6- YOLCULARIN NAMAZI VE BU NAMAZIN KISALTILMASI BAHSİ. 4

1- Yolcuların Namazı ve Bu Namazın Kısaltılması Babı. 4

2- Mina'da Namazı Kasretme Babı. 11

3- Yağmurlu Zamanlarda Namazın Evlerde Kılınması Babı. 14

4- Seferde Hayvan Üzerinde, Hayvanın Döndüğü Tarafa Doğru Nafile Namazı Kılmanın Cevazı Babı  16

5- Seferde İki Namazı Birden Kılmanın Cevazı Babı. 22

6- Hazarda İki Namazı Birden Kılma Babı. 24

7- Namazdan (Sonra) Sağ'dan ve Sol'dan Çıkıp Gitmenin Cevazı Babı. 27

8- İmam'ın Sağında Bulunmanın Müstehab Oluşu Babı. 28

9- Müezzin (İkaamete) Başladıkdan Sonra Nafile Namaza Niyetlanmenin Keraheti Babı  28

10- Mescide Girenin Okuyacağı Dua Babı. 30

11- İki Rekaat TahiyyetülL-Mescid Namazının Müstehab, Onları Kılmadan Oturmanın Mekruh, ve TahiyyetülL- Mescid'in Her Zaman İçin Meşru' Oluşu Babı. 31

12- Seferden Gelen Kimseye, Gelir Gelmez Mescidde İki Rek'at Namaz Kılmanın Müstehab Oluşu Babı  32

13- Duha Namazının Müstehab, En Azının İki En Mükenmelinin Sekiz; Ortasının Dört Yahut Altı Rek'at Oluşu ve Bu Namaza Devama Teşvik Babı. 33

14- Sabah. Namazının İki Rek'at Sünnetini Kılmanın Müstehab Oluşu; Bunlara Teşvik ve Mezkür İki Re'at'ın Hafif Fakat Devam Üzere Kılınması ve Bu İki Rek'atda Okunması Müstehab Olan Sürelerin Beyanı Babı. 40

Âişe (Radiyallahû anha)'nin Rivayat Ettiği Hadislerinden Çıkarılan Hükümler:  42

15- Farz Namazlardan Önce ve Sonra Kılınan Sünnet-i Müekkedelerin Fazileti ve Sayılarını Beyan Babı  43

16- Nafile Namazı  Ayakta ve Oturarak Kılmanın, Bir Rek'atın Bir Kısmını Ayakta Bir Kısmını da Oturarak Kılmanın Cevazı Babı. 48

17- Gece Namazı ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Geceleyin Kıldığı Namazların Rek'at Sayısı, Vitir Namazının Bir Rek'at Olduğu, Bir Rek'at Namazın Sahih Oluşu Babı  51

18- Gece Namazını ve Onu Kılmadan Uyuyan Yahut Hasta Olan Kimsenin. Hükmünü Cami Olan Bab  59

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :. 62

19- Evvabin Namazının, Sıcakdan Deve Yavrularının Ayakları Yandığı Zaman Kılınması Babı  62

20- Gece Nafilesinin İkişer İkişer, Vitr'in İse Gecenin Sonunda Bir Rek'at Olarak Kılınması Babı  63

21- Gecenin  Sonunda Kalkamayacağından Korkan, Vitri Evvelinde Kılsın!» Hadisi Babı  68

22- Namazın En Faziletlisi Kunutu Uzun Olandır Hadisi Babı. 68

23- Gecede Duaların Kabul Edildiği Bir Saat Bulunduğuna Dair Bab. 69

24- Gecenin Sonunda Zikir ve Duaya Teşvik ve O Zamandaki İcabet Babı. 69

25- Teravih Demek Olen Keyam-ı Ramazan'a Teşvik Babı. 73

26- Gece Namazında ve Kıyamında Dua Babı. 77

27- Gece Namazında Kıraati Uzatmanın Müstehab Oluşu Babı. 86

28- Bütün Gece ta Sabahlayıncaya Kadar Uyuyan Kimse Hakkında Rivayet Edilen Hadisler Babı  87

29- Nafile Namazı Evde Kılmanın Müstehab Oluşu, Mescidde Kılmanın Dahi Cevazı Babı  90

30- Gece Namazı Olsun, Başkası Olsun Devamlı Amelin Fazileti Babı. 93

31- Namazında Uyuklayana Yahut Kur'an Okumakdan veya Dua Etmekden Âciz Kalana, Bu Hal Kendisinden Gidinceye Kadar Uyumasını Yahut Oturmasını Emir Babı. 94

32- Kur'an'ın Faziletleri ve Kur'an'a Teallük Eden Şeyler Babı. 96

33- Kur'an'ı Ezberde Tutmaya İhtimam Emri, Filan Âyeti Unuttum Demenin Keraheti, O Âyet Bana Unutturuldu Demenin Cevazı Babı. 97

34- Sesi Kur'an'la Süslemenin Müstehab Oluşu Babı. 99

35- Mekke'nin Fethi Günü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Fetih Süresini Okuması Babı  101

36- Kur'an Okunması Sebebiyile Sekinetin İnmesi Babı. 101

37- Kur'an Hafızının Fazileti Babı. 103

38- Kur'an Okumada Mahir Olanla, Onu Kekeleyerek Okuyanın Faziletleri Babı  104

39- Okuyan, Dinleyenden Efdal Bile Olsa Fazilet ve Maharet Sahiplerinden Kur'an  Okumanın Müstehab Oluşu Babı. 104

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:. 105

40- Kur'an Dinlemenin, Onu Dinlemek İçin Bir Hafızdan Okumasını İstemenin ve Kur'an Okunurken Ağlayıp Tadebbür Etmenin Fazileti Babı. 105

41- Namazda Kur'an Okumanın ve Kur'anı Öğrenmenin Fazileti Babı. 107

42- Kur'an'ı ve Süre-i Bakara'yı Okumanın Fazileti Babı. 108

43- Fatiha İle Süre-i Bakara'nın Son Âyetlerinin Faziletleri ve Bakara'nın Sonundaki İki Âyetin Okunmasına Teşvik Babı. 110

44- Süre-i Kehf İle Âyetü'l-Kürsi'nin Faziletleri Babı. 111

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:. 113

45- İhlas Süresini Okumanın Fazileti Babı. 113

46- Muavvizeteyn'i Okumanın Fazileti Babı. 115

47- Kur'an'ı Öğrenip, Öğretenin Fıkıh veya Başka İlimler Yönünden Hikmetlerini Öğrenen ve Onlarla Amel Ederek Başkalarına da Öğreten Kimsenin Fazileti Babı. 116

48- Kur'an'ın Yedi Harf Üzerine Olmasını ve Bunun Manasını Beyan Babı. 117

49- Kur'an'ı Tertille Okumak Hezz Yani İfrat Derecede Sür'atli Okumakdan Kaçınmak ve Bir Rek'atda İki Yahut Daha Fazla Süre Okumanın Mubah Oluşu Babı. 121

50- Kıraatlara Müteallik Bab. 123

51- İçinde Namaz Kılınmakdan Nehy Edilen Vakitler Babı. 125

52- Amru'bnü Abese'nin Müslüman Oluşu Babı. 128

53- Namazınız İçin Güneşin Doğmasını ve Batmasını Aramayın!  (Hadisi) Babı. 130

54- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i İkindiden Sonra Kılmakda Olduğu İki Rek'at Namazı Tanıma Babı. 130

55- Akşam Namazından Önce İki Rek'at Nafile Kılmanın Müstehab Oluşu Babı. 133

56- Her İki Ezan Arasında Bir Namaz Vardır (Hadisi) Babı. 134

57- Korku Namazı Babı. 135


6- YOLCULARIN NAMAZI VE BU NAMAZIN KISALTILMASI BAHSİ

 

 

1- Yolcuların Namazı ve Bu Namazın Kısaltılması Babı

 

1- (685) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Salih fc. Keysan'dan dinlediğim, onun da Urvetü'hnü Zübeyr'den, onun da. Pey­gamber (Saüallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe'den naklen rivayet et­tiği şu hadîsi okudum: Âişe :

«Namaz hazarda ve e seferde ikişer rek'ât olarak farz kılındı. Sonra sefer namazı olduğu gibi bırakıldı; hazar namazına ziyâde yapıldı.» demiş.

 

2-  (...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya da rivayet et­tiler. (Dediler ki) :,Bize>îbni Vehb, Yûnus'dan, ö da İbnî Şîhâb'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Urvetü'bnü Zübeyr, Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişeden naklen rivayet etti ki, Âişe şöyle demiş:

«Allah, namazı farz kıldığı zaman ikişer rek'ât farz kıldı. Sonra ha­zarda, onu tamamladı. Sefer namazı İse ilk defa farz kılındığı şekilde bırakıldı.»

 

3- (...)Bana Alîyyü'bnü Haşrem dahî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize tbni Uyeyne, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, namaz İlk farz kılındığı zaman iki rek'ât olarak farz olmuş. Sonra se­fer namazı olduğu gibi bırakılmış. Hazar namazı ise tamamlanmış.

Zührî demiş ki: « Urve'ye sordum: Âişe'ye ne oluyor ki seferde iken kendisi namazı tam kılıyor? dedim. Urve: Âişe, Osmân'm te'vîl ettiği gibi te'vîlde bulünmuşdur; cevâbını verdi.»

Bu hadîsi Buharı «namaz» ve «Hicret» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahî «namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir. .

Farz kelimesi, lûgatda takdir mânâsına gelir. Buradaki namazdan murâd da dört rek'âtlı farzlardır. Çünkü üç rek'âtlı olan akşam namazı; gündüzün vitri'dir. Binaenaleyh olduğu gibi bırakılmışdır. Şu hâlde ha-, dîsden murâd: Allah Teâlâ dört rek'âtlı farz namazları ilk defa ikişer rek'ât üzerinden takdir buyurmuş, sonra hazar'da kılınanlara ikişer rek'ât daha ilâve ederek, onları dörder rek'âta çıkarmış. Bundan yalnız akşam namazını istisna etmiş; demekdir.

Dâvûdî'nin beyânına göre, akşam namazına da bir rek'ât ziyâde edilmişdir. Yâni ona göre evvel emirde akşam namazı da iki rek'ât olarak farz kılınmış; sonra bir rek'ât daha ilâve edilerek üç'e çıkanlmışdar.

Buhârî'nin, bir rivayetinden anlaşıldığına göre namazlara ikişer rek'ât ilâve, hicret'den bir sene sonra yapılmışdır.

Hz. Âişe 'nin bu hadisi, mürseldir. Çünkü o, bu vak'aya yetişme-mişdir. Fakat böyle mikdâr bildiren yerlerde rey ve içtihada mecal olma­dığı için hadîs yine merfû ve muttasıl hükmündedir. Âişe (RadiyaUahû anha) onu yâ bizzat Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Seltem) 'den yahut bir sahâbîden işitmişdir. Hadîs herhalde huccetdir.

Namaza, ziyâde mes'elesi ihtilaflıdır. Ebû İshâk-ı Harbî ile Yâhyâ b. Se1âm'a göre hazarda; yâni evinde yerinde oturanlara namazın tamamlanmasından murâd, namazın sayısıdır. Zîrâ Isrâ hâ­disesinden önce, namaz, biri güneş kavuşmazdan önce, diğeri doğmazdan önce olmak üzere iki vakitden ibaretti. Hz. Âişe'nin, bu hadîsi mez­kûr iki vakte üç vakit daha ilâve edilerek; namazların beş vakte çıkarıl­dığını gösterir.

Diğer bâzılarına göre Âişe (Radiyalîahû anha) hadîsinden murâd; İsrâ gecesi beş vakit namaz farz kılınırken, evvelâ ikişer rekât takdir bu-yurulduğunu, sonra hazarda (yâni evinde yerinde) olanlar için ikişer rek'ât ilâve edildiğini anlatmakdır. Bu takdirde yapılan ziyâde namaz va­kitlerine değil, namazın rek'âtlarına âiddir.

Bir takımları: «Namaz, iki rek'ât olarak farz kılınmışdır. Yâni yolcu dilerse namazını iki rek'ât kılabilir; isterse dört kılmaya da hakkı vardır» şeklinde tefsirde bulunmuşlardır.

Nevevî'nin tefsiri de şu'dur: İki rek'ât kılmak isteyenler için, na­maz ikişer rek'ât farz olmuşdur. Sonra evinde yerinde olanlara mahsus olmak üzere iki rek'ât daha ilâve edilmişdir. Sefer namazı ise iki rek'ât kılmak dahî caiz olmak üzere bırakılnıışdır.

Hanefîler, Hz. Âişe 'nin bu hadîsi ile istidlal ederek: «Seferde dört rek'âtlı namazları ikişer kılmak ruhsat değil; azimettir. Bi­naenaleyh yolcunun dört rek'âtlı namazlarını tam kılması isâet olur.» de­mişlerdir.

Hanefiyye ulemâsı bundan mâda Taberânî 'nin «Mu'-cem» inde rivayet ettiği bir hadîsle ve Nesâî ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri Ömer (Radiyalîahû anh) hadîsi ile de istidlal ederler. Hz. Ömer hadîsinde şöyle denilmektedir :

«Sefer namazı ilci rek'ât; kuşluk namazı iki rek'âf; bayram namazı iki rek'ât; cum'a namazı dahî iki rek'âfdır. Bunlar Peygamberiniz Muham-med Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dilinden hiç noksansız; ta­mam olarak böyledir.»

îmam Şafiî, imam Mâlik ve imam Ahmed b, Hanbe1'e göre, yolcunun dört rek'âtlı namazları, ikişer rek'ât kıl­ması, bir ruhsattır. Binaenaleyh onları isterse dört isterse iki rek'ât kılar. Yalnız iki rek'ât olarak kılması efdaldır. Şâfiîlerden, bir rivayete göre, dört re'ât kılmak efdal; diğer bir rivayete göre her ikisi müsavidir. Sahîh ve meşhur olan kavil iki rek'ât kılmanın efdal olmasıdır.

Bunların delilleri az sonra göreceğimiz Hz. Ömer hadîsi ile Dârakutnî 'nin tahrîc ettiği Hz. Âişe hadîsidir.

Hz. Ömer hadîsinde şöyle deniliyor:  «Ömer b. Hat­tâ b'a dedim ki: Halk'ın bu gün namazı kısaltmalarına şaşarım. Allah' Teâlâ (Kâfirlerin, sizi fitneye düçâr edeceğinden korkarsanız...) buyurarak, namazın ancak fitne zamanında lasaltılabileceğini; beyân etmişdir. Şimdi böyle bir korkulu gün yokdur?

Ömer: Senin şaştığın şey'e, ben de şaştım da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e söyledim. Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) :

«Bu Allah'ın, size îesadduk eylediği bir sadakadır. Binaenaleyh siz, onun sadakasını kab'ûl edin!» buyurdu; dedi.

Âişe hadîsinde dahî: Resûlüllah' (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bazen kısa kılar; bazen tamamlar; kimi gün oruç tutar; kimi gün de tutmazdı.» denilmektedir. Bu hadîsin isnadı için Dârakutnî: «Sahîhdir.» demişdir. Ayni hadîsi Beyhakî: Tâlhatü'bnü Amr İbni Salih ve Mu ğîratü'bnü Ziyâd tarîki ile Hz. Âişe'den rivayet etmişdir ki, bu zevatın üçü de zayıfdırlar.

Hanefiyye ulemâsı, Şâfiîlerin bu delillerine şöyle cevap ver­mişlerdir :,

1- Hz. Ömer hadîsi size değil; bize delildir. Çünkü mezkûr hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    Allah'ın sadakasını kabul etmelerini emir buyurmuşdur. Emr-i mutlak, vücûd ifâde eder. Binaena­leyh şer'an o hediyeyi reddetmek serbestisi kalmaz. Burada: «Hiç bir in­san sadaka kabul etmek için zorlanır mı?» şeklinde bir suâl hatıra gele­bilir. Cevâbı şu'dur:  «Resûlüllah   (Salîalkhü Aleyhi ve Sellem) 'in :

(Allah, onu size tesadduk eyledi.) sökünün mânâsı: Allah, size hü­küm buyurdu, demekdir. Çünkü milk olmaya yaramayan bir şey'i, Al­lah'ın tesadduk etmesi, o şey'i hükümden düşürmekle olur. Netekim Allah'ın afvı da böyledir.»

2- Hz. Âişe hadîsi ise Buhâri ile Müslim İn, Hz. İbni Ömer 'den tahrîc ettikleri şu hadîsde muarızdır: «  İbni Ömer, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde seferde bu­lundum. Allah, ruhunu kabzedinceye kadar   (seferde) iki rek'âtdan fazla namaz kılmadı. Ebû Bekir'le beraber bulundum; o da   AHâh Tr-âlâ rûh'unu kabzedinceye kadar iki rek'âtdan fazla kılmadı. Osman'-la beraber bulundum; o da Allah Teâlâ rûh'unu kabzedinceye kadar i'd rek'âtdan fazla namaz kılmadı... dedi.»

Selef ve Ha1ef'in ekseri ulemâsına göre seferde dört rek'âtlı namazları, ikişer kılmak vâcibdir. Ashâb-ı kiram 'dan Ömer, Alî, İbni Ömer, Câbir ve İbni Abbâs (RadiyaHchû anhûm) hazerâtımn mezhepleri de budur. Ayni kavil Halife Ömer b. Abdilâzîz ile Hasan-ı Basrî ve Katâde 'den dahi rivayet olunmuşdur. Hammâd- b. Ebî Süleyman'a gö­re seferde namazlarım dört rek'ât üzerinden kılan bir kimse, o namazları kaza eder. İmam Mâlik 'den bir rivayete göre dahî vakit içinde ol­mak şartı ile o namazları ikişer rek'ât olarak kaza eder.

İmam Ahmed b.'Hanbel seferi namazları için: «Onları, ikişer rek'ât kılmak sünnettir.» demişdir.

Hattâbî dahî: «Evlâ olan, misafirin namazı kısa kılmasıdır. Çün­kü kısa kıldığı namazın caiz olduğuna bütün ulemâ ittifak etmişdir; ta­mam olarak kılmanın caiz olup olmıyacağı ise ihtilaflıdır. İttifak, ihtilâfa tercih edilir.» diyor.

Aynî: «Bütün bu delillerle, bâzılarının (Sadaka hadîsi namazı kı­sa kılmanın ruhsat olduğuna delâlet eder.) sözü suya düşer.» demişdir.

Gerçi Âişe ile Osman (Radiyallahû anhûma) te'vîlde buluna­rak, seferde namazlarını dörder rek'â^fc kılmışlardır. Fakat bundan Hanefî1er'in kaidesi [1] bozulmaz. Çünkü Hz. Âişe seferde na­mazı iki rek'ât kılmayı da dört rek'ât kılmayı da caiz görüyordu..Şu hâlde kendisi iki caizin biri ile amel etmiş demekdir. Eğer Âişe (Radiyallahû cnhc) namazı tamam kılmayı caiz gÖrmeseydi Hanefîler'in kai­desi o zaman bozulurdu.

Hz. Osman hadîsine verilecek cevap da budur. Muhakkikin ule­mâya göre Osman ile Âişe (Radiyallahû anhûma) 'nın teVilleri bundan âbâretdir. Yâni onlar kasr'la itmamın ikisini de caiz görmüşler­dir.

Bâzıları: « Hz. Osman, mü'minlerin imamı; Âişe de an­neleri olduğu için nereye gitseler, kendi evlerinde hükmündedirler.» Şeklinde te'vîlde bulunmuş; bir takımları Osman (Radiyallahû anh) 'm Mekke'den evli bulunduğunu ileri sürmüş; daha başkaları: « Hz, Osman'm yanında Bedeviler bulunuyordu; onlar namaz ebe­dî olarak ikişer rek'âta indirildi zannetmesinler diye namazları dörder rek'ât kılmişdır.» demişlerse de bu te'vîllerin hiç biri itirazdan salim de­ğildir.

Dört mezhebin imamları ile Cumhûr-u ulemâya göre mubah olan her seferde kasr caizdir. Selef'den bâzıları namazı kısa kıla­bilmek için yolda korku bulunmasını şart koşmuş; diğer bâzıları seferin Hacc veya Ömre vâhut gaza için olmasını; bir takımları da seferin ısyân için değil tâât hususunda yapılmasını şart koşmuşlardır.

E-imme-i selâse denilen Mâlik, Şafiî ve Ah­med b. Hanbe1 ile ekseri ulemâya göre ma'siyet seferinde na­mazları kısa kılmak caiz değildir. Ebû Hanîfe ile Sevrî'ye göre  ise caizdir.  Binaenaleyh  onlara  göre   sahibinin  elinden  kaçan  bir köle seferde namazlarım ikişer rek'ât kılabilir.

Hanefîler'e göre mesâfe-i sefer, senenin en kısa günleri hesabı ile üç günlük yol'dur. Burada muteber olan orta yürüyüşle sabah'dan, öğle'ye kadar alman yoldur ki takriben doksan kilometrelik mesafedir. Bu mesafeden daha yakınlara gidenler, namazlarını tamam kılarlar.

Diğer mezheplere göre yüklü deve yürüyüşü ile bir gün bir gecelik

mesafedir. Bu mesafe takriben seksenbir kilometre kadardır. Tafsilât fı­kıh kitaplarındadır.

 

4- (686) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb, Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrâbim rivayet ettiler. İshâk (Bize haber verdi.) tâbi­rini kullandı, diğerleri: Bize Abdullah h. İdris, İbni Cüreyc'den, o da İb-ni Ebî Ammâr'dan, o da Abdullah b. Bâbeyh [2]'den, o da Ya'lâ b. Ünıeyye [3]'den naklen rivayet etti; dediler. Ya'lâ şöyle demiş: Ömeru*-bnü'I - Hattâb'a, dedim ki: (Allah Teâlâ) : Eğer (sefer esnasında) kâfir­lerin, size fenalık yapacağından endîşe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir vebal yokdur [4]. (buyuruyor.) Şimdi insanlar emniyettedir. (O hâlde niçin seferde namazı kısa kılıyoruz?) Ömer, şu cevâbı verdi:

— Bu senin şaştığın şey'e ben de şaştım de, onu Besûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sordum:

«Bu, Allah'ın, size tesadduk eylediği bir sadakadır. Binaenaleyh siz, onun sadakasını kabul edin!» buyurdular.

 

(...) Bize Muhammed b. Ebî Bekr El - Mukaddemi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya, İbni Cüreyc'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Ab-durrahmân b. Abdillâh b. Ebî Anımâr, Abdullah b. Bâbeyh'den, o da Ya'-lâ b. Ümeyye'den naklen rivayet etti. Ya'lâ: «Ömeru'bnu'l - Hattâb'a dedim ki...» diyerek İbni İdrîs hadîsi gibi rivayette bulunmuş.

Bu hadîsi    Tirmizî, Nesâî, İbni   Mâce  ve İbni Hibbân da tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin bâzısında denilmiş İse de meşhur ve ma'rûf olan rivayeti kitabımızda olduğu gibi şeklindedir.

 

Hadis-i Şerif Şu Hükümleri İhtiva Eder :

 

1- «Allah, bize tesadduk eyledi» ve «Yâ Rabbî! Bize tesadduk eyle!» gibi sözler söylemek caizdir. Selefden bâzıları bunu mekruh görmüşse de Nevevî:    «Bu açık bir hatâdır.» demişdir.

2- Korku olmayan seferde dahî dört rek'âtlı namazlar, ikişer rek'ât kılınırlar.

3- Bir kimse kendinden daha üstün birinin anlaşılması müşkil bir iş yaptığını görünce mes'eleyi, ona sorabilir.

4- Cumhura göre âyetdeki kısaltmadan murâd, adedi kisaltmakdır. İbni Abbâs hey'eti kısaltmak olduğuna kaaildir.  Ona göre âyet, korku namazı hakkındadır.

 

5- (687) Bize Yahya b. Yahya ile Saîd b. Mansûr, Ebû'r-Rabî' ve Kuteybetü'bnü Saîd rivayet ettiler. Yahya: (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Ebû Avâne, Bükeyr b. Ahnes [5]'den, o da Mü-câhid'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti; dediler. İbni Abbâs :

«Allah, namazı Peygamberimiz (MuhammedJSallallahü Aleyhi ve Selleın)in dilinden hazarda dört, seferde ilci, korku zamanında da bir rek'ât ola* rak farz kıldı.» demiş.

 

6- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrûn-Nâkıd hep birden Kaasim b. Mâlik [6]'den rivayet ettiler. Anır dedi ki: Bize Kaasim b.t Mâlik El - Müzeni rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb b. Âiz Et - Tâî [7], Bükeyr b. Ahnes'den o da Mücâhid'den, o da İbni Abbâs'dan naklen riva­yet etti. İbni Abbâs şöyle demiş :

«Şüphesiz ki Allah, namazı P ey ga.Yi berin iz (Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) "\n dilinden; yolcuya iki rek'ât, mukîm'e dört, korku hâ­linde ise bir rek'ât olarak farz kıldı.»

 

7- (688) Bize Muhammed b. El - Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katâde'yi, Mûsâ b. Selemete'l-Hüzelî'den nak­len rivayet ederken dinledim. Mûsâ şöyle demiş: İbni Abbâs'a Mekke'de bulunduğum zaman imamla kılmazsam namazımı nasıl kılacağım? diye sordum.

— Etû'l-Kaasİm (Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünneti olmak üzere iki rek'ât (kıl!) cevâbını verdi.

 

(...) Bize, bu hadîsi Muhammed b. Minhâl Ed - Darîr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebî Arûhe rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. El - Müsennâ dâhi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişânı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize batam rivayet etti. Bu râvî-Icrİn hepsi Katâde'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Selef-i sâlihînden bir cemâat bu hadîsin zahiri ile amel etmişlerdir. Hasan-ı Basrî, Dahhâk ve İsbâk b. Râhuye bunlar meyânındadir.

Ebû Hanîfe, Şafiî, Mâlik ve Cumhûr-u ulemâya göre korku namazı emniyet hâlinde kılınan nama? gibidir. Hazarda kılmıyorsa dört, seferde kılmıyorsa iki rek'at üzerinden kılınır. Fakat hiç bir hâlde,, bir rek'at üzerinden kılınması caiz değildir. Bu zevat sadedinde bulunduğumuz İbni Abbâs hadîsini te'vîl ederek: «Bundan murâd: Bir rek'at imamla, bir rek'at da yalnız olarak kılmak-dır.» derler. Netekim sahih hadîslerin ifâdesine göre Peygamber (Sallallahli Aieyhİ ve Sellem) ile ashabı korku zamanında namazlarını, bu şekilde kıl­mışlardır.

Nevevî : «Delillerin arasını bulmak için bu te'vîl mutlaka lâzım­dır.» diyor.

 

8- (689) Bize Abdulah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Hafs b. Âsim b. Ömer b. El-Hattâb [8], bahasından naklen rivayet etti. Demiş ki: Mekke yolunda İbni Ömer'le beraber bulun­dum. Öğle namazını bize iki rek'ât kıldırdı. Sonra döndü geldi. Biz de onunla beraber döndük. Menziline gelip oturdu. Onunla beraber biz de oturduk. Bir aralık namaz kıldığı yere bir göz atarak birtakım kimselerin ayakta olduklarını gördü ve:

  Bunlar ne yapıyor? dîye sordu.

  Tesbîhde bulunuyorlar...  dedim. İbni Ömer:

  Ben teşbih yapacak olsam mutlaka namazımı tamamlardım. Kar­deşim oğlu! Gerçekten ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   üe bir-likde seferde bulundum. Allah rûh'unu kabzedinceye kadar iki rek'âtdan fazla namaz kılmadı. Ebû Bekir'le birlikde bulundum, o da Allah rûh'unu kabzedinceye kadar iki rek'âtdan fazla kılmadı.     Ömer'le dahî beraber bulundum, o da Allah rûh'unu kabz edinceye kadar iki rek'âtdan fazla kılmadı. Sonra Osman'la beraber bulundum; o da Allah rûh'unu kabze­dinceye kadar iki rek'âtdan fazla kılmadı. Allah Teâlâ dahî [9] (gerçek­ten ResûlüIIah'da sizin için güzel bir Örnek vardır!) buyurmuşdur... dedi.

 

9- (...) Bize Kuteybetü'bhü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zîd (yâni İbni Zürey') Ömer K Muhammed'den, o da Hafs b. Âsım'dan naklen rivayet etti. Hafs şöyle demiş: Bir hastalığa tutulmuşdum. İbni Ömer, beni dolaşmaya geldi. Kendisine seferde nafile kılınıp kıhnmiya-cağını sordum. İbni Ömer:

  Ben, seferde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in maiyyetinde bulundum ama onu sünnet kılarken görmedim. Eğer ben, sünnet kılacak olsaydım farz namazımı tamam kılardım. Allah Teâlâ da (Gerçekten Re-sûîüîlah da, sizin için güzel bir Örnek vardır.) buyurmuşdur... dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Taksîr-i salât» bahsinde; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce «namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

«Tesbîhde  bulunuyorlar.»  tâbirinden  murâd,  revâtip  denilen  nâfilelef yâni vakit namazlarının sünnetleridir. Bu hadîslerde geçen tesbîh'den murâd, hep bu namazlardır.

Hz. Abdullah b. Ömer'in: «Ben tesbîh yapacak olsam mutlaka namazımı tamamlardım!» sözünün mânâsı: «Ben nafile kılacak olsam farz namazı dört rek'ât olarak tamamlardım. Bu benim için daha makbul olurdu. Lâkin ben bunların ikisine de kaail değilim. Seferde sün­net vech üzere namaz, dört rek'âtlı farzları iki kılmak; nafileleri de terk etmekle olur.» demekdir. İbni Ömer (Radiyallahû anh) buradaki na­fileden de beş vaktin sünnetlerini kasdetmişdir. Yoksa onlardan mâda nafileleri seferde kendisi de kılardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dahî bu gûnâ nafileleri kıldığı rivayet olunmuşdur.

Ulemâ beş vaktin sünnetlerinden mâda nafile namazların seferde kı­lınabileceğine ittifak etmişlerdir. İhtilâf beş vakit namazın sünnetleri hakkındadır. Hz. Abdullah b. Ömer ile diğer bâzı ulemâya göre seferde vakit sünnetlerini kılmak mekruhdur.

Ashâb-ı kiramdan bâzıları seferde sünnet namazların kılınacağına kaail olmuşlardır. Ebû Hanîfe, imam Ahmed, Şafiî ve ekseri ulemânın mezhepleri de budur.

Hanefîler 'den Serahsî'nin «EI-Melbsût» nârmndaki ese­ri ile «El-Hidâye» de: «Sünnetlerde kısaltma yokdur. Ulemâ efdal olan hakkında söz etmiş; bâzıları ruhsatla amel ederek, sünnetleri terk etme­nin efdal olduğunu; bir takımları da Allah'a tekarrub için onları kılma­nın efdal olacağını söylemişlerdir.» denilmektedir.

Yine Hanefîler 'den Hindîvâhi'nin beyânına göre, bir yerde mola verildiği zaman sünnetleri kılmak efdal; yürüyüş hâlinde ise terk etmek efdaldır. Hişâm: «İmam Muhammed'i seferde namaz kılarken çok gördüm. Öğle'den evvel ve sonra sünnet kıl­mıyor; Fakat sabah ile akşam namazının ikişer rek'ât sünnetini hiç bı­rakmıyordu. İkindi ile yatsı'dan önce nafile kıldığını görmedim. Yatsıyı kılar; sonra vitr'e geçerdi.» demişdir.

Nevevî diyor ki: «İhtimâl Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sünnetleri konakladığı yerde kılar da İbni Ömer görmezdi. Zîra nafileyi evde kılmak efdaldır. Yahut sünnetlerin bazen terk edilebileceğine ten-bîh için onları bâzı vakitlerde kılmamışdır.»

Sünnetlerin terk edileceğine kaail olanların istidlal makamında: «Sünnetler meşru olmuş olsa farzı dört olarak tamamlamak daha yerinde bir iş olurdu.» sözlerine karşı, Nevevî şu cevâbı vermektedir: «Farz kesin olarak meşrudur. Şayet tam olarak dört rek'ât üzerinden kılınması meşru olsa seferde bütün farz namazların tam olarak kılınması icâb eder­di. Nafile ise mükellefin re'yine bırakılmışdir. Bu bâb'da rifk-u mülâyemet. onun meşru olmasını gerektirir. Mükellef isterse kılar ve sevap ka zanır; isterse kılmaz ve kılmadığından dolayı ona hiç bir şey lâzım gel­mez.»

 

10- (690) Bize Halef b. Hişâm ile Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî ve Ku-teyfcetü'bnü Saîd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Hammâd (Yâni İfanı Zeyd) rivayet etti, H.

Bana Züheyr b. Harb ile Ya'kûb b. İbrâbîm de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail rivayet etti. Bu râvîlerİn ikisi de Eyyûb'dan, o da Ebû Ki-lâhe'den, o da Enes'den naklen rivayet etmişlerdir ki, Resûlüllalı (Sallallühü Aleyhi ve Sellem) öğle namazını Medine'de dört rek'ât kılmış; ikindiyi ise Zii'l-Huleyfe'de İki rek'ât üzerinden kılmişdır.

 

11- (...) Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Muhammed b. Münkedİr ile İbrahim b. Mey-sera [10] rivayet ettiler. Onlar da Enes b. Mâlik'i şöyle derken işitmişler:

«Ben ResûlüElah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber öğle nama­zını Medine'de dört rek'ât kıldım. Yine onunla ikindiyi Zü'l-Huleyfe'de iki rek'ât kıldım.»

Bu hadîsi Buhârî «Ebvâbü't-Taksîr» ile «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâî «Namaz» bahsinde muh­telif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerif Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in yola çıkmaz­dan evvel namazlarını tam kıldığını, yola çıktıkdan sonra dört rek'âtlı namazları ikişer kıldığını göstermektedir. Z ü'l - Huleyfe Me-dîne*ye altı veya yedi mil mesafede bir yer olup Medîne'liîerin mîkaatıdır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Zahirîler, seferin azında da çoğunda da namazların ikişer rek'ât kılınacağına bununla istidlal etmişlerdir.

2- İmam Şafiî bu hadîsle istidlal ederek, sefere çıkmazdan önce namazların dört rek'ât üzerinden kılınacağını söylemişdir. Çünkü itesûlüilah (Salialiahü Aleyhi ve Seilem) , sefere niyet ettiği hâlde öğleyi Me­dine'de dört rek'ât kılmışdir. Mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefi1er'e göre sefere niyet eden bir kimse, bulunduğu kasaba veya köy'ün evlerini geçtiği zaman namazları kasr etmeye başlar.  «Et-Tuhfe» nâm eserde: Mukîm olan bir kimse sefere niyet ederek yürümekle veya vâsıtaya binmekle müsâfir oluvermez. Müsâfir sayılmak için  şehrin  bi­nalarını geçmek lâzımdır. Çünkü bir işe niyet etmekle, o iş yapılmış ol­maz; onu mutlaka yapmak lâzımdır. Oruçlu bir kimse dahî orucunu boz­maya niyet etmekle, onu bozmuş sayılmaz.»  denilmişdir.

İmam Şafiî'ye göre şehirde binaları değil; şehirin sûrlarını geçmekle müsâfir hükmüne girilir.

Hanbelîler 'den İbni Kudâme «El-Muğnî» adlı ese­rinde şunları söyler : «Sefere niyet eden bir kimse, bulunduğu şehrin ve­ya köyün evlerini geçerek, onları arkada bırakmadıkça namazlarını kasr edemez. îmam Mâlik, Evzâî, İmamAhmed imam Şafiî,   îshâkve Ebû Sevr 'in mezhepleri de budur.»

Îbnû'l-Münzir: «Kendisinden ilim bellenilen bütün ulemâ bunda mûttefikdir.» demişdir.

Atâ' ile Süleyman b. M.ûsâ 'nın, sefere niyet eden bir kimseye evinde iken kasr'ı mubah gördükleri rivayet olunur.

Atâ': «Sefere niyet eden bir kimse, evinden çıktıkdan sonra he­nüz bulunduğu şehrin evlerini geçmeden namaz vakti gelirse, namazını kasr edebilir.» demişdir.

Mücâhid'e göre ise gündüzün sefere çıkan bir kimse akşam olmadan namazlarım kasr edemediği gibi geceleyin sefere çıkan da gü­neş doğmadıkça kasr edemez.

3- Hadîs-i şerif, sefere niyet eden evinde bile kasr edebilir; diyen­lerle Mücâhid'in aleyhine delildir.

 

12-  (691) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Beşşâr; ikisi birden Gunder'den rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer Gunder, Şu'be'den, o da Yahya b. Yezîd El-Hünâi [11]'den naklen rivayet etti. Demiş ki: En es b. Mâlik'e namazı kasr mes'elesini sordum. Şu cevâbı verdi:

— Resûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seliem) üç mil yahut üç fersah (şüphe eden, Şu'be'dir.) mesafeye gitmek üzere yola çıktığı zaman namazı İki rek'ât kılardı.»

Bu hadîsde bildirilen üç mil veya üç fersah Resûlüllah (Saîîaîîahü Aleyhi ve Seîîem) 'in seferinin sonu değildir, Hadîsden maksad şu'dur: Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Selîem) namaz vakti gelmeden yola çıkar; üç mil veya üç fersah mikdârı yürüdükden sonra namazın vakti girer, onu; o zaman kılardı.

Nevevî diyor ki: «Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Seliem) kasr ede­rek kıldığı namazın vaktine bir hayli müddet varken yola çıkar, namaz vakti ona üç mil veya daha fazla yol aldıkdan sonra gelirdi. O da namazı, o zaman kılardı. Mutlak surette vârid olan hadîsler kasr'ın beldeden çı­karken caiz olduğu hususunda biribirini te'yîd ederler. Zîra o anda, o kimseye yolcu denir.»

 

13-  (692) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Beşşâr, hep birden İbni Mehdî'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Abdurrahmân b. Meh­di rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Yezîd b. Humeyr [12]'den, o da Habib b. Ubeyd [13]'den, o da Cübeyr b. Nüfeyr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Şurahbî! [14] b. Simt ile beraber onyedi veya onsekiz mü mesafede bulunan bir köye gitmek üzere yola çıktım. Şurahbîl, namazı iki rek'ât kıldı. Bunun  (Niçin yaptığını) kendisine sordum: Dedi ki:

— Ömer'i, Zü'1-Hule'yfe'de iki rek'ât kılarken gördüm de ben de ona sordum. Ömer: Ben ancak Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)'den gör­düğüm gibi yapıyorum, dedi.»

 

14- (...) Bu hadîsi bana Muhammedü'bnü'l-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, bu isnâdla rivayet etti. (Yalnız o) İbnü's^Şimt'dan dedi; Şurahbîl adını söylemedi. Bir de: Kendisinin Hınıs'dan onsekiz mil uzakta bulunan ve Devmîn (veya Dûmîn) denilen bir yer'e vardığını söyledi.

Zahirî 'lerden bâzıları bu hadîsle istidlal ederek sefere çıkan bir kimsenin tam bir günlük bir yere gitmese de namazlarını kasr edebile­ceğini soylemişlerse de hadîs-i şerifde bu hususa delâlet yokdur. Çünkü gösterilen her iki aded şüphelidir. Binaenaleyh bunların hiç birine îtimâd olunamaz. Birinin sabit olduğu farz edilse bile bu mikdâr, namazı kasr ederek kılmağa başladığının iptidâsıdır.

Hz. Ömer'in Zû'1-Huleyfe'de namazı kasr ederek kıl­ması, o yer'in seferin sonu olduğuna delâlet etmez. Şurahbî1'in kasr ederek kıldığı mesafe şek'siz olarak bilinse bile onun fiili hüccet olamaz; çünkü kendisi bir kavle göre tâbiîndendir. Cumhûr-u ulemâ-y a muhalefet etmişdir. Yahut onyedi veya onsekiz mil mesafede namazı kasr etmesi, yolculuğu esnasında olmuşdur. Bu mesafe onun gideceği ye­rin sonu değildir; diye te'vîl olunur.

 

15- (693) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyni, Yahya b. Ebî İshâk [15]'dan, o da Enes b. Mâlik'den naklen haber verdî. Enes şöyle demiş: Biz Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ile birlikde Medine'den Mekke'ye (doğru yola) çıkdık da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) tâ dÖnünceye kadar namazları ikişer rek'ât kıl­dı. (Yahya demiş ki): Enes'e: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Mekke'de ne kadar kaldı?» diye sordum;

— On gün! cevâbını verdi.

 

(...) Bize, bu hadîsi Kuteybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne rivayet etti. H.

Bu hadîsi, bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Uley-ye rivayet etti. Bunlar hep birden Yahya b. Ebî İshâk'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'den naklen Hüşeym'in hadîsi gibi rivayet etmişlerdir.

 

(...) Bize, Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Efe! İshâk rivayet etti: Dedi ki : Ben, Enes b. Mâlik'i: «Biz, Medine'den Hacc için yola çıktık...» derken işittim; sonra yukarki hadîsin mislini söy­ledi.

 

(...) Bize, îbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam riva­yet etti. H. Bize Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Ebû Üsâme rivayet etti. Bunlar hep birden, Sevrî'den, o da Yahya b. Ebî İshâk'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. (Yalnız burada râvî) Hacc'i zikretme-mişdir.

Bu hadîsi Buhârî «Ebvâbü't-Taksîr» ve «Megâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd., Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce «namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin bir rivayetinde tasrîh edildiği vecihle ResûlüIIalı (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu seferi, Hacc içindi. Mezkûr seferde Mekke'ye Zil-hicce'nin dördüne rastlayan pazar günü sabahı vâsıl olmuşdu. Bu sefer'-de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz öğle, ikindi, yatsı ve sabah namazlarını ikişer rek'ât; akşam namazını üç rek'ât olarak hâli üzere kümışdır.

Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) 'in Mekke'de ne kadar kaldığını bildiren hadîsler muhtelifdir. Buradaki Enes (Radiyallahû anh) riva­yetine göre on gün; Buharî'nin rivayet ettiği İbni Abbâs rivayetine göre ondokuz gün; -Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği İb­ni Abbâs hadîsine göre onyedi gün; Ebû Dâvûd, Nesâî ve îbni Mâce 'nin tahrîc ettikleri diğer bir rivjâyete göre onbeş gün; bâzı rivayetlerde onsekiz gece kalmışdır.

Bu rivayetlerin arası şöyle cem' edilmişdir: Hz. Enes hadîsi Veda Hacc'ına âiddir. Ö seferde Mekke'de on gün kaldı denilmesinden murâd: nefs-i Mekke'de değil Mekke ile birlikde Mina'da kalmasıdır. Çünkü bu husûsda olan Câbir hadîsinden de anlaşıldığına göre Re­sûlüllah (SaUaltahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye Zilhicce'nin dördünde girmiş; giriş ve çıkış günleri hâriç olmak üzere orada üç gün kalmış; ayın sekizinci günü Mina'ya varmış; orada da üç gün yânî şeytan taşiama gün­lerinde kalmış ki, bu günlerin sonu Zilhicce'nin onüçüne tesadüf eder.

tbni Abbâs hadîsi ise Mekke'nin fethine âiddir. Bu bâb'da Imr.ân b. Husayn (Radiyallahû anh) dan da rivayet vardır. Mezkûr rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de onsekiz gece, kalmışdır.

Beyhakî,  İbni  Abbâs rivayetleri ile  Hz. Imrân rivayetinin arasını bulmuş ve: «Ondokuz gün diye rivayet eden, Mekke'­ye giriş ve çıkış günlerini hesaba katmış; onyedi gün diyen bunları terk etmişdir. Onsekiz gece kaldığını rivayet eden, girişle çıkış günlerinden birini saymış; diğerini saymamışdır.»  demişdir.

Onbeş gün rivayetine gelince: Nevevî (631-676) «El-Hulâsa» nâm eserinde bu rivayetin zayıf ve mürsel olduğunu söylemişdir. Fakat Aynî 'nin beyânına göre zayıf değil isnadı güzel, râvîleri mu'temeddir.

Seferde namazların niçin ikişer rek'ât meşru olduğunu Dahhâk tef­sirinde şöyle îzâh eder: Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) islâmiyet'in ilk zamanlarında öğle, ikindi, yatsı ve sabah namazlarını ikişer rek'ât; akşam namazını ise üç rek'ât üzerinden kılardı. O bu namazları henüz kıble, Kâ'be'ye çevriimezden önce kılmışdır. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir gün öğle namazını iki rek'ât olarak Beyt-i Makdis'e doğru kildıkdan sonra Cebrail (Aleyhîsselâm) gelmiş; kendisini Kâbeye düğru çevirerek iki rek'ât daha kılmasını işaret etmiş; ondan sonra ikindi ve yatsı'yı da dörder rek'ât, sabah namazını iki rek'ât kılmasını emretmiş ve: «Yâ Muhammedi İlk kıldığın farz ümmetinin yolcuları ile gazilerine mahsûsdur.» demişdir.

Taberânî'nin, Hz. Alî (Radiyallahû anh) 'dan tahrîc etti­ği bir hadîse göre tüccardan bir cemâat Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)e müracaat ederek: «Yâ Resûlâllah! Biz, sefere çıkıyoruz. Namazı­mızı . nasıl kılacağız?» diye sormuşlar. Bunun üzerine Teâlâ Hazretleri

«Sefere   çıktığınız   vakit namazı   kasr etmenizde   bir   beis   yokdur.»

âyet-i kerimesini indirmiş; sonra bir müddet vahy kesilmiş; bundan bir sene sonra Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) gazaya çıkmış ve Harb esnasında öğleyi kılmış. Müşrikler bunu görünce biribirlerine :

«Vallahi Mühammed ve ashabı arkalarından hücuma imkân veriyor­lar! Şunların üzerine baskıyı arttırsanız!...» demişler; müteakiben Te­âlâ Hazretleri iki namaz arasında âyetin sonunu yâni

«Şayet kâfirlerin size fenalık edeceğinden korkarsanız...» kısmını indirmişdir.

Câbir b. Abdillâh (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunan bir hadîse göre kasr âyeti Nah1 denilen yerde nazil olmuşdur. İbni Esîr'in beyânına göre bu vak'a hicretin dördüncü senesinde ol­muşdur.

Sa'lebî,  tefsirinde Hz. İbni Abbâs 'in: «Kasr ederek kılınan ilk namaz ikindidir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  onu Us-fân'da Zû Enmâr gazasında kıldı.» dediği rivayet olunmuşdur.

 

HABÎS-İ ŞERİFDEN ÇIKARILAN HÜKÜMLER:

 

1- İmam Şafiî (Rahimehullah)  bu hadîsle istidlal ederek: «Sefere çıkan bir kimse, bir yerde dört gün kalırsa namazlarını ikişer rek'ât kılar; çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Mekke'de dört gün kalmışdir.» demişdir.   İmam   Mâlik, imam Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhepleri de budur.

Nevevî'nin beyânına göre, giriş ve çıkış günleri bu dört günde dâhil değildir. Nevevî-ile Râfiî: «Esah olan budur.» demiş­lerdir.

İmam Şafiî 'den bir rivayete göre, bir kimse bir yerde dört gün­den fazla kalırsa, mukîm olmağa niyet etmese bile mukîm olur. Ancak Tahâvî (238-321) : «Şafiî 'nin kavli icmâ'a muhâlifdir. Zîra on­dan Önce hiç bir kimseden bir yerde dört gün kalmaya niyet etmekle mu­kîm olunacağı rivayet edilmemişdir.» demişdir.

2- Hanefî'lere göre, bir yerde onbeş günden daha az kalmaya niyet eden kimse namazlarını ikişer rek'ât kılar. Çünkü İbni Abbâs ile İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'in «Müsâfir olarak bir yere varır da, o yerde onbeş gün kalmaya niyet edersen namazını tam olarak kıl! Oradan ne zaman ayrılacağını bilmiyorsan namazı kasr et!» demişlerdir. Onbeş günü şeriat, başka yerlerde de nazar-ı îtibâra almış-dır. Meselâ hayzdan temizlenen bir kadının temizlik müddeti en az on-bez gündür.

Şunu da unutmamalı ki Hanefîlere göre mukîm olmaya niyet etmek­le mukîm sayılmak; üç günlük yolu yürümüş olmsya bağlıdır. Üç günlük yolu yürümeden geri dönmeye yahut mukîm olmaya niyet eden kimse çölde veya ovada bile bulunsa mukîm olur. «EI-Müctebâ» nâm eserde: «Sefer ancak mukîm olmaya niyetle yahut vatana varmakla veya üç gün­den evvel vatana dönmekle bâtıl olur.» denilmişdir.

Meşhur rivayete göre   imam   Şafiî 'nin kavli de budur.

Mukîm olmaya niyet etmek beş şartla müessir olur:

a) Yürüyüşü terk etmek şarttır. Hatta yürürken mukîm olmaya ni­yet etse ikaameti sahih olmaz.

b) Yer mukîm olmaya elverişli bulunmalıdır. Sahrada veya deryada mukîm olmaya niyet etmek; sahîh değildir.

c) Yerin müttehid yâni bir olması:

d) Müddetin bir olması şarttır.

e) Sefer eden kimsenin re'yinde müstakil olması da şarttır. Asker, köle ve talebe gibi kimselerin niyetleri sahih değildir çünkü onlar Tâbi'dirler. Tâbi' için ise ayrı hüküm yokdur. Metbû'ları neye niyet etmişse, onlarm niyeti de odur.

Şâ'fitlerle, Hanefîler'in kavillerinden mâda ikaamet müddeti hakkında yirmi kavil daha vardır. Şöyleki:

a) İbni Hazm'in rivayetine göre Saîd b. Cübeyr: «Bir yere ayağım bastmmı, orada namazını tamam kıl!»  demişdir. Bu kavi   Âişe ve İbni Abbâs  (Radiyallahû anhûm) ile Tâvûs'-dan rivayet edilmişdir.

b) Bir yerde bir gün ve bir gece kalmakla mukim olunur. İbnü Ab-dilber, bu kavli Rabîa'dan rivayet etmişdir.

c) îkaamet müddeti, üç gündür. Saîd b. El-Müseyyeb'in kavli bu'dur.

ç) Bir yerde dört günden fazla kalan bir kimse orada mukîm olur. İbni Rüşd bu kavli imam Ahmed'le Dâvûd-u Za­hirî 'den rivayet etmişdir.

d) Vardığı yerde yirmiiki vakit namaz kılamya niyet eden kimse mukîm olur. Mâlikîler 'den   İbni   Kudâme   «El-Muğnî» nâm eserinde :  «İmam   Ahmed'in mezhebi budur.» demişdir.

e) İkaamet müddeti, on gündür. Bu kavil Hz.   Alî b. Ebî TâIib'den rivayet olunmuşdur.

f) İkaamet müddeti, oniki gündür. Evzâî'nin mezhebi budur.

g) İkaamet müddeti onüç gündür. Bu dahî Evzâî'den rivayet olunmuşdur.

h) İmam Leys 'den rivayet olunduğuna göre ikaamet müddeti onaltı gün'dür.

i) İmam Şâfiî'nin bir kavline göre ikaamet müddeti, onyedi gündür.

j) İmam Şafiî 'nin diğer bir kavline göre onsekiz gündür.

k) İshâk b. İbrahim'e göre ikaamet müddeti ondokuz gündür.

1) İbni Hazm'e göre yirmi gün'dür:

m) Yolcu herhangi bir şehre varıncaya kadar namazlarını ikişer rek'ât kılar. İbnü Abdil-Berr, bu kavlin Hasen b. Ebî'l-Hasen'e âid olduğunu söylemiş, ondan başka buna kaail olan kimse bilmediğini ilâve etmişdir.

n) Bir yer'de yirmibir vakit namaz kılmağa niyet eden kimse, orada mukîm olur.   îbn ü'1-Münzir   bu kavli imam   Ahmed b. Hanbe1 'den rivayet etmişdir.

o) Yolcu, mutlak suretde namazlarını ikişer rek'ât kılar. Bu kavli Ebû   Muhammed   En-Nasrî   rivayet etmiştir.

p) îbni Ebî Şeybe 'nin tahrîc ettiği bir hadisde İbni Abbâs (Radiyallahû anh) «Bir yerde beş ay kalırsan, orada namazı kasr ederek kıl!» demiştir.

r) Yine Ebû Bekr İbni Ebî Şeybe 'nin A b -durrahmân 'dan rivayet ettiği bir hadî&de: «Sa'd b. Mâlik İle Umman 'da beraber oturduk. O, namazını kasrediyor; biz tamam kılıyorduk. Kendisine niçin böyle yaptığını sorduk: «Biz daha eyi biliriz; cevabını verdi.» denilmiştir.

s) Bir zât İbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'a: «Ben Medine'de bir.yildır oturuyor; sefere gitmiyorum.» demiş; İbni Abbâs: «Na­mazı iki rek'ât kıl!» mukaabelesinde bulunmuştur.

ş) Saîd b. Cübeyr; «Bir kimse bir yerde on beş günden fazla oturmak isterse namazlarını tamam kılar.» demiştir.

 

2- Mina'da Namazı Kasretme Babı

 

16- (694) Bana Harmeîetü'btıü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr- -ki İbm'l-Hâris'dir- İbni Şihâb'dan, o da Salim b. Abdillâh'dan, o da babasından, o da Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi, ki kendileri Mina'da ve daha başka yerlerde yolcu namazını ikişer rek'ât kılmış. Ebû Bekr, Ömer ve hilâfetinin ilk zamanlarında Osman'da hep böyle ikişer rek'ât kılmışlar. Sonraları Osman (Mina'da) dört olarak tamam kılmıştır.

 

(...) Bize bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b. Müslim, Evzâîden rivayet etti. H.

Bize bu hadîsi İshâk ile Ahd b. Humeyd de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. Bun­lar hep birden Zührî'den bu isnâdla rivayet etmişlerdir. Zührî: «Mina'-da» demiş: «başka yerlerde» dememiştir.

 

17- (...) Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeyduîlah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den   naklen    rivayet etti.    İbni    Ömer    şöyle    demiş:    Resûlüllah

«Mina'da namazı iki rek'ât kıldı. Ondan sonra Ebû Bekr, Ebû Bekr'den sonra Ömer; ve hilâfetinin ilk zamanlarında Osman da hep ikişer rek'ât kıldılar. Bir müddet sonra Osman dört rek'ât kılmağa başladı.»

İbni Ömer imamla kıldığı vakit dört, yalnız kıldığında iki rek'ât kı-larrmş.

 

(...) Bize bu hadîsi İbnü'l-Müsennâ ile Ubeyduîlah b. Saîd de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Yahya -ki el-Kattân'dir- rivayet etti. H.

Bize bu hadisi Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide haber verdi. H.

Bize bu hadisi İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ukbetü'-bnü Hâlid rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi Ubeydullah'dan bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.

 

18- (...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ba­bam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hubeyb b. Abdirrahmân'dan, naklen rivayet etti. O da Hafs b. Âsım'ı İbni Ömer'den naklen rivayet ederken dinlemiş. İbni Ömer şöyle demiş: Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Mina'da yolcu namazı kıldı; Ebû Bekir ile Ömer ve sekiz yahut altı sene Osman da orada, yoku namazı kıldılar.

Hafs demiş ki: «İbııİ Ömer, Mina'da iki rek'ât namaz kılar; sonra ya­tağına gelirdi. Ben: Ey Amıca! Bunlardan sonra iki rek'ât daha kusana! dedim; İbni Ömer: Öyle yapsaydım namazı tamam kılmış olurdum! dedi.»

 

(...) Bize, bu hadîsi Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yânı İbnü'l - Haris) rivayet etti. H.

Bize İbnü'l-Müsennâ dahî rivayet etti. Dedi ki : Bana Abdii's-Samed rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi de: Bize Şu'be, bu isnâdla rivayet etti... demişler «Mina'da» kıldırdığını söylememişler. Yalnız: «Seferde kıldı.» demişlerdir

Bu hadisi Buhârî «Yolcular namazı» bahsinde; Nesâî dahî «namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Müs1im'in rivayetinde, namazın Mina'da ve daha başka yerlerde ikişer rek'ât üzerinden kılındığı bildirilmektedir.

Anlaşılıyor ki Mina'da Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir ve Ömer (Radfyallahû anhûm) namazları hep iki­şer rek'ât kılmışlar; Hz. Osman dahî hilâfetinin ilk senelerinde ikişer rek'ât üzerinden kılmış; sonra kasr'ı bırakarak tam kılmaya başla-mışdır. Çünkü orada kasr da; tamam kılmakda caizdir. Tamam kılmakda daha ziyâde meşakkat olduğu için Hz. Osman onu tercih etmişdir. Çünkü ibâdetin zahmetlisi daha makbuldür.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- îbni Battal, Mekke 'ye gelen hacıların gerek Mekkede gerekse Mina ve diğer ziyâretgâhlarda namazları ikişer rek'ât üzerinden kılacaklarına bütün ulemânın ittifak ettiğini söyler. Çünkü hacılar, bu yerlerde sefer halindedirler. Mekke   yalnız   Mekke'illerin yahut orada oturmak istiyenlerin vatanıdır. Mekke 'den, Medîne 'ye hicret eden muhacirlere Mekke'de oturmamak farz kılınmışdi. Bundan dolayıdır ki Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) Mekke ile Mina'da kalmaya niyet etmemişdir.

Yine İbni Battal'in beyânına göre Mekke'lilerin, Mina'da namazlarım kasr edip etmiyeceği hususunda ulemânın ihtilâfı vardır:

İmam Mâlik'e göre Mekke 'liler, namazlarını Mekke'de tam kılar; Mina'da kasr ederler. Mina'lılar dahî Mina'da tam kılar; Mekke ile Arafât 'da kasr ederler. Çünkü Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) Arafât'da namazını iki rek'ât üzerinden kıldığı vakit arkasındaki cemâat arasında bir fark gözetmemiş;   Mekke 'lilere:

«Siz namazlarınızı tamam kılın!» dememişdir. Hâlbuki makam, be­yân makamıdır. Mekke 'İllerle, Mina'lılar ve diğer yerler halkı arasında bir fark olsa mutlaka beyân ederdi. Mekke 'lilerin, Mina'da namazlarını ikişer rek'ât üzerinden kılacakları Abdullah îbni Ömer (Raâiyallahû anh) ile Salim, Kaasim ve Tâvûs'dan da rivayet edilmişdir. Evzâî ile İshâk'm kavil­leri de budur. Bu zevata göre namazı iki rek'ât üzerinden kılmak, o yere mahsûs bîr sünnetdir. Mina ile Arafat 'da, yalnız oralarda otu­ranlar tamam olarak kılarlar.

2- Ekseri ulemâya göre Mekke'liler, Mina ile Arafât'da namazlarını tamam kılarlar. Çünkü bu yerler sefer mesafesi değildir. Atâ', Zührî, Sevrî, Hanefî'ler ile Küfe ulemâsı, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr, buna kaa-ildirler. Tahâvî, şunları söylemişdir: «Hacc ibâdeti,   Mina 'lılar ile   Arafat 'da oturanların -Hacc ettikleri zaman- namazlarını ikişer rek'ât kılmalarını icâb etmez, onlar namazlarını tamam kılarlar. Namazı kasr etmek yer'e bağlı değil; sefere müteallikdir. Mekke'liler, bu yerlerde mukîm sayılırlar. Namazlarını kasr etmezler. Orada mukîm olan bir kimse Mina'ya çıkmakla namazını kasr edemiyeceği   gibi hacılar dahi kasr edemezler.»

3- Kasr mesafesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefiyye imamları ile  Küfe    ulemâsına göre namazın kasr yâni ikişer rek'ât üzerinden kılınacağı mesafe yaya ve deve yürüyüşü ile üç gün üç gecelik yol'dur. İmam Ebû   Yûsuf'a göre iki bütün gün ile üçüncü günün  ekserisini  yürüyen  bir  kimse,  namazını  kasr  edebilir.  Bu  kavli imam Hasen b. Ziyâd,  imam A'zam 'dan;   İbni Semâ'a dahî,  imam Muhammed 'den rivayet etmişlerdir.

Hanefî'ler «üç gün üç gecelik yol» tâbiri ile gece gündüz yürümeyi kasdetmemişlerdir. Onlar, gündüzü yürümeye; geceyi de istirâhat'a tahsis etmişlerdir.

Bir kimse üç günlük bir yola çıksa da; bu yolu kestirmeden giderek bir günde alsa vardığı yerde namazını kasr eder. Sonra ulemâ sefer me­sâfesini fersah'la takdir etmişler; bâzıları sefer mesafesinin yirmibir fer­sah, diğer bâzıları onsekiz fersah olduğunu söylemişlerdir. Fetva onsekiz fersaha göredir. Birtakımları sefer mesafesinin onbeş fersah olduğunu söylemişlerdir.

Ashâb-ı kiram 'dan Osman b. Affân, Abdul­lah b. Mes'ûd, ve Süveyd b. Gafele (Radiyaüahû arihûm) ile onlardan sonra gelenlerden Şa'bî, İbrahim Nehaî, Süfyân-ı Sevrî, İbni Hayy, EbûKılâbe , Şerîk b. Abdillâh, Saîd b. Cübeyr ve Muhammed .b. Şîrîn; sefer mesafesinin üç günlük yol olduğuna kaaildirler. Bunun takriben doksan kilometre ettiğini az yukarıda gör­müştük.

İmam Mâlik 'den bir rivayete göre Hâşimî Ölçüsü ile kırksekiz miTden daha az olan mesafede namaz kasr edilmez. Kırksekîz mil, onaltı fersah eder. İmam Ahmed'in kavli de budur. (Bir fer­sah üç mil, bir mil altıbin arşın, bir arşın yirmidort parmak, bir parmak altı arpa tanesi mikdândır.) İmam Mâlik'in kaail olduğu mesafe, iki günlük yoldur. Hz. Mâ1ik'in meşhur olan kavli budur.

Bir rivayete göre İmam Mâlik sefer mesâfesini kırkbeş mil olarak tâyin etmişdir.

İmam Şafiî 'den sefer mesafesi hususunda bir kaç kavil riva­yet olunmuşdur. Birinci kavle göre, sefer mesafesi kırksekiz mil'dir. İkin­ci kavle göre kirkalti; üçüncüye göre kırk'dan fazla, dördüncüye göre kırk, beşinciye göre iki gün iki gece, altıncıya göre bir gün bir gecedir. Bu al­tıncı kavil Evzâî'nin de mezhebidir. Ebû Ömer İbni Ab­di berr'in beyânına göre Evzâî: «Bilumum fukahâ buna'kaail-dir.» demişdir. Yine îbni Abdi1berr'in rivayetine göre Dâvûdu Zahirî uzun veya kısa bütün seferlerde namazın kasr edi­leceğine kaail olmuşdur. Ona göre şehir haricindeki bahseçesine giden bir kimsenin, orada namazı iki rek'ât üzerinden kılacağı rivayet olunur.

Hz. Abdullah b. Öme r.'den bir rivayete göre bir mü mesafeye giden kimse namazını kasr edebilir. Üç mil dediği dahî rivayet olunur.

Abdullah b. Mes'ûd (Radiyallahû anh) a göre sefer me­safesi, dört mildir.

Ebû Saîd-i Hudrî (Radiyallahû anh) 'dan bir rivayete göre, Peygamter (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir fersahlık mesafeye git­tiği zaman namazını kasr edermiş.

Hz. Alî 'nin hurmalığa gittiği, orada öğle ile ikindiyi ikişer rek'ât kılarak ayni gün tekrar Medine'ye döndüğü ve: . «Size Peygamberinizin sünnetini öğretmek istedim.» dediği söylenir.

İbni Abbâs Hazretlerinin: «Namaz bir gün bir gecelik yolda kasr edilir.» dediği; Hz. Huzeyf e'nin Küfe ile Medâin arasında namazlarını ikişer rek'ât kılardığı, İbni Ömer, Süveyd b. Gafele ve Ömerü'bnü'1-Hattâb'a göre sefer mesafesi­nin üç mil olduğu rivayet edilir.

Hasan-ı Basrî'ye göre sefer mesafesi, iki gecelik yol, Ebû'ş-Şa'sâ'ya göre ise altı mil'dir. Bunlara Müs1im'in ri­vayet ettiği Enes ve Şurahbîl b. Simt rivayetleri de ilâve edilince görülür ki mesâfe-i sefer hakkında ulemâ cidden ihtilâf et­mişlerdir.

4- Hz. Osman'm, Mina'da sonraları namazı niçin tamam kıl­dığı da ihtilaflıdır. Bir kavle göre Osman (Radiyallahâ anh) namazı­nı hassaten tamam kılmışdır. Ulemâdan bâzılarına göre Hz , Osman bu bâb'da mubah ile amel etmişdir. Çünkü müsâfir için namazı kasr et­mek de; tamam kılmak da. caizdir. Zührî'ye göre Osman (Radiyallahû anh)m Mina'da namazlarını dört rek'ât üzerinden kıl­ması, o sene orada Bedeviler çok bulunduğu İçindir. Osman (Radiyallahû anh} onlara kıldığı namazların esâs itibârı ile dörder rek'âth olduğunu göstermek istemişdir. Zührî'den diğer bir rivayete göre Haccdan sonra Mina'da ikaamete niyet ettiği için dört kılmışdır.

Zührî'den bunlara yakın başka rivayetler de vardır. Fakat bu ri­vayetlerin hepsine i'tirâz olunmuşdur.

Vâkıâ Hz. Osman'in Mina'dan evlendiği için namazlarını ora­da tamam kıldığı; kendisine i'tirâz olununca: «Ey nâs! Ben buraya gelince evlendim. Ben, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Bir kimse bir beldeden evlenirse, orada namazını mukîm namazı gibi kılsın! buyururken işitdim.» dediği rivayet olunursa da bu rivayet münkatı'dır.

İbni Battal ( -444) diyor ki: «Bu kaviller içinde sahih olanı —Allah-u A'lem— şu'dur: Osman ile Âişe (Radiyallahû anhûma) 'nin seferde namazlarını tamam yâni dört rek'ât üze­rinden kılmaları Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) kasr'la tamam kılma arasında muhayyer    bırakılınca  ümmetine, kolay geleni  seçtiğini Bab: 

i'tikâd ettikleri içindir.  Âişe (Radiyaliahû anha) «Resûlüllah (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) :

«iki şey arasında muhayyer bırakılırsa günah olmamak şartı ite mut­laka onların kolay olanını seçerdi.» demişdir. İşte gerek Hz. Âişe gerekse Osman (Radiyaliahû anh) kendileri hakkında ruhsatı bıraka­rak; şiddeti tercih etmişler; çünkü bunu da kendileri için mubah gör­müşlerdir.

 

19- (695) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâhid, A'meş'den rivayet etti. (Demiş ki) : Bize İbrahim rivayet etti. Dedi ki: Ben Abdurrahmân b. Yezîd'i şöyle derken işittim: Bize, Osman, Mina'da namazı dört rek'ât kıldırdı. Bunu Abdullah b. Mes'ûd'a söyledi­ler. İbni Mes'ûd istirca' yaptı, sonra: «Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Mina'da namazı iki rek'ât kıldım; Ebû Bekr-i Sıddîk ile Mi­na'da, namazı iki rek'ât kıldım; Ömerü'bnü-I-Hattâb ile dahî Mina'da, na­mazı iki rek'ât kıldım. Keski dört rek'âtlı namazdan nasibim kabul edi­len iki rek'ât olsa!» dedi.

 

(...) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Ktireyb rivayet ettiler. De­diler ki: Bİze, Ebû Muâviye rivayet etti. H.

Bize Osman b. Ebî Şeybe de rivayet etti. Dedi ki: Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bize İshâk ile İbni Haşrem dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Isâ haber verdi. Bu râvîlerin hepsi A'meş'den bu İsnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Yolcular namazı» ve «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Hacc» bahsinde muhtelif râvî'erden tahvîc etmişlerdir.

Hz. Osman'ın, Mina'da cemaata dört rek'âtlı namazı kasr etme­yip; tam kıldırması Hacc'dan döndükten sonra şeytan taşlamak için Miria'da kaldığı günlerdedir. Bunu Abdullah b. Mes'ûd'a söyle­mişler. Abdullah (Radiyallahû anh)   Hz. Osman'm efdaiı terk

ettiğini görerek istirca' yapmışdır. İstirca'

Yânı   «Bİz   ancak   Allah'ın   kullarıyız   ve   ancak   ona   döneceğiz.»

demekdir. Bu cümle ekseriyetle musibet zamanlarında söylenir. Demek oluyor ki, İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) Hz. Osman'in ef da­lı terk etmesini bir nevî musibet addetmiş; kendisinin Resûlüllah (Saîîallahü A leyhi ve Sellem) ile Ebî Bekir ve Ömer (Radiyallahû anhûma) nın arkasında Mina'da bunca namaz kıldığını fakat bunların hiç birinin dört rek'ât kılmadıklarını söylemiş hattâ bir rivâyetde: «Sonra siz ayrı ayrı yollara dağıldmız.» demişdir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bâzılarına göre bu hadîs Hz. İbni Mes'ûd 'un seferde namazı tamam kılmayı caiz gördüğüne delildir. Aksi takdirde kendisinin ne dört rek'âtdan nasibi olurdu ne de ikiden! Çünkü namazın her iki şıkkı da fâsid olurdu. îbni Mes'ûd Hazretlerinin istircâ'ı, Hz. Osman'm evlâ olan- şekli terk etmesin dendir. Netekim kendisi, Mina'da sonraları namazı dört rek'ât kıldırmış ve: « Osman'ı ta'yîb ettin; son­ra kendin de dört rek'ât kıldırdın!» denilince ihtilâfa düşmek kötü bir şey­dir, diyerek bunu teyîd etmişdir. Bâzıları: «Bu da gösterir ki, îbni Mes'ûd (Radiyaîlahâ anh) seferde namazın vücûben kasj1 edileceğine i'tikaad etmemişdir.» demişlerse de, bu söz doğru değildir. Çünkü Dâvûdî'nin beyânına göre İbni Mes'ûd Hazretleri kasr'ı farz gö­rüyordu, îbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) kasr'ın farz olduğuna kaail olmasa Hz. Osman'm dört kıldırdığını işittiği zaman istirca' da bulunmazdı.

Tirmizî: «Bu bâb'da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir ve Ömer (Radiyallahû anhûma) nın fiilleri ile amel olunur ki, o da kasr'dır.» demiş; imam Mâlik ile imam Ahmed'den rivayet olunan bir kavle göre, onlar da buna kaail olmuşlardır. Mezkûr kavil Sevri ile Hammâd'in da mezhepleridir. Bu kavi Ömer, Alî,   Câbir,    İbni    Abbâsve    İbni    Ömer (Radiyaiîahû anhûm)  dan da rivayet olunur.

 

20- (696) Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Kuteybe ise Bize Ebû'l-Ahvas EM İshak'dan, o da Harisetü'bnü Vehb'den naklen rivayet etti; dedi. Harise şöyle demiş :

«Ben, Resulü İlah (Sallallahü Aleyhi ve Seîletn) ile birlikde Mina'da in­sanlar son derece emîn ve son derece kalabalık olduğu hâlde namazı, iki rek'ât kıldım.»

 

21- (...) Bize, Ahmed b. AbdiIIâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû İshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bana, Hârisetü'bnü Vehb El-Huzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Ben, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında: Mina'da namaz kıldım. İnsanlar alabildiğine kalabalıktılar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu Veda' Haccuıda, namazı iki rek'ât kıldırdı.

Müslim der ki: «Hârisetü'bnü Vehb El-Hu­zâî, Ubeydullah b. Ömer b. Hattâb'm anne bir kardeşidir.

Bu hadisi Buhârî «Yolcular namazı» ile «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd (202-275), Tirmizî (209-279) ve Nesâî (215-303)  «Hacc» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

 

Hadisi Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmıştır :

 

1- Cumhûr-u ulemâya göre korku olmadan dahi na­mazı kasr etmek câizdir.Çünkü Hz. Harise hadisi Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kemâl-i emniyette olduğu hâlde Mina'da na­mazını kasr ettiğini göstermektedir.

2- Hadis-i şerif: «namazı .kasr etmek, korku veya harb hâline mah-sûsdur.» diyenlerin aleyhine delildir.

Ebû Ca'fer, tefsirinde Hz. Âişe 'nin seferde: «Namazınızı tamam kılın!» dediğini, bunun üzerine oradakilerin: «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) seferde namazı iki rek'ât kılardı.» mukaabelesinde bu­lunduklarını; Âişe (Radiyallahû anha)nm : «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) :

Harb'd e idi; korkuyordu; sizlerdemi korkuyorsunuz? dediğini rivayet eder.

Bu zevat âyet-i kerimesi ile de istidlal ederler. Kendi­lerine verilen cevap «Yolcuların namazı babı.» nda görülmüşdü.

Ebû Nuaym'in «Târîh-i İsbahan» nâm eserinde Ebû'1-Kenûd'dan tahrîc ettiği bir haberde: «İbni Ömer'e seferde namazın nasıl kılınacağını sordum: Gökten inme iki rek'âtdır; isterseniz onları reddedin! cevâbını verdi.» denilmektedir.

Ebî Ca'fer hadîsini sadedinde bulunduğumuz Harise hadîsi reddetmektedir.

3- Tıybî: «Babımızın hadîsinde Resûlüllah (SaliallahüAleyhi ve Sellem)'in sânını ta'zînı vardır. Çünkü Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)   Allah'ın korku ile kayıtladığı bir hüküm kayıtsız şartsız caiz ol­duğunu bildirmiş ve bunu Allah Teâlâ'ya nisbet etmişdir.» demektedir.

 

3- Yağmurlu Zamanlarda Namazın Evlerde Kılınması Babı

 

22- (697) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlİk'e, Nâ-fi'den dinlediğim şu hadîsi okudum: İbni Ömer soğ^ık ve rüzgârlı bir ge­cede namaz için ezan okumuş ve: «Dikkat edin namazlarınızı, bulunduğu­nuz yerde kılın!» demiş. Sonra şunu ilâve etmiş:

«Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seîlem) (seferde) gece soğuk ve yağ­murlu olursa müezzine emreder; o da : Dikkat edin! namazı menzilleriniz­de kitini derdi.»

 

23- (...) Bize, Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Nâfi', İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, İbni Ömer soğuk, rüzgârlı ve yağmurlu bir gecede namaz için ezan okumuş, ezanı­nın sonunda: «Dikkat!., namazı menzillerinizde kılın! Dikkat... namazı menzilerinİzde kılın!» demiş. Sonra şunu ilâve etmiş:

«Gerçekden Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde gece so­ğuk veya yağmurlu olduğu vakit: «Dikkat!... Namazı, menzillerinizde kılın!» demesini müezzine emir buyururdu.»

 

24- (...) Bize, bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti* (Dedi ki) : Bize, Ehv Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, kendisi Dacnân de­nilen yerde namaz için ezan okumuş... Sonra râvî hadîsin mislini rivayet etmiş (Yalnız burada) : «Dikkat!.. Namazı, menzillerinizde kılın!» demiş fakat ikinci defa İbni Ömerin: «Dikkat!.. Namazı menzillerinizde kılın!» sözünü tekrarlamamış.

 

25- (698) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hayseme, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen-haber verdi. H.

Bize, Ahmed b. Yûnus da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Züheyr riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir, şöyle demiş: Bir seferde Resûlüliah (Saiîaliahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (yola) çıktık da yağmura tutulduk. Bunun üzerine Resûlüliah (Scülaliahü Aleyhi ve Sellem) :

Sîzden kim isterse namazını, konakladığı yerde kikin!...»buyurdular.

İbni Ömer hadîsini, Buhâr î «Ezan» bahsin ip- bir iki ye­rinde müteaddit râvîlerden tahrîc etmişdir.

Dacnân : Mekke'ye bir konak mesafede bulunan bir dağdır. Zemahşerî (467-538) bu dağ ile Mekke arasında yirmibeş mil mesafe bulunduğunu söyler.

Hz. Abdullah İbni Ömer'in arkadaşlarına namazla­rını bulundukları yerde kılmalarını tenbîh etmesi, ezam okurken ara yerde yahut ezan bittikden sonra yapmış olabilir. Fakat ezan bittikden sonra konuşmuşdur; demek evlâdır.

Hadîs-i şerif soğuk, yağmur ve rüzgâr gibi, şey'lerin cemaata gitme­mek için özür sayıldığına delildir. Hattâ İbni Battal bu bâb'da ulemânın icmâ' hâlinde bulunduğunu nakletmişdir. Lâkin Şâfiî1er'ce ma'rûf olan veçhe göre rüzgâr yalnız geceleyin özür sayılır. Hadîsin zahirine bakılırsa zikredilen üç şey'in geceye mahsûs olduğu anlaşılıyor-sa da bu hadîsin «Sünen» deki rivayetinde yağmurlu geceden sonra soğuk sabah da zikredilmisdir.

 

26- (699) Bana Alî b. Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, tsmâîl, Ziyâdî'nin arkadaşı Abdülhamîd [16]'den, o da Abdullah b. Hâ-ris'den, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Abd ıllah yağmurlu günde müezzinine: «Ben Allah'dan başka İiâh olmadığına şehâdet ederim. Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet ederim; dediğin va­kit Hay ye ale's- Selâh... deme: Namazı eylerinizde kılın! de.» şeklinde ta'limât vermiş.

Râvî diyor ki: Gâlibâ halk bundan hoşlanmadılar, ki İbni Abbâs : «Siz, buna şaşıyor musun uz? Bunu, benden daha hayırlı bir zât yapmişdir. Şüphesiz ki cum'a namazı farz'dır. Fakat ben, size zorluk çı­karıp da çamur ve kaygan yerde yürümenizi istemedim.> dedi.

 

27- (...) Bana, bu hadîsi Ebû Kâmil El-Cahderî de rivayet etti. (De­di ki) : Bize, Hammâd (yâni tbniZeyd) Abdülhamîd'den rivayet etti. De­miş ki: Ben, Abdullah b. Hâris'den dinledim. Dedi ki: «Bize Abdullah b. Abbâs yağmurlu bir günde hutbe okudu...» ve râvî hadîsi İbni Uleyye ha­dîsi mânâsında rivayet etti. Yalnız cum'a'yi zikretmedi de: «Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seltem) 'i kasdederek: Bunu, ben'den daha hayırlı bir zât yaptı.» dedi.

Ebû Kâmil dedi ki: «Bize, Hammâd, Asım'dan, o da Abdullah b. Hâ­ris'den bu hadîsin mislini rivayet etti.»

 

(...) Bu hadîsi bana EbûV-Rabî' El-Atekî -ki Zehrânî'dİr- rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hammâd (yâni İbni Zeyd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Eyyûb ile Âsım-ı Ahvel bu isnâdla rivayet ettiler.

Râvî bu hadîsinde: «Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kastede­rek.» ibaresini zikretmemişdir.

 

28- (...) Bana îshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Şüraeyl haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Şu'be haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Ziyâdî'nin arkadaşı Abdülhamîd rivayet etti. (Dedi ki) : Ben, Abdullah b. Hâris'den dinledim, şöyle dedi: «Yağmurlu bir cum'a gününde İbni Ab-bâs'ın müezzini ezan okudu...» Râvî hadîsi İbni Uleyye hadîsi gibi rivayet etti. Ve şunu söyledi: «Ben, sizin çamur ve kayganda yürümenizi isteme­dim.»

 

29- (...) Bize, bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize SaSd b. Âmir [17]» Şu'be'den rivayet etti. H.

Bize yine Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Ma'mer haber verdi. Bunların ikisi de Âsım-ı Ahvel'den, o da Abdullah b. Hâris'den naklen rivayet etmişler ki, İbni Abbâs -Ma'mer'in hadîsinde, yukarıkilerin hadisi tarzında yağmurlu bir cum'a gününde müezzinine emretmiş.

Ma'mer'in hadîsinde râvî (İbni Abbâs'ın) : «Peygamber (Salialtahü Aleyhi ve Setlem) 'i kasdederek: Onu benden daha hayırlı olan bir zât yap-mışdır.» dediğini zikretmişdir.

 

30- (...) Bize, bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bîze Ahmed b. İshâk [18] El - Hadramî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Abdullah b. Hâris'den riva­yet etti. — Vüheyb : Eyyûb onu Abdullah'dan işitmemişdir; demiş.— Ab­dullah : «İbni Abbâs yağmurlu bir cum'a günü müezzinine em­retti...» demiş Râvî yukarkilerin hadîsi tarzında rivâyetde bulunmuş.

Bu hadîsi   Buhârî   «Cum'a» bahsinde tahrîc etmişdir.

Cemâatin hoşlanmadıkları söz, Hz. İbni Abbâs 'in, müezzine «Hayye ale's-Salâh» yerine «namazlarınızı -evlerinizde kılın!» demesini emretmesidir. Bâzı rivayetlerde cemâatin bu sözden hoşlanmıyarak biri-birlerine bakıştıkları kaydedilmişdir.

Azme : Farz mânâsına gelir. Bu kelimenin buradaki mânâsı İsmâî1î'ye nıüşkil görünmüş; bu sebeple «Şüphesiz ki cum'a namazı farz'dır. cümlesinin sahih olmadığına ihtimâl vermişdir. Ona göre buradaki «Az­me» den murâd: ezanın kelimesi yâni «Hayye ale's-Salâh!» dır. Çünkü bu cümle namaz için davet cümlesidir. İşitenlerin ona icabet etmesi gerekir. Şayet «Azme» den murâd cum'a namazı olsaydı, ezanın bir kısmını bı­rakmakla bu azimet zail olmazdı.

Hâlbuki azîmetden murâd cum'a'dır. İbni Abbâs (Raâiyallahû anh) «Her ne kadar cum'a namazı azimet yâni fajrz olsa da yağmur da bu azimeti ruhsata çeviren Özürlerden biridir.» demek istemişdir. îbni Abbâs Hazretlerine göre yağmur da cum'a'yı terk etmek için. bir özür sayılır. İbni Şîrîn ile Abdurrahman b. Semura-mn mezhebleri bu olduğu gibi imam Ahmed b. Hanbel ile İshâk dahî buna kaail olmuşlardır.

Ulemâdan bir taifeye göre yağmur, Özür değildir. Binâenaleyh yağ­mur sebebi ile cum'a namazından kalmak caiz değildir.

İbni Kaani'in rivayetine göre bâzı kimseler yağmurlu günde cum'a namazından, kalıp kalamıyacaklarını imam. Mâlik'e sormuşlar; Hz. İmâm, onlara bu bâb'da bir şey işitmediğini söylemiş. Kendi­sine: «Hâdîsde: Dikkat!.. Evlerinizde kılın!» buyuruluyor demişler..

«O, sefer'e mahsûsdur.» cevâbını vermiş. Hâlbuki imam Mâ­lik, cum'a namazından kalma hususunda yağmurdan ma'dâ Özürleri kabul etmişdir. İbnü'l .Kaasim'in rivayetine göre imam Mâlik, bir kimsenin din kardeşinin cenazesinde hizmetde bulunmak üzere cum'a namazından kalmasını tecviz ettği gibi İbni Habîb'in rivayetine göre Öleceğinden korkulan hastası bulunan kimseye de cum'a'­yı terk hususunda ruhsat tanımışdır.

İmam Şafiî'ye göre, babasının öleceğinden korkan bir kimse cum'a namazını terk edebilir. At â': «Cum'a günü hatîb, hutbe okur­ken babana yetişin imdâd!.. diye bağınrlarsa, cum'a'yı bırak hemen kalk git!» demişdir.

Yine imam Mâlik den bir rivayete göre* hastalarla şeyh-ı fâ­nilere cum'a namazı yokdur.

Ebû Miclezz: «Karnı ağıran kimse cum'a'ya gelmeyebilir.» demiş; îbni   Habîb,    Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seîîem) 'in cum'a gününe tesadüf eden bayram namazına gelen köylülere, o gün cum'a na­mazına gelmemeleri için ruhsat verdiğini söylemişdir. Dağlarda yaşıyan köylülere ayni şekildeki ruhsatı H z. Osman dahî vermişdir. İmam Mâ1ik'in bu bâb'daki sözleri, muhtelifdir.

Şafiî 'lerden rivayet olunan sahîh kavle göre, böyle zamanlarda cum'a namazı, sakıt olur.

Bu hadîsdeki cümlesi şeklinde de ri­vayet olunmuşdur. Birinci rivayete göre cümlenin mânâsı: «Size, meşak­kat vermek istemedim.»; ikinciye göre ma'nâsı: «Sizi, çıkarmak isteme­dim.» demekdir.

 

4- Seferde Hayvan Üzerinde, Hayvanın Döndüğü Tarafa Doğru Nafile Namazı Kılmanın Cevazı Babı

 

31- (700) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (De­di ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah, Nâfi'den, o da Ibni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Nafile namazını devesi nereye döndürürce, o tarafa doğru kılarmış.»

 

32- (...) Bize, bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid-İ Ahmer, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da Ibni Ömer'den    naklen rivayet etti ki,    Peygamber    (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem):

«Namazda devesi nereye döndürürce oraya doğru kılarmış.»

 

33- (...) Bana Ufceydullah b, Ömer El-Kavârîrî de rivayet etti (De­di ki) : Bize Yahya b. Saîd, Abdülmelik b. Ebî Süleyman'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize, Saîd b. Cübeyr, İfcni Ömer'den rivayet etti. Demiş ki: Besûlüllah   (SaUallahU Aleyhi ve Sellem):

«Mekke'den, Medine'ye gelirken devesinin  üzerinde yüzünün olduğum tarafa doğru namaz kılardı.

«Her nereye dönseniz Allah'ın vechi oradadır.» [19] » âyet-i kerimesi onun hakkında nazil oldu

 

34- (...) Bize, bu hadîsi İbni Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, İbni Mübarek ile İbni Efcî Zaide haber verdiler. H,

Bize İbnî Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, tabam rivayet etti. Bunların her biri Abdülmelik'den bu isnâdla, bu hadîsin benzerini riva­yet etmişlerdir. îbni Mübarek ile İbni Ebî Zaide hadîsinde: «Sonra İbni Ömer : (Her nereye dönerseniz, Allah'ın vechi oradadır.) âyet-i kerime­sini okudu ve (bu âyet) bunun hakkında nazil oldu; dedi.» ibaresi vardır.

 

35- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi kî: Mâlik'e, Arar b. Yahya El-Mâzhıî'den dinlediğim, onun da Saîd b. Yesâr [20]'dan, onun­da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Ömer:

«Ben, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i bir   merkep   üzerinde Hayber'e doğru yönelmiş olduğu hâlde namaz kılarken gördüm.» demiş.

 

36- (...) Bize, yine Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebû Bekir b. Ömer b. Abdirrahmân ibni Abdillâh b. Ömer b. Hattâb'dan dinlediğim, onun da Saîd b. Yesâr'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi oku­dum : Saîd şöyle demiş: Ben, İbni Ömer'le beraber Mekke yolunda yü­rüyordum. Sabah olacağından endişe edince (devemden) inerek vitr'imi kıldım. Sonra ona yetiştim. İbni Ömer, bana: «Nerede kaldın?» diye sordu; ben de:

  Sabah olacağından endişe ettim de inerek vitir namazımı kıldım... dedim. Abdullah :

  Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Setİem) de senin için bir örnek yok mu? dedi. Ben:

  Hay hay eyvallah!., dedim. Abdullah:

  (öyle ise) Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem)  vitrini deve üze­rinde kılardı.»   dedi.

 

37- (...) Bize yine Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Abdullah b. Dinar'dan dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen rİvâ-yet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Ömer :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devesinin üzerinde hayvan ne­reye döndürürse, oraya doğru namaz kılardı» demiş.

Abdullah b. Dinar : «Bunu, İbni Ömer de yapardı.» demiş.

 

38- (...) Bana îsâ b. Hammâd El-Mısrî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ley s haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbnü'I-Hâd, Abdullah b. Dinar'­dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki, İbni Ömer:

«Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)    vitir namazını hayvanının üze­rinde kılardı.» demiş.

 

39- (...) Bana Harmeletü'bnu Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze tbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da. Salim b. Abdillâh'dan, o da babasından naklen haber verdi. Şöyle demiş:

«Resûlüllah (SallaîlahÜ Aleyhi ve Sellem) yüzü nereye dönerse dönsün hayvanı üzerinde nafile namaz kılar; vitri de onun üzerinde kılardı. Şu kadar var ki hayvanın üzerinde farz namaz kılmazdı.»

Bu hadîsi Buhârî «Salât-ı vitir» bahsinde; Tirmizî, Nesâî ve îbni Mâce «namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin muhtelif rivayetleri hayvan üzerinde nafile namaz kılınabi­leceğine; bu arada vitir namazını dahî hayvan üzerinde kılmanın caiz ol­duğuna delâlet etmektedir.

Hayvan üzerinde nafile namaz kılmak bilittifâk câîzdir. Yalnız Dârakutnî ve başkaları burada râvî Amr b. Yahya 'in hatâ ettiğini söylemiş ve; «Peygamber (SallaîlahÜ Aleyhi ve Sellem) 'in malum olan namazı deve üzerinde idi. Doğrusu merkep üzerinde namaz kılmak Müs1im'in de zikrettiği vechle Enes'in yaptığı bir işdir.» demişlerdir. Bu bâbda her mezhebin tafsilâtı vardır. Şöyle ki:

1- Hanefîler'e göre hayvan nereye dönerse namazı o tarafa doğru kılmak mendûbdur. Hayvanın döndüğü tarafı bırakıp da başka ta­rafa dönmek caiz değildir. Çünkü bunun için bir zaruret yokdur.

Hayvan üzerinde namaz kılmak için sefer dahî şart değildir. Mukîm olan bir kimse hiç bir özüm olmadığı hâlde yolcunun namazını kasr et­meye başladığı yere (şehir dışına) çıktığı vakit nafile namazı hayvanın üzerinde kılabilir.

Bu namaz îmâ ile kılınır. Namaza niyetlenirken kıbleye karşı dönmek şart değildir. Çünkü namazın kendisi kıbleye dönmeden caiz olunca, kıb­leye dönmeden niyet de caizdir. Yalnız kıbleye karşı dönmek imkânı var­sa, ona karşı niyetlenmek müstehabdır. Namaza yerde niyetlenen bir kimse, onu hayvan üzerinde tamamlayamaz. Fakat şehir dışında hayvan üzerinde başladığı namazını, şehir içine girdiği vakit de hayvan üzerinde tamamlayabilir.

Farz ve vacip namazlar ile sabah namazının sünnet'ini hayvan üze­rinde kılmak caiz değildir. Meğer ki kendinin veya hayvanının hırsız ya­hut yırtıcı hayvan tehlikesine ma'rûz kalması gibi bir zaruret buluna!

Hayvan üzerinde namazın sahih olması için hayvanın temiz olması şart değildir. Hayvanın vücûdunda hattâ semeri ile özengisinde necaset bulunması namaza mâni değildir. Yaya giden bir kimsenin yürürken na­file kılması caiz değildir. Namaz kılacağı vakit durması ve namazını; dururken kılması icâb eder.

2- Şâfiîlere göre hayvan üzerinde nafile kılan bir kimse gideceği tarafa doğru namaz kılar. O tarafdan başka yere inhiraf etmesi caiz de­ğildir. Meğer ki, kıble başka taraf da olup da, onun için inhiraf etmiş ola! Aksi takdirde, namazı bozulur.

Hayvan üzerinde namaz ancak sefer şartı ile caizdir. Velevki gideceği yer sefer mesafesinden az olsun. Meşakkat yoksa namazı rükû'u ile, sü-cûdu ile kılmak icâb eder. Meşakkat varsa rükû' ve sücûdu îmâ ile yapar. Kıbleye karşı dönmek vâcipdir. Fakat o da meşakkatli ise yalnız iftitâh tekbîrini alırken kıbleye dönmek icâb eder. O da meşakkatli olursa altı şartla kıbleye karşı dönmek ondan sakıt olur. Bu şartlar :

a) Sefer'in mubah olması;

b) Sefer'in cum'a ezanı işitilmiyecek kadar uzak bir yere yapılması;

c) Sefer'in ticâret gibi şer'î bir maksatla yapılması;

d) Sefer'in namazdan çıkıncaya kadar devam etmesi,

e) Yürüyüşün devam etmesidir. Namaz esnasında istirahat için dur­mak veya hayvandan inmek, namazı    bozar; o namazı yeniden kılmak icâb eder.

f) Özürsüz ve ihtiyâç yokken hayvanı mahmuzlamak ve koşturmak gibi fi'l-i kesîr'den  (yâni namazla alâkası olmayan fazla fiil ve hareket-den) sakmmakdir. Zaruret veya ihtiyâç varsa bu gibi fiiller, namaza za­rar etmez.

Hayvanın üzerinde oturacağı yer temiz olmalıdır. Hayvanın yuları elinde iken hayvan bevleder veya ağzı kanar yahut necaset üzerine ba­sarsa, namazı bozulur. Yuları, elinde değilse bunların, namaza zararı yok-dur.

Yolcunun yürürken nafile namaz kılması caizdir. Yol, çamur değilse, namazı rükû'u ile, sücûdu ile kılmak ve bunları yaparken kıbleye dönmek icâb eder. Netekim namaza niyetlenirken ve iki secde arasında oturur­ken dahî kıbleye dönmek lâzımdır. Namazda yalnız kıyam hâlinde, rükû'-dan doğrulurken, teşehhüd okurken ve selâm verirken yürür. Kar, çamur veya su içinde yürüyen kimse rükû' ve sücûdunu îmâ ile yapabilir. Yal­nız kıbleye dönmesi icâb eder. Yürüyerek namaz kılan kimse kasden necâset üzerine basarsa, namazı bozulur; unutarak basarsa ayağına bulaşıp kalmamak şartı ile, namazı sahîhdir; bulaşırsa namazı bozulur.

3- Mâlikîlere göre sefer mesafesine giden yolcunun hayvanın üze­rinde nafile hattâ vitir namazını kılması caizdir. Buna yolcunun nama­zını kasr etmeye başladığı yerden başlanır. Hayvanın üzerinde tahtıre­van veya mihaffe gibi bir şey bulunur da rükû' ve sücûd yapmak müm­kün olursa ya ayakta yahut oturarak namazı rükû'u ile; sücûdu ile kal­mak İcâb eder. Sefer edeceği tarafa dönmek istikbâl-i kıble yerini tutar. Eşek veya katır gibi bir hayvan üzerinde namaz kılan rükû' ve sûcüdü îmâ ile yapabilir. Fakat îmâ'nın, semer üzerine değil de yere yapılması ve alnının açık bulunması şarttır. îmâ ettiği yerin temiz olması ve keza is­tikbâl-i kıble şart değildir. Şart olan, gideceği yere dönmesidir. Zaruret yok iken kasden gideceği yer'den başka tarafa dönmek namazı bozar. Bundan yalnız kılbe müstesnadır. Çünkü kıble asıl'dır.

Hayvan üzerinde nafile kılan kimsenin mümkünse namaza kıbleye karşı niyetlenmesi mendûbdur. Fakat yaya giden veya sefer mesafesin­den daha yakın bir yere niyet eden ve keza hayvana mûtad şekilde bin­memiş (meselâ: ters binmiş) olan kimsenin namazı ancak kıble'ye karşı dönerek rükû' ve sücûdunu tam yapmakla sahîh olur.

Hayvanın üzerinde nafile kılan kimse, hayvanı kamçılamak, ayağı ile dürtmek ve yularını eliyle tutmak gibi zarurî fiilleri yapabilir. Yalnız konuşamaz ve bakıriamaz.

Hayvanın üzerinde namaza niyet eden kimse durur da bulunduğu yerde ikaamete niyet ederse hayvanından inerek yerde rükû' ve sücûd'u ile namazını tamamlar. Sefer hükmüne son veren ikaameti, niyet etmez­se, namazım hayvanın üzerinde tamamlar ve kırâeti hafif tutar.

Hayvan üzerinde farz namaz kılmak caiz değildir. Yalnız hevdeç gibi bir şey içinde bulunursa kıbleye karşı ayakta durmak, rükû' ve sücûdu yapmak şartı ile namazı sahîh olur.

4- Hanbelîler'e göre mubah olmak şartı ile muayyen bir yere yola çıkan bir yolcunun hayvan üzerinde nafile namaz kılması caiz­dir. Yaya giden bir kimsenin yürürken nafile kılması dahî böyledir. Hay­van üzerinde kılan kimsenin meşakkatsiz mümkün olduğu takdirde, bü­tün namazını kıbleye karşı dönerek rükû'u ile; sücûd'u ile kılması icâb eder. Meşakkat varsa bunlardan hiç biri vacip olmaz. Kıbleye karşı döne-miyen, gideceği yer'e doğru kılar. Rükû' ve sücûd'dan birini yapamayan, onu îmâ ile edâ eder. Mümkün olursa secde için rükû'dan daha fazla eği­lerek îmâ yapmak gerekir.

Yaya giden kimsenin, kıbleye doğru namaza niyetlenmesi ve yine kıbleye doğru rükû' ve secde yapması lâzımdır. Namazın şâir kısımlarını gideceği tarafa doğru dönerek edâ eder. Gerek hayvan üzerinde gerekse yaya giderken, nafile kılan bir kimse, gideceği tarafa doğru dönerek; na­mazını kılmakda iken hayvanı onu başka tarafa döndürürse yahut ken­disi dönse özürü bulunmadığı takdirde namazı mutlak sûretde bâtıl olur. Meğer ki, kıbleye dönmüş ola! Bir Özürden dolayı başka tarafa dönmüş ve örfen çok sayılacak derecede ise namazı bâtıl olur. Aksi takdirde, na­mazı sahîhdir.

Hayvanın temiz olması şart değilse de üzerinde, namaz kılan kimse­nin altındaki heybe ve benzeri şeylerin temiz olması şartdır.

Muayyen bir yere gitmeyi niyet etmiyen, yahut mekruh veya haram bir sefere çıkan kimseye kıbleye dönmek ve şâir namazın bütün şartları­nı yerine getirmek vâcibdir.

Sübha'dan murâd: nafile namazıdır. Tesbîh'in hakikati, noksanlıklar­dan tenzih demekdir. Ancak mecazen tahmîd, temcîd ve sâirede kullanıl­dığı gibi cüz'i zikir, küllü irâde kabilinden mecâz-ı mürsel olmak üzere nafile namaza da süpha denilir. Ayet-i kerimedeki Allah'ın vechinden mu­râd, Allah'ın rizâsıdır.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ulemâdan Atâ' b. Ebî Rabâh, Hasan-ı Bas-rî, Salim b. Abdillâh, Hz. îbni Ömer'in âzâdlisı Nâfi, imam Mâlik, imam Şafiî, imam Ah-med b. Hanbel ve İshâk'a göre, yolcu hayvan üzerinde vitir namazını kılabilir.

îbni Ebî Şeybe 'nin «Musannef» inde rivayet ettiği bir ha­dîse göre Abdullah b. Ömer (Radiyallahû anh) devesinin üze­rinde vitir namazını kılmış ve: «Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem):

«Devesinin üzerinde vitir namazı kılardı.» demişdir. Hz. Alî ile îbni Abbâs (Radiyallahû anhûm) hazerâtindan dahî böyle bir riva­yet vardır.

İmam Mâlik, hayvan üzerinde vitr'in ancak sefer mesafesine niyet eden yolcuya caiz olduğunu söylermiş.

Evzâî ile imam Şâfiî'ye göre, bu husûsda seferin uzun veya kısa olması müsavidir. Yâni deve üzerinde vitir kılmak caizdir. Za­hirîler 'den  İbni Hazm de buna kaaildir.

Urvetü'bnü Zübeyr, İbrahim Nehaî, imam A'zam Ebû Hanîfe, imam Ebû Yûsuf ve imam Muhammed: «vitir, sair farz namazlar gibi ancak yerde kılınır.»

demişlerdir. Bu kavil Hz. Ömer ile bir rivâyetde oğlu Abdul1ah (Radiyallahû anhûma) dan dahi rivayet olunmuşdur.

Sevrî: «Farz namaz ile vitr'i yerde kıl; Ma'mafîh vitr'i devenin üzerinde kılmanda da bir beis yokdur.» demişdir.

Hayvan üzerinde^ vitir kılmayı caiz görmeyenler, şu delillerle istidlal ederler:

a) Tahâvî, Nâfi' tarîki ile İbni Ömer (Radiyallahû anh) dan şu hadîsi tahrîc etmişdir: « İbni   Ömer,   nafile nama­zını devesinin    üzerinde    kılar; vitr'i,   yerde edâ eder;   ve   Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in böyle yapardığını söylerdi.» Hadîsin isnadı sahîhdir. Bu hadîs İbni Ömer   (Radiyallahû anh) 'in, Müslim'deki rivaye­tine muhâlifdir.

b) Yine Tahâvî 'nin, Mücâhid tarîki ile rivayet ettiği bir hadise göre İbni Ömer (Radiyallahû anh)  seferde    devesinin üze­rinde, hayvan nereye dönerse, oraya doğru nafile namazı kılar; vitr'i hay­vanından inerek yerde edâ edermiş.

c) İbni   Ebî   Şeybe 'nin    «Musannef» inde    tahrîc    ettiği Mücâhid   hadisinde,   Mücâhid:    «Medine'den, Mekke'ye ka­dar   İbni Ömer'in refakatinde bulundum; namazı hayvanının üze­rinde, onun döndüğü tarafa doğru kılardı. Farz namazın vakti geldimi hayvanından iner; onu yerde kılardı.» demişdir. Ayni hadîsi imam   Ah-med   b. Hanbel   «Müsned» inde   Saîd   b  Cübeyr 'den tahrîc etmişdir. Mezkûr rivâyetde   Saîd:    «Abdullah   b.   Ömer , nafile namazı devesinin üzerinde kılardı. Vitir namazını kılmak isterse, hayvanından iner;onu yerde kılardı.» demektedir.

Görülüyor ki imam Müslim'in rivayeti, İbni Ömer Hazretlerinin vitir namazını kendisi hayvan üzerinde kıldığı gibi Resû­lüllah (SaîMlahü A leyhi ve Sellem) 'in de hayvan üzerinde kıldığım; T a-hâvî 'nin rivayeti ise bunun aksine olarak Hz. İbni Ömer'in vitir namazını yerde kıldığını ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dahî yerde kıldığını rivayet ettiğini bildirmektedir. Binâenaleyh her iki taifenin yâni «vitir hayvan üzerinde kılınır.» diyenlerin de kılınma­yacağım söyliyenlerin de bu hadîsler ile istidlal etmeleri doğru olamaz. Burada yalnız kılınması diyenler İbni Ömer (Radiyallahû anh) in vitr'i, vâcib addetmediği, ona göre vitr'in şâir nafileler gibi bir nafile namaz olması ihtimâlinden bahsedebilirler. Vitr'i nafile addettiğine göre, onu yerde de; hayvan üzerinde de kılabilir.

Peygaraber (Saltalhhü Aleyhi ve Sellem) in vitir namazını, devesinin üze­rinde kılması ihtimâl ki vitir namazının vacip olduğu henüz anlaşılmadığı bir sırada olmuşdur.

Kıyâs dahî vitir namazının deve üzerinde caiz olmıyacağını gösterir. Zîra vitir namazını ayakta kılmaya kudreti olan bir kimsenin yerde vitr'i oturarak kılması bilittifâk caiz değildir. Buna kıyasen seferde hayvan üzerinden yere inmeye kudreti olan kimsenin de onu hayvan üzerinde kılamaması icâb eder. Tahâvî: «Bu cihetden dolayıdır ki bence de­ve üzerinde vitir kılmak nesh edilmişdir.» diyor.

Gerçi Hz. îbni Ömer'in devesi üzerinde vitir kıldığı ve Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Selîem) 'in de böyle yapardığını rivayet et­tiği sahîhdir. Bu rivayete bakılırsa nesh iddiasının doğru olmaması icâb eder. Çünkü Hz. İbni Ömer'in rivayeti Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatından hayli sonradır. Fakat az önce söylediğimiz gibi İbni Ömer'e göre vitr'in nafile olmak ihtimâli vardır. Binâe­naleyh ona göre vitir namazını kılan kimse muhayyerdir. Onu ister hay­van üzerinde, isterse yerde kılabilir. Netekim yerde kıldığı da rivayet olunmuşdur. Şu hâlde caiz ki hayvan üzerinde kılması bunun nesh edil­diğini öğrenmeden öncedir. Nesh'i duydukdan sonra yerde kılmışdır. Bü îzâkat ile İbni Battâ1'in sözü de Ibtâl edilmiş olur. İbni Battal: «Babımızın hadîsi vitr namazını vacip gören Ebû Hanîfe aleyhine huccetdir.» demişdir.

2- Bazıları vitir namazının sünnet olduğuna bu hadîsle istidlal et­mişlerdir. Aynî bunlara hayret etmiş ve: «Şaşarım bu adamlara!.. Vitrin vâcib olduğuna delâlet eden hadîsleri ve insafı nasıl bıraktılar da mez-heblerini hiç bir kat'î delil olmaksızın tervice kalkışarak bu bocalama yolunu tuttular!..» demiştir.

3- Zaruret yokken hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz. «Hulâ-satü'l Fetâva» nâm eserde : «Bir özürden dolayı hayvan üzerinde farz namaz kılmaya gelince: bu caizdir. Yağmur da bir özürdür. îmam Muhammed 'den bir rivayete göre seferde bulunan bir kimse yağ­mura tutulsa da namaz kılmak için inecek kuru bir yer bulamasa, hayvan üzerinde kıbleye karşı durarak ve mümkünse hayvanını durdurarak îmâ ile namazını kılar. Buna imkân bulamadığı takdirde kıbleye arkasını dö­nerek kılar. Bu, yüzünü gömecek derecede çamur olduğuna göredir. Ça­mur bu dereceyi bulmazsa namazını yerde kılar. Hırsız korkusu, hastalık, hayvanından inerse binemeyecek kadar geçkin ihtiyarlık ve yırtıcı hay­van korkusu gibi şeyler de özürdür.» denilmiştir.   «El-Muhît» de de : Bu gibi hâllerde hayvan üzerinde namaz kılmak caizdir. Özür zail olduktan sonra o namazı tekrar kılmak lâzım gelmez. Vakit namazlarının sünnet­leri nafile hükmündedir. Ebû Hanife 'den bir rivayete göre sabah namazının sünnetini kılmak için hayvanından iner; hatta bir rivayette Ebû Hanife'ye göre bu namaz vâcib olduğu için onu oturarak kılmak caiz değildir. İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed'e göre sabah namazının sünneti vitirden daha kuvvetlidir,   denilmektedir.

