6- YOLCULARIN NAMAZI VE BU NAMAZIN KISALTILMASI BAHSİ
1- Yolcuların Namazı ve Bu Namazın Kısaltılması Babı
2- Mina'da Namazı Kasretme Babı
3- Yağmurlu Zamanlarda Namazın Evlerde Kılınması Babı
4- Seferde Hayvan Üzerinde, Hayvanın Döndüğü Tarafa Doğru Nafile Namazı
Kılmanın Cevazı Babı
5- Seferde İki Namazı Birden Kılmanın Cevazı Babı
6- Hazarda İki Namazı Birden Kılma Babı
7- Namazdan (Sonra) Sağ'dan ve Sol'dan Çıkıp Gitmenin Cevazı Babı
8- İmam'ın Sağında Bulunmanın Müstehab Oluşu Babı
9- Müezzin (İkaamete) Başladıkdan Sonra Nafile Namaza Niyetlanmenin
Keraheti Babı
10- Mescide Girenin Okuyacağı Dua Babı
12- Seferden Gelen Kimseye, Gelir Gelmez Mescidde İki Rek'at Namaz
Kılmanın Müstehab Oluşu Babı
Âişe (Radiyallahû anha)'nin Rivayat Ettiği Hadislerinden Çıkarılan
Hükümler:
15- Farz Namazlardan Önce ve Sonra Kılınan Sünnet-i Müekkedelerin
Fazileti ve Sayılarını Beyan Babı
18- Gece Namazını ve Onu Kılmadan Uyuyan Yahut Hasta Olan Kimsenin.
Hükmünü Cami Olan Bab
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler :
19- Evvabin Namazının, Sıcakdan Deve Yavrularının Ayakları Yandığı Zaman
Kılınması Babı
20- Gece Nafilesinin İkişer İkişer, Vitr'in İse Gecenin Sonunda Bir
Rek'at Olarak Kılınması Babı
21- Gecenin Sonunda
Kalkamayacağından Korkan, Vitri Evvelinde Kılsın!» Hadisi Babı
22- Namazın En Faziletlisi Kunutu Uzun Olandır Hadisi Babı
23- Gecede Duaların Kabul Edildiği Bir Saat Bulunduğuna Dair Bab
24- Gecenin Sonunda Zikir ve Duaya Teşvik ve O Zamandaki İcabet Babı
25- Teravih Demek Olen Keyam-ı Ramazan'a Teşvik Babı
26- Gece Namazında ve Kıyamında Dua Babı
27- Gece Namazında Kıraati Uzatmanın Müstehab Oluşu Babı
28- Bütün Gece ta Sabahlayıncaya Kadar Uyuyan Kimse Hakkında Rivayet
Edilen Hadisler Babı
29- Nafile Namazı Evde Kılmanın Müstehab Oluşu, Mescidde Kılmanın Dahi
Cevazı Babı
30- Gece Namazı Olsun, Başkası Olsun Devamlı Amelin Fazileti Babı
32- Kur'an'ın Faziletleri ve Kur'an'a Teallük Eden Şeyler Babı
34- Sesi Kur'an'la Süslemenin Müstehab Oluşu Babı
35- Mekke'nin Fethi Günü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Fetih
Süresini Okuması Babı
36- Kur'an Okunması Sebebiyile Sekinetin İnmesi Babı
37- Kur'an Hafızının Fazileti Babı
38- Kur'an Okumada Mahir Olanla, Onu Kekeleyerek Okuyanın Faziletleri
Babı
Hadis-i Şerifden Çıkarılan Hükümler:
41- Namazda Kur'an Okumanın ve Kur'anı Öğrenmenin Fazileti Babı
42- Kur'an'ı ve Süre-i Bakara'yı Okumanın Fazileti Babı
44- Süre-i Kehf İle Âyetü'l-Kürsi'nin Faziletleri Babı
Bu Hadisden Çıkarılan Hükümler:
45- İhlas Süresini Okumanın Fazileti Babı
46- Muavvizeteyn'i Okumanın Fazileti Babı
48- Kur'an'ın Yedi Harf Üzerine Olmasını ve Bunun Manasını Beyan Babı
51- İçinde Namaz Kılınmakdan Nehy Edilen Vakitler Babı
52- Amru'bnü Abese'nin Müslüman Oluşu Babı.
53- Namazınız İçin Güneşin Doğmasını ve Batmasını Aramayın! (Hadisi) Babı
55- Akşam Namazından Önce İki Rek'at Nafile Kılmanın Müstehab Oluşu Babı
56- Her İki Ezan Arasında Bir Namaz Vardır (Hadisi) Babı
1- (685)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Salih fc. Keysan'dan
dinlediğim, onun da Urvetü'hnü Zübeyr'den, onun da. Peygamber (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
Âişe :
«Namaz hazarda ve e
seferde ikişer rek'ât olarak farz kılındı. Sonra sefer namazı olduğu gibi
bırakıldı; hazar namazına ziyâde yapıldı.» demiş.
2- (...) Bana Ebû't-Tâhir ile Harmeletü'bnü Yahya da rivayet
ettiler. (Dediler ki) :,Bize>îbni Vehb, Yûnus'dan, ö da İbnî Şîhâb'dan
naklen rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Urvetü'bnü Zübeyr, Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
zevcesi Âişeden naklen rivayet etti ki, Âişe şöyle demiş:
«Allah, namazı farz
kıldığı zaman ikişer rek'ât farz kıldı. Sonra hazarda, onu tamamladı. Sefer
namazı İse ilk defa farz kılındığı şekilde bırakıldı.»
3- (...)Bana
Alîyyü'bnü Haşrem dahî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize tbni Uyeyne, Zührî'den, o
da Urve'den, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, namaz İlk farz kılındığı
zaman iki rek'ât olarak farz olmuş. Sonra sefer namazı olduğu gibi bırakılmış.
Hazar namazı ise tamamlanmış.
Zührî demiş ki: «
Urve'ye sordum: Âişe'ye ne oluyor ki seferde iken kendisi namazı tam kılıyor? dedim.
Urve: Âişe, Osmân'm te'vîl ettiği gibi te'vîlde bulünmuşdur; cevâbını verdi.»
Bu hadîsi Buharı
«namaz» ve «Hicret» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahî «namaz» bahsinde
tahrîc etmişlerdir. .
Farz kelimesi, lûgatda
takdir mânâsına gelir. Buradaki namazdan murâd da dört rek'âtlı farzlardır.
Çünkü üç rek'âtlı olan akşam namazı; gündüzün vitri'dir. Binaenaleyh olduğu
gibi bırakılmışdır. Şu hâlde ha-, dîsden murâd: Allah Teâlâ dört rek'âtlı farz
namazları ilk defa ikişer rek'ât üzerinden takdir buyurmuş, sonra hazar'da
kılınanlara ikişer rek'ât daha ilâve ederek, onları dörder rek'âta çıkarmış.
Bundan yalnız akşam namazını istisna etmiş; demekdir.
Dâvûdî'nin beyânına
göre, akşam namazına da bir rek'ât ziyâde edilmişdir. Yâni ona göre evvel
emirde akşam namazı da iki rek'ât olarak farz kılınmış; sonra bir rek'ât daha
ilâve edilerek üç'e çıkanlmışdar.
Buhârî'nin, bir
rivayetinden anlaşıldığına göre namazlara ikişer rek'ât ilâve, hicret'den bir
sene sonra yapılmışdır.
Hz. Âişe 'nin bu
hadisi, mürseldir. Çünkü o, bu vak'aya yetişme-mişdir. Fakat böyle mikdâr
bildiren yerlerde rey ve içtihada mecal olmadığı için hadîs yine merfû ve
muttasıl hükmündedir. Âişe (RadiyaUahû anha) onu yâ bizzat Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Seltem) 'den yahut bir sahâbîden işitmişdir. Hadîs
herhalde huccetdir.
Namaza, ziyâde
mes'elesi ihtilaflıdır. Ebû İshâk-ı Harbî ile Yâhyâ b. Se1âm'a göre hazarda;
yâni evinde yerinde oturanlara namazın tamamlanmasından murâd, namazın
sayısıdır. Zîrâ Isrâ hâdisesinden önce, namaz, biri güneş kavuşmazdan önce,
diğeri doğmazdan önce olmak üzere iki vakitden ibaretti. Hz. Âişe'nin, bu
hadîsi mezkûr iki vakte üç vakit daha ilâve edilerek; namazların beş vakte
çıkarıldığını gösterir.
Diğer bâzılarına göre
Âişe (Radiyalîahû anha) hadîsinden murâd; İsrâ gecesi beş vakit namaz farz
kılınırken, evvelâ ikişer rekât takdir bu-yurulduğunu, sonra hazarda (yâni
evinde yerinde) olanlar için ikişer rek'ât ilâve edildiğini anlatmakdır. Bu
takdirde yapılan ziyâde namaz vakitlerine değil, namazın rek'âtlarına âiddir.
Bir takımları: «Namaz,
iki rek'ât olarak farz kılınmışdır. Yâni yolcu dilerse namazını iki rek'ât
kılabilir; isterse dört kılmaya da hakkı vardır» şeklinde tefsirde
bulunmuşlardır.
Nevevî'nin tefsiri de
şu'dur: İki rek'ât kılmak isteyenler için, namaz ikişer rek'ât farz olmuşdur.
Sonra evinde yerinde olanlara mahsus olmak üzere iki rek'ât daha ilâve
edilmişdir. Sefer namazı ise iki rek'ât kılmak dahî caiz olmak üzere
bırakılnıışdır.
Hanefîler, Hz. Âişe
'nin bu hadîsi ile istidlal ederek: «Seferde dört rek'âtlı namazları ikişer
kılmak ruhsat değil; azimettir. Binaenaleyh yolcunun dört rek'âtlı namazlarını
tam kılması isâet olur.» demişlerdir.
Hanefiyye ulemâsı
bundan mâda Taberânî 'nin «Mu'-cem» inde rivayet ettiği bir hadîsle ve Nesâî
ile İbni Mâce'nin rivayet ettikleri Ömer (Radiyalîahû anh) hadîsi ile de
istidlal ederler. Hz. Ömer hadîsinde şöyle denilmektedir :
«Sefer namazı ilci
rek'ât; kuşluk namazı iki rek'âf; bayram namazı iki rek'ât; cum'a namazı dahî
iki rek'âfdır. Bunlar Peygamberiniz Muham-med Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) in dilinden hiç noksansız; tamam olarak böyledir.»
îmam Şafiî, imam Mâlik
ve imam Ahmed b, Hanbe1'e göre, yolcunun dört rek'âtlı namazları, ikişer rek'ât
kılması, bir ruhsattır. Binaenaleyh onları isterse dört isterse iki rek'ât
kılar. Yalnız iki rek'ât olarak kılması efdaldır. Şâfiîlerden, bir rivayete
göre, dört re'ât kılmak efdal; diğer bir rivayete göre her ikisi müsavidir. Sahîh
ve meşhur olan kavil iki rek'ât kılmanın efdal olmasıdır.
Bunların delilleri az
sonra göreceğimiz Hz. Ömer hadîsi ile Dârakutnî 'nin tahrîc ettiği Hz. Âişe
hadîsidir.
Hz. Ömer hadîsinde
şöyle deniliyor: «Ömer b. Hattâ b'a
dedim ki: Halk'ın bu gün namazı kısaltmalarına şaşarım. Allah' Teâlâ
(Kâfirlerin, sizi fitneye düçâr edeceğinden korkarsanız...) buyurarak, namazın
ancak fitne zamanında lasaltılabileceğini; beyân etmişdir. Şimdi böyle bir
korkulu gün yokdur?
Ömer: Senin şaştığın
şey'e, ben de şaştım da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e söyledim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern)
:
«Bu Allah'ın, size
îesadduk eylediği bir sadakadır. Binaenaleyh siz, onun sadakasını kab'ûl edin!»
buyurdu; dedi.
Âişe hadîsinde dahî:
Resûlüllah' (Saiiallahü Aleyhi ve Sellem) namazı bazen kısa kılar; bazen
tamamlar; kimi gün oruç tutar; kimi gün de tutmazdı.» denilmektedir. Bu hadîsin
isnadı için Dârakutnî: «Sahîhdir.» demişdir. Ayni hadîsi Beyhakî: Tâlhatü'bnü
Amr İbni Salih ve Mu ğîratü'bnü Ziyâd tarîki ile Hz. Âişe'den rivayet etmişdir
ki, bu zevatın üçü de zayıfdırlar.
Hanefiyye ulemâsı,
Şâfiîlerin bu delillerine şöyle cevap vermişlerdir :,
1- Hz. Ömer hadîsi
size değil; bize delildir. Çünkü mezkûr hadîsde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Allah'ın sadakasını kabul
etmelerini emir buyurmuşdur. Emr-i mutlak, vücûd ifâde eder. Binaenaleyh
şer'an o hediyeyi reddetmek serbestisi kalmaz. Burada: «Hiç bir insan sadaka
kabul etmek için zorlanır mı?» şeklinde bir suâl hatıra gelebilir. Cevâbı
şu'dur: «Resûlüllah (Salîalkhü Aleyhi ve Sellem) 'in :
(Allah, onu size
tesadduk eyledi.) sökünün mânâsı: Allah, size hüküm buyurdu, demekdir. Çünkü
milk olmaya yaramayan bir şey'i, Allah'ın tesadduk etmesi, o şey'i hükümden
düşürmekle olur. Netekim Allah'ın afvı da böyledir.»
2- Hz. Âişe
hadîsi ise Buhâri ile Müslim İn, Hz. İbni Ömer 'den tahrîc ettikleri şu hadîsde
muarızdır: « İbni Ömer, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile birlikde seferde bulundum. Allah, ruhunu kabzedinceye
kadar (seferde) iki rek'âtdan fazla
namaz kılmadı. Ebû Bekir'le beraber bulundum; o da AHâh Tr-âlâ rûh'unu kabzedinceye kadar iki
rek'âtdan fazla kılmadı. Osman'-la beraber bulundum; o da Allah Teâlâ rûh'unu
kabzedinceye kadar i'd rek'âtdan fazla namaz kılmadı... dedi.»
Selef ve Ha1ef'in
ekseri ulemâsına göre seferde dört rek'âtlı namazları, ikişer kılmak vâcibdir.
Ashâb-ı kiram 'dan Ömer, Alî, İbni Ömer, Câbir ve İbni Abbâs (RadiyaHchû anhûm)
hazerâtımn mezhepleri de budur. Ayni kavil Halife Ömer b. Abdilâzîz ile Hasan-ı
Basrî ve Katâde 'den dahi rivayet olunmuşdur. Hammâd- b. Ebî Süleyman'a göre
seferde namazlarım dört rek'ât üzerinden kılan bir kimse, o namazları
kaza eder. İmam Mâlik 'den bir rivayete
göre dahî vakit içinde olmak şartı ile o namazları ikişer rek'ât olarak kaza
eder.
İmam Ahmed b.'Hanbel
seferi namazları için: «Onları, ikişer rek'ât kılmak sünnettir.» demişdir.
Hattâbî dahî: «Evlâ
olan, misafirin namazı kısa kılmasıdır. Çünkü kısa kıldığı namazın caiz
olduğuna bütün ulemâ ittifak etmişdir; tamam olarak kılmanın caiz olup
olmıyacağı ise ihtilaflıdır. İttifak, ihtilâfa tercih edilir.» diyor.
Aynî: «Bütün bu
delillerle, bâzılarının (Sadaka hadîsi namazı kısa kılmanın ruhsat olduğuna
delâlet eder.) sözü suya düşer.» demişdir.
Gerçi Âişe ile Osman
(Radiyallahû anhûma) te'vîlde bulunarak, seferde namazlarını dörder rek'â^fc
kılmışlardır. Fakat bundan Hanefî1er'in kaidesi [1]
bozulmaz. Çünkü Hz. Âişe seferde namazı iki rek'ât kılmayı da dört rek'ât
kılmayı da caiz görüyordu..Şu hâlde kendisi iki caizin biri ile amel etmiş
demekdir. Eğer Âişe (Radiyallahû cnhc) namazı tamam kılmayı caiz gÖrmeseydi
Hanefîler'in kaidesi o zaman bozulurdu.
Hz. Osman hadîsine
verilecek cevap da budur. Muhakkikin ulemâya göre Osman ile Âişe (Radiyallahû
anhûma) 'nın teVilleri bundan âbâretdir. Yâni onlar kasr'la itmamın ikisini de
caiz görmüşlerdir.
Bâzıları: « Hz. Osman,
mü'minlerin imamı; Âişe de anneleri olduğu için nereye gitseler, kendi
evlerinde hükmündedirler.» Şeklinde te'vîlde bulunmuş; bir takımları Osman
(Radiyallahû anh) 'm Mekke'den evli bulunduğunu ileri sürmüş; daha başkaları: «
Hz, Osman'm yanında Bedeviler bulunuyordu; onlar namaz ebedî olarak ikişer
rek'âta indirildi zannetmesinler diye namazları dörder rek'ât kılmişdır.»
demişlerse de bu te'vîllerin hiç biri itirazdan salim değildir.
Dört mezhebin imamları
ile Cumhûr-u ulemâya göre mubah olan her seferde kasr caizdir. Selef'den
bâzıları namazı kısa kılabilmek için yolda korku bulunmasını şart koşmuş;
diğer bâzıları seferin Hacc veya Ömre vâhut gaza için olmasını; bir takımları
da seferin ısyân için değil tâât hususunda yapılmasını şart koşmuşlardır.
E-imme-i selâse
denilen Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 ile ekseri ulemâya göre ma'siyet
seferinde namazları kısa kılmak caiz değildir. Ebû Hanîfe ile Sevrî'ye
göre
ise caizdir. Binaenaleyh onlara
göre sahibinin elinden
kaçan bir köle seferde namazlarım
ikişer rek'ât kılabilir.
Hanefîler'e göre
mesâfe-i sefer, senenin en kısa günleri hesabı ile üç günlük yol'dur. Burada
muteber olan orta yürüyüşle sabah'dan, öğle'ye kadar alman yoldur ki takriben
doksan kilometrelik mesafedir. Bu mesafeden daha yakınlara gidenler,
namazlarını tamam kılarlar.
Diğer mezheplere göre
yüklü deve yürüyüşü ile bir gün bir gecelik
mesafedir. Bu mesafe
takriben seksenbir kilometre kadardır. Tafsilât fıkıh kitaplarındadır.
4- (686)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb, Züheyr b. Harb ve İshâk b. İbrâbim
rivayet ettiler. İshâk (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı, diğerleri: Bize
Abdullah h. İdris, İbni Cüreyc'den, o da İb-ni Ebî Ammâr'dan, o da Abdullah b.
Bâbeyh [2]'den,
o da Ya'lâ b. Ünıeyye [3]'den
naklen rivayet etti; dediler. Ya'lâ şöyle demiş: Ömeru*-bnü'I - Hattâb'a, dedim
ki: (Allah Teâlâ) : Eğer (sefer esnasında) kâfirlerin, size fenalık yapacağından
endîşe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir vebal yokdur [4].
(buyuruyor.) Şimdi insanlar emniyettedir. (O hâlde niçin seferde namazı kısa
kılıyoruz?) Ömer, şu cevâbı verdi:
— Bu senin şaştığın
şey'e ben de şaştım de, onu Besûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sordum:
«Bu, Allah'ın, size
tesadduk eylediği bir sadakadır. Binaenaleyh siz, onun sadakasını kabul edin!»
buyurdular.
(...) Bize
Muhammed b. Ebî Bekr El - Mukaddemi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya, İbni
Cüreyc'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Ab-durrahmân b. Abdillâh b. Ebî
Anımâr, Abdullah b. Bâbeyh'den, o da Ya'-lâ b. Ümeyye'den naklen rivayet etti.
Ya'lâ: «Ömeru'bnu'l - Hattâb'a dedim ki...» diyerek İbni İdrîs hadîsi gibi
rivayette bulunmuş.
Bu hadîsi Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce
ve İbni Hibbân
da tahrîc etmişlerdir. Rivayetlerin bâzısında denilmiş İse de meşhur ve ma'rûf
olan rivayeti kitabımızda olduğu gibi şeklindedir.
1- «Allah,
bize tesadduk eyledi» ve «Yâ Rabbî! Bize tesadduk eyle!» gibi sözler söylemek
caizdir. Selefden bâzıları bunu mekruh görmüşse de Nevevî: «Bu açık bir hatâdır.» demişdir.
2- Korku
olmayan seferde dahî dört rek'âtlı namazlar, ikişer rek'ât kılınırlar.
3- Bir kimse
kendinden daha üstün birinin anlaşılması müşkil bir iş yaptığını görünce
mes'eleyi, ona sorabilir.
4- Cumhura
göre âyetdeki kısaltmadan murâd, adedi kisaltmakdır. İbni Abbâs hey'eti
kısaltmak olduğuna kaaildir. Ona göre
âyet, korku namazı hakkındadır.
5- (687)
Bize Yahya b. Yahya ile Saîd b. Mansûr, Ebû'r-Rabî' ve Kuteybetü'bnü Saîd
rivayet ettiler. Yahya: (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize Ebû
Avâne, Bükeyr b. Ahnes [5]'den,
o da Mü-câhid'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti; dediler. İbni Abbâs
:
«Allah, namazı
Peygamberimiz (MuhammedJSallallahü Aleyhi ve Selleın)in dilinden hazarda dört,
seferde ilci, korku zamanında da bir rek'ât ola* rak farz kıldı.» demiş.
6- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amrûn-Nâkıd hep birden Kaasim b. Mâlik [6]'den
rivayet ettiler. Anır dedi ki: Bize Kaasim b.t Mâlik El - Müzeni rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Eyyûb b. Âiz Et - Tâî [7],
Bükeyr b. Ahnes'den o da Mücâhid'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti.
İbni Abbâs şöyle demiş :
«Şüphesiz ki Allah,
namazı P ey ga.Yi berin iz (Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) "\n
dilinden; yolcuya iki rek'ât, mukîm'e dört, korku hâlinde ise bir rek'ât
olarak farz kıldı.»
7- (688)
Bize Muhammed b. El - Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. Dedi ki:
Katâde'yi, Mûsâ b. Selemete'l-Hüzelî'den naklen rivayet ederken dinledim. Mûsâ
şöyle demiş: İbni Abbâs'a Mekke'de bulunduğum zaman imamla kılmazsam namazımı
nasıl kılacağım? diye sordum.
— Etû'l-Kaasİm
(Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünneti olmak üzere iki rek'ât
(kıl!) cevâbını verdi.
(...) Bize,
bu hadîsi Muhammed b. Minhâl Ed - Darîr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd
b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebî Arûhe rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. El -
Müsennâ dâhi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişânı rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize batam rivayet etti. Bu râvî-Icrİn hepsi Katâde'den bu isnâdla, bu
hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Selef-i sâlihînden bir
cemâat bu hadîsin zahiri ile amel etmişlerdir. Hasan-ı Basrî, Dahhâk ve İsbâk
b. Râhuye bunlar meyânındadir.
Ebû Hanîfe, Şafiî,
Mâlik ve Cumhûr-u ulemâya göre korku namazı emniyet hâlinde kılınan nama?
gibidir. Hazarda kılmıyorsa dört, seferde kılmıyorsa iki rek'at üzerinden
kılınır. Fakat hiç bir hâlde,, bir rek'at üzerinden kılınması caiz değildir. Bu
zevat sadedinde bulunduğumuz İbni Abbâs hadîsini te'vîl ederek: «Bundan murâd:
Bir rek'at imamla, bir rek'at da yalnız olarak kılmak-dır.» derler. Netekim
sahih hadîslerin ifâdesine göre Peygamber (Sallallahli Aieyhİ ve Sellem) ile
ashabı korku zamanında namazlarını, bu şekilde kılmışlardır.
Nevevî : «Delillerin
arasını bulmak için bu te'vîl mutlaka lâzımdır.» diyor.
8- (689)
Bize Abdulah b. Meslemete'bni Ka'neb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ b. Hafs
b. Âsim b. Ömer b. El-Hattâb [8],
bahasından naklen rivayet etti. Demiş ki: Mekke yolunda İbni Ömer'le beraber
bulundum. Öğle namazını bize iki rek'ât kıldırdı. Sonra döndü geldi. Biz de
onunla beraber döndük. Menziline gelip oturdu. Onunla beraber biz de oturduk.
Bir aralık namaz kıldığı yere bir göz atarak birtakım kimselerin ayakta
olduklarını gördü ve:
— Bunlar ne yapıyor? dîye sordu.
— Tesbîhde bulunuyorlar... dedim. İbni Ömer:
— Ben teşbih yapacak olsam mutlaka namazımı
tamamlardım. Kardeşim oğlu! Gerçekten ben Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) üe bir-likde seferde bulundum.
Allah rûh'unu kabzedinceye kadar iki rek'âtdan fazla namaz kılmadı. Ebû
Bekir'le birlikde bulundum, o da Allah rûh'unu kabzedinceye kadar iki rek'âtdan
fazla kılmadı. Ömer'le dahî beraber
bulundum, o da Allah rûh'unu kabz edinceye kadar iki rek'âtdan fazla kılmadı.
Sonra Osman'la beraber bulundum; o da Allah rûh'unu kabzedinceye kadar iki
rek'âtdan fazla kılmadı. Allah Teâlâ dahî [9]
(gerçekten ResûlüIIah'da sizin için güzel bir Örnek vardır!) buyurmuşdur...
dedi.
9- (...)
Bize Kuteybetü'bhü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ye-zîd (yâni İbni
Zürey') Ömer K Muhammed'den, o da Hafs b. Âsım'dan naklen rivayet etti. Hafs şöyle
demiş: Bir hastalığa tutulmuşdum. İbni Ömer, beni dolaşmaya geldi. Kendisine
seferde nafile kılınıp kıhnmiya-cağını sordum. İbni Ömer:
— Ben, seferde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in maiyyetinde bulundum ama onu sünnet kılarken görmedim. Eğer ben,
sünnet kılacak olsaydım farz namazımı tamam kılardım. Allah Teâlâ da (Gerçekten
Re-sûîüîlah da, sizin için güzel bir Örnek vardır.) buyurmuşdur... dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Taksîr-i salât» bahsinde; Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce «namaz» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
«Tesbîhde bulunuyorlar.» tâbirinden
murâd, revâtip denilen
nâfilelef yâni vakit namazlarının sünnetleridir. Bu hadîslerde geçen
tesbîh'den murâd, hep bu namazlardır.
Hz. Abdullah b.
Ömer'in: «Ben tesbîh yapacak olsam mutlaka namazımı tamamlardım!» sözünün
mânâsı: «Ben nafile kılacak olsam farz namazı dört rek'ât olarak tamamlardım.
Bu benim için daha makbul olurdu. Lâkin ben bunların ikisine de kaail değilim.
Seferde sünnet vech üzere namaz, dört rek'âtlı farzları iki kılmak; nafileleri
de terk etmekle olur.» demekdir. İbni Ömer (Radiyallahû anh) buradaki nafileden
de beş vaktin sünnetlerini kasdetmişdir. Yoksa onlardan mâda nafileleri seferde
kendisi de kılardı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dahî bu gûnâ
nafileleri kıldığı rivayet olunmuşdur.
Ulemâ beş vaktin
sünnetlerinden mâda nafile namazların seferde kılınabileceğine ittifak
etmişlerdir. İhtilâf beş vakit namazın sünnetleri hakkındadır. Hz. Abdullah b.
Ömer ile diğer bâzı ulemâya göre seferde vakit sünnetlerini kılmak mekruhdur.
Ashâb-ı kiramdan
bâzıları seferde sünnet namazların kılınacağına kaail olmuşlardır. Ebû Hanîfe,
imam Ahmed, Şafiî ve ekseri ulemânın mezhepleri de budur.
Hanefîler 'den Serahsî'nin
«EI-Melbsût» nârmndaki eseri ile «El-Hidâye» de: «Sünnetlerde kısaltma yokdur.
Ulemâ efdal olan hakkında söz etmiş; bâzıları ruhsatla amel ederek, sünnetleri
terk etmenin efdal olduğunu; bir takımları da Allah'a tekarrub için onları
kılmanın efdal olacağını söylemişlerdir.» denilmektedir.
Yine Hanefîler 'den
Hindîvâhi'nin beyânına göre, bir yerde mola verildiği zaman sünnetleri kılmak
efdal; yürüyüş hâlinde ise terk etmek efdaldır. Hişâm: «İmam Muhammed'i seferde
namaz kılarken çok gördüm. Öğle'den evvel ve sonra sünnet kılmıyor; Fakat sabah
ile akşam namazının ikişer rek'ât sünnetini hiç bırakmıyordu. İkindi ile
yatsı'dan önce nafile kıldığını görmedim. Yatsıyı kılar; sonra vitr'e geçerdi.»
demişdir.
Nevevî diyor ki:
«İhtimâl Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sünnetleri konakladığı yerde
kılar da İbni Ömer görmezdi. Zîra nafileyi evde kılmak efdaldır. Yahut
sünnetlerin bazen terk edilebileceğine ten-bîh için onları bâzı vakitlerde
kılmamışdır.»
Sünnetlerin terk
edileceğine kaail olanların istidlal makamında: «Sünnetler meşru olmuş olsa
farzı dört olarak tamamlamak daha yerinde bir iş olurdu.» sözlerine karşı,
Nevevî şu cevâbı vermektedir: «Farz kesin olarak meşrudur. Şayet tam olarak
dört rek'ât üzerinden kılınması meşru olsa seferde bütün farz namazların tam
olarak kılınması icâb ederdi. Nafile ise mükellefin re'yine bırakılmışdir. Bu
bâb'da rifk-u mülâyemet. onun meşru olmasını gerektirir. Mükellef isterse kılar
ve sevap ka zanır; isterse kılmaz ve kılmadığından dolayı ona hiç bir şey lâzım
gelmez.»
10- (690)
Bize Halef b. Hişâm ile Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî ve Ku-teyfcetü'bnü Saîd rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Hammâd (Yâni İfanı Zeyd) rivayet etti, H.
Bana Züheyr b. Harb
ile Ya'kûb b. İbrâbîm de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İsmail rivayet etti.
Bu râvîlerİn ikisi de Eyyûb'dan, o da Ebû Ki-lâhe'den, o da Enes'den naklen
rivayet etmişlerdir ki, Resûlüllalı (Sallallühü Aleyhi ve Sellem) öğle namazını
Medine'de dört rek'ât kılmış; ikindiyi ise Zii'l-Huleyfe'de İki rek'ât
üzerinden kılmişdır.
11- (...)
Bize Saîd b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân rivayet etti. (Dedi
ki) ; Bize Muhammed b. Münkedİr ile İbrahim b. Mey-sera [10]
rivayet ettiler. Onlar da Enes b. Mâlik'i şöyle derken işitmişler:
«Ben ResûlüElah
(Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber öğle namazını Medine'de dört rek'ât
kıldım. Yine onunla ikindiyi Zü'l-Huleyfe'de iki rek'ât kıldım.»
Bu hadîsi Buhârî
«Ebvâbü't-Taksîr» ile «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd, Tirmizi ve Nesâî «Namaz»
bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerif
Resûlüllah (Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in yola çıkmazdan evvel namazlarını
tam kıldığını, yola çıktıkdan sonra dört rek'âtlı namazları ikişer kıldığını
göstermektedir. Z ü'l - Huleyfe Me-dîne*ye altı veya yedi mil mesafede bir yer
olup Medîne'liîerin mîkaatıdır.
1-
Zahirîler, seferin azında da çoğunda da namazların ikişer rek'ât kılınacağına
bununla istidlal etmişlerdir.
2- İmam
Şafiî bu hadîsle istidlal ederek, sefere çıkmazdan önce namazların dört rek'ât
üzerinden kılınacağını söylemişdir. Çünkü itesûlüilah (Salialiahü Aleyhi ve
Seilem) , sefere niyet ettiği hâlde öğleyi Medine'de dört rek'ât kılmışdir.
Mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefi1er'e göre sefere niyet eden bir
kimse, bulunduğu kasaba veya köy'ün evlerini geçtiği zaman namazları kasr
etmeye başlar. «Et-Tuhfe» nâm eserde:
Mukîm olan bir kimse sefere niyet ederek yürümekle veya vâsıtaya binmekle
müsâfir oluvermez. Müsâfir sayılmak için
şehrin binalarını geçmek
lâzımdır. Çünkü bir işe niyet etmekle, o iş yapılmış olmaz; onu mutlaka yapmak
lâzımdır. Oruçlu bir kimse dahî orucunu bozmaya niyet etmekle, onu bozmuş
sayılmaz.» denilmişdir.
İmam Şafiî'ye göre
şehirde binaları değil; şehirin sûrlarını geçmekle müsâfir hükmüne girilir.
Hanbelîler 'den İbni
Kudâme «El-Muğnî» adlı eserinde şunları söyler : «Sefere niyet eden bir kimse,
bulunduğu şehrin veya köyün evlerini geçerek, onları arkada bırakmadıkça
namazlarını kasr edemez. îmam Mâlik, Evzâî, İmamAhmed imam Şafiî, îshâkve Ebû Sevr 'in mezhepleri de budur.»
Îbnû'l-Münzir:
«Kendisinden ilim bellenilen bütün ulemâ bunda mûttefikdir.» demişdir.
Atâ' ile Süleyman b.
M.ûsâ 'nın, sefere niyet eden bir kimseye evinde iken kasr'ı mubah gördükleri
rivayet olunur.
Atâ': «Sefere niyet
eden bir kimse, evinden çıktıkdan sonra henüz bulunduğu şehrin evlerini
geçmeden namaz vakti gelirse, namazını kasr edebilir.» demişdir.
Mücâhid'e göre ise
gündüzün sefere çıkan bir kimse akşam olmadan namazlarım kasr edemediği gibi
geceleyin sefere çıkan da güneş doğmadıkça kasr edemez.
3- Hadîs-i
şerif, sefere niyet eden evinde bile kasr edebilir; diyenlerle Mücâhid'in
aleyhine delildir.
12- (691) Bize bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammed b.
Beşşâr; ikisi birden Gunder'den rivayet
ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Muhammed b. Cafer Gunder, Şu'be'den, o da Yahya b.
Yezîd El-Hünâi [11]'den naklen rivayet etti. Demiş ki: En es b. Mâlik'e
namazı kasr mes'elesini sordum. Şu cevâbı verdi:
— Resûlüllah
(Saîîaîlahü Aleyhi ve Seliem) üç mil yahut üç fersah (şüphe eden, Şu'be'dir.)
mesafeye gitmek üzere yola çıktığı zaman namazı İki rek'ât kılardı.»
Bu hadîsde bildirilen
üç mil veya üç fersah Resûlüllah (Saîîaîîahü Aleyhi ve Seîîem) 'in seferinin
sonu değildir, Hadîsden maksad şu'dur: Peygamber (Salîaliahü Aleyhi ve Selîem)
namaz vakti gelmeden yola çıkar; üç mil veya üç fersah mikdârı yürüdükden sonra
namazın vakti girer, onu; o zaman kılardı.
Nevevî diyor ki:
«Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Seliem) kasr ederek kıldığı namazın vaktine
bir hayli müddet varken yola çıkar, namaz vakti ona üç mil veya daha fazla yol
aldıkdan sonra gelirdi. O da namazı, o zaman kılardı. Mutlak surette vârid olan
hadîsler kasr'ın beldeden çıkarken caiz olduğu hususunda biribirini te'yîd
ederler. Zîra o anda, o kimseye yolcu denir.»
13- (692) Bize Züheyr b. Harb ile Muhammed b. Beşşâr, hep
birden İbni Mehdî'den
rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Abdurrahmân b. Mehdi rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şu'be, Yezîd b. Humeyr [12]'den,
o da Habib b. Ubeyd [13]'den,
o da Cübeyr b. Nüfeyr'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Şurahbî! [14] b.
Simt ile beraber onyedi veya onsekiz mü mesafede bulunan bir köye gitmek üzere
yola çıktım. Şurahbîl, namazı iki rek'ât kıldı. Bunun (Niçin yaptığını) kendisine sordum: Dedi ki:
— Ömer'i,
Zü'1-Hule'yfe'de iki rek'ât kılarken gördüm de ben de ona sordum. Ömer: Ben
ancak Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)'den gördüğüm gibi yapıyorum,
dedi.»
14- (...) Bu
hadîsi bana Muhammedü'bnü'l-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed
b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, bu isnâdla rivayet etti.
(Yalnız o) İbnü's^Şimt'dan dedi; Şurahbîl adını söylemedi. Bir de: Kendisinin
Hınıs'dan onsekiz mil uzakta bulunan ve Devmîn (veya Dûmîn) denilen bir yer'e
vardığını söyledi.
Zahirî 'lerden
bâzıları bu hadîsle istidlal ederek sefere çıkan bir kimsenin tam bir günlük
bir yere gitmese de namazlarını kasr edebileceğini soylemişlerse de hadîs-i
şerifde bu hususa delâlet yokdur. Çünkü gösterilen her iki aded şüphelidir.
Binaenaleyh bunların hiç birine îtimâd olunamaz. Birinin sabit olduğu farz edilse
bile bu mikdâr, namazı kasr ederek kılmağa başladığının iptidâsıdır.
Hz. Ömer'in
Zû'1-Huleyfe'de namazı kasr ederek kılması, o yer'in seferin sonu olduğuna
delâlet etmez. Şurahbî1'in kasr ederek kıldığı mesafe şek'siz olarak bilinse
bile onun fiili hüccet olamaz; çünkü kendisi bir kavle göre tâbiîndendir.
Cumhûr-u ulemâ-y a muhalefet etmişdir. Yahut onyedi veya onsekiz mil mesafede
namazı kasr etmesi, yolculuğu esnasında olmuşdur. Bu mesafe onun gideceği yerin
sonu değildir; diye te'vîl olunur.
15- (693)
Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyni, Yahya b.
Ebî İshâk [15]'dan, o da Enes b.
Mâlik'den naklen haber verdî. Enes şöyle demiş: Biz Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) ile birlikde Medine'den Mekke'ye (doğru yola) çıkdık da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) tâ dÖnünceye kadar namazları ikişer
rek'ât kıldı. (Yahya demiş ki): Enes'e: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) Mekke'de ne kadar kaldı?» diye sordum;
— On gün! cevâbını
verdi.
(...) Bize,
bu hadîsi Kuteybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne rivayet etti.
H.
Bu hadîsi, bize Ebû
Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Uley-ye rivayet etti. Bunlar hep
birden Yahya b. Ebî İshâk'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Selîem) 'den naklen Hüşeym'in hadîsi gibi rivayet etmişlerdir.
(...) Bize,
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Efe! İshâk rivayet
etti: Dedi ki : Ben, Enes b. Mâlik'i: «Biz, Medine'den Hacc için yola
çıktık...» derken işittim; sonra yukarki hadîsin mislini söyledi.
(...) Bize,
îbnü Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. H. Bize Ebû
Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Ebû Üsâme rivayet etti. Bunlar hep
birden, Sevrî'den, o da Yahya b. Ebî İshâk'dan, o da Enes'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir. (Yalnız burada râvî) Hacc'i zikretme-mişdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Ebvâbü't-Taksîr» ve «Megâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd., Tirmizî, Nesâî ve İbni
Mâce «namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin bir
rivayetinde tasrîh edildiği vecihle ResûlüIIalı (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)
'in bu seferi, Hacc içindi. Mezkûr seferde Mekke'ye Zil-hicce'nin dördüne
rastlayan pazar günü sabahı vâsıl olmuşdu. Bu sefer'-de Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimiz öğle, ikindi, yatsı ve sabah namazlarını ikişer
rek'ât; akşam namazını üç rek'ât olarak hâli üzere kümışdır.
Resûlüllah (Sallallahü
A leyhi ve Sellem) 'in Mekke'de ne kadar kaldığını bildiren hadîsler
muhtelifdir. Buradaki Enes (Radiyallahû anh) rivayetine göre on gün; Buharî'nin
rivayet ettiği İbni Abbâs rivayetine göre ondokuz gün; -Ebû Dâvûd'un rivayet
ettiği İbni Abbâs hadîsine göre onyedi gün; Ebû Dâvûd, Nesâî ve îbni Mâce 'nin
tahrîc ettikleri diğer bir rivjâyete göre onbeş gün; bâzı rivayetlerde onsekiz
gece kalmışdır.
Bu rivayetlerin arası
şöyle cem' edilmişdir: Hz. Enes hadîsi Veda Hacc'ına âiddir. Ö seferde Mekke'de
on gün kaldı denilmesinden murâd: nefs-i Mekke'de değil Mekke ile birlikde
Mina'da kalmasıdır. Çünkü bu husûsda olan Câbir hadîsinden de anlaşıldığına
göre Resûlüllah (SaUaltahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'ye Zilhicce'nin dördünde
girmiş; giriş ve çıkış günleri hâriç olmak üzere orada üç gün kalmış; ayın
sekizinci günü Mina'ya varmış; orada da üç gün yânî şeytan taşiama günlerinde
kalmış ki, bu günlerin sonu Zilhicce'nin onüçüne tesadüf eder.
tbni Abbâs hadîsi ise
Mekke'nin fethine âiddir. Bu bâb'da Imr.ân b. Husayn (Radiyallahû anh) dan da
rivayet vardır. Mezkûr rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Mekke'de onsekiz gece, kalmışdır.
Beyhakî, İbni
Abbâs rivayetleri ile Hz. Imrân
rivayetinin arasını bulmuş ve: «Ondokuz
gün diye rivayet eden, Mekke'ye giriş ve çıkış günlerini hesaba katmış; onyedi
gün diyen bunları terk etmişdir. Onsekiz gece kaldığını rivayet eden, girişle
çıkış günlerinden birini saymış; diğerini saymamışdır.» demişdir.
Onbeş gün rivayetine gelince:
Nevevî (631-676) «El-Hulâsa» nâm eserinde bu rivayetin zayıf ve mürsel olduğunu
söylemişdir. Fakat Aynî 'nin beyânına göre zayıf değil isnadı güzel, râvîleri
mu'temeddir.
Seferde namazların
niçin ikişer rek'ât meşru olduğunu Dahhâk tefsirinde şöyle îzâh eder:
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) islâmiyet'in ilk zamanlarında öğle,
ikindi, yatsı ve sabah namazlarını ikişer rek'ât; akşam namazını ise üç rek'ât
üzerinden kılardı. O bu namazları henüz kıble, Kâ'be'ye çevriimezden önce
kılmışdır. Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) bir gün öğle namazını iki
rek'ât olarak Beyt-i Makdis'e doğru kildıkdan sonra Cebrail (Aleyhîsselâm)
gelmiş; kendisini Kâbeye düğru çevirerek iki rek'ât daha kılmasını işaret
etmiş; ondan sonra ikindi ve yatsı'yı da dörder rek'ât, sabah namazını iki
rek'ât kılmasını emretmiş ve: «Yâ Muhammedi İlk kıldığın farz ümmetinin
yolcuları ile gazilerine mahsûsdur.» demişdir.
Taberânî'nin, Hz. Alî
(Radiyallahû anh) 'dan tahrîc ettiği bir hadîse göre tüccardan bir cemâat
Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)e müracaat ederek: «Yâ Resûlâllah! Biz,
sefere çıkıyoruz. Namazımızı . nasıl kılacağız?» diye sormuşlar. Bunun üzerine
Teâlâ Hazretleri
«Sefere çıktığınız
vakit namazı kasr etmenizde bir
beis yokdur.»
âyet-i kerimesini
indirmiş; sonra bir müddet vahy kesilmiş; bundan bir sene sonra Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) gazaya çıkmış ve Harb esnasında öğleyi kılmış.
Müşrikler bunu görünce biribirlerine :
«Vallahi Mühammed ve
ashabı arkalarından hücuma imkân veriyorlar! Şunların üzerine baskıyı
arttırsanız!...» demişler; müteakiben Teâlâ Hazretleri iki namaz arasında
âyetin sonunu yâni
«Şayet kâfirlerin size
fenalık edeceğinden korkarsanız...» kısmını indirmişdir.
Câbir b. Abdillâh
(Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunan bir hadîse göre kasr âyeti Nah1 denilen
yerde nazil olmuşdur. İbni Esîr'in beyânına göre bu vak'a hicretin dördüncü
senesinde olmuşdur.
Sa'lebî, tefsirinde Hz. İbni Abbâs 'in: «Kasr ederek
kılınan ilk namaz ikindidir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu Us-fân'da Zû Enmâr gazasında kıldı.»
dediği rivayet olunmuşdur.
HABÎS-İ ŞERİFDEN
ÇIKARILAN HÜKÜMLER:
1- İmam
Şafiî (Rahimehullah) bu hadîsle istidlal
ederek: «Sefere çıkan bir kimse, bir yerde dört gün kalırsa namazlarını ikişer
rek'ât kılar; çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de dört gün kalmışdir.» demişdir. İmam
Mâlik, imam Ahmed ve Ebû Sevr'in mezhepleri de budur.
Nevevî'nin beyânına
göre, giriş ve çıkış günleri bu dört günde dâhil değildir. Nevevî-ile Râfiî:
«Esah olan budur.» demişlerdir.
İmam Şafiî 'den bir
rivayete göre, bir kimse bir yerde dört günden fazla kalırsa, mukîm olmağa
niyet etmese bile mukîm olur. Ancak Tahâvî (238-321) : «Şafiî 'nin kavli icmâ'a
muhâlifdir. Zîra ondan Önce hiç bir kimseden bir yerde dört gün kalmaya niyet
etmekle mukîm olunacağı rivayet edilmemişdir.» demişdir.
2- Hanefî'lere
göre, bir yerde onbeş günden daha az kalmaya niyet eden kimse namazlarını
ikişer rek'ât kılar. Çünkü İbni Abbâs ile İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'in
«Müsâfir olarak bir yere varır da, o yerde onbeş gün kalmaya niyet edersen
namazını tam olarak kıl! Oradan ne zaman ayrılacağını bilmiyorsan namazı kasr
et!» demişlerdir. Onbeş günü şeriat, başka yerlerde de nazar-ı îtibâra
almış-dır. Meselâ hayzdan temizlenen bir kadının temizlik müddeti en az on-bez
gündür.
Şunu da unutmamalı ki
Hanefîlere göre mukîm olmaya niyet etmekle mukîm sayılmak; üç günlük yolu
yürümüş olmsya bağlıdır. Üç günlük yolu yürümeden geri dönmeye yahut mukîm
olmaya niyet eden kimse çölde veya ovada bile bulunsa mukîm olur. «EI-Müctebâ»
nâm eserde: «Sefer ancak mukîm olmaya niyetle yahut vatana varmakla veya üç günden
evvel vatana dönmekle bâtıl olur.» denilmişdir.
Meşhur rivayete
göre imam Şafiî 'nin kavli de budur.
Mukîm olmaya niyet
etmek beş şartla müessir olur:
a) Yürüyüşü
terk etmek şarttır. Hatta yürürken mukîm olmaya niyet etse ikaameti sahih
olmaz.
b) Yer mukîm
olmaya elverişli bulunmalıdır. Sahrada veya deryada mukîm olmaya niyet etmek;
sahîh değildir.
c) Yerin
müttehid yâni bir olması:
d) Müddetin bir
olması şarttır.
e) Sefer
eden kimsenin re'yinde müstakil olması da şarttır. Asker, köle ve talebe gibi
kimselerin niyetleri sahih değildir çünkü onlar Tâbi'dirler. Tâbi' için ise
ayrı hüküm yokdur. Metbû'ları neye niyet etmişse, onlarm niyeti de odur.
Şâ'fitlerle,
Hanefîler'in kavillerinden mâda ikaamet müddeti hakkında yirmi kavil daha
vardır. Şöyleki:
a) İbni
Hazm'in rivayetine göre Saîd b. Cübeyr: «Bir yere ayağım bastmmı, orada namazını
tamam kıl!» demişdir. Bu kavi Âişe ve İbni Abbâs (Radiyallahû anhûm) ile Tâvûs'-dan rivayet
edilmişdir.
b) Bir yerde
bir gün ve bir gece kalmakla mukim olunur. İbnü Ab-dilber, bu kavli Rabîa'dan
rivayet etmişdir.
c) îkaamet
müddeti, üç gündür. Saîd b. El-Müseyyeb'in kavli bu'dur.
ç) Bir yerde
dört günden fazla kalan bir kimse orada mukîm olur. İbni Rüşd bu kavli imam
Ahmed'le Dâvûd-u Zahirî 'den rivayet etmişdir.
d) Vardığı
yerde yirmiiki vakit namaz kılamya niyet eden kimse mukîm olur. Mâlikîler
'den İbni Kudâme
«El-Muğnî» nâm eserinde :
«İmam Ahmed'in mezhebi budur.»
demişdir.
e) İkaamet
müddeti, on gündür. Bu kavil Hz. Alî b.
Ebî TâIib'den rivayet olunmuşdur.
f) İkaamet
müddeti, oniki gündür. Evzâî'nin mezhebi budur.
g) İkaamet
müddeti onüç gündür. Bu dahî Evzâî'den rivayet olunmuşdur.
h) İmam Leys
'den rivayet olunduğuna göre ikaamet müddeti onaltı gün'dür.
i) İmam Şâfiî'nin
bir kavline göre ikaamet müddeti, onyedi gündür.
j) İmam
Şafiî 'nin diğer bir kavline göre onsekiz gündür.
k) İshâk b.
İbrahim'e göre ikaamet müddeti ondokuz gündür.
1) İbni
Hazm'e göre yirmi gün'dür:
m) Yolcu
herhangi bir şehre varıncaya kadar namazlarını ikişer rek'ât kılar. İbnü
Abdil-Berr, bu kavlin Hasen b. Ebî'l-Hasen'e âid olduğunu söylemiş, ondan başka
buna kaail olan kimse bilmediğini ilâve etmişdir.
n) Bir
yer'de yirmibir vakit namaz kılmağa niyet eden kimse, orada mukîm olur. îbn ü'1-Münzir bu kavli imam Ahmed b. Hanbe1 'den rivayet etmişdir.
o) Yolcu,
mutlak suretde namazlarını ikişer rek'ât kılar. Bu kavli Ebû Muhammed
En-Nasrî rivayet etmiştir.
p) îbni Ebî Şeybe
'nin tahrîc ettiği bir hadisde İbni Abbâs (Radiyallahû anh) «Bir yerde beş ay
kalırsan, orada namazı kasr ederek kıl!» demiştir.
r) Yine Ebû
Bekr İbni Ebî Şeybe 'nin A b -durrahmân 'dan rivayet ettiği bir hadî&de:
«Sa'd b. Mâlik İle Umman 'da beraber oturduk. O, namazını kasrediyor; biz tamam
kılıyorduk. Kendisine niçin böyle yaptığını sorduk: «Biz daha eyi biliriz;
cevabını verdi.» denilmiştir.
s) Bir zât
İbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'a: «Ben Medine'de bir.yildır oturuyor; sefere
gitmiyorum.» demiş; İbni Abbâs: «Namazı iki rek'ât kıl!» mukaabelesinde
bulunmuştur.
ş) Saîd b.
Cübeyr; «Bir kimse bir yerde on beş günden fazla oturmak isterse namazlarını
tamam kılar.» demiştir.
16- (694)
Bana Harmeîetü'btıü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Amr- -ki İbm'l-Hâris'dir- İbni Şihâb'dan, o da Salim b.
Abdillâh'dan, o da babasından, o da Rcsûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'den naklen haber verdi, ki kendileri Mina'da ve daha başka yerlerde yolcu
namazını ikişer rek'ât kılmış. Ebû Bekr, Ömer ve hilâfetinin ilk zamanlarında
Osman'da hep böyle ikişer rek'ât kılmışlar. Sonraları Osman (Mina'da) dört
olarak tamam kılmıştır.
(...) Bize
bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Velîd b. Müslim,
Evzâîden rivayet etti. H.
Bize bu hadîsi İshâk
ile Ahd b. Humeyd de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdürrezzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. Bunlar hep birden Zührî'den bu isnâdla
rivayet etmişlerdir. Zührî: «Mina'-da» demiş: «başka yerlerde» dememiştir.
17- (...)
Bize Ebu Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ubeyduîlah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen
rivayet etti. İbni Ömer
şöyle demiş: Resûlüllah
«Mina'da namazı iki
rek'ât kıldı. Ondan sonra Ebû Bekr, Ebû Bekr'den sonra Ömer; ve hilâfetinin ilk
zamanlarında Osman da hep ikişer rek'ât kıldılar. Bir müddet sonra Osman dört
rek'ât kılmağa başladı.»
İbni Ömer imamla
kıldığı vakit dört, yalnız kıldığında iki rek'ât kı-larrmş.
(...) Bize
bu hadîsi İbnü'l-Müsennâ ile Ubeyduîlah b. Saîd de rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize Yahya -ki el-Kattân'dir- rivayet etti. H.
Bize bu hadisi Ebû
Küreyb dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Zaide haber verdi. H.
Bize bu hadisi İbnü
Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ukbetü'-bnü Hâlid rivayet etti. Bu
râvîlerin hepsi Ubeydullah'dan bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet
etmişlerdir.
18- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Hubeyb b. Abdirrahmân'dan, naklen rivayet etti. O da
Hafs b. Âsım'ı İbni Ömer'den naklen rivayet ederken dinlemiş. İbni Ömer şöyle
demiş: Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem):
«Mina'da yolcu namazı
kıldı; Ebû Bekir ile Ömer ve sekiz yahut altı sene Osman da orada, yoku namazı
kıldılar.
Hafs demiş ki: «İbııİ
Ömer, Mina'da iki rek'ât namaz kılar; sonra yatağına gelirdi. Ben: Ey Amıca!
Bunlardan sonra iki rek'ât daha kusana! dedim; İbni Ömer: Öyle yapsaydım namazı
tamam kılmış olurdum! dedi.»
(...) Bize,
bu hadîsi Yahya b. Habîb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yânı İbnü'l -
Haris) rivayet etti. H.
Bize İbnü'l-Müsennâ
dahî rivayet etti. Dedi ki : Bana Abdii's-Samed rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi
de: Bize Şu'be, bu isnâdla rivayet etti... demişler «Mina'da» kıldırdığını
söylememişler. Yalnız: «Seferde kıldı.» demişlerdir
Bu hadisi Buhârî «Yolcular
namazı» bahsinde; Nesâî dahî «namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Müs1im'in rivayetinde,
namazın Mina'da ve daha başka yerlerde ikişer rek'ât üzerinden kılındığı
bildirilmektedir.
Anlaşılıyor ki Mina'da
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir ve Ömer (Radfyallahû
anhûm) namazları hep ikişer rek'ât kılmışlar; Hz. Osman dahî hilâfetinin ilk senelerinde
ikişer rek'ât üzerinden kılmış; sonra kasr'ı bırakarak tam kılmaya
başla-mışdır. Çünkü orada kasr da; tamam kılmakda caizdir. Tamam kılmakda daha
ziyâde meşakkat olduğu için Hz. Osman onu tercih etmişdir. Çünkü ibâdetin
zahmetlisi daha makbuldür.
1- îbni
Battal, Mekke 'ye gelen hacıların gerek Mekkede gerekse Mina ve diğer
ziyâretgâhlarda namazları ikişer rek'ât üzerinden kılacaklarına bütün ulemânın
ittifak ettiğini söyler. Çünkü hacılar, bu yerlerde sefer halindedirler. Mekke yalnız
Mekke'illerin yahut orada oturmak istiyenlerin vatanıdır. Mekke 'den,
Medîne 'ye hicret eden muhacirlere Mekke'de oturmamak farz kılınmışdi. Bundan
dolayıdır ki Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) Mekke ile Mina'da kalmaya
niyet etmemişdir.
Yine İbni Battal'in
beyânına göre Mekke'lilerin, Mina'da namazlarım kasr edip etmiyeceği hususunda
ulemânın ihtilâfı vardır:
İmam Mâlik'e göre
Mekke 'liler, namazlarını Mekke'de tam kılar; Mina'da kasr ederler. Mina'lılar
dahî Mina'da tam kılar; Mekke ile Arafât 'da kasr ederler. Çünkü Peygamber
(Saîlallahü Aleyhi ve SeUem) Arafât'da namazını iki rek'ât üzerinden kıldığı
vakit arkasındaki cemâat arasında bir fark gözetmemiş; Mekke 'lilere:
«Siz namazlarınızı
tamam kılın!» dememişdir. Hâlbuki makam, beyân makamıdır. Mekke 'İllerle, Mina'lılar
ve diğer yerler halkı arasında bir fark olsa mutlaka beyân ederdi. Mekke
'lilerin, Mina'da namazlarını ikişer rek'ât üzerinden kılacakları Abdullah îbni
Ömer (Raâiyallahû anh) ile Salim, Kaasim ve Tâvûs'dan da rivayet edilmişdir.
Evzâî ile İshâk'm kavilleri de budur. Bu zevata göre namazı iki rek'ât
üzerinden kılmak, o yere mahsûs bîr sünnetdir. Mina ile Arafat 'da, yalnız
oralarda oturanlar tamam olarak kılarlar.
2- Ekseri
ulemâya göre Mekke'liler, Mina ile Arafât'da namazlarını tamam kılarlar. Çünkü
bu yerler sefer mesafesi değildir. Atâ', Zührî, Sevrî, Hanefî'ler ile Küfe
ulemâsı, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve Ebû Sevr, buna kaa-ildirler. Tahâvî, şunları
söylemişdir: «Hacc ibâdeti, Mina 'lılar
ile Arafat 'da oturanların -Hacc
ettikleri zaman- namazlarını ikişer rek'ât kılmalarını icâb etmez, onlar
namazlarını tamam kılarlar. Namazı kasr etmek yer'e bağlı değil; sefere
müteallikdir. Mekke'liler, bu yerlerde mukîm sayılırlar. Namazlarını kasr
etmezler. Orada mukîm olan bir kimse Mina'ya çıkmakla namazını kasr
edemiyeceği gibi hacılar dahi kasr
edemezler.»
3- Kasr
mesafesi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hanefiyye imamları ile Küfe
ulemâsına göre namazın kasr yâni ikişer rek'ât üzerinden kılınacağı mesafe
yaya ve deve yürüyüşü ile üç gün üç gecelik yol'dur. İmam Ebû Yûsuf'a göre iki bütün gün ile üçüncü
günün ekserisini yürüyen
bir kimse, namazını
kasr edebilir. Bu
kavli imam Hasen b. Ziyâd, imam
A'zam 'dan; İbni Semâ'a dahî, imam Muhammed 'den rivayet etmişlerdir.
Hanefî'ler «üç gün üç
gecelik yol» tâbiri ile gece gündüz yürümeyi kasdetmemişlerdir. Onlar, gündüzü
yürümeye; geceyi de istirâhat'a tahsis etmişlerdir.
Bir kimse üç günlük
bir yola çıksa da; bu yolu kestirmeden giderek bir günde alsa vardığı yerde
namazını kasr eder. Sonra ulemâ sefer mesâfesini fersah'la takdir etmişler;
bâzıları sefer mesafesinin yirmibir fersah, diğer bâzıları onsekiz fersah
olduğunu söylemişlerdir. Fetva onsekiz fersaha göredir. Birtakımları sefer
mesafesinin onbeş fersah olduğunu söylemişlerdir.
Ashâb-ı kiram 'dan
Osman b. Affân, Abdullah b. Mes'ûd, ve Süveyd b. Gafele (Radiyaüahû arihûm)
ile onlardan sonra gelenlerden Şa'bî, İbrahim Nehaî, Süfyân-ı Sevrî, İbni Hayy,
EbûKılâbe , Şerîk b. Abdillâh, Saîd b. Cübeyr ve Muhammed .b. Şîrîn; sefer
mesafesinin üç günlük yol olduğuna kaaildirler. Bunun takriben doksan kilometre
ettiğini az yukarıda görmüştük.
İmam Mâlik 'den bir
rivayete göre Hâşimî Ölçüsü ile kırksekiz miTden daha az olan mesafede namaz
kasr edilmez. Kırksekîz mil, onaltı fersah eder. İmam Ahmed'in kavli de budur.
(Bir fersah üç mil, bir mil altıbin arşın, bir arşın yirmidort parmak, bir
parmak altı arpa tanesi mikdândır.) İmam Mâlik'in kaail olduğu mesafe, iki
günlük yoldur. Hz. Mâ1ik'in meşhur olan kavli budur.
Bir rivayete göre İmam
Mâlik sefer mesâfesini kırkbeş mil olarak tâyin etmişdir.
İmam Şafiî 'den sefer
mesafesi hususunda bir kaç kavil rivayet olunmuşdur. Birinci kavle göre, sefer
mesafesi kırksekiz mil'dir. İkinci kavle göre kirkalti; üçüncüye göre kırk'dan
fazla, dördüncüye göre kırk, beşinciye göre iki gün iki gece, altıncıya göre
bir gün bir gecedir. Bu altıncı kavil Evzâî'nin de mezhebidir. Ebû Ömer İbni
Abdi berr'in beyânına göre Evzâî: «Bilumum fukahâ buna'kaail-dir.» demişdir.
Yine îbni Abdi1berr'in rivayetine göre Dâvûdu Zahirî uzun veya kısa bütün
seferlerde namazın kasr edileceğine kaail olmuşdur. Ona göre şehir haricindeki
bahseçesine giden bir kimsenin, orada namazı iki rek'ât üzerinden kılacağı
rivayet olunur.
Hz. Abdullah b. Öme
r.'den bir rivayete göre bir mü mesafeye giden kimse namazını kasr edebilir. Üç
mil dediği dahî rivayet olunur.
Abdullah b. Mes'ûd
(Radiyallahû anh) a göre sefer mesafesi, dört mildir.
Ebû Saîd-i Hudrî
(Radiyallahû anh) 'dan bir rivayete göre, Peygamter (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem) bir fersahlık mesafeye gittiği zaman namazını kasr edermiş.
Hz. Alî 'nin hurmalığa
gittiği, orada öğle ile ikindiyi ikişer rek'ât kılarak ayni gün tekrar
Medine'ye döndüğü ve: . «Size Peygamberinizin sünnetini öğretmek istedim.»
dediği söylenir.
İbni Abbâs
Hazretlerinin: «Namaz bir gün bir gecelik yolda kasr edilir.» dediği; Hz.
Huzeyf e'nin Küfe ile Medâin arasında namazlarını ikişer rek'ât kılardığı, İbni
Ömer, Süveyd b. Gafele ve Ömerü'bnü'1-Hattâb'a göre sefer mesafesinin üç mil
olduğu rivayet edilir.
Hasan-ı Basrî'ye göre
sefer mesafesi, iki gecelik yol, Ebû'ş-Şa'sâ'ya göre ise altı mil'dir. Bunlara
Müs1im'in rivayet ettiği Enes ve Şurahbîl b. Simt rivayetleri de ilâve
edilince görülür ki mesâfe-i sefer hakkında ulemâ cidden ihtilâf etmişlerdir.
4- Hz. Osman'm,
Mina'da sonraları namazı niçin tamam kıldığı da ihtilaflıdır. Bir kavle göre
Osman (Radiyallahâ anh) namazını hassaten tamam kılmışdır. Ulemâdan bâzılarına
göre Hz , Osman bu bâb'da mubah ile amel etmişdir. Çünkü müsâfir için namazı
kasr etmek de; tamam kılmak da. caizdir. Zührî'ye göre Osman (Radiyallahû anh)m
Mina'da namazlarını dört rek'ât üzerinden kılması, o sene orada Bedeviler çok
bulunduğu İçindir. Osman (Radiyallahû anh} onlara kıldığı namazların esâs
itibârı ile dörder rek'âth olduğunu göstermek istemişdir. Zührî'den diğer bir
rivayete göre Haccdan sonra Mina'da ikaamete niyet ettiği için dört kılmışdır.
Zührî'den bunlara
yakın başka rivayetler de vardır. Fakat bu rivayetlerin hepsine i'tirâz
olunmuşdur.
Vâkıâ Hz. Osman'in
Mina'dan evlendiği için namazlarını orada tamam kıldığı; kendisine i'tirâz
olununca: «Ey nâs! Ben buraya gelince evlendim. Ben, Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Bir kimse bir
beldeden evlenirse, orada namazını mukîm namazı gibi kılsın! buyururken
işitdim.» dediği rivayet olunursa da bu rivayet münkatı'dır.
İbni Battal ( -444)
diyor ki: «Bu kaviller içinde sahih olanı —Allah-u A'lem— şu'dur: Osman ile
Âişe (Radiyallahû anhûma) 'nin seferde namazlarını tamam yâni dört rek'ât üzerinden
kılmaları Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) kasr'la tamam kılma arasında
muhayyer bırakılınca ümmetine, kolay geleni seçtiğini Bab:
i'tikâd ettikleri
içindir. Âişe (Radiyaliahû anha)
«Resûlüllah (SallaUahii Aleyhi ve Sellem) :
«iki şey arasında
muhayyer bırakılırsa günah olmamak şartı ite mutlaka onların kolay olanını
seçerdi.» demişdir. İşte gerek Hz. Âişe gerekse Osman (Radiyaliahû anh)
kendileri hakkında ruhsatı bırakarak; şiddeti tercih etmişler; çünkü bunu da kendileri
için mubah görmüşlerdir.
19- (695)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâhid, A'meş'den
rivayet etti. (Demiş ki) : Bize İbrahim rivayet etti. Dedi ki: Ben Abdurrahmân
b. Yezîd'i şöyle derken işittim: Bize, Osman, Mina'da namazı dört rek'ât
kıldırdı. Bunu Abdullah b. Mes'ûd'a söylediler. İbni Mes'ûd istirca' yaptı,
sonra: «Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Mina'da namazı iki
rek'ât kıldım; Ebû Bekr-i Sıddîk ile Mina'da, namazı iki rek'ât kıldım;
Ömerü'bnü-I-Hattâb ile dahî Mina'da, namazı iki rek'ât kıldım. Keski dört
rek'âtlı namazdan nasibim kabul edilen iki rek'ât olsa!» dedi.
(...) Bize,
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Ktireyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bİze, Ebû
Muâviye rivayet etti. H.
