleyenin
namazı bozulur. İmam Âzam'-dan bir rivayete ve Sevrî
ile Evzâî hazerâtina .göre;
selâm lafzıyla namazdan çıkmak sünnettir. Binâenaleyh mezkûr lâfız terkedil se
dahî namaz sahih olur. Hattâ İmam Âzam'a
göre; namazın sonunda namaza münâfî olan bir fiil veya kaville namazdan
çıkmak caizdir. Diğer Hanefıyye ulemâsına göre; selâm lafzıyla namazdan çıkmak
farz değil vâcibdir.
7- îmam Âzam,
Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 (Rahimehumullah) hazerâtı ile Cumhuru Ulemâya göre;
namazdan çıkarken iki tarafa selâm vermek meşrudur. îmam Mâ1ik1e bâzı ulemâya
göre namazdan çıkarken yalnız bir selâm verilir. Bu kavil zayıf olmak üzere
Şafiî *den de rivayet olunmuştur. Şâfiîler'e göre ikinci selâm sünnettir.
Zahirîlerle Mâlikîler'den bâzılarına göre ikinci selâm dahî farzdır.
241- (499)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd ve Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet
ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kollandı. Ötekiler: Bize
Ebûl-Ahvas, Simâk'dan, o da Mûsâ b. Talha'dan, o da babasından naklen rivayet
etti; dediler. (Talha) şöyle demiş: Resû-lüllah (SalkUIahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz önüne semerin
arka kaşı gibi bir $ey koyduğu vakit (ona doğru) namazını kılsın; öte yanından
geçenlere aldırış etmesini» buyurdular.
242- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr ile İshâk b. tb-râbim rivayet ettiler.
İshâk (Bize haber verdi) tâbirini kullandı, İbni Nümeyr: Bize Ömer b. Ubeyd
Et-Tanâfisî, Simâk b. Harb'dan, o da Mûsâ b. Talha'dan, o da babasından naklen
rivayet etti; dedi. Talha şöyle demiş: «Vaktiyle biz namaz kılar; hayvanlar da
önümüzden gelip geçerdi. Sonra bunu Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e anlattık;
da:
«Birinizin önünde
semerin arka kaşı gibi bir şey bulunursa artık önünden geçen şey ona zarar
vermez.» buyurdular.
İbni Nümeyr: «Artık
önünden geçen kimse ona zarar vermez.» dedi.
243- (500)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezid rivayet
etti. (Dedi ki): Bize Saîd b. Ebî Eyyûb, Ebû'l-Esved'den, o da Urve'den, o da
Âişe'den naklen haber verdi, ki Âişe şoy-le demiş: Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi
ve Sellem) 'e namaz kılanın sütre-si soruldu da:
«Semerin arka kaşı
gibi bir şey!» buyurdular.
244- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Yezid
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hay ve, Ebû'I-Esved Muhammed b. Abdirrahmân'dan,
o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi, ki Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e TebÜk gazasında namaz kılanın sütresi sorulmuş da:
«Semerin arka kaşı
gibidir.» buyurmuşlar.
245- (501)
Bize Muhammed b. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abdullah b. Nümeyr
rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) :Bize babam rivayet etti. (Dedi ki):
Bize Ubeydullah, Nâfî'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki,
Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) bayram günü (Namaza) çıktı mı harbenin
getirilmesini emredermiş. Bu harbe onun önüne dikilir, kendisi ona doğru namaz
kılar, cemâat ta arkasında dururlarmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bunu seferde de yaparmış. Ümerâ'nın harbe taşıması buradan kalmıştır.
246- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile İbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah, Nâfî'den, o da İbni
Ömer'den naklen rivayet etti, ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
anezeyi yere diker (Ebu Bekir saplar dedi.) ve ona doğru namaz kılarmış.
İbni Ebi Şeybe: «Ubeydullah:
Aneze harbedir [102] dedi.»
ifâdesini ziyâde etti.
Bu babın hadîsleri
namaz kılan kimsenin önüne bir sütre dikmesi gerektiğini, namaz kılanın önünden
geçme, hayvana karşı namaz kılma, sütreye yakın durma, sütrenin mikdârı ve
sâireden bahsetmektedirler.
Rivayetlerin
mecmuundan anlaşılıyor ki, sütreden murâd bir aran kadar uzunluğunda bîr
sopadır. Mihrâb olmayan ova ve tarla gibl'yeK lerde uğuruna duracak ağaç, taş
v.s. gibi birşey bulunmadığı zaman önün4-den geçilmesine mâni olmak için namaz
kılan kimse sütre denilen «dJStij' yi önüne dikerek namazını ona doğru
kılacaktır. îmam Mâ1îk'dikilen sopanın mızrak kalınlığında olmasını şart
koşmuştur. Sütre dikmenin hikmeti; sütrenin arkasında kalan şeylere bakmamak
ve önünden geçenlere manî olmakdır.
İbni Ömer hadîsini
Buhârî ile Ebû Dâvûd «Kîtâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Anlaşılıyor ki,
BesûlüÜah (SaUaîlahü Aleyhi ve Seîlem) bayram namazlarında ve seferlerde sütre
yapmak için dâima yanında bir süngü veya ona benzer ucu demirli bir değnek
bulundururmuş. Süngüyü bu maksatla yanında taşıdığı İbni Mâce, İbni Huzeyme ve
îsmâi1î'nin rivayetlerinde teşrih edilmiş: «Çünkü namazgah boşluktu; içinde
kendisine sütre olacak bir şey yoktu.» denilmiştir.
«Ümerâ'nın harbe
taşıtması buradan kalmışdır» cümlesi râvîlerden Nâfî'in sözüdür. Nitekim îbni
Mâce'nin rivayetinde bu cümle yoktur.
1- Namaz
kılarken önünden geçmek ihtimâli bulunan yerde önüne sütre dikmek meşrudur.
Sütre bir metre kadar yahut daha uzun bir süngü veya sopadan yapılır. Önünden
geçmek ihtimâli bulunmadığı zaman sütrenin meşru olup olmaması hususunda imam
Mâlik 'den iki kavil vardır. İmam Şâfii'ye göre ise mutlak surette meşrudur.
Çünkü hadîslerin umûmu bunu iktizâ eder. Kırda, sahrada namaz kılan bir kimse
sütre yapacak bir şey bulamazsa ağaç ve taş gibi bir şeye karşı namaz kılar.
Tabiînden Urve, Atâ, Salim, Kaasî in, Hasan-1 Basrî ve Şa'bî (Rahimehumullah)
sütre bulamadıkları vakit başka bir şeye karşı namaz kılarlarmış. Hanefîler'den
imam Muhammed: «Sahrada namaz kılan kimsenin önünde sopa gibi bir şey
bulundurması müstehabdır; bulamazsa ağaç ve benzeri bir şeyle sütre yapar.»
demiştir. Sütrenin boyu, bir metre veya daha fazla, kalınlığı parmak kadar;
olmalıdır. Bir arşından daha kısa olan şeylerden sütre caiz olup olmiyacağı
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Mâlikîler'e göre uzunca külah ve yastık gibi
şeylerden sütre yapılabilir. Ulemâdan bâzılarına göre; temiz hayvandan sütre
yapılabilir. Fakat at, katır ve merkep gibi hayvanlardan sütre yapılamaz.
Erkeğin sırtına karşı namaz caizdir, yüzüne karşı ve keza kadına karşı namaz
kılmak caiz değildir. Nikâhı haram o-lan kadınlar hakkında ihtilâf edilmiştir.
Uyuyan kimse ile deli ve kâfirden sütre olmaz.
Sütrede muteber olan
onu yere dikmektir. Fakat dikmeğe imkân bulunamadığı takdirde önüne bir çizgi
çizmek yahut sopayı yatırmanın dahî kâfî gelip gelmiyeceği ihtilaflıdır. Çizgi
çizmeyi caiz görenler bunun hilâl şeklinde mi yoksa kıbleye doğru Önüne veya
sağından soluna mı çizileceğinde ihtilâf etmişlerdir.
2- İmamın
sütresi cemaat için de sütredir. Namaz kılanla sütre arasında üç arşından fazla
mesafe bulunmamalı ve sütreyi sağ veya sol kaşı hizasına dikmelidir. Sütre ile
namaz kılan kimsenin arasından geçmek haramdır.
3- Sefere
çıkarken düşmandan korunmak için yanma
silâh gibi bir korunma âleti
almak ihtiyata muvafık olur.
4 - Hizmetçi
tutmak ve ona emretmek caizdir.
247- (502)
Bize Ahmed b. Hanbel [103]
rivayet etti. (Dedi M): Bl, ze Mu'temir b. Süleyman, Ubeydullah'dan, o da
Nâfı'den, o da İbnj Ömer'den naklen rivayet etti, ki Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve SeHerTt) hayvanını önüne aykırı olarak çeker ve ona doğru namaz
kılarmıg,
248- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile tbni Nümeyr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Hâlid El-Ahmar, Ubeydullah'dan, o da Nâ-fi'den, o da İbni Ömer'den naklen
rivayet etti ki, Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) hayvanına doğru namaz
kılarmış.
tbni Nümeyr:
«Gerçekten Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bir deveye doğru namaz
kılmıştır.» dedi.
Bu hadîsi Buharı
ile Ebû Dâvûd
«Kitâbu's-SattUdi;
Nesâî «Tebûk Gazvesi» bahsinde tahric etmişlerdir.
Râhile: Binmek ve yük
taşımak için seçilen cins ve güzel Baİr ise alelitlak erkek ve dişi devedir.
Hadîs-i Şerîf binek veya vanına karşı namaz kümabileceğini göstermektedir. Bu
bâbda rivftyet\şÖfcjj len hadîslerden Ebû Davud'un rivayeti IUssûlulUh(5a«afW
4k)# ve Sellem) 'in devesine karşı, Nesâî'nin rivayeti de bir ağaca namaz
kıldığını göstermektedir.
Hadis-i Serîf:
Hayvandan sütre yapılabileceğine delildir. Gerçi.deve keklerinde namaz kılmak
yasak edilmiştir. Fakat bunun keraheti o yerlerin pis koktuğu yahut oralara
kazayı hacet için oturulduğu içindir. Yoksa deveye karşı namaza durmak mekruh
olduğundan değildir.
İbni Battal
(?-444): «Bunun gibi temiz olan herşeye1 karşı namaz kılmak caizdir»
diyor.
249- (503)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb hep birden Vekî'den rivayet
ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Vekî* rivayet etti. (Dedi ki):Bize Süfyân
rivayet etti. (Dedi ki): Bize Avn b. Ebî Cuhayfe [104] ,
babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seiîem) Mekke'de Ebtah denilen yerde kızıl sahtiyandan yapılmış
kendisine mahsus bir kubbenin içinde iken yanına geldim derken Bilâl,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest suyunu çıkardı, (cemâat onu
hemen kapıştılar) kimisi bir mikdâr ele geçirmiş, kimisi de ele geçirenlerin
serpintisine nail olabilmişti. Müteakiben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) üzerinde kırmızı bir Hülle olduğu halde çıktı. Bacaklarının
beyazlığını hâlâ görür gibiyim. Abdest aldı, Bilâl da ezan okudu. Ben onun ağzını
şuraya ve şuraya (yânî sağa sola) dönerken takibe koyuldum: «Haydin namaza;
haydin felaha!» diyordu. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için
bir harbe dikildi. O da ileri geçip öğle namazını iki rek'ât olarak kıldırdı.
Önünden eşek ve köpek geçiyor, fakat men edilmiyorlardı. Sonra ikindiyi de iki
rek'ât olarak kıldırdı. Artık Medine'ye dönünce ye kadar hep namazları ikişer
rek'ât kıldırmaya devam etti.»
250- (...)
Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi M): Bize Behz rivayet etti (Dedi
ki): Bize Ömer b. Ebî Zaide rivayet etti. di ki): Bize Avn b. Ebt Cuhayfe
rivayet etti ki, babası (Sallallahü Aleyhi ve Seliemyi kızıl sahtiyandan yapma
W kubbe görmüş, (ve şöyle anlatmış): Bilâl'i abdest suyu çıkarırken gördüm. Bahtım
ki; halk bu suyu kapışıyorlar. Kim ondan bir şey kapabilirse (T*bflr-rüken)
yüzüne gözüne sürüyor, kapamayanlar ise arkadaşlarının ellerindeki ıslaklıktan
bir şeyler almağa çalışıyorlardı. Sonra Bilâl'ın bir harbe çıkarıp diktiğini
gördüm. Besülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'de kırmızı bir hülle içinde
(kolları) sıvanmış olarak çıktı. Sonra cemaaata harbeye doğru iki rek'aât
namaz kıldırdı. Harbenin önünden insanlarla hayvanların gelip geçtiğini de
gördüm.