4- Bazılarına göre vitir namazı farz değil, Peygamter (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hasâisinden de değildir. Bu söze Aynî şu cevâbı vermiştir:

«Evet biz de onun farz olmadığına kaailiz. Ama zikrettiğimiz delil­lerden dolayı onun vâcib olduğunu söylüyoruz. Farzla vacibin arasında fark görmeyenler, lügate muhalefet etmişlerdir. Bir kelimenin lügat ma'-nâsı şer'î ma'nâsında da i'tibâra alınır...»

Vâkîa İmam Ahmed b. Hanbel'in «Müsned» inde; Hâkim'in de «Müstedrek» inde İbni Abbâs (Radiyallahû cnh) dan rivayet ettikleri bir hadîsde Hz. İbni Abbâs: «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim:

«Uç şey vardır ki, bana farz, size nafiledir. Bunlar, vitir, kurban ve sabah namazının iki rek'ât sünnetidir.» demişse de bu hadîs zaiftir. Sa-hîhsolduğunu ve hadîsin Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e hususi­yetini teslim etsek bile vâcib olan namaz hayvan üzerinde kılınamaz.

 

40- (701) Bize Amr. b. Sevvâd ileHarmele rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb hater verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan naklen haber verdi, ona da babası haber vermiş, ki kendisi Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i seferde geceleyin devesinin üzerinde hayvanın döndüğü tarafa doğru nafile na­maz kılarken görmüş.

Bu hadîsi Buhârî «Taksîru's - Salât» bahsinin bir iki yerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişdir.

Râhile: yolculuğa elverişli dişi deve demekdir. Bâzılarına göre yola ve yük taşımağa elverişli olan erkek deveye dahî «râhile» denilir. Kelime erkek deve hakkında kullanıldığı vakit, sonundaki yuvarlak «tâ» muble-ğa için getirilmiş olur.

«Hayvanın döndüğü tarafa doğru...» tâbirinden murâd, kıbleye tesa­düf etsin etmesin hayvan nereye dönerse, o tarafa doğru namaz kılardı demekdir.

Tirmizî (209-279): «Umûmiyyetle ulemâ bununla amel etmiş­lerdir. Aralarında hiç bir ihtilâf olduğunu bilmiyoruz. Onlar bir kimsenin devesi üzerinde, hayvanın yüzü kıbleye karşı olsun olmasın, nafile namaz kılmasında bir beis görmezler.» demişdir. Filhakika seferde, hü­küm budur. Hazarda ise ihtilâf edilmişdir. Hanefîler'den imam Ebû Yûsuf ile Şâfiîler'den Ebû Şaîd-i İstahrî'yeve Za­hirî 'lere göre hazarda da hayvan üzerinde nafile kılmak caizdir. Şâfiî'lerden bâzıları: «Hazarda hayvan üzerinde nafile namaz kılmak caiz­dir. Ancak namazın her cüz'ünde kıbleye karşı durmak lâzımdır.» demiş­lerdir. Yine Şâfiîlerden başka bir kavle göre binek giden kimseye nafile namazı kılmak caiz; yaya giderken caiz değildir.

İmam Ebû Yûsuf la ona muvafakat edenlerin delili bura­daki hadîsdir. Çünkü bu hadîsde sarahaten sefer zikre dilmemiştir. İmam A'zam ile imam Muhâmmed, bunun hazarda caiz olmıyaca-ğına kaaildirler. Delilleri, bundan sonraki bâb'da gelen İbn i Ömer (Radiyallahû anh) hadîsidir. Çünkü o hadîsde sefer zikredilmişdir. Müs1im'in bir rivayetinde de: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke 'den, Medîne'ye gelirken hayvanının üzerinde yüzünün baktığı tarafa doğru namaz kılardı.» denilmişdir.

 

Bu Hadisden  Çıkarılan  Diğer  Hükümler:

 

1- Hayvan üzerinde nafile kılmak caiz; fakat yaya gidenin nafile kılması caiz değildir. Çünkü hayvan üzerinde namaz kılmak bir ruhsat­tır. Ruhsatlara ise başkası kıyâs edilemez.

Şâfiîyye ulemâsı, seferde yaya giden bir kimsenin gitmek iste­diği tarafa doğru namaz kılması hususunda ruhsat olduğuna cezm etmiş­lerdir. Yalnız onların mezhebine göre namaza niyet ederken bir de rükû' ve sücûd hâllerinde kıbleye dönmek ve keza rükû' ile sücûdun yer üzeri­ne yapılması şarttır. Esah kavle göre selâm verirken kıbleye dönmek şart değildir.

2- Hadîs-i şerîfde deveye binmekden bahsedildiğine göre gemiye .binmek hüküm itibârı ile hayvana binmekle bir değildir. Çünkü gemiye

binen kimse gemi yürüse de; dursa da kıbleye dönebilir. Bâzıları kapta­nın oturarak namaz kılabileceğini söylemişlerdir. Bir takımları bunun ancak hareket hâlinde caiz olduğuna kaaildirler.

 

41- (702) Bana Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hemmâm rivayet etti. (De­di ki) : Bize, Enes b. Şîrîn rivayet etti. Dedi ki: Enes b. Mâlik'i Şam'a git­tiği vakit (donüşde) karşıladık; onunla Ayn-ı Temir denilen yerde karşı­laştık. Kendisini bir merkep üzerinde namaz kılarken gördüm. Yüzü şu tarafa doğru idi (râvî Hemmâm kıblenin soluna işaret etmiş.) Ben, ken­disine :

«Seni kıbleden başka tarafa doğru namaz kılarken gördüm!» dedim. Enes  (Radiyallahûanh):

«Resûlüllah      (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in böyle yapardığını görme­miş olsaydım, ben de yapmazdım.» cevâbını verdi.

Bu hadîsi   Buhârî   «Kasr-ı Salât» bahsinde tahrîc etmişdir.

Müs1im'in buradaki rivayetinde «Şam'a geldiği vakit.» denilmişdir. Buhârî'de ise bunun yerinde: «Şam'dan geldiği vakit.» ifâdesi vardır. Bu sebeple bâzıları Müs1im'in rivayetini vehm ve hatâya hamletmiş; doğrusunun Buhârî rivayeti olduğunu söylemişlerdir. Çünkü Hz. Enes {Radiyallahû anh) Haccâc-ı Zâlim'i halîfe Abdülmelik b. Mervân 'a şikâyet için Şam'a gitmişti. Şam'­dan donüşde halk, kendisini karşılamak1 üzere Basra'dan çıkmışlar ve Ayn-ı Temir denilen yerde ona tesadüf etmişlerdi. Fakat Nevevî buradaki hatâ iddiasını kabul etmemiş; Müs1im'in hemen hemen, bü­tün nüshalarında aynı şekilde rivayet edilen bu cümlenin mânâ itibârı ile sahîh olduğunu söylemişdir. Yalnız Hz. Enes'in Şam'dan dönüşü herkesçe mâlüm olduğu için Müslim 'in rivayetlerinden hazf edilmişdir. Mânâ şudur: «Biz, Enes (Radiyallahû anh)ı Şam'a gittiğinde, dö­nerken karşıladık...»

Aynî: «Müslim'in sahîh bir nüshasında (Şam'dan geldiği va­kit) ibaresini buldum.» diyor. Şu hâlde ibareden ekseri nüshalarda «Min» edatı düşürülmüş olur ki, bu hatâ İmam Müslim'e değil onun ki­tabını istinsah eden zevata âiddir.

Enes b. Şîrîn 'in, Enes b. Mâlik (Radiyallahû anh)a itirazı, «niçin merkep üzerinde bu şekilde namaz kılıyorsun?» diye de­ğil; kıbleye karşı dönmediği içindir. Hz .Enes, buna Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den böyle gördüğünü bildirmek sureti ile cevap vermişdir. Gerek bu hadîsden gerekse bundan önce yine bu bâbda geçen -35 numaralı» Yahya hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in merkep üzerinde nafile namaz kıldığı anlaşılmaktadır. Binâenaleyh «35» numaralı hadîsin râvîlerinden Amr b. Yahyâ'yi hatâya nisbet etmeye bir sebep yokdur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} bazen de-

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde öğle'yi geçe btrakır; İkindiyi de vakti geldiği gibi acele kılardı; akşam'ı te'hîr eder; yatsıyt acele kılardı.» deniliyor. Yalnız râvüerinden Muğiratü'bnü Zi­ya d 'ı, Cumhûr-u ulemâ zayıf bulmuş; İbni Maîn ile Ebû Zür'a mevsuk saymışlardır.

İbni Abbâs hadîsi, Müslim'dedir. Bu hadisde : «Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tebûk gazasında yaptığı bir seferde iki namazı yânî öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı toptan kıldı.» denilmişdir. Râvîlerden Saîd b. Cübeyr diyor ki: «İbni Abbâs'a: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i böyle yapmaya sevk eden nedir?» dedim, İbni Abbâs: «Ümmetine zorluk çıkar­mak istemedi.» cevâbını verdi.

Üsâmetü'bnü Zeyd hadîsini Tirmizî «El-İIel» nâm eserinde tahrîc etmişdir. Bu hadîs dahî yukarkiler gibi öğle ile ikin­dinin ve akşamla yatsının birlikte kılındıklarını gösteriyor. Tirmizî: «Ben, bu hadîsi Muhammed'e sordum: «Sahîh olan onun Üsâ­metü'bnü Zeyd'e mevkuf bulunmasıdır.» cevâbını verdi.» de­mektedir.

Câbir hadîsini Ebû Dâvûd ile Nesâî tahrîc etmiş­lerdir. Mezkûr hadîsde beyân edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de iken güneş batmış; o da Akşam ile yatsıyı Şerif denilen yerde topdan kılmışdır.

İmam Ahmed'in «Müsned» inde rivayet ettiği Câbir ha­dîsinde : Ebû'z-Zübeyr: «Câbir'e, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç akşam namazı ile yatsıyı cemî' ederek kıldı mı? diye sordum; Evet Benî Mustalik ile gaza ettiğimiz sene kıldırdı.» cevâbını verdi, dediği rivayet olunur.

Huzeymetü'bnü Sabit hadîsini Taber ân î tah­rîc etmişdir. Bu hadîsde; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Müzde-life'de akşam namazını üç, yatsıyı iki rek'ât olmak üzere her ikisini bir ikaamet ile kıldırdığı bildirilmektedir.

İbni Mes'ûd hadîsini, İbni Ebî Şeybe «Musannef» inde tahrîc etmişdir. Ayni hadîsi    Tab erânî   dahî «El-Kebîr» inde :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) akşam ile yatsı namazlarını cemî ederek kılardı. Berikini vaktin sonuna te'hîr eder; ötekini de vaktinin evvelinde acele kılardı.» şeklinde rivayet eder.

Ebû Eyyûb, Ebû Saîd-i Hudrî ve Ebû Hü­reyre (Radiyallahû anhûm) hadîsleri de böyledir. Ebû Evyûb hadîsini    Buhârî; Ebû Saîd-i Hudrî  hadîsini Taberâni;  Ebû  Hüreyre hadîsini de  Bezzâr   rivayet etmişdir.

2- Namazları cem' ederek kılma hususunda imamların mezhepleri muhtelifdir. Bâzıları bu hadîslerin zahirlerine bakarak, sefer hâlinde Öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı, ikisinden birinin vaktinde toptan kılmaya cevaz vermişlerdir.

İmam Şafiî ile Ahmed b. Hanbe1'in ve İshâk'in mezhepleri budur.

İbni Battal diyor ki: «Cumhûr-u ulemâ, yolcuya Öğlen ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı mutlak sûretde toptan kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.» Bu mes'elede altı kavil vardır:

a) İbni Battâ1'in dediği şekilde cemi' caizdir. Bu şekilde cemî ashâb-ı kirâm'dan:Alî b. Ebî Tâlib, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Saîd b. Zeyd, Üsâ  metü'bnü Zeyd, Muâz b. Cebel, Ebû Mûse'l-Eş'arî, Abdullah b. Ömer ve   Abdullah   b. Abbâs (Radiyallahû anhûm) ile Tabiînden   Ata' b. Ebî   Rebâh,   Tâvûs,   Mücâhid, lirime,   Câbir   b.   Zeyd,   Rabîatü'r' Rey'y, Ebû'z-Zinâd,   Muhammed b. Münkedir ve Saf fân  b. Süleym   hazerâtından nakledildiği gibi   Süfyân1 Sevrî,   imam Şafiî,   imam   Ahmed, İshâk,   Ebû Sevr,  İbni   Münzir,   Mâlikîl er 'den   Eşheb  gibi imamlar da buna kaaildirler. Bu kavil imam Mâ1ik'e bile nisbet olunur. Fa­kat Hz. Mâ1ik'in meşhur kavline göre cemî sureti ile toptan namaz ancak acele yolculuk zamanında rneşrû' olur.

b) İki namazı bir vakitde kılmak sureti ile cemî yapmak ancak acele sefer zamanında caizdir. Bu kavil   Üsâmetü'bnü Zeyd   ile İbni Ömer (Radiyallahû anhûma) 'dan rivayet olunmuşdur. İmam Mâ1ik'in meşhur kavli de budur.

c) İki namazı cemî sureti ile birden kılmak ancak yol almak istenil­diği zaman caizdir. Mâ1ikî1er'den İbni   Habîb'in kavli budur.

d) İki namazı, bir vakitde kılmak mekrûhdur.   Îbnü'l-Arabî, bu kavlin  Mısırlılar tarafından imam Mâlik'den rivayet edil­diğini söyler.       

e) Cem-i te'hîr caiz; cem-i takdim caiz değildir. İbni Hazm'in kavli budur. Cem-i te'hîr'den murâd, birinci namazı vaktin sonuna bırak­mak; ikinciyi de vaktinin evvelinde kılmak sureti ile yapılan cemî'dir. Sonraki namazı evvelki namazın vaktinde kılmak sureti ile yapılan cem'e cem-i takdim derler.

dümemişdir. Bu husûsdaki izahat bir iki hadîs sonra (yâni babımızın so­nunda) verilecektir.

 

46- (704) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd r;vâyet etti. (Dedi ki) : Bize, Mufaddai (yâni İbni Fadâle) [21] Ukayl'den, o da İbni ŞihâVdan, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes, Şöyle demiş:

«Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) gün devrilmeden önce yola çıkarsa öğleyi, ikindi vaktine îe'bîr eder, sonra (hayvanından) inerek, ikisini birden kılardı. Yola çıkmadan önce gün devrilirse öğle namazını kılar son­ra (hayvanına) binerdi.»

 

47- (...) Bana, Amru'n - Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şe-bâbetü'bnü Sevvâr El-Medâyinî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys b. Sa'd, Ukayl b. Hâlid'den, o da Zührî'den, o da Enes'den naklen rivayet: etti. Enes şöyle demiş:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde iki namazı birden kıl­mak istediği vakit öğle'yî, ikindinin ilk vakti girinceye kadar te'hîr eder, sonra ikisini birden kılardı.»

 

48- (...) Bana Ebû't - Tâhîr ile Amr b. Sevvâd dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Câfrir b. İsmail, UkayFden, o da İbni Şihâb'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki:

«Efendimiz sefere acele ettiği zaman öğle'yi, ikindinin ilk vaktine ka­dar te'hîr eder; Müteakiben aralarını cemi eylermiş. Akşam namazını da te'hîr eder tâ şafak kaybolduğu vakit, onu yatsı ile beraber kılarmış.

Bu hadîsi Buhârî «Kasr-u's - Salât» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahî «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Bu rivayetler öğle ile ikindinin akşam namazı ile yatsının cemi sureti ile birden kılınacağına delildir. Ve hepsi cemî için Öğle ile akşam nama­zının te'hîr namazının te'hîr edileceğini göstermektedir.

Buhârî şârihi Aynî (762-855) bu bâb'da sözü iki kısma ayırı­yor. Şöyle ki:

1- Ashâb-ı kirâm'dan iki namazı cemî' sureti ile birden kılanlar: Alî b. Ebî Tâîib, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Amr, Âişe, îbni Abbâs, Üsâmetü'bnü Zeyd, Câbir b. Abdillâh, Huzeymetü'bnü Sabit, Ab­dullah b. Mes'ûd, Ebû Byyûb, Ebî Saîd ve Ebû   Hüreyre (Radtyallahû anhûm)  hazerâtidır.

Ebû Dâvûd 'un zararsız bir senedle tahrîc ettiği Hz. Alî hadîsinde : «Alî (Radiyalîahû anh) sefere çıkarsa güneş batıp karanlık çökmeye başladıkdan sonra yola revân olur, sonra hayvanından inerek akşam namazını kılar; sonra akşam yemeğini yer; sonra yatsıyı kılar ve: Ben, Resûlüllâh (Saîîalîahü Aleyhi veSellem)'i böyle yaparken gördüm; der­di.» buyurulmaktadır. Mânâ itibârı ile temâmiyle buna benziyen diğer bir rivayeti de îbni Ebî Şeybe «El-Musannef» İnde tahrîc etmiş-dir.

Dârakutnî 'nin rivayet ettiği Hz. Alî hadîsinde ise : «Alî (Radiyalîahû anh) dedi ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sevenı) güneşin zeval vaktinde yola çıkarsa Öğle ile ikindiyi toptan kılar; şayet yola acele ederse ikindiyi Öne alır, öğleyi de vakti girer girmez acele kılar; böylece aralarını cemî ederdi.» denilmekte ise de bu hadîsin isnadı sahih değildir.

Enes hadîsi, babımız hadîslerinden biridir. Mezkûr rivayeti Bu­hârî ile Ebû Dâvûd ve Nesâî dahi tahrîc etmişlerdir,

Abdullah b. Amr hadîsini İbni Ebî Şeybe «Mu-sannef» inde; İmam Ahmed b. Hanbel de «Müsned» inde tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde: «Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Benî Mustalık gazasında, iki namazı toptan kıldı.» denilmek­tedir. Yalnız hadîsin râvıleri arasında Haccâc b. Ertâ.t var­dır ki, hüccet olup olmadığı ihtilaflıdır.

Âişe (Radiyalîahû anha) hadîsini İbni Ebî Şeybe «Mu-sannef» inde; İmam Ahmed «Müsned» inde tahrîc etmişlerdir. Mezkûr hadîsde,: ve bazen de merkep üzerinde nafile namaz kılmış demekdir. Onun için­dir ki İbni Battal: «Seferde eşek ile katır ve diğer hayvanların üzerinde nafile namaz kılmak arasında bir fark yokdur; namaz kılan kim­senin hayvanın dizginini tutması ve ayaklarını sallaması caizdir. Yalnız konuşamaz; bakınamaz ve semerin kenarına secde edemez. Belki sü-cûd'u, rükû'undan daha alçak olmak üzere îmâ eder. Bu da Allah'ın kul­larına bir rifk-u rahmetidir.» demişdir. «Aynü't-temr» Şam'a doğru Irak yolu üzerinde bir yerdir. Hz. Ebû Bekir devrinin, sonunda bu­rada Hâ1id b. Ve1îd ile acemler arasında meşhur bir harp vu­ku' bulmuş; Hz. Hâ1id Kişranm elinde araplardan bâzı rehineler bulmuştu ki, müfessir Ke1bîn'in dedesi ile Hz. Osman'm kö­lesi Humrân ve Hz. Enes'in kölesi Şîrîn bunların ara­sında idi.

 

5- Seferde İki Namazı Birden Kılmanın Cevazı Babı

 

42- (703) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Nâ-fi'den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum: tbni Ömer: Resul ül lalı (Sallatlahü Aleyhi ve Setlem) :

«Sefere acele ettiği zaman akşam ile yatsı'yi bir arada kılardı.» demiş.

 

43- (...) Bize, Muhammedu'bnü'l-Müsennâ rivayet etti.p (Dedi ki) : Bize, Yahya, Ubeydullah'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana, Nâfi, haber verdi ki, ibni Ömer, acele yola çıkacağı zaman şafak kaybolduktan sonra akşam ile yatsıyı beraberce kılar ve : Gerçekden Resûlüllah (Saltailahü Aleyhi ve Settem) :

«Yola acele ettiği vakit aksam ile yatsı'yi birlikte kılardı.» dermiş.

 

44- (...) Bize Yahya b, Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Amru'n - Nâkıd, hep birden,, İbnİ Uyeyne'den rivayet et­tiler. Amr, dedi ki: Bize, Süfyân, Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasın­dan naklen rivayet etti. Sâlim'in babası şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) 'i acele yola çıkacağı zaman akşam ile yatsı'y birlikde kılarken gördüm.

 

45- (...) Kana, Harmeietü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) :>Bize, İbnî Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Yûnus, İbni ŞihâVdan naklen haber verdi. Demiş kî: Bana, Salim b. Abdillâh haber verdi, ki babası söyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i sefere acele ettiği zaman akşam namazım re'hîr ederek, onunla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm.»

Bu hadîsi Buharı «Taksîru's-Salât» bahsinin iki yerinde; Nesâî dahî «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin bütün rivayetlerinde, yola çıkmakdan; bir. rivayetinde sefer için yola çıkmakdan bahsedildiğine göre yola çıkmanın sefer kasdı ile mukayyet olduğu anlaşılıyor. Şu hâlde şehir haricindeki bağ ve bostana gitmek buradaki hükümden hâriçdir. Yânî böyle yerlere gidileceği za­man iki namazın cemi edilmesi (her ikisinin birlikde kılınması) mevzû-i bahs değildir.

Hadîs-İ şerîf, seferde akşamla yatsının cemi' sureti ile ikisinin bir arada kılınabileceğine delildir.

Kirmâni : «Bu hadîs akşam namazını yatsı zamanına bırakarak her ikisini yatsı vaktinde birlikde kılmayı caiz gören Şafiî'ye huccetdir.> demişdir.

Hanefîlere göre buradaki cemî'den murâd, akşam namazını vaktinin sonunda, yatsıyı da vaktinin evvelinde kılmak suretiyle hâsıl olan zahirî ve sûrî cemî'dir. Yoksa akşam namazının vakit dışına bırakılması kasde-

f) Sefer dolayısiyîe mutlak sûretde cemî yapmak caiz değildir. Cemî ancak Arafat'la, Müzdelife'de yapılır. Hasan-i Basrî, İbni Sîrin, İbrahim Nehaî, Esved, Ebû Hanife ve diğer Hanefiyye imamlarının mezhepleri budur. Kaasim 'in rivaye­tine göre imam   Mâlik   de bu kavli tercih etmişdir.

İmam A'zam ile diğer Hanefiyye ulemâsı Arafat ile Müzdelife 'den başka hiç bir yerde cemî yapılamıyacağına kaail olmuş­lardır. Bu kavil ashâb-ı kiramdan Abdullah b. Mes'ûd, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Abdullah b.. Ömer (Radiyaiîahû anhûnt) ile on­lardan sonra gelen İbni Şîrîn, Câbirb. Zeyd, Mekhûl, Amr b. Dînâr, Sevrî, Esved, Ömer b. Abdilâzîz Sâlim ve Leys b. Sa'd hazerâtmdan da rivayet olunmuşdur.

İbni Ebî Şeybe *nin «Musannef» İnde rivayet ettiği bir ha­dîsde, Hz. Ebû Musa: «özürsüz iki namazı lirden kılmak, büyük günahlardandır.» demişdir,

«Et-Telvîh» sahibi diyor ki: Nevevî'nin, (Ebû Yûsuf ile Muhammed, imamlarına muhalefet etmişlerdir. Onların ka­villeri de Şafiî ile imam Ahmed'in kavli gibidir.) sözünü «Hidâye» sarihlerinden (EI-Gâye) Sahibi, reddetmiş; onların böyle bir şey söy­lediklerinin aslı olmadığını bildirmişdir.»

Aynî dahî: «Mes'ele Telvîh sahibinin dediği gibidir. Ulemâmız, ÜÇ'imamımızın, hâlini daha iyi bilirler.» diyor.

Hane.fîler, Buhar î ile Müs1im'in ittifakla Abdul­lah b. Mes'ûd (Radiyaiîahû anh) 'dan rivayet ettikleri hadîsle is­tidlal ederler. Mezkûr hadîsde   İbni   Mes'ûd- (Radiyaiîahû anh):

«Ben, ResDIüüoh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir namazı kendi vak­tinden başka bir vakitde kıldığını görmedim. Ancak Müzdelife müstesna! Çünkü orada akşam'la yatsıyı birden kılmış; ertesi gün sabah namazını ela vaktinden önce kılmış di» demişdir. Hanefiler bir de Müslim'in rivayet ettiği Ebû Katâde hadîsi ile istidlal ederler. Bu hadîsde: Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Uykuda bir kusur işleme yoktur. Kusur ancak uyanıkken bir namazı, başka namazın vakti girinceye kadar geciktirmekle olur» buyurmuşdur.

Arafat ile Müzdeliîe'den başka yerlerde dahî iki namazın bir arada kılındığını bildiren hadîslere Tahâvî «Ma'âni'I - Âsâr» şerhinde şöy-îe cevap vermişdir: «ResuliiIJafa (Satiallahü Aleyhi ve Sellem) bunlarda bi­rinci namazı vaktinin sonunda kılmış; ikinci namazı da vaktinin evveline almışdır. Şu kadar var ki, her iki namazı bir vakitde kılmişdir. İbni Abbâs   hadîsi de bu ma'nâyı te'yîd eder. Hz. İbnî   Abbâs:

«Resûlüllah (SaKallahS Aleyhi ve Sellem) hiç bir korku veya yolculuk ol­madığı holde öğle ilk ikindiyi toptan; akşamla yatsıyı 6a toptan kıldı.»

demişdir. Hadîsi,    Müslim   rivayet etmişdir. Hadîsin bir rivayetinde; İbni Abfcâs ;

«Resûtüllâh (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) Medine'de korku veya yağmur yokken, öğle île îkindi'yi toptan ve aksa m'ta yaîsfyı toptan kıldı.» demiş,İbni Abbâs'a :

«Resûlüllab (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) bununla ne yapmak istedi?» diye sormuşlar:

— Ümmetine, meşakkat vermemeyi İtasdetti... cevâbım vermişdir. Gerek bizim ulemâmızdan, gerekse muhaliflerin ulemâsından hiç biri ha-.ıarda iki namazın toptan kılınmasına cevaz vermemişdir. Bu da zikredi­len cem'in mânâsı bizim dediğimiz gibi birinci namazın te'hîr, ikincinin vakti girer girmez kılınmasından ibaret olduğunu gösterir.»

Gerçi babımızın, îbni Ömer hadîsinde Hz. İbni Ömer'in yola acele ettiği zaman şafak kaybolduktan sonra, aksam namazı ile yat­sıyı cemî ederek kılardığı ve:

«Yola acele ettiği zaman (Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) , ak-şam'Ja, yatsı'yı cem' ederek kılardı,» dediği, bildirilmişdir. Bu, iki na­mazın, bir zamanda kılındığını nassan bildirmektedir. Hattâ Nevevî (631-676): «Bunda Hanefî1er'in (Cemî'den murâd birinci namazı vakti­nin sonuna te'hîr; ikinciyi de vaktinin evvelinde kılmakdan ibâretdir) sözü­nü iptal vardır.» demişdir. Fakat şafak mes'elesi gerek sahâbe-i kiram, gerekse ulemâ arasında ihtilaflıdır. «Şafak'dan murâd; ufuktaki kızıllık-dır.» diyenler bulunduğu gibi «ufuktaki beyazlıktır.» diyenler de vardır.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, akşam ile yatsı'yı kızıllık kaybolduktan sonra, kılmış olması caizdir. Bu takdirde «Şafak'dan mu­râd: beyazlıkdır...» diyenlerin kavline göre, akşam namazı kendi vaktin­de kılınmış olur. «Şafak'danirmrâd, kızıllıktır...» diyenlere göre, yatsı da­hî vaktinde kılınmışdır. İşte bu suretle her iki namaz vaktinde kılınmış almakla beraber, şafak hakkındaki ihtilâfa bakarak: «Bu namazları, şafak kaybolduktan sonra toptan kıldı.» demek caizdir. Buna sureta cemi' de­nilir. Vakit itibârı ile cemî değildir. Bu babta Nesâî 'nin ve diğer ule­mânın rivayet ettikleri hadîsler, hep böyle te'vîl olunur. Bunların bâzı­ları da zayıf dır. Hattâ Ebû Dâvûd’ım: «Vakitden önce cemi' yapı­lacağı hususunda, sübût bulmuş hadîs yokdur.» dediği rivayet olunur.

Hat tabî (319-38&), Hanefiler'in te'vîlini redderek, şunları söylemişdir: «Şüphesiz ki. iki namazı cem' ederek kılmak bir ruhsattır. Eğer mes'ele Han efil er'in dediği gibi olmuş olsa. her namazı vaktinde kıl­makdan daha meşakkatli bir iş ortaya çıkardı. Çünkü namaz vakitlerinin

 

53- (...) Bize Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yânî İbni'l-Hâris) rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Kurratü'bnü Hâlid riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âmir b. Vasile Ebû't-Tufeyl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Cebel rivayet etti. Dedi ki:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Tebûk gazasında öğle ile ikin­diyi ve akşamla yatsıyr cem' ederek kıldı.»

Ben: Acep onu, buna sevk eden nedir?» diye sordum. Muâz: — Ümmetini meşakkata sokmamak istedi... dedi.

 

54- (706) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ,ki : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb ile Ebû Saîd-i Eşec dahî rivayet ettiler. Lâfız, Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize Vekî' rivayet etti. Bunların ikisi de A'meş'-den, o da Habib b. Ebî Sâbit'den, o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet ettiler. İbni Abbâs, şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Medine'de korku ve yağmur olmaksızın öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı birden kıldı.»

Vekî'in hadîsinde: «İbni Abbâs'a : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu niçin yaptı? dedim; Ümmetini meşakkata sokmamak için; cevâbını verdi.» cümlesi vardır.

Ebû Muâviye hadîsinde ise: «İbni Abbâs'a: Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) bununla ne yapmak istedi? dediler; İbni Abbâs:

— Ümmetini meşakkata sokmamak istedi; cevâbını verdi.» denİlmiş-dir.

 

55- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Amr'dan, o da Câbir b. Zeyd [22]'den, o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs:

«Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem)   ile cemi' sureti ile sekiz ve (yi­ne) cemi' sureti ile yedi rek'ât namaz kıldım.» demiş.

Ben : «Yâ Ebâ'ş-Şa'sâ'! Zannederim öğleyi te'hîr, ikindiyi acele kıldı ve akşam namazını te'hîr, yatsıyı da (vakti girer girmez) acele kıldı.» de­dim. Ebû'ş-Şa'sâ':

— Ben de öyle, zannediyorum... cevâbını verdi.

 

56- (...) Bize Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Hammâd b. Zeyd, Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Zeyd'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti kî, Resûliillah (SaUallahü Aleyhi've Sellem):

Medine'de namazı (cemi' sûreM ile) yedi ve sekiz rek'ât kılmış, (yânı) öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı toptan kılmış.

sureti ile kılınabileceğini söylemişdir. Binâenaleyh onun bu sözünden öğ­le ile ikindinin cemî edilemiyeceği ma'nâsı çıkmaz. Onu da Enes ve İbni    Abbâs   gibi sahâbe-i kiram rivayet etmişlerdir.»

 

6- Hazarda İki Namazı Birden Kılma Babı

 

49- (705) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike, Ebû'z-Zübeyr'den dinlediğim, onun da Saîd b. Cübeyr'den, onun da İbni Abbâs'-dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbnî Abbâs:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir korku ve sefer yokken öğle ile ikindiyi toptan, akşamla yatsıyı da toptan kıldı.» demiş.

 

50- (...) Bize, Ahmed b. Yûnus ile Avn b. Sellâm hep birden Zü-heyr'den rivayet ettiler. İbni Yûnus dedi ki: Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'z-Zübeyr, Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'de hiç bir korku ve se­fer yokken Öğle ile ikindiyi toptan kıldı.» demiş.

Ebû'z-Zübeyr demiş ki: «Ben, Saîd'e acep bunu niçin yaptı diye sor­dum. Saîd: Ben de, senin sorduğun gifci İbni Abbâs'a sordum da :

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ümmetinden hiç bir kimseyi me-şakkata sokmamak istedi... cevâbını verdi... dedi.

 

51- (...) Bize, Yahya b. Habîb El - Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hâlid (yâni İbni'l-Hâris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kurre rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebü'z-Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Saîd b. Cübeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Abbâs rivayet ettiki, Resûlüllah

(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :

Tebûk gazasında yaptığı bir yofculukda namazı cem' ederek kılmış ve öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı cem' etmiş.

Saîd demiş ki: «İbni Abbâs'a Resûlüllah (Saîfallahü Aleyhi ve Sellem) 'i buna sevk eden nedir? dedim: Ümmetini meşakkate sokmamak istedi; dedi.»

 

52- (706) Bize Ahmed b. Afcdilîâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr, Ebû't-Tufeyl Âmir'den [23], o da Muâz'dan^ naklen rivayet etti. Muâz şöyle demiş:

«Tebûk ga2Ğsına Resûlülİah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte çık­tık kendileri öğle ile ikindiyi toptan; akşamla yatsıyı da toptan kılıyordu.»

evvellerini âhirlerini avamdan geçtim, havâss takımının bile bir çokları bi­lemezler...»

Hanbelîler 'den İbni Kudâme (541-620) de: «İki namazın arasını cem' etmeyi sûretâ cem'a hamletmek iki vecihle fâsidtir:

a) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, iki namazı, bir vakitte cem' ederdiği sarahaten rivayet olunmuşdur.

b) iki namazı cem' etmek, bir ruhsattır. Mes'ele Hanefîler'in de­diği gibi olacak olursa, her namazı kendi vaktinde kılmakdan daha büyük bir meşakkat doğacakdır. Ve keza cemî mes'elesi  Hanefîler'in dediği gibi olursa, ikindi ile akşamı, yatsı ile sabah namazını cem' etmek mümkün olur. Hâlbuki bunların cemî sureti ile kılınmalarının haram olduğunda ulemâ arasında hilaf yokdur. Hadîsin zahirî mânâsı ile amel etmek bu gûnâ tekellüfden evlâdır...» demişdir.

Bedrüddîn Aynî (762-855), bu zevatın reddiyelerine şöyle cevap vermişdir: «Cem'in bir ruhsat olduğunu teslim ettik diyelim. Lâ­kin biz, onu sûrî, cem'e hamlettik. Tâ ki haberi vâhid, kafi olan. âyete

muâraza etmesin, muâraza etmesin. Âyetden murâd: «Namazlara, devam edin...» yânı onları vakitlerinde     kılın!  kavl-i kerimidir. Teâlâ Hazretleri : 

«Şüphesiz ki, namaz mü'minlerin özerine vakitlerinde farz kılınmışdır.»

buyuruyor. Bizim kaail olduğumuz vecih, hem âyetle, hem de hadîs'le amel sayılır. Muhaliflerin kavli ise âyetle, ameli terk etmeye varır. On­ların kaail oldukları cem-i manevî, yağmur ve korku.gibi özürlerden do­layı hazarda da cem'in caiz olmasını iktizâ eder. Mâmâfîh bunu kendileri de caiz görmemiş Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in hiç bir korku veya yağmur olmaksızın Medîne'de öğle ile ikindiyi ve akşamla yat­sıyı cem' ederek kıldığını bildiren İbni Abbâs hadîsini bir takım merdûd suretlerle te'vîl etmişlerdir. Bizim kaail olduğumuz şekilde ise hem kitapla hem de bu bâbda vârid olan bütün hadîsler ile hiç bir te'vile hacet kalmaksızın amel etmek vardır.

Hattâbî'nin (Çünkü vakitlerin evvelleri ve âhirleri havassın bile anlayamadığı şeylerdendir...) sözünü kabul etmiyoruz. Zira namaz dinin en büyük umurundan biridir. Kâmil bir müslümana dîninin en büyük er­kânından biri olan, namaza müteallik şeyler nasıl gizli kalabilir? İbni Kudâme'ye dahî ayni şekilde cevap verilir. Onun ikindi İle akşam namazını ve yatsı ile sabah namazını cemî hakkındaki kıyâsı da bâtıldır. Çünkü arada mülâzemet yoktur. Sonra bizim kaail olduğumuz vecihde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) 'in sözünü sıyânet etmemek deği! bilakis sıyânet etmek vardır...»

Arafat'la Müzdelife'den başka yerlerde de iki namazı cem' ederek top­tan kılmanın caiz olduğunu kabul edenlere göre, cem'in nasıl yapılaca­ğını imam Nevevî şöyle anlatır: «Şafiî ile ekseri ulemâya göre uzun seferde öğle ile ikindiyi, hangisinin vaktinde dilerse ve keza akşamla yatsıyı hangisinin vaktinde dilerse cem' ederek kılmak caizdir. Kısa yolda cem'in caiz olup olmaması hususunda Şafiî 'den iki kavil rivayet olunur. Bunların esah olanına göre kısa yolda cemî ve kasr caiz değildir. Uzun yoldan murâd: 48 millik mesafedir ki mu'tedil yürüyüşle iki konak eder. Konakta bulunan yolcu için efdal olan şekil, birinci na­mazın vakti girdiği zaman, ondan sonra gelen namazı da onunla beraber kılmakdır. Birinci namazın vaktinde yolda bulunur da, ondan sonraki namazın vakti çıkmadan konağa varacağını bilen kimse için birinci na­mazı, ikincinin vaktine te'hîr etmek efdal olur. Bu tertibe riâyet etmiye-nin, namazı da caizdir. Yalnız efdal olan vechi terk etmiş olur.

Birinci namazın vaktinde cemî yapmanın şartı evvelâ o vaktin nama­zını kılmak ve namazdan çıkmadan cem'i niyet etmek, iki namazın ara­sını ayırmamakdır.

İkinci namazın vaktinde, cemî yapmak isteyenin birinci namaz vakti esnasında cem'e niyet etmesi icâb eder. İkinci namaz vaktini, her iki na­maza yetecek ve artacak sûretde geniş tutmak yânı namazları vaktin so­nuna bırakmamak gerekir. Eğer cem'i, niyet etmeksizin namaz vaktini ge-çirmişse kendisi Allah'a âsî, kıldığı namaz da kaza olur. Birinci namazı cem' etmek niyetiyle te'hîr eden kimsenin, ikinci namaz vakti gelince ev­velâ birinciyi kılması ve cem'e niyet etmesi, ondan sonra araya hiç bir şey karıştırmamak suretiyle ikinci namazı kılması müstehab olur. Cem'in kı­saca ahkâmı budur.

Yağmur sebebi ile birinci namazın vaktinde, cemî caizdir. Sahîh kav­le göre ikinci namazın vaktinde caiz değildir...

Şâfiîler'le cumhûr-u ulemâya göre yağmur sebebi, ile cemî, öğle ile ikindi ve akşamla yatsı namazlarında caizdir.

İmam Mâlik, bunu yalnız akşamla yatsı namazına tahsis etmis-dir.

Hastaya gelince: imam Şafiî 'nin meşhur olan kavli ile ekseri ule­mâya göre hastalık sebebi ile namazı cem' ederek kılmak caiz değildir. İmam Ahmed b. Hanbel ileŞâfiîler 'den bâzılarına göre caizdir.

Hz. Abdullah b. Ömer'in yalnjz akşamlı yatsıyı zikrederek öğle ile ikindiyi söylememesi makamın müsâdesizliğindendir. Çünkü zev­cesinin vefatı üzerine acele yetişmesi istenmiş; o da acele akşamla yatsıyı birden kılarak cenazeye gitmiş. Onun için yalnız akşamla yatsının cemi

 

57- (...) Bana Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hammâd, Zübeyr b. Hırrîd [24]'den, o da Abdullah b. Şakik'den naklen rivayet etti. Abdullah, şöyle demiş: Bir gün îbni Abbâs, ikindiden sonra bize hutbe îrâd etti. Hutbe tâ güneş kavuşup, yıldızlar görününceye ka­dar devam etti. Halk namaza, namaza... demeye başladılar. Derken ya­nına Benî Temim'den fütursuz ve sözünü esirgemiyen bir adam gelerek: Namaza, namaza... dedi. Bunun üzerine İbni Abbâs:

«Bana, sünneti mi öğretiyorsun be annesiz kalası!» dedi ve şunu ilâ­ve etti:

«Ben, ResölülSah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'n Öğle i!e ikindiyi ve ak­şamla yatsıyı cem' ederek kıldığını gördüm!»

Abdullah b. Şakîk: «Bu sözden kalbime bir şüphe düştü de Ebû Hü-reyre'ye giderek, ona surdum. İbni Abbâs'm sözünü o da tasdik etti.» de­miş.

 

58- (...) Bize, İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İmrân b. Hudeyr [25], Abdullah b. Şakîk El-Ukaylî'den naklen rivayet etti. Demiş ki: İbni Abbâs'a bir adam; namazı (kil.) dedi. O sustu. Sonra (yine) namazı kıl, dedi. O yine sustu. Sonra (tekrar) namazı (kıl.) dedi; İbni Abbâs yine sustu; sonra: «Be hey annesiz kalası! Namazı bize mi öğreteceksin. Biz, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) zamanında iki namazı cem' ederek birden kılıyorduk» dedi.

îbni Abbâs hadîsini B.uhârî «Mevâkîtü's-Salât» ve «Te-heccüd» bahislerinde; Ebû Dâyûdve Nesim «Sefer» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Bu hadîsin bâzı rivayetlerinde: «Medine'de namazı yedi ve sekiz rek'-ât kılmış, öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı toptan kılmış.» denilerek, Leff-ü neşr-i müşevveş yapılmışdır. Yâni sekiz rek'ât dan murâd: Bera­berce kılınan, öğle ile ikindi; yedi rek'ât'dan   murâd da: akşamla, yatsı'dır.

Babımızın (706) numaralı hadîsinin ikinci rivayetinin senedinde Ebû't-Tufeyl, Âmir b. Vasile olarak zikredilmişdir. Kaadı Iyâz (Rahimehullah) bu ismi Sahîh-i Müslim'in ekseri râvîlerinden bu şekilde nakletmişdir. Bâzı rivayetlerde mezkûr ismin Amr b. Vâi1e şeklinde nakledildiği görülmüşdür. Eû't - Tuf ey l'in meşhur olan ismi Müs1im'in burada rivayet ettiği gibi Âmir'dir. Bâzıları Amr olduğunu söylerler. tâbiri «Annen olmasın! mânâsına gelirse de Arapların,

onu mecazen başka mânâlarda kullandıklarını îman bahsinde görmüştük. Bu kelime ekseriyetle zemm ve sitem mânâsında kullanılır. Medih mânâ­sında kullanıldığını iddia edenler de olmuşdur.

 

Bu Rivayetlerden Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- Hazarda da öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı cemi' sureti ile birden kılmak caizdir.

2- Bâzıları bunu; «Yağmur gibi bir özürden dolayı caizdir.» şeklin­de te'vîl etmişlerdir. Hadîsin bâzı rivayetlerinin sonundaki «Hiç bir korku ve sefer olmaksızın.» kaydı da bunu te'yîd eder. Onun için imam Mâ­lik bu gibi rivayetler hakkında: «Ben, bunun yağmur hakkında oldu­ğunu zannediyorum.» demişdir.

Hattâbî'nin beyânına göre, hazarda yağmur sebebi ile iki nama­zın beraberce kılınıp-kılmamıyacağı, ulemâ arasında ihtilaflıdır. Selefden bir cemaata göre, caizdir. Abdullah b. Ömer (Radiyailahû anh) buna kaail olduğu gibi Hz. Urvetü'bnü Zübeyr de yağmur yağdığı vakit namazları cemi' sureti ile kılarmış. Saîd b. El-Mü-seyyeb, Ömer b. Abdilâzîz, Ebû Bekir b. Abdirrahmân, Ebû Seleme ve Medine fukahâsmm umumi­yetle kavilleri budur. İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 Hazerâtı dahî ayni kavli tercih etmişlerdir. Yalnız imam Şafiî, namazın cemi' sureti ile sahîh olabilmesi için yağmurun, nama­za başlarken devam etmesini şart koşmuştur. Bu şartta, Ebû Sevr'de imam Şafiî ile beraberdir. Şâir ulemâ böyle bir şeyi şart koşma-mışdır. İmam Mâlik yağmura tutulan kimsenin, çamur ve karanlık­ta namazlarını cemi' sureti ile kılabileceğine kail olmuşdur.

Halîfe Ömer   b.  Abdilâzîz'in kavli de budur.

Evzâî ile Hanefîler'e göre, yağmura tutulan kimse her namazı vaktinde kılar.

3- Bir takımları bu hadîsi te'vîl sadedinde: «Öğleyi kıldığı sırada, hava bulutlu imişdir. Sonra açılmış ve ikindinin girdiği anlaşılmış; arka-çığından onu da kılmışdır.» demişlerse de bu söz bâtıldır. Çünkü mezkûr te'vîl öğle ile ikindi hakkında bir parça yakışırsa da akşamla yatsıya ihti­mâli yokdur.

4- Diğer bir takım ulemâ bu cem'in yağmur veya o mânâda bir özür­den dolayı yapıldığını söylemişlerdir. Nevevî imam Ahmed b. Hanbelile Şâfiîler'den Kaadı Hüseyin in kavilleri bu ol­duğunu; yine Şâfiîyye ulemâsından Hattâbî, Mütevelli ve Rûyânî'nin bu kavli ihtiyar ettiklerini söylemektedir. Fakat bu te'vîl dahî zayıf ve hadîsin zahirine muhâlifdir. Hadîsi yağmur gibi br Özürle kayıtlamak, mürecchsiz tercinde bulunmakdır. Bu ise bâtıldır

5- Bu bâbdaki te'vîllerin en güzel Hanefîler'in te'vîlidir. Az yukarıda îzâh ettiğimiz vecîhle Haneliler Arafat ile Müzdelife'den başka bütün cemî'leri cemi sûûrî diye te'vîl etmiş yâni: «Bundan rnurâd, birinci namazı vaktinin sonunda kılmış; ikinci namazı da vakti girer gir­mez edâ etmişdir. Bu suretle her iki namaz kendi vaktinde kılınmakla be­raber zahire göre iki namaz, bir arada kılınmış sayılmışdır.» demişlerdir. Hanefî1er'in bu bâbdaki delillerini az yukarıda gördük.

6- Ulemâdan bir cemâat, bu hadîslerle istidlal ederek bir hâcetden dolayı hazarda dahî iki namazın cemi' sureti ile beraber kılınabileceğine kaail olmuş; ancak bunun âdet edinilmeme sini şart koşmuşlardır. İbni Şîrîn ile Rabîa, Eşheb, İbni'l-Münzir ve Kaffâl-i Kebîr'in mezhepleri budur. Ayni kavli Hattâbî bir çok hadîs imamlarından nakletmişdir. Bunların delili Hz. İbni Abbâs'm: «Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) bunu, ümmetini me­şakkate sokmamak için yaptı.» demiş olmasıdır. Buna benzer bir söz İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'dan da merfû olarak rivayet edil-mişdir. Ancak mezkûr hadîs hakkında Hattâbî: «Bu hadîs ile fuka-hânm ekserisi amel etmezler.» demiş; Tirmizî dahî: «Benim kita­bımda İbni Abbâs'm korku ve yağmur yokken Medîne'de namaz­ların cemî' edilerek kılındığını bildiren hadîsinden başka ulemânın itti­fakla terk ettikleri bir hadîs yokdur.» şeklinde beyanda bulunmuşdur.

 

7- Namazdan (Sonra) Sağ'dan ve Sol'dan Çıkıp Gitmenin Cevazı Babı

 

59- (707) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Muâviye ile Vekî', A'meş'den, o da Umâra'dan o da Esved'den, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti. Abdullah, şöyle demiş: «Sakın sizden bîriniz (namazdan çıkarken) mutlaka sağ tarafından çıkmak lâzımdır zan­nederek, şeytana kendi nefsinden bir parça ayırmasın! Benim Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den ekseriya gördüğüm sol taraf nidan kalkıp gittiğidir.»

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Cerîr ile îsa b. Yunus haber verdiler H. Bize bu hadîsi Aliyüb'nü Haşrem dahî riva­yet etti. (Dedi ki) : Bize, İsa haber verdi. Bunların ikisi de A'meş'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

 

60- (708) Bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebû Avâne, Süddî [26]'den rivayet etti. Demiş ki: Enes'e sordum; «Namaz kıldığım vakit nasıl kalkıp gideyim? sağımdan mı, solumdan mı?» dedim. Enes :

— Ben, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'i    ekseriyetle sağ tara­fından kalkıp giderken gördüm.» dedi.

 

61 - (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize, Vekî', Süfyân'dan, o da Süddî'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)  sağ tarafın­dan kalkıp gidermiş.

Bu    hadîsleri  Buhâri  «Ezan» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve  İbni Mâce «Namaz» bahsinde muh­telif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

İbni Mâce 'nin sahîh bir senedle Amr b. Şuayb 'dan, onun da babasından, onun da dedesinden rivayet ettiği hadîsde, Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazdan bazen sağ tarafından, bazen de sol tarafından kalkarak ayrıldığı bildirilmişdir. Tirmizî: «Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1'den her iki vecih sahîh olarak rivayet edil-nıişdir.» diyor. Ve hadîsin hasen olduğunu söyledikten sonra ulemânın buna göre amel ettiklerini yânî Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dilerse sağından, isterse solundan kalkıp gittiğine kaail olduklarını söylüyor.

Hz. A1i (Radiyallahû anh) 'in :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m, haceti  sağında  ise sağından kalkar; solunda ise solundan kalkıp giderdi.» dediği rivayet olunur.

Nevevî (631-676), Abdullah b. Mes'ûd hadîsi ile Enes (Radiyallahû anh) hadîsinin aralarını şöyle bulmuşdur: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen sağından bazen solundan kalkıp giderdi. Her iki râvî kendince daha çok zannettiği şekli rivayet etmişdir. Bu ri­vayetler, namazdan çıkarken sağdan veya soldan kalkmanın caiz oldu­ğuna delâlet ederler. Hiç birini yapmakta kerahet yoktur. İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'in sözünden anlaşılan kerahet, sağdan veya soldan kalkmanın asıl olması itibârı ile değil, sağdan kalkmayı vacip i'ti-kad edenler hakkındadır. Çünkü böyle bir i'tikaadda bulunmak hatâdır. Ancak sağ taraftan kalkmak efdaldir. Hadîslerin umûmu sağ tarafın fa­ziletini sarahaten göstermektedir. Bununla beraber sağ veya sol taraf­lardan birinde görülecek bir haceti olan kimsenin, o taraftan çıkıp gitmesi müstehabdir.

 

8- İmam'ın Sağında Bulunmanın Müstehab Oluşu Babı

 

62- (709) Bize Ebû Küreyb rivayet etti.    (Dedi ki) :   Bize İbni Ebî Zaide, Mis'ar'dan, o da Sabit b. Ubeyd'den, o da İbni'l-Berâ'dan, o da Berâdan naklen haber verdi. Berâ' şöyle demiş: Biz, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîiem) 'in arkasında namaz kıldığımız vakit onun sağ tarafında olmayı dilerdik. Kendisi yüzünü bize donerdi.Ben, onun :

«Yâ Rabbî! Kullarını  (tekrar)  dirilteceğin   (yahut toplıyacağm) gün beni azabından koru!» derken işitmişimdir.

 

(...) Bize, bu hadîsi Ebû KÜreyb ile Züheyr h. Harb da rivayet etti­ler. Dediler ki : Bize, Vekî', Mis'ar'dan, bu isnâdla, rivayette bulundu. Yalnız:  «Yüzünü, bize  dönerdi.»  cümlesini söylemedi.

Kaadı îyâz'm beyânına göre Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîiem) 'in, namazdan sonra cemaata karşı dönmesi, kalkıp evine gider­ken de olabilir. Selâm verdikten sonra dönmüş olması da muhtemeldir. En akla yakın olanı da budur. Çünkü Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Selleırı) Efendimizin, namazdan sonra, mübarek yüzünü bütün cemaata doğru çevirmek âdetiydi. Bu işi bazen sağından, bazen de solundan dön­mek suretiyle yapardı, Dönerken, kalkması yahut oturduğu yerden dön­mesi muhtemeldir.

Hadîs-i şerif imamın bulunduğu yerde kalmayıp, o yerden kalkması yahut dönmesi gerektiğine delildir. Bunun sebebi, mescide sonradan gi­renlerin imamı namazda zannederek, ona uymalarını Önlemektir. Bir de imamın o yerde bulunan hakkı bitmiştir. Binâenaleyh o yeri işgal etmekte başkasından evlâ olmadığını göstermek için yerini değiştirir. Şu da var ki imamın bulunduğu yerde kalması, kendisine kibir ve uçup verir. Gerçi Fahr-i Kâinat (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz hakkında böyle bir şey düşünülemezse de ümmetini bundan kurtarmak için dönmenin sünnet olduğunu fi'len onlara Öğretmiştir.

 

9- Müezzin (İkaamete) Başladıkdan Sonra Nafile Namaza Niyetlanmenin Keraheti Babı

 

63- (710) Bana, Ahmed b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammet! b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Verkaa'dan, o da Amr b. Dinar'dan, o da Atâ' b. Yesâr'dan o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve Seilem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle bu­yurmuşlar :

«Namaza ikaamet gefirildimi artık farz namazdan başka namaz yok­tur.»

Bu hadîsi, bana Muhammed b. Hatim ile İbni Râfi' dahî rivyet ettiler. Dediler ki: Bize, Şebâbe rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Verkaa' bu isnâdla rivayet etti.

 

64- (...) Bana Yahya b. Habîb El - Hârisî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b. Dînâr rivayet etti. Deedi ki: Atâ' b. Yesâr'i, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve SeUem)'den naklen ri­vayet ediyorum derken işittim. Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) :

«Namaza ikaamet getirildiği vakit, farz namazdan başka namaz yok­tur.» buyurmuşlar.

 

(...) Bize, bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk fcu isnâdla, bu hadîsin mislini haber verdi.

 

(...) Bize Hasenü'I-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hanımâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, o da Amr b. Dînâr'dan, o da Atâ' b. Yesâr'dan, o da Ebû    Hüreyre'den, o  da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini ha­ber verdi.

Hammâd : «Sonra ben Amra tesadüf ettim de, bu hadîsi bana rivayet­te bulundu; Ama ref etmedi.» demiş.

Bu hadîs farz namaza ikaamet getirüdikden sonra, nafile namaza ni­yetlenmenin, memnu' olduğuna delildir. Bu hususta Revâtib denilen "beş vaktin sünnetleri ile sair nafile namazlar arasında fark yoktur. Cumhûr-u ulemâ ile Şafiî 'nin mezhebi budur. Hz. Ömer (Radiyallahû anh)    ikaamet getirildikten sonra sünnet kılanları dövermiş.

Hanefîler'e göre, sabah namazının sünnetini kılmayan bir kimse farzın ikinci rek'âtma yetişeceğini aklı keserse ikaarnetden sonra evvelâ sünneti kılar. İmam Mâlik 'den bir rivayete göre sabah namazının sünnetini kılmayan kimse farzın ilk rek'âtma yetişeceğine; diğer rivayet­te ikinci rek'âtma yetişeceğine aklı keserse sünneti mescid hâricinde kı­lar. Başka br rivayete göre imam Mâlik bu meselede Şafiî ile beraberdir. Sevrîye göre farzın ilk rek'âtma yetişeceğini aklı ke­serse ikaametden sonra sünneti kılar.

Ulemâdan bâzıları sünnetin mescid hâricinde bir yerde kılınacağını, ikaamet getirildikten sonra mescidin içinde kümamıyacağını söylemiş­lerdir.

Hadîsin râvîlerinden Hammâd'm: «Sonra Amr'a rastladım da bu hadîsi bana rivayette bulundu; ama ref etmedi.» sözü, hadîsin sıh-hatına ve merfû' oluşuna zarar vermez. Çünkü râvîlerin ekserisi, onu merfû' olarak rivayet etmişlerdir.

Tirimzî: «Bu hadîsin merfû' olan rivayeti daha sahîhdir.» demişdir.

Kitabımızın başında gördüğümüz vecihle bir hadîsin merfû' olan ri­vayeti, mevkuf rivayetine tercih edilir. Velev ki merfû' olarak rivayet edenlerin sayısı daha az olsun. Sahîh olan mezhep budur. Hammâd hadîsinde ise merfû' olarak rivayet edenlerin sayısı daha çoktur. Binâena­leyh merfû' rivayetin kabul edilmesi evleviyyette kalır.

Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Namaza ikaamet getirildimi artık farz namazdan başka namaz yok­tur.» sözünden murâd: namazın kemâli yâni sevabı yokdur; demekdir. Yoksa kılman namaz sahîhdir, Çünkü böyle bir namazın kazasını emret-memişdir.

 

65- (711) Bize Abdullah b. Meslemete'I-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b. Sa'd, babasından, o da Hafs b. Âsim'dan, o da Abdul­lah b. Mâlik İbni Buhayne'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaUaUahü A leyhi ve Seîlem) sabah namazına İkaamet getirilmiş iken sünnet kılmak­ta olan birinin yanına uğramış (râvî diyor ki) ona bir şey söyledi ama ne olduğunu bilmiyoruz. Namazdan çıktığımız vakit o zâtın etrafını sararak:

  Sana, Resûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem)   ne söyledi? diye sor­duk. O zât:

  Bana :

«Nerdeyse sizden biriniz sabah namazını dört rek'ât kılacak.» buyurdular, dedi.

Ka'nebî (kendi rivayetinde) : «Abdullah b. Mâlik, İbni Buhayne'den, o da babasından...» diye rivayet etti.

Ebû'l - Hüseyin Müslim der ki: Ka'nebî'nin bu hadîsde «Babasından» diyerek rivayet etmesi hatâdır.

 

66- (...) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne, Sa'd b. İbrahim'den, o da Hafs b. Âsım'dan, o da İbni Buhayne'den naklen rivayet etti. İbni Buhayne şöyle demiş: Sabah namazına ikaamet getirildi. Bu arada Resûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem) müezzin ikaa­met ederken namaz kılan bir adam gördü de, ona :

«Sabah namazını dört rek'ât mı kılıyorsun?» buyurdular.

 

67- (712) Bize, Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad (yâni İbni Zeyd),   rivayet etti. H.

Bana Hâmid b. Ömer El-Bekrâvî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâhid (yâni İbni Ziyâd) rivayet etti. H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye riva­yet etti. Bunların hepsi Âsım'dan rivayette bulunmuşlardır. H.

Bana ZÜlıeyr b. Harb dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bİ-ze Mervân h. Muâviyete'l - Fezârî, Âsım-ı Ahvel'den, o da Abdullah b. Sercis [27] den naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah namazında iken bir adam mescide gire­rek mescidin bir tarafında iki rek'ât namaz kıldı. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) ile namaza dâhil oldu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verince :

«Ey Fülân! Sen bu iki namazdan hangisini sayıyorsun? Yalnız başına kıldığ:n namazı mı yoksa bizimle beraber kıldığmı mı?» buyurdular.

İbni Buhayne hadîsini Buhârî «Ezan» bahsinde; Nesâî ile İbni Mâce de «Namaz» bahsinde muhtelif râvîler-den tahrîc etmişlerdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namaz kılarken gördüğü zât hadîsin râvîsi Abdullah b. Mâlik İbni Buhayne'-dir. Bu cihet imam Ahmed b. Hanbeî'in rivayetinde tasrîh edilmişdir. İbni Huzeyme (223-311), İbni Hibbân ( -354), Bezzâr ( -292), Hâkim (321-405) ve başkalarının tahrîc ettikleri bir hadîsden ise bu zâtın İbni Abbâs (Radiyallahû anh)     olduğunu anlaşılıyor. Mezkûr hadîsde Hz. İbni Abbâs şöyle demektedir: «Müezzin ikaamet getirirken, ben sünnet kılıyordum. Bu­nun üzerine Peygamber (Sallaîiahü Aleyhi ve Sellem)   beni çekti. Ve:

Sabah namazını dört rek'ât mı kılıyorsun? buyurdu.» Ancak Aynî hâdisenin ayrı ayrı iki defa geçtiğini söylemektedir.

Bu hadîsde Resûlüllah (Sallaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Nerdeyse sizden biriniz sabah namazını dört rek'ât kılacak!» buyurması yapılan işi inkâr ve bunu niçin men ettiğine işarettir. Müezzin sabah namazı için ikaamet getirirken, sünnet kılmanın yasak edilmesi sedd-i zerîa kabîlindendir. Yâni bu iş böyle yapıla yapıla ileride daha çok âdet olmasına yol açar da cemâat sabah namazının farzı dört rek'ât oldu sanırlar endîşesi ile men edilmişdir. Bundan sonraki Abdullah b. Sercis hadîsinde :

«Ey Fülan! Sen bu iki namazın hangisini sayıyorsun? Yalnız başına kıldığını mı yoksa bizimle beraber kild[ğim mı?» buyurması dahî ikinci bir illettir. O da imamlar hakkında açılması melhuz olan ihtilâf kapısını kapamaktır. Zîra bu kapı kapanmazsa ehl-i şikak ve fesadın arkasında namaz kılınmaz olur.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Sabah namazını kılmak için camiye giden bir kimse müezzini ikaamet getirirken bulsa sabah namazının sünnetini kılar mı. kılmaz mı mes'elesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Az yukarıda da işaret ettiğimiz ve-cîble ulemâdan bâzıları bu hadîslerle istidlal ederek imam, sabah nama­zının farzını kıldırırken orada sünnet kılmamıyacağma kaail olmuşlardır. Bu kavil Abdullah b. Ömer  ve Ebû Hüre  y re (Radtyaüahû anhûm) ile onlardan sonra gelen Saîd b.  Cübeyr, Urve, İbni  Şîrîn, İbrâhîm  Nehaî, Atâ',    İmam Şafiî, İmam Ahmed,    İshâk  ve Ebû  Sevr Hazerâ-tmdan rivayet olunmuşdur.

2- Bâzıları sabah namazının ikinci rek'âtmda imama yetişebilece­ğini aklı kesen kimsenin mescid hâricinde sünnet kılmasında beis görme­mişlerdir. Hanefîler'le Evzâî 'nin mezhebi budur. Evzâî'ye göre, sünnet mescidde de kıhnabilir.   Hanefîler 'den «Hidâye» sahibinin be­yânına göre, sabah namazına giden bir kimse cemâatin farza niyetlendikle­rini görürse ikinci rek'âtda imama yetişebileceğini aklı kesmek şartı ile sünneti mescidin kapısı yanında yanî son cemâat yerinde    kılar; sonra mescide girer. Ve bu suretle hem sünnetin hem de cemâatin faziletini ih­raz etmiş olur. İmam farzı kıldırırken mescide nafile kılmak mekrûhdur.

Mescidde, son cemâat yeri yoksa, sünneti cemâatin gerisinde; bir direğin arkasında kılar. Saffa girerek sünnet kılması şiddetle mekrûhdur. Sabah namazının sünnetini evde kılmak sünnettir.

4- Süfyân-ı Sevrî'ye göre ilk rek'âtda imama yetişemiye-ceğinden korkan bir kimse sabah namazının sünnetini, terk eder, imama yetişeceğini aklı keserse sünneti mescidde kılar.

5- Zahirîler'e göre mescidde sünnet kılarken farz için ikaamet getirilse, namazı keserek farza niyetlenmek îcâb eder. Bâzıları vakit varsa sünneti  tamamlamak lâzım geldiğine  kaaildirler.Velev  ki  bu  sebepten cemaata yetişmek mümkün olmasın.

Mescidde sünnet} kılmayı mekruh görenler, babımızın Abdullah b. Sercis hadîsi ile istidlal ederler. Bir delilleri de İbni Abbâs  (Radiyallahû anh)  hadîsidir.

Sünnet kılmayı tecviz edenler

«Amellerinizi bozmayın!» âyet-i kerimesi ile ve Beyhakî'nin ri­vayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsi ile ihticâc ederler. Bu hadîsde Resûlüllah  (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Namaza ikaamef getirildiği vakit, farz namazdan başka namaz kıl­mak yoktur. Yalnız sabah namazının iki rek'âî sünneti, müstesna!» buyurmuşdur. Beyhakî hadîsin sonundaki müstesnanın, aslı olma­dığını söylemiş ve râvîlerden ikisinin zayıf olduklarını bildirmiş ise de bunların zayıf olmadıkları anlaşılmışdır. İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) mescide girmiş: sabah namazına ikaamet getirildiğini görünce di­reklerden birinin arkasında, iki rek'ât sünneti kılmış; bunu Huzeyfeyle Ebû Mûsâ (Radiyallahû anhûma) gördükleri hâlde bir şey de­memişlerdir. Buna benzer hâdiseler Ömerü'bnü'l-Hattâb, Ebû'd-Derdâ' ve İbni Abbâs (Radiyallahû anhûm) hazerâ-tından da rivayet olunmuşdur.

6- Farz için kaamet getirilirken sünnet kılmakdan niçin men' edil­diği mes'elesi dahî ihtilaflıdır. Nevevî'ye göre bundaki hikmet ce­mâat faziletine, namazın başından itibaren nail olmakdır. Nevevî: «Farzı tamamlayan şeyleri muhafaza etmek, nafile ile meşgul olmakdan evlâdır.» demişse de Aynî farza yetişeceğini kestiren bir kimse için, sabah namazının sünneti ile meşgul olmanın daha faziletli olduğunu soy-lemişdir. Bahusus Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (SdUaUahil Aleyhi ve Sellem):

«Sizi süvariler kovalasa yine sabah namazının iki rek'ât sünnetini bı-rakmayrn!» buyurmuşlardır. Bu hadîs, sabah namazının sünnetine mü-bâleğalı bir şekilde teşvîkden kinayedir.

 

10- Mescide Girenin Okuyacağı Dua Babı

 

68- (713) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süley­man b. Bilâl, Rabîatü'bnü Ebî Abdirrahmân'dan [28], o da Abdülmelik b. Saîd'den, o da Ebû Humeyd'den (yahut Ebû Üseyd'den) naklen haber verdi. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :

«Biriniz mescide girdiği vakfa : Yâ Rabbî! Bana, rahmet kapılarını aç! desin, Çıktığı vakit de Yâ Rabbî! Ben, senden fadlmı dilerim, desin!» buyurdular.

Müslim der ki: Ben, Yahya b. Yahya'yı şöyle derken işittim: Ben, bu hadîsi Süleyman h. Bilâl'in kitabından yazdım. O: Duydum ki Yahye'l -Hımmânî  (ve Ebû Üseyd) diyormuş; demişdir.

 

(...) Bize, Hâmid b. Ömer El-Bekrâvî rivayet etti. Dedi ki: Bize Bişr b. Mufaddâl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Umâretü'bnü Gaziyye, Rabîatü'­bnü Ebî Abdurrahman'dan, o da Abdülmelik b. Saîd b. Süveyd-i Ensârî'-den, o da Ebû Humeyd (yahut Ebû Üseyd)'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'den tu hadîsin mislini rivayet etti.

Hadîs-i şerif, câmi'e giren kimsenin, bu duayı okumasının müstehab olduğuna delildir. Bu bâbda gerek Ebû Davud'un «Sünen» inde gerekse sair hadîs kitaplarında birçok zikirler rivayet olunmuşdur. Nevevî, bunları «Kitâbü'l - Ezkâr» adlı eserinin başında mufassal bir şe­kilde sıralamış dır. Bunların kısaltılmış şekli şöyledir:

«Koğulan şeytandan Ulu Allah'a, Onun kerîm olan vechine ve Kadîm sultanına sığınırım. Allah'ın adı ile (buraya giriyorum) hamd Allah'a mah-sûsdur. Yâ Rabbî! Muhammde'e Âl-i Muhammed'e Salât-ü selâm eyle! Yâ Rabbî! Günahlarımı, bana bağışla, ve bana rahmet kapılarını aç!»

Mescidden çıkarken de bunları okur; yalnız    «Beni affet!»     yerine

«Yâ Rabbî Ben, senden fadlını dilerim.» der. Bu suretle giriş ve çı­kış duaları, sebeplerine münâsip olurlar.

 

11- İki Rekaat TahiyyetülL-Mescid Namazının Müstehab, Onları Kılmadan Oturmanın Mekruh, ve TahiyyetülL- Mescid'in Her Zaman İçin Meşru' Oluşu Babı

 

69- (714) Bİze Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb ile Kuteybetü'bnü Saîd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Mâlik rivayet etti. H.

Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Âmir b. Abdil-lâh b. Zübeyr'den dinlediğim, onun da Amr b. Süleym Ez-Zürakî'den, onun da Ebû Katâde'den naklen rivayet ettiği, şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz, mescide girdiği vakit, oturmadan önce iki rek'ât namaz kı-hversin!»  buyurmuşlar.

 

70- (...) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin b. Alîy, Zâide'den rivayet etti. Demiş ki: Bana, Amr b. Yahye'l -Ensârî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muhammed b. Yahya b. Habbân, Amr b. Süleym b. Haldete'l-Ensârî'den, o da Resûlülalı (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) 'in sahâbîsi Ebû Katâde'den naklen rivayet etti. Ebû Katâde, şöy­le demiş: Mescide girdim, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemâatin arasında oturuyordu. Ben de oturdum. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Oturmazdan Önce iki rek'ât namaz kılmakdan sen'i ne men etti?» buyurdular. Ben :

— Yâ Kesûlâllah! Seni otururken gördüm. Cemâat da oturuyorlar da (onun için kılmadım.) » dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Öyle ise biriniz, mescide girdiği vakit iki rek'âf namaz kılmadan oturmasın!» buyurdular.

 

71- (715) Bize Ahmed b. Cevvâs EI-Hanefî Ebû Âsim [29] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah El-Eşcaî, Süfyân'dan, o da Muhârib b. Disâr'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle de­miş: Benim, Peygamber (Sallallahü Aleyh' ve Sellem) 'de alacağım vardı. O, bunu bana, fazlasıyla ödedi. Mescide onun yanına girdim de bana :

«İki rek'âf namaz kıl!» buyurdular.

Ebû Katâde hadîsini Buharı (194-256); Ebû Dâvûd (202-275); Tirmizî (209-279); Nesâî (215-303) ve İbni Mâce (209-273) «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc et­mişlerdir. Tirmizî onun hakkında: «Hasen sahihtir.» denıişdir.

Bu hadîsler, «Tahİyye-i Mescid» denilen iki rek'ât nafile namazın meşru' olduğuna delildirler.

Tahiyye: Selâm vermek demektir. Kur'ân-ı Kerim'de mescidlere Allah'ın evleri denilmiştir. Bir eve giren kimsenin ev sahibine selâm vermesi meşru' olmuştur. O halde Allah'ın evine girenin de Onu selâm­laması gerekir. Selâmlamanın en mükemmel ve en güzel şekli namazla olur. Hulâsa tahiyye-i mescid ev sahibini selâmlamak kabîlindendir.

 

Bunlardan Şu Hükümler Çıkarılmıştır:

 

1- İbni Battal'm beyânına göre, buradaki emirler fetva imamlarının ittifakı ile nedib ve irşada hamledilmişlerdir. Mescide giren herkesin, iki rek'ât namaz kılması müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kibâr-ı ashabı bâzan mescide girer çıkar da Tahiyye namazı kılmazlardı. Vacip olsa kılarlardı.

2- Zahirîler'e göre, namaz kılmanın  caiz  olduğu bir vakitte, mescide giren her müslümana iki rek'ât Tahiyye-i mescid, farzdır. Bâzı­ları kerahet vakitlerini dahî istisna etmeksizin ne aman olursa olsun mes-cde giren kimseye tahiyye-i mescid farz olur; demişlerdir.

Tahâvî: «Kerahet vakitlerinde mescide giren kimse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in emrine dâhîl değildir.» denıişdir. Tahiyye-i mescidin vâcib olmadığının bir delili de, cemâatin omuzlarına basa basa tâ ön saffa geçen zâta Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Otur cemaata eziyet verdin!» buyurması Tahiyye-i mescidi ona e mretmemesi dir.

3- Nevevî (631-676): «Tahhiyye-i mescid, müslümanların ic-mâ'ı ile sünnetdir.» diyor.

Şâfiîler'e göre, mescide ne vakit girilirse girilsin iki rek'ât Ta­hiyye-i mescid kılmak müstehabdır. Ulemâdan br cemâatin mezhebi de budur.

Hanefîler le, Evzâî ve Leys'e göre, kerahet vakitle­rinde tahiyye-i mescid kılmak, mekruhdur. Bu kavil Şafiî 'den de bir rivâyetdir. Fakat Şâfiî1er  bununla amel etmezler.

Kaadî İyâz'm beyânına göre, Mâlikîlerce tahiyye-i mescid, nâfile namazlardandır. Bâzıları sünnet olduğunu söylerler. Mescide oradan geçmek için giren kimseye imam Mâ1ik'e göre Tahiyye-i mescid hak­kında tahfif vardır. Mâ1ikî1er'den bâzılarına göre, mescide tekrar tekrar giren kimseye tahiyye-i mescid yoktur.

Tahiyye-i mescid'in vakti hakkında Muhibb-i Taberî, şunları söyler : İhtimâl mezkûr iki rek'âtm fazilet vakti oturmazdan ön­cedir. Oturduktan sonra cevaz vakti başlar. Yahut şöyle de denilebilir: Oturmadan kılmırsa eda; oturdukdan sonra kılmırsa kaza olur.»

Nevevî dioyr ki: «Bir kimse kıldığı farz namazla Tahiyyetü'l-Mescid'i de niyet etse ikisinin sevabına da nail olur.»

Mescid-i Haram'a gelince: Onun tahiyyesi, tavâfdır. Binâena­leyh hacılar oraya girer girmez, işe tavâfdan başlarlar.

 

12- Seferden Gelen Kimseye, Gelir Gelmez Mescidde İki Rek'at Namaz Kılmanın Müstehab Oluşu Babı

 

72- (...) Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Muhârİb'den rivayet etti. O da Câbir b. Abdillâh'ı şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) benden bir deve satın aldı. Medine'ye gelince bana, mescide gi­derek, iki rek'ât namaz kılmamı emir buyurdu.»

(157) Garİbdir ki bu babın hadîslerini tercüme/Ve şerh etmekle meşgul olurken radyo Amerikalılar tarafından Ay'a gönderilen üç astronotun sağ sâlîm yer yüzüne indikleri ha­berini verdi.

 

73- (...) Bana, Mubammed b. EI-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvehhâb (yâni Es-Sekafî) rivayet etti. (Dedi ki) : Biıe, Ubey-dultah; Vehb b. Keysân'dan o da Câhir b. Abdillâh'dan naklen rivayet et­ti. Câbir şöyle demiş: «Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile bir gazaya çıktım. Derken devem beni, geri bıraktı ve kötürümleşti. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benden önce (Medine'ye) geldi. Ben de ertesi gün geldim. Mescide vardığımda, o'nu mescidin kapısında buldum. Bana :

«Şimdi mi geldin?» diye sordu. — Evet!., cevâbını verdim.

«Öyle ise deveni bırak da mescide girerek iki rek'ât namaz kıl!» buyurdu. Ben de girerek iki rek'ât namaz kıldım. Sonra (evime) döndüm.»

 

74- (716) Bize Muhammed b. E!-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk (yâni Ebû Âsim) rivayet etti. H.

Bana Mahmûd b. Gaylân da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürraz-zâk rivayet etti. İkisi birden demişler ki: Bize, İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Şihâb haber verdi. Ona da Abdurrahman b. Abdil-lâh b. Kâ'b [30], babasından naklen haber vermiş. Babası da Abdullah b. Kâ'b ile amcası Ubeydullah b. Kâ'b'dan, onlar da Kâ'b b. Mâlik'den naklen rivayet etmişler ki, Resûlüllah (Sal'aUahü Aleyhi ve Sellem) bir se­ferden ancak gündüzün kuşluk vakti gelirmiş. Geldiği zaman da (işe) mescidden başlar; orada iki rek'ât namaz kılar; sonra orada otururmuş.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'1-Büyû'» da ve ondan başka kitabının yirmiye yakın muhtelif yerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâi de muhtelif râvîlerden, muhtelif lâfızlarla kimi muhtasar kimi mufassal olarak tahric etmişlerdir.

Hadisin muhtelif rivayetlerinden anlaşıldığına göre; «Hz. Câbir b. Abdi11âh bir gazada Fahr-i Kâinat     (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)

Efendimizle beraber bulunmuş. Bir ara devesi topallayarak yürümez ol-mu$. Hattâ Hz. Câbir, onu bırakmayı bile düşünmüş. Derken Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yetişmiş. Hz. C âhir'io hâlde gö­rünce :

«Ne oldu sana yâ Câbir Neden böyle ordudan geri kaldın?» diye sormuş. Câbir (Radiyallahû anh) «Devem kötürüm oldu Yâ Resûlâl-Iah!» demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Câbir (Radiyallahû anh) 'dan yanında sopa gibi bir şey olup olma­dığım sormuş, o da elinde bulunan bir kamaş veya sopayı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e takdim etmiş. Efendimiz, bu sopayla deveye vurmuş ve duâ etmiş. Müteakiben deve öyle bir yürümüş ki, ömründe böyle yürüdüğü görülmemiş. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Câbir'e evlenip evlenmediğim; evlendiyse kız mı yoksa dul mu aldığını sormuş. Câbir (Radiyallahû anh) dul bir kadınla evlendiğini söy­lemiş. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Neden kızla evlenmedin? Kızla evlenseydin biribirinİzle şaka eder; gülüşürdünüz!» buyurmuşlar.- Câbir (Radiyallahûanh) «Benim kız kar­deşlerim var», bir rivayette «Babam Abdullah vefat etti.» Yahut «Şehîd edildi de bana dokuz tane kız bıraktı. Ben, bunlara kendileri gibi bir kız getirmeyi doğru bulmadım. İstedim ki bir kadın getireyim de onlara bak­sın; üstlerini başlarını düzeltsin; terbiyelerini versin!» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Câbir'e Medîne'ye vardığında akıllı davranmasını tavsiye etmiş.»

Nevevî (631-676) : «Akıl'dan murâd, onu çocuk istemeye teşvîk-dir.» diyor. Çünkü Hz. Câbir 'in, o zamana kadar çocuğu yokmuş.

«Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Câbir'e o to­pal deveyi satıp satmayacağını sormuş. Satacağını anlayınca, kıymetini vererek onu Câbir (Radiyallahû anh) 'dan satın almış. Yalnız teslimin Medine'de yapılacağına ittifak etmişler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye Câbir (Radiyallahû anh) dan önce gelmiş, ertesi gün Câbir de gelince mescidde buluşmuşlar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şimdi mi geldin. Yâ Câbir?» diye sormuş.

— Evet! cevâbını alınca :

«öyle ise deveni b«rak da mescide gir; ve iki rek'ât namaz kıl!» fcuyurmuşlar.

Câbir (Radiyallahû anh) namazı kılmış. Müteakiben Resûlüllah iSallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Bilâl'e bir okiyye (yâni kırk dirhem) altın tartmasını emir buyurmuş; Bilâl (Radiyallahû anh) altını fazlasıyla tartmış.    Câbir (Radiyallahû anh) 'da paralan alarak evine doğru yollanmış. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arkasından adam göndererek, onu çağırtmış Câbir (Radiyallgfıû anh)  kendi kendine : — Şimdi oldu. Deveyi bana iade edecek!» demiş. Bu deveden son de­rece hoşlanmazmış. Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem): «Al deveni! Parası da senin olsun!...» buyurmuşlar.» Deveye bedel olarak altın mı yoksa gümüş mü verdiği ihtilaflı bir mes'ele olduğu gibi mikdârı hususunda dahî bir çok ihtilâflar vardır.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Seferden gelen kimsenin, mescide giderek iki rek'ât namaz kıl­ması, müstehabdır. Nevevî 'nin beyânına göre, bu namaz Tahiyye-i mescid değil, seferden geliş namazıdır.

2 - Yoldan sabahleyin gelmek müstehabdır.

3- Rütbesi büyük olan bir zâtın, yoldan geldiği vakit, evine yakın bir yere oturarak   ziyaretçilerini kabul etmesi ve hoşbeşde bulunmaları için onlara imkân vermesi, müstehabdır.

4- Tahdîs-i nimet için, bir kimsenin yaptığı hayırlı işleri söylemesi caizdir.

5- Kumandanın veya büyük bir zâtın arkadaşlarının hâllerini sor­maları, caizdir.

6- Borç öderken, fazla fazla vermek müstehabdır.

 

13- Duha Namazının Müstehab, En Azının İki En Mükenmelinin Sekiz; Ortasının Dört Yahut Altı Rek'at Oluşu ve Bu Namaza Devama Teşvik Babı

 

75- (717) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey', Saîd-i Cüreyrî'den, o da Abdullah İbni Şakîk'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle demiş:

«Âişe'ye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ıe Sellem), Duhâ namazını kılar-mıydı? diye sordum.   Âişe :

— Hayır! Meğer ki seferinden gelmiş ola! cevâbım verdi.»

 

76- (...) Bize UbeyduIIah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Kehmes b. Hasen El-Kaysî, Abdullah İbni Şakîk'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

Âişe'ye : Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) , Duhâ namazını kılar-mıydı? diye sordum.   Âİşe :

— Hayır! Meğer ki seferinden gelmiş ola! cevâbını verdi.»

 

77- (718)Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Âişe, şöyle demiş:

«Ben, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ye Sellem) 'in duhâ nâfilerini, kıldığı­nı hiç görmedim. Onu ben kılyorum. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) halk amel eder de üzerine farz olur, endişesi ile yapmak istediği bir işi (Bazen) terk ederdi.»

 

78- (719) Bize, Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd (yâni Risk) rivayet etti. (De­di ki) : Bana Muâze rivayet etti. Kendisi Âişe (Radiyûllahû anha)   ya :

  Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) , Dua namazını kaç rek'ât kı­lardı? diye sormuş. Âişe :

  Dört rek'ât kılar; dilediği kadar da ziyâde ederdi, cevâbını vermiş.

 

(...) Bize Muhammedü'bnü'l - Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler.

Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Yezîd'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etti.

Yezîd: «Allah'ın dilediği kadar da ziyâde ederdi.» demiş.

 

79- (...) Bana, Yahya b. Habib El-Harisi de rivayet etti. ; (Dedi ki) : Bize, Hâlid b. El - Haris, Saîd'de rivayet etti. (Demiş ki) : Bize, Ka-tâde rivayet etti. Onlara da Âişe'den naklen Muâzetü'l-Adeviyye rivayet etti. Onlara da Âişe'den naklen Muâzetü'l-Adeviyye rivayet etmiş. Âişe, şöyle demiş:

«Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) duhâ namazmı dört rek'ât kı­lar, Allah'ın dilediği kadar da ziyâde ederdi.»

 

(...) Bize, İshâk b. İbrahim ile İbni Beşşâr, hep birden Muâz b. Hi-şâm'dan rivayet ettiler. Muâz: «Bana, babam, Katâde'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etti.» demiş.

Duhâ nafilesi; kuşluk namazı demekdir. Görülüyo rki Besûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk namazını kılıp kılmadığı hususunda Hz, Âişe 'den biribirine muarız hadîsler rivayet olunmuşdur. Bunların bâzılarında, bu namaz nefiy, bâzılarında da isbât edilmektedir.

Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'in, Hiç Kuşluk namazı kılmadı­ğını bildiren Âişe hadîsini Buhârî «Kitâbü't-Teheccüd» de; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Bu husûsda imam Nevevî şunları söylemektedir: «Hz. Âişe'nin, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'m kuşluk nama­zını hem kıldığını hem kılmadığını bildiren iki hadîsinin arası şöyle bulu­nur: Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bu namazı faziletinden dolayı bazen kılar; bazen de Hz. Âişe 'nin dediği gibi ümmetine farz olur en­dîşesi ile terk ederdi. Âişe (Radiyallahıî anha) 'nm :

Resûlüllah (Sallalalıü Aleyhi ve Sellem), kuşluk namazını kılmazdı. Me­ğer ki bir seferinden gelmiş ola!... sözü de: Ben, onu görmedim... mânâ­sına te'vîl olunur. Nitekim ikinci rivayette aynen bu sözü söylemiş ve: Ben, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'i kuşluk namazı kılarken hiç görmedim, demişdir. Bunun  sebebi  şudur: Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk zamanında Hz. Âişe'nin yanında nadiren bulunur­du. Çünkü ekseriyetle o vakitde ya yola gider yahut mescîdde veya başka bir yerde bulunurdu. Kadınlarının yanında bulunduğu zaman dahî Âişe (Radiyailahû anha)'nm yanında ancak dokuz günde bir kalabiliyordu. Bu sebeple Hz. Âişe 'nin: Ben, Resûlülîah (SallaUahü A'.eyhi ve Sellem)'i, kuşluk namazı kılarken görmedim, demesi sahîh olur, Hakîkatta Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bu namazı kıldığını yâ kendisin­den yahut başkasından duymuş olabilir.

Yahut şöyle denilir: Hz. Âişe'nin Resûlülîah (Salla'lahii Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazını kılmazdı.) sözünün mânâsı, ona devam et­mezdi; demekdir. Bu takdirde Âişe (Radiyailahû anhajhu namazın as­lını değil, ona devamı nefî etmiş olur.

Gerçi İbni Ömer 'den rivayet edilen sahîh bir habere göre, kendisi kuşluk namazı hakkında : O, bid'atdır, demişse de, bu söz: O na­mazı, mescidde alenen kılmak, bid'atdır, mânâsına hamledilmişdir. Nite­kim böyle yapanlar, da bulunurdu. Yoksa mezkûr namazın evlerde kılın­ması mezmûm değildir. Yahut: Bu namazı devam üzere kılmak bid'atdır, denilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine farz olur endîşesi ile ona devam etmemişdi. Ama bu hüküm Resûlülîah (SaVc'l'lr'' Aleyhi ve Sellem) hakkındadır. Bizim için kuşluk namazına devam etme­nin müstehab olduğu Ebû'd-Derdâ' ve Ebû Zerr (Radiyailahû anh)     hadîsleri ile sâbitdir.

Yahut şöyle denilir: Hz. İbni Ömer, Peygamber (Sa!'a!!afri Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk namazı kıldığını ve kılınmasını emrettiğini du"-mamışdır.

Her ne hâl ise Cumhûr-u ulemâya göre kuşluk namazı kılmak, muste-habdır. Bu husûsda yalnız Abdullah b. Mes'ûd ile Ab­dullah b. Ömer'in tevakkuf ettikleri rivayet olunur...» Neveyî'nin izahatı burada sona eriyor.

Hattâbî : «Muhakkak surette sabit olmuştur ki Peygamber. {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin fethedildiği gün, kuşluk namazını kılmış, bunu Ebû Zerr ile Ebû Hüreyre'ye tavsiye daH buyurmuşdui.» diyor.

Bu husûsda. İbni Abdilberr, şunları söylemişdir; «Sün­net ilmi hakkında husûsi bir ma'lûmâta sahip olan kimseden ulemânın bâzısı bilgi alır. bâzısı alamaz. Hiç bir sahâbî yoktur ki başkalarının bil­diği bâzı hadîsleri gözden kaçırmış olmasın! Bütün hadîsleri ihatalı bir şekilde bilmek, imkânsızdır. Sonra yetişen ulemâ ancak ilim, kitaplarda tedvin edildikten sonra bütün hadisleri ihata edebilmişlerdir... Binâena­leyh Hz. Âişe'nin. bu meseleyi bildiği hâlde: Ben, ResûlüHah   (Sallallalvı Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk namazını kıldığını, görmedim, demiş şahindir.» demektedir.

İbnü'l.Cevzî (508-597), Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem} 'in farz olur diye endişe buyurmasını iki veçhe ihtimâlli olarak îzâh eder. Birinci veçhe göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk nama­zını Allah'ın farz kılacağından endîşe etmişdir.

İkinci veçhe göre, Ashabın, bu namazı farz î'tikaadı ile amel edecek­lerinden çekinmişdir.

İbni Battal'a göre de Hz. Âişe hadîsinin iki şeye ihti­mâli vardır :

a) Caiz ki bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gece na­mazı farz kılındığı zaman vârid olmuşdur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in endîşesi, ümmeti hakkındadır. Bu namazı devam üzere mescidde kılarsa, ümmetine de farz olur; diye endîşe etmişdir. Kendisine bu namaz zâten farzdı. Şu hâlde Âişe (Radiyallahû anha) 'nın: «Resûlüllah (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) bazen yapmak istediği bir işi terk ederdi...» sö­zü, ümmetini o işi yapmaya davet etmezdi; mânasına gelir. Yoksa Resû-lüllah  (SallaUahü Aleyhi ve Sellem} gece  namazını, kendüsne  farz  olduğu hâlde bırakırdı; demek değildir.

b) İhtimâl ümmetinin gece namazına devam ede ede zayıf düşerek; kılamamalarmdan ve bu suretle Allah'a âsî olacaklarından korkmuşdur. Buradaki İsyan doğrudan doğruya değil; bil vâsıtadır. Ümmetin, o nama­zı kılamamaları, Resûlüllah'e tâbi olmamak de­mektir. Hâlbuki ona tâbi' olmak farzdır. Çünkü  Resûlüllah   (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'e ita'at etmek, Allah'a itaat demekdir. Bunun aksi de Al­lah'a isyan mânâsına gelir.

 

Bu Hadislerden Şu Hükümler de Çıkarılmıştır:

 

1- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  ümmetine karşı  son   dere­ce müşfik ve merhametlidir.

2-  Maslahatlar, bir birleri ile muâraza ederse en mühim olanı ter­fih edilir.

3- Kuşluk namazı dört rek'at veya daha fazla kılınır.

 

80- (336) Bize Muhamedü'bnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Amr b. Mürra'dan, o da Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'dan naklen ri­vayet etti. Afcdurrahmân şöyle demiş: Bana, hiç bir kimse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kuşluk namazı kılarken gördüğünü, haber vermedi. Yalnız Ümmü Hânı, müstesna!. Zîra o Mekke'nin fethedildiği gün Resûlüllah (Sallallahü\ Aleyhi ve Sellem) 'in onun evine girerek sekiz rek'ât namaz kıldığını rivayet etti. Ve: «Onun bu namazdan daha hafif bir namaz kıldığını görmedim. Ama rükû' ve sücûdu tamam yapıyordu.» dedi.

İbni Beşşâr, kendi rivayetinde: «Hiç» kelimesini zikretmedi.

 

81- (...) Bana, Harmeletü'bnü Yahya ile Muhammed b. Selemete'I-Murâdî dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb haber ver­di. (Dedi ki) : Bana, Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana İbnî Abdillâh b. El-Hâris rivayet etti ki, babası Abdullah b. Haris b. Nevfel şöyle demiş: İnsanlardan, Resûlüllah (Salla'lahU Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk nafilesini kıldığını Vana haber verecek bir tek kimse bulmaya çok çalıştım ve soruşturdum. Ama bunu daha rivayet edecek hiç kimse bulamadım. Yalnız Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânı bana şöyle haber verdi:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Mekke'nin fethedildiği gön, güneş epeyi yükseldikden sonra (benim evime) geldi. Müteakiben bîr el­bise getirerek üzerine örttüler de yıkandı. Sonra kalkarak sekiz rek'ât na­maz kıldı. Bu namazda kıyamı mı daha uzundu yoksa rükû' veya sücûdu mu bilmiyorum. Bunların hepsini biribirine yakın yaptı. Bu namazı, bun­dan önce ve sonra bir daha kıldığını görmedim.»

Murâdî: «Yûnus'dan» dedi: «Bana haber verdi.» demedi.

 

82- (...) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebû'n-Nadır'dan dinlediğim*, ona da Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânî'nin âzâdlısı Ebû Mürra'mn haber verdiği şu hadîsi okudum: Ebû Mürra, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânî'yi şöyle derken işitmiş:

«Mekke'nin fethedildiği sene Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gittim. O'nu yıkanırken buldum. Kızı Fâtıme de kendisini bir elbise ile örtüyordu.   Ben selâm verdim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bu kadın kimdir?» diye sordu. Ben :

— Ebû Tâlib'in kızı, Ümmü Hânı!, dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hoş geldin Um mü Hâml...» dedi. Guslünü bitirdikden sonra ayağa kalktı ve bir elbiseye bürünerek sekiz rek'ât namaz kıldı. Namazdan çı­kınca Ben :

— Yâ Resûlâllah! Annem oğlu Aliyyü'bnü Ebî Tâlib, benim kendisine ahd-ü emân verdiğim bir kimseyi, Hübeyre'nin oğlu Fülân-ı öldüreceğini söyledi, dedim. Bunun Üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Senin ahd-u emân verdiğin kimseye, biz de em ân verdik yâ Umme Hâni!» buyurdular. Bu (hâdise) kuşluk vakti oldu.

 

83- (...) Bana Haccâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mual-Iâ b. Esed [31] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb b, Hâlid, Cafer b. Mu-hammed'den, o da babasından, o da Akîl'in âzâdhsı Ebû Mürra'dan, o da Ümmü Hânî'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih senesi Ümmü Hânî'nin evinde bir tek elbise içinde, iki ucu­nu çaprazlama koltuk altından geçirerek sekiz rek'ât namaz kılmış.

"Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü Takrîri's-Salât» ve «Megâzî» bahisle­rimde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâ-ce   de «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Ümmü Hâni, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi \e Sellem) Efendimi­zin amcası Ebû Tâ1ib'in kızı ve Hz. A1î'nin kız- kardeşidir. İsmi Fâhite  yahut Hind'dir.

Ebû Mürre, Hz. Ümmü Hâni 'nin âzâdhsı dır. Bâzı ri­vayetlerde mecazen kardeşi Akîl, b. Ebî Tâlib'e izafe edil­miş; ve Akîî'in âzâdlısı Ebû Mürre, denilmişdir.

Hz. Ümmü Hânî 'nin, emân verdiği kimsenin ismi, hiç bir yer­de zikredilmemişdir. Bâzıları: «Ümmü Hânî, kocası Hübeyre'ye emân vermişdir.» derler. Hübeyre, Mekke 'nin fethinde kaçmış ve Necran'da müşrik olarak ölmüştür.

Bâzıları Fülân İbni Hübeyre 'den murâd, Haris b. Hişâm El-Mahzûmî 'dir; demiş; diğer bâzıları bunu A b -dullah b. Ebî Rabîa olduğunu söylemişlerdir. Ezrakî'nin «Târîh-i Mekke» adlı eserinde Ümmü Hânî (Rodiyallahû anh) 'mn, Haris b. Hişâm ile Abdullah b. Ebî Rabia'nın ikisine birden emân verdiği kaydedilmektedir. Bunların ikisi de Benî    Manzum 'dandırlar.

Babımız hadîslerinin bâzıları, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk namazı kıldığını, yalnız Hz. Ümmü Hânî rivayet etmiş i gösterirse de bu husûsda Ümmü Hânî    hadîsinden başka bir çok rivayetler vardır. Bu rivayetleri    Bu hârî    şârihi    Aynî    şöyle sıralamışdır :

1- Buhâri 'nin,  Hz. Ebû    H.üreyre 'den tahrîc ettiği bir hadîsde    Ebû    Hüreyre (RadiyaUahü anh) :

«Dostum (SallaUahü Aleyhi ve Selle m), bana üç şey vasiyet etti. Ben, bunları ölünceye kadar terk etmem. Bunlar her aydan üç gün oruç tutmak, kuşluk narrfazını kılmak, vitir namazını kılarak uyumakdır.»

2- Az sonra göreceğimiz Ebû'd-Derdâ'  hadisinde,    Hz. Ebû'd-Derdâ': «Dostum, bana üç şey vasiyyet etti. Ben, bunları yaşadığım müddetçe asla bırakamam- Mezkûr üç şey: Her ay'dan üç gün oruç tutmak, kuşluk namazını kılmak ve vitr namazını kılmadan uyuma-makdır.» demişdir.

3- Yine, az sonra göreceğimiz    Ebû'  Zerr hadîsinde,    bütün sadakaların  yerine, iki rek'ât kuşluk namazının kaaim olacağı    bildiril­mektedir.

4- Buhârî'nin rivayet ettiği İbni Ömer hadîsinde ; «Peygamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), duhâ namazmı ancak iki gün

kılıyordu...» denilmektedir.

5- Hâkim'in rivayet ettiği İbni  Ebî Evfâ hadîsinde: «Şüphesiz   ki Resûlüllah   (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) , kuşluk    namazını

Ebû  Cehl'in  kellesinin  kopanldtğı  ve Mekke'nin fethedildiği  müjdelendiği zaman, iki rek'ât olarak kıldı.» deniliyor.

6- Tirmizî'nin rivayet ettiği Enes hadîsinde: Resûiüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) :

Bir kimse, kuşluk namazını oniki rek'ât olarak kılarsa, Allah, ona cen­nette altından bir köşk bina eder; buyurdu.» denilmişdir. Bu hadîsi, İfa­ni  Mâce dahî tahrîc etmişdir.

7- İmam Ahmed ile  Ebû Ya'lâ 'nin  tahrîc ettikleri Ukbetü'bnü Âmir hadîsinde Resûlüllab (Salh'lahii Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki Allah-u Azîmü'ş-Şân : Ey Âdem oğlu! Günün evvelinde kılacağın dört rek'ât namazla beni razı et ki, o günün sonunda ben de sana kâfî geleyim! buyuruyor.» demişdir. Bu lâfız imam Ahmed'in­dir. Ebû Ya'1â Yun lâfzı : «Âdem oğlu! Günün evvelinde dört rek'ât namaz kılmnkdan âciz mi kalıyorsun? (Bunları) kıl ki gününün sonunda ben sana kâfi geleyim!» şeklindedir. «Et-Telvîh» nâm eserde rivayet edi-ien Ukbetü'bnü Âmir hadisinde: «Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) bize iki sûresi ile (yâni Şems ve Duhâ sûreleri'ile) iki rek'ât kuşluk namazı kılmamızı emir buyurdu.» denilmektedir.

8- Hâkim'in rivayet ettiği Hz. Âişe hadîsinde : Resûlifllafa (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

Kuşluk namazını kaç rek'ât kılardı? diye sordum. Âİşe: Dört rek'ât kı­lar; Allah'ın dilediği kadar da ziyâde ederdi, cevâbını verdi.» deniliyor.

Bu hadîsi babımızda imam Müslim de rivayet ettiği gibi Nesâî, Tirmizî ve İbni Mâce dahî rivayet etmişlerdir.

9- Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği Kesîr b. Mürra hadîsinde: Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle derken işittim:

Allah Azze ve Celi : Ey Âdem oğlu! Günün evvelinde bana dört rek'ât namaz kılmakdan âcîz kalma ki ben de günün sonunda sana kâfi geleyim! buyuruyor.» denilmişdir.

10- Taberân î'nin «EI-Kebîr» inde   dahî hemen hemen bunun gibi bir hadîs vardır. Mezkûr hadîs, cumhura göre mevsuk ise de bâzıla­rına göre, zayıfdır.

11- İbni Huzeyme 'nin «Sahîh» inde Hz. Büreyde'den tahrîc ettiği bir hadîsde: «Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seîlem) 'i    şöyle derken işittim:

— İnsanda üç yüz altmış mafsal vardır. Bunlardan  her biri için bir sa­daka vermek gerekir...» Hadîsin sonunda :

«Eğer sadaka bulamazsan iki rek'ât kuşluk namazı sana yeter! buyurdu.» deniliyor.

12- Taberânî 'nin «EI-Evsat» ında rivayet ettiği Câbir ha­dîsinde:  «Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e bîr devemi arz etmek için gittim de onun kuşluk namazını altı rek'ât olarak kıldığını gördüm.» deniliyor.

13- Taberânî 'nin yine «EI-Evsat» nâm eserinde rivayet ettiği İbni    Abbâs   hadîsinde:

«Âdem oğlunun vücudundaki her mafsala karşı, her gün bir sadaka vermesi îcâb eder. Sana, bunların hepsinden dolayı iki rek'ât kuşluk na­mazı yeter! buyurdular.» denilmişdir. Bu hadîs az sonra babımızda da gorülecekdir.

14- Nesâî'nin «Es-Sünenü'1-Kübrâ»  adlı eserinde tahrîc ettiği Hz. A1î hadîsinde :

«Şüphesiz ki Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem), kuşluk zamanı, na­maz kılardı.» denilmişdir. Hadîsin isnadı, iyidir. Ayni hadîsi imam Ahmed ile Ebu Ya'lâ' dahî tahrîc etmişlerdir.

15- Müs1im'in rivayet ettiği Zeydü'bnü  Erkanı ha­dîsinde :

«Resûlüllah (Sallullahü Aleyhi ve Sellem), kuşluk namazı kılardı.» deniliyor. Bu hadîsin isnadı güzeldir.

16- Müs1im'in yine Zeydü'bnü Erkam 'dan tahrîc ettiği bir hadîsde:

«Rosûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Kübalıların yanına çıktı; Kü­balılar, güneş iyice doğdukdan sonra    kuştuk    namazı    kılarlardı...» deniliyor.

17- Hâkim'in rivayet ettiği Ümmü   Seleme hadîsin­de Hz. Ümmü Seleme   (Radiyallahûanh):

«Resûlûllah (Sallallahü.Aleyhi ve Sellem), kuşluk namazını oniki rek'ât olarak kılıyordu.»    demişdir. Yalnız bu hadîsin zayıf olduğu söylenir.

18- Tirmizî'nin rivayet ettiği   Ebû Saîd-i Hudrî hadîsinde, Hz.  Ebû Saîd:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , kuşluk namazını kılardı. Buna, o derece devam ederdi kî, biz bunu artık bırakmaz; derdik. Bazen de onu o derece bırakırdı kî, artık bunu kilmıyacak derdik.» demiştir. Tirmizî: «Bu hadîs, hasen garipdir.» diyor. Aynî, onu yalnız Tirmizî'nin rivayet ettiğini kaydetmişdir.

19- Taberânî 'nin «El-Kebîr» inde rivayet ettiği   Ebû  Ümâme ve Utbetü'bnü  Abd hadîsinde Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Sabah namazını cemaatla ktldıkdan sonra, yerinde kalıp da kuşluk namazını kılan kimseye hacc ve Ömre yapanın sevabı verilir.» buyurmuşdur.

20- Ebû Dâvûd 'un Muâz b. Enes 'den rivayet ettiği hadîsde: «Resûlûllah  (Sallallahü Aleyhi ve- Sellem) :

Her kim sabah namazından çıktıkdan sonra namazgahında oturur da İki rek'ât kuştok namazını kılar ve hayırdan başka bir şey söylemezse, o kimsenin günahları affolunur. Velev ki denizin köpüğü kadar çok olsunlar! buyurdular.» denilmektedir. Bu hadîsin isnadında dahî za'f vardır.

21- İbni Ebî Şeybe 'nin müsned olarak rivayet ettiği Huzeyfe  hadîsinde, Hz. Huzeyfe:

«Ben, Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , ile birlikde Benî Muavi-ye'nin taşlığına çıktım. Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), orada uzun uzadıya sekiz rek'ât kuşluk namazı kıldı.» diyor.

22- Taberânî 'nin «El-Evsat- mda Hz. Ebû Mûsâ'dan ri­vayet ettjği hadisde Ebû Mûsâ: «Resûlûllah     (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Her kim kuşluk namazını dört rek'ât, ondan önce de dört rek'ât olarak kılarsa, o kimseye cennette bir ev yapılır.  Buyurdu.» demişdir.

23- İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği itbân b. Mâlik hadîsinde; «Peygamber (SaUatlahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazını evinde kıldı.» denilmişdir.

24- Taberânî 'nin    «EI-Kebîr» inde  rivayet   ettiği   İbni Sem'ân   hadîsinde : Hz. İbni Sem'ân :

'Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle derken işittim: Allah Teâlâ : Ey Âdem oğlu! Bana, gündüzün başında kılacağın dört rek'ât na­mazdan geri kalma ki, günün sonunda ben de sana kâfî geleyim! buyurur.» demektedir. Hadîsin isnadı sahîhdir.

25- İmam   Ahmed 'in,   Abdullah b. Amr 'dan rivayet ettiği bir hadîsde :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gece müfrezesi gönderdi. Bunlar ganimet alarak çabucak döndüler. Bunun üzerine halk onların ga­zaya gittikleri yerin yakınlığından, aldıkları ganimetin çokluğundan ve ça­buk dönmelerinden söz etmeye başladılar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve y.elletn):

Ben, size daha yakın bir gaza yeri, daha çok ganimet ve daha çabuk dönüşü göstereyim mi? Her kim abdest alır da mescide kuşluk namazı kıl­mak için çıkarsa, o kimsenin gaza yeri, müfrezenİnkinden daha yakın, ga­nimeti onlarınkînden daha çok; dönüşü de onlardan daha çabuk olur. Buyurdular.» deniliyor.

Bu hadîsi    Taberânî   dahî «El-Kebîr» inde rivayet etmişdir.

26- Yine imam    Ahmed'ile   Taberânî 'nin rivayet ettik­leri Âiz b. Amr   hadîsinde :

«Sonra Resûlüllah (Sa''a Ir.hü Aleyh': ve Sellem) , bize kuşluk namazını kıldırdı.» deniliyor.

27- İbni Adiyy'in «El-Kâmil nâm eserinde rivayet ettiği Ebû Bekre hadîsinde, Hz.  Ebû Bekre:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , kuşluk namazını kılıyordu. Der­ken küçük bir çocuk olan Hasan geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde edince, onun sırtına bindi...» demektedir. Yalnız bu hadîsin râvîleri arasında   Amr b.    Ubeyd   vardır ki, metrûkdur.