Bize Osman b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. Dedi ki: Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize İshâk ile İbni
Haşrem dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Isâ haber verdi. Bu râvîlerin
hepsi A'meş'den bu İsnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Yolcular namazı» ve «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Hacc»
bahsinde muhtelif râvî'erden tahvîc etmişlerdir.
Hz. Osman'ın, Mina'da
cemaata dört rek'âtlı namazı kasr etmeyip; tam kıldırması Hacc'dan döndükten sonra
şeytan taşlamak için Miria'da kaldığı günlerdedir. Bunu Abdullah b. Mes'ûd'a
söylemişler. Abdullah (Radiyallahû anh)
Hz. Osman'm efdaiı terk
ettiğini görerek
istirca' yapmışdır. İstirca'
Yânı «Bİz
ancak Allah'ın kullarıyız
ve ancak ona
döneceğiz.»
demekdir. Bu cümle
ekseriyetle musibet zamanlarında söylenir. Demek oluyor ki, İbni Mes'ûd (Radiyallahû
anh) Hz. Osman'in ef dalı terk etmesini bir nevî musibet addetmiş; kendisinin
Resûlüllah (Saîîallahü A leyhi ve Sellem) ile Ebî Bekir ve Ömer (Radiyallahû
anhûma) nın arkasında Mina'da bunca namaz kıldığını fakat bunların hiç birinin
dört rek'ât kılmadıklarını söylemiş hattâ bir rivâyetde: «Sonra siz ayrı ayrı
yollara dağıldmız.» demişdir.
1-
Bâzılarına göre bu hadîs Hz. İbni Mes'ûd 'un seferde namazı tamam kılmayı caiz
gördüğüne delildir. Aksi takdirde kendisinin ne dört rek'âtdan nasibi olurdu ne
de ikiden! Çünkü namazın her iki şıkkı da fâsid olurdu. îbni Mes'ûd Hazretlerinin
istircâ'ı, Hz. Osman'm evlâ olan- şekli terk etmesin dendir. Netekim kendisi,
Mina'da sonraları namazı dört rek'ât kıldırmış ve: « Osman'ı ta'yîb ettin; sonra
kendin de dört rek'ât kıldırdın!» denilince ihtilâfa düşmek kötü bir şeydir,
diyerek bunu teyîd etmişdir. Bâzıları: «Bu da gösterir ki, îbni Mes'ûd
(Radiyaîlahâ anh) seferde namazın vücûben kasj1 edileceğine i'tikaad
etmemişdir.» demişlerse de, bu söz doğru değildir. Çünkü Dâvûdî'nin beyânına
göre İbni Mes'ûd Hazretleri kasr'ı farz görüyordu, îbni Mes'ûd (Radiyallahû
anh) kasr'ın farz olduğuna kaail olmasa Hz. Osman'm dört kıldırdığını işittiği
zaman istirca' da bulunmazdı.
Tirmizî: «Bu bâb'da
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir ve Ömer (Radiyallahû anhûma)
nın fiilleri ile amel olunur ki, o da kasr'dır.» demiş; imam Mâlik ile imam
Ahmed'den rivayet olunan bir kavle göre, onlar da buna kaail olmuşlardır.
Mezkûr kavil Sevri ile Hammâd'in da mezhepleridir. Bu kavi Ömer, Alî, Câbir,
İbni Abbâsve İbni
Ömer (Radiyaiîahû anhûm) dan da
rivayet olunur.
20- (696)
Bize Yahya b. Yahya ile Kuteybe rivayet ettiler. Yahya (Bize haber verdi)
tâbirini kullandı. Kuteybe ise Bize Ebû'l-Ahvas EM İshak'dan, o da Harisetü'bnü
Vehb'den naklen rivayet etti; dedi. Harise şöyle demiş :
«Ben, Resulü İlah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîletn) ile birlikde Mina'da insanlar son derece emîn
ve son derece kalabalık olduğu hâlde namazı, iki rek'ât kıldım.»
21- (...) Bize,
Ahmed b. AbdiIIâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Ebû İshâk rivayet etti. (Dedi ki): Bana, Hârisetü'bnü Vehb El-Huzâî
rivayet etti. (Dedi ki) : Ben, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
arkasında: Mina'da namaz kıldım. İnsanlar alabildiğine kalabalıktılar.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu Veda' Haccuıda, namazı iki rek'ât
kıldırdı.
Müslim der ki:
«Hârisetü'bnü Vehb El-Huzâî, Ubeydullah b. Ömer b. Hattâb'm anne bir
kardeşidir.
Bu hadisi Buhârî
«Yolcular namazı» ile «Hacc» bahislerinde; Ebû Dâvûd (202-275), Tirmizî
(209-279) ve Nesâî (215-303) «Hacc»
bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
1- Cumhûr-u
ulemâya göre korku olmadan dahi namazı kasr etmek câizdir.Çünkü Hz. Harise
hadisi Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kemâl-i emniyette olduğu
hâlde Mina'da namazını kasr ettiğini göstermektedir.
2- Hadis-i
şerif: «namazı .kasr etmek, korku veya harb hâline mah-sûsdur.» diyenlerin
aleyhine delildir.
Ebû Ca'fer, tefsirinde
Hz. Âişe 'nin seferde: «Namazınızı tamam kılın!» dediğini, bunun üzerine
oradakilerin: «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) seferde namazı iki
rek'ât kılardı.» mukaabelesinde bulunduklarını; Âişe (Radiyallahû anha)nm :
«Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) :
Harb'd e idi;
korkuyordu; sizlerdemi korkuyorsunuz? dediğini rivayet eder.
Bu zevat âyet-i
kerimesi ile de istidlal ederler. Kendilerine verilen cevap «Yolcuların namazı
babı.» nda görülmüşdü.
Ebû Nuaym'in «Târîh-i
İsbahan» nâm eserinde Ebû'1-Kenûd'dan tahrîc ettiği bir haberde: «İbni Ömer'e
seferde namazın nasıl kılınacağını sordum: Gökten inme iki rek'âtdır;
isterseniz onları reddedin! cevâbını verdi.» denilmektedir.
Ebî Ca'fer hadîsini
sadedinde bulunduğumuz Harise hadîsi reddetmektedir.
3- Tıybî:
«Babımızın hadîsinde Resûlüllah (SaliallahüAleyhi ve Sellem)'in sânını ta'zînı
vardır. Çünkü Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) Allah'ın korku ile kayıtladığı bir hüküm
kayıtsız şartsız caiz olduğunu bildirmiş ve bunu Allah Teâlâ'ya nisbet
etmişdir.» demektedir.
22- (697)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlİk'e, Nâ-fi'den dinlediğim şu
hadîsi okudum: İbni Ömer soğ^ık ve rüzgârlı bir gecede namaz için ezan okumuş
ve: «Dikkat edin namazlarınızı, bulunduğunuz yerde kılın!» demiş. Sonra şunu
ilâve etmiş:
«Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seîlem) (seferde) gece soğuk ve yağmurlu olursa müezzine emreder; o
da : Dikkat edin! namazı menzillerinizde kitini derdi.»
23- (...)
Bize, Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah rivayet etti. (Dedi ki) : Bana,
Nâfi', İbni Ömer'den naklen rivayet etti ki, İbni Ömer soğuk, rüzgârlı ve
yağmurlu bir gecede namaz için ezan okumuş, ezanının sonunda: «Dikkat!.,
namazı menzillerinizde kılın! Dikkat... namazı menzilerinİzde kılın!» demiş. Sonra
şunu ilâve etmiş:
«Gerçekden Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seferde gece soğuk veya yağmurlu olduğu vakit:
«Dikkat!... Namazı, menzillerinizde kılın!» demesini müezzine emir buyururdu.»
24- (...)
Bize, bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti* (Dedi ki) : Bize, Ehv
Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den
naklen rivayet etti ki, kendisi Dacnân denilen yerde namaz için ezan okumuş...
Sonra râvî hadîsin mislini rivayet etmiş (Yalnız burada) : «Dikkat!.. Namazı,
menzillerinizde kılın!» demiş fakat ikinci defa İbni Ömerin: «Dikkat!.. Namazı
menzillerinizde kılın!» sözünü tekrarlamamış.
25- (698)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hayseme,
Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen-haber verdi. H.
Bize, Ahmed b. Yûnus
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize,
Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir, şöyle demiş: Bir seferde
Resûlüliah (Saiîaliahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber (yola) çıktık da yağmura
tutulduk. Bunun üzerine Resûlüliah (Scülaliahü Aleyhi ve Sellem) :
Sîzden kim isterse
namazını, konakladığı yerde kikin!...»buyurdular.
İbni Ömer hadîsini, Buhâr
î «Ezan» bahsin ip- bir iki yerinde müteaddit râvîlerden tahrîc etmişdir.
Dacnân : Mekke'ye bir
konak mesafede bulunan bir dağdır. Zemahşerî (467-538) bu dağ ile Mekke
arasında yirmibeş mil mesafe bulunduğunu söyler.
Hz. Abdullah İbni
Ömer'in arkadaşlarına namazlarını bulundukları yerde kılmalarını tenbîh
etmesi, ezam okurken ara yerde yahut ezan bittikden sonra yapmış olabilir.
Fakat ezan bittikden sonra konuşmuşdur; demek evlâdır.
Hadîs-i şerif soğuk,
yağmur ve rüzgâr gibi, şey'lerin cemaata gitmemek için özür sayıldığına
delildir. Hattâ İbni Battal bu bâb'da ulemânın icmâ' hâlinde bulunduğunu nakletmişdir.
Lâkin Şâfiî1er'ce ma'rûf olan veçhe göre rüzgâr yalnız geceleyin özür sayılır.
Hadîsin zahirine bakılırsa zikredilen üç şey'in geceye mahsûs olduğu
anlaşılıyor-sa da bu hadîsin «Sünen» deki rivayetinde yağmurlu geceden sonra
soğuk sabah da zikredilmisdir.
26- (699)
Bana Alî b. Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, tsmâîl, Ziyâdî'nin
arkadaşı Abdülhamîd [16]'den,
o da Abdullah b. Hâ-ris'den, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet etti ki,
Abd ıllah yağmurlu günde müezzinine: «Ben Allah'dan başka İiâh olmadığına
şehâdet ederim. Muhammed'in Resûlüllah olduğuna şehâdet ederim; dediğin vakit
Hay ye ale's- Selâh... deme: Namazı eylerinizde kılın! de.» şeklinde ta'limât
vermiş.
Râvî diyor ki: Gâlibâ
halk bundan hoşlanmadılar, ki İbni Abbâs : «Siz, buna şaşıyor musun uz? Bunu,
benden daha hayırlı bir zât yapmişdir. Şüphesiz ki cum'a namazı farz'dır. Fakat
ben, size zorluk çıkarıp da çamur ve kaygan yerde yürümenizi istemedim.>
dedi.
27- (...)
Bana, bu hadîsi Ebû Kâmil El-Cahderî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hammâd
(yâni tbniZeyd) Abdülhamîd'den rivayet etti. Demiş ki: Ben, Abdullah b.
Hâris'den dinledim. Dedi ki: «Bize Abdullah b. Abbâs yağmurlu bir günde hutbe
okudu...» ve râvî hadîsi İbni Uleyye hadîsi mânâsında rivayet etti. Yalnız
cum'a'yi zikretmedi de: «Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Seltem) 'i kasdederek:
Bunu, ben'den daha hayırlı bir zât yaptı.» dedi.
Ebû Kâmil dedi ki:
«Bize, Hammâd, Asım'dan, o da Abdullah b. Hâris'den bu hadîsin mislini rivayet
etti.»
(...) Bu
hadîsi bana EbûV-Rabî' El-Atekî -ki Zehrânî'dİr- rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize
Hammâd (yâni İbni Zeyd) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Eyyûb ile Âsım-ı Ahvel
bu isnâdla rivayet ettiler.
Râvî bu hadîsinde:
«Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kastederek.» ibaresini
zikretmemişdir.
28- (...)
Bana îshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Şüraeyl haber
verdi. (Dedi ki) : Bize, Şu'be haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Ziyâdî'nin
arkadaşı Abdülhamîd rivayet etti. (Dedi ki) : Ben, Abdullah b. Hâris'den
dinledim, şöyle dedi: «Yağmurlu bir cum'a gününde İbni Ab-bâs'ın müezzini ezan
okudu...» Râvî hadîsi İbni Uleyye hadîsi gibi rivayet etti. Ve şunu söyledi:
«Ben, sizin çamur ve kayganda yürümenizi istemedim.»
29- (...)
Bize, bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize SaSd b. Âmir [17]»
Şu'be'den rivayet etti. H.
Bize yine Abd b.
Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrazzâk haber verdi. (Dedi ki) :
Bize, Ma'mer haber verdi. Bunların ikisi de Âsım-ı Ahvel'den, o da Abdullah b. Hâris'den
naklen rivayet etmişler ki, İbni Abbâs -Ma'mer'in hadîsinde, yukarıkilerin
hadisi tarzında yağmurlu bir cum'a gününde müezzinine emretmiş.
Ma'mer'in hadîsinde
râvî (İbni Abbâs'ın) : «Peygamber (Salialtahü Aleyhi ve Setlem) 'i kasdederek:
Onu benden daha hayırlı olan bir zât yap-mışdır.» dediğini zikretmişdir.
30- (...)
Bize, bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bîze Ahmed b. İshâk [18] El -
Hadramî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Eyyûb, Abdullah b. Hâris'den rivayet etti. — Vüheyb : Eyyûb onu Abdullah'dan
işitmemişdir; demiş.— Abdullah : «İbni Abbâs yağmurlu bir cum'a günü
müezzinine emretti...» demiş Râvî yukarkilerin hadîsi tarzında rivâyetde
bulunmuş.
Bu hadîsi Buhârî
«Cum'a» bahsinde tahrîc etmişdir.
Cemâatin
hoşlanmadıkları söz, Hz. İbni Abbâs 'in, müezzine «Hayye ale's-Salâh» yerine
«namazlarınızı -evlerinizde kılın!» demesini emretmesidir. Bâzı rivayetlerde
cemâatin bu sözden hoşlanmıyarak biri-birlerine bakıştıkları kaydedilmişdir.
Azme : Farz mânâsına
gelir. Bu kelimenin buradaki mânâsı İsmâî1î'ye nıüşkil görünmüş; bu sebeple
«Şüphesiz ki cum'a namazı farz'dır. cümlesinin sahih olmadığına ihtimâl
vermişdir. Ona göre buradaki «Azme» den murâd: ezanın kelimesi yâni «Hayye
ale's-Salâh!» dır. Çünkü bu cümle namaz için davet cümlesidir. İşitenlerin ona
icabet etmesi gerekir. Şayet «Azme» den murâd cum'a namazı olsaydı, ezanın bir
kısmını bırakmakla bu azimet zail olmazdı.
Hâlbuki azîmetden
murâd cum'a'dır. İbni Abbâs (Raâiyallahû anh) «Her ne kadar cum'a namazı azimet
yâni fajrz olsa da yağmur da bu azimeti ruhsata çeviren Özürlerden biridir.»
demek istemişdir. îbni Abbâs Hazretlerine göre yağmur da cum'a'yı terk etmek
için. bir özür sayılır. İbni Şîrîn ile Abdurrahman b. Semura-mn mezhebleri bu
olduğu gibi imam Ahmed b. Hanbel ile İshâk dahî buna kaail olmuşlardır.
Ulemâdan bir taifeye
göre yağmur, Özür değildir. Binâenaleyh yağmur sebebi ile cum'a namazından
kalmak caiz değildir.
İbni Kaani'in
rivayetine göre bâzı kimseler yağmurlu günde cum'a namazından, kalıp
kalamıyacaklarını imam. Mâlik'e sormuşlar; Hz. İmâm, onlara bu bâb'da bir şey
işitmediğini söylemiş. Kendisine: «Hâdîsde: Dikkat!.. Evlerinizde kılın!»
buyuruluyor demişler..
«O, sefer'e
mahsûsdur.» cevâbını vermiş. Hâlbuki imam Mâlik, cum'a namazından kalma
hususunda yağmurdan ma'dâ Özürleri kabul etmişdir. İbnü'l .Kaasim'in rivayetine
göre imam Mâlik, bir kimsenin din kardeşinin cenazesinde hizmetde bulunmak
üzere cum'a namazından kalmasını tecviz ettği gibi İbni Habîb'in rivayetine
göre Öleceğinden korkulan hastası bulunan kimseye de cum'a'yı terk hususunda
ruhsat tanımışdır.
İmam Şafiî'ye göre,
babasının öleceğinden korkan bir kimse cum'a namazını terk edebilir. At â':
«Cum'a günü hatîb, hutbe okurken babana yetişin imdâd!.. diye bağınrlarsa,
cum'a'yı bırak hemen kalk git!» demişdir.
Yine imam Mâlik den
bir rivayete göre* hastalarla şeyh-ı fânilere cum'a namazı yokdur.
Ebû Miclezz: «Karnı
ağıran kimse cum'a'ya gelmeyebilir.» demiş; îbni Habîb,
Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seîîem) 'in cum'a gününe tesadüf eden
bayram namazına gelen köylülere, o gün cum'a namazına gelmemeleri için ruhsat
verdiğini söylemişdir. Dağlarda yaşıyan köylülere ayni şekildeki ruhsatı H z.
Osman dahî vermişdir. İmam Mâ1ik'in bu bâb'daki sözleri, muhtelifdir.
Şafiî 'lerden rivayet
olunan sahîh kavle göre, böyle zamanlarda cum'a namazı, sakıt olur.
Bu hadîsdeki cümlesi şeklinde
de rivayet olunmuşdur. Birinci rivayete göre cümlenin mânâsı: «Size, meşakkat
vermek istemedim.»; ikinciye göre ma'nâsı: «Sizi, çıkarmak istemedim.»
demekdir.
31- (700)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah, Nâfi'den, o da Ibni Ömer'den naklen
rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Nafile namazını
devesi nereye döndürürce, o tarafa doğru kılarmış.»
32- (...)
Bize, bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû
Hâlid-İ Ahmer, Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da Ibni Ömer'den naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Namazda devesi nereye
döndürürce oraya doğru kılarmış.»
33- (...)
Bana Ufceydullah b, Ömer El-Kavârîrî de rivayet etti (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Saîd, Abdülmelik b. Ebî Süleyman'dan rivayet etti. (Demiş ki) : Bize, Saîd b.
Cübeyr, İfcni Ömer'den rivayet etti. Demiş ki: Besûlüllah (SaUallahU Aleyhi ve Sellem):
«Mekke'den, Medine'ye
gelirken devesinin üzerinde yüzünün
olduğum tarafa doğru namaz kılardı.
«Her nereye dönseniz
Allah'ın vechi oradadır.» [19] »
âyet-i kerimesi onun hakkında nazil oldu
34- (...)
Bize, bu hadîsi İbni Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Mübarek
ile İbni Efcî Zaide haber verdiler. H,
Bize İbnî Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, tabam rivayet etti. Bunların her biri
Abdülmelik'den bu isnâdla, bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir. îbni
Mübarek ile İbni Ebî Zaide hadîsinde: «Sonra İbni Ömer : (Her nereye
dönerseniz, Allah'ın vechi oradadır.) âyet-i kerimesini okudu ve (bu âyet)
bunun hakkında nazil oldu; dedi.» ibaresi vardır.
35- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi kî: Mâlik'e, Arar b. Yahya El-Mâzhıî'den
dinlediğim, onun da Saîd b. Yesâr [20]'dan,
onunda İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: İbni Ömer:
«Ben, Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'i bir
merkep üzerinde Hayber'e doğru
yönelmiş olduğu hâlde namaz kılarken gördüm.» demiş.
36- (...)
Bize, yine Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebû Bekir b. Ömer b.
Abdirrahmân ibni Abdillâh b. Ömer b. Hattâb'dan dinlediğim, onun da Saîd b.
Yesâr'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum : Saîd şöyle demiş: Ben, İbni
Ömer'le beraber Mekke yolunda yürüyordum. Sabah olacağından endişe edince
(devemden) inerek vitr'imi kıldım. Sonra ona yetiştim. İbni Ömer, bana: «Nerede
kaldın?» diye sordu; ben de:
— Sabah olacağından endişe ettim de inerek
vitir namazımı kıldım... dedim. Abdullah :
— Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Setİem) de
senin için bir örnek yok mu? dedi. Ben:
— Hay hay eyvallah!., dedim. Abdullah:
— (öyle ise) Resûlüllah (Salîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) vitrini deve üzerinde
kılardı.» dedi.
37- (...)
Bize yine Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Abdullah b. Dinar'dan
dinlediğim, onun da İbni Ömer'den naklen rİvâ-yet ettiği şu hadîsi okudum: İbni
Ömer :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devesinin üzerinde hayvan nereye döndürürse,
oraya doğru namaz kılardı» demiş.
Abdullah b. Dinar :
«Bunu, İbni Ömer de yapardı.» demiş.
38- (...)
Bana îsâ b. Hammâd El-Mısrî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ley s haber
verdi. (Dedi ki) : Bana İbnü'I-Hâd, Abdullah b. Dinar'dan, o da Abdullah b.
Ömer'den naklen rivayet etti ki, İbni Ömer:
«Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) vitir
namazını hayvanının üzerinde kılardı.» demiş.
39- (...) Bana
Harmeletü'bnu Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize tbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da. Salim b. Abdillâh'dan, o da
babasından naklen haber verdi. Şöyle demiş:
«Resûlüllah
(SallaîlahÜ Aleyhi ve Sellem) yüzü nereye dönerse dönsün hayvanı üzerinde
nafile namaz kılar; vitri de onun üzerinde kılardı. Şu kadar var ki hayvanın
üzerinde farz namaz kılmazdı.»
Bu hadîsi Buhârî
«Salât-ı vitir» bahsinde; Tirmizî, Nesâî ve îbni Mâce «namaz» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin muhtelif
rivayetleri hayvan üzerinde nafile namaz kılınabileceğine; bu arada vitir
namazını dahî hayvan üzerinde kılmanın caiz olduğuna delâlet etmektedir.
Hayvan üzerinde nafile
namaz kılmak bilittifâk câîzdir. Yalnız Dârakutnî ve başkaları burada râvî Amr
b. Yahya 'in hatâ ettiğini söylemiş ve; «Peygamber (SallaîlahÜ Aleyhi ve
Sellem) 'in malum olan namazı deve üzerinde idi. Doğrusu merkep üzerinde namaz
kılmak Müs1im'in de zikrettiği vechle Enes'in yaptığı bir işdir.» demişlerdir.
Bu bâbda her mezhebin tafsilâtı vardır. Şöyle ki:
1-
Hanefîler'e göre hayvan nereye dönerse namazı o tarafa doğru kılmak mendûbdur.
Hayvanın döndüğü tarafı bırakıp da başka tarafa dönmek caiz değildir. Çünkü
bunun için bir zaruret yokdur.
Hayvan üzerinde namaz
kılmak için sefer dahî şart değildir. Mukîm olan bir kimse hiç bir özüm
olmadığı hâlde yolcunun namazını kasr etmeye başladığı yere (şehir dışına)
çıktığı vakit nafile namazı hayvanın üzerinde kılabilir.
Bu namaz îmâ ile
kılınır. Namaza niyetlenirken kıbleye karşı dönmek şart değildir. Çünkü namazın
kendisi kıbleye dönmeden caiz olunca, kıbleye dönmeden niyet de caizdir.
Yalnız kıbleye karşı dönmek imkânı varsa, ona karşı niyetlenmek müstehabdır.
Namaza yerde niyetlenen bir kimse, onu hayvan üzerinde tamamlayamaz. Fakat
şehir dışında hayvan üzerinde başladığı namazını, şehir içine girdiği vakit de
hayvan üzerinde tamamlayabilir.
Farz ve vacip namazlar
ile sabah namazının sünnet'ini hayvan üzerinde kılmak caiz değildir. Meğer ki
kendinin veya hayvanının hırsız yahut yırtıcı hayvan tehlikesine ma'rûz
kalması gibi bir zaruret buluna!
Hayvan üzerinde
namazın sahih olması için hayvanın temiz olması şart değildir. Hayvanın vücûdunda
hattâ semeri ile özengisinde necaset bulunması namaza mâni değildir. Yaya giden
bir kimsenin yürürken nafile kılması caiz değildir. Namaz kılacağı vakit
durması ve namazını; dururken kılması icâb eder.
2- Şâfiîlere
göre hayvan üzerinde nafile kılan bir kimse gideceği tarafa doğru namaz kılar.
O tarafdan başka yere inhiraf etmesi caiz değildir. Meğer ki, kıble başka
taraf da olup da, onun için inhiraf etmiş ola! Aksi takdirde, namazı bozulur.
Hayvan üzerinde namaz
ancak sefer şartı ile caizdir. Velevki gideceği yer sefer mesafesinden az
olsun. Meşakkat yoksa namazı rükû'u ile, sü-cûdu ile kılmak icâb eder. Meşakkat
varsa rükû' ve sücûdu îmâ ile yapar. Kıbleye karşı dönmek vâcipdir. Fakat o da
meşakkatli ise yalnız iftitâh tekbîrini alırken kıbleye dönmek icâb eder. O da
meşakkatli olursa altı şartla kıbleye karşı dönmek ondan sakıt olur. Bu şartlar
:
a) Sefer'in
mubah olması;
b) Sefer'in
cum'a ezanı işitilmiyecek kadar uzak bir yere yapılması;
c) Sefer'in
ticâret gibi şer'î bir maksatla yapılması;
d) Sefer'in
namazdan çıkıncaya kadar devam etmesi,
e) Yürüyüşün
devam etmesidir. Namaz esnasında istirahat için durmak veya hayvandan inmek,
namazı bozar; o namazı yeniden kılmak
icâb eder.
f) Özürsüz
ve ihtiyâç yokken hayvanı mahmuzlamak ve koşturmak gibi fi'l-i kesîr'den (yâni namazla alâkası olmayan fazla fiil ve
hareket-den) sakmmakdir. Zaruret veya ihtiyâç varsa bu gibi fiiller, namaza zarar
etmez.
Hayvanın üzerinde
oturacağı yer temiz olmalıdır. Hayvanın yuları elinde iken hayvan bevleder veya
ağzı kanar yahut necaset üzerine basarsa, namazı bozulur. Yuları, elinde
değilse bunların, namaza zararı yok-dur.
Yolcunun yürürken
nafile namaz kılması caizdir. Yol, çamur değilse, namazı rükû'u ile, sücûdu ile
kılmak ve bunları yaparken kıbleye dönmek icâb eder. Netekim namaza
niyetlenirken ve iki secde arasında otururken dahî kıbleye dönmek lâzımdır.
Namazda yalnız kıyam hâlinde, rükû'-dan doğrulurken, teşehhüd okurken ve selâm
verirken yürür. Kar, çamur veya su içinde yürüyen kimse rükû' ve sücûdunu îmâ
ile yapabilir. Yalnız kıbleye dönmesi icâb eder. Yürüyerek namaz kılan kimse
kasden necâset üzerine basarsa, namazı bozulur; unutarak basarsa ayağına
bulaşıp kalmamak şartı ile, namazı sahîhdir; bulaşırsa namazı bozulur.
3-
Mâlikîlere göre sefer mesafesine giden yolcunun hayvanın üzerinde nafile hattâ
vitir namazını kılması caizdir. Buna yolcunun namazını kasr etmeye başladığı
yerden başlanır. Hayvanın üzerinde tahtırevan veya mihaffe gibi bir şey
bulunur da rükû' ve sücûd yapmak mümkün olursa ya ayakta yahut oturarak namazı
rükû'u ile; sücûdu ile kalmak İcâb eder. Sefer edeceği tarafa dönmek
istikbâl-i kıble yerini tutar. Eşek veya katır gibi bir hayvan üzerinde namaz
kılan rükû' ve sûcüdü îmâ ile yapabilir. Fakat îmâ'nın, semer üzerine değil de
yere yapılması ve alnının açık bulunması şarttır. îmâ ettiği yerin temiz olması
ve keza istikbâl-i kıble şart değildir. Şart olan, gideceği yere dönmesidir.
Zaruret yok iken kasden gideceği yer'den başka tarafa dönmek namazı bozar.
Bundan yalnız kılbe müstesnadır. Çünkü kıble asıl'dır.
Hayvan üzerinde nafile
kılan kimsenin mümkünse namaza kıbleye karşı niyetlenmesi mendûbdur. Fakat yaya
giden veya sefer mesafesinden daha yakın bir yere niyet eden ve keza hayvana
mûtad şekilde binmemiş (meselâ: ters binmiş) olan kimsenin namazı ancak
kıble'ye karşı dönerek rükû' ve sücûdunu tam yapmakla sahîh olur.
Hayvanın üzerinde
nafile kılan kimse, hayvanı kamçılamak, ayağı ile dürtmek ve yularını eliyle
tutmak gibi zarurî fiilleri yapabilir. Yalnız konuşamaz ve bakıriamaz.
Hayvanın üzerinde
namaza niyet eden kimse durur da bulunduğu yerde ikaamete niyet ederse
hayvanından inerek yerde rükû' ve sücûd'u ile namazını tamamlar. Sefer hükmüne
son veren ikaameti, niyet etmezse, namazım hayvanın üzerinde tamamlar ve
kırâeti hafif tutar.
Hayvan üzerinde farz
namaz kılmak caiz değildir. Yalnız hevdeç gibi bir şey içinde bulunursa kıbleye
karşı ayakta durmak, rükû' ve sücûdu yapmak şartı ile namazı sahîh olur.
4-
Hanbelîler'e göre mubah olmak şartı ile muayyen bir yere yola çıkan bir yolcunun
hayvan üzerinde nafile namaz kılması caizdir. Yaya giden bir kimsenin yürürken
nafile kılması dahî böyledir. Hayvan üzerinde kılan kimsenin meşakkatsiz
mümkün olduğu takdirde, bütün namazını kıbleye karşı dönerek rükû'u ile;
sücûd'u ile kılması icâb eder. Meşakkat varsa bunlardan hiç biri vacip olmaz.
Kıbleye karşı döne-miyen, gideceği yer'e doğru kılar. Rükû' ve sücûd'dan birini
yapamayan, onu îmâ ile edâ eder. Mümkün olursa secde için rükû'dan daha fazla
eğilerek îmâ yapmak gerekir.
Yaya giden kimsenin,
kıbleye doğru namaza niyetlenmesi ve yine kıbleye doğru rükû' ve secde yapması
lâzımdır. Namazın şâir kısımlarını gideceği tarafa doğru dönerek edâ eder.
Gerek hayvan üzerinde gerekse yaya giderken, nafile kılan bir kimse, gideceği
tarafa doğru dönerek; namazını kılmakda iken hayvanı onu başka tarafa
döndürürse yahut kendisi dönse özürü bulunmadığı takdirde namazı mutlak
sûretde bâtıl olur. Meğer ki, kıbleye dönmüş ola! Bir Özürden dolayı başka
tarafa dönmüş ve örfen çok sayılacak derecede ise namazı bâtıl olur. Aksi
takdirde, namazı sahîhdir.
Hayvanın temiz olması
şart değilse de üzerinde, namaz kılan kimsenin altındaki heybe ve benzeri
şeylerin temiz olması şartdır.
Muayyen bir yere
gitmeyi niyet etmiyen, yahut mekruh veya haram bir sefere çıkan kimseye kıbleye
dönmek ve şâir namazın bütün şartlarını yerine getirmek vâcibdir.
Sübha'dan murâd:
nafile namazıdır. Tesbîh'in hakikati, noksanlıklardan tenzih demekdir. Ancak
mecazen tahmîd, temcîd ve sâirede kullanıldığı gibi cüz'i zikir, küllü irâde
kabilinden mecâz-ı mürsel olmak üzere nafile namaza da süpha denilir. Ayet-i
kerimedeki Allah'ın vechinden murâd, Allah'ın rizâsıdır.
1- Ulemâdan
Atâ' b. Ebî Rabâh, Hasan-ı Bas-rî, Salim b. Abdillâh, Hz. îbni Ömer'in âzâdlisı
Nâfi, imam Mâlik, imam Şafiî, imam Ah-med b. Hanbel ve İshâk'a göre, yolcu
hayvan üzerinde vitir namazını kılabilir.
îbni Ebî Şeybe 'nin
«Musannef» inde rivayet ettiği bir hadîse göre Abdullah b. Ömer (Radiyallahû
anh) devesinin üzerinde vitir namazını kılmış ve: «Peygamber (Saltallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Devesinin üzerinde
vitir namazı kılardı.» demişdir. Hz. Alî ile îbni Abbâs (Radiyallahû anhûm)
hazerâtindan dahî böyle bir rivayet vardır.
İmam Mâlik, hayvan
üzerinde vitr'in ancak sefer mesafesine niyet eden yolcuya caiz olduğunu
söylermiş.
Evzâî ile imam Şâfiî'ye
göre, bu husûsda seferin uzun veya kısa olması müsavidir. Yâni deve üzerinde
vitir kılmak caizdir. Zahirîler 'den
İbni Hazm de buna kaaildir.
Urvetü'bnü Zübeyr,
İbrahim Nehaî, imam A'zam Ebû Hanîfe, imam Ebû Yûsuf ve imam Muhammed: «vitir,
sair farz namazlar gibi ancak yerde kılınır.»
demişlerdir. Bu kavil
Hz. Ömer ile bir rivâyetde oğlu Abdul1ah (Radiyallahû anhûma) dan dahi rivayet
olunmuşdur.
Sevrî: «Farz namaz ile
vitr'i yerde kıl; Ma'mafîh vitr'i devenin üzerinde kılmanda da bir beis
yokdur.» demişdir.
Hayvan üzerinde^ vitir
kılmayı caiz görmeyenler, şu delillerle istidlal ederler:
a) Tahâvî,
Nâfi' tarîki ile İbni Ömer (Radiyallahû anh) dan şu hadîsi tahrîc etmişdir: «
İbni Ömer, nafile namazını devesinin üzerinde
kılar; vitr'i, yerde edâ
eder; ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
böyle yapardığını söylerdi.» Hadîsin isnadı sahîhdir. Bu hadîs İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'in, Müslim'deki rivayetine
muhâlifdir.
b) Yine
Tahâvî 'nin, Mücâhid tarîki ile rivayet ettiği bir hadise göre İbni Ömer
(Radiyallahû anh) seferde devesinin üzerinde, hayvan nereye dönerse,
oraya doğru nafile namazı kılar; vitr'i hayvanından inerek yerde edâ edermiş.
c) İbni Ebî
Şeybe 'nin «Musannef» inde tahrîc
ettiği Mücâhid hadisinde, Mücâhid:
«Medine'den, Mekke'ye kadar
İbni Ömer'in refakatinde bulundum; namazı hayvanının üzerinde, onun
döndüğü tarafa doğru kılardı. Farz namazın vakti geldimi hayvanından iner; onu
yerde kılardı.» demişdir. Ayni hadîsi imam
Ah-med b. Hanbel «Müsned» inde Saîd
b Cübeyr 'den tahrîc etmişdir.
Mezkûr rivâyetde Saîd: «Abdullah
b. Ömer , nafile namazı
devesinin üzerinde kılardı. Vitir namazını kılmak isterse, hayvanından iner;onu
yerde kılardı.» demektedir.
Görülüyor ki imam
Müslim'in rivayeti, İbni Ömer Hazretlerinin vitir namazını kendisi hayvan
üzerinde kıldığı gibi Resûlüllah (SaîMlahü A leyhi ve Sellem) 'in de hayvan
üzerinde kıldığım; T a-hâvî 'nin rivayeti ise bunun aksine olarak Hz. İbni
Ömer'in vitir namazını yerde kıldığını ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) in dahî yerde kıldığını rivayet ettiğini bildirmektedir. Binâenaleyh
her iki taifenin yâni «vitir hayvan üzerinde kılınır.» diyenlerin de kılınmayacağım
söyliyenlerin de bu hadîsler ile istidlal etmeleri doğru olamaz. Burada yalnız
kılınması diyenler İbni Ömer (Radiyallahû anh) in vitr'i, vâcib addetmediği,
ona göre vitr'in şâir nafileler gibi bir nafile namaz olması ihtimâlinden bahsedebilirler.
Vitr'i nafile addettiğine göre, onu yerde de; hayvan üzerinde de kılabilir.
Peygaraber (Saltalhhü
Aleyhi ve Sellem) in vitir namazını, devesinin üzerinde kılması ihtimâl ki
vitir namazının vacip olduğu henüz anlaşılmadığı bir sırada olmuşdur.
Kıyâs dahî vitir
namazının deve üzerinde caiz olmıyacağını gösterir. Zîra vitir namazını ayakta
kılmaya kudreti olan bir kimsenin yerde vitr'i oturarak kılması bilittifâk caiz
değildir. Buna kıyasen seferde hayvan üzerinden yere inmeye kudreti olan kimsenin
de onu hayvan üzerinde kılamaması icâb eder. Tahâvî: «Bu cihetden dolayıdır ki
bence deve üzerinde vitir kılmak nesh edilmişdir.» diyor.
Gerçi Hz. îbni Ömer'in
devesi üzerinde vitir kıldığı ve Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Selîem) 'in
de böyle yapardığını rivayet ettiği sahîhdir. Bu rivayete bakılırsa nesh
iddiasının doğru olmaması icâb eder. Çünkü Hz. İbni Ömer'in rivayeti Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatından hayli sonradır. Fakat az önce
söylediğimiz gibi İbni Ömer'e göre vitr'in nafile olmak ihtimâli vardır. Binâenaleyh
ona göre vitir namazını kılan kimse muhayyerdir. Onu ister hayvan üzerinde,
isterse yerde kılabilir. Netekim yerde kıldığı da rivayet olunmuşdur. Şu hâlde
caiz ki hayvan üzerinde kılması bunun nesh edildiğini öğrenmeden öncedir.
Nesh'i duydukdan sonra yerde kılmışdır. Bü îzâkat ile İbni Battâ1'in sözü de
Ibtâl edilmiş olur. İbni Battal: «Babımızın hadîsi vitr namazını vacip gören
Ebû Hanîfe aleyhine huccetdir.» demişdir.
2- Bazıları
vitir namazının sünnet olduğuna bu hadîsle istidlal etmişlerdir. Aynî bunlara
hayret etmiş ve: «Şaşarım bu adamlara!.. Vitrin vâcib olduğuna delâlet eden
hadîsleri ve insafı nasıl bıraktılar da mez-heblerini hiç bir kat'î delil
olmaksızın tervice kalkışarak bu bocalama yolunu tuttular!..» demiştir.
3- Zaruret
yokken hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz. «Hulâ-satü'l Fetâva» nâm eserde :
«Bir özürden dolayı hayvan üzerinde farz namaz kılmaya gelince: bu caizdir.
Yağmur da bir özürdür. îmam Muhammed 'den bir rivayete göre seferde bulunan bir
kimse yağmura tutulsa da namaz kılmak için inecek kuru bir yer bulamasa,
hayvan üzerinde kıbleye karşı durarak ve mümkünse hayvanını durdurarak îmâ ile
namazını kılar. Buna imkân bulamadığı takdirde kıbleye arkasını dönerek kılar.
Bu, yüzünü gömecek derecede çamur olduğuna göredir. Çamur bu dereceyi bulmazsa
namazını yerde kılar. Hırsız korkusu, hastalık, hayvanından inerse binemeyecek
kadar geçkin ihtiyarlık ve yırtıcı hayvan korkusu gibi şeyler de özürdür.»
denilmiştir. «El-Muhît» de de : Bu gibi
hâllerde hayvan üzerinde namaz kılmak caizdir. Özür zail olduktan sonra o
namazı tekrar kılmak lâzım gelmez. Vakit namazlarının sünnetleri nafile
hükmündedir. Ebû Hanife 'den bir rivayete göre sabah namazının sünnetini kılmak
için hayvanından iner; hatta bir rivayette Ebû Hanife'ye göre bu namaz vâcib
olduğu için onu oturarak kılmak caiz değildir. İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed'e göre
sabah namazının sünneti vitirden daha kuvvetlidir, denilmektedir.
4-
Bazılarına göre vitir namazı farz değil, Peygamter (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in hasâisinden de değildir. Bu söze Aynî şu cevâbı vermiştir:
«Evet biz de onun farz
olmadığına kaailiz. Ama zikrettiğimiz delillerden dolayı onun vâcib olduğunu
söylüyoruz. Farzla vacibin arasında fark görmeyenler, lügate muhalefet
etmişlerdir. Bir kelimenin lügat ma'-nâsı şer'î ma'nâsında da i'tibâra
alınır...»
Vâkîa İmam Ahmed b. Hanbel'in
«Müsned» inde; Hâkim'in de «Müstedrek» inde İbni Abbâs (Radiyallahû cnh) dan
rivayet ettikleri bir hadîsde Hz. İbni Abbâs: «Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem) 'i şöyle buyururken işittim:
«Uç şey vardır ki,
bana farz, size nafiledir. Bunlar, vitir, kurban ve sabah namazının iki rek'ât
sünnetidir.» demişse de bu hadîs zaiftir. Sa-hîhsolduğunu ve hadîsin Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e hususiyetini teslim etsek bile vâcib olan
namaz hayvan üzerinde kılınamaz.
40- (701)
Bize Amr. b. Sevvâd ileHarmele rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb
hater verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan, o da Abdullah b. Âmir b. Rabîa'dan
naklen haber verdi, ona da babası haber vermiş, ki kendisi Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'i seferde geceleyin devesinin üzerinde hayvanın
döndüğü tarafa doğru nafile namaz kılarken görmüş.
Bu hadîsi Buhârî
«Taksîru's - Salât» bahsinin bir iki yerinde muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişdir.
Râhile: yolculuğa
elverişli dişi deve demekdir. Bâzılarına göre yola ve yük taşımağa elverişli
olan erkek deveye dahî «râhile» denilir. Kelime erkek deve hakkında
kullanıldığı vakit, sonundaki yuvarlak «tâ» muble-ğa için getirilmiş olur.
«Hayvanın döndüğü
tarafa doğru...» tâbirinden murâd, kıbleye tesadüf etsin etmesin hayvan nereye
dönerse, o tarafa doğru namaz kılardı demekdir.
Tirmizî (209-279):
«Umûmiyyetle ulemâ bununla amel etmişlerdir. Aralarında hiç bir ihtilâf
olduğunu bilmiyoruz. Onlar bir kimsenin devesi üzerinde, hayvanın yüzü kıbleye
karşı olsun olmasın, nafile namaz kılmasında bir beis görmezler.» demişdir.
Filhakika seferde, hüküm budur. Hazarda ise ihtilâf edilmişdir. Hanefîler'den
imam Ebû Yûsuf ile Şâfiîler'den Ebû Şaîd-i İstahrî'yeve Zahirî 'lere göre
hazarda da hayvan üzerinde nafile kılmak caizdir. Şâfiî'lerden bâzıları:
«Hazarda hayvan üzerinde nafile namaz kılmak caizdir. Ancak namazın her
cüz'ünde kıbleye karşı durmak lâzımdır.» demişlerdir. Yine Şâfiîlerden başka
bir kavle göre binek giden kimseye nafile namazı kılmak caiz; yaya giderken
caiz değildir.
İmam Ebû Yûsuf la ona
muvafakat edenlerin delili buradaki hadîsdir. Çünkü bu hadîsde sarahaten sefer
zikre dilmemiştir. İmam A'zam ile imam Muhâmmed, bunun hazarda caiz
olmıyaca-ğına kaaildirler. Delilleri, bundan sonraki bâb'da gelen İbn i Ömer
(Radiyallahû anh) hadîsidir. Çünkü o hadîsde sefer zikredilmişdir. Müs1im'in
bir rivayetinde de: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke 'den,
Medîne'ye gelirken hayvanının üzerinde yüzünün baktığı tarafa doğru namaz
kılardı.» denilmişdir.
1- Hayvan
üzerinde nafile kılmak caiz; fakat yaya gidenin nafile kılması caiz değildir.
Çünkü hayvan üzerinde namaz kılmak bir ruhsattır. Ruhsatlara ise başkası kıyâs
edilemez.
Şâfiîyye ulemâsı,
seferde yaya giden bir kimsenin gitmek istediği tarafa doğru namaz kılması
hususunda ruhsat olduğuna cezm etmişlerdir. Yalnız onların mezhebine göre
namaza niyet ederken bir de rükû' ve sücûd hâllerinde kıbleye dönmek ve keza
rükû' ile sücûdun yer üzerine yapılması şarttır. Esah kavle göre selâm
verirken kıbleye dönmek şart değildir.
2- Hadîs-i
şerîfde deveye binmekden bahsedildiğine göre gemiye .binmek hüküm itibârı ile
hayvana binmekle bir değildir. Çünkü gemiye
binen kimse gemi
yürüse de; dursa da kıbleye dönebilir. Bâzıları kaptanın oturarak namaz
kılabileceğini söylemişlerdir. Bir takımları bunun ancak hareket hâlinde caiz
olduğuna kaaildirler.
41- (702) Bana
Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân b. Müslim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Enes b. Şîrîn rivayet
etti. Dedi ki: Enes b. Mâlik'i Şam'a gittiği vakit (donüşde) karşıladık;
onunla Ayn-ı Temir denilen yerde karşılaştık. Kendisini bir merkep üzerinde
namaz kılarken gördüm. Yüzü şu tarafa doğru idi (râvî Hemmâm kıblenin soluna
işaret etmiş.) Ben, kendisine :
«Seni kıbleden başka
tarafa doğru namaz kılarken gördüm!» dedim. Enes (Radiyallahûanh):
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in böyle
yapardığını görmemiş olsaydım, ben de yapmazdım.» cevâbını verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kasr-ı Salât» bahsinde tahrîc etmişdir.
Müs1im'in buradaki
rivayetinde «Şam'a geldiği vakit.» denilmişdir. Buhârî'de ise bunun yerinde:
«Şam'dan geldiği vakit.» ifâdesi vardır. Bu sebeple bâzıları Müs1im'in
rivayetini vehm ve hatâya hamletmiş; doğrusunun Buhârî rivayeti olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü Hz. Enes {Radiyallahû anh) Haccâc-ı Zâlim'i halîfe
Abdülmelik b. Mervân 'a şikâyet için Şam'a gitmişti. Şam'dan donüşde halk,
kendisini karşılamak1 üzere Basra'dan çıkmışlar ve Ayn-ı Temir denilen yerde
ona tesadüf etmişlerdi. Fakat Nevevî buradaki hatâ iddiasını kabul etmemiş;
Müs1im'in hemen hemen, bütün nüshalarında aynı şekilde rivayet edilen bu
cümlenin mânâ itibârı ile sahîh olduğunu söylemişdir. Yalnız Hz. Enes'in
Şam'dan dönüşü herkesçe mâlüm olduğu için Müslim 'in rivayetlerinden hazf
edilmişdir. Mânâ şudur: «Biz, Enes (Radiyallahû anh)ı Şam'a gittiğinde, dönerken
karşıladık...»
Aynî: «Müslim'in sahîh
bir nüshasında (Şam'dan geldiği vakit) ibaresini buldum.» diyor. Şu hâlde
ibareden ekseri nüshalarda «Min» edatı düşürülmüş olur ki, bu hatâ İmam
Müslim'e değil onun kitabını istinsah eden zevata âiddir.
Enes b. Şîrîn 'in, Enes
b. Mâlik (Radiyallahû anh)a itirazı, «niçin merkep üzerinde bu şekilde namaz
kılıyorsun?» diye değil; kıbleye karşı dönmediği içindir. Hz .Enes, buna
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den böyle gördüğünü bildirmek sureti
ile cevap vermişdir. Gerek bu hadîsden gerekse bundan önce yine bu bâbda geçen
-35 numaralı» Yahya hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in
merkep üzerinde nafile namaz kıldığı anlaşılmaktadır. Binâenaleyh «35» numaralı
hadîsin râvîlerinden Amr b. Yahyâ'yi hatâya nisbet etmeye bir sebep yokdur.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} bazen de-
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) seferde öğle'yi geçe btrakır; İkindiyi de vakti geldiği gibi
acele kılardı; akşam'ı te'hîr eder; yatsıyt acele kılardı.» deniliyor. Yalnız
râvüerinden Muğiratü'bnü Ziya d 'ı, Cumhûr-u ulemâ zayıf bulmuş; İbni Maîn ile
Ebû Zür'a mevsuk saymışlardır.
İbni Abbâs hadîsi,
Müslim'dedir. Bu hadisde : «Gerçekten Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Tebûk gazasında yaptığı bir seferde iki namazı yânî öğle ile ikindiyi ve akşam
ile yatsıyı toptan kıldı.» denilmişdir. Râvîlerden Saîd b. Cübeyr diyor ki:
«İbni Abbâs'a: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i böyle yapmaya sevk
eden nedir?» dedim, İbni Abbâs: «Ümmetine zorluk çıkarmak istemedi.» cevâbını
verdi.
Üsâmetü'bnü Zeyd
hadîsini Tirmizî «El-İIel» nâm eserinde tahrîc etmişdir. Bu hadîs dahî
yukarkiler gibi öğle ile ikindinin ve akşamla yatsının birlikte kılındıklarını
gösteriyor. Tirmizî: «Ben, bu hadîsi Muhammed'e sordum: «Sahîh olan onun Üsâmetü'bnü
Zeyd'e mevkuf bulunmasıdır.» cevâbını verdi.» demektedir.
Câbir hadîsini Ebû
Dâvûd ile Nesâî tahrîc etmişlerdir. Mezkûr hadîsde beyân edildiğine göre;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'de iken güneş batmış; o da Akşam
ile yatsıyı Şerif denilen yerde topdan kılmışdır.
İmam Ahmed'in «Müsned»
inde rivayet ettiği Câbir hadîsinde : Ebû'z-Zübeyr: «Câbir'e, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç akşam namazı ile yatsıyı cemî' ederek kıldı
mı? diye sordum; Evet Benî Mustalik ile gaza ettiğimiz sene kıldırdı.» cevâbını
verdi, dediği rivayet olunur.
Huzeymetü'bnü Sabit
hadîsini Taber ân î tahrîc etmişdir. Bu hadîsde; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem)'in Müzde-life'de akşam namazını üç, yatsıyı iki rek'ât olmak üzere
her ikisini bir ikaamet ile kıldırdığı bildirilmektedir.
İbni Mes'ûd hadîsini,
İbni Ebî Şeybe «Musannef» inde tahrîc etmişdir. Ayni hadîsi Tab erânî
dahî «El-Kebîr» inde :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) akşam ile yatsı namazlarını cemî ederek kılardı. Berikini
vaktin sonuna te'hîr eder; ötekini de vaktinin evvelinde acele kılardı.»
şeklinde rivayet eder.
Ebû Eyyûb, Ebû Saîd-i
Hudrî ve Ebû Hüreyre (Radiyallahû anhûm) hadîsleri de böyledir. Ebû Evyûb
hadîsini Buhârî; Ebû Saîd-i Hudrî hadîsini Taberâni; Ebû
Hüreyre hadîsini de Bezzâr rivayet etmişdir.
2- Namazları
cem' ederek kılma hususunda imamların mezhepleri muhtelifdir. Bâzıları bu
hadîslerin zahirlerine bakarak, sefer hâlinde Öğle ile ikindiyi ve akşamla
yatsıyı, ikisinden birinin vaktinde toptan kılmaya cevaz vermişlerdir.
İmam Şafiî ile Ahmed
b. Hanbe1'in ve İshâk'in mezhepleri budur.
İbni Battal diyor ki:
«Cumhûr-u ulemâ, yolcuya Öğlen ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı mutlak sûretde
toptan kılmanın caiz olduğunu söylemişlerdir.» Bu mes'elede altı kavil vardır:
a) İbni
Battâ1'in dediği şekilde cemi' caizdir. Bu şekilde cemî ashâb-ı kirâm'dan:Alî
b. Ebî Tâlib, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Saîd b. Zeyd, Üsâ metü'bnü Zeyd, Muâz b. Cebel, Ebû Mûse'l-Eş'arî,
Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbâs (Radiyallahû anhûm) ile
Tabiînden Ata' b. Ebî Rebâh,
Tâvûs, Mücâhid, lirime, Câbir
b. Zeyd, Rabîatü'r' Rey'y, Ebû'z-Zinâd, Muhammed b. Münkedir ve Saf fân b. Süleym
hazerâtından nakledildiği gibi
Süfyân1 Sevrî, imam Şafiî, imam
Ahmed, İshâk, Ebû Sevr, İbni
Münzir, Mâlikîl er 'den Eşheb
gibi imamlar da buna kaaildirler. Bu kavil imam Mâ1ik'e bile nisbet
olunur. Fakat Hz. Mâ1ik'in meşhur kavline göre cemî sureti ile toptan namaz
ancak acele yolculuk zamanında rneşrû' olur.
b) İki
namazı bir vakitde kılmak sureti ile cemî yapmak ancak acele sefer zamanında
caizdir. Bu kavil Üsâmetü'bnü Zeyd ile İbni Ömer (Radiyallahû anhûma) 'dan
rivayet olunmuşdur. İmam Mâ1ik'in meşhur kavli de budur.
c) İki namazı
cemî sureti ile birden kılmak ancak yol almak istenildiği zaman caizdir.
Mâ1ikî1er'den İbni Habîb'in kavli
budur.
d) İki
namazı, bir vakitde kılmak mekrûhdur.
Îbnü'l-Arabî, bu kavlin Mısırlılar
tarafından imam Mâlik'den rivayet edildiğini söyler.
e) Cem-i
te'hîr caiz; cem-i takdim caiz değildir. İbni Hazm'in kavli budur. Cem-i
te'hîr'den murâd, birinci namazı vaktin sonuna bırakmak; ikinciyi de vaktinin
evvelinde kılmak sureti ile yapılan cemî'dir. Sonraki namazı evvelki namazın
vaktinde kılmak sureti ile yapılan cem'e cem-i takdim derler.
dümemişdir. Bu
husûsdaki izahat bir iki hadîs sonra (yâni babımızın sonunda) verilecektir.
46- (704)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd r;vâyet etti. (Dedi ki) : Bize, Mufaddai (yâni İbni
Fadâle) [21] Ukayl'den, o da İbni
ŞihâVdan, o da Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti. Enes, Şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) gün devrilmeden önce yola çıkarsa öğleyi, ikindi
vaktine îe'bîr eder, sonra (hayvanından) inerek, ikisini birden kılardı. Yola
çıkmadan önce gün devrilirse öğle namazını kılar sonra (hayvanına) binerdi.»
47- (...)
Bana, Amru'n - Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şe-bâbetü'bnü Sevvâr
El-Medâyinî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys b. Sa'd, Ukayl b. Hâlid'den, o
da Zührî'den, o da Enes'den naklen rivayet: etti. Enes şöyle demiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) seferde iki namazı birden kılmak istediği vakit öğle'yî,
ikindinin ilk vakti girinceye kadar te'hîr eder, sonra ikisini birden kılardı.»
48- (...)
Bana Ebû't - Tâhîr ile Amr b. Sevvâd dahi rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Câfrir b. İsmail, UkayFden, o da İbni
Şihâb'dan, o da Enes'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den
naklen rivayet etti ki:
«Efendimiz sefere
acele ettiği zaman öğle'yi, ikindinin ilk vaktine kadar te'hîr eder;
Müteakiben aralarını cemi eylermiş. Akşam namazını da te'hîr eder tâ şafak
kaybolduğu vakit, onu yatsı ile beraber kılarmış.
Bu hadîsi Buhârî
«Kasr-u's - Salât» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî dahî «Namaz» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Bu rivayetler öğle ile
ikindinin akşam namazı ile yatsının cemi sureti ile birden kılınacağına
delildir. Ve hepsi cemî için Öğle ile akşam namazının te'hîr namazının te'hîr
edileceğini göstermektedir.
Buhârî şârihi Aynî
(762-855) bu bâb'da sözü iki kısma ayırıyor. Şöyle ki:
1- Ashâb-ı
kirâm'dan iki namazı cemî' sureti ile birden kılanlar: Alî b. Ebî Tâîib, Enes
b. Mâlik, Abdullah b. Amr, Âişe, îbni Abbâs, Üsâmetü'bnü Zeyd, Câbir b. Abdillâh,
Huzeymetü'bnü Sabit, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Byyûb, Ebî Saîd ve Ebû Hüreyre (Radtyallahû anhûm) hazerâtidır.
Ebû Dâvûd 'un zararsız
bir senedle tahrîc ettiği Hz. Alî hadîsinde : «Alî (Radiyalîahû anh) sefere
çıkarsa güneş batıp karanlık çökmeye başladıkdan sonra yola revân olur, sonra
hayvanından inerek akşam namazını kılar; sonra akşam yemeğini yer; sonra
yatsıyı kılar ve: Ben, Resûlüllâh (Saîîalîahü Aleyhi veSellem)'i böyle yaparken
gördüm; derdi.» buyurulmaktadır. Mânâ itibârı ile temâmiyle buna benziyen
diğer bir rivayeti de îbni Ebî Şeybe «El-Musannef» İnde tahrîc etmiş-dir.
Dârakutnî 'nin rivayet
ettiği Hz. Alî hadîsinde ise : «Alî (Radiyalîahû anh) dedi ki: Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sevenı) güneşin zeval vaktinde yola çıkarsa Öğle ile ikindiyi
toptan kılar; şayet yola acele ederse ikindiyi Öne alır, öğleyi de vakti girer
girmez acele kılar; böylece aralarını cemî ederdi.» denilmekte ise de bu
hadîsin isnadı sahih değildir.
Enes hadîsi, babımız
hadîslerinden biridir. Mezkûr rivayeti Buhârî ile Ebû Dâvûd ve Nesâî dahi
tahrîc etmişlerdir,
Abdullah b. Amr
hadîsini İbni Ebî Şeybe «Mu-sannef» inde; İmam Ahmed b. Hanbel de «Müsned» inde
tahrîc etmişlerdir. Bu hadîsde: «Resûlüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Benî
Mustalık gazasında, iki namazı toptan kıldı.» denilmektedir. Yalnız hadîsin
râvıleri arasında Haccâc b. Ertâ.t vardır ki, hüccet olup olmadığı
ihtilaflıdır.
Âişe (Radiyalîahû
anha) hadîsini İbni Ebî Şeybe «Mu-sannef» inde; İmam Ahmed «Müsned» inde tahrîc
etmişlerdir. Mezkûr hadîsde,: ve bazen de merkep üzerinde nafile namaz kılmış
demekdir. Onun içindir ki İbni Battal: «Seferde eşek ile katır ve diğer
hayvanların üzerinde nafile namaz kılmak arasında bir fark yokdur; namaz kılan
kimsenin hayvanın dizginini tutması ve ayaklarını sallaması caizdir. Yalnız
konuşamaz; bakınamaz ve semerin kenarına secde edemez. Belki sü-cûd'u,
rükû'undan daha alçak olmak üzere îmâ eder. Bu da Allah'ın kullarına bir
rifk-u rahmetidir.» demişdir. «Aynü't-temr» Şam'a doğru Irak yolu üzerinde bir
yerdir. Hz. Ebû Bekir devrinin, sonunda burada Hâ1id b. Ve1îd ile acemler
arasında meşhur bir harp vuku' bulmuş; Hz. Hâ1id Kişranm elinde araplardan
bâzı rehineler bulmuştu ki, müfessir Ke1bîn'in dedesi ile Hz. Osman'm kölesi
Humrân ve Hz. Enes'in kölesi Şîrîn bunların arasında idi.
42- (703)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Nâ-fi'den dinlediğim, onun
da İbni Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum: tbni Ömer: Resul ül lalı
(Sallatlahü Aleyhi ve Setlem) :
«Sefere acele ettiği
zaman akşam ile yatsı'yi bir arada kılardı.» demiş.
43- (...)
Bize, Muhammedu'bnü'l-Müsennâ rivayet etti.p (Dedi ki) : Bize, Yahya,
Ubeydullah'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana, Nâfi, haber verdi ki, ibni Ömer,
acele yola çıkacağı zaman şafak kaybolduktan sonra akşam ile yatsıyı beraberce
kılar ve : Gerçekden Resûlüllah (Saltailahü Aleyhi ve Settem) :
«Yola acele ettiği
vakit aksam ile yatsı'yi birlikte kılardı.» dermiş.
44- (...)
Bize Yahya b, Yahya ile Kuteybetü'bnü Saîd, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Amru'n -
Nâkıd, hep birden,, İbnİ Uyeyne'den rivayet ettiler. Amr, dedi ki: Bize,
Süfyân, Zührî'den, o da Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet etti.
Sâlim'in babası şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn) 'i acele yola çıkacağı zaman akşam ile yatsı'y
birlikde kılarken gördüm.
45- (...)
Kana, Harmeietü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) :>Bize, İbnî Vehb haber
verdi. (Dedi ki) : Bize, Yûnus, İbni ŞihâVdan naklen haber verdi. Demiş kî:
Bana, Salim b. Abdillâh haber verdi, ki babası söyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i sefere acele ettiği zaman akşam namazım re'hîr
ederek, onunla yatsıyı birlikte kıldığını gördüm.»
Bu hadîsi Buharı
«Taksîru's-Salât» bahsinin iki yerinde; Nesâî dahî «Namaz» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin bütün
rivayetlerinde, yola çıkmakdan; bir. rivayetinde sefer için yola çıkmakdan
bahsedildiğine göre yola çıkmanın sefer kasdı ile mukayyet olduğu anlaşılıyor.
Şu hâlde şehir haricindeki bağ ve bostana gitmek buradaki hükümden hâriçdir.
Yânî böyle yerlere gidileceği zaman iki namazın cemi edilmesi (her ikisinin
birlikde kılınması) mevzû-i bahs değildir.
Hadîs-İ şerîf, seferde
akşamla yatsının cemi' sureti ile ikisinin bir arada kılınabileceğine delildir.
Kirmâni : «Bu hadîs
akşam namazını yatsı zamanına bırakarak her ikisini yatsı vaktinde birlikde
kılmayı caiz gören Şafiî'ye huccetdir.> demişdir.
Hanefîlere göre
buradaki cemî'den murâd, akşam namazını vaktinin sonunda, yatsıyı da vaktinin
evvelinde kılmak suretiyle hâsıl olan zahirî ve sûrî cemî'dir. Yoksa akşam
namazının vakit dışına bırakılması kasde-
f) Sefer
dolayısiyîe mutlak sûretde cemî yapmak caiz değildir. Cemî ancak Arafat'la,
Müzdelife'de yapılır. Hasan-i Basrî, İbni Sîrin, İbrahim Nehaî, Esved, Ebû
Hanife ve diğer Hanefiyye imamlarının mezhepleri budur. Kaasim 'in rivayetine
göre imam Mâlik de bu kavli tercih etmişdir.
İmam A'zam ile diğer
Hanefiyye ulemâsı Arafat ile Müzdelife 'den başka hiç bir yerde cemî
yapılamıyacağına kaail olmuşlardır. Bu kavil ashâb-ı kiramdan Abdullah b.
Mes'ûd, Sa'd b. Ebî Vakkaas, Abdullah b.. Ömer (Radiyaiîahû anhûnt) ile onlardan
sonra gelen İbni Şîrîn, Câbirb. Zeyd, Mekhûl, Amr b. Dînâr, Sevrî, Esved, Ömer
b. Abdilâzîz Sâlim ve Leys b. Sa'd hazerâtmdan da rivayet olunmuşdur.
İbni Ebî Şeybe *nin
«Musannef» İnde rivayet ettiği bir hadîsde, Hz. Ebû Musa: «özürsüz iki namazı
lirden kılmak, büyük günahlardandır.» demişdir,
«Et-Telvîh» sahibi
diyor ki: Nevevî'nin, (Ebû Yûsuf ile Muhammed, imamlarına muhalefet
etmişlerdir. Onların kavilleri de Şafiî ile imam Ahmed'in kavli gibidir.)
sözünü «Hidâye» sarihlerinden (EI-Gâye) Sahibi, reddetmiş; onların böyle bir
şey söylediklerinin aslı olmadığını bildirmişdir.»
Aynî dahî: «Mes'ele
Telvîh sahibinin dediği gibidir. Ulemâmız, ÜÇ'imamımızın, hâlini daha iyi
bilirler.» diyor.
Hane.fîler, Buhar î
ile Müs1im'in ittifakla Abdullah b. Mes'ûd (Radiyaiîahû anh) 'dan rivayet
ettikleri hadîsle istidlal ederler. Mezkûr hadîsde İbni
Mes'ûd- (Radiyaiîahû anh):
«Ben, ResDIüüoh
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir namazı kendi vaktinden başka bir vakitde
kıldığını görmedim. Ancak Müzdelife müstesna! Çünkü orada akşam'la yatsıyı
birden kılmış; ertesi gün sabah namazını ela vaktinden önce kılmış di»
demişdir. Hanefiler bir de Müslim'in rivayet ettiği Ebû Katâde hadîsi ile
istidlal ederler. Bu hadîsde: Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Uykuda bir kusur
işleme yoktur. Kusur ancak uyanıkken bir namazı, başka namazın vakti girinceye
kadar geciktirmekle olur» buyurmuşdur.
Arafat ile
Müzdeliîe'den başka yerlerde dahî iki namazın bir arada kılındığını bildiren
hadîslere Tahâvî «Ma'âni'I - Âsâr» şerhinde şöy-îe cevap vermişdir:
«ResuliiIJafa (Satiallahü Aleyhi ve Sellem) bunlarda birinci namazı vaktinin
sonunda kılmış; ikinci namazı da vaktinin evveline almışdır. Şu kadar var ki,
her iki namazı bir vakitde kılmişdir. İbni Abbâs hadîsi de bu ma'nâyı te'yîd eder. Hz.
İbnî Abbâs:
«Resûlüllah (SaKallahS
Aleyhi ve Sellem) hiç bir korku veya yolculuk olmadığı holde öğle ilk ikindiyi
toptan; akşamla yatsıyı 6a toptan kıldı.»
demişdir. Hadîsi, Müslim
rivayet etmişdir. Hadîsin bir rivayetinde; İbni Abfcâs ;
«Resûtüllâh (SaUaUahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'de korku veya yağmur yokken, öğle île îkindi'yi toptan
ve aksa m'ta yaîsfyı toptan kıldı.» demiş,İbni Abbâs'a :
«Resûlüllab (SaUaUahü
Aleyhi ve Sellem) bununla ne yapmak istedi?» diye sormuşlar:
— Ümmetine, meşakkat
vermemeyi İtasdetti... cevâbım vermişdir. Gerek bizim ulemâmızdan, gerekse
muhaliflerin ulemâsından hiç biri ha-.ıarda iki namazın toptan kılınmasına
cevaz vermemişdir. Bu da zikredilen cem'in mânâsı bizim dediğimiz gibi birinci
namazın te'hîr, ikincinin vakti girer girmez kılınmasından ibaret olduğunu
gösterir.»