251- (...)
Bana tshak b. Mansûr ile Abd b. Humeyd rivayeVetaİ-ler. Dediler ki: Bize
Cfi'fer b. Avn haber verdi. (Dedi ki): Bize Ebfi Ümeys haber verdi. H.
Dedi ki: Bana Kaasim
b. Zekeriyyâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hüseyin b. Alt, Zâide'den rivayet
etti. Demiş ki: Bize Mâlik b. Miğvel rivayet etti. Bunların ikisi de Avn b.
Ebî Cuhayfe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Sttfy&n
ile Ömer b. Ebî Zâide'nm hadisi gibi rivayette bulundu, yalnız bâzısının
rivayetleri diğerterininkinden ûyâdelidir. Mâlik b. Miğvel hadîsinde: «Öğle
olunca Bilâl çıkarak namaz için ezan okudu.» cümlesi de vardır
252- (...)
Bize Muhammed b. EI-Müsennâ ile Muhammed b. Beş-şâr rivayet ettiler.
İbni'l-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize
Şube, Hakem'den rivayet etti. Demiş ki: Ben Ebû Cuhayfe'yi şSyle derken
işittim: «Resûlüllah (Salkülahü Aleyhi ve Seîlem) Öğle vakti Batha'ya Çıktı ve
abdest alarak öğleyi iki rek'ât, ikindiyi de iki rek'ât üzerinden kıldı,
önünde (dikili) bir harbe vardı.
Şû'be şöyle demiş:
«Avn babası Ebû Cuheyfe'den naklen bu hadîse (Harbenin arkasından kadın ve
eşekler geçiyordu) cümlesini ziyâde etti.»
253- (...)
Bana Züheyr b, Harb ile Muhammed b. Hatim rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İbni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şû'be bize iki isn adla birden bu
hadisin mislini rivayet etti. Yalnız Hakem'in hadisinde: «Cemâat Resûlüllah (Saiîailahü
Aleyhive Sellem)*in abdestin den artan suyu almağa başladılar.» cümlesini
ziyâde eyledi.
Bu hadîsi Buharı
«Kitfibti's-Salât» ve «Kitâbü'l-Libâs» da Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve îbni
Mâce «Kitâ-bü's-Salat» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Covherî'nin beyânına
göre kubbe; binada olur. Filhakika tepesi yuvarlak olan binaya kubbe ve kümbet
denir. Fakat aslında kubbe Arapların kurdukları yuvarlak ve küçük çadırdır.
Burada kubbeden murâd da budur. Nesâî 'nin rivayetinde mezkûr kırmızı çadırın
içinde kırk kişi kadar cemaat bulunduğu tasrîh edilmiştir.
Eotah: Mina'ya1 yakın
bir yerin ismidir. Buna «Bathâ» da derler.
Ashabı kiramın
Resûlüllah (SalUülahü Aleyhi ve SelUm)'*
&id abdest suyunu kapışmaları onun eserleri ile teberrük etmek içindir.
Hattâ hadîsin bir rivayetinde: «Ashâb Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selİemyin ellerinden tutarak onlarla yüzlerini silmeğe başladılar. Bunun
üzerine bende onun bir elini tutarak yüzüme sürdüm. Bir de ne göreyim! Mübarek
kardan soğuk misk'den daha güzel kokulu imiş.» denilmiştir.
Hülle: Gömlekle
cübbeden ibaret iki elbisedir. Bâzıları bir cinsden iki elbisedir, demişler;
bir takımları da iki yeni elbise mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Hüllenin
Yemen kumaşlarından yapıldığı söylenir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in paçalarını sıvamasından murâd: Elbisesini baldırlarının
yarısına kadar kaldırmış olmasıdır. Nitekim hadîsin bir rivayetinde: «Ben
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ye Sellem) 'in bacaklarının beyazlığını hâlâ
görür gibiyim» denilmesi de bunu gösterir. Abdest suyundan murâd: abdestte
kullandığı sudur. Mâaitıaf'h o sı# dan artan kullanılmamış su da olabilir.
1- Kırmızı
elbise giymek ve içinde namaz kılmaz câizdiıv
2- Çahr
kullanmak caizdir.
3- Salih
kulların eserleriyle teberrük etmek caizdir. Sahrada, ovada namaz kılan
kimsenin önüne sütre dikmesi sünnettir.
4- Seferde
dört rek'âtlı namazlar ikişer kılınırlar.
5- Namaz
kılan kimsenin sütresinin Önünden geçmek caizdir.
6- Mâi
müstamel yâni kullanılmış su temizdir. Bâzıları bu hadîsi Hanefîler'in aleyhine
delil göstermiş ise de doğru değildir. Çünkü hadîsde geçen «Vadû» kelimesi
abdestte kullanılmış su mânâsına geldiği gibi, kullanılmadan artan su mânâsına
da gelebilir. Bu ihtimaller kargısında kullanılmış suyun temiz olduğuna bu
hadîsle istidlal etmek doğru olama* Kaldı ki Hanefîle/in tekarrur eden
mezhebine göre; mM mü*tfi|öel y/k mizdir. Yalnız temizleyici değildir. Binaenaleyh mâTi müstamel; bilir.
Yalnız onunla abdest ve gusül caiz değildir.
Necis olması İmam-ı
Âza m'dan bir rivayete göredir. rivayetle âmel olunmamıştır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m mübarek
bedenleri temiz olduğu için abdestinden dökülen sular da temiz ve
temizleyicidir.
7- Erkeklerde
baldırlar avret değildir.
8- Seferde
namaz için ezan okumak meşrudur.
9- Ezan
okurken müezzinin (hay'ale) lerde sağa
ve sola dönmesi sünnettir.
254- (504)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İb-ni Şihâb'dan duyduğum,
onun da Ubeydullah b. Abdillâh'dan, onun da İbni Abbâs dan naklen rivayet
ettiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs şöyle demiş: «Dişi bir merkebe binerek
geldim. Ben o zaman buluğa yaklaşmıştım. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Mina'da cemaata namaz kıldırıyordu. Saftın önünden geçtim. Merkepten
inerek onu otlamağa salıverdim. Kendim de safia girdim. Bu hususta bana hiçbir
kimse bir şey demedi.»
255- (...)
Bize Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki): Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki): Bana
Ubeydullah b. Abdillâh b. Utbe haber verdi.- Ona da tbni Abbâs haber vermiş
ki; kendisi bir merkeb üzerinde seyredip gelmiş. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) de Haccettil-Ve-dâ'da Mina'da kalkmış cemaata namaz kıldıriyormuş.
Merkeb saflardan birinin arasına yürümüş; sonra tbni Abbâs ondan inerek
cemaatla birlikte saff olmuş.
256- (...) Bize Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâlud ve tshâk
b. İbrâhım, İbni Uyeyne'den, o da Zührî'den naklen bu isnâdla rivayet ettiler.
(Yalnız): Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) Arafât'da namaz kılıyordu»
demiş.
257- (...)
Bize tshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrazzâk
haber verdi. (Dedi ki): Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla haber verdi. Amma
hadîsde Mina ve Arafat'ı zikretmedi
(Yalnız) veda Haccmda
yahut fetih gününde» dedi,
Bu hadîsi Buharı
«İlim, Namaz, Hac» ve «Megâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne.sâ! ve
İbni İtâ;c'% dahî «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
İbni Abbâs
Hazretlerinin o tarihte kaç yaşında olduğu ihtilaflıdır. Bâzıları on, bâzıları
onüç, bir takımları da onbeş yaşında bulunduğunu söylemişlerdir. Saîd b.
Cübeyr'in rivayetinde îbni Abbâs (Radtyallahû anh) : «Resûlüllah (Salîallahü
Aleyhi ve Sellem) in vefatında ben onbeş yaşındaydım» demiştir. İmam Ahmed b.
Hanbe1: «Doğrusu da budur.» diyor. Zübeyr b. Bekkâr'ın rivayetine göre îbni
ATöbâs (Raâryallahû arüı) Hicret'ten üç sene önce dünyâya gelmiştir.
1- Küçük
çocuğun hadîsi dinleyip bellemesi caizdir. Buna tahammül denilir, tahammülde
tam ehliyet şart değildir. Tam ehliyet ancak edada yânî hadîsi başkasına
rivayet ederken şarttır. Bu hususta köle, fasik ve kâfir de küçük çocuk
hükmündedir.
Küçük çocuğun hangi
yaşlarda hadîs dinleyebileceği ihtÜaflldÜf. Mûsâ b. Harun'a göre, inekle hayvan
arasındaki farkı anlamağa başladığı zaman; îmam Ahmed b. Hanbel'e göre
ahüi-ğe&p ezberlemeye başladığı zaman hadîs dinlemesi sahih olur. YaK yâb.
Maîn hadîsi tahammül için en az onbeş yaşında bulunmak lâzım geldiğini
söylemiş. Buna delîl olarak da Hz. Abdullah b. Ömer'in Uhud harbinde henüz
onbeş yaşını doldurmadığı ve buluğa ermediği için orduya alınmamasını göstermiş
ise de İmam Ahmed b.
Hanbel bu sözü işitince cNe çirkir söz.» diyerek reddetmiştir. Bâzıları
hadîsin en az dört, bir takımları da beş yaşında dinlenebileceğini
söylemişlerdir. Bu bâbda nazar-ı itibâra alınacak cihet çocuğun temyiz sahibi
olmasıdır. Bu da onun bir sözü anlayarak ona cevap vermesiyle anlaşılır. Böyle
bir çocuk beş yaşını doldurmasa bile hadîs dinleyebilir. Fakat söylenilen sözü
anlamaz ve ona îcâb eden cevâbı veremezse beş değil, yirmi beş yaşında olsa
yine hadîs dinlemesi doğru olamaz.
2-
Küçüklüğünde birşey belleyen kimse onu büyüdükten sonra rivayet edebilir. Bu
cihet ulemâ arasında ittifâkîdir. Kemâl hâlinde avde. eden fâsık ile kâfirin
hükmü de budur.
3- Büyük bir
maslahatı elde etmek için bâzı küçük mefsedetlere tahammül olunur. Çünkü namaz
kılanların önünden geçmek bir mefse-det ise de bir namaz saffma girmek o
mefsedetten daha müreccah bir maslahattır. Binâenaleyh Sâri' Hazretleri
tarafından inkâr edilmemek suretiyle buna müsâade buyurulmuştur.
4 - Cemaata
binek ile gitmek caizdir.
5-
El-Mühelleb'in bey anma göre; hâtîb hutbe okurken kimseye zarar vermemek
şartıyla onun hutbesini dinlemek için ileri geçmek bilittifâk caizdir. Fakat
ileriye geçmek için cemâatin omuzlanna basa basa gitmek doğru değildir.
6-
Namaz kılan kimsenin
önünden merkeb geçmesi
namazı bozmaz.
7- Küçük
çocuğun namazı sahihdir.
8- Bir kimse
Peygamber (Sallcrflahü Aleyhi ve Seltem)
'in huzurunda bir şey yapar da kendisini menetmezse bu hâl o şeyin caiz
olduğuna delildir.
9- Bir
hayvanı başında muhafız bulunmadan yahut, mükellef olmayan bir muhafızın
idaresinde mer'âya salmak caizdir.
10- îbni
Battal ile Kaadî îyaz ve diğer bâzı
ulemâ ve hadîsde imamın sütresinin cemaata da sütre sayılacağına de-lîl
olduğunu söylemişler, hattâ îbni Salâh
ile îbni Battal bu hususta icmâ nakletmişlerdir.
Hadîsin bu hususa ne suretle delâlet ettiğini
Kaadî îyâz şöyle anlatır: «Çünkü Resûlüllah (Saliailahü
Aleyhi ve Seîiem) safflarm önünden geçen îbni Abbâs’ı görmüştü. Binâenaleyh
ona birşey dememesi bu meseleyi takrir buyurduğuna delildir. Şayet îbni
Abbâs (Raâtyalİahû anh) onun göremiyeceği
bir yerden geçmişse bu sefer de bütün ashabı görmüşler ve hiçbiri ses
çıkarmamıştır. Bu da onlarca bu işin münker bir şey olroadığını gösterir. Bunun
sebebi bâzılarına göre imamın cemaata sütre olması; diğer bâzılarına göre
imamın cemaata sütre olması; diğer bâzılarına göre ise imamın sütresinin
cemaata da sütre sayümasıdır.