28- Taberânî 'nin «El-Kebîr» inde rivayet ettiği Cübeyrü'bnü Mut'im hadîsinde, babasının Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kuşluk namazı kılarken gördüğü bildirilmektedir. Ancak bu­nun da râvîlerinden    Yahye'l-Himmânî    hakkında söz edil­in işdir.

29- Müs1im'in rivayet ettiği   Ümmü Habîbe hadi­sinde Hz Ümmü Habibe:  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Hiç bir müslüman kul yoktur ki, her gün farzlardan mâda kendiliğinden onİki rek'ât namaz kılsın da Allah ona cennetde bir ev yapmasın! buyurdular.» demişdir.

Kaadi jyâz'm beyânına göre, ulemâdan bâzıları Ümmü Hânî hadîsinin, kuşluk namazını isbât etmediğini söylemişlerdir. Bun­ların iddiasına göre Resûlüllah (SaHaltahü Aleyhi ve Sellem) 'in, o gün kıl­dığı namaz, Mekke fethedildiği içindir. Hattâ bâzılarına göre Mekke'nin fethi ile uğraşırken kılamadığı namazlarını kaza etmişdir.

İmam Nevevî (631-676): «Bunların söyledikleri fâsiddir. Doğ­rusu bu hadîsle istidlalin sahîh olmasıdır. Ümmü Hânî'nin hadîsi ile Peygamber (Saîlaüahü Aleyhi ve Seilem) 'in Mekke fethediîdiği gün sekiz rek'ât kuşluk namazı kıldığı, her iki rek'âtta bir selâm verdiği sübût bul-muşdur. Hadîsi Ebû Dâvûd «Sünen» inde bu lâfızla ve Buhârî'nin şartı üzere sahîh bir isnâdla rivayet etmişdir.» diyor.

Hadîsin zahirine bakılırsa, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yı­kanması da, namaz kılması da Mekke'ye girdikden sonra Hz. Ümmü Hânî 'nin evinde olmuşdur. Çünkü cümleler birbiri üzerine ta'kîb ve tertibe delâlet eden (lâ) ile atfolunmuşdur.

Gerçi hadîsin bir rivayetinde Ümmü Hânî (Radiyailahû anha) 'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gitiği ve onu yıkanırken bul­duğu bildiriliyor. Hattâ Kaadi Iyâz: «Bu rivayet daha sahîhdir.» demişdir. Fakat Aynî buna cevap vermiş ve: «Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir defa Ebtah'daki evinde, bir defa da Ümmü Hânî 'nin evinde, sekizer rek'ât namaz kılmış olmasına ve her ikisinde de yıkanmasına bir mâni' yokdur. Caizdir ki evvelâ Ebtah'a indikden sonra Ümmü Hânî 'nin evine girerek yıkanmış ve namaz kılmış sonra oradan çıkarak Ebtab'daki kendi evine girmiş ve orada da yıkanarak na­maz kılmış olsun. Böylece biri kuşluk, diğeri yâ Mekke'nin fethine şü­kür için yahut geceleyin kılamadığını hatırladığı namazı olmak üzere iki namaz kilmışdır...» diyor.

Hz. Ümmü Hânî 'nin A1i (Radiyailahû anh) anne baba bir kardeşi olduğu hâlde, onun için annem oğlu demesi, hürmet ve akrabalığı bir batından geldiklerine işaret etmek sureti ile te'kîd içindir. Bu söz Harun (A leyhisselâm) 'm Hz. Mûsâ'ya :

«Ey Annem oğlu! Benim sakalımı çekme!...» demesi kablîindendir.

Buraya kadar serdedilen rivayetlerden anlaşılacağı vecihle, kuşluk namazının kaç rek'ât olduğu ihtilaflıdır. Rivayetlerin bâzılarından iki, di­ğer bâzılarından dört. bir takımlarından altı. daha başkalarından sekiz, on ve oniki rek'ât kılındığı anlaşılıyor. Yalnız on rek'ât kılındığı hadîsler­de geçmemiş; İbni Mes'ûd (Radiyailahû anh) 'a mevkuf olarak ri­vayet olunmuşdur.

Rivayetler arasındaki bu ihtilâf, her râvînin gördüğünü veya duydu­ğunu rivayet etmesinden doğmuş olsa gerektir. Meselâ râvînin biri yalnız iki rek'ât kıldığını görmüş; diğeri dört veya sekiz; öteki on iki rek'ât kıl­dığını görmüş ve herkes gördüğü veya işittiği mikdârı rivayet etmişdir.

Bezzâr 'in, Zeyd b. Eşlem 'den rivayet ettiği şu hadîs, bu ihtimâlin doğruluğunu te'yîd etmektedir. Zeyd (Radiyallahûjanh) şöyle demişdir :

-Abdullah b. Amr'ı, Ebu Zerr'e: Bana tavsiyede bulun! derken işit­tim. Ebû Zerr : Sen bana, benim Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sorduğum bir şey'i sordun. Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Her kim kuşluk namazını iki rek'ât olarak kılarsa gafillerden ma'dûd yazılmaz. Kim dört rek'ât kılarsa âbid'ler meyânmÖ yazılır. Kim altı rek'ât kılarsa, ogün kendisine günah lâhik olmaz; kim sekiz rek'ât kılarsa, kaanitler meyânına yazılır. Ve her kim onİki rek'ât kılarsa Allah, ona cen­nette bir ev bina eder! buyurdular, dedi.» Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün kuşluk namazının iki rek'ât kılınacağını, başka bir gün altı, daha başka bir gün sekiz rek'ât kılınacağını bildirmişdir.

Acaba oniki rek'âtdan fazla kuşluk namazı kıhnabilirmi? Bu suâle Aynî şöyle cevap veriyor: «Gerçi mefhûm-u aded cumhûr-u ulemâ'ya göre hüccet değildir. Fakat kuşluk namazı hakkında oniki rek'âtdan fazla bir aded vârid olmamışdır. Bununla beraber fazlası hakkında hadîs vârid olmaması, ziyâde kılınmasının memnu olmasını istilzam etmez. İbra­him Nehaî'den rivayet olunduğuna göre; Bir adam, Esved'e: Kuşluk namazını kaç rek'ât kılayım? diye sormuş; Esved: «Kaç istersen o kadar kıl!» cevâbını vermişdir.

Taberî (224-310): Doğrusu, onu muayyen bir sayı ile kılmamak-dır. demişdir.»

Ulemâdan bir cemâat, kuşluk namazının dört rek'ât kılınacağına kaail olmuşlardır. Hâkim: «Dürüst hadîs hafızlarından müteşekkil bir çok imamlarla bir arada bulundum. Onların bu adedi tercih ettiklerini, bu hu-sûsdaki sahîh haberler mütevâtir olduğu için kuşluk namazını dört rek'ât kıldıklarını gördüm. Benim mezhebim de budur.» demişdir.

Taberi'nin rivayetine göre Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas ile Ebû Seleme (Radiyallahû anhûına) kuşluk namazını, sekiz rek'ât kılarlarmış.

İkame. İbrahim Nehaî ve Saîdü'bnü'l-Müseyyeb, dört rek'ât kılmayı ihtiyar ederler; Dahhâk ise iki rek'ât kılarmış.

Bâzıları, kuşluk namazını sekîz rek'ât kılmanın efdal; oniki rek'ât kıl­manın ise ekser olduğunu söyleyerek efdal ile ekser arasında fark gör­müşlerdir. Fakat buna îtirâz olunmuşdur.

Kuşluk namazı, müstehabdır. Bâzıları Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Seilem)  'e vâcib olduğunu söylemişlerse de Hz. Âişe'nin:

«Ben, Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seliem)'ı kuşluk namazı kılarken görmedim.» demesi bu iddiayı rededer. Bir takımları: «Kuşluk namazı Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seîlem) 'in hasâismdan idi.» demişlerse de bu söz dahî reddedilmişdir. Çünkü onu isbât edecek sahîh bir haber yokdur.

Ulemâ kuşluk namazının devam üzere mi yoksa arasıra mı kılınaca­ğında ihtilâf etmişlerdir. Zahire bakılırsa, devam üzere kılmak efdaldır. Çünkü Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seilem) bir hadîs-i sahîhde :

««Allah Teâlâ indinde en makbul amel, az da olsa sahibinin devam üzere işlediği ameldir.»   buyurmuşlardır.

Taberâhî 'nin «El-Evsat» ında rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde, Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Seilem) 'in : «Gerçekten cennette duhâ (yânî kuşluk) denilen bir kapı vardır. Kıyamet koptuğu vakit bir münâdî çıkarak : Kuşluk namazını devam üzere kılanlar nerede? Sizin kapınız, işte budur. Buyurun! Alah'ın rahmeti ile ondan girin! dîyscekdir.» buyurduğu biîdirilmişdir.

Bir takım ulemâya göre ise, kuşluk namazını devam üzere kılmamak efdaldir. Bunlar, yukarıda sıraladığımız hadîsler meyânmda geçen Ebû Saîd hadîsi ile istidlal ederler. Fakat kendilerine: «Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seilem) 'in kuşluk namazını bazen bırakması, ümmeti­ne farz olur endîşesi iledir. Ümmet hakkında böyle bir endîşe yokdur. Binâenaleyh kuşluk namazını devam üzere kılmak efdaldir.» diye cevap verilmişdir.

Ümmü Hânî hadîsi ile istidlal eden bâzı ulemâ kuşluk namazı­nın, hafif kılınması' müstehab olduğuna kaaildirler. Çünkü Hz. Ümmü Hânî:

«Ben, Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sedem) 'i bunun kadar hafif bir na­maz kılarken görmedim.» demişdir. Fakat bu zevatın kabilleri, reddedil­mişdir. Çünkü Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)'in hafife kılması, müs-lümanlann umuru ile meşgul bulunmasından dır.

Kuşluk namazının vakti, güneş doğup, ziyası yayıldığı zaman girer. Nevevî (631-676), güneşin doğması ile girdiğini, rivayet etmişse de müstehab olan, onu güneş yükselinceye kadar te'hîr etmekdir.

Ümmü   Hânî   hadîsi, şu hüküml  dahî ihtiva eder :

1- Künyesi ile meşhur olan bir kimsenin kendisini bildirmek için, künyesini söylemesinde bir beis yokdur.

2- Bir yere girmek için, izin istemekte kaaide : Ev sahibinin «Kim o?» demesi; izin istiyenin de ma'rûf olan ismini söylemesidir.

3- Ziyaretçiye ve müsâfire, merhaba; demek yahut ona benzer söz­lerle i'zâz-u ikrâm'da bulunmak müstehabdır.

4- Yıkanırken veya abdest alırken konuşmakda bir beis olmadığı gibi böylelerine selâm vermekde de beis yokdur. Fakat bevl eden kimse­ye, selâm verilmez.

5- Avret mahalli örtülmüş olmak şartı ile, yakın akrabasından bir kadının yanında yıkanmak ve kadının, ona perde tutması caizdir.

6- Bir tek elbiseye sarınarak, elbisenin bir tarafını sağ omuzun un altından; bir tarafını da sol omuzunun üstünden geçirmek ve o surette na­maz kılmak caizdir.

7- Aranan bir kimse, gusûl ve taharet gibi şeyler ile meşgul bulu­nursa, o işi kestirmemek; bitirdikten sonra onunla görüşmek gerekir.

8- Cumhûr-u ulemâya göre, bir müslüman kadınının, kâfir3 emân vermesi caizdir. Bâzıları buna itiraz etmiş, hadîsin, o âna kadar emân ver­miş olmaya ihtimâli olduğu gibi, ondan sonra yâni yeni emân vermek mâ­nâsına da gelebileceğini söyliyerek ihticâca sâlih olmadığını iddia etmiş­lerdir.

 

84- (720) Bize Abdullah b. Muhammed b. Esma' Ed - Dubai rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mehdî (yâni İbni Meymûn) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Uyeyne'nin âzâdhsı Vâsıl, Yahya b. Ukayl'den, o da Yahya K Ya'mer'den, o da Ebû'î-Esved-i Düelî'den, o da Ebû Zerr'den, o da Pey­gamber (SaUaiİCihü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyur­muşlar :

«Her birinizin, her bir mafsalına karşı, bir sadaka vardır. Her tesbîh, bir sadakadır.    Her tarımı d bir sadakadır.    Her tehlîl bir sadakadır. Her tekbîr bir sadakadır. İyiliği emretmek, kötülükden nehî'de bulunmak da bir©r sadakadır. Bütün bunlar nâmına kişinin kılacağı iki rek'ât kuşluk namazı, kâfidir.»

Sülâmâ : Aslen parmakların ve ellerin kemikleri demekdir. Sonradan bu Relime bedenin bütün kemikleri ve mafsalları mânâsında kullanılmiş-dır. İleride görüleceği vecihle Müs1imin rivayet ettiği bir hadtsde Resul üllah  (Sailatlahü Aleyhi ve Seilem) :

«insan üçyüzaltmış m uf sal üzerine halk edilmişdir; her mafsal için bir sadaka vermek lâzımdır.»  buyurmuşdur.

Bu hadîs, kuşluk namazının faziletine, mevkiinin büyüklüğüne ve iki rek'ât kılınmasının sahîh olduğuna delildir.

 

85- (721) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâris rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ehû'trTeyyâh rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana Ebû Osman En-Nehdî, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet efti. Şöyle demiş: «Dostum (Sallallahü Aleyhi ve Selıenı/:

Bana üç şey'i (yâni) her aydan üç gün oruç tutmayı, iki rek'ât kuşluk namazını ve uyumadan vitr namazını kamamı vasiyyet etti.»

 

(...) Bize Muhammed b. El - Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Abbâs-ı Cüreyrî ile Ebû Şimr-i Dubai'den [32] rivayet etti. Demiş­ler ki: Biz Ebû Osmân-i Nehdî'yi, Ebû Hüreyre'den o da Peygamber (Sallalhkü Aleyhi.ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet ederken dinledik.

 

(...) Bana Süleyman b. iMa'bed (lıil) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-alfâ b. Esed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz b. Muhtar [33], Abdul­lah Ed-Dânâc'dan rivayet etti. Demiş ki: aBna Ebû Eâfi' Es-Sâiğ rivayet etti. Dedi ki: Ben, Ebû Hüreyre'den dinledim. Dedi ki:

«Dostum Ebû'l-Kaasim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana üç şeyi vasi­yet etti...» Râvî, Ebû Osman'ın, Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadîs gi­bi rivayette bulunmuştur.

 

86- (722) Bana, Hârûn b. AbdîUâh ile Muhamnıed b. Râfî'de riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize, İbni EM Füdeyk, Dahhâk b. Osman'dan, o da İbrahim b. Abdillâh b. Huneyn'den, o da Ümmü Hânî'nin âzâdlısı Ebû Mürra'dan, o da Ebû'd-Derdâ'dan nalken rivayet etti. Ebû'd-Derdâ' söy­le demiş :

«Habîbim (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana üç şey vasİyyet etti. Ben, bunları yaşadığım müddetçe asla terk edemem! Her aydan üç gün oruç tutmayı, kuşluk namazını ve bir de vitr namazını  kılmadan  uyumamamı.

(vasiyet buyuidular.) »

Ebû Hüreyre hadîsini Buhâri  «Kitâbü't-Teheccüd» ile «Kitâbü's-Savm» da; Nesâî dahî «Namaz» bahsinde muhtelif râvî-Ierden tahric etmişlerdir. Halil: Yakın dost; demekdir.

Vâkîa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Efendimiz :

«Ben, baiîl edinecek   olsam, Ebû   Bekir'i kendime   halîl   yapardım.» buyurmuşdur. Fakat Hz. Ebû Hüreyre 'nin sözü, bu hadise muha­lif değildir. Çünkü mümteni 'olan şey, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Selletn) 'in, ashabından birini hail; ittihâz etmesidir. Ashâbm, onu halil ittihâz etmesi, mümteni' değildir.

Ebû'd-Derdâ' hadîsinde, halîl yerine habîb kelimesi kulla-nılmjşdır. Bâzıları, bu iki kelime arasında fark bulmuş; diğer bâzıları ara­larında fark olmadığını söylemişlerdir.

Hz. Ebû'd-Derdâ' hadîsinin tamâmiyle benzeri bir hadîsi Ebû Zerr (Radiyalîakû anh) da rivayet etmişdir. Resûlüllah (SaîlaUahii Aleyhi ve Sellem) 'in bu hadîslerde zikredilen üç şeyi vasiyyet etmesindeki hikmet şudur: Her ay üç gün oruç tutmak, nefsi oruca alıştırır. Kuşluk namazını kılmak da namaza alıştırır. Uyumadan vitir namazını kılmak ise vitr namazına bu şekilde devam etmek lâzım geldiğine işarettir.

Bu hadîsde vitir namazının vâcib olduğuna, vaktinin uyku ve gaflet zamanı olduğuna dahî işaret vardjr.

Resûlüllah (SaüaUahü Aleyhi ve SeUemi'm, bu vasiyyeti Ebû Hü­reyre, Ebû'd-Derdâ, ve Ebû Zerr (Radiyallahû anhûma) hazerâtma tahssî buyurarak başkalarına yapmaması, bunlar fakîr olduk­ları içindir. Oruç ile namaz, bedenî ibâdetlerin en şereflilerindendir. An­laşılıyor ki, Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) onlara hâllerine en lâ­yık olan şeyi vasiyet etmişdir.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kuşluk namazı, son derece faziletli bir namazdır. İbnü'1-Kayyim (691-751) Ulemânın kuşluk namazı hakkındaki kavillerini altıya çıkarmişdır. Şöyle ki:

a) Kuşluk namazı, müstehabdır.

b) Müstehab değildir. Yalnız bir sebep bulunursa, müstehab olur. Meselâ Ebû Ceh1'in Öldürüldüğü haber verilince Peygamber (Salllalahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazı kılmışdır.

c) Kuşluk namazı, hiç bir vecihle müstehab değildir. Çünkü bu na­mazı Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in nerelerde ne gibi namazlar kıldığını inceden inceye araştırıp, o namazları kendisi de kılan   Abdul­lah    Ibni    Ömer   (Radiyallahû anh)   kılmadığı gibi diğer sahabe ve tabiîn de kılmamışlardir. Hattâ   Abdurrahmân    İbni    Ebî Leylâ (    -83) : «Ben, bu namazı ashâb-ı kirâm'dan bir çoklarına sor­dum; onu kimse isbât edemedi.» demişdir.

d) Devam etmeyerek arada sırada kılmak müstehabdır.

e) Evinde olanın, bu namaza devam etmesi müstehabdır.

f) Kuşluk namazı, brd'atdır. İbni Ömer (Radiyallahû anh) «Bu namazı Peygamber (SalUrlafTii Aleyhi ve'Selle?n)'in    vefatından sonra, halk uydurdu.» demişdir.

Bu kavillerin içinde tercihe şâyân olanı, kuşluk namazını mutlak su­rette müstehab addedendir.

2- Her ay üç gün oruç tutmak müstehabdır. İşlenilen hayırlı amel­lere, on kat sevap yazılacağı n'ass-ı Kur'ân ile bildirildiğine göre mü'min bir kul, üç gün oruç tutmakla, otuz gün oruç tutmuş gibi sevaba nail ola­cak, bu hâl her ay devam ederse, Ramazanla birlikde senenin her gününü oruçla geçirmiş gibi olacakdır.                                                    

3- Vitir namazının, uyumadan kılınması, gece yarısı uyanamıyan-lara göredir. Uyanacağından emîn olanlara    göre vitr'i gecenin    sonuna doğru kılmak efdaldir.

 

14- Sabah. Namazının İki Rek'at Sünnetini Kılmanın Müstehab Oluşu; Bunlara Teşvik ve Mezkür İki Re'at'ın Hafif Fakat Devam Üzere Kılınması ve Bu İki Rek'atda Okunması Müstehab Olan Sürelerin Beyanı Babı

 

87- (723) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Nâ-fi-den dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklettiği, ona da Ünımü'1-Mü'-m in in Hafsa'nın haber verdiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (SaİlaUahii Aleyhi ve Sellem) ;

Müezzin, sabah namazı içîn okuduğu ezandan (Fârig olup) sustuğu ve sabah (iyice)sezildiği vakit (farz) namaz kılınmadan evvel hafif ikî rek'âf (nafile) kılarmıs.

 

(...) Bize, Yahya b. Yahya İle Kuteyhe ve İbni Rumh da Leys b. Sa'd'-daii naklen rivayet ettiler. H.

Bana Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b, Saîd de rivayet ettiler. Dedir Ier ki: Bize, Yahya, Ubeydullah'dan naklen rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Ey-yûb'dan rivayet etti. Bunların hepsi Nâfi'den, bu isnâdla Malik'in dediği gibi rivayet etmişlerdir.

 

88- (...) Bana   Ahnıed b. Abdillâh   b. el - Hakem [34] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şıı'be, Zeyd b. Muhammed [35]yden naklen rivayet etti. Demiş ki : Nâfi'i,   İbni Ömer'den naklen rivayet ederken dinledim. İbni Ömer de Hafsa'dan, ri­vayet etmiş. Hafsa, şöyle demiş: «Resûlüilah     (Sü'-a'lahü Aleyhi ve Seilem):

Fecir doğduğu vakit hafîf iki rek'â.-dan başka namaz kılmazdı.

 

(...) Bİze, Bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bİ-ze, Nadr haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Şu'be bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etti.

 

89- (...)  Bize, Muhammed b. Abbâd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize.

Süfyân, Amr'dan, o da Zührî'den. o da Salim'den o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki): Bana, Hafsa, Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve Seilem) 'İn :                                  -

fecir aydınlandığı zaman iki rek'ât namaz kıldığını haber verdi.

 

90- (724) Bize Amrü'n - Nâkıd rivayet etti. (Dadı ki) : Bize Abde-tii'bnü Süleyman rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hişâm b. Urve, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: «Kesûlüîlah (Saîlallahii Aleyhi ve Seîlem):

Ezanı işittiği vâkıf sabah namazının iki rek'ât sünnetini kılar ve bun­ları hafîf tutardı.

 

(...) Bu hadîsi bana Alîyyü'bnü Hucr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali (yâni İbni Müshîr) rivayet etti. H.

Bu hadîsi bize, Efcû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Üsâme rivayet etti. H.

Bu hadîsi bize, Ebû Bekir ile Ebû Küreyb ve İbni Nümeyr, Abdullah b. Nümeyr'den rivayet ettiler. H.

Bu hadîsi, bize, Amrü'n - Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ve-kî' rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla rivayet etmişler­dir.

Ebû Üsâme hadîsinde: «Fecir doğduğu vakit.» İfâdesi vardır.

 

91- (...) Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü'l - Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Ebî Adiyy, Hişâm'dan, oda Yahya'dan oda Ebû Se-leme'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Nebiyyullah (SaUalİahü A leyhi ve Sellem):

Sabah namazında ezanla ika a met arasında iki rek'ât namaz kılarmış.

 

92- (...) Bize yine Muhammedü'bnü'I - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : iBze, Abdülvehhâb rivayet etti. Dedi ki: Ben, Yahya b. Saîd'den din­ledim; dedi ki: Bana, Muhammed b. Abdirrahmân haber verdi. Kendisi, Amra'yı, Âişe'den nalken rivayet ederken dinlemiş ki, Âişe, şöyle diyor­muş: «Resûlülîah   (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem):

Sabah namazının iki rek'ât sünnetini kılar ve o kadar hafîf tutardı ki, ben (kendi kendime) acaba bu iki rek'âtda Ümmü'l-Kur'ân'ı okudumu der­dim.!»

 

93- (...) Bize, Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, batanı rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'he, Muhammed b. Abdirrahmân El - Ensârî'den naklen rivayet etti. O da Amra binti Abdirrahmân'i, Âişe'­den nalken rivayet ederken,    dinlemiş.    Âişe, şöyle demiş:    «ResûlüIIah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)

Fecir doğduğu vakit iki rek'ât (nafile) namaz kılardı. Ben (içimden) acaba bu iki rek'âtda Fâtiha-i Kitâb'ı okuyorum? derdim.»

 

94- (...)  Bana, Züheyr b. Harb da rivayet etti.  (Dedi ki) :    Bize, Yahya b. Saîd, İbnİ Cüreyc'den rivayet etti. Demiş kî: Bana, Atâ', Ubeyd

(SaüaUahüh. Umeyr'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Peygamber A Icyhi ve Sellem) :

Nafile namazlardan hiç bîri ha-kkmda, sabah namazının farzından ön­ceki iki rek'ât sünneî kadar şiddetle muhafazakâr değilmiş.»

 

95- (...) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ibni Nümeyr, hep birden Hafs b. Gıyâs'dan rivayet ettiler. İbni Nümeyr dedi ki: Bize, Hafs, İbnî Cüreyc'den, o da Atâ'dan, o da Ubeyd b. Umeyr'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş: «Ben Resûlüllah (SaUatiahü Aleyhi ve Sellem) 'in:

— Nafilelerden hiç bir namaz hakkında sabah namazından evvelki iki rek'âtda olduğu kadar sür'at gösterdiğini görmedim!»

 

96- (725) Bize, Muhammed b. Ubeyd El - Guterî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne, Katâde'den, o da Zürâratü'hnü Evfâ'dan, o da S.ı'd b. Hişâm [36]dan, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :

«Sabah namazının iki rek'ât sünneîi, dünyâdan ve dünyâdaki her şey'-den daha hayırlıdır.»

 

97- (...) Bize, Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu'te-mîr rivayet etti. Dedi ki: Babam şunu söyledi: Bize, Katâde, Zürâra'dan, o da Sa'd b. Hişâm'dan, o da Âişe'den, o da Peygamber (SaUalUıhii Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, fecir doğduğu vakit kılınan iki rek'ât, sünnet hakkında :

«Hakîkaten bu iki rek'ât namaz, benim için bütün dünyâdan daha makbuldür!» buyurmuşlar.

Hz. Hafsa hadîsini Buharî «Ezan» ve «Namaz» bahislerin­de; Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce dahî «Namaz» bah­sinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Bu hadîsde cümlesi beş vecihle rivayet olunmuşdur:

1- Buharî'deki rivayetinde  «Müezzin, sabah ezânmi okumak için dikildiği zaman.» denilmişdir.

2- Müs1im'in rivayetinde, «Müezzin sustuğu vakiî...»  deniliyor.

3- Bâzı rivayetlerde

4- Diğer bâzı rivayetlerde denil­mişdir. Bunun mânâsı;

«Peygamber (SaHallahii Aleyhi ve Seliem) i'tikâfâ girdiği vakit, müezzi­nin ezan okuması hâlinde iki rek'ât sünnet kılardı.» demekdir. Yâni cüm­ledeki (İzâ) mn cevâbı (Salla) cümlesidir. Ara yerdeki (Ezzene) cümlesi başına (Kad) takdir etmek sureti ile hâl olur.

5- Bâzı rivayetlerde de,

«Resûlüllah (Saikv.kthü Aleyhi ve Seliem) i'tikâfâ girdiği, müezzin de ezânr okuduğu vakit, iki rek'ât sünnet Hardı.» denilmişdir Ancak bu ri­vayetlerden Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, sabahleyin sünnet kılması i'tikâf hâline mahsûsmuş zannedilmemelidir. Çünkü Hz. Hafsa'mn, Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Seliem)''i sünnet kılarken görmesi, i'tikâf hâlinde olabilir. Fakat bundan: «O namazı i'tikâf'dan başka vakit­lerde kılmazdı.» mânâsı çıkmaz.

Hafsa (Radiyallahıı anha) hadîsi, sabah namazının, sünneti iki rek'ât kılınacağına, bu iki rek'âtm hafif tutulacağına, namazın fecir doğdukdan sonra -kılınacağına delâlet etmektedir.

Aişe (Radiyallahû anha) hadîsini Buhârî «Ezan» ve «Tehec-cüd» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Neşâî de «Namaz» bah­sinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadisin bâzı rivayetlerinde Âişe (Radiyallahû anhaymn Fâtiha'ya «Ümmü'l-Kur'ân» yâni Kur'ân'ın anası, diğer bâzı rivayetlerde «Üm-ftıü'l - Kitap» yâni kitâb'ın anası, dediği görülüyor. Fatiha Jya, bu ismin verilmesi    Kur'ân-ı Kerîm 'in esâsını teşkil ettiği içindir.   Zâten srapçada (Ümm) kelimesi: Asıl ve esâs mânâsına gelir. Filhakika Fati­ha, Kur'ân-ı Kerim'in üç külli mânâsını ihtiva etmektedir. Bun­lar: Mebde', ma'âş ve ma'âd'dır. Mebde': Allah Teâlâ'ya, senada bulun­mak, Maaş: Ona ibâdet etmek; Ma'âd da : Cezadır.

Kurtubi diyor ki: «Hz. Âişe'nin (Ben, acaba bu iki rek'atda fâtihâ'yı okudumu; diyordum.) sözü onu okuyup okumadığında şüphe et­miş mânâsına gelmez. Bu sözden murâd şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şâir zamanlarda nafile namazları uzun tutardı. Sabah na­mazının sünnetinde kısa kesince, şâir nafilelere riisbetle hiç okumamış gibi olmuşdur.»

Ulemânın bu husûsdaki ihtilâfı bundan sonraki hadislerde görülecek-dir.                  

Sabah namazının, sünneti hakkında bâbımızdakilerden başka -bir çok hadîsler vârid olmuşdur. Meselâ: Ebû Dâvûd 'un, Hz. Ebû Hü­reyre'den rivayet ettiği bir hadîsde Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sel/etn) :

«Sİzî, süvariler bile koğsa yine sabah namazının ilci rek'ât sünnetini bırakmayın!» buyurmuşdur.

Yine Ebû Dâvûd 'un, Bilâl-i H-abeşî (Jladiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde: Bilâl, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e; «İyice sabahladın...» demiş; Kesûlüllah '(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

<'Bundan daha fazla sabahfasam yine sabahın iki rek'ât sünnetini gü­zelce ve yerliyerînce kılardım.» mukabeledinde bulunmuşdur.

Tirmizî'nin, İbni Ömer (Raâiyallahû anh) 'dan rivayet et­tiği bir hadîsde ResûMi Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Fecr doğdukdan sonra iki secdeden başka (nafile) namaz yokdur.» buyurmuşdur. Tirmizî, bunu «Fecr doğdukdan sonra, sabah na­mazının iki rek'ât sünnetinden başka nafile namaz kılınmaz.» şeklinde tefsir etmişdir. Daha başka hadîsler de vardır.

 

Âişe (Radiyallahû anha)'nin Rivayat Ettiği Hadislerinden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şâir zamanlarındaki nafile namazlarına nisbetle sabah namazının sünnetini mubâlegalı bir şekilde hafif kılmişdır.

Tahâvînin rivayetine göre, sabah namazının sünneti hususunda ulemâ dört mezhebe ayrılmışlardır.                                 

a) Sabah namazının  sünnetinde kırâet  yokdur. Ulemâdan Ebû Bekir b. Esam ile  İbni Uleyye ve Zahirîler 'den bir cemâat ona kaail olmuşlardır .

b) Sabah namazının sünnetinde yalnız fatiha okunur. Ve namaz bu suretle hafifletilir. Bu kavi   Abdullah   b.   Amr (Radiyaîlahû anh) 'dan rivayet olunmuşdur. imam Malik'in meşhur olan   mezhebi de budur,

c) Bu namaz, fatiha ile kısa bir sûre okuyarak hafifletilir. İmam Mâlik   ile imam   Şafiî 'nin birer kavilleri budur.

d) Sabah namazının sünnetinde, uzun sûreler okumakda bir beis yokdur. Bu kavil İbrahim  Nehaî  ile  Mücâhid 'den riva­yet olunmuşdur.   İmam A'zam'm: «Bazen ben, bu iki rek'âtda Kur'ân-ı Kerîm'den iki hizb okurum.» dediği rivayet olunur. Hanefiyye, imamlarının kavli budur. Mezkûr kavi  Abdullah b. Mes'ûd (Radiyaîlahû anh) ile Tâbiîn'den Saîd b. Cübeyr, Muhammed b. Şîrîn,   Abdurrahmân   b. Yezîd,   Süveyd b. Gafe1e ve Guneym   b. Kays'in da mezhebidir. İmam Şafiî de, buna kaaildir.

İmam Mâlik: «Ben, sabah namazının sünnetinde her rek'âtda fâtiha'dan başka bir şey okumam.» demişdir.

İbni Abdilberr'in rivayetine göre, imam Şafiî: «Sa­bah namazının sünnetinde fatiha ile beraber kısa bir sûre okumakda beis yokdur.» demişdir. Mâlikîler 'den İbnü'l-Kaasim, imam Mâlik 'den de böyle bir kavil rivayet etmişdir.

2- Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin, bu na­mazı hafîf kılmasının hikmeti, asbah namazının farzına, vaktin evvelinde yetişmekdir. Gece namazına, hafif iki rek'ât ile başhyarak ondan sonra kılacağı farza yahut teheccüd namazına nasıl hazırlanırsa, gündüz namaz­larına da ayni şekilde hafif iki rek'ât namaz ile başlamak istemiş olması dahî muhtemeldir.

Bâzıları hafif kılmayı, gece hizbini tamamlayanlara müstehab görmüş, geceleyin teheccüd namazında okumayı âdet edindiği hizbi bitiremiyenle-rin, onu sabah namazının sünnetinde tamamlayabileceklerini söylemişler­dir.   Hasan-ı   Basrî   ile Sevrî, buna kaail olmuşlardır.

İbni Ebî Şeybe 'nin «Musannef» inde Saîd b. Cü­beyr 'den mürsel olarak rivayet ettiği bir hadîsde: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Bazen sabah namazının sünnetini uzatırdı.» denilmişidr. Ayni hadîsi Beyhakî dahi rivayet etmişse de isnadında ensârdan ismi söylenme­yen bir zât vardır.

3- Bu hadîsler sabah namazının sünnetinin pek faziletli bir namaz olduğuna delâlet etmektedirler.

4- Kaadı İyâz,  Hasan-ı Basri 'nin bu sünnet için: «Vâcibdir» dediğini rivayet ederse de, doğrusu vacip değil; sünnet-i mü-ekkededir.

 

98- (726) Bana Muhammed b. Abbâd ile İbnü Ebî Ömer rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize, Mervân b. Muâviye, Yezîd'den -ki İbni Keysân'dır-o da Ebû Hâzîm'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resû-lüllah (Saİîalîahü Aleyhi ve Seilem)

Sabah namazının iki rek'ât sünnetinde (Kâfirûn) ile (ihtâs) sûrelerini okumuş.

 

99- (727) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, El - Fezârî (yâni Mervân b, Muâviye) Osman b. Hakim El - Ensârî'den rivayet etti. Demiş ki: Bana, Saîd b. Yesâr haber verdi. Ona da İbni Ab-bâs haber vermiş ki, Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):

Sabah- namazının iki rek'âtlık sünnetinin ilk rek'âftnda sû re-i Bakara1-daki (Allah'a ve bize indirilen şey'e îmân ettik; deyin [37] âyet-i kerimesini ikinci rek'âtta da (Biz, Allah'a îmân ettik. Şâhid ol ki, biz müslümanlarız [38] âyet-i kerimesini o kurmuş.

 

100- (...) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid-i Ahmer, Osman b. Hakîm'den, o da Saîd b. Yesâr'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İlini Abbâs şöyle demiş: «Resûlüllab

Sabah namazının iki rek'ât sünnetinde (Biz, Allah'a ve bize indirilene imân ettik; deyin!...) âyet-i kertmesi iie Âl-i Imrân süresindeki (Sizinle ara­mızdaki müsâvî bir kelimeye gelin!...[39] âyetini okurdu, âyetini okurdu.

 

(...) Bana, Aliyyü'bnü Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İsâ b. Yû­nus, Osman b. Hakîm'den bu isnâdda, Mervân-ı Fezârî hadîsi gibi rivayet­te bulundu.

Bu hadîsler, sabah namazının sünnetinde okunacak âyet ve sûreleri bildirmektedir. Bu husûsda daha birçok hadîsler vardır. Ezcümle Tirmizi'nin tahrîc ettiği İbni Ömer (Radiyallahû anh) hadisi ile İfa­ni Mes'ûd (Rüdiyaüahû anh) hadîslerinde ve Bezzâr'm tahrîc ettiği Enes hadîsinde Müs1im'in ve keza Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce 'nin tahrîc ettikleri Ebû Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (SallaUahil Aleyhi ve Seüem)'in, bu namazda (Kâfirûn ) ile, ( İh1âs ) sûrelerini okuduğu bildirilmektedir.

Bu iki sûreyi okuduğunu bildiren başka hadîsler de vardır.

Bütün bunlar gösteriyor ki, sabah namazının sünnetinde fâtiha'dan sonra, sûre veya âyet okumak bâ husus (Kâfirûn ) ile (İh1âs) sûrelerini okumaya çalışmak müstehabdır. Cumhûr-u ulemânın mezhebi de budur.

 

15- Farz Namazlardan Önce ve Sonra Kılınan Sünnet-i Müekkedelerin Fazileti ve Sayılarını Beyan Babı

 

101- (728) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid (yâni Süleyman b. Hayyân) Dâvûd b. Ebî Hind'den, o da Nu'mân b. Sâlim'den [40], o da Amr [41] b. Evs'den nak­len rivayet etti. Demiş ki: Bana Anbesetü'bnü Ebî Süfyân [42] vefatına müncer olan hastalığında sevinilecek bir hadîs rivayet etti. Dedi ki: Ben, Ümmü Habîbe'yi şunları söylerken, işittim: Ben, BesûlüHah (SalUılhıh'û Aleyhi ve Sellem) 'den işittim, diyordu ki:

«Her kim günle, gecede oniki rek'ât Hamaz kılarsa, o namazlar sebebi ile kendisine cennette bir ev bİnâ edilir.»

Ümmü Habîbe: «Ben, bunları Resulüllah ISallallahü Aleyhi ve Selle in) 'den işideli beri bir daha terk etmedim.» demiş.

Aııbeşe de: «Ben, bunları Ümmü Habîbe'den işideli beri bir daha terk etmedim.» demiş,

Amr b. Evs de-: «Ben, bunları Anbese'den işideli bir daha terk etme­dim.» demiş.

Nu'mân b. Salim dahî: «Ben, bunları Amr b. Evs'den işidel  bir daha terk etmedim.» demiş.

 

102- (...) Bana, Ebû Gassân El - Mis'maî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Bişr b. Mufaddal rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Dâvûd, Nu'mân b. Sâlim'den, bu isnâdla :

«Her kim günde on  iki  rek'ât nâfite namaz kılarsa, o kimseye cen-netde bir ev yapılır!»  hadîsini rivayet etti.

 

103-  (...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Nü'mân b. Sâ-lim'den, o da Amr b. Evs'den, o da Anbesetü'bnü EM Süfyân'dan, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve SeUemy'm zevcesi Ümmü Habîbe'den nak­len rivayet etti ki, şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle buyururken işittim :

«Hiç bir müslüman kul yoktur ki, Allah için her gün farz'dan maada, nafile olarak oniki rek'ât namaz kılsın da, Allah, ona cennette bir ev yap­masın! Yahut cennette, ona bir ev yapılmasın!»

Ümmü Habîbe : «Ondan sonra ben, bu namazları kılmaya devam et­tim.» demiş.

Amr da: «Ondan sonra ben, bu namazları kılmaya devam ettim.» de­miş: Nu'man da bunun gibi bir söz söylemiş.

 

(...) Bana, Abdurrahman b. Bişr ile Abdullah b. Hâşim EI-Abdî dahi rivayet ettiler. Dediler ki : Bize, Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. Dedi ki : Bana, Nu'mân b. Salim haber verdi. Dedi ki : Ben, Amr b. Evs'den dikledim. Anbese'den, o-da Ümmü Habîbe'den naklen edi­yordu. Ümmü Habîbe şöyle demiş: Resûlüllah (SaUailahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular :

«Hiç bir müslüman kul yoktur ki, tertemiz abdest alarak sonra Allah için her gün namaz kılarsa...» ve ravi yukarki hadîsin mislini rivayet etmişdir.

Tirraizî ile Nesâî, hadîsin sonunda: «Öğleden Önce dört, sonra iki; akşam namazından sonra iki; yatsı namazından sonra iki; sabah namazından evvel de iki rek'ât.,.» ifâdesini ziyâde etmişlerdir.

Nesâî 'nin bir rivayetinde : «İkindiden evvel de İki rek'ât» denilmiş «Yatsıdan sonra iki rek'ât...» zikredilmemişdir. Ayni hadîsi İbni Hibbân dahî «Sahîh» inde; Hâkim «Müstedrek» inde rivayet etmiş­lerdir. Hâkim: «Bu hadîs, Müs1im'in şartı üzre sahîhdir. Fakat Buhârî ile Müslim, onu tahrîc etmemişlerdir.» demişdir.

Hâkim (321-405) bir yerde, iki rivayetin arasını cem' ederek: «İkindiden evveî iki rek'ât, yatsıdafî sonra da iki rek'ât» demişdir, Bu ri­vayet   Taberânî 'nin «Mu'cera» inde dahî mevcûddur.

Sahîheyn'in rivayetlerinde ikindiden önce iki rek'ât sünnet kılınacağı zikredilmemişdir. İkindi, Ebû Dâvûd 'un sahîh bir isnâdla Hz. Alî (Radiyallahû anh)'ûan tahrîc ettiği bir hadîsde zikredilmiş; Resul-i Zîşân (SaUallahü Aleyhi ve Seüem) Efendimizin, ikindiden evvel iki rek'ât süfrnet kılardığı bildirilmişdir. İbni Ömer {Radiyallahû anh) 'dan ri­vayet olunan bir hadîâde Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem):

«İkindiden evvel, dört rek'ât nafile namaz kılan kimseye Allah, rah­met eylesin!» buyurmuşdur. Bu hadîsi, Ebû Dâvûd ile Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî, onun hakkında: «Hasen bir hadîsdir.» demişdir,

Ümmü Habîbe (Radiyallahû anho.) 'dan rivayet olunan sahîh bir hadîsde Ümmü Habîbe: «Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :

Her kim öğleden evvel dört, Öğleden sonra da dört rek'ât nafile kıl­mağa devam ederse, Allah, o kimseyi cehhenneme haram kılar; buyurdu.»

demektedir. Hadîsi Ebû Dâvûd ileTirmizî rivayet et­mişlerdir. Tirmizî, onun hakkında: «Hasen sahîh bir hadîsdir.» ifâ­desini kuüanmışdır.

Sahîh-i Buhârî'de Abdullah İbni Mugaffel (Radiyallahû anh) 'dan rivayet edilen bir hadîsde, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki defa :

<'Akşam namazından önce sünnet kihn!» buyurmuş; üçüncüde;

«İsteyene söylüyorum!» demişdir.

Sahîheyn'de yine Abdullah İbni Mugaffel 'den ri­vayet edildiğine göre Resûlüllah* (SaUallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her iki ezanın arasında, bir nafile namaz vardrr.» buyurmuşdur. İki ezandan murâd; ezanla ikaametdir.

Nevevî diyor ki: «Bunlar farzlarla birlikde kılınan sünnet-i mü-ekkedeler hakkında vârid olan sahîh hadîslerin bir kısmıdır. Ulemâmız ile cumhur, bu hadîslerin hepsi ile amel etmiş; olnarın beyân ettiği nafilele­rin, hepsini müstehab kabul etmişlerdir. Bu husûsda ulemâmızdan yalnız akşam namazından önceki iki rek'ât hakkında hilaf zikredilmişedir. Mez­kûr iki rek'ât hakkında ulemâmızdan İki kavil rivayet edilmişdir. Bunla­rın meşhur olanına göre, akşam namazından önce iki rek'ât nafile kılmak, müstehab değildir. Muhakkikîn'e göre, sahîh olan kavil ise, müstehab ol­masıdır.

Ulemâmız ile diğer mezhepler ulemâsı diyor ki: Sünnetlerin sayısı hususunda hadîslerin ihtilâfı bu mes'elede işin geniş tutulacağına hamle-dilmişdir. Sünnetlerin biri en az, diğer en mükemmel olmak üzere iki de­recesi vardır. En. az derecesi ile asıl sünnet yerini bulursa da en mükem­mel şeklini yapmak yâni çok mikdârmı kılmak ihtiyar olunmuşdur...»

 

104- (729) Bana, Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize, Yahya (yâni İbni Saîd) Ubeydullah'dan naklen ri­vayet etti. Demiş ki: Bana, Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi. H.

Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş: «Ben, Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) ile birlikde öğleden evvel iki secde, öğleden son­ra da iki secde, akşam namazından sonra iki secde, yatsıdan sonra iki sec­de, cum'a namazından sonra iki secde namaz kıldım. Akşam, yatsı ve cum'a namazlarını (in sünnetlerini) Peygamber (Sö//ö//û/iw Aleyhi ve Sellem) ile, onun evinde kıldım.»

Bu hadîsi Buharı «Ebvâbü't - Tetavvu» un bir kaç yerinde ve «Cum'a» bahsinde tahrîc ettiği gibi; diğer sahîh sahipleri de rivayet et­mişlerdir.

İbni Ömer (' Radiyallahû anh) 'in burada    bahsettiği beraberlik, mücerred rek'ât sayısına âiddir. Yoksa nafile namazları da cemaatla kıl­dık demek istememişdir. Onları herkes yalnız kılmışdır.

Yine İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'in bahsettiği ikişer secde­den murâd, ikişer rek'âtdır. Hadîsin sonunda İbni Ömer (Radiyallahû anh) akşam, yatsı ve cum'a namazlarının sünnetlerini Peygamber (Sattailahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde, onun evinde kıldıklarını bildiriyor. Geri kalan sünnetleri ise mescidde kılmışlardır.

İbni Ömer'in bîr rivayetinde :

«Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Selîem): cum'a namazından sonra mescidde nafile kılmaz, oradan ayrılarak iki rek'ât nafileyi başka yerde kılardı.» denilmiş; burada ise cum'a'dan sonra mescidde iki rek'ât sün­net kıldığı bildirilmişdir. Bu suretle iki rivayet arasmda zahiren tezâd gö­rülürse de, Aynî 'nin beyânına göre «İnsirâfc» dan murâd, eve gitme­ye de şâmil olan umûmî bir mânâdır.

- Hadîsler arasında tezâd bulunduğunu, teslim etsek bile buradaki muhtelif ,rek'âth sünnetler her iki şıkkın caiz olduğunu göstermek için böyle kılınmışlardır.

Buhârî 'nin rivayetinde, bu hadîsin sonunda : «Bana,, kız kardeşim Hafsa (Radiyallahû anha) 'nin anlattığına göre, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

Fecir doğdukdan sonra hafif iki rek'ât namaz kılarmış. (Hafsa şöyle dedi) : «Bu, öyle bir saat idi ki, o saatte ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma girmezdim.» ibaresi vardır.

Ümmehât-ı Mü'minîn 'den, Hafsa (Radiyallahû anha) Hz. Ömer'in kızı olduğuna göre, İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'm hakîki kız kardeşidir .

.«Bu, öyle bir saatti ki, o saatde ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma girmezdim.» ifâdesi, İbni Ömer (Raâiyallah'ı anhi'mâır. O saatte Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimi­zin, yanma girmemesi, onu meşgul etmemek içindir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o saatte başkaları ile meşgul olur, kimi kendi­sine müracaat edenlerin dâvalarını hall-ü fasl eder; kimi de teblîğ ve ir-şâd için îcâb eden yerlere giderdi.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hanefiyye ulemâsı, "bu hadîsle istidlal ederek «Beş vaktin, sünnet-i müekkedeleri oniki rek'âtdır.» demişlerdir. Gerçi bu hadîs sünnet-i müekedeîerin. on rek'ât olmasını icâb ederse de,    Ümmü   Habîbe hadisinin şerhinde işaret ettiğimiz vechle  Tirmi'zî ile Nesâi"'nin rivayetlerinde öğleden önce d.ört rek'ât sünnet kılınacağı tasrih olunmuşdur. Zâten  Ümmü  Habibe (Radiyalîahû anh)   hadîsinde :

«Her kim, günle gecede, oniki rek'ât sünnet kılarsa ilâh » buyurularak, rek'ât sayısının oniki oldırğu tasrîh edilmişdir.

Buharı ile Ebû Dâvûd ve Nesâî 'nin tahrîc ettik­leri Hz. Âişe  hadîsinde :

«Peygamber (Sollallahü Aleyhi ve Sellem); öğle namazından evvel, dört : rek'ât sünneti hiç terk etmezdi.»   denilmişdir. Başka bir rivâyetde,   Âişe (Radiyalîahû anha):

/Resûlüllah (Saliatiahü Aleyhi ve Seilem), öğle'den evvel benîm evimde dört rek'ât sünnet kılardı.» demişdir.

Tirmizî'nin rivayetinde dahî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in, öğleden önce dört, öğleden sonra iki rek'ât sünnet kılardığı beyân olunmuşdur. Mezkûr hadîs için Tirmizî: «Hasen bir hadîs-dir.» dedikten sonra; gerek sahabe devrinde, gerekse onlardan sonra ge­len Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn zamanlarında ekseri ulemânın bununla amel ederek, öğleden Önce dört rek'ât sünnet kılmayı tercih eylediklerini söy-lemişdir.

Süfyân-ı    Sevrî   ile   İbni    Mübarek   ve   îshâk'-m kavilleri de budur.

2- Şâfiîler'e göre ,beş vakit namazın sünnet-i müekkedeleri, on rek'âtdır. Delîlleri, buradaki İbni Ömer   hadîsidir. Şâfiîyye ulemâsından bâzıları öğleden   önce ayrı ayrı iki defa ikişer rek'ât sünnet "kılınacağına kaail olarak, sünnet-i müekkedelerin rek'ât adedini, Ümmü Habîbe hadîsinde beyân edilen mikdâra yâni onikiye çıkarmışlardır.

3- Öğlenin farzından sonra   kılman iki rek'ât   sünnet   Ümmü Habîbe  (RadiyaVoh't o.'iha) 'nin bir rivayetinde, dört rek'ât olarak tah-dîd edilmişdir. Ayni rivayeti Tirmizî,   Nesâî ve İbni Mâcede tahrîc etmişlerdir.   Tirmizi:  «Bu hadîs, hasen, sahih ve garîbdir.» demişdir. Hz. Ümmü Habîbe 'nin iki rivayetinin ara­ları  şöyle . bulunmuşdur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) öğlenin farzından sonra bazen iki, bazen de dört rek'ât sünneı kılarak bunların ikisinin de caiz olduğunu göstermek istemişdir.   Ümmü   Habîbe (Radiyalîahû anha) hadîsinin  şerhinde naklettiğimiz vecihle sünnetlerin, rek'ât sayılan hakkında vârid olan muhtelif hadîsler, gösterilen her aded ile amel etmenin caiz olduğuna hamlotunmuşlardır.

Hâsılı Şâfiî1er'den bâzıları, öğlenin farzından Önce kılınan dört rek'âtı. revâtip'den (yâni sünnet-i müekkedelerden)   saymışlardır.

Râfii'nin rivayetine göre, ekseriyetle Şâfiiyye ulemâsı öğleden önce ve sonra ikişer rek'ât sünnet-i müekkede kılınacağına kaaildirler. Bâ­zıları, öğlenin farzından sonra dört rek'ât nafile kılınacağını; bunun iki rek'âtının sünnet-i müekkede, iki rek'âtınm da bilittifâk müstehab oldu­ğunu söylemişlerdir. Şâfiîler 'den bâzılarına göre, sünnetlerde ke­mâl derecesinin en aşağısı sekîz rek'âtdır. Bunlar, yatsı namazından son­ra kılınan iki rek'ât sünneti ıskaat ederler.

Büveytî'nin beyânına göre, Şâfiîler'ce sünnetlerin ke­mâl derecesi, onsekiz rek'âtdır. Şâfiîler, akşam namazından önce iki rek'ât, ikindiden önce dört rek'ât sünnet kılınacağına kaail olmak su­reti ile sünnet rek'âtlarınm sayısını onsekize çıkartmışlardır.

Şâfiîler 'den diğer bir rivayete göre, sünnetlerde kemâl derece­sinin en aşağısı on rek'âtdır. Onları onsekiz kılmak, müstehabdır. Akşam namazından önce iki rek'ât namaz kılmanın müstehab olup olmadığı hu­susunda    Şâfiîler 'den iki kavil rivayet olunur.

Hanefîler'e göre, akşam namazından önce, iki rek'ât nafile kıl­mak müstehab -değildir. Onlara göre dört rek'ât kılman öğlenin ilk sün­netinde, bir defa selâm verilir.

Şafiî, Mâ.likî ve Hanbelîler'e göre, bu sünnet, her iki rek'âtta bir selâm vermek sureti ile kılınır. Delilleri, Ebû Hüreyre hadîsidir. Mezkûr hadisde, bu sünnetin iki selâmla kılınacağı bildirilmişdir. Lâkin Hanefîler'e göre buradaki selâmlardan mu-râd, teşehhüdlerdir. Hanefî1er'in bu te'vîli, İbni Mes'ûd (Radiyallahûanh)'dan rivayet olunmuşdur.

4- Akşam namazından önce nafile kılınıp kılınmiyacağı, Selef-i Sâlihîn arasında ihtilaflı bir mes'eledir. Ashâb-ı kiram ile Tabiîn ve Fu-kahâ'dan bir cemaata göre, aksam namazından önce nafile kılmak, câiz-dir. Delilleri,    Ebû  Dâvûd 'un rivayet ettiği    Abdullah  e1 -Müzeni   hadîsidir. Bu hadîsde Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Akşam   namazından   önce   iki   rek'ât   nafile   namaz ktlın!   ilâh...»

buyurmuşlardır. Fakat ekseri ashâbdan böyle bir namaz kılmmadiğı ri­vayet olunmuşdur. Hattâ îbrâhîm Nehaî: «Bu, bida'tdır. Mezkûr hadîs, kerahet vaktinin çıktığını bildirmek için islâmı'n ilk devir­lerinde böyle bir namazın kılındığına hamledilmişdir.» demişdir,

5- Yatsının farzından sonra kılman iki rek'ât sünnet, bâzı rivayet­lerde dört rek'ât olarak bildirilmişdir. Meselâ    Saîd  b. Mansûr'-un, «Sünen» inde rivayet' ettiği Berâ' b. Âzib hadisinde Resû­lüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim öğle'den evvel dört rek'ât nafile namaz kılarsa, o kimse, o gece teheccüd namazı kılmış gibi olur.   Ve her kim bu dört rek'âtı yatsıdan sonra kılarsa, onların mislini kadir gecesinde kılmış gibi olur.» buyurmuş­lardır. Beyhakî (384-458) bu hadîsi Hz. Âişe'nin sözü olmak üzere rivayet etmişdir. Hanefi yye kitaplarında «El-Mebsût» da: «Yat­sıdan sonra dört rek'ât sünnet kılmak efdaldır. Çünkü bu bâbda İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'dan hem merfu', hem mevkuf hadîs rivayet olunmuşdur.» deniliyor.

6- Cum'a namazından sonra, iki rek'ât olarak kılınacağı bildirilen sünnet, Tirmizî'nin rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde, dört rek'ât olarak, tahdîd edilmişdir. Bu hadîsde :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem); Sizden hanginiz cum'a'd an son­ra sünnet kılmak isterse, dört rek'ât olarak kılsın! buyurdular.» denilmek­tedir.

Hadîs hakkında Tirmizî: «Bu hadîs, Hasen ashîh'dir.» demiş-dir. Mezkûr hadîsi imam Müslim ile Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce dahî rivayet etmişlerdir. Ulemâdan bâzıları, bununla amel ederler.

İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) Hazretlerinin, cum'a'dan önce 'dört, cum'a'dan sonra da dört rek'ât sünnet kılardığı rivayet olunur.

Hz.  Alî  (Radiyallahû anh):

«Vaktiyle cum'a'dan sonraki rek'ât sünnet kılınması emrolunmuşdu. Son­ra dörde çıkarıldı.» demişdir.

Süfyân-ı Sevrî ve Abdullah ibni Mübarek, İbni Mes'ûd 'un kavlini tercih etmişlerdir. İshâk'a göre ise mescidde kılan, cum'a'dan sonra dört; evinde kılan ise iki rek'ât sünnet kılacakdıf. Ashâb-ı kiramdan İmrân b. Husayn (Radiyallahû anh) cum'a'dan sonra, iki rek'ât sünnet kılarmış. Bu kavli, Tirmizî, imam Şâfiî. ile imam Ahmed'den de rivayet etmişdir. Anlaşı­lıyor ki, Şafiî ile imam Ahmed Hazerâtı, bununla müstehab mikdârin en az ne olacağını bildirmek istemişlerdir. Yoksa imam Şafii «El-Ümm» nâmın daki eserinde cum'adan sonra dört rek'ât sünnet kılına­cağını tasrîh etmişdir.

İmam Ahmed'e gelince Hanbe1î1er'den İbni Kudâtr.e'. nin «El-Muğnî» nâm eserindeki beyânına göre, Ahmedb. Han bel: «İsteyen cum'adan sonra iki rek'ât, isteyen dört rek'ât kılar.» demişdir. Hattâ: «İsteyen altı kılar.» dediği de rivayet olunur. İbni Mes'ûd (Rnt?:yp!>rh'! r»h ı.ile İbrâhîm Nehaî ve Eshâb-ı Re'y. cum'adan sonra dört rek'ât sünnet kılınacağına kaaildirler. Delilleri. Ebû    Hüreyre   hadîsidiı.

Hz. Alî ve Ebû Musa (Radiyallahû anhûma) ile Atâ'. Mücâhid, Humeyd b.  Abdirrahmân  ve Süfyân-ı Sevrî, cuma namazından sonra altı rek'ât sünnet kılınaca­ğına kaail olmuşlardır. Hanefî1er'in mezhebi de budur.

Tenbîh ; Cum'anın farzından sonra altı rek'ât sünnetden başka birde âhir zuhur kılınır. Fakat bu namaz cum'anın sünnetlerinden ma'dûd de­ğil, ihtiyaten kılınan son Öğlenin farzıdır. Cum'a namazının, şâir namaz­lardan başka birçok şartları olduğunu derpîş eden ulemâ, bu şartlardan biri veya birkaçı yerine getirilememek sebebi ile o günkü cum'a namazı ınd-i ilâhîde kabul olunmazsa öğle namazının farzı bârı kılınmış olsun, düşüncesi ile âhır zuhru kılmayı münâsib görmüşlerdir. Âhir zuhur son Öğle demekdir, Kılınan cum'a namazı, kabul olunmadı ise ondan sonra kılınacak ahir zuhur, son Öğle olur. Cum'a namazı kabul olundu ise kılı­nan âhir zuhur, o günden evvel kazaya bırakılan en son Öğlenin kazası olur. Üzerinde hiç kazası olmayanlar için ise bu namaz nafile hükmüne geçer. Âhır zuhur'a: «Vaktine erişip henüz kılamadığım, son Öğleye niyet ettim.» diye niyetlenilir. Âhır zuhur'da, kırâet mes'elesi ihtilaflıdır. Bâ­zılarına göre tamâmiyle öğlenin farzı gibi kılınır. Yâni ilk iki rek'âtında fâtha'dan sonra sûre okunur; son iki rek'âtında fâtiha'dan sonra sûre oku­nur; son iki rek'âtında yalnız birer (fatiha) ile iktifa olunur.

Bir takımlarına göre, dört rek'âtın, dördünde de fatiha ve sûre oku­nur.

Bu namaz ''cum'a namazının farzından sonraki iki sünnet arasında kı­lınır.

7- Akşam namazı ile yatsıdan sonra kılınacak sünnetler hakkında ihtilâf edilmişdir. Ashâb-ı kiramdan Zeydü'bnü Sabit, Abdurrahman b. Avf (Radiyallahû anhûma) ve başkaları evlerinde akşam namazından sonra ikişer rek'ât sünnet kılarlarmış. Umumiyetle ashâb-ı gü.zîn'in âdetleri, bu namazı evlerinde kılmak ve semâda yıldızlar iyice görününceye kadar te'hîr etmekmiş,

Bâzıları bütün nafileleri evlerinde kılarlarmış.

İbni Battâ1 ( -444) diyor ki: «Söylenildiğine göre mescidde nafile namaz kılmanın mekruh olması, câhiller görüp de onu farz zannet­mesinler, diyedir. Yahut evi namazsız kalmasın veya kul riyâ'dan ken­disini korusun, diye evlerde kılmak meşru olmuşdur. Kendini, riyadan koruyan kimsenin nafile namazları, mescidde kılması iyi olur.»

Hanefî1ere göre farzlara tâbi olan, nafile namazlar, sünnet ve men-dûb olmak üzere iki kısımdır. Sünnet namazlar, beşdir. Bunların en kuv­vetlisi, sabah namazının sünnetidir. Bundan dolayı hiçbir Özür yokken onu oturarak veya hayvan üzermde kılmak caiz .değildir. Sabah namazı­nın sünnetini evde kılmak ve birinci rek'âtında (Fatiha) dan sonra (Kâfirûn )(   sûresini, ikincide    (İh1âs 'ı okumak sünnetdir. Kuvvet itibârı ile sabah namazının sünnetinden sonra öğlenin dört rek'ât İlk sün­neti gelir. Ondan sonra öğlenin son sünneti; daha sonra akşam namazının sünneti, en sonra da yatsının iki rek'ât son sünneti gelir. Memdûb namazlar, dörtdür.

a)  İkindinin farzından önce kılınan dört veya iki rek'ât namaz.

b) Akşam namazından sonra kılman altı rek'ât;

c) Yatsı'dan önce kılman dört rek'ât,

d) Yatsıdan sonra kılman  dört rek'ât namazadır. Çünkü Âişe (Radıyaüahû anha) 'dan   rivayet   olunduğuna   göre Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) yatsıdan önce dört rek'ât; sonra da dört rek'ât kılar da öyle yatarmış. Namaz kılan kimse, bu sayılanlardan başka İstediği kadar nafile kilmakda serbesttir. Bu bâbda sünnet olan vecih, gündüz namaz­larında dörtte bir selâm vermekdir. Akşam namazının sünnetini altı rek'ât kılan kimse, bir selâmle iktifa edebilir. Her iki rek'âtta da selâm vermesi de caizdir. Yatsının ilk ve son sünnetleri, dörder rek'ât kılmabilir. Akşam namazından Önce hafif iki rek'ât nafile kılmak, mübahdır. Şâfiî1er'e göre farz namazlara tabî olan nafileler, müekked ve gayr-i müekked olmak üzere, iki kısımdır. Sabah namazından önce iki, öğle veya cum'adan önce ve sonra ikişer; akşam namazından sonra iki; yatsıdan sonra dahî iki rek'ât nafile kılmak, sünnet-i müekkededir. Bun­lara, revâtip denir. Onlara göre Vitir namazı dahî, müekked sünnetlerden­dir.

Sünnet-i gayr-i müekkedeler oniki rek'âtdir. Bunlar: Öğlenin zîkri geçen sünnetinden başka iki r,ek'ât daha kılmak sureti ile dörde çıkarılma­sı, son sünnetinden sonra dahî iki rek'ât ilâve edilmesi, ikindiden önce, dört rek'ât, akşamdan önce iki, yatsıdan önce dahî iki rek'ât olarak kılı­nan namazlardı

Mâ1ikî1er'e göre, farzlara tâbi olan nafile namazlar, revâtib ve gayr-i revâtib olmak üzere iki kısımdır.

Revâtib: Öğlenin farzından Önce ve sonra kılman sünnetlerle ikindi­den önce ve akşam namazından sonra kılman nafilelerdir. Bu namazların rek'ât sayıları hakkında muayyen bir aded yoksa da efdal olan, öğle na­mazının farzından evvel ve sonra dörder rek'ât; ikindiden önce dört; ak­şam namazından sonra altı rek'ât kılmakdır. Akşam namazından önce nafile kılmak, mekruhdur. Şârî' tarafından yatsıdan önce nafile kılınaca­ğına dâir açık bir nass yokdur.

Gayr-i revâtib. sabah namazının iki rek'ât sünneti ile en az iki rek'ât olarak kılınan şefi' namazıdır. Bu namaz, yatsıdan sonra, vitir namazın­dan evvel kılınır. Vitir namazı dahî sünnet-i müekkededir. îki rek'ât ta­vaf namazından sonra en kuvvetli sünnet budur.

Hanbelîler'e göre dahi farz namazlara tâbi olan nafileler, revâ­tib ve gayr-i revâtib olmak üzere, iki kısma ayrılırlar.

Revâtib: Günlük namazların Önlerinde veya sonlarında kılınan ikişer rek'âtlık nafilelerdir. Delilleri, Hz. İbni    Ömer   hadîsidir.

Gayr-i revâtib; Öğleden önce dört, Öğleden sonra dört, ikindiden önce dört, akşam namazından sonra dört, yatsıdan sonra dahî dört rek'ât ola­rak kılınan nafilelerdir.

Akşam ezanı okunduktan sonra, farzından önce iki rek'ât nafile kıl­mak mubahdır. Revâtib ve cemaatla meşru olmıyan sair namazları evde kılmak, efdaldir.

Fâide: «Ulemânın beyânına göre, nafile ibâdetlerin meşru olmasın­daki hikmet   :

a) Farzların noksanlığını, onlarla tamamlamak;

b) Farzdan önce nafile .ibâdet yapmak sureti ile nefsi, ibâdete alış­tırmak, kalbi tamâmiyle farza hazırlamak ve;

c) Şeytanın tamahını kırmak gibi şeylerdir.

(Bu bâbda «Selâmet Yolları» [43] adlı eserin ikinci cildinin 5. ve 6. shf. lerin âcizane izahatta bulunmuşdum. Kitabın neşrinden bir müddet sonra bâzı yeni eserlerde hatta gazete sütunlarında oradaki mâruzâtıma reddiye denilebilecek yazılar gördüm. Bu yazıların sahiplerince, kazaya namaz­ları kalan kimseler sünnet kılamazlarmış. Farz olan haccını îfâ edenler bir daha hacca gidemezlermiş... Kitabımız, bu gibi zevata cevap maksa­dıyla yazılmadığı için, burada sözü uzatmiyacağım. Yalnız «Selâmet Yol­lan» ndaki nakil ve iddialarımda haklı olduğumu bildiğim için mezkûr zevatın, oradaki satırları dikkatle okumalarını diler; bu gibi husûsâtda bilir bilmez ileri geri söz etmenin tehlikeli bir manevra olduğunu ke-mâl-i samimiyetle kendilerine; hatırlatırım!]

«El-Hidâye» şerhlerinden «Fethu'I-Kadîr» in «Nevâfil» babında şu sa­tırlar yer almaktadır:

«En-Nevâzil» nâm eserde'deniliyor ki; Beş vakit namazın sünnetlerini terk eden kimse, bunların hak olduğuna îtikad etmezse, kâfir olur. Hak olduklarına inanmakla beraber onları terk ederse bâzılarına göre günah­kâr sayılmazsa da sahih kavle göre, günahkâr olur. Çünkü onları terk edenler hakkında tehdîd vârid olmuşdur. Şüphesiz ki günah, vacibin ter­kinden dolayı lâzım gelir... Evet sünnetleri terk etmek isâeti ve Resûlüllah (Salîallahiİ Aleyhi ve Se'le/n) 'in sünnetlerini işlemeye bağlı olan uhrevî ka­zanç ve derecelerin elden gitmesini istilzam eder. Amma bu hüküm sünnetler istihfaf edilmeksizin hattâ son derece edep ve ta'zim göstermekle beraber bırakıldığına göredir. Böyle olmazsa onları terk etmeye sebep olan şeyin hâline göre verilecek hüküm küfürle günah arasında deveran eder...»

 

16- Nafile Namazı  Ayakta ve Oturarak Kılmanın, Bir Rek'atın Bir Kısmını Ayakta Bir Kısmını da Oturarak Kılmanın Cevazı Babı

 

105- (730) Bİze, Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hü-şeym, Hâlid'den, o da Abdullah b. Şakîk'den naklen haber verdi. Demiş ki: Âişe'ye, Resülüllah (SaUııUahü Aleyhi ve Sellem)'m, nafile namazını sor­dum. Şöyle cevap verdi:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m), benim evimde öğle'den evvel dört rek'ât (nafile namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaata namaz kıl­dırır; sonra (tekrar benim evime) girerek iki rek'ât-(nafile daha) kılardı. Cemaata akşam namazını kıldırır; sonra (benim evime) gelerek, iki rek'ât nafile kılardı. Cemaata, yatsıyı kıldırır ve (yine benim evime) girerek, iki rek'ât (nafile) kılardı. Geceleyin içlerinde vitir de dâhil olmak üzere dokuz rek'ât namaz kılardı. Bâzı geceler, namazı ayakta, uzun kılar; bâzı gece­ler de oturarak uzun kılardı. Ayakta kılarken okursa, ayakta iken rükû' ve sücûd eder; otururken okursa, oturduğu yerden rükû' ve secde ederdi. Feciı doğunca, iki rek'ât (nafile namaz) kılardı.»

 

106/107- (...) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bi­ze, Hammâd, Büdeyl ile Eyyûb'dan, onlar da Abdullah b. Şakik'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş:

«Resûlüllah (SalIaHahii Aleyhi ve Sellem), geceleyin uzun uza di ya namaz krlar; namazı ayakta kılarsa, ayakta rükû' eder; oturarak kılarsa rükû'u da oturarak yapardı.»

 

108- (...) Bize, Muhamedü'bnü'I-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, BüdeyPden, o da Abdullah fa. Şakîk'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«Ben, İran'da hasta olmuşdum. Bu seteple namazı, oturarak kılıyordum. Müteakiben tunu Âişe'ye sordum. Âişe :

Resûlüllah (SaUaHahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin ayakta uzun uzun na­maz kılardı...»    cevâbını verdi...» Ve râvî hadîsi rivayet etmiştir.

 

109- (...) Bize, Ebû Bekir b. EM Şeyhe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu âz b. Muâz, Humeyd'den, o da Abdullah b. Şakîk-i Ukaylî'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Âişe'ye, Resûlüllah (SaUaHahü Aleyhi ve Selle/n) 'in gece namazını sordum: Aişe:

«Bâzı geceler ayakta, bâzı gecele,- de oturarak uzun uzun namaz kı-lard». Ayakta kılarken oku (makdan fârig ol) dumu ayakta rükû' eder; Otu­rarak okursa, oturduğu yerden rükû* ederdi.» cevâbını verdi.

 

110- (...) Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Muâviye, Hişâm b. Hassân'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ab-, dullah b. Şakîk-i Ukaylî'den naklen haber verdi. Demiş ki: Âişe'ye, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, namazını sorduk da şunu söyledi:

«Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ayakta ve oturarak çok namaz kılardı. Namaza, ayakta başlarsa, ayakta rükû' eder; oturarak başlarsa, oturarak rükû' ederdi.»

 

111- (731) Bana, Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî dahî rivayet etti. {Dedi ki): Bize, Hammâd' (yâni İbni Zeyd) haber verdi. H.

Bize Hasanü'bnü'r-Rabî' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mehdî b. Meymûn rivâyec etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vekî' rivayet etti. H.

Bize Ebû Küreyb de' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Nümeyr riva­yet etti. Bunların hepsi Hişâm b. Urve'den rivayet etmişlerdir. H.

Bana, Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize, Yahya b. Saîd, Hişâm b. Urve'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana, ba­bam, Âişe'den naklen haber verdi. Âişep şöyle demiş:

«Ben, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i, gece namazlarının hiç bi­rinde oturarak okuduğunu görmedim.   Nihayet ihtiyarladığı zaman, oturarak okumağa başladı.   Hattâ okuduğu sûreden otuz yahut kırk âyef kalınca, ayağa kalkarak, onları ayakta okur; sonra rükû ederdi.»

 

112- (...) Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti/dedi ki: Mâlik'e, Abdullah b. Yezîd ile Ebû'n-Nadr'dan dinlediğim, onların da Ebû Seleme-te'bnü Abdirrahmân'dan, onun da Âişeden naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. (Âişe, demiş ki) :

«Resûfüfiah (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem) (bazen) oturarak namaz kılardı. Namazda Kur'ân'ı, oturduğu yerden okur; otuz veya kırk âyet mikdârı kıraati kalınca ayağa kalkar, onları ayakta iken okur; sonra rükû'a gider; sonra secdeye varırdı.   İkinci rek'âtda dahî böyle yapardı.»

 

113- (...) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize, İsmail b. Uleyye, Velîd b. Ebî Hişâm'dan, o da Ebû Bekir b, Muhammed'den, o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) (bazan namazda) oturduğu yer­den okur; rükû' etmek isîedimi kalkarak bir insanın ki< âyet okuyabileceği kadar ayakta dururdu.»

 

114- (...) Bize, İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu-hammed b. Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammed b. Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Muhammed b. İbrahim, Alkametü'bnü Vakkâs'dan [44] naklen rivayet etti, Alkame, şöyle demiş: «Âişe'ye :

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturarak kıldığı iki rek'âtda na­sıl yapardı?» diye sordum; Âişe :

«Bunların ikisinde de okurdu. Rükû'a gitmek isteyince ayağa kalkar da Öyle rükû ederdi.»  dedi.

 

115- (732) Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yezîd b. Zürey', Saîd-i Cüreyrî'den, o da Abdullah b. Şakîk'den naklen haber verdi. Abdullah, şöyle demiş: Âişe'ye:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hiç oturduğu yerden namaz kılarmıydı?» dedim; Âişe:

«Evet! İnsanlar onu ihtiyarlattıkdan sonra (kıldı)»   cevâbını verdi.

 

(...) Bize, Ubeydullah b. Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, ba­bam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kehmes, Abdullah b. Şakîk'den rivayet etti: «Âişe'ye, dedim ki...» diyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukarki hadîsin mislini rivayet etti.

 

116- (...) Bana, Muhammed b. Hâthn ile Harun b. Âbdillâh rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Haccâc b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki: Ibni Cüreyc şunu söyledi: Bana Osman b. Ebî Süleyman haber verdi; Ona da Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân haber vermiş; Ona da, Âişe haber vermiş ki,    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birçok    namazlarını oturarak kılmadan vefat etmemiş.

 

117- (...) Bana, Muhammed b. Hatim ile Hasenü'l-Hulvânî, ikisi birden Zeyd'den rivayet ettiler. Hasen, dedi ki: Bize, Zeydü'bnü'l-Hubâb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Dahhâk b. Osman rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Abdullah b. Uıve, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş:

«Resulüllah (Sallaiîahü Aleyhi ve Selle m) 'in, yaşı ilerleyip (vücûdu) ağırla-şmco ekseriyetle namazını oturarak kılardı.»

Görülüyor ki, babımızın buraya kadar olan hadîsleri hep Hz. Âişe (Radiyallahû anha) 'dan rivayet olunmuşdur. Bunların bâzılarını Buhârî «Kitâbü't-Teheccüd» de, bâzılarını da «Kitâbü Taksîri's-Salât» da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî dahî «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Babımızın, birinci hadîsinde Âişe (Radiyallahû anha) 'ya, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ne kadar nafile namaz kıldığı sorulmakda; o dâ öğleden evvel dört, Öğleden sonra iki, akşam namazından sonra iki; yatsı namazından sonra dahî iki rek'ât olmak üzere on rek'ât sünnet namaz kıldığını ve ayrıca geceleyin dokuz rek'ât namaz daha kıldığını, vitrin de bunlarda dâhil olduğunu bildirmektedir.

Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in, gece namazı hakkında muh­telif rivayetler vardır.

Buhârî 'nin bir rivayetinde geceleyin onbir rek'ât namaz kılardığı; Âişe 'den, Sbû Davud'un tahrîc ettiği bir rivayette onüç rek'ât; yine Âişe (Radiyallahû anha) 'dan, bir rivayete göre Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son zamanlarında vitr'i, dokuz rek'ât kıldığı anlaşıl­maktadır.

Hz. Aişe'nin muhtelif rivayetlerinden anlaşılıyor ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vaktiyle gece namazını onüç rek'ât kılarmış; sonra yaşlanarak biraz da et tuttuktan sonra dokuz kılmağa başlamış. Yal­anız Hz. Âişe, bu namazların hepsine birden vitir demişdir. Hâlbuki vitir namazı, onların yalnız üç rek'âtidır.

Buradaki hadîslerde Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaşlan­dığını ifâde için «Kebire, hatame, beddene» gibi kelimeler kullanılmişdır.

Esâs itibarı iie Kebire: Yaşlandı; hatame: kırdı; beddene: Semizledi, etlen­di; mânâlarına gelirlerse de, burada hepsi yaşının ilerlemesi, vücûdunun ağırlaşması mânâsında kullanılmışlardır.

Hz. Abdullah b. Şakik'in bahsettiği Fâris'den murâd: Acemistan'dır. Bâzıları Hz. Âişe'nin, Acemistan'a gitme­diğinden bahsederek, bu kelimenin yalnışlıkla hadîse geçtiğini, doğrusu­nun Fâris değil; Nekaaris [45] olduğunu iddia etmişlerdir. Nekaaris, ayak mafsallarına arız olan bir nev'î hastalıkdır. Fakat Kaadı İyâz, bu kelime hakkında; Yanlışlık iddia edenlerin yanıldıklarını söylemiş ve: «Hz. Abdu11ah'in, bu suâli Âışe (Radiyailahû anha) 'ya Acemistan'da sormuş olması lâzım gelmez. O, suâlini Acemistan'dan döndükten sonra Medine'de sormuşdur. Hadîsin zahiri, bunu göstermektedir.» demişdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, nafile namaznıı oturarak kıl­dığını Tabiîn 'den bir cemâat da Âişe (Radiyalîahû anha) 'dan riva­yet etmişlerdir. Bunlardan Esved b. Yezîd rivayetini Nesâî, Alkame.tü'bnü Vakkâs rivayetini babımızda Müslim, Amra rivayetini Müslim, Nesâî ve İbni Mâce ,tahrîc etmişlerdir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ayakta durmaya kudreti olduğu hâlde nafile namazları otura­rak kılmak bilittifâk caizdir.

2- Bu namazların bir rek'âtımn yarısını   ayakta; yarısını oturarak kılmak caizdir. Ebû Hanîfe,  Mâlik ve Şafiî   hazerâtı ile ekseri ulemânın kavilleri budur. Bu bâbda namaza ayakta başlayarak, sonra oturmakla evvelâ oturup sonra kalkmak arasında bir fark yokdur. Selefden bâzıları, bunu caiz görmemişse de hatâ   ettikleri anlaşılmışdır. Hattâ cumhura göre ayakta kılmaya niyet edip sonradan oturarak kılmak caizdir. Mâ1ikî1er'den İbnü'l - Kaasim,   bu husûsda Hanefî1erle beraberdir.

3- Gece namazında kırâeti uzun tutmak efdaldir. Şâfiî1er'e göre kırâeti kısa bile tutsa, kıyamı uzatmak, çok rükû' ve secdeden efdal­dir.

Hanefîler'e göre dahî kırâeti uzun tutmak, çok rükû1 ve sücûd yapmakdan evlâdır! Hanefî1er'den imam Ebû Yûsuf'a göre, geceleyin okuduğu evradı olan kimsenin rek'ât adedlerini çoğaltması, evrâdı olmıyanların ise kıyamı uzatmaları efdaldır. İmam   Muhammed ise çok rükû' ve sücûd yapmanın efdal olduğunu söylemişdir.

4- Nafile namaza ayakta niyetlenildiği takdirde, onu ayakta bitir­mek şart olmadığı gibi, oturarak başlanıldığı takdirde dahî oturarak bitir­mek şart değildir.

5- Nafile namaz kılmak için ne şekilde oturulacağı ihtilaflıdır. İmam A'zam'dan bir rivayete göre, oturarak kılan bir kimse teşeh-hüdlerde nasıl oturursa, kırâet hâlinde de öyle oturur. İsterse bağdaş ku­rabilir. Bu husûsda    Ebû   Yûsuf   da   imam   A'zam'le bera­berdir. İmam   Muhammed !e göre, bağdaş kurar.   Ebû   Yûsuf-dan diğer bir rivayete göre, rükû' ve sücûd edeceği vakit, farz namazların teşehhüdünde oturduğu gibi oturur. Başka bir rivayete göre, bağdaş ku­rarak rükû' eder. Namaz hâlinde muhtelif mezhep imamlarına göre ne şekilde oturmanın efdal olduğunu geçen bahislerde görmüştük.

 

118- (733) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ib-ni Şihâb'dan duyduğum, onun da Sâib b. Yezîd'den, onun da Mattalib ) Ebî Vedâate's-Sehmî [46]'den, onun da Hafsa'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum!: Hafsa, şöyle demiş:

«Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in vefatından bir yıl ön­cesine kadar nafile namazında oturduğunu görmedim. Ondan sonra artık nâfie namazını oturarak kılmağa başladı. Sûreyi tertîl ederek okur; bu suretle o sûre ondan daha uzun sûrelerden uzun olurdu.

 

(...) Bana, Ebû't-Tâhir ile Harmele de rivayet ettiler.    Dediler ki: Bize, İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Yûnus haber verdi. H,

Bize Ishâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd dahî rivayet ettiler. Dedilei ki: Bize, Abdürrezâk, haber verdi. (Dedi ki) Bize, Ma'mer haber verdi. Bunlar, hep birden Zührî'den, bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet et-mislerdir. Yalnız onlar: «Bir yahut iki yıl (öncesine kadar.) > demişlerdir.

 

119- (734) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah b. Mûsâ, Hasan b. Sâlih'den, o da Simâk'den, naklen ri­vayet etti. Şöyle demiş: Bana, Câbir b. Semura haber verdi ki, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seîletn) oturarak namaz kılmadan vefat etmemiş.

Bu hadîsler dahî nafile namazını oturarak kılmanın caiz olduğunu göstermektedirler.

Hafsa hadîsini Tirmizî dahî rivayet etmiş ve: «Bu hadîs ha-sen sahîhdir.» demişdir. Zahire bakılırsa Hz. Âişe hadîsi ile Hafsa (Radiyalîahû anh) hadîsi arasında münâfât var gibi görünürse de hakîkat-ta aralarında hiç bir münâfât ve muâraza yokdur. Çünkü Âişe (Radiyalîahû anha) 'nm:

«Resûlüllah   (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) namazını   oturarak   kılıyordu.»

demesinden, «Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) vefatından bir sene­den fazla zaman önce namazını oturarak kılıyordu.» mânâsı çıkmaz. Zâ­ten bir yardımcı fiil olan «Kâne» devam değil, Usûl-ü fıkıh ulemâsının bir kavline göre tekrar bile iktiza etmez. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Selîem) 'in vefatından bir seneden fazla önceleri nafile namazını oturarak kıldığı kabul edilse bile iki hadîs arasında yine münâfât yokdur. Zîra Hafsa (Radiyalîahû anh) ancak görmediğini bildirmişdir. O, görmeden Resûl-ü Ekrem (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz oturarak kılmış ola­bilir.

Bu bâbda Ümmü Seleme (Radiyalîahû anha) 'dan da rivayet vardır. Nesâî ile İbni Mâce 'nin tahrîc ettikleri bu rivayette Ümmü Seleme (Radiyalîahû anha) :

«Nefsim, Kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) -farz namazlar müstesna- geri kalan namaz­ların ekserisini oturarak kılmadan dünyâdan gitmedi.» demektedir.

Yine bu bâbda Enes b. Mâlik ile Abdullah b. Şihhîr (Radiyalîahû anhûma) 'dan da rivayetler vardır.

 

120- (735) Bana, Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Cerir, Mansûr'dan, o da Hilâl b. Yesâf dan, o da Ebû Yahya'dan, o da Ab­dullah b. Amr'dan naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Bana rivayet olundu ki, Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Kişinin, oturarak kıldığı namaz, nam iz m yarısıdır...» buyurmuşlar. Bunun üzerine ben, Resûlüllab (Sallallahü Aleyhı'veSellem) 'e geldim ve kendisini oturarak namaz kılarken buldum da elimi, onun başının üzerine koydum. (Bana) :

«Nen var. Yâ Abdullah b. Amr?» diye sordu. Ben:

— Yâ Resûlüllah! Senin (Kişinin oturarak kıldığı namaz, namazın yarısıdır.) buyurduğun, bana rivayet olundu. Hâlbuki sen oturarak namaz kılıyorsun!» dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Evet! Ama ben, sizden herhangi biriniz gibi değilim.» buyurdular.

 

(...) Bize, bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammedü'bnü'l -Müsennâ ve İbni Beşşâr da toptan Muhammed b. Ca'fer'den, o da Şu'be'-den naklen rivayet ettiler. H.

Bize İbnü'l - Müsennâ dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Süfyân rivayet etti. Bunların ikisi birden Mansûr'dan bu isnâdla rivayet etmişlerdir. Şu'be'nin rivayetinde : «Ebû Yahye'l-A'racdan...» kaydı da vardır.

Bu hadîsin mânâsı: Oturarak kılınan namazın sevabı, ayakta kılman namaz sevabının yarısı kadardır; demekdir. Binâenaleyh oturarak kılman namazın sahîh olduğunu tazammun eder. Yalnız sevabı noksandır. Fakat ayakta durmakdan âciz olduğu için, oturarak kılan kimsenin sevabı azal­maz, onun sevabı ayakta kılanın sevabı gibidir.

Farz namazlara gelince, ayakta durmağa kudreti olan bir kimsenin farz namazı oturarak kılması caiz değildir.

Nevevî diyor ki: «Ayakta durmağa kudreti olan bir kimse, otu­rarak kılmayı helal i'tikad etse kâfir olur; kendisine mürtedler hükmü verilir... Fakat ayakta durmakdan âciz olduğu için farzı oturarak kılarsa onun sevabı, ulemâmızın ittifakı ile ayakta kılan gibi verilir; azaltılmaz. Binâenaleyh sevabın yarılanması hususundaki hadîsi, ayakta durmağa kudreti varken, oturarak kılman nafile namaza hamletmek gerekir. Bizim mezhebimizin tafsilâtı budur. Bu hadîsin tefsiri hususunda cumhur da buna kaail olmuşlardır.

Bâzı Mâ1ikî1er'den rivayet olunduğuna göre bu hadîsi, bir özürden den dolayı farz yahut Özürlü veya özürsüz nafileye hamletmişlerdir.

Bir takımları da ayakta kılmakda meşakkat çektiği için, kendisine farzda olsun, nafilede olsun, oturarak kılmaya ruhsat verilenlere hamlet­mişlerdir.»

Resûlüllah (SallalkthU Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Ben, sizden hergangİ biriniz gibi değilim...» sözünü   Şâfiî1er, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)''in hasâisinden saymışlardır. Onun, ayakta durmağa kudreti varken oturarak nafile kılması, ayakta kıldığı na­file gibidir. Bu, onun şerefini arttırmak içindir.

Kaadı İyâz'a göre, bu cümleden murâd şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtiyarladığı için ayakta durmak, kendisine me­şakkat vermeye başlamış; bundan dolayı oturarak kıldığı namazının ecri tam verilmişdir. Özrü olmayan şâir kimselerin hükmü, böyle değildir. An­cak Nevevî (631-676), Kaadi merhumun bu sözü için: «Zayıf yahut bâtıldır. Çünkü eğer başkaları mâzûr olurlarsa, onların sevabı da tamdır. Ayağa kalkmaya kaadir olurlarsa, mazurlar gibi değildirler. Binâenaleyh tahsise mahal kalmaz. Ve bu sefer:

«Ben, sîzden herhangi biriniz gibi değilim.» demek doğru olmaz. Doğrusu ulemâmızın dediği gibi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in nafilesi ayakta durmağa kudreti olanın namazı gibidir.» demişdir.

 

17- Gece Namazı ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Geceleyin Kıldığı Namazların Rek'at Sayısı, Vitir Namazının Bir Rek'at Olduğu, Bir Rek'at Namazın Sahih Oluşu Babı

 

121- (736) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, tbni Şihâb'dan duyduğum, onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen riva­yet ettiği şu hadîsi okudum:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem), geceleyin onbİr rek'ât namaz kılar, bunlardan bir rek'ât ile vitir yapardı, onu bitirdikden sonra sağ ta­rafına yaslanır, tâ müezzin gelinceye kadar yatardı. (Müezzinin gelişini müteakip) hafif iki rek'ât namaz kılardı.»

 

122- (...) Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Amru'bnü'I-Hâris, İbni Şihâb'­dan, o da Urvetü'bnü'z - Zübeyr'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   'in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi. Âişe söyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}, yatsı namazından -ki halk bu­na a tem e derler- fariğ oldukdan, sabah namazına kadar onbir rek'ât na­maz kılardı. Her iki rek'ât arasında selâm verir; bir rek'âtla da vifr ya­pardı. Sabah namazında müzzin (Ezanı okuyup) sustuğu, sabahın oldu­ğunu iyice anladığı ve kendisine (haber vermek için) müezzin geldiği vakit kalkar; hafif iki rek'ât namaz kılardı.   Sonra ikaamet için müzzin gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.»

 

(...) Bana, Bu hadîsi Harmele de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Yûnus, İbni Şihâb'dan bu isnâdla ha­ber verdi.

Harmele, bu hadîsi yukarkİ gibi rivayet etti. Yalnız: «Sabahın oldu­ğunu iyice anladığı ve kendisine müezin geldiği vakit...» cümlelerini söy-lemed. İkaameti de anmadı. Hadîsin, geri kalan kısmı tamâmı ile Amr ha­dîsi gibidir.

Bu hadîsi Buhârî «Sabah namazının sünnetinden sonra sağ tarafa yaslanma» babında tahrîc etmişdir. Onun rivayetinde, gece nama­zına ve keza vitr'e dâir söz yokdur. Müs1im'in buradaki rivayetinde, Hz. Âişe (Radiyallahû anha) Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in geceleri onbir rek'ât namaz kıldığı, bunların bir tanesi ile vitr yaptığı, ondan sonra sabah namazı için müezzin gelinceye kadar sağ tarafına yaslandığı bildirilmektedir.

Nevevî diyor ki: «Hz. Âişe'nin (Bu namazların bir rek'âtı ile vitr yapardı.) sözü, vitr namazının en az bir rek'ât kılınacağına ve keza bir rek'ât namaz kılmanın caiz olduğuna delildir. Bizim mezhebimizle cumhûr-u ulemânın mezhebi de budur. Ebû Hanîfe: Bir rek'âtla vitr yapmak sahîh değildir. Bir rek'ât namaz asla namaz değildir; demişse de sahîh hadîsler, onun biı kavlini reddetmektedir.»

Fakat Ebû Hanîfe 'nin delilleri tedkîk edilirse görülür ki, Hz. İmam vitir namazı bir selâmla üç rek'ât olarak kılınır; demekde haklıdır. Hâkim 'in, Buhârî ile Müs1im'in şartlarına' uygun olarak rivayet ettiği bir hadîsde, Hz.    Âişe (Radiyallahû anha) :

«Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) , üç rek'ât ile vitr yapar, bunla­rın yalnız sonunda sefam verirdi.» demişdir. Nesâî'nin yine Aişe (Radiyallahû anha)   'dan rivayet ettiği bir hadîsde, Hz. Âişe :

«Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Vitr'in iki rek'âtında selâm vermezdi.» demektedir.

Tahâvî 'nin İbni Abbâs (Radiyallahû anhûma) 'dan tahrîc ettiği bir hadîsde: «Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) üç rek'âtla vitr yapar; birincide (Sebbih) sûresini okurdu ilâh...» den ilmi şdir. Bu hadîs «Sünen-i Erbea» ile İbni Hibbân'in -Sahîh»inde ve Hâkim'-in «MÜstedrek» inde rivayet olunan Hz. Âişe hadîsine uymaktadır. Âişe (Radiyallahû anha) hadisinde:

«Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) Vitr'in ilk rek'âtında (Fâtİha) ile (A'lâ) sûresini, ikincide (Kâfirûn) ve üçüncüde flhlâs) ile (Muazzizeteyn) i; okurdu.» buyurulmuşdur. Bu hadîsin zahiri üç rek'âti birden kıldığını gösterir. Çünkü Âişe (Radiyallahû anha) mezkûr namazın ilk rek'âtım vitir'den saymışdır. Eğer vitir namazı, bir selâmla, üç rek'ât birden kılın-masaydı, Hz. Âişe, ona vitr demez; ayrıca bir rek'ât da vitir namazı kıldı; derdi. Gerçi rivayetlerin birinde   Âişe (Radiyallahû anha) :

«Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in gece namazı on rek'ât idi; bir rek'âria da vifr yavardı.» demiş. Burada dahî gece namazını onbir rek'­ât kılardığını, bunların bir tanesi ile vitr yapardığını; söylemiş hattâ ikinci rivâyetde her iki rek'âtda bir selâm verirdiğini; bir rek'âtla da vitr yapardığını tasrîh etmiş ise de, bunların hiç birinde mezkûr bir rek'âtın ayrı niyetle ayrıca kılınan bir namaz olduğuna delâlet yokdur. Binâena­leyh vitr'in ayrıca bir rek'ât olarak kılınmış olması, mücerred bir ihtimâl­den öteye geçemez. Hâl böyle olunca da Hanefîlerin istidlal ettikleri sarih hadîsler muârazadan salim kalırlar. Ashâb-ı kirâm'ın ekserisi vitr'in bir selâmla üç rek'ât olarak kılındığım bildirmişlerdir, Tahâvî (238 .-321) nin rivayet ettiği bir hadîsde râvîlerden Ebû Hâlid: «Ebû'l-A 1iyeye vitr'i sordum :

Bize, Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabı, vifr'in akşam na­mazı gibi olduğunu öğrettiler. Bu gecenin vitr'i; o da gündüzün vitr'idir; cevâbını verdi.» demişdir.

îmam A'zam'ın «Müsned»inde rivayet ettiği Âişe (Radiyallahû anha) hadîsinde (Muavvizeteyn) kaydı yokdur. Hadîsin lâfzı şöyledir:

«Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem), üç rek'ât ile vitr yapar; ilk rek'âtda {A'lâ) sûresini, ikincide (Kâfirûn)'u, üçüncüde de flhlâs) sûresini okurdu.»    

Vitr'in bir selâmla üç rek'ât kılındığı fukahâ-i seb'a denilen yedi fa-kîh'den yâni Saîdü'bnü'l - Müseyyeb, Urvet ü'bnü'z. Zübeyr, Kaasim b. Muhammed, Ebû Bekir b. Abdirrahmân, Hâricetü'bn-ü Zeyd, Ubey dul­la h b. Abdi İlâh ve Süleyman b. Yesâr hazerâ-tından da rivayet edilmişdir.

Gece namazından sonra sağ tarafa uzanma mes'elesine gelince: Buhârî şârihi Aynî, bu bâbda birkaç nev'î söz olduğunu bildiriyor. Şöyle ki:

1- Buhar î'nin rivayetinde, Resûlüllah (Sallallchü Aleyhi ve Sellem) 'in sabah namazının sünnetinden sonra,    Müs1imin bir rivayetinde ise, gece namazından sonra uzandığı bildiriliyor. Bu gösteriyor ki, Resûl-ü Ekrem   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen sabah   namazının  sünnetinden evvel; bazen de sonra uzamyormuş. Hattâ hadîsin bir rivayetinde Hz Aişe 'nin : «Eğer ben uyanıksam benimle konuşur; uyanık değilsem uza­nır yatardı.» demesine bakılırsa hiç uzanmadığı zamanlar da olurmuş.

Bu rivayetlerin arası şöyle bulunur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını kıldıkdan sonra sağ tarafına yaslanması, sabah namazının sünnetinden sonra yatmamasını istilzam etmediği gibi sabah namazının sünnetinden sonra yatması dahî daha önce yatmamış olmasını gerektirmez. Bazen gece namazından sonra, bazen de sabah namazının sünnetinden sonra uzanarak, bunların ikisinin de caiz olduğunu göster­mek istemesi de muhtemeldir.

2- Gece namazından yahut sabahın sünnetinden sonra sağ tarafa uzanıp yatmak vâcibmidir, değilmidir mes'elesi   Sahabe,   Tabiîn devirlerinde ve daha sonra gelen ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bu husûsda altı kavi vardır:

a) Sağ tarafa yaslanmak sünnetdir. İmana   Şafiî   ile şâir Şâfiiyye   ulemâsının mezhepleri budur. Nevevî    (631-676) : «Sa-hîh yahut doğrusu şudur ki, sabah namazının sünnetinden sonra uzan­mak sünnetdir.» diyor.

Kaadı İyâz (476-544) ise bilâkis bu hadîsde Şâfiî1erin aleyhine delîl olduğunu söylemekde ve: «Bu hadîsde Şafiî ile ashabı aleyhine redd cevâbı vardır. Onlar sabah namazının iki rek'ât sünnetin­den sonra, uzanıp yatmayı sünnet sayarlar. îmain Mâlik ile cum-hûr-u ulemâ'ya ve Sahabe 'den bir cemâta göre, namazdan sonra yatmak bid'atdır...» demektedir.

b) îdticâ': nâmı verilen yan üstü yatma müstehabdır. Bu kavil as-hâb-ı kiram'dan   Ebû   Mûse'l-E ş'arî,   Râfi'   b.   Hadîc, Enes b.   Mâlik   ve   Ebû   Hüreyre    (Radfyallahâ anhûm) hazerâtının da dâhil oldukları bir cemaatla tabiînden   Muhamme-dü'bnü   Sîrfn,   Urve,   Saîdü'bnü'l-Müseyyeb, Kaasim   b.   Muhammed,   Ebû   Bekir   b.   Abdir-rahmân,   Hâricetü'bnü   Zeyd,   Ubeydullah   b. Abdillâh   ve   Süleyman   b.   Yesâr'ın mezhepleridir. Bu zevat, sabah namazının farzı ile sünneti arasında sağ taraflarına yaslana­rak yatarlarmış.

c) Yaslanmak    farz'dır.    Muhammed    İbni    Hazm'in kavli budur.

d) Yaslanmak bid'atdir. Ashâb-ı kirâm'dan Abdullah   b. Mes'ûd ile Abdullah b. Ömer'in kavileri budur. Tabiîn­den   Esved   b.   Zeyd   ile İbrahim   Nehâî, Saîdü ' -bnü'I-Müseyyeb ve Saîd   b.   Cübeyr,   imamlardan Mâlik   b. Enes ile Cumhûr-u ulemânın mezhepleri dahî budur.

e) Yaslanmak^ hilâf-ı evlâ'dır.   Hasan-ı   Basr î'nin bunun iyi görmediği rivayet olunur.

f) Yaslanmak, bizzat maksûd değildir. Burada maksad sünnetle far­zın arasını ayırmakdır. Bu da ya sağ tarafa yaslanmakla   yahut birisiyle konuşmakla veya başka bir şey'le olur. İmam   Şafiî 'nin bir kavli bu­dur.

3- Yaslanmayı müstehâb veya sünnet görenlerce onun sağ tarafa yapılması gerekir. Çünkü hadîsde    Besûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Setlem) 'in, sağ tarafına yaslandığı bildirilmişdir. Acaba sol tarafa yaslanılsa sün­net yerini bulurmu? Zahire bakılırsa sağ tarafa yaslanmağa kudreti olan bir kimsenin, sol tarafına yaslanması ile sünnet yerini bulmaz. Fakat sağ tarafında bir elemi olan kimsenin, sol tarafına yatması ile sünnet yerini bulmuş olur.

4- Sağ tarafa yaslanmanın hikmeti, kalbin sol tarafda bulunması­dır, însan sol tarafına yatınca uykuya dalar. Çünkü sol tarafa yatmak daha rahat olur. Sağ tarafa yattığında ise uykuya dalmaz.

5- Hadîs-i şerif ayrıca câmi'lere maaşlı  müezzin ta'yîn etmenin müstehâb olduğuna, müezzinin namaz vaktini imama bildirmesinin ce­vazına ve keza sabah namazının sünnetinin hafif kılınacağına delildir.

 

123- (737) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Abdullah b. Nümeyr rivayet etti, H.

Bize İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hişâm, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Seiiem) , geceleyin onüç relc'ât namaz kılar; bunların beşi İle vitir yapar; sonlarından başka hiç bir yerde otur­mazdı.»

 

(...) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abde-tü'bnü Süleyman rivayet etti. H.

Bize, bu hadîsi Ebû Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' ile Ebû Üsâme rivayet ettiler. Bu râvîlerin hepsi Hişâm'dan bu îsnâdla rivâyetde bulunmuşlardır.

 

124- (...) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys, Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da Irak b. Mâlik'den, o da Urve'den nak­len rivayet etti. Urveye de Âişe haber vermiş ki, ResûlüIIah (Saîiallahü Aleyhi ve Selle/n) sabah namazının iki rek'ât sünneti ile birlikde (gecele­yin) onüç rek'ât namaz kılarmış.

Bu hadîsi Buhâri «Gece namazının keyfiyyeti.» babında; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadisin buradaki rivayetinde Resûlüılah (Saîiallahü Aleyhi ve Seliem) 'in vitr namazını bir selâmla beş rek'ât olarak kıldığı, diğer rivayetinde gece namazının her iki rek'âtmda selâm verdiği, başka bir rivayetinde ge­ce namazını dörder dörder kıldığı, sonunda bunlara üç rek'ât daha ilâve ettiği; bir başka rivâyetde sekiz rek'ât kılarak bir rek'âtla vitr yaptığı, bir rivâyetde de on rek'ât kılarak bir rek'âtla vitir yaptığı bildirilmek­tedir.

Nevevî diyor ki: «Bütün bunlar vitir namazının bir rek'âta da, onüç rek'âta da münhasır olmadığına delildirler. Mezkûr iki aded ile on­ların arasında zikredilen sayıların hepsine göre ve keza bütün rek'âtları bir selâmla gece namazı kılmak caizdir. Bunlar cevazı beyân için vârid ol­muşlardır. Yoksa efdal olan her iki rek'âtda bir selâm vermekdir. Re-sûlüllah (Saîiallahü Aleyhi ve Seliem) 'in meşhur olan fiil ve emri, gece na­mazını ikişer rek'ât kılmakdır.

 

125- (738) Bize, Yahya t. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Saîd b. Ebî Saîd-i Makburî'den dinlediğim, onun da Ebû Selemete'bnü Abdir-rahmân'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Ebû Seleme, Âişe'ye:

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ramazandaki namazı na­sıldı? diye sormuş : Âişe :

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne ramazanda, ne de rama­zandan başka gecelerde onbir rek'âtdan fazla namaz kılmış değildir. Dört rek'ât namaz kılardı. Artık  onların güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra dört rek'ât (daha) kılardı; onların da güzelliğini ve uzunluğunı« sorma! Sonra üç rek'ât namaz kılardı. Ben: Yâ Resûlâllah! Vitr*i kılma­dan mı uyuyorsun; dedim, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yâ Âİşe! Gerçekten benim gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz; bu­yurdu.»  demiş.

 

126- (...) Bize, Muhammedu'bnü'I-Müsennâ rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, İbni Ebî Adiyy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hişâm, Yahya'dan, o da Ebû Seleme'den naklen rivayet etti. Ebû Seleme, şöyle demiş: Ben, Âişe'­ye, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını sordum, Âişe:

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (geceleyin) onüç rek'ât na­maz kılardı, (evvelâ) sekiz rek'ât olarak kılar; sonra vitir yapar; sonra oturduğu yerden iki rek'ât daha kılardı. Rükû'a varmak istedim! ayağa kalkar da, Öyle rükû' ederdi. Sonra sabah namazında ezanla ikaamet ara­sında iki rek'ât namaz kılardı... cevâbını verdi,                                    

 

(...) Bana, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hüseyin b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şeybân, Yahya'dan rivayet etti. Yahya: Ben, Ebû Seleme'den dinledim; demiş. H.

- Bana, Yahya b. Bişr EI-Harîrî [47] de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muâviye yâni İbni Sellâm, Yahya b. EMKesîr'den rivayet etti. Demiş ki: Bana, Ebû Seleme haber verdi ki, Âişe'ye, Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi veSellem) in namazını sormuş ve hadîsi yukarki gibi rivayet etmiş. Ancak her iki râvînin hadîsinde de;

«Ayakta dokuz rek'ât kılar; vİtr'i de bunlardan yapardı.» ibaresi vardır.

 

127- (...) Bize, Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Süfyân b. Uyeyne, Abdullah b. Ebî I>ebîd'den rivayet etti. O da Ebû Seleme'den. dinlemiş. Ebû Seleme şöyle demiş: «Ben, Âişe'ye gelerek: «Ey anne! Bana, Resûlüllah (Salîatlahü Aleyhi ve Selletn) 'in. namazını haber ver!» dedim. Âişe :

— Resûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı ramazanda olsun, başka zamanlarda olsun gebede onüç rek'ât idi. Sabah namazının iki rek'­ât sünneti de bunlardandı... cevâbını verdi.

 

128- (...) Bize, İbnİ Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hanzale, Kaasim b. Muhammed'den rivayet etti. Demiş ki: Ben, Âişe'yi:

«Kesûlüllah (Sallaîlahü A leyhi ve Selletn) 'in gece namazı on rek*ât idi. Bir secde ile de vitr yapar ve sabahın iki rek'ât sünnetini kılardı. Bu sûretle (kıldığı namazlar) onüç rek'ât olurdu.» derken işittim.

Bu hadîsi Buhâri «Kitâbü't - Teheccüd» ile «Kitâbii's-Savm» da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

. Bu bâbda Hz. Âişe'den mâada Enes, Câbir b. Abdil-lâh, Haccâc b. Amr, Huzeyfe, Zeyd b. Hâlid, Safvân b. Muattal, Abdullah b. Abbâs, Ab­dullah b. Ömer, Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, Fadl b. Abbâs, Muâviyetü'bnü Hakem, Ebû Eyyûb, Habbâb ve Ümmü Seleme (Radiyaîlahû anhûnı) hazerâtı ile ismi söylenmeyen bir sahabeden hadîsler rivayet olunmuşdur. Bunları Buhârî şârihi   Aynî   şöyle siralamışdır :

Enes hadîsini Taberânî «El-Evsat» nâm eserinde, Ha­ris b. Nu'mân 'dan rivayet etmişdir. Nu'mân : «Ben, Enes b.   Mâ1ik'i şöyle derken işittim demiş:

- Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) , geceyi rükû' ve sücûdları ki metleri kadar uzun olan sekiz rek'ât namaz ile ihya ederdi. Her iki rek'âfın arasında selâm verirdi.» Yalnız hadîsin râvîlerinden Cünâde'yi,   Ebû   Hatim   itham etmişdir.