Gerçi babımızın, îbni
Ömer hadîsinde Hz. İbni Ömer'in yola acele ettiği zaman şafak kaybolduktan
sonra, aksam namazı ile yatsıyı cemî ederek kılardığı ve:
«Yola acele ettiği
zaman (Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) , ak-şam'Ja, yatsı'yı cem' ederek
kılardı,» dediği, bildirilmişdir. Bu, iki namazın, bir zamanda kılındığını
nassan bildirmektedir. Hattâ Nevevî (631-676): «Bunda Hanefî1er'in (Cemî'den
murâd birinci namazı vaktinin sonuna te'hîr; ikinciyi de vaktinin evvelinde
kılmakdan ibâretdir) sözünü iptal vardır.» demişdir. Fakat şafak mes'elesi gerek
sahâbe-i kiram, gerekse ulemâ arasında ihtilaflıdır. «Şafak'dan murâd; ufuktaki
kızıllık-dır.» diyenler bulunduğu gibi «ufuktaki beyazlıktır.» diyenler de
vardır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in, akşam ile yatsı'yı kızıllık kaybolduktan sonra, kılmış
olması caizdir. Bu takdirde «Şafak'dan murâd: beyazlıkdır...» diyenlerin
kavline göre, akşam namazı kendi vaktinde kılınmış olur. «Şafak'danirmrâd,
kızıllıktır...» diyenlere göre, yatsı dahî vaktinde kılınmışdır. İşte bu
suretle her iki namaz vaktinde kılınmış almakla beraber, şafak hakkındaki
ihtilâfa bakarak: «Bu namazları, şafak kaybolduktan sonra toptan kıldı.» demek
caizdir. Buna sureta cemi' denilir. Vakit itibârı ile cemî değildir. Bu babta
Nesâî 'nin ve diğer ulemânın rivayet ettikleri hadîsler, hep böyle te'vîl
olunur. Bunların bâzıları da zayıf dır. Hattâ Ebû Dâvûd’ım: «Vakitden önce
cemi' yapılacağı hususunda, sübût bulmuş hadîs yokdur.» dediği rivayet olunur.
Hat tabî
(319-38&), Hanefiler'in te'vîlini redderek, şunları söylemişdir: «Şüphesiz
ki. iki namazı cem' ederek kılmak bir ruhsattır. Eğer mes'ele Han efil er'in
dediği gibi olmuş olsa. her namazı vaktinde kılmakdan daha meşakkatli bir iş
ortaya çıkardı. Çünkü namaz vakitlerinin
53- (...)
Bize Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid (yânî İbni'l-Hâris)
rivayet etti. {Dedi ki) : Bize Kurratü'bnü Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ebû'z-Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Âmir b. Vasile Ebû't-Tufeyl
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Cebel rivayet etti. Dedi ki:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) Tebûk gazasında öğle ile ikindiyi ve akşamla
yatsıyr cem' ederek kıldı.»
Ben: Acep onu, buna
sevk eden nedir?» diye sordum. Muâz: — Ümmetini meşakkata sokmamak istedi...
dedi.
54- (706)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ,ki :
Bize Ebû Muâviye rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb ile
Ebû Saîd-i Eşec dahî rivayet ettiler. Lâfız, Ebû Küreyb'indir. Dediler ki: Bize
Vekî' rivayet etti. Bunların ikisi de A'meş'-den, o da Habib b. Ebî Sâbit'den,
o da Saîd b. Cübeyr'den, o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet ettiler. İbni
Abbâs, şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Medine'de korku ve yağmur olmaksızın öğle ile
ikindiyi ve akşamla yatsıyı birden kıldı.»
Vekî'in hadîsinde:
«İbni Abbâs'a : Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu niçin yaptı?
dedim; Ümmetini meşakkata sokmamak için; cevâbını verdi.» cümlesi vardır.
Ebû Muâviye hadîsinde
ise: «İbni Abbâs'a: Peygamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) bununla ne yapmak istedi?
dediler; İbni Abbâs:
— Ümmetini meşakkata
sokmamak istedi; cevâbını verdi.» denİlmiş-dir.
55- (...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân b. Uyeyne, Amr'dan,
o da Câbir b. Zeyd [22]'den,
o da İbni Ab-bâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs:
«Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Seîlem) ile cemi' sureti ile
sekiz ve (yine) cemi' sureti ile yedi rek'ât namaz kıldım.» demiş.
Ben : «Yâ
Ebâ'ş-Şa'sâ'! Zannederim öğleyi te'hîr, ikindiyi acele kıldı ve akşam namazını
te'hîr, yatsıyı da (vakti girer girmez) acele kıldı.» dedim. Ebû'ş-Şa'sâ':
— Ben de öyle,
zannediyorum... cevâbını verdi.
56- (...)
Bize Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hammâd b. Zeyd,
Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Zeyd'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet
etti kî, Resûliillah (SaUallahü Aleyhi've Sellem):
Medine'de namazı
(cemi' sûreM ile) yedi ve sekiz rek'ât kılmış, (yânı) öğle ile ikindiyi ve
akşamla yatsıyı toptan kılmış.
sureti ile
kılınabileceğini söylemişdir. Binâenaleyh onun bu sözünden öğle ile ikindinin
cemî edilemiyeceği ma'nâsı çıkmaz. Onu da Enes ve İbni Abbâs
gibi sahâbe-i kiram rivayet etmişlerdir.»
49- (705)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike, Ebû'z-Zübeyr'den dinlediğim,
onun da Saîd b. Cübeyr'den, onun da İbni Abbâs'-dan naklen rivayet ettiği şu
hadîsi okudum: İbnî Abbâs:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir korku ve sefer yokken öğle ile ikindiyi
toptan, akşamla yatsıyı da toptan kıldı.» demiş.
50- (...) Bize,
Ahmed b. Yûnus ile Avn b. Sellâm hep birden Zü-heyr'den rivayet ettiler. İbni
Yûnus dedi ki: Bize Züheyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'z-Zübeyr, Saîd
b. Cübeyr'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs:
«Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Medine'de hiç bir korku ve sefer yokken Öğle ile ikindiyi
toptan kıldı.» demiş.
Ebû'z-Zübeyr demiş ki:
«Ben, Saîd'e acep bunu niçin yaptı diye sordum. Saîd: Ben de, senin sorduğun
gifci İbni Abbâs'a sordum da :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), ümmetinden hiç bir kimseyi me-şakkata sokmamak istedi...
cevâbını verdi... dedi.
51- (...)
Bize, Yahya b. Habîb El - Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hâlid (yâni
İbni'l-Hâris) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kurre rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Ebü'z-Zübeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Saîd b. Cübeyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize İbni Abbâs rivayet ettiki, Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve
Sellem) :
Tebûk gazasında
yaptığı bir yofculukda namazı cem' ederek kılmış ve öğle ile ikindiyi, akşamla
yatsıyı cem' etmiş.
Saîd demiş ki: «İbni
Abbâs'a Resûlüllah (Saîfallahü Aleyhi ve Sellem) 'i buna sevk eden nedir?
dedim: Ümmetini meşakkate sokmamak istedi; dedi.»
52- (706)
Bize Ahmed b. Afcdilîâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr, Ebû't-Tufeyl Âmir'den [23], o
da Muâz'dan^ naklen rivayet etti. Muâz şöyle demiş:
«Tebûk ga2Ğsına
Resûlülİah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte çıktık kendileri öğle
ile ikindiyi toptan; akşamla yatsıyı da toptan kılıyordu.»
evvellerini âhirlerini
avamdan geçtim, havâss takımının bile bir çokları bilemezler...»
Hanbelîler 'den İbni
Kudâme (541-620) de: «İki namazın arasını cem' etmeyi sûretâ cem'a hamletmek
iki vecihle fâsidtir:
a)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, iki namazı, bir vakitte cem'
ederdiği sarahaten rivayet olunmuşdur.
b) iki
namazı cem' etmek, bir ruhsattır. Mes'ele Hanefîler'in dediği gibi olacak
olursa, her namazı kendi vaktinde kılmakdan daha büyük bir meşakkat doğacakdır.
Ve keza cemî mes'elesi Hanefîler'in
dediği gibi olursa, ikindi ile akşamı, yatsı ile sabah namazını cem' etmek
mümkün olur. Hâlbuki bunların cemî sureti ile kılınmalarının haram olduğunda
ulemâ arasında hilaf yokdur. Hadîsin zahirî mânâsı ile amel etmek bu gûnâ
tekellüfden evlâdır...» demişdir.
Bedrüddîn Aynî
(762-855), bu zevatın reddiyelerine şöyle cevap vermişdir: «Cem'in bir ruhsat
olduğunu teslim ettik diyelim. Lâkin biz, onu sûrî, cem'e hamlettik. Tâ ki
haberi vâhid, kafi olan. âyete
muâraza etmesin,
muâraza etmesin. Âyetden murâd: «Namazlara, devam edin...» yânı onları
vakitlerinde kılın! kavl-i kerimidir. Teâlâ Hazretleri :
«Şüphesiz ki, namaz
mü'minlerin özerine vakitlerinde farz kılınmışdır.»
buyuruyor. Bizim kaail
olduğumuz vecih, hem âyetle, hem de hadîs'le amel sayılır. Muhaliflerin kavli
ise âyetle, ameli terk etmeye varır. Onların kaail oldukları cem-i manevî,
yağmur ve korku.gibi özürlerden dolayı hazarda da cem'in caiz olmasını iktizâ
eder. Mâmâfîh bunu kendileri de caiz görmemiş Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) 'in hiç bir korku veya yağmur olmaksızın Medîne'de öğle ile ikindiyi ve
akşamla yatsıyı cem' ederek kıldığını bildiren İbni Abbâs hadîsini bir takım
merdûd suretlerle te'vîl etmişlerdir. Bizim kaail olduğumuz şekilde ise hem
kitapla hem de bu bâbda vârid olan bütün hadîsler ile hiç bir te'vile hacet
kalmaksızın amel etmek vardır.
Hattâbî'nin (Çünkü
vakitlerin evvelleri ve âhirleri havassın bile anlayamadığı şeylerdendir...)
sözünü kabul etmiyoruz. Zira namaz dinin en büyük umurundan biridir. Kâmil bir
müslümana dîninin en büyük erkânından biri olan, namaza müteallik şeyler nasıl
gizli kalabilir? İbni Kudâme'ye dahî ayni şekilde cevap verilir. Onun ikindi
İle akşam namazını ve yatsı ile sabah namazını cemî hakkındaki kıyâsı da
bâtıldır. Çünkü arada mülâzemet yoktur. Sonra bizim kaail olduğumuz vecihde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) 'in sözünü sıyânet etmemek deği!
bilakis sıyânet etmek vardır...»
Arafat'la
Müzdelife'den başka yerlerde de iki namazı cem' ederek toptan kılmanın caiz
olduğunu kabul edenlere göre, cem'in nasıl yapılacağını imam Nevevî şöyle
anlatır: «Şafiî ile ekseri ulemâya göre uzun seferde öğle ile ikindiyi,
hangisinin vaktinde dilerse ve keza akşamla yatsıyı hangisinin vaktinde dilerse
cem' ederek kılmak caizdir. Kısa yolda cem'in caiz olup olmaması hususunda
Şafiî 'den iki kavil rivayet olunur. Bunların esah olanına göre kısa yolda cemî
ve kasr caiz değildir. Uzun yoldan murâd: 48 millik mesafedir ki mu'tedil
yürüyüşle iki konak eder. Konakta bulunan yolcu için efdal olan şekil, birinci
namazın vakti girdiği zaman, ondan sonra gelen namazı da onunla beraber
kılmakdır. Birinci namazın vaktinde yolda bulunur da, ondan sonraki namazın
vakti çıkmadan konağa varacağını bilen kimse için birinci namazı, ikincinin
vaktine te'hîr etmek efdal olur. Bu tertibe riâyet etmiye-nin, namazı da
caizdir. Yalnız efdal olan vechi terk etmiş olur.
Birinci namazın
vaktinde cemî yapmanın şartı evvelâ o vaktin namazını kılmak ve namazdan
çıkmadan cem'i niyet etmek, iki namazın arasını ayırmamakdır.
İkinci namazın
vaktinde, cemî yapmak isteyenin birinci namaz vakti esnasında cem'e niyet
etmesi icâb eder. İkinci namaz vaktini, her iki namaza yetecek ve artacak
sûretde geniş tutmak yânı namazları vaktin sonuna bırakmamak gerekir. Eğer
cem'i, niyet etmeksizin namaz vaktini ge-çirmişse kendisi Allah'a âsî, kıldığı
namaz da kaza olur. Birinci namazı cem' etmek niyetiyle te'hîr eden kimsenin,
ikinci namaz vakti gelince evvelâ birinciyi kılması ve cem'e niyet etmesi,
ondan sonra araya hiç bir şey karıştırmamak suretiyle ikinci namazı kılması
müstehab olur. Cem'in kısaca ahkâmı budur.
Yağmur sebebi ile
birinci namazın vaktinde, cemî caizdir. Sahîh kavle göre ikinci namazın
vaktinde caiz değildir...
Şâfiîler'le cumhûr-u
ulemâya göre yağmur sebebi, ile cemî, öğle ile ikindi ve akşamla yatsı
namazlarında caizdir.
İmam Mâlik, bunu
yalnız akşamla yatsı namazına tahsis etmis-dir.
Hastaya gelince: imam
Şafiî 'nin meşhur olan kavli ile ekseri ulemâya göre hastalık sebebi ile
namazı cem' ederek kılmak caiz değildir. İmam Ahmed b. Hanbel ileŞâfiîler 'den
bâzılarına göre caizdir.
Hz. Abdullah b.
Ömer'in yalnjz akşamlı yatsıyı zikrederek öğle ile ikindiyi söylememesi makamın
müsâdesizliğindendir. Çünkü zevcesinin vefatı üzerine acele yetişmesi
istenmiş; o da acele akşamla yatsıyı birden kılarak cenazeye gitmiş. Onun için
yalnız akşamla yatsının cemi
57- (...)
Bana Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Hammâd, Zübeyr b.
Hırrîd [24]'den,
o da Abdullah b. Şakik'den naklen rivayet etti. Abdullah, şöyle demiş: Bir gün
îbni Abbâs, ikindiden sonra bize hutbe îrâd etti. Hutbe tâ güneş kavuşup,
yıldızlar görününceye kadar devam etti. Halk namaza, namaza... demeye
başladılar. Derken yanına Benî Temim'den fütursuz ve sözünü esirgemiyen bir
adam gelerek: Namaza, namaza... dedi. Bunun üzerine İbni Abbâs:
«Bana, sünneti mi
öğretiyorsun be annesiz kalası!» dedi ve şunu ilâve etti:
«Ben, ResölülSah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'n Öğle i!e ikindiyi ve akşamla yatsıyı cem' ederek
kıldığını gördüm!»
Abdullah b. Şakîk: «Bu
sözden kalbime bir şüphe düştü de Ebû Hü-reyre'ye giderek, ona surdum. İbni
Abbâs'm sözünü o da tasdik etti.» demiş.
58- (...) Bize,
İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vekî' rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize İmrân b. Hudeyr [25],
Abdullah b. Şakîk El-Ukaylî'den naklen rivayet etti. Demiş ki: İbni Abbâs'a bir
adam; namazı (kil.) dedi. O sustu. Sonra (yine) namazı kıl, dedi. O yine sustu.
Sonra (tekrar) namazı (kıl.) dedi; İbni Abbâs yine sustu; sonra: «Be hey
annesiz kalası! Namazı bize mi öğreteceksin. Biz, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi
ve Sellem) zamanında iki namazı cem' ederek birden kılıyorduk» dedi.
îbni Abbâs hadîsini
B.uhârî «Mevâkîtü's-Salât» ve «Te-heccüd» bahislerinde; Ebû Dâyûdve Nesim
«Sefer» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Bu hadîsin bâzı
rivayetlerinde: «Medine'de namazı yedi ve sekiz rek'-ât kılmış, öğle ile
ikindiyi ve akşamla yatsıyı toptan kılmış.» denilerek, Leff-ü neşr-i müşevveş
yapılmışdır. Yâni sekiz rek'ât dan murâd: Beraberce kılınan, öğle ile ikindi;
yedi rek'ât'dan murâd da: akşamla,
yatsı'dır.
Babımızın (706)
numaralı hadîsinin ikinci rivayetinin senedinde Ebû't-Tufeyl, Âmir b. Vasile
olarak zikredilmişdir. Kaadı Iyâz (Rahimehullah) bu ismi Sahîh-i Müslim'in ekseri
râvîlerinden bu şekilde nakletmişdir. Bâzı rivayetlerde mezkûr ismin Amr b. Vâi1e
şeklinde nakledildiği görülmüşdür. Eû't - Tuf ey l'in meşhur olan ismi Müs1im'in
burada rivayet ettiği gibi Âmir'dir. Bâzıları Amr olduğunu söylerler. tâbiri
«Annen olmasın! mânâsına gelirse de Arapların,
onu mecazen başka
mânâlarda kullandıklarını îman bahsinde görmüştük. Bu kelime ekseriyetle zemm
ve sitem mânâsında kullanılır. Medih mânâsında kullanıldığını iddia edenler de
olmuşdur.
1- Hazarda
da öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı cemi' sureti ile birden kılmak caizdir.
2- Bâzıları
bunu; «Yağmur gibi bir özürden dolayı caizdir.» şeklinde te'vîl etmişlerdir.
Hadîsin bâzı rivayetlerinin sonundaki «Hiç bir korku ve sefer olmaksızın.»
kaydı da bunu te'yîd eder. Onun için imam Mâlik bu gibi rivayetler hakkında:
«Ben, bunun yağmur hakkında olduğunu zannediyorum.» demişdir.
Hattâbî'nin beyânına
göre, hazarda yağmur sebebi ile iki namazın beraberce kılınıp-kılmamıyacağı,
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Selefden bir cemaata göre, caizdir. Abdullah b.
Ömer (Radiyailahû anh) buna kaail olduğu gibi Hz. Urvetü'bnü Zübeyr de yağmur
yağdığı vakit namazları cemi' sureti ile kılarmış. Saîd b. El-Mü-seyyeb, Ömer b.
Abdilâzîz, Ebû Bekir b. Abdirrahmân, Ebû Seleme ve Medine fukahâsmm umumiyetle
kavilleri budur. İmam Mâlik, Şafiî ve Ahmed b. Hanbe1 Hazerâtı dahî ayni kavli
tercih etmişlerdir. Yalnız imam Şafiî, namazın cemi' sureti ile sahîh
olabilmesi için yağmurun, namaza başlarken devam etmesini şart koşmuştur. Bu
şartta, Ebû Sevr'de imam Şafiî ile beraberdir. Şâir ulemâ böyle bir şeyi şart
koşma-mışdır. İmam Mâlik yağmura tutulan kimsenin, çamur ve karanlıkta
namazlarını cemi' sureti ile kılabileceğine kail olmuşdur.
Halîfe Ömer b.
Abdilâzîz'in kavli de budur.
Evzâî ile Hanefîler'e
göre, yağmura tutulan kimse her namazı vaktinde kılar.
3- Bir
takımları bu hadîsi te'vîl sadedinde: «Öğleyi kıldığı sırada, hava bulutlu
imişdir. Sonra açılmış ve ikindinin girdiği anlaşılmış; arka-çığından onu da
kılmışdır.» demişlerse de bu söz bâtıldır. Çünkü mezkûr te'vîl öğle ile ikindi
hakkında bir parça yakışırsa da akşamla yatsıya ihtimâli yokdur.
4- Diğer bir
takım ulemâ bu cem'in yağmur veya o mânâda bir özürden dolayı yapıldığını
söylemişlerdir. Nevevî imam Ahmed b. Hanbelile Şâfiîler'den Kaadı Hüseyin in
kavilleri bu olduğunu; yine Şâfiîyye ulemâsından Hattâbî, Mütevelli ve Rûyânî'nin
bu kavli ihtiyar ettiklerini söylemektedir. Fakat bu te'vîl dahî zayıf ve
hadîsin zahirine muhâlifdir. Hadîsi yağmur gibi br Özürle kayıtlamak,
mürecchsiz tercinde bulunmakdır. Bu ise bâtıldır
5- Bu
bâbdaki te'vîllerin en güzel Hanefîler'in te'vîlidir. Az yukarıda îzâh
ettiğimiz vecîhle Haneliler Arafat ile Müzdelife'den başka bütün cemî'leri cemi
sûûrî diye te'vîl etmiş yâni: «Bundan rnurâd, birinci namazı vaktinin sonunda
kılmış; ikinci namazı da vakti girer girmez edâ etmişdir. Bu suretle her iki
namaz kendi vaktinde kılınmakla beraber zahire göre iki namaz, bir arada
kılınmış sayılmışdır.» demişlerdir. Hanefî1er'in bu bâbdaki delillerini az
yukarıda gördük.
6- Ulemâdan
bir cemâat, bu hadîslerle istidlal ederek bir hâcetden dolayı hazarda dahî iki
namazın cemi' sureti ile beraber kılınabileceğine kaail olmuş; ancak bunun âdet
edinilmeme sini şart koşmuşlardır. İbni Şîrîn ile Rabîa, Eşheb, İbni'l-Münzir
ve Kaffâl-i Kebîr'in mezhepleri budur. Ayni kavli Hattâbî bir çok hadîs
imamlarından nakletmişdir. Bunların delili Hz. İbni Abbâs'm: «Resûlüllah
(Sallalahü Aleyhi ve Sellem) bunu, ümmetini meşakkate sokmamak için yaptı.»
demiş olmasıdır. Buna benzer bir söz İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'dan da
merfû olarak rivayet edil-mişdir. Ancak mezkûr hadîs hakkında Hattâbî: «Bu
hadîs ile fuka-hânm ekserisi amel etmezler.» demiş; Tirmizî dahî: «Benim kitabımda
İbni Abbâs'm korku ve yağmur yokken Medîne'de namazların cemî' edilerek
kılındığını bildiren hadîsinden başka ulemânın ittifakla terk ettikleri bir
hadîs yokdur.» şeklinde beyanda bulunmuşdur.
59- (707) Bize,
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Muâviye ile Vekî',
A'meş'den, o da Umâra'dan o da Esved'den, o da AbduIIah'dan naklen rivayet
etti. Abdullah, şöyle demiş: «Sakın sizden bîriniz (namazdan çıkarken) mutlaka
sağ tarafından çıkmak lâzımdır zannederek, şeytana kendi nefsinden bir parça
ayırmasın! Benim Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den ekseriya
gördüğüm sol taraf nidan kalkıp gittiğidir.»
(...) Bize
İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Cerîr ile îsa b. Yunus haber
verdiler H. Bize bu hadîsi Aliyüb'nü Haşrem dahî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, İsa haber verdi. Bunların ikisi de A'meş'den bu isnâdla, bu hadîsin
mislini rivayet etmişlerdir.
60- (708)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Ebû Avâne, Süddî [26]'den
rivayet etti. Demiş ki: Enes'e sordum; «Namaz kıldığım vakit nasıl kalkıp
gideyim? sağımdan mı, solumdan mı?» dedim. Enes :
— Ben, Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'i
ekseriyetle sağ tarafından kalkıp giderken gördüm.» dedi.
61 - (...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Vekî', Süfyân'dan, o da Süddî'den, o da Enes'den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
sağ tarafından kalkıp gidermiş.
Bu hadîsleri Buhâri
«Ezan» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce «Namaz» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
İbni Mâce 'nin sahîh
bir senedle Amr b. Şuayb 'dan, onun da babasından, onun da dedesinden rivayet
ettiği hadîsde, Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazdan bazen sağ
tarafından, bazen de sol tarafından kalkarak ayrıldığı bildirilmişdir. Tirmizî:
«Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)1'den her iki vecih sahîh olarak
rivayet edil-nıişdir.» diyor. Ve hadîsin hasen olduğunu söyledikten sonra
ulemânın buna göre amel ettiklerini yânî Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in dilerse sağından, isterse solundan kalkıp gittiğine kaail
olduklarını söylüyor.
Hz. A1i (Radiyallahû
anh) 'in :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m, haceti
sağında ise sağından kalkar;
solunda ise solundan kalkıp giderdi.» dediği rivayet olunur.
Nevevî (631-676), Abdullah
b. Mes'ûd hadîsi ile Enes (Radiyallahû anh) hadîsinin aralarını şöyle
bulmuşdur: «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen sağından bazen
solundan kalkıp giderdi. Her iki râvî kendince daha çok zannettiği şekli
rivayet etmişdir. Bu rivayetler, namazdan çıkarken sağdan veya soldan
kalkmanın caiz olduğuna delâlet ederler. Hiç birini yapmakta kerahet yoktur.
İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'in sözünden anlaşılan kerahet, sağdan veya
soldan kalkmanın asıl olması itibârı ile değil, sağdan kalkmayı vacip i'ti-kad
edenler hakkındadır. Çünkü böyle bir i'tikaadda bulunmak hatâdır. Ancak sağ
taraftan kalkmak efdaldir. Hadîslerin umûmu sağ tarafın faziletini sarahaten
göstermektedir. Bununla beraber sağ veya sol taraflardan birinde görülecek bir
haceti olan kimsenin, o taraftan çıkıp gitmesi müstehabdir.
62- (709)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize İbni Ebî Zaide, Mis'ar'dan,
o da Sabit b. Ubeyd'den, o da İbni'l-Berâ'dan, o da Berâdan naklen haber verdi.
Berâ' şöyle demiş: Biz, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîiem) 'in arkasında
namaz kıldığımız vakit onun sağ tarafında olmayı dilerdik. Kendisi yüzünü bize
donerdi.Ben, onun :
«Yâ Rabbî!
Kullarını (tekrar) dirilteceğin
(yahut toplıyacağm) gün beni azabından koru!» derken işitmişimdir.
(...) Bize,
bu hadîsi Ebû KÜreyb ile Züheyr h. Harb da rivayet ettiler. Dediler ki : Bize,
Vekî', Mis'ar'dan, bu isnâdla, rivayette bulundu. Yalnız: «Yüzünü, bize
dönerdi.» cümlesini söylemedi.
Kaadı îyâz'm beyânına
göre Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Seîiem) 'in, namazdan sonra cemaata karşı
dönmesi, kalkıp evine giderken de olabilir. Selâm verdikten sonra dönmüş
olması da muhtemeldir. En akla yakın olanı da budur. Çünkü Peygamber
(Sallatlahü Aleyhi ve Selleırı) Efendimizin, namazdan sonra, mübarek yüzünü
bütün cemaata doğru çevirmek âdetiydi. Bu işi bazen sağından, bazen de solundan
dönmek suretiyle yapardı, Dönerken, kalkması yahut oturduğu yerden dönmesi
muhtemeldir.
Hadîs-i şerif imamın
bulunduğu yerde kalmayıp, o yerden kalkması yahut dönmesi gerektiğine delildir.
Bunun sebebi, mescide sonradan girenlerin imamı namazda zannederek, ona
uymalarını Önlemektir. Bir de imamın o yerde bulunan hakkı bitmiştir.
Binâenaleyh o yeri işgal etmekte başkasından evlâ olmadığını göstermek için
yerini değiştirir. Şu da var ki imamın bulunduğu yerde kalması, kendisine kibir
ve uçup verir. Gerçi Fahr-i Kâinat (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz
hakkında böyle bir şey düşünülemezse de ümmetini bundan kurtarmak için dönmenin
sünnet olduğunu fi'len onlara Öğretmiştir.
63- (710)
Bana, Ahmed b. Hanbel rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammet! b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Verkaa'dan, o da Amr b. Dinar'dan, o da
Atâ' b. Yesâr'dan o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallattahü Aleyhi ve
Seilem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :
«Namaza ikaamet
gefirildimi artık farz namazdan başka namaz yoktur.»
Bu hadîsi, bana
Muhammed b. Hatim ile İbni Râfi' dahî rivyet ettiler. Dediler ki: Bize, Şebâbe
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Verkaa' bu isnâdla rivayet etti.
64- (...)
Bana Yahya b. Habîb El - Hârisî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ravh rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amr b.
Dînâr rivayet etti. Deedi ki: Atâ' b. Yesâr'i, Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallalahü Aleyhi ve SeUem)'den naklen rivayet ediyorum derken işittim.
Resûlüllah (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) :
«Namaza ikaamet
getirildiği vakit, farz namazdan başka namaz yoktur.» buyurmuşlar.
(...) Bize,
bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Zekeriyyâ b. İshâk fcu isnâdla, bu hadîsin mislini
haber verdi.
(...) Bize
Hasenü'I-Hulvânî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Harun rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Hanımâd b. Zeyd, Eyyûb'dan, o da Amr b. Dînâr'dan, o da Atâ'
b. Yesâr'dan, o da Ebû Hüreyre'den,
o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen bu hadîsin mislini haber verdi.
Hammâd : «Sonra ben
Amra tesadüf ettim de, bu hadîsi bana rivayette bulundu; Ama ref etmedi.»
demiş.
Bu hadîs farz namaza
ikaamet getirüdikden sonra, nafile namaza niyetlenmenin, memnu' olduğuna
delildir. Bu hususta Revâtib denilen "beş vaktin sünnetleri ile sair
nafile namazlar arasında fark yoktur. Cumhûr-u ulemâ ile Şafiî 'nin mezhebi
budur. Hz. Ömer (Radiyallahû anh)
ikaamet getirildikten sonra sünnet kılanları dövermiş.
Hanefîler'e göre,
sabah namazının sünnetini kılmayan bir kimse farzın ikinci rek'âtma
yetişeceğini aklı keserse ikaarnetden sonra evvelâ sünneti kılar. İmam Mâlik
'den bir rivayete göre sabah namazının sünnetini kılmayan kimse farzın ilk
rek'âtma yetişeceğine; diğer rivayette ikinci rek'âtma yetişeceğine aklı
keserse sünneti mescid hâricinde kılar. Başka br rivayete göre imam Mâlik bu
meselede Şafiî ile beraberdir. Sevrîye göre farzın ilk rek'âtma yetişeceğini
aklı keserse ikaametden sonra sünneti kılar.
Ulemâdan bâzıları
sünnetin mescid hâricinde bir yerde kılınacağını, ikaamet getirildikten sonra
mescidin içinde kümamıyacağını söylemişlerdir.
Hadîsin râvîlerinden
Hammâd'm: «Sonra Amr'a rastladım da bu hadîsi bana rivayette bulundu; ama ref
etmedi.» sözü, hadîsin sıh-hatına ve merfû' oluşuna zarar vermez. Çünkü
râvîlerin ekserisi, onu merfû' olarak rivayet etmişlerdir.
Tirimzî: «Bu hadîsin
merfû' olan rivayeti daha sahîhdir.» demişdir.
Kitabımızın başında
gördüğümüz vecihle bir hadîsin merfû' olan rivayeti, mevkuf rivayetine tercih
edilir. Velev ki merfû' olarak rivayet edenlerin sayısı daha az olsun. Sahîh
olan mezhep budur. Hammâd hadîsinde ise merfû' olarak rivayet edenlerin sayısı
daha çoktur. Binâenaleyh merfû' rivayetin kabul edilmesi evleviyyette kalır.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Namaza ikaamet
getirildimi artık farz namazdan başka namaz yoktur.» sözünden murâd: namazın
kemâli yâni sevabı yokdur; demekdir. Yoksa kılman namaz sahîhdir, Çünkü böyle
bir namazın kazasını emret-memişdir.
65- (711)
Bize Abdullah b. Meslemete'I-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbrahim b.
Sa'd, babasından, o da Hafs b. Âsim'dan, o da Abdullah b. Mâlik İbni
Buhayne'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaUaUahü A leyhi ve Seîlem)
sabah namazına İkaamet getirilmiş iken sünnet kılmakta olan birinin yanına
uğramış (râvî diyor ki) ona bir şey söyledi ama ne olduğunu bilmiyoruz. Namazdan
çıktığımız vakit o zâtın etrafını sararak:
— Sana, Resûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve
Sellem) ne söyledi? diye sorduk. O
zât:
— Bana :
«Nerdeyse sizden
biriniz sabah namazını dört rek'ât kılacak.» buyurdular, dedi.
Ka'nebî (kendi
rivayetinde) : «Abdullah b. Mâlik, İbni Buhayne'den, o da babasından...» diye
rivayet etti.
Ebû'l - Hüseyin Müslim
der ki: Ka'nebî'nin bu hadîsde «Babasından» diyerek rivayet etmesi hatâdır.
66- (...)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne, Sa'd b.
İbrahim'den, o da Hafs b. Âsım'dan, o da İbni Buhayne'den naklen rivayet etti.
İbni Buhayne şöyle demiş: Sabah namazına ikaamet getirildi. Bu arada Resûlüllah
(Saîîaîlahü Aleyhi ve Sellem) müezzin ikaamet ederken namaz kılan bir adam
gördü de, ona :
«Sabah namazını dört
rek'ât mı kılıyorsun?» buyurdular.
67- (712)
Bize, Ebû Kâmil El-Cahderî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hammad (yâni İbni
Zeyd), rivayet etti. H.
Bana Hâmid b. Ömer
El-Bekrâvî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâhid (yâni İbni Ziyâd)
rivayet etti. H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâviye rivayet etti. Bunların hepsi
Âsım'dan rivayette bulunmuşlardır. H.
Bana ZÜlıeyr b. Harb
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bİ-ze Mervân h. Muâviyete'l -
Fezârî, Âsım-ı Ahvel'den, o da Abdullah b. Sercis [27] den
naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) sabah namazında iken bir adam mescide girerek mescidin bir tarafında
iki rek'ât namaz kıldı. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) ile
namaza dâhil oldu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verince :
«Ey Fülân! Sen bu iki
namazdan hangisini sayıyorsun? Yalnız başına kıldığ:n namazı mı yoksa bizimle
beraber kıldığmı mı?» buyurdular.
İbni Buhayne hadîsini
Buhârî «Ezan» bahsinde; Nesâî ile İbni Mâce de «Namaz» bahsinde muhtelif
râvîler-den tahrîc etmişlerdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in namaz kılarken gördüğü zât hadîsin râvîsi Abdullah b.
Mâlik İbni Buhayne'-dir. Bu cihet imam Ahmed b. Hanbeî'in rivayetinde tasrîh
edilmişdir. İbni Huzeyme (223-311), İbni Hibbân ( -354), Bezzâr ( -292), Hâkim
(321-405) ve başkalarının tahrîc ettikleri bir hadîsden ise bu zâtın İbni Abbâs
(Radiyallahû anh) olduğunu
anlaşılıyor. Mezkûr hadîsde Hz. İbni Abbâs şöyle demektedir: «Müezzin ikaamet
getirirken, ben sünnet kılıyordum. Bunun üzerine Peygamber (Sallaîiahü Aleyhi
ve Sellem) beni çekti. Ve:
Sabah namazını dört
rek'ât mı kılıyorsun? buyurdu.» Ancak Aynî hâdisenin ayrı ayrı iki defa
geçtiğini söylemektedir.
Bu hadîsde Resûlüllah
(Sallaîiahü Aleyhi ve Sellem) 'in: «Nerdeyse sizden biriniz sabah namazını dört
rek'ât kılacak!» buyurması yapılan işi inkâr ve bunu niçin men ettiğine
işarettir. Müezzin sabah namazı için ikaamet getirirken, sünnet kılmanın yasak
edilmesi sedd-i zerîa kabîlindendir. Yâni bu iş böyle yapıla yapıla ileride
daha çok âdet olmasına yol açar da cemâat sabah namazının farzı dört rek'ât
oldu sanırlar endîşesi ile men edilmişdir. Bundan sonraki Abdullah b. Sercis
hadîsinde :
«Ey Fülan! Sen bu iki
namazın hangisini sayıyorsun? Yalnız başına kıldığını mı yoksa bizimle beraber
kild[ğim mı?» buyurması dahî ikinci bir illettir. O da imamlar hakkında
açılması melhuz olan ihtilâf kapısını kapamaktır. Zîra bu kapı kapanmazsa ehl-i
şikak ve fesadın arkasında namaz kılınmaz olur.
1- Sabah
namazını kılmak için camiye giden bir kimse müezzini ikaamet getirirken bulsa
sabah namazının sünnetini kılar mı. kılmaz mı mes'elesi ulemâ arasında
ihtilaflıdır. Az yukarıda da işaret ettiğimiz ve-cîble ulemâdan bâzıları bu
hadîslerle istidlal ederek imam, sabah namazının farzını kıldırırken orada
sünnet kılmamıyacağma kaail olmuşlardır. Bu kavil Abdullah b. Ömer ve Ebû Hüre
y re (Radtyaüahû anhûm) ile onlardan sonra gelen Saîd b. Cübeyr, Urve, İbni Şîrîn, İbrâhîm Nehaî, Atâ', İmam Şafiî, İmam Ahmed, İshâk
ve Ebû Sevr Hazerâ-tmdan rivayet
olunmuşdur.
2- Bâzıları
sabah namazının ikinci rek'âtmda imama yetişebileceğini aklı kesen kimsenin
mescid hâricinde sünnet kılmasında beis görmemişlerdir. Hanefîler'le Evzâî
'nin mezhebi budur. Evzâî'ye göre, sünnet mescidde de kıhnabilir. Hanefîler 'den «Hidâye» sahibinin beyânına
göre, sabah namazına giden bir kimse cemâatin farza niyetlendiklerini görürse
ikinci rek'âtda imama yetişebileceğini aklı kesmek şartı ile sünneti mescidin
kapısı yanında yanî son cemâat yerinde
kılar; sonra mescide girer. Ve bu suretle hem sünnetin hem de cemâatin
faziletini ihraz etmiş olur. İmam farzı kıldırırken mescide nafile kılmak
mekrûhdur.
Mescidde, son cemâat
yeri yoksa, sünneti cemâatin gerisinde; bir direğin arkasında kılar. Saffa
girerek sünnet kılması şiddetle mekrûhdur. Sabah namazının sünnetini evde
kılmak sünnettir.
4- Süfyân-ı
Sevrî'ye göre ilk rek'âtda imama yetişemiye-ceğinden korkan bir kimse sabah
namazının sünnetini, terk eder, imama yetişeceğini aklı keserse sünneti
mescidde kılar.
5-
Zahirîler'e göre mescidde sünnet kılarken farz için ikaamet getirilse, namazı
keserek farza niyetlenmek îcâb eder. Bâzıları vakit varsa sünneti tamamlamak lâzım geldiğine kaaildirler.Velev ki
bu sebepten cemaata yetişmek
mümkün olmasın.
Mescidde sünnet}
kılmayı mekruh görenler, babımızın Abdullah b. Sercis hadîsi ile istidlal
ederler. Bir delilleri de İbni Abbâs
(Radiyallahû anh) hadîsidir.
Sünnet kılmayı tecviz
edenler
«Amellerinizi
bozmayın!» âyet-i kerimesi ile ve Beyhakî'nin rivayet ettiği Ebû Hüreyre
hadîsi ile ihticâc ederler. Bu hadîsde Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Namaza ikaamef
getirildiği vakit, farz namazdan başka namaz kılmak yoktur. Yalnız sabah
namazının iki rek'âî sünneti, müstesna!» buyurmuşdur. Beyhakî hadîsin sonundaki
müstesnanın, aslı olmadığını söylemiş ve râvîlerden ikisinin zayıf olduklarını
bildirmiş ise de bunların zayıf olmadıkları anlaşılmışdır. İbni Mes'ûd
(Radiyallahû anh) mescide girmiş: sabah namazına ikaamet getirildiğini görünce
direklerden birinin arkasında, iki rek'ât sünneti kılmış; bunu Huzeyfeyle Ebû
Mûsâ (Radiyallahû anhûma) gördükleri hâlde bir şey dememişlerdir. Buna benzer
hâdiseler Ömerü'bnü'l-Hattâb, Ebû'd-Derdâ' ve İbni Abbâs (Radiyallahû anhûm)
hazerâ-tından da rivayet olunmuşdur.
6- Farz için
kaamet getirilirken sünnet kılmakdan niçin men' edildiği mes'elesi dahî
ihtilaflıdır. Nevevî'ye göre bundaki hikmet cemâat faziletine, namazın
başından itibaren nail olmakdır. Nevevî: «Farzı tamamlayan şeyleri muhafaza
etmek, nafile ile meşgul olmakdan evlâdır.» demişse de Aynî farza yetişeceğini
kestiren bir kimse için, sabah namazının sünneti ile meşgul olmanın daha
faziletli olduğunu soy-lemişdir. Bahusus Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği Ebû
Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (SdUaUahil Aleyhi ve Sellem):
«Sizi süvariler
kovalasa yine sabah namazının iki rek'ât sünnetini bı-rakmayrn!»
buyurmuşlardır. Bu hadîs, sabah namazının sünnetine mü-bâleğalı bir şekilde
teşvîkden kinayedir.
68- (713)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Bilâl, Rabîatü'bnü
Ebî Abdirrahmân'dan [28], o
da Abdülmelik b. Saîd'den, o da Ebû Humeyd'den (yahut Ebû Üseyd'den) naklen
haber verdi. Şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) :
«Biriniz mescide
girdiği vakfa : Yâ Rabbî! Bana, rahmet kapılarını aç! desin, Çıktığı vakit de
Yâ Rabbî! Ben, senden fadlmı dilerim, desin!» buyurdular.
Müslim der ki: Ben,
Yahya b. Yahya'yı şöyle derken işittim: Ben, bu hadîsi Süleyman h. Bilâl'in
kitabından yazdım. O: Duydum ki Yahye'l -Hımmânî (ve Ebû Üseyd) diyormuş; demişdir.
(...) Bize,
Hâmid b. Ömer El-Bekrâvî rivayet etti. Dedi ki: Bize Bişr b. Mufaddâl rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Umâretü'bnü Gaziyye, Rabîatü'bnü Ebî Abdurrahman'dan, o da
Abdülmelik b. Saîd b. Süveyd-i Ensârî'-den, o da Ebû Humeyd (yahut Ebû
Üseyd)'den, o da Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'den tu hadîsin mislini
rivayet etti.
Hadîs-i şerif, câmi'e
giren kimsenin, bu duayı okumasının müstehab olduğuna delildir. Bu bâbda gerek
Ebû Davud'un «Sünen» inde gerekse sair hadîs kitaplarında birçok zikirler
rivayet olunmuşdur. Nevevî, bunları «Kitâbü'l - Ezkâr» adlı eserinin başında
mufassal bir şekilde sıralamış dır. Bunların kısaltılmış şekli şöyledir:
«Koğulan şeytandan Ulu
Allah'a, Onun kerîm olan vechine ve Kadîm sultanına sığınırım. Allah'ın adı ile
(buraya giriyorum) hamd Allah'a mah-sûsdur. Yâ Rabbî! Muhammde'e Âl-i
Muhammed'e Salât-ü selâm eyle! Yâ Rabbî! Günahlarımı, bana bağışla, ve bana
rahmet kapılarını aç!»
Mescidden çıkarken de
bunları okur; yalnız «Beni
affet!» yerine
«Yâ Rabbî Ben, senden
fadlını dilerim.» der. Bu suretle giriş ve çıkış duaları, sebeplerine münâsip
olurlar.
69- (714)
Bİze Abdullah b. Meslemete'bni Ka'neb ile Kuteybetü'bnü Saîd rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize, Mâlik rivayet etti. H.
Bize, Yahya b. Yahya
da rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Âmir b. Abdil-lâh b. Zübeyr'den dinlediğim,
onun da Amr b. Süleym Ez-Zürakî'den, onun da Ebû Katâde'den naklen rivayet
ettiği, şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz, mescide
girdiği vakit, oturmadan önce iki rek'ât namaz kı-hversin!» buyurmuşlar.
70- (...)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin b. Alîy,
Zâide'den rivayet etti. Demiş ki: Bana, Amr b. Yahye'l -Ensârî rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Muhammed b. Yahya b. Habbân, Amr b. Süleym b.
Haldete'l-Ensârî'den, o da Resûlülalı (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) 'in
sahâbîsi Ebû Katâde'den naklen rivayet etti. Ebû Katâde, şöyle demiş: Mescide
girdim, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cemâatin arasında oturuyordu.
Ben de oturdum. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Oturmazdan Önce iki
rek'ât namaz kılmakdan sen'i ne men etti?» buyurdular. Ben :
— Yâ Kesûlâllah! Seni
otururken gördüm. Cemâat da oturuyorlar da (onun için kılmadım.) » dedim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Öyle ise biriniz,
mescide girdiği vakit iki rek'âf namaz kılmadan oturmasın!» buyurdular.
71- (715)
Bize Ahmed b. Cevvâs EI-Hanefî Ebû Âsim [29]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ubeydullah El-Eşcaî, Süfyân'dan, o da Muhârib b.
Disâr'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Benim, Peygamber (Sallallahü Aleyh' ve Sellem) 'de alacağım vardı. O, bunu
bana, fazlasıyla ödedi. Mescide onun yanına girdim de bana :
«İki rek'âf namaz
kıl!» buyurdular.
Ebû Katâde hadîsini Buharı
(194-256); Ebû Dâvûd (202-275); Tirmizî (209-279); Nesâî (215-303) ve İbni Mâce
(209-273) «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Tirmizî
onun hakkında: «Hasen sahihtir.» denıişdir.
Bu hadîsler,
«Tahİyye-i Mescid» denilen iki rek'ât nafile namazın meşru' olduğuna
delildirler.
Tahiyye: Selâm vermek
demektir. Kur'ân-ı Kerim'de mescidlere Allah'ın evleri denilmiştir. Bir eve
giren kimsenin ev sahibine selâm vermesi meşru' olmuştur. O halde Allah'ın
evine girenin de Onu selâmlaması gerekir. Selâmlamanın en mükemmel ve en güzel
şekli namazla olur. Hulâsa tahiyye-i mescid ev sahibini selâmlamak
kabîlindendir.
1- İbni
Battal'm beyânına göre, buradaki emirler fetva imamlarının ittifakı ile nedib
ve irşada hamledilmişlerdir. Mescide giren herkesin, iki rek'ât namaz kılması
müstehabdır. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kibâr-ı ashabı
bâzan mescide girer çıkar da Tahiyye namazı kılmazlardı. Vacip olsa kılarlardı.
2- Zahirîler'e
göre, namaz kılmanın caiz olduğu bir vakitte, mescide giren her
müslümana iki rek'ât Tahiyye-i mescid, farzdır. Bâzıları kerahet vakitlerini
dahî istisna etmeksizin ne aman olursa olsun mes-cde giren kimseye tahiyye-i
mescid farz olur; demişlerdir.
Tahâvî: «Kerahet
vakitlerinde mescide giren kimse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
emrine dâhîl değildir.» denıişdir. Tahiyye-i mescidin vâcib olmadığının bir
delili de, cemâatin omuzlarına basa basa tâ ön saffa geçen zâta Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Otur cemaata eziyet
verdin!» buyurması Tahiyye-i mescidi ona e mretmemesi dir.
3- Nevevî
(631-676): «Tahhiyye-i mescid, müslümanların ic-mâ'ı ile sünnetdir.» diyor.
Şâfiîler'e göre,
mescide ne vakit girilirse girilsin iki rek'ât Tahiyye-i mescid kılmak
müstehabdır. Ulemâdan br cemâatin mezhebi de budur.
Hanefîler le, Evzâî ve
Leys'e göre, kerahet vakitlerinde tahiyye-i mescid kılmak, mekruhdur. Bu kavil
Şafiî 'den de bir rivâyetdir. Fakat Şâfiî1er
bununla amel etmezler.
Kaadî İyâz'm beyânına
göre, Mâlikîlerce tahiyye-i mescid, nâfile namazlardandır. Bâzıları sünnet
olduğunu söylerler. Mescide oradan geçmek için giren kimseye imam Mâ1ik'e göre
Tahiyye-i mescid hakkında tahfif vardır. Mâ1ikî1er'den bâzılarına göre,
mescide tekrar tekrar giren kimseye tahiyye-i mescid yoktur.
Tahiyye-i mescid'in
vakti hakkında Muhibb-i Taberî, şunları söyler : İhtimâl mezkûr iki rek'âtm
fazilet vakti oturmazdan öncedir. Oturduktan sonra cevaz vakti başlar. Yahut
şöyle de denilebilir: Oturmadan kılmırsa eda; oturdukdan sonra kılmırsa kaza
olur.»
Nevevî dioyr ki: «Bir
kimse kıldığı farz namazla Tahiyyetü'l-Mescid'i de niyet etse ikisinin sevabına
da nail olur.»
Mescid-i Haram'a
gelince: Onun tahiyyesi, tavâfdır. Binâenaleyh hacılar oraya girer girmez, işe
tavâfdan başlarlar.
72- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Şu'be, Muhârİb'den rivayet etti. O da Câbir b. Abdillâh'ı
şöyle derken işitmiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîiem) benden bir deve
satın aldı. Medine'ye gelince bana, mescide giderek, iki rek'ât namaz kılmamı
emir buyurdu.»
(157) Garİbdir ki bu
babın hadîslerini tercüme/Ve şerh etmekle meşgul olurken radyo Amerikalılar
tarafından Ay'a gönderilen üç astronotun sağ sâlîm yer yüzüne indikleri haberini
verdi.
73- (...)
Bana, Mubammed b. EI-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvehhâb
(yâni Es-Sekafî) rivayet etti. (Dedi ki) : Biıe, Ubey-dultah; Vehb b.
Keysân'dan o da Câhir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
«Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile bir gazaya çıktım. Derken
devem beni, geri bıraktı ve kötürümleşti. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) benden önce (Medine'ye) geldi. Ben de ertesi gün geldim. Mescide
vardığımda, o'nu mescidin kapısında buldum. Bana :
«Şimdi mi geldin?»
diye sordu. — Evet!., cevâbını verdim.
«Öyle ise deveni bırak
da mescide girerek iki rek'ât namaz kıl!» buyurdu. Ben de girerek iki rek'ât
namaz kıldım. Sonra (evime) döndüm.»
74- (716)
Bize Muhammed b. E!-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Dahhâk (yâni Ebû
Âsim) rivayet etti. H.
Bana Mahmûd b. Gaylân
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürraz-zâk rivayet etti. İkisi birden
demişler ki: Bize, İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana İbni Şihâb haber
verdi. Ona da Abdurrahman b. Abdil-lâh b. Kâ'b [30],
babasından naklen haber vermiş. Babası da Abdullah b. Kâ'b ile amcası
Ubeydullah b. Kâ'b'dan, onlar da Kâ'b b. Mâlik'den naklen rivayet etmişler ki,
Resûlüllah (Sal'aUahü Aleyhi ve Sellem) bir seferden ancak gündüzün kuşluk
vakti gelirmiş. Geldiği zaman da (işe) mescidden başlar; orada iki rek'ât namaz
kılar; sonra orada otururmuş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'1-Büyû'» da ve ondan başka kitabının yirmiye yakın muhtelif yerinde;
Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâi de muhtelif râvîlerden, muhtelif lâfızlarla kimi
muhtasar kimi mufassal olarak tahric etmişlerdir.
Hadisin muhtelif
rivayetlerinden anlaşıldığına göre; «Hz. Câbir b. Abdi11âh bir gazada Fahr-i
Kâinat (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizle beraber
bulunmuş. Bir ara devesi topallayarak yürümez ol-mu$. Hattâ Hz. Câbir, onu
bırakmayı bile düşünmüş. Derken Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yetişmiş. Hz. C âhir'io hâlde görünce :
«Ne oldu sana yâ Câbir
Neden böyle ordudan geri kaldın?» diye sormuş. Câbir (Radiyallahû anh) «Devem
kötürüm oldu Yâ Resûlâl-Iah!» demiş. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Câbir (Radiyallahû
anh) 'dan yanında sopa gibi bir şey olup olmadığım sormuş, o da elinde bulunan
bir kamaş veya sopayı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e takdim etmiş.
Efendimiz, bu sopayla deveye vurmuş ve duâ etmiş. Müteakiben deve öyle bir
yürümüş ki, ömründe böyle yürüdüğü görülmemiş. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) Hz. Câbir'e evlenip evlenmediğim; evlendiyse kız mı yoksa dul mu
aldığını sormuş. Câbir (Radiyallahû anh) dul bir kadınla evlendiğini söylemiş.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Neden kızla
evlenmedin? Kızla evlenseydin biribirinİzle şaka eder; gülüşürdünüz!»
buyurmuşlar.- Câbir (Radiyallahûanh) «Benim kız kardeşlerim var», bir
rivayette «Babam Abdullah vefat etti.» Yahut «Şehîd edildi de bana dokuz tane
kız bıraktı. Ben, bunlara kendileri gibi bir kız getirmeyi doğru bulmadım.
İstedim ki bir kadın getireyim de onlara baksın; üstlerini başlarını
düzeltsin; terbiyelerini versin!» demiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Hz. Câbir'e Medîne'ye vardığında akıllı davranmasını tavsiye etmiş.»
Nevevî (631-676) :
«Akıl'dan murâd, onu çocuk istemeye teşvîk-dir.» diyor. Çünkü Hz. Câbir 'in, o
zamana kadar çocuğu yokmuş.
«Sonra Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Câbir'e o topal deveyi satıp satmayacağını
sormuş. Satacağını anlayınca, kıymetini vererek onu Câbir (Radiyallahû anh)
'dan satın almış. Yalnız teslimin Medine'de yapılacağına ittifak etmişler.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye Câbir (Radiyallahû anh) dan
önce gelmiş, ertesi gün Câbir de gelince mescidde buluşmuşlar. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şimdi mi geldin. Yâ
Câbir?» diye sormuş.
— Evet! cevâbını
alınca :
«öyle ise deveni b«rak
da mescide gir; ve iki rek'ât namaz kıl!» fcuyurmuşlar.
Câbir (Radiyallahû
anh) namazı kılmış. Müteakiben Resûlüllah iSallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz.
Bilâl'e bir okiyye (yâni kırk dirhem) altın tartmasını emir buyurmuş; Bilâl
(Radiyallahû anh) altını fazlasıyla tartmış.
Câbir (Radiyallahû anh) 'da paralan alarak evine doğru yollanmış. Fakat
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arkasından adam göndererek, onu
çağırtmış Câbir (Radiyallgfıû anh) kendi
kendine : — Şimdi oldu. Deveyi bana iade edecek!» demiş. Bu deveden son derece
hoşlanmazmış. Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem): «Al deveni! Parası da
senin olsun!...» buyurmuşlar.» Deveye bedel olarak altın mı yoksa gümüş mü
verdiği ihtilaflı bir mes'ele olduğu gibi mikdârı hususunda dahî bir çok
ihtilâflar vardır.
1- Seferden
gelen kimsenin, mescide giderek iki rek'ât namaz kılması, müstehabdır. Nevevî
'nin beyânına göre, bu namaz Tahiyye-i mescid değil, seferden geliş namazıdır.
2 - Yoldan
sabahleyin gelmek müstehabdır.
3- Rütbesi
büyük olan bir zâtın, yoldan geldiği vakit, evine yakın bir yere oturarak ziyaretçilerini kabul etmesi ve hoşbeşde
bulunmaları için onlara imkân vermesi, müstehabdır.
4- Tahdîs-i
nimet için, bir kimsenin yaptığı hayırlı işleri söylemesi caizdir.
5-
Kumandanın veya büyük bir zâtın arkadaşlarının hâllerini sormaları, caizdir.
6- Borç
öderken, fazla fazla vermek müstehabdır.
75- (717)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey', Saîd-i
Cüreyrî'den, o da Abdullah İbni Şakîk'den naklen haber verdi. Abdullah şöyle
demiş:
«Âişe'ye Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ıe Sellem), Duhâ namazını kılar-mıydı? diye sordum. Âişe :
— Hayır! Meğer ki
seferinden gelmiş ola! cevâbım verdi.»
76- (...)
Bize UbeyduIIah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Kehmes b. Hasen El-Kaysî, Abdullah İbni Şakîk'den naklen
rivayet etti. Şöyle demiş:
Âişe'ye : Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) , Duhâ namazını kılar-mıydı? diye sordum. Âİşe :
— Hayır! Meğer ki
seferinden gelmiş ola! cevâbını verdi.»
77- (718)Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e İbni Şihâb'dan duyduğum, onun da
Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Âişe, şöyle
demiş:
«Ben, Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ye Sellem) 'in duhâ nâfilerini, kıldığını hiç görmedim. Onu
ben kılyorum. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) halk amel eder de
üzerine farz olur, endişesi ile yapmak istediği bir işi (Bazen) terk ederdi.»
78- (719)
Bize, Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâris rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Yezîd (yâni Risk) rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muâze
rivayet etti. Kendisi Âişe (Radiyûllahû anha)
ya :
— Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) , Dua
namazını kaç rek'ât kılardı? diye sormuş. Âişe :
— Dört rek'ât kılar; dilediği kadar da ziyâde
ederdi, cevâbını vermiş.
(...) Bize
Muhammedü'bnü'l - Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Yezîd'den bu isnâdla,
bu hadîsin mislini rivayet etti.
Yezîd: «Allah'ın
dilediği kadar da ziyâde ederdi.» demiş.
79- (...)
Bana, Yahya b. Habib El-Harisi de rivayet etti. ; (Dedi ki) : Bize, Hâlid b. El
- Haris, Saîd'de rivayet etti. (Demiş ki) : Bize, Ka-tâde rivayet etti. Onlara
da Âişe'den naklen Muâzetü'l-Adeviyye rivayet etti. Onlara da Âişe'den naklen
Muâzetü'l-Adeviyye rivayet etmiş. Âişe, şöyle demiş:
«Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) duhâ namazmı dört rek'ât kılar, Allah'ın dilediği kadar da
ziyâde ederdi.»
(...) Bize,
İshâk b. İbrahim ile İbni Beşşâr, hep birden Muâz b. Hi-şâm'dan rivayet
ettiler. Muâz: «Bana, babam, Katâde'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet
etti.» demiş.
Duhâ nafilesi; kuşluk
namazı demekdir. Görülüyo rki Besûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
kuşluk namazını kılıp kılmadığı hususunda Hz, Âişe 'den biribirine muarız
hadîsler rivayet olunmuşdur. Bunların bâzılarında, bu namaz nefiy, bâzılarında
da isbât edilmektedir.
Resûlüllah (Sallalahü
Aleyhi ve Sellem) 'in, Hiç Kuşluk namazı kılmadığını bildiren Âişe hadîsini
Buhârî «Kitâbü't-Teheccüd» de; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Namaz» bahsinde muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Bu husûsda imam Nevevî şunları söylemektedir:
«Hz. Âişe'nin, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'m kuşluk namazını hem
kıldığını hem kılmadığını bildiren iki hadîsinin arası şöyle bulunur:
Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) bu namazı faziletinden dolayı bazen
kılar; bazen de Hz. Âişe 'nin dediği gibi ümmetine farz olur endîşesi ile terk
ederdi. Âişe (Radiyallahıî anha) 'nm :
Resûlüllah (Sallalalıü
Aleyhi ve Sellem), kuşluk namazını kılmazdı. Meğer ki bir seferinden gelmiş
ola!... sözü de: Ben, onu görmedim... mânâsına te'vîl olunur. Nitekim ikinci
rivayette aynen bu sözü söylemiş ve: Ben, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem)'i kuşluk namazı kılarken hiç görmedim, demişdir. Bunun sebebi
şudur: Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk zamanında Hz. Âişe'nin
yanında nadiren bulunurdu. Çünkü ekseriyetle o vakitde ya yola gider yahut
mescîdde veya başka bir yerde bulunurdu. Kadınlarının yanında bulunduğu zaman
dahî Âişe (Radiyailahû anha)'nm yanında ancak dokuz günde bir kalabiliyordu. Bu
sebeple Hz. Âişe 'nin: Ben, Resûlülîah (SallaUahü A'.eyhi ve Sellem)'i, kuşluk
namazı kılarken görmedim, demesi sahîh olur, Hakîkatta Re-sûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in, bu namazı kıldığını yâ kendisinden yahut başkasından
duymuş olabilir.
Yahut şöyle denilir:
Hz. Âişe'nin Resûlülîah (Salla'lahii Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazını
kılmazdı.) sözünün mânâsı, ona devam etmezdi; demekdir. Bu takdirde Âişe
(Radiyailahû anhajhu namazın aslını değil, ona devamı nefî etmiş olur.
Gerçi İbni Ömer 'den
rivayet edilen sahîh bir habere göre, kendisi kuşluk namazı hakkında : O,
bid'atdır, demişse de, bu söz: O namazı, mescidde alenen kılmak, bid'atdır,
mânâsına hamledilmişdir. Nitekim böyle yapanlar, da bulunurdu. Yoksa mezkûr
namazın evlerde kılınması mezmûm değildir. Yahut: Bu namazı devam üzere kılmak
bid'atdır, denilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine farz
olur endîşesi ile ona devam etmemişdi. Ama bu hüküm Resûlülîah (SaVc'l'lr''
Aleyhi ve Sellem) hakkındadır. Bizim için kuşluk namazına devam etmenin
müstehab olduğu Ebû'd-Derdâ' ve Ebû Zerr (Radiyailahû anh) hadîsleri ile sâbitdir.
Yahut şöyle denilir:
Hz. İbni Ömer, Peygamber (Sa!'a!!afri Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk namazı
kıldığını ve kılınmasını emrettiğini du"-mamışdır.
Her ne hâl ise
Cumhûr-u ulemâya göre kuşluk namazı kılmak, muste-habdır. Bu husûsda yalnız
Abdullah b. Mes'ûd ile Abdullah b. Ömer'in tevakkuf ettikleri rivayet
olunur...» Neveyî'nin izahatı burada sona eriyor.
Hattâbî : «Muhakkak
surette sabit olmuştur ki Peygamber. {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke'nin
fethedildiği gün, kuşluk namazını kılmış, bunu Ebû Zerr ile Ebû Hüreyre'ye
tavsiye daH buyurmuşdui.» diyor.
Bu husûsda. İbni
Abdilberr, şunları söylemişdir; «Sünnet ilmi hakkında husûsi bir ma'lûmâta
sahip olan kimseden ulemânın bâzısı bilgi alır. bâzısı alamaz. Hiç bir sahâbî
yoktur ki başkalarının bildiği bâzı hadîsleri gözden kaçırmış olmasın! Bütün
hadîsleri ihatalı bir şekilde bilmek, imkânsızdır. Sonra yetişen ulemâ ancak
ilim, kitaplarda tedvin edildikten sonra bütün hadisleri ihata edebilmişlerdir...
Binâenaleyh Hz. Âişe'nin. bu meseleyi bildiği hâlde: Ben, ResûlüHah (Sallallalvı Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk
namazını kıldığını, görmedim, demiş şahindir.» demektedir.
İbnü'l.Cevzî
(508-597), Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem} 'in farz olur diye endişe
buyurmasını iki veçhe ihtimâlli olarak îzâh eder. Birinci veçhe göre,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazını Allah'ın farz
kılacağından endîşe etmişdir.
İkinci veçhe göre,
Ashabın, bu namazı farz î'tikaadı ile amel edeceklerinden çekinmişdir.
İbni Battal'a göre de
Hz. Âişe hadîsinin iki şeye ihtimâli vardır :
a) Caiz ki
bu hadîs Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gece namazı farz kılındığı
zaman vârid olmuşdur. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in endîşesi,
ümmeti hakkındadır. Bu namazı devam üzere mescidde kılarsa, ümmetine de farz
olur; diye endîşe etmişdir. Kendisine bu namaz zâten farzdı. Şu hâlde Âişe
(Radiyallahû anha) 'nın: «Resûlüllah (SaUaüahü Aleyhi ve Sellem) bazen yapmak
istediği bir işi terk ederdi...» sözü, ümmetini o işi yapmaya davet etmezdi;
mânasına gelir. Yoksa Resû-lüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem} gece
namazını, kendüsne farz olduğu hâlde bırakırdı; demek değildir.
b) İhtimâl
ümmetinin gece namazına devam ede ede zayıf düşerek; kılamamalarmdan ve bu
suretle Allah'a âsî olacaklarından korkmuşdur. Buradaki İsyan doğrudan doğruya
değil; bil vâsıtadır. Ümmetin, o namazı kılamamaları, Resûlüllah'e tâbi
olmamak demektir. Hâlbuki ona tâbi' olmak farzdır. Çünkü Resûlüllah
(Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'e ita'at etmek, Allah'a itaat demekdir.
Bunun aksi de Allah'a isyan mânâsına gelir.
1- Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine
karşı son derece müşfik ve merhametlidir.
2- Maslahatlar, bir birleri ile muâraza ederse en
mühim olanı terfih edilir.
3- Kuşluk
namazı dört rek'at veya daha fazla kılınır.
80- (336)
Bize Muhamedü'bnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Amr b. Mürra'dan, o
da Abdurrahmân b. Ebî Leylâ'dan naklen rivayet etti. Afcdurrahmân şöyle demiş:
Bana, hiç bir kimse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kuşluk namazı
kılarken gördüğünü, haber vermedi. Yalnız Ümmü Hânı, müstesna!. Zîra o
Mekke'nin fethedildiği gün Resûlüllah (Sallallahü\ Aleyhi ve Sellem) 'in onun
evine girerek sekiz rek'ât namaz kıldığını rivayet etti. Ve: «Onun bu namazdan
daha hafif bir namaz kıldığını görmedim. Ama rükû' ve sücûdu tamam yapıyordu.»
dedi.
İbni Beşşâr, kendi
rivayetinde: «Hiç» kelimesini zikretmedi.
81- (...)
Bana, Harmeletü'bnü Yahya ile Muhammed b. Selemete'I-Murâdî dahî rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize Abdullah b. Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana,
Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana İbnî Abdillâh b.