Gerçi Hz. Ebû Said-i
Hudrî 'den merfû, olarak rivayet edilen bir hadîsde: «Biriniz namaz kılarsa
Önünden hiç bir kimseyi geçirmesin!» buyurulmuştur. Fakat bu hadîs imama ve
yalnız kılana hamle dil mistir. İmamın arkasındaki cemaatın önünden geçmek
zarar etmez. Bu cihet ittifakıdır. Mevzû-u bahsimiz İbnî Abbâs hadîsi bunu
gösterdiği gibi tbni Ömer (Radiyallahû anhûma) 'dan rivayet edilen hadîs de
daha ziyâde izah etmektedir. Mezkûr hadîsde Resûlüüab (Sallailahü Aleyhi ve
Selle m) 'in duvarlara karşı öğle veya ikindi " kıldığı; bir hayvan gelip
önünden geçmek isteyince onu menettigi beyan edilmekte; hatta Râvî: «Resûlüllah
(Sallallahu Aleyhi ve SellemyiamvaS*-rını duvara yapıştırırken gördüm. Bu
suretle hayvan arkasından geçti.» demektedir.
Kaadî fyâz diyor ki:
«Önünden geçen bulunmayacağından emîn olmıyanlar için sütrenin meşru olduğunda
hilaf yoktur. Bundan emîn olanlar hakkında ise ihtilâf edilmiştir.
11-
Rivayetlerin birinde Mina'da, diğerinde
Araföt'da denilmesi vak'anın iki
yerde geçtiğine delildir.
258- (505)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): b. Eslem'den dinlediğim, onun da
Abdurrahmân b. Ebî Sald'deö, OtttUJf da Ebû Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet
ettiği şu hadisi okudum: Resüllüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılarsa
önünden hiç bir kimseyi geçirmesini Onu mümkün olduğu kadar menetsin! şayet
yine dinlemezse onunla mukatele etlini Çünkü o ancak bir şeytândır.» buyurmuşlar.
259- (...)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre rivayet
etti. (Dedi ki): Bize İbni Hilâl (yâni Humeyd) rivâyet etti. Dedi ki:
«Bir defa ben bir
arkadaşımla beraber bir hadisi müzâkere ederken birden Ebû Salih Es-Senımân:
Ben Ebû Saîd'den
işittiğimi ve gördüğümü sana söyliyeyim; dedi ve şöyle anlattı: Ben Ebû Saîd
ile beraber bulunduğum bir sırada Ebû Saîd Cum'â günü, kendisini insanlardan
setredecek bir şeye karşı namaz kılıyordu, derken Benî Ebî Muayt kabilesinden
genç bir zât geldi ve Ebû Saîd'İn önünden geçmek istedi. Ebû Saîd onun göğsüne
dokunarak kendisini defetti. Genç adam etrafına bakındı. Fakat Ebû Saİd'in
Önünden başka geçecek yer bulamadı. Bunun üzerine yine oradan geçmeye kalkıştı.
Ebû Saîd onun göğsüne ilk defâkinden daha şiddetli vurarak kendisini defetti.
Bu sefer o adam Ebû Saîd'in karşısına dikilip ona sövdü» sonra cemâati
sıkıştırarak çıktı gitti ve (Medine valisi) Mervân'm yanma girerek Ebû
Saîd'den gördüğü muameleyi ona şikâyet etti: Sonra Ebû Saîd de Mervân'ın yanma
girdi. Mervân ona:
«Şu kardeşin oğluyla
ne alıp veremiyorsun? (Bak sana) seni şikâyete gelmiş?» dedi. O zaman Ebû Saîd
şunları söyledi.
Ben Resûltillah (SalUûlahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz kendisini
insanlardan koruyacak bir şeye -karşı namaza durur da sonra önünden biri geçmek
isterse onu göğsüne dokunarak defetsin. Din-, lemezse onunla mukatele etsin!
Çünkü o ancak bir şeytandır.» buyururken işittim.
260- (506)
Bana Hârûn b. Abdi11âh ile Muhammed b. Rafı' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. İsmail b. Ebî Füdeyk, Dahhâk b. Osman'dan, o da Sadakatü'bnü
Yesâr'dan [105], o da Abdullah b.
Ömer'den naklen rivayet etti ki; Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılarsa
önünden hiçbir kimseyi geçirmesin! Dinlemezse onunla doğuşsun! Çünkü onunla
beraber dostu şeytân vardır.» buyurmuşlardır.
(...) Bana
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) Bize Efeû Bekir El-Hanefî haber verdi.
(Dedi ki): Bize Dahhâk b. Osman rivayet etti. (Dedi ki): Bize Sadakatü'bnü
Yesâr rivayet etti. Dedi ki: Ben İbni Ömer'i: «Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurdu...» diyerek bu hadîsin mislini rivayet ederken dinledim.
Ebû Saîd hadîsini
Buharı «Namaz», «Bed-i Halk» ve «Sı-fat-ı İblîs» bahislerinde, Ebû Dâvûd ile Nesâi dahi -Namaz» bahsinde tahric
etmişlerdir.
Benî Ebî Muayt
kabilesinden geldiği bildirilen genç adamın ismi bir rivayette Velîd b. Ukbe
diye tasrîh edilmiştir. îbnİ Ebî Şeybe'nin «Musannef» inde bu zâtın Abdurrahman
b. Haris olduğu bildiriliyor. Abdürrezzâk'ın
rivayetinde ise Dâvûd b. Mervân nâmında bir zât olduğu görülüyor. Bu rivayetlerin
arasını bulmak için en güzel çâre vak'anın ayrı ayrı şahıslarla mü-teaddid
defalar vukûbulduğuna kail olmaktır.
Mervâ'dan murâd: Emevî
hanedanından Mervân b. Haltem'dir. Bu zâtın Peygamber
(SallallahüAleyhiveSeUem)*i
gördüğü rivayet olunur. Vâkıdî 'nin beyânına göre Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in vefatında Mervân sekiz yaşında çocukmuş. Ondan hadîs rivayet
edememiştir. Mervân o gün Medine'de Vali bulunuyordu. Hz. Ebû Saîde: «Kardeşin
oğlu ile ne alıp veremiyorsun?» diyerek hâdisenin hakikatini anlamak istemiş
ve bütün mü'minlerin kardeş olmasına bakarak din kardeşi yerine «Kardeşin
oğlu» tâbirini kut-lanmışdır. Bu cümle: «Hz. Saîd'in önünden geçen genç Ve1îd
b. Ukbe değildi.» diyenlerin sözünü te'yîd eder. Çünkü Velî d 'in babası Ukbe
kâfir olarak öldürülmüştür. Binâenaleyh onun oğlu hakkında «Kardeşin oğlu»
denilemez.
Kurtubî 'nin beyânına
göre, namaz kılarken önünden geçen kimse işaretle ve hoş bir muameleyle
geçmekden menedilir. Fakat hadisin zahirinden anlaşılıyor ki geçmek isleyen
kimse işaret v.s. den anlamaz da kendisini menetmek için döğüşmekten başka çâre
kalmazsa nihayet ona da başvurulur. Çünkü bu derece inatlık gösteren kimse olsa
olsa bir şeytândır. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada işaretten
almayan inatçıyı bir teşbih-i belîg ile şeytâna benzetmiştir. Bâzılarına göre
şeytandan murâd ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Önünden geçen kimsedir.
Böyle inatçı kimselere lisanımızda dahî şeytân denir. Bâzıları cümleye bir
muzâf takdir ederek: «Bu ancak şeytânın yapacağı iştir.» şeklinde mânâ
vermişlerdir.
1- Namaz
kılan kimsenin sütre kullanması gerekir. 1bni 1-Arabî 'nin beyânına göre; sütre
dikmenin vacip olup olmadığı ihtilaflıdır. Şöyle ki:
a) Sütre
dikmek vâcipdir. Şayet dikemezse bir çizgi çizer. İmam Ahmed b. Hanbel'in kavli
budur. Hz. Ömer: «Sütresiz namaz kılan
bir kimse namazının ne kadar noksaulaştığmı bilse kendini insanlardan
koruyacak bir sütre knllanmaksızın hiç bir namaz kılmazdı.»
demişdir.
b) Sütre kullanmak müstehabdır. Ebû Hanîfe,
Mâlik ve Şafiî hazerâtının mezhepleri
budur.
c) Sütre
terkedilebilir. Bu kavil İmam-ı Mâlik 'den nakledilmiştir. Atâ' dahî:
«Sütrenin terkedilmesinde bir beis yoktur.» demiştir.
Buhârî Sarihi Aynî bu
hususta on nevî söz olduğunu kaydediyor ve bunları şöyle sıralıyor:
a) Sütre
dikmenin vacip olup olmadığı hakkında;
b) Geçilmesi
mekruh olan yerin
mikdân hakkındadır. Bâzılarına göre; geçilmesi mekruh olan yer
secde mahallidir. Bir takımları iki veya üç saff demiş; başkaları üç argın;
daha başkaları beş arşın olduğunu söylemişlerdir. Kırk arşın olduğunu
söyleyenler deNvardır. îmam Şafiî ile
îmam Ahmed b.
Hanbel'e göre üç arşındır.
îmam Mâlik bu ciheti bir mikdarla tâyin etmemiştir.
Yalnız rükû' ve sücûd yapabilecek ve önünden geçeni defedebilecek kadar yer
olması îcab eder.
c)
Ovada namaz kılan
kimseye sütre kullanmak
müstehabdır. Ebû Dâvûd 'un Hz. Ebû Hüreyre 'den rivayet ettiği bir
hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Biriniz namaz
kılacağı zaman yüzünün karşısına bir şey diksin; bir şey bulamazsa bir sopa
diksin. Sopasıda yoksa bir çizgi çizsin. Böyle yaparsa önünden geçenin ona bir
zararı olmaz.» buyurmuşdur. Mezkûr hadîsi İbni Hibbân (Sahih) inde tahric
etmiştir. Îbnü'1-Medîni ile Ahmed b. Hanbe1'in onu sahîh buldukları rivayet
olunmuşsa da Kaadı İyâz onun zayıf olduğunu söylemişdir. Süfyân b. Uyeyne,
İsmail b. Ümeyye, îmam-ı Şâfİî ve Nevevî
onun zayıf olduğuna işaret etmişlerdir.
d) Sütrenin
mikdân hakkındadır. Sütrenin bir arşın veya daha fazla uzun olması lâzım
geldiğini az yukarıda görmüştük.
e) Sütrenin
kalınlığı bir parmak kadar olmalıdır. Çünkü daha ince olan bir çubuk uzaktan
görünmez.
g) Namaz
kılan sütreye yakın durmalıdır. Bu hususta da az yukarıda söz geçmişti.
h) Sütre yâ
sağ kaşın yahut sol kaşın hizasına dikilmelidir. ,
i) İmamın
sütresi cemaata da sütre sayılır
j) Sütrede
Hanefîler'e göre muteber olan, onu yere yatırmak veya onunla yere çizgi çizmek
değil yere dikmekdir. Çünkü maksat, Önünden geçenleri menetmekdir. Bu ise
sopayı yere yatırmak veya çizgi çizmekle hâsıl olamaz. Mâamâfîh yer sert olur
da sopayı dikmeye imkân bulunamazsa onlara göre sopa uzunluğuna yere
yatırılır. Çünkü hadîsde yere dikmek zikredildiği gibi yatırmak da
zikredilmiştir. Fakat çizgi hakkında bir şey vârid olmamışdır. Zâten çizginin
varlığı ile yokluğu müsavidir. Uzakdan görünmez. îmam Şafiî vere dikilecek bir
şey bulunamadiği zaman uzunluğuna yere
bir hat çizileceğine kail olmuşdur. Fakat Cumhur çizgi çizmeyi bâtıl
addetmişlerdir. Nitekim İmam-ı Şafiî dahî sonraları bu sözünden dönmüşdür.
k)
Hanefîler'e göre: Gaspedilmiş bir sopadan sütre olabilir. İmam-ı Ahmed'e göre
ise gasp edilen sütre ile kılınan namaz bâtıl olur. Ona göre; gasp edilen
elbise içinde kılman namazın hükmü de budur.
2- Namaz
kılan kimsenin, önünden geçeni defetmesi vacip midir, yoksa mendûp mu? suâline
Nevevî şu cevâbı vermişdir: «Bu mesele kuvvetle mendûpdır. Fukâhâ'dan
ona vâcibdir deyeni bilmiyorum.»
Zahirîlere göre önünden geçeni defetmek vâcibdir. Çünkü emrin zahiri bunu
göstermektedir. Nevevî yâ zahirîlerin bu kavlini görmemiş; yahut onların
muhalefetine kulak asmamışdır.