Câbir hadîsini imam Ahmed, Bezzâr ve Ebû Ya'-lâ, Şurahbîlb. Sa'd 'dan rivayet etmişlerdir. Şurahbîl, Hz. Câbir 'den dinlemiş Câbir (Radiyaîlahû anh) Hudeybiye   seferine âid olan hadîsinde :

«Sonra Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn) yatsıyı müteakip onüç rek'ât namaz kıldı, demiş. Râvî, Şurahbîl'i İbni Hibbân mevsuk kabul etmişse de birçokları onun zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Haccâc b. Amr hadîsini Taberânî «El-Kebîr» ve «EI-Evsat» nâm eserlerinde Kesir b. Abbâs 'dan rivayet etmişdir. Mezkûr hadîsde Hz. Haccâc:  «Sizden biriniz    geceleyin kalkarak sabaha kadar namaz kılmakla teheccûd yaptım mı sanıyor? Teheccüd an­cak biraz uyudukdan sonra namaz kılmak, sonra yine bir az uyuduk son­ra,namaz kılmak, sonra yine biraz uyuduktan sonra namaz kılmakla olur. Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı hu idi.» demişdir

Huzeyfe hadîsini Muhammed b. Nasr (Kiyâmü'l-Lpyl» adlı eserinde Hz. Huzeyfe 'nin amcası oğlundan rivayet etmiş-dir. Bu hadîsde   Huzeyfe (Radiyaîlahû anh):

«Ben, Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem)'\n yanıbaşına durdum. Ye­di rek'ât namazda yedi tane uzun sûre okudu ilâh...» demişdir.

Zeyd b. Hâli d hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî ve İbni Mâc-'e, Abdullah b. Kays b. Mahrame 'den rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîsde Hz. Zeyd vb. Hâlid: «Ben elbette Resûlülah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in nasıl namaz kıldığını göstereceğim.» diyerek hafif iki rek'ât namaz kıl­mış; sonra uzun amma çok uzun iki rek'ât namaz kılmış; sonra iki rek'ât daha kılmış. Bunlar, önceki iki rek'âtdan daha kısa imişler. Sonra iki rek'ât daha kılmış. Bunlar da kendilerinden Öncekilerden daha kısa imişler. Sonra iki rek'ât kılmış; bunlar da kendilerinden öncekilerden daha kısa imişler. Sonra iki rek'ât daha kılmış; bunlar da kendilerinden öncekiler­den daha kısa imişler. Sonra vitr'i yapmış. Böylelikle kıldığı namazlar onüç rek'ât olmuşlar.

Safvân b. Muattal hadîsini imam Ahmed b. Hanbe1 «Ziyâdât» ında, Taberânî «El-Kebîr» inde Ebû Bekr b. Abdirrahmân tarîki ile Hz. Safvân'dan rivayet etmiş­lerdir. Bu hadîsin sonunda Hz. Safvân :

«Peygamber (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) onbir rek'âî namaz kıldı.» demişdir.

Abdullah b. Abbâs hadîsini eimme-i sitte yâni B u -hârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî ve İbni Mâce   rivayet etmişlerdir.

Abdullah b. Ömer hadîsini Nesâî ile İbni Mâ­ce, Âmir-i Şa'bî 'den rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde Hz. A -mir: «İbni Abbâs ile Abdullah b. Ömer (Radiyaîlahû anhûm)'e, Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını sordum, onüç rek'ât olduğunu; sekizini gece kılardığını, üç rek'âtda vitir yapar-dığını, iki rek'ât da fecr doğdukdan sonra kılardığını söylediler.» demek­tedir.

Alîyyü'bnü Ebî Tâlib hadîsini imam Ahmed «Zi­yâdât» ında rivayet etmişdir. Bu hadîsde Hz. A1î (Radiyaîlahû anh} :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin farz namazdan mânda ona İti rek'ât namaz kılardı.»   demişdir. Hadîsin isnadı güzeldir.

Fadl b. Abbâs hadîsini Ebû Dâvûd rivayet etmiş-dir. Mezkûr hadîsde Hz. Fadl:

«Bir gece ben. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'in nasıl namaz kıldığını görmek için, onun yanında kaldım. Derken kalkarak abdest aldı ve iki rek'ât namaz kıldı, (Namazda) kıyamı, rükû'u gibi, rükû'u da sücûdu gibi idi. Sonra uyudu...» diyerek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını anlatmış ve hadîsin sonunda:

«Bu minval üzere devam ede ede nihayet on rek'ât namaz kıldı. Sonra kalkarak bir rekât daha kıldı, onunla da vitir yaptı.» demişdir.

Muâviyetü'bnü Hakem hadîsini Taberânî «El-Kebîr» inde rivayet etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'in geceleyin onbir rek'ât namaz kıldığı ve sağ tarafına uzandığı bildirilmişdir.

Ebû Eyyûb hadîsini imam Ahmed ile Taberânî rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde, Hz, Ebû Eyyüb şöyle demektedir:

«Şüphesiz ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılmağa kalktığı vakit dört rek'ât kılar müteaâkiben konuşmaz ve hiç bir şey emretmezdi.   Her iki rek'âtda selâm verirdi.»

Habbâb b. Erat hadîsini Nesâî, Habbâb'ın oğlu Abdullah 'dan rivayet etmişdir. Hz. Habbâb, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde Bedir gazasına iştirak eden gaziler­dendir. Kendisi bir gece sabaha kadar Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gözetlemiş Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fecr doğar­ken namazdan selâm verince Habbâb (Radiyallahû anh) ; yanına so­kularak :

«Yâ Resûlâllah! Annem babam sana feda olsun! Vallahi bu gece Öyle namaz kıldın ki, seni böyle namaz kılarken görmüş değilim.» demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  kendisine :

«Evet Çünkü bu namaz rağbet ve korku namazıdır.» buyurmuşlar.

Ümmü Seleme hadîsini Ebû Dâvûd ile Tirmizî ve Nesâî, Ya'lâ b. Mâlik 'den rivayet etmişlerdir. Bu ha­dîsde Ya'1â'nın, Ümmü Seleme (Radiyallahû anha) ya Resû­lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazda neler okuduğunu sorduğu, Hz. Ümmü Seleme 'nin: Onun namazından size ne? Kalkar namaz kılar, namazı kadar da uyur; sonra yine uyuduğu kadar namaz kılar; son­ra namazı kadar uyur; sabaha kadar bu minval üzere devam ederdi.» ce­vâbını verdiği bildirilmektedir.

İsmi bildirilmiyen sahabenin hadîsini   Nesâi rivayet etmişdir.

Ebû Seleme, Hz. Âişe 'ye, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ramazandaki namazını sormakla, ramazan gecelerinde kıldığı namazını kasdetmişdir. Hz. Âişe'nin, ona cevaben: «Artık onların uzunluğunu ve güzelliğini sorma!..» demesi, o rek'âtların son derece gü­zel ve uzun olup târifden müstağni bulunduklarını anlatmak içindir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Peygamber   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin geceleyin kıl­dığı namazları yalnız ramazana mahsus değil, daimî idiler.

2- Bu hadîs, sorulan bir şey hakkında verilen cevâbın umûmîleştiril-mesine işaret   etmektedir. Çünkü   Hz.   Ebû Seleme, Âişe (Radiyallahû anha)'y& yalnız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efen­dimizin ramazan geceler indeki namazını sormuş, Hz. Âişe, ona umû­mî bir cevap vermişdir. Cevâbın böyle umûmî verilmesi,   soran kimse o hükmü yalnız o hâdiseye mahsus zannetmesin diyedir.

Yine   Âişe (Radiyallahû anha) 'nin.:

«Dört rek'ât namaz kılardı.» sözü, (gece namazlarında efdal olan dört rek'âtda bir selâm vermekdir.) diyen imam A'zam'm delîl-lerindendir. Hadîs, ayni zamanda imam Mâlik gibi dört rek'âtda se­lâm vermeyi tecviz etmiyenlerin aleyhine delildir.

3- Hz. Âişe 'nin :

«Sonra üç rek'ât namaz kılardı.» sözü, vitr namazının bir selâmla üç rek'ât kılınacağına kaail olan Hanef ilerin delîllerindendir. Ger­çi Resulü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bir rek'âtla vitir yaptığı ve keza:

«isteyen bir rek'âtla vİtr yapsın!» buyurduğu sabit ohnuşdur. Lâkin bu bir rek'ât, ondan önceki çift rek'âtı tek hâle getiren rek'âtdır. Yoksa yalnız başına bir reVâthk bir namaz değildir.

4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin uyumakla ab-desti bozulmaz. Çünkü onun kalbi dâima uyanıkdır. Bu husûsda sair Pey­gamber  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dahî ayni hükümdedirler. Bizim Pey­gamberimiz gibi onların da gözleri uyur fakat kalpleri uyumaz. Bu hâl Peygamberlerin hasâismdandır.

5- Uyku, ümmetin  abdestini bozar.  Bu bâbdaki  tafsilâtı  evvelce gÖrmüşdük .

6- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   Efendimizin     bütün sene kıldığı namazlar biribirine müsavi idi.

7- Hadisin bir rivayetinde   Âişe  (Radiyallahû anha) :

«Sonra oturduğu yerden iki rek'ât daha kılardı...» demektedir.

Kaadı İyâz'm beyânına göre Evzâî ile Ahmed b. Hanbel bu hadîsin zahiri ile amel etmiş; vitir namazından sonra otu­rarak iki rek'ât nafile kılmayı mubah görmüşlerdir. îmam Ahmed: «Bunu, ben yapmam ama yapanı da menetmem.» demişdir. İmam Mâ­lik   ise vitir'den sonra oturarak nafile kılmayı doğru bulmamişdır,

Nevevî diyor ki: «Doğrusu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) vitir namazından sonra bu iki rek'ât nafileyi oturarak kılmış ve bununla vitir'den sonra namaz kılınabileceğini; nafile namazı oturarak kılmanın da caiz olduğunu göstermek istemişdir. Onun için onu devam üzere yap­mamış; bir veya iki yahut bir kaç kere ile iktifa etmişdir, Âişe (RadiyaÜahû anha) 'nm : «Kılardı...) demesi seni yanıltmamah. Çünkü ek­seri ulemâ ile usûl-i fıkıh ulemâsının muhakkıklarına göre «İdi», yardım­cı fiili, devam ve tekrar ifâde etmez. O yalnız mazide işin bir defa vuku bulduğunu bildirir. Şayet tekrar ifâde eden başka delü varsa, onunla amel edilir. Yoksa bu kelime tekrar ifâde etmek için vaz' olunmamışdır. Âişe (Radiyallahû anha) bir hadîsinde :

(Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ihramdan çıktıkdan son­ra tavaf etmeden koku sürerdim.) demişdir. Hâlbuki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Âişe ile evlendikden sonra yalnız bir hacc yaptığı, onunda veda haccı olduğu malûmdur. Şu hâlde «idi.» kelimesi bir defa mânâsında kullanılmıştır.

Hz. Âişe'nin (Oturarak kıldı...) diye rivayet ettiği iki rek'âtı bu şekilde te'vîl etmemiz, sahîheyn ile şâir kitaplarda Hz. Âişe'den ve di­ğer birçok sahâb-i kiramdan gelen meşhur rivayetler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in geceleyin kıldığı son namazı vitir olduğunu bildirdik­leri içindir...»

 

129- (739) Bize, Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, 2ü-heyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû İshâk rivayet etti. H.

Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Esved b. Yezîd [48]'e, Âişe'-nin, kendisine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 3in namazlarına âid ne­ler söylediğini sordum, Âişe şöyle demiş:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gecenin evvelinde uyur; sonu­nu ihya ederdi. Sonra ehline bir ihtiyâcı olursa, ihtiyâcını görür bilâhara uyurdu. Birinci nida vakti oldumu (döşeğinden) sıçrardı. (Râvî : Hayır, val­lahi Âİşe, kalktı demedi; demişdir.) Müteakiben üzerine su dökünür {Râvî, buraçfa : Vallahi Âişe yıkandı, demedi ama ben, onun ne demek istediğini biliyorum; demiştir.) Şayet cünup değilse bir insanın namaz için aldığı ab-dest gibi abdest alır; sonra iki rek'ât namaz kılardı.»

Hz. Aişe'nin :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecenin evvelinde uyur, sonu­nu ihya ederdi.» sözü ibâdette en son dereceye değil orta dereceye var­mağa çalışmanın lüzumuna delildir. Çünkü her amelin hayırlısı ortası ol-<îuğu hadîs-i şerifle sâbitdir. Netekim Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde :

«Şüphesiz ki, nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Gözünün de senin üzerinde hakkı vardır...» buyurmuşlardır. Bir de amel az olursa devam eder; bu suretle zamanla o az amel çok olur. Az amel nefse hafif gelir. Çok amel ise bâzeıı yapüamayıp; terkedilir. Hâl böyle olunca geceleyin yapı­lacak ibâdetin sona bırakılması efdal görülmüşdür. Zîra gecenin sonu hak-îjftfida vârid olan deliller, onun icabet zamanı olduğunu isbât etmişlerdir.

Gece namazından sonra uyumayı ulemâ iyi görürler. Çünkü uyku yorgunluğu giderir; sabah namazı için insana neşât verir. Hz. Âişe 'nin: «Bîrinci nida vakti oldumu döşeğinden sıçrardı.» sözü ibâdet için dâima neşâtlı bulunmanın lüzumuna delildir. Bu husûsda Kesûlüllah (Sallallahü dieyhi ve Sellem) Efendimiz :

«Kuvvetli mü'min, Allah indinde zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha makbuldür.» buyurmuşdur. Buradaki birinci nidadan maksad uykudan uyandırmak için okunan ezandır.

Hadîsin sonunda bahsedilen iki rek'âtdan murâd, sabah namazının sünnetidir.

 

130- (740) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Yahya b. Adem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Am-mâr b. Ruzeyk, Ebû İshâk'dan, o da Esved'den, o da Âişe'den naklen riva­yet etti. Âişe şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin son namazı vitir olun­caya kadar namaz kılardı.»

Bu hadîs vitir namazını, gece namazlarının sonuna bırakmanın sün­net olduğuna delildir. Nevev'î (631-676) bütün ulemânın buna kaail olduklarını söylemişdir.

Gerçi babımız hadîslerinden birinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi xe Sellem) 'in vitir namazından sonra oturarak iki rek'ât nafile kıldığı da ri­vayet olunmuşsa da bunun: devam üzere değil, caiz olduğunu bildirmek için ancak bir iki defa yapmışdır; şeklinde teVîl edildiğini az yukarda gördük.

 

131- (741) Bana, Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'l-Ahvas, Eş'as'dan, o da babasından, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Mesrûk şöyle demiş:  Âişe'ye, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in amelini sordum :

  Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devamlı olan  ameli  severdi, cevâbını verdi.

  Ne zaman nama? kılardı? dedim.

  Horozun sesini işittiği zaman kalkar, namaz kılardı; dedi.

Bu hadîsi Buhar: «Kitâbu't-Teheccüd» ve «Kitâbü'r-Rikaak» da; Ebû Dâvûd ile. Nesâî «Kitâbu's-Salât» da muhtelif r.âvîler-den tahrîc etmişlerdir.

Devamlı amel'den murâd, örf-ü âdete göre, devamlı sayılandır. Yok­sa bütün zamanlan ibâdetle doldurmak değildir. Çünkü kul için bunun imkânı yokdur.

Sarih : Na'racı ve yaygaracı mânâsma gelirse de, burada ondan mu-râd horozdur. Horoz, ekseriyetle gece yarısı ve sabaha karşı öter.

Demek oluyor ki, Resûİ-ü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimi­zin her gece âdeti, horoz öttükden sonra kalkıp namaz kılmakmiş. Bâzıları horoz ötümü zamanının, devam bildirmediğini ileri sürerek, bunun Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devamına zıd düştüğünü iddia et-.mişlerse de kendilerine buradaki devamdan maksad bütün vakitleri ibâ­detle doldurmak değil, her gece horoz Öttükçe kalkarak ibâdete devam et­mesidir; şeklinde cevâp verilmişdir.

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bu hadîs, bir ibâdeti devam üzere yapmaya teşvik etmektedir.

2- Daimî sûretde yapılan az ibâdet, bir müddet sonra terk edilen çok: ibâdetden daha hayırlıdır.

3- İbâdette iktisâd yâni orta derecede bulunmak efdaldır.

 

132- (742) Bize, Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Bişr [49], Mis'ar'dan, o da Sa'd'dan, o da Ebû Seleme'den, ö da Âişede'den naklen haber verdi, şöyle demiş:

«Seher vaktinin sonu, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i benim evimde yahut yanımda ancak uykuda bulurdu.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Teheccûd» de; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce «Kitâbü'sSalât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmiş­lerdir.

Hz. Âişe, bu sözleri Ebû Seleme'nin suâline cevap ola­rak soylemişdir. Hz. Ebû Seleme, Resûlüllah (SallallahüAleyhi ve Sellem)'in sabah namazının sünnetinden sonra seher vaktinde uyuyup uyumadığını sormuşdu.

Seher vakti, lügat ulemâsına göre, tanyeri ağırmazdan önceki za­mandır. Sehûr da, bundan alınmadır. Buna bakarak bâzıları:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in uyuması, horoz öttükdön sonra başlamışdır.» demişlerse de Aynî'ye göre bu uykudan murâd, sabah namazının iki rek'ât sünnetinden sonra sağ tarafına uzanmasıdır.

«Sünen-i Ebî Dâvûd» şerhinde Hz. Âişe'nin: «Son seher vakti Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ benim evimde ancak uyurken bul-muşdur.» sözü «Seher vakti geldikde Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak uykuda bulunurdu.» şeklinde tefsir edilmişdir. Şu hâlde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in uykusu geceleyin olduğu gibi, ibâdeti de se­here kadar devam etmiş demekdif-

Bu hadîsde mevzû-i bahis olan uykunun Dâvûd (Aleyhisselâm)'m uy­kusu olduğu söylenir. Dâvûd (Aleyhisselâm) gecenin evvelinde uyu*, sonra Allah Teâlâ Hazretlerinin: -Benden bir dileği olan var mı?» diye nida buyurduğu vakitte kalkar, ibâdet eder, sonra tekrar yatarak gece nâr mazının yorgunluğunu giderirmiş. î§te seher vaktindeki uykudan murâd budur.

İbni Battal ( -444) t Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in seher vaktinde uyumasının raHıazandan gayrı uzun gecelere mahsûs olduğunu söyler.

 

133- (743) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Nasr b. Aliy ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Ebû Bekir de<*i ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Ebû'n -Nadr'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi^Sellem), sabah'ın iki rek'âî sünnetini kıldığı vakit, şayet ben uyanık bulunursam benimle konuşurdu; aksi takdîr-de (istirahat için sağ tarafına) uzan'™'-*

 

(...) Bize, İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ziyâd b. Sa'd [50]'dan, o da İbni Ebî Attâb [51]'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukanki hadisin mislini rivayet etti.

Bu hadîs, sabah namazının sünnetinden sonra bir parça uzanıp yatma­nın sünnet olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü uzanmak sünnet olsa Hz. Âişe uyanıkken dahi Resûlüllah   (SaValtahü Aleyhi ve Selle m)   onu terk

etmezdi.

Hadîs-i şerif, sabah namazının sünnetinden sonra konuşmanın mubah olduğuna da delildir. Nevevî: «Bizim mezhebimiz ve keza imam Mâ­lik ile cumhûr-u ulemânın mezhepleri de budur. Kaadı Iyâz, Kü­fe ulemâsının İbni Mes'ûd (Radiyallahûanh) ile diğer bâzı selefdeıı naklen bu vaktin istiğfar zamanı olduğunu bildirerek konuşmayı kerih gördüklerini söyler. Fakat doğrusu konuşmanın mubah olmasıdır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşmuşdur. Vaktin istiğfar için müstehab olması, konuşmaya mâni değildir.» diyor.

 

134- (744) Bize, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Temîm [52] b. Seleme'den, o da Urvetü'bnü Zübeyr'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin namaz kılardı. Vilr'i kıldımt bana : Kalk vîfr'i kıl Yâ Âise! derdi.»

 

135- (...) Bana, Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbnİ Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl, Rabîatü'bnü Ebî Abdirrahmân'dan, o da Kaasim b. Muhammed'den, o da Âişe'den nak­len haber verdi ki;

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namazını Âişe önün­de aykırı yatarken kılar, yalnız vitir namazı kaldığı vakit onu uyandırır; o da vitr'ini kılarmış.

Bu hadîsi    Bühâri    «Kitâbu's-Salât» ve «Ebvâlü'1-vitr» de;  Nesâî    «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

 

Hadisden Şu Hükümler Çıkarılmışdır:

 

1- İbni Battal: «Uyuyan bir kimsenin arkasnıda namaz kılmak caizdir. Yalnız ulemâdan bir taife, uyuyan kimsenin, uyanıp da namaz kılanı meşgul edeceğinden yahut güldürerek namazını bozduraca­ğından endişe ederek, bunu mekruh görmüşlerdir.» diyor.

İmam Mâlik: «Arada perde olmaksızın uyuyan kimseye karşı namaz kılmak, caiz değildir.» demişdir. Tâbîîn'den Tâvûs'la Mücâhid'in kavilleri de budur. Hattâ Müeâhid : «Namazı oturarak kılmam, benim için uyuyan bir kimsenin arkasında kılmakdan daha iyi­dir.» demişdir. Vâkıâ uyuyan kimsenin arkasında namaz kılmakdan nehiy eden birçok hadîsler vardır. Fakat bunların hepsi zayıf olduğu için bu bâbdaki memnûiyet, kerahet derecesini geçememişdir.

2- İbâdet için uyuyan kimseyi, uyandırmak müstehabdır.

3- Vitr namazını, gecenin sonuna doğru bırakmak müstehabdır. Bu husûsda teheccüd namazının kılınmış veya kılınmamış olması hüküm it-tibârı ile birdir. Yeter ki, namaz kılan gecenin sonuna doğru uyanacağın­dan emin olsun.

 

136- (745) Bize, Yalıya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân b, Uyeyne, Ebû Ya'fûr'dan naklen haber verdi. (Bu zâtın ismi Vâkjd, lâkabı da Vakdân'dır.) H.

Bize Ebû Bekr b. Ebi Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler, de­diler ki: Bize, Ebû Muâviye, A'meş'den rivayet etti. Bunların ikisi de Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etmişlerdir. Âişe şöyle demiş:

«ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) , gecenin her cüz'ünde vitir na­mazı kıfmışdır.   Neticede vitr'i seherde nihayet bulmuşdur.»

 

137- (...) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Vekî', Süfyân'dan, o da Ebû Hasîn [53]'den, o da Yahya b. Vessâb [54]dan, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:

«ResûlüNah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Seltem) gecenin her cüz'ünde (yâni) evvelinde, ortasında ve sonunda vitir kılmışdrr. Neticede vitr'i seherde ni­hayet bulmuşdur.»

 

138- (...) Bana, Alîyü'bnü Hucr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kir­man kadısı Hassan [55], Saîd b. Mesrûk [56]dan, o da Ebû'd-Duhâ [57]'-an, o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş:

«Resûlüllah (SaV.allahü Aleyhi ve Sellem), gecenin her cüz'ünde vifr kil-mışdır.    Neticede vitr'i gecenin sonunda nihayet bulmuşdur.»

Bu hadîsi Buh ârî «Kitâbü'l - Vitr» de; Ebû Dâvûd «Ki-tâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

«Neticede vitr'i seherde nihayet bulmuşdur.» cümlesinden murâd; Re­sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son zamanlarında vitr'i seher vak­tinde yâni gecenin sonunda kıldığını anlatmakdir. Netekim Ebû Dâ­vûd 'un rivayetinde :

«Lâkin vefatı zamanında vitr'i seherde nihayet bulmuşdur.» denilmişdir.

Hz. Âişe'nin de beyân ettiği vecîhle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) vitir namazını gecenin her cüz'ünde yâni kimi evvelinde kimi evvelinde kimi ortasında kimi de sonunda kılmışdir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bununla vitir namazının gecenin her cüz'ünde kılınabileceğini anlatmak istemişdir. Vitr'i gecenin sonuna te'-hîr etmesi, uyanacağından emin bulunan kimsenin vitr'i gecenin sonunda kılmasının efdal olduğuna tenbîh içindir.

Selefden bâzıları vitr'i gecenin evvelinde kilarlarmış. Ebû Bekr, Osman, Ebû Hüreyre ve Râfi' b. Hadîc (Radiyallahû 'anhûm) bunlar meyânındadır. Ömeru'bnü'1-Ha'ttâb, A1î -yü'bnü Ebî Tâlib, İbni Mes'ûd, İbni Abbâs, İbni Ömer ve Ebû'd-Derdâ, hazerâtı ile Tabiînden bir­çokları da vitri gecenin sonunda kılarlarmış. Gerçi bir hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Hüreyre'ye vitr namazını uyu­madan kılmasını emir buyurmuşdur. Fakat bu efdalı beyân değil, onun uyuyup kalacağından endîşe ettiği içindir.

îbni Huzeyme 'nin Hz. Ebû Katâde 'den rivayet ettiği bir hadîsde, Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Ebû Bekr'e :

«Vitri ne zaman kılarsın?» diye.sorduğu, onun da: «Uyumadan kıla­rım.» cevâbını verdiği; ayni suâli Dmer'e sorduğu, onun : «Evvelâ uyurum, sonra kalkar vitr'i kılarım.» cevâbını verdiği görülmektedir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Hz. Ebû Bekr'e : «Sen akıllı davrandm. Yahut sağlama İş yaptın!»; Hz. Ömer'e de : «Sen kuvvetli olan tarafı tutun!» demişdir.

Vitir namazı hakkındaki muhtelif rivayetlerin araları nasıl bulundu­ğunu görmüşdük. Bu husûsda Kaadı İyâz da şunları söylemekte­dir: «Ulemâ derler ki: Bu hadîslerde İbni Abbâs, Zeyd ve Âişe'den her biri gördüklerini haber vermişlerdir. Hz. Âişe hadî-sindeki ihtilâflar, bâzılarına göre râvîlerden, bâzılarına göre de Âişe (Radiyallahû anha) 'nin kendisindendir. Caiz ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını onbir rek'ât kıldığı rivayeti diğerlerinden fazla ola. Hz. Âişe'nin sair rivayetleri bâzı zamanlarda vâkî olan nâ-dırâtdandır. Bunların en çoğu gece namazının, sabahın sünneti ile birlik-de onbeş, en azı da yedi rek'ât olduğunu gösterir ki, bu da vaktin genişli­ğine veya darlığına göre kıraati uzatarak kılmdığındandır. Netekim Huzeyfe ve îbni Mes'ûd hadîslerinde böyle olduğu bildirilmiş-dir. Yahut uyku veya hastalık gibi bir özürden dolayı veya yaşı ilerlediği vakit bâzı vakitlerde gece namazını böyle muhtelif kılmışdır. Netekim Hz. Âişe: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaşlandığı vakit ge­ce namazını yedi rek'ât kılmağa başladı; demişdir. Hz. Âişe'nin bazen gece namazının evvelinde kıldığı hafif iki rek'âtla sabah namazının sünne­tini saymış olması; bazen de saymaması, yahut bir rivayette bunlardan yalnız birini söylemiş olması da mümkündür... Eu bâbda ötesine geçile-miyen ve noksanı caiz olmayan bir had bulunmadığında hilaf yokdur. Gece namazı ne kadar ziyâde yapılırsa, ecri de o nisbette artan ibâdet­lerdendir. Hilaf yalnız Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve SeUem) 'in fi'li ve kendisi için seçtiği mikdâr husûsundadır.»

 

18- Gece Namazını ve Onu Kılmadan Uyuyan Yahut Hasta Olan Kimsenin. Hükmünü Cami Olan Bab

 

139- (746) Bize, MuhammediTbnü'l-Müsennâ El-Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammedü'bnü EM Adîyy, Saîd'den; o da Katâde'den, o da Zürâra'dan naklen rivayet etti ki, Sa'dü'bnü Hişâm b. Âmir, .Allah yolunda gazaya niyet ederek Medine'ye gelmiş ve Medine'de kendine âİd bulunan bir akâr'ı satarak, bedeli ile silâh ve at satın almak, böylece ölün­ceye kadar Bizanslılara karşı cihâdda bulunmak istemiş. Medine'ye gelin­ce, Medîne'lîlerden bâzı kimselere tesadüf etmiş. Onlar kendisini bu işden nehy etmişler ve ona Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in hayâtında altı kişilik bir cemâatin bunu yapmak istediğini fakat Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in, onları bundan nehyettiğini ve kendilerine:

«Benim şahsımda sizin için güzel bir örnek yokmudur?» buyurduğu­nu haber vermişler. Onlar, bunu söyleyince Sa'd evvelce boşadiğı karısına ric'at [58] etmiş ve ric'at ettiğine şâhid de getirmiş. Müteakiben tbni Abbâs'a gelerek, ona Resûlüllah  (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'in vitir namazını sormuş. İbni 'Abbâs:

  Ben,  sana   Resûlüllah  (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn vitr'ini   yeryü­zünde yaşıyanların en iyi bilenini göstereyim mi? demiş; Sa'd :

  Kimdir o? diye sormuş.  Ibni Abbâs :

  Âişe'dir.   Hemen ona git de sor.   Sonra gel de sana verdiği cevâbı bana haber ver!, demiş.  (Sâd diyor ki) :

  Bunun üzerine ben, Âişe'ye gitmek üzere yola çıktım ve Hakîm b. Eflâh'a vararak Âişe'ye beraber gitmek üzere, onu yanıma almak istedim. Hakîm :

  Ben, ona yaklaşmam. Çünkü ben, onu şu iki fırka hakkında bir şey soylemekden  n eh yetti m de o, buna razı olmayarak bildiğini işledi... dedi. Ben, Hakime yeminle ısrar ettim. Bunun üzerine (Benimle) geldi. Be­raberce Âişe'ye gittik. Ve yanına girmek için izin istedik. Âişe, bize izin verdi; Yanına girdik. Hakîm'i (görünce onu} tanıyarak :

  Sen, Hokîm misin? dedi. Hakîm :

  Evet. cevâbını verdi.   Âişe :

  Yanındaki  kimdir? dedi;  Hakîm :

  Sa'dü'bnü Hişâm'dır cevâbını verdi.   Âişe :

  Hangi Hişâm? dedi. Hakîm ;

  Âmir'in oğlu!, dedi. Bunun üzerine Âişe, ona rahmet okudu ve :

  Hayırdır inşallah!, dedi. (Râvî Katâde : Hişâm, Uhud harbinde vu-rulmuşdu; demişdir.) (Sa'd diyor ki :) Bunun arpacığından ben :

  Ey Mü'minlerin annesi! Bana, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahlâkını anlat!, dedim. Âişe :

  Sen, Kur'ân okuyorsun değil mi? dedi.

  Evet okuyorum!, dedim.

  İşte Nebiyyullah   (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'m ahlâkı   Kur'ân   idi. dedi.    Bunun üzerine ben kalkmaya davrandım.   Ve (bundan sonra) ölün­ceye kadar kimseye bir şey sormamaya niyet ettim.  Sonra aklıma geldi de;

  Bana, Resûlüllah     (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını an­lat! dedim; Âişe :

  Sen Müzemmil sûresini okuyorsun değilmi? dedi.

  Evet okurum! cevâbım verdim; Âİşe :

  İşte Allah Azze ve Celle bu sûrenin başında gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine Nebiyyullah   (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)  ile ashabı bir sene gece namazına kalktılar.   Allah, bu sûrenin sonunu oniki ay semâda tuttu.    Nihayet bu sûrenin sonunda tahfifi indirdi de artık gece namazı farzâan sonra kılınan  bir nafile oldu...  dedi.  Ben :

  Ey Mü'minlerin annesi! Bana, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setiem) 'in vit'rinden haber ver; dedim; Âişe :

  Biz, onu misvâkini ve abdest suyunu hazırlardık. Allah da, onu geceleyin ne zaman uyandırmak dilerse, uyandırırdı.    Bunu müteâkib mis­vak tutunur; abdest alır ve dokuz rek'ât namaz kılardı.   Bu rekâtların yal­nız sekizincisinde oturur da, Allah'ı zikreder; ona  hamd eyler ve duada bulunurdu.    Sonra selâm vermeden ayağa kalkar, dokuzuncu rek'âtı da kıladrt.  Sonra oturarak Allah'ı zikreder, ona hamdeyler ve duada bulu­nurdu    Sonra bize işittirecek derecede selâm verirdi. Selâm verdikten son­ra oturduğu yerden iki rek'ât namaz kılardı.   İşte yavrum bu namaz onbİr rek'âtdır. Nebiyyullah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  yaşlanıp et tutunca vitri yedi rek'ât kılmaya başladı. Bu İki rek'âtı yine eskiden kıldığı gibi kıldı. Böylece bu da dokuz rek'ât oldu yavrucuğum!  Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)  bir namazı ki İd imi, artık ona devam etmeyi severdi.   Şa­yet kendisine uyku veya bîr sızı galebe çalar da, gece namazın! kılamazsa (onun yerine) gündüzün oniki rek'âtnamaz kılardı Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bütün Kur'ânı bir gecede okuduğunu, bütün bir gece sabaha  kadar  namaz  kıldığım  ve  Ramazandan  başka  tam  bir ay oruç tuttuğunu  bilmiyorum...  dedi. Bunun üzerine Ben, İbni Abbâs'a giderek Âişe'nin söylediklerini ona anlattım. İbni Abbâs:

  Âişe doğru söylemiş! Ona yaklaşır olsam yahut yanma girip çıkar olsam mutlaka onun yanma gider, bunları onun ağzından dinlerdim, dedi. Ben:

  Senin, onun yanma girmezdiğini bilseydim,    onun hadîsini sana söylemezdim., dedim.

 

(...) Bize Muhamnıedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muâzü'bnü Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, babam, Katâde'den o da Zürâratü'bnüJSvfâ'dan, o da Sa'dü'bnü Hişâm'dan naklen rivayet etti ki, Sa'd karısını boşamış sonra akâr'ını satmak için Medine'ye gitmiş... ve r&vf hadisi yukardaki gibi rivayette bulundu.

 

(...) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu-hammedü'bnü Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîdü'bnü Ebî Arûbe ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Zürâratü'bnü Evfâ'dan, o da Sa'd b. Hjşâm'dan naklen rivayet etti. Sa'd: «Ben, Abdullah b. Abbâs'a giderek, ona vitri sordum.» diyerek hadîsi kıssası ile rivayet etmişdir. Yalnız bu hadîsde Sa'd: «Âişe, Hişânı kimdi? dedi; Ben: Âmir'in oğludur; dedim, Âişe: Âmir ne iyi adamdı. Uhut gününde vuruldu; dedi.» ibaresini söyle-mişdir.

 

(...) Bize, İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi', ikisi birden Ab-dürrazâk'dan rivayet ettiler. (Demiş ki) : Bize, Ma'mer, Katâde'den, o da, Zürâratü'bnü Evfâ'dan naklen haber verdi ki, Sa'dü'bnü Hişâm'in bir komşusu varmış, Zürâraya o haber vermiş ki, Sad karısını boşamış. Râvî hadisi Sa'd'in hadîsi ma'nasında rivayet etmiş. Bu rivâyetde: «Âişe: Han­gi Hişâm? dedi; Hakîm: Âmir'in oğlu; cevâbını verdi. Âişe: O, ne iyi adam­dı, Uhud harbinde Resûlüllah (SaliaîlahüAleyhi ve Seilem) ile birlikde vu-rulmuşdu; dedi.» ibaresi ile: «Hakîmu'bnü Eflâh: Beri bak! Ben, senin Âişe'nin yanına girmezdiğİni bilseydim, onun hadîsini sana söylemez­dim; dedi.» ifâdesi vardır.

 

140- (...) Bize, Saîdü'bnü Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd, hep bir­den Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Saîd, dedi ki: Bize, Ebû Avâne, Katâ­de'den, o da Zürâratü'bnü Evfâ'dan, o da Sa'dü'bnü Hişâm'dan, o da Âîşe'-den naklen rivayet etti ki;

P.esûlüilah (Sailallahü Aleyhi ve Seilem) ağrı veya başka sebepte gece­leyin gece namazını ki la m azsa (onun yerine) gündüz oniki rek'ât namaz ki 1arm iş.                                 .

 

141- (...) Bize, Aliyyü'bnii Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İsâ —ki İbni Yûnus'dur— Şu'be'den, o da Katâde'den, o da Zürâra'dan, o da Sa'dü'bnü Hişâm-i Eıısârî'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe, şöyle demiş:

«Resûlüllah (Saüalîahü Aleyhi ve Sellem) bir İş yaparsa, onu devam et­tirirdi. Geceleyin uyur yahut hastd olursa (kılamadığı gece namazının ye­rine) gündüzleyîn oniki rek'ât najnaz kîlardi.»

Âişe, şunu (da) söylemiş: «Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in sabaha kadar namaz kıldığını görmedim. Ramazandan gayrı peşi pe­şine bir ay oruç da tutmuş değildir.»

Bu hadîsin siyakından anlaşılıyor ki, Sa'dü'bnü Hişâm Al­lah rızâ ısiçin ölünceye kadar gazada bulunmaya niyet etmiş. Bu maksad-la karısını da boşamış ve Medîne'de bulunan bir arsasını satarak, be­deli ile fîsebîlillâh çalışanlara tasadduk etmek istemiş. Bu maksadla Medine'ye gelince Medîne Zi'lerden bâzı kimseler, Resûlüllah (Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) devrinde altı kişilik bir cemâatin ayni şey'i yapmak istediklerini,, Feyegamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buna râ-zi olmıyarak kendilerini nehyettiğini söylemişler. O da niyetinden vazge­çerek* boşadığı karısına dönmüş.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kadınlarını boşayarak, ken­dilerini hak yolunda mücâhedeye vakfeden altı zâtı nehy buyurması, dünyâda zühd-ü takvâ'mn, kadın boşamakla tehakkuk edemiyeceğine de­lildir.

Sa'd bu mes'eleden sonra Hz. İbni Abbâs'a müracaat ede­rek, ona Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vitir namazını sormuş; o da bu işi yeryüzünde en iyi bilen Hz. Âişe 'dir; diyerek kendisini Âişe (Radiyallahû anha) 'ya gondermişdir. Sa'd, ona Hakîm b. Ef1âh ile birlikde gitmeyi daha muvafık bularak Hakîm'e müra­caat etmiş ise de Hakim: «Âişe, Hz. Ali ve Ceme1 ashabı hakkında bir şey söylememesi hususunda benim, kendisine yaptığım ten-bihi kabul etmedi. Neticede iş harbe müncerr oldu.» diyerek,   bu teklifi kabul etmek istememiş; fakat Sa'd  yemin ederek ağır basınca daya-namıyarak teklifi kabul etmiş ve beraberce gitmişler.

Hadîs-i şerîfde zikri geçen iki şîa'dan murâd Hz.A1î tarafdarları ile Ceme1  ashabıdır.

Hz. Âişe, Resûlüîlah (Sallullahü Aleyhi ve Selîem) 'in ahlâkının Kur'ân olduğunu söylemişdir. Bu sözden murâd: Resûlüîlah (Salîalîahü Aleyhi ve Selle m)in Kur'ânla amel ettiğim, onun âdabına temâmiyle uyduğunu anlatmakdır.

Resûlüîlah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazı hakkındaki suâ­le Âişe (Radiyallahû anha) bu namazın evvelâ farz kılındığını; bir sene sonra tahfif edilerek nafile hükmünde bırakıldığını bildirmekle cevap vermişdir.

Kaadı İyâz diyor ki: «Gece namazının hükmü hususunda ih­tilâf edilmişdir. Gece namazı ekseri ulemâya göre herkes hakkında farz­dı. Ebherî, farz değil, mendûb olduğunu söylemişdir. Bâzıları: Peygamber (SaV.allahü Aleyhi ve Sellem) hakkında farz; ümmeti hakkında nafile idi; derler. Farz'dır diyenler, ihtilâf etmişlerdir. Ekserisine göre sonradan farzİyeti nesh edilmişdir. Hz. Âişe'nin delili de budur... Ule­mâdan bir taife farzıyetin bakî olduğuna kaaildirler. Onlara göre, bu hü­küm nesh edilmemişdir. Kıyam ismi verilebilecek en az bir mikdâr hattâ bir koyun sağacak kadar müddetde gece namazı kılmakla farz ödenmiş olur.»

Fakat Nevevî, Kaadî 'nin son sözünü yâni bir koyun sağacak kadar müddetde gece namazı kılmakla farzın ödenmesi dâvasının hatâ ve merdût olduğunu söylemişdir. Çünkü beş vakit namazdan başka farz na­maz olmadığına keza ümmet hakkında gece namazının nafile olduğuna icmâ-ı ümmet vardır.

Resûlüîlah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in dokuz rek'ât kıldığı gece na­mazından murâd ne olduğu yukarıda îzâh edilmişdi.

Sa'd'in, Hz. İbni Abbâs'a : «Eğer senin Âişe'nin yanma girmediğini bilseydim, onun hadîsini sana söylemezdim.» demesi, Kaa­dı İyâz'in beyânına göre dargınlığından dolayı onu muâhaze içindir. Âişe (Radiyallahû anha) mü'minlerin annesi olduğu hâlde İbni Abbâs Hazretlerinin, onun yanına girmekden çekinmesi evlâdın, anneden kaçması, ona bakmaması mânâsına geleceğinden, onu Hz. Âişe'nin ya­nına girmeye mecbur etmek için kendisini onun hadîsinden mahrum et­mek istemişdir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Âlim bir zâta bir mes'ele sorulur da, o mes'eleyi kendinden daha iyi bilen olduğunu hatırlarsa, soran kimseyi ona göndermesi müstehabdır. Çünkü dîn nasîhatdır. Bu türlü hareket ulemânın faziletini i'tirâf, tevazu' ve insaf gibi hasletleri de tezammun eder. Hadîsin buna delîl olan yeri, Hz. İbni Abbâs'm, Sa'd'ı Âişe (Ratüvailahû anha) 'ya gönder-mesidir.

2- Âişe (Radiyallahû anha) 'nm :

«Biz, Peygamber (Salia'.îahü Aleyhi ve Sellem) 'in miskâkı ile abdest su­yunu hazırlardık:» sözü, ibâdetden önce ona hazırlık yapmanın ve keza uykudan kalkınca misvak tutunmanın müstehab olduğuna delildir.

3- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını uyku ve­ya ağrı, sızı gibi bir manîden dolayı kılamadığı vakit, onun yerine gün­düzün oniki rek'ât namaz kılması, gece evradının devam üzere yapılması­na ve bunun müstehab olduğuna delildir.

 

142- (747) Bize, Hârûn b. Ma'rûf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ab­dullah b. Vehb rivayet etti. H.

Bana, Ebû't-Tâhir ile Harmele dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb, Yûnus b. Yezîd'den, o da İbni Şihâb'dan, o da Sâib [59] b. Ye-zîd ile Ubeydullah b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Onlar da Abdur-rahmân b. Abdilkaarî [60]'den naklen haber vermişler. Abdurrahmân şöyle demiş: Ben, Ömeru'bnu'l-Hattâb'i şöyle derken işittim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bİr kimse hizbini yahut onun bir cüz'ünü okumadan uyur da, onu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, kendisine onu gece oku­muş gibi (sevap) yazılır.»  buyurdular.

Bu hadîs hakkında Dârekutnî istidrâkde bulunmuş ve onu İbni Mübarek ile başkalarının Hz. Ömer'e mevkuf olarak ri­vayet ettiklerini binâenaleyh hadîsin muallel olduğunu iddia etmişse de, bu iddia doğru değildir. Hadîs hem metnen hem de seneden şahindir. Ger­çi Hz. Ömer'e mevkuf olarak rivayet edildiği doğrudur. Fakat ulemâ­dan bir cemâat, onu merfû olarak da rivayet etmişlerdir. Kitabımızın ba­şından buraya kadar müteaddid yerlerde gördük ki böyle hem mevkuf hem, merfû olarak rivayet edilen hadîsler, merfû hükmündedirler. Çünkü mevsuk bir râvînin ziyâdesi makbuldür. Bu husûsda merfû_ olarak rivayet edenlerle, mevkuf olarak rivayet edenlerin sayı itibârı iîe biribirinden az veya çok olmalarının da bir te'sîri yokdur.

Gece hizbini okuyamıyanların, onu gündüz okudukları takdirde gece okumuş gibi sevap yazılacağı hususunda Kaadı İyâz şunları söy-lamışdır: «Bu, Allah (Azze ve Ceîle) tarafından ihsan buyurulan bir fazilettir. Ve gece nafilesinin efdal olduğuna delâlet. eder. Çünkü bu fazi­let yalnız uykunun galebe çalmasına karşı ihsan buyurulmuşdur.» «El -Muvattâ.» da şöyle bir hadîs vardır:

«Hiç bir kimse yokdur ki, geceleyin uykusu galebe çalarak terkettiği bir gece namazı bulunsun da, o kimseye o namazın ecri yazılmasın. O kimse için uykusu bir sadakachr» Bu hadîs tafdîl hususunda daha sarîh-dir. Çünkü kulun hem namazdan hapsedildiğine hem de kendisine sevap yazıldığına delâlet etmektedir. Zîra ecrinden bir şey noksan edilecek ol­sa, uykusu sadaka değil, bilakis mâni' sayılırdı.

 

19- Evvabin Namazının, Sıcakdan Deve Yavrularının Ayakları Yandığı Zaman Kılınması Babı

 

143- (748) Bize, Züheyr b. Harfa ile İbni   Nümeyr rivayet   ettiler. Dediler kî: Biate, İsmâîl —ki İbni Uleyye'dir.— Eyyûb'dan, o da Kaasim-i Şeybânî [61]*den naklen rivayet etti ki, Zeydü'bnü Er kam kuşluk zamanı namaz kılan birtakım insanlar görmüş de:

Bu adamlar pek âlâ bilirler ki, bu saatden başka zamanda namaz kıl­mak daha faziletlidir. Çünkü Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Evvâbîn namazı, sıcak d an deve yavrularının ayaklan yandığı zaman kılınır.»  buyurmuşdur.» demiş.

 

144- (...) Bize, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yah­ya b. Saîd, Hişâm b. Ebî Abdillâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Bize, Kaa-sim-i Şeybânî, Zeydü'bnü Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şöyle de­miş: Resûlüllah (Sallalîahü A leyhi ve Sellem) Kübalıların yanına gitti, (Yar­dığında) onlar namaz kılıyorlardı. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :

«Evvâbîn namazı, sicakdan deve yavrularının ayakları yandığı za­mandır.» buyurdular.

Evvâb: İtaat eden mânâsına mubâleğa sıygasıdır. Salâtü'l-Evvâbîn: Allah'a çok itaat edenlerin namazı demek olur.

Bâzıları evvâb'ın, râci' yânî dönen mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Fakat birinci mânâ hadîse daha muvâfıkdır.

Termedu:. Fi'li ramda' masdarindan alınmişdır ki, kum'un güneşden pek ziyâde ısınması mânâsına gelir.

Fisâl: Fasü'in cem'i olup, deve yavruları demekdir. Hadîsin mânâsı: Evvâbîn namazı, güneşin sıcağından, deve yavrularının ayakları kumda yandığı zaman kılınır; demekdir. Bu hadîs kuşluk namazının efdal olan vaktini bildirmektedir.

Nevevî diyor ki: «Ulemâmız, bu vaktin kuşluk namazı için en el­verişli ve faziletli olduğunu söylemişlerdir. Velev ki kuşluk namazı, gü­neşin doğmasından zeval vaktine kadar caiz olsun.»

 

20- Gece Nafilesinin İkişer İkişer, Vitr'in İse Gecenin Sonunda Bir Rek'at Olarak Kılınması Babı

 

145- (749) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Nâfi' ile Abdullah b. Dinar'dan dinlediğim, onların da İbni Ömer'den naklen rivayet ettikleri şu hadîsi okudum: Bir adam Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem)  'e, gece namazım sormuş. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Gece namazı ikişer ikişerdir. Biriniz sabah olacağından korkarca, bir rek'ât kılsın!   Bu onun kılmış olduğu namazı vitir yapar.» buyurmuşlar.

 

146- (...) Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Zü-heyr b. Harb rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Züh-rî'den, o da Salim [62]'den, o da babasından, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)  buyururken işitmiş olmak üzere rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Abbâd da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize, Süfyân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr, Tâvûs'dan, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. H.

Bize,Bize, Zührî de Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, bir adam Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e gece namazını sormuş; da:

«O, ikişer ikişer kılınır.   Sabah olacağından korkarsan bir rek'âfla vitr yapıver!» buyurmuş.

 

147- (...) Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi, ona da İbni Şihâb söylemiş, ona da Salim b. Abdillâh b. Ömer île Humeyd b. Ab-dirrahmân b. Avf, Abdullah b. Ömer b. Hattâb'dan naklen rivayet etmiş­ler. Abdullah şöyle demiş: Bir adam ayağa kalkarak: Yâ Kesûlallah! Gece namazı nasıl kılınır? diye sordu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Gece namazı ikişer İkişerdir. Şâyef sabah olacağından korkarsan bir rek'âtla vitr, yapıver!» buyurdular.

 

148- (...) Bana, Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Eyyûb ile Büdeyl, Abdullah b. Şakîk'dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayet etti ki, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e Ben soranla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında olduğum hâlde- suâl sordu ve :

— Yâ Resûlâllah! gece namazı nasıl kılınır? dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhı ve Sellem) :

«İkişer ikişer kılınır. Sabah olacağından korkarsan bîr rek'ât (daha) kıl. Ve namazının sonunu vitir yap!»  buyurdular.

Bir sene sonra ben yine o yerde iken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e biri suâl sordu.   Ama o adammıydı,   başka birimiydi bilemiyo-•rum. Ona da ayni şey'i söyledi.

 

(...) Bana, Ebû Kâmil rivayet etti, dedi ki: Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Eyyûb ile Büdeyl ve Imrânü'bnü Hudeyr, Abdullah b. Şakîk'dan, o da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiler. H.

Bize Muhammed b. Ubeyd EI-Guberî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb ile Zübeyrü'bnü Hırrît, Abdullah b. Şakîk'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiler. İbni Ömer: «Bir adam, Peygamrer (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'e sordu. .» de­miş. Mezkûr râvîler yukarki hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Yalnız bunların ikisinin hadîsinde dahî «hâdiseden bir sene sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e bir adam suâl sordu...» cümlesi ile ondan son­rası yokdur.

Bu hadîsi Buhârî «Ebvâbü'I-Vitr» de; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahric etmişlerdir.

Taberânî'nin «Mu'cem» inde Resûlülah (Sallallahü Aleyhi re Seîlem) 'e suâl soran zâtın Abdullah b. Ömer (RadiyaUahû c.rh)' olduğu bildirilmişdir. Ancak Abdullah b. Şakîk rivayetin­de; Hz. Abdullah b. Ömer'in hadîsin râvîlerinden biri oldu­ğu hattâ soran zâtla Peygamber (Sa^c'lohü Aleyhi ve Seîlem) 'in arasında bulunduğu görülüyor ki, bu takdirde soranın başkası olması lâzım gelir. Filhakika Muhammedü'bnü Nasr «Ahkâmü'1-Vitr» nâm eserinde Hz. Abdullah b. Ömer 'den rivayet ettiği bir hadîsde Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) 'e suâl soran zâtın bir bedevi oldu­ğunu kaydetmişdir.

Aynî diyor ki: «Mes'ele soran zâtların müteaddid olduğuna ham-ledilirse, itiraz yokdur. Ama soran ayni zât ise Hz. İbni Ömer'in o zât hakkında bir defa bir adam, başka bir defa bir bedevi; demiş olması caizdir. Soran zâtla birlikde kendisinin sormuş olması da mümkündür.»

Sorulan suâl gece namazının kaç rek'ât olduğuna dâirdir. ResûrÜllah (Sallallahü Aleyhi re Seîlem) 'in cevaben: «ikişer ikişerdir.» buyurması, bu­nu gösterir. Çünkü cevap suâle mutabık olmak icâb eder.

Hadîsin bir rivayetinde Hz.  İbni  Ömer'e «ikişer ikişerdir.» sözünün ne demek olduğu sorulmuş, İbni-Ömer:    «îki rek'âtda bir selâm verirsin.» cevâbını vermişdir.

Ulemâdan bâzıları: «Bu hadîsde (ikişerin mânâsı her iki rek'âtda te-şehhüd okumakdır.) diyen bâzı Hanefîlere red cevâbı vardır. Çünkü hadîsin râvîsi o hadîsden murâd ne olduğunu daha iyi bilir. Akla gelen mânâ râvîn.in tefsir ettiğidir. Zira dört rek'âtlı namazlara ikişer denilmez.» şeklinde mütâlâada bulunmuşlardır.

Aynî bunlara, şu cevâbı veriyor: «Buna kaail olan Hanefî 'nin sözü selâmın nefyini (yâni verilmemesini) îcâb etmez; onun maksadı her iki rek'ât arasında mutlaka teşehhüd yapılması lâzım geldiğini anlatmak-dır. îki rek'âtda bir selâm verip vermemesi mes'elesi ise ayrı bir bahis-dir. Hem dört rek'âtlı namazlara selâmdan kat-i nazar —ikişer rek'ât kı-lınmalar-ma bakarak, onlarda— ikişer ikişer kılınır denilebilir.»

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam Mâlik, İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve Hanefî.1 erden imam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed gece namazlarının ikişer rek'âtda bir selâm vermek suretiyle kılınacağına kaail olmuşlardır. Delilleri bu hadîsdir. Gündüz nafilelerine gelince Hanefiyye imamlarından Ebû Yûsuf'la Muhammed'e göre onlarda dört rek'âtda selâm verilir, îmam A'zam'a göre; gece ve gündüz nafilelerinin hepsinde dört rek'âtda bir selâm verilir. İmam Şafiî gece ve gündüz nafilelerinde ikişer rek'âtda bir selâm verileceğine kaail olmuş; bu hususa «Sünen» sahiplerinin Hz. Abdullah b. Ömer (Radiyallahû anh) dan tah-rîc ettikleri bir hadîsle istidlal etmişdir. Mezkûr hadîsde :

«Gece ve gündüz nafileleri ikişer ikişer kılınır.» buyurulmuşdur. Bu bâbda Ebû Hüreyre ile Âişe (Radiyallahû anhûma) 'dan dahî rivayetler vardır.

İmam A'zam'm gece namazı hakkındaki delili: Ebû Dâvûd'un «Sünen» inde tahrîc ettiği Hz. Âişe hadîsidir. Bu hadîsde Âişe (Radiyallahû anha) 'ya, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece yarısı kıldığı namazı sorulduğu, da şu cevâbı verdiği bildiriliyor :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatsı namazını cematla kılar sonra evine dönerek dört rek'ât namaz kılar; sonra döşeğine uzanırdı...» Ebû Dâvûd: «râvîlerden Zûrâratü'bnü E vf â 'nm bu hadîsi Hz. Âişe 'den işitip işitmediği söz götürür.» demiş; sonra,ay­ni hadîsi başka bir tarîkle yine Hz.    Âişe 'den rivayet etmiş ve:

«Bence mahfuz olan rivayet budur.» demişdir.

îmam Ahraed'in «RJüsned» inde Abdullah b. Zübeyr (Radiyallahû anh) 'dan tahrîc ettiği bir hadîsde Hz. Abdullah :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) yatsıyı kıldımı, dört rek'ât na­maz daha kılar, bir rek'âtla da vitr yapardı. Sonra uyur; ondan sonra gece namazını kılardı.» demişdir.

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in geceleyin kıldığı namazların rek'ât sayıları hakkında evvelce beyân ettiğimiz vecîhle Hz. Âişe'den muhtelif rivayetler vardır. Bunların araları nasıl bulunduğunu az yuka­rıda götmüşdük.

İmam A'zanKın gündüz nafileleri hakkındaki delili Müs1im'in rivayet ettiği Âişe (Radiyallahû anha) hadîsidir. Mezkûr hadîs­de Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kuşluk namazı­nı dört rek'ât kılardığı ve Allah'ın dilediği mikdâr ziyâde ederdiği bildi­rilmektedir.

îmam Şafiî 'nin istidlal. ettiği îbni Ömer hadîsine şöy­le cevap verilmişdir; Bu hadisi Tirmizî rivayet etmiş; onun hak­kında kendisi bir şey dememişse de başkalarının sözlerini naklederek şunları söylemişdir: «Şu'b.e 'nin arkadaşları bu hadîs hakkında ihtilâf etmiş; bâzıları onu merfû'; bâzıları da mevkuf olarak rivayette bulunmuş­lardır. Bu hadîsi Abdullah b. Ömer 'den, mu'temed râvîler ri­vayet etmişlerdir. Ama Hz. Abdullah mezkûr hadîsde gündüz namazından bahsetmemişdir.»

Ayni hadîs hakkında Nesâî: «Bu hadîs bence hatâdır.» demişdir. Yine Nesâî «Es-Sünenü'1-Kübrâ» adlı eserinde bu hadîs'in isnadını iyi bulmuş; yalnız îbni Ömer Hazretlerinin râvîlerinden bir ce­mâatin Ezdî'ye muhalâfet ederek, hadîsde gündüz sözünü anmadık­larım; Salim, Nâfi' ve Tâvûs'un gündüzü anmıyanlar me-yâmnda olduklarını söylemişdir.

îbni-Ömer hadîsi «Sahüıeyn» de mevcûddur. Fakat gerek Bu-hâri'deki gerekse Müslim'deki rivayetinde gündüz kaydı yokdur.

Dârekutnî: «îbni Ömer 'den merfû' olarak rivayet edi­len (gece ve gündüz nafileleri ikişer ikişer kılınır...) hadîsi mahfuz değil­dir. Bu hadîsdeki gündüz kaydı Ya'1âb. Atâ' tarîki ile A1îyyi Bârikî 'den rivayet edilmişdir. Fakat bu husûsda ondan daha belleyişli olan Nâfi', ona muhalefet ederek gece nafilesinin ikişer, gündüzün ise dörder olduğunu söylemişdir.* diyor.

2- Babımız hadîsi ile İmam Şafiî vitir namazının bir rek'ât olarak kılınabileceğine istidlal etmişdir. Hz. Şafiî  bu husûsdaki Âişe (Radiyallahû anha) hadîsleri ile de istidlal etmişdir. Bunlardan-bi­rinde Hz. Aişe :

«Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin onrek'ât namaz kı­lar; bir rek'âtla vitr yapar; Fecrde de iki rek'ât hu m az kılardı. Bunlann mecmuu onüç rek'ât olurdu.:> demişdir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvûd ve başkaları tahrîc etmişlerdir.

Nevevî: «Bizim mezhebimiz ile cumhurun mezhebi budur. Ebû Hanîfe: Bir rek'âtla vitir yapmak caiz değildir. Bir rek'ât namaz asla caiz olamaz; demişse de sahîh hadîsler onun kavlini reddetmektedir.» diyor.

Evvelce de işaret ettiğimiz gibi hadîsdeki bir rek'âtla vitir yâpmak-dan murâd: ondan önceki iki" rek'âtla birlikde üç rek'âth bir namaz kıl-makdır. Daha Önce sekiz rek'ât nafile kılmışdır. Bu üç rek'âtla namaz on-bir, sabah namazının iki rek'ât sünneti katılınca onüç rek'âtlı olur.

İmam A'zanı'ın istidlal ettiği sahîh hadîslerde Şâfiîlerin kavlini reddetmektedir. Bu hadîsleri Aynî şöyle sıralamışdir :

a) Nesâî'nin «Sünen» inde rivayet ettiği Hz. Âişe hadîsinde: «Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)  vitr'in iki rek'âtında selâm ver­mezdi.» denilmişdir.

b) Hâkim'in «Müstedrek» inde yine Hz. Âişe'den rivayet et­tiği bir hadîsde : «Resûlüllah (Salla'lahü A leyhi ve Sellem) üç rek'âtla vitir yapar; bunların yalnız sonunda selâm verirdi.» denilmektedir Hâkim, bu hadîs hakkında:  « Buhârî ile Müs1im'in şartlan üzere sahîhdir. Ama onu tahrîc etmemişlerdir.» diyor.

c) Dârakutnî 'nin   İbni Mes'ûd    (Radiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecenin vitri de gündüzün vitri sayılan akşam namazı gibi üç rek'âfdtr; buyurdular.» deniliyor.

d) Tahâ vî 'nin, Hz. Enes'den rivayet ettiği bir hedîsde : «Vitir namazı üç rek'âtdır.»   denilmişdir. Yine   Tahâv î'nin Misver b.Mahrame (Radiyallahû anh) dan rivayet ettiği bir hadisde Hz.   Misver:  Ebû Bekr'i geceleyin defnettik; sonra   Ömer (Radiyallahû anh) Ben, vitr'i kılmadım; diyerek kalktı. Biz de arkasında saff olduk. Bize üç rek'ât namaz kıldırdı.   Bu rek'âtların ancak sonunda selâm verdi.» demişdir.

e) îbni Ebü  Şeybe   «Musannef»inde Hasan-ı Basrî'nin: «Bütün Müslümanlar vitir namazının üç rek'ât olduğuna, bunla­rın yalnız sonunda selâm verileceğine icmâ' etmişlerdir.» dediğini rivayet eder.   Kerhî   dahî buna benzer bir söz söylemişdir.

f) Abdullah b. Kays*dan rivayet olunduğuna göre, ken­disi Âişe'ye : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) kaç rek'âtla vitir yapardı? diye sormuş; Âişe (Radiyalîahû anha);

«Döıt ve üç, altı ve üç, sekiz ve üç, on ve üç rek'âtla vitir yapardı; ama yediden aşağı, onüçden de yukarı vitir yapmazdı.» cevâbını vermişdir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd rivayet etmişdir. Mezkûr hadîsde  Hz. Âişe üç rek'âtla vitir yapıldığını söylemiş fakat bir rek'âtı anmamışdır. Bu da tek rek'âtın nazar-ı ittibâra alınmıyacağmı gösterir.

Nevevî (631-676) : «Ulemâmız, şâir ulemâdan hiç birinin bir rek'­âtla vitr kılmak caiz değildir; demediklerini, bundan yalnız 'Ebû Hanîfe ile Sevrî'nin ve onlara tabî olanların müstesna olduklarını söylemişlerdir.» diyor.

Buhar Sarihi Aynî, Nevevî 'nin bu sözüne de şöyle ce­vap vermişdiı: «Şaşarım Nevevî'ye!.. Bu yanlış sözü nasıl olup da nakledebiliyor! Onun hatâ olduğunu "bildiği hâlde reddetmiyor!.. Hâlbuki biz ashâb-ı kirâm'dan bir cemaatla Tabiînden ve onlardan sonra gelen ule­mâdan vitr'in üç rek'ât kılınacağını, bir rek'âtm kâfî gelmediğini rivayet ettik.»

Tahâvî'nin rivayetine göre, Halîfe Ömer b. Abdilâzîz, fukahânın kavli ile Medine'de vitir namazını üç rek'âtlı bir na­maz olarak tesbît etmişdir. Medine fukahâsmm, vitir namazı üç rek'ât kılınacağına, üç rek'âtın sonunda selâm verileceğine ittifak etme­leri de gösteriyor ki, bu kavlin Ebû Hanîfe, Sevrî ve onların ashabına mahsûs olduğunu nakledenler hatâya düşmüşlerdir. - Vâkıâ bâzı rivayetlerde :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m : İsteyen bîr rek'âtla, isteyen üç veya beş rek'âtla vitir yapar.»' buyurduğu görülürse de bu muhayyer, lik vitir namazı üç rek'ât olarak istikrar kesb etmezden Önceye hamledil-mişdir. Çünkü istikrar kesb eden bir namazın rek'ât sayısında muhayyer­lik olamaz.

Vitr'in bir selâmla üç rek'ât kılınacağı sahâbe-i kiramdan Ömer, Ali, İbni Mes'ûd, Huzeyfe, Übey b. Kâ'b, îbni Abbâs, Enes ve Ebû Ümâme (Radiyalîahû anhûm) hazerâti ile Ömer b. Abdilâzîz, Fukahâ-i Seb'a ve Küfe   ulemâsının da kavilleridir.

3- Vitr'in vakti, yatsının vaktidir. Vakit çıkmakla vitir sakıt olmaz. Kazası lâzım gelir Cumhûr-u ulemâya göre vitr'in vakti, tanyeri ağırmakla çıkar. Bâzıları sabah namazı kılmmcaya kadar çıkma­dığına kaail olmuşlardır. İbni Bezîze: «İmam Mâlİk'in meşhut olan mezhebine göre fecir doğdukdan sonra sabah namazını kılmadıkça vitir kılınabilir. Şâzz olan mezhebine göre ise fecir doğdukdan sonra vitir kılınamaz» demiştir.

İmam Şafiî ile İmam Ahmed dahî Mâiik'in meşhur olan kavlini tercih etmişlerdir. Bu kavil selefden îbni Mes'ûd. îbni Abbâs, Ubâdetü'bnü's.S âmit, Huzey-fe, Ebû'd-Derdâ1 ve Âişe (Radiyallahû arthûm) hazerâtm-dan nakledilmişdir."

Tâvûs'a göre vitir sabah namazından sonra dahî kılınabilir.

Ebû Sevr, Evzâî, Hasan-ı Basrî ve Leys vitir namazının güneş doğdukdan sonra dahî kılınabileceğine kaail ol­muşlardır.    Hasan-ı    Basrî 'den, bunun aksi de rivayet edilmişdir.

 

149- (750) Bize Hârûn b. Ma'rûf ile Süreye b. Yûnus ve Ebû Kii-reyb, toptan îbni Ebî Zâîde'den rivayet ettiler. Hârûn dedi ki: Bize tbni Ebî Zaide rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Âsım-ı Ahvel, Abdullah b. Şakîk'-den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Vitr'i sabah olmadan acele kılın!» buyurmuşlar.

 

150- (751) Bize, Kuteyfcetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys rivayet etti. H.

Bize, tbn Rumh dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys Nâfi'den nak­len haber verdi ki, İbni Ömer: «Her kim geceleyin namaz kılarsa nama­zının sonunu vitir yapsın! Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) I unu emrederdi.» demiş.

 

151- (...) Bize, Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Ebû Üsâme rivayet etti. H.

Bize, İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb ile İbnü'l-Müsennâ da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Yahya rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir ki, Efendimiz: (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Geceleyin kıldığınız namazınızın sonunu vitir yapın!» buyurmuşlar.

 

152- (...) Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Haccâc b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunları söyledi: Bana, Nâfi' haber verdi ki, İbni Ömer şöyle diyormuş:

«Her kim geceleyin namaz kılarsa sabah olmazdan önceki son nama­zını vitr yapsın! Resûlüllah (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem), ashabına böyle emrederdi.»

Bu hadîsi Buhârî «Vitir» bahsinde; Ebû Dâvûd «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

 

Hadis-i Şerifden İki Hüküm Çıkarılmışdır.

 

Bunlardan biri, vitir namazını gecenin sonunda kılmanın müstehab oluşudur. Bu husus yukarıda görüldü.

İkincisi, bu hadîs vitir namazının vacip olduğuna delildir. Ulemâ bu mes'elede ihtilâf etmişlerdir.

Kaadı Ebû't-Tayyib: «Bütün ulemâ hattâ Hanefîler-den Ebû Yûsuf la Muhammet, vitr'in sünnet olduğuna kaail-dirler. Yalnız Ebû Hanîfe vitir vâcipdir; farz değildir, demişdir.» diyor.

Ebû Hâmid Gazâlî (450-505) ile diğer bâzı ulemâ dahî buna yakın sözler söylemişlerdir.

Aynî    bu zevata şöyle cevap vermişdir:

«Bütün bunlar taasup eseridir. îki meşhur imam olan Kaadı Ebû't-Tayyib   ile   Ebû   Hâmid   doğru olmak şöyle dursun, onun semtinden bile geçmiyen bu sözü nasıl soyliyebilmişlerdir! Halbuki Ebû Hanîfe bu kavilde yalnız değildir. Kaadı Ebû Bekr İbni'l-Arabî, Sun n un ile Esbağ İbni'l-Ferac'-in: vitir vâcipdir; dediklerini nakletmişdir. İbni Hazm'in rivayeti­ne göre imam Mâlik: «Bir kimse, vitir namazını terk ederse te'dîb olunur. Bu iş, o kimsenin şehâdetine manî' bir yara olur.» demişdir. Ayni kavli Hanbeliyye ulemâsından İbni Kudâme «El-Muğ-nî» nâm eserinde imam Ahmed'den de rivayet etmişdir.

Sahih bir senedle rivayet edildiğine göre Tabiînden Mücâhid:  «Vitir vâcipdir; farz değildir.» demişdir.

İbni Battal, vitr'in vâcib olduğunu ehl-i Kur'â n 'dan, İb­ni Mes'ûd ve Huzeyfe (Radîyaîîahû anhûma) ile İbrahim Nehaî ve İmam Şafiî 'nin üstadı Yûsuf b. Hâlid 'den rivayet etmişdir.

İbni Ebî Şeybe dahî Saîdü'bnü'l - Müseyyeb, Ebû Ubeydete'bnü Ab'di11âh ve Dahhâk 'den vitr'in vücûbunu rivayet etmişdir.

Hâl böyle olunca Ebû't-Tayyîb ile Ebû Hâmid 'in, bd bâtıl dâvayı İddia etmeleri nasıl tecviz edilebilir! Bu gösteriyor ki, mezkûr iki imam izah ettiğimiz husûsâta muttali' değilmişler. Amma bir kimse­nin bir şey'i bilmemesi, onu başkasının bilmesine mâni değildir.

Vitr namazının vacip olmadığı iddiası da boş bir sözdür. Çünkü delil­ler onun vacip olduğunu göstermektedir. Şöyle ki:

1- Ebû Dâvûd 'un rivayet ettiği Büreyde hadîsinde Hz. Büreyde :

«Ben Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'i : Vitir hak'dır; vitir yap-mıyan bizden değildir. Vitr hak'dır; Vitir yapmiyan bizden değildir. Vitir hak'dır; vitir yapmayan bizden değildir! buyururken işittim.» demişdir. Ha­dîs sahîhdir. Onu Hâkim «Müstedrek» inde tahrîc etmiş ve sahîh ol­duğunu bildirmişdir. Gerçi râvîlerinden Ebû'l-Münîb Ubey-dullah. b. Abdillâh hakkında Buhârî ve başkaları söz etmişse de Hâkim bu zâtı İbni Maîn'in mevsuk addettiğini söyler. îbni Maîn (156-233) bu bahsin imamıdır. Tevsik hususun­da yalnız başına hüccet olmaya kâfidir.

2- Yine Ebû Dâvûd'un Hz. Alî (Radiyallahû anh) 'dan ri­vayet ettiği bir hadisde Resûlüllah   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ey Ehl-i Kur'ân, Vitir namazını kılın! Çünkü Allah tek'dir; Tek olan şey'i sever.» buyurmuşdur. Bu hadîsi Tirmizi, Nesâî ve İbni Mâce dahî tahric etmişlerdir. Tirmizî, onun hakkında: «Güzel bir hadîsdir.» demişdir.

Bu hadîsdeki «Vitr'İ kılın!» sözü bir emirdir; vücûb ifâde eder.

3- Tahâvî'nin tahrîc ettiği    Hâricetü'bnü   Huzâfe hadîsinde Hz. Hârice: «Ben, Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Şüphesiz Allah size öyle bir namaz ihsan eyledi ki, o namaz sizin için yağız develerden daha hayırlıdır. Yatsı namazı ile fecir arasında kı­lınır.   (İki def'â) vitr'i, vİtr'Ü...» buyururken işittim., demişdir.

Hadîsin senedi sahîhdir. Bu hadîsin râvîlerinden bâzıları hakkında söz edenler olmuşsa da Aynî hepsine lâzım gelen cevâbı vermiş ve se­nedin sahîh olduğunu isbât etmişdir.

4- Taberânî   ile   Tahâvî 'nin, Hz.   Amru/bnü'l-Âs'dan biribirine yakın lâfızlarla tahrîc ettikleri bir hadîsde Hz.    Amr: «Bana, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir zât haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Muhakkak ki Allah size bir namaz ziyâde etti. Siz, bu namazı yatsı ile ?abah namazı arasında kılın! Vitr'i ziyâde etti, -demek istiyorum» buyururken işitmiş., demişdir.

5- İmam Ahmed'in tahrîc ettiği   Abdullah  b. Amr hadîsinde Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Şüphesiz ki Allah size bir namaz ziyâde etmişdir. Artık siz ona devam edin! Bu namaz vitir'dîr.» buyurmuşlardır. Râvî Amr b Şuayb : «Biz, terkedilen vitr'in bir ay sonra dahî olsa râde edilmesi lüzumuna kaailiz.» demişdir.

6- Hâkim'in «Müstedrek» inde tahrîc ettiği Ebû Saîd ha­dîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem):

«Her kim vitr'i kılmadan uyur veya onu unutursa sabahladığı v«yâ hatırladığı zaman onu trlsınl» buyurmuşdur.

Hâkim: «Bu hadîs Şeyheyn'in şaîtları üzere sahîhdir. Ama onu tahrîc etmemişlerdir.» diyor.

Ayni hadîsi Tirmizî dahî tahrîc etmişdir.

Bu bâbda Büreyde, İbni Abbâs, Âişe.İbni Mes'ûd, Muâz b. Cebel, Ebû Berze.Ebû E y -yûb, Süleyman b. Surad, Ukbetü'bnü Âmir ve Abdullah b. Ebî Evfâ (Radiyallahû anhûm) hazerâtm-dan dahî hadîsler rivayet edilmişdir. Bunların hepsi vitir namazının va­cip olduğuna delâlet ederler.

 

153- (752) Bize, Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdul vâris, Ebû't-Teyyâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana, Ebû Miclez, lb-ni Ömer'den    naklen rivayet etti.    İbni Ömer şöyle demiş:    Resûlüllah

(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vitir namazı gecenin sonunda bir rek'âtdir.» buyurdular.

 

154- (...) Bize, Muhammedü'bnÜ'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'I - Müsennâ dedi ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Katâde'den, o da Ebû Miclez'den naklen rivayet etti. Ebû Miclez şöyle demiş: Ben İbni Ömer'i, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Settem) 'den naklen rivayet ederken dinledim. Efendimiz: -  «Vitir namazı gecenin sonunda bir reic'âtdır.» buyurmuşlar.

 

155- (753) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dii's-Samed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Ebû Micles'den rivayet etti. Ebû Miclez şöyle demiş: îbni Abbâs'a vitr'i sordum. Şu cevâbı verdi: Ben, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :

«Vitr gecenin sonunda bir relc'âtdır.»    buyururken işittim.

İbni Ömer'e sordum. O da: Ben, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Vitr gecenin sonunda bir relc'âtdır.»    buyururken işittim; dedi.

 

156- (749) Bize, Ebû Küreyb ile Hârûn b. Abdillâh rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Ebû Üsâme, Velîd b, Kesîr'den rivayet etti. Demiş ki: Ba­na, Ubeydullah b. Abdillâh b. Ömer rivayet etti. Onlara da îbni Ömer ri­vayet etmişki, bir adam Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) mescide!e iken ona nida ederek:

— Yâ Resûlâllah! Gece namazını nasıl vitir yapacağım? demiş. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her kim namaz kılarsa ikişer ikişer kılsın. Sabahhyacağım hissederse, bir rek'âtkılar; bu rek'ât ona kıldığı rek'âtlan vitr yapac.» buyurmuşlar.

Ebû Küreyb: «Ubeydullah b. Abdillâh.» dedi; İbai Ömer'i söylemedi.

 

157- (...) Bize, Halef b. Hişâm ile Ebû Kâmil rivayet ettiler. Dedi­ler ki, bize Hammad b. Zeyd, Enes b. Sîrîn'den rivayet etti. Demiş ki: îb­ni Ömer'e sordum: söyle bana sabah namazından önceki iki rek'âtda ki-râeti uzatayımmı?   dedim; İbni Ömer, şu cevâbı verdi:

  Resöİüİİah   (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)   geceleyin  ikişer rek'ât ola­rak namaz kılar; bir rek'âtla da viîr yapardı. Ben :

  Sana bunu sormamıştım.» dedim, tbni Ömer:

  Sen hakîkaten kalın kafalı bir adamsın. Hadîsi sana tekmillememe müsaade etsene!» dedi. Ve (söze yeniden başlayarak) :

— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namazı ikişer rek'ât olarak kılar; bîr rek'âîla da vitir yapardı. Sabah namazından önce sanki eli kulağında ezan okuyormuş gibi (süratle) İki rek'ât namaz kılardı.» dedi.

Halef : «Sabandan önceki iki lek'âti haber ver.» dedi; namazı zikret­medi.

 

158- (...) Bize, îbnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet*ettiler. De­diler ki: Bize, Muhammed b.Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Enes b. Sîrîn'den rivayet etti. Enes: «Ben, İbni Ömer'e sordum...» diyerek yukarkî hadîsin mislini rivayet etmiş ve:

«Gecenin sonunda bir rek'ctİa vitir yapard!.» cümlesini ziyâde eyle­miş.

Ayni hadîsde: «Sus be! Sen hakîkaten kahn kafalıynuşsm!» ifâdesi de vardır.

 

159- (...) Bize, Muharamedü'fcnu'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben, Ukbetü'bnü Hureys'i [63] dinledim; dedim ki: îbni Ömer'i şunu rivayet ederken dinledim:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Gece namazı ikişer rek'âidır. Sabahlamakda olduğunu gördüğün vakit bir rek'âfla vifr yapıver!» buyurdular.

İbni Ömer'e : «İkişer ikişer ne demekdir?» diye sordular; İbni Ömer:

— Her iki rek'âtda bir selâm vermekdir... dedi.

 

160- (754) Bize, Ehû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettî. (Dedi ki) : Bi­ze, AbdÜl'a'lâ [64] b. Abdil'alâ, Ma'mer'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da EbûNadra'dan, o da Elıû Said'den naklen rivayet etti ki, Peygamber

(Solkıllahü Aleyhi ve Selle/n) : (Sabahlamadan önce vitr'i kılın!»   buyurmuşlar.

 

161- (...) Bana, İshâk b. ıMansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Ubey-dullah, Seyhan'dan, o da Yahya'dan naklen haber verdi. Demiş kî: Bana Ebû Nadrate'l - Avakî haber verdi. Onlara da Ebû Saîd haber vermiş ki, ELû Saîd ve arkadaşları Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem Ve vitr'i sormuşlar; o da :

«Vitr'i sabah'dan önce kılın!» buyurmuşlar.

Bu hadislerle kimlerin, ne şekilde istidlal ettikleri ve keza gece nama­zı ikişer rek'ât kılınarak, bir rek'âtla vitir yapmakdan ne murâd edildiği, bunlardan önceki hadîslerin şerhlerinde görüldü.

Dahm : İri yan demekdir. Bu sözle İbni Ömer (Radiyallahû anh) kendisine suâl sorup da neticeyi beklemeden lâf eden Enes b. Sîrîn'in gabâvet ve nezaketsizliğine işaret etmişdir. Ayni hadîsde zik­ri geçen ezân'dan murâd,   Kaadı   İyâz'a göre ikaametdir.

«Beh beh» Sus ve vazgeç mânâsına kullanılan bir ism-i fiil'dir. Ibni Sikkit bunun bir şey'i büyütmek için kullanıldığını söyler. Bu mânâda lisânımızda «Heîe hele», «bak bak» gibi sözler kullanılır.

 

21- Gecenin  Sonunda Kalkamayacağından Korkan, Vitri Evvelinde Kılsın!» Hadisi Babı

 

162- (755) Bize, Ebû Bekr b. Ehî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Hafs ile Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle deniş: Resûlüllah tSallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Her kim gecenin sonunda kalko/.ıyacağından korkarsa, vitir nama­zını gecenin evvelinde kılıversin! Gecenin sonunda kalkacağını ümîd eden de vîfr'i gecenin sonunda kılsın! Zîro gecenin sonunda kılınan namaz şâ-hidlîdir; bu daha faziletlidir.»  buyurdular.

Ebî Muâviye (naeş'hûde yerme) mahdura demiş.

 

163- (...) Bana, Selemetü'biıü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen h. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil yâni tbni UbeydUIâh, Ebû*z - Züfeeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Ben Peygamber (Salktllahü Aleyhi ve Selİem)'i ı

«Hanginiz gecenin sonunda kalkamayacağından korkarsa, vitri kılsın sonra yarsın! Kim geceleyin kafkaci^sna güveniyorsa, o da vîtr'i gecenin sonumda kılsın! Çünkü gecenin sonundaki kırâaf şâhidlidir; bu daha fazî-lefSidîr.»    buyururken işittim.

Bu hadîsin şerhi dahî az yukarıda geçmiş ve ctımhûr-u ulemânın onun zahiri ile arnel ettikleri görülmüş.dü.

Meş'hûde ile mahdûra, ayni mânâya gelirler. İkisi de şâhid olunmuş; yanında bulunularak görülmüş mânâlarına gelir.

Sabah Kur'ân 'ından muradın; sabah namazı olduğunu bu namazda, rahmet meleklerini hep birlikte hâzır bulunduklarını, gecenin sonunda namaz kılmanın bundan dolayı efdal olduğunu dahî yukarıda gö'rmüşdük.

 

22- Namazın En Faziletlisi Kunutu Uzun Olandır Hadisi Babı

 

164- (756) Bize, Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Âsim haber verdi. (Dedi ki) : Bize, İfani Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Resülüllah

«Namazın en faziletlisi kunûf'u uzun olandır.»  buyurdular.

 

165- (...) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etti­ler. Dediler ki: Bize, Ebû Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e hangi namaz daha faziletlidir di­ye sordular (da) :

«Kunût'u uzun olan!.» buyurdu.

Ebû Bekr: «Bize, Ebû Muâviye, A'meş'den rivayet etti.» dedi.

Buradaki kunût'dan murâd; kıyam yâni ayakta durmakdır.

Nevevî diyor ki: «Benim bildiğime göre buradaki kunût'dan mu­râd, bütün ulemânın ittifakı ile kıyâm'dir. Bu hadîsde Şâfiîye ve onunla beraber olup da uzun uzadiya ayakta durmanın çok rükû* ve sücûd yapmakdan efdal olduğunu söyliyenlere delildir.»

Ulemânın bu bâbdaki ihtilâflarını dahî az yukarıda görmüşdük.

 

23- Gecede Duaların Kabul Edildiği Bir Saat Bulunduğuna Dair Bab

 

166- (757) Bize, Osman b- Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet et­ti. Câbir şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Gerçekden gecede öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kimse o saafa rastlar da  Allah'dan  dünyâ ve âhiret işlerine âid  bir hayır" isterse, o isteğini Allah kendisine verir.   Bu her gece (böyle) dir.»   buyururken i-şittim.

 

167- (...) Bana, Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha sen b. A'yen rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti ki, Resûlüflah (SallaltaUü Aleyhi ve Sellem):

«Gerçekden gecede öyle bir saat vardır ki, müslüman bir kul o saata rastlar da ANah'dan bir hayır isterse, o hayrı Ailah kendisine verir.» buyurmuşlar.

Bu hadîs her gece duaların kabul edildiği bir icabet saati bulunduğu­nu mutlak bir sûretde ifâde etmektedir. Binâenaleyh o saata tesadüf et­mek ümidi ile mü'minlerin geceleri ibâdet ve tâatla ihya etmeleri gerek­tiğine teşvik sayılır. Gecenin gündüzden daha faziletli olduğunu iddia edenler bu hadîsle istidlal ederler. Zîra her gecede bir icabet saati vardır. Gündüzün ise yalnız cuma gününde vardır. Aşağıdaki rivayetler ise mez­kûr saatin gecenin son üçte birinde yahut gece yarısından sonra olduğu­na işaret etmektedirler.

 

24- Gecenin Sonunda Zikir ve Duaya Teşvik ve O Zamandaki İcabet Babı

 

168- (758) Bize, Yafaya b. Yafaya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İb-ni Şihâb'dan duyduğum, onun da Ebû Abdillâh El-Egarr ile Ebû Seleme-te'bni Abdirrahmân'dan, onların da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettikleri şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Selle m)   şöyle bu­yurmuşlar :

«Rabb'tmiz Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri her gece, gecenin son üçte biri kaldığında alt semâya nüzul eder de: Hani bana duâ eden, onun duasını kabul edeyim! Hani benden istek isteyen, istediğini vereyim! Hani benden  mağfiret dileyen, onu mağfiret edeyim! buyurur.»

 

169- (...) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kûb -ki İbni Abdirrahmân-ı Kaarî'dir- Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Seîîem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar:

«Allah her gece, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde alt semâya nüzul eder de; Melik ben'im! Melik ben'imü... Var mı bana duâ eden, onun duasını kabul eyleyeyim! Var mı benden isteyen; istediğini vereyim; Var mı ben­den mağfiret dileyen, onu affedeyim! buyurur. Ve (bu hâl) tâ tanyeri ağı-rtncaya kadar böylece devam eder.»

 

170- (...) Bize, îshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'I-Mugîre haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ehû Selemete'bnü Abdrirahmân, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlüllah (SaİiaUahü Aleyhi ve Sellem):

«Gecenin yansı yahut üçte ikisi geçtiği zaman Allah Tebâreke ve Teâlâ alt semâya nüzul eder de: Var mı isteyen? kendisine verilecek! Duâ eden var mı? duası kabul edilecek! İstiğfarda bulunan var mı? kendisine mağ-firet olunacakdır! buyurur. (Bu) tâ sabah aydınlayıncaya kadar (böyle de­vam eder.)»   buyurdular.

 

171- (...) Bana, Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'l -Müverri' [65] Muhâdır rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Sa'd b. Saîd [66] ri­vayet etti. Dedi kî: Bana, İbnî Mercâne [67] haber verdi. Dedi ki : Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işittim: Resulü Hah (SallaîUthü Aleyhi ve Seilem) :

«Allah gece yarısı yahut gecenin son üçfe birinde alt semâya nüzul ederek : Bana kim duâ eder ki, ona icabet edeyim yahut benden kim bir şey diler ki, ona vereyim; buyurur. Sonra yoksul ve zâlim olmayan (Allah)'a kim ödünç verecek! der.» buyurdular.

Müslim der ki: İbni Mercâne, Saîd b. Abdîllâh'dir. Mercâne, Saîd'in annesidîr.

 

(...) Bize, Hârûn b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb rivayet etti. Dedi ki: Bana, Süleyman b. Bilâl, Sa'd b. Saîd'den bu isnâdla haber verdi; şunu da ziyâde etti: «Sonra Allah Tebâreke ve Teâlâ iki yedini yayarak yoksul ve zâlim olmayana kim ödünç verecek; der.»

 

172- (...) Bize, Ebû Şeybe'nin iki oğlu Osman ve Ebû Bekr ile İs-hâk b. İbrahim El - Hanzalî rivayet ettiler. Lâfız Ebû Şeybe oğullarının-dır. Zshâk (bize haber verdi.) tâbirini kullandı, ötekiler: Bize, Cerîr, Man-sûr'dan, o da Ebû Ishâk'dan, o da Ebû Müslim-i Egarr'daiı, o da Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti; dediler. Ebû Saîd ile Ebû Hü-reyre şöyle demişler: Resûlüliah (Sallatlahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Şüphesiz ki Allah mühlet verir. Tâ ki gecenin ilk üçte biri gittiği vakit alt semâya nüzul buyurarak : Var mı istiğfar eden! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı duada bulunan! der. (Bu) tâ fecir aydın­layın cay a kadar (böyle devam eder.)»  buyurdular.

 

(...) Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü'I-Müsennâ ile tbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Ebû Ishâk'dan bu isnâdla rivayet etti. Şu kadar var ki, Mansûr'un hadîsi daha tamam ve daha uzundur.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tehecciid» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de; Ebû Dâvûd «Namaz» ve «Sünnet» bahislerinde, Tirmizî «Na­maz» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'1-Nuût» da; İbni Mâce de «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Tirmizî: «Ebû Hüreyre hadîsi sahîh bir hadîsdir.» de-mişdir.

Müs1im'in buradaki rivayetlerinden do anlaşılacağı vechle Teâlâ Hazretlerinin alt semâya nüzulü muhtelif şekillerde ifâde olunmuşdur. Birinci rivâyetde bunun gecenin son üçte biri kaldığı zaman, ikincide ilk üçte biri geçtiği zaman, üçüncüde yansı veya üçte ikisi geçtiği zaman, dördüncüde yarısında yahut son üçte birinde, beşincide ilk üçte biri geç­tiği zaman vuku' bulduğu bildirilmektedir. Biribirine muarız görünen bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuşdur. Muhaddisinden Tirmizi gibi ba­zıları birinci rivayeti tercih etmiş; ve bu rivayet için esah tâbirini kullanmışdır. Rivayetlerden biri esâh olunca, diğerleri sahih olarak kalır. Binâ­enaleyh hepsi doğrudur.

Kaadı İyâz tercih ettiği rivayet hakkında: «Sahih» tâbirini kullanmışdır. Bu tâbir, geri kalan rivayetlerin zayıf olmasını iktizâ eder. Ancak Nevevî (631-676) hadîsin muhtelif rivayetlerini İmam Müs1im'in sahih senedlerle tahrîc ettiğini söyliyerek Kaadi'mn sözünü reddetmişdir. Nevevî'ye göre Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in bu rivâyetlerdeki vakitlerin birini bir def â, diğerini de başka bir def'â söylemiş olmasını; Ebû Hüreyre 'nin bunların hepsini işi­terek nakletmiş olmasını muhtemel görmektedir.

Tirmizî bu hadîsi tahrîc ettikden sonra bu bâbda A1îyü'-bnü Ebî Tâlib, Ebû Saîd-i Hudrî, Rifâatü'l-Cühenî, Cübeyrü'bnü Mut'im, İbni Mes'ûd, Ebû'd-Derdâ' ve Osman b. Ebî'l-Âs bunlardan ma­ada Câbir b. Abdi İlâh, Ubâde.tü'bnü's- Sâmit, Ukbetü'bnü Âmir, Amru'bnü Anbese, Ebû'l-Hattâb, Ebû Bekr-i Sıddîk, Enes b. Mâlik, Ebû Mûse'l-Eş'arî, Muâz b. Cebel, Ebû Sa'Ie-be, Âige, ,İbni Abbâs ve diğer ashâb-ı kirâm'dan da riva­yetler bulunduğunu söylemiş, bunların hadîslerini şöyle sıralamışdır:

1- Hz.  A1î  (Radiyallah'ı arh) hadîsini    Dârakutnî    «Kitâ-fcü's - Sünne» de tahrife etmişdir. Bu hadîsde A1i (Radiyallahû anh) :

«Resûlüllah (Saltollahü Aleyhi ve Sellem) 'i : Eğer ümmetime meşakkat vermiş olmasaydım her namazda onlara misvak tutunmalarını emreder; yatsıyı gecenin üçte birine geciktirirdim. Çünkü gecenin üste biri geçtiği vakit Allah alt semâya hübût eyler ve tâ fecir doğuncaya kadar orada bulunarak bir sözcü : isteyen yok mu? isteği verilsin! Duâ eden yok mu? icabet buyurulsun! der; buyururken  işittim,» demişdir.

Ayni hadîsi îmam Ahmed b. Hanbel dahî « Müsned » inde rivayet etmişdir. Dârakutnî 'nin başka bir rivayetinde. gece yerine: «Her cum'a gecesi...» denilmişdir.

2- Ebû   Saîd   hadîsini    Müslim    ile    Nesâî   tahrîc et­mişlerdir. Babımızın son hadîsi budur.

3- Rifâatü'l-Cühenî hadîsini İbni Mâce riva­yet etmişdir. Mezkûr hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki Allah mühlet verir; tâ !<İ göçenin yarısı yahut üçte ikisi gittîmİ kullarım benden başka hiç bir kimseden bir şey dilemezse ilâh...» buyurmuşdur. Ayni hadîsi    Nesâî    dahî rivayet etmişdir.

4 - Cübeyrü'bnü    Mut 'im hadîsini    Nesâî .tahrîc et­mişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

«Şüphesiz ki Allah her gece alt semâya nüzul ederek : Acaba bir is­teyen varmı ki, dilediğini ona vereyim! istiğfar eden varmı ki, onu affe­deyim I der.» buyurmaktadır.

Ayni hadîsi imam Ahmed dahî «Müsned» inde tahrîc etmişdir. Onun hadîsinde «Tâ fecr doğuncaya kadar...» ziyâdesi de vardır.

5- İbni Mes'ûd hadîsini İmam Ahmed tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah  (SaîlaUahü Aleyhi ve Selletn):

«Gecenin son üçte biri oldumu Allah (Azze ve Ceile) alt semâya hü-bût buyurur. Sonra gök kapılan açılır; sonra yed-i kudretini yayarak : Acep bir şey isteyen varmı ki, dilediği verilsin! der. Fecir doğuncaya ka­dar bu minval üzere devam eder.» buyurmaktadır.

6- Ebû'd-Derdâ' hadîsini Taberânî  «Mu'cem-i Ke­bîr» inde rivayet etmiştir. Mezkûr hadîsde Resûl-ü Zîşân   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz;

«Allah Teâlâ gecenin geri kalan üçte bir saatlerinin sonunda nüzul eder ve ilk saatde kendinden başka kimsenin bakmadığı kitaba bakar ve dilediğini siler, dilediğini bırakır; ikinci saatde cennet-i adn'e bakar. Bu cennet onun sakin olduğu cennetcjir. Orada Peygamberlerle şehidlerden ve s.ddîklardan mâada onunla beraber kimse yokdur. Yine orada kimse­nin görmediği ve insan kalbinden geçmeyen şeyler vardır. Nihayet ge­cenin son saatinde hübût eyler de benden af dileyen istiğfarcı yok mu ki, onu affedeyim! Benden hacet dileyen kimse yokmu kir dileğini vereyim! Bana duâ eden yokmu ki, duasını kabul eyleyeyim! der. Bu fecre kadar (böyle) devam eder...» buyurrrmşdur. Fakat Taberânî : «Bu ha­dîs mÜnkerdir.» demişdir.

7- Osman b. Ebî'l-Âs   hadîsini imam Ahmed ile Bezzâr   rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîs   Ebû'd-Derdâ'   ha­dîsinin sonuna benzemektedir.

8- Câbir hadîsini Dâraku'tnî «Kitâbu's-Sünne» de tan-rîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki Allah her gece; gecenin üçte birinde alt semâya nüzul ederek : Acaba kullarımdan bana duâ eden hiç bir kul yokmu ki, duasın! kabul edeyim! Acep nefsine zulmeden hiç bir kimse yokmu ki, bana duâ etsin de onu affedeyim! Acep geçim sıkıntısına mâruz kalan yokmu ki, ona rızk vereyim! Benden yardım isteyen mazlum yokmu ki, ona yardım edeyim! Başı darda olan yokmu ki, başını çözeyim!... der. Fecir ayd-nla-yıncaya kadar orası Allah'ın rizâ yeri olur. Sonra Rabbİmiz Azze ve Celi üst semâya kürsîsine teâlî eyler.» buyurmuşdur. Fakat bu hadîs dam münkerdir. Ebû Nüaym onun hakkında: «Metrûkdur...» demişdir.

9- Ubâde t ü'bn u's-Sâmit hadîsini  Tab.erânî Mu cem-i Kebîr» ile «Evsat» ında Hz. Câbir hadîsi tarzında riva­yet etmişdir. Bu hadîsin bâzı râvîleri hakkında dahî söz edilmişdir.

10- Ukbetü'bnü Âmir (Radİyallahâ anh)  hadîsini Dârakutnî   rivayet etmişdir, Fakat yine Dârakutnî: «Bu hadîs söz gö­türür.» demişdir. -

11- Amr b. Anbese   hadîsini yine   Dârakutnî   «Ki-tâbu's - Sümıe» nâm eserinde rivayet etmişdir.

12- Ebû'l-Hattâb   hadîsini   Abdullah b  Ahmed  «Kitâbu's - Sünne» de rivayet etmişdir.    Bu hadîse göre ashâbı Resûlillâh'dan   Ebû'l-Hattâb [68] isminde bir zât    Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Efendimize vitr'i sormuş, o da :

«Gece yansı vitir yapmam benim için maHûpdur. Çünkü Allah üst semâdan, alt semâya bübût eyler de : Günahkâr var mı? istiğfar var ırtı? duâ eyleyen var mı?... der, nihayet fecir doğ d umu teâlî eyler.» buyur­muşlar.

Hâkim ile İbni Abdilberr: «Ebû'l-Hattâb' sahâbî değildir, İsmini bilen de yokdur.» demişlerdir.

Aynî geri kalan râvîlerin hadîslerinin nerede olduğnu zikretme­mi şdir.

Hadîsin mânâsına gelince görülüyor ki, bu hadîsin muhtelif rivayet­lerinde Allah Teâlâ hakkında: Nüzul, hübût, yed, sakin olmak, yukarı çık­mak gibi ta'birler kullanilmişdır. NÜzüî ve hübüt: Aşağı inmek, mânâsma-dırlar. Yed ; El demekdir. Bunların hiçbirinin hakikati Allah Teâlâ hak­kında caiz değildir. Şu hâlde bu tâbirler müteşâbihâtdandır. Onun için tercümede vârid oldukları lâfzı muhafazaya çalıştık. Bâzıları buradaki nüzül'd-eri murâd, manevî nüzuldür, demiş; bir takımları «Yenzilû» fiilini «Yünzîlû» şeklinde rivayet etmişlerdir. «Yünzilû» : indirir, mânâsına gel­diğinden, ona bir de mef'ûl takdir edilmiş ve: «Allah bir melek indirir,» denilmişdir.

Hadîsin bir rivayetinde mezkûr fiil «Yetenezzelû» şeklinde zaptedil-mişdir. Bu kelime manevî nüzul hakkında zahirdir ve «Yeiî2İlû» rivayeti ile aynı mânâya gelir. Türkçemizde «Tenezzül eder.» şeklinde kullanılır, burada da o mânâya alınır. Yâni Allah'ın azamet ve celâli fakîr ve hakîr kimselere ehemmiyet vermemeyi iktizâ ederse de Allah Teâlâ Hazretleri lütf-u kereminden onların hâllerine rahmet buyurmaya tenezzül eder de: «Yoksul ve zâlim olmayan Allah'a kim ödünç verecek?» yâni Allah'a ödünç verir gibi kim ibâdet ve tâatda bulunacak? der. Bu söz Allah'ın, kulları­na bir latifesi ve onları ibâdete bir teşvikidir. Alt semâ da bize yakın olan hâlden kinaye olur.

Aynî 'nin beyânına göre bu hadis üzerinde muhtelif yönlerden söz edilmişdir. Şöyle ki :

1- Bâzıları bu hadîsle istidlal ederek Allah Teâlâ'ya cihet isbâtına kalkışmışlardır. Hattâ hadîs ulemâsından   İbni Kuteybe ile İbni Abdilberr dahî buna kaail olmuşlardır. Cumhûr'u ulemâ, Allah'a cihet isbâtmdan kaçınmışlardır. Çünkü buna kaaiî olmak Allah'ın - Hâşâ - yeri mekânı ve haddi hüdûdü olduğunu tecviz et­mek demekdir. Hâlbuki Teâlâ Hazretleri böyle şeylerden münezzehidir.

2- Haricîler ile Mu'tezilîler yahut Cehm  b. Safvân,  İbrâhîm b. Salih ve Mansûr b. Tâ1ha gibi mu'tezilenin ileri gelenleri bu bâbda vârid olan hadîsleri inkâr etmişlerdir. Fakat bu yaptıkları kuru bir inad'dan ibâretdir.    Kendileri Kur'ân-ı Kerîm'in buna benzer müteşâbin âyetlerini te'vîl etmişler, ha-dîslerdeki müteşâbihleri ise yâ cehalet yahut inadlık saikası ile büsbütün inkâr etmişlerdir,

Mu'tezile 'den İbrâhîm b. Salih ile hadîs ulemâ­sından İshâk b. Râhuye arasında bu husûsda münâkaşa geçtiği rivayet olunur. Bu münâkaşayı İshâk b. Râhuye şöyle anlat-mışdır:

«Emîr Abdullah b. Tâhir'in meclisi beni şu bid'atçı yâni İbrâim b. Salih ile bir araya getirdi. Emîr, Allah'ın nüzulüne dâir malûmat istedi. Ben de buna dâir haberleri kendisine sayıp döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semâdan bir semâya inen Allah'a küfrediyorum! dedi. Ben cevaben: Ben de dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum! dedim. Neticede emîr Abdullah benim sözümü kabul; İbrahim inkini reddetti.»

Aynî, İshâk'm bu sözünü aynen Fudayl b. Iyâd 'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyâd: «Cehmîler 'den biri: Ben, aşağı inen ve yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum; derse, ben de: Ben dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum; cevâbını veririm.» dermiş.

Bunu îbni Hibbân'm babası «Kitâbu's-Sünne» adlı eserinde nakletmiş ve yine ayni eserde Ebû Zür'a 'nır. şunları söylediğini bildirmişdir:

«Bu hadîsler, Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den tevâtüren sa­bit olmuşdur. (Allah, her gece alt semâya nüzul eder.) Bunu, Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in ashabından birçokları rivayet etmişlerdir. Böyle hadisler bizce sahih ve kavidirler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ'nın nüzul buyurduğunu söylemiş; fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamışdır. Binâenaleyh biz de (Allah alt semâya iner; de­riz; fakat nasıl indiğinden bahsetmeyiz.) >

Ebû Muhammed b. Ahmed El-Müzenî ınin: «Al­lah'ın indiğini bildiren hadîs Resûlüllah (Saîlaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'den sa-hîh yollarla sabit olmuş, Kur'ân-i Kerîm'de de bunu tasdik eden şu âyet nazil olmuşdur:

Rabbim ve melekler de saff saff olarak geldikleri vakit ,..[69] » dediğini    Beyhakî   «Kitâbu'I-Esmâ» sinda rivayet etmişdir.

3- Bâzıları bu hadîsleri te'vîl hususunda ifrata gitmiş, hattâ bir nev'î tahrife yaklaşmadır. Birtakımları te'vîl hususunda tafsilât cihetine gitmiş; arap lisânında kullanılan şekillere yakın bulunan müteşâbihleri te'vîl et­miş; uzak olanları te'vîlden kaçınmışlardır.

4- Cumhûr-u ulemâ bu husûsda en aşikâr ve salim olan yolu tutarak müteşâbih âyet ve hadîsleri olduğu gibi kabul etmiş; onlara îmân ile Allah Teâlâ'yı mahlûkatma benzemekden, ona keyfiyyet ve kem-mîyet isbâtmdan tenzih eylemişlerdir.

Zührî, Evzâî, İbni'l-Mubârek, Mekhûl, Süf-yân-ı Sevrî, Süfyân b, Uyeyne, Leys b. Sa'd, Hammâd b. Seleme ile mezhep imamlarından Ebû H a -nîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbel hazerâtının kavilleri de budur.

İmam A'zam'a, Allah Teâlâ'nın alt semâya nasıl indiği sorul­muş, Hz. İmam:  «Keyfiyyetsiz olarak inmişdir.» cevâbını vermişdir.

Hammâd b. Zeyd: «Allah'ın nüzulü, ikbâl ve teveccühü­dür.» demişdir.

Ayni: «Şüphesiz ki nüzul: Cismin yukarıdan aşağıya intikaalidir. Allah Teâlâ ise bundan münezzehdir. Binâenaleyh bu mânâda varil olan hadîsler müteşâbihâtdandır [70]. Müteşâbihât hususunda ulemâ ikiye ay­rılmışlardır. Birinci kısma «Müfevvida» derler. Müfevvida : Havale eden­ler manasınadır. Bunlar müteşâbih âyet ve hadîslere îmân eder, mânâla­rını Allah Teâlâ'ya havale kılarlar. Allah Teâlâ'nın noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna da cezm'en i'tikaatda bulunurlar.

İkinci kısma: «Müevvile» denilir. Müevvile; te'vîl edenler demekdir. Bu zevat müteşâbihleri yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabil­den olmak üzere Allah'ın alt semâya inmesini dahî «Allah'ın emri yahut melekleri iner.» şeklinde ve «Bu bir istiaredir; mânâsı: Allah, duâ edenlere lütuf buyurur da dualarını kabul eyler;   demekdir.» Veya buna ben­zer tarzlarda te'vîl etmişlerdir.

Hattâbî diyor ki: «Bu hadîs, sıfat hadîslerindendir. Se1ef'in bu husûsdaki mezhebi Allah'ın sıfatlarına îmân etmek, o sıfatları zahirî mânâları üzerine bırakmak ve Allah Teâlâ'dan keyfiyeti nefyetmekdir...»

Kaadı Beyzâvî ( -685) de şunları söylemişdir: «Allah Te-âla'nm cism olmakdan, boşlukda yer tutmakdan münezzeh bulunduğu kat'î olan aklî deliller ile sübût bulunca, onun hakkında yukarıdan aşağı intikâl mânâsına gelen nüzul imkânsızdır. Şu hâlde onun hakkındaki nü-zül'den murâd, rahmetinin nurudur. Filhakika (Allah üst semâdan alt semâya iner.) diye hadîs vârid olmuşdur. Bunun mânâsı, celâl sıfatları­nın muktezâsı olan düşmanı kahır ve âsîlerden intikam gibi şey'ierden ik­ram sıfatı olan rahmet, merhamet ve afve intikaldir.»

Nüzul, ityân ve mecî' gibi kelimeler hareket ve sükûnu kabul eden bir cisme izafe edilerek kullanılıriarsa mânâları arasında fark yokdur. Fakat bunlar'intikal ve hareketi "lâyık olmryan AllaTı Teâlâ'ya izafe edilirlerse, onun sıfatına göre te'vîl olunurlar.