El-Hâris rivayet etti ki, babası Abdullah b. Haris b. Nevfel şöyle demiş:
İnsanlardan, Resûlüllah (Salla'lahU Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk nafilesini
kıldığını Vana haber verecek bir tek kimse bulmaya çok çalıştım ve soruşturdum.
Ama bunu daha rivayet edecek hiç kimse bulamadım. Yalnız Ebû Tâlib'in kızı Ümmü
Hânı bana şöyle haber verdi:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Mekke'nin fethedildiği gön, güneş epeyi
yükseldikden sonra (benim evime) geldi. Müteakiben bîr elbise getirerek
üzerine örttüler de yıkandı. Sonra kalkarak sekiz rek'ât namaz kıldı. Bu
namazda kıyamı mı daha uzundu yoksa rükû' veya sücûdu mu bilmiyorum. Bunların
hepsini biribirine yakın yaptı. Bu namazı, bundan önce ve sonra bir daha
kıldığını görmedim.»
Murâdî: «Yûnus'dan»
dedi: «Bana haber verdi.» demedi.
82- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ebû'n-Nadır'dan
dinlediğim*, ona da Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânî'nin âzâdlısı Ebû Mürra'mn haber
verdiği şu hadîsi okudum: Ebû Mürra, Ebû Tâlib'in kızı Ümmü Hânî'yi şöyle
derken işitmiş:
«Mekke'nin
fethedildiği sene Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gittim. O'nu
yıkanırken buldum. Kızı Fâtıme de kendisini bir elbise ile örtüyordu. Ben
selâm verdim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu kadın kimdir?»
diye sordu. Ben :
— Ebû Tâlib'in kızı,
Ümmü Hânı!, dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hoş geldin Um mü
Hâml...» dedi. Guslünü bitirdikden sonra ayağa kalktı ve bir elbiseye bürünerek
sekiz rek'ât namaz kıldı. Namazdan çıkınca Ben :
— Yâ Resûlâllah! Annem
oğlu Aliyyü'bnü Ebî Tâlib, benim kendisine ahd-ü emân verdiğim bir kimseyi,
Hübeyre'nin oğlu Fülân-ı öldüreceğini söyledi, dedim. Bunun Üzerine Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Senin ahd-u emân
verdiğin kimseye, biz de em ân verdik yâ Umme Hâni!» buyurdular. Bu (hâdise)
kuşluk vakti oldu.
83- (...)
Bana Haccâc b. Şâir de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mual-Iâ b. Esed [31]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vüheyb b, Hâlid, Cafer b. Mu-hammed'den, o da
babasından, o da Akîl'in âzâdhsı Ebû Mürra'dan, o da Ümmü Hânî'den naklen
rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fetih senesi Ümmü
Hânî'nin evinde bir tek elbise içinde, iki ucunu çaprazlama koltuk altından
geçirerek sekiz rek'ât namaz kılmış.
"Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü Takrîri's-Salât» ve «Megâzî» bahislerimde; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî
ve İbni Mâ-ce de «Namaz» bahsinde
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Ümmü Hâni, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi \e Sellem) Efendimizin amcası Ebû Tâ1ib'in kızı ve Hz. A1î'nin
kız- kardeşidir. İsmi Fâhite yahut Hind'dir.
Ebû Mürre, Hz. Ümmü
Hâni 'nin âzâdhsı dır. Bâzı rivayetlerde mecazen kardeşi Akîl, b. Ebî Tâlib'e
izafe edilmiş; ve Akîî'in âzâdlısı Ebû Mürre, denilmişdir.
Hz. Ümmü Hânî 'nin,
emân verdiği kimsenin ismi, hiç bir yerde zikredilmemişdir. Bâzıları: «Ümmü
Hânî, kocası Hübeyre'ye emân vermişdir.» derler. Hübeyre, Mekke 'nin fethinde
kaçmış ve Necran'da müşrik olarak ölmüştür.
Bâzıları Fülân İbni
Hübeyre 'den murâd, Haris b. Hişâm El-Mahzûmî 'dir; demiş; diğer bâzıları bunu
A b -dullah b. Ebî Rabîa olduğunu söylemişlerdir. Ezrakî'nin «Târîh-i Mekke»
adlı eserinde Ümmü Hânî (Rodiyallahû anh) 'mn, Haris b. Hişâm ile Abdullah b.
Ebî Rabia'nın ikisine birden emân verdiği kaydedilmektedir. Bunların ikisi de
Benî Manzum 'dandırlar.
Babımız hadîslerinin
bâzıları, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kuşluk namazı kıldığını,
yalnız Hz. Ümmü Hânî rivayet etmiş i gösterirse de bu husûsda Ümmü Hânî hadîsinden başka bir çok rivayetler vardır.
Bu rivayetleri Bu hârî şârihi
Aynî şöyle sıralamışdır :
1- Buhâri
'nin, Hz. Ebû H.üreyre 'den tahrîc ettiği bir
hadîsde Ebû Hüreyre (RadiyaUahü anh) :
«Dostum (SallaUahü
Aleyhi ve Selle m), bana üç şey vasiyet etti. Ben, bunları ölünceye kadar terk
etmem. Bunlar her aydan üç gün oruç tutmak, kuşluk narrfazını kılmak, vitir
namazını kılarak uyumakdır.»
2- Az sonra
göreceğimiz Ebû'd-Derdâ' hadisinde, Hz. Ebû'd-Derdâ': «Dostum, bana üç şey
vasiyyet etti. Ben, bunları yaşadığım müddetçe asla bırakamam- Mezkûr üç şey:
Her ay'dan üç gün oruç tutmak, kuşluk namazını kılmak ve vitr namazını kılmadan
uyuma-makdır.» demişdir.
3- Yine, az
sonra göreceğimiz Ebû' Zerr hadîsinde, bütün sadakaların yerine, iki rek'ât kuşluk namazının kaaim
olacağı bildirilmektedir.
4- Buhârî'nin
rivayet ettiği İbni Ömer hadîsinde ; «Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), duhâ namazmı ancak iki gün
kılıyordu...»
denilmektedir.
5- Hâkim'in
rivayet ettiği İbni Ebî Evfâ hadîsinde:
«Şüphesiz ki Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) , kuşluk namazını
Ebû Cehl'in
kellesinin kopanldtğı ve Mekke'nin fethedildiği müjdelendiği zaman, iki rek'ât olarak kıldı.»
deniliyor.
6-
Tirmizî'nin rivayet ettiği Enes hadîsinde: Resûiüllah (SaUaUahü Aleyhi ve
Sellem) :
Bir kimse, kuşluk
namazını oniki rek'ât olarak kılarsa, Allah, ona cennette altından bir köşk
bina eder; buyurdu.» denilmişdir. Bu hadîsi, İfani Mâce dahî tahrîc etmişdir.
7- İmam
Ahmed ile Ebû Ya'lâ 'nin tahrîc ettikleri Ukbetü'bnü Âmir hadîsinde
Resûlüllab (Salh'lahii Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki Allah-u
Azîmü'ş-Şân : Ey Âdem oğlu! Günün evvelinde kılacağın dört rek'ât namazla beni
razı et ki, o günün sonunda ben de sana kâfî geleyim! buyuruyor.» demişdir. Bu
lâfız imam Ahmed'indir. Ebû Ya'1â Yun lâfzı : «Âdem oğlu! Günün evvelinde dört
rek'ât namaz kılmnkdan âciz mi kalıyorsun? (Bunları) kıl ki gününün sonunda ben
sana kâfi geleyim!» şeklindedir. «Et-Telvîh» nâm eserde rivayet edi-ien Ukbetü'bnü
Âmir hadisinde: «Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) bize iki sûresi ile
(yâni Şems ve Duhâ sûreleri'ile) iki rek'ât kuşluk namazı kılmamızı emir
buyurdu.» denilmektedir.
8- Hâkim'in
rivayet ettiği Hz. Âişe hadîsinde : Resûlifllafa (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
Kuşluk namazını kaç
rek'ât kılardı? diye sordum. Âİşe: Dört rek'ât kılar; Allah'ın dilediği kadar
da ziyâde ederdi, cevâbını verdi.» deniliyor.
Bu hadîsi babımızda
imam Müslim de rivayet ettiği gibi Nesâî, Tirmizî ve İbni Mâce dahî rivayet
etmişlerdir.
9- Ebû
Dâvûd'un rivayet ettiği Kesîr b. Mürra hadîsinde: Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi
ve Sellem) 'i şöyle derken işittim:
Allah Azze ve Celi :
Ey Âdem oğlu! Günün evvelinde bana dört rek'ât namaz kılmakdan âcîz kalma ki
ben de günün sonunda sana kâfi geleyim! buyuruyor.» denilmişdir.
10- Taberân
î'nin «EI-Kebîr» inde dahî hemen hemen
bunun gibi bir hadîs vardır. Mezkûr hadîs, cumhura göre mevsuk ise de bâzılarına
göre, zayıfdır.
11- İbni Huzeyme
'nin «Sahîh» inde Hz. Büreyde'den tahrîc ettiği bir hadîsde: «Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Seîlem) 'i şöyle
derken işittim:
— İnsanda üç yüz altmış
mafsal vardır. Bunlardan her biri için
bir sadaka vermek gerekir...» Hadîsin sonunda :
«Eğer sadaka
bulamazsan iki rek'ât kuşluk namazı sana yeter! buyurdu.» deniliyor.
12- Taberânî
'nin «EI-Evsat» ında rivayet ettiği Câbir hadîsinde: «Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'e
bîr devemi arz etmek için gittim de onun kuşluk namazını altı rek'ât olarak
kıldığını gördüm.» deniliyor.
13- Taberânî
'nin yine «EI-Evsat» nâm eserinde rivayet ettiği İbni Abbâs
hadîsinde:
«Âdem oğlunun
vücudundaki her mafsala karşı, her gün bir sadaka vermesi îcâb eder. Sana,
bunların hepsinden dolayı iki rek'ât kuşluk namazı yeter! buyurdular.»
denilmişdir. Bu hadîs az sonra babımızda da gorülecekdir.
14-
Nesâî'nin «Es-Sünenü'1-Kübrâ» adlı eserinde
tahrîc ettiği Hz. A1î hadîsinde :
«Şüphesiz ki
Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem), kuşluk zamanı, namaz kılardı.»
denilmişdir. Hadîsin isnadı, iyidir. Ayni hadîsi imam Ahmed ile Ebu Ya'lâ' dahî
tahrîc etmişlerdir.
15-
Müs1im'in rivayet ettiği Zeydü'bnü
Erkanı hadîsinde :
«Resûlüllah
(Sallullahü Aleyhi ve Sellem), kuşluk namazı kılardı.» deniliyor. Bu hadîsin
isnadı güzeldir.
16-
Müs1im'in yine Zeydü'bnü Erkam 'dan tahrîc ettiği bir hadîsde:
«Rosûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Kübalıların yanına çıktı; Kübalılar, güneş
iyice doğdukdan sonra kuştuk namazı
kılarlardı...» deniliyor.
17- Hâkim'in rivayet
ettiği Ümmü Seleme hadîsinde Hz. Ümmü Seleme (Radiyallahûanh):
«Resûlûllah
(Sallallahü.Aleyhi ve Sellem), kuşluk namazını oniki rek'ât olarak
kılıyordu.» demişdir. Yalnız bu
hadîsin zayıf olduğu söylenir.
18-
Tirmizî'nin rivayet ettiği Ebû Saîd-i
Hudrî hadîsinde, Hz. Ebû Saîd:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) , kuşluk namazını kılardı. Buna, o derece devam ederdi kî,
biz bunu artık bırakmaz; derdik. Bazen de onu o derece bırakırdı kî, artık bunu
kilmıyacak derdik.» demiştir. Tirmizî: «Bu hadîs, hasen garipdir.» diyor. Aynî,
onu yalnız Tirmizî'nin rivayet ettiğini kaydetmişdir.
19- Taberânî
'nin «El-Kebîr» inde rivayet ettiği
Ebû Ümâme ve Utbetü'bnü Abd hadîsinde Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem):
«Sabah namazını
cemaatla ktldıkdan sonra, yerinde kalıp da kuşluk namazını kılan kimseye hacc
ve Ömre yapanın sevabı verilir.» buyurmuşdur.
20- Ebû
Dâvûd 'un Muâz b. Enes 'den rivayet ettiği hadîsde: «Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve- Sellem) :
Her kim sabah
namazından çıktıkdan sonra namazgahında oturur da İki rek'ât kuştok namazını
kılar ve hayırdan başka bir şey söylemezse, o kimsenin günahları affolunur.
Velev ki denizin köpüğü kadar çok olsunlar! buyurdular.» denilmektedir. Bu
hadîsin isnadında dahî za'f vardır.
21- İbni Ebî
Şeybe 'nin müsned olarak rivayet ettiği Huzeyfe hadîsinde, Hz. Huzeyfe:
«Ben, Resûlûllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , ile birlikde Benî Muavi-ye'nin taşlığına
çıktım. Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), orada uzun uzadıya sekiz
rek'ât kuşluk namazı kıldı.» diyor.
22- Taberânî
'nin «El-Evsat- mda Hz. Ebû Mûsâ'dan rivayet ettjği hadisde Ebû Mûsâ: «Resûlûllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Her kim kuşluk
namazını dört rek'ât, ondan önce de dört rek'ât olarak kılarsa, o kimseye
cennette bir ev yapılır. Buyurdu.»
demişdir.
23- İmam
Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği itbân b. Mâlik hadîsinde; «Peygamber
(SaUatlahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk namazını evinde kıldı.» denilmişdir.
24- Taberânî
'nin «EI-Kebîr» inde rivayet
ettiği İbni Sem'ân hadîsinde : Hz. İbni Sem'ân :
'Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'i şöyle derken işittim: Allah Teâlâ : Ey Âdem oğlu! Bana,
gündüzün başında kılacağın dört rek'ât namazdan geri kalma ki, günün sonunda
ben de sana kâfî geleyim! buyurur.» demektedir. Hadîsin isnadı sahîhdir.
25- İmam Ahmed 'in,
Abdullah b. Amr 'dan rivayet ettiği bir hadîsde :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir gece müfrezesi gönderdi. Bunlar ganimet
alarak çabucak döndüler. Bunun üzerine halk onların gazaya gittikleri yerin
yakınlığından, aldıkları ganimetin çokluğundan ve çabuk dönmelerinden söz
etmeye başladılar. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve y.elletn):
Ben, size daha yakın
bir gaza yeri, daha çok ganimet ve daha çabuk dönüşü göstereyim mi? Her kim
abdest alır da mescide kuşluk namazı kılmak için çıkarsa, o kimsenin gaza
yeri, müfrezenİnkinden daha yakın, ganimeti onlarınkînden daha çok; dönüşü de
onlardan daha çabuk olur. Buyurdular.» deniliyor.
Bu hadîsi Taberânî
dahî «El-Kebîr» inde rivayet etmişdir.
26- Yine
imam Ahmed'ile Taberânî 'nin rivayet ettikleri Âiz b.
Amr hadîsinde :
«Sonra Resûlüllah
(Sa''a Ir.hü Aleyh': ve Sellem) , bize kuşluk namazını kıldırdı.» deniliyor.
27- İbni
Adiyy'in «El-Kâmil nâm eserinde rivayet ettiği Ebû Bekre hadîsinde, Hz. Ebû Bekre:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , kuşluk namazını kılıyordu. Derken küçük bir
çocuk olan Hasan geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde edince,
onun sırtına bindi...» demektedir. Yalnız bu hadîsin râvîleri arasında Amr b.
Ubeyd vardır ki, metrûkdur.
28- Taberânî
'nin «El-Kebîr» inde rivayet ettiği Cübeyrü'bnü Mut'im hadîsinde, babasının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kuşluk
namazı kılarken gördüğü bildirilmektedir. Ancak bunun da râvîlerinden Yahye'l-Himmânî hakkında söz edilin işdir.
29- Müs1im'in
rivayet ettiği Ümmü Habîbe hadisinde
Hz Ümmü Habibe: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
Hiç bir müslüman kul
yoktur ki, her gün farzlardan mâda kendiliğinden onİki rek'ât namaz kılsın da
Allah ona cennetde bir ev yapmasın! buyurdular.» demişdir.
Kaadi jyâz'm beyânına
göre, ulemâdan bâzıları Ümmü Hânî hadîsinin, kuşluk namazını isbât etmediğini
söylemişlerdir. Bunların iddiasına göre Resûlüllah (SaHaltahü Aleyhi ve
Sellem) 'in, o gün kıldığı namaz, Mekke fethedildiği içindir. Hattâ bâzılarına
göre Mekke'nin fethi ile uğraşırken kılamadığı namazlarını kaza etmişdir.
İmam Nevevî (631-676):
«Bunların söyledikleri fâsiddir. Doğrusu bu hadîsle istidlalin sahîh
olmasıdır. Ümmü Hânî'nin hadîsi ile Peygamber (Saîlaüahü Aleyhi ve Seilem) 'in
Mekke fethediîdiği gün sekiz rek'ât kuşluk namazı kıldığı, her iki rek'âtta bir
selâm verdiği sübût bul-muşdur. Hadîsi Ebû Dâvûd «Sünen» inde bu lâfızla ve
Buhârî'nin şartı üzere sahîh bir isnâdla rivayet etmişdir.» diyor.
Hadîsin zahirine
bakılırsa, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yıkanması da, namaz
kılması da Mekke'ye girdikden sonra Hz. Ümmü Hânî 'nin evinde olmuşdur. Çünkü
cümleler birbiri üzerine ta'kîb ve tertibe delâlet eden (lâ) ile atfolunmuşdur.
Gerçi hadîsin bir
rivayetinde Ümmü Hânî (Radiyailahû anha) 'nin, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e gitiği ve onu yıkanırken bulduğu bildiriliyor. Hattâ Kaadi Iyâz:
«Bu rivayet daha sahîhdir.» demişdir. Fakat Aynî buna cevap vermiş ve:
«Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir defa Ebtah'daki evinde, bir
defa da Ümmü Hânî 'nin evinde, sekizer rek'ât namaz kılmış olmasına ve her
ikisinde de yıkanmasına bir mâni' yokdur. Caizdir ki evvelâ Ebtah'a indikden
sonra Ümmü Hânî 'nin evine girerek yıkanmış ve namaz kılmış sonra oradan çıkarak
Ebtab'daki kendi evine girmiş ve orada da yıkanarak namaz kılmış olsun. Böylece
biri kuşluk, diğeri yâ Mekke'nin fethine şükür için yahut geceleyin
kılamadığını hatırladığı namazı olmak üzere iki namaz kilmışdır...» diyor.
Hz. Ümmü Hânî 'nin A1i
(Radiyailahû anh) anne baba bir kardeşi olduğu hâlde, onun için annem oğlu
demesi, hürmet ve akrabalığı bir batından geldiklerine işaret etmek sureti ile te'kîd
içindir. Bu söz Harun (A leyhisselâm) 'm Hz. Mûsâ'ya :
«Ey Annem oğlu! Benim
sakalımı çekme!...» demesi kablîindendir.
Buraya kadar
serdedilen rivayetlerden anlaşılacağı vecihle, kuşluk namazının kaç rek'ât
olduğu ihtilaflıdır. Rivayetlerin bâzılarından iki, diğer bâzılarından dört.
bir takımlarından altı. daha başkalarından sekiz, on ve oniki rek'ât kılındığı
anlaşılıyor. Yalnız on rek'ât kılındığı hadîslerde geçmemiş; İbni Mes'ûd
(Radiyailahû anh) 'a mevkuf olarak rivayet olunmuşdur.
Rivayetler arasındaki
bu ihtilâf, her râvînin gördüğünü veya duyduğunu rivayet etmesinden doğmuş
olsa gerektir. Meselâ râvînin biri yalnız iki rek'ât kıldığını görmüş; diğeri
dört veya sekiz; öteki on iki rek'ât kıldığını görmüş ve herkes gördüğü veya
işittiği mikdârı rivayet etmişdir.
Bezzâr 'in, Zeyd b.
Eşlem 'den rivayet ettiği şu hadîs, bu ihtimâlin doğruluğunu te'yîd etmektedir.
Zeyd (Radiyallahûjanh) şöyle demişdir :
-Abdullah b. Amr'ı,
Ebu Zerr'e: Bana tavsiyede bulun! derken işittim. Ebû Zerr : Sen bana, benim
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sorduğum bir şey'i sordun.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
Her kim kuşluk
namazını iki rek'ât olarak kılarsa gafillerden ma'dûd yazılmaz. Kim dört rek'ât
kılarsa âbid'ler meyânmÖ yazılır. Kim altı rek'ât kılarsa, ogün kendisine günah
lâhik olmaz; kim sekiz rek'ât kılarsa, kaanitler meyânına yazılır. Ve her kim
onİki rek'ât kılarsa Allah, ona cennette bir ev bina eder! buyurdular, dedi.»
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün kuşluk namazının iki rek'ât
kılınacağını, başka bir gün altı, daha başka bir gün sekiz rek'ât kılınacağını
bildirmişdir.
Acaba oniki rek'âtdan
fazla kuşluk namazı kıhnabilirmi? Bu suâle Aynî şöyle cevap veriyor: «Gerçi
mefhûm-u aded cumhûr-u ulemâ'ya göre hüccet değildir. Fakat kuşluk namazı
hakkında oniki rek'âtdan fazla bir aded vârid olmamışdır. Bununla beraber fazlası
hakkında hadîs vârid olmaması, ziyâde kılınmasının memnu olmasını istilzam
etmez. İbrahim Nehaî'den rivayet olunduğuna göre; Bir adam, Esved'e: Kuşluk
namazını kaç rek'ât kılayım? diye sormuş; Esved: «Kaç istersen o kadar kıl!»
cevâbını vermişdir.
Taberî (224-310):
Doğrusu, onu muayyen bir sayı ile kılmamak-dır. demişdir.»
Ulemâdan bir cemâat,
kuşluk namazının dört rek'ât kılınacağına kaail olmuşlardır. Hâkim: «Dürüst
hadîs hafızlarından müteşekkil bir çok imamlarla bir arada bulundum. Onların bu
adedi tercih ettiklerini, bu hu-sûsdaki sahîh haberler mütevâtir olduğu için
kuşluk namazını dört rek'ât kıldıklarını gördüm. Benim mezhebim de budur.»
demişdir.
Taberi'nin rivayetine
göre Sa'dü'bnü Ebî Vakkaas ile Ebû Seleme (Radiyallahû anhûına) kuşluk namazını,
sekiz rek'ât kılarlarmış.
İkame. İbrahim Nehaî
ve Saîdü'bnü'l-Müseyyeb, dört rek'ât kılmayı ihtiyar ederler; Dahhâk ise iki
rek'ât kılarmış.
Bâzıları, kuşluk
namazını sekîz rek'ât kılmanın efdal; oniki rek'ât kılmanın ise ekser olduğunu
söyleyerek efdal ile ekser arasında fark görmüşlerdir. Fakat buna îtirâz
olunmuşdur.
Kuşluk namazı,
müstehabdır. Bâzıları Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Seilem) 'e vâcib olduğunu söylemişlerse de Hz. Âişe'nin:
«Ben, Resûlüllah
(Sallaiiahü Aleyhi ve Seliem)'ı kuşluk namazı kılarken görmedim.» demesi bu
iddiayı rededer. Bir takımları: «Kuşluk namazı Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve
Seîlem) 'in hasâismdan idi.» demişlerse de bu söz dahî reddedilmişdir. Çünkü
onu isbât edecek sahîh bir haber yokdur.
Ulemâ kuşluk namazının
devam üzere mi yoksa arasıra mı kılınacağında ihtilâf etmişlerdir. Zahire
bakılırsa, devam üzere kılmak efdaldır. Çünkü Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve
Seilem) bir hadîs-i sahîhde :
««Allah Teâlâ indinde
en makbul amel, az da olsa sahibinin devam üzere işlediği ameldir.» buyurmuşlardır.
Taberâhî 'nin
«El-Evsat» ında rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde, Peygamber (Sallaiiahü
Aleyhi ve Seilem) 'in : «Gerçekten cennette duhâ (yânî kuşluk) denilen bir kapı
vardır. Kıyamet koptuğu vakit bir münâdî çıkarak : Kuşluk namazını devam üzere
kılanlar nerede? Sizin kapınız, işte budur. Buyurun! Alah'ın rahmeti ile ondan
girin! dîyscekdir.» buyurduğu biîdirilmişdir.
Bir takım ulemâya göre
ise, kuşluk namazını devam üzere kılmamak efdaldir. Bunlar, yukarıda sıraladığımız
hadîsler meyânmda geçen Ebû Saîd hadîsi ile istidlal ederler. Fakat
kendilerine: «Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Seilem) 'in kuşluk namazını
bazen bırakması, ümmetine farz olur endîşesi iledir. Ümmet hakkında böyle bir
endîşe yokdur. Binâenaleyh kuşluk namazını devam üzere kılmak efdaldir.» diye
cevap verilmişdir.
Ümmü Hânî hadîsi ile
istidlal eden bâzı ulemâ kuşluk namazının, hafif kılınması' müstehab olduğuna
kaaildirler. Çünkü Hz. Ümmü Hânî:
«Ben, Resûlüllah
(Sallaiiahü Aleyhi ve Sedem) 'i bunun kadar hafif bir namaz kılarken
görmedim.» demişdir. Fakat bu zevatın kabilleri, reddedilmişdir. Çünkü
Resûlüllah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)'in hafife kılması, müs-lümanlann umuru
ile meşgul bulunmasından dır.
Kuşluk namazının
vakti, güneş doğup, ziyası yayıldığı zaman girer. Nevevî (631-676), güneşin
doğması ile girdiğini, rivayet etmişse de müstehab olan, onu güneş yükselinceye
kadar te'hîr etmekdir.
Ümmü Hânî
hadîsi, şu hüküml dahî ihtiva
eder :
1- Künyesi
ile meşhur olan bir kimsenin kendisini bildirmek için, künyesini söylemesinde
bir beis yokdur.
2- Bir yere
girmek için, izin istemekte kaaide : Ev sahibinin «Kim o?» demesi; izin
istiyenin de ma'rûf olan ismini söylemesidir.
3-
Ziyaretçiye ve müsâfire, merhaba; demek yahut ona benzer sözlerle i'zâz-u
ikrâm'da bulunmak müstehabdır.
4-
Yıkanırken veya abdest alırken konuşmakda bir beis olmadığı gibi böylelerine
selâm vermekde de beis yokdur. Fakat bevl eden kimseye, selâm verilmez.
5- Avret
mahalli örtülmüş olmak şartı ile, yakın akrabasından bir kadının yanında
yıkanmak ve kadının, ona perde tutması caizdir.
6- Bir tek
elbiseye sarınarak, elbisenin bir tarafını sağ omuzun un altından; bir tarafını
da sol omuzunun üstünden geçirmek ve o surette namaz kılmak caizdir.
7- Aranan
bir kimse, gusûl ve taharet gibi şeyler ile meşgul bulunursa, o işi
kestirmemek; bitirdikten sonra onunla görüşmek gerekir.
8- Cumhûr-u
ulemâya göre, bir müslüman kadınının, kâfir3 emân vermesi caizdir. Bâzıları
buna itiraz etmiş, hadîsin, o âna kadar emân vermiş olmaya ihtimâli olduğu
gibi, ondan sonra yâni yeni emân vermek mânâsına da gelebileceğini söyliyerek
ihticâca sâlih olmadığını iddia etmişlerdir.
84- (720)
Bize Abdullah b. Muhammed b. Esma' Ed - Dubai rivayet etti. (Dedi ki) : Bize,
Mehdî (yâni İbni Meymûn) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Uyeyne'nin âzâdhsı
Vâsıl, Yahya b. Ukayl'den, o da Yahya K Ya'mer'den, o da Ebû'î-Esved-i
Düelî'den, o da Ebû Zerr'den, o da Peygamber (SaUaiİCihü A leyhi ve Sellem)
'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar :
«Her birinizin, her
bir mafsalına karşı, bir sadaka vardır. Her tesbîh, bir sadakadır. Her tarımı d bir sadakadır. Her tehlîl bir sadakadır. Her tekbîr bir
sadakadır. İyiliği emretmek, kötülükden nehî'de bulunmak da bir©r sadakadır.
Bütün bunlar nâmına kişinin kılacağı iki rek'ât kuşluk namazı, kâfidir.»
Sülâmâ : Aslen
parmakların ve ellerin kemikleri demekdir. Sonradan bu Relime bedenin bütün
kemikleri ve mafsalları mânâsında kullanılmiş-dır. İleride görüleceği vecihle
Müs1imin rivayet ettiği bir hadtsde Resul üllah
(Sailatlahü Aleyhi ve Seilem) :
«insan üçyüzaltmış m
uf sal üzerine halk edilmişdir; her mafsal için bir sadaka vermek
lâzımdır.» buyurmuşdur.
Bu hadîs, kuşluk
namazının faziletine, mevkiinin büyüklüğüne ve iki rek'ât kılınmasının sahîh
olduğuna delildir.
85- (721)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülvâris rivayet etti,
(Dedi ki) : Bize Ehû'trTeyyâh rivayet etti. (Dedi ki) ; Bana Ebû Osman
En-Nehdî, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet efti. Şöyle demiş: «Dostum (Sallallahü
Aleyhi ve Selıenı/:
Bana üç şey'i (yâni)
her aydan üç gün oruç tutmayı, iki rek'ât kuşluk namazını ve uyumadan vitr
namazını kamamı vasiyyet etti.»
(...) Bize
Muhammed b. El - Müsennâ ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Abbâs-ı Cüreyrî ile
Ebû Şimr-i Dubai'den [32]
rivayet etti. Demişler ki: Biz Ebû Osmân-i Nehdî'yi, Ebû Hüreyre'den o da
Peygamber (Sallalhkü Aleyhi.ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet
ederken dinledik.
(...) Bana
Süleyman b. iMa'bed (lıil) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-alfâ b. Esed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz b. Muhtar [33],
Abdullah Ed-Dânâc'dan rivayet etti. Demiş ki: aBna Ebû Eâfi' Es-Sâiğ rivayet
etti. Dedi ki: Ben, Ebû Hüreyre'den dinledim. Dedi ki:
«Dostum Ebû'l-Kaasim
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana üç şeyi vasiyet etti...» Râvî, Ebû
Osman'ın, Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği hadîs gibi rivayette bulunmuştur.
86- (722)
Bana, Hârûn b. AbdîUâh ile Muhamnıed b. Râfî'de rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize, İbni EM Füdeyk, Dahhâk b. Osman'dan, o da İbrahim b. Abdillâh b.
Huneyn'den, o da Ümmü Hânî'nin âzâdlısı Ebû Mürra'dan, o da Ebû'd-Derdâ'dan
nalken rivayet etti. Ebû'd-Derdâ' söyle demiş :
«Habîbim (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), bana üç şey vasİyyet etti. Ben, bunları yaşadığım müddetçe
asla terk edemem! Her aydan üç gün oruç tutmayı, kuşluk namazını ve bir de vitr
namazını kılmadan uyumamamı.
(vasiyet buyuidular.)
»
Ebû Hüreyre hadîsini
Buhâri «Kitâbü't-Teheccüd» ile «Kitâbü's-Savm»
da; Nesâî dahî «Namaz» bahsinde muhtelif râvî-Ierden tahric etmişlerdir. Halil:
Yakın dost; demekdir.
Vâkîa Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz
:
«Ben, baiîl
edinecek olsam, Ebû Bekir'i kendime halîl
yapardım.» buyurmuşdur. Fakat Hz. Ebû Hüreyre 'nin sözü, bu hadise muhalif
değildir. Çünkü mümteni 'olan şey, Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Selletn)
'in, ashabından birini hail; ittihâz etmesidir. Ashâbm, onu halil ittihâz
etmesi, mümteni' değildir.
Ebû'd-Derdâ'
hadîsinde, halîl yerine habîb kelimesi kulla-nılmjşdır. Bâzıları, bu iki kelime
arasında fark bulmuş; diğer bâzıları aralarında fark olmadığını
söylemişlerdir.
Hz. Ebû'd-Derdâ'
hadîsinin tamâmiyle benzeri bir hadîsi Ebû Zerr (Radiyalîakû anh) da rivayet
etmişdir. Resûlüllah (SaîlaUahii Aleyhi ve Sellem) 'in bu hadîslerde zikredilen
üç şeyi vasiyyet etmesindeki hikmet şudur: Her ay üç gün oruç tutmak, nefsi
oruca alıştırır. Kuşluk namazını kılmak da namaza alıştırır. Uyumadan vitir
namazını kılmak ise vitr namazına bu şekilde devam etmek lâzım geldiğine
işarettir.
Bu hadîsde vitir
namazının vâcib olduğuna, vaktinin uyku ve gaflet zamanı olduğuna dahî işaret
vardjr.
Resûlüllah (SaüaUahü
Aleyhi ve SeUemi'm, bu vasiyyeti Ebû Hüreyre, Ebû'd-Derdâ, ve Ebû Zerr
(Radiyallahû anhûma) hazerâtma tahssî buyurarak başkalarına yapmaması, bunlar
fakîr oldukları içindir. Oruç ile namaz, bedenî ibâdetlerin en
şereflilerindendir. Anlaşılıyor ki, Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)
onlara hâllerine en lâyık olan şeyi vasiyet etmişdir.
1- Kuşluk
namazı, son derece faziletli bir namazdır. İbnü'1-Kayyim (691-751) Ulemânın
kuşluk namazı hakkındaki kavillerini altıya çıkarmişdır. Şöyle ki:
a) Kuşluk
namazı, müstehabdır.
b) Müstehab
değildir. Yalnız bir sebep bulunursa, müstehab olur. Meselâ Ebû Ceh1'in
Öldürüldüğü haber verilince Peygamber (Salllalahü Aleyhi ve Sellem) kuşluk
namazı kılmışdır.
c) Kuşluk
namazı, hiç bir vecihle müstehab değildir. Çünkü bu namazı Resûlüllah
(SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in nerelerde ne gibi namazlar kıldığını inceden
inceye araştırıp, o namazları kendisi de kılan
Abdullah Ibni Ömer
(Radiyallahû anh) kılmadığı gibi
diğer sahabe ve tabiîn de kılmamışlardir. Hattâ Abdurrahmân İbni
Ebî Leylâ ( -83) : «Ben, bu
namazı ashâb-ı kirâm'dan bir çoklarına sordum; onu kimse isbât edemedi.»
demişdir.
d) Devam
etmeyerek arada sırada kılmak müstehabdır.
e) Evinde
olanın, bu namaza devam etmesi müstehabdır.
f) Kuşluk
namazı, brd'atdır. İbni Ömer (Radiyallahû anh) «Bu namazı Peygamber
(SalUrlafTii Aleyhi ve'Selle?n)'in
vefatından sonra, halk uydurdu.» demişdir.
Bu kavillerin içinde
tercihe şâyân olanı, kuşluk namazını mutlak surette müstehab addedendir.
2- Her ay üç
gün oruç tutmak müstehabdır. İşlenilen hayırlı amellere, on kat sevap
yazılacağı n'ass-ı Kur'ân ile bildirildiğine göre mü'min bir kul, üç gün oruç
tutmakla, otuz gün oruç tutmuş gibi sevaba nail olacak, bu hâl her ay devam
ederse, Ramazanla birlikde senenin her gününü oruçla geçirmiş gibi
olacakdır.
3- Vitir
namazının, uyumadan kılınması, gece yarısı uyanamıyan-lara göredir.
Uyanacağından emîn olanlara göre
vitr'i gecenin sonuna doğru kılmak
efdaldir.
87- (723)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Nâ-fi-den dinlediğim, onun
da İbni Ömer'den naklettiği, ona da Ünımü'1-Mü'-m in in Hafsa'nın haber verdiği
şu hadîsi okudum: Resûlüllah (SaİlaUahii Aleyhi ve Sellem) ;
Müezzin, sabah namazı
içîn okuduğu ezandan (Fârig olup) sustuğu ve sabah (iyice)sezildiği vakit
(farz) namaz kılınmadan evvel hafif ikî rek'âf (nafile) kılarmıs.
(...) Bize,
Yahya b. Yahya İle Kuteyhe ve İbni Rumh da Leys b. Sa'd'-daii naklen rivayet
ettiler. H.
Bana Züheyr b. Harb
ile Ubeydullah b, Saîd de rivayet ettiler. Dedir Ier ki: Bize, Yahya,
Ubeydullah'dan naklen rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Ey-yûb'dan rivayet etti. Bunların
hepsi Nâfi'den, bu isnâdla Malik'in dediği gibi rivayet etmişlerdir.
88- (...)
Bana Ahnıed b. Abdillâh b. el - Hakem [34]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Şıı'be, Zeyd b. Muhammed [35]yden
naklen rivayet etti. Demiş ki : Nâfi'i,
İbni Ömer'den naklen rivayet ederken dinledim. İbni Ömer de Hafsa'dan,
rivayet etmiş. Hafsa, şöyle demiş: «Resûlüilah (Sü'-a'lahü Aleyhi ve Seilem):
Fecir doğduğu vakit
hafîf iki rek'â.-dan başka namaz kılmazdı.
(...) Bİze,
Bu hadîsi İshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) : Bİ-ze, Nadr haber
verdi. (Dedi ki) : Bize, Şu'be bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etti.
89- (...) Bize, Muhammed b. Abbâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize.
Süfyân, Amr'dan, o da
Zührî'den. o da Salim'den o da babasından naklen rivayet etti. (Demiş ki):
Bana, Hafsa, Peygamber (SallaUahii Aleyhi ve Seilem) 'İn : -
fecir aydınlandığı
zaman iki rek'ât namaz kıldığını haber verdi.
90- (724)
Bize Amrü'n - Nâkıd rivayet etti. (Dadı ki) : Bize Abde-tii'bnü Süleyman
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hişâm b. Urve, babasından, o da Âişe'den naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş: «Kesûlüîlah (Saîlallahii Aleyhi ve Seîlem):
Ezanı işittiği vâkıf
sabah namazının iki rek'ât sünnetini kılar ve bunları hafîf tutardı.
(...) Bu
hadîsi bana Alîyyü'bnü Hucr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ali (yâni İbni
Müshîr) rivayet etti. H.
Bu hadîsi bize, Efcû
Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Üsâme rivayet etti. H.
Bu hadîsi bize, Ebû
Bekir ile Ebû Küreyb ve İbni Nümeyr, Abdullah b. Nümeyr'den rivayet ettiler. H.
Bu hadîsi, bize,
Amrü'n - Nâkıd da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ve-kî' rivayet etti. Bu
râvîlerin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla rivayet etmişlerdir.
Ebû Üsâme hadîsinde:
«Fecir doğduğu vakit.» İfâdesi vardır.
91- (...)
Bize, bu hadîsi Muhammedü'bnü'l - Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Ebî
Adiyy, Hişâm'dan, oda Yahya'dan oda Ebû Se-leme'den, o da Âişe'den naklen
rivayet etti ki, Nebiyyullah (SaUalİahü A leyhi ve Sellem):
Sabah namazında ezanla
ika a met arasında iki rek'ât namaz kılarmış.
92- (...)
Bize yine Muhammedü'bnü'I - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : iBze, Abdülvehhâb
rivayet etti. Dedi ki: Ben, Yahya b. Saîd'den dinledim; dedi ki: Bana,
Muhammed b. Abdirrahmân haber verdi. Kendisi, Amra'yı, Âişe'den nalken rivayet
ederken dinlemiş ki, Âişe, şöyle diyormuş: «Resûlülîah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem):
Sabah namazının iki
rek'ât sünnetini kılar ve o kadar hafîf tutardı ki, ben (kendi kendime) acaba
bu iki rek'âtda Ümmü'l-Kur'ân'ı okudumu derdim.!»
93- (...)
Bize, Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, batanı rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Şu'he, Muhammed b. Abdirrahmân El - Ensârî'den naklen rivayet
etti. O da Amra binti Abdirrahmân'i, Âişe'den nalken rivayet ederken, dinlemiş.
Âişe, şöyle demiş: «ResûlüIIah (SaUaUahü
Aleyhi ve Sellem)
Fecir doğduğu vakit
iki rek'ât (nafile) namaz kılardı. Ben (içimden) acaba bu iki rek'âtda Fâtiha-i
Kitâb'ı okuyorum? derdim.»
94- (...) Bana, Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Yahya b. Saîd, İbnİ Cüreyc'den rivayet etti. Demiş kî: Bana, Atâ',
Ubeyd
(SaüaUahüh. Umeyr'den,
o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Peygamber A Icyhi ve Sellem) :
Nafile namazlardan hiç
bîri ha-kkmda, sabah namazının farzından önceki iki rek'ât sünneî kadar
şiddetle muhafazakâr değilmiş.»
95- (...)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ibni Nümeyr, hep birden Hafs b. Gıyâs'dan
rivayet ettiler. İbni Nümeyr dedi ki: Bize, Hafs, İbnî Cüreyc'den, o da
Atâ'dan, o da Ubeyd b. Umeyr'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe,
şöyle demiş: «Ben Resûlüllah (SaUatiahü Aleyhi ve Sellem) 'in:
— Nafilelerden hiç bir
namaz hakkında sabah namazından evvelki iki rek'âtda olduğu kadar sür'at
gösterdiğini görmedim!»
96- (725)
Bize, Muhammed b. Ubeyd El - Guterî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Avâne,
Katâde'den, o da Zürâratü'hnü Evfâ'dan, o da S.ı'd b. Hişâm [36]dan,
o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
etti. Şöyle buyurmuşlar :
«Sabah namazının iki
rek'ât sünneîi, dünyâdan ve dünyâdaki her şey'-den daha hayırlıdır.»
97- (...)
Bize, Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu'te-mîr rivayet etti.
Dedi ki: Babam şunu söyledi: Bize, Katâde, Zürâra'dan, o da Sa'd b. Hişâm'dan,
o da Âişe'den, o da Peygamber (SaUalUıhii Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet
etti ki, fecir doğduğu vakit kılınan iki rek'ât, sünnet hakkında :
«Hakîkaten bu iki
rek'ât namaz, benim için bütün dünyâdan daha makbuldür!» buyurmuşlar.
Hz. Hafsa hadîsini
Buharî «Ezan» ve «Namaz» bahislerinde; Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâce dahî
«Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Bu hadîsde cümlesi beş
vecihle rivayet olunmuşdur:
1- Buharî'deki
rivayetinde «Müezzin, sabah ezânmi
okumak için dikildiği zaman.» denilmişdir.
2- Müs1im'in
rivayetinde, «Müezzin sustuğu vakiî...»
deniliyor.
3- Bâzı
rivayetlerde
4- Diğer
bâzı rivayetlerde denilmişdir. Bunun mânâsı;
«Peygamber (SaHallahii
Aleyhi ve Seliem) i'tikâfâ girdiği vakit, müezzinin ezan okuması hâlinde iki
rek'ât sünnet kılardı.» demekdir. Yâni cümledeki (İzâ) mn cevâbı (Salla)
cümlesidir. Ara yerdeki (Ezzene) cümlesi başına (Kad) takdir etmek sureti ile
hâl olur.
5- Bâzı
rivayetlerde de,
«Resûlüllah
(Saikv.kthü Aleyhi ve Seliem) i'tikâfâ girdiği, müezzin de ezânr okuduğu vakit,
iki rek'ât sünnet Hardı.» denilmişdir Ancak bu rivayetlerden Resûlüllah
(Saliallahü Aleyhi ve Sellem) 'in, sabahleyin sünnet kılması i'tikâf hâline
mahsûsmuş zannedilmemelidir. Çünkü Hz. Hafsa'mn, Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi
ve Seliem)''i sünnet kılarken görmesi, i'tikâf hâlinde olabilir. Fakat bundan:
«O namazı i'tikâf'dan başka vakitlerde kılmazdı.» mânâsı çıkmaz.
Hafsa (Radiyallahıı
anha) hadîsi, sabah namazının, sünneti iki rek'ât kılınacağına, bu iki rek'âtm
hafif tutulacağına, namazın fecir doğdukdan sonra -kılınacağına delâlet
etmektedir.
Aişe (Radiyallahû
anha) hadîsini Buhârî «Ezan» ve «Tehec-cüd» bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Neşâî
de «Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadisin bâzı
rivayetlerinde Âişe (Radiyallahû anhaymn Fâtiha'ya «Ümmü'l-Kur'ân» yâni
Kur'ân'ın anası, diğer bâzı rivayetlerde «Üm-ftıü'l - Kitap» yâni kitâb'ın
anası, dediği görülüyor. Fatiha Jya, bu ismin verilmesi Kur'ân-ı Kerîm 'in esâsını teşkil ettiği
içindir. Zâten srapçada (Ümm) kelimesi:
Asıl ve esâs mânâsına gelir. Filhakika Fatiha, Kur'ân-ı Kerim'in üç külli
mânâsını ihtiva etmektedir. Bunlar: Mebde', ma'âş ve ma'âd'dır. Mebde': Allah
Teâlâ'ya, senada bulunmak, Maaş: Ona ibâdet etmek; Ma'âd da : Cezadır.
Kurtubi diyor ki: «Hz.
Âişe'nin (Ben, acaba bu iki rek'atda fâtihâ'yı okudumu; diyordum.) sözü onu
okuyup okumadığında şüphe etmiş mânâsına gelmez. Bu sözden murâd şudur:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şâir zamanlarda nafile namazları uzun
tutardı. Sabah namazının sünnetinde kısa kesince, şâir nafilelere riisbetle
hiç okumamış gibi olmuşdur.»
Ulemânın bu husûsdaki
ihtilâfı bundan sonraki hadislerde görülecek-dir.
Sabah namazının,
sünneti hakkında bâbımızdakilerden başka -bir çok hadîsler vârid olmuşdur.
Meselâ: Ebû Dâvûd 'un, Hz. Ebû Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadîsde
Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sel/etn) :
«Sİzî, süvariler bile koğsa
yine sabah namazının ilci rek'ât sünnetini bırakmayın!» buyurmuşdur.
Yine Ebû Dâvûd 'un,
Bilâl-i H-abeşî (Jladiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde: Bilâl,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e; «İyice sabahladın...» demiş;
Kesûlüllah '(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
<'Bundan daha fazla
sabahfasam yine sabahın iki rek'ât sünnetini güzelce ve yerliyerînce
kılardım.» mukabeledinde bulunmuşdur.
Tirmizî'nin, İbni Ömer
(Raâiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde ResûMi Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Fecr doğdukdan sonra
iki secdeden başka (nafile) namaz yokdur.» buyurmuşdur. Tirmizî, bunu «Fecr
doğdukdan sonra, sabah namazının iki rek'ât sünnetinden başka nafile namaz
kılınmaz.» şeklinde tefsir etmişdir. Daha başka hadîsler de vardır.
1-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şâir zamanlarındaki nafile namazlarına
nisbetle sabah namazının sünnetini mubâlegalı bir şekilde hafif kılmişdır.
Tahâvînin rivayetine
göre, sabah namazının sünneti hususunda ulemâ dört mezhebe ayrılmışlardır.
a) Sabah
namazının sünnetinde kırâet yokdur. Ulemâdan Ebû Bekir b. Esam ile İbni Uleyye ve Zahirîler 'den bir cemâat ona
kaail olmuşlardır .
b) Sabah
namazının sünnetinde yalnız fatiha okunur. Ve namaz bu suretle hafifletilir. Bu
kavi Abdullah b.
Amr (Radiyaîlahû anh) 'dan rivayet olunmuşdur. imam Malik'in meşhur
olan mezhebi de budur,
c) Bu namaz,
fatiha ile kısa bir sûre okuyarak hafifletilir. İmam Mâlik ile imam
Şafiî 'nin birer kavilleri budur.
d) Sabah
namazının sünnetinde, uzun sûreler okumakda bir beis yokdur. Bu kavil
İbrahim Nehaî ile
Mücâhid 'den rivayet olunmuşdur.
İmam A'zam'm: «Bazen ben, bu iki rek'âtda Kur'ân-ı Kerîm'den iki hizb okurum.»
dediği rivayet olunur. Hanefiyye, imamlarının kavli budur. Mezkûr kavi Abdullah b. Mes'ûd (Radiyaîlahû anh) ile
Tâbiîn'den Saîd b. Cübeyr, Muhammed b. Şîrîn,
Abdurrahmân b. Yezîd, Süveyd b. Gafe1e ve Guneym b. Kays'in da mezhebidir. İmam Şafiî de,
buna kaaildir.
İmam Mâlik: «Ben,
sabah namazının sünnetinde her rek'âtda fâtiha'dan başka bir şey okumam.»
demişdir.
İbni Abdilberr'in
rivayetine göre, imam Şafiî: «Sabah namazının sünnetinde fatiha ile beraber
kısa bir sûre okumakda beis yokdur.» demişdir. Mâlikîler 'den İbnü'l-Kaasim,
imam Mâlik 'den de böyle bir kavil rivayet etmişdir.
2- Resûl-ü
Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin, bu namazı hafîf kılmasının
hikmeti, asbah namazının farzına, vaktin evvelinde yetişmekdir. Gece namazına,
hafif iki rek'ât ile başhyarak ondan sonra kılacağı farza yahut teheccüd
namazına nasıl hazırlanırsa, gündüz namazlarına da ayni şekilde hafif iki
rek'ât namaz ile başlamak istemiş olması dahî muhtemeldir.
Bâzıları hafif kılmayı,
gece hizbini tamamlayanlara müstehab görmüş, geceleyin teheccüd namazında
okumayı âdet edindiği hizbi bitiremiyenle-rin, onu sabah namazının sünnetinde
tamamlayabileceklerini söylemişlerdir.
Hasan-ı Basrî ile Sevrî, buna kaail olmuşlardır.
İbni Ebî Şeybe 'nin
«Musannef» inde Saîd b. Cübeyr 'den mürsel olarak rivayet ettiği bir hadîsde:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Bazen sabah namazının
sünnetini uzatırdı.» denilmişidr. Ayni hadîsi Beyhakî dahi rivayet etmişse de
isnadında ensârdan ismi söylenmeyen bir zât vardır.
3- Bu
hadîsler sabah namazının sünnetinin pek faziletli bir namaz olduğuna delâlet
etmektedirler.
4- Kaadı
İyâz, Hasan-ı Basri 'nin bu sünnet için:
«Vâcibdir» dediğini rivayet ederse de, doğrusu vacip değil; sünnet-i mü-ekkededir.
98- (726)
Bana Muhammed b. Abbâd ile İbnü Ebî Ömer rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Mervân b. Muâviye, Yezîd'den -ki İbni Keysân'dır-o da Ebû Hâzîm'den, o da Ebû
Hüreyre'den naklen rivayet etti ki, Resû-lüllah (Saİîalîahü Aleyhi ve Seilem)
Sabah namazının iki
rek'ât sünnetinde (Kâfirûn) ile (ihtâs) sûrelerini okumuş.
99- (727)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, El - Fezârî (yâni
Mervân b, Muâviye) Osman b. Hakim El - Ensârî'den rivayet etti. Demiş ki: Bana,
Saîd b. Yesâr haber verdi. Ona da İbni Ab-bâs haber vermiş ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem):
Sabah- namazının iki
rek'âtlık sünnetinin ilk rek'âftnda sû re-i Bakara1-daki (Allah'a ve bize
indirilen şey'e îmân ettik; deyin [37]
âyet-i kerimesini ikinci rek'âtta da (Biz, Allah'a îmân ettik. Şâhid ol ki, biz
müslümanlarız [38] âyet-i kerimesini o
kurmuş.
100- (...)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid-i
Ahmer, Osman b. Hakîm'den, o da Saîd b. Yesâr'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen
rivayet etti. İlini Abbâs şöyle demiş: «Resûlüllab
Sabah namazının iki
rek'ât sünnetinde (Biz, Allah'a ve bize indirilene imân ettik; deyin!...)
âyet-i kertmesi iie Âl-i Imrân süresindeki (Sizinle aramızdaki müsâvî bir
kelimeye gelin!...[39]
âyetini okurdu, âyetini okurdu.
(...) Bana,
Aliyyü'bnü Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İsâ b. Yûnus, Osman b.
Hakîm'den bu isnâdda, Mervân-ı Fezârî hadîsi gibi rivayette bulundu.
Bu hadîsler, sabah
namazının sünnetinde okunacak âyet ve sûreleri bildirmektedir. Bu husûsda daha
birçok hadîsler vardır. Ezcümle Tirmizi'nin tahrîc ettiği İbni Ömer
(Radiyallahû anh) hadisi ile İfani Mes'ûd (Rüdiyaüahû anh) hadîslerinde ve Bezzâr'm
tahrîc ettiği Enes hadîsinde Müs1im'in ve keza Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce
'nin tahrîc ettikleri Ebû Hüreyre hadîsinde Resûlüllah (SallaUahil Aleyhi ve
Seüem)'in, bu namazda (Kâfirûn ) ile, ( İh1âs ) sûrelerini okuduğu
bildirilmektedir.
Bu iki sûreyi
okuduğunu bildiren başka hadîsler de vardır.
Bütün bunlar
gösteriyor ki, sabah namazının sünnetinde fâtiha'dan sonra, sûre veya âyet
okumak bâ husus (Kâfirûn ) ile (İh1âs) sûrelerini okumaya çalışmak müstehabdır.
Cumhûr-u ulemânın mezhebi de budur.
101- (728)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid
(yâni Süleyman b. Hayyân) Dâvûd b. Ebî Hind'den, o da Nu'mân b. Sâlim'den [40], o
da Amr [41] b.
Evs'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana Anbesetü'bnü Ebî Süfyân [42]
vefatına müncer olan hastalığında sevinilecek bir hadîs rivayet etti. Dedi ki:
Ben, Ümmü Habîbe'yi şunları söylerken, işittim: Ben, BesûlüHah (SalUılhıh'û
Aleyhi ve Sellem) 'den işittim, diyordu ki:
«Her kim günle, gecede
oniki rek'ât Hamaz kılarsa, o namazlar sebebi ile kendisine cennette bir ev
bİnâ edilir.»
Ümmü Habîbe: «Ben,
bunları Resulüllah ISallallahü Aleyhi ve Selle in) 'den işideli beri bir daha
terk etmedim.» demiş.
Aııbeşe de: «Ben,
bunları Ümmü Habîbe'den işideli beri bir daha terk etmedim.» demiş,
Amr b. Evs de-: «Ben,
bunları Anbese'den işideli bir daha terk etmedim.» demiş.
Nu'mân b. Salim dahî:
«Ben, bunları Amr b. Evs'den işidel bir
daha terk etmedim.» demiş.
102- (...)
Bana, Ebû Gassân El - Mis'maî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Bişr b. Mufaddal
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Dâvûd, Nu'mân b. Sâlim'den, bu isnâdla :
«Her kim günde on iki
rek'ât nâfite namaz kılarsa, o kimseye cen-netde bir ev yapılır!» hadîsini rivayet etti.
103- (...) Bize Muhammed b. Beşşâr rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Nü'mân b.
Sâ-lim'den, o da Amr b. Evs'den, o da Anbesetü'bnü EM Süfyân'dan, o da
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve SeUemy'm zevcesi Ümmü Habîbe'den naklen
rivayet etti ki, şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'i
şöyle buyururken işittim :
«Hiç bir müslüman kul
yoktur ki, Allah için her gün farz'dan maada, nafile olarak oniki rek'ât namaz
kılsın da, Allah, ona cennette bir ev yapmasın! Yahut cennette, ona bir ev
yapılmasın!»
Ümmü Habîbe : «Ondan
sonra ben, bu namazları kılmaya devam ettim.» demiş.
Amr da: «Ondan sonra
ben, bu namazları kılmaya devam ettim.» demiş: Nu'man da bunun gibi bir söz
söylemiş.
(...) Bana,
Abdurrahman b. Bişr ile Abdullah b. Hâşim EI-Abdî dahi rivayet ettiler. Dediler
ki : Bize, Behz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. Dedi ki :
Bana, Nu'mân b. Salim haber verdi. Dedi ki : Ben, Amr b. Evs'den dikledim.
Anbese'den, o-da Ümmü Habîbe'den naklen ediyordu. Ümmü Habîbe şöyle demiş:
Resûlüllah (SaUailahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular :
«Hiç bir müslüman kul
yoktur ki, tertemiz abdest alarak sonra Allah için her gün namaz kılarsa...» ve
ravi yukarki hadîsin mislini rivayet etmişdir.
Tirraizî ile Nesâî,
hadîsin sonunda: «Öğleden Önce dört, sonra iki; akşam namazından sonra iki;
yatsı namazından sonra iki; sabah namazından evvel de iki rek'ât.,.» ifâdesini
ziyâde etmişlerdir.
Nesâî 'nin bir
rivayetinde : «İkindiden evvel de İki rek'ât» denilmiş «Yatsıdan sonra iki
rek'ât...» zikredilmemişdir. Ayni hadîsi İbni Hibbân dahî «Sahîh» inde; Hâkim
«Müstedrek» inde rivayet etmişlerdir. Hâkim: «Bu hadîs, Müs1im'in şartı üzre
sahîhdir. Fakat Buhârî ile Müslim, onu tahrîc etmemişlerdir.» demişdir.
Hâkim (321-405) bir
yerde, iki rivayetin arasını cem' ederek: «İkindiden evveî iki rek'ât,
yatsıdafî sonra da iki rek'ât» demişdir, Bu rivayet Taberânî 'nin «Mu'cera» inde dahî mevcûddur.
Sahîheyn'in
rivayetlerinde ikindiden önce iki rek'ât sünnet kılınacağı zikredilmemişdir.
İkindi, Ebû Dâvûd 'un sahîh bir isnâdla Hz. Alî (Radiyallahû anh)'ûan tahrîc
ettiği bir hadîsde zikredilmiş; Resul-i Zîşân (SaUallahü Aleyhi ve Seüem)
Efendimizin, ikindiden evvel iki rek'ât süfrnet kılardığı bildirilmişdir. İbni
Ömer {Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunan bir hadîâde Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem):
«İkindiden evvel, dört
rek'ât nafile namaz kılan kimseye Allah, rahmet eylesin!» buyurmuşdur. Bu hadîsi,
Ebû Dâvûd ile Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî, onun hakkında: «Hasen bir
hadîsdir.» demişdir,
Ümmü Habîbe
(Radiyallahû anho.) 'dan rivayet olunan sahîh bir hadîsde Ümmü Habîbe:
«Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) :
Her kim öğleden evvel
dört, Öğleden sonra da dört rek'ât nafile kılmağa devam ederse, Allah, o
kimseyi cehhenneme haram kılar; buyurdu.»
demektedir. Hadîsi Ebû
Dâvûd ileTirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizî, onun hakkında: «Hasen sahîh bir
hadîsdir.» ifâdesini kuüanmışdır.
Sahîh-i Buhârî'de
Abdullah İbni Mugaffel (Radiyallahû anh) 'dan rivayet edilen bir hadîsde,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki defa :
<'Akşam namazından
önce sünnet kihn!» buyurmuş; üçüncüde;
«İsteyene söylüyorum!»
demişdir.
Sahîheyn'de yine
Abdullah İbni Mugaffel 'den rivayet edildiğine göre Resûlüllah* (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Her iki ezanın arasında,
bir nafile namaz vardrr.» buyurmuşdur. İki ezandan murâd; ezanla ikaametdir.
Nevevî diyor ki:
«Bunlar farzlarla birlikde kılınan sünnet-i mü-ekkedeler hakkında vârid olan
sahîh hadîslerin bir kısmıdır. Ulemâmız ile cumhur, bu hadîslerin hepsi ile amel
etmiş; olnarın beyân ettiği nafilelerin, hepsini müstehab kabul etmişlerdir.
Bu husûsda ulemâmızdan yalnız akşam namazından önceki iki rek'ât hakkında hilaf
zikredilmişedir. Mezkûr iki rek'ât hakkında ulemâmızdan İki kavil rivayet
edilmişdir. Bunların meşhur olanına göre, akşam namazından önce iki rek'ât
nafile kılmak, müstehab değildir. Muhakkikîn'e göre, sahîh olan kavil ise,
müstehab olmasıdır.
Ulemâmız ile diğer
mezhepler ulemâsı diyor ki: Sünnetlerin sayısı hususunda hadîslerin ihtilâfı bu
mes'elede işin geniş tutulacağına hamle-dilmişdir. Sünnetlerin biri en az,
diğer en mükemmel olmak üzere iki derecesi vardır. En. az derecesi ile asıl
sünnet yerini bulursa da en mükemmel şeklini yapmak yâni çok mikdârmı kılmak
ihtiyar olunmuşdur...»
104- (729)
Bana, Züheyr b. Harb ile Ubeydullah b. Saîd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Yahya (yâni İbni Saîd) Ubeydullah'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana,
Nâfi', İbni Ömer'den naklen haber verdi. H.
Bize, Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Ubeydullah, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer
şöyle demiş: «Ben, Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) ile birlikde
öğleden evvel iki secde, öğleden sonra da iki secde, akşam namazından sonra
iki secde, yatsıdan sonra iki secde, cum'a namazından sonra iki secde namaz
kıldım. Akşam, yatsı ve cum'a namazlarını (in sünnetlerini) Peygamber
(Sö//ö//û/iw Aleyhi ve Sellem) ile, onun evinde kıldım.»
Bu hadîsi Buharı
«Ebvâbü't - Tetavvu» un bir kaç yerinde ve «Cum'a» bahsinde tahrîc ettiği gibi;
diğer sahîh sahipleri de rivayet etmişlerdir.
İbni Ömer ('
Radiyallahû anh) 'in burada bahsettiği
beraberlik, mücerred rek'ât sayısına âiddir. Yoksa nafile namazları da cemaatla
kıldık demek istememişdir. Onları herkes yalnız kılmışdır.
Yine İbni Ömer
(Radiyallahû anh) 'in bahsettiği ikişer secdeden murâd, ikişer rek'âtdır.
Hadîsin sonunda İbni Ömer (Radiyallahû anh) akşam, yatsı ve cum'a namazlarının
sünnetlerini Peygamber (Sattailahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde, onun evinde
kıldıklarını bildiriyor. Geri kalan sünnetleri ise mescidde kılmışlardır.
İbni Ömer'in bîr
rivayetinde :
«Resûl-ü Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem): cum'a namazından sonra mescidde nafile kılmaz, oradan ayrılarak
iki rek'ât nafileyi başka yerde kılardı.» denilmiş; burada ise cum'a'dan sonra
mescidde iki rek'ât sünnet kıldığı bildirilmişdir. Bu suretle iki rivayet
arasmda zahiren tezâd görülürse de, Aynî 'nin beyânına göre «İnsirâfc» dan
murâd, eve gitmeye de şâmil olan umûmî bir mânâdır.
- Hadîsler arasında
tezâd bulunduğunu, teslim etsek bile buradaki muhtelif ,rek'âth sünnetler her
iki şıkkın caiz olduğunu göstermek için böyle kılınmışlardır.
Buhârî 'nin
rivayetinde, bu hadîsin sonunda : «Bana,, kız kardeşim Hafsa (Radiyallahû anha)
'nin anlattığına göre, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
Fecir doğdukdan sonra
hafif iki rek'ât namaz kılarmış. (Hafsa şöyle dedi) : «Bu, öyle bir saat idi
ki, o saatte ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma girmezdim.»
ibaresi vardır.
Ümmehât-ı Mü'minîn
'den, Hafsa (Radiyallahû anha) Hz. Ömer'in kızı olduğuna göre, İbni Ömer
(Radiyallahû anh) 'm hakîki kız kardeşidir .
.«Bu, öyle bir saatti
ki, o saatde ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanma girmezdim.»
ifâdesi, İbni Ömer (Raâiyallah'ı anhi'mâır. O saatte Fahr-i Kâinat (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin, yanma girmemesi, onu meşgul etmemek içindir.
Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o saatte başkaları ile meşgul
olur, kimi kendisine müracaat edenlerin dâvalarını hall-ü fasl eder; kimi de
teblîğ ve ir-şâd için îcâb eden yerlere giderdi.
1- Hanefiyye
ulemâsı, "bu hadîsle istidlal ederek «Beş vaktin, sünnet-i müekkedeleri
oniki rek'âtdır.» demişlerdir. Gerçi bu hadîs sünnet-i müekedeîerin. on rek'ât
olmasını icâb ederse de, Ümmü Habîbe hadisinin şerhinde işaret ettiğimiz vechle Tirmi'zî ile Nesâi"'nin rivayetlerinde
öğleden önce d.ört rek'ât sünnet kılınacağı tasrih olunmuşdur. Zâten Ümmü Habibe (Radiyalîahû anh) hadîsinde :
«Her kim, günle
gecede, oniki rek'ât sünnet kılarsa ilâh » buyurularak, rek'ât sayısının oniki
oldırğu tasrîh edilmişdir.
Buharı ile Ebû Dâvûd
ve Nesâî 'nin tahrîc ettikleri Hz. Âişe
hadîsinde :
«Peygamber (Sollallahü
Aleyhi ve Sellem); öğle namazından evvel, dört : rek'ât sünneti hiç terk
etmezdi.» denilmişdir. Başka bir rivâyetde, Âişe (Radiyalîahû anha):
/Resûlüllah
(Saliatiahü Aleyhi ve Seilem), öğle'den evvel benîm evimde dört rek'ât sünnet
kılardı.» demişdir.
Tirmizî'nin
rivayetinde dahî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in, öğleden önce
dört, öğleden sonra iki rek'ât sünnet kılardığı beyân olunmuşdur. Mezkûr hadîs
için Tirmizî: «Hasen bir hadîs-dir.» dedikten sonra; gerek sahabe devrinde, gerekse
onlardan sonra gelen Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn zamanlarında ekseri ulemânın
bununla amel ederek, öğleden Önce dört rek'ât sünnet kılmayı tercih
eylediklerini söy-lemişdir.
Süfyân-ı Sevrî
ile İbni Mübarek
ve îshâk'-m kavilleri de budur.
2-
Şâfiîler'e göre ,beş vakit namazın sünnet-i müekkedeleri, on rek'âtdır.
Delîlleri, buradaki İbni Ömer hadîsidir. Şâfiîyye ulemâsından bâzıları
öğleden önce ayrı ayrı iki defa ikişer
rek'ât sünnet "kılınacağına kaail olarak, sünnet-i müekkedelerin rek'ât
adedini, Ümmü Habîbe hadîsinde beyân edilen mikdâra yâni onikiye
çıkarmışlardır.