İbni Battal diyor ki:
«Ulemâ namaz kılanın önünden geçeni defetmesi sütreye karşı kıldığı zamandır;
sütresiz kılarsa niş bir la-sarrufda bulunamaz, çünkü o yerden geçmek herkese
mübahdır. Binâenaleyh oradan geçeni menetmeye dak kazanması için bir delîl
lâzımdır. O da sütredir... demişlerdir.»
3- Önünden
geçen kimseyi menetmek için onun yanma kadar gitmek caiz değildir. Onu ancak
bulunduğu yerden defedebilir. Çünkü yürümenin mefsedeti o kimsenin geçmesinden
daha büyüktür. Uzakdan geçen yâ işaret yâ teşbihle menedilir. İkisi birden
yapılamaz.
Îmâmü'l-Haremeyn'e,
göre önünden geçen kimseyi muhakkak itip kakmak suretiyle defetmek şart
değildir. Bilâkis geçen kimsenin göğsüne hafifçe dokunmak ve işaret etmek
kâfidir. Rûyânî'ye göre ise; geçenin ölümüyle neticelense bile onu ısrarla
önlemek îcab eder. Bâzıları: «Menetmekden daha şiddetli, fakat namazı
bozmayacak derecede itmek gerekir.» demişlerdir. İmam Mâlik'le Ahmed b. Hanbel'in
meşhur olan mezhepleri budur. Bu bâbda daha başka sözler de vardır.
Namaz kılanın önünden
kedi gibi işaretten anlamayan bir hayvan geçse Mâlikîler'e göre onu ayakla
yahut sütreye yapıştırmak suretiyle defetmek gerekir.
4- Namaz
kılanın önünden geçmek isteyen kimse bu inadında isrâr ederse kendisi ile
çarpışma yapılır mı yapılmaz mı meselesine
Kaad îyâz şu cevabı vermişdir: «Silâhla mukâtele yahut
ölümüne müncer olacak bir âletle çarpışma lâzım değildir. Ama caiz bir şeyle
defetmeye çalışırken o kimse ölse bütün ulemânın ittifakı ile kısas îcab etmez.
Diyetini ödemek lâzım gelip gelmiyeceği hususunda ulemâ iki mezhebe ayrıîmışlardır.»
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in hadîs-i şerif de: «Onunla mukâtele etsin» buyurması
Cumhur-u Ulemâya göre zorla defetsin manasınadır. Bundan öldürmenin caiz
olacağı mânâsı çıkmaz; çünkü maksat namaz kılanın önünden geçmenin pek çirkin
bir şey olduğunu mübalağalı bir şekilde anlatmakdır. Şâfiîler'den bir cemâat
namaz kılan kimsenin önünden geçenle hakîkaten mukâtele edeceğine yâni onu öldürebileceğine
kail olmuşlarsa da İbnü'l-Ara bî bu sözü reddetmiş ve mukateleden muradın
müdâfaa olduğunu söylemişdir. t bnül1 Münzir'e göre ilk geçmek istediğinde
göğsüne dokunmak suretiyle meneder. Bundan anlamazsa ikincide mukatale eder ki,
müdâfaadan murâd da budur. Bâzıları üç defa menettikten sonra yine sözden
anlamazsa ondan sonra mukâtele edileceğini söylemişlerdir. Hattâ: «Bundan
murâd: namaz bittikten sonra o kimseyi muaheze etmekdir.» diyenler de
olmuşdur.
5- Namazda
pire öldürmek, vücudu kaşımak, hafif vurmak suretiyle akrep öldürmek gibi
şeyler âmel-i kesîr derecesini bulmamak şartı ile caizdirler.
6- Namaz
kılanın önünden geçen kimse onu Rabbine münâcâtdan alakoyduğu için şeytân
gibidir.
Dinde fitne çıkaran
kimseye şeytân denilebilir.
7- Hüküm
isimlere değil mânâlara göre verilir. Çünkü namaz kılanın Önünden geçmekle bir
kimsenin hakîkaten şeytân olması mümkün değildir.
8-
Mefsedetleri def için evvelâ en hafif çâreye başvurulur.
9- Dâvaların
hâkim huzurunda yapılması şarttır. Hiç bir kimse hasmından hod be hod intikam
alamaz,
10- Âdil
râvînin rivayeti makbuldür.
261- (507)
Bize Yayhâ b. Yahya rivayet etti. (Dedi M): Mâük'e, Ebü'n-Nadr'dan dinlediğim,
onun da Büsr b. Saîd'den naklen rivayet ettiği şu hadisi okudum: Zeyd h. Hâlid
El-Cühenî [106], Büsr'ü namaz kılanın
önünden geçen hakkında Besûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) den ne işitmiş!
diye sormak üzere Ebû CÜheym'e göndermiş. Ebû Cfl-heym [107] şunları söylemiş: Resûlfillah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Namaz kılanın önünden
geçen kimse ne derece vebal yüklendiğini bilse onun için kırk yıl beklemek
önünden geçmekden daha hayırlı olurdu.» buyurdular.
Ebû'n-Nadr: «Kırk gün
mü, kırk ay mı yoksa kırk yıl mı? dedi; bilmiyorum» demiş.
(...) Bize
Abdullah b. Haşİm b. Hayyân El-Abdî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî',
Süfyân'dan ,o da Salim Ebu'n-Nadr'dan, o da Btisr b. Said'den naklen rivayet
etti ki, Zeyd b. Halid El-Cuhenî Peygamber (Salkûlahü Aleyhi ve Sellem) 'den ne
duydun? diye sormak üzere. Ebû Cüheym El-Ensârî'ye haber göndermiş. Müteakiben
râvi Mâlik hadisi gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsi bütün
Kütüb-ü Sitte sahipleri tahric etmişlerdir. Hadisin bâzı rivayetlerinde
meseleyi sormak için adam gönderen zât ile kendisine adam gönderilenin
isimleri maklûb zikredilmişse de İmam Mâ1ik'in «El-Muvatta- 'mda bu husûsda hiç
bir ihtilâf gösterilmemiştir. Meseleyi sormak için Büsr b. Saîd'i gönderen Zeyd
b. Hâlid El - Cühenî'dir. Zeyd, Büsr'ü, Ebû Cüheym'e göndermişdir. Nitekim Mü
si imin buradaki rivayetinde ve
îbni Mâce ile başkalarının rivayetlerinde de sened
böyledir.
Rivayetlerin bâzısında
kırk yıl mes'elesi sene zikredilmeksizin sâdece kırk, diye itlak edilmiş, bâzısında
kırk yıl yahut kırk ay yahut kırk sabah yahut kırk saat denilmiş; bir
takımlarında bunun yerine daha başka tâbirler kullanılmıştır. Meselâ İbni Hibbâ
n'ın Hz. Ebû Hüreyre'den tahric ettiği rivayette: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem) :
«Biriniz namaz
kılarken din kardeşinin önünden geçmekte ne derece büyük günah olduğunu bilse,
yüz sene yerinde durması onun Önünden bir adım atmakdan kendisine daha hayırlı
gelirdi.» buyurdular... denilmiş. Taberânî 'nin rivayetinde: Namaz kılanın
önünden geçen kimsenin kıyamet gününde kuru bir ağaç olmak isteyeceği
zikredilmişdir. Bâzı rivayetlerde bunun yerine: «Namaz kılanın önünden geçen
kimse üzerine ne derece vebal aldığını bilse uyluğunun kırılmasına razı olur
da onun Önünden geçmezdi!» denilmiştir. Kâ'bu'l-Ahbâr: «Namaz kılanın Önünden
geçen kimsenin yere batması onun önünden geçmesinden daha hayırlıdır.»
demişdir. Bütün bunlar namaz kılanın Önünden kasden geçmenin pek çirkin bir
hareket olduğunu göstermektedirler. Sütrenin dış yanından geçmek memnu
değildir.
Namaz kılan kimsenin
önünden geçerek günâhını üzerine almaktan-sa uzun müddet yerinde durup geçmemek
daha hayırlıdır. Bu müddet rivayetlerin bâzılarında kırk, bâzılarında yüz yılla
temsil edilmişdir. Kirman î'nin beyânma göre; kırk yılla temsilin hikmetini
yalnız Allah bilirse de, insanın geçirdiği her tavır kırk adediyle kemâl
bulduğu için kırk adedinin zikredilmiş olması muhtemeldir. Aynî'ye göre; yüz
adedinin zikredilmesi de ondan sonra gelen binlere nisbetle ortada bulunduğu
için olsa gerektir. Bittabi her şeyin en hayırlısı orta derecede
olanıdır.
1- Namaz
kılan bir kimsenin önünden geçmek çirkin bir şeydir; ve günahtır. Nevevî :Bu
hadîsde namaz kılanın önünden geçmenin
haram kılındığına delil vardır.» diyor, önünden geçmenin hûdûdu ihtilaflıdır. Bâzılarına göre; memnu olan
yer namaz kılan kimse ile secde edeceği
yer arasıdır. Bâzıları bunun namaz kılandan itibaren üç arşın, bir takımları
da bir taş atımı kadar bir mesafe olduğunu söylemişlerdir.
2- îbni Battâl'a göre: Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi
veSetiem) in: «Bilmiş olsa» tâbirinden buradaki nehyin bile bile geçenlere
mahsus olduğu anlaşılır. Bâzıları bunu baîd görmüş ise de îbni Ba11â Tın
mutâlasına bir diyecek yoktur. Çünkü hadîsin ibaresinde geçen «lev» kelimesi
şart ifâde eder. Binaenaleyh şart bulunmayınca ona terettüp edecek hüküm de
bulunmaz. Yânî; namaz kılanın önünden geçmenin memnu olduğunu bilmeyen bir
kimsenin oradan geçmekle günahkâr olmaması lâzım gelir.
3- Hadîsdeki
nehy bütün namaz kılanlara âmm ve şâmildir. Bâzı kimselerin onu yalnız imam ve
münferiden kılana tahsis etmeleri yersizdir.
4- İlmi
araştırmak ve elde etmek için peşinde adam göndermek meşrû'dur.
5- İstinabe
caizdir. Yâni; bir kimse kendi yerine başkasını naip tâyin edebilir.
6- Ulemânın
ilmi birbirlerinden almaları meşrû'dur.
7- Haber-i
vâbit makbuldür.
262- (508)
Bana Yâkûb b. İbrahim Ed-Devrakî rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Ebî Hâzim
rivayet etti. (Dedi ki): Bana babam, Sehl b. Sa'd Es-Sâidi'den rivayet etti.
Demiş ki: Resulü11âh (Sallaîlahü Aleyhi ve Setlem) in namaz kıldığı yerle duvar
arasında bir koyun geçecek kadar yer vardı.
263- (509)
Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. El-Mûscnııâ rivayet ettiler. Lâfız İbnü'l-Müsennâ'nındır.
İshak (Bize haber verdi) tâbîrini kullandı. İbnü'l-Müsennâ: Bize Hammâd b.
Mes'ade [108], Yezİd'den (yâni îbni
Ebî Ubeyd'den) o da Seleme'den —ki Ibnü'1-Ekvâ' [109]
dır.— naklen rivayet etti: Seleme mushafm konduğu yeri araştırır; orada nafile
namaz kılarmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de bu yeri
araştırdığını söylemiş. Mezkûr yer minberle kıble arasmda koyun geçecek kadar
bir yermiş.
264- (...)
Bize bu hadisi Muhammed b. EI-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mekkî
rivayet etti. Dedi ki: Bize Yezîd haber verdi. Dedi ki: Seleme mushafın
bulunduğu yerdeki direğin yanında namaz kılmağa çalışırdı. Ben kendisine: Yâ
Ebâ Müslim! görüyorum ki; hep bu direğin yanında namaz kılmağa çalışıyorsun;
dedim. Seleme: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu direğin yanında
namaz kılmayı ihtiyar ettiğini gördüm (de onun için böyle yapıyorum) cevâbını
verdi.
Bu rivayetleri Buhârî
«Kitâbu's-Salât»'da biri birine yakın yerlerde tahrîc ettiği gibi birinci
rivayeti Ebû Dâvûd dahî «İÜ-1 tâbu's-Salât-'da, ikinci rivayeti İbni Mâce yine
«Kitâbu's-SalâU'da tahrîc etmişlerdir.
Anlaşılıyor ki
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz minberin yanı basma durarak
cemaata imam oluyormuş. Çünkü Mescid-i Nebevî'de mrhrâb yoktu. Minberle kıble
duvarının arasmda da koyun geçecek kadar bir aralık vardı. Bunun sebebi ilk
saffda olanların birbirlerini görebilmeleridir.