Nüzul : Lûgatda beş muhtelif mânâda kullanılır. Bunlar : Bir yerden bir yere intikal. Bir şey'i bildirmek, bir şey'e yönelmek, bir şey'i söylemek ve hükmetmekdir.

a) «Biz, gökyüzünden temiz su indirdik.» âyet-i kerimesindeki inzal­den murâd, intikâldir.

b) «Onu, Cebrâîl indirdi.» âyet-i kerimesindeki inzal, i'lân yani bildir­mek manasınadır.

c) Araplar «Filân iyi huylardan, ne tenezzül etti.» derler ki, iyilerden kötülere yöneldi; mânâsını kasde-derler.

d) «Allah'ın inzal ettiğinin mislini, ben de İnzal edeceğim.» âyet-i kerî-meşindeki inzâl'den murâd, sözdür. Yâni «Ben de Allah'ın söylediği gibi soyliyeceğim» demekdir.

e) Araplar «Bizf filân oğulları bize nüzul edinceye kadar hayır ve adalet içinde yaşardık.»   derler ki, buradaki nüzül'den maksad, hükmetmekdir. Yânı: «Bize, filân oğulları hükmetmeye başlayıncaya kadar hâlimiz ve rahatı­mız iyi idi.» demekdir.

Böylece kelime birkaç mânâ arasında müşterek olunca Allah Teâlâ hakkındaki nüzulün, onun sânına yakışır bir şekilde te'vîli icâb eder. Mez­kûr mânâlar arasından onun sânına yakışanı ise yeryüzünde yaşıyanlara ikbâl ve teveccüh buyurmasıdır.

Hadîsin bütün rivayetlerinde Teâlâ Hazretlerinin :

«Var mı duâ eden, kabul edeyim! Bir isteği olan var mı, vereyim! istiğfar eden var mı, affedeyim.» buyurur, denilmişdir. Bu üç şey ara­sında ulemâ şöyle, fark görürler: İstenilen bir şey ya zararın defi yahut menfaat'in celbine âiddir. Menfa'at dînî ve dünyevî olmak üzere iki kı­sımdır, îşte rivâyetlerdeki istiğfar ile zararın define; istek ile dünyevî ha-yîrm celbine, Öuâ ile de dîni hayrın celbine işaret buyurulmuşdur.

Burada şöyle bir suâl hatıra gelebilir: Allah kat'iyyen vaadinden dön­mez. Böyle olmakla beraber acaba niçin bir çok duâ edenlerin duaları ka-byl edilmiyor?

Bu suâle Aynî şu cevâbı vermektedir: «Duanın kabul edilmemesi yâ duanın şartlarından bâzısı bulunmadığı yahut duâ eden kimse acele ettiği veya duası, günâha ve kat-ı rahime âid olduğu içindir. Yahut Allah, dua­yı kabul eder de istenilen şey'in olması Allah'ın dilediği vakte gecikir...»

«Sonra Allah iki yedini yayarak...» cümlesinin asıl mânâsı: «iki elini yayarak...» demek ise de müteşâbih olan yed kelimesi, tercümeye imkân görülemiyerek olduğu gibi zikredilmiştir, Müteşâbihleri te'vîl yo­luna gidenlerce bu cümleden murâd: «Sonra Allah Teâlâ rahmet, nimet ve ihsanım yayarak, yoksul ve zâlim olmayan Allah'a adetâ Ödünç verir­cesine sadaka, namaz, oruç ve zikir gibi ibâdetlerde bulunan yok mu! Bu ihsanlarımı, onlara dağıtayım!..» ,denıekdir.

Hadîs-i şerif rahmet saatinin tanyeri ağarıncaya kadar devam ettiğine delildir. Bu rivayetler, geceleri tanyeri ağarıncaya kadar duâ ve istiğfar­da bulunmaya teşvik; duâ ve istiğfar gibi tâatlar için gecenin sonu evve­linden daha hayırlı olduğuna tenbîh etmektedirler.

 

25- Teravih Demek Olen Keyam-ı Ramazan'a Teşvik Babı

 

173- (759) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâîik'e, İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Humeyd b. Abdirrahmân'dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem):

«Her kim ramazdanda imân ve ihtisâbia gece namazı kılarsa, o kim­senin geçmiş günahları affolunur.» buyurmuşlar.

 

174- (...) Bize, Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Ma'mer, Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdi, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve Sellem) ashabına azimetle emret-meksİzin ramazanda gece namazına kendilerini teşvik eder ve:

«Her kim ramazanda îmân ve ihtisâbia gece namazı kılarsa, o kim­senin geçmiş günahları affolunur.» buyururdu. İşte Resûlüllah (Salhîlahü Aleyhi ve Sellem) hâl bu merkezde iken vefat etti. Ondan sonra Ebû Bekr'-in hilâfetinde ve Ömer'in hilâfetinin ilk zamanlarında bu iş ayni minval üzere devam etti.

 

175- (760) Bana, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, babam, Yahya b. Ebi Kesir'dan rivayet etti. Demiş ki: Bize, Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân rivayet etti. Onlara da Ebû Hüreyre rivayet etmiş ki, ResûlüIIab (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) :

«Her kim ramazanda îmân ve ihrisâbla oruç tutarsa, o kimsenin geç­miş günahları affolunur. Ve her kim Kadir Gecesinde îmân ve ihfisâbla namaz kiİarsa, o kimsenin de geçmiş günayları affolunur.» buyurmuşlar.

 

176- (...) Bana, Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Verkaa', Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Şellem)'den naklen rivayet etti. Efendimiz:

«Her kim Kadir Gecesinde namaz kılar âar (zannederim îmân ve İhti-sâbla ona rastlarsa dedi) o kimseye mağfiret olunur.» buyurmuşlar.

Bu hadîsleri Buharı «îmân» ve «Oruç» bahislerinde, tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce dahî rivayet etmişlerdir.

Rivayetlerin bâzılarında ramazanın kıyamından, bâzılarında da sıyâ-mmdan bahsedilmekde ve her ikisi hakkında da: «îmânla ihtisâbla...» tâ­birleri kullanılmaktadır. Bu tâbirlerden murâd: «Her kim hak olduğunu tasdik ederek ve riya için değil de Allah'ın rızâsını hesaba katarak namaz kılar ve oruç tutarsa, geçmiş günâhları affolunur.> demekdir.

Zîra bazen insan bir şey'in doğru ve hak olduğuna inanarak, onu ya­par. Lâkin ihlâs ve. samimiyetle değil riya ve gösteriş için yahut korku v,s. den dolayı yapar, böylesinin sevabı yokdur.

İhtisâb: hesaba katmak, Allah rızâsı için yapmak mânâlarına gelir.

Ramazanda kaaîm olmanın mânâsı, ramazan gecelerinde namaz kıl-makdır.                                    .

Birtakımları bundan murâd teravih namazı olduğunu söylemiş; bâzı­ları yalnız terâvih'e mahsûs değil, geceleri ne zaman namaz kılmsa bu fa-zîîet hâsıl olur; demişlerdir.

Teravih namazının sünnet olduğunda ulemâ müttefikdir. Yalnız efdaî olan hakkında ihtilâf etmişlerdir. Imam A'zam , tmam Şafiî ve ekseriyetle şâir Şâfiiyye ulemâsına, îmam Ahmed b. Hanbel ile Mâlikîlerden İbni Abdilhakem'e göre terâvih'i mescidlerde cemaatla kılmak efdaldır. Netekim Hz. Ömer ile diğer ashâb-ı kiram onu, bu şekilde kılmışlar; müslüman-lar da böyle kılmaya devam etmişlerdir. İmam Mâlik, İmam Ebû Yûsuf, Tahâvî ve Şâfiîler ile şâir mezhepler ulemâ­sından bâzılarına göre terâvîh'i evlerde yalnız kılmak daha faziletlidir. Çünkü Resûl-i Ekrem   (Sallaîîahü Aleyhi ve Seîlem):

«Farz namaz müstesna olmak üzere namazın en faziletlisi, kişinin evin­de kıldığı namazdır.»  buyurmuşlardır.

Hadîsin oruç rivayetine göre acaba oruç ismi verilebilecek en az mik-dâr meselâ bir gün tutmakla va'dedilen sevaba nail olunur mu, olunmaz mı? Zahire bakılırsa olunmaz. Çünkü bütün ramazan günlerini oruçla ge­çirmeyen kimseye örf-ü âdetde oruç tuttu denilmez. Oruç tuttu denilebil­mek için bütün ramazan günlerini oruçlu geçirmek icâb eder. Fakat has­talık veya benzen bir sebepden dolayı mâzûr olup da oruç tutmaya ni­yet ettiği hâlde, tutamıyan kimse hükümde dâhildir.. Yâni o kimse, va'd edilen sevaba nail olur. Netekinı bir kimse hastalıkdan dolayı namazını oturarak kılsa, kendisine ayakta kılanlar sevabı verileceğini ulemâ-i ki­ram beyân etmişlerdir.

Kadir gecesi hakkındaki sevaba nail olmak için ulemâdan bâzılarına göre bütün geceyi ibâdet ve tâatla ihya etmek şart değildir. Yatsının far­zını kılmak bile o geceye va'd buyurulan sevaba nail olmaya kâfidir. Fa­kat zahire bakılırsa o gecenin sevabına nail olabilmek için bütün geceyi ibâdetle ihya etmek şarttır. Bir günün yalnız bir kısmında veya o günün ekserisinde oruç tutmakla bir kimse oruç tutmuş sayılamıyacağı gibi, Ka­dir gecesinin bir kısmında ibâdet yapmakla dahî, o gece ihya edilmiş sa­yılamaz.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ramazan ayı için ay kelimesini söylemeksizin sâdece ramazan demek caizdir. Evvelce de işaret ettiğimiz vecihle bâzıları ay zikretmek-sizin sâdece ramazan kelimesini kullanmayı ve meselâ: Ramazan geldi, Ramazan gitti; demeyi kerîh görmüşlerdir.

2- Oruç tutmak, ramazan gecelerinde teravih kılmak ve Kadir ge cesini'ibâdetle ihya etmek, geçmiş günahların afvine sebeb olur.

3- Bu hadislerin zahirine bakılırsa zikredilen ibâdetler sebebi ile geçmiş günahların hem  büyükleri  hem küçükleri   affolunacakdır.  Allah Teâlâ'nm fadl-u kerem'i hudutsuzdur. Binâenaleyh her iki nev'î günahları affetmesi mümkinse de, bu gibi hadîsler hususunda ulemâ-i kiramın meş­hur olan mezhebi, yalnız küçük günahların kasdedilmiş olmasıdır. Netekim abdest hadîsinde, abdestin büyük günahlardan kaçınılmak şartı ile küçük günahlara keffâret olacağı bildirilmigdir.

Buradaki rivayetlerde ramazan orucunun ve terâvîh ile Kadir gece­sinin, küçük günahlara keffâret olduğu bildirildiği gibi daha başka riva­yetlerde Arafe günü tutulan orucun iki senelik günahlara, âşûrâ orucu­nun, bir senelik günahlara, bâzı rivayetlerde iki yılın ramazan oruçları, aralarındaki günahlara keffâret olduğu, keza iki ömre'nin ve cum'a'nın aralarındaki günahlara keffâret sayıldığı bildirilinişdir. Bu nev'îden da­ha birçok hadîsler vardır. Acaba bunların araları nasıl bulunur?

Cevap: Evvelce de işaret ettiğimiz gibi bu tarzdaki hadîslerden mu-râd, sayılan hasletlerin her biri küçük günahlara keffâret olabileceğini göstermekdir. Eğer günahlar, hadîslerde gösterilen zamanlara tesadüf ederlerse bu hasletler, onlara keffâret olur. Tesadüf etmezlerse .faillerine bakılır. Failleri henüz mükellef olmamış küçükler olur yahut hiç küçük günah işlememiş veya işlemiş de tevbekâr olmuş, yahut günahından sonra hayır, hasenat yapmış, mükelleflerden olursa, böyleleri de günahları ha­senat ile giderileceğinden mezkûr hasletlerle dereceleri yükseltilir; amel defterlerine hasenat yazılır. Bâzıları: «Büyük günahlarının bir kısmı ha­fifletilir.» demişlerdir.

 

177- (76i) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi kî: Mâlik'e, İbni Şihâb'dan dinlediğim, onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gece mescidde namaz kılmış, cemâatda ona uymuşlar. Sonra ertesi gece yine (u şekilde) namaz kılmış. Derken cemâat çoğalmış. Üçüncü yahut dör­düncü gece cemâat yine toplanmış. Fakat Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   onların yanma çıkmamış. Sabahlayınca (cemaata) :

Yaptığınızı gördüm! Benim için de sizin yanınıza çıkmaya bir mâni yokdu. Yalnız bu namazın, size farz kılınacağından endîşe ettim.» buyurmuşlar.

Râvî: «Bu ramazanda idî.» demişdir.

 

178- (...) Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Atdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Yûnus b, Yezîd, İbni Şi-hâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana, Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi, ona da Âişe haber vermiş kİ, Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin (evden) çıkarak mescidde namaz kılmış. Bâzı kimseler de, onun namazına uyarak namaz kılmışlar. Derken halk bu mes'ele üzerinde lâf etmeye başlamışlar. Bu sebeple evvelkilerden daha çok cemâat toplan­mış. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ikinci gece dahî mescide çık­mış ve cemâat da ona uyarak namaz kılmışlar. Cemâat (yine) bunun üze­rinde lâf etmeye başlamışlar. Derken üçüncü gece mescidin cemâati ço­ğalmış ama Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) yine çıkarak cemaata namaz kıldırmış. Dördüncü gece olunca artık rnoscid cemâati almaz ol­muş. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) de, cemaata çıkmamış. Bunun üzerine cemâatden bâzı kimseler: namaza! diye seslenmeye başlamışlar. Fakat Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) yine onların yanına çıkma­mış. Nihayet sabah namazına çıkmış. Sabah namazını eda edince, cemaa­ta doğru dönmüş; sonra şehâdet getirerek, şöyle buyurmuşlar:

«Bundan sonra (malûmunuz olsun ki) akşam ki hâliniz bana gizli kal­mış değildir. Lâkin ben gece namazın size farz kılınır da, onu kılamaz­sanız diye endîşe ettim.»

Bu hadisi Buhârî «Kitâbü'l-Cum'a», «Kitâbu't-Teheccüd» ve «KitâbÜ's-Siyâm» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişdir.

İmam Ahmed b. Hanbe1'in tahrîc ettiği rivâyetde: «Mes-cid, cemaatla doldu taştı...» denilmişdir. Bu hadîs'in Zeyd b. Sa­tait rivayetinde: «Peygamber  (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)  mescidde  kendişine hasırdan bir hücre yaptı da, orada birkaç gece namaz kıldı. Nihayet cemâat onun yanma toplandılar. Sonra bir gece sesini işitmediler. Ve uyu­duğunu zannederek yanlarına çıkması için öksürmeye başladılar. Bunun üzerine Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Yapmakda olduğunuzu gördüm fi'Iinrz devam etmektedir. O derece ki, üzerinize farz olur diye korktum. Farz olursa, onu yapmazsınız. Bi­nâenaleyh ey cemâat! (onu siz) evlerinizde kılın! Çünkü farz namaz müs­tesna olmak üzere kişinin en faziletli namazı evinde kıldığıdır, buyurdular.»

denilmektedir. Hadîsi Ebû Dâvûd dahî tahrîc etmişdir. Rivayet­leri çok ve muhtelifdir.

Resûlüllah (Sallaîlahü A leyhi ve Seîietn) 'in cemaata birkaç gece kıldır­dığı bu namaz terâvîhdir. Netekim bunu bir rivâyetde Hz.. Âişe dahî tasrîh etmişdir.

Buradaki rivayetlerde Resûlüllah (Sallaîlahü,Aleyhi ve Sellem) 'in cema­ata kaçar rek'ât namaz kıldırdığı büdiriîmemişdir. îbni Hu.zeyme üe îbni Hibbân'm rivayet ettikleri Câbir (Radiyallahû anh) hadîsinde ramazanda sekiz, rek'ât namaz kıldırdığı, sonra vitir yaptığı bildirilmişdir.

Teravih namazının yirmi rek'ât ve cemaatla kılınması Hz. Ömer zamanında-kararlaştırılmadır. Bu husûsda Buhar î'nin «Terâvîh» bahsinde İbni Şihâb tarîki ile Abdurrahman b. Abdü1kaarî'den şöyle bir haber rivayet edilmektedir: «Abdur­rahman demiş ki: Ramazanda bir gece Ömerü'bnü'I-Hattâb ile birlikde mescide çıktım. Bir de baktık cemâat darmadağın ol­muş. Kimisi yalnız kılıyor; kimisi birkaç kişiye imam olmuş namaz kıl­dırıyor. Bunları görünce Ömer: Aklıma, şöyle bir şey geliyor: Bu cemâati bir imamın arkasına toplasam hakîkaten pek güzel bir iş olacak! dedi. Sonra irâde buyurarak cemâati Übeyyü'bnü Kâ'b'ın ba­şına topladı. Sonra başka bir gece yine Ömer'le beraber mescide çık­tım. Cemâat imamlarına uymuş namaz kılıyorlardı. Ömer, onları görünce: Bu ne güzel bid'at!. dedi. Ve gecenin sonunda terâvîh kılanları kasdederek: Bunu kılmadan uyuyanların (sonrakalkip) kıldıkları ise şim­di kılanlannkînden daha da güzel! dedi. Cemâat terâvîh'i gecenin evve­linde kılarlardı.»

Aynî diyor ki: «Ömer (Radiyaîlahû anh) bu işi Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

(Cemaata Kitâbullah'ı en güzel okuyanları imam olur...) hadîsi ile âmel ederek yapmadır.»

Bir rivâyetde erkeklere Hz. Übeyy'in, kadınlara da Temîm–i Dârî (Radfyallahû arth) 'm imam oldukları bildiriliyor^ Bunun ayrı ayrı vakitlerde olması muhtemeldir.

Hz. Ömer'in başka bir gece mesciddekilerin hâlini teftîş için çık­ması gösteriyor ki, kendisi bu cemaata devam etmemişdir. Herhalde onun mezhebi terâvih'in evde ve bilhassa gecenin sonunda kılınması efdal ol­duğu merkezinde imiş.

Ömer (Radiyallahû anh)'m buna bid'at demesi, Resûlüllalı (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnet olarak kararîaştırmamış olduğundandır. Tera­vih Hz. Ebû Bekir zamanında da cemaatla kılınmamışdı. Yalnız Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bu namaza rağbet göstermişdi

Bid'at: Besûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) zamanında olmayan bir şey'i îcâd etmek demekdir. Ve biri bid'at-ı hasene, diğeri bid'at-ı seyyie olmak üzere başlıca iki nevidir. Sonra bunlarda nevi'lere ayrılmış ve bid'atlar: Vâcib, mendûb, mubah, mekruh ve haram olmak üzere beş kısım olmuşlardır. Meselâ: İlimleri bellemek için tedvin ve mülhidlere delille redd cevabı vermek vacib, mekteb yapmak mendûb çeşitli yemekler ve kıymetli elbise mubahtır. Makruh ile haram .bid'a'ta misâl vermeye lüzum yoktur. Onlar malûmdur.

Şer'an makbul ve güzel şeylerden sayılabilen bid'atlara bid'at-i ha­sene; şer'an çirkin sayılanlara da bid'at-i seyyie derler.

Ulemâ terâvih'in müstehab olan rek'ât sayısı hakkında ihtilâf etmiş; ortaya bir çok kaviller çıkmişdir. Ezcümle: Bâzılarına göre vitirle bera­ber kırkbir rekât kılınır. Medîne1i'lerin mezhebi, budur.

îbni Abdilberr «El-İstizkâr» adlı eserinde Esved b. Yezîd'in terâvih'i kırk; vitr'i de yedi rek'ât üzerinden kılardığmı rivayet etmiş, vitir namazının kırk rek'âtda dâhîl olduğunu söylememişdir.

Bir takımları terâvih'in otuzsekiz rek'ât olduğunu söylerler. Bu kavil imam Mâlik 'den nakledilmişdir. Ona göre otuzsekiz rek'ât teravinden sonra imam cemaata bir rek'ât da vitir namazı kıldırır. Mâmâfîh imam Mâ1ik'in rneşhûr kavline göre -teravih namazı otuzaltı rek'ât olup, üç rek'âthk vitir namazı da bunda dâhildir. Bâzıları -Medîne'lilere göre terâvih'in otuzaltı rek'ât olduğunu söylerler. Ancak üç rek'âthk vitir na­mazı bunda dâhil değildir. Vitr'le beraber terâvih'in sayısı otuzdokuz olur.

«Teravih» in otuzdört, yirmisekiz, yirmidört ve yirmi rek'ât olduğu­nu söyliyenîer de vardır.

Hanefîlere   göre terâvih'in rek'ât sayısı yirmidir.

Cumhûr-u ulemânın ve imam Şafiî ile ekseri fukahânın mez­hepleri de budur. Bâzıları terâvih'in onaltı rek'ât olduğunu, bir takımları onüç, daha başkaları onbir rek'ât olduğunu söylemişlerdir.

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Nafile namazı cemaatla kılmak caizdir. Lâkin efdaİ olan yalnız kılmakdır. Teravih hakkında    ihtilâf edilmişdir. Leys b. Sa'd, Abdullah b. Mübarek, imam Ahmed b. Hanbel ve İshâk'a göre terâvîh'i cemaatla kılmak efdaldir.

Hanefîlerle, Şâfiîlerden bir cemâatin kavli de budur. «El-Hidâya» sahibinin beyânına göre terâvîh'i cemaatla kılmak sünnet-i kifâyedir.

İmam Şafiî ile imam Mâ1ik'e göre terâvîh'i evde kılmak ef-daldır.

2- Terâvîh'in vakti yatsı ile vitr namazlarının arasıdır. Müstehab olan zamanı, gecenin ilk üçte biri veya yarısıdır. «El-Muhît» nâm eserde terâvîh'i yatasidan evvel kılmanın caiz olmadığı bildirilmişdir.

3- Ekseri ulemâya göre terâvîh'i hatimle kılmak simnetdir. Bâzıları cemaata bıkkınlık vermemek için her rek'âtda akşam namazmdaki kadar okunacağına kaail olmuşlarsa daŞemsü'l-Eimme bu kavlin makbul olmadığını söylemişdir.

Bir takımları terâvîh'İn her rek'âtmda yirmi veya otuz âyet okunaca­ğını söylemişlerdir.

4- Bir kimse imam kendisine imam olmayı niyet etmese bile, ona uyabilir. Cumhûr-u ulemânın mezhebi  budur.    Yalnız bir- rivâyetde imam   Şafiî    bunu doğru bulmamışdır,

5- Bir maslahatla mefsedet yahut iki maslahat muâraza. ederlerse, mühim olanı tercih    edilir.    Zîra   Resûlüllah    (SallaVahü Aleyhi ve Sellem) mescidde namaz kılmayı maslahat   görmüş fakat farz olur   korkusu bu maslahata muâraza ettiğinden maslahatı terk etmişdir. Çünkü mefsedetin ehemmiyeti daha büyükdür. Bunun, sebebi ile farz terk olunacakdır.

6- İmam yahut bir cemaatın büyüğü beklenilmedik bir şey yapar ve bunda mâzûr olursa sû-i zannı önlemek ve cemâatin gönüllerini almak için özrünü beyân etmesi yerinde olur.

7- Hadîs-i  şerif Resûlüllah (Saiîallahü'Aleyhi ve Set'etn)'in    dünyâya dalmadığına, dünyânın pek .az metâı ile iktifa ettiğine ve ümmetine karşı son derece müşvik ve merhametli olduğuna delildir.

8- Cemaatla kılman nâfüe namazlar için ezan ve.ikaamet yokdur.

9- Ramazanda terâvîh kılmak bâzılarının dediği gibi Hz. Ömer'in te'sîs ettiği bir sünnet değil, islâm cemâatinin    kabulü ile sünnet ol-rnuşdur.

10- Hutbelerde «emmâ ba'du» demek müstehabdır.

 

179- (762) Bize, Muhammed b. Mihrân Er-Râzî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Velîd b. Müslim rivayet etti. (Dedi fei) : Bize, Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Abde, Zırr'dân riyâyet etti. Demiş ki: Ben, Übeyyü'bnü Kâ'b'ı aıılatırkcjı işittim: (Übeyy'e: Abdullah b. Mes'ûd: Bütün sene gece namazı kılan .kimsenin kadir .gecesine isabet ettiğini söylüyor, demirler­di.) Bunun, üzerinel Üb'eyy: «Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ye-mîn ederim ki,, kadir gecesi ramazandadır.» dedi, inşaallah diyerek istisna yapmaksızın yemîn etti. Ve: «Vallahi onun hangi gece olduğunu pek âlâ biliyorum. Kadir gecesi; Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in bize namaz kılmamızı emir buyurduğu gecedir. O da ramazanın yirmiyedinci gününün gecesidir. O gecenin alâmeti, sabahında güneşin ziyâsız olarak bemheyaz doğmasıdir.» dedi.

 

180- (...) Bize, Muhammedü'bnü'l - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be ri­vayet etti. Dedi ki: Abdetü'bnü [71] Ebî LübâbVyi Zirr b. Hubeyş'den, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet ederken dinledim. Zırr şöyle de­miş: «Übeyy Kadir gecesi hakkında: Vallahi onu ben pek âlâ biliyorum.

Benim bildiğine göre o, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bize namaz kılmamızı emrettiği gecedir; o (ramazanın) yirmiyedinci gecesi-dir; dedi.»

Ancak Şu'be şu cümlede şekketmişdir: «O, Resûlülîah (SallatlahU Aleyhi ve Sellem) 'in bize emrettiği gecedir.» Şu'be :«Bu cümleyi bana. Übey'den bir arkadaşım da rivayet etti.» demişdir.

 

(...) Bana, Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be bu îsnâdla, bu hadîsin benzerini riva­yet etti. Yalnız râvî: «Ancak Şu'be şekketmişdir...» cümlesi ile ondan son­rasını zikretmemişdir.

Bu hadîs Kadir gecesini, o gecenin zamanını ve alâmetini bildirmek­tedir.

Ulemâ mezkûr gece hakkında ihtilâf etmişlerdir. Babımız hadîsine göre «Kadir» gecesi, ramazanın yirmiyedinci gecesidir. Buna kaail olan­lar bulunduğu gibi ramazan'm ilk gecesi, yirmibir, yirmiüç, yirmibeş, yir-midokuzuncu gecesi olduğunu söyleyenler hattâ ramazanın son gecesidir diyenler de bulunmuşdur.' Bâzıları sayılan bu tek adedlerin çiftlerinde, bir takımları bütün senede; bâzıları da bütün ramazanda olduğunu söyle­mişlerdir.

îmam A'zam'a göre «Kadir» gecesi ramazandadır. Yalnız bâzı sene daha evvel, bâzı sene sonra gelebilir. İmamEbû Yûsuf'la Muhammed'e göre «Kadir» gecesi yer değiştirmez. Lâkin ne zaman olduğu belli değildir. Bâzıları «îmam Ebû Yûsuf'la Muhammed'e göre «Kadir» gecesi ramazanın yarısından sonra gelir.» demişler­dir.

îmam Şâfiîye göre bu gece ramazanın son on günü içersinde­dir. Yer değiştirmez ve kıyamete kadar devam edecekdir.

Ebû Bekr-i Râzî: Kadir gecesi aylardan birine mahsûs de­ğildir.» demiş; Hanef ilerin de buna kaail olduğunu söylemiş-dir. Filhakika Kaadı Hân: «Ebû Hanîfe 'nin meşhur kav­line göre «Kadir» gecesi bütün senenin içinde döner. Ve bazen ramazana, bâzan da başka aylara rastlar.» demiştir.

Ashâb-ı kiramdan İbni Mes'ûd ile İbni Abbâs (Radiyaîîahû anhûma) 'nm; Tabiînden îkrime ve başkalarının kavi­leri de budur.

Ashâb-ı kiramdan   Abdullah b.  Zübeyr'e göre «Kadir gecesi ramazanın onyedinci gecesinde, Ebû Saîd-i Hudrî (Radiyattahû anh) 'a göre yirmibirinci gecesindedir. İmam Şafiî 'nin mezhebi de budur.

Kadir gecesinin Şaban ayının yarısında olduğunu söyliyenler bulun­duğu gibi Şîî'ler onun kaldırıldığını iddia etmişlerdir. Bu kavli Ha-nef îler'e nisbet eden olmuşsa da doğru değildir.

Rivayete nazaran Abdullah b. Hanbes şöyle demiş: «Ebû Hüreyre'ye: Halk, «Kadir» gecesinin kaldırıldığını söylüyor­lar? dedim: Ebû Hüreyre: Onu söyliyen yalan yapmış; cevâbım verdi.»

Kadir gecesinin Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) zamanında yalnız bir sene olduğunu söyliyenler de bulunmuşdur.

Bâzıları, «Kadir» gecesinin yalnız bu ümmete mahsûs olduğunu, baş­ka ümmetlerde böyle bir gece bulunmadığını söylemişlerdir. Mâliki-lerden İbni Habib ile başkaları bu kavli kat'î olarak kabul etmişlerdir. Ayni kavli Cumhûr-u ulemâya nisbet edenler de vardır.

Hâsılı «Kadir» gecesi hakkında' kırkbeş kadar kavil vardır. Bununla beraber mefhûm-u aded sahîh bir delîl olmadığı için ona itibar yokdur. Binâenaleyh hadîsler arasında münâfaat bulunmamaktadır.

Bir rivayete göre İmam Şâfiî : «Bence Peygamber (SalIaUahü Aleyhi veSelîem) kendisine nasıl sorulursa; Öyle cevap verirdi. «Kadir» gecesini filân gecede arayalım mı? diyenlere: Onu filân gecede arayın derdi.» demişdir. Ulemânın ekserisi onun yirmiyedinci ramazan gecesi olduğnu söy­lemişlerdir. «Kadir» gecesinin sabahında güneşin zıyasız olarak doğma­sından murâd - Tybî'nin beyanına göre- güneş doğarken insanın gözü­ne gelen iplik gibi ince ziyaların görülmemesidir. Bâzıları: «Buna sebeb, o gece yeryüzüne ineri sayısız meleklerin kanatları ile güneşin ziyasını örtmeleridir.» demişlerdir. Fakat: «O gecenin nuru güneşin ziyasına ga­lebe çalmışdır.» demeyi daha münasib görenler de vardır. Kadir gecesine âid hadîslerin mühim bir kısmı oruç bahsinde gelecekdir.

 

26- Gece Namazında ve Kıyamında Dua Babı

 

181- (763) Bana Abdullah b. Hâşim fa. Hayyân EI-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize, Abdurrahmân yâni Ibni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Süfyân, Selemetü'bnü Küheyl'den, o da Küreyb'den, o da İbnİ Afa-bâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs şöyle demiş «Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel'e m) geceleyin kalkarak hacetine gitti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı. Son­ra uyudu, sonra kalkarak su tulumuna gitti. Ve onun ağız ipini çözdü; sonra iki abdest arası (yâni haddinden fazla, lüzumundan az dökmemek şartı ile) bir abdest aldı. Suyu çok dökmedi fakat her yere ulaştırdı. Son­ra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalktım ve onun için uyamrdığımı zan­netmesin diye şöyle bîr gerindim ve abdest aldım. Resûlüllah (SallaVahü A'eyhive Sellem) namaz kıldı. Ben de sol tarafına durdum. O, elimden tu­tarak beni sağ tarafına çevirdi. Bu şekilde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tam onüç rek'ât namazı tamam oldu. Sonra uzanıp yattı ve uyudu, hattâ horladi. Zâten uyuduğu vakit horlardı. Müteakiben Bilâl ge­lerek kendisine sabah namazını haber "verdi. Resûl-i Ekrem (Sallo^afrl Aleyhi ve Sellem) hemen kalktı ve namaz kıldı; ama abdest almadı. Duasın­da şu cümleler vardı :

«Allah'ım! Benim kalbime nur, gözüme nûr, kulağıma nur, sağıma nur, soluma nûr, üstüme nûr, altıma nûr. Önüme nûr ve arkama nûr ver! benim nurumu büyült!»

Küreyb; «Tâfcûtda yedi kelime daha vardı, (onları unuttum.) dedi. Sonra Abbas oğullarından  birine rastladım da  onları bana söyledi ve: sinirimi, etimi, kanımı, saçımı ve tenimi diye anlattı. İki haslet daha söy­ledi.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'd-Deavât» da; Ebû Dâvûd «Kitâbü'I-Edeb» de; Tirmizî «Kitâbû'ş - Şemail» de; Nesâî «Namaz» bahsinde; İbni Mâce de «Kitâbü't-Tahâre» de muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Tâbut'dan murâd : insanın bedenidir. Çünkü rûh'a nisbetle beden tâ­but gibidir. Tâbutun hakikati: üzerinde cenaze taşman tahtadan yapma âletdir.

Dimyâtî'ye göre tâbûtdan murâd; göğüsdür. Çünkü göğüs kalbin tâbutu mesabesindedir. İbni Battal dahî ayni şey'i söylemiş ve şunları ilâve etmişdir: «Netekim ilmi ezberlemiyen kimse için:-Onun ilmi tâbuta tevdî' edilmişdir; derlet.» Bâzıları: «Tâbût'dan mur'âd: kaburga kemikleri ile onların ihtiva ettiği kalp ve şâir âzadır. Bunlara tâbut de­nilmesi içersinde eşya muhafaza edilen sandığa benzediğin dendir.» de­mişlerdir.

İbnü'1-Cevzî'ye göre tâbûtdan murâd, sandıkdır. Küreyb'in yedi şey'i hatırlayamamasi, o anda hatırında plmayıp evdeki sandığında yazılı bulunduğundandır. Sonra Abbâs oğullarından birine tesadüf ettiğini soyliyen zât Seleme tü'bnü Küheyl 'dir. Tesadüf ettiği zâtın ismi de Alîyyü'bnü Abdillâh b. Abbâs'-dır.

Bâzıları: «tâbûtdaki yedi şeyden murâd, yedî nurdur. Bunlar Benî İsrâî1'in Tâbut 'unda yazılı bulunan nurlardı.» demişlerdir.

Son iki hasletden murâd: Kirmânî'ye göre vücûdun iç yağları ile kemiklerdir. Bâzıları:. «Bundan murâd kemikler ile kabirdir.» demişler­dir.

İbni Battal: «Ben, bu hadîsi Alî b. Abdillâh b. Abbâs'in babasından rivayet ettiğini gördüm...» diyerek hadîsi uzun uzadıya rivayette bulunmuşdur. O rivâyetde: «Yâ Rabbî! Benim kemik­lerime nûr ve kalbime nûr ver!» ifâdesi vardır. Bir takımları iki haslet­den, dil ile nefsin kasdedildiğini söylerler.

Bu hadîsdeki nurdan murâd, hakkı beyân ve bütün hâllerde muvâf-fakiyyete mazhar olmakdır.

Tıybî diyor ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), 'in teker teker her âzâ için Allah'dan nûr istemesi marifet ve tâat nurları ile süs­lenmesi içindir. Çünkü şeytanlar insanı altı cihetden vesvese ile kuşatır­lar. Onlardan kurtulmak, bu altı ciheti nurlarla tıkamak sayesinde müm-kin olur.»

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cemâat bir kişiden ibaret olursa imamın sağına durur. Soluna durmuş olsa bile sağma geçer; geçmediği takdirde kendisini imam geçirir.

2- Amel-i kalü namazı bozmaz. (Bunun ne demek olduğu evvelce görülmüşdü)                                          .                                                 

3- Sabinin namazı şahindir.

4- Nafile namazları cemaatla kılmak caizdir.

5- Uykuda horladığı hâlde abdestin bozulmaması Peygamber (SaîlaVahü Aleyhi ve Selîem) Hazretlerine mahsûsdur Onun uzanarak uyu­ması dahî abdestini bozmaz. Çünkü gözleri uyuşa da kalbi uyanıkdır.

 

182- (...) Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike, Mah-rametü'bnü [72] Süleyman'dan dinlediğim, onun da İbni Abbâs'ın âzâd~ hsı Küreyb'den naklettiği, Küreyb'e de îbni Abbâs'm haber verdiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs bir gece teyzesi Ümmü'I-Mü'minîiı Meymû-ne'nin yanında kalmış. İbnİ Abbâs diyor ki:

Ben, yastığa aykırı uzandım. Resûlüİlah (Sallailahü Aleyhi ve SeUem) île zevcesi ise uzunluğuna yattılar. Derken Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem)ıtyuâu. Gece yarısı yahut ondan az önce veya az sonra uyandı. Ve yüzünden eliyle uykuyu silmeye başladı. Sonra Âli Imrân sûresinin sonlarındaki on âyeti okudu. Ve asılı duran bir tuluma davrandı. Ondan abdesî aldı.   Abdestinî de güzel aldı.   Sonra kalkarak namaz kıldı.

İbni Abbâs diyor ki: Ben de kalkarak Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'İn yaptığı gibi yaptım. Sonra (onun yanma) giderek yamba-şına durdum. Derken Resûlüllah (Sallailahü A leyhi ve SeUem) :

Sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımdan tutarak onu büktü. Müteakiben iki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki rek'ât daha, sonra iki rek'âf daha, sonra iki rek'ât daha' sonra iki rek'ât daha, sonra İki rek'ât daha kıldı. Sonra vitr yaptı, onra uzanıp yattı. Nihayet müezzin gelince kal­karak hafif iki rek'ât dahî kıldı. Sonra (mescide) çıkarak sabah namazını kıldı.

 

183- (...) Bana, Muhammed b. Selemete'l-Mûrâdî rivayet etti. (De­di ki) : Bize, Abdullah b. Vehb, lyâz b. Abdillâh El-Fihıî'den, o da Mah-rametü'hnü Süleyman'dan bu isnâdla rivayet etti. Şunu da ziyâde eyledi:

«Sonra Resûîüliah (Sallailahü Aleyhi ye Seliem) su kabına giderek mis­vak tutundu ve abdest aldı. Abdesti yerli yerince aldı. Suyu pek az döktü. Sonra beni dürttü, ben de kalktım...» Hadîsin geri kalan kısmı Mâlik'in hadîsi gibidir.

Bu rivâyetdoki «Ard» kelimesini Dâvûdî «Urd» şeklinde zab-tetmişdir. Ard: Genişlik; Urd: kenar demekdir. Doğru olan rivayet Nevevî'nin de beyân ettiği gibi «Ayn» iri fethi ile «Ard» rivayetidir.

Visâde: Yastık demekdir. Kaadı İyâz bâzı ulemâdan onun burada döşek mânâsına geldiğini rivayet etmişdir. Çünkü Hz. İbni Abbâs:

«Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) : ile zevcesi uzunluğuna yattılar.» demişdir. Fakat Nevevî bu kavlin zayif yahut bâtıl olduğunu söyle­mektedir. iFlhakîka Ebû Zür'a 'nın «E!-İlel» adlı eserinde tahrîc et­tiği bir rivayette İbni Abbâs (Radiyalîahû anh)   şunları söylemiştir:

«Teyzem Meymune'ye gelerek : ben bu gece sizde yatmak istiyorum, dedi. O : bizde nasıl yatacaksın, yalnız bir döşeğimiz var! dedi. Berftm sizin döşeğinize ihtiyacım yok! elbisemin yarısını altıma döşerim. Yastığa gelince : Ben de başım? sîzin başınızla birlikte arkadan yastığa koyarım, dedim. Az sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi. Meym One ona benim söylediklerimi anlatınca : «Bu, Kureyşin şeyhidir.» buyurdular.

Hadîs-i Şerifden de anlaşılacağı vecihle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) 'in zevcesi Me'ymûne (Radiyaîlahû ahha) İbni Abbâs'm teyzesidir. Hadîs cima' olmadığı takdirde bir kimsenin zevcesi ile onun yakın akrabasından bir sabinin —velev mümeyyiz olsun— yanında yatabileceğine delildir.

Kaadr İyâz diyor ki: «Bu hadîsin bir rivayetinde îbni Abbâs: Ben, teyzemin hayızlı bulunduğu bir gecede onun evinde kaldım; demişdir. Bu kelime her ne kadar rivayet itibârı ile sahîh değilse de mânâ itibârı ile pek güzeldir. Çünkü Peygamfcer (Sallatkıhü Aleyhi ve Settem) 'in ailesine ihtiyâcı olduğu bir gecede ne- îbniAbbâs teyzesinin yanında kalmak ister, ne buna babası müsâde eder...»

1- Yüzünden uykuyu silmek, mecazdır. Bundan murâd uykunun eserini silmekdir. Hadîs-i şerîf uykudan uyanan bir kimsenin yüzünden uyku eserini silmesinin müstehab olduğuna delâlet etmektedir.

2- Yine bu hadîs abdestsiz Kur'ân okumanın caiz olduğuna delildir. Bu husûsda bütün müslümanlar müttefikdir. Kur'ân okumak yalnız cünüp ve hayızlı kimselere haramdır.

3- Uykudan uyanan bir kimsenin  Â1i Imrân  sûresinin so­nundaki on âyeti okuması müstehabdır.

4- Sûre-i Âli Imrân,   Sûre-i   Bakara, Sûre-i   Nisa gibi isimleri söylemek caizdir.   Selef   ulemâsından bâzıları bunu kerih görmüş; bu tâbirlerin yerine meselâ: «İçinde Â1i Imrân zikredilen sûre.»  denilmesini tensîb etmişdir. Hâlbuki sûre­leri malûm olan isimleri ile zikretmek caizdir. Selef ve Ha1efin cumhuru buna kaaildir. Bir çok sahih hadîsler de caiz olduğunu bildir­mektedir.

5- Kesûlüllah (SaUcUahü Aleyhi ve Sellem)'in İbni Abbâs'ın kulağını çekmesi, bâzılarına göre namaza ve namazda nereye duracağına dikkat etsin diyedir. Bâzıları uykusunu gidermek için kulağım büktüğünü söylemişlerdir. Bu vecih daha makbul görülmüşdür.

6- Hadîs-i şerif gece namazlarında ikişer rek'âtda   selâm vermenin efdal olduğuna delildir.

7- Müezzinin namaz kıldırmak için imamı    mescide davet etmesi caizdir.

8- Sabah namazının sünnetini hafif kılmak müstehabdır.

 

184- (...) Bana, Harun b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, tbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Amr, Abdurabbih b. [73] Saîd'-den, o da Mahrametü'bnü Süleyman'dan, o da İbni Abbâs'ın âzâdhsı Kü-reyb'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, şöyle demiş:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Meymûne'nin yanın­da geceledim. O gece Resûiüllah (Saîlallah'û Aleyhi ve Selîem) onun yanın­da idi. Derken Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) abdest aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalkarak sol tarafına durdum. Ama Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) , beni (utarak sağına durdurdu. Mü­teakiben o gece önüç rek'ât namaz kıldı, onra Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) uyudu, hattâ harladı. Uyuduğu zaman horlardı. Sonra (namaza davet etmek için) ona müezzin geldi, o da (mescide) çıkarak namaz kıldı. Faka tabdost almadı.»

Amr demiş ki: «Ben, bu hadîsi Bükeyru'bnü'l-Eşecc'e söyledim; o da: Bana, Küreyb onu rivayet etti; dedi.»

 

185- (...) Bize, Muhammed b. Kâfi' rivayet etti.  (Dedi ki) :    Bize, İbni Ebî Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Dahhâk, Mahrametü'bnü Süleyman'dan, o da İbni Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, o da İbni Abbâs'-dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş: «Bir gece teyzem Mey-mûne binü'l-Hâris'in yanında kaldım. Ona: Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi veSeîlem) kalktığı vakit beni uyandırıver; dedim. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı. Ben de kalkarak sol tarafına durdum:

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) elimden tutarak beni sağ tara­fına durdurdu. Bundan sonra artık ben uyukladım mı kulağımın yumuşağını tutardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onbir rek'âî namaz kıldı. Sonra elleriyle dizlerini dolaylayarak oturdu; hattâ oturduğu yerde uyurken ben nefesini işitiyordum. Sabah olduğunu anlayınca hafif iki rek'âî namaz kıldı.»

 

186- (...) Bize, Ibni Ebî Ömer ile Muhammed b. Hatim, ibni Uyey-ne'den rivayet ettiler. İbni Ebî Ömer dedi ki: Bize, Süfyân, Arar b. Dî-nâr'dan. o da İbni Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan nak­len rivayet etti ki, İbni Abbâs teyzesi Meymûne'nin yanında gecelemiş.

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin kalkarak asılı duran su tulumundan hafif bi rabdest almış. (Râvî demiş ki. İbni Abbâs, Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in abdest alışını tavsif etti. Ve onu ha­fif tutuyor; (suyu az döküyordu.)

İbni Abbâs demiş ki: Bunun üzerine ben de kalkarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yaptığı gibi yaptım. Sonra gelip sol tarafına durdum. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Beni arkasından geçirerek sağ tarafına durdurdu. Ve namazını kıldı. Sonra yana yaslandı ve uyudu. Hattâ horladı.    Sonra ona Bilâl gelerek namaz vaktini haber verdi. Bunun üzerine mescide çıkarak sabah nama­zını kıldı.    Fakat abdest almadı.»

Süfyân: «Bu hâl Peygamber (SaHaU.ahü Aleyhi ve Selleln)'-e mahsûsdur. Çünkü biz Peygamber (Sullallahü Akyhi ve Sellem)'\n gözleri uyur, kalbi uyumazdığım duyduk.» demiş.

 

187- (...) Bize, Muhammed b. Beşşâr rivayet, etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammed (yâni tbni Ca'fer) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Seleme'den, o da Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs şöyle demiş :

Teyzem Meymûne'nin evinde geceledim de Resûlüiiah (SallaUahü Aleyhi ve Sellern) 'in nasıl namaz kıldığını gözetledim. Derken kalktı bev! etti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı. Sonra uyudu. Bilâhare kalkarak su tulumuna gitti. Ve onun ipini çözdü. Sonra tasa yahut çanağa su dök­tü. Tulumun (ağzınt) da eliyle kabın üzerine eğdi. Sonra israfla taktır arası güzel bir abdest aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalktım, ya­nına geldim. Ve soluna durdum. Resûlüiiah (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) beni tutarak sağ tarafına durdurdu. Böylece Resûlüiiah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı onüç rek'âtda tamam oldu. Sonra uyudu; hattâ horla-dı. Biz, onun uyuduğunu horlamasından ânlardık. Sonra namaza çıktı; ve (sabah) namaz(ını) kıldı Namazında yahut sücûdunda :

«Yâ Rabbî! Benim kalbime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, sağıma nur, soluma nûr, önüme nûr, arkama nûr, üstüme nûr, altıma nûr ve bana nûr ver; yahut beni nûr eyle!» derdi.

 

(...) Bana, İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Nadr b. Şü-meyl rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şube haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Se-lemetü'bnü Küheyl, Bükeyr'den, o da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti.

Seleme demiş ki: «Müteakiben Küreyb'e rastladım da, şunları söyle­di: tbni Abbâs: Ben, teyzem Meymûne'nin yanındaydım. Sonra Resûlül-lah (Saîîalîahü Aleyhi ve Seİİem) geldi... dedi. Sonra Gunderin hadîsi gibi rivâyetde bulundu. (Hadîsin sonunda, o) şekketmedi. Ve: (Benî nûr eyle) dedi.»

 

188- (...) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe ile Hennâd b. Serîy rivayet ettiler. Dediler ki : Bize, Ebû'l - Ahvas, Saîd h. Mesrûk'dan, o da Sele-metü'bnü Küheyl'den, o da İbni Abbâs'm âzâdlısı Ebû Rişdîn'den, o da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. tbni Abbâs şöyle demiş:

«Teyzem Meymûne'nin yanında geceledim...» Râvî hadisi anlattı yal­nız yüzle ellerin yıkandığını söylemedi. Ancak:

«Sonra tuluma gelerek, ipini çözdü ve israfla taktır arasında orta bir abdest aldı. Sonra yatağına gelerek uyudu. Bilâhare bir daha kalktı ve yine tuluma gelerek ipini çözdü ve öyie bir abdest aldı ki, abdest ona der­ler!... dedi. Ve : «Bana pek büyük bir nûr İhsan eyle!» ifadesini söyledi: «Beni nûr eyle!...» cümlesini söylemedi.

 

189- (...) Bana, Ebû't-Tâhîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb, Abdurrahmân b. Selmân El - Hacri [74]'den, o da Ukayl b. Hâlid'den nak­len rivayet etti. Ukayl'e de Seleme'tübnü Küheyl, Ona da Küreyb rivayet etmiş ki, İbni Abbâs bir gece Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemfin ya­nında kalmış.

İbnİ Abbâs demiş ki :

«Sonra Resûlüilah (Salktîlahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak tuluma gitti. Ve ondan su döktü de abdesf aldı. Fakat abdestte suyu ne çok döktü, ne de az...  Râvî hadîsi böylece rivayet etmişdir. Bu hadîsde :

«Resûlüilah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/n), o gece ondokuz kelimelik bir duâcla bulundu.» ifâdesi de vardır.

Seleme demiş ki: «Onları, bana, Küreyb söyledi. Ben, onların onikisi-ni belledim; geri kalarimt.unuttum. Resûlüilah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

(Yâ Rabbî! Benim kalbime nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, üstüme nûr, altıma nûr, sağıma Nûr, soluma nur, önüme nûr, arkama nûr, nefsime nûr ver! Bana büyük bir nûr ihsan eyle) buyurdular.»

 

190- (...) Bana, Ebû Bekr b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, îbni Ebî Meryem haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Muhammed b. Ca'fer ha­ber verdi. (Dedi ki) : Bana, Şerîkü'bnü Ebî Nemir, Küreyb'den, o da îbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki, İbni Abbâs şöyle demiş:

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliemj'ın geceleyin nasıl namaz kıldı­ğını göreyim diye nevbefînİn Meymûne'de olduğu bir gece onun evinde yattım Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) ailesi ile bîr müddet konuş-fukdon sonra uyudu...... Ve Râvî hadîsi (bu minval üzere) hikâye etmiş­tir. Bu hadîsde: «Sonra kalkarak abdest aldı ve misvaktandı.» ibaresi de vardır.

 

191- (...) Bize, Vâsıl b. AbdilVlâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu­hammed b. Fudayl, Husayn b. Abdirrahmân'dan, o da Habîb b. Ebî Sâbİt'-den, o da Muhammed b. Alîy b. Abdillâh [75] b. Abbâs'dan, o da babasın­dan, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Abdullah b. Ab­bâs, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selkm) 'in yanında uyumuş. Müteaki­ben Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyanarak misvaklanmış ve ab­dest almış. (Abdest alırken) şu âyetleri okuyormuş :

. «Hiç şüphe yok ki göklerle yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün biribirinİ tâkîb edişinde akıl sahipleri İçin ibretler vardır.» [76] (İbni Ab-bas demiş ki) İşte bu âyetleri tâ sûrenin sonuna kadar okudu. Sonra kal­karak iki rek'ât namaz kıldı. Ama bu ilri rek'âtda kıyamı, rükû'u ve sücûdu uzattı. Sonra oradan ayrılarak uyudu. Hattâ horladı. Bunu üç defa yaptı, (yâni) altı rek'ât namaz kıldı. Hepsinde misvaklamyor; abdest alı­yor ve bu âyetleri okuyordu. Sonra üç rek'âtla vitr yaptı. Derken müez­zin ezan okudu; o da namaza çıktı. Şu duayı okuyordu:

«Allah'ım! benim kalbime nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, arkama nûr, Önüme nûr, üstüme nûr, altıma nûr kalk eyle! Yâ Rabbî! Banc nûr ver!...»

 

192- (...) Bana, Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Cüreyc haber verdi (Dedi ki) : Bana Atâ', İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. Demiş ki :

«Bir gece teyzem Meymûne'nîn yanında kaldım, derken Peygambeı (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin nafile namaz kılmağa kalktı. Ve sı tulumuna giderek abdest aldı ve namaza durdu. Onun böyle yaptığını gö rünce, ben de kalktım ve tulumdan abdest aldım. Sonra onun sol tarafım durdum. Resûlüilah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) arkasından, benim elimder tutarak benî öylece arkasından sağ tarafına döndürdü.»

(Râvî diyor ki) : Ben : «Bu nafile namazdamı oldu?» dedim:

— Evet; cevâbını verdi.

 

193- ( ..) Bana, Hârûn b. AbdiIIâh ile Muhammed b. Bâfî' rivâye: ettiler. Dediler ki : Bize, Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, ba banı haber verdi. Dedi ki: Kays b. Sa'd'i, Atâ'dan, o da İbni    Abbâs'dai naklen rivayet ederken dinledim. îbni Abbâs şöyle demiş:    «Abbâs, bem Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) 'e gönderdi.

«Sesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem), teyzem Meymûne'nin evirrJe İdi. O gece oranla beraber kaldım. Geceleyin Resufüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) namaza kalktı, ben de (kalkarak) sol tarafına durdum. O, beni arkasından yakalayarak sağ tarafına durdurdu.»

 

(...) Bize, İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, Abdülmelik, Atâ'dan, o d/. İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. îbni Abbâs, İbni Cüreyc ve Ka',b. Sa'd rivayetlerinde ol­duğu gibi: «Ben, teyzem Meymûne'nin yan? da geceledim...» demiş.

Görülüyor ki İbni Abbâs (Re .yallahû anhûma) 'dan muhtelif yollarla rivayet edilen bu hadîs, Pey umber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in gece namazım ve bu namazı kaç re> it kıldığını, namaz esnasında oku­duğu duaları bildirmektedir.

Yalnız Müs1im'in Vâsi' b.. Abdi1'a'lâ tarîki ile riva­yet ettiği (191 numaralı) hadîs, d; it rivayetlere muhalif düşmüşdür. Çünkü bu rivayette hem rek'ât ad u altı olarak gösterilmiş hem de Be-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ı ikişer rek'ât namaz kıldıkça uyu­duğu bildirilmişdir. Hâlbuki diğe rivayetlerde namaz arasında uykudan bahsedilmediği gibi; gece nama? n rek'ât sayısı da onüç olarak tesbit edilmişdir.

Kaadı İyâz diyor k «Husayn b. Abdirrahmân'in, Habib b. Ebî Sabit 'den rivayeti, Dârakutnî'nin Müslim'e kar. ve istidrâk yaptığı husûsâtdan biridir. Çünkü bu rivayet mrarib, râvü ;n de muhtelifdir. Dârakutnî hadîsin Habî!-den yedi seki ie rivayet edildiğini, Habîb'in bu hadîsde Currnûr'a muhâlefe ettiğini söylemişdir.» Fakat Nevevî bu itiraz n imam Müs1in'e karşı vârid olamayacağını çünkü Müs1im mezkûr rivâye'ti mü. :;akillen değil mutâbaat için zikretti­ğini, mutataatda ise asıl hadîslerde c«!z görülmeyen bâzı husûsâtm kabul edildiğini îöylemişdir.

Yine Kaadî İyâz: «İhtimâl ki İbni Abbâs (Radiyallahâ anh) ResûlüIlaîT(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in gece namazına başlarken kıldığı hafif iki rek'ât namazı saymamışdır. Onun için de uzun iki rek'ât namaz kıldığından bahsetmişdir. Bu gösteriyor ki evvelâ iki rek'ât hafif namazı kılmış, sonra iki rek'ât uzun. sonra da hadîsde zikri    geçen altı rek'âtı kılmış; en sonunda da üç rek'âtla vitir yapmışdır. Bu suretle kılı­nan namazların mecmû'u, sair rivayetlerde olduğu gibi yine onüç rek'ât eder.» demişdir. Aliyyı cöre İbni Abbâs (Radiyallahû anh) bilmediği için Peygamber (o. Hallahü Aleyhi ve Selİem) 'in sol tarafına durmuştur. Çünkü yaşı küçüktü. Kendisi hicret­ten üç sene evvel doğmuştu. Mâmâfîh sağ tarafına darmanın hılâf-ı edep olduğunu zannetmiş olması da mümkündir.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mühim bir şey'e tenbîh veya sırf iltifat için küçüklerin kulağın­dan çekmek caizdir.

2- Bu rivayetler Hz. îbni Abbâs'in terbiyesine ve küçük yaştan ilme ve hayırlı işlere karşı gösterdiği hırs ve ehemmiyete delildir ResûlüUah (Saîlaîîahü Aleyhi ve SeVem) 'in gece yansı mı yoksa az evvel ve­ya az .vonra mı kalktığında tereddüt eden Hz. İbni Abbâs 'dır. Böy­le tereddütler her zaman ve herkesden vâki olabilir. Bahusus Hz.   İbni Abbâs   gibi o zaman henüz on yaşlarında bulunan bir çocuk için bu pek tabiîdir.

3- Namazda amel-i kalîl caizdir. (Yâni az olmak şaratı ile namaza âid olmayan fiil namazı bozmaz.)

4- Bu rivayetler «imam olmaya niyet etmiyen bir kimseye uymak caizdir.» deyenlerin delilidir. İmam   Mâlik   ile imam Şâfiî'nin-mezhepleri budur. İmam Ahmed ile bir rivâyetde imam Şafiî bunu caiz görmemişlerdir. Ulemâ'dan bâzıları bunu namaza davet eden müezine caiz görmüş; cemâat hakkında caiz olmadığını söylemişlerdir.

İmam A'zam'a göre imam olmaya niyet etmeyen bir kimseye erkeklerin uyması caiz; kadınların uyması caiz değildir.

5- Gece namazından evvel veya sonra ailesi ile konuşmak, muhtaç olduğu husûsâtda başkalarına söz söylemek ilim tahsil etmek ve misafir ağırlamak gibi şeyler caizdir. Bu husûsda vârid olan nehy, lüzumsuz şey­ler hakkında konuşmaya hamle di lmişdir. Çünkü bunlarla eğlenerek uyu­mayan kimsenin sabah namazına kalkamaması muhtemeldir.

 

194- (764) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Gunder, Şu'be'den rivayet etti. H.

Bize İbni'l - Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'fce, Ebû Cem-re'den rivayet etti. Demiş ki: Ben, İbni Abbâs'ı:

«Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin onüç rek'ât namaz kılardı.» ilerken işittim.

 

195- (765) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Ab­dullah b. Ebî Bekr'den, o da babasından, o da Abdullah b. Kays b. Mahn rame'den naklen rivayet etti. Abdullah da Zeydü'bnü Hâlid-i Cühenî'den naklen haber vermiş İd, Zeyd şöyle demiş:

«Bu gece Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını mutlaka ta'kîp edeceğim! dedim. Bunu müteakib Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) haf ifiki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki rek'ât uzun, uzun (ama çok) uzun iki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki rek'ât daha kıldı. Bunlar önceki rek'âtlardan daha kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar da önce­kilerden kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar da öncekilerden kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar dahî kendilerinden önceki­lerden kısa idiler. Sonra vitr yaptı. İşte bu namazlar (in mecmuu) onüç rek'âtdır.»

 

196- (766) Bana, Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muhammed fc. Ca'fer El-Medâinî Ebü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Verkaa', Mu hammed b. Münkedir'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Bir seferde Resulü Hah (SallaUahü Aleyhi veSellem) ile beraber idim, giderken bir su yoluna vardık, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayvanını sulamiyacakmısın Yâ Câbİr?» dedi. Ben: Hay hay!  cevâbını verdim. Bunun üzerine Resûlüllah   (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) indi. Ben de deveyi suya sürdüm. Sonra Peygamber (Sallalîahü A leyhi ve Sellem)

Kazâ-i hacete gitti. Ben, kendisine abdesf suyu koydum. Az sonra gel­di ve abdest aldı. Sonra kalktı ve bir elbisenin iki tarafını omuzlarına ata­rak namaza durdu. Ben de arkasına durdum. Fakat o, benim kulağımdan tutarak beni sağ tarafına geçirdi.

 

197- (767) Bize, Yahya b. Yahya ile Ebû B©kr b. Ebî Şeyhe hep bir­den Hüşeym'den rivayet ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize, Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hurre [77], Hasen'den, o da Sa'd b. Hişâm'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, Âişe şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılmak için kalktımı evvelâ namazına hafif iki rek'âtla başlardı.»

 

198- (768) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Ebû Üsânıe, Hişâm'dan, o da Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den, 6 da Peygamber (SallaUahü A leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar :

«Biriniz geceleyin kalktığı zaman namazına hafif iki rekrâtla başlayıversin!»

Bu hadîsler dahî Resûlülah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'m gece namaz­larım onüç rek'ât olarak kıldığım, gece namazına hafif iki rek'âtla başla­dığını bildirmektedirler.

Zeydü'bnü Hâlid-İ Cühenî 'nin: «Bu akşam mutlaka Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını gözetleyip takip ede­ceğim..» demesi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kalktığını anla­dıktan sonraya hamiedilmişdir. Çünkü uykudan kalkmazdan önce onun hâlini tecessüs etmesi memnudur. Fakat namaza kalkmasını beklemek ve ondan sonraki hâlini İzlemek memnu değil; makbuldür.

Meşra'a : Ve keza şeriat: Suya götüren yoldur. Resûlüllah'ın suâli: «Deveni sulamıyacakmısm?» yahut: su içmiyecekmisin?» mânâlarına gelir. Hz. Âişe'nin :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , geceleyin namaz kılmağa kalk­tırın, namazına hafif iki rek'âtla başlardı.» sözü ile ondan sonra gelen Ebû Hüreyre hadîsindeki hafif iki rek'ât namaz kılma emri, bu namazın müstehab olduğuna delildirler. Çünkü vvelâ hafifçe kılman bu iki rek'ât, ondan sonraki uzun rek'âtlara neşât açar.

 

199- (769) Bİze, Kutybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Ens'den, o da Ebû'z -Zühyer'den, o da Tâvûs'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece yarısı namaza kalktımı.

«Allah'ım! Hamd sana mahsûsdur. Göklerle yerin nûr'u sensin, Hamd <ia sana mahsûsdur. Göklerle yerin ve onlardakilerin Rabbî sensin, hak sensin, senin va'din hak'dır. SÖzün hak'dır. Sana kavuşmak hakdır. Cen­net hakdır. Cehennem hakdır. Kıyamet hakdır. Yâ Rabbî! Ben ancak sa­na teslim oldum; ancak sana îmân ettim; ancak sana tevekkül eyledim ve yalnız sana rücû' ettim. Ben hasmıma karşı ancak senin (burhanın) ile mu-hasama ettim ve düşmanınla aramızda ancak senin hakemliğine müracaat ettim     Binâenaleyh benim gerek evvelce gerekse sonradan işlediğim ğünahianmla  gizli  ve aşikâr yaptıklarımı  hep  bana  bağışla!  Benim  ilâhım sensin, senden başka hiç bir ilâh yokdur!» diye duâ ederdi.

 

(...) Bize, Amru'n - Nâkıd ile ihni Nümeyr ve tbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Süfyân rivayet etti. H.

Bize, Muhammed b. Kâfi' dahî rivayet etti. Dedi ki: Bize, Abdürraz-zâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Cüreyc haber verdi. Bunların ikisi de Süleymân-ı Ahvel'den, o da Tâvûs'dan, o da tbni Abbâs'dan, o da Pey­gamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen rivayet ettiler.

İbni Cüreyc hadîsinin lâfzı Mâlik hadîsi ile birdir. Yalnız iki kelimede ihtilâf etmişlerdir. İfcni Cüreyc «Kayyâm» yerine «Kayyım» demiş. Bir de «Esrartü» cümlesini «Mâ Esrartü» şeklinde rivayet etmişdir.

İbni Uyeyne hadîsine gelince: onda bâzı ziyâdeler vardır. Hem o bir kaç kelimede Mâlik ile İbni Cüreyc hadîslerine muhâlifdir.

 

(...) Bize, Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mehdî (yâni İbni Meymûn) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Imrânü'l-Kasîr [78], Kays b. Sa'd'dan, o da Tâvûs'dan, o da İbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsi rivayet etti. Lâfzı yukarkilerin lâ­fızlarına yakmdır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü't - Teheccüd», «Kitâbü'd-Deavât» ve «Kitâbü't-Tevhîd» de; Nesâi «Kitâbü's-Salât» ve «Kitâbü'n-Nüûd» da; İbni Mâce dahî «Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin zahirinden anlaşıldığına göre Fahr-i Âlem (Sal'laliahü Aleyhi ve Sellem)  Efendimiz, bu duayı namaza kalktığı vakit okurmuş.

«Göklerle yerin nûr'u sensin!...» cümlesinin mânâsı: «Onları nûrlan-dıran yâni göklerle yerin nûr'unu halk eden sensin.» demekdir.

Ebû Ubeyd'e göre mânâ: Yer ve gök ehli senin nûr'unla hidâyet bulur; demekdir.

Hattâbî (319-388), Teâlâ Hazretlerinin nur ismini tefsir ederken: «Bu kelimenin mânâsı: Görmeyen, onun nûr'u ile görür; yolunu sapıtan, onun hidâyeti ile yol bulur; demekdir. Allah, semâvâtm nûr'udur: Tâbiri de bundan alınmadır. Yâni göklerle yerin nûr'u da Allah'dandir; demek­dir. Bu kelimenin nûr sahibi mânâsına gelmesi de muhtemeldir. Yalnız nûr Allah'ın zâtına sıfat olamaz. O, fiil sıfatıdır.» demişdir.

Bir takım ulemâya göre «Göklerle yerin nuru...» cümlesinden mu-râd: onların güneşini, ay'mı ve yıldızlarını tedbîr edendir.

Kayyim, kayyâm ve kayyûm kelimeleri, bir mânâya kullanılırlar. Bundan murâd mahlûkaatmı daimî sûretde tedbîr eyleyen, onlara kıva­mını bulduran şey'i veren yahut kendi kendine kaaim olup başkasını da ikaame eden, daha doğrusu varlığı kendinden olup, başkasını vâr edendir.

Bâzıları: «Kayyâm, mubaleğalı ism-i faildir; mahlûkaatm muhtaç ol­duğu her şey'i hazırlayan mânâsına gelir.» demişlerdir.

Bir takımları da kayyim'in yaradan ve tutan, mânâsına geldiğini söy­lemişlerdir. Bunlara göre göklerle yerin kayyimi, onların yaradanı de­mekdir.

Ulemânın beyânına göre Rabb'm lûgatda üç mânâsı vardır.

a) İtaat edilen ulu;    b) Islah eden;    c) Sahip ve Mâlik.

Bâzıları: «Eğer Rabb kelimesi itaat edilen büyük mânâsına gelirse, merbûbun yâni o Rabb'a itaat edenin akıllılardan olması şarttır.» derler. Hattâbî: «Seyyidü'l- Cibâl denilemez.» sözü ile buna işaret etmişdir. Fakat Kaadı İyâz buna itiraz etmiş ve: «Bu şart, fâsiddir. Bilâkis her şey Allah Teâlâ'ya mutî'dir...» demişdir.

Yine ulemânın beyânına göre Allah Teâlâ'nm isimlerinden biri olan Hakk'ın mânâsı, mevcudiyeti muhakkak; demekdir. Vücûdu tehakkuk eden her şey Hak'dır.

«Hakka» kelimesi dahî Hak'dan almmışdır. Ve: hiç şüphesiz olacak; mânâsına gelir. Bu fadîsdeki Hak'ların hepsi bu mânâyadır. Yâni: «Senin va'din, sözün, sana kavuşmak, cennet, cehennem ve kıyamet mutlaka te­hakkuk edecekdir; bunların olacağında asla şüphe yokdur» demekdir.

Bâzıları bunu: «Senin haberin hak ve doğrudur.» mânâsına almış, bir takımları: «Hak'dan murâd, hak sahibi demekdir.» mutâleasında bulunmuşlardır.

Hak'dan murâd, onu yerine getirendir.» diyenler de vardır. «Sana kavuşmak hakdır.» cümlesinden murâd, öldükden sonra diril-mekdir.

«Yâ Rabb! Sana teslim oldum...» cümlesinden murâd, emir ve nehiy-Ierine râm oldum; ne buyurursan onu yapmağa hazırım; demekdir.

Yalnız sana rücû ettim» : Sana itaat ettim, senin ibâdetine yöneldim; demekdir. Bâzıları bundan murâd, Her tedbirimde sana rücû ettim yâni umurumu sana havale ettim; demekdir... derler.

«Seninle muhâsama ettim» bana verdiğin kuvvet ve delillerle, sana küfür edenlere karşı muhâsama ettim ve onları hüccetle, kılınçla mağlûp ettim; demekdir.

«Düşmanınla aramızdaki muhâsamada senin hakemliğine müracaat ettim» : Yâni hakkı inkâr edenlere karşı yalnız senî hakem tanıdım; Küf-fâr'ın yaptıkları gibi putları, kâhinleri, ateşi, şeytanı v.s. yi değil, ben an­cak senin hükmüne razı olurum; senden başka hiç bir kimsenin hükmü­ne i'timâd edemem; demekdir.

Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bütün mütesavver günahları affedilmiş olduğu hâlde bu hadîsin sonunda yine :

«Allah'ım benim gelmiş geçmiş bütün günahlarımı affet...» demesi, iki vecihden dolayıdır. Bunlardan biri tevazu göstermek ve Allah Teâlâ'ya ta'zîmde bulunmak içindir. Diğeri duâ hususunda kendisine tabî olmaları için ümmetine tâ'lîmdir.

Müfessirlerin beyânına göre Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında gufran, geçmiş ve gelecek bütün fiillerine şâmildir.

«Gizli ve aşikâr bütün yaptıklarımı affet.» cümlesinden murâd, gö­nülden geçen ve dilin söylediği şeyler olabilir.

Kirmanı: «Bu hadîs cevâmiû'l-Kelim'dendir.» demişdir. (Cevâ-miû'l - Kelim: Az sözle çok mânâ ifâde eden hadîslerdir. Bir hadîsde be­yân edildiği vecihle bu şekilde ifâde yalnız Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem} Efendimize verilen hasâistandır.)

 

Hadis-i  Şerifden  Şu  Hükümler  Çıkarılmışdır:

 

1-Bu hadîsde Peygamberliğe sevap veya azap vermek sureti ile cezâya işaret vardır,

2- îmân, islâm, tevekkül, tazarru' ve istiğfar gibi şeyler farzdır.

3- Allah'dan istenilen her isteğin başında evvelâ ona senada, bu­lunmak ve bu suretle Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)  Efendimizin fi'line uymak müstehabdır.

4- Hadîs-i şerif, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin azamet-i ilâhiyyeyi ve Allah'ın kudretinin büyüklüğünü herkesden ziyâde bilerek zikir ye .duaya devam ettiğini ve Allah'ın hukukunu îtirâf; va'di ile tehdidinin doğruluğunu ikrar ettiğini bildirmektedir.

 

200- (770) Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsenna ile Muhammed b. Ha­tim, Abd b. Humeyd ve Ebî Ma'ni'r-Rakaaşî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Ömer b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, îkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Kesîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Selemete'bnü Abrîirrahmân İbni Avf rivayet etti. Dedi ki: Ümmü'1-Mü'minîn Âişe'ye sordum:

— Nebiyyullah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)  geceleyin kalktığı vakit na­mazına ne ile başlardı? dedim. Aişe :                                 

  Geceleyin kalktığı vakit namazına : «Allah'ım! Ey Cebrail, Mîkâîl ve İsrafil'in Rabbi! Gökler'le yerin yaradam; hâzırı ve gâîbi bilen Allah'ım! Kullarının ihtilâf ettikleri şeylerde, onların aralarında ancak sen hükmede-r sin.   İhtilâf edilen hakka izninle beni hidâyet eyle! Çünkü dilediğini doğru yola ancak sen hidâyet eylersin!» duası ile başlardı...  dedi.

Gerek Kur'ân-ı Kerîm'de gerekse Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetinde tekarrur etmişdir ki, Allah Teâlâ Hazretleri mah-lûkaatmın şân ve mertebesine izafe edilerek anılır. Küçük ve hakir olan­lara izafe edilmez. Meselâ göklerle yerin Rabbi, Arş-ı Âlâ'nın Rabbi, Me-lâike ile rûh'un Rabbi, maşrikle mağrib'in Rabbi, insanların Rabbi, in­sanların Mâ1ik'i, insanların ilâhı, âlemlerin Rabbi, Peygamberlerin Rabbi, göklerle yerin hâliki, göklerle yerin fâtırı ilâh... denilir. Bütün bunlar Allah Zülcelâl'i azamet, kudret ve mülk delilleri ile tevsîf demek* dir. Onun için küçük ve hakîr olan şeylerde kullanılmamışdır. Meselâ: Ha-şerâtın Rabbi, maymun "ve hınzır'ların hâlik'i denilmez. Bunlar şâir mahlûkatın umûmunda dâhil olmak üzere ifâde edilirler. Meselâ bütün mah-lûkatm Rabbi, Her şey'in hâîik'ı denilir.

İşte Resûlüllah (Salkûkıhü Aleyhi ve Sellemj'in duasında: (Cebrail, Mîkâîl ve İsrafil'in Rabbi!   Göklerle yerin   yaradanı   olan Allah'ım.)    diyerek bütün mahlûkaat arasından yalnız bunları zikretme­sinin vechi budur.

 

201- (771) Bize, Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yûsufu'l-Mâcişûn [79] rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, ba­bam, Abdurrahmân El-A'rac'dan o da Ubeydullah b. Ebî Râfi'den, o da Alîyü'bnü Ebî Tâlib'den, o da Resûlüllah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, namaza kalktığı vakit:

«Yüzümü hak dîne meylederek, göklerle yeri yaradan a çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Şüphesiz ki benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve m em âtı m âlemlerin rabbi olan Aflaha âiddir. Onun hiç bir şeriki yoktur. Ben, bununla emrolundum; ve ben müslümanlardanım. Allah'ım melik ancak sensin! senden başka hiç bir ilâh yokdur. Sen, benim Rabbimsin. Ben de senin kulun!... Nefsime zulmettim. Günâhımı da îtİrâf eyledim. Binâena­leyh bütün günahlarımı bana bağışla! Çünkü günahları senden başka affe­decek yokdur. Beni ahlâkın en güzeline hidâyet buyur! Onun en güzeline senden başka hidâyet eyleyecek yokdur. Kötü ahlâkı benden def eyle! Onu senden başka benden def edecek yokdur. Senin emrine tekrar tekrar icabet eder; dînine tekrar tekrar tâbi' olurum!

Bütün hayırlar senin yed-i kudretindedir. Şerr sana âid değildir. Var­lığım senİnledir; sonu da sana müntehidir. Mübareksin, yücesin senden mağfiret diler; sana tevbe eylerim!» duasını okur, rüku'a vardığında:

«Allah'ım ancak sana rükû1 ettim; sana îmân eyledim; ve ancak sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, iliğim, kemiğim ve sinirim hep sana itaat etmektedir.»  der, başını rükû'dan kaldırdıkda :

«Allahtm! Ey Rabbimiz! Gökler dolusu, yer dolusu, göklerle yer arası dolusun, onlardan maâdâ dilediğin her şey dolusu hamd ancak sana mah-sûsdur.»   duasını okur. Secde ettiği zaman:

«Allahım ancak sana secde ettim ve yalnız sana îmân eyledim; sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratıp şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allahına secde etti. Halikların en güzeli olan Allah pek yücedir.» dermiş. Sonra teşehhüdle selâm arasında en son sözü şu olurmuş:

«Allahım! Evvel ve âhir, gîzli ve aşikâr işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün israflarımı ve senin benden daha iyİbildiğin kusurlarımı bana bağışla! İlerleten ancak sen! gerileten de ancak sensin! Senden başka hiç bir ilâh yokdur!»

 

202- (...) Bize, bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân b. Mehdi rivayet etti. H.

Bize, İshâk b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'n-Nadr haber verdi. Bu râvîlerin ikisi de demişler ki: Bize, Abdülâzîz b. Abdillâh b. Ebî Seleme, amcası Mâcişûn [80] b. Ebî Seîeme'den, o da A'rac'dan bu isrâdla rivayet etti. Ve şöyle dedi: Resûlüllah (SalUüîahü Aleyhi ve kellem) namaza başlarken tekbir alır; sonra:

«Yüzümü çevirdim.» ve: «Ben, müslümanların birincisiyim.» derdi. Başını rükû'dan kaldırdımı:

«Allah, hamd edenin hamd'ını kabûf eder. Ey Rabbimİz! Hamd de sana mahsûsdur!» derdi. (Secde hâlinde) :

«Yüz'e şekil vererek onu güzel bir sûretde yaradan.» der; selâm ve­rirken de:

«AÜahiml Dnceden yaptığım günahları bana bağışla!...» derdi, diye­rek hadisi sonuna kadar rivayet etti. Yalnız: «Teşehhüdle selâm arasın­da.» tâbirini söylemedi.

«Yüzümü hak dîne meylederek göklerle yeri yaradana çevirdim...» cümlesinden murâd:

«Yaptığım ibâdet ile göklerle yeri yokdan var eden Allahi kasdettim...» demekdir.

Hanîf: Ekseri ulemâya göre hak dîne yâni islâm'a meyleden, demek­dir. Zâten hanf veya hanef meyletmek, bükülmek mânâsına gelir. Ve karineye göre hayırda da, serde de kullanılır.

Bâzıları: «Buradaki hanîf den murâd, doğru; demekdir.> mutâleasın-da bulunmuşlardır. Ezherî ile diğer bir takım ulemânın kavilleri budur. Ebû Ubeyd'e göre ise araplarca hanîf in mânâsı, îbrâhîm (Aleyhisselâm)     dîninde olan kimse; demekdir.

«Ben, müşriklerden değilim.» cümlesi, hanîfin mânâsını beyândır. Putperest, mecûsî, mürted, zındık, yahudî ve hıristiyan bütün kâfirlere müşrik denilir.

Nüsük: İbâdet demekdir.

Mârûdî'nin rivayetine göre «Âlemlerin Rabbi.. » terkibindeki «Rabb» kelimesinin dört mânâsı vardır. Bunların üçünü az yukarıda görmüşdük; dördüncüsü, mürebbîdir. Çünkü Teâlâ Hazretleri mahîûkatmı terbiye eder. Bu sıfat Allah'ın fiil sifatlarındandır. Ba§ına harf-i tarif gelir de «Er-Rabb» denilirse, kelime yalnız Allah Teâlâ hâlîfemda kullanılır. Harf-i tarif kaldırılırsa Allah'dan başkası hakkında da kullanılabilir.    Meselâ:

»Rabbü'1-Mâl, Rabbu'd-Dâr» derler ki, mal sahibi, ev sahibi mânâlarına gelir.

Âlemin: Âlemler, demekdir. Âlemin mânâsı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Kelâm ulemâsı ile müfessirlerden bâzılarına göre âlem, bü­tün mahlûkaat, demekdir.

Bâzıları: «Âlem'den murâd, melekler, cinler ve insanlardır,.» demişler­dir. Ebû U beyde ile Ferrâ' bunlara şeytanları da kat­mışlardır. Hüseyin b. Fadl ile Ebû Muâz-ı Nah-v î 'ye göre, âlemden murâd, yalnız insanlardır.

Bir takımları, âlemin dünyâ ve dünyâda bulunan şeyler, mânâsına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Bu takdire göre «Rabbü'l-Âlemîn» terkibinin mânâsı, dünyâların râbbi, demek olur ki, dünyâmız gibi canlılar besleyen daha bir çok dünyâların mevcudiyetine işaret sayılır.

Âlem kelimesinin iştikaakı hususunda da ihtilâf vardır. Bâzılarına göre bu kelime âlâmetden almmışdır. Çünkü her mahlûk, Allah'ın varlı­ğına bir alâmetdir.

Bir takımları ilimden müştak olduğunu söylerler. Bu takdire göre âlem, yalnız akıl sahiplerine mahsûs olur.

Melik: Her şey'e kaadir olan, hakîkî mâlik; demekdir. Cenâb-ı Hak bütün mahlûkaatının hakîkî mâlikidir.

«Nebime zulm ettim...» cümlesinden murâd; kusurunu îtirâfdir. Re-sûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Selle m) nezâketen evvelâ kusurunu itiraf et­miş; sonra Allah'dan. mağfiret dilemişdir. Netekim vaktiyle Hz. Âdem ile   Havvâ (Aleyhisselâm)   da böyle yapmış:

«Ey Rabbimiz! Biz, nefislerimize zulm ettik, eğer bizi affetmez ve bize acımazsan biz mutlaka zİyânkârlardan oluruz!» demişlerdi.

Lebbeyk: Ben tekrar tekrar senin tââtın üzreyim; «Sa'deyk» dahî senin emrine tekrar tekrar yardım eder; dînine tekrar tekrar tâbi olu­rum! demekdir.

«Bütün hayırlar senin yedi kudretfndedir...» cümlesi hakkında Hat­tâ bî ve başkaları şunları söylemişdir: «Burada Allah Teâîâ'yı, medh-u se­nada bulunurken edep ve nezâkete irşâd vardır. Allah Teâlâ'ya iyilikler izafe edilmeli, nezâketen kötülükler ona nisbet olunmamalıdır.

«Şerr sana âid değildir.» cümlesi te'vîli icâb eden bir sözdür. Çünkü Ehl-i Hakkın mezhebine göre, hayır olsun şerr olsun bütün hâdisâtı Allah Teâlâ halk etmişdir. Hâl böyle olunca «Şerr sana âid değildir.» cümle­sini te'vîl vacip olur.

Nevevî'nin beyânına göre, bu husûsda beş kavil vardır:

1- Bu cümlenin mânâsı: «Şerr ile sana kulluk edilmez.» demekdir. İmam Halîl b. Ahmed ile Nadr b. Şümeyl, İshâk b. Râhûye, Yahya b. Maîn, Ebû Bekr b. Huzeyme, Ezherî ve diğer bir takım ulemânın kavilleri bu­dur.

2- Bu cümlenin mânâsı: «Şerr yalnız başına Allah'a izafe edilemez» demekdir; meselâ Ey maymunlarla hınzırların halikı! ve Ey Şerrin Rabbi denilemez.

3- Ma'nâ: «Kötü şeyler sana arz olunamaz; sana ancak iyi sözler ve güzel ameller arz olunur Yâ Rabbî!» demekdir.

4- Bu sözden murâd: «Yâ Rabbî! Şerr sana nisbetle   şerr değildir. Çünkü sen, onu büyük bir hikmetle halk ettin.    Şerr ancak mahlûklara nisbetle kötüdür.» demekdir.

5- Hattâbî 'nin rivayetine göre bu söz «senden ma'dûd değil­dir.» manasınadır.

«Varlığım seninledir; sonu da sana müntehî'dir.» yâni sana iltica ede­rim; muvaffakiyetim ancak seninledir.

«Mübareksin...» cümlesinin mânâsı, senaya lâyıksın; demekdir.

Bâzıları bunun: «Hayır, senin yanında sabit oldu.» mânâsına geldiğini söylemişlerdir. İbnü'I-Enbârî'ye göre: «Kullar seni tevKîd etmek­le bereket kazandı.» demekdir.

«Göklerle yer dolusu hamd» in ne demek olduğunu evvelce görmüş-dük.

«Yüzüm kendisini yaratıp şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allah'ına secde etti.» cümlesi, kulakları yüzden sayan Zührî'nin delili­dir. Ulemâdan bir cemaata göre kulaklar baş'dan sayılır. Bir takımları kulakların üst kısmını başdan, alt kısmın yüzden saymış, bâzıları da ku­lakların ön kısmını yüzden, arka kısmını baş'dan addetmişlerdir. Cumhûr'a göre kulaklar ne başdan ne de yüzdendir. Onlar iki müstakil uzuv olup, müstakkillen su ile temizlenirler. Kulakları mesh etmek sünnetdir.

«Halikların en güzeli." terkibinden murâd; takdir edenlerin ve şekîl verenlerin en güzeli demekdir.

«İlerleten sensin, geriletn sensin!» dilediğini tâatma muvaffak kıla­rak ilerletir, dilediğini de hikmetin iktizâsı bundan geri bırakırsın. Sen di­lediğini aziz; dilediğini de zelîl eylersin; mânâsına gelir.

Hadîs-i şerif iftitah duasının müstehab olduğuna, rükû' ve sücûdde ve onlardan doğrulurken, keza selâm vermezden önce dua okumanın müste-hak olduğuna delildir.

«Ben. müslümanlarm birincisiyim.» sözünden murâd, bu ümmetin müslümanlarıdır.

 

27- Gece Namazında Kıraati Uzatmanın Müstehab Oluşu Babı

 

203- (772) Bize, EbÛ Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze, Abdullah b. Nümeyr ile Ebû Muâviye rivayet ettiler. H.

Bize, Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim hep birden Cerîr'den ve bu râvîlerin hepsi birden A'meş'den naklen rivayet ettiler. H,

Bİze, îbni Nümeyr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A'meş, Sa'd b. Ubeyde'den, o da Müs-tevrid b. Ahnef [81]'den, o da Saletü'bnü [82] Züfer'den, o da Huzeyfe'-den naklen rivayet etti. Huzeyfe şöyle demiş:

«Bİr gece Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve SelJem) ile bîrlikde namaz kıldım. Bakara sûresine başladı, ben (içimden) yüz âyeti tamamlayınca rü­kû' eder; dedim. Sonra devam etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rek'ât-dâ okuyacak; dedim. O yine devam etti. Ben bu sûre İle rükû'a varır; de­dim. Sonra nisa' sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i Imrân sû­resine balşadı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, içinde tesbîh bulunan bir âyete gelince tesbîh ediyor; istek âyetine g^îince İstiyor; teavvüz âyetine gelince (Allah'a) sığınıyordu. Sonra rökû'a gitti ve «Büyük Allah'ımı tonzttı ederim.» demeye başladı. Resûlüllah (Sallalldhü Aleyhi veSellem)'m rökû'u dahî kıyamı kadardı.   Sonra :

«Allah kendisine hamd edenin hamdini işidir.» dedi. Sonra rttkû'tma yakın uzun bir müddet ayakta durdu. Sonra secde etti. Ve:

«Ulu Allahımı tesbîh eylerim.» dedi. Sücûdu dahi kıyamına yakındı.

Râvî der ki: «Cerîr'in hadîsinde: (Allah kendisine hamd edenin ham­dini kabul eder. Ey Rabbimiz! Hamd sana mahsûsdur.. dedi) ziyâdesi var­dır.»

 

204- (773) Bize, Osman b. Ebî Şey be ile İshâk b. tbrâhîm ikisi bir­den Cerîr'den rivayet ettiler. Osman dedi ki: Bize, Cerîr, A'meş'den, e da Ebû Vâil'den naklen rivayet etti. Ebû Vâil şöyle demiş: Abdullah dedi ki: Ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde namaz kıldım. Kı-râatı o kadar uzattı ki, ben bir edepsizlik yapmayı düşündüm.

  Ona ne yapmak istedin? dediler.

  Oturup onu (yalnız) bırakmayı düşündüm, dedi.

 

(...) Bize, İsmaîl b. Halil [83] ile Süveyd b. Saîd, Alîyü'bnü Müshir'-den, o da A'meş'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet ettiler.

«Ben, içimden bütün sûreyi bir rek'âtda okuyacak dedim...» cümle­sindeki rek'âtdan murâd, namazdır. Hz. Huzeyfe'nin içinden geçen de bu sûre ile iki rek'âthk bir namazı kılmasıdır. Yâni o uzun sûreyi iki rek'âta böleceğini sanmışdır.

Nevevî bu te'vîli zarurî görüyor. Cümlenin bundan sonraki kıs­mının ancak bu suretle düzeleceğini söylüyor.

«Sonra devam etti.» cümlesinden murâd sûrenin ekserisini okuması-dir. Hattâ kendisinde Sûre-i Bakara'yi ilk rek'âtda okuyacak zannı  hâsıl   olmuşdur.  Fakat Resûl-i  Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Bakara sûresini bitirince rükû' etmemiş; arkasından Sûre-i Nisa 'yi, onun arkasından sûre-i Âl-i Imrân'i oku-muşdur.

Kaadı îyâz (476-544) : «Bu hadîsde (Sûrelerin tertibi, müslü-manların içtihadı ile olmuşdur. Peygamber (SaiiaUahü Aleyhi re Seîietn} 'den değildir. O, bu işi vefatından sonra ümmetine birakmışdır.) diyenle­re delîl vardır. İmam Mâ1ik1e cumhûr-u ulemânın kavli de budur. Kaadî Ebû Bekr-i Bâkıllânî dahî bu kavli ihtiyar et-mişdir...» diyor.

Kaadî îyâz bu babda sözü hayli uzatmış; ve sûrelerin tertibi ümmetin içtihadı ile yapıldığını fakat her sûredeki âyetlerin tertibi Allah tarafından bu gün görüldüğü şekilde tevkîfî olduğunu söylemiş, bu husûs-da'ulemâ arasında hîlâf bulunmadığını; ümmetin bu mes'eleyi Peygamberi (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'den. böylece naklettiğini hildirmişdir.

Yine Kaadî 'nin beyânına göre: «sûrelerin tertibi, tevkifidir. On­ların yerlerini Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) bildirmişdir. Nete-kim Hz. Osman'in yazdırdığı mushafla^da da bu tertibe riâyet edil-mişdir...» diyenler Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in buradaki na­mazında evvelâ Nisa' sonra Âl-i Imrân sûresini okumasını tertip bildirilmezden önce olmuşdur; diye te'vü ederler. Zâten Hz. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)iybeyy'in mushafinda bu iki sûre, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in okuduğu şekilde tertîb edilmişdir.

Ebû Vâi1 hadîsini Buhârî «Kîtâbu't-Teheccüd» de; Tirmizî «Kitâbü's-Şemâil» de; îbni Mâce dahî «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Namazda oturarak Peygamber (SallaV.ahü Aleyhi ve Sellemj'i yalnız ba­şına ayakta bırakmak isteyen Abdullah, Hz. îbni Mes'ûd'-dur.

Nafile namazı ayakta durmaya kudreti varken oturarak kılmak caiz olduğu hâlde Hz. Abdullah b. Mes'ûd'un buna edepsizlik demesi, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) muhalefet etmiş olaca-ğındandir.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Bâzıları Hz. Huzeyfe hadisinde liesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tesbîh âyetini okuduğunda teşbih, istek âyetini okudu­ğunda dilekde bulunmasına bakarak bu gibi şeylerin gerek namazda ge­rekse namaz dışında herkese müstehab olduğunu söylemişlerdir. Şâfiî1er'in mezhebi budur. Onlara göre teşbih-, istek ve teavvüz âyetleri okundukda imama, cemaata ve yalnız kılana teşbih ve teavvüzde bulun­mak müstehabdır.

2- Huzeyfe (Radiyalİahû anh)  hadîsi rükû' ve secdelerde teş­bihlerin müteaddid yapılmasının müstehad olduğuna delildir: îmam A'zam  ile Küfe ulemâsının, İmam   Şafiî,   imam Ahmed b. Hanbel   ve   cumhur-u. ulemân 'in mezhepleri budur. İmam Mâ1ik'e göre, müteaddid defa tesbîhde bulunmanın müstehab oluşu teayyün etmiş değildir.

3- Ayni hadîs, rükû'dan doğruldukda uzun zaman durmanın caiz olduğuna delîl gösterilmektedir. Nevevî:    «Ulemâmız bunun caiz olmadığını, namazı bozacağını söylüyorlar.» demişdir

4- Ebû   Vâil   hadîsi, büyüklerin huzurunda edep ve terbiyeye riâyetin lüzumuna delildir. Büyüklerin yaptıkları veya söyledikleri ha­ram olmamak şartı ile onlara muhalefet etmemek gerekir. İmama uyan bir kimse, bir özürden dolayı ayakta duramazsa kıldığı namaz farz bile olsa onu oturarak edâ edebilir. Hz. İbni Mes'ûd'un nafile kıldığı hâlde oturmaması, Peygamher (SaliaV.ahü Aleyhi ve Seliem)'in huzurunda edep ve terbiyeye riâyetindendir.

5- Farz olmayan namazlarda dahî imama uymak caizdir.

6- Gece namazını uzatmak müstehabdır. Fakat ulemâ bu meselede ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre, rükû' ve secdelerin adedini çoğaltmak, kırâeti uzun tutmakdan efdaldır. Delilleri M'üs1im'in rivayet ettiği Sevbân   hadîsidir. Mezkûr hadîsde :

«Amellerin en faziletlisi çok rükû, ve secde yapmakdır.» buyurulmuş-dur. Bundan mâda İbni Mâce'nin rivayet ettiği Ubâdetü'-bnü's - Sâmit ve Kesîr b. Murra hadîsleri ve Tahâvî'nin rivayet ettiği Ebû Zerr hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Bu hadîsi İmam Ahmed ile Beyhakî dahî rivayet etmişlerse de Nesâî ile Zehebî onu zayıf bulmuşlardır.

Yine Tahâvî 'nin rivayet ettiği bir hadîse göre Abdullah b. Ömer (Radiyalİahû. anh) namaz kılan bir genç görmüş. Genç na­mazı uzatmış, namazdan çıktıkdan sonra Hz.   Abdullah:

  Bunu kim tanıyor? diye sormuş, orada bulunan bir zât :

  Ben tanırım, deyince   Abdullah   b.   Ömer  (Radiyallahû anh)

  Bu zâtı tanımış ofeam, ona rükû' ve sücûdu uzatmasını emreder­dim. Çünkü Ben, Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem)'i:

«Bir kul namaza kalktı mı, günahları getirilerek başının ve omuzlarının üzerine konur da; her rükû' ve secde ettikçe üzerinden dökülürler.» buyururken işittim... demiş. Bu hadîsi    Beyhakî   dahî tahrîc etmişdir. Evzâî, bir rivayette imam Şafiî, bir rivâyetde İmam Ahmed b. Hanbel ile Hanefîler 'den imam Muhammed b. Hasen'in mezhepleri budur. Mezkûr kavil Hz. Abdul­lah b. Ömer'in de mezhebi olduğu rivayet edilir.

Ulemâdan bir cemaatla, Tâbiîn'in cumhuruna göre, nafile na­mazda kırâeti uzatmak, çok rükû' ve secde etmekden efdaldır.

Mesrûk, İbrahim Nehaî, Hasan-ı Basri, imam A'zam, imam Ebû Yûsuf, bir kavline göre imam Şafiî ve bir rivâyetde imam Ahmed buna kaaildirler. Delilleri babımızın hadîsi ile Müslim'in rivayet ettiği Câbir hadîsidir. Mezkûr hadîsde: «Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem)'k hangi namazın efdal olduğu soruldukda: «Kunut'u uzun olandır.» buyurdulaı ve bunun­la kıyamın uzunluğunu kasdettiler. denilmektedir.

 

28- Bütün Gece ta Sabahlayıncaya Kadar Uyuyan Kimse Hakkında Rivayet Edilen Hadisler Babı

 

205- (774) Bize, Osman b. Ebî Şeybe ile Ishâk rivayet ettiler. Os­man dedi ki: Bize Cerîr, Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'-dan naklen rivayet etti. Abdulah şöyle demiş: Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem) 'in yanında, bir gece tâ sabaha kadar uyuyan bir adamın Iâft edildi. Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Bu, öyle bir adamdır ki, şeytan onun kulaklarına.» yahut: «Kulağına bevl etmiştir,» buyurdular.

Bu hadîsi Buhâri   «Kitâbu't-Teheccüd»,    «Kitâbü Bed-i'1-Halk»

ve «Sifatü İblis» de; Mesâi ile İbni Mâce dahî «Namaz» ba­hislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Buhar î'nin rivayetinde: «Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem) 'in yanında bir adamın lâfı edildi de: O sabaha kadar uyur; namaza kalk­madan sabahlar: dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem):

(Onun kulağına şeytan bevl etmiş.) buyurdular.» denilmektedir.

Hadîsin zahirine bakılırsa, o kimsenin kalkmadığı namazdan murâd, farz namazdır. Babımızın rivayetinde Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'m, kulaklarına mı yoksa kulağına mı dediğinde râvî şekketmişdir

Şeytanın kulağa bevletmesinden ne kasdedildiği ulemâ arasında ihti­laflıdır. Bâzılarına göre, bu sözden hakikat mânâsı kasdedilmişdir.

Kurtubî: «Bu sözün hakîkatma bir manî' yokdur. Çünkü haki­katini kasdetmek müstahîl değildir. Şeytanın yiyip içtiği ve evlendiği sa­bit olnıuşdur. Binâenaleyh bevl etmesine de bir mânı yokdur.» demişdir.

Hattâbî'ye göre, bu cümle bir temsildir. Uyuyan kimsenin ağır ve derîn bir uykuya dalması ve namazdan gafil kalması, kulağına bevl edilip de işitmez olan ve hissi fesada uğrayan kimsenin hâline benzetil-mişdir. Maamâfih Hattâbî bu sözün hakikat olabileceğine de ihti­mâl vermiş: «Eğer murâd hakîkaten şeytanın bevli ise bu da inkâr edile­mez...» demişdir.

Tahâvî: «Bu söz şeytanın o kimseye tehakkümünden ve o kim­senin şeytana râm olmasından istiaredir.» diyor.

Bâzıları: «Bu söz şeytanın, o kimse ile alay ve istihza etmesinden ki­nayedir. Çünkü bir şeyle alay eden kimsenin, o şey'in üzerine bevl etme­si âdetdir. Onu son derece hakîr gördüğü için adetâ bevl yeri olan hela yerinde kullanır.»  derler.

İbni Kuteybe (213-276) ye göre bevlden murâd, ifsâd etmek-dir. Araplar bevl kelimesini ifsâd etmekden kinaye olarak kullanırlar. Ve: filân şey'ı hatırdı...» mânâsına «filan şey'in üzerine bevl etti.» derler.

İmam Ahmed'in rivayet ettiği Ebû Hüreyre tarîkmda râvîlerden Hasan-ı Basrî: «Vallahi şeytanın bevli pek ağırdır.» demişdir.

Uyku mes'elesinde gözün zikredilmesi daha münâsip olduğu hâlde, bu hadîsde kulağın zikredilmesi Tıybi 'nin beyânına göre, uykunun ağırlığına işaret içindir. Çünkü intibah yeri kulaklardır. Burada neca­setlerden de bevlin zikredilmesi deliklere ve damarlara kolayca akıp gir­diği içindir. Bu suretle bütün âzâya bir tembellik verir.

   (775) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize,

Leys, Ukayl'den, o da Zührî'den, o da Alî b. Hüseyin'den, naklen rivayet etti. Ona da Alîyu'bnu Ebî Tâlİb'den naklen Hüseyin b. Alîy rivayet et­miş ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel!em) bir gece kzi Fâtıme ile AH'-yî ziyarete gelmiş ve :

«Siz namaz kılmıyormusunuz? diye sormuş (Alî demiş ki): Ben : — Yâ Resûlallah! Bizim nefislerimiz ancak Allah'ın  yed-i kudretin-dedir. O, bizi uyandırmak isterse uyandırır, dedim. Ben, bunu söyleyince ResûlülJah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem)   çekildi gitti. Sonra dönüp giderken onun dizlerine vurarak:

«Zâfen insan pek münâkaşacı bir şeydir.» buyurduğunu işittim. Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu't-Teheccüd», «Kitabü'I-t'tisâm», «Ki-tâbu't - Tevhîd» ve «Kitâfcu't-Tefsîr» de;    Nesâî    dahî «Kitâbu's-Salât»

da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

«Taraka» : Geceleyin geldi, demekdir. Hadîsin Buhârî'deki rivayetin­de tesniye sîgasi ile «Siz ilciniz namaz kılmazmısınız?» denilmiş; burada­ki rivayetinde ise cemi' sîgası ile «Siz namaz kılmazmısınız?» buyurul-muşdur. İki kişiye cemi' edatı ile hitâb etmek caizdir. Yalnız bu itlaJun hakikat veya mecaz oluşu ihtilaflıdır. Ekseri ulemâya göre itlak mecazî­dir. Bâzıları hakikat olduğunu iddia etmişlerdir.

ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)'in namaza teşvikine mukabil Hz. Alî 'nin «Bizim nefislerimiz ancak Allah'ın yed-i kudretindedir.»cevâbını vermesi

«Nefisler Öldüğü vakit onları Allah fufar [84] âyet-i kerimesinden iktibâsdır; diyenler olmuşdur. Fakat bu iddia söz götürür. Çünkü iktibas âyeti Kelâmullah olduğunu bildirmeden, kendi sözü İmiş gibi söylemek-dir. Bunda kaaide: alman âyet veya hadîsi yâ olduğu gibi yahut biraz ta­sarruf yaparak zikretmekdir. Hâlbuki Hz. A1î'nin cevâbında âyet-i ke­rîmenin değiştirilmiş veya değiştirilmemiş şekli yokdur. Olsa olsa AIî (Radiyallahû anh) bu sözü ile mezkûr âyete işaret etmişdir; denilebilir.

Uyluklarına vurmak teessüf ve acı duyma alâmetidir. Burada Kesû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Al î'nin derhâl verdiği cevâba şaş­tığı için böyle yapmışdır. Bâzıları ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in:   ^

«Zâfen insan pek münâkaşacı bir şeydir.» sözünü Hz. A1î'nin özürünü kabul etmediğine hamletmiş uyluklarına bunun için vurduğunu söylemişlerdir.

Bir takımları : «bil'akis bu sözle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları mâzûr görmüsdür.» demişlerdir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bazen sükût cevap sayılır.

2- Bir şey'e teessüf ederken dizlere veya uyluklara vurmak caizdir.

3- Hadîs-i şerîfdeki insandan murâd yalnız kâfirler değil; bütün in­sanlardır.

4- Hadîs-i şerîf Hz. Alî'nin menkıbesine delildir. Müslümanla­rın hükümdarı nafile ibâdetler için onlara şiddet ve baskı kullanamaz.

5- Uyuyan kimsenin nefsini Allah-ü Zülcelâl yedi kudreti ile tut-muşdur.

6- Hadîs-i şerîf gece namazına teşvik etmektedir.'

 

207- (776) Bize, Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ulaş­tırmış olmak üzere rivayet etti. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:

«Sîzden biriniz uyuduğu vakit şeytan, onun ensesi köküne üç düğüm vurur. Her bir düğümle birlikde senin üzerine: Haydi gecen uzun ola!... diye vurur. O kimse uyanıp de Allah'ı zikrettiği vakit bir düğüm çözülür; abdest alırsa iki düğüm; namaz kılarsa bütün düğümler çözülür. Artık o kimse neşârlı ve gönlü rahat olarak sabahlar. Aksi takdirde nefsi pis ve tenbel bir hâlde sabahı bulur.»

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tehecüd» de; Ebû Dâvûd dahi «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.

Şeytan'ın düğüm vurmasından murâd ne olduğu ulemâ arasında ih­tilaflıdır.

Bâzılarına göre, insanı büyülemek mânâsında hakîkatdır. Sihir yapan bir kimse, sinirlediği kimseyi nasıl yerinden kalkamaz bir hâle getirirse, şeytan da sihirlediği insanın yerinden kalkmasına manî1 olur. Sihiri ekseri­yetle kadınlar yapar. Shirbaz kadın bir iplik alarak ona düğümler vurur; üzerine bir şeyler okur. Sinirlenen kimse de bundan müteessir olur. Ne-tekim Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm 'inde bunu haber vermiş ve:

«Düğümler üzerine üfüren üfürükçü kadınların şerrinden de Allah'a sığınırım; de! [85]» buyurmuşdur.

Allah'ın inayetinden mahrum olan kimseye sihir te'sîr eder, Nusret ve inayetine nail olana ise hiç bir te'sîr icra edemez.

Diğer bâzı Hılemâya göre şeytanın düğüm vurması mecazdır. Bunlar şeytanın uyuyan kimseye yaptığını büyücünün büyülediği kimseye yap­tığı fiîle benzetirler.

Bir takımları: «Düğümden murâd, kalbin karar verip niyet etmesidir. Böyle olan bir kimse sanki şeytan kendisine vesvese ilkaa ederek üzerin­de uzun bir gece olduğunu bildirmiş gibi gece namazı kılmakdan çekinir.» derler.

«En-Nihâye» sahibine göre bu cümleden murâd, şeytanın insana uy­kuyu ağır bastırması ve uykusunu uzatmasıdır. Bu suretle, sanki önüne bir sed çekmiş; üzerine düğüm vurmuş gibi olur.

İbni Battal diyor ki: «Resûlüllah (SallallabSi Aleyhi ve Setlem) düğümün mânâsını; Uzun bir geceyi iltizâm et! demekle tefsir etmişdir. Her hâlde bu sözü şeytan, bir kimse uyanmak istediği zaman söyler. Ben, bu hadîsi tefsir eden zevâtdan birinin: «Üç düğümden murâd: Yeyip iç­mek ve uyumakdır.) dediğini gördüm, Görülmüyormu ki çok yeyip içen çok uyur!» Bâzıları bu kavli ihtimâlden uzak görmüşlerdir. Çünkü hadîs-de düğüm vurma işinin uyudukdan sonra yapıldığı bildirilmektedir.

Bir takımlarına göre bu söz istiaredir. İnsanların akitlerinden âlin-mışdır. Bundan murâd akdin kendisi değildir. Ancak insanlar yaptıkları akidlerle, başkasının tasarrufunu menettikleri gibi, şeytânın misâli de böyledir. O da uyuyan kimseyi sevdiği zikrullah'dan meneder.

Şeytandan murâd cins de olabilir; iblis de. Yalnız İslîsle tefsire Aynî îtirâz etmiş ve ; «Geceleyin uyuyanlar çokdur. îblîs onların her bi­rine yetişemez. Meğer ki bendegânına emrettiği için o iş ona nisbet olun­sun!.. Bir de şeytanların azgınları ramazanda bukağılanırlar. Bunların en büyüğü îblîsdir.» demişdir.

Haydi gecen uzun ola!., diye vurur.» cümlesindeki vuruşdan maksad, elle vurmakdır. Bu cümle onun yaptığı işi te'kîd için zikredilmişdir. Bâzı­ları : «Buradaki vuruşdan murâd, uykusunu getirmekdir.» demişlerdir.

cümlesi nahiv ulemâsının istılahınca ığrâdır. Bâzı nüshalarda bu cümle şeklinde rivayet olunmuş-

dur. Bu takdirde cümle mübtedâ ile haberden müteşekkil bir haber cüm­lesi olur. Ve «senin üzerindeki gece uzundur.» mânâsına gelir. Bu söz mah-zûf bir fi'ilinin faili de olabilir. Ve cümle:

«Senin üzerinde uzun bir gece kaldı.» şeklinde takdir olunur. Kurtubî mânâ cihetinden cümlenin mübtedâ ve haber sayılmasını daha kuvetli bulmuşdur.