3- Öğlenin
farzından sonra kılman iki rek'ât sünnet
Ümmü Habîbe (RadiyaVoh't o.'iha)
'nin bir rivayetinde, dört rek'ât olarak tah-dîd edilmişdir. Ayni rivayeti
Tirmizî, Nesâî ve İbni Mâcede tahrîc
etmişlerdir. Tirmizi: «Bu hadîs, hasen, sahih ve garîbdir.»
demişdir. Hz. Ümmü Habîbe 'nin iki rivayetinin araları şöyle . bulunmuşdur: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Setlem) öğlenin farzından sonra bazen iki, bazen de dört rek'ât
sünneı kılarak bunların ikisinin de caiz olduğunu göstermek istemişdir. Ümmü
Habîbe (Radiyalîahû anha) hadîsinin
şerhinde naklettiğimiz vecihle sünnetlerin, rek'ât sayılan hakkında
vârid olan muhtelif hadîsler, gösterilen her aded ile amel etmenin caiz
olduğuna hamlotunmuşlardır.
Hâsılı Şâfiî1er'den
bâzıları, öğlenin farzından Önce kılınan dört rek'âtı. revâtip'den (yâni sünnet-i
müekkedelerden) saymışlardır.
Râfii'nin rivayetine
göre, ekseriyetle Şâfiiyye ulemâsı öğleden önce ve sonra ikişer rek'ât sünnet-i
müekkede kılınacağına kaaildirler. Bâzıları, öğlenin farzından sonra dört
rek'ât nafile kılınacağını; bunun iki rek'âtının sünnet-i müekkede, iki
rek'âtınm da bilittifâk müstehab olduğunu söylemişlerdir. Şâfiîler 'den
bâzılarına göre, sünnetlerde kemâl derecesinin en aşağısı sekîz rek'âtdır.
Bunlar, yatsı namazından sonra kılınan iki rek'ât sünneti ıskaat ederler.
Büveytî'nin beyânına
göre, Şâfiîler'ce sünnetlerin kemâl derecesi, onsekiz rek'âtdır. Şâfiîler,
akşam namazından önce iki rek'ât, ikindiden önce dört rek'ât sünnet
kılınacağına kaail olmak sureti ile sünnet rek'âtlarınm sayısını onsekize
çıkartmışlardır.
Şâfiîler 'den diğer
bir rivayete göre, sünnetlerde kemâl derecesinin en aşağısı on rek'âtdır.
Onları onsekiz kılmak, müstehabdır. Akşam namazından önce iki rek'ât namaz
kılmanın müstehab olup olmadığı hususunda
Şâfiîler 'den iki kavil rivayet olunur.
Hanefîler'e göre,
akşam namazından önce, iki rek'ât nafile kılmak müstehab -değildir. Onlara
göre dört rek'ât kılman öğlenin ilk sünnetinde, bir defa selâm verilir.
Şafiî, Mâ.likî ve
Hanbelîler'e göre, bu sünnet, her iki rek'âtta bir selâm vermek sureti ile
kılınır. Delilleri, Ebû Hüreyre hadîsidir. Mezkûr hadisde, bu sünnetin iki
selâmla kılınacağı bildirilmişdir. Lâkin Hanefîler'e göre buradaki selâmlardan
mu-râd, teşehhüdlerdir. Hanefî1er'in bu te'vîli, İbni Mes'ûd
(Radiyallahûanh)'dan rivayet olunmuşdur.
4- Akşam
namazından önce nafile kılınıp kılınmiyacağı, Selef-i Sâlihîn arasında
ihtilaflı bir mes'eledir. Ashâb-ı kiram ile Tabiîn ve Fu-kahâ'dan bir cemaata
göre, aksam namazından önce nafile kılmak, câiz-dir. Delilleri, Ebû
Dâvûd 'un rivayet ettiği
Abdullah e1 -Müzeni hadîsidir. Bu hadîsde Resûlüllah (SalîaUahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Akşam namazından
önce iki rek'ât
nafile namaz ktlın! ilâh...»
buyurmuşlardır. Fakat
ekseri ashâbdan böyle bir namaz kılmmadiğı rivayet olunmuşdur. Hattâ îbrâhîm
Nehaî: «Bu, bida'tdır. Mezkûr hadîs, kerahet vaktinin çıktığını bildirmek için
islâmı'n ilk devirlerinde böyle bir namazın kılındığına hamledilmişdir.»
demişdir,
5- Yatsının
farzından sonra kılman iki rek'ât sünnet, bâzı rivayetlerde dört rek'ât olarak
bildirilmişdir. Meselâ Saîd b. Mansûr'-un, «Sünen» inde rivayet' ettiği
Berâ' b. Âzib hadisinde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her kim öğle'den
evvel dört rek'ât nafile namaz kılarsa, o kimse, o gece teheccüd namazı kılmış
gibi olur. Ve her kim bu dört rek'âtı
yatsıdan sonra kılarsa, onların mislini kadir gecesinde kılmış gibi olur.» buyurmuşlardır.
Beyhakî (384-458) bu hadîsi Hz. Âişe'nin sözü olmak üzere rivayet etmişdir.
Hanefi yye kitaplarında «El-Mebsût» da: «Yatsıdan sonra dört rek'ât sünnet
kılmak efdaldır. Çünkü bu bâbda İbni Ömer (Radiyallahû anh) 'dan hem merfu',
hem mevkuf hadîs rivayet olunmuşdur.» deniliyor.
6- Cum'a
namazından sonra, iki rek'ât olarak kılınacağı bildirilen sünnet, Tirmizî'nin
rivayet ettiği Ebû Hüreyre hadîsinde, dört rek'ât olarak, tahdîd edilmişdir. Bu
hadîsde :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seltem); Sizden hanginiz cum'a'd an sonra sünnet kılmak
isterse, dört rek'ât olarak kılsın! buyurdular.» denilmektedir.
Hadîs hakkında Tirmizî:
«Bu hadîs, Hasen ashîh'dir.» demiş-dir. Mezkûr hadîsi imam Müslim ile Ebû
Dâvûd, Nesâî ve İbni Mâce dahî rivayet etmişlerdir. Ulemâdan bâzıları, bununla
amel ederler.
İbni Mes'ûd
(Radiyallahû anh) Hazretlerinin, cum'a'dan önce 'dört, cum'a'dan sonra da dört
rek'ât sünnet kılardığı rivayet olunur.
Hz. Alî
(Radiyallahû anh):
«Vaktiyle cum'a'dan
sonraki rek'ât sünnet kılınması emrolunmuşdu. Sonra dörde çıkarıldı.»
demişdir.
Süfyân-ı Sevrî ve
Abdullah ibni Mübarek, İbni Mes'ûd 'un kavlini tercih etmişlerdir. İshâk'a göre
ise mescidde kılan, cum'a'dan sonra dört; evinde kılan ise iki rek'ât sünnet
kılacakdıf. Ashâb-ı kiramdan İmrân b. Husayn (Radiyallahû anh) cum'a'dan sonra,
iki rek'ât sünnet kılarmış. Bu kavli, Tirmizî, imam Şâfiî. ile imam Ahmed'den
de rivayet etmişdir. Anlaşılıyor ki, Şafiî ile imam Ahmed Hazerâtı, bununla
müstehab mikdârin en az ne olacağını bildirmek istemişlerdir. Yoksa imam Şafii
«El-Ümm» nâmın daki eserinde cum'adan sonra dört rek'ât sünnet kılınacağını
tasrîh etmişdir.
İmam Ahmed'e gelince
Hanbe1î1er'den İbni Kudâtr.e'. nin «El-Muğnî» nâm eserindeki beyânına göre,
Ahmedb. Han bel: «İsteyen cum'adan sonra iki rek'ât, isteyen dört rek'ât
kılar.» demişdir. Hattâ: «İsteyen altı kılar.» dediği de rivayet olunur. İbni
Mes'ûd (Rnt?:yp!>rh'! r»h ı.ile İbrâhîm Nehaî ve Eshâb-ı Re'y. cum'adan
sonra dört rek'ât sünnet kılınacağına kaaildirler. Delilleri. Ebû Hüreyre
hadîsidiı.
Hz. Alî ve Ebû Musa
(Radiyallahû anhûma) ile Atâ'. Mücâhid, Humeyd b. Abdirrahmân
ve Süfyân-ı Sevrî, cuma namazından sonra altı rek'ât sünnet kılınacağına
kaail olmuşlardır. Hanefî1er'in mezhebi de budur.
Tenbîh ; Cum'anın
farzından sonra altı rek'ât sünnetden başka birde âhir zuhur kılınır. Fakat bu
namaz cum'anın sünnetlerinden ma'dûd değil, ihtiyaten kılınan son Öğlenin
farzıdır. Cum'a namazının, şâir namazlardan başka birçok şartları olduğunu
derpîş eden ulemâ, bu şartlardan biri veya birkaçı yerine getirilememek sebebi
ile o günkü cum'a namazı ınd-i ilâhîde kabul olunmazsa öğle namazının farzı
bârı kılınmış olsun, düşüncesi ile âhır zuhru kılmayı münâsib görmüşlerdir.
Âhir zuhur son Öğle demekdir, Kılınan cum'a namazı, kabul olunmadı ise ondan
sonra kılınacak ahir zuhur, son Öğle olur. Cum'a namazı kabul olundu ise kılınan
âhir zuhur, o günden evvel kazaya bırakılan en son Öğlenin kazası olur.
Üzerinde hiç kazası olmayanlar için ise bu namaz nafile hükmüne geçer. Âhır
zuhur'a: «Vaktine erişip henüz kılamadığım, son Öğleye niyet ettim.» diye
niyetlenilir. Âhır zuhur'da, kırâet mes'elesi ihtilaflıdır. Bâzılarına göre
tamâmiyle öğlenin farzı gibi kılınır. Yâni ilk iki rek'âtında fâtha'dan sonra
sûre okunur; son iki rek'âtında fâtiha'dan sonra sûre okunur; son iki
rek'âtında yalnız birer (fatiha) ile iktifa olunur.
Bir takımlarına göre,
dört rek'âtın, dördünde de fatiha ve sûre okunur.
Bu namaz ''cum'a
namazının farzından sonraki iki sünnet arasında kılınır.
7- Akşam
namazı ile yatsıdan sonra kılınacak sünnetler hakkında ihtilâf edilmişdir.
Ashâb-ı kiramdan Zeydü'bnü Sabit, Abdurrahman b. Avf (Radiyallahû anhûma) ve
başkaları evlerinde akşam namazından sonra ikişer rek'ât sünnet kılarlarmış.
Umumiyetle ashâb-ı gü.zîn'in âdetleri, bu namazı evlerinde kılmak ve semâda
yıldızlar iyice görününceye kadar te'hîr etmekmiş,
Bâzıları bütün
nafileleri evlerinde kılarlarmış.
İbni Battâ1 ( -444)
diyor ki: «Söylenildiğine göre mescidde nafile namaz kılmanın mekruh olması,
câhiller görüp de onu farz zannetmesinler, diyedir. Yahut evi namazsız
kalmasın veya kul riyâ'dan kendisini korusun, diye evlerde kılmak meşru
olmuşdur. Kendini, riyadan koruyan kimsenin nafile namazları, mescidde kılması
iyi olur.»
Hanefî1ere göre
farzlara tâbi olan, nafile namazlar, sünnet ve men-dûb olmak üzere iki
kısımdır. Sünnet namazlar, beşdir. Bunların en kuvvetlisi, sabah namazının
sünnetidir. Bundan dolayı hiçbir Özür yokken onu oturarak veya hayvan üzermde
kılmak caiz .değildir. Sabah namazının sünnetini evde kılmak ve birinci
rek'âtında (Fatiha) dan sonra (Kâfirûn )(
sûresini, ikincide (İh1âs 'ı
okumak sünnetdir. Kuvvet itibârı ile sabah namazının sünnetinden sonra öğlenin
dört rek'ât İlk sünneti gelir. Ondan sonra öğlenin son sünneti; daha sonra
akşam namazının sünneti, en sonra da yatsının iki rek'ât son sünneti gelir.
Memdûb namazlar, dörtdür.
a) İkindinin farzından önce kılınan dört veya
iki rek'ât namaz.
b) Akşam
namazından sonra kılman altı rek'ât;
c) Yatsı'dan
önce kılman dört rek'ât,
d) Yatsıdan
sonra kılman dört rek'ât namazadır.
Çünkü Âişe (Radıyaüahû anha) 'dan rivayet
olunduğuna göre Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) yatsıdan önce dört rek'ât; sonra da dört rek'ât
kılar da öyle yatarmış. Namaz kılan kimse, bu sayılanlardan başka İstediği
kadar nafile kilmakda serbesttir. Bu bâbda sünnet olan vecih, gündüz namazlarında
dörtte bir selâm vermekdir. Akşam namazının sünnetini altı rek'ât kılan kimse,
bir selâmle iktifa edebilir. Her iki rek'âtta da selâm vermesi de caizdir.
Yatsının ilk ve son sünnetleri, dörder rek'ât kılmabilir. Akşam namazından Önce
hafif iki rek'ât nafile kılmak, mübahdır. Şâfiî1er'e göre farz namazlara tabî
olan nafileler, müekked ve gayr-i müekked olmak üzere, iki kısımdır. Sabah
namazından önce iki, öğle veya cum'adan önce ve sonra ikişer; akşam namazından
sonra iki; yatsıdan sonra dahî iki rek'ât nafile kılmak, sünnet-i müekkededir.
Bunlara, revâtip denir. Onlara göre Vitir namazı dahî, müekked sünnetlerdendir.
Sünnet-i gayr-i
müekkedeler oniki rek'âtdir. Bunlar: Öğlenin zîkri geçen sünnetinden başka iki
r,ek'ât daha kılmak sureti ile dörde çıkarılması, son sünnetinden sonra dahî
iki rek'ât ilâve edilmesi, ikindiden önce, dört rek'ât, akşamdan önce iki,
yatsıdan önce dahî iki rek'ât olarak kılınan namazlardı
Mâ1ikî1er'e göre,
farzlara tâbi olan nafile namazlar, revâtib ve gayr-i revâtib olmak üzere iki
kısımdır.
Revâtib:
Öğlenin farzından Önce ve sonra kılman sünnetlerle ikindiden önce ve akşam
namazından sonra kılman nafilelerdir. Bu namazların rek'ât sayıları hakkında
muayyen bir aded yoksa da efdal olan, öğle namazının farzından evvel ve sonra
dörder rek'ât; ikindiden önce dört; akşam namazından sonra altı rek'ât
kılmakdır. Akşam namazından önce nafile kılmak, mekruhdur. Şârî' tarafından
yatsıdan önce nafile kılınacağına dâir açık bir nass yokdur.
Gayr-i revâtib. sabah
namazının iki rek'ât sünneti ile en az iki rek'ât olarak kılınan şefi'
namazıdır. Bu namaz, yatsıdan sonra, vitir namazından evvel kılınır. Vitir
namazı dahî sünnet-i müekkededir. îki rek'ât tavaf namazından sonra en
kuvvetli sünnet budur.
Hanbelîler'e göre dahi
farz namazlara tâbi olan nafileler, revâtib ve gayr-i revâtib olmak üzere, iki
kısma ayrılırlar.
Revâtib:
Günlük namazların Önlerinde veya sonlarında kılınan ikişer rek'âtlık nafilelerdir.
Delilleri, Hz. İbni Ömer hadîsidir.
Gayr-i revâtib;
Öğleden önce dört, Öğleden sonra dört, ikindiden önce dört, akşam namazından
sonra dört, yatsıdan sonra dahî dört rek'ât olarak kılınan nafilelerdir.
Akşam ezanı okunduktan
sonra, farzından önce iki rek'ât nafile kılmak mubahdır. Revâtib ve cemaatla
meşru olmıyan sair namazları evde kılmak, efdaldir.
Fâide:
«Ulemânın beyânına göre, nafile ibâdetlerin meşru olmasındaki hikmet :
a) Farzların
noksanlığını, onlarla tamamlamak;
b) Farzdan
önce nafile .ibâdet yapmak sureti ile nefsi, ibâdete alıştırmak, kalbi
tamâmiyle farza hazırlamak ve;
c) Şeytanın
tamahını kırmak gibi şeylerdir.
(Bu bâbda «Selâmet
Yolları» [43] adlı eserin ikinci
cildinin 5. ve 6. shf. lerin âcizane izahatta bulunmuşdum. Kitabın neşrinden
bir müddet sonra bâzı yeni eserlerde hatta gazete sütunlarında oradaki
mâruzâtıma reddiye denilebilecek yazılar gördüm. Bu yazıların sahiplerince,
kazaya namazları kalan kimseler sünnet kılamazlarmış. Farz olan haccını îfâ
edenler bir daha hacca gidemezlermiş... Kitabımız, bu gibi zevata cevap maksadıyla
yazılmadığı için, burada sözü uzatmiyacağım. Yalnız «Selâmet Yollan» ndaki
nakil ve iddialarımda haklı olduğumu bildiğim için mezkûr zevatın, oradaki
satırları dikkatle okumalarını diler; bu gibi husûsâtda bilir bilmez ileri geri
söz etmenin tehlikeli bir manevra olduğunu ke-mâl-i samimiyetle kendilerine;
hatırlatırım!]
«El-Hidâye»
şerhlerinden «Fethu'I-Kadîr» in «Nevâfil» babında şu satırlar yer almaktadır:
«En-Nevâzil» nâm
eserde'deniliyor ki; Beş vakit namazın sünnetlerini terk eden kimse, bunların
hak olduğuna îtikad etmezse, kâfir olur. Hak olduklarına inanmakla beraber
onları terk ederse bâzılarına göre günahkâr sayılmazsa da sahih kavle göre,
günahkâr olur. Çünkü onları terk edenler hakkında tehdîd vârid olmuşdur.
Şüphesiz ki günah, vacibin terkinden dolayı lâzım gelir... Evet sünnetleri
terk etmek isâeti ve Resûlüllah (Salîallahiİ Aleyhi ve Se'le/n) 'in
sünnetlerini işlemeye bağlı olan uhrevî kazanç ve derecelerin elden gitmesini
istilzam eder. Amma bu hüküm sünnetler istihfaf edilmeksizin hattâ son derece
edep ve ta'zim göstermekle beraber bırakıldığına göredir. Böyle olmazsa onları
terk etmeye sebep olan şeyin hâline göre verilecek hüküm küfürle günah arasında
deveran eder...»
105- (730)
Bİze, Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hü-şeym, Hâlid'den, o da
Abdullah b. Şakîk'den naklen haber verdi. Demiş ki: Âişe'ye, Resülüllah
(SaUııUahü Aleyhi ve Sellem)'m, nafile namazını sordum. Şöyle cevap verdi:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selle m), benim evimde öğle'den evvel dört rek'ât (nafile
namaz) kılar, sonra (mescide) çıkarak cemaata namaz kıldırır; sonra (tekrar
benim evime) girerek iki rek'ât-(nafile daha) kılardı. Cemaata akşam namazını
kıldırır; sonra (benim evime) gelerek, iki rek'ât nafile kılardı. Cemaata,
yatsıyı kıldırır ve (yine benim evime) girerek, iki rek'ât (nafile) kılardı.
Geceleyin içlerinde vitir de dâhil olmak üzere dokuz rek'ât namaz kılardı. Bâzı
geceler, namazı ayakta, uzun kılar; bâzı geceler de oturarak uzun kılardı.
Ayakta kılarken okursa, ayakta iken rükû' ve sücûd eder; otururken okursa,
oturduğu yerden rükû' ve secde ederdi. Feciı doğunca, iki rek'ât (nafile namaz)
kılardı.»
106/107- (...)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, Hammâd, Büdeyl ile
Eyyûb'dan, onlar da Abdullah b. Şakik'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti.
Âişe, şöyle demiş:
«Resûlüllah
(SalIaHahii Aleyhi ve Sellem), geceleyin uzun uza di ya namaz krlar; namazı
ayakta kılarsa, ayakta rükû' eder; oturarak kılarsa rükû'u da oturarak
yapardı.»
108- (...)
Bize, Muhamedü'bnü'I-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, BüdeyPden, o da Abdullah fa.
Şakîk'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
«Ben, İran'da hasta
olmuşdum. Bu seteple namazı, oturarak kılıyordum. Müteakiben tunu Âişe'ye
sordum. Âişe :
Resûlüllah (SaUaHahü
Aleyhi ve Sellem), geceleyin ayakta uzun uzun namaz kılardı...» cevâbını verdi...» Ve râvî hadîsi rivayet
etmiştir.
109- (...)
Bize, Ebû Bekir b. EM Şeyhe dahî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Mu âz b. Muâz,
Humeyd'den, o da Abdullah b. Şakîk-i Ukaylî'den naklen rivayet etti. Demiş ki:
Âişe'ye, Resûlüllah (SaUaHahü Aleyhi ve Selle/n) 'in gece namazını sordum:
Aişe:
«Bâzı geceler ayakta,
bâzı gecele,- de oturarak uzun uzun namaz kı-lard». Ayakta kılarken oku (makdan
fârig ol) dumu ayakta rükû' eder; Oturarak okursa, oturduğu yerden rükû*
ederdi.» cevâbını verdi.
110- (...)
Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Muâviye, Hişâm b.
Hassân'dan, o da Muhammed b. Sîrîn'den, o da Ab-, dullah b. Şakîk-i Ukaylî'den
naklen haber verdi. Demiş ki: Âişe'ye, Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in, namazını sorduk da şunu söyledi:
«Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) ayakta ve oturarak çok namaz kılardı. Namaza, ayakta
başlarsa, ayakta rükû' eder; oturarak başlarsa, oturarak rükû' ederdi.»
111- (731)
Bana, Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî dahî rivayet etti. {Dedi ki): Bize, Hammâd' (yâni
İbni Zeyd) haber verdi. H.
Bize
Hasanü'bnü'r-Rabî' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mehdî b. Meymûn rivâyec
etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Vekî' rivayet etti. H.
Bize Ebû Küreyb de'
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Nümeyr rivayet etti. Bunların hepsi Hişâm
b. Urve'den rivayet etmişlerdir. H.
Bana, Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize, Yahya b. Saîd, Hişâm b.
Urve'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana, babam, Âişe'den naklen haber
verdi. Âişep şöyle demiş:
«Ben, Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'i, gece namazlarının hiç birinde oturarak
okuduğunu görmedim. Nihayet
ihtiyarladığı zaman, oturarak okumağa başladı.
Hattâ okuduğu sûreden otuz yahut kırk âyef kalınca, ayağa kalkarak,
onları ayakta okur; sonra rükû ederdi.»
112- (...) Bize,
Yahya b. Yahya da rivayet etti/dedi ki: Mâlik'e, Abdullah b. Yezîd ile
Ebû'n-Nadr'dan dinlediğim, onların da Ebû Seleme-te'bnü Abdirrahmân'dan, onun
da Âişeden naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum. (Âişe, demiş ki) :
«Resûfüfiah
(Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem) (bazen) oturarak namaz kılardı. Namazda Kur'ân'ı,
oturduğu yerden okur; otuz veya kırk âyet mikdârı kıraati kalınca ayağa kalkar,
onları ayakta iken okur; sonra rükû'a gider; sonra secdeye varırdı. İkinci rek'âtda dahî böyle yapardı.»
113- (...)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile îshâk b. İbrahim rivayet ettiler. Ebû Bekir
dedi ki: Bize, İsmail b. Uleyye, Velîd b. Ebî Hişâm'dan, o da Ebû Bekir b,
Muhammed'den, o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş:
«Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selîem) (bazan namazda) oturduğu yerden okur; rükû'
etmek isîedimi kalkarak bir insanın ki< âyet okuyabileceği kadar ayakta
dururdu.»
114- (...)
Bize, İbni Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu-hammed b. Bişr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammed b. Amr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana,
Muhammed b. İbrahim, Alkametü'bnü Vakkâs'dan [44]
naklen rivayet etti, Alkame, şöyle demiş: «Âişe'ye :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) oturarak kıldığı iki rek'âtda nasıl yapardı?» diye sordum;
Âişe :
«Bunların ikisinde de
okurdu. Rükû'a gitmek isteyince ayağa kalkar da Öyle rükû ederdi.» dedi.
115- (732)
Bize, Yahya b. Yahya da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yezîd b. Zürey', Saîd-i
Cüreyrî'den, o da Abdullah b. Şakîk'den naklen haber verdi. Abdullah, şöyle
demiş: Âişe'ye:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), hiç oturduğu yerden namaz kılarmıydı?» dedim; Âişe:
«Evet! İnsanlar onu
ihtiyarlattıkdan sonra (kıldı)»
cevâbını verdi.
(...) Bize,
Ubeydullah b. Muâz dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Kehmes, Abdullah b. Şakîk'den rivayet etti: «Âişe'ye, dedim
ki...» diyerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen yukarki
hadîsin mislini rivayet etti.
116- (...)
Bana, Muhammed b. Hâthn ile Harun b. Âbdillâh rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize, Haccâc b. Muhammed rivayet etti. Dedi ki: Ibni Cüreyc şunu söyledi: Bana
Osman b. Ebî Süleyman haber verdi; Ona da Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân haber
vermiş; Ona da, Âişe haber vermiş ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) birçok namazlarını oturarak kılmadan vefat
etmemiş.
117- (...)
Bana, Muhammed b. Hatim ile Hasenü'l-Hulvânî, ikisi birden Zeyd'den rivayet
ettiler. Hasen, dedi ki: Bize, Zeydü'bnü'l-Hubâb rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana, Dahhâk b. Osman rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Abdullah b. Uıve,
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş:
«Resulüllah
(Sallaiîahü Aleyhi ve Selle m) 'in, yaşı ilerleyip (vücûdu) ağırla-şmco
ekseriyetle namazını oturarak kılardı.»
Görülüyor ki,
babımızın buraya kadar olan hadîsleri hep Hz. Âişe (Radiyallahû anha) 'dan
rivayet olunmuşdur. Bunların bâzılarını Buhârî «Kitâbü't-Teheccüd» de,
bâzılarını da «Kitâbü Taksîri's-Salât» da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî dahî
«Kitâbü's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Babımızın, birinci
hadîsinde Âişe (Radiyallahû anha) 'ya, Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in ne kadar nafile namaz kıldığı sorulmakda; o dâ öğleden evvel dört, Öğleden
sonra iki, akşam namazından sonra iki; yatsı namazından sonra dahî iki rek'ât
olmak üzere on rek'ât sünnet namaz kıldığını ve ayrıca geceleyin dokuz rek'ât
namaz daha kıldığını, vitrin de bunlarda dâhil olduğunu bildirmektedir.
Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'in, gece namazı hakkında muhtelif rivayetler vardır.
Buhârî 'nin bir
rivayetinde geceleyin onbir rek'ât namaz kılardığı; Âişe 'den, Sbû Davud'un
tahrîc ettiği bir rivayette onüç rek'ât; yine Âişe (Radiyallahû anha) 'dan, bir
rivayete göre Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son zamanlarında
vitr'i, dokuz rek'ât kıldığı anlaşılmaktadır.
Hz. Aişe'nin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
vaktiyle gece namazını onüç rek'ât kılarmış; sonra yaşlanarak biraz da et
tuttuktan sonra dokuz kılmağa başlamış. Yalanız Hz. Âişe, bu namazların
hepsine birden vitir demişdir. Hâlbuki vitir namazı, onların yalnız üç rek'âtidır.
Buradaki hadîslerde
Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaşlandığını ifâde için «Kebire,
hatame, beddene» gibi kelimeler kullanılmişdır.
Esâs itibarı iie
Kebire: Yaşlandı; hatame: kırdı; beddene: Semizledi, etlendi; mânâlarına
gelirlerse de, burada hepsi yaşının ilerlemesi, vücûdunun ağırlaşması mânâsında
kullanılmışlardır.
Hz. Abdullah b.
Şakik'in bahsettiği Fâris'den murâd: Acemistan'dır. Bâzıları Hz. Âişe'nin,
Acemistan'a gitmediğinden bahsederek, bu kelimenin yalnışlıkla hadîse geçtiğini,
doğrusunun Fâris değil; Nekaaris [45]
olduğunu iddia etmişlerdir. Nekaaris, ayak mafsallarına arız olan bir nev'î
hastalıkdır. Fakat Kaadı İyâz, bu kelime hakkında; Yanlışlık iddia edenlerin
yanıldıklarını söylemiş ve: «Hz. Abdu11ah'in, bu suâli Âışe (Radiyailahû anha)
'ya Acemistan'da sormuş olması lâzım gelmez. O, suâlini Acemistan'dan döndükten
sonra Medine'de sormuşdur. Hadîsin zahiri, bunu göstermektedir.» demişdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in, nafile namaznıı oturarak kıldığını Tabiîn 'den bir
cemâat da Âişe (Radiyalîahû anha) 'dan rivayet etmişlerdir. Bunlardan Esved b.
Yezîd rivayetini Nesâî, Alkame.tü'bnü Vakkâs rivayetini babımızda Müslim, Amra
rivayetini Müslim, Nesâî ve İbni Mâce ,tahrîc etmişlerdir.
1- Ayakta
durmaya kudreti olduğu hâlde nafile namazları oturarak kılmak bilittifâk
caizdir.
2- Bu
namazların bir rek'âtımn yarısını
ayakta; yarısını oturarak kılmak caizdir. Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî hazerâtı ile ekseri ulemânın kavilleri
budur. Bu bâbda namaza ayakta başlayarak, sonra oturmakla evvelâ oturup sonra
kalkmak arasında bir fark yokdur. Selefden bâzıları, bunu caiz görmemişse de
hatâ ettikleri anlaşılmışdır. Hattâ
cumhura göre ayakta kılmaya niyet edip sonradan oturarak kılmak caizdir.
Mâ1ikî1er'den İbnü'l - Kaasim, bu husûsda Hanefî1erle beraberdir.
3- Gece
namazında kırâeti uzun tutmak efdaldir. Şâfiî1er'e göre kırâeti kısa bile
tutsa, kıyamı uzatmak, çok rükû' ve secdeden efdaldir.
Hanefîler'e göre dahî
kırâeti uzun tutmak, çok rükû1 ve sücûd yapmakdan evlâdır! Hanefî1er'den imam
Ebû Yûsuf'a göre, geceleyin okuduğu evradı olan kimsenin rek'ât adedlerini
çoğaltması, evrâdı olmıyanların ise kıyamı uzatmaları efdaldır. İmam Muhammed ise çok rükû' ve sücûd yapmanın efdal
olduğunu söylemişdir.
4- Nafile
namaza ayakta niyetlenildiği takdirde, onu ayakta bitirmek şart olmadığı gibi,
oturarak başlanıldığı takdirde dahî oturarak bitirmek şart değildir.
5- Nafile
namaz kılmak için ne şekilde oturulacağı ihtilaflıdır. İmam A'zam'dan bir
rivayete göre, oturarak kılan bir kimse teşeh-hüdlerde nasıl oturursa, kırâet
hâlinde de öyle oturur. İsterse bağdaş kurabilir. Bu husûsda Ebû
Yûsuf da imam
A'zam'le beraberdir. İmam
Muhammed !e göre, bağdaş kurar.
Ebû Yûsuf-dan diğer bir rivayete
göre, rükû' ve sücûd edeceği vakit, farz namazların teşehhüdünde oturduğu gibi
oturur. Başka bir rivayete göre, bağdaş kurarak rükû' eder. Namaz hâlinde
muhtelif mezhep imamlarına göre ne şekilde oturmanın efdal olduğunu geçen bahislerde
görmüştük.
118- (733)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ib-ni Şihâb'dan duyduğum,
onun da Sâib b. Yezîd'den, onun da Mattalib ) Ebî Vedâate's-Sehmî [46]'den,
onun da Hafsa'dan naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum!: Hafsa, şöyle demiş:
«Ben, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in vefatından bir yıl öncesine kadar nafile
namazında oturduğunu görmedim. Ondan sonra artık nâfie namazını oturarak
kılmağa başladı. Sûreyi tertîl ederek okur; bu suretle o sûre ondan daha uzun
sûrelerden uzun olurdu.
(...) Bana,
Ebû't-Tâhir ile Harmele de rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize, İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Yûnus haber
verdi. H,
Bize Ishâk b. İbrahim
ile Abd b. Humeyd dahî rivayet ettiler. Dedilei ki: Bize, Abdürrezâk, haber
verdi. (Dedi ki) Bize, Ma'mer haber verdi. Bunlar, hep birden Zührî'den, bu
isnâdla bu hadîsin mislini rivayet et-mislerdir. Yalnız onlar: «Bir yahut iki
yıl (öncesine kadar.) > demişlerdir.
119- (734)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubeydullah b. Mûsâ,
Hasan b. Sâlih'den, o da Simâk'den, naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Bana,
Câbir b. Semura haber verdi ki, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Seîletn)
oturarak namaz kılmadan vefat etmemiş.
Bu hadîsler dahî
nafile namazını oturarak kılmanın caiz olduğunu göstermektedirler.
Hafsa hadîsini Tirmizî
dahî rivayet etmiş ve: «Bu hadîs ha-sen sahîhdir.» demişdir. Zahire bakılırsa
Hz. Âişe hadîsi ile Hafsa (Radiyalîahû anh) hadîsi arasında münâfât var gibi
görünürse de hakîkat-ta aralarında hiç bir münâfât ve muâraza yokdur. Çünkü Âişe
(Radiyalîahû anha) 'nm:
«Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) namazını oturarak
kılıyordu.»
demesinden,
«Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) vefatından bir seneden fazla zaman
önce namazını oturarak kılıyordu.» mânâsı çıkmaz. Zâten bir yardımcı fiil olan
«Kâne» devam değil, Usûl-ü fıkıh ulemâsının bir kavline göre tekrar bile iktiza
etmez. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Selîem) 'in vefatından bir seneden
fazla önceleri nafile namazını oturarak kıldığı kabul edilse bile iki hadîs
arasında yine münâfât yokdur. Zîra Hafsa (Radiyalîahû anh) ancak görmediğini
bildirmişdir. O, görmeden Resûl-ü Ekrem (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz
oturarak kılmış olabilir.
Bu bâbda Ümmü Seleme
(Radiyalîahû anha) 'dan da rivayet vardır. Nesâî ile İbni Mâce 'nin tahrîc
ettikleri bu rivayette Ümmü Seleme (Radiyalîahû anha) :
«Nefsim, Kabza-i
kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve
Sellem) -farz namazlar müstesna- geri kalan namazların ekserisini oturarak
kılmadan dünyâdan gitmedi.» demektedir.
Yine bu bâbda Enes b.
Mâlik ile Abdullah b. Şihhîr (Radiyalîahû anhûma) 'dan da rivayetler vardır.
120- (735)
Bana, Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Cerir, Mansûr'dan, o da
Hilâl b. Yesâf dan, o da Ebû Yahya'dan, o da Abdullah b. Amr'dan naklen
rivayet etti. Şöyle demiş: Bana rivayet olundu ki, Besûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Kişinin, oturarak
kıldığı namaz, nam iz m yarısıdır...» buyurmuşlar. Bunun üzerine ben,
Resûlüllab (Sallallahü Aleyhı'veSellem) 'e geldim ve kendisini oturarak namaz
kılarken buldum da elimi, onun başının üzerine koydum. (Bana) :
«Nen var. Yâ Abdullah
b. Amr?» diye sordu. Ben:
— Yâ Resûlüllah! Senin
(Kişinin oturarak kıldığı namaz, namazın yarısıdır.) buyurduğun, bana rivayet
olundu. Hâlbuki sen oturarak namaz kılıyorsun!» dedim. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Evet! Ama ben, sizden
herhangi biriniz gibi değilim.» buyurdular.
(...) Bize,
bu hadîsi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Muhammedü'bnü'l -Müsennâ ve İbni Beşşâr da
toptan Muhammed b. Ca'fer'den, o da Şu'be'-den naklen rivayet ettiler. H.
Bize İbnü'l - Müsennâ
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Süfyân rivayet etti. Bunların ikisi birden Mansûr'dan bu isnâdla rivayet
etmişlerdir. Şu'be'nin rivayetinde : «Ebû Yahye'l-A'racdan...» kaydı da vardır.
Bu hadîsin mânâsı:
Oturarak kılınan namazın sevabı, ayakta kılman namaz sevabının yarısı kadardır;
demekdir. Binâenaleyh oturarak kılman namazın sahîh olduğunu tazammun eder.
Yalnız sevabı noksandır. Fakat ayakta durmakdan âciz olduğu için, oturarak
kılan kimsenin sevabı azalmaz, onun sevabı ayakta kılanın sevabı gibidir.
Farz namazlara
gelince, ayakta durmağa kudreti olan bir kimsenin farz namazı oturarak kılması
caiz değildir.
Nevevî diyor ki:
«Ayakta durmağa kudreti olan bir kimse, oturarak kılmayı helal i'tikad etse
kâfir olur; kendisine mürtedler hükmü verilir... Fakat ayakta durmakdan âciz
olduğu için farzı oturarak kılarsa onun sevabı, ulemâmızın ittifakı ile ayakta
kılan gibi verilir; azaltılmaz. Binâenaleyh sevabın yarılanması hususundaki
hadîsi, ayakta durmağa kudreti varken, oturarak kılman nafile namaza hamletmek
gerekir. Bizim mezhebimizin tafsilâtı budur. Bu hadîsin tefsiri hususunda
cumhur da buna kaail olmuşlardır.
Bâzı Mâ1ikî1er'den
rivayet olunduğuna göre bu hadîsi, bir özürden den dolayı farz yahut Özürlü
veya özürsüz nafileye hamletmişlerdir.
Bir takımları da
ayakta kılmakda meşakkat çektiği için, kendisine farzda olsun, nafilede olsun,
oturarak kılmaya ruhsat verilenlere hamletmişlerdir.»
Resûlüllah (SallalkthU
Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Ben, sizden hergangİ
biriniz gibi değilim...» sözünü Şâfiî1er,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)''in hasâisinden saymışlardır. Onun,
ayakta durmağa kudreti varken oturarak nafile kılması, ayakta kıldığı nafile
gibidir. Bu, onun şerefini arttırmak içindir.
Kaadı İyâz'a göre, bu
cümleden murâd şudur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtiyarladığı
için ayakta durmak, kendisine meşakkat vermeye başlamış; bundan dolayı
oturarak kıldığı namazının ecri tam verilmişdir. Özrü olmayan şâir kimselerin
hükmü, böyle değildir. Ancak Nevevî (631-676), Kaadi merhumun bu sözü için:
«Zayıf yahut bâtıldır. Çünkü eğer başkaları mâzûr olurlarsa, onların sevabı da
tamdır. Ayağa kalkmaya kaadir olurlarsa, mazurlar gibi değildirler. Binâenaleyh
tahsise mahal kalmaz. Ve bu sefer:
«Ben, sîzden herhangi
biriniz gibi değilim.» demek doğru olmaz. Doğrusu ulemâmızın dediği gibi
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in nafilesi ayakta durmağa kudreti
olanın namazı gibidir.» demişdir.
121- (736)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, tbni Şihâb'dan duyduğum,
onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem), geceleyin onbİr rek'ât namaz kılar, bunlardan
bir rek'ât ile vitir yapardı, onu bitirdikden sonra sağ tarafına yaslanır, tâ
müezzin gelinceye kadar yatardı. (Müezzinin gelişini müteakip) hafif iki rek'ât
namaz kılardı.»
122- (...) Bana,
Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana, Amru'bnü'I-Hâris, İbni Şihâb'dan, o da Urvetü'bnü'z -
Zübeyr'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi.
Âişe söyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem}, yatsı namazından -ki halk buna a tem e derler-
fariğ oldukdan, sabah namazına kadar onbir rek'ât namaz kılardı. Her iki
rek'ât arasında selâm verir; bir rek'âtla da vifr yapardı. Sabah namazında
müzzin (Ezanı okuyup) sustuğu, sabahın olduğunu iyice anladığı ve kendisine
(haber vermek için) müezzin geldiği vakit kalkar; hafif iki rek'ât namaz
kılardı. Sonra ikaamet için müzzin
gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.»
(...) Bana,
Bu hadîsi Harmele de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana, Yûnus, İbni Şihâb'dan bu isnâdla haber verdi.
Harmele, bu hadîsi
yukarkİ gibi rivayet etti. Yalnız: «Sabahın olduğunu iyice anladığı ve
kendisine müezin geldiği vakit...» cümlelerini söy-lemed. İkaameti de anmadı.
Hadîsin, geri kalan kısmı tamâmı ile Amr hadîsi gibidir.
Bu hadîsi Buhârî
«Sabah namazının sünnetinden sonra sağ tarafa yaslanma» babında tahrîc
etmişdir. Onun rivayetinde, gece namazına ve keza vitr'e dâir söz yokdur.
Müs1im'in buradaki rivayetinde, Hz. Âişe (Radiyallahû anha) Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in geceleri onbir rek'ât namaz kıldığı, bunların
bir tanesi ile vitr yaptığı, ondan sonra sabah namazı için müezzin gelinceye
kadar sağ tarafına yaslandığı bildirilmektedir.
Nevevî diyor ki: «Hz.
Âişe'nin (Bu namazların bir rek'âtı ile vitr yapardı.) sözü, vitr namazının en
az bir rek'ât kılınacağına ve keza bir rek'ât namaz kılmanın caiz olduğuna
delildir. Bizim mezhebimizle cumhûr-u ulemânın mezhebi de budur. Ebû Hanîfe:
Bir rek'âtla vitr yapmak sahîh değildir. Bir rek'ât namaz asla namaz değildir;
demişse de sahîh hadîsler, onun biı kavlini reddetmektedir.»
Fakat Ebû Hanîfe 'nin
delilleri tedkîk edilirse görülür ki, Hz. İmam vitir namazı bir selâmla üç
rek'ât olarak kılınır; demekde haklıdır. Hâkim 'in, Buhârî ile Müs1im'in
şartlarına' uygun olarak rivayet ettiği bir hadîsde, Hz. Âişe (Radiyallahû anha) :
«Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) , üç rek'ât ile vitr yapar, bunların yalnız
sonunda sefam verirdi.» demişdir. Nesâî'nin yine Aişe (Radiyallahû anha) 'dan rivayet ettiği bir hadîsde, Hz. Âişe :
«Peygamber (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) Vitr'in iki rek'âtında selâm vermezdi.» demektedir.
Tahâvî 'nin İbni Abbâs
(Radiyallahû anhûma) 'dan tahrîc ettiği bir hadîsde: «Resûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Sellem) üç rek'âtla vitr yapar; birincide (Sebbih) sûresini okurdu
ilâh...» den ilmi şdir. Bu hadîs «Sünen-i Erbea» ile İbni Hibbân'in -Sahîh»inde
ve Hâkim'-in «MÜstedrek» inde rivayet olunan Hz. Âişe hadîsine uymaktadır. Âişe
(Radiyallahû anha) hadisinde:
«Peygamber (Sallaİlahü
Aleyhi ve Sellem) Vitr'in ilk rek'âtında (Fâtİha) ile (A'lâ) sûresini, ikincide
(Kâfirûn) ve üçüncüde flhlâs) ile (Muazzizeteyn) i; okurdu.» buyurulmuşdur. Bu
hadîsin zahiri üç rek'âti birden kıldığını gösterir. Çünkü Âişe (Radiyallahû anha)
mezkûr namazın ilk rek'âtım vitir'den saymışdır. Eğer vitir namazı, bir
selâmla, üç rek'ât birden kılın-masaydı, Hz. Âişe, ona vitr demez; ayrıca bir
rek'ât da vitir namazı kıldı; derdi. Gerçi rivayetlerin birinde Âişe (Radiyallahû anha) :
«Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) in gece namazı on rek'ât idi; bir rek'âria da vifr yavardı.»
demiş. Burada dahî gece namazını onbir rek'ât kılardığını, bunların bir tanesi
ile vitr yapardığını; söylemiş hattâ ikinci rivâyetde her iki rek'âtda bir
selâm verirdiğini; bir rek'âtla da vitr yapardığını tasrîh etmiş ise de,
bunların hiç birinde mezkûr bir rek'âtın ayrı niyetle ayrıca kılınan bir namaz
olduğuna delâlet yokdur. Binâenaleyh vitr'in ayrıca bir rek'ât olarak kılınmış
olması, mücerred bir ihtimâlden öteye geçemez. Hâl böyle olunca da Hanefîlerin
istidlal ettikleri sarih hadîsler muârazadan salim kalırlar. Ashâb-ı kirâm'ın
ekserisi vitr'in bir selâmla üç rek'ât olarak kılındığım bildirmişlerdir, Tahâvî
(238 .-321) nin rivayet ettiği bir hadîsde râvîlerden Ebû Hâlid: «Ebû'l-A 1iyeye
vitr'i sordum :
Bize, Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) in ashabı, vifr'in akşam namazı gibi olduğunu
öğrettiler. Bu gecenin vitr'i; o da gündüzün vitr'idir; cevâbını verdi.»
demişdir.
îmam A'zam'ın
«Müsned»inde rivayet ettiği Âişe (Radiyallahû anha) hadîsinde (Muavvizeteyn)
kaydı yokdur. Hadîsin lâfzı şöyledir:
«Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem), üç rek'ât ile vitr yapar; ilk rek'âtda {A'lâ)
sûresini, ikincide (Kâfirûn)'u, üçüncüde de flhlâs) sûresini okurdu.»
Vitr'in bir selâmla üç
rek'ât kılındığı fukahâ-i seb'a denilen yedi fa-kîh'den yâni Saîdü'bnü'l -
Müseyyeb, Urvet ü'bnü'z. Zübeyr, Kaasim b. Muhammed, Ebû Bekir b. Abdirrahmân,
Hâricetü'bn-ü Zeyd, Ubey dulla h b. Abdi İlâh ve Süleyman b. Yesâr hazerâ-tından
da rivayet edilmişdir.
Gece namazından sonra
sağ tarafa uzanma mes'elesine gelince: Buhârî şârihi Aynî, bu bâbda birkaç
nev'î söz olduğunu bildiriyor. Şöyle ki:
1- Buhar
î'nin rivayetinde, Resûlüllah (Sallallchü Aleyhi ve Sellem) 'in sabah namazının
sünnetinden sonra, Müs1imin bir
rivayetinde ise, gece namazından sonra uzandığı bildiriliyor. Bu gösteriyor ki,
Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) bazen sabah namazının sünnetinden evvel; bazen de sonra uzamyormuş.
Hattâ hadîsin bir rivayetinde Hz Aişe 'nin : «Eğer ben uyanıksam benimle
konuşur; uyanık değilsem uzanır yatardı.» demesine bakılırsa hiç uzanmadığı
zamanlar da olurmuş.
Bu rivayetlerin arası
şöyle bulunur: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını
kıldıkdan sonra sağ tarafına yaslanması, sabah namazının sünnetinden sonra
yatmamasını istilzam etmediği gibi sabah namazının sünnetinden sonra yatması
dahî daha önce yatmamış olmasını gerektirmez. Bazen gece namazından sonra,
bazen de sabah namazının sünnetinden sonra uzanarak, bunların ikisinin de caiz
olduğunu göstermek istemesi de muhtemeldir.
2- Gece
namazından yahut sabahın sünnetinden sonra sağ tarafa uzanıp yatmak vâcibmidir,
değilmidir mes'elesi Sahabe, Tabiîn devirlerinde ve daha sonra gelen
ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bu husûsda altı kavi vardır:
a) Sağ
tarafa yaslanmak sünnetdir. İmana Şafiî ile şâir Şâfiiyye ulemâsının mezhepleri budur. Nevevî (631-676) : «Sa-hîh yahut doğrusu şudur ki,
sabah namazının sünnetinden sonra uzanmak sünnetdir.» diyor.
Kaadı İyâz (476-544)
ise bilâkis bu hadîsde Şâfiî1erin aleyhine delîl olduğunu söylemekde ve: «Bu
hadîsde Şafiî ile ashabı aleyhine redd cevâbı vardır. Onlar sabah namazının iki
rek'ât sünnetinden sonra, uzanıp yatmayı sünnet sayarlar. îmain Mâlik ile
cum-hûr-u ulemâ'ya ve Sahabe 'den bir cemâta göre, namazdan sonra yatmak
bid'atdır...» demektedir.
b) îdticâ':
nâmı verilen yan üstü yatma müstehabdır. Bu kavil as-hâb-ı kiram'dan Ebû
Mûse'l-E ş'arî, Râfi' b.
Hadîc, Enes b. Mâlik ve
Ebû Hüreyre (Radfyallahâ anhûm) hazerâtının da dâhil
oldukları bir cemaatla tabiînden
Muhamme-dü'bnü Sîrfn, Urve,
Saîdü'bnü'l-Müseyyeb, Kaasim
b. Muhammed, Ebû
Bekir b. Abdir-rahmân, Hâricetü'bnü Zeyd,
Ubeydullah b. Abdillâh ve
Süleyman b. Yesâr'ın mezhepleridir. Bu zevat, sabah
namazının farzı ile sünneti arasında sağ taraflarına yaslanarak yatarlarmış.
c)
Yaslanmak farz'dır. Muhammed
İbni Hazm'in kavli budur.
d) Yaslanmak
bid'atdir. Ashâb-ı kirâm'dan Abdullah
b. Mes'ûd ile Abdullah b. Ömer'in kavileri budur. Tabiînden Esved
b. Zeyd ile İbrahim
Nehâî, Saîdü ' -bnü'I-Müseyyeb ve Saîd
b. Cübeyr, imamlardan Mâlik b. Enes ile Cumhûr-u ulemânın mezhepleri
dahî budur.
e)
Yaslanmak^ hilâf-ı evlâ'dır.
Hasan-ı Basr î'nin bunun iyi
görmediği rivayet olunur.
f)
Yaslanmak, bizzat maksûd değildir. Burada maksad sünnetle farzın arasını
ayırmakdır. Bu da ya sağ tarafa yaslanmakla
yahut birisiyle konuşmakla veya başka bir şey'le olur. İmam Şafiî 'nin bir kavli budur.
3-
Yaslanmayı müstehâb veya sünnet görenlerce onun sağ tarafa yapılması gerekir.
Çünkü hadîsde Besûlüllah (Sallaîlahü
Aleyhi ve Setlem) 'in, sağ tarafına yaslandığı bildirilmişdir. Acaba sol tarafa
yaslanılsa sünnet yerini bulurmu? Zahire bakılırsa sağ tarafa yaslanmağa
kudreti olan bir kimsenin, sol tarafına yaslanması ile sünnet yerini bulmaz.
Fakat sağ tarafında bir elemi olan kimsenin, sol tarafına yatması ile sünnet
yerini bulmuş olur.
4- Sağ
tarafa yaslanmanın hikmeti, kalbin sol tarafda bulunmasıdır, însan sol
tarafına yatınca uykuya dalar. Çünkü sol tarafa yatmak daha rahat olur. Sağ
tarafa yattığında ise uykuya dalmaz.
5- Hadîs-i
şerif ayrıca câmi'lere maaşlı müezzin
ta'yîn etmenin müstehâb olduğuna, müezzinin namaz vaktini imama bildirmesinin
cevazına ve keza sabah namazının sünnetinin hafif kılınacağına delildir.
123- (737)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Abdullah b. Nümeyr rivayet etti, H.
Bize İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hişâm,
babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
«Resûlüllah (SaîlaUahü
Aleyhi ve Seiiem) , geceleyin onüç relc'ât namaz kılar; bunların beşi İle vitir
yapar; sonlarından başka hiç bir yerde oturmazdı.»
(...) Bize,
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abde-tü'bnü Süleyman
rivayet etti. H.
Bize, bu hadîsi Ebû
Küreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' ile Ebû Üsâme rivayet ettiler.
Bu râvîlerin hepsi Hişâm'dan bu îsnâdla rivâyetde bulunmuşlardır.
124- (...)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys, Yezîd b. Ebî
Habîb'den, o da Irak b. Mâlik'den, o da Urve'den naklen rivayet etti. Urveye
de Âişe haber vermiş ki, ResûlüIIah (Saîiallahü Aleyhi ve Selle/n) sabah
namazının iki rek'ât sünneti ile birlikde (geceleyin) onüç rek'ât namaz
kılarmış.
Bu hadîsi Buhâri «Gece
namazının keyfiyyeti.» babında; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Namaz» bahsinde
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadisin buradaki
rivayetinde Resûlüılah (Saîiallahü Aleyhi ve Seliem) 'in vitr namazını bir
selâmla beş rek'ât olarak kıldığı, diğer rivayetinde gece namazının her iki
rek'âtmda selâm verdiği, başka bir rivayetinde gece namazını dörder dörder
kıldığı, sonunda bunlara üç rek'ât daha ilâve ettiği; bir başka rivâyetde sekiz
rek'ât kılarak bir rek'âtla vitr yaptığı, bir rivâyetde de on rek'ât kılarak
bir rek'âtla vitir yaptığı bildirilmektedir.
Nevevî diyor ki:
«Bütün bunlar vitir namazının bir rek'âta da, onüç rek'âta da münhasır
olmadığına delildirler. Mezkûr iki aded ile onların arasında zikredilen
sayıların hepsine göre ve keza bütün rek'âtları bir selâmla gece namazı kılmak
caizdir. Bunlar cevazı beyân için vârid olmuşlardır. Yoksa efdal olan her iki
rek'âtda bir selâm vermekdir. Re-sûlüllah (Saîiallahü Aleyhi ve Seliem) 'in
meşhur olan fiil ve emri, gece namazını ikişer rek'ât kılmakdır.
125- (738)
Bize, Yahya t. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Saîd b. Ebî Saîd-i
Makburî'den dinlediğim, onun da Ebû Selemete'bnü Abdir-rahmân'dan naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Ebû Seleme, Âişe'ye:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
ramazandaki namazı nasıldı? diye sormuş : Âişe :
— Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ne ramazanda, ne de ramazandan başka gecelerde onbir
rek'âtdan fazla namaz kılmış değildir. Dört rek'ât namaz kılardı. Artık onların güzelliğini ve uzunluğunu sorma!
Sonra dört rek'ât (daha) kılardı; onların da güzelliğini ve uzunluğunı« sorma!
Sonra üç rek'ât namaz kılardı. Ben: Yâ Resûlâllah! Vitr*i kılmadan mı
uyuyorsun; dedim, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yâ Âİşe! Gerçekten
benim gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz; buyurdu.» demiş.
126- (...)
Bize, Muhammedu'bnü'I-Müsennâ rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, İbni Ebî Adiyy
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hişâm, Yahya'dan, o da Ebû Seleme'den naklen
rivayet etti. Ebû Seleme, şöyle demiş: Ben, Âişe'ye, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in namazını sordum, Âişe:
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (geceleyin) onüç rek'ât namaz kılardı, (evvelâ)
sekiz rek'ât olarak kılar; sonra vitir yapar; sonra oturduğu yerden iki rek'ât
daha kılardı. Rükû'a varmak istedim! ayağa kalkar da, Öyle rükû' ederdi. Sonra
sabah namazında ezanla ikaamet arasında iki rek'ât namaz kılardı... cevâbını
verdi,
(...) Bana,
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hüseyin b. Muhammed rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize, Şeybân, Yahya'dan rivayet etti. Yahya: Ben, Ebû
Seleme'den dinledim; demiş. H.
- Bana, Yahya b. Bişr
EI-Harîrî [47] de rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize, Muâviye yâni İbni Sellâm, Yahya b. EMKesîr'den rivayet etti. Demiş
ki: Bana, Ebû Seleme haber verdi ki, Âişe'ye, Resûlüllah (Sallalhhü Aleyhi
veSellem) in namazını sormuş ve hadîsi yukarki gibi rivayet etmiş. Ancak her
iki râvînin hadîsinde de;
«Ayakta dokuz rek'ât
kılar; vİtr'i de bunlardan yapardı.» ibaresi vardır.
127- (...) Bize,
Amru'n-Nâkıd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Süfyân b. Uyeyne, Abdullah b. Ebî
I>ebîd'den rivayet etti. O da Ebû Seleme'den. dinlemiş. Ebû Seleme şöyle
demiş: «Ben, Âişe'ye gelerek: «Ey anne! Bana, Resûlüllah (Salîatlahü Aleyhi ve
Selletn) 'in. namazını haber ver!» dedim. Âişe :
— Resûlüllah
(Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı ramazanda olsun, başka zamanlarda olsun
gebede onüç rek'ât idi. Sabah namazının iki rek'ât sünneti de bunlardandı...
cevâbını verdi.
128- (...)
Bize, İbnİ Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize, Hanzale, Kaasim b. Muhammed'den rivayet etti. Demiş ki: Ben,
Âişe'yi:
«Kesûlüllah
(Sallaîlahü A leyhi ve Selletn) 'in gece namazı on rek*ât idi. Bir secde ile de
vitr yapar ve sabahın iki rek'ât sünnetini kılardı. Bu sûretle (kıldığı
namazlar) onüç rek'ât olurdu.» derken işittim.
Bu hadîsi Buhâri
«Kitâbü't - Teheccüd» ile «Kitâbii's-Savm» da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî
«Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
. Bu bâbda Hz. Âişe'den
mâada Enes, Câbir b. Abdil-lâh, Haccâc b. Amr, Huzeyfe, Zeyd b. Hâlid, Safvân
b. Muattal, Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, Fadl b.
Abbâs, Muâviyetü'bnü Hakem, Ebû Eyyûb, Habbâb ve Ümmü Seleme (Radiyaîlahû
anhûnı) hazerâtı ile ismi söylenmeyen bir sahabeden hadîsler rivayet olunmuşdur.
Bunları Buhârî şârihi Aynî şöyle siralamışdır :
Enes hadîsini Taberânî
«El-Evsat» nâm eserinde, Haris b. Nu'mân 'dan rivayet etmişdir. Nu'mân : «Ben,
Enes b. Mâ1ik'i şöyle derken işittim
demiş:
- Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) , geceyi rükû' ve sücûdları ki metleri kadar uzun
olan sekiz rek'ât namaz ile ihya ederdi. Her iki rek'âfın arasında selâm
verirdi.» Yalnız hadîsin râvîlerinden Cünâde'yi, Ebû
Hatim itham etmişdir.
Câbir hadîsini imam
Ahmed, Bezzâr ve Ebû Ya'-lâ, Şurahbîlb. Sa'd 'dan rivayet etmişlerdir.
Şurahbîl, Hz. Câbir 'den dinlemiş Câbir (Radiyaîlahû anh) Hudeybiye seferine âid olan hadîsinde :
«Sonra Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Selletn) yatsıyı müteakip onüç rek'ât namaz kıldı, demiş.
Râvî, Şurahbîl'i İbni Hibbân mevsuk kabul etmişse de birçokları onun zayıf
olduğunu söylemişlerdir.
Haccâc b. Amr hadîsini
Taberânî «El-Kebîr» ve «EI-Evsat» nâm eserlerinde Kesir b. Abbâs 'dan rivayet
etmişdir. Mezkûr hadîsde Hz. Haccâc:
«Sizden biriniz geceleyin
kalkarak sabaha kadar namaz kılmakla teheccûd yaptım mı sanıyor? Teheccüd ancak
biraz uyudukdan sonra namaz kılmak, sonra yine bir az uyuduk sonra,namaz
kılmak, sonra yine biraz uyuduktan sonra namaz kılmakla olur. Resûlüllah
(Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazı hu idi.» demişdir
Huzeyfe hadîsini
Muhammed b. Nasr (Kiyâmü'l-Lpyl» adlı eserinde Hz. Huzeyfe 'nin amcası oğlundan
rivayet etmiş-dir. Bu hadîsde Huzeyfe
(Radiyaîlahû anh):
«Ben, Resûlüllah
(Saliailahü Aleyhi ve Sellem)'\n yanıbaşına durdum. Yedi rek'ât namazda yedi
tane uzun sûre okudu ilâh...» demişdir.
Zeyd b. Hâli d
hadîsini Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî ve İbni Mâc-'e, Abdullah b. Kays b.
Mahrame 'den rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîsde Hz. Zeyd vb. Hâlid: «Ben
elbette Resûlülah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in nasıl namaz kıldığını
göstereceğim.» diyerek hafif iki rek'ât namaz kılmış; sonra uzun amma çok uzun
iki rek'ât namaz kılmış; sonra iki rek'ât daha kılmış. Bunlar, önceki iki
rek'âtdan daha kısa imişler. Sonra iki rek'ât daha kılmış. Bunlar da
kendilerinden Öncekilerden daha kısa imişler. Sonra iki rek'ât kılmış; bunlar
da kendilerinden öncekilerden daha kısa imişler. Sonra iki rek'ât daha kılmış;
bunlar da kendilerinden öncekilerden daha kısa imişler. Sonra vitr'i yapmış.
Böylelikle kıldığı namazlar onüç rek'ât olmuşlar.
Safvân b. Muattal
hadîsini imam Ahmed b. Hanbe1 «Ziyâdât» ında, Taberânî «El-Kebîr» inde Ebû Bekr
b. Abdirrahmân tarîki ile Hz. Safvân'dan rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin
sonunda Hz. Safvân :
«Peygamber (Saliailahü
Aleyhi ve Sellem) onbir rek'âî namaz kıldı.» demişdir.
Abdullah b. Abbâs
hadîsini eimme-i sitte yâni B u -hârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî ve
İbni Mâce rivayet etmişlerdir.
Abdullah b. Ömer
hadîsini Nesâî ile İbni Mâce, Âmir-i Şa'bî 'den rivayet etmişlerdir. Bu
hadîsde Hz. A -mir: «İbni Abbâs ile Abdullah b. Ömer (Radiyaîlahû anhûm)'e,
Resûlüllah (Saliailahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını sordum, onüç rek'ât
olduğunu; sekizini gece kılardığını, üç rek'âtda vitir yapar-dığını, iki rek'ât
da fecr doğdukdan sonra kılardığını söylediler.» demektedir.
Alîyyü'bnü Ebî Tâlib
hadîsini imam Ahmed «Ziyâdât» ında rivayet etmişdir. Bu hadîsde Hz. A1î
(Radiyaîlahû anh} :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin farz namazdan mânda ona İti rek'ât
namaz kılardı.» demişdir. Hadîsin
isnadı güzeldir.
Fadl b. Abbâs hadîsini
Ebû Dâvûd rivayet etmiş-dir. Mezkûr hadîsde Hz. Fadl:
«Bir gece ben.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'in nasıl namaz kıldığını görmek için,
onun yanında kaldım. Derken kalkarak abdest aldı ve iki rek'ât namaz kıldı,
(Namazda) kıyamı, rükû'u gibi, rükû'u da sücûdu gibi idi. Sonra uyudu...»
diyerek Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını anlatmış ve
hadîsin sonunda:
«Bu minval üzere devam
ede ede nihayet on rek'ât namaz kıldı. Sonra kalkarak bir rekât daha kıldı,
onunla da vitir yaptı.» demişdir.
Muâviyetü'bnü Hakem
hadîsini Taberânî «El-Kebîr» inde rivayet etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Setlem) 'in geceleyin onbir rek'ât namaz kıldığı ve sağ
tarafına uzandığı bildirilmişdir.
Ebû Eyyûb hadîsini imam
Ahmed ile Taberânî rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde, Hz, Ebû Eyyüb şöyle
demektedir:
«Şüphesiz ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılmağa kalktığı vakit
dört rek'ât kılar müteaâkiben konuşmaz ve hiç bir şey emretmezdi. Her iki rek'âtda selâm verirdi.»
Habbâb b. Erat
hadîsini Nesâî, Habbâb'ın oğlu Abdullah 'dan rivayet etmişdir. Hz. Habbâb,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde Bedir gazasına iştirak
eden gazilerdendir. Kendisi bir gece sabaha kadar Resûl-ü Ekrem (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) gözetlemiş Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fecr
doğarken namazdan selâm verince Habbâb (Radiyallahû anh) ; yanına sokularak :
«Yâ Resûlâllah! Annem
babam sana feda olsun! Vallahi bu gece Öyle namaz kıldın ki, seni böyle namaz
kılarken görmüş değilim.» demiş; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisine :
«Evet Çünkü bu namaz
rağbet ve korku namazıdır.» buyurmuşlar.
Ümmü Seleme hadîsini
Ebû Dâvûd ile Tirmizî ve Nesâî, Ya'lâ b. Mâlik 'den rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde
Ya'1â'nın, Ümmü Seleme (Radiyallahû anha) ya Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in namazda neler okuduğunu sorduğu, Hz. Ümmü Seleme 'nin: Onun
namazından size ne? Kalkar namaz kılar, namazı kadar da uyur; sonra yine
uyuduğu kadar namaz kılar; sonra namazı kadar uyur; sabaha kadar bu minval
üzere devam ederdi.» cevâbını verdiği bildirilmektedir.
İsmi bildirilmiyen sahabenin
hadîsini Nesâi rivayet etmişdir.
Ebû Seleme, Hz. Âişe
'ye, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ramazandaki namazını
sormakla, ramazan gecelerinde kıldığı namazını kasdetmişdir. Hz. Âişe'nin, ona
cevaben: «Artık onların uzunluğunu ve güzelliğini sorma!..» demesi, o
rek'âtların son derece güzel ve uzun olup târifden müstağni bulunduklarını
anlatmak içindir.
1-
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin geceleyin kıldığı namazları yalnız ramazana mahsus değil, daimî
idiler.
2- Bu hadîs,
sorulan bir şey hakkında verilen cevâbın umûmîleştiril-mesine işaret etmektedir. Çünkü Hz.
Ebû Seleme, Âişe (Radiyallahû anha)'y& yalnız Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin ramazan geceler indeki namazını sormuş, Hz.
Âişe, ona umûmî bir cevap vermişdir. Cevâbın böyle umûmî verilmesi, soran kimse o hükmü yalnız o hâdiseye mahsus
zannetmesin diyedir.
Yine Âişe (Radiyallahû anha) 'nin.:
«Dört rek'ât namaz
kılardı.» sözü, (gece namazlarında efdal olan dört rek'âtda bir selâm
vermekdir.) diyen imam A'zam'm delîl-lerindendir. Hadîs, ayni zamanda imam
Mâlik gibi dört rek'âtda selâm vermeyi tecviz etmiyenlerin aleyhine delildir.