İkinci rivayette de
işaret edildiği vecihle: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
mescidinde mushafm konulmasına mahsus bir yer vardı. Bu yer Hz. Osman
zamanından beri malum idi. Hadîsin bir rivayetinde Sandığın arkasında namaz
kılardı.» denilmesine bakılırsa mushafın bir sandık içine yerleştirildiği ve
bir direğin yanma konulduğu anlaşılıyor. Yanma mushaf sandığı yerleştirilen
direk «muhacirler direği» nâmı ile mârufdur. Çünkü muhacirler bu direğin
yanında toplanırlarmış. Ebû Müslim Hz. Selemetü'bnü Ekva'ın künyesi-dir.
Hadîsden anlaşılıyor kî BesûlüUah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) vaktiyle o
direğin yanında namaz kılarmış, bilâhara Hz. Seleme dahî te-berrüken onun
kıldığı yerde namaz kılmak için orasının boş olmasını kol-larnuş.
Hz. Âişe'nin:
«İnsanlar bu direği bilseler onun yanına durmak için birbirlerine ok
atarlardı!» dediği ve onu gizlice îbni Zübeyr'e söylediği rivayet olunur. Onun
için Îbni Zübeyr (Radiyallahû anh) bu direğin yanında çok namaz kılarmış.
Îbni Battal:
«Resûlüllah (Sallallakii Aleyhi ve Sellem) sahrada değnekten sütre yaptığına
göre mescidin direğini kendisine sütre yapması evleviyette kalır. Çünkü sütre
yapmak için direk değnekden daha muhkemdir» diyor. Bundan da anlaşılıyor ki
Peygamber (Sallallahü Aleyhi veSellem) Efendimiz direği sütre olarak
kullanırmış.
1- İmam'm
sütreye yakın durması matlûbdur. Mâlikiyye ulemâsından Ibni'l-Kaasim'in
îmam-ı Mâlik 'den rivayetine göre;
imamla sütre arasında iki saff sığacak kadar mesafe bulunması doğru değildir.
Kurtubî bu babdâ
şunları söylemişdir: «Ulemâdan bâzılan (koyun geçecek kadar aralık)
bulunduğunu bildiren hadîsi ayakta bulunduğu zamana, bu bâbdaki Bilâl hadîsini
de Kabe'de namaz kıldığı zamana hamletmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) kendisi ile kıble arasında rükû' ve secde hâlinde üç arşına yakın mesafe
birakmışdı. îm&m-i Mâ1ik bu husûsda bir had tâyin etmemişdir. Bu mesafe
rükû' ve sücûda elverecek ve önünden geçeni def edebilecek mikdârda olmalıdır.
Bâzıları imamla sütre
arasındaki mesafeyi bir karış; diğerleri üç arşın olmakla takyîd etmişlerdir.
îmâm-ı Şafiî ile Ahmed b. Hanbe1'in, Atâ ve riğer bâzı ulemânın kavilleri
budur. Bâzıları mezkûr mesafenin altı arşın olacağını söylemişlerdir.
2- Mescidin
muayyen bir yerinde bir fazilet olduğu zaman dâima orada namaz kılmakda beis
yokdur. Devamlı surette ayni yerde namaz kılmakdan nehy eden hadîsler o yerde
husûsi bir fazilet olmadığına göre vârid olmuşdur. Binâenaleyh tedris, fetva,
vâ'z v.s. gibi vazifeleri îfâ için mescidde bir yer tahsis etmek mekruh değil
bilakis müstehabdır.
3- Mescid
direklerinin yanında namaz kılmak caizdir. Bu takdirde direği önüne alarak
namaza durmak müstehab olursa da efdâl olan bunu âdet edinmemek ve direği
sağına yahut soluna almakdır. îmam Mâlik 'den bîr rivayete göre özürsüz mescid
direkleri arasında namaz kılmak mekruhdur. Kerahetin sebebi direğin saffi
kesmesidir.
265- (510)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi M): tsmâil b. Uleyye rivayet
etti. H.
Dedi ki: Bana Züfaeyr
b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki): Bize İsmail b. İbrahim, Yûnus'dan, o da Humeyd
b. Hilâl'dan, o da Abdullah b. Sâmid'den [110]» o
da Ebû Zerr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) :
«Biriniz namaz kılmaya
kalktığı zaman önünde semerin arica kaşı kadar bir şey bulunursa o kendisine
sötro olur. Eğer Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunmazsa o kimsenin
namazını eşek, kadın ve kara köpek (den birinin geçmesi) bozar.» buyurdular.
Ben: «Yâ Ebâ Zerrî
Siyah köpeğin, kırmızı köpekden, sarı köpekden farkı nedir ki?» dedim Ebû Zerr:
— Ey kardeşim oğlu!
senin bana sorduğun gibi bunu ben de Resû-lÜUah (Satlatlahü Aleyhi ve
Sellem)'e sordum da:
«Kara köpek
şeytandır.» buyurdular; dedi.
(...) Bize
Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki): Bize Süleyman b. Muğîre rivayet etti.
H.
Dedi ki: Bize Muhammed
b. El-Müsennâ ile tbn Beşşâr dahi rivayeti ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed
b. Câ'fer rivayet etti. (Dedi ki): Bize Şu'be rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize tshâk b.
İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vehb b. Cerîr haber verdi. (Dedi ki):
Bize babam rivayet etti, H.
Dedi ki: Bize yine
tshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu'temir b. Süleyman haber verdi. Dedi ki:
Ben Selm b. EM'z-ZeyyâTden [111]
dinledim. H.
Dedi ki: Bana Yûsuf b.
Hammâd El-Ma'nîy [112]
dahi rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ziyâd EI-Bekkâî, Âsım-ı Ahvel'den rivayet
etti. Bunların hepsi Humeyd b. HilâTden, Yûnus'un isnadı ile onun hadîsi gibi
rivayette bulunmuşlardır.
266- (511)
Bize İshâk b. tbrâhim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mahzunu haber verdi. (Dedi
ki): Bize Abdülvâhid [113] -ki
İbni Ziyâd'dır- rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ubeydullah b. Abdillâh b. Esam
rivayet etti (Dedi ki): Bize Yezid b. Esam, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Namazı kadın, eşek ve
köpek bozar. Bunu semerin arka kaşı kadaı bir şey korur.» buyurdular.
Bu rivayetlerde zikri
geçen üç şeyin namazı bozup bozmadığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzıları
bunlarla namazın hakîkaten bozul'duğuna kail olmuşlardır. İmam Ahmed b. Hanbel
(Rahimehuliah) «Namazı kara köpeğin geçmesi bozar. Ama eşekle kadının bozup
bozmayacağı hususunda kalbimde bir şüphe var.» demişdir. îmam Ahmed'in kavli
şöyle izah olunur: Köpek hakkında bu hadîse muarız hiç bir rivayet yoktur.
Binâenaleyh namaz kılanın önünden köpeğin geçmesi namazı bozar. Kadınla eşeğe
gelince: buradaki rivayetler onların geçmesiyle de namazın bozulacağını ifâde
ediyorsa da az sonra görüleceği vecihle kadın hakkındaki Hz. Âişe hadîsi
bunlara muarızdır. Eşek hakkındaki İbni Abbâs (RadiyaUahû anh) 'in rivayet
ettiği hadîsi de az yukarıda görmüşdük. Bu sebeple İmam Ahmed bunlar hakkında
şüphesi bulunduğunu söylemiştir.
îmam-ı Âzam, îmam
Mâlik, îmam Şafiî hazerâtı ile Selef ve Halefin cumhuruna göre: namaz kılanın
önünden köpek, kadın, eşek ve daha başka bir şey'in geçmesi ile namaz
bozulmaz. Bu zevat babımız rivayetini te'vîl etmiş ve buradaki namazın
bozulmasından murâd bunlar sebebiyle namazın noksanlaşması olduğunu söylemişlerdir.
Bâzıları bu hadîsin:
«Kişinin namazını hiç
bir şey bozamaz...» hadîsi ile neshedüdiğini söylemişlerdir.
Hadîs'de zikri geçen
şeylerle namazın bozulduğuna kail olanlar namazın bozulmasına sebep bu üç
şeyin şeytân mânâsında olmasını gösterirler ve: «Köpeğin şeytan olduğu nass-ı
hadîsle sabittir. Kadının şeytanlığı da şeytân suretinde görünmesinde ve
kurduğu tuzaklardadır. Eşeğin şeytan olması ise Nuh (Aleyhisselâm)'a gemide
iken şeytânın eşek suretinde gelmesindendir. Sonra bunların üçünde de necaset
jnaft* nâsı vardır. Köpek necis'dir. Kadın hayız gördüğü için onun da necasetle
alâkası vardır. Eşek dahî necis olduğu için yenmez. Şeytan da necis'dir. Onun
için bunlara şeytan denilmişdir.» derler.
«Namaz kılanın önünden
geçen hiç bir şey namazı bozmaz» diyenler buradaki rivayetleri bozulma korkusu
hususunda mubâlega mânâsına hamletmişlerdir. Çünkü namaz kılan kimse önünden
geçenle meşr gûl olacağı için namazının fesadından korkulur. Yahut buradaki
bozmak-dan murâd namaza verilen dikkat ve ehemmiyeti bozmaktır. Çünkü şeytan
vesvese verir. Kadın fitneye sebep olur, köpekle eşek dahî seslerinin
çirkinliği dolayısıyle teşviş ve nefrete sebep olurlar.
İmam Nevevî nesh
meselesini vârid görmemektedir. Çünkü zikredildiği vecihle hadîslerin aralarım
bulmak mümkündür. Nesh'e ise ancak bu mümkün olmadığı zaman başvurulur. Sonra
Nesh iddiası için târih bilinmesi şarttır. Buradaki hadîslerin hangisi evvel,
hangisi sonra vârid olduğu bilinememektedir. Bu sebeple Nesh iddiası doğru
değildir.
267- (512)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd ve Zti-heyr b. Harb rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Süfyân b. Uyeyne, Zührî'-den, o da UrVe'den, o da
Âişe'den naklen rivayet etti. ki; «Aişe Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)
geceleyin namaz lalar, ben de onunla kıble arasına cenaze gibi aykırı uzanmış
bulunurdum.» demiş.
268- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî', Hişâm'dan, o
da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Aişe şöyle demiş: «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Setlem) bütün gece namazlarını kılar, ben de kıble ile
onun- arasında aykırı olarak uzanmış bulunurdum. Vitiri kılmak istediği zaman
beni uyandırır, onu ben de kılardım.»
269- (...)
Bana Amr. b. Ali rivayet etti. (Dedi ki): Bize Muhammed b. Câ'fer rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Şu'be, Ebû Bekir b. Hafs'dan, o da Urvetü*bnü Zübeyr'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Âişe (Bize):
— Namazı ne bozar?., diye sordu.
— Kadınla eşek (bozar) dedik. Bunun üzerine
Âişe:
— Hakikaten kadın (size göre) pek kötü bir
hayvandır. V&Hâhi ben kendimin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Setlem) namaz kılarken
cenaze gibi onun önüne aykırı uzandığımı görmiişümdür.» dedi.
270- (...)
Bize AmrÜ'n-Nâkıd İle Ebû Saîd El-Eşecc rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hafs
b. Gıyâs rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Ömer b.
Hafs b. Gıyâs da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki): Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki): Bize A'raeş rivayet etti. (Dedi ki): Bana İbrahim, Esved'den,
o da Âİşe'den naklen rivayet etti.
Â'meş demiş ki: Bana
Müslim de, Mesrûk'dan, o da Âİşe'den naklen rivayet etti. Âişe'nin yanında
namazı bozan şeyler (den) köpek, eşek ve kadın zikredilmiş de şöyle demiş:
«Bizi eşeklerle köpeklere benzettiniz. Vallahi ben Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i namaz kılarken, gördüm; halbuki kendim serîr üzerinde onunla
kıble arasına uzançpış yette idim. Bu halde iken hacetim gelir; fakat ben
oturup da Besûlflfian (SaUalhhü Aleyhi ve Sellem) 'e eziyet vermekden
çekindiğim için şeririn ayaklan tarafından sıyırılıp çıkardım.»
271- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki): Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da
İbrahim'den, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Aişe şöyle
demiş: -Siz bizi köpeklerle, eşeklerle bir tuttunuz! Vallahi ben şerir
üzerinde uzanıp yattığımı bilirim. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
gelir de şeririn ortasına durarak namaz kılardı. Ben onun karşısına gelmekten
çekinir; şeririn ayaklan tarafından yorganımdan sıyrılırdım.
272- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebu'n-Nadır'dan dinlediğim,
onun da Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân'dan, o-nun da Âişe'den naklen rivayet
ettiği şu hadisi okudum: Aişe şöyle demiş: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in huzurunda ayaklarım kıblesine gelmek suretiyle yatardım. Secde
ettiği zaman beni dürter, ben de ayaklarımı çekerdim. O secdeden kalktığı zaman
ayaklarımı yine uzatırdım. O zaman evlerde (Henüz) kandiller yoktu.
Bu hadîsi Buhâri
«Kİtâbü's-Salât» in muhtelif yerlerinde kimi uzun kimi kısa olmak üzere
muhtelif vecihlerden rivayet ettiği gibi, Ebû Dâvûd ile Nesâî ve îbni Mâce dahî
«Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Hz. Âişe'nin «Ben
cenaze gibi Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile kıblesinin arasına
aykırı uzanırdım» sözünden muradı, mu-sallâ'da namazı kılınan bir cenaze nasıl
cemâatin Önüne aykırı olarak yatırılır da başı cemaatın sağ taraflarına,
ayaklan sol taraflarına gelirse, ben de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in önüne ayni şekilde yatar; uyurdum... demektir.
Hadîs-i şerif yerine
göre muhtelif ibarelerle rivayet edilmişdir. Bu cümleden olmak üzere
rivayetlerin bâzılarında Âişe (Radiyatlahû anha) nın: «Bizi eşeklerle,
köpeklere benzettiniz.» başka bir rivayette: «Bizi köpek yaptınız.» diğer bir
rivayette: «Bizi köpeklerle, eşeklerle bir tuttunuz.» dediği görülmektedir.
Tahavî, bu hadîsi yedi sahih tarîk'dan rivayet
etmişdir.
1- Erkek,
kadına karşı namaz kılabilir. Kadının onun karşısında bulunması namazını
bozmaz. Ulemâdan bâzıları Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden başkalarına bunu mekruh görmüşlerdir. Çünkü karşısında kadını
görmek fitneye sebepdir. Namaz kılanın kalbi onunla meşgul olur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise; böyle
şeylerden münezzehdir. Onun için kadına karşı namaz kılmak kendilerine mekruh
değildir. Kıldığı namazın gece namazı olduğu tasrîh edilmekte ve o zaman
şimdiki gibi kandiller bulunmadığı
rivayetlerin birinde bildirilmektedir. Şu hâlde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) *m karşısındaki kadını zâten görmediği anlaşılıyor.
2- Uyuyan
bir kimseyi namaz için uyandırmak müstehabdır.
3- Namaza
amel-i kâlil (yani namaz dışı az bir işle meşgul olmak) zarar etmez.
4- Uyuyan
gir kimseye karşı namazı kılmak caizdir. Bâzıları bunu mekruh görmüş ve İbni
Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunan: «Uyuyan kimsenin ve
konuşanın arkasında namaz kılmayın!» hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Ancak bu
hadîs zayıftır. Bu bâbda başka hadîsler varsa da onlar da zayıftırlar.
5- Hanefilere diğer
bâzı ulemâ Hz. Âişe'nin : «Resûlüllah
{Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) beni dürterdi.» sözü ile istidlal ederek kadına dokunmanın abdesti
bozmıyacağına kail olmuşlardır.
6- Yatak
üzerinde namaz kılmak caizdir. Fakat mes'ele yine de ihtilaflıdır. İmam Âzam
ile Şafiî Hazretlerine göre yaygı, kilim ve halı gibi şeyler üzerinde namaz
kılınabilir. Ebû'd-Derdâ' (Radiyallahû anh)
'in: «Birbiri üzerine serilmiş altı tane halı üzerinde namaz kıl sam
hiç aldırış etmem!» dediği; İbni
Abbâs Hazretlerinin evi tamâmiyle
kaplayan bir halı üzerinde namaz kıldığı rivayet olunur. Ashâb-ı kirâm'dan Ebû
Vâil ile Ömer b. Hattat (Radiyallahû
anhûma)ve tabiînden Atâ ile Saîd b.
Cübeyr hazerâtı dahî halı üzerinde namaz kılmışlardır. Hasan-ı
Basrî: «Halı üzerinde namaz kılmak da beis yoktur.» demiştir.
Ashâb-ı kirâm'dan
Câbir b. Abdillâh, Ali b. Ebi Tâlib, Ebu'd-Derdâ1 ve Abdullah b. Mes'ud
(Radiyallahû anhûm) hazerâtı kıldan yapma yaygı üzerinde namaz kılar-larmış.
îmam-ı Mâlik: «Başı ve elleri yere koymak şartı ile yün ve kıldan mamul seccade
üzerinde namaz kılmakda bir beis görmem» demiştir.
7 - Gece
namazı kılmak müstehabdır.
8- Vitir
namazını gecenin sonuna doğru tehîr etmek müstehabdır. Ancak bunun için yâ
bizzat uyanacağına güvenmek, yahut uyandıracak bir kimsesi bulunmak lâzımdır.
Aksi takdirde uyumadan vitir'i kılmak evlâ olur.
9- Hz. Âişe:
«O zaman evlerde kandiller yoktu.» sözü ile özür beyân etmek istemişdir. Bu
sözün mânası: «Eğer kandil olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in hareketlerini görür,
secde edeceği zaman ayağımı çekerdim.» demektir.
273- (513)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Hâ-lid b. Abdillâh haber
verdi. H.
Dedi ki: Bize Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Abbâd b. Avvâm rivayet
etti. Bunlar ikisi birden Şeybâni'den, o da Abdullah b. Şeddâd b. Hâd'dan
naklen rivayet etmişlerdir. Abdullah demiş ki: Bana Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) namaz kılar, ben de hayzlı olduğum halde onun hizasında
bulunurdum. Çok defa secde ettiğinde elbisesi bana dokunurdu.»
274- (514)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Züheyr dedi
ki: Bize Vekî' rivayet etti. (Dedi ki): Bize Tal-hatü'bnü Yahya, Ubeydullah b.
Abdillâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Âişe'den dinledim. Şunları söyledi:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılar, ben de ha izli
olduğum halde üzerimde bir futa ile onun yanı başında dururdum. Futanın bir
kısmı yanıbaşında onun ü-zerinde bulunurdu.»
Bu hadîsi Buhârî
«Hayız- «Taharet» ve «Namaz» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce dahi
«Namaz» bahsinde tahrSc etmişlerdir.
1- Hayızlı
kadınla bir arada bulunmak caizdir.
2- Hayızlı
kadının bedeni temizdir.
3- Namaz
kılan bir kimsenin elbisesine kadının dokunması namazına zarar etmez. Bu
hususta kadının temiz veya hayızlı olması müsâ-vî'dir.
4- Kirman!
bu hadîsle istidlal ederek: «Kadınla bir hizada namaz kılmak namazı bozmaz.»
demiş. Ulemâdan bâzıları da bu husûsda ona tabî olmuşdur. Aynî 'nin beyânına
göre Kirmânî bu sözü ile Haneftler'e dokunmak istemiştir. Çünkü onlara göre
kadınla yanyana namaza durmak erkeğin namazım bozar. Lâkin bu mesele
Kirmânî'-nin işaret ettiği gibi mutlak değil bâzı kayıt ve şartlarla
mukayyeddir. O şartlardan biri erkekle kadının namazda edâ ve tahrîme
hususlarında müşterek olmalarıdır. Hadîsde böyle bir şey zikredilmediğine göre
beyân edilen muhâzât yânî yanyana durma Hanefîler'e göre de namaza manî
değildir.
5- Hayızlı
kadının elbisesi temizdir.
Fakat, Cumhur-u
Ulemâya göre insan yüzüne karşı namaz kılmak mekruhdur.
275- (515) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da
Saîd b. El-Müseyyeb'den, onun da Ebu Hü-reyre'den naklen rivayet ettiği şu
hadîsi okudum. Birisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)e bir elbise
içinde namaz kılmanın hükmünü sormuş da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seliem):
«Her birinizin ikişer
elbisesi varmi ki?» buyurmuşlar.
(...) Bana
Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize tbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki): Bana Yûnus haber verdi. H.
Dedi ki: Bana
Abdülmelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki): Bana da babam; dedemden
naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Ukayl b. Hâlid rivayet etti*. Bunların
ikisi de İbni Şihâb'dan, o da Saîd b. El-Müseyyeb ile Ebu Seleme'den, onlar da
Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu
hadîs'in mislini rivayet etmişlerdir.
276- (...)
Bana Amrü'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize İsmail
b. İbrahim, Eyyûb'dan, o da Muhammed b. SS* rîn'den o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş:. Bir zât Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e nida ederek:
— Bizden birimiz bir
tek elbise içinde namaz kılabilir mi? diye sordu. O da:
«Her biriniz iki
elbise bulabilirini ya!» buyurdular.
Bu hadîsi, Buhârî, Ebû
Dâvûd, Nesâi ve İbni Mâce dahî tahrîc etmişlerdir, Tahâvî onu altı tarîkden
rivayet etmişdir.
Hadîs'de Kesûlüllah
(SalîatlahüA^yhiveSellem)'e sual soran zâtın ismi tasrîh edilmemişdir.
Bâzıları bu meselede Abdullah b. Mes'ûd (Radiyallahû anh) ile Hz. Übey b. Kâb'm
ihtilâfa düştüklerini nazarı itibâra alarak soranın İbni Mes'ûd olabileceğini
söylemiş. Bir takımları da Hz Übey'in sormuş olmasmı muhtemel görmüşlerdir.
İbni Mes'ûdile Übey hazerâtının ihtilâfları şu idi: Hz. Übey bir elbise içinde
namaz kılmayı caiz görüyordu, İbni Mesûd (Radiyallahû anh) ise bunun ilk
zamanlara yâni müslümanlann elbise bulamadıkları devirlere âid olduğunu
söylüyor ve şimdi elbise sıkıntısı bulunmadığı için namazm mutlaka iki elbise
içinde kılınması gerektiğini iddia ediyordu. Hz. Ömer, Übey (RodiyaliahÛ anh)
in söylediğini kabul hattâ minbere çıkarak bunu oradan ilân etmiş ve: «Doğrusu
Übeyy'in söylediğidir; tim Mes'ûd'un söylediği doğru değildir.» demiştir.
«Her biriniz iki
elbise bulabilirini ya!» cümlesindeki sual Kaadı Iyâz 'a göre istifham-ı
takriridir. Bu husûsda Kaadı lyâz şöyle demektedir: «İbni Mes'ûd'dan rivayet edilen
bir kavil müstesna, namazın bir elbise içinde caiz olacağında ihtilâf
bulunmadığı gibi iki elbise içinde kılmanın efdâliyeti hususunda da ihtilaf
yokdur. Çünkü Peygamber (Sailallahü Aleyhi veSellem):
«Her birinizin iki
elbisesi varmı ya!» hadîsi ile ruhsata işaret buyur-muşdur. Bu hadîs namazın
bir elbise içinde caiz olacağını takrîr, iki elbise içinde kılmanın
efdaliyetine tenbihdir. «El-Muvatta- da rivayet edilen:
«Her kim iki elbise
bulamazsa bir elbise içinde kılsın!» hadîsi de bunu gösterir.
Sahabenin fiilleri de
ayni hükme delâlet ediyor. İbni Mes'ûd'-dan rivayet edilen kavlin sahih olarak
onun sözü olduğunu bilmiyorum.»
Tahâvî ile diğer bâzı
ulemâya göre bu hadîs'in mânâsı fazla elbisesi bulunduğu halde namaz kılarken
bir elbiseyle iki elbise giymesinin hüküm i'tiban ile müsâvî olduğunu
bildirmekdir. Hat tâ h î diyor ki:
«Bu hadîsin lâfzı sual
ise de mânâsı ashabın içinde bulundukları fakru zaruret hâlini ihbardır. Bu
ihbar zımnında fetvada verilmiş ve âdeta: Sizden her birinize avret mahallini
örtmek farz, namaz kılmak da lâzım olduğuna göre herbirinizin yalnız bir tek
elbisesi varsa bu bir elbisenin içinde namaz kılmanın caiz olacağını tıasü
bilmiyorsunuz; denilmiş gibidir.»
Hâsılı: bir
elbise içinde namaz kılmak caiz, fakat iki elbise içinde kılmak efdaldır. Bu
husûsda ulemânın ittifakı vardır. Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile
Ashabı Kirâm'ın bazen bir elbise içinde namaz kılmaları başkasını
bulamadıklarından, bazen de bunun caiz olduğunu göstermek'istediklerindendir.
Nitekim Câbir (Radiyaîîahû anh) bir elbise içinde namaz kılmış ve bunun
sebebini: «Câhiller beni görsün diye yaptım; yoksa iki elbise içinde kılmak
efdaldır.* diye izah etmişdir.