Müs1im'in burada :

«Allah'ı zikrederse bir düğüm çözülür; abdest alırsa İki düğüm çözü­lür; namaz kılarsa bütün düğümler çözülür.» şeklindeki rivayeti bu bâb-daki muhtelif rivayetlerin sahih olduğuna delildir. Filhakika hadîsin bâzı rivayetlerinde :

«Namaz kılarsa bütün düğümler çözülür.» ibaresinin yerine «Namaz kılarsa bir düğüm çözülür.» denilmişdir. O rivayetlerde şâir düğümler hakkında dahî «Bir düğüm çözülür.» tâbiri kullandımşdir.

Bunların hepsi sahih ise de üçüncü düğüm hakkında cemi' sîgası ile vârid olan «Bütün düğümler çözülür.» rivayeti diğerlerinden evlâdır.

Namaz kılan kimsenin sevinerek sabahlaması Allah Teâlâ, kendisini ibâdete muvaffak kıldığındandır. Gönül rahatlığı ise Allah Teâlâ, kendi­sine bereket ihsan eylediği ve kendisinden şeytanın düğümleri ırak ol­duğu içindir. Namaz kılmayanın nefsi pis olarak sabahlaması ya âdet edindiği namazı bıraktığından yahut niyet ettiği hayrı yapamadığın dan-dır.

Kirmanı ( --786) şöyle diyor: «Malûmun olsun ki hadîsin so­nundaki (aksi takdirde nefsi pis ve tenbel olarak sabahlar.) cümlesinin muktezâsı: Bu üç şey'i yâni zikri, abdesti ve namazı bir araya getirmeyen kimse nefsi pis ve tenbel olarak sabahiayanlar zümresinde dâhildir, de-mekdir. Velev ki bâzısını yapmış olsun!» Bu te'vîle göre cümle şöyle tak­dir olunur: «Eğer Allah'ı zikretmez; abdest almaz; namaz da kılmazsa, nefsi pis ve tenbel olarak sabahlar.»

Gerçi Ebû Bekr ile Ebû Hüreyre (Radiyallahû anhûma) 'nm vitr namazını gecenin evvelinde kılarak, bir daha namaza kalkmazdıkları rivayet olunmuşdur. Fakat onlar bu hadisdeki tenbeller zümresinden sayılamazlar; zira hadisdeki tenbelden murâd, hiç gece na­mazı kılmadan uyuyan ve kalkmaya da niyeti olmayan kimselerdir. Gecenin evelinde vitir namazını kildıkdan sonra âhirinde kalkmak niyeti ile yatanlar, bunlarda dâhil değildir. Buna delil «Et-Tevdih- sahibinin göster­diği şu hadîsdir :

«Gece namazı kılmayı âdet edinen hiç bir kimse yokdur ki, uyku ga­lebe çalarak, o namazı kılamadığı vakit kendisine namazı kılmış gibi ecir yazılmasın. Onun uykusu da namaz sayılır.» Bu hadîsi İbni Tin rivayet etmiştir. tbni.Hîbbân'ın «Sahîh» inde dahî bir benzeri vardır.

Hadîs-i şerîfde, şeytan düğümlerinin üç adedi ile takyîd buyurulması yâ te'kîd içindir; yâ&ut düğümler ancak bu üç şey'le yânî zikir abdest ve namazla çözüldüğündendir.

Bu hadîs:

«Hiç biriniz benim nefsim habîsdir; demesin!» hadîsine muhalif sa­yılmaz. Çünkü o hadisde insanın bu sözü kendisi için söylemesi yasak edilmişdir. Bu hadîsde ise başkasının sıfatı haber verilmektedir.

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bu hadîs, uykudan uyandıkdan sonra Alah'ı zikre teşvik etmek­tedir. Bu husûsda bir çok meşhur zikir ve dualar vardır. Nevevî bunları «Kitâbü'l-Ezkâr» ında toplamışdır.

Bir kimsenin fazilete nail olmak için muayyen bir zikirde bulunması şart değildir. Lâkin me'sûr olan duaları okumak efdaldir.

2- Yine bu hadîs geceleyin uyandıkdan sonra abdest almaya ve az da olsa namaz kılmaya teşvik etmektedir. KesûlüIIah (Salîaiîahü Aleyhi ve Seliem) 'in :

«Abdest aldırımı iki düğüm çözülür»    sözünün mânâsı, ikinci düğüm çözülür; demekdir.

3- Zikir, abdest ve namaz; şeytânı kovan şeylerdir. Kur'ân-ı Kerîm .okumak, zikirde dâhildir. Fakat cünüp olan bir kimsenin ab­dest alması, şeytan düğümünü çözmeye kâfî değildir. Şeytan'm dü­ğümü ancak yıkanmakla çözülür. Hadîsde abdestin zikredilmesi, ekseri­yetle abdest lâzım geldiğindendir.

 

29- Nafile Namazı Evde Kılmanın Müstehab Oluşu, Mescidde Kılmanın Dahi Cevazı Babı

 

208- (777) Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Yahya, Ubeydulah'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana, Nâfi', İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)''den naklen haber verdi ki :

«Namazlarınızın bir kısmını evlerinizde kılın! Evlerinizi kabirlere çe­virmeyin!» buyurmuşlar.

 

209- (...) Bize, Ibnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ab-dülvehhâb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Eyyûb, Nâfi'den, o da İbni Ömer'­den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi ki:

«Evlerinizde namaz kılın; onları kabirlere çevirmeyin!» buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhar î, Ebû Dâvûd ve İbni Mâce dahî «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Hadîs-i şerîfde zikredilen namazdan murâd, nafilelerdir.

Bâzıları «Namazınızın bir kısmını...» ifâdesini zahiri üzere bırak­mışlardır. Ancak bundan «farz namazların bir kısmını da evde kılın.» mânâsını çıkarmamalıdır.

Kaadî İyâz: «Bu hadîs, farz namaz hakkındadır. Mânâsı: Farz namazların bâzısını evlerinizde kılın ki, mescide çıkamayan kadınlar, köleler, hastalar ve emsali size uysunlar demekdir.» mutealâasını ileri sü­renler bulunduğunu söylemiş; cumhura göre ise hadîsin nafile namaz hakkında vârid olduğunu bildirmişdir. Zira bir hadîsde :

«Farz namazlar müstesna olmak üzere kişinin en faziletli namazı, evin­de kıldığı namazdır.»  buyurulmuşdur.

Demek oluyor ki, bu hadîse iki türlü mânâ verilmişdir. Birinci takdi­re göre, hadîsdeki «Min» edatı ziyâdedir; Mânâ: Namazınızı evde kılın! demek olur. Namazdan murâd da, nafilelerdir.

İkinci takdire göre. hadîsdeki «min» edatı mutlak sûretde teb'îz mânâsmadır. Namazdan murad da, mutlak olan namazdır; Mânâ: Namazları­nızdan bazılarını evlerinizde kılın! demek olur. Buradaki mutlak namaz­dan murâd, yine nafiledir. Vâkıâ namaz mutlak zikredildiği zaman hem farza hem nafileye şâmil olursa da, başka delillerden farz namazlarjn mescidde kılınacağı anlaşıldığından buradaki namaz'ı, nafileye hamlet­mek gerekir. Evde kılınmasına teşvik buyuruîan namaz, nafile namazlar­dır. Çünkü öyle bir namazı evde kılmak, riyadan uzak ve sevabını kayı­ran sebeplerden masundur. Bir de nafile namazın evde kılınması, o eve bereket, rahmet ve meleklerin inmesine sebep olur; şeytanlar oradan ka­çar. Binâenaleyh bu hadîsden murâd: Nâfüe namazlarınızdan bâzılarını evlerinizde kılın! evlerinizi, kabirler gibi namazdan hâli ve mehcûr bırak­mayın! demek olur.

Ha tt âbî, hadîsin zahirî mânâsını tercih ederek: «İhtimâl bu ha­dîsin mânâsı: Evlerinizi uyku yeri yapmayın; demekdir. Zîrâ uyku, ölü­mün kardeşidir. İlâh...» şeklinde mutâleada bulunmuşdur. Hâlbuki bu tevcihe lüzum yokdur. Çünkü hadîsde «Teşbîh-i helîğ» vardır Yâni içinde namaz kılınmayan ev, kabire benzetilmiş ve mubâleğa için teşbih edatı atılmışdır.

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hattâbî, bu hadîsle istidlal ederek: «Kabristanda namaz kılmak caiz değildir.» demişdir. Bu bâbda başka hadîsler de vardır,

2- Babımız hadîsi hakkında ulemâ i!d kısm,:- ayrılmışlardır. Birin­cilere göre, bu hadîs nâifle namazlar hakkına-, ârld olmuşdur.  Çünkü Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seüemj   farz     namazları cemaatla  kılmış; şeriatta bu mes'ele böylece tekarrur etmişdir.

İkincilere göre hadîs, farz namaz hakkında vârid olmuşdur. Onu ev­de kümakdan murâd, câmi'e gidemiyenlerin cemâat sevabına ermesidir. Bu ciheti az yukarıda gördük.

Namazı evinde cemaatla kılan kimse de, cemâat faziletine nail olur.

İbrahim Nehaî: «Bir adam birine uyarak namaz kılsa, ikisi' cemâat teşkil etmiş olurlar. Onlara da yirmibeş derece sevap vardır.» demişdir. Rivayete nazaran ulemâdan İshâk, Ahrned b. Han-bel ve Alîyü'bn ü-'l-Medîn î, imam Ahmed'in evin­de toplanmışlar, o sırada ezan okunmuş; içlerinden biri: «Mescide gide­lim.» demiş. İmam  Ahmed. ona :

«Mescide gitmemiz, cemâat teşkil etmek içindir. Biz burada da cemâatız!» cevâbını vermiş; bunun üzerine ikaamet getirerek   namazı evde kılmışlar.

Ashâb-Kirâm 'dan bir cemâat, mescidde nafile namaz kılmaz-larmış. Huzey f etü'bnü Yemân, Sâib b. Yezîd, Rabî'b. Hasyem ve Süveyd b. Gafe1e (Radİyallahû anhûm) bunlardandır. Ulamamız mezkûr zevatın yaptıklarına bakarak, farzlardan gayrı namazların evde kılınması efdal olduğunu söylemişlerdir. Nafilelerin evde kılınmasının efdal olduğuna delâlet eden bir çok hadîsler vardır. Bunları Ebû Dâvûd, İbni Mâce, Tahâvî ve Taberânî gibi hadîs imamları tahrîc etmişlerdir. Yalnız ramazanda terâvîh'in cemaatla mı yoksa yalnız mı kılınacağı mes'elesi ihtilaflıdır. Bâzılarına göre terâvîh'i mescidde imamla kılmak, evde yalnız kılmak-dan evlâdır.

Hanefîler 'den bir cemaatla Şafiî 'lerden bir çoklarının mez­hebi budur. Mezkûr kavil Hz. Ömer (Radİyallahû anh) ile Tabiî n'-den   Muhammed b. Sîrîn'in ve Tâvûs'un mezhepleridir.

Tahâvî 'nin beyânına göre, başkaları bu husûsda muhalefet ede­rek nafile namazları ve bu meyânda terâvîh'i evde kılmanın efdal oldu­ğunu söylemiş ve: «Kişinin evinde kıldığı nafile namaz, imamla beraber kıldığı nafileden daha faziletlidir.» demişlerdir. Bu kavil imam Mâ1ik'le Şafiî 'den, Rabîa, İbrâhîm, Hasan-ı Basrî, Esved ve   Alkame 'den rivayet olunur.

 

210- (778) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etti-ler. Dediler ki: Bize, Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) :

«Biriniz mescidinde namazını bitirdimi, namazından evine de bir na-sîp bıraksın! Çünkü Allah, onun namazından evinde bir hayır halk eder.» buyurdular.

«Çünkü Allah, onun namazından evinde bir hayır halk eder.» cümlesinin mânâsı: o namaz sebebi ile evine melekler gelir; şeytan ora­dan kaçar, evdekiler rahat ederler; demekdir. Zîrâ babımız hadîsi ile em­sali hadislerdeki hayır kelimesi hep bu mânâya tefsir edilmişdir. Bittabi evde kılınacak namazdan murâd, nafilelerdir. Hattâ bu hadis, bu husûs-da nassdır.

 

211- (779) Bize, Abdullah b. Berrâd EI-Eş'arî ile Muhammedü'bnü'l-Alâ' rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Ebû Üsâme, Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Scllallahü A leyhi ve Seüem)J den naklen rivayet etti. Efendimiz :

«içersinde Allah zikir edilen ev ile içinde Allah' zikredilmeyen evin misâli ölü ile diri gibidir,  buyurmuşlar.

Bu hadîsi Buhârj «Kitâbu'd-Deavât» da ayni râvîlerden tahrîc etmişdir.

Yalnız onun rivayetinde Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seîİem) 'in :

«Rabbini zikredenle etmeyenin misâli, ölü ile diri gibidir.» buyurdu­ğu bildirilmişdir.

Ayni hadîsi İsmâî1î (277-371); İbni Hibbân ( -354) ve Ebû Avâne ( -316) dahî Müslim 'deki gibi rivayet et­mişlerdir.

Ev ; hayât ve ölümle vasf edilemez. Bu vasıf onun sakinlerine âid-dir. Binâenaleyh ifâdede mahalli zikir ile hâili irâde kabilinden «mecâz-ı mürsel» vardır.

Allah'ı zikreden kimse ile ölü arasındaki benzerlik münâsebeti, insan sayılması ,fayda vermesi, yardım etmesi v.s. gibi şeylerdir. Zikri terk edenle, ölü arasındaki benzerlik ise zahirde her ikisinin de hareketderi muattal kalması bâtın en dahî butlaan üzere bulunanlarıdır.

 

Bu Hadisden, Şu Hükümler Çıkarılmışdır:

 

1- Hadîs-i şerîf evde Allah Teâiâ'yı zikre teşvik ve evi hiç bir za­man zikirden 'hâlî bulundurmamaya tenbîh etmektedir.

2- Bir şey'i temsil suretiyle anlatmak caizdir.

3- Allah'a ibâdet ve tâatda bulunarak, uzun zaman yaşamak fazîletdir. Gerçi ölen bir mü'min de hayira intikaal etmiş sayılırsa da, yaşa­yan mü'min dahî günün birinde ona iltihâk edeceği cihetle dünyâda fazla yaşayarak kazandığı fazla sevaplarla onu geçer.

 

 

212- (780) Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kûb (yâni İbni Abdirrahmân El - Kaarî) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaÜallahü Aleyhi ve Selîem):

«Evlerinizi, kabirlere çevirmeyin! Şüphesiz ki şeytan içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.» buyurmuşlar.

kelimesini Müs1im'in bâzı râvîleri şeklin­de zaptetmişlerdir. Mânâca bunların ikisi de bir ve sahîhdir.

Bu hadîs sûre-i Bakara demekde bir kerahet bulunmadığına delildir. Evvelce de beyân ettiğimiz vecihle Selef 'den bâzıları «Sûre-i Bakara, sûre-i Nisâ gibi sûre isimlerini kerîh görmüş; bunla­rın yerine «İçinde Bakara zikredilen sûre, içinde Nisa zikre­dilen sûre ilâh...» denilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak bu zeva­tın beğenmedikleri isimleri bizzat Resûlüllah (SallaHa.hu Aleyhi ve Sellem) Hazretleri söylemiş bulunduğu için kavillerine itibar eden olmamışdir.

 

213- (781) Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdullah b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ömer b. Ubeydillâh'ın âzâdlısı Salim Ebû'n-Nadr, Büsr b. Saîd'den, o da Zeydü'bnü Sâbit'den naklen rivayet etti. De­miş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeUenı)   kendisine hurma yaprağından yahut hasırdan bir hücrecik yaptı da çıkıp orada namaz kıldı. Derken bir takım adamlar kendisini ta'kîp ettiler ve (oraya) gelerek onun nama­zına uydular. Sonra bir gece gelip orada hazır oldular. Resûlüllah (SaUallahii Aleyhi ve Sellem) ağır davranarak yanlarına çıkmadı. Bunun üze­rine onlar seslerini yükselttiler; ve kapıyı taşladılar. Derken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öfkeli bir hâlde onların yanma çıktı ve kendi­lerine şunu söyledi:

«Yaptığınız şey'e o kadar devam ettiniz ki, bunun size farz olacağın­dan korktum. Binâenaleyh siz, bu namazı evlerinizde kılmalısınız. Çünkü yalnız farz namaz müstesna; kişinin en hayırlı namazı evinde kıldığı na­mazdır.»

 

214- (...) Bana, Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mûsâ b. Ukbe rivayet etti. Dedi ki: Ebû'n-Nadr'ı, Büsr b. Saîd'den, o da Zeydü'bnü Sâbit'den naklen rivayet ederken dinledim ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde hasırdan bir odacık yapmşı da, orada birkaç gece namaz kılmış. Nihayet halk başına toplanmış...

Râvî yukarki hadîsin benzeri şekilde rivayet etmiş. Yalnız burada :

«Size farz kılınmış olsa, onu yapamazdınız.»  demiştir.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbü'I-Ezân» ile «Kitâbü'l İ'tisâm» da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Kitâbu's-Selât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Tirmizî son kısmını rivayet ettikden sonra: «Bu bâbda Ömeru'bnü'l-HatUb ile Câbir, Ebû Saîd, Ebû Hüreyre, İbni Ömer. Âişe, Abdullah b. Sa'd ve Zeydü'bnü Hâlid'-den dahî rivayetler vardır.» demişdir.

 

Ayni, Bu Rivayetleri Şöyle Sıralamışdır:

 

1-Ömeru'bnü'l-Hattâb hadîsini İbni Mâce şu lâfızlarla rivayet etmişidr : «Ömer   dedi ki: Resûlüllah (SaUallahii

Aleyhi ve Sellem)'e (namaz) sordum; Resûlüllah   (SaUallahü Aleyhi ve Seiiem) : «Kişinin evindeki namazı bir nurdur.   Öyle ise siz evlerinizi nûrlandı-nnl buyurdular.» Yalnız bu hadîsde inkıta' vardır.

2- Câbir hadîsini   Müslim   rivayet etmişdir. Mezkûr hadîs babımızda (210) numara ile rivayet edihnişdir.                                              

3- Ebû Saîd hadîsini İbni   Mâce  rivayet etmişdir. Bu hadîsin lâfzı hemen hemen Câbir hadîsi gibidir.

4- Ebû Hüreyre hadîsini   Müslim ile Nesâî tahrîc etmişlerdir. Müslim; bu hadîsi babımızda  (212) sıra numa­rası ile rivayet etmişdir.

5- İbni Ömer   hadîsini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve  İbni  Mâce rivayet etmişlerdir.

6- Âişe hadîsini İmam Ahmed b. Hanbel tahrîc et­mişdir. Bu hadîsde: «Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem):

Evlerinizde namaz kılın, onları üzerlerinize kabir yapmayın!buyurur­du.» denilmektedir..

7- Abdullah b. Sa'd hadîsini Tirmizî ile İbni Mâce tahrîc etmişlerdir. Mezkûr hadîsde Hz. Abdullah şöyle demişdir: «Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'e :   Namazı   evimde  kıl­mak mı yoksa mescidde kılmak mı daha faziletlidir? diye sordum; şu ce­vâbı verdiler:

«Benim evimi görmüyormusun? mescide ne kadar yakındır, öyle iken evimde kılmam, mescidde kılmakdan benim için daha iyidir. Yalnız farz namaz olursa, o başka!»

8- Zeydü'bnü Hâlid   hadîsini imam  Ahmed, Bezzâr   ve Taberânî   rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde dahî:

«Evlerinizde namaz kılın! Onları kabir'e çevirmeyin!»buyurulmuşdur.

Tirmizî'nin söylediklerinden maada bu bâbda Hasanü'bnü Alîy ile Suheyb b. Nu'mân hazerâtmdan dahî hadîsler rivayet edilmişdir.

9- Hasan hadîsini   Ebû   Yala   tahrîc etmişdir. Bu hadîs aynen    Zeydü'bnü    Hâlid   rivayeti gibidir.

10- Suhayb b. Nu'mân   hadîsini Taberânî    «Mu'cem-i Kebîr» inde tahrîc etmişdir. Bu hadîsde :

«Kişinin evinde kıldığı namazının, âlemin gördüğü yerde kıldığı na­maz üzerine fazileti, farz namazın nafile üzerine olan fazileti gibidir.» buyurulmaktadır.

Zeydü'bnü Sabit hadîsinin Buhârî 'deki rivayetinde Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine hasırdan hücre yapa­rak kıldığı, namazın ramazan gecelerinde kılındığı kaydedilmektedir.

Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) ashabına buradaki Tİvâyetde : «Yaptığınız şey'e o kadar devam ettiniz ki, bunun size farz olacağın­dan korktum.», Buhar î'nin    rivayetinde:   «Yaptıklarınızı gördüm;

biliyorum.» buyurmuşdur. Bu söz yalnız ashabın namaz için toplanmala­rına değil; fazla gürültü kaldırmalarına, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seliem) uyumuşdur zannı ile tesbîh etmelerine hattâ bâzılarının onu uyandırmak maksadı ile kapısını taşlamalarına karşı söylenmişdir.

«Zîra kişinin en hayırlı namazı, evinde kıldığıdır...»  ifâdesi zahiri î-tibârı ile bütün nafilelere şâmildir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Nafile namazı, evde kılmak, mescidde kılmakdan efdaldir.  İs­terse mescid başkalarına nisbetle sevabı kat kat fazla olan mescidlerden olsun. Ebû Dâvûd 'un bir rivayetinde bu cihet tasrîh edilmişdir. Şu hâlde bir kimse   Mesci i-i Nebevi'de kıldığı bir nafile namaz mukaabilinde bin sevap kazanacaksa, ayni namazı evinde kıldığı takdirde binden daha fazla sevap kazanacakdır. Kabe ile Kudüs 'deki Beyt-i  Makdis'in hükümleri dahî budur. Yalnız   Mekke 'nin her yeri bu katlama hükmünde müsavidir. Nevevî'nin sahih olarak kabul ettiği kavle göre sevabın katlanması, haremin her yerinde birdir. Yalnız Nevevî babımız hadîsinin umûmundan bir takım nafile na­mazları istisna etmişdir ki, bunları evde kılmamak daha faziletlidir. Bay­ram namazları ile istiskaa ve küsûf namazları bu cümledendir. Şâfıîler  mezkûr namazlara:Tahiyyetü'l -Mescid ile iki rek'ât tavaf namazını, iki rek'ât ihram namazını, cum'a gününde zevalden önce ve sonra kılman nafile namazları ilâve etmişlerdir.

2- Hadîs-i şerîf, gece olsun gündüz olsun bütün nafile namazların mescidde kılınmasını müstahab sayanlar aleyhine delîl olduğu gibi yalnız gündüz namazlarını mescidde müstahab görenler aleyhine 'ie delildir.

Kaadî İyâz, Selefden bir cemâatin bütün nafile namazların mescidde kılınması efdal olduğunu söylediklerini, Süfyân-ı Sevri ile İmam ve Mâ1ik'in de gündüz nafilelerinin mescidde kılınmasına ta-rafdâr olduklarını rivayet etmişdir.

Hadîs~i şerîf, Buhârî 'nin rivâyetindeki ramazan kaydı ile terâ-vîh'in esâs itibârı ile sübûtuna delildir. Zîra bir kaç geckıldikdan sonra farz olur endîşesi ile terk ettiği namaz lamaazn gecelerindeki terâvîh'dir.

Ulemâ terâvih'in sünnet olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıla­rı: «Teravih sünnet, fakat onu cemaatla edâ etmek müstehabdır.» demişlerdir. İmam Hasen b. Ziyâd 'in, Ebû Hanîfe 'den ri­vayetine göre, terâvîh sünnetdir; terki caiz değildir. «Cevâmiu'l-Fıkıh» nâm eserde: «Terâvîh sünnet-i müekkededir; onu cemaatla kılmak vâcip-dir.» denilmektedir.

Bâzı rivayetlerde, terâvîh'i cemaatla kılmanın fazilet; diğer bir takım rivayetlerde de cemâatin sünnet-i kifâye olduğu bildirilmişdir.

Rek'ât sayısına gelince: Hanef îler'le Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre terâvîh yirmi rek'âtdır. Kaadî İyâz, bunu cumhurun kavli olmak üzere nakletmişdir.

Ulemâdan Esved b. Yezîd terâvîh'i kırk rek'ât olarak kı­lar; yedi rek'âtla da vitir yaparmış.

İmam Mâlik'e göre terâvîh dörder rek'âtda bir selâm vermek üzere otuzaltı rek'ât olarak kılınır. Vitr namazı bunda dâhil değildir. De-lîli   Medine 'Hlerin amelidir.

«Terâvîh yirmi rek'âtdır» diyenlerin delili Beyhakî'nin sahîh bir is-nâdla Sâib b. Yezîd (Radiyalîahû anh) 'dan rivayet ettiği hadîs-dir. Mezkûr hadîsde ashâb-ı kiramın, Ömer, Osman ve Aliy (Radiyalîahû anhûm) hazerâtı zamanında terâvîh'i hep yirmişer rek'ât üzerinden kıldıkları bildiriliyor. Gerçi İmam Mâ1ik'in «El-Muvatta» nâm eserinde Yezîdü'bnü Rûmân 'dan rivayet ettiği bir ha­dîsde, Hz. Ömer devrinde ramazanda terâvîh'in yirmiüç rek'ât ola­rak kılmırdığı rivayet olunmuşsa da Beyhakî bunun üç rek'âtmın vitir namazı olduğunu söylemişdir. Bir de râvî Yezîd, Hz. Ömer'e yetişmemişdir. Binâenaleyh hadîs munkatı'dır.

3- Cemaata manî olmamak şartı ile mescidde hasırdan hücre yap­mak caizdir. Çünkü bu şekil hareket, önünden    geçilmesini ve başkaları tarafından namazın huşû'una manî olunmasını önler. Ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bu işi daimî sûretde yapmamişdır. Bundan sonraki rivayette görüleceği vecihle, geceleyin hasırdan kendisine hücre yapar, gündüzün hasırı mescide yayarmış. Bir zaman sonra bu işden ta-mâmiyle vazgeçmiş. Ve nafileleri evinde kılmağa başlamıştır.

4- Hadîs-i şerîf nafile namazın mescidde kılınablieceğine delildir.

5- Nafile namazlarda cemâat olmak ve İmam olmağa niyet etmeyen kimseye uymak caizdir.

 

30- Gece Namazı Olsun, Başkası Olsun Devamlı Amelin Fazileti Babı

 

215- (782) Bize, Muhammedü'bnü'i-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ahdülvehhâb (yâni Sekafî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubey-dullah, Saîd b. Ebî Saîd'den, o da Ebû Seleme'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir hasırı vardı. Onu geceleyin kendine hücre yapar da, içinde namaz kılardı. Gündüzün ise (yere) yayardı. Derken cemâatda onun namazına uymaya başladılar. Ve bir gece toplandılar. Bunun üzerine Kesûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ey cemâat! Siz gücünüzün yeteceği İşlere bakın! Çünkü siz usanma-dikça Allah usan (mı muamelesi yap) maz. Allah' indinde amellerin en makbulü az da olsa devam üzre yapılanıdır.» buyurdular.

Râvî diyor ki: «Âl-i Muhammed (SallaUahü Aleyhi ve Sel'enı) bir şey yaptilarmı, artık ona devam ederlerdi.»

 

216- (...) Bize» Muhammedü'bnü'î-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Sa'd b. îbrâhîm'den rivayet etti. O da batası Ebû Seleme'yi Âişe'den naklen riva­yet ederken dinlemiş ki, Resûlüllah (SallaVahii Aleyhi ve Sellem)'e :

«Allah  indinde  amellerin  en  makbul  olanı  hangisidir?»  diye  soruS-

«Az bile olsa devamlı olanıdır.» buyurmuşlar.

 

217- (783) Bize, Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti. ler. Züheyr dedi ki: Bize, Cerîr, Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Âlka-me'den naklen rivayet etti. Âlkanıe şöyle demiş: «Ümmü'l-Mü'minîn Âişe'-ye sordum; dedim ki: Yâ tİmme'l-Mü'nıinin Resûlüllah (SaltaUahü Alevli! ve Sellem) 'İn ibâdet işi nasıldı? Günlerden birine tahsis ettiği bir şey olur-muydu?» Âişe, şu cevâbı verdi:

«Hayır! Onun ameli devamlıydı. Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in kaadir olduğu şey'e sizin hanginiz taakat getirebilir ki!»

 

218- (...) Bize, İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki).: Bize babam ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bize, Sa'd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Kaa-sim b. Muhammed, Âişe'de naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş: Resûlülla (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah Teâlâ'ya amellerin en makbulü, az da olsa en devâmlısıdır.» buyurdular.

Râvî: «Âişe bir ameli işlediği vakit ona devam ederdi.» demişdir.

Bu babın rivayetleri hep Âişe (RadiyallahO anha) darıdır. Birinci rivâ-yetde, Resûlüllah  (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem') 'in :

«Siz usanmadıkça Allah da usanmaz.» buyurduğu göze çarpmaktadır.

Usanmak : Bıkmak, manasınadır. Bu mânâ Allah Teâlâ hakkında mu­haldir. Şu halde hadîsi te'vîl icâb eder. Filhakika ulemânın muhakkıklan bu cümleyi te'vîl etmiş ve: «Allah size usanıp bıkan kimse muamelesi yapmaz. Binâenaleyh sizden sevap ve mükâfatını kesmez. Meğer ki siz yapmakda olduğunuz hayırlı amellerden vazgeçmiş olasınız!» demişlerdir.

Bâzılarına göre bu cümlenin mânâsı; «Siz bıkarsanız Allah bıkmaz.» demekdir. İbni Kuteybe ile diğer bir takım ulemâ bu mânâya kaail ol­muşlardır.

Al-i Muhammed'den murâd : Ehl-i Beyt'i, zevceleri, yakınları ve onun­la hususiyeti olan zevâtdır.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerif, muhtelif rivayetleri ile ibâdetde iktisâd gerektiği­ne delildir. Ve yalnız namaz mahsûs değil, bütün hayırlı amellere şâmil­dir. İbâdetde iktisâd, devam edebileceğini yapmakdır. Netekim Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Ey cemâat! Siz taakat getirebileceğiniz işlere balcın!» buyurması da bunu gösterir. Taakatdan murâd, zarar gelmemek şartıyla devamdır.

2- Hadîs-i şerif, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı beslediği kemâl-i şefkat ve merhamete delildir. Çünkü ümmetini on­ların en ziyâde işine yarayan amellere yâni elemsiz kedersiz devam ede­bilecekleri ibâdetlere irşâd buyurmuşdur. Böyle ibâdetleri ise kalp daha büyük bir neşât ve inşirahla yapar, ibâdet de tam olur. Meşakkatli ibâ­detleri yapmak böyle değildir. Onlar dâima bırakılmağa yahut güç hâlle; isteksiz yapılmağa mâruzdurlar. Bu şekilde yapılan ibâdetin ise bir çok hayır ve sevabı zayi' olur. Bundan dolayıdır ki Hz. Abdullah b. Amr (Radiyallahû anh) vaktiyle Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine ibâdeti hafif tutması hususunda vermiş olduğu ruhsatı kul­lanmadığı için âhır ömründe pişmanlık duymuşdur.

3- Hadîs-i şerîf ibâdete devamı teşvik etmektedir. Ve anlaşılıyor ki dâimi sûretde yapılan az ibâdet, bir müddet sonra kesilen çok ibâdetden daha hayırlıdır. Çünkü daimî sûretde yapılan ibâdet, az bile olsa Allah'a tâat, zikir, murakabe, niyet ve ihlâsı devam ettiriyor demekdir. Bu devam sayesinde az amel devam etmeyen çok ameli kat kat geçer.

 

31- Namazında Uyuklayana Yahut Kur'an Okumakdan veya Dua Etmekden Âciz Kalana, Bu Hal Kendisinden Gidinceye Kadar Uyumasını Yahut Oturmasını Emir Babı

 

219- (784) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Uleyye rivayet etti. H.

Bana, Züheyr b. Harb dahî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, İsmail, Abdü-lazîz b. Suhayb'den, o da Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) mescide girdi, (mescidde) iki direk arasına bir ip gerilmişdi.

«Bu ne?» diye sordu; Ashâb :

— Zeyneb'indir! (burada) namaz kılar; yorulduğu yahut gevşeklik hissettiği zaman buna tutunur., dediler. Resûlüllah (Sallallahü A \eyhi ve Seiîemj:

«Çözün onu!. Sizden biriniz zinde olduğu müddetçe namazını kılsın! Yorulduğu veya gevşediği zaman oturur...» buyurdu. Züheyr'iıı rivaye­tinde «Otursun!» kaydı vardır.

 

(...) Bize, bu hadîsi Şeytân b. Ferrûh dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdülvâris, Abdülâzız'den, o da Enes'den, o da Peygamber (SallaVahü Aleyhi ve Selle m)  'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Teheccûd» de; Nesâî ile İb­ni Mâce dahî «KitâWs-SaIât» da tahrîc etmişlerdir.

Buhârîdeki rivayetinde: «Peygamber (SalloVahü Aleyhi ve Sellem) mes­cide girdi. Bir de baktı ki, iki direğin arasına bir ip gerilmiş: Bu ip ne olu­yor? dedi; Ashâb: Zeyneb'in ip'idir. Gevşeklik geldiği zaman buna tutunur dediler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

Hayır! Siz onu çözün! Biriniz neşâtlı olduğu müddetçe namaz kılsın! gevşedi mi otursun! Buyurdu.» denilmektedir.

İki direk arasına ip geıerek, namazda yorulduğu zaman ondan tutu­narak kalkan kadın Ümmü'l-Mü'minîn Zeyneb bin ti Cahş (Radiyallahû anh) dır. Hatîb «Mübhemât» ında onu böyle tefsir etmiş;   Kirmânî    (     -786) dahî bu husûsda ona tabî olmuşdur.

İbni Ebî Şeybe gerek «Müsned» inde gerekse «Kusanne» inde Zeyneb'i mücered olarak rivayet etmiş; kim olduğunu bildirmemişdir.

Ebû Dâvûd, bu hadîsi iki tarîkden rivayet etmişdir. Bunların birinde yalnız Zeyneb ismi geçmiş; diğerinde «Zey neb ye­rine Hamne binti Canş » denilmişdir. Hamne binti Cahş, Ümmü'l-Mü'minîn Zeyneb binti Cahş'ın kız kardeşidir. İmam Ahmed b. Hanbel'in, Hammâd tarîki ile Hz. Enes'den tahrîc ettiği rivâyetde dahî Zeyneb ye­rine Hamnebinti Cahş zikredilmişdir, Ayni hadîsin şâzz bir rivayetinde Zeyneb yerine Meymûne binti Ha­ris; denildiği görülmektedir. Bu ihtilâflara bakarak Hz. İmam vak'anın müteaddid defalar cereyan etmiş olabileceğine işaretle: «Hâdisenin müteaddid defalar vuku bulmuş olmasına bir mâni yokdur.» demişdir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hadîs-i şerîf ibâdette iktisâda yâni orta hâlde bulunmaya teşvîk etmekdedir.

2- Namaz kılarken yorulan bir kimse yorgunluğu gidinceye kadar dinlenmelidir.

3- İmkân bulunduğu takdirde bir kötülüğü elle defetmek gerekir.

4- Kadınlar mescidde nafile kılabilirler. Çünkü Hz. Zeyneb mescidde nâfiîe kılıyordu.   Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) kendisi­ne bu bâbda bir şey dememiştir.

5- Namaz kılarken ipe tutunmak mekrûhdur.

6- Bütün gece namaz kılmak cumhûr-ü ulemâya göre mekrûhdur. Selef 'den bir cemaata göre ise bunda beis yokdur. Sabah namazına kalkabilmek şartı ile bütün gece nafile namaz kılmayı imam Mâ1ik'in dahî tecviz ettiği rivayet olunur.

 

230-  (785) Bana, Harmeletü'bnü Yahya ile Muhammedü'bnü Sele-mete'I - Muradı rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, İbni Vehb, Yûnus'dan, «da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. İbni Şihâb: Bana, Urvetü'bnü'z -Zübeyr haber verdi, ona da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in zev­cesi Âişe haber vermiş ki, Havla' bintü Tüveyt b. Habîb b. Esed b. Ab-di'1-Uzzâ', Âişe'ye uğramış. Âişe'nhı yanında Resûlüllah (Sallallahü Alevhi ve Sellem) bulunuyormuş. Âişe demiş ki: «Ben: Bu kadın Havla' binti Tûveyt'dir. Geceleyin uyumadığını söylerler; dedim.» Bunun üzerine Resûlüîlah

«Geceleyin uyumuyor ha! Siz taakat getirebileceğiniz işleri yapın! Val-iahi siz bıkmadikça Allah da bıkma (muamelesi yapmaz)» buyurdular.

 

221- (...) Bize, EbÛ Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etti­ler. Dediler ki: Bize, Ebû Üsânıe, Hişânı b. TJrve'den rivayet etti. H.

Bana, Züheyr b. Harb dahî rivayet etti. Lâfız onundur. {Dedi ki) : Bi­ze, Yahya b. Saîd, Hişâm'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana, babam, Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyh' ve Sellem} yanıma girdi. Benim yanımda bir kadın vardı. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Bu  kadın  kimdir?» diye sordu, Ben:

— Uyumayan (daimî sûretde) namaz kılan bir kadın! dedim.

«Sİz îaakaî getirebileceğiniz işleri yapın! Vallahi siz usanmadıkça Aî-lah usanma (muamelesi yapmaz}.» buyurdular.

Âişe demiş ki: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in en sevdiği ibâ­det sahibinin devam üzere yaptığı ibâdet idi.»

Ebû Üsâme hadîsinde, o kadının Benî Esed kabilesinden olduğu zik-redilmişdİr.

Bu hadîsi Buharı «Kitabü'1-İman» ile «Kitabü's-Salât» da; Imam Mâlik «El-Muvatta» da; Nesâî dahi «Kitâbü'1-İman» ile «Kitabü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Rivayetlerin bâzısında Hz. Âişe 'nin yanında bir kadın bulunduğu. diğerlerinde ise Havla1 isminde bir kadın olduğu zikredilmişdir. Bi­nâenaleyh vak'anm br olması da, müteaddid olması da ihtimâl dâhilİndedir. Zahire bakılırsa kıssa yalnız Havla' vak'asından ibâretdir. Ri­vayete nazaran Hz. Havla1 muhacirlerden olup pek dindar ve sâ-liha bir kadınmış.

Hadîsdeki dîn'den murâd: tâatdır.

Bu hadîsde muhâtab kadınlar olduğu hâlde, kendilerine erkeklere mahsûs olan cemi' sığası ile :

«Siz tâakat getirebileceğiniz işlere bakın!» buyurulmuşdur. Bunun sebebi hükmün bütün ümmete teşmil edilmesi istenmesidir. Onu/, için de tağlîb tarîki ile müzekker sîgası kullanümışdır.

Usanmak ve bıkmak gibi kelimelerin hakîkatlârı Allah Teâlâ'ya nis-betle muhaldir. Binâenaleyh bu gibi kelimelerin te'vîl edildiklerini az yu­karıda görmüşdük. Böyle kelimelerin bu gibi yerlerde zikredilmeleri mu-şâkele ve îzdivâc tarîki iledir. Yâni lâfızlar biribirine uysa da, mânâları başKa başkadır.

 

Hadisi Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Konuşurken mecazî kelimeler kullanmak caizdir. Netekim Al­lah Tfeâlâ hakkında bile mecaz kullanümışdır.

2- Bir şey'i büyütmek, bir tâata teşvik veya bir mâsiyetden sakın­dırmak gibi fâidelerden dolayı istenmeden yemîn etmek caizdir.

3- Devam üzere yapılan ibâdet ve tâat az bile olsa devamı olmıyan çok ibâdetden daha makbuldür.

4- Hadîs-i şerîf, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in ümmeti­ne karşı beslediği sonsuz şefkat ve merhametin şahididir.

5- Bütün gece namaz kılmak mekrûhdur. Yalnız selefden bir ce­maata göre caizdir.  İmam Mâlik bunu bir defa kerîh görmüş; başka defa sabah namazına zararı olmamak şartı ile cevaz vermişdir.

 

222- (786) Bize, Ebû b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ab­dullah b. Nümeyr rivayet etti. H.

Bize, İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. H.

Bize, Ebû Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Ûsâme ri­vayet etti. Bu râvîlerin hepsi Hişâm b. Urve'den rivayet etmişlerdir. H.

Bize, Kuteybetü'bnü Saîd dahî rivayet etti. Lâfız onundur. Kuteybe, Mâlik b. Enes'den, o da Hişâm b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'-den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Biriniz namazda uyukİarsa, uykusu dağılıncaya kadar yatıversin! Zira uyukluyarak namaz kılarsa belki istiğfar edeyim derken, kendine söver.» buyurmuşlar.

 

223- Bize, Muhammedü'bnü Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ab-durrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ma'mer, Hemmâm fo. Münebbih'-den rivayet etti. Hemmâm: «Ebû Hüreyre'nin, Allah'ın Resulü Muham-

med (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'den rivayet ettikleri şunlardır...» diyerek bir takım hadîsler zikretmiş. Ezcümle: ResûlülJah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz geceleyin namaza kalkar da Kur'ân diline dolaşır ve ne de­diğini bilemezse, hemen yatsın!»  buyurdular; demiş.

Bu iki hadîs, namazda uyuklayanlar hakkındadır.

Âişe (Radiyallahû anha) hadîsini Buhârî «Kitâbü'I-Vudû» da; Ebû   Dâvûd    dahî «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Bu hadîsdeki istiğfardan murâd,   Kaadı    İyâz'a göre duadır.

Bâzıları istiğfarı kendi mânâsında alıp, istiğfar etmeyi diler; şeklinde te'vîlde bulunmuşlardır.

Kendine sövmekden murâd da, kendi aleyhine duâ etmesidir.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler

 

1- Bir kimseye namazda iken uygu galebe çalarsa, namazı bozma­sı îcab eder. Çünkü o hâlde abdesti bozulur.

2- Uyuklama galebe çalma derecesine varmazsa şer'an affedilmiş-dir; abdesti de bozmaz. Ulemâ az uykunun abdesti bozmadığında müttefikdirler. Bu bâbda yalnız    Müzeni    muhalefet etmiş ve: «Uykunun azı da; çoğu da abdesti bozar» demişdir.

3- Âişe hadîsi ihtiyatla amel etmeye delildir.

4- Namazda dualar muayyen değildir.

5- Bu hadîsler namazda huşu' ve her ibâdetle huzûr-u kalp ile bu­lunmaya teşvik etmektedirler.

6- Uyuklayan kimseye, uyuması yahut başka bir şey'le uykuyu gi­dermesi emrolunmuşdur. Bu emir farz ve nafile, gece ve gündüz kılman bütün namazlara şâmildir. Cumhûr-u  ulemâ ile  Şâfi'î1er'in mezhebi de budur.

Kaadı İyâz'm beyânına göre İmam Mâlik ile ulemâdan bir cemâat, hadîsde zikri geçen namazı, gece kılman nafile; mânâsına al­mışlardır.

 

32- Kur'an'ın Faziletleri ve Kur'an'a Teallük Eden Şeyler Babı

 

 

33- Kur'an'ı Ezberde Tutmaya İhtimam Emri, Filan Âyeti Unuttum Demenin Keraheti, O Âyet Bana Unutturuldu Demenin Cevazı Babı

 

224- (788) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etti­ler. Dediler ki: Bize, Ebû Ûsâme, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'-den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecele­yin Kur'ân okuyan bir zât işitmiş de :

«Allah, ona rahmet buyursun! Gerçekten bana filân ve filân âyetleri hatırlattı. Ben, onları filân ve filân sûrelerden ıskaat etmişdim.» buyurmuş.

 

225- (...) Bize, İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abde ile Muâviye, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti­ler. Âişe şöyle demiş: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde bir zâtın Kur'ân okuyuşunu dinler de :

«Allah, ona rahmet buyursun! Gerçekten bana unutturulduğum bir âyeti hatırlattı.»  derdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân» in bir kaç yerinde tahrîc etmişdir.

Anlaşılıyor ki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lihîkmetin bâzı âyetleri unutmuş; bunları mescidde Kur'ân okuyan bir zâtdan işidince ha­tırlamış. Ancak unutulan âyetlerin neler olduğu ve sayılan bildirilme-mişdir. Buhârî 'nin bir rivayetinden Kur'ân okuyan zâtın Abbâd b. Bişr olduğu, başka bir rivayetinden üç Abdullah b. Yezîd El-Ensârî olduğu anlaşılıyor. Bu rivayetlere bakarak bazıları kıssanın iki defa geçtiğine ihtimâl vermişlerdir.

Bâzıları bu hadîsden fıkhî bir mes'ele istinbât ederek, unutulan âyet­lerin yirmibir aded olduğunu söylemişlerdir. Bunu nasıl istinbât ettikle­rini öğrenmek için fıkıh kitaplarına müracaat etmelidir.

Burada: «Acaba Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'e unutmak na­sıl caiz olmuşdur?» şeklinde bir suâl hatıra gelebilir. Bunun cevâbı şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o âyetleri unutmuş değil, onlar kendisine unutturulmuşdur. Bittabi kendiliğinden unutmak başka, Allah tarafından unutturulmak yine başkadır. Allah tarafından unutturulmak-da, onun ihtiyarı ve dahl-ü te'sîri yokdur. Cumhûr-u ulema­ya göre tebliğ ve talîm tarîki ile öğrenmediği şeyleri unutup unutamıya-cağı ise ihtilaflıdır. Câîz görenler: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) unuttuğu şey üzerine ikrar olunmaz. Bil'akis onu ya kendisi hatırlar ya­hut hatırlatılır.» demişlerdir. Bu hatırlatmanın dahî derhâl mi yoksa ve­fatından önceye kadar mı devam edeceği hususunda yine ihtilâf vardır.

Bu hadîsde o zâtdan .duyduğu âyetleri unutması caizdir. İsmâi1î'nin beyanına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Kur'ân'ı unutması iki kısma ayrılır. Bunların birincisi unutup az sonra hatırlama-sıdır ki, bu insanın tabiatında vardır. İkincisi: neshi murad edilerek Al­lah tarafından kalbinden silinendir. Birinci kısım arızî olup çabuk gelip geçer. İkinci kısım ise nesih âyetine dahildir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Geceleyin mescidde veya evde sesle Kur'ân  okumak câizdir. Riya ve uçup gibi mezmûm hâllere düşmemek ve kimseye eziyet ver­memek şartı ile bunda hiç bir kerahet yokdur.

2- Bir kimseden; velev kasdı    olmaksızın bir hayır gelirse, hayra nail olan kimsenin bil-mukabele ona duada bulunması gerekir.

3- Kur'ân'ı. Kerîm    dinlemek sünnetdir.

4- Filân ve filân âyetleri unuttum, demek kerâhet-i tenzîhiyye ile mekruhdur. Fakat: o âyetler bana unutturuldu; demekde hiç bir beis yok­dur.

Çünkü «unuttum» demekde âyetlere karşı bir lâubalîlik ve gaflet mâ­nâsı vardır. Unutturulmakda ise böyle bir gaflet mânâsı yokdur.

 

226- (789 Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. dedi ki: Mâlik'e, Nâ-fi'den dinlediğim, onun da Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah  (Sallaliahü Aleyhi ve Selle m):

«Hafız-ı Kur'ân'ın misâli bağlı deve gibidir. Eğer sahibi devesini mu­hafaza ederse, onu (eli altında) tutar; salıverirse deve (kaçar) gider.» buyurmuşlar.

 

227- (...) Bize, Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü'I-Müsennâ ve UbeyduIIah b. Saîd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Yahya (yâni El-Kat-tân) rivayet etti. H.

Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid-i Ahmar rivayet etti. H.

Bize, İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, baham rivayet et­ti. Bunların hepsi Ubeydullah'dan rivayet etmişlerdir. H.

Bize, İbni Ebî Ömer dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ma'mer, Eyyûb'dan naklen haber verdi. H,

Bize, Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kûb (yânî İbni Abdirrahmân) rivayet eyledi. H.

Bize, Muhanımed b. İshâk El - Müseyyebî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Enes (yâni İbni Iyâz) rivayet etti. Bunların hepsi Mûsâ b. Ukbe'den ve yine bunların hepsi Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Mâlik'in hadîsi mânâsında rivayette bulun­muşlardır. Mûsâ b. Ukbe hadîsinde:

«Hâfız-ı Kur'ân kalkar da, gece ve gündüz okursa Kur'ân'ı ezberinde tutar. Üzerine olmazsa, onu unutur.»  ziyâdesi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân» da; Nesâî dahî «Kitâbü'l-Fedâil» ile «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

Muallâka : Ikaal ile bağlı demekdir. Ikaal, devenin dizini bağladıkları ipdir.

Hadîs-i şerîfde Kur'ân'ı okumak ve tilâvetine devam etmek, ka­çacağından korkulan deveyi bağlamaya benzetilmişdir. Deve nezâret al­tında bulunduruldukça, nasıl ipini çözüp kaçamazsa; Kur'ân da de­vamlı okunursa öylece hatırlardan kaçamaz; ezberde kalır. İshak b Rahaveyh: «Kur'ân okumadan bir kimsenin üzerinden kırk gün geçmesi mekruhtur.» demiştir.

Teşbih için hayvanlar arasından devenin tahsis buyurulması, ev hay­vanları içinde en ziyâde kaçmaya teşebbüs eden ve kaçtıkdan sonra da on derece güçlükle tutulan hayvan, o olduğu içindir.

Hadîs-i şerif Kur'ân'ı ezberlemeye ve okumaya teşviki; unut-makdan tahzîri tezammun etmektedir.

Sâhib-i Kur'ân'dan murâd: hafızlar ve onu çok okuyanlardır.

 

228-  (790) Bize, Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. îshâk: (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize, cerîr, Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Ahdullab'dan naklen rivayet etti; dediler. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîlem):

«Kur'ân hafızlarından birinin : filân ve filân âyetleri unuttum; demesi, ne çirkin şeydir. Hayır! ona (o âyetler) unutturulmuşdur. Siz, Kur'ân'i mü­zâkere edin! Çünkü onun, insanların kaleplerinden kaçması, develerin bağlarından boşanıp kaçmasından daha şiddetlidir.»   buyurdular.

 

229- (...) Bize, İbni Nümeyr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, babam ile Ebû Muâviye rivayet ettiler. H.

Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize, Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Şakîk'dan naklen haber verdi. Şakîk şöyle demiş: «Abdullah: Bu Mushafları muhafaza edin! (Galiba da Kur'ân'ı muhafaza edin! dedi.) Yemin olsun ki, Kur'ân'ın hafızların kalplerinden kaçması, develerin bağlarından kaçmasından daha şiddetlidir. Hem Resû­lüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selle'm):

«Sizden biriniz: ben filân ve filân âyetleri unuttum; demesin! Belki (onlar) kendisine unutturulmuşdur.»  buyurdular., dedi.

 

230- (...) Bana, Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, M ub amme d b. Bekr rivayet etti. (Dedi kiı) : Bize, İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Abdetü'bnü Ebî Lübâbe, Şakîk b. Seleme'den naklen ri­vayet etti. Şakîk şöyle demiş: Ben, İbni Mes'ûd'u şunları söylerken işit­tim. (Dedi ki) : Resûlüllah' (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)

«Filân ve filân sûreyi unuttum; yahut filân ve filân âyetleri unuttum... demek bir adam için ne kadar çirkin bir şeydir!     Belki ona, bunlar unut­turul m uşdur.» buyururken işittim.

 

231- (791) Bize, Abdullah b. Berrâd El-Eş'arî ile Ebû Küreyb riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize, Ebû Üsâme, Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da Peygamber (Saîktllahü Aleyhi ve Sellem)'Aen nak­len rivayet etti:

«Şu Kur'ân'ı muhafazaya dikkat edin! Muhammedin nefsi yed-i kud­retinde olan Allah'a yemin olsun ki, Kur'dn'ın (hafızalardan) kaçması, bağlı develerin boşanıp kaçmasından çok daha şiddetlidir.» buyurmuşlar.

Hadîsin lâfızı   İbni   Berrâd 'indir.

Bu hadîsleri Buharı «Kitâbü Fedâili'l-Kur'ân» da; Tirmizî «Kırâât» da; Nesâî «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc et­mişlerdir.

Bi'se : Ne çirkin oldu mânâsına zemm fiilidir.

Kurtubî diyor ki: «Bi'se, ni'me'nin kardeşidir. Bunların birin­cisi zemm, ikincisi medih ifade eder. Her ikisi de gayr-i mutesarrıf fiil­lerdendir. Ya ism-i zahir yahut zamîr olmak üzere fail ref ederler. An­cak fail, ism-i zahir olursa, umûm bildiren fiillerde mutlakaa cins bildiren elif lamla yahut elif lâm'm bulunduğu kelimeye muzâf olarak kullanıl­ması şartdır. Tâ ki bu suretle mevsûf a şâmil olsun. Mevsûf un alettâym zikredilmesi lâzımdır. «Zeyd ne iyi adamdır!» mânâsına gelen cümlesinde olduğu gibi bazen tefsir «mâ» kelimesi ile olur. Ni­tekim buradaki hadis de öyledir...» Keyte ve keyfe: Şöyle şöyle manâsına kullanılır. Bu iki kelime hakkında kurtubî şunları söylemektedir: Keyte ve keyte kelimeleri ile çok cümleler ve uzun söz ifâde edilir. Zeyte ve zeyte'den bunlar gibidir.

SVleb, keyte'nin fiillerde; zeyte'nin de isimlerde kullanıldığını söylemişdir. Bâzıları bunları  (keza)  mânâsına kullanıldığını iddia ederler

«Belki ona unutturulmuşdur...» cümlesinden murâd; unutan kimsenin bunu söylemesi yani «Bana unutturuldu.» demesidir. Bu söz üzerinde bir hayli münâkaşa edilmişdir. Bâzıları «nesiye» yâni «unuttuv şeklinde; bâzıları da .nüssiye» yâni «unutturuldu., diye rivayet etmişlerdir.

Kurtubî: «Nüssiye'nin mânâsı: Âyeti ezberinde tutma hususun­da kusur ettiği için unutturulmak suretiyle cezalandırıldı.. demeKdir. Ne-siye ise terk etti; ona bakmadı demekdir.» diyor.

Hâsılı bu husûsdaki zemin, söze râci'dir. Yâni unuttum; demek yasak ediîmişdir. Çünkü bu söz ehemmiyet vermemeyi ve gafil bulunmayı te-zammun eder. Buradaki nehy kerâhet-i tenzîhiyye içindir,

Kaadî îyâz dahî şunları söylemişdir: «Zemm, söze âid değil; hâl'e râci'dir; demek daha iyidir. Yâni Kur'ân'i ezberleyip de son­ra ondan gaflet eden ve unutan kimsenin hâli ne fenadır...»

Bu sözden, başka bir mânânın kasdedilmiş olması ihtimâli de vardır. Şöyle ki: Bu sözüm nesih zamanında söylenmiş olması mümkindir.

Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) devrinde, bir kimse: «Ben fi­lân âyetleri unuttum.» derse, ashâb-ı kiram muhkem olan bir­çok âyetlerin unutulacağını tevehhüm edecekleri için: «unuttum» demek, kendilerine yasak edilmiş; bu işin ancak Allah'ın izniyle olacağı bildiril-mişdîr.

«Teâhedû» ve «Teahhedû» fiilleri, unutmamak için okumaya devam etmek suretiyle, yoklama yapın; demekdir.

Bu rivayetler dahî yukarkiler gibi Kur'ân-ı Kerîm'i ezber­lemeye teşvik; unutmakdan tahzîr sayılırlar.

 

34- Sesi Kur'an'la Süslemenin Müstehab Oluşu Babı

 

232- (792) Bana, Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi veSeltem)'e vardıra­rak rivayet etti. Resûîüîlah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah, Kur'ân'ı tegannî eden bir Peygambere verdiği kadar, hiç bîr şey'e ihsanda bulunmamışdır.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.

Bana, Yûnus b. Afadil'a'lâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Amr haber verdi. Bunların ikisi de İbni Şi-hâb'dan bu isnâdla rivayet etmişlerdir.

(Burada) Resûlüllah (SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kur'Ğn'ı tegannî eden bir Peygambere ihsanda bulunduğu gibi.» buyurmuşdur.

 

233- (...) Bana Bişru'bnü'l-Hakem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülâzîz b. Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd, —ki İbnü'l -Hâd'dır,— Muhammed b. İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki, Ebû Hüreyre, Resûlüllah (Sallallahü AL yhi ve Sellem) 'i :

«Allah güze! sesli bir Peygambere Kur'ân'ı cehren tegannî ettiğine mukaabil verdiği mükâfatı başka hiç bir şeye vermemİşdir.» buyururken işitmiş-

 

(...) Bana îbni Vehb'in kardeşi oğlu rivayet etti. (Dedi ki) : Bize am­cam Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ömer [86] b. Mâlik ile Hayvetü'bnü Şüreyh, İbnü'I-Hâdîdan bu isnâdla, bu hadîsin tamâmiyle mislini haber verdiler.

İfanü'1-Hâd:    «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -demiş;    «İşit­miş.» kelimesini söylememiş.

 

234- (...) Bize Hakem b. Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hikl, Evzâî'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :

«Allah yüksek sesle Kur'ân tegannî eden bir Peygamber'e verdiği se­vap kadar, hiç bir şey'e sevap ihsan etmemişdir.» buyurdular.

 

(...) Bize Yahya'bnü Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Saîd ve İbnü Hucr ri­vayet ettiler. Dediler ki: Bize, İsmâîl (yânî İbni Ca'fer) Muhammed b. Amr'dan, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen Yahya b. Ebî Kesîr'in hadîsi gibi rivâyetde bulundu; yalnız İbni Ebî Eyyûb kendi rivayetinde (ke ezenihî yerine)   «ke iznihî»   dedi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü Fedâili'l-Kur'ân» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc etmişdir.

Nevevî diyor ki: «Ulemâ ezenin lûgatda dinlemek mânâsına gel­diğini söylemişler; ancak burada dinlemek mânâsına hamletmenin caiz ol­madığını bildirmişlerdir. Çünkü kulak vermek mânâsına gelen dinlemek Allah Teâlâ hakkında muhaldir; kelime burada mecazen kullanılmışdır. Mânâsı: okuyanı ma'nen kendine yaklaştırmak ve ona bol bol sevap ver-mekdir. Zîra Allah Teâlâ'nm işitmesi muhtelif değildir. Binâenaleyh bu sözün te'vîli vâcibdir.»

Bu bâbda Aynî dahî şunları söylemişdir: «Hâsılı (ezine) fiili ıtlaak ile dinlemek arasında müşterekdir. Mutlak mânâsını kasdedersen masdarı (izn) dinlemek mânâsını murâd edersen masdari (ezen) şeklinde gelir.»

Kurtubî de: «Ezen : İmlâ yazan bir kimsenin kulağını, dinlediği kimseye doğru eğiltmesidir. Bu mânâ zahiri itibârı ile Allah Teâlâ hak­kında kullanılamaz. Kelime Allah hakkında mecazen: Okuyana ikram ve bol sevap ihsan etmek mânâsına gelir. Zira dinlemenin neticesi bunlardır.

îzn'in ıtlaakmdan murâd: Onun mutlak mânâda kullanılmasıdır. Mut­lak mânâda îzn, mubah kılmak demekdir.

Ulemâ tegannînin mânâsı hususunda da ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ile diğer Şafiiyye ulemâsına göre sesi Kur'ân'la güzel­leştirip zînetlemek manasınadır. Ebû D.âvûd 'un «Sünen» inde rivayet ettiği bir hadîsde, İbni Ebî Müleyke 'nin : «Okuyanın sesi güzel değime, Kur'an onu mümkin olduğu kadar güzelleştirir.» demiş olması bu mânâyı te'yîd eder.

Bâzıları: «Tegannînin mânâsı: Onunla müstağni olur; başka şey'e muhtâc kalmaz; demekdir.» mutâleasmda bulunmuşlardır. İmam Ahmed'in rivayeti bu tarzdadır.

Diğer bâzılarına göre teğannî: Kur'ân okumakla geçmiş milletlere dâir haberlerden ve eski kitaplardan müstağni kalır; manasınadır.

Bir takımları, tegannî'nin: Meşgul olmak; mânâsına geldiğini; diğer­leri fakirliğin zıddı yâni zenginlik; demek olduğunu söylemişlerdir.

Bu mânâların içinde en ziyâde akla yatanı tegannîden, fayda mânâsı kasdedilmekdir. Yâni bir kimseye Kur'ân fayda vermez, kur'ân'daki va'd ve tehdîdleri tasdik etmezse, o kimse bizden değildir» demektir.

Tegannîyi bu şekilde te'vîl edenler Kur'ân-ı Kerîm'i lâhn ve tercî' ile okumayı mekruh sayarlar. Lâhn ve tercî'den murâd: sesi boğazda oynatarak nağme ile okumak, Kur'ân-ı Kerîm'i mûsikî kaaidele-rine uydurmakdır. Hz. Ener (Radiyallahû anh) ile Saîdü'bnü'1 -Müseyyeb, Hasan-ı Basri, İbni Şîrîn, Saîdü'bnü Cübeyr, İbrahim Nehaî, Abdurrahmân b. Kaasim ve Abdurrahmân b. Esved dahî lâhn ve terci' ile Kur'ân okumayı kerîh görürlermiş. İmam Mâ1ik'in kavli de budur.

Lâhn ve tegannî ile okumayı caiz görenler, Hz. Dâvûd (Aleyhisselâm) 'm okuyuşu ile istidlal ederler. îbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunduğuna göre, Dâvûd (Aleyhisselâm) Zebur'u yetmiş makaamla okur ve okuyuşu ile hastaları cûşu hurûş'a getirirmiş. Bunlar Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'in Kur'ân oku­masını tavsîf eden Abdullah b. Mugaffel hadîsi ile de istidlal ederler.

Hz. Ömer (Radiyallahû anh) 'in dahî lâhn'la Kur'ân okumayı caiz-gördüğü rivayet olunur. Bazen Hz. Ebû Mûse'l-Eş'arî'ye: cBize, Rabbimizi hatırlat!» der; o da lahn-u tegannî ile Kur'ân okurmuş.

Hattâ bir defa: «Kim Kur'ân'ıEbû Mûsâ gibi tegannî ile okuya-bilirse, bunu hemen yapsın!» demişdir. Ukbetü'bnü Âmir (Radiyallahâanh) Kur'ân'ı pek güzel bir sesle okurrnuş. Hz. Ömer kendisine: «Filân sûreyi bana oku!» demiş; o okumuş; Ömer (Radiyallahû anh)    da ağlamış.

Abdurrahmân b. Esved, ramazanda mescidleri dola­şarak güzel sesle   Kur'ân okuyanları araştmrrmş.

Tahâvî 'nin rivayetine göre, imam A'zam ile arkadaşları lâhn ile okunan   Kur 'ân'ı dinlerlermiş.

Muhammed b. Abdiîhakem: «Babamla Şâfiîyi ve Yûsuf b. Amr'ı îâhn ile okunan Kur'ân'ı dinlerlerken gördüm.» demişdir.

Kirmanı: «Kur'ân'ı cehren okumakdan murâd, güzel sesle; yanık okumakdır. Lâhn, Kur'ân'ı kırâet olmakdan çıkarmamak şar­tıyla müstehabdır, fakat ifrata kaçarak bir harf ziyâde veya noksan et­mek haramdır.» demişdir.

Hadîsin îbniEyyûb rivâyetindeki (izn) kırâetini Kaadî İyâz Kur'ân okumaya teşvik ve emir; diye tefsir etmişdri.

 

235- (793) Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. H.

Bize, İbni Nümeyr dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik (yâni tbni Miğvel) Abdullah b. Büreyde'den, o da babasından naklen rivayet etti. Babası şöyle demiş:, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Gerçekden Abdullah b. Kays'e yahut Eş'arî'ye Âl-i Davud'un mizm ar­larından bir mi imâr veriimisdir.» buyurdular.

 

236- (...) Bize Dâvûdu'bnü Büşeyd rivayet etti.  (Dedi ki) :    Bize Yahya b. Saîd rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize, Tâlha, Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûiüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Musa'ya :

«Dön gece senin okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!... Gerçek-den sana Âl-i Davud'un mizmârlanndan bir mîzmâr verilmiş!» buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu Fedâüi'I-Kur'ân» da, tahrîc ettiği gibi Tirmizî   dahî rivayet etmişdir.

Mizmâr: Esâs itibarı ile kaval nev'inden bir düdükdür. Burada ondan murâd, güzel sesdir. Aralarındaki benzerlik dolayısiyie mizmâr lâfzı, gü­zel sese istiare edilmişdir.

Filhakika Hz. Ebû Mûse'l-Eş'arî 'nin son derece güzel ve yanık bir sesi varmış.

Âl: Zürriyet, çoluk çocuk ve bir kimsenin tâbi'leri mânâsına gelir. Burada bu kelime mukham yâni fazladır. Maksad doğrudan doğruya Pey­gamber Dâvûd (Aîeyhisselâm) dır. Güzel sesle okumak, onda nihayet bulmuşdur; ve onun mûcizelerindendir; derler. Zebûr 'u okumaya baş-ladımi, dağlardaki kurtlar, kuşlar bile ağlaramış. Hz. Dâvûd 'un zür-riyyetinden onun kadar güzel sesli bir kimsenin yetiştiği rivayet olun-mamiçdır.

Bâzıları:  «Buradaki âl'den murâd, şahısdır.» demişlerdir.

Kadî İyâz diyor ki: «Sesi Kur'ân fertîli ile süslemenin müs-tehab olduğunda bütün ulemâ müttefikdir. Ebû Ubeyd bu bâbda vârid olan hadîslerin hüzün ve şevk'e getirmek mânâsına hamledildiğini söylüyor. Lâhn ile okuma hususunda ulemâ ihtilâf etmişler; imam Mâ­lik ile cumhûr-u ulemâ bunu mekruh görmüşlerdir. Çünkü lâhn'la okumak, Kur'ân'ı gayesi olan huşu' ve tefehhümden hâriç bırakır. Ebû Hanîfe ile selefden bir cemâat aşk-u şevk'e getirecek şekilde Kur'ân okumayı mubah görmüşlerdir. Delilleri bu husûsda vârid olan hadîslerdir.

Bir de böyle okumak rikkate gelmeye, haşyete ve nefisleri, Kur'ân dinlemeye teşvike sebepdir.»

Nevevi, imam Şafiî 'nin bir yerde: «Lâhn'la Kur"ân okumayı kerih görürüm.>, başka bir yerde «kerih görmem.» dediğini söyledikden sonra sözüne şöyle devam ediyor: «Ulemâmız derler ki: İmam Şafii-nin bu mes'elede hiç bir hilafı yokdur. Mesele iki hâlin ihtilâfından ibâ-retdir. Kerih gördüğü yerde kelimeyi uzatarak ziyâde veya noksan sureti Üe sözü çığırından çıkarmayı yahut uzatılmıyacak yerde uzatmayı, idgam lâzım olmayacak yerde idgam yapmak gibi şeyleri; mubah gördüğü yerde ise hiç bir değişiklik yapılmadan okunan Kur'ân'ı   kasdetmişdir.»

 

35- Mekke'nin Fethi Günü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Fetih Süresini Okuması Babı

 

237- (794) Bize Ebû Bekir b. EH Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdrîs ile Vekî', Şu'be'den, o da Muâyiyetü'bnü [87] Kurre'den naklen rivayet etti. Muâviye şöyle demiş: Ben Abdullah b. Mugaffel-i Mü-zenî'yi şunu söylerken işittim :

«Peygamber (SaUaVahü Aleyhi ve Sellem) H\\h yılında bir yolculuğu es­nasında hayvanı üzerinde Fetih sûresini okudu. Kırâetinde tercî' yaptı.»

Muâviye : «Halkın başıma toplanacağından korkmasam, size onun ki-râetini gösterirdim.» demiş.

 

238- (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ (Dedi ki) : Bize, Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Şu'be, Muâviyetü'bnü Kurra'dan ri­vayet etti. Demiş ki: Abdullah b. Mugaffel'i dinledim şöyle dedt :

«Mekke'nin fethedİliği gün Resûlülloh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i devresinin üzerinde fetih sûresini okurken gördüm.»

Râvî Muâviye diyor ki: Müteakiben İbni Mugaffel (kendisi) de oku­du ve tercî' yaptı.

Muâviye : «Eğer (etrafımızda) insanlar olmasaydı    İbni Mugaffel'in,

Peygamber (SallaUahü A leyhi ve Sellem) 'den   naklen  okuduğu  şekilde  ben de size okuyuverirdim.» demiş.

 

239-(...) Bize, bu hadîsi Yahya b. Habîb EI-Hârisî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hâlidü'bnü Haris rivayet etti. H.

Bize Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam riva­yet etti. Her iki râvî demişler ki: Bize, Şu'be bu isnâdla, bu hadîsin ben-serini rivayet etti. Hâiidü'bnü Haris hadîsinde: «Yürüyen bir deve üze­rinde kendisi de fetih sûresini okuyordu; dedi.» ibaresi vardır.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsîr», «Kitâbû Fedâili'I-Kur'ân», «Kitâbü'I-Megâzî» ve «Kitâbu't-Tevhîd» de; Ebû Dâvûd «Kitâbu's-Salât» da;  Tirmizî    «Şemâîl» de; Nesâî  dahî «Kitâbu Fedâîli'l-Kur'ân» da muhtelif râvîler'den tahrîc etmişlerdir.

Tercî: Az yukarıda beyân ettiğimiz vecihle sesi boğazda oynatarak nağme yapmakdır. Hz. Abdullah b. Mugaffel, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in tercî'ini, okurken sesini «Aaa» şeklinde uza­tarak göstermişdir.

îbni Esîr: «Allah-u âlem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yalnız Mekke fethedildiği gün yapmışdır. Çünkü kendisi hayvan üzerindeydi. Bu sebeple sesinde oynaklık hâsıl olmuşdur.» diyor.

 

36- Kur'an Okunması Sebebiyile Sekinetin İnmesi Babı

 

240- (795) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan, o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ' şöyle demiş: Bir adam Kehf sûresini okuyordu, yanında da iki uzun iple bağlı bir at bulunuyordu. Derken o zâtı bir bulut kapladı. Bulut dönmeye ve yaklaşmaya başladı. O zâtın atı da bundan ürkmeye başladı. Sabaha çı^ kınca ojeât Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Seltem)''e geldi ve;bu hâdiseyi ona anlattı. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ye Sellem) :

«Bu sekînefdir,    Kur'ân için inmişdir.» buyurdular.

 

241- (...) Bize İbnü'I-Müsennâ iie İbni Beşşâr rivayet ettiler, lâ­fız İbni'l-Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bise Şu'be, Ebû İshâk'dan naklen rivayet etti. Ebû İshâfc' şöyle demiş: Ben Berâ'yı şunu söylerken işittim:. Bir adam Kehf sûresini o-kudu. Evinde bir at vara di. Derken at ürkmeye başladı. Bunun üzerine adam bakındı: bir de ne görsün! Kendisini bir sis yahut bîr pulut kapla­mış! Bunu Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)e anlattı. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Oku ey fülân! Çünkü o bulut sekînetdir. Kur'an okunurken inmişdir. Yahut Kur'ân için inmişdir.»

 

(...) Bize İbnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdurrahmân b. Mehdi ile Ebû Dâvûd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Şu'be, Ebû îs-f hâk'dan rivayet etti. Ebû İshâk: «Ben, Berâ'yı şöyle derken işittim...» demiş.

Her iki râvî yukarki hadîs gibi rivayette bulunmuşlar. Yalnız onlar «at şahlanmaya başladı.» demişlerdir.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Menâkib» de: Tirmizi dahî «Fedâilü'I-Kur'ân» da tahrîc etmişlerdir.

Kehf sûresini okuyan zât Useyd b. Hudayr 'dır. Netekim bundan sonraki hadisde ismi tasrîh olunacakdir. Atını iki uzun iple bağ­laması, at pek kuvvetli ve hırçın olduğundandır. Anlaşılıyor ki at gördüğü bulutdan şahlanarak ipi koparacak dereceye gelmiş: Hz. Üseyd de bundan dolayı meraka düşerek ertesi gün mes'eleyi Resûlüllah (SaüaUahü Aleyhi ve Selîem)'e anlatmış: ResûlüIIah (SaHallahü Aleyhi ve Seİiem) bu görülen bulutun, sekînet olduğunu, okunan Kur'ân için indiğini beyân buyurmuş.

İkinci rivayetle sis mi yoksa bulut mu denildiği hususunda ve keza Resûlüliah (SaüaUahü Aleyhi ve Selîem)'in Kur'ân okunurken mi yoksa Kur'ân için mi iner dediğinde râvî şekketmişdir. Bu rivayette Resû­lüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) 'in :

«Ey füion!» buyurması, Kur'ân okumaya devam etmeli ve sana inen bu rahmeti ganimet bilerek daha çok okumalıydın: manasınadır.

Sekînetin mânâsı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre sekînet, esen bir rüzgârdır. Amma insan yüzü gibi yüzü vardır.

Bir takımları : «Bundan murâd: Üzerlerinde sekînet bulunan melek­lerdir.» demişlerdir.

Bâzıları, bunun göçeğen kuşu gibi bir hayvan olduğunu, kanatları bulunduğunu: daha başkaları kediye benzer bir hayvan olduğunu, gözleri gayet keskin olup: bir bakışda bir orduyu bozguna uğrattığını söylemiş­lerdir. Hattâ sekînetin cennet altmirrâân mâmûl bir yol olduğunu sÖyli-yenler bile vardır.

Vehb : «O, Allah tarafından bir rûhdur: konuşur ve bir şeyde ihtilâf edilirse onu beyân eder.» demişdir.

Muhtar olan mânâya göre sekînet, Allah'ın mahlûklarından biri olup: kendisinde sünûnet ve rahmet vardır. Beraberinde Kur'ân'ı dinleyen melekler bulunur. Netekim aşağıdaki rivayet de bu mânâyı te'yîd eder.

 

242- (796) Bana Hasan b. Aliy EI-Hûlvânî ile Maccâcu'bnü'ş-Şâir ri­vayet ettiler. Lâfızları birbirine yakındır. Dediler ki: Bize Ya'kûb b, İb-râhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîdü'bnü'I-Hâd rivayet etti. Ona da Abdullah b. Habbâb rivayet etmiş: ona da Ebû Saîd-i Hudrî rivayet etmiş ki, bir gece Üseydü'bnü Hudayr [88] hurma harmanında (Kur'ân) okurken birdenbire atı şahlanmış. Fa­kat o yine okumaya devam etmiş. Sonra at tekrâd şahlanmış ise de Üseyd yine okumasına devam etmiş. Sonra at tekrar şahlanmış.

Üseyd demiş ki: Atın (oğlum) Yahya'yı çiğneyeceğinden korktum da kalkıp yanma gittim. Bir de ne göreyim! Başımın üzerinde gölgelik gibi birşey!.. içinde kandillere benzer nesneler var. Bu gölgelik göğe çıktı: hat­tâ onu göremez oldum. Ertesi sabah Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek:

— Yâ Resûlâllah! Dün akşam ben gece yarısı hurma harmanında (Kur'ân) okurken birden atım şahlandı.» dedim: ResûİülIab (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) hemen :

«Oku Ibni Hudayr!» buyurdu. (Dedim ki) :

  Ben okumaya devam ettim.    Sonra at yine şahlandı.    Rnsûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yine *.

«Oku ibni Hudayr!»   buyurdular. (Dedim ki) :

  Ben yine okudum: fakat hayvan sonra tekrar şahlandı. Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yine :

«Oku İbni Hudayr!»   buyurdular. (Dedim ki):

  Ben artık okumakdan vazgeçtim. (Oğlum) Yahya ata yakındı : Onu çiğner diye korktum. O sırada gölgelik gibi bir şey gördüm: içinde kandillere benzeyen nesneler vardı. Bu gölgelik göğe çıktı. Nihayet onu göremez oldum... Bunun üzerine Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Bunlar meleklerdir. Sent dinliyorlarmış. Eğer okumağa devam şeydin : sabaha kadar seni dinlerler: halk da onları görür: halkdan gizlenmezlerdir.»  buyurdular.

Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Kitâbu Fedâiîü'l-Kur'ân» d tahrîc etmişlerdir.

Buhâri 'deki rivayetini Üseyd b. Hudayr şöyle anlatımı Kendisi, geceleyin Bakara sûresini okuyormuş. Atı da yanında ba| Iıymış. Birdenbire at şahlanmış. Bunun üzerine Üseyd susmuş: at d sükûnet bulmuş. Tekrar okumaya başlayınca at yine şahlanmış: Üseyı susmuş: at da sükûnet bulmuş. Sonra yine okmuş: at yine şahlanmış. Bu nun üzerine Üseyd okumakdan vazgeçmiş. Oğlu Yahya ata -ya km bulunuyormuş: ona çarpar diye korkmuş. Çocuğu oradan çekince ba şını semâya kaldırmış, ve ne gördü ise görmüş. Sabah olunca hâdisey. Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellemj'e anlatmış. Efendimiz ona:

«Oku Ey Ibni Hudayr! Oku ey İbni Hudayr!...» demiş. Üseyd b Hudayr:

  Hayvan, oğlum Yahya'yı çiğneyecek diye korktum Yâ ResûlallabJ Zîra ona yakındı. Başımı kaldırdım ve çocuğun yanma gittim. Sonra ba­şımı semâya kaldırdım: Bir de ne göreyim! Bulut gibi bir şey!..    İçinde kan diler gibi şeyler var!.. Bu nesne çıktı gitti. Nihayet onu görmez ol­dum...  demiş. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Seliem):

«Bunun ne olduğunu biliyormusun?» buyurmuş,  Üseyd:

  Hayır! cevâbını vermiş. Efendimiz :

«Bunlar meleklerdir. Senin sesine yaklaşmışlar: eğer okumaya devanı edeydin sabaha kadar dinlerler: halk onları görür: halkdan gizlenmez-lerdi.» buyurmuş.

ZuIIe: Sofa gibi güneşden koruyan gölgelikdir. Burada : Gölge yapan bulut: diye te'vîl olunmuşdu.

Az yukarıda buna benzer bir hadîsin Kehf sûresinin fazileti hak­kında rivayet olunduğunu gördük. O hadîs-de bir zâtın Kehf sûresi­ni okuduğu: atı da yanıbaşında bulunduğu zikredilmişti. Hattâ onun Üseyd b. Hudayr olduğu söylennüşdir. Kirmânî bu mes'eleyi şöyle hâlletmişdir: Gerek burada beyân, edilen Bakara su­resini gerekse o hadîsde bahsedilen Kehf sûresini okuyan Hz. Useyd'dir. Maamâfîh o hadîsde bahsi geçen zât bir başkası da olabilir.

Rivayetlerin zahirleri, hadisenin ayrı ayrı iki-defa vuku' bulduğunu gösteriyor. Netekim böyle bir hâdise Hz. Sâbir b. Kays'in de başından geçmiştir. Ebû Davud'un mürsel olarak rivayet ettiği bir hadîsde şöyle deniliyor: «Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: Görmedin mi dün gece Sabit b. Kays'in evi kandillerle parlayıp duruyor­du? dediler, de: Ola ki Bakare sûresini okumuştur... buyurdu. Bu mesele Sâbit'e soruldukta:    Bakare    sûresini okudum., dedi.»

Hz. Üseyd b. Hudayr'm sesi son derece güzel ve yanıkmış. Hattâ İsmâî1î'nin rivayetinde Resûlüllah (Saîiüllahü Aleyhi ve Seilem) 'in, kendisine :

«Oku ey Useyd! Sana, Hz. Davud'un mezamirinden (hisse) verilmiş!» buyurduğu bildiriliyor.

 

Hadisi Şerifden Şu Hükümler Çıkarılmışdır:

 

1- İnsanların melekleri görmesi caizdir. Melekleri görmek mü'min-ler için bir rahmet: küffâr için azâb alâmetidir. Ancak mü'minlerin gör­mesi için salâh ve takva' sahibi ve güzel sesli olmaları şarttır. Babımız hadîsinde bahsi geçen hâdise husûsî bir sıfatla: husûsî bir sûretde okunan husûsi bir okuyuş dolayısiyle geçmişdir. Şayet aielıtlaak Kur'ân okuyana melekler görünmüş olsa, her Kur'ân okuyanın onları gör­mesi iktizâ ederdi.

2- Bu hadîs Hz. Üseyd'in ve keza gece namazında Bakara sûresini okumanın faziletine delîldir.

3- Hadîs-i şerîf   Kur'ân'm ve Kur'ân  dinlemenin fazileti­ne de delildir.

 

37- Kur'an Hafızının Fazileti Babı

 

243- (797) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Kâmil-i Cahderî, ikisi birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. Kuîeybe dedi ki: Bize Ebû Avâne,

Katâde'den, o da Enes'den, o da Ebû Mûse'I-Eş'arî'den naklen rivayet etti. Ebû Mûsâ şöyle  demiş: Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kur'ân okuyan mü'minin misâli portakal gibidir, ki kokusu güzel, tadı hoştur. Kur'ân okumayan mü'minin misâli de hurma gibidir. Kokusu yok­tur fakat tadı lezzetlidir. Kur'ân okuyan münâfıkm misâli, kokusu güzel fakat tadı acı oian fesleğen gibidir. Kur'ân okumayan münafığın misâli İse kokusu bulunmayan: tadı da acı olan Ebû Cehil karpuzu gibidir.» buyurdular.

 

(...) Bize Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm ri­vayet etti. H.

Bize Muhammedü'bnü'I-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yah­ya b. Saîd Şu'be'den naklen rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi de Katâde'den, bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki Henı-ı mâm'in rivayetinde «münafık» yerine «câcir» kaydı vardır.

Bu hadisi ,Buhârî «Kitâbu Fedâilü'l-Kur'ân» m bir kaç yerinde, «Kitâbü'l-Et'ıme» ve «Kitâbu't-Tevhîd» de: Ebû Dâvûd ile «Fe­dâilü'l-Kur'ân» da tahrîc ettikleri gibi İbni Mâce dahi rivayet et-mişdir.

Bu hadîs hakkında Ayni şunları söylemektedir: «Malûmun olsun ki, bu teşbih ve temsil hakîkatta sırf mâkûl bir mânâya şâmil olan bir va-sıfdır. Bu mânâyı, ancak görülen ve hissedilen bir şeyle tasvir meydana çıkarabilir. Sonra hiç şüphe yok ki, Kelâmullah'm, kulun bâtınına ve za­hirine te'sîri vardır. Bu husûsda kullar biribirlerinden farklıdırlar. Bâ­zılarının bu tanzîrden bol bol nasipleri vardır. Bunlar Kur'ân okuyan mü'minlerdir. Bâzılarının ise hiç nasipleri yokdur. Bunlar hakîki müna­fıklardır. Bir takımlarının yalnız zahirleri te'sîr altında kalır: bâtınlarına Kur'ân te'sîr etmez. Bunlar murâîlerdir. Bir kısmı da bunun aksine­dir, (üâni Kur'ân bâtınına te'sîr eder: zahirine te'sîr etmez.) Bun­lar da Kur'ân'ı okumayan mü'minlerdir.

Bu mânâların hissi şeylerle tasvir edilerek gösterilmesi hadîs~i şerîf-de zikredildiği gibi olur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeVem) 'in bu mâ­nâları ifâde için hadîs-i şerîfde zikrettiğinden daha muvafık, münâsip, akla yakın, daha güzel ve daha cem'iyyetli tâbîr bulunamaz! Zira müşeb-behlerle, müşebbehünbihler (yâni benzeyen insanlarla, benzedikleri şey­ler.)  buradaki taksime tamamen uymaktadırlar. Çünkü insanlar ya mü'min yahut gayr-i mü'min olurlar. Gayr-i mü'min de yâ hâlis münâfıkdır: Yahut hükmen ona ilhak edilir. Mü'minler ya Kur'an okumaya devam ederler yahut etmezler. Buna göre sen müşebbehünbihin neticelerini kı­yâs eyler!

Hadîsdeki temsillerde vech-i sebeh, mahsûs olan iki şeyden yâni tad-la kokudan mürekkebdir. Peygamber (SallaliahüA îeyhi ve Sellem) misâlini yerden biten ve ağaçdan meydana gelen şeylerle vermişdir. Çünkü bun­larla insanların amelleri arasında benzerlik vardır. Ameller nefislerin meyveleridir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağaçdan meydana ge­len portakalla hurmayı mü'mine tahsis buyurmuş: yerden biten Ebû Cehil karpuzu ile fesleğeni de münafığa bırakmişdır. Bu suretle mü'minin şanının ulviyyetine ilminin yüksekliğine ve devamına: müna­fığın da sânının alçaklığına, amelinin hiçliğine ve faydasızhğıa tenbîh buyurmuştur.

Kur'ân-ı Kerîm'i okuyanlarla okumayanlar hakkında fi'l-i muzâri' sîgası kullanması, devam ve istimrar mânâsını kasdettiği İçindir. Yâni portakala benzetilen mü'minler, Kur'ân-ı Kerîm'i devam üzere okuyanlar: hurmaya benzetilenler de devam üzere okumayanlardır. (Bittabi bundan, hiç okumayanlar: mânâsı çıkmaz.)...

Kur'ân okuyan mü'nıini portakala benzetmesi, onun bütün mem­leketlerde yetişen en faydalı ve en iyi bir yemiş olmasındandır...»

«Hadîs-i şerîf, Kur'ân-ı Kerîm'i ezberleyip hafız olmanın faziletine ve bir maksadı anlatmak için misâl getirmenin müstehab oldu­ğuna delildir.

 

38- Kur'an Okumada Mahir Olanla, Onu Kekeleyerek Okuyanın Faziletleri Babı

 

244-(798) Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Muhammed b. Ubeyd el-Guberî hep birden Ebû Avâne'den rivayet ettiler. İbnü Ubeyd dedi ki:

Bize, Ebû Avâne^ Katâde'den, o da Zürâratü'bnü Evfâ'dan, o da Sa'd b. Hişâm'dan, o da Aişeden naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kur'ân'da mahir olan sefere denilen kerîm ve muti' Peygamberlerle beraber olacakdır. Kur'ân-ı kekeleyerek güç hâl ile okuyana ise iki ecir vardır.»  buyurdular.

 

(...) Bize Muhammedü'bnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize thni Ebî Adiyy, Saîd'den rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Hişâm-ı Destevâî'den naklen rivayet etti. Her iki râvî Katâde'den bu is-nâdla, rivayette bulunmuşlardır. Vekî'in rivayetinde:

«Kur'ân okumak zor geldiği hâlde, onu okuyana iki ecir vardır.» buyurmuşdur.

Bu hadîsi Buhar i ile Ebû Dâvûd VKitâbu't -Tefsîr» de: Tirmiz î ile. Nesâî «Fedâilü'l-Kur'ân» da: İbni Mâce «Sevâbü'l-Kur'ân» da muhtelif râvüerden tahrîc etraişlerdir.

Kur'ân'da mahir olmakdan murâd: İşlek hafız olmakdır. Mükem­mel hafız olanlar Kur'an-ı Kerîm'i okurken hiç bir güçlük çek­mezler. BÖyleleri kıyamette sefere-i kiram ile beraber olacaklardır. Se­fere: Sâfir'in cem'idir. Safir : Râsûl demekdir. Sefere'den murâd da, Pey-gamber'lerdir. Allah'ın emirlerini tebliğ sadedinde sefer ettikleri için ken­dilerine bu isim verilmişdir.

Bâzıları: «Sefere'den murâd : amelleri yazan meleklerdir.» derler.

Berara : Mutî'ler manasınadır. Bu kelime «birr» den almrnışdır. Birr : tâat demekdir.

Ta'tea : Tereddüt ve meşakkatle okumakdır. Böylesine iki ecir veril­mesi, biri Kur'ân okuduğu: biri de meşakkat çektiği içindir.

Kurtubî diyor ki: «Kur'ân-ı hafız olduğu hâlde okuyan kim­senin Peygamber'lerîe beraber bulunmasının mânâsı nedir? dersen: ben de derim ki: Bunun iki. mânâsı vardır.

Biri : O kimsenin kendine mahsûs yerleri olur: orada meleklerle ar­kadaşlık eder. Çünkü Allah'ın kitabını yüklenmek hususunda o da melek­lerin sıfatlarıyla mevsûfdur.

Diğeri : Hâfız-u Kur'ân olan kimse, melekler gibi amel etmiş: onların yolunu tutmuşdur. Onun için onlarla beraber olacakdır.»

Kur'ân-ı Kerîm'i güçlükle okuyanlara iki ecir verilmesinden, onların kâmil hafızlardan daha çok sevap kazanacakları mânâsı çıkarıla­maz. Çünkü Peygamberlerle veya meleklerle beraber olmanın ecr-u mü­kâfatı şüphesiz ki daha çokdur. Bu zevata bundan maada birçok sevaplar vardır. Sefere-i kirâm'la beraber olmak hafızlardan başka kimse için müyesser değildir. Binâenaleyh Kur'ân- Kerîm'i onlar derece­sinde hifz-u itkanla okuyamıyanlar hiç bir zaman onlar kadar sevaba nail olamazlar.

 

39- Okuyan, Dinleyenden Efdal Bile Olsa Fazilet ve Maharet Sahiplerinden Kur'an  Okumanın Müstehab Oluşu Babı

 

245- (799) Bize Heddâb b, Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den naklen riva­yet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Übeyy b. Kâ'b'a :

«Gerçekden bana Allah sana Kur'ân okumamı emretti.» demiş. Übeyy:

— Benim adımı sana Allaİi mı andı? dîye sormuş. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Evet! Senin ismini bana Allah andı.»   buyurmuş. Kâvî demiş ki:

«Bunun üzerine Übeyy ağlamaya başladı.»

 

246- (...) Bize Muhammedü'bnii'I-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Katâde'yi, Enes'den naklen rivayet ederkeı dinledim. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Übey yu'bnü Kâ'b'a :

«Gerçekden bana   Allah,   sana (Lem   yekûn)   sûresini okumamı   emi buyurdu.»  dedi. Übeyy:

— Benim ismimi sana andı mı? diye sordu. Resûlüllah (Sallallah A leyhi ve Sellem):

«Evet!» cevâbını verince Übeyy ağladı.

 

(...) Bize Yahya b. Habîb El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-lid (yânî İbni'I-Hâris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katpde'den ri­vayet etti. Demiş ki: Ben, Enes'i şöyle derken işittim: «Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Übeyy'e buyurdular ki...» (diye başlayarak) yu-karki hadîsin mislini rivayet etti.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü Menâkıbi'l-Ensâr» ile «Kîtâbü't-Tef-sîr»de: Nesâî dahî «Fedâilü'l-Kur'ân» ile «Kitâbü't-Tefsîr» de muh­telif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayetinde: «Lem yekûn sûresi nazil olunca Cebrail (Aleyhisselâmj Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) e : Rabbin bu sûreyi Übeyy'e okumanı emretti: demiş. Bu­nun üzerine Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Übeyy'e : Gerçek­den Allah bu sûreyi sana okumamı emir buyurdu: demiş: Übeyy de ağlamışdır.» denilmektedir.

Mezkûr sûrenin Hz. Übeyy'e okunmasmdaki hikmet ondan bir şey öğrenmek için değil, bu sûreyi ona da Öğretmek ve kendilerini sırf Kur'ân-ı Kerîm okumaya tahsis eden hafızlara Kur'ân-ı Kerîmi arzetmenin sünnet olduğunu bildirmek içindir. Bununla Hz. Übeyy'in faziletine tenbîh ve müslümanları ondan Kur'ân öğrenmeye teşvik murâd edilmiş olmak da caizdir. Netekim öyle de olmuş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatından sonra Hz. Übeyy Kur'ân-ı Kerîm'de meşhur bir imam olrnuşdur.

Hz. Übeyy'e okunmak için (Lem yekûn) sûresinin tahsîs bu-yurulmasi: Bu sûrenin kısa olmasına rağmen pek büyük usûl ve kavâidi, umuru cem ettiği içindir.

Kurtubî diyor ki: «Bu sûrenin hassaten zikredilmesi  kısa olmakla beraber: ihtiva ettiği tevhîd, risâlet, ihlâs, suhuf, Peygamberlere indirilen kitaplar, namaz, zekât, kıyamet, ehl-i cennet ve ehl-i cehennem­den dolayıdır.»

Hz. Übeyy (Radiyallahû anh) isminin Allah Teâlâ Hazretleri tarafından anılmasına pek ziyâde şaşarak bu husûsda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden îzâhât istemiş: ismini hakîkaten andığını işidince sevincinden kendini tutamayarak ağlamış$nC Zîra Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in okuduğunu dinlemek için Allah Teâlâ tarafından Hz. Übeyy'in adı ile şanı ile tâyin buyurulması onun için pek büyük bir şerefdir. Hz. Übeyy evvel emirde kendisi­nin bu şerefe lâyık olmadığını zannettiği için: «İsmimi hakîkaten Allah Teâlâ andı mı?» diye sormuşdur.

Bâzıları Hz. Übeyy'in ağlamasını, bu büyük nimete karşı şükür­de kusur edeceğinden korktuğuna hamletmişlerdir.

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kur'ân-ı Kerîm'i kâmil hafızlara, ulemâ ve fudalâya okuyarak dinletmek müstehabdır. Velev ki okuyan dinleyenden daha üs­tün olsun!

2- Bu hadîs Hz. Übeyy (Radiyallahû anh) 'm eşsiz menkabesine delildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in ondan başka bir kimseye Kur'ân dinlettiği işidilmemişdir. Allah Teâlâ'nm onun ismini zikir buyurması da menkabe üzerine menkabe ve şeref üstüne şe­refdir.

3- Sevinç ve ferahdan dolayı ağlamak caizdir.

4- Allah Teâlâ'nın, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) !e Kurân-ıKerîm'i ümmetinden bir zâta    okumasını emir buyur­ması fakat isim vermemesi  caizdir.  Bundan  dolayı Hz. Übeyy kendi isminin yüzde yüz zikredilip edilmediğini anlamak istem'işdir. Bu da ihtimâlli işlerde yüzde yüz sabit olanla amel gerektiği hususunda de-lîldir.

Ulemâ Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'int Hz. Übeyy'e oku-masındaki hikmet hususunda ihtilâf etmişlerdir. Muhtar olan kavle göre bu okumanın sebebi, ümmete Kur'ân-ı Kerîm'i fazilet ehlinden okumalarını, bu suretle Kurân okumanın âdabını öğrenmelerini: bundan hiç bir kimsenin hâlî kalmamasını talîm ve bunu sünnet telâkki etmelerini te'mîndir.

Bâzıları: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Übeyye okuması onun kadrinin büyüklüğüne tenbîh içindir. Tâ ki bu suretle Kur'ân-ı Kerîm hususundaki ehliyeti sabit olsun da, herkes ondan Kur'ân-ı Kerîm öğrensin!» demişlerdir. Filhakika Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatından sonra Hz. Übeyy, kırâat-da imam olmuşdur. Kur'ân-ı Kerîm'i neşreden zevâtm en bü­yüklerinden biri odur.

 

40- Kur'an Dinlemenin, Onu Dinlemek İçin Bir Hafızdan Okumasını İstemenin ve Kur'an Okunurken Ağlayıp Tadebbür Etmenin Fazileti Babı

 

247- (800) Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep birden Hafs'dan rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki : Bize Hafsu'bnü Giyâs, A'meş'den, o da İbrâhîmden, o da Ubeyde'den, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Bana Kur'ân oku!» dedi. Ben:

— Yâ Resûlalîah Kur'ân-ı Kerim sana indirildiği hâlde, onu sana ben mi okuyayım? dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben, onu başkasından dinlemek istiyorum.» buyurdu. Bunun üzeri­ne ben de Nisa' sûresini okumaya başladım. (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek onların üzerine de seni şâhid kıldığımız zaman hâl nice olur! [89] âyet-i kerimesine vardığım zaman başımı kaldırdım yahut bi­risi yanıbaşımi dürttü de, başımı kaldırdım. Gördüm ki ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gözyaşları akıyor.

 

(...) Bize Hennâd b. Seriyy ile Mincâb b. Haris Et-Temîmî hep bir­den Alîyyü'bnü MüsMr'den, o da A'meş'den bu isnâdla rivayet ettiler. (Yalnız) Hennâd kendi rivayetinde: «Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisi minber üzerinde iken (bana oku) buyurdu.» ifâdesini ziyâde eyledi.

 

248- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet et­tiler. Dediler ki: Bize Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mis'ar ri­vayet etti.

Ebû Küreyb: Bana Mis'ar'dan, o da Arar b. Mürra'dan, o da İbrahim'­den naklen rivayet olundu: dedi. İbrahim şöyle demiş: Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) Abdullah îbni Mes'ûd'a :

«Bana Kur'ân oku!» buyurdular. İbni Mes'ûd :

— Kur'ân sana indirildiği hâlde (onu) sana, ben mi okuyayım?» dedi. Peygamber   (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)

«Gerçekden onu ben, başkasından dinlemek İstiyorum», buyurdular. Bunun üzerine İbni Mes'ûd, kendilerine Nisa' sûresinin evvelinden baş­layarak (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek onların üzerine de se­ni şâhid kıldığımız zaman hâl nice olur!) âyet-i kerimesine kadar okudu. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağladı.

Mis'ar demiş ki: Bana, Ma'n Ca'fer [90] b. Amr b. Hureys'den, o da babasından, o da İbnî Mes'ûd'dan naklen rivayet etti. İbni Mes'ûd şöyle demiş: Peygamber   (Sallailahü Aleyhi ve Sellem):

«Aralarında bulunduğum müddetçe onlar üzerine bir şâhid olarak» yahut: «Onların içinde olduğum müddetçe...» buyurdu. (Burada) râvît Mis'ar şekketmişdir.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu't-Tefsîr» ile «Kitâbu Fedâilü'1-Kur'-ân» da: Ebû Dâvûd «Kitâbu'1-ÎHm» de : Tirmizî ile Nesâî   «Tefsir» de tahrîc etmişlerdir,

Buhârî'nin rivayetinde Hz. İbni Mes'ûd: «(Acep her ümmetden birer şâhid...) âyetine vardığım zaman Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) bana :

«Dur!» yahut «Kes!» buyurdular, (o zaman) gözlerinin yaşardığını gördüm.» demişdir.

Bu hadîsi îbni Ebî Hâtîm, Taberânî ve daha başkaları da rivayet etmişlerdir. Onların rivayetlerinde : «İbni Mes'ûd (Acep her ümmetden birer şâhid...) âyet-i kerîmesine gelince Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) ağladı. Hattâ sakalına ve yanakla­rına vurarak: Yâ Rabb! Aralarında bulunduklarıma şâhid olacağım için sözüm yok. Fakat görmediklerime nasıl şâhid olurum? buyurdu.» denil­mektedir.

Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in görmediği kimselere şehâdet etmesi mes'elesi hakikaten müşkil ise de, İbni'I-Mubârek'in Saîdü'bnü'1-Müseyyeb'den rivayet ettiği mürsel bir hadîs bu işkâli gidermektedir. Çünkü o hadîsde Saîdü'bnül-Müseyyeb: «Hiç bir gün yokdur ki, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e, ümmeti sabah ve akşam arz olunup da, onları simalarından ve amel­lerinden tanımasın. Bu sebepledir ki bunların aleyhine şehâdette buluna-cakdır.» demişdir.

Buhar î'nin rivayetine göre Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. İbni Mes'ûd'a «yeter» demesi, bu âyetdeki ibret ve nasî-hatlara tembih içindir. Resûlüllah (Sallailahü A leyhi ve Sellem) 'in gözyaşı ile ağlaması da bundandır. Çünkü İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) mezkûr âyeti okuyunca Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) kıyametin şiddet ve dehşetini tesavvur etmiş; o gün ümmetinin kendisine îmân etti­ğini tasdik için şehâdete davet edileceğini, ümmeti için şefâatda buluna­rak kendilerini o günün şiddet ve dehşetinden kurtarmağa çalışacağını düşünmüşdür. Bunlar insana kanlı gözyaşları döktürecek kadar hazîn ve tesavvuru bile tüyler ürperten hakikatlerdir.

'Zemahşerî (467-538) diyor ki: « (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek, onların üzerine de seni    şahit kıldığımız zaman hâl nice olur!) âyet-i kerimesinden murâd; acaba Yahudilerle sâîr küffâr her ümmete aleyhlerine şehâdet edecek bir şâhid yâni Peygamberini getirdiği­miz zaman ne yapacaklar; demekdir.»

Ulemâ «seni de bu yalancılar üzerine şâhid getirdiğimiz zaman...» âyet-i kerîmesindeki yalancılardan muradın kimler olduğunda ihtilâf et­mişlerdir. Zemahşerîye göre bunlar, her Peygamberi yalanlayanlar­dır. Mukaatîl: «Bunlar Ümmet-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in kâfirleridir.» demişdir, İbni Nakîb'in tefsirinde ise bunlardan mu­râd: «Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) 'in müsiüman olan ümmeti­dir» deniliyor. Bu takdirde âyet-i kerîmedeki şehâdet iki türlü tefsir edi­lebilir:

a) Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) ümmetinin aleyhine şehâdet eder.

b) Ümmetinin lehine şehâdet eder.

Bâzıları «buradaki işaret, yahudilerle hıristiyanlaradir» demiş. Bir ta­kımları da bununla yalnız Kureyş kâfirlerine işaret edildiğini söy­lemişlerdir.

Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem)'in neye şehâdet edeceği husu­sunda ulemâdan dört kavil rivayet olunmuşdur:

1- İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) ile İbni Cüreyc, Süddî ve Mukaatil'e göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ümmetine Allah'ın emir ve nehiylerini tebliğ ettiğine şehâdette buluna-cakdır.

2- Ebû'l -Âliyye'ye göre, ümmetinin îmân ettiğine şehâdette bulunacakdır.

3- Mücâhid ile Katâde'ye göre, ümmetinin amellerine şehâdet edecekdir.

4- Zeccâc'a göre, ümmetinin hem lehinde; hem de aleyhinde şehâdetde bulunacakdır.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kur'an-ı Kerîm okunurken c'an kulağı ile dinlemek ve âyetlerin mânâlarını düşünerek ağlamak müstehabdır.

2- Kur'an-ı Kerîm'i güzelce dinlemek için başkasına okut­mak müstehabdır. Bu suretle hâsıl olan tefekkür ve tedebbür kendi ken­dine okumadan daha fazla olur.

3- İlim ve fazilet sahibi olanların tâbi'lerine karşı bile tevazu' gös­termeleri müstehabdır.

 

249- (801) Bize Osman fa. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rîr, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan nak­len rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: «Hıms'daydım; halkdan biri bana (hitaben) : Bize Kur'ân oku! dedi; ben de onlara Sûre-i Yûsuf'u okudum. Halkdan biri (bana i'tîrâz ederek) : Vallahi bu sûre böyle indirilmemişdir; dedi. Ben:

— Yazık sana! Vallahi ten, bunu Resûlüllah (SaUaliahü Aleyhi ve Seliem) 'e okudum da :

«Güzel okudun.»    diye tahsîn buyuidular; dedim.

Böylece ben, o şahısla konuşurken birden,, bire ondan şarap kokusu geldiğini duydum ve:

  Sen hem şarap içiyor; hem de Allah'ın   kitabını tekzip mi ediyor­sun? Sana hadd vurmadikça, buradan ayrılamazsın.» dedim ve kendisine hadd vurdum.»

 

(...) Bize İshâk b. İbrahim ile Alîyyü'bnü Haşrem rivayet ettiler. De­diler ki: Bize tsâ b. Yûnus haber verdi. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâvİye rivayet etti. Bunlar topdan A'meş'den bu isnâdla rı-vâyet etmişlerdir. (Yalnız) Ebû Muâviye'nin hadîsinde: «Bana (güzel oku­dun) dedi.» ifâdesi yokdur.

Bu hadisi Buhârî  «Kitâbu Fedâilü'l-Kur'ân- da tahrîc etmişdir.

Hıms: Şam civarında meşhur bir beldedir.

Hadîsin zahirine bakılırsa, üzerinde şarap kokusu bulunan adama hadd-i şer'îyi bizzat  İbni Mes'ûd (RadiyaUahû anh)  vurmuşdur.

Nevevî (631-676) şöyle demektedir: «İbni Mes'ûd'un hadd vurması, bu husûsda hükümdarın umûmî veya husûsî naibi olduğuna; bir de, o adamın Özürsüz şarap içtiğini i'tirâf ettiğine hamlolunur. Aksi tak­dirde sırf şarap kokusunu duymakla hadd vurulmaz. O adamın tekzibi dahî bilmeyerek Kur'an'dan olan bir şey'i inkâr ettiğine'hamlolunur. Aksi tak­dirde sırf şarap koksunu duymakla hadd vurulmaz. O adamın tekzibi dahî bilmeyerek Kur'an'dan olan bir şey'i inkâr ettiğine hamlolunur. Çünkü hakîkaten inkâr ederse kâfir olur. Ulemâ Kur'an'dan olduğu müttefekun aleyh bulunan bir harfi inkâr eden kimsenin küfrüne icmâ' etmişlerdir. Ona mürted hükmü verilir.» Fakat Nevevî'nin : «Aksi takdirde mü-cerred şarap kokusu duyulmakla hadd vurulmaz.» İddiaâsı, söz götürür. Çünkü İbni Mes'ûd (RadiyaUahû anh) 'dan rivayet olunduğuna göre onun mezhebi mücerred kokuyu duymakla hadd vurmanın vâcib ol­ması imiş.