3- Hz. Âişe
'nin :
«Sonra üç rek'ât namaz
kılardı.» sözü, vitr namazının bir selâmla üç rek'ât kılınacağına kaail olan
Hanef ilerin delîllerindendir. Gerçi Resulü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Efendimizin bir rek'âtla vitir yaptığı ve keza:
«isteyen bir rek'âtla
vİtr yapsın!» buyurduğu sabit ohnuşdur. Lâkin bu bir rek'ât, ondan önceki çift
rek'âtı tek hâle getiren rek'âtdır. Yoksa yalnız başına bir reVâthk bir namaz
değildir.
4- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin uyumakla ab-desti bozulmaz. Çünkü
onun kalbi dâima uyanıkdır. Bu husûsda sair Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dahî ayni
hükümdedirler. Bizim Peygamberimiz gibi onların da gözleri uyur fakat kalpleri
uyumaz. Bu hâl Peygamberlerin hasâismdandır.
5- Uyku,
ümmetin abdestini bozar. Bu bâbdaki
tafsilâtı evvelce gÖrmüşdük .
6- Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin bütün sene kıldığı
namazlar biribirine müsavi idi.
7- Hadisin
bir rivayetinde Âişe (Radiyallahû anha) :
«Sonra oturduğu yerden
iki rek'ât daha kılardı...» demektedir.
Kaadı İyâz'm beyânına
göre Evzâî ile Ahmed b. Hanbel bu hadîsin zahiri ile amel etmiş; vitir
namazından sonra oturarak iki rek'ât nafile kılmayı mubah görmüşlerdir. îmam
Ahmed: «Bunu, ben yapmam ama yapanı da menetmem.» demişdir. İmam Mâlik ise vitir'den sonra oturarak nafile kılmayı
doğru bulmamişdır,
Nevevî diyor ki:
«Doğrusu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) vitir namazından sonra bu iki
rek'ât nafileyi oturarak kılmış ve bununla vitir'den sonra namaz
kılınabileceğini; nafile namazı oturarak kılmanın da caiz olduğunu göstermek
istemişdir. Onun için onu devam üzere yapmamış; bir veya iki yahut bir kaç kere
ile iktifa etmişdir, Âişe (RadiyaÜahû anha) 'nm : «Kılardı...) demesi seni
yanıltmamah. Çünkü ekseri ulemâ ile usûl-i fıkıh ulemâsının muhakkıklarına
göre «İdi», yardımcı fiili, devam ve tekrar ifâde etmez. O yalnız mazide işin
bir defa vuku bulduğunu bildirir. Şayet tekrar ifâde eden başka delü varsa,
onunla amel edilir. Yoksa bu kelime tekrar ifâde etmek için vaz' olunmamışdır.
Âişe (Radiyallahû anha) bir hadîsinde :
(Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ihramdan çıktıkdan sonra tavaf etmeden koku
sürerdim.) demişdir. Hâlbuki Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz.
Âişe ile evlendikden sonra yalnız bir hacc yaptığı, onunda veda haccı olduğu
malûmdur. Şu hâlde «idi.» kelimesi bir defa mânâsında kullanılmıştır.
Hz. Âişe'nin (Oturarak
kıldı...) diye rivayet ettiği iki rek'âtı bu şekilde te'vîl etmemiz, sahîheyn
ile şâir kitaplarda Hz. Âişe'den ve diğer birçok sahâb-i kiramdan gelen meşhur
rivayetler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in geceleyin kıldığı son
namazı vitir olduğunu bildirdikleri içindir...»
129- (739)
Bize, Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, 2ü-heyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Ebû İshâk rivayet etti. H.
Bize, Yahya b. Yahya
da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan naklen haber verdi.
Demiş ki: Esved b. Yezîd [48]'e, Âişe'-nin,
kendisine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 3in namazlarına âid neler
söylediğini sordum, Âişe şöyle demiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem), gecenin evvelinde uyur; sonunu ihya ederdi. Sonra ehline
bir ihtiyâcı olursa, ihtiyâcını görür bilâhara uyurdu. Birinci nida vakti
oldumu (döşeğinden) sıçrardı. (Râvî : Hayır, vallahi Âİşe, kalktı demedi;
demişdir.) Müteakiben üzerine su dökünür {Râvî, buraçfa : Vallahi Âişe yıkandı,
demedi ama ben, onun ne demek istediğini biliyorum; demiştir.) Şayet cünup
değilse bir insanın namaz için aldığı ab-dest gibi abdest alır; sonra iki
rek'ât namaz kılardı.»
Hz. Aişe'nin :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecenin evvelinde uyur, sonunu ihya ederdi.»
sözü ibâdette en son dereceye değil orta dereceye varmağa çalışmanın lüzumuna
delildir. Çünkü her amelin hayırlısı ortası ol-<îuğu hadîs-i şerifle
sâbitdir. Netekim Resulüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bir
hadîs-i şeriflerinde :
«Şüphesiz ki, nefsinin
senin üzerinde hakkı vardır. Gözünün de senin üzerinde hakkı vardır...»
buyurmuşlardır. Bir de amel az olursa devam eder; bu suretle zamanla o az amel
çok olur. Az amel nefse hafif gelir. Çok amel ise bâzeıı yapüamayıp;
terkedilir. Hâl böyle olunca geceleyin yapılacak ibâdetin sona bırakılması
efdal görülmüşdür. Zîra gecenin sonu hak-îjftfida vârid olan deliller, onun
icabet zamanı olduğunu isbât etmişlerdir.
Gece namazından sonra
uyumayı ulemâ iyi görürler. Çünkü uyku yorgunluğu giderir; sabah namazı için
insana neşât verir. Hz. Âişe 'nin: «Bîrinci nida vakti oldumu döşeğinden
sıçrardı.» sözü ibâdet için dâima neşâtlı bulunmanın lüzumuna delildir. Bu
husûsda Kesûlüllah (Sallallahü dieyhi ve Sellem) Efendimiz :
«Kuvvetli mü'min,
Allah indinde zayıf mü'minden daha hayırlı ve daha makbuldür.» buyurmuşdur.
Buradaki birinci nidadan maksad uykudan uyandırmak için okunan ezandır.
Hadîsin sonunda
bahsedilen iki rek'âtdan murâd, sabah namazının sünnetidir.
130- (740)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Yahya b. Adem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Am-mâr b. Ruzeyk, Ebû İshâk'dan, o
da Esved'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin son namazı vitir oluncaya kadar namaz
kılardı.»
Bu hadîs vitir
namazını, gece namazlarının sonuna bırakmanın sünnet olduğuna delildir.
Nevev'î (631-676) bütün ulemânın buna kaail olduklarını söylemişdir.
Gerçi babımız
hadîslerinden birinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi xe Sellem) 'in vitir
namazından sonra oturarak iki rek'ât nafile kıldığı da rivayet olunmuşsa da
bunun: devam üzere değil, caiz olduğunu bildirmek için ancak bir iki defa
yapmışdır; şeklinde teVîl edildiğini az yukarda gördük.
131- (741)
Bana, Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'l-Ahvas, Eş'as'dan, o
da babasından, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Mesrûk şöyle demiş: Âişe'ye, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) in amelini sordum :
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devamlı olan ameli
severdi, cevâbını verdi.
— Ne zaman nama? kılardı? dedim.
— Horozun sesini işittiği zaman kalkar, namaz
kılardı; dedi.
Bu hadîsi Buhar:
«Kitâbu't-Teheccüd» ve «Kitâbü'r-Rikaak» da; Ebû Dâvûd ile. Nesâî
«Kitâbu's-Salât» da muhtelif r.âvîler-den tahrîc etmişlerdir.
Devamlı amel'den
murâd, örf-ü âdete göre, devamlı sayılandır. Yoksa bütün zamanlan ibâdetle
doldurmak değildir. Çünkü kul için bunun imkânı yokdur.
Sarih :
Na'racı ve yaygaracı mânâsma gelirse de, burada ondan mu-râd horozdur. Horoz,
ekseriyetle gece yarısı ve sabaha karşı öter.
Demek oluyor ki,
Resûİ-ü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin her gece âdeti, horoz
öttükden sonra kalkıp namaz kılmakmiş. Bâzıları horoz ötümü zamanının, devam
bildirmediğini ileri sürerek, bunun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
devamına zıd düştüğünü iddia et-.mişlerse de kendilerine buradaki devamdan
maksad bütün vakitleri ibâdetle doldurmak değil, her gece horoz Öttükçe
kalkarak ibâdete devam etmesidir; şeklinde cevâp verilmişdir.
1- Bu hadîs,
bir ibâdeti devam üzere yapmaya teşvik etmektedir.
2- Daimî
sûretde yapılan az ibâdet, bir müddet sonra terk edilen çok: ibâdetden daha
hayırlıdır.
3- İbâdette
iktisâd yâni orta derecede bulunmak efdaldır.
132- (742)
Bize, Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Bişr [49],
Mis'ar'dan, o da Sa'd'dan, o da Ebû Seleme'den, ö da Âişede'den naklen haber
verdi, şöyle demiş:
«Seher vaktinin sonu,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i benim evimde yahut yanımda ancak
uykuda bulurdu.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Teheccûd» de; Ebû Dâvûd ile İbni Mâce «Kitâbü'sSalât» da muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hz. Âişe, bu sözleri
Ebû Seleme'nin suâline cevap olarak soylemişdir. Hz. Ebû Seleme, Resûlüllah
(SallallahüAleyhi ve Sellem)'in sabah namazının sünnetinden sonra seher
vaktinde uyuyup uyumadığını sormuşdu.
Seher vakti, lügat
ulemâsına göre, tanyeri ağırmazdan önceki zamandır. Sehûr da, bundan
alınmadır. Buna bakarak bâzıları:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in uyuması, horoz öttükdön sonra başlamışdır.»
demişlerse de Aynî'ye göre bu uykudan murâd, sabah namazının iki rek'ât
sünnetinden sonra sağ tarafına uzanmasıdır.
«Sünen-i Ebî Dâvûd»
şerhinde Hz. Âişe'nin: «Son seher vakti Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)^ benim evimde ancak uyurken bul-muşdur.» sözü «Seher vakti geldikde
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ancak uykuda bulunurdu.» şeklinde
tefsir edilmişdir. Şu hâlde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in uykusu
geceleyin olduğu gibi, ibâdeti de sehere kadar devam etmiş demekdif-
Bu hadîsde mevzû-i
bahis olan uykunun Dâvûd (Aleyhisselâm)'m uykusu olduğu söylenir. Dâvûd
(Aleyhisselâm) gecenin evvelinde uyu*, sonra Allah Teâlâ Hazretlerinin: -Benden
bir dileği olan var mı?» diye nida buyurduğu vakitte kalkar, ibâdet eder, sonra
tekrar yatarak gece nâr mazının yorgunluğunu giderirmiş. î§te seher vaktindeki
uykudan murâd budur.
İbni Battal ( -444) t
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in seher vaktinde uyumasının
raHıazandan gayrı uzun gecelere mahsûs olduğunu söyler.
133- (743) Bize,
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Nasr b. Aliy ve İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Ebû
Bekir de<*i ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Ebû'n -Nadr'dan, o da Ebû
Seleme'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi^Sellem), sabah'ın iki rek'âî sünnetini kıldığı vakit, şayet ben uyanık
bulunursam benimle konuşurdu; aksi takdîr-de (istirahat için sağ tarafına)
uzan'™'-*
(...) Bize,
İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân, Ziyâd b. Sa'd [50]'dan,
o da İbni Ebî Attâb [51]'dan,
o da Ebû Seleme'den, o da Âişe'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'den naklen yukanki hadisin mislini rivayet etti.
Bu hadîs, sabah
namazının sünnetinden sonra bir parça uzanıp yatmanın sünnet olmadığına
delâlet etmektedir. Çünkü uzanmak sünnet olsa Hz. Âişe uyanıkken dahi
Resûlüllah (SaValtahü Aleyhi ve Selle
m) onu terk
etmezdi.
Hadîs-i şerif, sabah
namazının sünnetinden sonra konuşmanın mubah olduğuna da delildir. Nevevî:
«Bizim mezhebimiz ve keza imam Mâlik ile cumhûr-u ulemânın mezhepleri de
budur. Kaadı Iyâz, Küfe ulemâsının İbni Mes'ûd (Radiyallahûanh) ile diğer bâzı
selefdeıı naklen bu vaktin istiğfar zamanı olduğunu bildirerek konuşmayı kerih
gördüklerini söyler. Fakat doğrusu konuşmanın mubah olmasıdır. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) konuşmuşdur. Vaktin istiğfar için müstehab
olması, konuşmaya mâni değildir.» diyor.
134- (744)
Bize, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da
Temîm [52] b.
Seleme'den, o da Urvetü'bnü Zübeyr'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin namaz kılardı. Vilr'i kıldımt bana :
Kalk vîfr'i kıl Yâ Âise! derdi.»
135- (...)
Bana, Hârûn b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbnİ Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Süleyman b. Bilâl, Rabîatü'bnü Ebî Abdirrahmân'dan, o da
Kaasim b. Muhammed'den, o da Âişe'den naklen haber verdi ki;
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namazını Âişe önünde aykırı yatarken
kılar, yalnız vitir namazı kaldığı vakit onu uyandırır; o da vitr'ini kılarmış.
Bu hadîsi Bühâri
«Kitâbu's-Salât» ve «Ebvâlü'1-vitr» de;
Nesâî «Kitâbu's-Salât» da
tahrîc etmişlerdir.
1- İbni
Battal: «Uyuyan bir kimsenin arkasnıda namaz kılmak caizdir. Yalnız ulemâdan
bir taife, uyuyan kimsenin, uyanıp da namaz kılanı meşgul edeceğinden yahut
güldürerek namazını bozduracağından endişe ederek, bunu mekruh görmüşlerdir.»
diyor.
İmam Mâlik: «Arada
perde olmaksızın uyuyan kimseye karşı namaz kılmak, caiz değildir.» demişdir.
Tâbîîn'den Tâvûs'la Mücâhid'in kavilleri de budur. Hattâ Müeâhid : «Namazı
oturarak kılmam, benim için uyuyan bir kimsenin arkasında kılmakdan daha iyidir.»
demişdir. Vâkıâ uyuyan kimsenin arkasında namaz kılmakdan nehiy eden birçok
hadîsler vardır. Fakat bunların hepsi zayıf olduğu için bu bâbdaki memnûiyet,
kerahet derecesini geçememişdir.
2- İbâdet
için uyuyan kimseyi, uyandırmak müstehabdır.
3- Vitr
namazını, gecenin sonuna doğru bırakmak müstehabdır. Bu husûsda teheccüd
namazının kılınmış veya kılınmamış olması hüküm it-tibârı ile birdir. Yeter ki,
namaz kılan gecenin sonuna doğru uyanacağından emin olsun.
136- (745)
Bize, Yalıya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süf-yân b, Uyeyne, Ebû
Ya'fûr'dan naklen haber verdi. (Bu zâtın ismi Vâkjd, lâkabı da Vakdân'dır.) H.
Bize Ebû Bekr b. Ebi
Şeybe ile Ebû Küreyb dahî rivayet ettiler, dediler ki: Bize, Ebû Muâviye,
A'meş'den rivayet etti. Bunların ikisi de Müslim'den, o da Mesrûk'dan, o da
Âişe'den naklen rivayet etmişlerdir. Âişe şöyle demiş:
«ResûlüIIah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) , gecenin her cüz'ünde vitir namazı
kıfmışdır. Neticede vitr'i seherde
nihayet bulmuşdur.»
137- (...)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize, Vekî', Süfyân'dan, o da Ebû Hasîn [53]'den,
o da Yahya b. Vessâb [54]dan,
o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş:
«ResûlüNah (Saîîaîlahü
Aleyhi ve Seltem) gecenin her cüz'ünde (yâni) evvelinde, ortasında ve sonunda
vitir kılmışdrr. Neticede vitr'i seherde nihayet bulmuşdur.»
138- (...)
Bana, Alîyü'bnü Hucr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Kirman kadısı Hassan [55],
Saîd b. Mesrûk [56]dan, o da Ebû'd-Duhâ [57]'-an,
o da Mesrûk'dan, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe, şöyle demiş:
«Resûlüllah
(SaV.allahü Aleyhi ve Sellem), gecenin her cüz'ünde vifr kil-mışdır. Neticede vitr'i gecenin sonunda nihayet
bulmuşdur.»
Bu hadîsi Buh ârî
«Kitâbü'l - Vitr» de; Ebû Dâvûd «Ki-tâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
«Neticede vitr'i
seherde nihayet bulmuşdur.» cümlesinden murâd; Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in son zamanlarında vitr'i seher vaktinde yâni gecenin sonunda
kıldığını anlatmakdir. Netekim Ebû Dâvûd 'un rivayetinde :
«Lâkin vefatı
zamanında vitr'i seherde nihayet bulmuşdur.» denilmişdir.
Hz. Âişe'nin de beyân
ettiği vecîhle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) vitir namazını gecenin
her cüz'ünde yâni kimi evvelinde kimi evvelinde kimi ortasında kimi de sonunda
kılmışdir. Fahr-i Kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bununla vitir
namazının gecenin her cüz'ünde kılınabileceğini anlatmak istemişdir. Vitr'i
gecenin sonuna te'-hîr etmesi, uyanacağından emin bulunan kimsenin vitr'i
gecenin sonunda kılmasının efdal olduğuna tenbîh içindir.
Selefden bâzıları
vitr'i gecenin evvelinde kilarlarmış. Ebû Bekr, Osman, Ebû Hüreyre ve Râfi' b.
Hadîc (Radiyallahû 'anhûm) bunlar meyânındadır. Ömeru'bnü'1-Ha'ttâb, A1î
-yü'bnü Ebî Tâlib, İbni Mes'ûd, İbni Abbâs, İbni Ömer ve Ebû'd-Derdâ, hazerâtı
ile Tabiînden birçokları da vitri gecenin sonunda kılarlarmış. Gerçi bir
hadîsde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Ebû Hüreyre'ye vitr
namazını uyumadan kılmasını emir buyurmuşdur. Fakat bu efdalı beyân değil,
onun uyuyup kalacağından endîşe ettiği içindir.
îbni Huzeyme 'nin Hz.
Ebû Katâde 'den rivayet ettiği bir hadîsde, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Ebû
Bekr'e :
«Vitri ne zaman
kılarsın?» diye.sorduğu, onun da: «Uyumadan kılarım.» cevâbını verdiği; ayni
suâli Dmer'e sorduğu, onun : «Evvelâ uyurum, sonra kalkar vitr'i kılarım.»
cevâbını verdiği görülmektedir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , Hz.
Ebû Bekr'e : «Sen akıllı davrandm. Yahut sağlama İş yaptın!»; Hz. Ömer'e de :
«Sen kuvvetli olan tarafı tutun!» demişdir.
Vitir namazı
hakkındaki muhtelif rivayetlerin araları nasıl bulunduğunu görmüşdük. Bu
husûsda Kaadı İyâz da şunları söylemektedir: «Ulemâ derler ki: Bu hadîslerde
İbni Abbâs, Zeyd ve Âişe'den her biri gördüklerini haber vermişlerdir. Hz. Âişe
hadî-sindeki ihtilâflar, bâzılarına göre râvîlerden, bâzılarına göre de Âişe
(Radiyallahû anha) 'nin kendisindendir. Caiz ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in gece namazını onbir rek'ât kıldığı rivayeti diğerlerinden fazla
ola. Hz. Âişe'nin sair rivayetleri bâzı zamanlarda vâkî olan nâ-dırâtdandır.
Bunların en çoğu gece namazının, sabahın sünneti ile birlik-de onbeş, en azı da
yedi rek'ât olduğunu gösterir ki, bu da vaktin genişliğine veya darlığına göre
kıraati uzatarak kılmdığındandır. Netekim Huzeyfe ve îbni Mes'ûd hadîslerinde
böyle olduğu bildirilmiş-dir. Yahut uyku veya hastalık gibi bir özürden dolayı
veya yaşı ilerlediği vakit bâzı vakitlerde gece namazını böyle muhtelif
kılmışdır. Netekim Hz. Âişe: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yaşlandığı vakit gece namazını yedi rek'ât kılmağa başladı; demişdir. Hz.
Âişe'nin bazen gece namazının evvelinde kıldığı hafif iki rek'âtla sabah
namazının sünnetini saymış olması; bazen de saymaması, yahut bir rivayette
bunlardan yalnız birini söylemiş olması da mümkündür... Eu bâbda ötesine
geçile-miyen ve noksanı caiz olmayan bir had bulunmadığında hilaf yokdur. Gece
namazı ne kadar ziyâde yapılırsa, ecri de o nisbette artan ibâdetlerdendir.
Hilaf yalnız Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve SeUem) 'in fi'li ve kendisi için
seçtiği mikdâr husûsundadır.»
139- (746)
Bize, MuhammediTbnü'l-Müsennâ El-Anezî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize,
Muhammedü'bnü EM Adîyy, Saîd'den; o da Katâde'den, o da Zürâra'dan naklen
rivayet etti ki, Sa'dü'bnü Hişâm b. Âmir, .Allah yolunda gazaya niyet ederek
Medine'ye gelmiş ve Medine'de kendine âİd bulunan bir akâr'ı satarak, bedeli
ile silâh ve at satın almak, böylece ölünceye kadar Bizanslılara karşı cihâdda
bulunmak istemiş. Medine'ye gelince, Medîne'lîlerden bâzı kimselere tesadüf
etmiş. Onlar kendisini bu işden nehy etmişler ve ona Nebiyyullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) 'in hayâtında altı kişilik bir cemâatin bunu yapmak
istediğini fakat Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in, onları bundan
nehyettiğini ve kendilerine:
«Benim şahsımda sizin
için güzel bir örnek yokmudur?» buyurduğunu haber vermişler. Onlar, bunu
söyleyince Sa'd evvelce boşadiğı karısına ric'at [58]
etmiş ve ric'at ettiğine şâhid de getirmiş. Müteakiben tbni Abbâs'a gelerek,
ona Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve
Sellem) 'in vitir namazını sormuş. İbni 'Abbâs:
— Ben,
sana Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn
vitr'ini yeryüzünde yaşıyanların en
iyi bilenini göstereyim mi? demiş; Sa'd :
— Kimdir o? diye sormuş. Ibni Abbâs :
— Âişe'dir.
Hemen ona git de sor. Sonra gel
de sana verdiği cevâbı bana haber ver!, demiş.
(Sâd diyor ki) :
— Bunun üzerine ben, Âişe'ye gitmek üzere yola
çıktım ve Hakîm b. Eflâh'a vararak Âişe'ye beraber gitmek üzere, onu yanıma
almak istedim. Hakîm :
— Ben, ona yaklaşmam. Çünkü ben, onu şu iki
fırka hakkında bir şey soylemekden n eh
yetti m de o, buna razı olmayarak bildiğini işledi... dedi. Ben, Hakime yeminle
ısrar ettim. Bunun üzerine (Benimle) geldi. Beraberce Âişe'ye gittik. Ve
yanına girmek için izin istedik. Âişe, bize izin verdi; Yanına girdik. Hakîm'i
(görünce onu} tanıyarak :
— Sen, Hokîm misin? dedi. Hakîm :
— Evet. cevâbını verdi. Âişe :
— Yanındaki
kimdir? dedi; Hakîm :
— Sa'dü'bnü Hişâm'dır cevâbını verdi. Âişe :
— Hangi Hişâm? dedi. Hakîm ;
— Âmir'in oğlu!, dedi. Bunun üzerine Âişe, ona
rahmet okudu ve :
— Hayırdır inşallah!, dedi. (Râvî Katâde :
Hişâm, Uhud harbinde vu-rulmuşdu; demişdir.) (Sa'd diyor ki :) Bunun
arpacığından ben :
— Ey Mü'minlerin annesi! Bana, Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ahlâkını anlat!, dedim. Âişe :
— Sen, Kur'ân okuyorsun değil mi? dedi.
— Evet okuyorum!, dedim.
— İşte Nebiyyullah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)'m ahlâkı Kur'ân
idi. dedi. Bunun üzerine ben
kalkmaya davrandım. Ve (bundan sonra)
ölünceye kadar kimseye bir şey sormamaya niyet ettim. Sonra aklıma geldi de;
— Bana, Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece
namazını anlat! dedim; Âişe :
— Sen Müzemmil sûresini okuyorsun değilmi?
dedi.
— Evet okurum! cevâbım verdim; Âİşe :
— İşte Allah Azze ve Celle bu sûrenin başında
gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine Nebiyyullah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ile ashabı bir sene gece namazına
kalktılar. Allah, bu sûrenin sonunu
oniki ay semâda tuttu. Nihayet bu
sûrenin sonunda tahfifi indirdi de artık gece namazı farzâan sonra kılınan bir nafile oldu... dedi.
Ben :
— Ey Mü'minlerin annesi! Bana, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Setiem) 'in vit'rinden haber ver; dedim; Âişe :
— Biz, onu misvâkini ve abdest suyunu
hazırlardık. Allah da, onu geceleyin ne zaman uyandırmak dilerse,
uyandırırdı. Bunu müteâkib misvak
tutunur; abdest alır ve dokuz rek'ât namaz kılardı. Bu rekâtların yalnız sekizincisinde oturur
da, Allah'ı zikreder; ona hamd eyler ve
duada bulunurdu. Sonra selâm vermeden
ayağa kalkar, dokuzuncu rek'âtı da kıladrt. Sonra oturarak Allah'ı zikreder, ona hamdeyler
ve duada bulunurdu Sonra bize
işittirecek derecede selâm verirdi. Selâm verdikten sonra oturduğu yerden iki
rek'ât namaz kılardı. İşte yavrum bu
namaz onbİr rek'âtdır. Nebiyyullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
yaşlanıp et tutunca vitri yedi rek'ât kılmaya başladı. Bu İki rek'âtı
yine eskiden kıldığı gibi kıldı. Böylece bu da dokuz rek'ât oldu
yavrucuğum! Nebiyyullah (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) bir namazı ki İd imi,
artık ona devam etmeyi severdi. Şayet
kendisine uyku veya bîr sızı galebe çalar da, gece namazın! kılamazsa (onun
yerine) gündüzün oniki rek'âtnamaz kılardı Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bütün Kur'ânı bir gecede okuduğunu, bütün bir gece sabaha kadar
namaz kıldığım ve
Ramazandan başka tam
bir ay oruç tuttuğunu
bilmiyorum... dedi. Bunun üzerine
Ben, İbni Abbâs'a giderek Âişe'nin söylediklerini ona anlattım. İbni Abbâs:
— Âişe doğru söylemiş! Ona yaklaşır olsam yahut
yanma girip çıkar olsam mutlaka onun yanma gider, bunları onun ağzından
dinlerdim, dedi. Ben:
— Senin, onun yanma girmezdiğini
bilseydim, onun hadîsini sana
söylemezdim., dedim.
(...) Bize
Muhamnıedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muâzü'bnü Hişâm
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, babam, Katâde'den o da Zürâratü'bnüJSvfâ'dan, o
da Sa'dü'bnü Hişâm'dan naklen rivayet etti ki, Sa'd karısını boşamış sonra
akâr'ını satmak için Medine'ye gitmiş... ve r&vf hadisi yukardaki gibi
rivayette bulundu.
(...) Bize,
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mu-hammedü'bnü Bişr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîdü'bnü Ebî Arûbe rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Katâde, Zürâratü'bnü Evfâ'dan, o da Sa'd b. Hjşâm'dan naklen rivayet etti.
Sa'd: «Ben, Abdullah b. Abbâs'a giderek, ona vitri sordum.» diyerek hadîsi
kıssası ile rivayet etmişdir. Yalnız bu hadîsde Sa'd: «Âişe, Hişânı kimdi? dedi;
Ben: Âmir'in oğludur; dedim, Âişe: Âmir ne iyi adamdı. Uhut gününde vuruldu;
dedi.» ibaresini söyle-mişdir.
(...) Bize,
İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi', ikisi birden Ab-dürrazâk'dan rivayet
ettiler. (Demiş ki) : Bize, Ma'mer, Katâde'den, o da, Zürâratü'bnü Evfâ'dan
naklen haber verdi ki, Sa'dü'bnü Hişâm'in bir komşusu varmış, Zürâraya o haber
vermiş ki, Sad karısını boşamış. Râvî hadisi Sa'd'in hadîsi ma'nasında rivayet
etmiş. Bu rivâyetde: «Âişe: Hangi Hişâm? dedi; Hakîm: Âmir'in oğlu; cevâbını
verdi. Âişe: O, ne iyi adamdı, Uhud harbinde Resûlüllah (SaliaîlahüAleyhi ve
Seilem) ile birlikde vu-rulmuşdu; dedi.» ibaresi ile: «Hakîmu'bnü Eflâh: Beri
bak! Ben, senin Âişe'nin yanına girmezdiğİni bilseydim, onun hadîsini sana
söylemezdim; dedi.» ifâdesi vardır.
140- (...)
Bize, Saîdü'bnü Mansûr ile Kuteybetü'bnü Saîd, hep birden Ebû Avâne'den
rivayet ettiler. Saîd, dedi ki: Bize, Ebû Avâne, Katâde'den, o da Zürâratü'bnü
Evfâ'dan, o da Sa'dü'bnü Hişâm'dan, o da Âîşe'-den naklen rivayet etti ki;
P.esûlüilah
(Sailallahü Aleyhi ve Seilem) ağrı veya başka sebepte geceleyin gece namazını
ki la m azsa (onun yerine) gündüz oniki rek'ât namaz ki 1arm iş. .
141- (...)
Bize, Aliyyü'bnii Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İsâ —ki İbni
Yûnus'dur— Şu'be'den, o da Katâde'den, o da Zürâra'dan, o da Sa'dü'bnü Hişâm-i
Eıısârî'den, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe, şöyle demiş:
«Resûlüllah (Saüalîahü
Aleyhi ve Sellem) bir İş yaparsa, onu devam ettirirdi. Geceleyin uyur yahut hastd
olursa (kılamadığı gece namazının yerine) gündüzleyîn oniki rek'ât najnaz
kîlardi.»
Âişe, şunu (da)
söylemiş: «Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in sabaha kadar namaz
kıldığını görmedim. Ramazandan gayrı peşi peşine bir ay oruç da tutmuş
değildir.»
Bu hadîsin siyakından
anlaşılıyor ki, Sa'dü'bnü Hişâm Allah rızâ ısiçin ölünceye kadar gazada
bulunmaya niyet etmiş. Bu maksad-la karısını da boşamış ve Medîne'de bulunan
bir arsasını satarak, bedeli ile fîsebîlillâh çalışanlara tasadduk etmek istemiş.
Bu maksadla Medine'ye gelince Medîne Zi'lerden bâzı kimseler, Resûlüllah
(Saltaliahü Aleyhi ve Sellem) devrinde altı kişilik bir cemâatin ayni şey'i
yapmak istediklerini,, Feyegamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buna râ-zi
olmıyarak kendilerini nehyettiğini söylemişler. O da niyetinden vazgeçerek*
boşadığı karısına dönmüş.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in kadınlarını boşayarak, kendilerini hak yolunda mücâhedeye
vakfeden altı zâtı nehy buyurması, dünyâda zühd-ü takvâ'mn, kadın boşamakla
tehakkuk edemiyeceğine delildir.
Sa'd bu mes'eleden
sonra Hz. İbni Abbâs'a müracaat ederek, ona Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in vitir namazını sormuş; o da bu işi yeryüzünde en iyi bilen Hz. Âişe
'dir; diyerek kendisini Âişe (Radiyallahû anha) 'ya gondermişdir. Sa'd, ona Hakîm
b. Ef1âh ile birlikde gitmeyi daha muvafık bularak Hakîm'e müracaat etmiş ise
de Hakim: «Âişe, Hz. Ali ve Ceme1 ashabı hakkında bir şey söylememesi hususunda
benim, kendisine yaptığım ten-bihi kabul etmedi. Neticede iş harbe müncerr
oldu.» diyerek, bu teklifi kabul etmek
istememiş; fakat Sa'd yemin ederek ağır
basınca daya-namıyarak teklifi kabul etmiş ve beraberce gitmişler.
Hadîs-i şerîfde zikri geçen
iki şîa'dan murâd Hz.A1î tarafdarları ile Ceme1
ashabıdır.
Hz. Âişe, Resûlüîlah
(Sallullahü Aleyhi ve Selîem) 'in ahlâkının Kur'ân olduğunu söylemişdir. Bu
sözden murâd: Resûlüîlah (Salîalîahü Aleyhi ve Selle m)in Kur'ânla amel
ettiğim, onun âdabına temâmiyle uyduğunu anlatmakdır.
Resûlüîlah (Salîalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazı hakkındaki suâle Âişe (Radiyallahû anha) bu
namazın evvelâ farz kılındığını; bir sene sonra tahfif edilerek nafile hükmünde
bırakıldığını bildirmekle cevap vermişdir.
Kaadı İyâz diyor ki:
«Gece namazının hükmü hususunda ihtilâf edilmişdir. Gece namazı ekseri ulemâya
göre herkes hakkında farzdı. Ebherî, farz değil, mendûb olduğunu söylemişdir.
Bâzıları: Peygamber (SaV.allahü Aleyhi ve Sellem) hakkında farz; ümmeti
hakkında nafile idi; derler. Farz'dır diyenler, ihtilâf etmişlerdir. Ekserisine
göre sonradan farzİyeti nesh edilmişdir. Hz. Âişe'nin delili de budur... Ulemâdan
bir taife farzıyetin bakî olduğuna kaaildirler. Onlara göre, bu hüküm nesh
edilmemişdir. Kıyam ismi verilebilecek en az bir mikdâr hattâ bir koyun sağacak
kadar müddetde gece namazı kılmakla farz ödenmiş olur.»
Fakat Nevevî, Kaadî
'nin son sözünü yâni bir koyun sağacak kadar müddetde gece namazı kılmakla
farzın ödenmesi dâvasının hatâ ve merdût olduğunu söylemişdir. Çünkü beş vakit
namazdan başka farz namaz olmadığına keza ümmet hakkında gece namazının nafile
olduğuna icmâ-ı ümmet vardır.
Resûlüîlah (Salîalîahü
Aleyhi ve Sellem) 'in dokuz rek'ât kıldığı gece namazından murâd ne olduğu
yukarıda îzâh edilmişdi.
Sa'd'in, Hz. İbni
Abbâs'a : «Eğer senin Âişe'nin yanma girmediğini bilseydim, onun hadîsini sana
söylemezdim.» demesi, Kaadı İyâz'in beyânına göre dargınlığından dolayı onu muâhaze
içindir. Âişe (Radiyallahû anha) mü'minlerin annesi olduğu hâlde İbni Abbâs
Hazretlerinin, onun yanına girmekden çekinmesi evlâdın, anneden kaçması, ona
bakmaması mânâsına geleceğinden, onu Hz. Âişe'nin yanına girmeye mecbur etmek
için kendisini onun hadîsinden mahrum etmek istemişdir.
1- Âlim bir
zâta bir mes'ele sorulur da, o mes'eleyi kendinden daha iyi bilen olduğunu
hatırlarsa, soran kimseyi ona göndermesi müstehabdır. Çünkü dîn nasîhatdır. Bu
türlü hareket ulemânın faziletini i'tirâf, tevazu' ve insaf gibi hasletleri de
tezammun eder. Hadîsin buna delîl olan yeri, Hz. İbni Abbâs'm, Sa'd'ı Âişe
(Ratüvailahû anha) 'ya gönder-mesidir.
2- Âişe
(Radiyallahû anha) 'nm :
«Biz, Peygamber
(Salia'.îahü Aleyhi ve Sellem) 'in miskâkı ile abdest suyunu hazırlardık:»
sözü, ibâdetden önce ona hazırlık yapmanın ve keza uykudan kalkınca misvak
tutunmanın müstehab olduğuna delildir.
3-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in gece namazını uyku veya ağrı,
sızı gibi bir manîden dolayı kılamadığı vakit, onun yerine gündüzün oniki
rek'ât namaz kılması, gece evradının devam üzere yapılmasına ve bunun müstehab
olduğuna delildir.
142- (747)
Bize, Hârûn b. Ma'rûf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdullah b. Vehb rivayet
etti. H.
Bana, Ebû't-Tâhir ile
Harmele dahî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize İbni Vehb, Yûnus b. Yezîd'den, o
da İbni Şihâb'dan, o da Sâib [59] b.
Ye-zîd ile Ubeydullah b. Abdillâh'dan naklen haber verdi. Onlar da Abdur-rahmân
b. Abdilkaarî [60]'den naklen haber
vermişler. Abdurrahmân şöyle demiş: Ben, Ömeru'bnu'l-Hattâb'i şöyle derken
işittim: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bİr kimse hizbini
yahut onun bir cüz'ünü okumadan uyur da, onu sabah namazı ile öğle namazı
arasında okursa, kendisine onu gece okumuş gibi (sevap) yazılır.» buyurdular.
Bu hadîs hakkında
Dârekutnî istidrâkde bulunmuş ve onu İbni Mübarek ile başkalarının Hz. Ömer'e
mevkuf olarak rivayet ettiklerini binâenaleyh hadîsin muallel olduğunu iddia
etmişse de, bu iddia doğru değildir. Hadîs hem metnen hem de seneden şahindir.
Gerçi Hz. Ömer'e mevkuf olarak rivayet edildiği doğrudur. Fakat ulemâdan bir
cemâat, onu merfû olarak da rivayet etmişlerdir. Kitabımızın başından buraya
kadar müteaddid yerlerde gördük ki böyle hem mevkuf hem, merfû olarak rivayet
edilen hadîsler, merfû hükmündedirler. Çünkü mevsuk bir râvînin ziyâdesi
makbuldür. Bu husûsda merfû_ olarak rivayet edenlerle, mevkuf olarak rivayet
edenlerin sayı itibârı iîe biribirinden az veya çok olmalarının da bir te'sîri
yokdur.
Gece hizbini
okuyamıyanların, onu gündüz okudukları takdirde gece okumuş gibi sevap
yazılacağı hususunda Kaadı İyâz şunları söy-lamışdır: «Bu, Allah (Azze ve
Ceîle) tarafından ihsan buyurulan bir fazilettir. Ve gece nafilesinin efdal
olduğuna delâlet. eder. Çünkü bu fazilet yalnız uykunun galebe çalmasına karşı
ihsan buyurulmuşdur.» «El -Muvattâ.» da şöyle bir hadîs vardır:
«Hiç bir kimse yokdur
ki, geceleyin uykusu galebe çalarak terkettiği bir gece namazı bulunsun da, o
kimseye o namazın ecri yazılmasın. O kimse için uykusu bir sadakachr» Bu hadîs
tafdîl hususunda daha sarîh-dir. Çünkü kulun hem namazdan hapsedildiğine hem de
kendisine sevap yazıldığına delâlet etmektedir. Zîra ecrinden bir şey noksan
edilecek olsa, uykusu sadaka değil, bilakis mâni' sayılırdı.
143- (748)
Bize, Züheyr b. Harfa ile İbni Nümeyr
rivayet ettiler. Dediler kî: Biate,
İsmâîl —ki İbni Uleyye'dir.— Eyyûb'dan, o da Kaasim-i Şeybânî [61]*den
naklen rivayet etti ki, Zeydü'bnü Er kam kuşluk zamanı namaz kılan birtakım
insanlar görmüş de:
Bu adamlar pek âlâ
bilirler ki, bu saatden başka zamanda namaz kılmak daha faziletlidir. Çünkü
Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evvâbîn namazı, sıcak
d an deve yavrularının ayaklan yandığı zaman kılınır.» buyurmuşdur.» demiş.
144- (...)
Bize, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yahya b. Saîd, Hişâm b.
Ebî Abdillâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Bize, Kaa-sim-i Şeybânî, Zeydü'bnü
Erkam'dan naklen rivayet etti. Zeyd şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalîahü A
leyhi ve Sellem) Kübalıların yanına gitti, (Yardığında) onlar namaz
kılıyorlardı. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :
«Evvâbîn namazı,
sicakdan deve yavrularının ayakları yandığı zamandır.» buyurdular.
Evvâb: İtaat eden
mânâsına mubâleğa sıygasıdır. Salâtü'l-Evvâbîn: Allah'a çok itaat edenlerin
namazı demek olur.
Bâzıları evvâb'ın,
râci' yânî dönen mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Fakat birinci mânâ hadîse
daha muvâfıkdır.
Termedu:. Fi'li ramda'
masdarindan alınmişdır ki, kum'un güneşden pek ziyâde ısınması mânâsına gelir.
Fisâl: Fasü'in cem'i
olup, deve yavruları demekdir. Hadîsin mânâsı: Evvâbîn namazı, güneşin
sıcağından, deve yavrularının ayakları kumda yandığı zaman kılınır; demekdir.
Bu hadîs kuşluk namazının efdal olan vaktini bildirmektedir.
Nevevî diyor ki:
«Ulemâmız, bu vaktin kuşluk namazı için en elverişli ve faziletli olduğunu
söylemişlerdir. Velev ki kuşluk namazı, güneşin doğmasından zeval vaktine
kadar caiz olsun.»
145- (749)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Nâfi' ile Abdullah b.
Dinar'dan dinlediğim, onların da İbni Ömer'den naklen rivayet ettikleri şu
hadîsi okudum: Bir adam Resûlüllah (SallallahU Aleyhi ve Sellem) 'e, gece namazım sormuş. Resûlüllah
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Gece namazı ikişer
ikişerdir. Biriniz sabah olacağından korkarca, bir rek'ât kılsın! Bu onun kılmış olduğu namazı vitir yapar.»
buyurmuşlar.
146- (...)
Bize, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Zü-heyr b. Harb rivayet
ettiler. Züheyr dedi ki: Bize, Süfyân b. Uyeyne, Züh-rî'den, o da Salim [62]'den,
o da babasından, o da Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) buyururken işitmiş olmak üzere rivayet etti.
H.
Bize Muhammed b. Abbâd
da rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize, Süfyân rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Amr, Tâvûs'dan, o da İbni Ömer'den naklen rivayet etti. H.
Bize,Bize, Zührî de
Sâlim'den, o da babasından naklen rivayet etti ki, bir adam Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'e gece namazını sormuş; da:
«O, ikişer ikişer kılınır. Sabah olacağından korkarsan bir rek'âfla
vitr yapıver!» buyurmuş.
147- (...)
Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr haber verdi, ona da İbni Şihâb söylemiş, ona
da Salim b. Abdillâh b. Ömer île Humeyd b. Ab-dirrahmân b. Avf, Abdullah b.
Ömer b. Hattâb'dan naklen rivayet etmişler. Abdullah şöyle demiş: Bir adam
ayağa kalkarak: Yâ Kesûlallah! Gece namazı nasıl kılınır? diye sordu.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Gece namazı ikişer
İkişerdir. Şâyef sabah olacağından korkarsan bir rek'âtla vitr, yapıver!»
buyurdular.
148- (...)
Bana, Ebû'r-Rabî' Ez-Zehrânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hammâd rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize, Eyyûb ile Büdeyl, Abdullah b. Şakîk'dan, o da Abdullah
b. Ömer'den naklen rivayet etti ki, bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e Ben soranla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arasında olduğum
hâlde- suâl sordu ve :
— Yâ Resûlâllah! gece
namazı nasıl kılınır? dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhı ve Sellem) :
«İkişer ikişer
kılınır. Sabah olacağından korkarsan bîr rek'ât (daha) kıl. Ve namazının sonunu
vitir yap!» buyurdular.
Bir sene sonra ben
yine o yerde iken Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e biri suâl
sordu. Ama o adammıydı, başka birimiydi bilemiyo-•rum. Ona da ayni
şey'i söyledi.
(...) Bana,
Ebû Kâmil rivayet etti, dedi ki: Bize Hammâd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize,
Eyyûb ile Büdeyl ve Imrânü'bnü Hudeyr, Abdullah b. Şakîk'dan, o da İbni
Ömer'den naklen rivayet ettiler. H.
Bize Muhammed b. Ubeyd
EI-Guberî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hammâd rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Eyyûb ile Zübeyrü'bnü Hırrît, Abdullah b. Şakîk'den, o da İbni Ömer'den
naklen rivayet ettiler. İbni Ömer: «Bir adam, Peygamrer (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemj'e sordu. .» demiş. Mezkûr râvîler yukarki hadîsin mislini rivayet
etmişlerdir. Yalnız bunların ikisinin hadîsinde dahî «hâdiseden bir sene sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e bir adam suâl sordu...» cümlesi ile
ondan sonrası yokdur.
Bu hadîsi Buhârî
«Ebvâbü'I-Vitr» de; Ebû Dâvûd ile Nesâî de «Kitâbu's-Salât» da muhtelif
râvîlerden tahric etmişlerdir.
Taberânî'nin «Mu'cem»
inde Resûlülah (Sallallahü Aleyhi re Seîlem) 'e suâl soran zâtın Abdullah b.
Ömer (RadiyaUahû c.rh)' olduğu bildirilmişdir. Ancak Abdullah b. Şakîk
rivayetinde; Hz. Abdullah b. Ömer'in hadîsin râvîlerinden biri olduğu hattâ
soran zâtla Peygamber (Sa^c'lohü Aleyhi ve Seîlem) 'in arasında bulunduğu
görülüyor ki, bu takdirde soranın başkası olması lâzım gelir. Filhakika
Muhammedü'bnü Nasr «Ahkâmü'1-Vitr» nâm eserinde Hz. Abdullah b. Ömer 'den
rivayet ettiği bir hadîsde Uesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) 'e suâl
soran zâtın bir bedevi olduğunu kaydetmişdir.
Aynî diyor ki:
«Mes'ele soran zâtların müteaddid olduğuna ham-ledilirse, itiraz yokdur. Ama
soran ayni zât ise Hz. İbni Ömer'in o zât hakkında bir defa bir adam, başka bir
defa bir bedevi; demiş olması caizdir. Soran zâtla birlikde kendisinin sormuş
olması da mümkündür.»
Sorulan suâl gece
namazının kaç rek'ât olduğuna dâirdir. ResûrÜllah (Sallallahü Aleyhi re Seîlem)
'in cevaben: «ikişer ikişerdir.» buyurması, bunu gösterir. Çünkü cevap suâle
mutabık olmak icâb eder.
Hadîsin bir
rivayetinde Hz. İbni Ömer'e «ikişer ikişerdir.» sözünün ne demek
olduğu sorulmuş, İbni-Ömer: «îki
rek'âtda bir selâm verirsin.» cevâbını vermişdir.
Ulemâdan bâzıları: «Bu
hadîsde (ikişerin mânâsı her iki rek'âtda te-şehhüd okumakdır.) diyen bâzı
Hanefîlere red cevâbı vardır. Çünkü hadîsin râvîsi o hadîsden murâd ne olduğunu
daha iyi bilir. Akla gelen mânâ râvîn.in tefsir ettiğidir. Zira dört rek'âtlı
namazlara ikişer denilmez.» şeklinde mütâlâada bulunmuşlardır.
Aynî bunlara, şu
cevâbı veriyor: «Buna kaail olan Hanefî 'nin sözü selâmın nefyini (yâni
verilmemesini) îcâb etmez; onun maksadı her iki rek'ât arasında mutlaka
teşehhüd yapılması lâzım geldiğini anlatmak-dır. îki rek'âtda bir selâm verip
vermemesi mes'elesi ise ayrı bir bahis-dir. Hem dört rek'âtlı namazlara
selâmdan kat-i nazar —ikişer rek'ât kı-lınmalar-ma bakarak, onlarda— ikişer
ikişer kılınır denilebilir.»
1- İmam Mâlik,
İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel ve Hanefî.1 erden imam Ebû Yûsuf ile İmam
Muhammed gece namazlarının ikişer rek'âtda bir selâm vermek suretiyle
kılınacağına kaail olmuşlardır. Delilleri bu hadîsdir. Gündüz nafilelerine
gelince Hanefiyye imamlarından Ebû Yûsuf'la Muhammed'e göre onlarda dört
rek'âtda selâm verilir, îmam A'zam'a göre; gece ve gündüz nafilelerinin
hepsinde dört rek'âtda bir selâm verilir. İmam Şafiî gece ve gündüz
nafilelerinde ikişer rek'âtda bir selâm verileceğine kaail olmuş; bu hususa
«Sünen» sahiplerinin Hz. Abdullah b. Ömer (Radiyallahû anh) dan tah-rîc
ettikleri bir hadîsle istidlal etmişdir. Mezkûr hadîsde :
«Gece ve gündüz
nafileleri ikişer ikişer kılınır.» buyurulmuşdur. Bu bâbda Ebû Hüreyre ile Âişe
(Radiyallahû anhûma) 'dan dahî rivayetler vardır.
İmam A'zam'm gece
namazı hakkındaki delili: Ebû Dâvûd'un «Sünen» inde tahrîc ettiği Hz. Âişe
hadîsidir. Bu hadîsde Âişe (Radiyallahû anha) 'ya, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in gece yarısı kıldığı namazı sorulduğu, da şu cevâbı
verdiği bildiriliyor :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) yatsı namazını cematla kılar sonra evine dönerek dört rek'ât
namaz kılar; sonra döşeğine uzanırdı...» Ebû Dâvûd: «râvîlerden Zûrâratü'bnü E
vf â 'nm bu hadîsi Hz. Âişe 'den işitip işitmediği söz götürür.» demiş;
sonra,ayni hadîsi başka bir tarîkle yine Hz.
Âişe 'den rivayet etmiş ve:
«Bence mahfuz olan
rivayet budur.» demişdir.
îmam Ahraed'in
«RJüsned» inde Abdullah b. Zübeyr (Radiyallahû anh) 'dan tahrîc ettiği bir
hadîsde Hz. Abdullah :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seîlem) yatsıyı kıldımı, dört rek'ât namaz daha kılar, bir rek'âtla
da vitr yapardı. Sonra uyur; ondan sonra gece namazını kılardı.» demişdir.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in geceleyin kıldığı namazların rek'ât sayıları hakkında
evvelce beyân ettiğimiz vecîhle Hz. Âişe'den muhtelif rivayetler vardır.
Bunların araları nasıl bulunduğunu az yukarıda götmüşdük.
İmam A'zanKın gündüz
nafileleri hakkındaki delili Müs1im'in rivayet ettiği Âişe (Radiyallahû anha)
hadîsidir. Mezkûr hadîsde Resûl-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin kuşluk namazını dört rek'ât kılardığı ve Allah'ın dilediği mikdâr
ziyâde ederdiği bildirilmektedir.
îmam Şafiî 'nin
istidlal. ettiği îbni Ömer hadîsine şöyle cevap verilmişdir; Bu hadisi Tirmizî
rivayet etmiş; onun hakkında kendisi bir şey dememişse de başkalarının
sözlerini naklederek şunları söylemişdir: «Şu'b.e 'nin arkadaşları bu hadîs
hakkında ihtilâf etmiş; bâzıları onu merfû'; bâzıları da mevkuf olarak
rivayette bulunmuşlardır. Bu hadîsi Abdullah b. Ömer 'den, mu'temed râvîler rivayet
etmişlerdir. Ama Hz. Abdullah mezkûr hadîsde gündüz namazından bahsetmemişdir.»
Ayni hadîs hakkında
Nesâî: «Bu hadîs bence hatâdır.» demişdir. Yine Nesâî «Es-Sünenü'1-Kübrâ» adlı
eserinde bu hadîs'in isnadını iyi bulmuş; yalnız îbni Ömer Hazretlerinin râvîlerinden
bir cemâatin Ezdî'ye muhalâfet ederek, hadîsde gündüz sözünü anmadıklarım; Salim,
Nâfi' ve Tâvûs'un gündüzü anmıyanlar me-yâmnda olduklarını söylemişdir.
îbni-Ömer hadîsi
«Sahüıeyn» de mevcûddur. Fakat gerek Bu-hâri'deki gerekse Müslim'deki
rivayetinde gündüz kaydı yokdur.
Dârekutnî: «îbni Ömer
'den merfû' olarak rivayet edilen (gece ve gündüz nafileleri ikişer ikişer
kılınır...) hadîsi mahfuz değildir. Bu hadîsdeki gündüz kaydı Ya'1âb. Atâ'
tarîki ile A1îyyi Bârikî 'den rivayet edilmişdir. Fakat bu husûsda ondan daha
belleyişli olan Nâfi', ona muhalefet ederek gece nafilesinin ikişer, gündüzün
ise dörder olduğunu söylemişdir.* diyor.
2- Babımız
hadîsi ile İmam Şafiî vitir namazının bir rek'ât olarak kılınabileceğine
istidlal etmişdir. Hz. Şafiî bu
husûsdaki Âişe (Radiyallahû anha) hadîsleri ile de istidlal etmişdir. Bunlardan-birinde
Hz. Aişe :
«Resûlüllah
(Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin onrek'ât namaz kılar; bir rek'âtla
vitr yapar; Fecrde de iki rek'ât hu m az kılardı. Bunlann mecmuu onüç rek'ât
olurdu.:> demişdir. Mezkûr hadîsi Ebû Dâvûd ve başkaları tahrîc etmişlerdir.
Nevevî: «Bizim
mezhebimiz ile cumhurun mezhebi budur. Ebû Hanîfe: Bir rek'âtla vitir yapmak
caiz değildir. Bir rek'ât namaz asla caiz olamaz; demişse de sahîh hadîsler
onun kavlini reddetmektedir.» diyor.
Evvelce de işaret
ettiğimiz gibi hadîsdeki bir rek'âtla vitir yâpmak-dan murâd: ondan önceki
iki" rek'âtla birlikde üç rek'âth bir namaz kıl-makdır. Daha Önce sekiz
rek'ât nafile kılmışdır. Bu üç rek'âtla namaz on-bir, sabah namazının iki
rek'ât sünneti katılınca onüç rek'âtlı olur.
İmam A'zanı'ın istidlal
ettiği sahîh hadîslerde Şâfiîlerin kavlini reddetmektedir. Bu hadîsleri Aynî
şöyle sıralamışdir :
a) Nesâî'nin
«Sünen» inde rivayet ettiği Hz. Âişe hadîsinde: «Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi
ve Sellem) vitr'in iki rek'âtında selâm
vermezdi.» denilmişdir.
b) Hâkim'in
«Müstedrek» inde yine Hz. Âişe'den rivayet ettiği bir hadîsde : «Resûlüllah (Salla'lahü
A leyhi ve Sellem) üç rek'âtla vitir yapar; bunların yalnız sonunda selâm
verirdi.» denilmektedir Hâkim, bu hadîs hakkında: « Buhârî ile Müs1im'in şartlan üzere
sahîhdir. Ama onu tahrîc etmemişlerdir.» diyor.
c) Dârakutnî
'nin İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir
hadîsde :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecenin vitri de gündüzün vitri sayılan akşam
namazı gibi üç rek'âfdtr; buyurdular.» deniliyor.
d) Tahâ vî
'nin, Hz. Enes'den rivayet ettiği bir hedîsde : «Vitir namazı üç
rek'âtdır.» denilmişdir. Yine Tahâv î'nin Misver b.Mahrame (Radiyallahû
anh) dan rivayet ettiği bir hadisde Hz.
Misver: Ebû Bekr'i geceleyin defnettik;
sonra Ömer (Radiyallahû anh) Ben,
vitr'i kılmadım; diyerek kalktı. Biz de arkasında saff olduk. Bize üç rek'ât
namaz kıldırdı. Bu rek'âtların ancak
sonunda selâm verdi.» demişdir.
e) îbni Ebü Şeybe
«Musannef»inde Hasan-ı Basrî'nin: «Bütün Müslümanlar vitir namazının üç
rek'ât olduğuna, bunların yalnız sonunda selâm verileceğine icmâ'
etmişlerdir.» dediğini rivayet eder.
Kerhî dahî buna benzer bir söz
söylemişdir.
f) Abdullah
b. Kays*dan rivayet olunduğuna göre, kendisi Âişe'ye : Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) kaç rek'âtla vitir yapardı? diye sormuş; Âişe (Radiyalîahû
anha);
«Döıt ve üç, altı ve
üç, sekiz ve üç, on ve üç rek'âtla vitir yapardı; ama yediden aşağı, onüçden de
yukarı vitir yapmazdı.» cevâbını vermişdir. Bu hadîsi Ebû Dâvûd rivayet etmişdir.
Mezkûr hadîsde Hz. Âişe üç rek'âtla
vitir yapıldığını söylemiş fakat bir rek'âtı anmamışdır. Bu da tek rek'âtın
nazar-ı ittibâra alınmıyacağmı gösterir.
Nevevî (631-676) :
«Ulemâmız, şâir ulemâdan hiç birinin bir rek'âtla vitr kılmak caiz değildir;
demediklerini, bundan yalnız 'Ebû Hanîfe ile Sevrî'nin ve onlara tabî olanların
müstesna olduklarını söylemişlerdir.» diyor.
Buhar Sarihi Aynî,
Nevevî 'nin bu sözüne de şöyle cevap vermişdiı: «Şaşarım Nevevî'ye!.. Bu
yanlış sözü nasıl olup da nakledebiliyor! Onun hatâ olduğunu "bildiği
hâlde reddetmiyor!.. Hâlbuki biz ashâb-ı kirâm'dan bir cemaatla Tabiînden ve
onlardan sonra gelen ulemâdan vitr'in üç rek'ât kılınacağını, bir rek'âtm kâfî
gelmediğini rivayet ettik.»
Tahâvî'nin rivayetine göre,
Halîfe Ömer b. Abdilâzîz, fukahânın kavli ile Medine'de vitir namazını üç
rek'âtlı bir namaz olarak tesbît etmişdir. Medine fukahâsmm, vitir namazı üç
rek'ât kılınacağına, üç rek'âtın sonunda selâm verileceğine ittifak etmeleri
de gösteriyor ki, bu kavlin Ebû Hanîfe, Sevrî ve onların ashabına mahsûs
olduğunu nakledenler hatâya düşmüşlerdir. - Vâkıâ bâzı rivayetlerde :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)m : İsteyen bîr rek'âtla, isteyen üç veya beş
rek'âtla vitir yapar.»' buyurduğu görülürse de bu muhayyer, lik vitir namazı üç
rek'ât olarak istikrar kesb etmezden Önceye hamledil-mişdir. Çünkü istikrar
kesb eden bir namazın rek'ât sayısında muhayyerlik olamaz.
Vitr'in bir selâmla üç
rek'ât kılınacağı sahâbe-i kiramdan Ömer, Ali, İbni Mes'ûd, Huzeyfe, Übey b.
Kâ'b, îbni Abbâs, Enes ve Ebû Ümâme (Radiyalîahû anhûm) hazerâti ile Ömer b.
Abdilâzîz, Fukahâ-i Seb'a ve Küfe
ulemâsının da kavilleridir.
3- Vitr'in
vakti, yatsının vaktidir. Vakit çıkmakla vitir sakıt olmaz. Kazası lâzım gelir
Cumhûr-u ulemâya göre vitr'in vakti, tanyeri ağırmakla çıkar. Bâzıları sabah
namazı kılmmcaya kadar çıkmadığına kaail olmuşlardır. İbni Bezîze: «İmam
Mâlİk'in meşhut olan mezhebine göre fecir doğdukdan sonra sabah namazını
kılmadıkça vitir kılınabilir. Şâzz olan mezhebine göre ise fecir doğdukdan
sonra vitir kılınamaz» demiştir.
İmam Şafiî ile İmam
Ahmed dahî Mâiik'in meşhur olan kavlini tercih etmişlerdir. Bu kavil selefden
îbni Mes'ûd. îbni Abbâs, Ubâdetü'bnü's.S âmit, Huzey-fe, Ebû'd-Derdâ1 ve Âişe
(Radiyallahû arthûm) hazerâtm-dan nakledilmişdir."
Tâvûs'a göre vitir
sabah namazından sonra dahî kılınabilir.
Ebû Sevr, Evzâî,
Hasan-ı Basrî ve Leys vitir namazının güneş doğdukdan sonra dahî
kılınabileceğine kaail olmuşlardır.
Hasan-ı Basrî 'den, bunun aksi de
rivayet edilmişdir.
149- (750)
Bize Hârûn b. Ma'rûf ile Süreye b. Yûnus ve Ebû Kii-reyb, toptan îbni Ebî
Zâîde'den rivayet ettiler. Hârûn dedi ki: Bize tbni Ebî Zaide rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Âsım-ı Ahvel, Abdullah b. Şakîk'-den, o da İbni Ömer'den
naklen haber verdi ki, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Vitr'i sabah olmadan
acele kılın!» buyurmuşlar.
150- (751)
Bize, Kuteyfcetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys rivayet etti. H.
Bize, tbn Rumh dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Leys Nâfi'den naklen haber verdi ki, İbni
Ömer: «Her kim geceleyin namaz kılarsa namazının sonunu vitir yapsın! Çünkü
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) I unu emrederdi.» demiş.
151- (...)
Bize, Ebû Bekr b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Üsâme rivayet
etti. H.
Bize, İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb
ile İbnü'l-Müsennâ da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Yahya rivayet etti. Bu
râvîlerin hepsi Ubeydullah'dan, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etmişlerdir ki,
Efendimiz: (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Geceleyin kıldığınız
namazınızın sonunu vitir yapın!» buyurmuşlar.
152- (...)
Bana Hârûn b. Abdillâh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Haccâc b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : İbni Cüreyc şunları söyledi: Bana, Nâfi' haber verdi
ki, İbni Ömer şöyle diyormuş:
«Her kim geceleyin
namaz kılarsa sabah olmazdan önceki son namazını vitr yapsın! Resûlüllah
(Sallallahü. Aleyhi ve Sellem), ashabına böyle emrederdi.»
Bu hadîsi Buhârî
«Vitir» bahsinde; Ebû Dâvûd «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Bunlardan biri, vitir
namazını gecenin sonunda kılmanın müstehab oluşudur. Bu husus yukarıda görüldü.
İkincisi, bu hadîs
vitir namazının vacip olduğuna delildir. Ulemâ bu mes'elede ihtilâf
etmişlerdir.
Kaadı Ebû't-Tayyib:
«Bütün ulemâ hattâ Hanefîler-den Ebû Yûsuf la Muhammet, vitr'in sünnet olduğuna
kaail-dirler. Yalnız Ebû Hanîfe vitir vâcipdir; farz değildir, demişdir.»
diyor.
Ebû Hâmid Gazâlî
(450-505) ile diğer bâzı ulemâ dahî buna yakın sözler söylemişlerdir.
Aynî bu zevata şöyle cevap vermişdir:
«Bütün bunlar taasup
eseridir. îki meşhur imam olan Kaadı Ebû't-Tayyib ile
Ebû Hâmid doğru olmak şöyle dursun, onun semtinden
bile geçmiyen bu sözü nasıl soyliyebilmişlerdir! Halbuki Ebû Hanîfe bu kavilde
yalnız değildir. Kaadı Ebû Bekr İbni'l-Arabî, Sun n un ile Esbağ
İbni'l-Ferac'-in: vitir vâcipdir; dediklerini nakletmişdir. İbni Hazm'in
rivayetine göre imam Mâlik: «Bir kimse, vitir namazını terk ederse te'dîb
olunur. Bu iş, o kimsenin şehâdetine manî' bir yara olur.» demişdir. Ayni kavli
Hanbeliyye ulemâsından İbni Kudâme «El-Muğ-nî» nâm eserinde imam Ahmed'den de
rivayet etmişdir.
Sahih bir senedle
rivayet edildiğine göre Tabiînden Mücâhid:
«Vitir vâcipdir; farz değildir.» demişdir.
İbni Battal, vitr'in
vâcib olduğunu ehl-i Kur'â n 'dan, İbni Mes'ûd ve Huzeyfe (Radîyaîîahû anhûma)
ile İbrahim Nehaî ve İmam Şafiî 'nin üstadı Yûsuf b. Hâlid 'den rivayet
etmişdir.
İbni Ebî Şeybe dahî
Saîdü'bnü'l - Müseyyeb, Ebû Ubeydete'bnü Ab'di11âh ve Dahhâk 'den vitr'in
vücûbunu rivayet etmişdir.
Hâl böyle olunca
Ebû't-Tayyîb ile Ebû Hâmid 'in, bd bâtıl dâvayı İddia etmeleri nasıl tecviz edilebilir!
Bu gösteriyor ki, mezkûr iki imam izah ettiğimiz husûsâta muttali' değilmişler.
Amma bir kimsenin bir şey'i bilmemesi, onu başkasının bilmesine mâni değildir.
Vitr namazının vacip
olmadığı iddiası da boş bir sözdür. Çünkü deliller onun vacip olduğunu
göstermektedir. Şöyle ki:
1- Ebû Dâvûd
'un rivayet ettiği Büreyde hadîsinde Hz. Büreyde :
«Ben Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'i : Vitir hak'dır; vitir yap-mıyan bizden
değildir. Vitr hak'dır; Vitir yapmiyan bizden değildir. Vitir hak'dır; vitir
yapmayan bizden değildir! buyururken işittim.» demişdir. Hadîs sahîhdir. Onu
Hâkim «Müstedrek» inde tahrîc etmiş ve sahîh olduğunu bildirmişdir. Gerçi
râvîlerinden Ebû'l-Münîb Ubey-dullah. b. Abdillâh hakkında Buhârî ve başkaları
söz etmişse de Hâkim bu zâtı İbni Maîn'in mevsuk addettiğini söyler. îbni Maîn
(156-233) bu bahsin imamıdır. Tevsik hususunda yalnız başına hüccet olmaya
kâfidir.
2- Yine Ebû
Dâvûd'un Hz. Alî (Radiyallahû anh) 'dan rivayet ettiği bir hadisde
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ey Ehl-i Kur'ân,
Vitir namazını kılın! Çünkü Allah tek'dir; Tek olan şey'i sever.» buyurmuşdur.
Bu hadîsi Tirmizi, Nesâî ve İbni Mâce dahî tahric etmişlerdir. Tirmizî, onun
hakkında: «Güzel bir hadîsdir.» demişdir.
Bu hadîsdeki «Vitr'İ
kılın!» sözü bir emirdir; vücûb ifâde eder.