277- (516)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrü'n-Nâkıd ve Zü-heyr b. Harb iopdan İbni
Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân, Ebû'z-Zinâd'dan, o da
A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Sîzden biriniz bir
tek elbise içinde, omuzlarında o elbiseden bir şey bulunmadığı halde namaz
kılamaz» buyurmuşlar.
278- (517)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ebû Üsfi-me, Hişâm b. Urve'den, o
da babasından, naklen rivayet etti. Babasına da Ömer İbnü Ebi Seleme [114]
haber vermiş. Demiş ki:
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i Ününü Seleme'nin evinde bir tek elbiseye
sarınmış ve iki tarafını omuzları üzerine atmış olarak namaz kılarken gördüm.»
(;..) Bize
Ku hadîsi Ebû Bekir b. EM Şeybe ile tshâk b. İbrahim de Vekî'den rivayet
ettiler. Yeki* demiş ki: Bize Hişâm b. Urve bu isnadla rivayet etti. Yalnız o:
-Müteveşşİh olarak*» dedi: «Müştemil olarak» demedi.
279- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki): Bize Ham-mâd b. Zeyd, Hişâm b.
Urve'den, o da babasından, o da Ömer b. Ebî Seleme'den naklen haber verdi.
Şöyle demiş:
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i ÜmmÜ Seleme'nin evinde bir elbisenin içinde,
iki ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılarken gördüm.»
280- (...)
Bize Kuteybetü'bnu Saîd ile îsâ b. Hammâd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Leys, Yahya b. Saîd'den, o da Ebu Ümâmete'bnü Sehl b. Huneyf den, o da Ömer b.
Ebî Seleme'den naklen rivayet etti. Ömer, şöyle demiş:
«Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'i bir tek elbise içinde ona sarınmış ve iki
ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılarken gördüm.»
îsâ b. Hammâd kendi
rivayetinde: «Omuzları Üzerine dedi.» ifadesini ziyâde etmişdir.
281- (518)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki): Bize Vekî' rivayet etti.
(Dedi ki): Bize Süfyân Ebü'z-Zübeyr'den, ö da Câbir'den naklen rivayet etti.
Câbir:
«Ben Peygamber (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) 'i bir tek
elbise içinde, ona omuzdan sarınmış olarak namaz kılarken gördüm.» demiş.
282- (...)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki): Bize babam
rivayet etti, (Dedi ki): Bize Siifyân rivayet etti. H.
Dedi ki: Bize Muhammed
b. El-Müsennâ da rivayet etti (Dedi ki): Bize Abdurrahmân, Süfyân'dan rivayet
etti. Hadîsi her iki tarik bu is-nâdla rivayet etmişlerdir.
İbni Nümeyr
hadîsin'de: «Resûlüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Sellem) in yanma girdim dedi.»
ibaresi de vardır.
283- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) Bize tbni Vehb rivayet etti,
(Dedi ki): Bana Amr haber verdi, ona da Zü-beyr El-Mekî rivayet etmiş ki,
kendisi Câbir b. Abdillâh'ı bir elbise içinde, onu boynuna dolamış olarak
namaz kılarken görmüş. Hâlbuki Câ-bir'in elbisesi yanında imiş. Câbir:
Resûlül\ah(Salla!!ahü
Aleyhi ve Sellem) 'in bunu yaptığını gördüğünü» söylemiş.
284- (519)
Bana Anıru'n-Nakîd ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Lâfız Amr'mdır. Bana
İsa b. Tunus rivayet etti. (Dedi ki): Bize A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da
Câbir'den naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana Ebû Saıd-i Hudrî rivayet etti
ki kendisi Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in huzuruna girmiş. Dedi
ki:
— Onu bir hasır
üzerinde namaz kıiarken gördüm. Hasırın üzerine secde ediyordu. Bir de onu bir
elbise içinde, elbiseyi boynuna dolamış olarak namaz kılarken
gördüm.
285- (...) Bize Ebû Bekir
b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâviye
rivayet etti. H.
Dediki: 'Bana bu
hadîs'i Süveyd b. Saîd dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Alî b. Müshir rivayet
etti. Bunların ikisi de A'meş'den bu isnâdla rivâyetde bulunmuşlardır.
Ebû Küreyb'in
rivayetinde: «Elbisenin iki ucunu omuzları üzerine koyarak.» Ebû Bekir ile
Süveyd'in rivayetlerinde ise: «Elbiseyi boynuna dolamış olarak» ifâdeleri
vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü's-Salât»'ın muhtelif yerlerinde: Ebû Hüreyre, Ömer b. Seleme ve Câbir
b. Abdi11âh (Radiyallahû anhûm) 'den tahrîc ettiği gibi Tirmizî Nesâî ve İbni
Mâce. dahî ayni bahisde muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.
Sevb: Elbise
demektir. Kelimenin asıl mânası; dokunmuş bez, keten, ipek ve yün gibi
şeylerdir. O zamanlar tam takım elbise biri izâr, diğeri ridâ olmak üzere iki
sevb'den ibaretti. îzâr; bele bağlanır; ridâ da omuza alınırdı. Bunların ikisi
bir hülle ederdi. Burada Sevb'den murâd ridâdır. Ridâ'nm giyiniş tarzı: Sağ
omuzuna attığı ucu, sol omuzunun altından geçirerek; sol omuzuna attığını da
sol kolunun altından çıkararak iki ucunu ya göğüs üzerinde, yahut sırt
tarafından bağlamakla olur, Bu şekil giyinişe: Teveşşüh, iltifat ve istimal
adları da verilir. BUf^ giyinişde elbisenin bir parsasını boyuna dolayıp
bağlamanın meti, rükû' ederken elbisenin düşmemesi ve namaz kılan kimsenin kendi
avret mahallini görmemesidir.
Fukahâ bir elbise
içinde namaz kılmanın caiz olduğuna ittifak etmişlerdir. Yalnız İbni Mes'ud
(Radiyallahû anh) buna kail olamamış; Tâvûs, İbrâhîmNehaî, bir rivâyetde İmam
Ah-med b. Hanbel, Mâlikiler'den Abdullah b. Vehb, îbni Cerîr-i Taberî de bir tek elbise içinde namaz kılmanın
mekruh olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre bir elbiseden başka giyecek şey
bulamayan kimsenin o elbiseye sarınarak namaz kılması yine mekrûhdur. Sünnet
vecihle kılmış olmak için onu giymiş olması îcab eder. Delilleri Tahâvî'nin
rivayet ettiği İbni Ömer hadîs'idir. Mezkûr hadîs'de Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz namaz kıldığı
vakit iki elbisesini de giysin: Zîrâ huzuruna ziy-nefli çıkmaya en lâyık olan
zât A ilâh'dır. İki elbisesi olmayan kimse namaz kılarken elbisesini giysin.
Yahudiler gibi namaz kılarken ona sarınmasın!»
buyurmuşlardır.
Hadîsi Beyhakî dahî rivayet etmiştir.
Ashabı Kiram ile
Tâbiî'nin ulemâsı bir tek elbise içinde namaz kılınabileceğine kail
olmuşlardır. Ashâb'dan buna kail olanlar: îbni Abbâs, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd-i
Hudrî, AH b. Ebu Tâlib', Muâviyetü'bnü Ebî Süfyân, Enes b. Mâlik, Hâlîd b.
Velîd, Câbir b. Abdillâh, Amma b, Yâsir, Übey b. Kâ'b, Aişe, Esma1ve Ümmü Hânî
(Radtyaltahû anhûm);
Tabiînden de Hasan-ı
Basrî, Muhammed b. Şîrîn, Şâ'bî, Saîd b. El-Müseyyeb, Ebû Seleme t e'bnü
Abdirrahmân, Muhammed b. Hanefiyye, Atâ' b. Ebî Rabâh, tkrime ve Ebû Hanîfe
hazerâtı ile fukahâ'dan Ebû Yûsuf, Muhammed, İmam Mâlik, îmam Şâfiî, bir
rivayet de İmam Ahmed b. Hanbel, İshâh b. Râhuye ve pek çok zevât'dır. Bunlar
babımız hadîsleri ile istidlal etmişlerdir. Hattâ Tahâvî; «Başka elbise
bulduğu hâlde bir tek etbiseye sarınarak namaz kılmanın caiz olduğunu bildiren
hadîsler tevatür derecesini bulmuşdur.» demiş ve bu bâbda 11 sahabeden
rivayetler serdetmiştir. Bundan maada bu bab'da Ebû Hüreyre, Câbir,
Selemetü.bnü Ekvâ', Enes, Amr b. Ebî Esed, Ebû Saîd-i Hudrî, İbni Abbâs, Âişe,
Ümmü Hânî,Ammâr b. Yâsir, Talk b. Alî, Ubâdetü'bnü Sâmit, Huzeyfe, Alî' b. Ebî
Tâlip, Muâz b. Cebel, Muâviyetü'bnü Ebî Süfyân, Ebû Ümâme, Ümmü Habîbe, Ümmü
Fadıl ve daha birçok ashâb-i kiram (RadiyallahÛ anhûm) hazerâtından rivayetler
vardır. Bütün bu hadîslerden anlaşıldığına göre bir tek elbise içinde namaz
kılmakdan nehy tahrîm için değil, tenzih içindir.
Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in hasır üzerinde, namaz kılması yere bir şey yayarak
üzerinde namaz kılınabileceğine delildir. Cumhûr-u Ulemâya göre hasır gibi
nebatî, yahut seccade gibi yün veya yapağıdan dokuma şeyler üzerinde namaz
kılmak mekruh değildir. Bu husûsda Kaadı tyâz şunları söylemig'dir: «Yerden
yetişen ne-bâtât'dan yapma seccade üzerinde namaz kılmakda hiç bir kerahet
yok-dur. Nebatî olmayan yaygı, keçe v.s. gibi şeyler üzerinde dahî bilicmâ
namaz sahîh'dir. Lâkin sıcak ve soğuk gibi ihtiyâçlar müstesna, yer hepsinden
efdaldir. Çünkü namazın sırrı Allah'a tevazu' ve hudû'dur.»
[1] Bilal b. Rabâh (R.A.) Hz. Ebu Bekr'in azadhsı ve
Peygamber (S.A.V.)'in müezzinidir. Sahiheynde hadisleri vardır. Hicretin
yirminci yılında Şam'da vefat etmiştir.
[2] Abdiil vefahab b. Abdülmecîd es - Sakafî
[3] Behz b. Esed
[4] Yüheyb b. Hâlid
[5] Ebû Mahzara: Resûlüllah (S.A.V.)'in
muezzînlerindendir. Sesi son derece güzelmiş ismi ihtilaflıdır, Semftra diyenler
olduğu gibi Evs, Câbir, Süleyman b. Semam diyenler de vardır. Mekke'de vefat
etmiştir.
[6] Muaviyetü'baii Ebû Süfyan Sahr b. Harb el • Kûreşî
(R.A.) : Künyesi Ebû Ab-durrahman'dır Resûtiillah (S.A.V.) İn vahiy kâtibi ve
Şam'da hadisini yazan zevattandır. Hz.
Hasan (R.A.) in rızası ile halîfe olmuştur. 60 tarihinde 78 yaşında vefat etti.
[7] Süfyan-ı Sevrî;
[8] Talhatü'bnü Yabyâ b. Yabyâ el-Kureşî ; Aslen Medîne'li
olup Kûfe'de yaşamıştır. Amcası İsa b. Talha'dan hadîs rivayet etmiştir
[9] Ebû Süfyân Talhatülmü Nâfi;
[10] Ebu’l - Hasen Abdfithamid b. Beyan et - Vasıti:
Müslim'in ravilerindendir
[11] HaUd b. Abdillâh b. AMIrrahman ti - Vasıtf :
[12] Hâlid b. Mİlıran el
Hazza' :
[13] Ebû Süleyman Mâlik b. Huveyris (R.A.) : Ashâb-ı kirâmdandır.
[14] Nasr b. Asım el-ltysi : Basra'hdır, kendisinden yalnız bu hadis rivayet olunmuştur
[15] Medine'lidir, Hadîs itibarı ile Hku'hlardandır.
Müslimin râvilerindendir.
[16] Ahmed b. Cafer el - Ma*kuf : Müslim'in
râvilerindendir.
[17] Ebu Üveys Abdullah b. Abdlllah b. Üveys : ( -167) Medtaelidir.
[18] Ebâ Muhunned Habib b. ŞehM ( - 145) Basralı âzâdlılardandır, bir
zamanlar Ebû Şehid künyesini taşırmış, sonra onu bırakmış, kendisine Ebâ Mazak
dahî denir
[19] Habib-i Muallim b. Ebi Karibe: Habîb b. Zeyd diyenler
de vardır. Basralıdır Hz. Mâlik b.