Bâzıları: «İhtimâl ki İbni Mes'ûd'un (ona hadd vurdum.) sözünden muradı, devlet reisine haber vermesidir. Bu suretle ona hadd vurulmasına sebep olduğu için mecazen had vurmayı kendisine isnâd et-mişdir.» derler.

Kurtubî dahî: «İbni Mes'ûd 'un, o adama hadd vurması, kendisini bu husûsda salahiyetli saydığı içindir. Yahut hükümdar nâmına bir vacibi ikaame ettiğine kaani olmuşdur. Bunu Kûfe'de vâlî bulun­duğu sıralarda yapmış olması da mümkindir. Çünkü kendisi Hz. Ömer zamanı ile Hz. Osmân'm hilâfeti başlarında Kûfe'de vâlî bulunmuş-dur.» diyor. Ancak Kûfe'de vâlî bulunduğu sıralarda yapmışdır; iddia­sını Aynî reddetmekde; vak'amn Hım s'da geçtiğini hatırlatarak Kurtubî 'nin zühulüne işarete etmektedir.

Yine Kurtubî: «Bu hadîsde, şarap kokusu ile hadd vurmanın vücûbuna kaail olmayanlara delîl vardır. Netekim Hanefî 'lerin mez­hebi budur; İmam Mâlik ile şâir Mâ1ikîy'ye ulemâsı ve Hicaz'. hlardan bir cemâat dahî buna kaaildirler.» demişse de, hadîs-i şerîfde Hanefîlerle, Mâliki 'ler aleyhine delîl yokdur. Çünkü İb­ni Mes'ûd {RadiyaUahû anh) o adama ancak i'tirâfı sebebi ile hadd vurmuşdur. Bir de sırf koku, şarap içtiğine kat'î delîl olamaz. Şarap ko­kusuna benzer başka bir şey yemiş veya içmiş olabilir. Meselâ ayva yiyen insanın ağzı, şarap kokusuna çaldırır bir şekilde kokar. Şüpheyle ise hadd vurulamaz. Hadd vurmak için ya şâhid yahut içenin i'tirâfı şarttır.

 

41- Namazda Kur'an Okumanın ve Kur'anı Öğrenmenin Fazileti Babı

 

250- (802) Bize Ehû Bekir b. Efaî Şeybe ile Ebû Saîd El-Eşecc riva­yet ettiler. Dediler ki: Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den,, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Sizden biriniz evine döndüğü zaman orada üç tane iri, semiz, gebe deve bulmasını ister mi?» diye sordu.    Bİz :

— Evet! cevâbını verdik. Resûlüllah  (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) :

«O hâlde birinizin namazında okuyacağı üç âyet kendisi İçin irt semiz ve gebeliği belli olmuş üç deveden daha hayırlıdır.»  buyurdular.

 

251- (803) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize FadI b. Dükeyn, Mûsâ fc. Aliyy'den rivayet etti. Demiş ki: Babamı, Ukbe-tü'bnü Âmir'den naklen rivayet ederken dinledim. Ukbe şöyle demiş: Biz sofada iken Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)   (dışarı) çıkarak:

»Hanginiz her gün hiç bir günâha girmeden ve akrabalık bağlarını kesmeden Burhân'a yahut Akîk'a gidip, oradan iki tane iri hörgüçlü dişi deve  getirmek  ister?»  diye sordu. Biz :

— Yâ Resûlâllahl Bunu (hepimiz) dileriz... dedik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :

«O hâlde her birinizin mescide giderek Allah Azze ve Celle'nin kita­bından iki âyef öğrenmesi veya okuması onun için iki dişi deveden daha hayırlıdır. Uç âyef onun için üç deveden, dört âyet dört deveden ve oku­nacak âyetler kendi sayılarınca develerden daha hayırlıdırlar.» buyurdu­lar.

Halifât: Gebelik müddeti yarıya varmayan develer: demekdir. Müfredi, hılfe'dir. Gebelik müddeti yarıya varanlara, ışâr derler; müfredi uşerâ'dır.

Suffe: Mescid-i Nebevî'nin geri tarafında, ona bitişik Olarak yapılmış bir gölgelikdir. Buna lisânımızda da sofa yahut sundurma denir. Burası fakır muhacirlerin "barındıkları bir yerdi. Bu zevat islâmin misafirleri olup kendilerine ashâb-1 suffe denilirdi. Burada yatarlar, ibâdetle ve Kur'ân okumalak meşgul olurlardı. eGçimlerini tedârik için ormandan odun toplayıp satarlardı. Ekseriyetle vakitlerini V'eygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda geçirirlerdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin tâyin buyurduğu muallimler, bu zevata Kur'an-ı Ke-rîm öğretir; dînî bilgiler verirdi. Bu suretle yetiştirilen ashâb-ı suffe, ye­ni müslüman olan kabilelere Kur'ân muallimi olarak gönderilirlerdi. Bu sebeple kendilerine kurrâ denilirdi. Mescid-i Nebevî'nin sofasmada yüz­lerce kurrâ bulunurdu. Hafız Ebû Nuaym «Hılyetü'I-Evîiyâ» adlı eserinde ashâb-ı sofadan yüzden fazlasının ismini saymadır. Bunlardan bi­ri de Hz. Ebû Hüreyre 'dir. Ebû Hüre y re (Radiyallahû anh) Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den hiç ayrılmaz, onun söylediklerini can kulağı ile dinler ve bellerdi. Hele Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in duasına nail oldukdan sonra her işittiğini taşa yazar gibi beller ol-muşdu. Ashâb-ı kiram içersinde en ziyâde hadîs rivayet etmesi bundandır. Kendisine ta'riz yollu çok hadîs rivayet ettiği insöyliyenlere şu cevâbı vermişdi: «Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticâretleri ile, ensâr kardeşlerimiz de bahçelerindeki, tarlalarındaki ziraatları ile ensâr kardeşlerimiz de bahçelerindeki, tarlalarındaki ziraatları ile meş­gul olurlarken Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m yanından ayrılmaz; bu suretle onların bu­lunmadıkları meclislerde hazır bulunur ve onların belleyemediklerini bellerdi.»

Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashâb-ı Suffe 'nin mai­şetleri ile tâlim ve terbiyeleri ile pek yakından alâkadar olur; onları ken­di ailesi efradından ileri tutardı. Ashâb-ı Kiram'm zenginleri de gerek yiyecek gerekse giyecek hususunda ashâb-ı suffeyi görüp gözetir­lerdi.

Buthân : Medine'ye yakın bir yerin ismidir. A k î k de M e -d î n e 'de bir vâdîdir. Hadisde hassaten bunların zikredilmesi Medî-n e 'ye en yakını eve pazarı oralarda bulunduUundandır.

Kevmâ': Büyük hörgüçlü deve, demekdir.

Bu hadîsler, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenip, Öğretmeye teşvik et­mektedirler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabını fânî dünyaya değil, bakî olan âhiret kazancına teşvik etmek istemiş: bunu onlara tem­sil yolu ile anlatmıştır. Yoksa bütün dünya Allah Teâlâ'nın bir âyetine veya bir âyetinin sevabına bedel olamaz.

 

42- Kur'an'ı ve Süre-i Bakara'yı Okumanın Fazileti Babı

 

252- (804) Bana Hasenü'bnü Aliyy EI-Hûlvânî rivayet etti. (Dedi ki) : BizeJSbû Tevbe —ki Rabî' b. Nâfi'dir.— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye (yâni İbni Sellâm) Zeyd'den naklen rivayet etti. Zeyd, Ebû Sel-Iâm'ı şöyle derken işitmiş: Bana Ebû Ümâmete'l-Bâhilî [91] rivayet etti. Dedi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i

«Kur'ân-ı okuyun! Çünkü Kur'ân, onu okuyanlara kıyamet günü şe­faatçi olarak gelecekdir. Zehrâveyn'i (yâni) Bakara,ile Âl-i Imrân sûrele­rini okuyun! Çünkü onlar kıyamet gününde iki bulut yahut iki gölge veya safbeste iki fırka kuş gibi gelecek; okuyucularını müdâfaa edeceklerdir. Sûre-i Bakara'y okuyun! Zîra onu okumak bereketdİr; terk etmek İse pişmanlıkdır.   Onu tahsil etmeye batta İler muktedir olamazlar.» buyururken işittim.

Muâviye:  «Duydum  ki  BattaİIer:     sihirbazlar   mânâsına   gelirmiş.»

demiş.

 

(...) Bize Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni îbni Hassan) haber verdi. (Dedi ki) : Bize Mûaviye bu isnâdla bu hadîsin misindi rivayet etti. Şu kadar var ki, o teşbihlerin iki­sinde de (sanki onlar) demiş; Muâviye'nin (Duydum ki.) dediğini soy-lememişdir.

Bakara ile Âl-i İmrân sûrelerine «Zehrâveyn» derler. Onlara bu ismin verilmesi nûr ve hidâyetlerinin çokluğu ile ecr-u mükâ­fatlarının bolluğundandır. Zehrâ'i çok nurlu, parlak manasına gelir.

Gamâme ve gayâbe: İnsanın üzerinde gölge yapan bulut, sis v.s. gibi şeylerdir. Ulemânın beyânına göre buradaki bulut ve gölgelikden murâd; mezkûr iki sûrenin sevaplarıdır. Yâni okunan bu sûrelerin sevapları kı­yamet gününde bulutlar ve gölge veren şâir şeyler gibi geleceklerdir.

Firkaan : Firk'ın cem'idir. Hadîsin bir rivayetinde bunun yerine (hiz-kaan) denilmişdir. Onun müfredi de hizk'dır. Ve her ikisi de sürü mânâ­sına gelirler.

«Okuyucularını müdâfa'a edeceklerdir.» cümlesindeki müdâfa'a, ce­hennem ile cehennem melekleri olan zebanilere karşı yapılacakdır. Bu­radaki mydâfa'a, şefâatda mubâleğa gostermekden kinayedir.

Kaadı İyâz diyor ki: «Bâzılarına göre bu hadîsin mânâsı: Al­lah Teâlâ, bu sûrelerin okunmasından, bulut şeklinde yahut kuş sürüsü kıyafetinde' bir mahlûk yaratır da, bu mahlûk kıyamet gününde, okuyu­cusunu müdâfa'a eder. Netekim bir hadîsde : Eğer bir kimse döşeğine ya­tarken

(Allah'dan başka ilâh olmadığına, Allah şâhiddir... [92] âyet-i kerîmesini okursafar tâ  kıyamete kadar onun  için  istiğfar da  bulunurlar;

buyurulmuşdur. Bu, bir ihtimâldir...»

Şafii 'yye ulemâsından bâzılarına göre bu hadîsde zikri geçen «Ev» kelimeleri hakîkî mânâları olan şekk bildirmek için kullanılmamışlardır. Burada onlardan murâd tenvî' yâni çeşit bildirmekdir. Şöyle ki: Bakara ile Â1-i İmrân sûrelerini okuyup da, mânâsını anlamayanlara bulut gi­bi sevap gelecek; mânâsını anlayarak okuyanlara gölgelikler gibi sevap ve­rilecek, mânâsını anlayarak okuyan ve onları başkalarına da öğretenlere safbeste kuş sürüleri gibi sevaplar verilecekdir. Çünkü müşebbehler bir­birinden farklı olunca müşebbehünbihlerin de farklı olması îcâb eder. Bi­nâenaleyh gamâme ile gölgelendirmek, gayâbe ile gölgelendirmekden da­ha hafîf; gayâbe ile gölgelendirmek de kuş sürüleri ile gölgelendirmekden daha aşağı mertebededir. Tâbîr-i diğerle: gamâme ile herkes gölgelenir. Gayâbe yalnız kırallara mahsûsdur. Kuş sürüleri ise bunların ikisinden de yüksek bir mertebe olup, (Yâ Rabbî! : Bana öyle bir mülk ihsan et ki, böy­lesi benden sonra bir daha kimseye müyesser olmaya!) diye dûa eden Peygamber-i Zîşân'a mahsûsdur.

Tıybî : «Bu hadîsde tahsis üzerine tahsis vardır. Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) evvelâ: Kur'ân'ı okuyun; buyurarak hükmü ta'mîm eylemiş ve şefaatini buna tâlîk etmişdir. Sonra Bakara ile Âl-i Imrân sûrelerini betahsîs zikretmiş; kıyamet gününün şiddet ve dehşetinden kurtulmayı ve şefaati bunların okunmasına ta'lîk eylemiş; üçüncüde yalnız Bakara sûresini zikrederek, onu okumaya üç mânâ ta'lîk buyurmuşdur. Bu üç mânâ onlardan her birinin şeriat sahibinden başka kimsenin bîlemiyeceği bir hâssası olduğunu bildirmek içindir.»  diyor.

Batal: Aslında kahraman ve şeci' mânâsına gelir. Burada onu si­hirbazlar mânâsına tefsir etmişlerdir. Çünkü kelime batâletden alın-mışdır. Bu kelimenin butlanla da ilgisi vardır. Butlan ise fesâd ve zayi' olmak, demekdir: Şu hâlde sihirbazların yaptıkları bâtıl fiillere bakarak, kendilerine bu isim verilmişdir. Sihirbazlar hak ve hakîkatdan ayrılarak bâtıla saptıkları için Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup anlamaya muk­tedir olamazlar. Bâzıları batale kelimesini, batâletden alarak tembeller mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Böyleleri Kur'ân-ı Kerîm'i tembelliklerinden dolayı okuyamaz ve mânâsını düşünemezler.

Bir takımları da

«Şüphesiz ki beyânın hakîkaten sihir olanı vardır.» hadîsine baka­rak, buradaki sihirbazlardan murâd: beyân sihirbazlarıdır.

Kur'ân-ı Kerîm bunlardan, Kur'ân sûrelerine denk olacak bir sûrecik olsun getirmelerini istemek suretiyle kendilerine meydan oku­duğu için onlar Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup anlamaya muktedir olamazlar.» demişlerdir.

 

253- (805) Bize İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd h. AhdirabMh haber verdi. (Dedi ki) : Bize Velîd b, Müslim, Muhammet! b. Muhâcir'den, o da Velîd b. Abdirrahmân El-Cüraşî [93]'den, o da Cü-beyr b. Nüfeyr'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Nevvâs b. Sem'ân [94] El - Kilâbî'yi şöyle derken işittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:

«Kıyamet gününde Kur'ân ve onunla amel edenler getirilecekler; Kur'ân'ın önünde Bakara ile Âl-i Imrân sûreleri bulunacak.» buyururken işitdim.

Bu iki sûre için Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uç misâl getir­di ki, ben onları hâlâ unutmadım:

«8u iki sûre sanki iki bulut yahut aralarında bir nûr bulunan iki siyah gölgelik yahut da sahiplerini müdâfa'a eden safbeste kanat germiş iki kuş sürüsü gibi olacakdır.» buyurdular.

«Şark» ve «Şarak» : Ziya ve nûr mânâsına gelir.

Kaadı İyâz ile diğer bâzı ulemâ kelimenin böyle hem (râ)'nm sükûnu hem de fethi ile okunabileceğini rivayet etmişlerdir. Fakat (Râ)'-nın sükûnu ile okunması hem rivayet hem de lügat îtîbân ile daha meş­hurdur.

Ulemâdan bâzılarının beyânına göre kıyamet gününde amellere bir şekil ve suret verilerek mizanda tartılacakları gibi Kur'ân-ı Ke-rîm'e de bir suret halk edilerek, o söretle gelecek ve insanlara görüne-cekdir.

Kaadir-i Mutlak Hazretlerinin kudreti her mümkîni îcâda sâlihdir; buna böylece îmân etmek gerekir. Bakara ve   Âl-i Imrân sûrelerinin, Kur'ân'ın önünde gelmeleri bu sûrelerin sevaplarının bütün Kur'ân sevabına muâdil olduğuna delildir. Çünkü Kur'-ân-ı Kerîm'in en uzun ve ahkâmı en çok olan sûreleri bunlardır. Bu iki sûrenin sevapları hakkında «iki siyah gölgelik...» buyurulması, sevaplarının adetâ bir biri üzerine yığılırcasına çok olduğunu beyân içindir. Bittabi gölge ne kadar koyu olursa, faydası da o nisbetde çok olur. Mezkûr iki siyah gölgenin aralarında nûr bu­lunması bâzı Şâfiîyye ulemâsının beyânına göre iki gölgeyi biribirinden ayırmak içindir. Fakat başkaları bunlara i'tîrâz etmş ve: ^Gölgenin iki tane olması biribirinden ayrı olmalarını anlatmaya kâfidir. Burada mânâ bu iki gölge son derece kesif ve birbiri üzerine yığılmış ol­dukları hâlde yine de ziyâya manî olrmyacak demekdir.» mutâleasmda bulunmuşlardır.

 

43- Fatiha İle Süre-i Bakara'nın Son Âyetlerinin Faziletleri ve Bakara'nın Sonundaki İki Âyetin Okunmasına Teşvik Babı

 

254- (806) Bİze Hasanü'bnü Rabî' İle Ahmed'b. Cevvâs El-Hanefi rivayet ettiler. Dediler ki : Bize Ebû'l-Ahvas, Aramâr b. Ruzeyk'den, o da Abdullah b. îsâ [95] dan, o da Saîd b. Cübeyr'den, o ela İbnJ Abbâs'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Cibril, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in yanında otururken, Efendimiz üzerinden kapı sesine benzer tir ses işitti. Ve başını kaldırdı. Cibril bu şimdiye dek asla açılmayıp; yal­nız bugün açılan bir gök kapısıdır; dedi. Müteakiben o kapıdan bir melek indi. Cibril: bu, yeryüzüne (ancak şimdi) inen bir melekdir. Bu güne kadar yere   hiç   inmemişdir; dedi.    Melek   selâm    verdi ve    Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

— Müjde!. Sana, senden önce hiç bir Peygambere verilmeyen iki nûr verildi. Fâtiha-ı Kifâp ve sûre-i Bakara'nın son âyetleri!... Bunlardan oku­yacağın her harfe mukaabil mutlaka sana, o harfin tezammun ettiği sevap verilecekdir;   dedi.

Hadîsin zahirine bakılırsa Hz. İbni Abbâs onu Resûlüllah {SaHaHahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmişdir. Bununla beraber o anda Pey­gamber (Sallallahü A leyhi ve Sellen:} 'in yanında bulunarak hâdiseye bizzat şâhid olması, meleği görüp Cebrail /'Aleyhisselâm) 'm sözlerini işit­mesi de ihtimâlden uzak değildir.

Bu hadîsdeki «işitti, kaldırdı,» fiillerindeki zamirler, Peygamber iS^Valiahü Aleyhi ve Sellem) 'e; «dedi» fiilinin zamiri ise Cebrail (Aleyhisselâm, a râci'dir. Çünkü semâdan işitilen sese hayret eden Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setten?) onun ne olduğunu izah eden de Cebrail (Aleyhisselâm) dır.

Bâzıları buradaki bütün zamirlerin Cebrail (Aleyhisselâm)'a.; bir ta­kımları da bil'akis Resûlüllah (SuUaHohü Aleyhi ve Sellem) ıe aid olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu arz ettiğimizdir. Zira zamirler Cebrail'e irca' edilirse, gökyüzünden gelen sese hayret eden de; sonra onun ne olduğunu anlatan da Cebrail (Aleyhisselâm) olmak iktizâ eder. Zamirler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/:) 'e iıcâ' edildiği takdirde dahî, sesi işitenin, başı­nı kaldıranın ve hayret ederek îzahda bulunanın hep kendileri olması ik­tizâ eder ki, bu iki şıkkın ikisi de hilâf-ı zahirdir. Zahir olan mânâya gö­re, sesi işitip; hayrete düşen ResûlüİIah (Sr;lMlahü Aleyhi ve Sellem) bu se­sin ne olduğunu îzâh eden de Cibril (Aleyhisselâm)   dır.

«Bunlardan okuyacağın her harfe mukaabil .» cümlesindeki «harf» den murâd, hurûf-i hicâ denilen elif-bâ harfleri ise mânâ: «her harfe kar­şı muhakkak on sevap verilecek» demekdir. Fakat bu takdirde mezkûr iki sûrenin bir hususiyeti kalmaz; çünkü diğer sûrelerin harfleri de böyledir. Bâzıları; «harfden murâd; tarafdır. Bununla cümleden kinaye yapil-mışdır. Yâni: Eğer bu iki sûreden birer cümle okursan, o cümlele­rin tezammun ettiği şey mutlaka sana verilir; demekdir.» şeklinde mütâ­lâa da bulunmuşlardır.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Bu hadîs felsefe erbabının: «Felekler yarılmayı kabul etmez, şeklindeki iddialarını reddetmektedir.

2- Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) vahyi Cibril (Aleyhisselâm) 'dan başka meleklerden de telâkki etmişdir.

3- Gök kapısının açılması, oradan bir melek inerek tebşirde 'bulun­ması, Fatiha sûresi ile Sûre-i Bakara 'nın son âyetle­rinin pek büyük sevabı hâîz olduklarına delildir.

«Bunlar senden önce hiç bir Peygambere verilmemişdir.» cümlesin­den murâd: bu sûrelerin sevaplarıdır. Yoksa yalnız mezkûr iki sûre değil; Kur'ân-ı Kerîm'in hiç bir sûresi Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) den önce hiç bir Peygamber'e verilmemişdir. Bakara sûre­sinin sonundan murad Aliyyü'l - Kaarî'ye göre âmene'r-Resûlü'-dür. Ondan bir âyet evvelidir diyenler de vardır.

Fatiha sûresinin faziletleri hakkında bir çok hadisler vârid olmuşdur. Bu husûsda Buhâri'de şöyle bir rivayet vardır: « Ebû Saîdb. Mua11â dedi ki: Bir defa ben mescidde namaz kılarken Resûlüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) beni yanma çağırdı. Ben (namazda olduğum için) gidemedim. Sonra: Yâ Resûlâllah! Namazda idim (kusura bakma); diye özür beyân ettim. Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) bana:

«Allah : (Ey mü'minler! sizi kendinize hayât verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulüne icâbed edin!) buyurmadı mı?» dedi. Sonra bana :

Ey Ebâ Saîd ! Bu meselden çıkmadan sana öyle bir sûre öğ­reteceğim ki o, Kur'ân'dakî sürülerin en büyüğüdür.» dedi. Ve elimi tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben :

— Yâ Resûlallah! Hani : Sana Öyle bir sûre öğreteceğim ki o, Kur'-ân'daki sûrelerin en büyüğüdür; buyurmuştunuz?» dedim. Resûlüllah (Saîlaliahü A leyhi ve Sellem) :

«O sûre, Fâtiha'dır ki, namazlarda tekrar tekrar okunan yedi âyet ve bana verilen büyük Kur'ândır.»  buyurdu.

 

255- (807) Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti.  (Dedi ki) : Bize Mansûr, İbrahim'den, o da  Abdurrahmân b. Yezîd'den naklen rivayet etti. Abdurrahmân şöyle demiş: Beyt'in yaniında Ebû Mes'ûd'a rastladım ve: Sûre-i Bakara'daki iki âyet hakkında kulağıma senden bir hadîs ulaştı; dedim. Ebû Meş'ûd şu mukaabelede bulundu:

— Evetî Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem): «Bakara sûresinin sonunda iki âyet vardır ki, kim onları bîr gecede okursa, o kimseye kâfî gelirler.» buyurdu.

 

(...) Bize, bu hadîsi İshâk b. İbrâhîm de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr haber verdi. H. Bize Muhammedü'fcnü'I - Müsennâ ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. Her iki tarîkin râvîleri Mansûr'dan bu isnâdla rivâyetde bulunmuşlardır.

 

256- (808) Bize Mîncâb b. Haris Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ifcni Müshir, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Abdurrahmân b. Ye-zîddem o da Âlkametü'bnü Kays'dan, o da Ebû Mesûd El - Ensârî'den naklen haber verdi. Ebû Mes'ûd şöyle demiş: Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Her kim bir gecede Sûre-i Bakara'ntn sonundaki şu iki âyeti okursa, bu iki âyet ona kâfî gelirler.» fcuyurdu.

Abdurrahmân demiş ki: Müteakiben Ebû Mes'ûd'a rastladım, Beyt'i tavaf ediyordu. Bu hadîsi ona sordum da, bana, o'ıiu Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Settem) 'den naklen rivayet etti.

 

(...) Bana Alîyyü'bnü Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ (Yânî İbni Yûnus) haber verdi. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdul­lah b. Nümeyr rivayet etti. Bu râvîler hep birden A'meş'den, o da İbra­him'den, o da Âlkame ile Abdurrahmân. b. Yezîd'den, onlar da Ebû Mes'-ûd'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.

 

(...) Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rîvâyet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs ile Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Abdurrahmân b. Ye­zîd'den, o da Ebû Mes'ûd'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seller,:) den naklen bu hadîsin mislini rîvâyet etti.

Bu hadîsi bütün kütüb-i sitte sahipleri tahrîc etmişlerdir. Hâkim ile Beyhakî'nin H z. Ebû Zerr 'den tahrîc ettikleri diğer bir hadîsde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seller,) şöyle buyurmuşlardır:

«Allah Teâlâ Bakara suresini öyle iki âyetle bitirdi ki, bu âyetleri bana Arş'm altındaki bir hazîneden verdi! Bunları öğrenin! Kadınlarınıza, oğul­larınıza da öğretin. Çünkü bunlar hem namaz, hem Kur'ân, hem de dua­dır.»

Hz. Ömer 'le, Hz. A1î'nin : «Akıllı bir adam görmedim ki, Ba­kara sûresinin sonundaki âyetleri okumadan uyusun.» dedikleri rivayet olunur.

«Bu iki âyet ona kâfî gelirler...» cümlesinden murâd; bunlar gece namazının yahut mutlak sûretde Kur'ân okumanın yerini tutarlar; de-mekdir. Bâzıları şeytanın şerrinden; diğer bâzıları, ins-ü cirmin şerrinden onu korur; demişlerdir.

Kitabımızın «îmân» bahsinde (199-200 numaralı hadîslerde) görüldü­ğü vecihle sûre-i Bakara 'nin sonundaki İki âyetden birincisi îmânın te­mellerini; ikincisi ise yedi tane duâ kelmesini ihtiva etmektedir. Bu âyet­ler nazil oldukdan sonra Fahr-i Âlem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendi­miz onları okumuş ve her duâ kelimesini okudukça Allah Teâlâ, kendisine: «Duanı kabul ettim.»  buyurmuşdur.

 

44- Süre-i Kehf İle Âyetü'l-Kürsi'nin Faziletleri Babı

 

257- (809) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti. (Dedi ki)

Bana babam, Katâde'den, o da Salim b. Ebî'1-Ca'd El-Gatafânî'den, o da Ma'dân b. Ebî Tâlhate'1-Ya'merî'den, o da Ebû'd-Derdâ [96]'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (SaUaîlahü A îeyhi ve Seliem) :

«Her kim sûre-i Kehf'in başından on âyet ezberlerse, Deccal'dan ma­sun olur.»  buyurmuşlar.

 

(...) Bize Muhammedü'hnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.

Bana Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hemmâm rivayet etti. Bu râvîler hep birden Katâde'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlardır. (Yalnız) Şu'­be: «Kehf sûresinin sonundan.» Hemmâm ise Hişm'm dediği gibi: «Kehf'­in başından...» demişlerdir.

Sûre-i Kehf'in fazileti hakkında Buhârî Hz. Berâ'b. Âzib'den şu hadisi rivayet etmişdir: Berâ' (Radîyallahû anh) demiş ki: Bir zât sûre-i Kehf'i okuyormuş, yanı başında da iki iple bağlı bir at bulunuyormuş. Derken o zâtı bir bulut kaplamış. Ve yavaş yavaş üzerine doğru yaklaşmaya başlamış. At da bundan ürküyormuş. Sabah olunca o zât Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Selletn) 'e  giderek hâdiseyi,    ona anlatmış. Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu (gördüğün) sekînetdir; Kur'ân için inmişdir.»  buyurmuşlar.

Sekînetden muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunu az yukarıda görmüşdük.

Bâzıları: «Sekînet, Hz. Musa (Aleyhisselâtn) 'in içersine levha­larla Tevrâtı ve asasını koyduğu altın kapdır.» demişlerdir.

Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadîslerde sekînet lâfzı tekerrür etmiş-dir. Kelimenin bir çok mânâlara ihtimâli olduğu için bu kelimeye yerine göre zikredilen mânâlardan lâyık olanı verilir.

Sûre-i Kehf'in evvelinden, başka bir rivâyetde sonundan on âyet okumanın: Deccâ1'm şerrinden koruması, mezkûr sûrenin ilk âyetleri bir çok acâip ve garaibi ihtiva ettiğindendir. Bu âyetlerin mânâ­larını düşünenler, Deccâ1'in fitnesine kapılmazlar. Ayni sûrenin son âyetleri dahî son derece ibret âmizdirler,

îbni Seyyid'e göre buradaki Decca1'dan murâd: hak ile bâtılı biribirine karıştırandır.

Bâzıları : «Bundan murâd: kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere âhir zamanda çıkacak olan Deccâldır.» demişlerdir.

 

258- (810) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül a'lâ, b. Abdil a'lâ, Ciireyrî'den, o da Ebu's - Selil'den o da Abdullah Rabah El - Ensârî'den o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet etti. Übeyy şöyle demiş: Resûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yâ Ebe'l-Münzir! Allah'ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyet

daha  biiyükdür? bilirmisin?» dedi. Ben :

— Allah ve ResûJü bilir...» cevâbım verdim. Efendimiz (tekrar) : «Yâ Ebe'l-Münzir! Allah'ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyet

daha  biiyükdür?  bilirmisin?»   diye sordu. (Bu sefer ben) :

— Âyetü'l-Kürsî'dir. dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem   (Sailallahü A leyhi ve Sellem) göğsüme vurdu ve :

«Vallahi itim sana afiyet olsun Ey Ebe'l-Münzir!» buyurdular.

Bu husûsda Buhârî «Kitâbü'l-Vekâle» de Hz. Ebû Hüreyre'den şu hadîsi .tahrîc etmişdir: Ebû Hüreyre (Radiyallahû anh) demiş ki :

«Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) beni Ramazan zekâtını muha­fazaya vekil etmişdi. Derken bana bir adam gelerek zahireden avuç avuç almağa taşladı; ben derhâl kendisini yakaladım. Ve:

  VaİIahi seni Resûlüllah {Sailallahü A leyhi ve Sellem) 'in huzuruna gö­türeceğim; dedim. Adam:

— Ben muhtacım; çoluğum çocuğum ve pek ziyâde ihtiyacım var; de­di. Bunun üzerine bende, onu serbest bıraktım. Sabaha çıkınca Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yâ Ebâ Hüreyre! Dün gece esîri ne yaptın?» dedi. Ben:

  Yâ Resûlâllah pek ziyâde muhtâc ve çoluk çocuk sahibi olduğun­dan şikâyet etti de,    kendisini serbest    bıraktım;    dedim.     Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):

«Ama o, sana muhakkak yalan söyledi. O yine gelecek» buyurdu. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in : «O yine gelecek» demesinden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binâenaleyh onu gözetledim. Az sonra geldi. Ve zahireden avuç avuç almaya başladı. Derhâl kendisini yakaladım ve:

  Seni mutlaka    Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Selle/n) 'in   huzuruna çıkaracağım! dedim. Herif:

  Berii bırak! Çünkü muhtacım.   Çoluk çocuğum var. Bir daha yap­mam; dedi. Ben de kendisine acıyarak onu serbest bıraktım. Sabaha çıkın­ca Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)   bana :

«Yâ Ebâ Hüreyre esîrİ ne yaptın?»  diye sordu.

  Yâ Resûlâllah! Pek ziyâde muhtaç ve çoluk çocuk sahibi olduğun­dan şikâyet etti de, kendisine acıyarak serbest bıraktım; dedim. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Amma o, sana muhakkak yalan söyledi; o tekrar gelecek!» buyurdu. Bunun üzerine ben, onu gözetledim. Derken gelerek zahireyi avuçîamaya taşladı. Ben, derhâl kendisini yakalıyarak:

  Seni mutlaka    Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellemyin    huzuruna çıkaracağım. Bununla üç oldu ki, bir daha yapmam diyorsun; sonra tekrar yapıyorsun; dedim. Hırsız:

  Beni bırak!  sana bir kaç kelime öğreteceğim, onlarla Allah sana menfaat te'mîn edecek; dedi.

— Ne onlar? dedim.

  Döşeğine uzandığın vakît Âyetü'l-Kürsî'yi  (yâni)   (Hayy ve Kayûm o!an Allah'dan başka hiç bir ilâh yokdur.) âyet-i kerimesini sonuna kadar oku! Böyle yaparsan üzerinde faehemahâl Allah tarafından bir mu­hafız bulunur ve tâ sabaha kadar şeytan, senin semetine yaklaşamaz; de­di. Ben de kendisini serbest bıraktım. Sabaha çıkınca ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana (tekrar) :

«Dün gece esîri ne yaptın?»  diye sordu.

— Yâ Resûlâllah! Bana bir kaç kelime öğreteceğindi, bunlarla Allah'ın bana fâide ihsan buyuracağını söyledi; ten de kendisini serbest bıraktım; dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Neymiş onlar?» dedi. Ben :

— Efendim, döşeğine uzandığın vakit Âyetü'l-Kürsî'yi başından sonu­na kadar oku! (Bunu okursan) üzerinden Allah tarafından bir muhafız ek­sik olmaz. Ve tâ sabaha kadar kat'îyyen şeytan sana yaklaşamaz;    dedi.. cevâbını verdim.

(Râvî diyor ki: Zâten ashâb hayır işlemeğe pek harîs idiler.) Pey­gamber   (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) :

«(Bak hele!) o yalancı olduğu hâlde (bu defa) sana doğruyu söylemiş. Uç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor   musun?   Yâ Ebâ    Hüreyre?» dedi. Ben :

  Hayır! cevâbını verdim.

«O bir şeytandı.»    buyurdular. Buna benzer başka hadîsler de vardır.

Ulemâ, Âyetü'l-Kürsi'nin büyüklükle temayüz etmesini şöyle izaha çalışırlar: Bu âyetde Allah Teâlâ'nm bütün isim ve sıfatlarının esâsları yâni vahdâniyyet, hayât, ilim, mülk, kudret ve irâde zikredilmiş-dir. En büyük yahut en faziletli âyet olmasının hikmeti budur.

Kaadı İyâz: «Bu hadîsde : Kur'ân âyetlerinin bâzılarını, diğerlerine tercih ve tafdîl caizdir; Kur'ân-ı Kerim dahî şâir se­mavî kitaplara tafdîl edilebilir., deyenlere hüccet vardır. Yalnız mes'ele ule­mâ arasında ihtilaflıdır. Ebû'l-Hasen Eş'arîileEbû Bekr-i Bâkı11ânî ve ulemâdan fukahâdan bir cemâat, âyetleri biribirine tafdîlden menetmişlerdir. Çünkü bir âyetin başkasından daha fazîeltli ol­duğunu söylemek, öteki âyetin ondan noksan bulunmasını iktizâ eder. Ke-lâmıllah da ise noksanlık yokdur. Bu zevat bâzı âyetler hakkında vârid olan «En büyük», «En faziletli... »gibi tâbirleri «Büyük» ve «Faziletli» mânâlarına te'vîl etmişlerdir.

İshâk b. Râ huy e ile diğer ulemâ âyetler arasında tafdili, caiz görmüş ve: Bu üstünlük, okuyanın sevabının büyüklüğüne râci' olur, demişlerdir.

Muhtar olan kavle göre sevabı çok mânâsına olmak üzere âyetler ve sûreler hakkında (Daha büyük) ve' (Daha faziletli) tâbirlerinin caiz ol­masıdır.» diyor.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«İlim sana afiyet olsun Yâ Ebe'l-Münzîr!» buyurması, onun çok âlim olduğuna ve menkabesinin büyüklüğüne delildir.

2- Bir âlimi, büyük ve fâdıl dostları tebcîl-ü ta'zîmde bulunabilir­ler. Onu künyesi ile çağırmaları da caizdir.

3- Kibir ve gururuna sebeb olmamak ve bir de maslahat bulunmak Şartı ile bir inşam yüzüne karşı medhetmek caizdir.

4- Ulemâdan bâzılarına göre, bu hadîs (biz bu kitabta hiç bir şeyi noksan bırakmadık.) âyetine katılırsa ismi a'zarmn   Âyetü'l - Kür-s î    de olduğu anlaşılır.

 

45- İhlas Süresini Okumanın Fazileti Babı

 

259- (811) Bana Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü Beşşâr riva­yet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Yahya b. Saîd, Şu'be'den, o da Katâde'-den, o da Salim b. Ebî'l-Ca'd'dai, o da M'daân b. Ebî Talha'dan, o da Ebû'd-Derdâ'dan, o da Peygamber (Scâlaliahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :

«Sizden biriniz bir gecede Kur'ân'ın üçte birini okumakdcın âciz mi kalıyor?»  Ashâb :

— Kur'ân'ın    üçte    birini    nasıl    okuyabilir?    demişler.    Resûlüllah

(Sallallahü A leyhi ve Sellem) :

«Ihlâs sûresi Kur'ân'ın üçte birine denkdir.» buyurmuşlar,

 

260- (...) Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Bekr haber verdi, (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebî Arûbe rivayet etti. H.

Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân [97] rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebânel-Attâr rivayet etti. Bunlar hep birden Katâde'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlar. Her ikisinin hadîs­lerinde de «Peygamber (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz ki Allah Kur'an'ı üç cüz'e taksim etmiş ve Ihlâs sûresini Kur'ân'ın bu üç cüz'ünden biri yapmışdır; buyurdu.» ibaresi vardır.

 

261- (812) Bana Muhammed b. Hatim ile Ya'kûb b. İbrahim hep birden Yahya'dan rivayet ettiler, tbni Hatim dedi ki: Bize Yahya b. Sâîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Keysân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâzim, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle de­miş: Besûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Şellem) :

«Toplanın! Çünkü size Kur'ân'ın üçte birini okuyacağım.» buyurdu­lar. Bunun üzerine toplanan toplandı. Sonra NebiyynMah (Satlallahü Aleyhi veSellemi çıkarak İhlâs sûresini okudu. Sonra içeri girdi. Biz birbirleri-mize:

— Ben zannederim bu, ona semâdan gelme lir hu!:er olacak: İçeri gir­mesine sebep de, ru'dur; dedik. Sonra Rcsûlüllah (SalltıİMhü Aleyhi ve Selle m) (yanımıza) çıkarak:

«Gerçelcden ben size Kur'ân'm üçte birini okuyacağım; demişdim. Dikkat edin! Bu sûre Kur'ân'm üçtebirine muâdildir.»   buyurdular.

 

262- (...) Bize Vâsıl b. Abdil.a'lâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni FudayI, Beşîr b. Ebi İsmail [98] den, o da Etû Hâzim'den, o da Ebû Hii reyre'den naklen    rivayet etti.    Ehû Hüreyre    şöyle demiş:    Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) ILizim yanımıza çıktı da:

«Size Kur'ân'm üçte birini okuyayım mı?»   dedi.    Ve İhlâs sûresini, bitirinceye kadar okudu. 

 

263- (813) Bize Ahmed b. Abdirrahmân b. Vehb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize amcam Abdullah b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amru'-bnü'l-Hâris, Saîd b. Ebî Hilâl'den naklen rivayet etti. Ona da Ebû'r-Ricâl [99] Muhammed b. Abdirrahmân, annesi Amra binti ALdirrahmân'dan naklen rivayet etmiş. Amra, Peygamter (Sallailahü Aleyhi vç Sellem)'in zev­cesi Âişe'nin himayesinde bulunuyoımuş. O da Âişe'rien rivayet etmiş ki, Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)   bir zâtı    bir seriyyeye kumandan olarak gazaya göndermiş. Bu zât maiyyetindekilere namaz kıldırırken kı-râetini dâima thlâs sûresi ile titirirmiş. Gazadan döndükleri vakit ashâb bunu    Resûlüllah    (SaHalIahü Aleyhi ve Sellem)'e    söylemişler.     Efen di mil

(Sallailahü Aleyhi ve Seliem) :

«Ona sorun; bunu niçin yapıyormuş?» buyurmuşlar. Ashâb, o zâta sormuşlar; şu cevâbı vermiş:

— Çünkü İhlâs sûresi Rahmân'ın sıfatıdır; ben de kirâetimi, o sıfatla yapmak isterim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) :

«Ona haber verin ki, Allah da onu seviyor.» buyurmuşlar.

Bu hadîsin Ebû Saîd-i Hudri rivayetlerini Buhârî «Kitâfeu Fedâüû'l-Kur'ân» da tahrîc etmişdir.

Ulemâ İhlâs sûresinin, Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâ­dil olmasından ne murâd edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir.

Mâzirî (453-536)'ye göre Kur'ân-ı Kerîm, üç kısma ay­rılır: Kıssalar, ahkâm ve Allah'ın sıfatları... İhlâs sûresi sırf Allah'ın sıfatlarına mahsûdur. Onun için de Kur'ân -ı Kerîm 'in üçcüz'-Ünden biri demekdir.

Bâzıları : «İhlâs sûresinin sevabı katlanarak, Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birinin katlanmıyan sevabı kadar olur.» demişlerdir.

Bir takımları: «Kur'ân-i Kerîm üç kısımdan fazla değil­dir. Bunlar :

a) Allah Teâlâ'mn zâtını bilmeye irşâd;

b) İsim ve sıfatlarını bilmeye;

c) Fiil ve âdetlerini bilmeye irşâddan ibâretdir. Bu sûre Allah'ı tak-dîs ve tenzihe şâmil olunca Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) onu Kur'ân'm üçte birine denk tutmuşdur.» derler.

Ulemâdan bir cemaata göre, İhlâs sûresinin tez'ammun ettiği tevhidi ikrar Allah Teâlâ'ya iz'ân ile îmân, Kur'ân-ı Kerîm'in Üçte birini okumak gibiidr. Hattâ: «Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) bu sözü muayyen bir şahsa- sÖylemişdir. Binâenaleyh hüküm ona mah-sûsdur.» diyenler bile vardır.

EbûÖmer İbni Abdilberr (368 - 463) : «Biz Pey­gamber {Sallailahü Aleyhi ve Seliem)'den sahîh ve sabit olarak nakledilen rivayetle amel eder; ondan öteye geçmeyiz. Mânâsını bilmediklerimizi (Aleyhissalâtü Vesselân.) efendimize havale eyleriz. (Burada da) ihlâs su­resinin neden Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâdil olduğunu bilmiyoruz.» demişdir.

İshâk b. Râhuye: «Bu hadîsin mânâsı: Üç ihlâs okuyan kimse, bütün Kurân'ı okuyan kadar sevap kazanır, demek değildir. Velev ki İhlâsı ikiyüz defadan fazla okusun.» diyor.

Bu bâbda Ebû'l-Hasen E1-Kaabisî dahî şunları söy­lemektedir «İhtimâl ki İh1âs sûresini bir kaç kere okuyarak yatan azât, ezberinde başka bir sûre olmadığı için bunu az bulmuş; Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) de az biJe olsa hayır işiemeğe onu tergîb ve teş-vîk için 1h1âs sûresinin Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine mu­âdil olduğunu söylemişdir. Allah Teâlâ, kulunun az ameline mukaabil çok amel sevabı verebilir.»

Bâzıları «Bu hadîsden murâd: 1h1âs sûresinin sevabı, içinde bu sûre okunmamak şartı iJe Kur'ân-ı Kerim'in üçte biri sevabına muâdildir» demişlerdir.

İhIâs sûresinin, Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâdil olduğunu bildiren hadîsleri sahâbe-i kiramdan bir cemâat rivayet etmiş­lerdir ki, Übeyyü'bnü.Kâ'b, Ömeru'bnü'I-Hattâb; Ebû Eyyûh El-Ensârî, Ebû Mes'ûd El-Ensârî, Sımak ve Enes (Radiyalîahû anhûm)  bunlar meyâmndadır.

Allah Teâlâ'nın kulunu sevmesine gelince: Mâzirî'ye göre: Bun­dan murâd, kullarına sevap ve nîmet vermeyi dilemesidir.

Bâzıları : «Allah'ın kullarına mahabbeti, onlara sevap ve nîmet ver­meyi vaad etmesi değil; fi'ien bu sevap ve nimeti vermesidir.» demişlerdir.

Kulların Allah Teâlâ'yı sevmesi ise; bâzılarına göre, Allah Teâlâ'ya meyletmelerinden ibâretdir.

Bir takımları: «Kulların, Allah'ı sevmesi, ona ibâdet ve tâata devam etmeleridir.» demişlerdir.

 

46- Muavvizeteyn'i Okumanın Fazileti Babı

 

264- (814) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. ((Vpedi ki) : Bize Cerîr, Beyân [100]'dan, o da Kays b. Ebî Hâzîm'rîen, o ^a Ufcbetü'bnü Âmir'den naklen rivayet etti. Ukbe şöyle demiş: Resûlüllah (Salîaliahü A leyhi ve Sellem):

«Görmedin mi! Bü akşam hiç misli görülmedik bir takım âyetler, Felâl ve Nâs sûreleri indirildi!» buyurdular.

 

265- (...)Bana Muhammedü'bnü Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Kays'den, o da Ükbetü'bnü Âmir'den naklen rivayet etti. Ukfce şöyle demiş: Bana Resû-lüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu söyledi:

«Bana öyle bir takım âyetler indirildi kî, benzerleri asla görülmüş de­ğildir! (Bunlar): Muavvizeteyn (dır.)»

 

(...) Bize bu hadîsi Efeû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.

Bana Muhammedü'bnü Kâfi* dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi de İsmail'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Ebû Üsâme'nin, Ükbetü'bnü Âmir El-Cühenî'-den naklettiği rivâyetde: «O, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in as­habının büyüklerindendi.» ifâdesi vardır.

Falâk ve Nâs sûrelerine Muavvizeteyn derler. Muavviz: Si-ğmdırıcı demekdir. Bu sûrelerin başında ins-ü cinnin ve bütün mahlûkaa-fcm şerlerinden Allah'a sığınmak emrolunduğu için onlara, bu isim verilmişdir.

Bunlara İh1âs sûresini de katarak; üçüne birden «Muavvizât» derler.

Buhârî «Kitâbü'l-Fedâil» de Hz. Âişe'den şu hadîsi tahrîc etroişdir :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı vakif kendine Muavvizâf'ı okur ve üfürürdü. Ağrısı şiddetlenince ona, bunları ben okur ve bereketini umarak elini mesh ederdim. Yine Hz. Aişe'den rivayet olunan başka bir hadîsde şöyle buyurulmaktadır :

«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her gece döşeğine ulandığı vakif avuçlarını bir yere getirir; sonra onların içine üfürerek Ihlâs, Falâk ve Nâs sûrelerini okur; sonra elleri ile vücûdunun örebildiği yerlerini meshederdi.   (Bu İş'e) başından, yüzünden ve vücûdunun ön taraflarından baş­lar; üç defa tekrarlardı.»

Yine Buhârî 'nin «Tefsir» bahsinde Hz. Übeyyü'bnü Kâ'b 'dan naklen şu hadîsler rivayet olunmuşdur:

1- Zırr b Hubeyş şöyle demiş: Übeyyü'bnü Kâ'b   (Radiyallahû anh) 'a   Muavvizete.yn'i sordum; bana şu ce­vâbı verdi:   (Bunu)   ben  de  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e sor­dum da, bana şu cevâbı verdi.

Bana söyle [101] denildi; ben de söyledim.» İşte biz de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in söylediği gibi söylüyoruz.

2- Zırr   b. Hubeyş demiş ki:  Übeyyü'bnü   Kâ'b'a sordum :

     Ebâ'l-Münzir!   Dîn kardeşin   îbni   Mes'ûd şöyle diyor (ne buyurursun?) dedim. Übeyy, bana şu cevâbı verdi:

  Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)^ bunu sordum da; ba­na şöyle dedi: Bana: Söyle; denildi. Ben de söyledim.» Biz: de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dediği gibi diyoruz.

Bu iki rivâyetde Zırr b. Hubeyş 'in, Hz. Übeyy'e suâl sormasının sebebi, Hz. Îbni Mes'ûd Muavvizeteyn'i Kur' ân 'dan saymadığı içindir. Übeyy (Radiyallahû anh) cevaben bunların Kur'ân'dan olup olmadığını vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sorduğunu; o da: Bu sûreleri bana Cetrâîl (Aleyhisselâm) okuttu yâni bunlar Kur'ân'dandır; diye cevap verdiğini bildirmişdir.

«İşte Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasıl dediyse biz de öyle deriz...» ifâdesi: Hz. Übeyy'in sözüdür.

Ebû'1-Mü.nzir, Übeyyü'bnü Kâ'b (Radiyallahû anh) 'in künyesidir. İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) Muavvize-teyn'iKur'ân 'dan saymadığı için ashâb-ı kiram bu mes'e-lede ihtilâf etmiş; sonra bu ihtilâf kalkarak mezkûr sûrelerin Kur'ân'dan olduklarına icma' akdedilmişdir. Binâenaleyh bugün Muavvize-teyn'in Kur'ân'dan olduklarını inkâr edenin küfrüne hükmolunur.

Ulemâdan bâzılarına göre Muavvizeteyn hakkındaki mes'ele onların Kur'ân 'dan olup olmaması hususunda d? ğil; mezkûr sû­relere hâs bir sıfat ve hâssa hakkındadır.

-Ruhu'I-Beyân» da şöyle denilmiştir: «Îbni Mes'ûd muavvi-zeteyn'i Kur'ân 'dan saymaz; onları mushafınu yazmazdı. O, (bu iki sûre gökten indirilmişlerdir. Gökten inen şey Rabhüî'âleminin kelâmmdandir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları hastalığmda okur ve onlarla Allah'a sığınırdı.) demiştir. Şu halde onların Kur'an'dan olup olmadıklarında şüphe etmiş demekdir. Ama îbni Mes'ûd'un bu sözünden dönmüş olması muhtemeldir.»

Gerçi İmam Ahmed ile İbni Hibbân'ın rivayet et­tikleri bir habere göre Hz. Abdullah b. Mes'ûd 'un Muavvize-teyn'i Mushaf'ına yazmazdığı hattâ yazıldığını gördüğü mushaflardan, onları kazıyarak.;

— Bunlar Kur'ân'dan değildir; derdiği bildirilmişdir. Fakat Bezzâr ( -292)'m beyânına göre sahabeden hiç biri İbni Mes'ud 'un bu sözünü kabul etmemişdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) 'in bu iki sûreyi namazda okuduğu sahih rivayetlerle sabit olmuşdur.

Nevevî: «İbni Mes'ûd 'dan nakledilen rivayet bâtıldır; aslı yoktur.» demiştir. (Tabakaat-ı Şafiyye) sahibi de şöyle demektedir: « KaadîEbû Bekir (El-İntisâr lil-Kur'ân» adlı kitabında —ki bu eser bir âlimin okumadan geçmemesi gereken büyük bir kitaptır.— Büyük bir bâb tahsis ederek orada bu sözü Abdullah b. Mes'ud 'dan nak­leden râvinîn hatasını açıklamıştır. Bunun Hz. Abdullah üzerinden yalan söylediğine kat'î delil vardır.».

 

47- Kur'an'ı Öğrenip, Öğretenin Fıkıh veya Başka İlimler Yönünden Hikmetlerini Öğrenen ve Onlarla Amel Ederek Başkalarına da Öğreten Kimsenin Fazileti Babı

 

266- (815) Bize Ehû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Zü-heyr b. Harb hep birden İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zührî, Sâlim'den, o da babasından, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'den naklen riva­yet etti. Efendimiz:

«Hasedlik ancak iki şeyde caizdir :

(Birincisi) : Allah kendiline Kur'ân ihsan eden ve, gece gündüz onunla kaaim olan adamdır.

(İkincisi) Allah kendisine mal ihsan edip de, onu gece gündüz infâk eyleyen kimsedir.» buyurmuşlar.

 

267- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sâlîm b. AbdiIIâh b. Ömer, babasından nak­len haber verdi. Babası şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü A îeyhi ve Sellem) :

«Hasedh'k ancak iki kişiye karsı caizdir» :

(Birincisi): Alah'ın, kendine su kitabı verdiği kimse olup; gece gündüz onunla haşır neşir olur.

(ikincisi): Allah'ın, kendisine mal verdiği kimsedir ki, gece gündüz o maldan tesadduk eder.»    buyurdular.

 

268- (816) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Vekî', İsmail'den, o da Kays'den naklen; rivayet etti. £>emiş kî: Abdul­lah b. Mes'ûd söyledi. H.

Bize tbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize feabam'Ia, Muhammed b. Bişr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail, Kays'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Abdullah b. Mes'ûd'u şöyle derken .şittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hasedlik ancak iki sey'de caizdir.

(Birincisi); Allah, kendisine mal verip de, o malı hak uğurunda sarf etmeye muvaffak kıldığı  kimse;

(ikincisi) : Allah, kendisine hikmet verip de, o hikmet mucibince hük­meden ve onu başkasına da öğreten kimsedir.»  buyurdular.

 

269- (817) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'-kûb b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Ban& babam, îbni Şihâb'dan, o da Âmir b. Vâsile'den naklen rivayet etti ki, Nâfi' b. Abdilhâris [102] Usfân'-da Ömer'e rastlamış. Ömer, kendisini Mekke'ye vâlî tâyîn rtmiş imiş. Ömer ona:

  Bu vâdî halkına kimi me'mûr ta'yîn ettin? diye sormuş, o da :

  İbni Ebzâ'yıî cevâbını vermiş. Ömer:

  İbni Ebzâ kimdir? deyince; Vali:

  Bizim âzâdhlarımızdan    biridir; cevâbını vermiş.    Bunun üzerine Ömer:

  Sen, onların üzerine bir âzadlıyı me'mûr ettin ha? demiş. Vali :

  Ama o, Allah Azze ve Celle'nirj Kitabını okur: bütün farzları da bilir; demiş. Ömer :

«Allah bu kitapla bâzı kavimleri yükseltir; bir takımlarını da alçalhr.»

  Dikkat et ki Peygamberimiz   (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) : buyurdu; demiş.

 

(...) Bana Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî ile Ebû Bekir b. îs-hâk rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû'l-Yemân haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb, Zührî'den naklen haber verdi. Demiş ki:    Bana Âmiru'bnü

Vâsilete'l-Leysî rivayet etti ki, Nâfi' b. Abdiîhâris El-Huzâî Usfân'da Öme-ru'bnU'I-Hattâb'a rastlamış. Ve Amir hadîsi İbrahim b. Sa'd'in, Zührî'den naklettiği hadîs tarzında rivayet eylemiştir.

Hased hadîsini Buhârî «Kitâbti'1-tlîm», «Kitâbü't-Tebennî», «Kİtâbu't-Tevhîd», «Kitâbu'z-Zekât», «Kitâbü'l-Ahkâm» ve «Kitâbti'l -İ'tisâm- da; Nesâî «Kitâbü'1-İlim» de; tbni Mâce de «Kitâ-hü'i-Zühd» de muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsi şerifin muhtelif rivayetlerinde zikri geçen «hased» den murâd: gıpta'dir. Çünkü hasedin hakikati, bir kimsenin dîn kardeşinde gördüğü bir nimetin ondan alınarak; kendisine verilmesini istemesidir. Bu sebeple hasedlik, kötü bir hasletdir. Gıpta ise: Başkasında gördüğü bir nimeti, on­dan alınmasını istemeden kendine temenni etmesidir. Gıpta makbul bir hasletdir.

Bâzıları hasedi: «Nimetin verilen kimseden gitmesini temenni et-mekdir.» diye târîf ederler.

«Hased: Bir nimeti kendine temenni etmekdir.» diyenler de vardır.

Aynî: «Doğrusu kelimenin bütün bu mânâlara şâmil olmasıdır.» diyor. Hadîsden murâd: bu iki şey'den maada makbul gıpta yokdur- de-mekdir.

Hikmet'den murâd: Kur'ân-ıKerîm 'dir. Netekim hadîsin Ebû Hüreyre   rivayetinde :

«Hased ancak iki şeyde caizdir. (Biri) : Allah'ın kendisine Kur'ân öğ­rettiği kimsedir ki, onu gece gündüz okur.  (Diğeri) :

Allah'ın kendisine mal verdiği kimsedir. O da, onu infâk eder.» buyurulmuşdur.

Hâsılı bu rivayetlerde sebebi zikir, müsebbebi kasd kablîinden meca­zen gıptaya hased denilmişdir.

Hikmet: Eşyayı, şeriatın beyân ettiği şekilde bilmekdir. Bu lâfız ilmî kemâî'e işâretdir. îlmî kemâl dahî, amelî kemâl'e götürür. Ve bu iki ke­mâl ile fazilet hasîl olur. Fazilet de ya dâhili ya haricîdir. Dahilî fazletle-rin esâsı ilim, haricî faziletlerin temeli ise maldır. Sonra faziletler biri tam, diğeri ondan da üstün yâni etem olmak üzere iki nev'îdir.

Hattâbî diyor ki : «Bu hadîsin mânâsı : îlme ve öğrenmeye, keza mal tesaddukuna teşvîkdir.»

Son hadîsdeki : «Allah, bu kitapla bâzı kavimleri yükseltir : bâzılarını da alaçltır.» ifâdesi ile Hz. Ömer, o me'mûrun Kur'ân-ı Kerîm   sayesinde yükselenlerden olduğuna işaret etmişdir.

 

48- Kur'an'ın Yedi Harf Üzerine Olmasını ve Bunun Manasını Beyan Babı

 

270- (818) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İbni ŞibaVdan duyduğum, onun da Urvetü'bnü Zübeyr'den, onun da Abdur-rahmân b. Abdilkaarî'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Abdur-rahman demiş ki: Ömerü'bnü'l-Hattâb'ı şöyle derken işittim: Ben, Hişâm b. Hakim b. Hizam [103]'ı sûre-i Fürkaan'ı benim okumadığım bir şekilde okurken işittim. Bu sûreyi bana Resûlüllah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) okutmuşdu. Az kaldı acele edecekdim. Sonra (kırâeti bitirinceye kadar) mühlet verdim. Bilâhare cübbesinin yakasından tutarak, onu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e getirdim. Ve:

— Yâ Resûlâllah! Ben; bunu sÛre-i Fürkaan'ı senin bana okuttuğun­dan başka şekilde okurken işittim; dedim. Resûlülllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bırak onu! dedi. Ve Hişâm'a da «oku!» emrini verdi. Hişâm benim kendisinden duyduğum şekilde okudu. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem).:

«Bu sûre böyle nazil oldu.»  dedi. Sonra bana:

«Oku!»   dedi. Ben de okudum. (Bana da) :

«Bu sûre böyle indirildi. Bu sûre yedi harf üzerine inmiştir. Bunlar­dan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyun!» buyurdular.

 

271- (...) Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnjus, İbni Şihâb'dan naklen ha­ber verdi. (Demiş ki) : Bana TJrvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi. Ona da Misver b.. Mahrama [104] ile Abdurrahmân b, Abdilkaarî [105] haber ver­mişler. Onlar da Ömeru'bnü'l-Hattâb'ı şöyle derken işitmişler: Ben Hişâşn b. Hakîm'i, Resûlüllah (Sallallahİi Aleyhi ve Sellem)"m hayâtında sûre-i Für-kaan'ı okurken işittim... Ve râvî hadîsi yukarkî hadîs gibi rivayet etmiş. (Yalnız) :

«Az kaldı namazda üzerine atılacaktım. Neyse) selâm verinceye ka­dar güç hâlle sabrettim...»  ibaresini ziyâde etmişdir.

 

(...) Bize İshâk b. İbrâhîm ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrazzâk hafcer verdi. (Dedi ki)

: Bize Ma'mer, Zührî'den Yûnus'un isnadı ile; onun rivayeti gibi haber verdi.

Bu hadîsi Buhârî «Kitâbü'l-Husûmât», «Fedâilü'l-Kur'ân», -Ki-tâbu't-Tevhîd- ve -İstitâbetü'l-Mürteddîn» de; Ebû Dâvûd «Ki-tâbü's-Salât» da; Tirraizî «Kıraat» da; Nesâî «Kitâbu's-Salât» ile Fedâilü'l-Kur'ân» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

«Az kaldı acele edecekdİm...» cümlesinden murâd: Hişâm'a inkâr hussûunda acele ederek ona hücumda bulunacakdım; demekdir.

Hz. Ömer ile Hişâm (Radiyallahâ anh) 'in okuyuşları biribiri-ne ne şekilde muhalif olduğunu ulemâdan hiç biri beyân etmemişdir.

Hadîs-i şerîfde dahî yalnız Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in her ikisinin kıraatini tasdik ile: «Bu sûre böyle indirildi...» buyurduğu ve neticede Kur'ân'ın yedi harf üzerine indirildi...» buyurduğu ve neticede    Kur'ân'ın yedi harf üzerine indirildiğini beyân ile :

«Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, onu okuyun!» emrini verdiği bildiriliyor.

Ulemâ, yedi harfden ne murâd edildiğini beyân hususunda ihtilâf et­mişler; neticede ortaya on kavil çıkmışdır. Şöyle ki:

1- İmam Halil'e göre «yedi harf» den murâd; yedi kirâatdir. Burada şöyle bir suâl vârid olabilir: İndirilen bir âyet için nasîl olur da aded itlaak edilerek yedi harf üzerine nazil oldu; denilebilir? Bir âyet ancak bir defa nazil olur. Meğer ki tekrar kaldırılıp da, başka harfle in­dirilmiş ola?

Cevap: Cibril (Aleyhisselârn) her ramazanda Kur'ân-ı Kerîm'i Resûlüllah (SalîaliahU Aleyhi ve Sellem) 'e arz eder; baştan sona okurdu. İşte her ramazanda Kur'ân-ı Kerîm'i ayrı bir harf üze­re okumuş; yedi kıraat bundan hâsıl olmuşdur.

Bu hakikati anlatırken Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Efendi­miz :

«Cibril (Aleyhisselâm) her defasında Kur'ân'ı bana bîr harf öze­rine okuttu. Ben kendisine müracaat ettim ve daha fazla harf üzerine oku­masını isteye isteye nihayet yedi harfde karar kıldı.» buyurmuşdur.

Bu gün Kur'ân-ı Kerîm'in yedi harf üzerine okunup okuna-mıyacağı hususunda usûl-i fıkıh ulemâsı ihtilâf etmişlerdir.

Taberî (224-310) ile diğer bir takım ulemâya göre, bu gün Kur'­ân-ı Kerîm yalnız Hz. Zeyd'in okuduğu harf üzere kıraat olunur.

Kaadı Ebû Bekr-i Bâkıllânî dahî bu kavli beğen-mişdir.

.İmam Ebû'l-Hasen El-Eş'arî (260-324) ise: «Müslüman'lar, Allah Teâlâ'nm indirdiği ve okunmasına müsaade buyurduğu kıra-etleri menetmenin caiz olmadığına ittifak eylemişlerdir. Allah Teâlâ'nm itlaak ettiğine manî olmak, ümmetin elinde değildir. Bu yedi harf, bizim kırâatlarımızda mevcûddur. Yalnız Kur'ân-ı Kerîm'in içinde dağınık bir hâlde olup; nerede oldukları aynen malûm değildir. Buna gö­re ehl-i tevâtür'ün naklettiği yerlerde bir harfi, diğerinden ayırmaksızın Kur'ân-ı vücûh üzere okumak caizdir. Meselâ Nâfi'in harfi, Kisâî ile Hamza'nın harfleri ile birlikde ezberlenebilir. Bunda bir güçlük de yokdur. Çünkü Allah Teâlâ kullarına kolaylık olmak üzere Kur'ân'ı yedi harf üzere indirmişdir.» demiştir.

Hattâbî diyor ki: «Bu husûsda en akla yakın söz şudur : Kur'-ân-ı Kerîm, okuyanın kolayına geldiği şekilde yedi harf üzere oku­ması için ruhsat verilerek indirilmişdir. Ancak bu, mânânın birbirini tuttuğu yahut biribirine yakın olduğu yerlerde caizdir. Bu mes'ele ashâb-ı kirâm'm icmâ'ından önce böyle idi şimdi ashabın icmâ'ı hilâ­fına okumak caiz değildir.»

Hattâbî  bu son sözü ile, ashâb-ı kiramın bir kırâet üzerine icmâ' ettiklerini anlatmak istemişdir.

2- Ebû Hatim Es-Sicistânî'ye göre Kur'an ; Kureyş,   Hüzeyl,   Teymer-Rebâb, Ezd. Rabîa, Hevazin ve Sa'd    b. Bekr'ler ile inmiştir. Fakat İbni Kuteybe bunu kabul etmemiştir. Ona göre yedi harften murâd: Ku-reysin batınlarıdır.

3- Yedi harfden murâd, yalnız Mudar lehçesidir. Bu lehçeye âid olan yedi harf, Kur'.ân-ı Kerîm'in muhtelif yerlerinde dağı­nık bir şekilde bulunmaktadır.

4- Bir kelimede dahî yedi harf üzre kıraat caizdir.

5- Yedi harf, idgam ve saire gibi tilâvet şekillerine âiddir.

6- Yedi harfden murâd: yedi husûsdur. Bunlar: Emir, nehiy, helâl, haram, muhkem, müte<=âbîh ve emsâl'dir.

7- Yedi harfden murâd, i'râbdır. Çünkü i'râb, kelimenin sonunda olur. Zâten «harf» : Son ve kenar, demekdir.   îmam Mâlik 'den bir rivayete göre yedi harfden murâd, âyetlerin sonlarını değiştirerek okumakdır;  yerine  okumak gibi. Yalnız  (Azâh) âyetini (Rahmet) âyetine yahut (Rahmet) âyetini (Azâb) âyetine tebdil caiz değildir.

8- Yedi harfden murâd, kelimeyi teşkil eden harflerden müteşek­kil isim, fiil ve edatlardır. Meselâ «Merta'» ve «Nel'afc» gibi kelimeler ye­di vecihle  okunabilirler.

9- Yedi harfden murâd, biribirinin ayni veya biribirine yakın mâ­nâlardır. «Akhil», «Teâle» ve «Helümme» gibi. Ki «beri gel» mânâsmadır-lar. Bu kelimeler, ayni mânâya geldikleri için  İmam  Mâlik,  Hz. Ömer 'den naklen onların biribirlerinin yerine okunmalarını tecviz et-mişdir. «Hangisi kolayınıza gelirse onu okuyun» emri de bu mânâyı tak­viye etmektedir.

Bâzıları Hz. Ömer'in, bunun 'yahıız minberde caiz gördüğünü söylerler.

10- Yedi harfden murâd: İmâle, medd, terkîk, tefhim, hemz, tes-hîl, idgam ve izhâr'dır. Müteehhirîn ulemâdan biri şöyle diyor:  «Kırâat-lardaki ihtilâf vecihlerini araşatırdım;  bunların yedi  olduğunu buldum. Şöyle ki:

a) Bâzı kırâatlarda mânâ değişiyor; i'râb elden gidiyor; fakat suret değişmiyor. gibi.

b) Bâzılarında: hareke değişiyor; mânâ ve suret olduğu gibi kalıyor gibi.

c) Diğer bâzılarında: Harflerle mânâ değişiyor; i'râbla değişmiyor. Suret ise olduğu gibi kalıyor. misâlinde olduğu gibi.

d) Bir takımının: Sureti değişiyor; mânâsı değişmiyor âyetini   Said b.  Cübeyrin şeklinde okuması gibi.

e) Bir takım âyetlerin hem sureti; hem mânâsı değişir. âyet-i kerimesini Hz. A1inin. şeklinde okuması gibi.

f) Bir kısmında takdim ve te'hîr yapılmışdır. Meselâ  âyet-i kerimesini Hz. Ebû Bekir ile Ta1ha şeklinde okumuşlardır.

g) Bâzılarında da ziyâde ve noksan yapılmışdır. Meselâ İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) kırâatında âyet şeklin­de okunmuşdur.

Kurtubî, İbni Hıbbân 'dan naklen yedi harfin mânâsı hususundaki ihtilâfın otuz beş kavle bâlig olduğunu söylemiş fakat bun­lardan yalnız beşini zikretmiştir. Münzirî bunlardan çoğunun mak­bul olmadığını söylemiştir.

Kaadı İyâz'ın beyânına göre «yedi harf» ifâdesindeki yedi sa­yısı hasr için değil; kolaylık olmak üzre zikredilmişdir. Fakat ekseri ule­mâ buradaki «yedi» adedinden, o sayıya hasr ve kasr kastedildiğini söy­lemişlerdir. Meselâ Tilâvet suretinde yedi harf: îdgam, izhar, tefhim, ter-kîk, medd, hemz ve imâle gibi nutka âid şeylerdir. Tâ ki her kabile kendi lehçesine ve diline kolay geleni okusun. Yânî Kureyş kabilesinden olan bir kimseye hemz teklîf edilmediği gibi; Yemen 'liye de hemz terk ettirilmez. Benî Esed kabilesine muzâraat harfini üstün oku­ması teklif olunmaz.

Kaadı Ebû Bekr-i Bâkıllânî şöyle demiştir: «Sahih olan kavil şudur ki: Bu yedi harf Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında meydana çıkmış ve şöhret bulmuşdur. Ümmet bunları Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'den telâkki ederek bellemiş; Hz. Os­man ile mushafları yazan cemâat da onları mushaflara geçirmiş ve sa-hîh olduklarını haber vermişler; Yalnız tevâtüren sabit olmıyanlarım mushaflara almamışlardır. Bu harflerin bazen mânâları; bazen de lâfız­ları değişirse de, hadd-i zâtında birbirlerine zıd ve muarız değildirler.»

Tahâvi'nin beyânına göre, yedi harf üzerine kırâet, zarûretden dolayı hassaten islâmiyetin ilk devirlerinde caizdi. Çünkü arapların leh­çeleri muhtelif idi. Bütün kabilelerin lehçelerini öğrenmek ise güçdü. Müslümanların ve yazı yazanların adedi çoğalıp; zaruret ortadan kalkınca kırâetler birleştirildi.

Bu husûsda Dâvûdî dahî şunları söylemişdir: «Bu gün halkın okudukları yedi kırâetin her biri, Resûlüllah zamanındaki yedi kırâetin biri değildir. Bü'akis birinin içinde, diğerleri de dağınık hâlde bulunur.»

Ebû Übeydillâh b. Ebî Sufra: «Bu günkü yedi kırâet, hadîsde zikri geçen yedi kırâetin birinden türemİşdir; o da Hz. Osman'in mushafını toplarken tercih ettiği harfdir.» demişdir.

Mâzîrî'ye göre «yedi harf'den murâd : Yedi muhtelif mânâdır, ilâh...» iddiası hatâdır. Çünkü Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) yedi harfin her biri ile kıraati tecviz ecmişdir. Bu cümleden olmak üzere bir harfi, başka bir harfle değiştirmek caizdir. Lâkin ahkâm hususunda ib-dâl caiz değildir. Meselâ emsale âid bir âyeti ahkâm âyeti ile değiştirme­nin haram olduğuna icmâ-ı ümmet tekarrur etmişdir. Ona göre âyetlerin sonunu değiştirmek dahî ayni sebepden dolayı fâsiddir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hişâm  (Radiyallahû anh) Hz. Ömer'in hayırdan başka bir şey kasdetmediğini bildiği için, ona inkiyâd etmiş; yakasından tuttuğu için, kendisine muhalefet etmemişdir.

2- Ömer  (Radiyallahû anh) ashâb-ı kiram içinde en zi­yâde salâbet-i dîniyye sahibi olan bir zât idi. Bu bâbda ondan sonra Hişâm (Radiyallahû anh) gelir. Hattâ bizzat Ömer (Radiyallahû anh) onun bir şey'e razı olmadığını görünce: «Ben ve   Hişâmu'bnü   Ha­lt îm   sağ kaldığımız müddetçe bu iş olamaz.» dermiş.

3- Kur'ân-ı Kerîm'i tekellüfsüz olarak; kolayına geldiği yerden okumak caizdir.

4- Hadîs-i şerif   ashâb-ı   kiram'm   Kur'ân-ı   Ke­rîm 'i işittikleri gibi muhafazaya no derece itinâ gösterdiklerine delildir.

5- Resûlüllah  (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) 'in, Hz. Ömer 'e   :

«Bırak onu!» buyurarak; Hişâm (Radiyallahû anh)\ muâhaze etme­mesi, hiç bir suçu olmadığı içindir. Çünkü Hz. Hişâm'in okuduğu vechin caiz olduğunu Ömer (Radiyallahû anh) bilmese de; Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) biliyordu.

 

272- (819) Bana Harmeletitbnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana yunus İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş l:i) ; Bana Ubeydullah b. AbdîIIâh b, Utbe rivayet etti. Ona da İbni Abbâs rivayet etmiş ki, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) :

«Cibril Aleyhisselâm, bana Kur'ân'ı bir harf üzere okuttu. Sonra ben kendisine müracaat ettim. Ben ziyâde etmesini istemekde; o da bana ziyâde etmekde devam ede ede nihayet yedi harf d e karar kıldı.» buyur­muşlar.

İbni Şihâb : «Duydum ki bu yedi harf yalnız bir olan şey'e mahsûs olup; helâl ve haram hususunda değişmezmiş.» demiş.

 

(...) Bize bu hadîsi Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrazzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla haber verdi.

Bu hadîsi Buharı «Kİtâbü Bed'i'I-Halk» ve «Fedâilü'I -Kur'ân­da tahrîc etmişdir.

Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) 'in, Hz. Cibril 'den Kur'ân-ı Kerîm'i daha fazla vecihlerle okumasını istemesi, ümmetine tahfif ve kolaylık içindir. Filvaki yedi defaya kadar onun isteğini Cibrî1 (Aleyhisselâm)  Allah Teâlâ'ya arz etmiş. Ve isteği kabul olunmuşdur.

Bundan önceki hadisde de görüldüğü vecihle yedi harfden muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır Ulemânın bu bâbdaki izahatından anlaşılıyor ki, yedi harfin mânâsı, her harf veya kelime yedi çeşit okunacak demek değildir. Gerçi Kur'ân-ı Kerîm'de yedi hattâ on vecihle okunan kelimeler vardır. Fakat bunlar pek azdır.

Bu hadîslerden maksad: Zikri geçen yedi vechin Kur'ân-ı Ke­rîm 'in içersinde dağınık bir şekilde bulunmasıdır. Meselâ yedi harf'den murâd, yedi lehçedir; diyenlere göre Kur'ân-ı Kerîm'in bâzı yer­leri Kureyş lehçesi ile; bâzıları Hüzeyl, Hevâzin ve Yemen    lehçeleri ile nazil olmuş, demekdir.

İbni' Şihâb'm : «Helâl ve haram hususunda değişmezmiş.» sözü «Yedi harf'den murâd, mânâlardır.» diyenlerin kavlini reddeder. Bu söz, yedi harfin lâfız ve harflere âid olduğuna işâretdir.

 

273- (820) Bize Muhammed b. Abdillah b. Nüraeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ebî Hâlid, Abdullah b. îsâ b. Abdirrahmân b. Ebî Leylâ'dan, o da dedesinden, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet etti. Übey şöyle demiş: Mescidde İdim. Birisi içeri girip namaza durdu. Ve tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra başka biri girdi. O da arkadaşının okuduğundan başka bir kıraat okudu. Namazı bitirdiğimiz vakit hep birden Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girdik. Ben :

— Bu zât (namazda) benim tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra Öteki girdi; o da arkadaşının okuduğundan başka bir kıraat okudu; dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) onlara okumalarım emir buyurdu. Onlar da okudular. Peygamber (Saliüllahü Aleyhi ve Seilem) onların ikisinin de okuyuşlarım beğendi. Bunun üzerin* içime Peygamber

(Sallalîahü Aleyhi ve Seilem) 'i Öyle bir tekzîb etmek geldi ki, böylesi câhili-yet devrinde bile aklıma  esmemişdir.     Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) beni kaplayan bu hâli görünce göğsüme vurdu. Bunun üzerine benden bir ter boşandı. Sanki korkudan A\\&h(Au,e ve Celle) yi görüyor gibi idim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) hana :

«Yâ Ubeyy! Bana bîr harf üzere oku diye (Cibrîl) gönderildi. Ben, ona: Ümmetime (vazifesini) hafiflet diye mürâcaatda bulundum; o da ba­na ikincide : Onu iki harf üzere oku! diye cevap verdi. Ben tekrar üm­metime (vazifesini) hafiflet diye müracaat ettim. Üçüncüde bana : Onu yedi harf üzere oku! Hem sana verdiğim her cevapla birlikde benden isteyeceğin bir isteğin de verilecekdir» dedi. Bunun üzerine ben :

— Yâ Rabb! Ümmetimi afvü mağfiret et! Yâ Rabb, Ümmetini mağ­firet et! dedim, üçüncü isteğimi de bütün mahlûkaatın hattâ ibrahim Sâl-lallahu aleyhi ve Sellem'tn beni dileyecekleri güne bıraktım.» buyurdular.

 

(...) Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammedii'bnü Bişr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İsmail b. Etî Hâlid riva­yet etti. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. îsâ, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Übeyyü'bnü Kâ'b haber verdi ki, kendisi mescidde oturuyormuş. Birden içeriye bir adam girmiş de n»maz kılmış ve namazda kırâeti uzun tutmuş... Râvî hadîsi, İbni Nümeyr hadîsi tarzında rivayet etmişdir.

 

274- (821) Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den rivayet etti. H.

Bize, bu hadîsi İbnü'I-Müsennâ ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler. İb-nü'1-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hakem'den, o da Mücâhid'den, o da tbni Ebî Leylâ'dan, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Benî Gıfârın gölcüğünün yanında bulunuyordu. Derken Cibril (Aleyhisselâtn) ona gelerek :

«Gerçekden Allah ümmetinin Kur'ân'ı bir harf üzere okumasını sana emrediyor!» dedi. ResûlüIIah   (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):

«Ben, Ailah'dan bunun af ve mağfiret buyurulmasını dilerim. Çünkü benim ümmetim buna taakat getiremez.» dedi. Sonra Cebrâîl, ona ikinci defa gelerek:

«Allah, ümmetinin Kur'ân'ı iki harf üzerine okumasını sana emrediyor!» buyurdu ResûlüIIah  (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) tekrar:

«Alah'dan bunun afv-u mağfiretini dilerim! Çünkü ümmetim buna taakat getiremez.»    dedi. Sonra ona üçüncü defa gelerek yine:

«Allah Teâlâ, ümmetinin Kur'ân'ı üç harf üzere okumasını sana em­rediyor!»  dedi. ResûlüIIah   (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Ailah'dan bunun afv-u mağfiretini dilerim! Çünkü benim ümmetim buna taakat getiremez.»  dedi. Sonra ona dördüncü defa gelerek:

«Gerçekden Allah, ümmetinin yedi harf üzere Kur'ân okumasını sana emrediyor. Onu hangi harf üzere okurlarsa, isabet etmiş olacaklardır.» buyurdular.

 

(...) Bize bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.

Tıybî'nin beyânına göre Übeyy (Radiyaİlahû anh) ashâb-1 kiramın en ziyâde vera' ve takva sahiplerinden biri idi. Böyle olmak­la beraber o anda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in —hâşâ— ya­lancı olduğu hatırından geçirecek kadar vesveseye düşmesi, şeytanın tel-vîs'indendir.

Hz. Übeyy'in kendi ifâdesinden anlaşılıyor ki, câhiliyyet devrin­de Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in hak Peygamber olduğunu ka­bul hususunda gaflet ve şüphe içinde bulunuyormuş. Fakat bu defa şey­tan şüpheyi de geride bırakarak, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kat'î sûretde yalanlamayı ona vesvese sureti ile emretmiş.

Kaadı İyâz: «Hatırdan geçen bu gibi şeyler, üzerinde durul-madıkça muâhazeyi mucip değildirler.» diyor. Filhakika Mâzirî'nin beyânına göre Hz, Übeyy'e şeytan tarafından o dakika ilkaa edilen vesvese, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)'in tenbîhi yâni göğüsüne çarpması ile derhâl zail olmuşdur. Zâten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dokunması, onun kalbi ne kötü kötü şeyler geldiğini anladığı içindir.

Übeyy (RadiyallahÛ anh) bu tenbîh darbesi ile kendine gelmiş ve yaptığından dolayı son derece utanç ve pişmanlık duyarak ter dökmüşdür.

Hadîsin bu rivayetinde Hz. Cibril 'in, Kur'ân-ı Kerîm'i evvelâ bir vecih üzere indirdiği; sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ricası'üzerine iki veçhe çıkardığı; sonra tekrar ricası üzerine yedi harf üzerine okuttuğu bildiriliyor. Hâlbuki bundan sonraki rivâyetde üçüncü defada üç; dördüncüde yedi vecihle okuttuğu beyân edilmektedir. Bu su­retle iki hadîs arasında zahiren bir münâfât göze çarpıyor. Ulemâ bu iki rivayetin arasını bulmuşlar ve: «Birinci rivâyetdeki (üçüncü defa) tâbi­rinden; murâd, sonuncu defadır. Netekim sonraki rivâyetde onun yerine (dördüncü) tâbirini kullanmışdır. Dördüncü defadan murâd, Hz. Cibtî1'in son gelişidir.» demişlerdir.

Birinci rivâyetden Cebrail (Aleyhisselâm) 'in gelişlerinin biri hazfedilmiş de olabilir.

Hz. Cibrîl'in bu mes'elede —her gelişinde— Teâlâ Hazretlerinin bir istek vermeyi va'd buyurduğunu söylemesi, isteğin kat'î sûretde ve­rileceğini beyân içindir. Şâir istekler ise kat'î sûretde müstecâb değildir­ler. İçlerinden kabul edilenleri bulunduğu gibi; kabul edilmeyenler.! de vardır.

Babımızın son hadisinde: «Ümmetin, Kur'ân'ı hangi harfle okur­larsa; matlûba isabet etmiş olurlar.» bu vurulmakta dır. Bu cümleden murâd: «Ümmetin bu yedi vecihden biri ile okumakda serbestdir. Fakat yedi vecihden öteye geçemezler. Bunu böylece bilip; kendilerinden sonra gelen­lere böylece nakletmeleri gerekir.» demekdir.

Görülüyor ki yedi harf den muradın ne olduğu ulemâ arasında pek ih­tilaflı bir mes'eledir. İmam Süyûtî (849-911) «El-İtkaan» nâm eserinde bu bâbdaki kavilleri kırkbire, Keşraîri ise kırkbeşe çıkar-mışdır. Ancak mezkûr kavillerin bir çoğu zayıfdır.

 

49- Kur'an'ı Tertille Okumak Hezz Yani İfrat Derecede Sür'atli Okumakdan Kaçınmak ve Bir Rek'atda İki Yahut Daha Fazla Süre Okumanın Mubah Oluşu Babı

 

275- (722) Bize Ebû Bekîr b. Ebl Şeybe ile İbni Nümeyr topdan Ve-kî'dein rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Vâil'-den naklen rivayet etti. Ebû Vâil şöyle demiş: Nehîkü'bnü Sinan de­nilen bir adam, Abdullah'a gelerek:

  Yâ Ebâ Abdirrahmân! Şu harfi nasıl okursun? Elif mi y mı? Yâni mi yoksa mi? dedi. Abdullah:

— Sen, bundan maâdâ bütiiin Kur'ân'ı araştırdın mı? (Başka yok mu?) diy e cevap verdi. Nehîk:

  Ben hakikaten bir rek'atta mufassal sûreyi okunan., cevâbını ver­di. Bunun üzerine Abdullah:

  Şiir geveler gibi gevelemek mi dedin? Bir takım insanlar Kur*ân'ı okurlar ama Kur'ân köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Lâkin Kur'âr kalbe varır da; oraya yer ederse faydalı olur. Namazın en faziletlisi rükû ve sücûddur. Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir arada oku­duğu nazâîrî pek iyi bilirim. Her rek'âtda iki sûre (okurdu); dedi. Sonrs Abdullah kalkarak dışarı çıktı; onun arkacığından    Alkame içeri girdi Sonra o da çıktı ve:

— Abdullah bunu bana da haber verdi; dedi.

İbnü Nümeyr kendi rivayetinde: «Abdullah'a Benî Becîle kabilesin den bir adam geldi.» demiş «Nehîkü'bmi Sinan» dememiştir.

 

276- (...) Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ viye, A'meş'den, o da Ebû Vâil'den naklen rivayet etti. Ebû Vâi!: Abdal lah'a Nehîkü'bnü Sinan denilen bir adam geldi... diyerek Vekfin hadîs gibi rivâyetde bulunmuş; Yalnız: «Derken Alkame onun Yanına girene için geldi. Biz, Alkâme'ye :

— Şuna sor bakalım Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in bir rek' âtda okuduğu biribirine denk sûreler nelermiş? dedik. Bunun üzerine Al karne, onun yanına girerek sordu.. Sonra bizim yanımıza çıktı: ve Abdul lah'm te'lîfine göre mufassal sûrelerden yirmi tanesi (imiş), dedi.

 

277- (...) Bize, bu hadîsi tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) Bize îsâ b. Yûnus haber verdi. (Dedi ki) : Bize A'meş bu isnâdda, yukar kilerin hadîsleri gibi rivâyetde bulundu; ve dedi ki:

«Ben, Resûlülah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in iki rânesİni bir rek*âtd< okuduğu denk sûreleri pek âlâ bilirim.   On rek'âfda yirmi sûre (okurdu.)

 

278- (...) Bi.ze Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Meh-dî b. Meymûn rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vâsıl El-Ahdeb, Ebû Vâil'den naklen rivayet etki. Demiş ki : Bir gün sabah namazını kıldikdan sonra er­kenden Âbdulla.'h b. Mes'ûd'a gittik. Kapıya vardığımızda selâm verdik. Bizi, içeriye buyur etti. Biz bir an kapid adurduk. Derken kız dışarıya çı­karak:

  Neye girmiyorsunuz? dedi. Müteakiben içeriye girdik. Bir de bak­tık Abdullah oturduğu yerden nafile namaz kılıyor!

  Size izin verildiği hâlde içeri girmenize mâni' neydi? dedi. Biz :

  Bir şey yok! Yalnız evdekilerin bâzısı uyuyor zannettik, dedik. Ab­dullah :

  Ya, siz İbni Ümmi [106] Abd oğullarını gafletde mı sandınız? dedi. Sonra yine namazına yöneldi. Tâ güneşin doğduğunu zannedinceye kadar nafile kılmağa devam etti. Sonra:

  Kız! Bak güneş doğmuş mu? dedi. Kız, güneşe baktı. Güneş doğ­mamıştı. Abdullah namazına devam etti.    Nihayet    güneşin doğduğunu zannedince tekrar:

  Kız! Bak güneş doğmuş mu? dedi. Kız, güneşe baktı. Bu sefer gü­neş doğmuşdu. Abdullah:

  Bizi bu gün de kaldıran Allah'a hamd olsun! dedi.

Râvî Mehdî:  (zannederim bizi günahlarımız sebebiyle. heTâk dedi.) diyor. O arada cemâatdan biri:

  Ben dün akşam bütün mufassal    sûrpleri-oftudîîm; dedi.    Bunun üzerine Abdullah :

  Şiir geveler gibi gevelemekle değil mİ7 Biz yemîn ederiz ki biri-birine yakın sûreleri tşitmişizdir. Hem ben, Resûlüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)   'in vaktiyle okuduğu biribirine yakın sûreleri çok iyi bilirim. Mufassal sûrelerden onsekiz, Âl-i Hâ-Mîm'den de iki sûre okurdu.» dedi.

 

279- (...) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüse­yin b. Aliy El-Cu'fî, Zâide'den, o da Mansûr'dan, o da Şakîk'den naklen rivayet etti. Demiş ki : Benî Becîle kabilesinden Nehîkü'bnü Sİnân deni­len bir zât Abdullah'a geldi ve:

  Ben, bir rek'âtda mufassal sûreleri okurum., dedi. Abdullah:

  Şiir geveler gibi geveleyerek mi? Vallahi ben ;

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vaktiyle okuduğu biribirine denk sûreleri pek âlâ bilirim. Her rek'âtda İki sûre okurdu.»   dedi.

 

(...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki : Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b. Mürra'dan naklen rivayet etti. Oda Ebû Vâil'i ri­vayet ederken dinlemiş ki, İbni Mes'ûd'a bir adam gelerek:

  Ben, bu akşam bütün mufassal sûreleri bir rek'âfda okudum... de­miş. Bunun üzerine Abdullah:

  Şiir geveler gibi geveleyerek mi? demiş ve sözüne devamla :

  Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir arada okuduğu biribirine denk sûreleri ben çok iyi bilirim... diyerek; mufassal sûreler­den yirmi tanesini zikretmiş; bunların her rek'âtda ikişer ikişer okundu­ğunu söylemişdir.

Bu hadîsi Buharı «Kitâbü'1-Ezân» da; Ebû Dâvûd ve Nesâî dahî «Kitâbü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.

tbnü Mes'ûd (RadiyaHahûarih) Hazretlerinin kendisine suâl so­ran Hz. Mehîk'e: «Sen bütün Kur' ân'ı kelime kelime elden geçirdin de, anlamadığın yalnız bu mu kaldı?» diye sorması, onun bu suâli sormak-da samimî olmadığını anladığına hamledilir. Çünkü hakikati anlamak için sormuş olsa, buna cevap vermek îcâb ederdi. Hâlbuki İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh)\n söyledikleri, cevap değil; onu baştan savmağa yara­yan sözlerdi.

İbnü Mes'ûd (RadiyaHahû anh) 'm bu sözlerine karşı Hz. Nehik'in : «Hakîkatta ben uzun sûreleri bir rek'âtda okurum!» demesi, ken­disinin câhilin biri olmadığını; Kur'ân-ı Kerîm'i mükemmel şe­kilde ezbere bildiğini anlatmak içindir.

İbnü Mes'ûd (RadiyaHahû anh) onun bu sözüne de: «Şiir geve­ler gibi geveleyerek mi?..» diye mukaabele etmişdir.

Hezz: Son derece sür'âtle okumak ve kelimeleri sür'atle kesmekdir.

Hz. İbnü Mes'ûd 'un bu suâli : îstifhâm-ı inkârîdir. < Bundan sonraki sözleriyle dahî: Bâzı insanların Kur'ân okumakdan kazan­dıkları nasîp, ; yalnız çenelerinin yorulması olduğunu, zîra okudukları Kur'ân'ın boğazlarından aşağı geçmediğini; hâlbuki Kur'ân oku­makdan matlûb bu olmadığını, Kur'ân'm mutlaka kalplere yer ede­rek tedebbür suretiyle okunması gerektiğini anlatmak istemişdir.

«Mufassal sûreler» den muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflı­dır. Bunu yerinde görmüşdük.

Nezâir: .Nazîra'nm cem'idir. Bundan murâd : uzunlukda kısalıkta bi­ribirine benziyen sûrelerdir. Bâzıları : aded itibarıyla biribirine benzeyen sûreler olduğunu söylemişlerdir. Burada maksad: Biribirine yakm uzun-lukdaki sûrelerdir. Meselâ Duhân sûresi altmış, Amme sûresi kırk âyetdir.

Bâzıları : «Nezâir : Va'z, kıssa ve hikmet gibi mânâ hususunda biri­birine benzeyen sûrelerdir. Âyet sayısında denklik aranmaz.» demişler­dir. Fakat bu söz itirazla karşılanmişdır. Zîra bu gibi yerlerde sûrelerin mânâca biribirlerine denk olmalarının hiç bir te'sîri yokdur. Burada mu­râd : Okunan mikdârda âyet ve sûrelerin biribirine denk olmasıdır. Zâten hadîsin bâzı rivayetlerinde bu cihet tasrîh olunmuş; ve Rahman ile Necm sûreleri nezâire misâl gösterilmişdir. Bu sûreler mânâca değil;

âyet mikdârı itibârı ile birbirlerine yakındır. Çünkü Rahman sûresi yetmiş iki; Necm sûresi de altmış iki âyetden müteşekkildir.

Hadîsin muhtelif rivayetlerinden anlaşılıyor ki, tbnü Mes'ûd (Radiyallahû arth) biribirine nazîr yirmi sûre saymışdır.

Burada onlardan bahsedilmemişle de; Ebû Dâvûd'un rivaye­tinde tafsilâtı ile beyân edilmiş ve: «Lâkin Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Seîîem) nezâirden iki sûreyi (yâni) Rahman ile Necm sûrele­rini bir rek'âtda, «îkterabet» ile «El-Haakkah» sûrele­rini bir rek'âtda, « Zâriyât » ile «Tûr» sûrelerini bir rek'âtda, «Vakıa» ile «Nûn»u bir rek'âtda, « Se'ele • ile «Naziât» ı bir rek'âtda, «Mutaffifîn» ile «Abese» yi bir rek'âtda, « Müddessir» ile « Müzzemmil>i bir rek'âtda,  He12tâ», ile « Lâıksimuyu bir rek'âtda, «Amme» ile «Mürselât» ı bir rek'âtda ve . « Tekvîr  ile « t)u hân» sû­relerini bir rek'âtda okurdu.» denilmişdir.

Hz. İbni Mes'ûd'un: «Şüphesiz ki namazın en faziletli rüknü: rükû' ile sücûddur.» sözü, kendi mezhebini beyândır. Yerinde de görül­düğü vecihle bu husûsda ulemânın ihtilâfı vardır.

Hadîsin bir rivayetinde    İbni    Mes'ûd   (Radiyallahû anh) 'in :

«Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) onsekiz sûre murassalardan; iki sûre de Hâ-Mîmlerden okurdu.» dedikden sonra, diğer rivayetinde : «Mufassal sûrelerden yirmi tanesini okurdu.» demiş olması, birbirine mu­arız değildir. Çünkü birinci rivâyetde muradı: «Okuduğu yirmi sûrenin ekserisi mufassal sûrelerden idi.» demekdir.

Nevevî (631-676) diyor ki: «Ulemâ Kur'ân'm evveli yedi uzun sûredir. Sonra yüzlükler gelir; demişlerdir. Yüzlüklerden murâd: Sûre­nin yüz âyet ihtiva etmesidir. Ondan sonra mesânî, daha sonra mufassal­ların nereden bağlıyacağı hususundaki hilaf evvelce geçmışdi.

Bâzıları: bunların    «Kıtal» sûresinden; diğer bâzıları: «Hucurât»dan, bir takımları da    «Kaaf» dan başladığını söylemişlerdir.

ÂI-i Hâ-Mîm'den murâd: ıHâ-Mîm» diye başlayan bir gurup sûrelerdir.

Kaadı İyâz'ın beyânına göre bu sözden murâd; Bir tek HâMîm sûresi de olabilir. Bu takdirde «Al» kelimesi mukham yâni ziyâde­dir.

 

Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kur'ân-ı Kerîm'i acele ile çiğneyerek okumak memnû'-rîur.

2- Hadîs-i şerif,   Kur'ân-ı Kerîm'i aheste aheste ve mâ­nâlarını düşüne düşüne    okumaya teşvik    etmektedir.   Cumhûr-u ulemânın    mezhebi de budur.

Bâzıları acele okumayı da tecviz etmişlerdir.

3- Son rek'âtı, evvelki rek'âtdan uzun tutmak caiz ise de, evlâ olan iki rek'âtlı bir namazın her rek'âtını müsavi tutmakdır. Bu bâbda yalnız sabah namazı müstesnadır. Çünkü sabah namazının ilk rek'âtını, ikinci­den uzun tutmak efdaldir. Bu hususdaki hilafı da yerinde görmüşdük.

4- Bir rek'âtda bir kaç sûre   okumak caizdir. Buna, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir rek'âtda iki sûre okuması delâlet ettiği gibi, Hz. Âişe'ye. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazında bir kaç sûreyi birden okurmuydu?) diye sorulduğu vakit: «Evet! Mufassallar­dan bir kaçını birden okurdu.) diye cevap vermesi dahî delildir.

Kaadı İyâz'a göre îbni Mes'ûd (Radiyalîahû anh) 'in bu hadîsi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ekseriyetle namaz­larını bu mikdâr kırâetle kıldığına delildir. Daha fazla uzatması ayni sû­releri tedebbürle ağır ağır okumasmdandır. Bâzan bir rek'âtda Sûre-i Bakara ile başka bir sûreyi okuduğu da rivayet edilmişsede bu nâdfr1?n vuku bulmuştur.

5- Hadîs-i şerif, bir kimsenin çoluk çocuğuan ve idaresi altında bu­lunanlara karşı, dînleri hususunda dikkatli davranmaya teşvîkdir.

6- Haberi vâhid, bir kadının haberi ve yakîn ile amel imkânı var­ken zan ile amel etmek caizdir.

7- Hz. İbni   Mes'ûd 'un «Bizi kaldıran Allah'a hamd olsun!..» demesi kıyametin büyük alâmetlerinden biri olan güneşin garpdan doğ­masını beklediği içindir. Çünkü işlenen günahlar sebebile o bunu bekli­yordu.

 

50- Kıraatlara Müteallik Bab

 

280- (823) Bize Ahmed b. Abdİllâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) :

Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk rivayet etti. Dedi ki: ^sved b. Yezîd mescidde Kur'ân Öğretirken, ona bir adamm suâl sordu­ğunu gördüm:

  Şu âyetini nasıl okuyorsun? Dal mı, zel mi? dedi. Esved:

  Dal ile okuyorum.  (Çünkü)  ben Abdullah b. Mes'ûd'dan işittim: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem)'i     (muddekir)   diye  dal'la okurken İşittim; diyordu., cevâbını verdi.

 

281- (...) Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnHİ'l-Müsennâ dedi ki : Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o da Esved'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seîlem) 'den naklen rivayet etti ki, bu cümleyi diye dal'la okurmuş.

Bu hadîsi  Buhârî  «Kitâbü't-Tefsîr- ve «Kitâbu Ehâdîsi'1-Enbiyâ» da tahrîc etmişdir.

Muddekir : İbret alan, mânâsına gelir. Kelimeni naslı «müztekir»dir. Yânî zikirden alınarak, iftiâl babına nakledilmiş; sonra «te» «dal»a kalb edilmiş; «zel» dahî dal'a çevirilerek idgam yapılmış, «muddekir» olmuşdur.

Hadîs-i şerif, ashâb-ı kiramın Kur'ân-ı Kerîm'e son derece dikkat ve ehemmiyet atfettiklerine delildir.

 

282-  (824) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet ettiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. Dediler kİ: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Alkame'den naklen rivayet etti. Aîkame demiş ki: Şam'a geldik. Müteakiben yanımıza Ebû'd-Derdâ' gelerek:

  İçinizde Abdullah'ın kırâeti üzre okuyan kimse var mı? dîye sor­du. Ben :

  Evet, ben (okurum) dedim. Ebû'd-Derdâ':

  Peki Abdullah'ın şu a âyet-i kerimesini nasıl oku­duğunu işittin?- dedi. Ben :

  Onu diye okurken işittim; cevâbını verdim. Ebû'd - Derdâ' :

  Vallahi ben de ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in, onu bu şe­kilde okuduğunu işittim. Lâkin bu Şam'lılar benim, onu şeklinde okumamı istiyorlar ama ben, onlara tâbi olmuyorum., dedi.

 

283- (...) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rîr, Mugîra'dan, o da İbrahim'den naklen rivayet etti. İbrahim şöyle de­miş: Alkame Şam'a geldi. Ve bir mescide girerek; orada namaz kıldı. Son­ra bir halkaya gitti ve oraya oturdu. Derken bir adam geldi. Bu adam hak­kında cemâatin çekingen davrandıklarını ve vaziyetlerini anladım. Gelen zât yanıbaşıma oturdu. Sonra :

— Abdullah'ın okuduğu şekilde Kur'ân ezberin demi d ir?» diye sor­du... Râvi hadîsi yukarki hadîs gibi rivayet etmiştir.

 

284-  (...)  Bize Alîyyü'bnü Hücr Es-Sa'dı rivâjyet etti.    (Dedi ki)':

Bize İsmâîl b. tbrâhîm, Dâvud b. Ebî Hind'den, o da Şa'bî'den, o da Alka-me'den naklen rivayet etti. Alkame şöyle demiş :

  Ebû'd-Derdâ'ya tesadüf ettim. Bana :

  Sen kimlerdensin? dedi,

  Iraklılardanım! cevâbını verdim, Ebû'd-Derdâ':

  Hangilerinden? dedi.

  Kûfdilerdenim! cevâbını verdim.

  Abdullah b. Mes'ûd kırâeti üzre okuyabiliyormusun? diye sordu:

  Evet! dedim.

  Öyle ise Leyi sûresini oku! dedi. Ben de sûreyi diye okumaya başladım.    Bunun üzerine Ebû'd -Derdâ' güldü. Sonra :

  Ben, Resûlüliah  (Salîaltahü Aleyhi ve Sellem) 'in de böyle okuduğunu işittim...   dedi.

 

(...) Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdüla'Iâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dâvûd, Âmir'den, o da Alkame'den nsklen rivayet etti. Âlkame :

«Ben, Şam'a gelerek Ebû'd-Derdâ'ya tesadüf ettim...» diyerek İbni 'r yye hadîsi gibi rivâyetde bulunmuş.

Bu hadîsi    Buhârî    «Kitâbu't-Tefsîr»de tahrîc etmişdir.

Görülüyor ki muhavere Alkame ile Hz. Ebu'd-Derdâ' arasında geçmiş; Ebu'd-Derdâ'in İbni Mes'ûd kırâeti üze­re okuyan bulunup bulunmadığını sorması üzerine Alkame: «Onun kırâeti üzere Kur'ân okuyan ben varım.» demiş. Bunun üzerine Ebû'd-Derdâ' (Radiyallahü anh) ondan İbni Mes'ûd kırâeti üzerine Leyi sûresini okumasını istemiş; o da mezkûr sûrenin başını (kapladı­ğa vakit geceye, erkek ve dişiye yemin ederim!) diye okumuş. Ebud Davudâ' yemîn'ederek kendisinin de Resûlüliah (Saİlailahü Aleyhi ve Sellem) 'den bunu böyle okurken işittiğini Lâkin Şam1ı1ar'a bir türlü söz geçiremediğini; Şam1ı1ar'm bu âyeti (karanlığı kapladığı zaman geceye ve erkekle dişiyi yaratan Allah'a yemîn ederim...) şeklinde okunmasını istediklerini fakat kendisinin, onlara tabî olmadığını söyle-mişdir.

Mâzîrî (453-536) diyor ki : «Bu gibi haberler dinsizlerin Kur'ân-ı Kerîm'in tevatür yolu ile nakline dil uzatmasını mucip olurV

Binâenaleyh vaktiyle Kur'ân olarak nazil olduklarını, sonra neshedildik-lerini fakat bâzı kimselerin neshi duymadıkları için ilk nazil oldukları şe­kilde okumaya devam ettiklerini söyliyerek te'vîlde bulunmak îcâb eder. İhtimâl ki bu hadîse bâzı zevatın müttefekun aleyh olan Hz. Osman mushafını duymasından önce vuku' bulmuşdur. Onu duydukdan sonra hiç birinin muhâlefetde bulunacağı zannolunamaz. Hz. Osman Mushaf'­ından bütün mensûh âyetler çıkarılmışdır.

İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'dan nakil ulemâsınca sabit gö­rülmeyen birçok rivayetler naklolunmuşdur. İcmâ'a muhâlîf olarak nak­ledilen sabit rivayet bulunursa, bunları mushafma kendi kanaati olarak yazdığına hamlolunur. Çünkü Hz. İbni Mes'ûd Kur'ân'dan olma­dığına îtikaad ettiği bâzı tefsir ve ahkâmı mushafma yazar; bunda bir beis görmezdi. Hâlbuki Hz. Osman'la şâir ashâb-ı kiram bunların zamanla Kur'ândan zannolunması endîşesi ile mushafa Kur'ân'dan başka bir şey yazılmasına cevaz vermezlerdi. Neticede hilaf fıkhî bir mes'eleye müncer oldu. Bu mes'ele mushafa bâzı tefsirlerin yazılıp yazılamaması mes'elesidir.

Bir de İbni Mes'ûd 'un mushaf'mdan Muavvizeteyn sûrelerinin çıkarılması, onun bütün Kur'an'ı mushafa yazmak lüzu­muna kaaîl olmamasından ileri gelebilir. Bu sebeple Muavvize­teyn 'den maâdâ bütün sûreleri mushafma yazmış; Mu. avîzeteyn'i ise pek meşhur oldukları için yazmaya lüzum görmemiş olabilir.»

Tehavvüş : Çekimser davranmak, demektir. Zekâ ve anlayış manasına da gelebilir. Burada; etrafına toplanmak, mânâsına gelmesi dahî muhtemel­dir.

 

51- İçinde Namaz Kılınmakdan Nehy Edilen Vakitler Babı

 

285- (825) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Mu-hammed b. Yahya b. Habbân'dan dinlediğim, onunda A'rac'dan onun da Ebû    Hüreyre'den    naklen haber verdiği şu hadîsi okudum:    Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) ikindiden sonra, güneş kavuşuncaya kadar ve sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılmayı yasak etmişler.

 

286- (826) Bize Dâvûd b. Ruşeyd ile İsmail b. Sâiim hep birden Hü-şeym'den rivayet ettiler. Mâvûd dedi ki : Bize Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr, Katâde'deıı naklen haber verdi. Demiş ki : Bize Ebû'l-Âliye, İbni Abbâs'dan naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş: İçle­rinde Ömerü'bnü'l-Hattâb da bulunmak üzre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in bir çok ashabından işittim. Bunların içinde en sevdiğim Ömer idi. (Dediler ki): Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) sabah na­mazından sonra, güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra gü­neş kavuşuncaya kadar namaz kılmakdan nehiy buyurdu.

 

287- (...) Bana bu hadîsi Züheyru'bnü Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd, Şu'be'den naklen rivayet etti. H.

Bana Ebû Gassân El-Mismaî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü-la'lâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd rivayet etti. H.

Bize İshâk b. İbrahim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hi-şâm haber verdi. (Dedi ki) : Bana babam rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi Katâde'den bu isnâdla rivayet etmişlerdir.