3- Tahâvî'nin
tahrîc ettiği Hâricetü'bnü Huzâfe hadîsinde Hz. Hârice: «Ben,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Şüphesiz Allah size
öyle bir namaz ihsan eyledi ki, o namaz sizin için yağız develerden daha
hayırlıdır. Yatsı namazı ile fecir arasında kılınır. (İki def'â) vitr'i, vİtr'Ü...» buyururken
işittim., demişdir.
Hadîsin senedi
sahîhdir. Bu hadîsin râvîlerinden bâzıları hakkında söz edenler olmuşsa da Aynî
hepsine lâzım gelen cevâbı vermiş ve senedin sahîh olduğunu isbât etmişdir.
4-
Taberânî ile Tahâvî 'nin, Hz. Amru/bnü'l-Âs'dan biribirine yakın
lâfızlarla tahrîc ettikleri bir hadîsde Hz.
Amr: «Bana, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bir
zât haber verdi ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Muhakkak ki Allah
size bir namaz ziyâde etti. Siz, bu namazı yatsı ile ?abah namazı arasında
kılın! Vitr'i ziyâde etti, -demek istiyorum» buyururken işitmiş., demişdir.
5- İmam Ahmed'in
tahrîc ettiği Abdullah b. Amr hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Şüphesiz ki Allah
size bir namaz ziyâde etmişdir. Artık siz ona devam edin! Bu namaz vitir'dîr.»
buyurmuşlardır. Râvî Amr b Şuayb : «Biz, terkedilen vitr'in bir ay sonra dahî
olsa râde edilmesi lüzumuna kaailiz.» demişdir.
6- Hâkim'in
«Müstedrek» inde tahrîc ettiği Ebû Saîd hadîsinde Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve. Sellem):
«Her kim vitr'i
kılmadan uyur veya onu unutursa sabahladığı v«yâ hatırladığı zaman onu trlsınl»
buyurmuşdur.
Hâkim: «Bu hadîs Şeyheyn'in
şaîtları üzere sahîhdir. Ama onu tahrîc etmemişlerdir.» diyor.
Ayni hadîsi Tirmizî
dahî tahrîc etmişdir.
Bu bâbda Büreyde, İbni
Abbâs, Âişe.İbni Mes'ûd, Muâz b. Cebel, Ebû Berze.Ebû E y -yûb, Süleyman b.
Surad, Ukbetü'bnü Âmir ve Abdullah b. Ebî Evfâ (Radiyallahû anhûm) hazerâtm-dan
dahî hadîsler rivayet edilmişdir. Bunların hepsi vitir namazının vacip
olduğuna delâlet ederler.
153- (752)
Bize, Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdul vâris,
Ebû't-Teyyâh'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana, Ebû Miclez, lb-ni Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş: Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Vitir namazı gecenin
sonunda bir rek'âtdir.» buyurdular.
154- (...)
Bize, Muhammedü'bnÜ'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'I - Müsennâ
dedi ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be,
Katâde'den, o da Ebû Miclez'den naklen rivayet etti. Ebû Miclez şöyle demiş:
Ben İbni Ömer'i, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Settem) 'den naklen rivayet ederken
dinledim. Efendimiz: - «Vitir namazı
gecenin sonunda bir reic'âtdır.» buyurmuşlar.
155- (753)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dii's-Samed rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde, Ebû Micles'den rivayet
etti. Ebû Miclez şöyle demiş: îbni Abbâs'a vitr'i sordum. Şu cevâbı verdi: Ben,
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Vitr gecenin sonunda
bir relc'âtdır.» buyururken işittim.
İbni Ömer'e sordum. O
da: Ben, Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Vitr gecenin sonunda
bir relc'âtdır.» buyururken işittim;
dedi.
156- (749)
Bize, Ebû Küreyb ile Hârûn b. Abdillâh rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Ebû
Üsâme, Velîd b, Kesîr'den rivayet etti. Demiş ki: Bana, Ubeydullah b. Abdillâh
b. Ömer rivayet etti. Onlara da îbni Ömer rivayet etmişki, bir adam Resûlüllah
(Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) mescide!e iken ona nida ederek:
— Yâ Resûlâllah! Gece
namazını nasıl vitir yapacağım? demiş. Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Her kim namaz kılarsa
ikişer ikişer kılsın. Sabahhyacağım hissederse, bir rek'âtkılar; bu rek'ât ona
kıldığı rek'âtlan vitr yapac.» buyurmuşlar.
Ebû Küreyb:
«Ubeydullah b. Abdillâh.» dedi; İbai Ömer'i söylemedi.
157- (...)
Bize, Halef b. Hişâm ile Ebû Kâmil rivayet ettiler. Dediler ki, bize Hammad b.
Zeyd, Enes b. Sîrîn'den rivayet etti. Demiş ki: îbni Ömer'e sordum: söyle bana
sabah namazından önceki iki rek'âtda ki-râeti uzatayımmı? dedim; İbni Ömer, şu cevâbı verdi:
— Resöİüİİah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin ikişer rek'ât olarak namaz kılar; bir
rek'âtla da viîr yapardı. Ben :
— Sana bunu sormamıştım.» dedim, tbni Ömer:
— Sen hakîkaten kalın kafalı bir adamsın.
Hadîsi sana tekmillememe müsaade etsene!» dedi. Ve (söze yeniden başlayarak) :
— Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namazı ikişer rek'ât olarak kılar; bîr
rek'âîla da vitir yapardı. Sabah namazından önce sanki eli kulağında ezan
okuyormuş gibi (süratle) İki rek'ât namaz kılardı.» dedi.
Halef : «Sabandan
önceki iki lek'âti haber ver.» dedi; namazı zikretmedi.
158- (...)
Bize, îbnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet*ettiler. Dediler ki: Bize,
Muhammed b.Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Enes b. Sîrîn'den
rivayet etti. Enes: «Ben, İbni Ömer'e sordum...» diyerek yukarkî hadîsin
mislini rivayet etmiş ve:
«Gecenin sonunda bir
rek'ctİa vitir yapard!.» cümlesini ziyâde eylemiş.
Ayni hadîsde: «Sus be!
Sen hakîkaten kahn kafalıynuşsm!» ifâdesi de vardır.
159- (...)
Bize, Muharamedü'fcnu'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben,
Ukbetü'bnü Hureys'i [63]
dinledim; dedim ki: îbni Ömer'i şunu rivayet ederken dinledim:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
«Gece namazı ikişer
rek'âidır. Sabahlamakda olduğunu gördüğün vakit bir rek'âfla vifr yapıver!»
buyurdular.
İbni Ömer'e : «İkişer
ikişer ne demekdir?» diye sordular; İbni Ömer:
— Her iki rek'âtda bir
selâm vermekdir... dedi.
160- (754)
Bize, Ehû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettî. (Dedi ki) : Bize, AbdÜl'a'lâ [64] b.
Abdil'alâ, Ma'mer'den, o da Yahya b. Ebî Kesîr'den, o da EbûNadra'dan, o da
Elıû Said'den naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Solkıllahü Aleyhi ve
Selle/n) : (Sabahlamadan önce vitr'i kılın!»
buyurmuşlar.
161- (...)
Bana, İshâk b. ıMansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Ubey-dullah, Seyhan'dan,
o da Yahya'dan naklen haber verdi. Demiş kî: Bana Ebû Nadrate'l - Avakî haber
verdi. Onlara da Ebû Saîd haber vermiş ki, ELû Saîd ve arkadaşları Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem Ve vitr'i sormuşlar; o da :
«Vitr'i sabah'dan önce
kılın!» buyurmuşlar.
Bu hadislerle
kimlerin, ne şekilde istidlal ettikleri ve keza gece namazı ikişer rek'ât
kılınarak, bir rek'âtla vitir yapmakdan ne murâd edildiği, bunlardan önceki
hadîslerin şerhlerinde görüldü.
Dahm : İri
yan demekdir. Bu sözle İbni Ömer (Radiyallahû anh) kendisine suâl sorup da neticeyi
beklemeden lâf eden Enes b. Sîrîn'in gabâvet ve nezaketsizliğine işaret
etmişdir. Ayni hadîsde zikri geçen ezân'dan murâd, Kaadı
İyâz'a göre ikaametdir.
«Beh beh» Sus ve
vazgeç mânâsına kullanılan bir ism-i fiil'dir. Ibni Sikkit bunun bir şey'i
büyütmek için kullanıldığını söyler. Bu mânâda lisânımızda «Heîe hele», «bak
bak» gibi sözler kullanılır.
162- (755) Bize,
Ebû Bekr b. Ehî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Hafs ile Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle
deniş: Resûlüllah tSallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Her kim gecenin
sonunda kalko/.ıyacağından korkarsa, vitir namazını gecenin evvelinde
kılıversin! Gecenin sonunda kalkacağını ümîd eden de vîfr'i gecenin sonunda
kılsın! Zîro gecenin sonunda kılınan namaz şâ-hidlîdir; bu daha
faziletlidir.» buyurdular.
Ebî Muâviye (naeş'hûde
yerme) mahdura demiş.
163- (...)
Bana, Selemetü'biıü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hasen h. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil yâni tbni UbeydUIâh, Ebû*z - Züfeeyr'den, o da
Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Ben Peygamber (Salktllahü
Aleyhi ve Selİem)'i ı
«Hanginiz gecenin
sonunda kalkamayacağından korkarsa, vitri kılsın sonra yarsın! Kim geceleyin
kafkaci^sna güveniyorsa, o da vîtr'i gecenin sonumda kılsın! Çünkü gecenin
sonundaki kırâaf şâhidlidir; bu daha fazî-lefSidîr.» buyururken işittim.
Bu hadîsin şerhi dahî
az yukarıda geçmiş ve ctımhûr-u ulemânın onun zahiri ile arnel ettikleri
görülmüş.dü.
Meş'hûde ile mahdûra,
ayni mânâya gelirler. İkisi de şâhid olunmuş; yanında bulunularak görülmüş
mânâlarına gelir.
Sabah Kur'ân 'ından
muradın; sabah namazı olduğunu bu namazda, rahmet meleklerini hep birlikte
hâzır bulunduklarını, gecenin sonunda namaz kılmanın bundan dolayı efdal
olduğunu dahî yukarıda gö'rmüşdük.
164- (756)
Bize, Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Âsim haber verdi. (Dedi
ki) : Bize, İfani Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den
naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş: Resülüllah
«Namazın en faziletlisi
kunûf'u uzun olandır.» buyurdular.
165- (...)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Ebû Muâviye rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, A'meş, Ebû Süfyân'dan, o da
Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seîlem) 'e hangi namaz daha faziletlidir diye sordular (da) :
«Kunût'u uzun olan!.»
buyurdu.
Ebû Bekr: «Bize, Ebû
Muâviye, A'meş'den rivayet etti.» dedi.
Buradaki kunût'dan
murâd; kıyam yâni ayakta durmakdır.
Nevevî diyor ki:
«Benim bildiğime göre buradaki kunût'dan murâd, bütün ulemânın ittifakı ile kıyâm'dir.
Bu hadîsde Şâfiîye ve onunla beraber olup da uzun uzadiya ayakta durmanın çok
rükû* ve sücûd yapmakdan efdal olduğunu söyliyenlere delildir.»
Ulemânın bu bâbdaki ihtilâflarını
dahî az yukarıda görmüşdük.
166- (757)
Bize, Osman b- Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, A'meş'den, o da
Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Gerçekden gecede öyle
bir saat vardır ki, müslüman bir kimse o saafa rastlar da Allah'dan
dünyâ ve âhiret işlerine âid bir
hayır" isterse, o isteğini Allah kendisine verir. Bu her gece (böyle) dir.» buyururken i-şittim.
167- (...)
Bana, Selemetü'bnü Şebîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ha sen b. A'yen rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'kil, Ebû'z-Zübeyr'den, o da Câbir'den naklen rivayet
etti ki, Resûlüflah (SallaltaUü Aleyhi ve Sellem):
«Gerçekden gecede öyle
bir saat vardır ki, müslüman bir kul o saata rastlar da ANah'dan bir hayır
isterse, o hayrı Ailah kendisine verir.» buyurmuşlar.
Bu hadîs her gece
duaların kabul edildiği bir icabet saati bulunduğunu mutlak bir sûretde ifâde
etmektedir. Binâenaleyh o saata tesadüf etmek ümidi ile mü'minlerin geceleri
ibâdet ve tâatla ihya etmeleri gerektiğine teşvik sayılır. Gecenin gündüzden
daha faziletli olduğunu iddia edenler bu hadîsle istidlal ederler. Zîra her
gecede bir icabet saati vardır. Gündüzün ise yalnız cuma gününde vardır.
Aşağıdaki rivayetler ise mezkûr saatin gecenin son üçte birinde yahut gece
yarısından sonra olduğuna işaret etmektedirler.
168- (758)
Bize, Yafaya b. Yafaya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İb-ni Şihâb'dan
duyduğum, onun da Ebû Abdillâh El-Egarr ile Ebû Seleme-te'bni Abdirrahmân'dan,
onların da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet ettikleri şu hadîsi okudum:
Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Selle m)
şöyle buyurmuşlar :
«Rabb'tmiz Tebâreke ve
Teâlâ Hazretleri her gece, gecenin son üçte biri kaldığında alt semâya nüzul
eder de: Hani bana duâ eden, onun duasını kabul edeyim! Hani benden istek
isteyen, istediğini vereyim! Hani benden
mağfiret dileyen, onu mağfiret edeyim! buyurur.»
169- (...)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kûb -ki İbni
Abdirrahmân-ı Kaarî'dir- Süheyl b. Ebî Sâlih'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Resûlüllah (Sallallohü Aleyhi ve Seîîem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle
buyurmuşlar:
«Allah her gece,
gecenin ilk üçte biri geçtiğinde alt semâya nüzul eder de; Melik ben'im! Melik
ben'imü... Var mı bana duâ eden, onun duasını kabul eyleyeyim! Var mı benden
isteyen; istediğini vereyim; Var mı benden mağfiret dileyen, onu affedeyim!
buyurur. Ve (bu hâl) tâ tanyeri ağı-rtncaya kadar böylece devam eder.»
170- (...)
Bize, îshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'I-Mugîre haber verdi.
(Dedi ki) : Bize, Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Yahya rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize, Ehû Selemete'bnü Abdrirahmân, Ebû Hüreyre'den naklen rivayet etti.
Şöyle demiş: Resûlüllah (SaİiaUahü Aleyhi ve Sellem):
«Gecenin yansı yahut
üçte ikisi geçtiği zaman Allah Tebâreke ve Teâlâ alt semâya nüzul eder de: Var
mı isteyen? kendisine verilecek! Duâ eden var mı? duası kabul edilecek!
İstiğfarda bulunan var mı? kendisine mağ-firet olunacakdır! buyurur. (Bu) tâ
sabah aydınlayıncaya kadar (böyle devam eder.)» buyurdular.
171- (...)
Bana, Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'l -Müverri' [65]
Muhâdır rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Sa'd b. Saîd [66] rivayet
etti. Dedi kî: Bana, İbnî Mercâne [67]
haber verdi. Dedi ki : Ebû Hüreyre'yi şunu söylerken işittim: Resulü Hah
(SallaîUthü Aleyhi ve Seilem) :
«Allah gece yarısı
yahut gecenin son üçfe birinde alt semâya nüzul ederek : Bana kim duâ eder ki,
ona icabet edeyim yahut benden kim bir şey diler ki, ona vereyim; buyurur.
Sonra yoksul ve zâlim olmayan (Allah)'a kim ödünç verecek! der.» buyurdular.
Müslim der ki: İbni
Mercâne, Saîd b. Abdîllâh'dir. Mercâne, Saîd'in annesidîr.
(...) Bize,
Hârûn b. Saîd el-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb rivayet etti.
Dedi ki: Bana, Süleyman b. Bilâl, Sa'd b. Saîd'den bu isnâdla haber verdi; şunu
da ziyâde etti: «Sonra Allah Tebâreke ve Teâlâ iki yedini yayarak yoksul ve
zâlim olmayana kim ödünç verecek; der.»
172- (...)
Bize, Ebû Şeybe'nin iki oğlu Osman ve Ebû Bekr ile İs-hâk b. İbrahim El -
Hanzalî rivayet ettiler. Lâfız Ebû Şeybe oğullarının-dır. Zshâk (bize haber
verdi.) tâbirini kullandı, ötekiler: Bize, Cerîr, Man-sûr'dan, o da Ebû
Ishâk'dan, o da Ebû Müslim-i Egarr'daiı, o da Ebû Saîd ile Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti; dediler. Ebû Saîd ile Ebû Hü-reyre şöyle demişler:
Resûlüliah (Sallatlahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Şüphesiz ki Allah
mühlet verir. Tâ ki gecenin ilk üçte biri gittiği vakit alt semâya nüzul
buyurarak : Var mı istiğfar eden! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı
duada bulunan! der. (Bu) tâ fecir aydınlayın cay a kadar (böyle devam
eder.)» buyurdular.
(...) Bize,
bu hadîsi Muhammedü'bnü'I-Müsennâ ile tbni Beşşâr dahi rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Ebû
Ishâk'dan bu isnâdla rivayet etti. Şu kadar var ki, Mansûr'un hadîsi daha tamam
ve daha uzundur.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tehecciid» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de; Ebû Dâvûd «Namaz» ve «Sünnet»
bahislerinde, Tirmizî «Namaz» bahsinde; Nesâî «Kitâbu'1-Nuût» da; İbni Mâce de
«Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Tirmizî: «Ebû Hüreyre
hadîsi sahîh bir hadîsdir.» de-mişdir.
Müs1im'in buradaki
rivayetlerinden do anlaşılacağı vechle Teâlâ Hazretlerinin alt semâya nüzulü
muhtelif şekillerde ifâde olunmuşdur. Birinci rivâyetde bunun gecenin son üçte
biri kaldığı zaman, ikincide ilk üçte biri geçtiği zaman, üçüncüde yansı veya
üçte ikisi geçtiği zaman, dördüncüde yarısında yahut son üçte birinde,
beşincide ilk üçte biri geçtiği zaman vuku' bulduğu bildirilmektedir.
Biribirine muarız görünen bu rivayetlerin arası şöyle bulunmuşdur.
Muhaddisinden Tirmizi gibi bazıları birinci rivayeti tercih etmiş; ve bu
rivayet için esah tâbirini kullanmışdır. Rivayetlerden biri esâh olunca,
diğerleri sahih olarak kalır. Binâenaleyh hepsi doğrudur.
Kaadı İyâz tercih
ettiği rivayet hakkında: «Sahih» tâbirini kullanmışdır. Bu tâbir, geri kalan
rivayetlerin zayıf olmasını iktizâ eder. Ancak Nevevî (631-676) hadîsin
muhtelif rivayetlerini İmam Müs1im'in sahih senedlerle tahrîc ettiğini
söyliyerek Kaadi'mn sözünü reddetmişdir. Nevevî'ye göre Resûlüllah (Sallallahii
Aleyhi ve Sellem) 'in bu rivâyetlerdeki vakitlerin birini bir def â, diğerini
de başka bir def'â söylemiş olmasını; Ebû Hüreyre 'nin bunların hepsini işiterek
nakletmiş olmasını muhtemel görmektedir.
Tirmizî bu hadîsi
tahrîc ettikden sonra bu bâbda A1îyü'-bnü Ebî Tâlib, Ebû Saîd-i Hudrî,
Rifâatü'l-Cühenî, Cübeyrü'bnü Mut'im, İbni Mes'ûd, Ebû'd-Derdâ' ve Osman b.
Ebî'l-Âs bunlardan maada Câbir b. Abdi İlâh, Ubâde.tü'bnü's- Sâmit, Ukbetü'bnü
Âmir, Amru'bnü Anbese, Ebû'l-Hattâb, Ebû Bekr-i Sıddîk, Enes b. Mâlik, Ebû
Mûse'l-Eş'arî, Muâz b. Cebel, Ebû Sa'Ie-be, Âige, ,İbni Abbâs ve diğer ashâb-ı
kirâm'dan da rivayetler bulunduğunu söylemiş, bunların hadîslerini şöyle
sıralamışdır:
1- Hz. A1î
(Radiyallah'ı arh) hadîsini
Dârakutnî «Kitâ-fcü's - Sünne»
de tahrife etmişdir. Bu hadîsde A1i (Radiyallahû anh) :
«Resûlüllah
(Saltollahü Aleyhi ve Sellem) 'i : Eğer ümmetime meşakkat vermiş olmasaydım her
namazda onlara misvak tutunmalarını emreder; yatsıyı gecenin üçte birine
geciktirirdim. Çünkü gecenin üste biri geçtiği vakit Allah alt semâya hübût
eyler ve tâ fecir doğuncaya kadar orada bulunarak bir sözcü : isteyen yok mu?
isteği verilsin! Duâ eden yok mu? icabet buyurulsun! der; buyururken işittim,» demişdir.
Ayni hadîsi îmam Ahmed
b. Hanbel dahî « Müsned » inde rivayet etmişdir. Dârakutnî 'nin başka bir
rivayetinde. gece yerine: «Her cum'a gecesi...» denilmişdir.
2- Ebû Saîd
hadîsini Müslim ile
Nesâî tahrîc etmişlerdir.
Babımızın son hadîsi budur.
3-
Rifâatü'l-Cühenî hadîsini İbni Mâce rivayet etmişdir. Mezkûr hadîsde Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki Allah
mühlet verir; tâ !<İ göçenin yarısı yahut üçte ikisi gittîmİ kullarım benden
başka hiç bir kimseden bir şey dilemezse ilâh...» buyurmuşdur. Ayni hadîsi Nesâî
dahî rivayet etmişdir.
4 -
Cübeyrü'bnü Mut 'im hadîsini Nesâî .tahrîc etmişdir. Bu hadîsde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Şüphesiz ki Allah her
gece alt semâya nüzul ederek : Acaba bir isteyen varmı ki, dilediğini ona
vereyim! istiğfar eden varmı ki, onu affedeyim I der.» buyurmaktadır.
Ayni hadîsi imam Ahmed
dahî «Müsned» inde tahrîc etmişdir. Onun hadîsinde «Tâ fecr doğuncaya kadar...»
ziyâdesi de vardır.
5- İbni
Mes'ûd hadîsini İmam Ahmed tahrîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Selletn):
«Gecenin son üçte biri
oldumu Allah (Azze ve Ceile) alt semâya hü-bût buyurur. Sonra gök kapılan
açılır; sonra yed-i kudretini yayarak : Acep bir şey isteyen varmı ki, dilediği
verilsin! der. Fecir doğuncaya kadar bu minval üzere devam eder.»
buyurmaktadır.
6-
Ebû'd-Derdâ' hadîsini Taberânî «Mu'cem-i
Kebîr» inde rivayet etmiştir. Mezkûr hadîsde Resûl-ü Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz;
«Allah Teâlâ gecenin
geri kalan üçte bir saatlerinin sonunda nüzul eder ve ilk saatde kendinden
başka kimsenin bakmadığı kitaba bakar ve dilediğini siler, dilediğini bırakır;
ikinci saatde cennet-i adn'e bakar. Bu cennet onun sakin olduğu cennetcjir.
Orada Peygamberlerle şehidlerden ve s.ddîklardan mâada onunla beraber kimse
yokdur. Yine orada kimsenin görmediği ve insan kalbinden geçmeyen şeyler
vardır. Nihayet gecenin son saatinde hübût eyler de benden af dileyen
istiğfarcı yok mu ki, onu affedeyim! Benden hacet dileyen kimse yokmu kir
dileğini vereyim! Bana duâ eden yokmu ki, duasını kabul eyleyeyim! der. Bu
fecre kadar (böyle) devam eder...» buyurrrmşdur. Fakat Taberânî : «Bu hadîs
mÜnkerdir.» demişdir.
7- Osman b. Ebî'l-Âs hadîsini imam Ahmed ile Bezzâr rivayet etmişlerdir. Mezkûr hadîs Ebû'd-Derdâ' hadîsinin sonuna benzemektedir.
8- Câbir
hadîsini Dâraku'tnî «Kitâbu's-Sünne» de tan-rîc etmişdir. Bu hadîsde Resûlüllah
(SalîaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki Allah her
gece; gecenin üçte birinde alt semâya nüzul ederek : Acaba kullarımdan bana duâ
eden hiç bir kul yokmu ki, duasın! kabul edeyim! Acep nefsine zulmeden hiç bir
kimse yokmu ki, bana duâ etsin de onu affedeyim! Acep geçim sıkıntısına mâruz
kalan yokmu ki, ona rızk vereyim! Benden yardım isteyen mazlum yokmu ki, ona
yardım edeyim! Başı darda olan yokmu ki, başını çözeyim!... der. Fecir
ayd-nla-yıncaya kadar orası Allah'ın rizâ yeri olur. Sonra Rabbİmiz Azze ve
Celi üst semâya kürsîsine teâlî eyler.» buyurmuşdur. Fakat bu hadîs dam
münkerdir. Ebû Nüaym onun hakkında: «Metrûkdur...» demişdir.
9- Ubâde t
ü'bn u's-Sâmit hadîsini Tab.erânî Mu
cem-i Kebîr» ile «Evsat» ında Hz. Câbir hadîsi tarzında rivayet etmişdir. Bu
hadîsin bâzı râvîleri hakkında dahî söz edilmişdir.
10-
Ukbetü'bnü Âmir (Radİyallahâ anh)
hadîsini Dârakutnî rivayet
etmişdir, Fakat yine Dârakutnî: «Bu hadîs söz götürür.» demişdir. -
11- Amr b.
Anbese hadîsini yine Dârakutnî
«Ki-tâbu's - Sümıe» nâm eserinde rivayet etmişdir.
12-
Ebû'l-Hattâb hadîsini Abdullah b
Ahmed «Kitâbu's - Sünne» de
rivayet etmişdir. Bu hadîse göre ashâbı
Resûlillâh'dan Ebû'l-Hattâb [68]
isminde bir zât Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) Efendimize vitr'i sormuş, o da :
«Gece yansı vitir
yapmam benim için maHûpdur. Çünkü Allah üst semâdan, alt semâya bübût eyler de
: Günahkâr var mı? istiğfar var ırtı? duâ eyleyen var mı?... der, nihayet fecir
doğ d umu teâlî eyler.» buyurmuşlar.
Hâkim ile İbni
Abdilberr: «Ebû'l-Hattâb' sahâbî değildir, İsmini bilen de yokdur.»
demişlerdir.
Aynî geri kalan
râvîlerin hadîslerinin nerede olduğnu zikretmemi şdir.
Hadîsin mânâsına
gelince görülüyor ki, bu hadîsin muhtelif rivayetlerinde Allah Teâlâ hakkında:
Nüzul, hübût, yed, sakin olmak, yukarı çıkmak gibi ta'birler kullanilmişdır.
NÜzüî ve hübüt: Aşağı inmek, mânâsma-dırlar. Yed ; El demekdir. Bunların
hiçbirinin hakikati Allah Teâlâ hakkında caiz değildir. Şu hâlde bu tâbirler
müteşâbihâtdandır. Onun için tercümede vârid oldukları lâfzı muhafazaya
çalıştık. Bâzıları buradaki nüzül'd-eri murâd, manevî nüzuldür, demiş; bir
takımları «Yenzilû» fiilini «Yünzîlû» şeklinde rivayet etmişlerdir. «Yünzilû» :
indirir, mânâsına geldiğinden, ona bir de mef'ûl takdir edilmiş ve: «Allah bir
melek indirir,» denilmişdir.
Hadîsin bir
rivayetinde mezkûr fiil «Yetenezzelû» şeklinde zaptedil-mişdir. Bu kelime
manevî nüzul hakkında zahirdir ve «Yeiî2İlû» rivayeti ile aynı mânâya gelir.
Türkçemizde «Tenezzül eder.» şeklinde kullanılır, burada da o mânâya alınır.
Yâni Allah'ın azamet ve celâli fakîr ve hakîr kimselere ehemmiyet vermemeyi
iktizâ ederse de Allah Teâlâ Hazretleri lütf-u kereminden onların hâllerine
rahmet buyurmaya tenezzül eder de: «Yoksul ve zâlim olmayan Allah'a kim ödünç
verecek?» yâni Allah'a ödünç verir gibi kim ibâdet ve tâatda bulunacak? der. Bu
söz Allah'ın, kullarına bir latifesi ve onları ibâdete bir teşvikidir. Alt
semâ da bize yakın olan hâlden kinaye olur.
Aynî 'nin beyânına
göre bu hadis üzerinde muhtelif yönlerden söz edilmişdir. Şöyle ki :
1- Bâzıları
bu hadîsle istidlal ederek Allah Teâlâ'ya cihet isbâtına kalkışmışlardır. Hattâ
hadîs ulemâsından İbni Kuteybe ile İbni
Abdilberr dahî buna kaail olmuşlardır. Cumhûr'u ulemâ, Allah'a cihet isbâtmdan
kaçınmışlardır. Çünkü buna kaaiî olmak Allah'ın - Hâşâ - yeri mekânı ve haddi
hüdûdü olduğunu tecviz etmek demekdir. Hâlbuki Teâlâ Hazretleri böyle
şeylerden münezzehidir.
2- Haricîler
ile Mu'tezilîler yahut Cehm b.
Safvân, İbrâhîm b. Salih ve Mansûr b.
Tâ1ha gibi mu'tezilenin ileri gelenleri bu bâbda vârid olan hadîsleri inkâr
etmişlerdir. Fakat bu yaptıkları kuru bir inad'dan ibâretdir. Kendileri Kur'ân-ı Kerîm'in buna benzer
müteşâbin âyetlerini te'vîl etmişler, ha-dîslerdeki müteşâbihleri ise yâ cehalet
yahut inadlık saikası ile büsbütün inkâr etmişlerdir,
Mu'tezile 'den İbrâhîm
b. Salih ile hadîs ulemâsından İshâk b. Râhuye arasında bu husûsda münâkaşa
geçtiği rivayet olunur. Bu münâkaşayı İshâk b. Râhuye şöyle anlat-mışdır:
«Emîr Abdullah b. Tâhir'in
meclisi beni şu bid'atçı yâni İbrâim b. Salih ile bir araya getirdi. Emîr,
Allah'ın nüzulüne dâir malûmat istedi. Ben de buna dâir haberleri kendisine
sayıp döktüm. Bunun üzerine İbrahim: Ben bir semâdan bir semâya inen Allah'a
küfrediyorum! dedi. Ben cevaben: Ben de dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum!
dedim. Neticede emîr Abdullah benim sözümü kabul; İbrahim inkini reddetti.»
Aynî, İshâk'm bu
sözünü aynen Fudayl b. Iyâd 'dan aldığını söylüyor. Fudayl b. İyâd: «Cehmîler
'den biri: Ben, aşağı inen ve yukarı çıkan Allah'a inanmıyorum; derse, ben de:
Ben dilediğini yapan Allah'a îmân ediyorum; cevâbını veririm.» dermiş.
Bunu îbni Hibbân'm
babası «Kitâbu's-Sünne» adlı eserinde nakletmiş ve yine ayni eserde Ebû Zür'a
'nır. şunları söylediğini bildirmişdir:
«Bu hadîsler,
Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'den tevâtüren sabit olmuşdur.
(Allah, her gece alt semâya nüzul eder.) Bunu, Resûliillah (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem) 'in ashabından birçokları rivayet etmişlerdir. Böyle hadisler bizce
sahih ve kavidirler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Allah Teâlâ'nın
nüzul buyurduğunu söylemiş; fakat bunun nasıl olduğunu anlatmamışdır.
Binâenaleyh biz de (Allah alt semâya iner; deriz; fakat nasıl indiğinden
bahsetmeyiz.) >
Ebû Muhammed b. Ahmed
El-Müzenî ınin: «Allah'ın indiğini bildiren hadîs Resûlüllah (Saîlaîlahü
Aleyhi ve Sellem) 'den sa-hîh yollarla sabit olmuş, Kur'ân-i Kerîm'de de bunu
tasdik eden şu âyet nazil olmuşdur:
Rabbim ve melekler de
saff saff olarak geldikleri vakit ,..[69] »
dediğini Beyhakî «Kitâbu'I-Esmâ» sinda rivayet etmişdir.
3- Bâzıları
bu hadîsleri te'vîl hususunda ifrata gitmiş, hattâ bir nev'î tahrife
yaklaşmadır. Birtakımları te'vîl hususunda tafsilât cihetine gitmiş; arap
lisânında kullanılan şekillere yakın bulunan müteşâbihleri te'vîl etmiş; uzak
olanları te'vîlden kaçınmışlardır.
4- Cumhûr-u
ulemâ bu husûsda en aşikâr ve salim olan yolu tutarak müteşâbih âyet ve hadîsleri
olduğu gibi kabul etmiş; onlara îmân ile Allah Teâlâ'yı mahlûkatma benzemekden,
ona keyfiyyet ve kem-mîyet isbâtmdan tenzih eylemişlerdir.
Zührî, Evzâî,
İbni'l-Mubârek, Mekhûl, Süf-yân-ı Sevrî, Süfyân b, Uyeyne, Leys b. Sa'd, Hammâd
b. Seleme ile mezhep imamlarından Ebû H a -nîfe, Mâlik, Şafiî ve Ahmed b.
Hanbel hazerâtının kavilleri de budur.
İmam A'zam'a, Allah
Teâlâ'nın alt semâya nasıl indiği sorulmuş, Hz. İmam: «Keyfiyyetsiz olarak inmişdir.» cevâbını
vermişdir.
Hammâd b. Zeyd:
«Allah'ın nüzulü, ikbâl ve teveccühüdür.» demişdir.
Ayni: «Şüphesiz ki
nüzul: Cismin yukarıdan aşağıya intikaalidir. Allah Teâlâ ise bundan
münezzehdir. Binâenaleyh bu mânâda varil olan hadîsler müteşâbihâtdandır [70].
Müteşâbihât hususunda ulemâ ikiye ayrılmışlardır. Birinci kısma «Müfevvida»
derler. Müfevvida : Havale edenler manasınadır. Bunlar müteşâbih âyet ve hadîslere
îmân eder, mânâlarını Allah Teâlâ'ya havale kılarlar. Allah Teâlâ'nın noksan
sıfatlardan münezzeh olduğuna da cezm'en i'tikaatda bulunurlar.
İkinci kısma:
«Müevvile» denilir. Müevvile; te'vîl edenler demekdir. Bu zevat müteşâbihleri
yerlerine göre te'vîl ve tefsir ederler. Bu kabilden olmak üzere Allah'ın alt
semâya inmesini dahî «Allah'ın emri yahut melekleri iner.» şeklinde ve «Bu bir
istiaredir; mânâsı: Allah, duâ edenlere lütuf buyurur da dualarını kabul
eyler; demekdir.» Veya buna benzer tarzlarda
te'vîl etmişlerdir.
Hattâbî diyor ki: «Bu
hadîs, sıfat hadîslerindendir. Se1ef'in bu husûsdaki mezhebi Allah'ın
sıfatlarına îmân etmek, o sıfatları zahirî mânâları üzerine bırakmak ve Allah
Teâlâ'dan keyfiyeti nefyetmekdir...»
Kaadı Beyzâvî ( -685) de
şunları söylemişdir: «Allah Te-âla'nm cism olmakdan, boşlukda yer tutmakdan
münezzeh bulunduğu kat'î olan aklî deliller ile sübût bulunca, onun hakkında
yukarıdan aşağı intikâl mânâsına gelen nüzul imkânsızdır. Şu hâlde onun
hakkındaki nü-zül'den murâd, rahmetinin nurudur. Filhakika (Allah üst semâdan
alt semâya iner.) diye hadîs vârid olmuşdur. Bunun mânâsı, celâl sıfatlarının
muktezâsı olan düşmanı kahır ve âsîlerden intikam gibi şey'ierden ikram sıfatı
olan rahmet, merhamet ve afve intikaldir.»
Nüzul, ityân ve mecî'
gibi kelimeler hareket ve sükûnu kabul eden bir cisme izafe edilerek
kullanılıriarsa mânâları arasında fark yokdur. Fakat bunlar'intikal ve hareketi
"lâyık olmryan AllaTı Teâlâ'ya izafe edilirlerse, onun sıfatına göre
te'vîl olunurlar.
Nüzul : Lûgatda beş
muhtelif mânâda kullanılır. Bunlar : Bir yerden bir yere intikal. Bir şey'i
bildirmek, bir şey'e yönelmek, bir şey'i söylemek ve hükmetmekdir.
a) «Biz,
gökyüzünden temiz su indirdik.» âyet-i kerimesindeki inzalden murâd,
intikâldir.
b) «Onu,
Cebrâîl indirdi.» âyet-i kerimesindeki inzal, i'lân yani bildirmek
manasınadır.
c) Araplar
«Filân iyi huylardan, ne tenezzül etti.» derler ki, iyilerden kötülere yöneldi;
mânâsını kasde-derler.
d) «Allah'ın
inzal ettiğinin mislini, ben de İnzal edeceğim.» âyet-i kerî-meşindeki
inzâl'den murâd, sözdür. Yâni «Ben de Allah'ın söylediği gibi soyliyeceğim»
demekdir.
e) Araplar
«Bizf filân oğulları bize nüzul edinceye kadar hayır ve adalet içinde yaşardık.» derler ki, buradaki nüzül'den maksad,
hükmetmekdir. Yânı: «Bize, filân oğulları hükmetmeye başlayıncaya kadar hâlimiz
ve rahatımız iyi idi.» demekdir.
Böylece kelime birkaç
mânâ arasında müşterek olunca Allah Teâlâ hakkındaki nüzulün, onun sânına
yakışır bir şekilde te'vîli icâb eder. Mezkûr mânâlar arasından onun sânına
yakışanı ise yeryüzünde yaşıyanlara ikbâl ve teveccüh buyurmasıdır.
Hadîsin bütün
rivayetlerinde Teâlâ Hazretlerinin :
«Var mı duâ eden,
kabul edeyim! Bir isteği olan var mı, vereyim! istiğfar eden var mı,
affedeyim.» buyurur, denilmişdir. Bu üç şey arasında ulemâ şöyle, fark
görürler: İstenilen bir şey ya zararın defi yahut menfaat'in celbine âiddir.
Menfa'at dînî ve dünyevî olmak üzere iki kısımdır, îşte rivâyetlerdeki
istiğfar ile zararın define; istek ile dünyevî ha-yîrm celbine, Öuâ ile de dîni
hayrın celbine işaret buyurulmuşdur.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir: Allah kat'iyyen vaadinden dönmez. Böyle olmakla beraber
acaba niçin bir çok duâ edenlerin duaları ka-byl edilmiyor?
Bu suâle Aynî şu
cevâbı vermektedir: «Duanın kabul edilmemesi yâ duanın şartlarından bâzısı
bulunmadığı yahut duâ eden kimse acele ettiği veya duası, günâha ve kat-ı
rahime âid olduğu içindir. Yahut Allah, duayı kabul eder de istenilen şey'in
olması Allah'ın dilediği vakte gecikir...»
«Sonra Allah iki
yedini yayarak...» cümlesinin asıl mânâsı: «iki elini yayarak...» demek ise de
müteşâbih olan yed kelimesi, tercümeye imkân görülemiyerek olduğu gibi
zikredilmiştir, Müteşâbihleri te'vîl yoluna gidenlerce bu cümleden murâd:
«Sonra Allah Teâlâ rahmet, nimet ve ihsanım yayarak, yoksul ve zâlim olmayan
Allah'a adetâ Ödünç verircesine sadaka, namaz, oruç ve zikir gibi ibâdetlerde
bulunan yok mu! Bu ihsanlarımı, onlara dağıtayım!..» ,denıekdir.
Hadîs-i şerif rahmet
saatinin tanyeri ağarıncaya kadar devam ettiğine delildir. Bu rivayetler,
geceleri tanyeri ağarıncaya kadar duâ ve istiğfarda bulunmaya teşvik; duâ ve
istiğfar gibi tâatlar için gecenin sonu evvelinden daha hayırlı olduğuna
tenbîh etmektedirler.
173- (759)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâîik'e, İbni Şihâb'dan dinlediğim,
onun da Humeyd b. Abdirrahmân'dan, onun da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Seîlem):
«Her kim ramazdanda imân
ve ihtisâbia gece namazı kılarsa, o kimsenin geçmiş günahları affolunur.»
buyurmuşlar.
174- (...)
Bize, Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrazzâk haber verdi.
(Dedi ki) : Bize, Ma'mer, Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen haber verdi, Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallalkıhü Aleyhi ve
Sellem) ashabına azimetle emret-meksİzin ramazanda gece namazına kendilerini
teşvik eder ve:
«Her kim ramazanda
îmân ve ihtisâbia gece namazı kılarsa, o kimsenin geçmiş günahları affolunur.»
buyururdu. İşte Resûlüllah (Salhîlahü Aleyhi ve Sellem) hâl bu merkezde iken
vefat etti. Ondan sonra Ebû Bekr'-in hilâfetinde ve Ömer'in hilâfetinin ilk
zamanlarında bu iş ayni minval üzere devam etti.
175- (760)
Bana, Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana, babam, Yahya b. Ebi Kesir'dan rivayet etti. Demiş ki: Bize,
Ebû Selemete'bnü Abdirrahmân rivayet etti. Onlara da Ebû Hüreyre rivayet etmiş
ki, ResûlüIIab (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) :
«Her kim ramazanda
îmân ve ihrisâbla oruç tutarsa, o kimsenin geçmiş günahları affolunur. Ve her
kim Kadir Gecesinde îmân ve ihfisâbla namaz kiİarsa, o kimsenin de geçmiş
günayları affolunur.» buyurmuşlar.
176- (...)
Bana, Muhammed b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Verkaa',
Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Şellem)'den naklen rivayet etti. Efendimiz:
«Her kim Kadir
Gecesinde namaz kılar âar (zannederim îmân ve İhti-sâbla ona rastlarsa dedi) o
kimseye mağfiret olunur.» buyurmuşlar.
Bu hadîsleri Buharı
«îmân» ve «Oruç» bahislerinde, tahrîc ettiği gibi Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve
İbni Mâce dahî rivayet etmişlerdir.
Rivayetlerin
bâzılarında ramazanın kıyamından, bâzılarında da sıyâ-mmdan bahsedilmekde ve
her ikisi hakkında da: «îmânla ihtisâbla...» tâbirleri kullanılmaktadır. Bu
tâbirlerden murâd: «Her kim hak olduğunu tasdik ederek ve riya için değil de
Allah'ın rızâsını hesaba katarak namaz kılar ve oruç tutarsa, geçmiş günâhları
affolunur.> demekdir.
Zîra bazen insan bir
şey'in doğru ve hak olduğuna inanarak, onu yapar. Lâkin ihlâs ve. samimiyetle
değil riya ve gösteriş için yahut korku v,s. den dolayı yapar, böylesinin
sevabı yokdur.
İhtisâb: hesaba
katmak, Allah rızâsı için yapmak mânâlarına gelir.
Ramazanda kaaîm
olmanın mânâsı, ramazan gecelerinde namaz kıl-makdır. .
Birtakımları bundan
murâd teravih namazı olduğunu söylemiş; bâzıları yalnız terâvih'e mahsûs
değil, geceleri ne zaman namaz kılmsa bu fa-zîîet hâsıl olur; demişlerdir.
Teravih namazının
sünnet olduğunda ulemâ müttefikdir. Yalnız efdaî olan hakkında ihtilâf
etmişlerdir. Imam A'zam , tmam Şafiî ve ekseriyetle şâir Şâfiiyye ulemâsına,
îmam Ahmed b. Hanbel ile Mâlikîlerden İbni Abdilhakem'e göre terâvih'i
mescidlerde cemaatla kılmak efdaldır. Netekim Hz. Ömer ile diğer ashâb-ı kiram
onu, bu şekilde kılmışlar; müslüman-lar da böyle kılmaya devam etmişlerdir.
İmam Mâlik, İmam Ebû Yûsuf, Tahâvî ve Şâfiîler ile şâir mezhepler ulemâsından
bâzılarına göre terâvîh'i evlerde yalnız kılmak daha faziletlidir. Çünkü
Resûl-i Ekrem (Sallaîîahü Aleyhi ve
Seîlem):
«Farz namaz müstesna
olmak üzere namazın en faziletlisi, kişinin evinde kıldığı namazdır.» buyurmuşlardır.
Hadîsin oruç
rivayetine göre acaba oruç ismi verilebilecek en az mik-dâr meselâ bir gün
tutmakla va'dedilen sevaba nail olunur mu, olunmaz mı? Zahire bakılırsa
olunmaz. Çünkü bütün ramazan günlerini oruçla geçirmeyen kimseye örf-ü âdetde
oruç tuttu denilmez. Oruç tuttu denilebilmek için bütün ramazan günlerini
oruçlu geçirmek icâb eder. Fakat hastalık veya benzen bir sebepden dolayı
mâzûr olup da oruç tutmaya niyet ettiği hâlde, tutamıyan kimse hükümde
dâhildir.. Yâni o kimse, va'd edilen sevaba nail olur. Netekinı bir kimse
hastalıkdan dolayı namazını oturarak kılsa, kendisine ayakta kılanlar sevabı
verileceğini ulemâ-i kiram beyân etmişlerdir.
Kadir gecesi
hakkındaki sevaba nail olmak için ulemâdan bâzılarına göre bütün geceyi ibâdet
ve tâatla ihya etmek şart değildir. Yatsının farzını kılmak bile o geceye va'd
buyurulan sevaba nail olmaya kâfidir. Fakat zahire bakılırsa o gecenin
sevabına nail olabilmek için bütün geceyi ibâdetle ihya etmek şarttır. Bir
günün yalnız bir kısmında veya o günün ekserisinde oruç tutmakla bir kimse oruç
tutmuş sayılamıyacağı gibi, Kadir gecesinin bir kısmında ibâdet yapmakla dahî,
o gece ihya edilmiş sayılamaz.
1- Ramazan
ayı için ay kelimesini söylemeksizin sâdece ramazan demek caizdir. Evvelce de
işaret ettiğimiz vecihle bâzıları ay zikretmek-sizin sâdece ramazan kelimesini
kullanmayı ve meselâ: Ramazan geldi, Ramazan gitti; demeyi kerîh görmüşlerdir.
2- Oruç
tutmak, ramazan gecelerinde teravih kılmak ve Kadir ge cesini'ibâdetle ihya
etmek, geçmiş günahların afvine sebeb olur.
3- Bu
hadislerin zahirine bakılırsa zikredilen ibâdetler sebebi ile geçmiş günahların
hem büyükleri hem küçükleri affolunacakdır. Allah Teâlâ'nm fadl-u kerem'i hudutsuzdur.
Binâenaleyh her iki nev'î günahları affetmesi mümkinse de, bu gibi hadîsler
hususunda ulemâ-i kiramın meşhur olan mezhebi, yalnız küçük günahların
kasdedilmiş olmasıdır. Netekim abdest hadîsinde, abdestin büyük günahlardan
kaçınılmak şartı ile küçük günahlara keffâret olacağı bildirilmigdir.
Buradaki rivayetlerde
ramazan orucunun ve terâvîh ile Kadir gecesinin, küçük günahlara keffâret
olduğu bildirildiği gibi daha başka rivayetlerde Arafe günü tutulan orucun iki
senelik günahlara, âşûrâ orucunun, bir senelik günahlara, bâzı rivayetlerde
iki yılın ramazan oruçları, aralarındaki günahlara keffâret olduğu, keza iki
ömre'nin ve cum'a'nın aralarındaki günahlara keffâret sayıldığı
bildirilinişdir. Bu nev'îden daha birçok hadîsler vardır. Acaba bunların
araları nasıl bulunur?
Cevap: Evvelce de
işaret ettiğimiz gibi bu tarzdaki hadîslerden mu-râd, sayılan hasletlerin her
biri küçük günahlara keffâret olabileceğini göstermekdir. Eğer günahlar,
hadîslerde gösterilen zamanlara tesadüf ederlerse bu hasletler, onlara keffâret
olur. Tesadüf etmezlerse .faillerine bakılır. Failleri henüz mükellef olmamış
küçükler olur yahut hiç küçük günah işlememiş veya işlemiş de tevbekâr olmuş,
yahut günahından sonra hayır, hasenat yapmış, mükelleflerden olursa, böyleleri
de günahları hasenat ile giderileceğinden mezkûr hasletlerle dereceleri yükseltilir;
amel defterlerine hasenat yazılır. Bâzıları: «Büyük günahlarının bir kısmı hafifletilir.»
demişlerdir.
177- (76i)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi kî: Mâlik'e, İbni Şihâb'dan dinlediğim,
onun da Urve'den, onun da Âişe'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum:
ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gece mescidde namaz kılmış,
cemâatda ona uymuşlar. Sonra ertesi gece yine (u şekilde) namaz kılmış. Derken
cemâat çoğalmış. Üçüncü yahut dördüncü gece cemâat yine toplanmış. Fakat
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onların yanma çıkmamış. Sabahlayınca (cemaata) :
Yaptığınızı gördüm!
Benim için de sizin yanınıza çıkmaya bir mâni yokdu. Yalnız bu namazın, size
farz kılınacağından endîşe ettim.» buyurmuşlar.
Râvî: «Bu ramazanda
idî.» demişdir.
178- (...)
Bana, Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Atdullah b. Vehb
haber verdi. (Dedi ki) : Bana, Yûnus b, Yezîd, İbni Şi-hâb'dan naklen haber
verdi. Demiş ki: Bana, Urvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi, ona da Âişe haber
vermiş kİ, Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin (evden) çıkarak
mescidde namaz kılmış. Bâzı kimseler de, onun namazına uyarak namaz kılmışlar.
Derken halk bu mes'ele üzerinde lâf etmeye başlamışlar. Bu sebeple
evvelkilerden daha çok cemâat toplanmış. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem) ikinci gece dahî mescide çıkmış ve cemâat da ona uyarak namaz
kılmışlar. Cemâat (yine) bunun üzerinde lâf etmeye başlamışlar. Derken üçüncü
gece mescidin cemâati çoğalmış ama Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
yine çıkarak cemaata namaz kıldırmış. Dördüncü gece olunca artık rnoscid
cemâati almaz olmuş. Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) de, cemaata
çıkmamış. Bunun üzerine cemâatden bâzı kimseler: namaza! diye seslenmeye
başlamışlar. Fakat Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) yine onların yanına
çıkmamış. Nihayet sabah namazına çıkmış. Sabah namazını eda edince, cemaata
doğru dönmüş; sonra şehâdet getirerek, şöyle buyurmuşlar:
«Bundan sonra
(malûmunuz olsun ki) akşam ki hâliniz bana gizli kalmış değildir. Lâkin ben
gece namazın size farz kılınır da, onu kılamazsanız diye endîşe ettim.»
Bu hadisi Buhârî
«Kitâbü'l-Cum'a», «Kitâbu't-Teheccüd» ve «KitâbÜ's-Siyâm» da muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişdir.
İmam Ahmed b. Hanbe1'in
tahrîc ettiği rivâyetde: «Mes-cid, cemaatla doldu taştı...» denilmişdir. Bu
hadîs'in Zeyd b. Satait rivayetinde: «Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) mescidde
kendişine hasırdan bir hücre yaptı da, orada birkaç gece namaz kıldı.
Nihayet cemâat onun yanma toplandılar. Sonra bir gece sesini işitmediler. Ve
uyuduğunu zannederek yanlarına çıkması için öksürmeye başladılar. Bunun
üzerine Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Yapmakda olduğunuzu
gördüm fi'Iinrz devam etmektedir. O derece ki, üzerinize farz olur diye korktum.
Farz olursa, onu yapmazsınız. Binâenaleyh ey cemâat! (onu siz) evlerinizde
kılın! Çünkü farz namaz müstesna olmak üzere kişinin en faziletli namazı
evinde kıldığıdır, buyurdular.»
denilmektedir. Hadîsi
Ebû Dâvûd dahî tahrîc etmişdir. Rivayetleri çok ve muhtelifdir.
Resûlüllah (Sallaîlahü
A leyhi ve Seîietn) 'in cemaata birkaç gece kıldırdığı bu namaz terâvîhdir.
Netekim bunu bir rivâyetde Hz.. Âişe dahî tasrîh etmişdir.
Buradaki rivayetlerde
Resûlüllah (Sallaîlahü,Aleyhi ve Sellem) 'in cemaata kaçar rek'ât namaz
kıldırdığı büdiriîmemişdir. îbni Hu.zeyme üe îbni Hibbân'm rivayet ettikleri
Câbir (Radiyallahû anh) hadîsinde ramazanda sekiz, rek'ât namaz kıldırdığı,
sonra vitir yaptığı bildirilmişdir.
Teravih namazının
yirmi rek'ât ve cemaatla kılınması Hz. Ömer zamanında-kararlaştırılmadır. Bu
husûsda Buhar î'nin «Terâvîh» bahsinde İbni Şihâb tarîki ile Abdurrahman b.
Abdü1kaarî'den şöyle bir haber rivayet edilmektedir: «Abdurrahman demiş ki:
Ramazanda bir gece Ömerü'bnü'I-Hattâb ile birlikde mescide çıktım. Bir de
baktık cemâat darmadağın olmuş. Kimisi yalnız kılıyor; kimisi birkaç kişiye
imam olmuş namaz kıldırıyor. Bunları görünce Ömer: Aklıma, şöyle bir şey
geliyor: Bu cemâati bir imamın arkasına toplasam hakîkaten pek güzel bir iş
olacak! dedi. Sonra irâde buyurarak cemâati Übeyyü'bnü Kâ'b'ın başına topladı.
Sonra başka bir gece yine Ömer'le beraber mescide çıktım. Cemâat imamlarına
uymuş namaz kılıyorlardı. Ömer, onları görünce: Bu ne güzel bid'at!. dedi. Ve
gecenin sonunda terâvîh kılanları kasdederek: Bunu kılmadan uyuyanların
(sonrakalkip) kıldıkları ise şimdi kılanlannkînden daha da güzel! dedi. Cemâat
terâvîh'i gecenin evvelinde kılarlardı.»
Aynî diyor ki: «Ömer
(Radiyaîlahû anh) bu işi Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
(Cemaata Kitâbullah'ı
en güzel okuyanları imam olur...) hadîsi ile âmel ederek yapmadır.»
Bir rivâyetde
erkeklere Hz. Übeyy'in, kadınlara da Temîm–i Dârî (Radfyallahû arth) 'm imam
oldukları bildiriliyor^ Bunun ayrı ayrı vakitlerde olması muhtemeldir.
Hz. Ömer'in başka bir
gece mesciddekilerin hâlini teftîş için çıkması gösteriyor ki, kendisi bu
cemaata devam etmemişdir. Herhalde onun mezhebi terâvih'in evde ve bilhassa
gecenin sonunda kılınması efdal olduğu merkezinde imiş.
Ömer (Radiyallahû anh)'m
buna bid'at demesi, Resûlüllalı (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnet olarak
kararîaştırmamış olduğundandır. Teravih Hz. Ebû Bekir zamanında da cemaatla
kılınmamışdı. Yalnız Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) bu namaza rağbet
göstermişdi
Bid'at: Besûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) zamanında olmayan bir şey'i îcâd etmek demekdir. Ve biri
bid'at-ı hasene, diğeri bid'at-ı seyyie olmak üzere başlıca iki nevidir. Sonra
bunlarda nevi'lere ayrılmış ve bid'atlar: Vâcib, mendûb, mubah, mekruh ve haram
olmak üzere beş kısım olmuşlardır. Meselâ: İlimleri bellemek için tedvin ve
mülhidlere delille redd cevabı vermek vacib, mekteb yapmak mendûb çeşitli
yemekler ve kıymetli elbise mubahtır. Makruh ile haram .bid'a'ta misâl vermeye
lüzum yoktur. Onlar malûmdur.
Şer'an makbul ve güzel
şeylerden sayılabilen bid'atlara bid'at-i hasene; şer'an çirkin sayılanlara da
bid'at-i seyyie derler.
Ulemâ terâvih'in
müstehab olan rek'ât sayısı hakkında ihtilâf etmiş; ortaya bir çok kaviller
çıkmişdir. Ezcümle: Bâzılarına göre vitirle beraber kırkbir rekât kılınır.
Medîne1i'lerin mezhebi, budur.
îbni Abdilberr
«El-İstizkâr» adlı eserinde Esved b. Yezîd'in terâvih'i kırk; vitr'i de yedi
rek'ât üzerinden kılardığmı rivayet etmiş, vitir namazının kırk rek'âtda dâhîl
olduğunu söylememişdir.
Bir takımları
terâvih'in otuzsekiz rek'ât olduğunu söylerler. Bu kavil imam Mâlik 'den
nakledilmişdir. Ona göre otuzsekiz rek'ât teravinden sonra imam cemaata bir
rek'ât da vitir namazı kıldırır. Mâmâfîh imam Mâ1ik'in rneşhûr kavline göre
-teravih namazı otuzaltı rek'ât olup, üç rek'âthk vitir namazı da bunda dâhildir.
Bâzıları -Medîne'lilere göre terâvih'in otuzaltı rek'ât olduğunu söylerler.
Ancak üç rek'âthk vitir namazı bunda dâhil değildir. Vitr'le beraber
terâvih'in sayısı otuzdokuz olur.
«Teravih» in otuzdört,
yirmisekiz, yirmidört ve yirmi rek'ât olduğunu söyliyenîer de vardır.
Hanefîlere göre terâvih'in rek'ât sayısı yirmidir.
Cumhûr-u ulemânın ve
imam Şafiî ile ekseri fukahânın mezhepleri de budur. Bâzıları terâvih'in
onaltı rek'ât olduğunu, bir takımları onüç, daha başkaları onbir rek'ât
olduğunu söylemişlerdir.
1- Nafile
namazı cemaatla kılmak caizdir. Lâkin efdaİ olan yalnız kılmakdır. Teravih
hakkında ihtilâf edilmişdir. Leys b.
Sa'd, Abdullah b. Mübarek, imam Ahmed b. Hanbel ve İshâk'a göre terâvîh'i
cemaatla kılmak efdaldir.
Hanefîlerle,
Şâfiîlerden bir cemâatin kavli de budur. «El-Hidâya» sahibinin beyânına göre
terâvîh'i cemaatla kılmak sünnet-i kifâyedir.
İmam Şafiî ile imam
Mâ1ik'e göre terâvîh'i evde kılmak ef-daldır.
2-
Terâvîh'in vakti yatsı ile vitr namazlarının arasıdır. Müstehab olan zamanı,
gecenin ilk üçte biri veya yarısıdır. «El-Muhît» nâm eserde terâvîh'i yatasidan
evvel kılmanın caiz olmadığı bildirilmişdir.
3- Ekseri
ulemâya göre terâvîh'i hatimle kılmak simnetdir. Bâzıları cemaata bıkkınlık
vermemek için her rek'âtda akşam namazmdaki kadar okunacağına kaail olmuşlarsa
daŞemsü'l-Eimme bu kavlin makbul olmadığını söylemişdir.
Bir takımları
terâvîh'İn her rek'âtmda yirmi veya otuz âyet okunacağını söylemişlerdir.
4- Bir kimse
imam kendisine imam olmayı niyet etmese bile, ona uyabilir. Cumhûr-u ulemânın
mezhebi budur. Yalnız bir- rivâyetde imam Şafiî
bunu doğru bulmamışdır,
5- Bir
maslahatla mefsedet yahut iki maslahat muâraza. ederlerse, mühim olanı
tercih edilir. Zîra
Resûlüllah (SallaVahü Aleyhi ve
Sellem) mescidde namaz kılmayı maslahat
görmüş fakat farz olur korkusu
bu maslahata muâraza ettiğinden maslahatı terk etmişdir. Çünkü mefsedetin
ehemmiyeti daha büyükdür. Bunun, sebebi ile farz terk olunacakdır.
6- İmam
yahut bir cemaatın büyüğü beklenilmedik bir şey yapar ve bunda mâzûr olursa
sû-i zannı önlemek ve cemâatin gönüllerini almak için özrünü beyân etmesi
yerinde olur.
7- Hadîs-i şerif Resûlüllah (Saiîallahü'Aleyhi ve
Set'etn)'in dünyâya dalmadığına,
dünyânın pek .az metâı ile iktifa ettiğine ve ümmetine karşı son derece müşvik
ve merhametli olduğuna delildir.
8- Cemaatla
kılman nâfüe namazlar için ezan ve.ikaamet yokdur.
9- Ramazanda
terâvîh kılmak bâzılarının dediği gibi Hz. Ömer'in te'sîs ettiği bir sünnet
değil, islâm cemâatinin kabulü ile
sünnet ol-rnuşdur.
10-
Hutbelerde «emmâ ba'du» demek müstehabdır.
179- (762)
Bize, Muhammed b. Mihrân Er-Râzî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Velîd b. Müslim
rivayet etti. (Dedi fei) : Bize, Evzâî rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Abde,
Zırr'dân riyâyet etti. Demiş ki: Ben, Übeyyü'bnü Kâ'b'ı aıılatırkcjı işittim:
(Übeyy'e: Abdullah b. Mes'ûd: Bütün sene gece namazı kılan .kimsenin kadir
.gecesine isabet ettiğini söylüyor, demirlerdi.) Bunun, üzerinel Üb'eyy:
«Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ye-mîn ederim ki,, kadir gecesi
ramazandadır.» dedi, inşaallah diyerek istisna yapmaksızın yemîn etti. Ve:
«Vallahi onun hangi gece olduğunu pek âlâ biliyorum. Kadir gecesi; Resûlüllah
(Salîalîahü Aleyhi ve Sellem) 'in bize namaz kılmamızı emir buyurduğu gecedir.
O da ramazanın yirmiyedinci gününün gecesidir. O gecenin alâmeti, sabahında
güneşin ziyâsız olarak bemheyaz doğmasıdir.» dedi.
180- (...)
Bize, Muhammedü'bnü'l - Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammedü'bnü
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be rivayet etti. Dedi ki: Abdetü'bnü
[71] Ebî
LübâbVyi Zirr b. Hubeyş'den, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet ederken
dinledim. Zırr şöyle demiş: «Übeyy Kadir gecesi hakkında: Vallahi onu ben pek
âlâ biliyorum.
Benim bildiğine göre
o, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bize namaz kılmamızı emrettiği
gecedir; o (ramazanın) yirmiyedinci gecesi-dir; dedi.»
Ancak Şu'be şu cümlede
şekketmişdir: «O, Resûlülîah (SallatlahU Aleyhi ve Sellem) 'in bize emrettiği
gecedir.» Şu'be :«Bu cümleyi bana. Übey'den bir arkadaşım da rivayet etti.»
demişdir.
(...) Bana,
Ubeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, babam rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize, Şu'be bu îsnâdla, bu hadîsin benzerini rivayet etti. Yalnız râvî:
«Ancak Şu'be şekketmişdir...» cümlesi ile ondan sonrasını zikretmemişdir.
Bu hadîs Kadir
gecesini, o gecenin zamanını ve alâmetini bildirmektedir.
Ulemâ mezkûr gece
hakkında ihtilâf etmişlerdir. Babımız hadîsine göre «Kadir» gecesi, ramazanın
yirmiyedinci gecesidir. Buna kaail olanlar bulunduğu gibi ramazan'm ilk
gecesi, yirmibir, yirmiüç, yirmibeş, yir-midokuzuncu gecesi olduğunu
söyleyenler hattâ ramazanın son gecesidir diyenler de bulunmuşdur.' Bâzıları
sayılan bu tek adedlerin çiftlerinde, bir takımları bütün senede; bâzıları da
bütün ramazanda olduğunu söylemişlerdir.
îmam A'zam'a göre
«Kadir» gecesi ramazandadır. Yalnız bâzı sene daha evvel, bâzı sene sonra
gelebilir. İmamEbû Yûsuf'la Muhammed'e göre «Kadir» gecesi yer değiştirmez.
Lâkin ne zaman olduğu belli değildir. Bâzıları «îmam Ebû Yûsuf'la Muhammed'e
göre «Kadir» gecesi ramazanın yarısından sonra gelir.» demişlerdir.
îmam Şâfiîye göre bu
gece ramazanın son on günü içersindedir. Yer değiştirmez ve kıyamete kadar
devam edecekdir.
Ebû Bekr-i Râzî: Kadir
gecesi aylardan birine mahsûs değildir.» demiş; Hanef ilerin de buna kaail
olduğunu söylemiş-dir. Filhakika Kaadı Hân: «Ebû Hanîfe 'nin meşhur kavline
göre «Kadir» gecesi bütün senenin içinde döner. Ve bazen ramazana, bâzan da
başka aylara rastlar.» demiştir.
Ashâb-ı kiramdan İbni
Mes'ûd ile İbni Abbâs (Radiyaîîahû anhûma) 'nm; Tabiînden îkrime ve
başkalarının kavileri de budur.
Ashâb-ı kiramdan Abdullah b.
Zübeyr'e göre «Kadir gecesi ramazanın onyedinci gecesinde, Ebû Saîd-i
Hudrî (Radiyattahû anh) 'a göre yirmibirinci gecesindedir. İmam Şafiî 'nin
mezhebi de budur.
Kadir gecesinin Şaban
ayının yarısında olduğunu söyliyenler bulunduğu gibi Şîî'ler onun
kaldırıldığını iddia etmişlerdir. Bu kavli Ha-nef îler'e nisbet eden olmuşsa da
doğru değildir.
Rivayete nazaran
Abdullah b. Hanbes şöyle demiş: «Ebû Hüreyre'ye: Halk, «Kadir» gecesinin
kaldırıldığını söylüyorlar? dedim: Ebû Hüreyre: Onu söyliyen yalan yapmış;
cevâbım verdi.»
Kadir gecesinin
Peygamber (Sallallahii Aleyhi ve Sellem) zamanında yalnız bir sene olduğunu
söyliyenler de bulunmuşdur.
Bâzıları, «Kadir»
gecesinin yalnız bu ümmete mahsûs olduğunu, başka ümmetlerde böyle bir gece
bulunmadığını söylemişlerdir. Mâliki-lerden İbni Habib ile başkaları bu kavli
kat'î olarak kabul etmişlerdir. Ayni kavli Cumhûr-u ulemâya nisbet edenler de
vardır.
Hâsılı «Kadir» gecesi
hakkında' kırkbeş kadar kavil vardır. Bununla beraber mefhûm-u aded sahîh bir
delîl olmadığı için ona itibar yokdur. Binâenaleyh hadîsler arasında münâfaat
bulunmamaktadır.