Yesâri'nin âzâdlısıdır. Künyesi Ebû Muhammed'dir
[20] Sa'd b. Ubâde (R.A.) Ebu Sabit el-Ensârî el-Hazreci:
Akabe biatına iştirak eden ashâbdandir. Şam tarafından 14 veya 15 yahut 16
târihlerinde cinler tarafından şehid edildiği rivayet olunur. Pek cömert bir
zât idî.
[21] Sûre Hûd : âyet 73.
[22] Ebû Muhammed Abdullah b. NâfT: Medine'Udir. Hıfzı
biraz bozukmaş.
[23] Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Ensârî ( — 135) Medine'lidir.
[24] Amr b. Süleym b. Haldete'I-Ensari: Medine'lidir. Sabihayn
râvîlerindendir.
[25] Ebû Humeyd-i Sâidi, Abdurrahmân b. Sa'd b. Münzir el -
Ensârî (R.A.) Ensâr-i kiramdandır. Hz. Muâviyenin hilâfeti sonlarında vefat
etmiştir
[26] Sure-i Ahzâb âyet 43
[27] Sure-i Enan âyet 160
[28] Sure-! Bakara 261
[29] Sümey: Ebû
Bekir b. Abdirrahman'm âzâtlisıdır. Sahîhayo râvilerindendir. 130
tarihinde şehit edilmiştir.
[30] Hameyd b. Abdimbman b. Humeyd Er-Ruftsi : ( ) Sahihayn Râvilerîndendir.
[31] Ya'la b. Ata el-Amini: Aslen Taifli olup Vasıf da
yaşamıştır. MOslİmin ravile-rindendir.
120 tarihinde vefat etmiştir.
[32] Hamzatö-bDÛ Abdillah t». Ömer b. Hattab EL-Karc;!,
Sahihayn ravilerindendir
[33] Abbad b. Ziyad b. Ebi Süfyan Müslim'in
râvilerindendir.
[34] Hamzatü'bnİi Mugîra b. Şube Müslim'in ravilerindendir
[35] Temim b. Tarefe (
— 93) KÛfcUdir. MütUmin rlvüertodcndir.
[36] Sure-i Mu'minÛn âyet : İ
[37] Ubeydullah b. Kıptiyye : Kûfelî mûtemed bir zaaftır.
MUaUmin r&vilerindeadir.
[38] Ebû Abdillah Furât b. Ebî Abdirrahmân el Kazzâz :
Basralıdır. Sahîbeyn ift-vilerindendir.
[39] Umaretü'bnü Ümeyr et-Teymî Kûfelidir. Sahiheyn
r&vÜerindendir. Süleyman b. Adil Melik'in hilâfeti zamanında vefat etmijtir
[40] Salih b. Hatim b. Verdân Basrahdır. MttsUmin
ravilerindendlr
[41] Ebû Abdillâh Nu'man b .Beşîr b. Sa'd (R.A.) : Ensârı
kiramdandır. Hz. Muâvi-yeden önce yedi ay Küfede vâlUik yapmıştır. 64 tarihinde
Humslular tarafından şehit edilmiştir.
[42] Ebû Abdillah Muhammet b. Abdillah b. Muhammed: (......
— 217) lahlheyn râvilcrindendir
[43] Ebû Muhammed Bi$r b. Mjuısûr Basralıdır. Mfislimin
râvÜerindendir.
[44] Ebû Katan Amr b. Haysem: aslen Barah olup Bağdatta yaşamış ve 198 tarihinde
Basrada vefat etmiştir. Müslimin râvilerindendir.
[45] Ebû Amr Hilâs b. Amr Basralıdir. Sahîheyn
râvilerindendir.
[46] Bilâl b. Abdillah b. Ömer: Medînelidir. MOtlİmin
râvîlerindendir.
[47] Rivayete göre ona üç defa lanet etmiş ve Ölünceye
kadar konuşmamı;.
[48] Ebü Bişr Verka' b. Ömer b. KÜleyb: Aslen Türkistanlı olup Medâinde yasar
mıştır. Sahîheyn râvflerindendir.
[49] Ka'b b. Alkame Mısırlıdır. Müslimin râvöçrindendir
[50] Büsr b. Saîd (
— 100) Mcdîneüdir. Azatlılardan ve sulahâdan bir zâttır.
[51] Zeynep binti Abdillah es - Sekafiyyc (R.A.) Hz. tbni
Mes'ûdun zevcesidir.
[52] Yezîd b. Abillah b. Husayfe: Medioelidir.
[53] İsra sûresi lyet 110
[54] Kıyamet sûrtsî âyet 16
[55] Kıyâme Sûresi, 16, 17, 18.
[56] Sûrc-i Cin; Ayet:
1
[57] Ebû Abdillâh Saîd b. Muhammed el - Cermî Kûfelidir.
Sahîheyn râvflerindendir
[58] Ebû Kudâme Ubeydullah b. Saîd: (— 24i) azatlılardandır. Sahîheyn
râvfle-rindendir
[59] Ebû Yezid Ebân b. Yezîd el - Attâr: Basrahdır.
Müslimin râvflerindendir
[60] Ebû's - Sıddik Bekir b. Amr en - Kâcî: Basralıdır.
Sahîheyo râvflerindeadir.
[61] Ebû Amr Abdülmelik b. Umeyr: el-Ferasî (130)
Kûfelidir. Kıptî namında meşhur bir koşu atına sahip olduğu için kendisine
Ferasî denmiştir
[62] Ebû Avn Muhammed b.
Ubeydullah Es-Sekafî: Kûfelidir. Sahîhcyn râvflerindendir
[63] Atiyetü'bnü Kays el-Kilâbî (17 - 121) Şamlıdır. 104
yaşında vefat etmiştir.
[64] Kaz'atü'bnü Yahya EbÛ'l - Gadiya künyesini taşır.
Azatlılardandır
[65] Ebû SelcmetÛTnıü Sûfyan b. Abdîlcşhel: Mekkelidir.
MOsUnun-iftvflerindendir.
[66] Abdullah b. Müseyyeb d-Abidî: Mekkelidir Müslİmm
râvflerfndendir.
[67] Abdullah b. Sâib el-Kindi: Möalİmin rftvîlerindcndir
[68] Ebû Said Amr b. Hureys (İLA.) Ashabı kirâmdandir.
Küfede yaşamıştır. Şa-hîhaynde bir hadîsi vardır.
[69] Sûre-i Tekvîr âyet 17
[70] Kutbetü'bnü Mâlik (R.A.) ashabı kiramdandır. Küfede
yaşamıştır. Bir hadis ri-vkyet etmiştir.
[71] Seyyan b.
Selâme Basralıdır. Sahîheyn ravüerindendir
[72] Ebû Berze Nadlatü'bnü Ubeyd (R.A.) Sahabeyi
Kirâmdaodır. Basrada yaşamıştır.
[73] Lübâde binti Haris (R.A.) Hz. İbni Abbâs'ın annesidir.
[74] EbÛ Saîd Muhammed b. Cübeyr b. Mufim MedineUdir.
Sahibeyn râvilerinden-dir. Ömer b. Abdilazizin hilâfeti zamanında vefat
etmiştir.
[75] Osman b. Ebl'l-As b. Blşr (R. A.) ashabı kirâmdandır.
Basra'da yaşamıştır ve Orada vefat etmiştir.
[76] Müslim'in raviilerindendîr.
[77] Ebu'n-Nadır Muhârib b. Disâr; Küfe kadısıdtr. Sahîheyn
ravîalerindendir
[78] Ebu*l Fadıl Muhriz b. Avn. b. Ebî Avn (142 - 241)
Bağdatlıdır.
[79] Ebû Ahmed Halef b. Halîfete'l - Eşcaî azatlılardandır.
Bagdatta yaşamış ve 181 tarihinde orada vefat etmiştir.
[80] Ebu'I - Hasen Ubeyd b. Hasen El-Müzen! Kûfelflerden
sayılır. Müslimin ift-vflerindendir
[81] Ebû İbrahim İbni Ebî Evfâ Abdullah b. Alkame (R.A) : Ashabı kirâmdandır. 87 tarihinde
Kûfc'de vefat etmiştir.
[82] Mecze'tübnü Zahir El-Eslemî: Kûfelidir. Sahîheyn
râvîlerindendir.
[83] Ebû Eyyûb Süleyman b. Sühaym El - Hâşimî
azatlılardandır. Müslim'in râvîle-rindendir.
[84] Hicâzlılardan
sayılır. Müslim'in râvîlerindendir.
[85] Maksat evinin perdcsidir. Vak'a vefat ettiği hastalığı
esnasında geçmiştir.
[86] Ebû Süleyman Dâvûd b. Kays azatlılardandır.
Medînelidir. Müslim'in râvîlerin-dendir.
[87] Zuğbe lâkabını taşır Müslim'in râvîsidir
[88] Ebü İsmail Hatim b. tsmâil aslen Kûfe'lî olup
Medine'de yaşamıştır. Azatlılardandır
[89] Ebû Abdiliâh Cafer b. Muhammed Es-Sâdık (80-148) Hz.
Ali'nin torunlarından ve Ehli beytin büyüklerindendir.
[90] Ebu'd-Duhâ Müslim b. Subeyh Kûfeli azatlılardandır.
Sahîheyn râvîlerindendir
[91] Mufaddal b. Mttbelhü.
[92] Ebû Dâvûd Tayyâlisî Süleyman b. Davüd.
[93] Şamlılardan sayılır. Müslim'in râvisidir.
[94] Ma'dân b. Talha dahî denilir. Müslim'in
râvilerindendir.
[95] Ebû AbdiIIâh Hikıl b. Ziyâd b. Ubeyd: Şamlıdır.
Müslim'in râvîierindendir
[96] Asbâbt Soffa'dandır.. Resûlullah (S A. V.) 'in hizmetinde bulunduğu söylenir.
[97] Ebû Muhammed Amr b. Sevvâd El-Amirî: Mısırlıdır.
Müslim'in Râvflerindendir
[98] Kûfelİdir. Müslim'in râvîlerîndendir.
[99] Ebû Muhammed Abdullah b. Mâlik b. Buhayne (Radıyallahu
Anh): Sahâbe-i Kirâmdandir. Mervân'ın ikinci defa Medine valiliği sırasında
vefat etmiştir.
[100] Büdeyl b. Meysera ( —130) Basra'hdır. Müslim'in
râvîlerindendir
[101] Evs. b. Abdillah yahut, Evs. b. Hâlid ( —230) Basra'lıdır. Sahîheynlerindendir.
[102] Harbe : geniş demirli süngü demektir.
[103] Ebü Abdillafa Ahmed b. Muhammed b. Hanoel (164-241)
Dört mezhep imft-mındaa biridir. Aslen Mervez'li olup Bağdad'da dünyaya
gelmiştir.
[104] Avn b. Vehb b. Abdillâh: Sahîheyn râvîlerindendir.
[105] Sadakatü'bnü Yesâr El-Cezeri: Mekke'de yaşamışdır.
Abdullah İbni Ömer'den hadîs rivayet etmişdîr
[106] Ebû Talba yâhût EbÛ Abdirrahmari Zeyd b. HâUd
El-Cühcnî (RA.) ( ? — 78): Ensâr-ı
kirâmdaodır.
[107] Ebü Cüheym Abdullah b. Haris b. Sımme (R.A.):
Ensârdandır. Sahîheynde iki hadîsi vardır.
[108] Ebû Saîd Hammâd b. Mes'ade Et-Temîmî ( —202) Azatlılardandır.
[109] Ebû Amir yahut Ebû îyâz SelemetiHmü Anr b. Ekvâ (R.A:)
( —74): Aslen Medine'li olup
Rabeze'de yaşamıştır. Pek cesur bir zatmış.
[110] Abdullah b. Sftmİd Hz. Ebû Zerr'in kardeşi oğludur.
Müslim'in râvîleriiıdendir
[111] Selm b. Ebrz-Zeyyâl: Basra'lılardan sayılır. Müslim'in
rfivîlerindendir
[112] YÛsuf b. Hammâd El-Ma'nîy: Basralıdır. Müslim'in
râvilerindendir.
[113] Ebû Btsr yahut Ebû Ubeyde Abdullah b. Ziyâd El-Abdî
( —176<: Basralı-dır.
Azâdlılardandır.
[114] Ömer b. Ebî Seleme Abdullah El-Mahzûmî (R. A.):
Medînelidir. ResÛlnllata (S.A.V.)'iri vefatında
dokuz yaşında idi. Sonraları
86 târihinde Abdülmelik
b. Mervan zamanında vefat
etmişdir.