Yalnız Saîd ile Hişâm'ın rivayetlerinde: «Sabah oldukdan sonra, gü­neş aydınlayıncaya kadar...» ifâdesi vardır.

 

288- (827) Bana Harmeletü'bnüi Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. Ona da İbni Şihâb haber vermiş. Demiş ki: Bana Atâ' b. Yezîd El-Leysî haber verdi. O da Ebû Saîd-i Hudrî'yi şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):

«İkindi namazından sonra güneş kavuşuncaya kadar, sabah namazın­dan sonra da güneş doğuncaya kadar namaz yokdur.»    buyurdular.

 

289- (828) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Malik'e, Nâ-fi'den duyduğum, onun da İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah   (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz araştırıp da, güneş doğarken veya batarken namaz kılamaz.» buyurmuşlar.

 

290- (...) Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam ile Muhammed b. Bişr rivayet ettiler. Hep birden dediler ki: Bize Hişâm, babasından, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş:  Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ;

«Namaz ktfmak için güneşin doğmasını veya batmasını araştırmayın! Çünkü güneş şeytanın İki  boynuzu arasından doğar.»  buyurdular.

 

291- (829) Bİze Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bİ-ze Vekî' rivayet etti. H.

Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze babam ile İbni Bişr rivayet ettiler. Hep birden dediler ki: Bize Hişâ-i, babasından, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle de­miş: Resûlüllah   (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) :

«Güneşin kaşı göründü mü, iyice meydana çıkıncaya kadar siz namazı geciktirin. Güneşin kaşı battım), İyice kayboluncaya kadar namazı (yine) geçi ktirin!»   buyurdular.

 

292- (830) Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Hayr b. Nuaym El-Hadramî [107]'cten, 0 da İbni Hübeyra [108] dan, o da Ebû Temîm El-Ceyşânî'den, o da Ebû Basrate'l-Gıfârî'den naklen rî-vâyet etti. Ebû Basra şöyle demiş: Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) El-Muhammas [109] denilen yerde ikindiyi kıldırdı. Müteakiben şöyle buyurdu.

«Şüphesiz ki bu namaz sizden öncekilere arz olundu. Fakat onlar, onu zayi ettiler. İmdi her kim bu namaza devam ederse, o kimseye iki kat ecir vardır, ikindi namazından sonra şâhid doğuncaya kadar hiç bir namaz yokdur.»   (Şâhid de : Yıldızdır.)

 

(...) Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İb-râhîm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize baham, İbni İshâk'dan rivayet etti. De­miş ki: Bana Yezîd b. Ebî Habîb, Hayr b. Nuaym El-Hadramrden, o da Abdullah b. Hübeyrate's-Sebaî'den, —ki mevsuk bir zât idi —o da Ebû Temîm El-Ceyşânî'den, o da Ebû Basrate'i-Gıfârî'den naklen rivayet etti. Ebû Basra :

«Bize, Resûlüllah (Sallaltohü Aleyhi ve Sellem) ikindiyi kıldırdı...» diyerek yukarki hadîsin' mislini rivayet etmiş.

 

293- (831) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki).: Bize Ab­dullah b. Vehb, Mûsâ b. Uleyy [110] 'den, o da babasından naklen rivayet etti. Demiş ki: Ben Ukbetü'bnü Âmir El-Cühenî'yi şöyle derken işittim :

«Uç saat vardır ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlarda namaz kilmakdan veya cenazelerimizi defnetmekden bizi menederdi :

1- Güneş doğmağa  başladığından, yükselinceye kadar;

2- Tam  gök yüzünün ortasında  iken (batıya) meyledinceye kadar;

3- Bir de güneş batmaya yaklaştıkdan batıncaya kadar.»

Bu hadîslerin bir kaçı müstesna Gİmak üzere diğerlerini Buhârî «Mevâkîtü's-Salât» da; tahrîc ettiği gibi diğer Kütüb-i Sitte sa­hipleri dahî muhtelif râvîlerden rivayet etmişlerdir.

Tirmizî'nin beyânına göre Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, İbni Mes'ûd, Ebû Saîd-i Hudrî, Ukbetü'bnü Âmîr, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Se-mûratü'bnü Cündeb, Selemetü'bnü    Ekva', Zeydü'bnü Sabit, Abdullah b. Amr, Muâz b. Afra' ve Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmemiş olmak üzere Sunâbihî'den; Âişe, Kâ'b b. Mürra, Ebû Ümâme, Amru'bnü Anbese, Ya'lâ b. Ümeyye ve Muâviye (Radiyallahû anhûm) hazerâtından da rivayetler vardır. Buhârî şârihi Aynî bunlara Sa'dü'bnü Ebî Vakkâs, Ebû Zerr-i Gıfârî, Ebû Katâde, Ebu'd-Derdâ, ve Hafsa (Radiyallahû anhûm) hazerâtmı da ilâve etmekde; mezkûr hadîsleri kimlerin tahrîc ettiklerini şöyle sıralamaktadır:

1- Hz.  A1î  hadîsini evvelâ    İshâk  b.  Râhuye    «Müs-ned»inde tahrîc etmiş; sonra ondan alarak  Beyhakî   rivayet etmiş-dir. Bu hadîsde :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah ile ikindi namazları müs­tesna olmak üzere her farz namazdan sonra  ikişer rek'ât nafile kılardı.»

denilmişdir.

2 - İbni    Mes'ûd    hadîsini de    İshâk    b.    Râhuye    tah­rîc etmişdir. Bu hadisde :

«Akşam namazını kıldınmı, tâ sabah namazını kılıncaya kadar nafile kılmak makbul ve meşhûddur. (ona melekler şâhid olur.) Sabah namazını kıldıkdan sonra güneş yükselip; iyice beyazlaşmcaya kadar nafile namaz kılmaktan sakın! Çünkü güneş şeytanın İkİ boynuzu arasından doğar. Güneş zevale vardı m r, tâ saranncaya kadar namaz kılmak makbul ve meşhûddur. (Sarardığı vakit namaz kılınmaz) Zîra güneş şeytanın iki boy­nuzu arasında  batar.»   denilmektedir.

3- Ebû Saîd-i Hudri  hadîsini Buhârî ile MüsIim müttefikan rivayet etmişlerdir. Babımızın 288 numaralı hadîsi bu­dur.)

4- Ukbetü'bnü    Âmir   hadîsini    Müslim   tahrîc et­mişdir. (Babımızın 293 numaralı hadîsi budur.)

5-Ebû Hüreyre hadîsini Buhârî ile Müslim tahrîc etmişlerdir.  (Babımızın İlk hadisi budur.)

6- İbni Ömer hadîsini yine Buhârî   ile   Müslim tahrîc etmişlerdir. (Babımızın 289 ile 291 numaralı hadisleri bunlardır.)

7- Semûratü'bnü Cündeb  hadîsini imanı  Ahmed b. HanbeI «Müsned» inde tahrîc etmişdir.   Bu hadîs lâfız itibârı ile İbni    Mes'ûd    hadîsine yakındır.

8- Selemetü'bnü    Ekva'    hadîsini İshâk b. Râ­huye  «Müsned» inde tahrîc   etmişidr. Mezkûr hadîsde :

«Ben, Resûlüllah  (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)  ile birlîkde sefer ederdim.

Ama  onun  ikindiden  ve sabah  namazından  sonra  namaz  kıldığını  gör­medim.»   denilmektedir.

9- Zeydü'bnü   Sabit hadîsini Ebû Ya'1â   tahrîc etmişdir. Bu hadîsde :

«Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selîem), güneşin boynuzu doğduğu ve­ya battığı vakit namaz kılmakdan nehiy buyurdu. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar.» deniliyor.

10- Abdullah   b.   Amr   hadîsini   İbni   Ebî   Şeybe tahrîc etmişdir. Bu hadîsde :

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) : Fecr doğdukdan sonra iki rek'âtdan başka nafile namazı yokdur; buyurdular.» denilmigdir.

11- Muâz  b. Afra'   hadîsini Buhârî   tahrîc etmişdir.

12- Hz. Âişe hadîsini Ebû Ya'lâ El-Mavsılî   tah­rîc etmişdir. Bu hadîsde dahî güneşin, şeytanın boynuzları arasından doğ­duğu bildirilmektedir.

13- Ebû Ümâme hadîsini   Haris   b.  Muhammed b.   Ebî   Üsâme   tahrîc etmişdir. Bunda dahî güneşin, şeytanın boy­nuzları arasından doğduğu bildirilmekde ve her kâfirin o güneşe secde et­tiği beyân olunmaktadır.

14- Amru'bnü   Anbese   hadîsini   Abd   b.   Humeyd tahrîc etmişdir.

Aynî, diğer hadîsleri kimler tarafından tahrîc edildiklerini bildir-memişdir.

İşrâk: Güneşin aydınlık vermesidir. Bu kelime hem sûlâsî mücer-red; hem de sülâsî mezîd olarak kullanılır. Mezîd kullanılırsa, mânâsı: Yükseldi ve ziyâlandırdı; mücerred olarak kullanılırsa hem doğdu; hem ziyâlandırdı mânâlarına gelebilir.

Kelimeyi sülâsîden okuyanlar, hadîsin bütün rivayetlerini «Güneş doğuncaya kadar...» mânâsına hamletmek mecburiyetindedirler. Sülâsî mezîdden yâni if'âl babından okuyanlar için Kaadı İyâz, güneş doğarken namaz kılmakdan meneden hadîslerle, bir de güneşin hâcibi yâ­ni kenarı göründüğü vakit iyice aydınlığı zuhur edinceye kadar namaz kılmakdan nehiy eden hadîslerle İstidlal etmiş ve şöyle demişdir: «Bütün bunlar gösteriyor ki Öteki rivayetlerde güneşin doğmasından murâd: yük­selmesi ve ziyadar etmesidir. Yoksa mücerred kenarının görünmesi, mu­râd değildir.»

Nevevî, Kaadı İyâz'm bu sözlerini sahîh bulmakda ve ri­vayetlerin arasını cem' etmek için böyle demekden başka çâre olmadığını söylemektedir.

Hanef ilere göre mezkûr rivayetlerden murâd: güneşin aydın-. lık vermesi değil; mücerred doğmasıdır. Bu sözün ihtiyata daha muvafık olduğu beyândan müstağnidir.

Şeytanın boynuzlarından muradın ne olduğu ulemâ aarasında ihtilaf­lıdır. Bâzılarına göre şeytanın boynuzlan, ona tâbi olanlardır.

Bir takımları : «Bundan murâd : şeytanın kuvvet ve galebesi, fitne ve fesadının yayılmasıdır.» derler.

Bâzıları da: «İki boynuzdan murâd: Başın iki yanıdır. Cümleden za­hirî mânâsı kastedilmişdir.» derler. Nevevi bu sözü daha kuvvetli bulmaktadır. Ulemâ bunu şöyle îzâh ederler: Güneş doğarken ve batar­ken şeytan başını güneşe yaklaştırır. Ve güneş tepesinden doğar. Sanki iki boynuzu varmış da, onların arasından doğarmış gibi gözükür. Bu su­retle güneşe tapanlar adetâ ona secde etmiş gibi olurlar. Ve şeytanın on­lar üzerindeki tesallutu artar. İşte namaz kılanı şeytanın tesallutundan kurtarmak için bu gibi zamanlarda namaz kılmak, mekruh görülmüşdür. Bu mes'ele bil-münâsebe evvelce görülmüşdür.

 

Bu Rivayetlerden Çıkarılan Hükümler

İmam A'zam'a göre, sabah namazından, güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş batmcaya kadar nafile kılmak mekruh dur.

Hasan-ı Basrî ile Saîd ü'bn ü'l-Mü seyy eb, AIâ' b. Ziyâd ve Humeyd b. Abdirr ahmân'ın mezhepleri de budur.

İbrahim Nehaî dahî buna kaail olmuş ve ulemânın bu za­manlarda namaz kılmayı kerih gördüklerini söylemişdir. Ashâb-ı kiram 'dan bir cemâat, sabah ve ikindi namazlarından sonra nafile kılmayı mekruh görürlermiş.,

İbni Battal ( ?-444) : «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den, sabah namazı ile ikindiden sonra nafile kılmayı men ettiğine dâir rivayet edilen hadîsler tevatür derecesini bulmuşdur.» demişdir.

Hz. Ömer, ikindinin farzından sonra iki rek'ât nafile kılanları sahabenin huzurunda döğer; sahabeden buna ses çıkaranlar olmazmış. Bu gösterir ki, ikindinin farzından sonra nafile kılmak yalnız Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) efendimize mahsûsdur. Bunu mekruh görenle-den bâzıları : Alîyyu'bnü Ebi Tâlib, Abdullah b. Mes'ûd,    Ebû    H-üreyre,   Semüratü'bnü    Cündeb, Zeydü'bnü Sabit, Selemetü'bnü Amr, Kâ'b b. Mürra, Ebû Ümâme, Amru'bnü Anbe-se, Âişe, Abdurrahman Es-Sunâbihî, Abdul­lah b. Ömer ve Abdullah b. Amr (Radiyallahû anhûm) hazerâtıdır.

Hâlidü'bnü Velid (Radiyallahû anh) 'm dahî ikindiden sonra nafile kılanları döğdüğü rivayet olunur. Tabiîn 'den Sâ1im ve Muhammed b. Şîrîn dahî mezkûr vakitlerde nafile kılmayı mekruh sayarlarmış. Rivayete nazaran Hz. Huzeyfe İkindiden son­ra namaz kılan bir adam görerek  kendisini menetmiş. O zât:

«Acaba Allah, beni bundan dolayı azâb eder mi?» deyince Huzeyfe (Radiyaîlahû anh) :

«Allah seni, sünnete muhalefet ettiğin için azâb eder.» cevâbını vermişdir.  "

Gerçi Buhâri ve Müslim 'in tahrîc ettikleri bir hadîsde Hz. Âişe:

«Resûlüllah (Saiîallahü Aleyhi ve Seîîem) sabah namazından önce iki rek'ât, ikindiden sonra da iki rek'ât nafile kılmayı gizli ve aşikâre kıldığı bütün namazlarında terk etmezdi.»  demişdir.

Buna benzer başka rivayetler de vardır. Fakat az yukarda işaret etti­ğimiz gibi ikindiden sonra nâfiîe kılmak yalnız Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûsdur. Zâten kaaide îcâbı bir şey'in mubah oldu­ğunu bildiren delil ile memnu olduğunu gösteren delil karşılaşırlarsa memnûiyet bildiren delilin târih itibârı ile daha sonra vârîd olduğu ka­bul edilir. Filvaki' bu bâbda nafile kılmakdan nehyeden hadisler pek cok-dur.

Hz. Ömer 'in döğmesi dahî, bu. işin yalnız Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize mahsûs olduğunu gösterir. Bu husûsda daha başka sözler de söylenmişdir.

2- MâIikiIer'den İbnü'1-Arabî (468-543) zikri geçen iki vakitde imam Mâ1ik;e göre yalnız farz namaz kılındığını söyle-mişdir.

İmam-ı Şafiî'ye göre farz namaz ile birlikte, bir sebebten dolayı kılman nafileler de caizdir. İkinci bir kavlinegöre: Bu iki vakitde farz ve nafile hiç bir namaz kılınamaz. Üçüncü kavline göre: Mekke'de caiz; başka yerlerde caiz değildir.

(İmam Şâfiî'ye göre, bir sebepden dolayı kılman nafileler: Tahiyye-i mescid, abdest namazı ve tavaf namazı gibi nafilelerdir.)

4- Hadîsin bâzı rivayetlerinde zikri geçen teharrî'den murâd: Kasd'dir. Yâni namazınızı güneş doğarken "ve batarken kılmayı kasdetmeyin; derriekdir. Bu takdirde o vakitlerde uykudan ulanan yahut unut­tuğunu hatırlayan kimse bu nehiyde dâhil değildir. Çünkü namazını kas-den o zamana bırakmamışdır.

Bâzıları: «Güneş doğarken ve balarken ona secde edenlere benzeme­mek için, o zamanlarda namaz kılmak yasak edilmişdir.» derler.

Bii takımları, sabah ve ikindi namazlarından sonra nafile kılmanın hadd-i zâtında mekruh olmadığını yalnız namazını kılmak için tam gü­neşin doğmasını veya batmasını kollamanın mekruh olduğunu söylerler. Zahirî 'lerin mezhebi budur. İbn ü'l - Münzir dahî buna mey-letmişdir. Bunlar, Hz. Âişe'nin:

«Ömer vehme kapılmış! Resûlüllah (Sailallahu Aleyhi ve Seilem) ancak güneşin doğmasını veya batmasını teharrî etmeyi nehiy buyurmuşdur.» sözü ile Istidîâl ederler.   Bir takımları da :

«Her kim güneş doğmazdan evvel sabah namazının bir rek âtına ye­tişirse, ona bir rek'ât daha katıversin!» hadîsi ile müddeâlarmı takviye etmeye çalışmışlardır. Çünkü bunlar: «Güneş doğarken kılınan namaza bir rek'ât eklenmesini emir buyurmak, o namazın mekruh olmadığına de­lâlet eder. Şu hâlde tesadüfen güneş doğarken veya batarken kılman na­maz mekruh değildir. Mekruh olan namaz: Kasden güneşin doğmasını ve­ya batmasını bekliyerek, o anda kılınan namazdır.» derler. Fakat bu de­liller, ashâb-ı kiram 'dan bir cemâatin rivayet ettikleri hadîslere mukaavemet edecek mahiyette değildir. O hadîslerde arz ettiğimiz vecihle bu iki vakitde nafile kılmak mutlak sûretde yasak edilmişdir.

 

52- Amru'bnü Abese'nin Müslüman Oluşu Babı.

 

294- (832) Bize Ahmed b. Ca'fer El-Ma'kırî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadru'bnü Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şeddâd b. Abdillâh Ebû Ammâr ile Yahya b. Ebî Kesir, Ebû Ümâme'den naklen rivayet ettiler. (İkrime : Şed­dâd, Ebû Ümâme ve Vasile ile görüşmüş. Enes'Ie de Şam'a kadar sohbet etmiş; Enes kendisini hayır ve faziletle senada bulunmuşdur; demiş.) Şed­dâd, Ebû Ümâme'den rivayet etmiş. Ebû Ümâme demiş ki: Anıru'bnü Abesete's-Sülemî şunları söyledi:

«Ben câhiliyyet devrinde iken bütün insanların dalâletde bulunduğu­nu ve hiç bir doğru yolda olmadıklarını biliyordum. (Çünkü) insanlar putlara taparlaradi. Derken işittim ki Mekke'de bir zât (çıkmış) bir takım haberler veriyormuş. Hemen devemin üzerine atlıyarak ona geldim. Bir de baktım Resûlüllah (Saîlalîahü A leyhi ve Seliem) gizlenmiş, kavmi onun aleyhinde cür'etkâr bir vazîyetde... Bunun üzerine kalbim yumuşadı ve Mekke'de onun yanma girerek, kendisine :

  Sen nesin? dedim.

«Ben, Peygamber'im.» cevâbını verdi.

— Peygamber ne demekdir? dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

«Beni Allah gönderdi?  buyurdular.

  Seni ne ile gönderdi? dedim;

«Allah beni akrabaya yardım edilmesi, putların kırılması, Allah'ın bir tanınması, ona hiç bir şey'in şerîk konulmaması (vazifesi) İle gönderdi» dedi. Ben, kendisine:

— O hâlde bu husûsda sana yardım etmek üzere yanında kimler var? dedim;

«Bİr hür ile bir köle!» cevâbını verdi. (O gün yanında kendisine îmân edenlerden yalnız Ebû Bekir ile Bilâl vardı.) Ben :

  Sâna ben de tâbi oluyorum; dedim.

  «Sen şu gününde bunu yapamazsın.Benim hâlimi ve ortalığın hâ-linİ görmüyormusun? Lâkin şimdi sen ailen nezdine dön! Ne vakit benim meydana çıktığımı duyarsan; hemen yanıma gel!» buyurdular. Ben de ailemin yanına gittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Medine'ye geldi. Ben hâlâ ailemin yanında bulunuyordum. Ama o, Medine'ye geleli kendisini soruşturmağa ve haberlerini almaya başladım. Nihayet yanıma Yesriplilerden yânî Medînelilerden bir kaç kişi geldi. (Onlara) :

  Medine'ye gelen o zât ne yaptı? dedim.

  Halk sür'atle onun tarafına koşuyor; kavmi onu öldürmek istemiş; ama buna muvaffak olamamışlar; dediler. Bunun üzerine hemen Medîne’ye gelerek onun yanına girdim. Ve :

— Yâ Resûlâllah! Beni tamyormusun? dedim.

«Evet! Mekke'de benimle görüşen sen değilmisrn?  buyurdular.

  Evet, ben'im; dedim. Ve şunu ilâve ettim:

  Yâ Nebiyyallah! Bana Allah'ın sana öğrettikleri ve benim bilme­diğim şeylerden haber ver! Bana, namazı haber ver!.. Resûlüllah (Sallallahu A leyhi ve Sellem):

«Sabah namazını kıl! Sonra güneş doğup; yükselinceye kadar namazı kes! Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar. Küffâr da ona, o zaman secde ederler. Sonra namaz kıl! Çünkü namaz isbâtfı, şâhidli-dir... Onu mızrağın gölge:i dim dik duruncaya kadar kılmağa devam et! Sonra namazı kes! Çünkü o zaman cehennem kızdırılır. Gölge döndüğü zaman yine namaz kıl! Çünkü namaz, ısbatlt şâhidlidİr. Onu tâ ikindiye kadar kılmağa devam et! (ikindiyi kıldıkdan sonra namazı kes! Tâ güneş kavuşuncaya kadar (namaz kılma.) Çünkü güneş şeytanın İki boynuzu ara­sında batar.   O zaman kâfirler güneşe secde ederler.»  buyurdu. Ben :

  Yâ Nebiyyallah! Gelelim abdeste; bana oradan da söz et!  dedim. Resûl-i Ekrem   (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

«Sizden hiç bir kimse yokdur ki, abdest suyunu hazırlayarak mazmaza ve İstinşâk yapsın burnunu atsın da, yüzünün, ağzının ve burnunun günah­ları dökülmesin! Sonra Allah'ın emrettiği gibi yüzünü yıkasın da, yüzünün günahları su ile birlikde sakalının etrafından dökülmesin! Sonra ellerini, dirsekleri ile beraber yıkasın da, su ile birlikde, ellerinin günahları par­mak uçlarından dökülmesin! Sonra başına mesnetsin de, başının günah­ları su ile birlikde saçlarının kenarlarından dökülmesin! Sonra ayaklarını topukları ile beraber yıkasın da, ayaklarının günahları su ile birlikde par­mak uçlarından dökülmesin! Eğer bu adam kalkar da, namaz kılar; Allah'a hamd-ü senâ'da bulunur; onu lâyık olduğu şekilde temcîd eyler ve kalbini sırf Allah için (başka şeylerden) fariğ eylerse, günahlarından annesinin doğurduğu günkü hey'etinde arınmış olur;  buyurdular.

Amru'bnii Abese bu hadîsi Resûlüllah (Sallallahu Aİeyhİ ve Sellem) 'in sahâbîsi Ebû Ümâme'ye anlatmış: Ebû Ümâme :

  Yâ Amra'bnü Abese! Bu zâta verilen bir makaam hakkında sÖyle-"diklerini iyi düşün! demiş. Amr şu mukaabelede bulunmuş :

— Yâ Ebâ Ümâme! Vallahi artık yaşım İlerledi. Kemiklerim zayıfladı; ecelim yaklaştı! Ne Allah'a karşı yalan söylemeğe bir ihtiyâcım var; ne de Resûlüllah'a!..  Ben,  bunu  Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellemyâert   yal­nız bir veya iki yahut üç (yedi defaya kadar saymış.) defa işitmiş olsay­dım, onu ebediyyen rivayet etmezdim. Lâkin  ben onu, bundan daha  çok fazla  defalar Resûlüllah (Sallallahu A leyhi ve Sellem) 'den işittim.»

Cüreâ :   Cerî'in cem'idir. Cerî': Atılgan ve musallat olan kimsedir.

Hadîsin esâs nüshalarında kelime bu şekilde rivayet edilmişse de, Humeydl 'nin rivayetinde «Hira1» diye zaptedilmişdir. Mânâsı: Kızgın, dargın, gam ve gussalı; demekdir. Fakat sahîh olan rivayet kitabımızdaki-dir.

Hz. Amr'm, Eesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e diye sorması* sıfatını anlamak içindir. Sıfatlar eşya kablîindendir. Eğer zâtını anlamak isteseydi demesi îcâb ederdi. Çünkü akıl sahip­leri için kullanılan suâl-edâtı «Men»dir.

Yine Hz. Amr'ın; «Ben, sana tâbi olacağım...» demesi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, ona :

«Sen bu gün için bunu yapamazsın... ilâh...» mukaabele sinde bu­lunması: «Gerçi müslümanlığını îlân ederek bana tâbi olmak ve benimle beraber burada kalmak istiyorsun ama bu gün için buna imkân yokdur. Çünkü müslümanların kuvveti pek zayıfdır. Kureyş kâfirlerinin sana da eziyet etmelerinden korkarım. Sen ecrini kazandın; Müslüman olarak kal, kavminin yanına dön, orada da müslümanlığına devam et! Ne zaman be­nim muzaffer olduğumu duyarsan, benim yanıma gelirsin.» mânâsına ge­lir.

Sirâ': Sür'at ediyorlar, manasınadır. Bu sür'at: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in getirdiği hak dîne giren hususunda idi.

Hz. Amr'in Medine'ye gelişi, Bedir, Uhud, Hendek, hattâ Hayber vak'alanndan sonra, Mekke 'nin fethinden önce imiş.

«Isbatlı şâhidli...» diye terceme ettiğimiz meşhûde ve mahdûra keli­melerinin mânâları: Melekler tarafından şâhid ve hâzır olunmuş yânî me­leklerin, görerek şâhid oldukları bir şeydir; demekdir.

«Onu mızrağın gölgesi dimdik d ur un caya kadar kılmağa devam et!...» cümlesinden murâd: Şark'a veya garb'a meyletmeksizin sol tarafının mu-kaabilinde duruncaya kadar demekdir ki, buna istiva' hâli derler. Gölge hususunda mızrağın zikredilmesi, araplar bâdiyenişîn oldukları içindir. Onların âdeti günün yarı olup olmadığını anlamak için mızraklarını yere dikerek gölgelerine bakmakdı.

Lisân ulemâsı «cehennem» kelimesinin arapça bîr isim olup olmadı­ğında ihtilâf etmişlerdir.

Bâzılarına göre bu kelime arapçadır. Ve çirkin mânâsına gelen cühûmetden almmışdır. Bu takdirde alemiyet ve te'nîsden dolayı gayr-i munsarifdir. Ekseri ulemâya göre ise:  «Cehennem»  arapçalaştınlmış ecnebî bir isimdir. Gayr-i münsarif olması kendisinde alemiyyet ve ucme bu-lunduğundandır.

Hayâşîm: Hayşûm'un cem'idir. Hayşûm: Burunun yukarıdan nihayet bulduğu yer yâni genizdir.

Bâzıları hayâşîm'in, burunla dimağ arasında bulunan bir takım ince kemikler olduğunu söylerler.

 

Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bu hadîs, akrabaya yardıma teşvik etmektedir. Allah'ı tevhîd yânî birlemekle bir arada zikredildiğine göre son derece mühim bir vazîfe demekdir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  Hz. Amr'a icrası lâzım gelen şeylerin en mühimlerini söylemişdir.

2- Hadîs-i şerif, Ebû Bekir ile Bilâl  (Radiyallahû anhûma) 'nın faziletlerine delildir.

«İlk müslüman olan zevat: Hz. Ebû Bekir ile Bilâl 'dir.» diyenler bu hadîsle istidlal ederler.

3- Bu hadîs, bir mucizedir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   bunda islâmiyetin bir gün muvaffak    olup meydana çıkacağını haber vermiş. Netice haber verdiği gibi çıkmışdır.

4- Güneş doğarken ve batarken namaz kılmak mekruh olduğu gibi, zevalde iken namaz kılmak da mekruhdur.    Cumhûr-u  ulemâ'-mn mezhebleri budur.

5- Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :

«Sonra ayaklarını topukları ile beraber yıkarsa. » ifadesi «Abdest alırken ayakları yıkamak farzdır.» diyen cumhûr-u ulemâya delildir. Şiilere göre: ayakları yıkamak değil; meshetrnek farzdır. İbni Cerir abdest alan kimsenin ayaklarını yıkamakla, meshetmek arasında muhayyer olduğuna kaaildir. Zahirilerden bâzıları ise :

«Ayakları hem yıkamak hem meshetmek farzdır..»   derler. Bu ihtilâ­fı evvelce de görmüşdük.

6- Abdest âzasından su ile beraber yere döküldüğü bildirilen gü­nahlardan murâd: Büyüklerinden sakınmak şartı ile küçük günahlardır. Netekim «Kîtâbü't-Tahâre» de görmüşdük.

 

53- Namazınız İçin Güneşin Doğmasını ve Batmasını Aramayın!  (Hadisi) Babı

 

295- (833) Bize Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Tâvûs, babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :

«Ömer velim etmiş; ResûlüElah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) namaz için ancak güneşin doğması ve batması zamanlarının kollanmasını yasak et-mişdir.»

 

296- (...) Bize Hasenü'l-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, İbnİ Tâvûs'dan, o da ba­basından, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, şöyle demiş: ResûlüHah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden sonra (kılmakna olduğu) iki rek'ât nafileyi hiç bırakmamışdır.

Râvî diyor ki: Âişe : ResûlüHah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Güneşin doğmasını ve batmasını kollayıp da, namazı o zaman kıl­mayın!»   buyurdular; dedi.

«Ömer vehmetmiş...» sözü ile Hz. Âişe, Ömerübnü'l-Hattâb (Radiyallahû anh) 'ı kasdetmişdir. Çünkü Hz. Ömer mut­lak sûretde ikindiden sonra namaz kılmanın memnu olduğunu rivayet et-mişdi. Hz. Âişe bunu vehm olarak vasıflandırmış; yasak edilen şeyin yalnız teharrî olduğunu bildirmişdir.

Kaadı îyâz diyor ki : «Âişe 'nin bu sözü söylemesi, bizzat kendisi Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ikindi namazından son­ra iki rek'ât nafile kılardığım rivayet ettiği içindir. Hâlbuki Ömer'm rivayet ettiği hadisi Ebû Saîd ile.Ebû Hüreyre de riva­yet etmişlerdir. Hattâ Müs1im'in bir rivayetinde, İbri Abbas bu hadîsi bir çok zevatın haber verdiklerini söylemişdır.»

Nevevî (631-676), iki rivayetin aralarını cemi' için teharrî riva­yetinin farz namazı kasden o vakte geciktirmeye; mutlak nehyin ise se­bepsiz nafilelere hamled ildiğin i söylemişdir.

 

54- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i İkindiden Sonra Kılmakda Olduğu İki Rek'at Namazı Tanıma Babı

 

297- (834) Bana Harmeletü'bnü Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b, Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr —ki İb-nü'1-Hâris'dir— Bükeyr'den, o da tbni Abbâs'in âzâdhsı Küreyb'den nak­len haber verdi ki, Abdullah îbnî Abbâs ile Abdurrahmân b. Ezher ye Misver b. Mahrame kendisini Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve SeUem) 'in zevcesi Âişe'ye göndererek şöyle demişler :

— Âişe'ye bizim hepimizden selâm söyle; ve ikindiden sonraki iki rek'âtı ona sor; de ki:

— Biz senin bu iki rek'âtı kılardığını haber aldık. Hâlbuki Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bunu nehiy buyurduğunu duymuşduk.

İbni Abbâs: «Ben, Ömerü'bnü'l-Hattâb ile birlikte bu namazdan do­layı insanları döverdim.» demiş.

Küreyb demiş ki: «Bunun üzerine ben Âişe'nin yanma girerek, be­nimle gönderdikleri haberi kendisine tebliğ ettim. Âişe :

— Ümmü Seleme'ye sor! dedi. Ben hemen beni gönderen zevatın yan­larına  çıkarak Âişe'nin  söylediklerini onlara haber  verdim.  Onlar, beni Ümmü Seleme'ye de,    Âişe'ye gönderdikleri    suâli sormaya gönderdiler. Ümmü Seleme :

  Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i o iki rek'âtı    kılnıakdan nehyederken işittim ama    sonra kendisim bunları kılarken gördüm. Onları kıldığında vakit, ikindi idi. Sonra benim yanıma girdi, yanımda Ensârdan Benî Haram kabilesinden bâzı kadınlar vardı, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki rek'âtı o zaman kıldı. Ben, kendisine kızı göndererek:

  Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin yanıbaşma dur da, ona de ki: Ümmü Seleme, Yâ Resûlallah ben, senin bu iki rek'âtı kılmakdan ne­hiy buyururduğunu işidiyorum. Hâlbuki şimdi onları kendinin kıldığını görüyorum; diyor.

Şayet eliyle işaret ederse geri çekil! Kız dediğimi yaptı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eliyle işaret etti. O da geri çekildi. Namazdan çıkınca (bana hitaben) :

«Ey Ebû Umeyye'nin kızı! İkindiden sonra kıldığım iki rek'âtı sormuş­sun, [sebebi şudur ki) bana Abdüikays kabilesinden bir takım kimseler ka­vimlerinden ayrılarak müslüman olmak İçin geldiler de, öğle namazından sonra kılmakda olduğum iki rek'ât nafileden beni alıkoydular, işte bu iki rek'ât, o rek'âtiardır.» buyurdular.

Bu hadîsi Buhâri «Secde-i Sehiv» ve «Megâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd dahî «Kitâbu's-SalâU da muhtelif râvîlerden tahrîc et­mişlerdir.

Hz. Âişe 'nin ikindiden sonra iki rek'ât nafile kılardığını İbni Abbâs ile arkaadşlarına haber veren : Abdullah ibni Zübeyr  (Radiyallaİıü anh) imiş.

Bu hadîsin İbni Ebî Şeybe rivayeti şöyledir: «Abdullah b. Haris dedi ki: Ben, İbnİ Abbâs'la birlikde Muâviye'nin yanma girdim. Muâviye, İbni Abbâs'i koltuğa oturttu. Sonra :

  Halkın ikindi namazından sonra kıldıkları iki rek'ât nafile ne olu­yor? dedi.   İbni Abbâs:

  Bu, İbni Zübeyr'in halka verdiği bir fetvadan ibâretdir.. cevâbını verdi.Bunun üzerine Muâvîye, İbni Zübeyr'e adam göndererek mes'eleyi sordurdu. İbni Zübeyr:

  Bunu bana, Âişe haber verdi., demiş. Muâviye, Âişe'ye de haber gönderdi, Aişe:

  Bana Ümmü Seleme haber verdi., demiş. Bu sefer Muâviye, Üm-mü Seleme'ye adam gönderdi. Gönderdiği zât ile ben de gittim., ilâh...»

Hz. Muâviye 'nin Ümmü Seleme (Radiyaliahû anha) 'ya gönderdiği zâtın ismi Kesîru'bnü's-Sa1t'dır. Netekim Tahâvî'nin rivayetinde tasrîh edümişdir. Onun rivayetinde hadîsin bundan sonraki kısmı şöyle devam ediyor:

Ümmü Seleme'ye sorduk. Bize şu cevâbı verdi:

  Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden sonra be­nim yanıma girerek iki rek'ât namaz kıldı. Ben :

  Yâ ResûlâHah! Sen, bu iki rek'âtı eskiden kılmazdın? dedim. Re­sulü! lalı  (Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) :

  «Yanıma Benî Temîm hey'eti geldi. Yahut bana sadaka geldi) de, öğle namazından sonra kılmakda olduğum iki rek'ât nafileden beni ah-jtoydu.  Bu namaz işte o iki rek'âtdir.» buyurdular .

Tahâvî 'nin başka bir rivayetinde ; «Muâviye, Âişe'ye adam göndererek ikindi namazından sonra kıldığı iki rek'ât nafileyi sordurdu. Âişe:

  Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):'in bu  iki  rek'âtı kıldığını ben bilmiyorum. Lâkin bana Ümmü Seleme söyledi. Kesûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) bu iki rek'âtı onun yamrfda kılmış; diye cevap vermiş. Bunun üzerine Muâviye,   Ümmü Seleme'ye   haber gönderdi. Ümmü Se­leme şöyle demiş:

  Bu iki rek'âtı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim yanım-dim. Kendisine :

(Yâ Resûlâllah! İkindiden sonra kıldığını gördüğüm bu iki rek'ât na-dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Bu iki rek'ât, öğle namazından sonra kılmakda olduğum nafile na­mazdır. Bana genç genç sadaka develeri geldi de, bu iki rek'âtı unuttum. İkindiyi kılınca onu hatırladım. Cemâatin gözleri önünde mescidde kılma­yı da doğru bulmadım. O iki rek'âtı senin yanında kılıverdim.» buyur­dular: denilmektedir.

Benî Haram : Ensârdan bir kaible oldukları hâlde onlar hakkında «Ensârdan Benî Haram» denlmesi, arap kabileleri içinde Beni Haram is­mini taşıyan başkaları bulunmak ihtimâline mebnîdir.

Hadîsdeki «cariyeden maksad: Hizmetçi kızdır. İsmi malûm değil­dir.

Bâzıları bu kızın, Hz. Ümmü Seleme 'nin kendi kızı Zeyneb olması ihtimâlinden bahsetmişlerdir. Buhar î'nin «Meğaz deki rivayetinde: «Câriye» yerine «Hadim» zikredilmişdir.

 

Hadisi Şerifden Çıkarılan Hükümler :

 

1- Namaz kılan kimse, başkasının sözünü dinleyip anlayabilir. Bı onun namazına zarar vermez.

2- Namaz kılanın eliyle işaret gibi hafif fiilleri namazı bozmaz.

3- Âlim bir zâtdan mühim bir mes'elenin tahkiki istenir de, o mes ele hakkında kendinden daha âlim biri bulunduğunu bilirse,   ona habe göndererek sorması müstehab olur.

4- Fazilet sahiplerinin meziy yeti erini i'tîrâf etmek gerekir.

5- Bir mes'ele hakkında gönderilen aracının, kendisine izin veri! meyen bir şey hakkında tesarrufda bulunmaması edep ve terbiye iktizü sidir. Bundan dolayıdır ki Hz. Küreyb, Aişe (Radiyalîahû anhc 'nin emriyle hemen Hz.   Ümmü   Seleme'ye gitmemiş; evvelâ ken dişini gönderenlerin yanma dönerek  Âişe {Radiyalîahû anha) 'nin söy lediklerini onlara haber vermişdir.

6- Bir  mes'elenin  hakikatim  yakînen  Öğrenmeye   imkân  varker haberi vâhidle ve bir kadının haberi ile iktifa etmek caizdir.

7- Künyesi ile meşhur olan bir insanın, kendisini künyesi ile an ması caizdir. Çünkü Ümmü Seleme (Radiyalîahû anha)   kendin künyesi ile anmışdır. İsmi Hind'dir. Fakat ismi ile değil; künyesi İL mârufdur.

8- Bir kimse metbû'unun  (yâni âmirinin)  her zamanki âdetini muhalif bir hareketini görürse, lütf-u  nezâketle o hareketinin sebebin sormalıdır. Zîra unutarak yapmışsa ondan dönmesine sebeb olur; Kasdei yapmışsa sebebini îzâh eder; bu suretle soran da işin   hakikatini anlamı; olur.

9 - Hadîs-i şerif, öğle'nin son sünnetini isbât eden delillerdendir.

10- Mesâlih ve mühimmat karşılaşırsa, ise en mühim olanlarmdar başlanır.  Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) kendisine    müra­caat eden kavme islâmiyeti telkinle meşgul olmuş; öğle'nin sünnetini ter-ketmîşdir.

11- Namaz kılan kimseye bir şey sorulacağı vakit onun önüne ve­ya arkasına değil; yanı başına durmak âdâbdandsr. Zîra önüne veya arka­sına durmak teşvişe sebeb olur.

12- Hadîs-i şerif, Hz.   Ümmü    Seleme 'nin fıtnat ve zekâsı­na, terbiye ve nezâketine delildir.

13- Misafire ikram etmelidir.   Ümmü    Seleme (Radiyallahû anha) bu cümleden olmak üzere yanındaki kadınlardan birine emretme-miş;  Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'e hizmetçiyi  göndermışdir.

14- Bir kadının kocası evde olsa bile, onun başka kadınlar ziyaret edebilirler.

15- Nafile namazı evde kılmak caizdir.

16- Zaruret yokken namaz kılan kimsenin yanma sokulmak mek-rûhdur,

17- Vesveseye mahal bırakmamak için müşkil bir mes'elenin acele halline çalışmak caizdir.

18- Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Selîem) 'e  unutmak  caizdir.

19- Hükümdarın ihtiyatlı   davranarak    raiyyesini şer'an bid'at ve memnu' olan şeylerden menetmesi ve icâbında ta'zîrde bulunması gerekir.

20- Şâfiî1er bu hadîsle istidlal ederek: «Sebepli nafileleri memnu vakitlerde kılmak mekruh değildir. Böyle zamanlarda mekruh olan, se­bepsiz nafileleri kılmakdır.» derler.

 

298- (835) Bize Yahya b. Eyyûb ile Ktıteybe ve Alîyyu'bnü Hucr rivayet ettiler. îbni Eyyûb dedi ki: Bize İsmail —ki îfoni Ca'fer'dir— ri­vayet etti. (Dedi ki) : Bana Muhammed [111] —ki İbni Ebî Harmele'dir— haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Seleme haber verdi ki, kendisi Âişe'ye Resûlüllah (Scdlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ikindiden sonra kilmakda olduğu iki rek'ât nafileyi sormuş. Âişe  :

«Bunları Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden önce kılardı. Sonra (bir defa) bu iki rek'âtı kılmakdan afıkonulcfu. Yahut onları unuttu da, ikindiden sonra kıldı. Sonra her iki şekli de kılar oldu. Zâten bir namazı kıldımı, bir daha onun üzerinde sebat etmek âdeti idi.» cevâbını vermiş.

Yahya b. Eyyûb, İsmail'in: «Âişe, Resûlüllah      (Sallallahü Aleyhi ve Selletn)   o iki rek'âta devam etti, demek istiyor.» dediğini söyledi.

 

299- (...) Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr rivayet etti. H.

Bize İbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. Bunlar hep birden: Hişâm b. Urve'den, o da tabasından, o da Âişe'den naklen rivayet etmişlerdir. Âişe:

«Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selîem) ikindiden sonra benim yanım­da iki rek'ât nafile kılmayı hiç bırakmadı.»   demiş.

 

300- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Aliyyu'bnü Müshir rivayet etti. H.

Bize Aliyyu'bnü Hucr dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bi­ze Alîyyü'bnü Müshir haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk Eş-Şeybânî, Abdurrahmân b. Esved'den, o da tabasından, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:

«İki namaz vardır ki, onları Resûlülloh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) benim evimde gizli ve aşikâr hiç bırakma (dan kıl) mısdır. Sabah nama­zından önceki iki rek'ât ile ikindiden sonraki İkİ rek'âh.»

 

301- (...) Bize İbnü'I-Müsennâ ile İhni Beşşâr rivayet ettiler. îb-nü'1-Müsennâ dedi ki: Bİze Muhammed b. Ca't'er rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o da Esved ile Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Demişler ki: Âişe'nin' şunları söylediğine şehâdet ederiz :

«ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi veSellem)*\n, benim yanımda bulunduğu hiç bir gün olmamıştır ki, bu İki rek'âtı kılmamış olsun.» Âişe (bu sözü ile) ikindiden sonraki iki rek'âtı kasdettnişcİir,

Hz. Âişe hadîsini Buhârî «Kitâhu Mevâkîti's-Salât» da muhtelif yollardan tahrîc ettiği gibi; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahî «Kitâbü's-Saiât» da rivayet etmişlerdir.

Kirmanı bu hadîsi rivayet ettikden sonra şunları söylemektedir: «Bu hadîslerle, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in ikindiden sonra nafile kılmakdan nehyettiğine dâir yukarıda geçen hadîslerin araları na­sıl bulunur dersen; ben de derim ki :

Bu suâle şöyle cevap verilmişdir :

1- ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in nehyi, sebebi olmayan .nafilelere âiddir. Kendisinin kıldığı nafile ise öğle'nin kazaya kalmış sün­netinden dolayıdır.

2- Nehy bu işi kasden yapanlar hakkındadır. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fi'li ise kasden yapılmış değildir.

3- İkindiden sonra nafile kılmak   Eesûl-i Ekrem   (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) hazretlerinin hasâisindendir.

4- Buradaki nehy, keraheti bildirmek içindir. Yâni bununla   Pey­gamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)  ikindiden     sonra nafile kılmanın ha­ram zannedilme vehmini gidermek istemişdir.

5- Buradaki nehyin illeti, güneşe tapanlara benzeyişdir. ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ise onlara benzemekden münezzehdir.

6- Resûl-i Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) o günün sünnetini ka­zaya bırakmakla bir nevî' kusur işlemiş olduğu için bu kusura gidermek maksadı ile bütün ömrü müddetince ikindiden sonra iki rek'ât nafile kıl­maya devam etmişdir. Fakat bunların hepsi bâtıldır. Şöyle ki :

1- ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellemyin kılamadığı öğle sünneti bir güne yânı   Abdülkays   hey'eti ile meşgul olduğu güne mahsûs-du. İkindiden sonra nafile kılması ise ömrü boyunca devam edip gitmiş-dir.

2- Bu namazı Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) devam üzere kılıyor her gün eda etmek arzusunda bulunuyordu. Teharrfnin mânâsı da bundan ibâretdir.

3- Asıl olan bir şey'in Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)^ ihti­sası değil; o şey'in ümmetine de vâcib olmasıdır. Çünkü Teâîâ Hazretleri: «Ona tabî olun!.»   buyurmuşdur.

4- Bir şey'in câîz olduğunu beyân, onu bir defa yapmakla hâsıl olur. Haramdır zannedilmesini def için o fiili devam üzere yapmaya hacet yok-dur.

5- İkindiden sonra nafile namaz kılmanın mekruh olmasında illet, güneşe tapanlara benzeyiş değildir. Benzeyiş yalnız güneş kavuşurken na­maz kılmanın keraheti için illetdir.

6- Biz Fahr-i Kâinat (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kaza­ya bıraktığı sünneti için, ona taksir isnadım kabul edemeyiz. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Settem) o anda daha mühim bir vazife ile meş­gul bulunuyordu ki, o da gelen hey'eti hak dîne irşâd vazifesi idi. Yahut öğle'nin sünnetini unutarak kılmamışdı. Her ne suretle olursa olsun yapı­lan kusur o namazı bir defa kaza etmekle giderilmiş olur. Netekim bütün ibâdetlerin kazası babında hüküm budur. Burada verilecek sahîh cevap şudur: ResûlüIIah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ikindiden sonra nafile kıl-makdan nehy buyurması: kavil yânı sözdür. Namaz kılması ise fiildir. Ka­vil île fiil biribirlerine muâraza ederlerse, kavil tercih edilerek; onunla amel olunur.»    Kirman î'nin sözü burada sona erer.

Yalnız Aynî, Kirmanı 'nin «Bunların hepsi bâtıldır.» iddia­sını temâmiyle kabul etmemiş; ulemânın verdikleri cevapların içinde ye­rinde olanları ve olmıyanları ve keza Kirmanı 'nin iddiasında haklı ol­duğu ve olmadığı yerler bulunduğunu söylemişdir. Ulemânın verdiği ce­vaplar içinde yersiz olanı: «ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ikindi­den sonra nafile kılmakdan nehiy buyurması sebebsiz nafileler hakkında­dır.» iddiasıdır. Bu iddia doğru değildir. Çünkü nehy umûmîdir. Onu sebebi bulunmayan namaza tahsis etmek, muhassıs bulunmadığı hâlde tahsis yâ-nî tercih bilâ müreccihdîr .Bu ise bâtıldır.

Kirmanı 'nin yersiz olan dâvası: «Bir ibâdette asıl olan, Pey­gamber (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs bulunmamakdır» sözüdür. Bu söz de doğru değildir. Çünkü bir şey'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs olduğunu gösteren delil bulunursa, o ihtisas inkâr edile­mez. Burada da bir çok hadîsler veashâb-ı kiram'm fiilleri, ikindi­den sonra nafile kılmanın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs fiillerden olduğuna delâlet etmektedir. Kirman î 'nin: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden sonra iki rek'ât nafile kılmağa ömrü boyunca devanı etmişdir.» sözü kendi dâvasını çürütmektedir. Çünkü o, bu işin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs olmadığını iddia edi­yordu. Eğer hakîkaten dediği gibi olsaydı öğle'nin sünnetini ki İm ayanlara v onu kaza etmeleri emrolumırdu. Hâlbuki Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) bunu emretmemişdir. Netekim Ümmü Seleme hadîsinin bir rivayetinde Hz. Ümmü Seleme 'nin: «Yâ Resûîallah! Bu iki rek'âtı biz de kılamazsak kaza edecekmiyiz?» dediği; ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in buna :

«Hayır!»   cevâbını verdiği, bildirilmişdir. Bu da gösterir ki mezkûr iki rek'ât namazın ümmet hakkındaki hükmü Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) hakkındaki hükmü gibi değildir. Bu namaz Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûsdur.

Şu da var ki: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden sonra iki rek'ât nafile kılmaya devam ediyordu. Hâlbuki bu namazın ona mahsûs olmadığını iddia edenler meşhur kavillerine göre devam üzere kılınma­sına kaail değildirler. Ama bu bâbda kendilerine îtirâz edilirse yine: «De­vam, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûsdu.» derler. Yânî: «Esâs itibârı ile bir ibâdet Peygamter (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs değildir» derler; sonra: «o ibâdetin devamı Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûsdur.» iddiasında bulunurlar. Aynî bö'ylelerin hâli­ni: «Uçî* denildiği zaman, koştuğunu söyliyen; «Koş!» denildiği zaman, uçtuğunu iddia eden deve kuşuna benzetmişdir.

Yine Aynî, Kirmanı 'nin: «îllet, güneşe tapanlara benzeyiş değildir.» sözünü doğru bulmamaktadır. Zîra Müs1im 'in rivayet et­tiği Ebû Ümâme hadîsinde : «Yâ Resûlallah bana namazdan haber ver: ilâh...» denildikden sonra :

«Çünkü güneş şeytanın iki boynuzu arasında batar.» buyurulmuş; ayni hadîsde: «İşte o zaman kâfirler güneşe secde eder.» denilmişdir.

Hulâsa Sâri' Hazretleri, şeytanın güneş doğarken ve batarken tam onun hizasına durduğunu; küffârm da güneşe o zaman secde ettiklerini haber vermiş; müslümanlar da güneşe tapar gibi görünmemek için o va­kitlerde namaz kılmayı kendilerine yasak etmişdir. Şu hâlde nehyin illeti, küffâra benzeyişdir.

Kirmanı 'nin «kaville fiil muâraza ederlerse, kavil tercih edilir...» sözü de alehtlaak doğru değildir. Kavil ile fiil'den biri ibâha, diğeri mem-nûiyyet bildirirse; memnûiyyet bildiren tercih edilir. Bunun kavi veya fiil olmasının bir ehemmiyeti yokdur.

 

55- Akşam Namazından Önce İki Rek'at Nafile Kılmanın Müstehab Oluşu Babı

 

302- (836) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep birden îbni Fudayl'den rivayet ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Muhammed b. Fudayl, Muhtar b. Fülfül'den rivayet etti. Demiş ki: Enes b. Mâlik'e ikin­diden sonra nafile namaz kılmanın hükmünü sordum. Enes :

«Ömer İkindiden sonra namaz kılanların ellerine vururdu. Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde güneş kavuştukdan sonra akşam na­mazından evvel iki rek'ât nafile kılardık.» cevâbını verdi. Kendisine

  Bu iki rek'âtı Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) de kılarmiydı? diye sordum; Enes:

  Bizi kılarken görür fakat bunları bize emir veya nehiy etmezdi.. dedi.

 

303- (837) Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâris, Abdülâzîz (yâni İbni Suheyb)'den, o da Enes b. Mâlİk'den nak­len rivayet etti. Enes şöyle demiş :

«Medine'de bulunuyorduk. Müezzin akşam namazı için ezan okudu­nuz ashâb direklerin yanına koşar; (orada) ikişer rek'ât namaz kılardı. Hattâ (bazen) yabancı bir kimse mescide girer de -nafile kılanların çoklu­ğundan- farz kılınmış zannederdi.»

Enes hadîsini Buhârî «Kitâbu'1-Ezân» ile «Kitâbü's-Salât» da; Ebû Dâvûd ve Nesâî dahî «Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsin   Buhar î 'deki lâfzı şöyledir:   Enes   dedi ki :

— Müezzin ezanı okudumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bâzı kimseler mescidin direklerine koşarlar; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza çıktığı vakit onları böyle akşam na­mazından önce iki rek'ât nafile kılarken bulurdu. Ezân'la ikaamet arasın­da bir şey yoktu.»

Nezâî'nin rivayetinde, akşam namazından önce nafile kılmak için mescidin direklerine koşan zevatın ashabın büyükleri olduğu bildirilmek­tedir. Direklere koşmanın hikmeti: Namaz kılarken önlerinden kimse geç­mesin diye onları kendilerine siper edinmek içindir.

Babımız hadîslerinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ashâb-ı kiram'm güneş kavuştukdan sonra akşam namazının farzından önce mutlaka ikişer rek'ât nafile kılardıkları bildiriliyor. Buhârî'nin rivayetinde buna, ezanla ikaamet arpsında onları biribirinden ayıracak hiç bir şey yapılmazdığı ilâve ediliyor. Hâlbuki bundan sonra göreceğimiz hadîsde her iki ezan arasında bir namaz olduğu bildiriliyor.

Hadîsler zahiren biribirine muarız göründükleri için rivayetlerin ara­sı cem' edilmiş; bu husûsda bâzıları: «Mutlak sûretde ezanla ikaamet ara­sında namaz veya benzeri bir fiil yapılmadığını bildiren rivayet mecazen mubâlegaya hamledilir. Namaz kılındığını bildiren rivayet hakikate yoru­lur.» demişlerdir.

Kirmânî'ye göre rivayetlerin arası şöyle cem' edilir: Nafile namaz kılındığını bildiren rivayet, akşam namazına mahsûsdur. Öteki rivayetler ise âmm'dir. Âmm ile hâss.tearuz ederlerse ŞâfiîIer'e göre Hâss, âmm'ı tahsis eder.

Bu rivayetler, güneş kavuştukdan sonra akşam namazından Önce iki rek'ât nşfile namaz kılmanın müstehab olduğuna delildir.

Nevevî diyor ki: «Bu mes'elede ulemâmızın iki kavli vardjr. Meşhur olan kavle göre güneş kavuştuktan sonra nafile kılmak müs­tehab değildir. Muhakkak ulemâ taarfmdan esah görülen kavle göre ise müstehabdır. Delilleri babımızın hadîsleridir. Bu mes'elede selef iki mez­hebe ayrılmışlardır. Sahabe ve Tabiîn 'den bir cemâat ile İmam Ahmed ve İshâk bu namazı müstehab addetmiş; ashab-ı kiram 'dan Ebû Bekir, Ömer, Osman, Alî (Radtyallafoû anhûm) ile diğer bâzı zevat, İmam Mâlik ve ekseri fukahâ müstehab olmadığını söylemişlerdir. Hattâ İbrahim Nehaî 'ye göre: bu namaz bid'atdır.

Mezkûr zevatın delilleri: Akşam namazının farzından önce kılınacak iki rek'ât nafilenin akşam namazın ıbiraz geciktirmesidir...»

MâIiki1er'den bâzıları islâmiyetin ilk zamanlarında akşam na­mazından önce iki rek'ât nafile kılınırdığını, sonradan bunun neshedildi-ğini söylemişlerdir.

Nevevî (631-676) nesh dâvasını kabul etmemiş: «Muhtar olan kavle göre mezkûr iki rek'ât namaz müstehabdır. Buradaki sahîh ve sa­rih hadîsler buna delâlet etmektedir.» demişdir.

Ancak Ebû Dâvûd 'un, Tâvûs'dan naklettiği rivayet nesh iddia edenlerin kavlini te'yîd eder. Çünkü bu rivâyetde Tâvûs : « İbni Omer'e akşam namazından önce kılman iki rek'âtjıâfile soruldu da, o: ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ben bn namazı kılan hiç bir kimse görmedim., cevâbını verdi.» demektedir.

Ebû Bekir İbnü'l- Arabî (468-543) dahî: «Bu mes'elede ashâb ihtilâf etmiş, onlardan sonra bu işi kimse yapmamışdır.» demişdir.

 

56- Her İki Ezan Arasında Bir Namaz Vardır (Hadisi) Babı

 

304- (838) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bi­ze Ebû Üsâme ile Vekî', Kehmes'den rivayet ettiler. Demiş ki: Bize Ab­dullah b. Büreyde, Abdullah b. Mugaffel El-Müzenî'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Her iki ezan arasında bir namaz vardır.» buyurdular. Bunu üç defa tekrarladı; üçüncüsünde «İsteyene...» dedi.

 

(...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü-la'lâ, Cüreyrî'den, o da Abdullah b. Büreyde'den, o da Abdullah b. Mugaf-fel'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen bu hadîsin mislim rivayet etti. Şu kadar var ki o:

«Dördüncüde dileyene buyurdu.» demiştir.

Bu hadîsi Buhârî «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde; Ebû Dâ-vûd, Tirraizî, Nesâî ve İbn i Mâce, «Namaz» bah­sinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.

Hadîsdeki iki ezân'dan murâd: Ezan ve ikaamet'dir. Burada iki ezanı zahirî mânâlarına hamletmeye imkân yokdur. Çünkü hakikatte iki ezan, iki vaktin girdiğini bildirmek için okunur, İki ayrı vakit arasında namaz kılmak ise farzdır. Hâlbuki bu hadîs «Dileyene!» kaydı ile muhayyerlik bil­dirmektedir.

Rivayetlerin birinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimi­zin bu sözü üç defa tekrarladığı; diğerinde dört def'â; Ebû Dâvûd 'un rivayetinde ise iki def'â söylediği bildiriliyor.

İbnü'l-Cevzî (508-597) : «Bu hadîsin fâidesi şudur ki: Namaz için okunan ezan, o namazdan başka her fiile manîdir zannedilebilir. İşte bu hadîs ezanla ikaamet arasında nafile kılmanın caiz olduğunu beyân eder.» demişdir.

 

Hadisden Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ezân'la ikaamet arasında namaz kılmak caizdir. Zâten ezan ile ikaameti biribirine vasletmek mekrûhdur. Çünkü ezandan maksad cemaa­ta namaz vaktinin girdiğini bildirmekdir. Tâ ki temizliğini yaparak mesci­de gelsinler. Hâlbuki ezanın arkasından hemen ikaameti ona eklemek su­reti ile kılınan namazda bu maksad ve fırsat elden gider.

2- Hanefiyye ulemâsı ezanla ikaametin araları ne mikdâr ay­rılacağı mes'elesinde ihtilâf etmişlerdir.    Timurtâşî'nin beyânına gö­re, müezzin iki yahut dört rek'ât namaz kılacak kadar yahut sofraya otu­ran kimse yeyip içmesinden fariğ olacak kadar; hokna yaptıran o işi görün­ceye kadar oturur. Bâzıları «Müezzin on âyet okuyacak kadar oturur; son­ra tesvîb yaparak ikaarnet getirir.» demişlerdir.

«Tahâvî» şerhinde : «Ezanla İkaamet arası iki rek'ât namaz kı­lacak ve her rek'âtda on âyet okuyacak kadar ayrılır. Müezzin, cemâati bekler. Acele kılmak isteyen zayıflar için ikaamet getirir; mahallenin rei­sini ve büyüğünü beklemez. Bu her namazda böyledir. Yalnız İmam A'zam'a göre akşam namazında beklemek yokdur. Çünkü akşam na­mazını geciktirmek mekrûhdur. Binâenaleyh ezanla ikaamet arasını ayı­ran en az bir fasıla —ki ayakta bir an sükût etmekdir.— ile iktifa olunur. Sonra müezzin ikaamet getirir. Bu kısa sükûtu dahî (üç kısa âyet yahut bir uzun âyet okuyacak kadar.) diye tahdîd etmişlerdir.» deniliyor. Sükûtun üç adım atacak kadar olduğu dahî rivayet edilmişdir, îmam Ebû Yûsuf ile imam Muhammed'e göre ezanla ikaamet arası cum'a günü hatibin iki hutbe arasında oturduğu ka­dar hafîf bir celse ile ayrılır.

3- îmâm Şâfiî'ye göre akşam ezanı ile ikaameti arasında azı­cık oturmak veya sükût etmek yahut bunlara benzer bir şey yapmak müs-tehabdır. Hanefî1er'den «El-Hidâye» sahibinin imam Şafiî1den naklettiğine göre' şâir namazlarda olduğu gibi, akşam namazında dahî ezanla ikaametin arasını iki rek'ât nafile ile ayırmak rnüstehabdır. Fakat Aynî    bu iddianın söz götürdüğünü bildirmişdir.

4- îmam Ahmed   b. Hanbel'le   İshak'a göre diğer namazlarda olduğu gibi akşam namazında da iki rek'ât nafile   kılınarak ezanla ikaametin arası ayrılır. Delilleri babımız hadîsidir.

 

57- Korku Namazı Babı

 

305- (839) Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrazzâk hah er verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Sâlim'den, o da İbni Ömer'den naklen haber verdi. Ömer şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) korku namazını iki taifeden bîrine bir rek'ât olarak kıldırdı. (Bu arada) öteki taife düşmanın karşısın­da idi. Sonra berikiler namazdan ayrılıp arkadaşlarının düşmana karşı durdular. Dtekİler geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) onlara da bir rek'ât namaz kıldırdı. Sonra selâm verdi, sonra hem berikiler hem ötekiler birer rek'âtı kaza ettiler.»

 

(,..) Bana, bu hadîsi Ebû'r-Rabî' Ez-^ehrânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Fiileyh, Zührî'den, o da Salim b. Abdillâh b. Ömer'den, o da babasın­dan naklen rivayet etti ki, babası Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in korku hakkındaki namazından bahseder ve :

«Ben, bu namazı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ile birlikde kıldım.»  dermiş.

Bu hadîs dahî yukarki hadîs mânâsındadir.

 

306- (...) Bize Ebû Bekir b. Efcî Şeyfce rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem, Süfyân'dan, o da Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş:

«ResûiüİIah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) (harb) günlerinden bîrinde kor­ku namazı kıldırdı. (Bu münâsebetle) bir taife onunla birlikte namaza bir îâife de düşmanın karşısına durdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) yanındakilere bir rek'ât namaz kıldırdı. Sonra onlar giderek, ötekiler gel­diler. Onlara da bir rek'ât namaz kıldırdı. Sonra her iki taife birer rek'ât namaz kaza ettiler.»

Râvî diyor ki: «İbni Ömer: Bundan daha ziyâde korku olursa hayvan üzerinde yahut ayakta îmâ ederek kılıver! dedi.»

 

307- (840) Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülmelik b. Ebî Süleyman, Atâ'dan, o da Câfcir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: ResûiüİIah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) ile birlikde korku na­mazında bulundum. Bizi iki saff yaptı. Bir saff ResûiüİIah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'in arkasına durdu. Düşman bizimle kıble arasında idi. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) tekbîr aldı. Biz de toptan tekbîr aldık. Sonra rükû9 etti; biz de toptan rükû' ettik. Sonra başını rükû'dan kaldırdı; biz de toptan başlarımızı kaldrıdık. Sonra kendisi ve arkasındaki ilk rek'-âtda geride kalan saff secdeye kapandılar. Geriye bırakılan saff düşma­nın karşısında durdu. Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) secdeyi eda edip, arkasındaki saff ayağa kalkınca gerideki saff secdeye kapandı;  ve kalktılar. Sonra geriki saff ilerledi; ileriki saff geriye çekildi. Sonra Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rükû'a vardı. Biz de hep birden rükû' ettik. Sonra başını rükû'dan kaldırdı; biz de toptan başlarımızı kaldırdık. Sonra ilk rek'âtda geride kalan, bu sefer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hemen arkasında bulunan saff ile bîrlikde secdeye kapandı. Geriki saff düşmanın karşısına dikildi. Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) arkasındaki saffla inrîikde secdeyi edâ edince geriki saff secdeye kapanarak secde ettiler. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verdi; biz de hep birden selâm verdik.»

Câbîr: «Şu sizin muhafızlarınızın kumandanlarına yaptığı gibi...» de­miş.

 

308- (...) Bize Ahmed b. Abdillâh b-. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş; Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde Cüheyneli bir kavme karşı harb ettik. Bizimle şiddetli Mr Çarpışma yaptılar. Öğle'yi kıldığımız vakit müşrikler :

Bu müslümanlarm üzerine bir hamle yapsak onları mutlaka perişan ederdik; dediler. BjHftı hemen Cibril, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber vermiş,   Oda bize söyledi, Ve buyurdu ki:

«MüşrikMr : az sonra onların çocuklarından daha çok sevdikleri namaz vakti çıslecek; dediler.» İkindi olunca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve  bizi iki saff yaptı. Müşrikler kıble ile aramızda    bulunuyorlardı.

Derken ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekbîr aldı; biz de tekbîri aldık. O rükû' etti; biz de rükû' ettik. Sonra secdeye vardı. Onunla birlik- ; de ilk saff da secdeye vardı. Onlar kalktığı vakit ikinci saff da secde etti­ler. Sonra ilk saff geri çekildi; ikinci saff ilerleyerek, birinci saff m yerine \ durdular. ResûlüIIah (Salîallahii Aleyhi ve Selleni) (yine) tekbîr aldı; biz de j tekbîr aldık. O rükû' etti; biz de rükû' ettik. Secdeye vardı; onunla bera­ber ilk saff secde etti; ikinci saff ayakta kaldı. İkinci saff da secde ettiği vakit toptan oturdular. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara se­lâm verdi.

Ebû'z-Zübeyr: «Sonra Câbir hassaten şunu söyledi: Şu sizin emirleri­nizin kıldığı gibi...» demiş.

 

309- (841) Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Abdurrahman b. Kaa-sim'den, o da babasından, o da Salih b. Havvât b. Cübeyr [112]'den, o da Sehl b. Ebî Haşme [113] isyden naklen rivayet etti ki, ResûlüIIah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):

Korku ânında ashabına namaz kıldırmış da, onları arkasına iki safi yapmış. Hemen arkasında bulunanlara bir rek'â? kıldırmış. Sonra ayağa kalkmış ve arkasındakiler bir rek'ât namaz kilıncaya kadar ayakta durmuş. Sonra geriki safftakiler ilerlemiş; ön safftakiler de gerilemişler. Bu suretle (ilerleyenlere) bir rek'ât namaz kıldırmış. Sonra Resûlülla (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerileyenler bir rek'ât namaz kılıncaya kadar oturmuş; sonra se­lâm vermiş.

 

310- (842) Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ye-zîd b. Rûmân [114]'an dinlediğim, onun da Salih İbni Havvât'dan, onun da Salih îbni Havvât'dan, onun da Zâtu'r-Rikaa' harbi vuku' bulduğu gün Resûlüllah (SaHaîlahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde korku namazını kılan bir zâtdan rivayet ettiği şu hadîsi okudum :

Bir taife Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İle birlikde saff olmuş; bir taife de düşmanın karşısına durmuş. ResûIüflah('.Söfla//ö/ı« Aleyhi ve Sellem) yanındakilere bir rek'ât namaz kıldırmış. Sonra ayakta durarak cemâat kendi kendilerine namazı tamamlamışlar. Sonra namazdan çıkarak düşma­nın karşısına saff olmuşlar. (Bu sefer) Öteki taife gelmiş. Resûfüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara da kalan rek'âtı kıldırmış. Sonra otura­rak beklemiş, cemâat kendi kendilerine namazı tamamlamışlar; sonra Re­sûlüllah  (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara selâm verdirmiş.

 

311- (843) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebân b. Yezîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî Kesîr, Ebû Seleme'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:

«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde döndük ve Zâtü'r-Rikaa' denilen yere geldik. Gölgeli bir ağacın yanına geldiğimizde, onu ResûlüUnh"(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bırakırdık.  (Burada da öyle yaptık.) Derken müşriklerden bir adam çıkageldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem) 'in kılıcı ağaçta asılı îdi. Hemen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kılıcını alarak, kınından çekti ve Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'e :

  Benden    korku yormuşun?    dedi.    Resûlüllah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Hayır!» cevâbını verdi. Müşrik:

  Şimdi seni benden kim koruyabilir? dedi. Efendimiz:

«Beni, senden Allah korur.» cevâbını verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı bu aadmı tehdîd ettiler. O da kılıcı, kınına so­karak (ağaca) astı. Az sonra riamaz için ezan okundu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir taifeye iki rek'ât namaz kıldırdı. Sonra onlar geri çe­kildiler; öteki taifeye de iki rek'ât namaz kıldırdı. Bu suretle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört rek'at, cemâat ise ikişer rek'ât kılmış oldu­lar.

 

312- (...) Bize Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize YaJ|yâ (yâni İbni Hassan) haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâviye —kî İbni Şellâm'dır.— rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya ha­ber verdi. Bana Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân haber verdi. Ona da Câbir haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde korku namazı kılmış. (Şöyle ki) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki taifeden Jürine iki rek'at namaz kıldırmış. Son ra öte­ki taifeye de iki rek'at kıldırmış. Bu suretle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi veSellem dört rek'at namaz kılmış fakat her iki taifeye ikişer rek'at kıl­dırmış.

Babımız hadîslerinin ekserisini «Kütüb-ü Sitte» sahipleri tahrîc et-mişleridr. Buh.ârî onların bâzılarını «Ebvâbu Salâti'1-Havf» de; bâ­zılarını da «Kitâbü'l-Megâzî» de tahrîc etmişdir.

Korku namazı ünvâm verilen namazdan murâd: Zelzele ve yangın gibi musibetler zamanında kılınması tavsiye buyurulan nafile namazlar değildir. Buradaki korku ile harp kasdedilmişdir. Binâenaleyh babımızın hadîsleri harp devam ederken kılınacak vakit namazlarının keyfiyeti hak­kındadır.

Her müslüman peşinen bilmelidir ki harp esnasında yâni gülle ve kur­şundan cihan yandığı, yer yerinden oynadığı anlarda bile beş vakit nama­zı kazaya, bırakmaya- ruhsat verilmemiş; O müdhiş anlarda dahî namazın edası emrolunmuşdur, Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimi­zin ölüm döşeğinden kalkarak namaz kılması hattâ bir kaç defa arka ar­kaya bayılarak her ayüdıkça namaza davranması, bu mübarek ibâdetin derece-i ehemmiyyetini göstermeye kâfidir.

Biz bu bâbdaki tafsilâtı fıkıh kitaplarına bırakarak sadede avdet ede­lim...

Harp zamanında kılınacak vakit namazlarının sulh zamanındaki vakit namazlarına uymadığı Kur'ân-ı Kerîm ile sâbitdir. Bu bâbda Teâîâ Hazretleri [115] :

Yer yüzünde sefere çıktığınız zaman şayet kâfirlerin size fenalık yapa­cağından endişe ederseniz namazı kasretmenizde üzerinize bir vebal yok-dur. Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık düsmanlarınızdır. Sen de ashabının aralarında bulunur da, kendilerine namaz kıldırırsan onların bir kısmı se­ninle birlikde namaza dursun!...» buyurmuşdur. Yalnız bu namazların suretleri sünnetle beyân edilmişdir.

Şurası da unutulrriamalıdır ki harp ve düşman korkusu namazın rek1-atlarmı azaltma hususunda müessir değildir.Yalnız İbni Abbâs (RaâiyaHahû anh) ile Tabiîn 'den H'asan-ı Basrî ve Tâvûs hazerâtına göre düşman korkusu, .namaz rek'âtlarmm bire indiril­mesi hususunda müessirdir. Mücâhid'in İbni Abbâs 'dan riva­yet ettiği bir hadîsde :  İbni Abbâs  (Radiyaİiahû anh):

«Allah, namazı Peygamberimizin dilinden hazarda dört, seferde iki ve harpte bir rek'ât olarak farz kılmışdır.» demişdir.

Bu hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî   ve   İbni   Mâce   tahrîc etmişlerdir.

'Atâ'   Mücâhid,   Hakem b Uteybe,   Katâde, İshâk ve Dahhâk'in mezhepleri de budur.

Ekseri ulemâ ile ashâb-ı kiramdan İbni Ömer (Radiyaİiahû anh}a ve tabiînden İbrâhîm Nehai ile Süfyân-ı Sevrî'ye, Hanefîler 'le, imam Mâlik ve İmam Şâfiî'ye göre harp. korkusunun rek'at sayılarına hiç bir te'sîri yokdur. Binâenaleyh harpde bir rek'ât namaz kılmak, onlara göre caiz değildir. Namazın kasredilmesi harple değil; seferle ilgili bir^mes'eledir.

Babımız hadîslerinde zikri geçen gazadan murâd: Zâtü'r-Rikau gazâsidır. Bu gaza Hicret'in dördüncü veya besinci yılında Necıd'in Gatafân semtlerinde vuku' bulmuşdur.

Kikaa':Ruk'a'nm cem'i olup; yamalar mânâsına gelir. Mezkur gaza­ya Zâtü'r-Rikaa' denilmesinin sebebi: Müslümanların ayaklan delinerek, üzerlerine bez parçaları sarmalandır.

Bâzıları müslümanların sıcakdan ayaklarını sardıklarını söylerler.

Bir takımları: «Bu gazaya Zâtü'r -Rikaa' denilmesi orada. bu isimde bir ağaç bulunduğu içindir.» demişlerdir.

Vâkıdî bu ismin verilmesine sebep olarak: O yerde bulunan kır­mızı, beyaz, siyah alacalı bir dağı gösterir.

Yine Vâkıdî'nin beyânına göre Zâtü'r-Rikaa'. gazası­na sebep: Halep'den gelen bir bedevinin verdiği mâlûmâtdır. Bu adam Benî Sa'lebe ile Beni Enmâr kabilelerinin müsJüman-larla harp etmek üzere hazırlandıklarını ve pek çok asker topladıklarını söylemiş; bunları gözleriyle gördüğünü te'yîd ettikden sonra müslümanla-ra: «Siz hâlâ gafletdesmiz!» diyerek onları harbe teşvik etmişdir.

Bunun üzerine Resûl-î Ekrem (Sallallahü Aîeyhi ve Sellem) bir rivâyet-de dörtyüz, diğer rivayette yediyüz kişilik bir ordu ile onlarla harbe çıktı.

Hz. Câbir hadîsinin bir rivayetinde îsmi bildirilmeden müş­riklerden olduğu söylenen ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i ken­di kılıcı ile vurmak istediği beyân edilen şahsın ismi Gavres b. Hars 'dır. Nitekim Buhârî'nin bir rivayetinde tasrih edilmişdir. îbni îshâk'ın rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müşrike cevabın ıverdikten sonra: «Cibril onun göksüne dokundu ve elinden kılıç düştü. Bu sefer onu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alarak ;

Şimdi benden seni kim kurtarır? dedi. Müşrik: Hiç kimse!., cevabını verdi. Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : — «Kalk işine git! buyurdu.» deniliyor.

Buharı rivayetlerinde de beyân edildiğine göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)    Efendimiz neticede galebe kendi eline geçtiği hâlde o »damı muâhaze buyurmamışdir. Çünkü küffârın müslüman olmalarını gö-ıülden arzu ediyordu. Bunu da ileride müslüman clur ümidi ile affet-rişti, Nitekim Vâkidî'nin beyânına göre bu zât sonradan müslüman olmuş ve kavm-ü kabilesinin yanma dönerek bir çok kimselerin müslü-hğt kabul etmelerine sebeb olmuşdur. 

Salih b. Havvât'm : «Resûliiîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) le birlikde namaz kılan...» dediği zâtın ismi bâzılarına göre:   Sehl   b. asm e.'dir. Bazıları Sehl b.  Abdillâh  olduğunu söylemiş; bir takımları da   Salih   b.   Havvat'm babası Havvât b. Cbeyr olduğunu tercih etmişlerdir.

Aİlâme   Aynî; Salih b. Havvât'm hadîsi hem ba sindan hem de Sehl b.   Ebî   Hasme 'den işitmiş olduğuna il mâl vermekte ve: «Bundan dolayıdır ki onun ismini bazen müphem rakıyor; bazen de tefsir ediyor.» demektedir.

Havvât hadîsini Buhârî hem merfû' hem mevkuf yollarc tahrîc etmişdir.

Bu hadîs hakkında îmam Mâlik: «Korku namazı hususun işittiğim en güzel hadîs budur..» demişdir. Hz. Mâ1ik'in bu sözü, kor namazının keyfiyyeti hakkında muhtelif sıfatlar işitmiş olmasını ikti eder. Kendisi bunların içinden Salih b. Ha-vvât hadîsi ile arr etmişdir.

Filhakika korku namazı hakkında muhtelif rivayetler vardır.

Tirmizî,   îbni   Ömer (RadiyaVahû anh)    hadîsini tahi ettikden sonra: «Bu bâbda   Câbir,   Huzeyfe,   Zeydü'bn Sabit, İbni  Abbâs,   Ebû   Hü reyre,   îbni   Mes ûd,.  Sehlü'bnü   Ebî   Hasme,   Ebû   Ayyaş    Zey b.   Sâmit   ve   Ebû   Bekre  (Radiyalîahû anhûmV'den dahî riv, yetler bulunduğunu söylemişdir.   Aynî   bunlara Hz.   Alî,  Âişe Havvât   b. Cübeyr ve Ebû   Mûse'l-Eş'ar (RadtyaHahû arthûm)  hazerâtım da ilâve etmişdir. Bunlardan Câbi hadîsi babımız hadîsleri meyânındadir. Ayni hadîsi Buhârî muallâ olarak «Meğâzî» bahsinde rivayet etmişdir.   Huzeyfe hadîsini Ebü Dâvûd  ile Nesâ.î;   Zeydü'bnü   Sabit   hadîsini Nesâî, Hz. Alî hadîsini    Bezzâr, Âişe  (Radiyalîahû anh Hüreyre   hadisini   Buhârî   ile   Nesâî,   İbni   Mes'ûı hadîsini   Ebû   Dâvûd;   Sehlü'bnü   Ebî   Hasme   hadîsini  Tirmizî, Ebû Ayyaş   hadîsini Ebû Dâvûd  ili Nelâî;   Ebû   Bekre   hadîsini yine   Ebû   Dâvûd   ile Nesâî, Hz. A1îy   hadîsini   Bezzâr,   Âişe   (Radiyalîahû anha, hadîsini   Ebû  Dâvûd;   Havvât   b.   Cübeyr   hadîsini   İbni  Mendeh;   Ebû   Mûsâ (Radiyalîahû anh)   hadîsini de   îbn : Abdi1berr tahrîc etmişlerdir.

Korku namazının ilk def'â ne zaman kılındığı ulemâ arasında ihtilaf­lıdır. Cumhûr'a göre: İlk defa Zâtü'r-Rikaa' gazasında kılmmişdır.

' Bâzıları, daha başka yerde kılındığını söylerler.

îmam Gazâlî (450-505) «El-Vasît» nâm eserinde Zâtü'r-Rikaa   gazasının, son gaza olduğunu söylemiş; Râfiî    dahî bu husûsda ona tabî olmuş ise de İbni's - Sa1âh «Müşkilü'l-Vasît» ad­lı eserinde, bunun doğru olmadığını, Zâtü'r-Rikaa1 gazasının son gaza değil, sona yakın olanlardan bile olmadığını söylemiş; «Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son gazası Tebûk'dür.» demişdir.

îbni Hazm (384-456) : «Korku namazının en güzel vasfı Ebû Bekre hadîsinde yapılmışdır. Çünkü bu namaz Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kıldığı so nkorku namazıdır.» demişdir.

Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kıldırdığı bu na­maz bâzı rivayetlere göre ikindi; diğer bâzılarına göre öğledir.

 

Bu Hadislerden Çıkarılan Hükümler :

 

1- İbni Ömer hadîsi, korku namazı hakkında Hanefîler'in delilidir. Hanef îler bu bâbda Ebû Dâvûd 'un tahrîc ettiği Abdullah b. Mes'ûd (Radiyallahû anh) hadîsi ile dahî istid­lal ederler. Mezkûr hadîsde îbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) şöyle demektedir :

«Rssûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) korku namazını kıldı. Ashabın bir kısmı onun arkasına sarf oldular. Bir kısmı da düşmanın karşısına dur­dular. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) berâberindekilere bir rek'ât namaz kıldırdı. Sonra ötekiler gelerek bunların yerine durdular. Bunlar da düşanın karşısına gittiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara da bir rek'ât kıldırdı. Sonra selâm verdi. Arkasındaki cemâat kendi kendi­lerine bir rek'ât daha kıldılar. Sonra selâm vererek düşmanın karşısına; ötekilerin yerine (gittiIer. (Bu sefer) ötekiler eski yerlerine dönerek kendi kendilerine bir rek'ât namaz kıldılar; sonra selâm verdiler.»

İbni Mes'ûd hadîsini Bey hakî dahî rivayet etmiş yal­nız: «Ebû Ubeyde bu hadîsi, babasından işitmemişdir; Husayf da kavı değildir.» şeklinde bâzı râvîler hakkında söz etmişse de, onun bu sözü i'tirâzla karşı lanrmşdır. Çünkü Ebû Ubeyde birçok yerlerde Buhârî'nin bile hadîsi ile istidlal ettiği mûtemed bir râvî-dir.

Ebû Dâvûd: «Ebû Ubeyde babası öldüğü gün yedi yaşında mümeyyiz bir çocuktu...» diyor. Yedi yaşında bir çocuğun hadîs dinleyip ezberlemesi mümkindir. Onun içindir ki yedi yaşındaki çocukla­ra —islâmî terbiye ve ahlâk sahibi olmalarını te'mîn için— namaz kılma­ları emredilir.

Husayf'a gelince: Ebû   Zür'a, İbni  Maîn İbni Sa'd  gibi  hadîs  imamları   onu mûtemed   saymış, Nesâi onun hakkında «Sâlihİdr.» tâbirini kullanmışdır.

Mâzirî (453-536), İbni Ömer hadîsini İmam Şafiî Eşhebe; Câbir hadîsini de Ebû Hanîfeve delil ola­rak göstermişsede bu hatadır. Doğrusu Ebû Hanîfe ile şâir Hanefiyye imamları ve Eşheb, İbni Ömer hadîsi ile; imam Şafiî, Sehl b. Ebî Hasme rivayeti ile istidlal et­mişlerdir.

Nevevî: «Bir kimse korku namazını İbni Ömer rivâye-tindeki gibi kılsa, sahîh olup olmadığı hususunda iki kavil vardır. Meş­hur olan kavle göre sahîhdir.» diyor.

Nevevî'nin bu sözüne karşı Aynî: «Şâ-fiîler, İmam Şa­fiî 'nin: Hadis sahîh oldumu, benim mezhebim o'dur; dediğini söylüyor­lar. İbni Ömer hadîsinden hangi hadîs daha sahîh olabilir? Bu hadîsi bir cemâat tahrîc etmişlerdir.» şeklinde mukaabelede bulunmuşdur

Nevevî, babımız hadislerini şerh ederken onları dört kışıma ayır-mışdır. Şöyle ki:

a) İbni Ömer   hadîsi : Bü hadîsde Peygamber (Saltaüahü Aleyh ve Sellem) bir taifeye namaz kıldırırken, Öteki taifenin düşman karşısmds bulunduğunu; sonra bir rek'at kılanlar düşman karşısına giderek, öteküe rin de Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e uydukları ve bir rek'ât na maz kıldıkları bu suretle her iki taifeye birer rek'at namaz kıldırdığı bil diriliyor. Bu hadîs Evzâî ile Mâliki 'lerden Eşheb'in delili dir. Bu vecih İmam   Şâfiî'ye göre dahî caizdir. Resûlüllah (Sallallahi Aleyhi ve Sellem) ile birer rek'at namaz kılan her iki taifenin geriye kalai birer rek'atı beraber kaza ettikleri söylendiği gibi, herkesin ayrı ayrı kıl dığı dahî iddia ediliyor ki, sahîh olan da budur. Nevevî burada Hanefî1er'i zikretmemişse de, az evvel bu hadîsle istidlal edenleriı Hanefîler   olduğunu gördük.

b) İbni Ebî Hasme hadîsi de   îbni    Ömer   hadîs gibidir. Yalnız bu hadîse göre Resûlüîlah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) birin ci taifeye bir rek'ât kıldırdıkdan sonra ayakta durmuş; onlar ikinci rek'ât kendileri tamamlamışlar. Sonra düşman karşısına giderek ötekiler gelmiş Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)  onlara da bir rek'at kıld:rmış v oturmuş. Cemâat kendi kendilerine bir rek'at daha kıldıkdan sonra Re sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem)  onlara selâm verdırmişdir.   İmar Mâlik, İmam  Şafiî, Ebû Sevr    ve başkalarının mez hepleri budur.

Ebû  Dâvûd  «Sünen» inde    İbni      Ebî    Hasme 'den baş ka bir şekil daha rivayet etmişdir.

c) Câbir hadîsi : Bu hadîse göre Resûliillah    (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)   ashabını arkasına iki saff yapmışdır. Düşman kıblelerindedir. Her iki saff'a bir rek'at kıldırmış, yalnız secdeyi evvelâ arkasındaki saff yap­mış; onların arkasındakiler düşmana karşı durmuşlar. Sonra ilk saff düş­man akrşısma durarak, Ötekiler de secde etmişlerdir.

İbni Abbâs hadîsi de Câbir hadîsi gibidir. Yalnız onda bir saff m gerilemesi, ötekisinin ilerlemesi yokdur.

Bu hadîs İmam Şafiî,İbni Ebî Leylâ ve Hanefî ler 'den Ebû Yûsuf'un delilidir. Ancak düşmanın kıble tarafında bulunması îcâbeder. İmam Şâfiî'ye göm Câbir hadîsinde olduğu gibi saff-larm yer değiştirmesi ve îbni Abbâs hadîsinde beyân edildiği ve-cihle yer değiştirmemesi caizdir.

d) Yine Câbir hadîsi, Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in her iki taifeye ikişer rek'at namaz kıldırdığını bildirmektedir.

EbûDâvûd'un tahrîc ettiği EbûBekre rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in her iki taifeye ikişer rek'at namaz kıldırdı­ğı, bu suretle ikinci taife nafile kılan imamın arkasında farzı edâ etmiş olduğu bildirlmektedir. İmam Şafiî buna da kaaildir. Mezkûr kavil Hasan-ı   Basrl 'den de rivayet olunmuşdur.

Hâsılı korku namazının nasıl kılınacağı hakkında rivayetler muhte-lifdir. HanefîIer'den «Kudûrî» bunların hepsinin caiz olduğunu; ih­tilâfın sâdece evleviyete râci' bulunduğunu söylemişdir.

Hattâbî diyor ki: «Korku namazı muhtelifidr. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu muhtelif günlerde ve birbirine uymayan şe­killerde kılmış; bunların her birinde namaz için en ihtiyatlı, düşmandan korunmak için en uygun şekli aramişdır. Bu namazlar sûreten muhtelif de olsalar manen müttefikdirler.>

îbni Abdilberr «Et -Temhîd» adlı eserinde korku na­mazının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bir çok şekillerde ri­vayet edildiğini söylemiş; bunlardan altı tanesini şu şekilde sıralamışdir:

a) İbni Ömer hadîsinin delâlet ettiği veçhe imamlardan Evzâî ile Eşheb kaail olmuşlardır. (Hanefîler'i söylemeğe İbni   Ebdilberr   dahî unutmuşdur.)

b) Salih b. Havvât hadîsi ile İmam Mâlik,   İmam Şafiî,   İmam Ahmed b. Hanbelye Ebû  Sevr amel etmişlerdir.

c) îbni  Mes'ûd   hadîsi ile   Ebû   Yûsuf 'dan maâdâ bü­tün    Haneiî1er istidlal ederler.

d)  Ebû   Ayyaş   hadîsi,   İbni   Ebî    Leylâ ile Sevrî'nin delilidir.

e) Huzeyfe hadîsi ile Sevrî istidlal etmişdir. Bu hadi içlerinde Huzeyfe, tbni Abbâs, Zeydü'bnü Sa­bit ve Câbir b. Abdi11âh (RadîyaUahû aııhûın) de bulun­mak üzere birçok ashâbdan rivayet olunmuşdur.

f) Resûlüllah (Salîaiîahü Aleyhi ve Sellem) Jin her taifeye ikişer rek'at namaz kıldırdığını bildiren Ebû Bekre hadîsi ile Hasan-ı Basrî istidlal etmiş ve onunla fetva vermişdir.

Ebû Dâvûd «Sünen» inde korku namazı için sekiz şekil zikret­miş, îbni Hibbân «Sahîh» inde bunları dokuza çıkarmış; Kaadi îyâz «El-İkmâl» nâm eserinde onüçe; Sevrî onalti veçhe çıkarmişdir. Bunları onyedi veçhe çıkaranlar da vardır.

2- Resûlüllah (Salkıllahü Aleyhi ve Selîem) 'in kaç defa korku namazı kıldığı dahî ihtilaflıdır.

Mâ1ikî1er'den İbnü'l-Kassâr'a göre on, İbnü'1 Arabî'ye göre yirmidört def'â kılmişdır. Kaadî İyâz bu yerleri birer birer zikretmişdir.

3- İki taifeden birinin diğerinden adetçe çok olması veya biribir-lerine müsâvî bulunmaları, hükme te'sîr etmez. Çünkü aza da, çoka da taife denilebilir. Hattâ bir   kişiye taife demek caizdir.   Lâkin    imam Şafiî:    «Ben her taifenin üçden az olmasını hoş karşılamam.» demişdir.

4- Bahsedilen bu yerlerde ashâb-ı kiram müsâfir idiler. Mukîm bile olsalar korku ânında onlara yine müsâfir hükmü verilir. îmam Şa­fiî ile İmam Ahmed'in ve meşhur olan rivayete göre   İmam Mâ1ik'in kavilleri budur.    İmam Mâlik 'den diğer bir rivayete göre: Mukîm olan kimseler korku namazı kılamazlar. Fakat İbni Mâcisûn'dan maâdâ bütün   Mâliki 'yye imamlarına göre korku na­mazını mukîm olanlar da kılabilirler.

5- Korku namazı, Müzeni ile imam Ebû Yûsuf 'dan maada bütün ulemâya göre şimdi dahî meşrû'dur.   Müzeni   ile   Ebû Yûsuf'a göre ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra kor­ku namazı kılmak meşru' değildir.

 

 

 

 



[1] Hanefilerin bu husustaki kaidesi sıt'dur :  Bîr râvînin re'^i, rivayetine    uymazsa, onun  ri\;ı\eci  ile amel vacib—desildir.

[2] MekkeÜ âzâdlılardandır.    Namaz hakkında hadis rivayet ctmi.şdir.

[3] Mekkeli ashabı kirâmdandır,      H z.    Ömer    zamanında Necrân taraflarında vali idi.

[4] Sûre-i Nisa' âyet   101.

[5] K Cif elidir.  M üs] İmin  râvüerindendİr.

[6] Khıi Ca'fer Kaasim b. Mâlik  EI-Müzenî ;  Kûfelidir. Sahîheyn  râvîlerindendir

[7] Küflülerden   sayılır.   Sahîhevn   râvîlerindendir.

[8] Ebü R.ıbahlsâ b. Hafs b. Asım b. Ömer b. Hattâb :   (       —157)   Medînelidir. S;ıhîhe\n   r.İ\ ilerindendir

[9] Sûre-i  ahzâb âyet 21.

[10] İbrahim b. Meysera Et-Tâifî : (      —132) Mekke'ü âzâdlılardandır.

[11] Künyesi  Ebû "Yezîd'dir.   Basrahdjr.   Müsfimin   râvîlerindendir.

[12] Ebû Ömer Yezîd b. Humeyr Er-Rahabî: Şamhdir.  MüsIİmin râvîlerindendir

[13] Şamlıdır.    Müslimin râvîlerindendir.

[14] Ashâb-i kiramdan olduğu söylenir.

[15] Ebû   Zekeriyyâ   Yahya   b.   Ebi   İshâk   (      —136)   Âzâdlilardandır.      Basralidır. Sahîhcyn râvîlerindendir

[16] Abdülhamîd b. Dînâr' Sâhibüz-Ziyâdî : Basralıdır. Bâzıları isminin Abdülhamîd b. Vâsıl olduğunu söylerler.    Tabiîdendir.

[17] Ebû Muhammed Saîd b. Âmir Ed-Dubaî: (122-208) Basralıdir.

[18] Ebû İshâk Ahmed b. İshâk  El-Hadramî: (      —211)  Basralıdır, Ya'kûb b. ls-hâk'm kardeşidir

[19] Sûre-i  Bakara  âyet   115.

[20] Ebû'l-Hubâb  Saîd  b.  Yesâr:   ÂzadUardandır.   Sahiheyn   râvilerindendir.     Vefat târihi U7 dir.

[21] Ebû   Muâviye  Mufaddâi  b. Cedâle  b.  Ubeyd  EI-Hımyeri  (107-181);   Mısır ka-disıdır.

[22] Ebu'ş-Şa'sâ'  Câbir b.  Zeyd  El-Ezdî:  (   —93)  Basralıdir.

[23] EbıVt-Tufeyl Âmir b. Vâsikte'l-Leysî : (      -120) (R. A.) Ashâb-ı kiramdand.r. Mekke'lidir.    Peygamber (S.A.V.)  görenlerin en  sonuncusu olduğu  söylenir

[24] Basralidir.    Sahîhe"n râvîlerindeodir.

[25] Künyesi Ebu Ubeyde'dir Basralıdır. Namaz hakkında hadîs rivayet etmişdir.

[26] ismi İsmail'dir.

[27] Ashâb-ı  kiramdan dır.     Basrahdır.  Namaz ve  hacc hakkında  rivayetleri  vardır.

[28] Künyesi Ebû Osman'dır. Tabiinden olup   136 târihinde vefat etmişdir

[29] Künyesi Ebû Âsım'dır. Kûfelidir. Sabîh-i Müslim'de biri îmâna, biri abdeste biri de namaza âid olmak üzere üç hadîsi vardır

[30] Metlînelidir

[31] Ebü-Heysem   Mııallfı   tv   Esed       —2181:   Muallim   imi>.   Sahihc\n   râvîlerin-

[32] Mısırlıdır.    Müslimin râvîlerîndendir

[33] Ebû Diivııd Süleyman' b. Ma'bed Es-Sİncî El-Mervezi <.      -259) Müslim'in râvî-l 162ı    Küta^m   Ehû   tsmâildir.  Basrahdir.     Sahîheyn  râvîlerindendir

[34] Müslim'in râvîlerindemlir.    Gunder'üen hadîs rivâ>et etm^ditr

[35] Müslüm'in   râvîierindendir

[36] Hz.  Enes'in oğludur

[37] Sûre-i  Bakara âyet   136.

[38] Ât-i  Imrân  âyet 52

[39] Âl-i tmrân âyet 64.

[40] Tâiflidir.   müslimin   r;İvi|erindendir

[41] Ebû Osman Anıb b.  Evs Es-Siilemî : (      -225)   Basra'da   >a>amtşdır.

[42] H/. Cin mü Habîhe'nin kardeşidir.     Müslim'in   râvîlcrİndeadİr.

[43] İmam Hacerû'l Askâlân"nin «Bülûğül Meram» adlı eseri cSelâmet Yolları» adı ile dört eildlik  takım  halinde Şirketimiz tarafından  neşredilmiştir,

[44] Medînetidir.   Hz,   Ömer  ve  Âişe  (Radıyaliahu   Anhümâ)   dan   hadîs  rivayet   et-mişdir.

[45] Nekaaris;   el   ve  ayak   mafsallarına   arız  olan   damla  hastalığıdır.     Mafsal  ro­matizması ve zengin romatizması da denir

[46] Ashâb-ı  kirâmdandir.     Mekke'lidir.     Namaz hakkında Hz. Hafsa'dan hadis ri­vayet etinişdir

[47] Bu isimde iki tane râvî vardır. Biri «Ebû Zekerİyya> künyesini taşır ve yalnız Buhârî' nin râvîlerindendtr. Diğeri yalnız Müs1im'in râvı-lerindendir ve (229) târihinde vefat etmişdir. Ebû Zekeriyyâ'nin vefat tâ­rihi ise (232) dır.

[48] Esved   b.   Yezîd   b.   Kays.   En-Nehaî  {      -175):   Kûfelidir,   sahîheyn  râvîlerindendir

[49] Ebû  Abdilîâh  Muhammed b.   Bişr:   (      -230)  Abdülkays kabîlesindendir.     Sa-hiheyn râvîlerindendir.

[50] Horasanlıdır.     Fakat  Arap  o\^^  söylenir.      Künyesi   EbÛ  Abdirrahmao'dir. Yemen*de vefat etmişdir.

[51] Abdurrahman  b.  Attâb:  Namaz hakkında Ebü Seleme'den hadîs  nvâyet et­mişdir.     Müslim'in râvîlerindendir.

[52] Temîm b. Seleme:   (      -100) Kûfelidir.   Müslimin râvfcerindendir

[53] Osman b. Âsim:  (      -128) Kûfelidir.     Sahîheyn râvîl erin d endir.

[54] Yahya b.   Vessâb   El-Esedi :  (      -103)  Kûfeli  azadlılardandır.     Sahibeyn   râvî-lerindendir.                                                    

[55] Ebû  Hişâm  Hassan   b.   tbrâhim   El-Anezî E-Kirmânî :   Kirman   kadısıdır.     Sa­hîheyn râvîlerindendi

[56] Saîd   b.   Mesrûk   (      -128)   Süfyân-ı   Sevrî'nin   babasıdır.      Sahtheyn   râvîlerin­dendir.

[57] Müslim   b.   Subeyh :   Kûfeli   azadlılardandır.     Sahîheyn   râvîlerindendir.

[58] Dönmek demekdir. Fukaha ıstilaahmda ise karısını sarih sözlerle bosayan bîr kimsenin iddet içinde bondığina pişman olarak karısına dönmesidir, Ric'at, nikâh yerini tular.

[59] Saîd b. Yezid (R.A.) : Ashâb-ı  kirâmdandır. (91) târihinde vefat etmiştir

[60] (    -80)  Ebû   Muhammed  künyesini   taşır.   Peygamber (S.A.V.) zamanında duğu söylenir

[61] Kaasim  b.  Avf Eş-Şeybânî  El-Bekri:   Küfelidir.   Müslimİn   râvîlerindendir

[62] Ebû  Abdillâh   Salim   b.   Abdillah  b.   Ömer:   f    -106)  Hz.   Ömer'in   torunudur. Sahîheyn   râvKerindendir

[63] Ukbetü'bnü   Hureys   Et-tağlibî:   Küfelidir.   İbni   Ömer   (R.A.),dan   hadîs   rivayet etmiştir.   Müslim'in   râvîlerindendir

[64] Ebû   Muhammed   AbdÜl'a'lâ   b.   AbdilVIâ:   Basrahdır.   Sahîheyn   râvîlerinden­dir. (J.89) târihinde vefat etmişdir.

[65] Ebûs:~Miiverri' Muhâdır b.  Müverri1 El-Hemdânî:  f    - 206)  Küfelidir

[66] Sa'd  b.   Saîd  b.   Kays  (    - 141)   Medmdidir.   Müslim   râvisidir.

[67] Azadlılardandır.   (    -96).

[68] Bu   kelimenin   Ebû'I-Hitâb   şeklinde   okunması   da   muhtemeldir.   Harekeli- şek­lini göremedim.

[69] Sûre-i fecr, âyet:   22.

[70] Müteşâbih:   ümmet   İçin   bu   dünyâda anlaşılması   ümîdi   olmayan  gizli   manâlı sözlerdir. Tâhâ, Yâsîn gibi

[71] Ebû'I-Kaasim  Abdetü'bnü   Ebî  Lübâbete'l-Esedî:   Küfeli   azadlilardandır.     Di-maşk'da yaşamışdır

[72] Mahrametü'bnü Süleyman iEl-Esedî: (   -230) Medînelidir. Sahîheyn râvîlerin-dendîr

[73] Abdurabbih b.  Saîd Eî-Ensârî:   (    - 139) Medînelidir. Sahîheyn  râvîlerindendir

[74] Hadîs  itibârı   ile   Mısırlı   sayılır.   Miislimin  râvîlerindendir.

[75] Babasından hadîs rivayet etmişdir.   Mtislimin  râvîlerindendir

[76] Al-i  Imrân sûresi,  âyet:   190.

[77] Vâsıl   b.   Abdirrahmân   Er-Rakaaşî:   (     152)  Basrahdir.   Müslimin râvîlerindendir

[78] Ebû BekİF Imrân b.   Müslim El-Kssîr:   Basralıdıiy sahîheyn  râvîlerindendir.

[79] Yûsuf b. Ya'kûb b. Abdillâh: Sahîheyn râvilerindendir. Mâcİşûn fârisîde Ya'-kûb demekdir.

[80] Ya'kûb  b.  Ebî Seleme:   Medİne^i   azılılardandır,   tbû   Yûsuf  künyesini   taşır. Müslimin râvîlerindendir,

[81] Kûfelidir.  Müslimin   râvüeirindendir.

[82] Ebü   Bekir  Siİetubnü   Züfer   El-Absî:   Kûfelidir.   Mus'ab  b.  Ziibeyr  zamanında vefat etmişdir.

[83] Ebû AbdiKIh Ismâîl b. Hatıl El-Hazzâz: ( -225) Küfelidir. Sahîheyn rlvî-lerindendir

[84] Sûre-i Zümer : âyet 42.

[85] Sûre-i Falak: âyet 4.

[86] Mısırlıdır,   Müslimin   râvisİdir

[87] Ebû lyâz Muâviyetü'bnü Kurrete'bnİ lyâz : Basralıdır. Sahîhayn râvîlerindendir.

[88] Ebû  İsa Üseyd  b.  Hudayr  b.  Simâk  (R.A.) :  Ensâr-ı   kiramdandır.     Akabe  ile 20 tarihinde vefat etmiştir.

[89] Süre-i Nisa! Âyet; 41.

[90] Kûfelidir. Babasından hadis rivayet etmiştir. Miislimin râvisidin

[91] Sudcy b, Aclan (A.A.): Ashab-ı kiramdandir. 86 tarihinde Samda vefat etmiştir.

[92] Sûre-i  ÂI-i  İmran, âyet:   18.

[93] Ebu Stiyfan oğullarının âzatlısıdır.    Müslimîn  râvîlerindendir.

[94] Ashab-ı Ki ramdan dır.    Samda yaşamıştır.

[95] Abdullah b. İsa b. Abdirralıman El-Ensârî: Kûfelidir. Sahîheyn râvîlerindendİr.

[96] Üveymir b.  Âmir b. Zeyd  El-Hazrecî (R.A.) : Medineji,  Ensar-ı  ki ramdandır. 34 tarihinde  Dima$kta  vcfât etmiştir.

[97] Ebû Osman Afgan b. MÛslim Es-Safgör Et-Ensârî. Azatlılardandır.    Sahibeye râvileridendir,   220 târihinde Bagdatta vefat etmiştir.

[98] Ebû Ism.ülBeşir bin Süleyman EI-Eslemî: Küfefidir.    Müsîimin râvîleriadeiHİir

[99] Künyesinin   Abdurrahmû  olduğu  söylenir.     Kendisine   Ebû'r-Ricâl  deoilmMİ: On tane oğlu olduğu içindir.    Sahîheyn râvîlerindendir

[100] Ebû Bişr Beyân b. Şi$r El-Muallim : Kûfelİdir.    Sâhîheyn râvîlerindendir

[101] Muavvizzeteyni başlarındaki (Kul) emirlerine işarettir. Kul: söyle demektir.

[102] Ashab-ı  Kiramdan olup Mekke'lidİr.     Mekkenin fethedildiği gü  müsiüman  ol­muş;  Medİneye hicret  etmemiştir.     Hz.  Ömer  kendisini  Mekke'ye vali  tâyin  etmişti.

[103] Aihab-ı kiracıdandır.

[104] Ashabı kiramdan olup Ebu Abdİrrahman künyesini taşır.    Hz. Abdurrahman b. Avf-ın kız kardeşi oğludur. Hicretin ikinci yılında doğmuş 64 vefat etmiştir

[105] Tabiinin btiyüklevindendİr.     Küçüklüğünde Peygamber (S.A.V.)'t getirildiği için

[106] Bu sözden murâd : Ibni Mes"ûd (R.A.)'ın kendisidir, Ümmü Abd onun annestdir. Peygamber (S.A.V.)  ile  ashâb-ı  kiram  Hz.   Ibni   Mes'ûd'a  İbni Ümmi  Abd  derlerdi

[107] Müslim in  râvîlerinderrdir.

[108] Abdullah   b.   Hübeyrete's-Sebâî :   Mısırlıdır.   Müslimin   râvîlerindendir.

[109] Ncvevîye   ytirc   bir  yerin   ismidir.     Zebîdînin   Kamus   şerhinde   Cebe!i   Ayr'dan Mekke'ye doğru.

[110] Ebû  Abdirrahmâp   Mûsâ   b.   Uleyy   b.   Rab-âh :   (89 - 163)   Mısırlıdır.   Maftrib'de doğmuş, İskenderiye'de vefat etmişdir.

[111] Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Harmelete'I-Kuraşî: Medîn&'Ii âzâdlılardandır.

[112] Medinelidir.   Sahîheyr   râvîlerindendir.

[113] Ashâb-ı   kirâmdandır.   Peygamber   (S.A.V.)'in   vefatında   8   yaşında   imiş.

[114] Ebû  Ravh Yezîd  b.  Rûmâm E!-Kuraşî : (?-130) Medİneli âzâdlılardandır

[115] Süre-i Nisa' âyet 101-103