Bir rivayete göre İmam
Şâfiî : «Bence Peygamber (SalIaUahü Aleyhi veSelîem) kendisine nasıl sorulursa;
Öyle cevap verirdi. «Kadir» gecesini filân gecede arayalım mı? diyenlere: Onu
filân gecede arayın derdi.» demişdir. Ulemânın ekserisi onun yirmiyedinci
ramazan gecesi olduğnu söylemişlerdir. «Kadir» gecesinin sabahında güneşin
zıyasız olarak doğmasından murâd - Tybî'nin beyanına göre- güneş doğarken
insanın gözüne gelen iplik gibi ince ziyaların görülmemesidir. Bâzıları: «Buna
sebeb, o gece yeryüzüne ineri sayısız meleklerin kanatları ile güneşin ziyasını
örtmeleridir.» demişlerdir. Fakat: «O gecenin nuru güneşin ziyasına galebe
çalmışdır.» demeyi daha münasib görenler de vardır. Kadir gecesine âid hadîslerin
mühim bir kısmı oruç bahsinde gelecekdir.
181- (763)
Bana Abdullah b. Hâşim fa. Hayyân EI-Abdî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize,
Abdurrahmân yâni Ibni Mehdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Süfyân, Selemetü'bnü
Küheyl'den, o da Küreyb'den, o da İbnİ Afa-bâs'dan naklen rivayet etti. İbni
Abbâs şöyle demiş «Bir gece teyzem Meymûne'nin yanında kaldım. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sel'e m) geceleyin kalkarak hacetine gitti. Sonra yüzünü
ve ellerini yıkadı. Sonra uyudu, sonra kalkarak su tulumuna gitti. Ve onun
ağız ipini çözdü; sonra iki abdest arası (yâni haddinden fazla, lüzumundan az
dökmemek şartı ile) bir abdest aldı. Suyu çok dökmedi fakat her yere ulaştırdı.
Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalktım ve onun için uyamrdığımı zannetmesin
diye şöyle bîr gerindim ve abdest aldım. Resûlüllah (SallaVahü A'eyhive Sellem)
namaz kıldı. Ben de sol tarafına durdum. O, elimden tutarak beni sağ tarafına
çevirdi. Bu şekilde Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tam onüç
rek'ât namazı tamam oldu. Sonra uzanıp yattı ve uyudu, hattâ horladi. Zâten
uyuduğu vakit horlardı. Müteakiben Bilâl gelerek kendisine sabah namazını
haber "verdi. Resûl-i Ekrem (Sallo^afrl Aleyhi ve Sellem) hemen kalktı ve
namaz kıldı; ama abdest almadı. Duasında şu cümleler vardı :
«Allah'ım! Benim
kalbime nur, gözüme nûr, kulağıma nur, sağıma nur, soluma nûr, üstüme nûr,
altıma nûr. Önüme nûr ve arkama nûr ver! benim nurumu büyült!»
Küreyb; «Tâfcûtda yedi
kelime daha vardı, (onları unuttum.) dedi. Sonra Abbas oğullarından birine rastladım da onları bana söyledi ve: sinirimi, etimi,
kanımı, saçımı ve tenimi diye anlattı. İki haslet daha söyledi.»
Bu hadîsi Buhârî «Kitâbu'd-Deavât»
da; Ebû Dâvûd «Kitâbü'I-Edeb» de; Tirmizî «Kitâbû'ş - Şemail» de; Nesâî «Namaz»
bahsinde; İbni Mâce de «Kitâbü't-Tahâre» de muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişlerdir.
Tâbut'dan murâd :
insanın bedenidir. Çünkü rûh'a nisbetle beden tâbut gibidir. Tâbutun hakikati:
üzerinde cenaze taşman tahtadan yapma âletdir.
Dimyâtî'ye göre
tâbûtdan murâd; göğüsdür. Çünkü göğüs kalbin tâbutu mesabesindedir. İbni Battal
dahî ayni şey'i söylemiş ve şunları ilâve etmişdir: «Netekim ilmi ezberlemiyen
kimse için:-Onun ilmi tâbuta tevdî' edilmişdir; derlet.» Bâzıları: «Tâbût'dan
mur'âd: kaburga kemikleri ile onların ihtiva ettiği kalp ve şâir âzadır.
Bunlara tâbut denilmesi içersinde eşya muhafaza edilen sandığa benzediğin
dendir.» demişlerdir.
İbnü'1-Cevzî'ye göre
tâbûtdan murâd, sandıkdır. Küreyb'in yedi şey'i hatırlayamamasi, o anda
hatırında plmayıp evdeki sandığında yazılı bulunduğundandır. Sonra Abbâs
oğullarından birine tesadüf ettiğini soyliyen zât Seleme tü'bnü Küheyl 'dir.
Tesadüf ettiği zâtın ismi de Alîyyü'bnü Abdillâh b. Abbâs'-dır.
Bâzıları: «tâbûtdaki
yedi şeyden murâd, yedî nurdur. Bunlar Benî İsrâî1'in Tâbut 'unda yazılı
bulunan nurlardı.» demişlerdir.
Son iki hasletden
murâd: Kirmânî'ye göre vücûdun iç yağları ile kemiklerdir. Bâzıları:. «Bundan
murâd kemikler ile kabirdir.» demişlerdir.
İbni Battal: «Ben, bu
hadîsi Alî b. Abdillâh b. Abbâs'in babasından rivayet ettiğini gördüm...»
diyerek hadîsi uzun uzadıya rivayette bulunmuşdur. O rivâyetde: «Yâ Rabbî!
Benim kemiklerime nûr ve kalbime nûr ver!» ifâdesi vardır. Bir takımları iki
hasletden, dil ile nefsin kasdedildiğini söylerler.
Bu hadîsdeki nurdan
murâd, hakkı beyân ve bütün hâllerde muvâf-fakiyyete mazhar olmakdır.
Tıybî diyor ki: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), 'in teker teker her âzâ için Allah'dan nûr
istemesi marifet ve tâat nurları ile süslenmesi içindir. Çünkü şeytanlar
insanı altı cihetden vesvese ile kuşatırlar. Onlardan kurtulmak, bu altı
ciheti nurlarla tıkamak sayesinde müm-kin olur.»
1- Cemâat
bir kişiden ibaret olursa imamın sağına durur. Soluna durmuş olsa bile sağma
geçer; geçmediği takdirde kendisini imam geçirir.
2- Amel-i
kalü namazı bozmaz. (Bunun ne demek olduğu evvelce görülmüşdü)
.
3- Sabinin
namazı şahindir.
4- Nafile
namazları cemaatla kılmak caizdir.
5- Uykuda
horladığı hâlde abdestin bozulmaması Peygamber (SaîlaVahü Aleyhi ve Selîem)
Hazretlerine mahsûsdur Onun uzanarak uyuması dahî abdestini bozmaz. Çünkü
gözleri uyuşa da kalbi uyanıkdır.
182- (...)
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlike, Mah-rametü'bnü [72]
Süleyman'dan dinlediğim, onun da İbni Abbâs'ın âzâd~ hsı Küreyb'den naklettiği,
Küreyb'e de îbni Abbâs'm haber verdiği şu hadîsi okudum: İbni Abbâs bir gece
teyzesi Ümmü'I-Mü'minîiı Meymû-ne'nin yanında kalmış. İbnİ Abbâs diyor ki:
Ben, yastığa aykırı
uzandım. Resûlüİlah (Sallailahü Aleyhi ve SeUem) île zevcesi ise uzunluğuna
yattılar. Derken Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem)ıtyuâu. Gece yarısı
yahut ondan az önce veya az sonra uyandı. Ve yüzünden eliyle uykuyu silmeye
başladı. Sonra Âli Imrân sûresinin sonlarındaki on âyeti okudu. Ve asılı duran
bir tuluma davrandı. Ondan abdesî aldı.
Abdestinî de güzel aldı. Sonra
kalkarak namaz kıldı.
İbni Abbâs diyor ki:
Ben de kalkarak Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'İn yaptığı gibi
yaptım. Sonra (onun yanma) giderek yamba-şına durdum. Derken Resûlüllah
(Sallailahü A leyhi ve SeUem) :
Sağ elini başımın
üzerine koydu ve sağ kulağımdan tutarak onu büktü. Müteakiben iki rek'ât namaz
kıldı. Sonra iki rek'ât daha, sonra iki rek'âf daha, sonra iki rek'ât daha'
sonra iki rek'ât daha, sonra İki rek'ât daha kıldı. Sonra vitr yaptı, onra
uzanıp yattı. Nihayet müezzin gelince kalkarak hafif iki rek'ât dahî kıldı.
Sonra (mescide) çıkarak sabah namazını kıldı.
183- (...)
Bana, Muhammed b. Selemete'l-Mûrâdî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdullah
b. Vehb, lyâz b. Abdillâh El-Fihıî'den, o da Mah-rametü'hnü Süleyman'dan bu
isnâdla rivayet etti. Şunu da ziyâde eyledi:
«Sonra Resûîüliah
(Sallailahü Aleyhi ye Seliem) su kabına giderek misvak tutundu ve abdest aldı.
Abdesti yerli yerince aldı. Suyu pek az döktü. Sonra beni dürttü, ben de
kalktım...» Hadîsin geri kalan kısmı Mâlik'in hadîsi gibidir.
Bu rivâyetdoki «Ard»
kelimesini Dâvûdî «Urd» şeklinde zab-tetmişdir. Ard: Genişlik; Urd: kenar
demekdir. Doğru olan rivayet Nevevî'nin de beyân ettiği gibi «Ayn» iri fethi
ile «Ard» rivayetidir.
Visâde: Yastık
demekdir. Kaadı İyâz bâzı ulemâdan onun burada döşek mânâsına geldiğini rivayet
etmişdir. Çünkü Hz. İbni Abbâs:
«Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Seliem) : ile zevcesi uzunluğuna yattılar.» demişdir.
Fakat Nevevî bu kavlin zayif yahut bâtıl olduğunu söylemektedir. iFlhakîka Ebû
Zür'a 'nın «E!-İlel» adlı eserinde tahrîc ettiği bir rivayette İbni Abbâs
(Radiyalîahû anh) şunları söylemiştir:
«Teyzem Meymune'ye
gelerek : ben bu gece sizde yatmak istiyorum, dedi. O : bizde nasıl yatacaksın,
yalnız bir döşeğimiz var! dedi. Berftm sizin döşeğinize ihtiyacım yok!
elbisemin yarısını altıma döşerim. Yastığa gelince : Ben de başım? sîzin
başınızla birlikte arkadan yastığa koyarım, dedim. Az sonra Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) geldi. Meym One ona benim söylediklerimi anlatınca : «Bu,
Kureyşin şeyhidir.» buyurdular.
Hadîs-i Şerifden de
anlaşılacağı vecihle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) 'in zevcesi
Me'ymûne (Radiyaîlahû ahha) İbni Abbâs'm teyzesidir. Hadîs cima' olmadığı
takdirde bir kimsenin zevcesi ile onun yakın akrabasından bir sabinin —velev
mümeyyiz olsun— yanında yatabileceğine delildir.
Kaadr İyâz diyor ki:
«Bu hadîsin bir rivayetinde îbni Abbâs: Ben, teyzemin hayızlı bulunduğu bir
gecede onun evinde kaldım; demişdir. Bu kelime her ne kadar rivayet itibârı ile
sahîh değilse de mânâ itibârı ile pek güzeldir. Çünkü Peygamfcer (Sallatkıhü
Aleyhi ve Settem) 'in ailesine ihtiyâcı olduğu bir gecede ne- îbniAbbâs
teyzesinin yanında kalmak ister, ne buna babası müsâde eder...»
1- Yüzünden
uykuyu silmek, mecazdır. Bundan murâd uykunun eserini silmekdir. Hadîs-i şerîf
uykudan uyanan bir kimsenin yüzünden uyku eserini silmesinin müstehab olduğuna
delâlet etmektedir.
2- Yine bu
hadîs abdestsiz Kur'ân okumanın caiz olduğuna delildir. Bu husûsda bütün
müslümanlar müttefikdir. Kur'ân okumak yalnız cünüp ve hayızlı kimselere
haramdır.
3- Uykudan
uyanan bir kimsenin Â1i Imrân sûresinin sonundaki on âyeti okuması
müstehabdır.
4- Sûre-i
Âli Imrân, Sûre-i Bakara, Sûre-i Nisa gibi isimleri söylemek caizdir. Selef
ulemâsından bâzıları bunu kerih görmüş; bu tâbirlerin yerine meselâ:
«İçinde Â1i Imrân zikredilen sûre.»
denilmesini tensîb etmişdir. Hâlbuki sûreleri malûm olan isimleri ile
zikretmek caizdir. Selef ve Ha1efin cumhuru buna kaaildir. Bir çok sahih
hadîsler de caiz olduğunu bildirmektedir.
5-
Kesûlüllah (SaUcUahü Aleyhi ve Sellem)'in İbni Abbâs'ın kulağını çekmesi,
bâzılarına göre namaza ve namazda nereye duracağına dikkat etsin diyedir.
Bâzıları uykusunu gidermek için kulağım büktüğünü söylemişlerdir. Bu vecih daha
makbul görülmüşdür.
6- Hadîs-i
şerif gece namazlarında ikişer rek'âtda
selâm vermenin efdal olduğuna delildir.
7- Müezzinin
namaz kıldırmak için imamı mescide
davet etmesi caizdir.
8- Sabah
namazının sünnetini hafif kılmak müstehabdır.
184- (...)
Bana, Harun b. Saîd El-Eylî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, tbni Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize, Amr, Abdurabbih b. [73]
Saîd'-den, o da Mahrametü'bnü Süleyman'dan, o da İbni Abbâs'ın âzâdhsı
Kü-reyb'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, şöyle demiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in zevcesi Meymûne'nin yanında geceledim. O gece Resûiüllah
(Saîlallah'û Aleyhi ve Selîem) onun yanında idi. Derken Resûiüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) abdest aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı. Ben de kalkarak sol
tarafına durdum. Ama Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) , beni (utarak
sağına durdurdu. Müteakiben o gece önüç rek'ât namaz kıldı, onra Resûiüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) uyudu, hattâ harladı. Uyuduğu zaman horlardı.
Sonra (namaza davet etmek için) ona müezzin geldi, o da (mescide) çıkarak namaz
kıldı. Faka tabdost almadı.»
Amr demiş ki: «Ben, bu
hadîsi Bükeyru'bnü'l-Eşecc'e söyledim; o da: Bana, Küreyb onu rivayet etti;
dedi.»
185- (...)
Bize, Muhammed b. Kâfi' rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, İbni Ebî
Füdeyk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Dahhâk, Mahrametü'bnü Süleyman'dan, o da
İbni Abbâs'ın âzâdlısı Küreyb'den, o da İbni Abbâs'-dan naklen haber verdi.
İbni Abbâs şöyle demiş: «Bir gece teyzem Mey-mûne binü'l-Hâris'in yanında
kaldım. Ona: Resûlüllah (Saİlallahü Aleyhi veSeîlem) kalktığı vakit beni
uyandırıver; dedim. Sonra Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kalktı. Ben
de kalkarak sol tarafına durdum:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) elimden tutarak beni sağ tarafına durdurdu. Bundan sonra
artık ben uyukladım mı kulağımın yumuşağını tutardı. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) onbir rek'âî namaz kıldı. Sonra elleriyle dizlerini
dolaylayarak oturdu; hattâ oturduğu yerde uyurken ben nefesini işitiyordum.
Sabah olduğunu anlayınca hafif iki rek'âî namaz kıldı.»
186- (...)
Bize, Ibni Ebî Ömer ile Muhammed b. Hatim, ibni Uyey-ne'den rivayet ettiler.
İbni Ebî Ömer dedi ki: Bize, Süfyân, Arar b. Dî-nâr'dan. o da İbni Abbâs'ın
âzâdlısı Küreyb'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, İbni Abbâs
teyzesi Meymûne'nin yanında gecelemiş.
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin kalkarak asılı duran su tulumundan
hafif bi rabdest almış. (Râvî demiş ki. İbni Abbâs, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in abdest alışını tavsif etti. Ve onu hafif tutuyor; (suyu
az döküyordu.)
İbni Abbâs demiş ki:
Bunun üzerine ben de kalkarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
yaptığı gibi yaptım. Sonra gelip sol tarafına durdum. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) :
Beni arkasından
geçirerek sağ tarafına durdurdu. Ve namazını kıldı. Sonra yana yaslandı ve
uyudu. Hattâ horladı. Sonra ona Bilâl
gelerek namaz vaktini haber verdi. Bunun üzerine mescide çıkarak sabah namazını
kıldı. Fakat abdest almadı.»
Süfyân: «Bu hâl
Peygamber (SaHaU.ahü Aleyhi ve Selleln)'-e mahsûsdur. Çünkü biz Peygamber
(Sullallahü Akyhi ve Sellem)'\n gözleri uyur, kalbi uyumazdığım duyduk.» demiş.
187- (...)
Bize, Muhammed b. Beşşâr rivayet, etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammed (yâni tbni
Ca'fer) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Seleme'den, o da Küreyb'den, o
da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. İbni Abbâs şöyle demiş :
Teyzem Meymûne'nin
evinde geceledim de Resûlüiiah (SallaUahü Aleyhi ve Sellern) 'in nasıl namaz
kıldığını gözetledim. Derken kalktı bev! etti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı.
Sonra uyudu. Bilâhare kalkarak su tulumuna gitti. Ve onun ipini çözdü. Sonra
tasa yahut çanağa su döktü. Tulumun (ağzınt) da eliyle kabın üzerine eğdi.
Sonra israfla taktır arası güzel bir abdest aldı. Sonra kalkarak namaz kıldı.
Ben de kalktım, yanına geldim. Ve soluna durdum. Resûlüiiah (SaüaUahü Aleyhi
ve Sellem) beni tutarak sağ tarafına durdurdu. Böylece Resûlüiiah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in namazı onüç rek'âtda tamam oldu. Sonra uyudu; hattâ
horla-dı. Biz, onun uyuduğunu horlamasından ânlardık. Sonra namaza çıktı; ve
(sabah) namaz(ını) kıldı Namazında yahut sücûdunda :
«Yâ Rabbî! Benim
kalbime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, sağıma nur, soluma nûr, önüme nûr,
arkama nûr, üstüme nûr, altıma nûr ve bana nûr ver; yahut beni nûr eyle!»
derdi.
(...) Bana,
İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Nadr b. Şü-meyl rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Şube haber verdi. (Dedi ki) : Bize, Se-lemetü'bnü Küheyl,
Bükeyr'den, o da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti.
Seleme demiş ki:
«Müteakiben Küreyb'e rastladım da, şunları söyledi: tbni Abbâs: Ben, teyzem
Meymûne'nin yanındaydım. Sonra Resûlül-lah (Saîîalîahü Aleyhi ve Seİİem)
geldi... dedi. Sonra Gunderin hadîsi gibi rivâyetde bulundu. (Hadîsin sonunda,
o) şekketmedi. Ve: (Benî nûr eyle) dedi.»
188- (...)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeyhe ile Hennâd b. Serîy rivayet ettiler. Dediler ki :
Bize, Ebû'l - Ahvas, Saîd h. Mesrûk'dan, o da Sele-metü'bnü Küheyl'den, o da
İbni Abbâs'm âzâdlısı Ebû Rişdîn'den, o da tbni Abbâs'dan naklen rivayet etti.
tbni Abbâs şöyle demiş:
«Teyzem Meymûne'nin
yanında geceledim...» Râvî hadisi anlattı yalnız yüzle ellerin yıkandığını
söylemedi. Ancak:
«Sonra tuluma gelerek,
ipini çözdü ve israfla taktır arasında orta bir abdest aldı. Sonra yatağına
gelerek uyudu. Bilâhare bir daha kalktı ve yine tuluma gelerek ipini çözdü ve
öyie bir abdest aldı ki, abdest ona derler!... dedi. Ve : «Bana pek büyük bir
nûr İhsan eyle!» ifadesini söyledi: «Beni nûr eyle!...» cümlesini söylemedi.
189- (...) Bana,
Ebû't-Tâhîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb, Abdurrahmân b. Selmân El
- Hacri [74]'den, o da Ukayl b.
Hâlid'den naklen rivayet etti. Ukayl'e de Seleme'tübnü Küheyl, Ona da Küreyb
rivayet etmiş ki, İbni Abbâs bir gece Resûİüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellemfin yanında kalmış.
İbnİ Abbâs demiş ki :
«Sonra Resûlüilah
(Salktîlahü Aleyhi ve Sellem) kalkarak tuluma gitti. Ve ondan su döktü de
abdesf aldı. Fakat abdestte suyu ne çok döktü, ne de az... Râvî hadîsi böylece rivayet etmişdir. Bu
hadîsde :
«Resûlüilah
(Sallallahü Aleyhi ve Selle/n), o gece ondokuz kelimelik bir duâcla bulundu.»
ifâdesi de vardır.
Seleme demiş ki:
«Onları, bana, Küreyb söyledi. Ben, onların onikisi-ni belledim; geri
kalarimt.unuttum. Resûlüilah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
(Yâ Rabbî! Benim
kalbime nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, üstüme nûr, altıma nûr,
sağıma Nûr, soluma nur, önüme nûr, arkama nûr, nefsime nûr ver! Bana büyük bir
nûr ihsan eyle) buyurdular.»
190- (...)
Bana, Ebû Bekr b. İshâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, îbni Ebî Meryem haber
verdi. (Dedi ki) : Bize, Muhammed b. Ca'fer haber verdi. (Dedi ki) : Bana,
Şerîkü'bnü Ebî Nemir, Küreyb'den, o da îbni Abbâs'dan naklen haber verdi ki,
İbni Abbâs şöyle demiş:
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seliemj'ın geceleyin nasıl namaz kıldığını göreyim diye nevbefînİn
Meymûne'de olduğu bir gece onun evinde yattım Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
SeUem) ailesi ile bîr müddet konuş-fukdon sonra uyudu...... Ve Râvî hadîsi (bu
minval üzere) hikâye etmiştir. Bu hadîsde: «Sonra kalkarak abdest aldı ve
misvaktandı.» ibaresi de vardır.
191- (...)
Bize, Vâsıl b. AbdilVlâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Muhammed b. Fudayl,
Husayn b. Abdirrahmân'dan, o da Habîb b. Ebî Sâbİt'-den, o da Muhammed b. Alîy
b. Abdillâh [75] b. Abbâs'dan, o da
babasından, o da Abdullah b. Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Abdullah b. Abbâs,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selkm) 'in yanında uyumuş. Müteakiben
Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyanarak misvaklanmış ve abdest
almış. (Abdest alırken) şu âyetleri okuyormuş :
. «Hiç şüphe yok ki
göklerle yerin yaradılışında ve gece ile gündüzün biribirinİ tâkîb edişinde
akıl sahipleri İçin ibretler vardır.» [76]
(İbni Ab-bas demiş ki) İşte bu âyetleri tâ sûrenin sonuna kadar okudu. Sonra
kalkarak iki rek'ât namaz kıldı. Ama bu ilri rek'âtda kıyamı, rükû'u ve sücûdu
uzattı. Sonra oradan ayrılarak uyudu. Hattâ horladı. Bunu üç defa yaptı, (yâni)
altı rek'ât namaz kıldı. Hepsinde misvaklamyor; abdest alıyor ve bu âyetleri
okuyordu. Sonra üç rek'âtla vitr yaptı. Derken müezzin ezan okudu; o da namaza
çıktı. Şu duayı okuyordu:
«Allah'ım! benim
kalbime nûr, dilime nûr, kulağıma nûr, gözüme nûr, arkama nûr, Önüme nûr,
üstüme nûr, altıma nûr kalk eyle! Yâ Rabbî! Banc nûr ver!...»
192- (...)
Bana, Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Cüreyc haber verdi (Dedi ki) : Bana Atâ', İbni
Abbâs'dan naklen haber verdi. Demiş ki :
«Bir gece teyzem
Meymûne'nîn yanında kaldım, derken Peygambeı (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)
geceleyin nafile namaz kılmağa kalktı. Ve sı tulumuna giderek abdest aldı ve
namaza durdu. Onun böyle yaptığını gö rünce, ben de kalktım ve tulumdan abdest
aldım. Sonra onun sol tarafım durdum. Resûlüilah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem)
arkasından, benim elimder tutarak benî öylece arkasından sağ tarafına
döndürdü.»
(Râvî diyor ki) : Ben
: «Bu nafile namazdamı oldu?» dedim:
— Evet; cevâbını
verdi.
193- ( ..)
Bana, Hârûn b. AbdiIIâh ile Muhammed b. Bâfî' rivâye: ettiler. Dediler ki :
Bize, Vehb b. Cerîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, ba banı haber verdi. Dedi
ki: Kays b. Sa'd'i, Atâ'dan, o da İbni
Abbâs'dai naklen rivayet ederken dinledim. îbni Abbâs şöyle demiş: «Abbâs, bem Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve
Seilem) 'e gönderdi.
«Sesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem), teyzem Meymûne'nin evirrJe İdi. O gece oranla
beraber kaldım. Geceleyin Resufüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) namaza
kalktı, ben de (kalkarak) sol tarafına durdum. O, beni arkasından yakalayarak
sağ tarafına durdurdu.»
(...) Bize,
İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti, (Dedi ki) :
Bize, Abdülmelik, Atâ'dan, o d/. İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti. îbni
Abbâs, İbni Cüreyc ve Ka',b. Sa'd rivayetlerinde olduğu gibi: «Ben, teyzem
Meymûne'nin yan? da geceledim...» demiş.
Görülüyor ki İbni
Abbâs (Re .yallahû anhûma) 'dan muhtelif yollarla rivayet edilen bu hadîs, Pey
umber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in gece namazım ve bu namazı kaç re> it
kıldığını, namaz esnasında okuduğu duaları bildirmektedir.
Yalnız Müs1im'in Vâsi'
b.. Abdi1'a'lâ tarîki ile rivayet ettiği (191 numaralı) hadîs, d; it
rivayetlere muhalif düşmüşdür. Çünkü bu rivayette hem rek'ât ad u altı olarak
gösterilmiş hem de Be-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ı ikişer rek'ât
namaz kıldıkça uyuduğu bildirilmişdir. Hâlbuki diğe rivayetlerde namaz
arasında uykudan bahsedilmediği gibi; gece nama? n rek'ât sayısı da onüç olarak
tesbit edilmişdir.
Kaadı İyâz diyor k
«Husayn b. Abdirrahmân'in, Habib b. Ebî Sabit 'den rivayeti, Dârakutnî'nin
Müslim'e kar. ve istidrâk yaptığı husûsâtdan biridir. Çünkü bu rivayet mrarib,
râvü ;n de muhtelifdir. Dârakutnî hadîsin Habî!-den yedi seki ie rivayet
edildiğini, Habîb'in bu hadîsde Currnûr'a muhâlefe ettiğini söylemişdir.» Fakat
Nevevî bu itiraz n imam Müs1in'e karşı vârid olamayacağını çünkü Müs1im mezkûr
rivâye'ti mü. :;akillen değil mutâbaat için zikrettiğini, mutataatda ise asıl
hadîslerde c«!z görülmeyen bâzı husûsâtm kabul edildiğini îöylemişdir.
Yine Kaadî İyâz:
«İhtimâl ki İbni Abbâs (Radiyallahâ anh) ResûlüIlaîT(Sallallahü Aleyhi ve Seilem)
'in gece namazına başlarken kıldığı hafif iki rek'ât namazı saymamışdır. Onun
için de uzun iki rek'ât namaz kıldığından bahsetmişdir. Bu gösteriyor ki evvelâ
iki rek'ât hafif namazı kılmış, sonra iki rek'ât uzun. sonra da hadîsde zikri geçen altı rek'âtı kılmış; en sonunda da üç
rek'âtla vitir yapmışdır. Bu suretle kılınan namazların mecmû'u, sair
rivayetlerde olduğu gibi yine onüç rek'ât eder.» demişdir. Aliyyı cöre İbni
Abbâs (Radiyallahû anh) bilmediği için Peygamber (o. Hallahü Aleyhi ve Selİem) 'in
sol tarafına durmuştur. Çünkü yaşı küçüktü. Kendisi hicretten üç sene evvel
doğmuştu. Mâmâfîh sağ tarafına darmanın hılâf-ı edep olduğunu zannetmiş olması
da mümkündir.
1- Mühim bir
şey'e tenbîh veya sırf iltifat için küçüklerin kulağından çekmek caizdir.
2- Bu
rivayetler Hz. îbni Abbâs'in terbiyesine ve küçük yaştan ilme ve hayırlı işlere
karşı gösterdiği hırs ve ehemmiyete delildir ResûlüUah (Saîlaîîahü Aleyhi ve
SeVem) 'in gece yansı mı yoksa az evvel veya az .vonra mı kalktığında tereddüt
eden Hz. İbni Abbâs 'dır. Böyle tereddütler her zaman ve herkesden vâki
olabilir. Bahusus Hz. İbni Abbâs gibi o zaman henüz on yaşlarında bulunan bir
çocuk için bu pek tabiîdir.
3- Namazda
amel-i kalîl caizdir. (Yâni az olmak şaratı ile namaza âid olmayan fiil namazı
bozmaz.)
4- Bu
rivayetler «imam olmaya niyet etmiyen bir kimseye uymak caizdir.» deyenlerin
delilidir. İmam Mâlik ile imam Şâfiî'nin-mezhepleri budur. İmam
Ahmed ile bir rivâyetde imam Şafiî bunu caiz görmemişlerdir. Ulemâ'dan bâzıları
bunu namaza davet eden müezine caiz görmüş; cemâat hakkında caiz olmadığını
söylemişlerdir.
İmam A'zam'a göre imam
olmaya niyet etmeyen bir kimseye erkeklerin uyması caiz; kadınların uyması caiz
değildir.
5- Gece
namazından evvel veya sonra ailesi ile konuşmak, muhtaç olduğu husûsâtda
başkalarına söz söylemek ilim tahsil etmek ve misafir ağırlamak gibi şeyler
caizdir. Bu husûsda vârid olan nehy, lüzumsuz şeyler hakkında konuşmaya hamle
di lmişdir. Çünkü bunlarla eğlenerek uyumayan kimsenin sabah namazına
kalkamaması muhtemeldir.
194- (764)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Gunder, Şu'be'den
rivayet etti. H.
Bize İbni'l - Müsennâ
ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'fce, Ebû Cem-re'den rivayet etti. Demiş ki:
Ben, İbni Abbâs'ı:
«Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) geceleyin onüç rek'ât namaz kılardı.» ilerken işittim.
195- (765)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Enes'den, o da Abdullah b. Ebî Bekr'den, o
da babasından, o da Abdullah b. Kays b. Mahn rame'den naklen rivayet etti.
Abdullah da Zeydü'bnü Hâlid-i Cühenî'den naklen haber vermiş İd, Zeyd şöyle
demiş:
«Bu gece Resûlüllah
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in namazını mutlaka ta'kîp edeceğim! dedim. Bunu
müteakib Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) haf ifiki rek'ât namaz kıldı.
Sonra iki rek'ât uzun, uzun (ama çok) uzun iki rek'ât namaz kıldı. Sonra iki
rek'ât daha kıldı. Bunlar önceki rek'âtlardan daha kısaydılar. Sonra iki rek'ât
daha kıldı; bunlar da öncekilerden kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı;
bunlar da öncekilerden kısaydılar. Sonra iki rek'ât daha kıldı; bunlar dahî
kendilerinden öncekilerden kısa idiler. Sonra vitr yaptı. İşte bu namazlar (in
mecmuu) onüç rek'âtdır.»
196- (766)
Bana, Haccâc b. Şâir rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Muhammed fc. Ca'fer
El-Medâinî Ebü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Verkaa', Mu hammed b.
Münkedir'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Bir seferde Resulü Hah (SallaUahü Aleyhi veSellem) ile beraber idim, giderken
bir su yoluna vardık, Resûlüllah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayvanını sulamiyacakmısın
Yâ Câbİr?» dedi. Ben: Hay hay! cevâbını
verdim. Bunun üzerine Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) indi. Ben de deveyi suya sürdüm. Sonra Peygamber (Sallalîahü
A leyhi ve Sellem)
Kazâ-i hacete gitti.
Ben, kendisine abdesf suyu koydum. Az sonra geldi ve abdest aldı. Sonra kalktı
ve bir elbisenin iki tarafını omuzlarına atarak namaza durdu. Ben de arkasına
durdum. Fakat o, benim kulağımdan tutarak beni sağ tarafına geçirdi.
197- (767)
Bize, Yahya b. Yahya ile Ebû B©kr b. Ebî Şeyhe hep birden Hüşeym'den rivayet
ettiler. Ebû Bekr dedi ki: Bize, Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû
Hurre [77],
Hasen'den, o da Sa'd b. Hişâm'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, Âişe
şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin namaz kılmak için kalktımı evvelâ
namazına hafif iki rek'âtla başlardı.»
198- (768)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Üsânıe,
Hişâm'dan, o da Muhammed'den, o da Ebû Hüreyre'den, 6 da Peygamber (SallaUahü A
leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, şöyle buyurmuşlar :
«Biriniz geceleyin
kalktığı zaman namazına hafif iki rekrâtla başlayıversin!»
Bu hadîsler dahî
Resûlülah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'m gece namazlarım onüç rek'ât olarak
kıldığım, gece namazına hafif iki rek'âtla başladığını bildirmektedirler.
Zeydü'bnü Hâlid-İ
Cühenî 'nin: «Bu akşam mutlaka Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
namazını gözetleyip takip edeceğim..» demesi, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in kalktığını anladıktan sonraya hamiedilmişdir. Çünkü uykudan
kalkmazdan önce onun hâlini tecessüs etmesi memnudur. Fakat namaza kalkmasını
beklemek ve ondan sonraki hâlini İzlemek memnu değil; makbuldür.
Meşra'a : Ve
keza şeriat: Suya götüren yoldur. Resûlüllah'ın suâli: «Deveni
sulamıyacakmısm?» yahut: su içmiyecekmisin?» mânâlarına gelir. Hz. Âişe'nin :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) , geceleyin namaz kılmağa kalktırın, namazına
hafif iki rek'âtla başlardı.» sözü ile ondan sonra gelen Ebû Hüreyre
hadîsindeki hafif iki rek'ât namaz kılma emri, bu namazın müstehab olduğuna
delildirler. Çünkü vvelâ hafifçe kılman bu iki rek'ât, ondan sonraki uzun
rek'âtlara neşât açar.
199- (769)
Bİze, Kutybetü'bnü Saîd, Mâlik b. Ens'den, o da Ebû'z -Zühyer'den, o da
Tâvûs'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece yarısı
namaza kalktımı.
«Allah'ım! Hamd sana
mahsûsdur. Göklerle yerin nûr'u sensin, Hamd <ia sana mahsûsdur. Göklerle
yerin ve onlardakilerin Rabbî sensin, hak sensin, senin va'din hak'dır. SÖzün
hak'dır. Sana kavuşmak hakdır. Cennet hakdır. Cehennem hakdır. Kıyamet hakdır.
Yâ Rabbî! Ben ancak sana teslim oldum; ancak sana îmân ettim; ancak sana
tevekkül eyledim ve yalnız sana rücû' ettim. Ben hasmıma karşı ancak senin
(burhanın) ile mu-hasama ettim ve düşmanınla aramızda ancak senin hakemliğine
müracaat ettim Binâenaleyh benim
gerek evvelce gerekse sonradan işlediğim ğünahianmla gizli
ve aşikâr yaptıklarımı hep bana
bağışla! Benim ilâhım sensin, senden başka hiç bir ilâh
yokdur!» diye duâ ederdi.
(...) Bize,
Amru'n - Nâkıd ile ihni Nümeyr ve tbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize, Süfyân rivayet etti. H.
Bize, Muhammed b.
Kâfi' dahî rivayet etti. Dedi ki: Bize, Abdürraz-zâk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, İbni Cüreyc haber verdi. Bunların ikisi de Süleymân-ı Ahvel'den, o da
Tâvûs'dan, o da tbni Abbâs'dan, o da Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Sellem)'den naklen rivayet ettiler.
İbni Cüreyc hadîsinin
lâfzı Mâlik hadîsi ile birdir. Yalnız iki kelimede ihtilâf etmişlerdir. İfcni
Cüreyc «Kayyâm» yerine «Kayyım» demiş. Bir de «Esrartü» cümlesini «Mâ Esrartü»
şeklinde rivayet etmişdir.
İbni Uyeyne hadîsine
gelince: onda bâzı ziyâdeler vardır. Hem o bir kaç kelimede Mâlik ile İbni
Cüreyc hadîslerine muhâlifdir.
(...) Bize,
Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mehdî (yâni İbni Meymûn)
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Imrânü'l-Kasîr [78],
Kays b. Sa'd'dan, o da Tâvûs'dan, o da İbni Abbâs'dan, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den naklen bu hadîsi rivayet etti. Lâfzı
yukarkilerin lâfızlarına yakmdır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü't - Teheccüd», «Kitâbü'd-Deavât» ve «Kitâbü't-Tevhîd» de; Nesâi
«Kitâbü's-Salât» ve «Kitâbü'n-Nüûd» da; İbni Mâce dahî «Kitâbü's-Salât» da
muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin zahirinden
anlaşıldığına göre Fahr-i Âlem (Sal'laliahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, bu duayı namaza kalktığı vakit
okurmuş.
«Göklerle yerin nûr'u
sensin!...» cümlesinin mânâsı: «Onları nûrlan-dıran yâni göklerle yerin nûr'unu
halk eden sensin.» demekdir.
Ebû Ubeyd'e göre mânâ:
Yer ve gök ehli senin nûr'unla hidâyet bulur; demekdir.
Hattâbî (319-388),
Teâlâ Hazretlerinin nur ismini tefsir ederken: «Bu kelimenin mânâsı: Görmeyen,
onun nûr'u ile görür; yolunu sapıtan, onun hidâyeti ile yol bulur; demekdir.
Allah, semâvâtm nûr'udur: Tâbiri de bundan alınmadır. Yâni göklerle yerin nûr'u
da Allah'dandir; demekdir. Bu kelimenin nûr sahibi mânâsına gelmesi de
muhtemeldir. Yalnız nûr Allah'ın zâtına sıfat olamaz. O, fiil sıfatıdır.»
demişdir.
Bir takım ulemâya göre
«Göklerle yerin nuru...» cümlesinden mu-râd: onların güneşini, ay'mı ve
yıldızlarını tedbîr edendir.
Kayyim, kayyâm ve
kayyûm kelimeleri, bir mânâya kullanılırlar. Bundan murâd mahlûkaatmı daimî
sûretde tedbîr eyleyen, onlara kıvamını bulduran şey'i veren yahut kendi
kendine kaaim olup başkasını da ikaame eden, daha doğrusu varlığı kendinden olup,
başkasını vâr edendir.
Bâzıları: «Kayyâm,
mubaleğalı ism-i faildir; mahlûkaatm muhtaç olduğu her şey'i hazırlayan
mânâsına gelir.» demişlerdir.
Bir takımları da
kayyim'in yaradan ve tutan, mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Bunlara göre
göklerle yerin kayyimi, onların yaradanı demekdir.
Ulemânın beyânına göre
Rabb'm lûgatda üç mânâsı vardır.
a) İtaat
edilen ulu; b) Islah eden; c) Sahip ve Mâlik.
Bâzıları: «Eğer Rabb
kelimesi itaat edilen büyük mânâsına gelirse, merbûbun yâni o Rabb'a itaat edenin
akıllılardan olması şarttır.» derler. Hattâbî: «Seyyidü'l- Cibâl denilemez.»
sözü ile buna işaret etmişdir. Fakat Kaadı İyâz buna itiraz etmiş ve: «Bu şart,
fâsiddir. Bilâkis her şey Allah Teâlâ'ya mutî'dir...» demişdir.
Yine ulemânın beyânına
göre Allah Teâlâ'nm isimlerinden biri olan Hakk'ın mânâsı, mevcudiyeti
muhakkak; demekdir. Vücûdu tehakkuk eden her şey Hak'dır.
«Hakka» kelimesi dahî
Hak'dan almmışdır. Ve: hiç şüphesiz olacak; mânâsına gelir. Bu fadîsdeki
Hak'ların hepsi bu mânâyadır. Yâni: «Senin va'din, sözün, sana kavuşmak,
cennet, cehennem ve kıyamet mutlaka tehakkuk edecekdir; bunların olacağında
asla şüphe yokdur» demekdir.
Bâzıları bunu: «Senin
haberin hak ve doğrudur.» mânâsına almış, bir takımları: «Hak'dan murâd, hak
sahibi demekdir.» mutâleasında bulunmuşlardır.
Hak'dan murâd, onu
yerine getirendir.» diyenler de vardır. «Sana kavuşmak hakdır.» cümlesinden
murâd, öldükden sonra diril-mekdir.
«Yâ Rabb! Sana teslim
oldum...» cümlesinden murâd, emir ve nehiy-Ierine râm oldum; ne buyurursan onu
yapmağa hazırım; demekdir.
Yalnız sana rücû
ettim» : Sana itaat ettim, senin ibâdetine yöneldim; demekdir. Bâzıları bundan
murâd, Her tedbirimde sana rücû ettim yâni umurumu sana havale ettim;
demekdir... derler.
«Seninle muhâsama
ettim» bana verdiğin kuvvet ve delillerle, sana küfür edenlere karşı muhâsama
ettim ve onları hüccetle, kılınçla mağlûp ettim; demekdir.
«Düşmanınla aramızdaki
muhâsamada senin hakemliğine müracaat ettim» : Yâni hakkı inkâr edenlere karşı
yalnız senî hakem tanıdım; Küf-fâr'ın yaptıkları gibi putları, kâhinleri,
ateşi, şeytanı v.s. yi değil, ben ancak senin hükmüne razı olurum; senden
başka hiç bir kimsenin hükmüne i'timâd edemem; demekdir.
Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bütün mütesavver günahları affedilmiş olduğu
hâlde bu hadîsin sonunda yine :
«Allah'ım benim gelmiş
geçmiş bütün günahlarımı affet...» demesi, iki vecihden dolayıdır. Bunlardan
biri tevazu göstermek ve Allah Teâlâ'ya ta'zîmde bulunmak içindir. Diğeri duâ
hususunda kendisine tabî olmaları için ümmetine tâ'lîmdir.
Müfessirlerin beyânına
göre Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında gufran, geçmiş ve
gelecek bütün fiillerine şâmildir.
«Gizli ve aşikâr bütün
yaptıklarımı affet.» cümlesinden murâd, gönülden geçen ve dilin söylediği şeyler
olabilir.
Kirmanı: «Bu hadîs
cevâmiû'l-Kelim'dendir.» demişdir. (Cevâ-miû'l - Kelim: Az sözle çok mânâ ifâde
eden hadîslerdir. Bir hadîsde beyân edildiği vecihle bu şekilde ifâde yalnız
Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem} Efendimize verilen hasâistandır.)
1-Bu hadîsde
Peygamberliğe sevap veya azap vermek sureti ile cezâya işaret vardır,
2- îmân,
islâm, tevekkül, tazarru' ve istiğfar gibi şeyler farzdır.
3- Allah'dan
istenilen her isteğin başında evvelâ ona senada, bulunmak ve bu suretle
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimizin fi'line uymak müstehabdır.
4- Hadîs-i
şerif, Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin azamet-i ilâhiyyeyi
ve Allah'ın kudretinin büyüklüğünü herkesden ziyâde bilerek zikir ye .duaya
devam ettiğini ve Allah'ın hukukunu îtirâf; va'di ile tehdidinin doğruluğunu
ikrar ettiğini bildirmektedir.
200- (770)
Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsenna ile Muhammed b. Hatim, Abd b. Humeyd ve Ebî
Ma'ni'r-Rakaaşî rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Ömer b. Yûnus rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, îkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Ebî Kesîr rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ebû Selemete'bnü Abrîirrahmân İbni Avf
rivayet etti. Dedi ki: Ümmü'1-Mü'minîn Âişe'ye sordum:
— Nebiyyullah
(Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin
kalktığı vakit namazına ne ile başlardı? dedim. Aişe :
— Geceleyin kalktığı vakit namazına :
«Allah'ım! Ey Cebrail, Mîkâîl ve İsrafil'in Rabbi! Gökler'le yerin yaradam;
hâzırı ve gâîbi bilen Allah'ım! Kullarının ihtilâf ettikleri şeylerde, onların
aralarında ancak sen hükmede-r sin.
İhtilâf edilen hakka izninle beni hidâyet eyle! Çünkü dilediğini doğru
yola ancak sen hidâyet eylersin!» duası ile başlardı... dedi.
Gerek Kur'ân-ı
Kerîm'de gerekse Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) 'in sünnetinde
tekarrur etmişdir ki, Allah Teâlâ Hazretleri mah-lûkaatmın şân ve mertebesine
izafe edilerek anılır. Küçük ve hakir olanlara izafe edilmez. Meselâ göklerle
yerin Rabbi, Arş-ı Âlâ'nın Rabbi, Me-lâike ile rûh'un Rabbi, maşrikle mağrib'in
Rabbi, insanların Rabbi, insanların Mâ1ik'i, insanların ilâhı, âlemlerin
Rabbi, Peygamberlerin Rabbi, göklerle yerin hâliki, göklerle yerin fâtırı
ilâh... denilir. Bütün bunlar Allah Zülcelâl'i azamet, kudret ve mülk delilleri
ile tevsîf demek* dir. Onun için küçük ve hakîr olan şeylerde kullanılmamışdır.
Meselâ: Ha-şerâtın Rabbi, maymun "ve hınzır'ların hâlik'i denilmez. Bunlar
şâir mahlûkatın umûmunda dâhil olmak üzere ifâde edilirler. Meselâ bütün
mah-lûkatm Rabbi, Her şey'in hâîik'ı denilir.
İşte Resûlüllah
(Salkûkıhü Aleyhi ve Sellemj'in duasında: (Cebrail, Mîkâîl ve İsrafil'in
Rabbi! Göklerle yerin yaradanı
olan Allah'ım.) diyerek bütün
mahlûkaat arasından yalnız bunları zikretmesinin vechi budur.
201- (771)
Bize, Muhammed b. Ebî Bekr El-Mukaddemi rivayet etti. (Dedi ki) : Bize,
Yûsufu'l-Mâcişûn [79]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, babam, Abdurrahmân El-A'rac'dan o da
Ubeydullah b. Ebî Râfi'den, o da Alîyü'bnü Ebî Tâlib'den, o da Resûlüllah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti ki, namaza kalktığı
vakit:
«Yüzümü hak dîne
meylederek, göklerle yeri yaradan a çevirdim. Ben müşriklerden değilim.
Şüphesiz ki benim namazım, ibâdetlerim, hayâtım ve m em âtı m âlemlerin rabbi
olan Aflaha âiddir. Onun hiç bir şeriki yoktur. Ben, bununla emrolundum; ve ben
müslümanlardanım. Allah'ım melik ancak sensin! senden başka hiç bir ilâh
yokdur. Sen, benim Rabbimsin. Ben de senin kulun!... Nefsime zulmettim.
Günâhımı da îtİrâf eyledim. Binâenaleyh bütün günahlarımı bana bağışla! Çünkü
günahları senden başka affedecek yokdur. Beni ahlâkın en güzeline hidâyet
buyur! Onun en güzeline senden başka hidâyet eyleyecek yokdur. Kötü ahlâkı
benden def eyle! Onu senden başka benden def edecek yokdur. Senin emrine tekrar
tekrar icabet eder; dînine tekrar tekrar tâbi' olurum!
Bütün hayırlar senin
yed-i kudretindedir. Şerr sana âid değildir. Varlığım senİnledir; sonu da sana
müntehidir. Mübareksin, yücesin senden mağfiret diler; sana tevbe eylerim!»
duasını okur, rüku'a vardığında:
«Allah'ım ancak sana
rükû1 ettim; sana îmân eyledim; ve ancak sana teslim oldum. Kulağım, gözüm,
iliğim, kemiğim ve sinirim hep sana itaat etmektedir.» der, başını rükû'dan kaldırdıkda :
«Allahtm! Ey Rabbimiz!
Gökler dolusu, yer dolusu, göklerle yer arası dolusun, onlardan maâdâ dilediğin
her şey dolusu hamd ancak sana mah-sûsdur.»
duasını okur. Secde ettiği zaman:
«Allahım ancak sana
secde ettim ve yalnız sana îmân eyledim; sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratıp
şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allahına secde etti. Halikların en
güzeli olan Allah pek yücedir.» dermiş. Sonra teşehhüdle selâm arasında en son
sözü şu olurmuş:
«Allahım! Evvel ve
âhir, gîzli ve aşikâr işlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün israflarımı
ve senin benden daha iyİbildiğin kusurlarımı bana bağışla! İlerleten ancak sen!
gerileten de ancak sensin! Senden başka hiç bir ilâh yokdur!»
202- (...)
Bize, bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahmân b.
Mehdi rivayet etti. H.
Bize, İshâk b. İbrahim
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû'n-Nadr haber verdi. Bu râvîlerin ikisi
de demişler ki: Bize, Abdülâzîz b. Abdillâh b. Ebî Seleme, amcası Mâcişûn [80] b.
Ebî Seîeme'den, o da A'rac'dan bu isrâdla rivayet etti. Ve şöyle dedi:
Resûlüllah (SalUüîahü Aleyhi ve kellem) namaza başlarken tekbir alır; sonra:
«Yüzümü çevirdim.» ve:
«Ben, müslümanların birincisiyim.» derdi. Başını rükû'dan kaldırdımı:
«Allah, hamd edenin
hamd'ını kabûf eder. Ey Rabbimİz! Hamd de sana mahsûsdur!» derdi. (Secde
hâlinde) :
«Yüz'e şekil vererek
onu güzel bir sûretde yaradan.» der; selâm verirken de:
«AÜahiml Dnceden
yaptığım günahları bana bağışla!...» derdi, diyerek hadisi sonuna kadar
rivayet etti. Yalnız: «Teşehhüdle selâm arasında.» tâbirini söylemedi.
«Yüzümü hak dîne
meylederek göklerle yeri yaradana çevirdim...» cümlesinden murâd:
«Yaptığım ibâdet ile
göklerle yeri yokdan var eden Allahi kasdettim...» demekdir.
Hanîf: Ekseri ulemâya
göre hak dîne yâni islâm'a meyleden, demekdir. Zâten hanf veya hanef
meyletmek, bükülmek mânâsına gelir. Ve karineye göre hayırda da, serde de
kullanılır.
Bâzıları: «Buradaki
hanîf den murâd, doğru; demekdir.> mutâleasın-da bulunmuşlardır. Ezherî ile
diğer bir takım ulemânın kavilleri budur. Ebû Ubeyd'e göre ise araplarca hanîf
in mânâsı, îbrâhîm (Aleyhisselâm)
dîninde olan kimse; demekdir.
«Ben, müşriklerden
değilim.» cümlesi, hanîfin mânâsını beyândır. Putperest, mecûsî, mürted,
zındık, yahudî ve hıristiyan bütün kâfirlere müşrik denilir.
Nüsük: İbâdet
demekdir.
Mârûdî'nin rivayetine
göre «Âlemlerin Rabbi.. » terkibindeki «Rabb» kelimesinin dört mânâsı vardır.
Bunların üçünü az yukarıda görmüşdük; dördüncüsü, mürebbîdir. Çünkü Teâlâ
Hazretleri mahîûkatmı terbiye eder. Bu sıfat Allah'ın fiil sifatlarındandır.
Ba§ına harf-i tarif gelir de «Er-Rabb» denilirse, kelime yalnız Allah Teâlâ
hâlîfemda kullanılır. Harf-i tarif kaldırılırsa Allah'dan başkası hakkında da
kullanılabilir. Meselâ:
»Rabbü'1-Mâl,
Rabbu'd-Dâr» derler ki, mal sahibi, ev sahibi mânâlarına gelir.
Âlemin: Âlemler,
demekdir. Âlemin mânâsı hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Kelâm ulemâsı ile
müfessirlerden bâzılarına göre âlem, bütün mahlûkaat, demekdir.
Bâzıları: «Âlem'den
murâd, melekler, cinler ve insanlardır,.» demişlerdir. Ebû U beyde ile Ferrâ'
bunlara şeytanları da katmışlardır. Hüseyin b. Fadl ile Ebû Muâz-ı Nah-v î 'ye
göre, âlemden murâd, yalnız insanlardır.
Bir takımları, âlemin
dünyâ ve dünyâda bulunan şeyler, mânâsına geldiğini ileri sürmüşlerdir. Bu
takdire göre «Rabbü'l-Âlemîn» terkibinin mânâsı, dünyâların râbbi, demek olur
ki, dünyâmız gibi canlılar besleyen daha bir çok dünyâların mevcudiyetine
işaret sayılır.
Âlem kelimesinin
iştikaakı hususunda da ihtilâf vardır. Bâzılarına göre bu kelime âlâmetden
almmışdır. Çünkü her mahlûk, Allah'ın varlığına bir alâmetdir.
Bir takımları ilimden
müştak olduğunu söylerler. Bu takdire göre âlem, yalnız akıl sahiplerine mahsûs
olur.
Melik: Her şey'e
kaadir olan, hakîkî mâlik; demekdir. Cenâb-ı Hak bütün mahlûkaatının hakîkî
mâlikidir.
«Nebime zulm ettim...»
cümlesinden murâd; kusurunu îtirâfdir. Re-sûlüllah (Saîîaîlahü Aleyhi ve Selle
m) nezâketen evvelâ kusurunu itiraf etmiş; sonra Allah'dan. mağfiret
dilemişdir. Netekim vaktiyle Hz. Âdem ile
Havvâ (Aleyhisselâm) da böyle
yapmış:
«Ey Rabbimiz! Biz,
nefislerimize zulm ettik, eğer bizi affetmez ve bize acımazsan biz mutlaka
zİyânkârlardan oluruz!» demişlerdi.
Lebbeyk: Ben tekrar
tekrar senin tââtın üzreyim; «Sa'deyk» dahî senin emrine tekrar tekrar yardım
eder; dînine tekrar tekrar tâbi olurum! demekdir.
«Bütün hayırlar senin
yedi kudretfndedir...» cümlesi hakkında Hattâ bî ve başkaları şunları
söylemişdir: «Burada Allah Teâîâ'yı, medh-u senada bulunurken edep ve nezâkete
irşâd vardır. Allah Teâlâ'ya iyilikler izafe edilmeli, nezâketen kötülükler ona
nisbet olunmamalıdır.
«Şerr sana âid
değildir.» cümlesi te'vîli icâb eden bir sözdür. Çünkü Ehl-i Hakkın mezhebine
göre, hayır olsun şerr olsun bütün hâdisâtı Allah Teâlâ halk etmişdir. Hâl
böyle olunca «Şerr sana âid değildir.» cümlesini te'vîl vacip olur.
Nevevî'nin beyânına
göre, bu husûsda beş kavil vardır:
1- Bu
cümlenin mânâsı: «Şerr ile sana kulluk edilmez.» demekdir. İmam Halîl b. Ahmed
ile Nadr b. Şümeyl, İshâk b. Râhûye, Yahya b. Maîn, Ebû Bekr b. Huzeyme, Ezherî
ve diğer bir takım ulemânın kavilleri budur.
2- Bu
cümlenin mânâsı: «Şerr yalnız başına Allah'a izafe edilemez» demekdir; meselâ
Ey maymunlarla hınzırların halikı! ve Ey Şerrin Rabbi denilemez.
3- Ma'nâ:
«Kötü şeyler sana arz olunamaz; sana ancak iyi sözler ve güzel ameller arz
olunur Yâ Rabbî!» demekdir.
4- Bu sözden
murâd: «Yâ Rabbî! Şerr sana nisbetle
şerr değildir. Çünkü sen, onu büyük bir hikmetle halk ettin. Şerr ancak mahlûklara nisbetle kötüdür.»
demekdir.
5- Hattâbî
'nin rivayetine göre bu söz «senden ma'dûd değildir.» manasınadır.
«Varlığım seninledir;
sonu da sana müntehî'dir.» yâni sana iltica ederim; muvaffakiyetim ancak
seninledir.
«Mübareksin...»
cümlesinin mânâsı, senaya lâyıksın; demekdir.
Bâzıları bunun:
«Hayır, senin yanında sabit oldu.» mânâsına geldiğini söylemişlerdir.
İbnü'I-Enbârî'ye göre: «Kullar seni tevKîd etmekle bereket kazandı.» demekdir.
«Göklerle yer dolusu
hamd» in ne demek olduğunu evvelce görmüş-dük.
«Yüzüm kendisini
yaratıp şekillendiren, gözünü ve kulağını yaradan Allah'ına secde etti.»
cümlesi, kulakları yüzden sayan Zührî'nin delilidir. Ulemâdan bir cemaata göre
kulaklar baş'dan sayılır. Bir takımları kulakların üst kısmını başdan, alt
kısmın yüzden saymış, bâzıları da kulakların ön kısmını yüzden, arka kısmını
baş'dan addetmişlerdir. Cumhûr'a göre kulaklar ne başdan ne de yüzdendir. Onlar
iki müstakil uzuv olup, müstakkillen su ile temizlenirler. Kulakları mesh etmek
sünnetdir.
«Halikların en
güzeli." terkibinden murâd; takdir edenlerin ve şekîl verenlerin en güzeli
demekdir.
«İlerleten sensin,
geriletn sensin!» dilediğini tâatma muvaffak kılarak ilerletir, dilediğini de
hikmetin iktizâsı bundan geri bırakırsın. Sen dilediğini aziz; dilediğini de
zelîl eylersin; mânâsına gelir.
Hadîs-i şerif iftitah
duasının müstehab olduğuna, rükû' ve sücûdde ve onlardan doğrulurken, keza
selâm vermezden önce dua okumanın müste-hak olduğuna delildir.
«Ben. müslümanlarm
birincisiyim.» sözünden murâd, bu ümmetin müslümanlarıdır.
203- (772)
Bize, EbÛ Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdullah b. Nümeyr
ile Ebû Muâviye rivayet ettiler. H.
Bize, Züheyr b. Harb
ile İshâk b. İbrahim hep birden Cerîr'den ve bu râvîlerin hepsi birden
A'meş'den naklen rivayet ettiler. H,
Bİze, îbni Nümeyr dahî
rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize A'meş, Sa'd b. Ubeyde'den, o da Müs-tevrid b. Ahnef [81]'den,
o da Saletü'bnü [82] Züfer'den, o da
Huzeyfe'-den naklen rivayet etti. Huzeyfe şöyle demiş:
«Bİr gece Peygamber
(Salîallahü Aleyhi ve SelJem) ile bîrlikde namaz kıldım. Bakara sûresine
başladı, ben (içimden) yüz âyeti tamamlayınca rükû' eder; dedim. Sonra devam
etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rek'ât-dâ okuyacak; dedim. O yine devam
etti. Ben bu sûre İle rükû'a varır; dedim. Sonra nisa' sûresine başladı. Onu
da okudu. Sonra Âl-i Imrân sûresine balşadı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor,
içinde tesbîh bulunan bir âyete gelince tesbîh ediyor; istek âyetine g^îince
İstiyor; teavvüz âyetine gelince (Allah'a) sığınıyordu. Sonra rökû'a gitti ve
«Büyük Allah'ımı tonzttı ederim.» demeye başladı. Resûlüllah (Sallalldhü Aleyhi
veSellem)'m rökû'u dahî kıyamı kadardı.
Sonra :
«Allah kendisine hamd
edenin hamdini işidir.» dedi. Sonra rttkû'tma yakın uzun bir müddet ayakta
durdu. Sonra secde etti. Ve:
«Ulu Allahımı tesbîh
eylerim.» dedi. Sücûdu dahi kıyamına yakındı.
Râvî der ki: «Cerîr'in
hadîsinde: (Allah kendisine hamd edenin hamdini kabul eder. Ey Rabbimiz! Hamd
sana mahsûsdur.. dedi) ziyâdesi vardır.»
204- (773)
Bize, Osman b. Ebî Şey be ile İshâk b. tbrâhîm ikisi birden Cerîr'den rivayet
ettiler. Osman dedi ki: Bize, Cerîr, A'meş'den, e da Ebû Vâil'den naklen
rivayet etti. Ebû Vâil şöyle demiş: Abdullah dedi ki: Ben Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde namaz kıldım. Kı-râatı o kadar
uzattı ki, ben bir edepsizlik yapmayı düşündüm.
— Ona ne yapmak istedin? dediler.
— Oturup onu (yalnız) bırakmayı düşündüm, dedi.
(...) Bize,
İsmaîl b. Halil [83] ile Süveyd b. Saîd,
Alîyü'bnü Müshir'-den, o da A'meş'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet
ettiler.
«Ben, içimden bütün
sûreyi bir rek'âtda okuyacak dedim...» cümlesindeki rek'âtdan murâd, namazdır.
Hz. Huzeyfe'nin içinden geçen de bu sûre ile iki rek'âthk bir namazı
kılmasıdır. Yâni o uzun sûreyi iki rek'âta böleceğini sanmışdır.
Nevevî bu te'vîli
zarurî görüyor. Cümlenin bundan sonraki kısmının ancak bu suretle düzeleceğini
söylüyor.
«Sonra devam etti.»
cümlesinden murâd sûrenin ekserisini okuması-dir. Hattâ kendisinde Sûre-i
Bakara'yi ilk rek'âtda okuyacak zannı
hâsıl olmuşdur. Fakat Resûl-i
Zîşân (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz Bakara sûresini bitirince
rükû' etmemiş; arkasından Sûre-i Nisa 'yi, onun arkasından sûre-i Âl-i Imrân'i
oku-muşdur.
Kaadı îyâz (476-544) :
«Bu hadîsde (Sûrelerin tertibi, müslü-manların içtihadı ile olmuşdur. Peygamber
(SaiiaUahü Aleyhi re Seîietn} 'den değildir. O, bu işi vefatından sonra
ümmetine birakmışdır.) diyenlere delîl vardır. İmam Mâ1ik1e cumhûr-u ulemânın
kavli de budur. Kaadî Ebû Bekr-i Bâkıllânî dahî bu kavli ihtiyar et-mişdir...»
diyor.
Kaadî îyâz bu babda
sözü hayli uzatmış; ve sûrelerin tertibi ümmetin içtihadı ile yapıldığını fakat
her sûredeki âyetlerin tertibi Allah tarafından bu gün görüldüğü şekilde
tevkîfî olduğunu söylemiş, bu husûs-da'ulemâ arasında hîlâf bulunmadığını;
ümmetin bu mes'eleyi Peygamberi (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'den. böylece
naklettiğini hildirmişdir.
Yine Kaadî 'nin
beyânına göre: «sûrelerin tertibi, tevkifidir. Onların yerlerini Peygamber
(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) bildirmişdir. Nete-kim Hz. Osman'in yazdırdığı
mushafla^da da bu tertibe riâyet edil-mişdir...» diyenler Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in buradaki namazında evvelâ Nisa' sonra Âl-i Imrân
sûresini okumasını tertip bildirilmezden önce olmuşdur; diye te'vü ederler.
Zâten Hz. (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)iybeyy'in mushafinda bu iki sûre,
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in okuduğu şekilde tertîb edilmişdir.
Ebû Vâi1 hadîsini
Buhârî «Kîtâbu't-Teheccüd» de; Tirmizî «Kitâbü's-Şemâil» de; îbni Mâce dahî
«Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Namazda oturarak
Peygamber (SallaV.ahü Aleyhi ve Sellemj'i yalnız başına ayakta bırakmak
isteyen Abdullah, Hz. îbni Mes'ûd'-dur.
Nafile namazı ayakta
durmaya kudreti varken oturarak kılmak caiz olduğu hâlde Hz. Abdullah b. Mes'ûd'un
buna edepsizlik demesi, Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) muhalefet etmiş
olaca-ğındandir.
1- Bâzıları
Hz. Huzeyfe hadisinde liesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in tesbîh
âyetini okuduğunda teşbih, istek âyetini okuduğunda dilekde bulunmasına
bakarak bu gibi şeylerin gerek namazda gerekse namaz dışında herkese müstehab
olduğunu söylemişlerdir. Şâfiî1er'in mezhebi budur. Onlara göre teşbih-, istek
ve teavvüz âyetleri okundukda imama, cemaata ve yalnız kılana teşbih ve
teavvüzde bulunmak müstehabdır.
2- Huzeyfe
(Radiyalİahû anh) hadîsi rükû' ve
secdelerde teşbihlerin müteaddid yapılmasının müstehad olduğuna delildir: îmam
A'zam ile Küfe ulemâsının, İmam Şafiî,
imam Ahmed b. Hanbel ve cumhur-u. ulemân 'in mezhepleri budur. İmam
Mâ1ik'e göre, müteaddid defa tesbîhde bulunmanın müstehab oluşu teayyün etmiş
değildir.
3- Ayni hadîs,
rükû'dan doğruldukda uzun zaman durmanın caiz olduğuna delîl gösterilmektedir.
Nevevî: «Ulemâmız bunun caiz
olmadığını, namazı bozacağını söylüyorlar.» demişdir
4- Ebû Vâil
hadîsi, büyüklerin huzurunda edep ve terbiyeye riâyetin lüzumuna
delildir. Büyüklerin yaptıkları veya söyledikleri haram olmamak şartı ile
onlara muhalefet etmemek gerekir. İmama uyan bir kimse, bir özürden dolayı
ayakta duramazsa kıldığı namaz farz bile olsa onu oturarak edâ edebilir. Hz.
İbni Mes'ûd'un nafile kıldığı hâlde oturmaması, Peygamher (SaliaV.ahü Aleyhi ve
Seliem)'in huzurunda edep ve terbiyeye riâyetindendir.
5- Farz
olmayan namazlarda dahî imama uymak caizdir.
6- Gece
namazını uzatmak müstehabdır. Fakat ulemâ bu meselede ihtilâf etmişlerdir.
Bâzılarına göre, rükû' ve secdelerin adedini çoğaltmak, kırâeti uzun tutmakdan
efdaldır. Delilleri M'üs1im'in rivayet ettiği Sevbân hadîsidir. Mezkûr hadîsde :
«Amellerin en
faziletlisi çok rükû, ve secde yapmakdır.» buyurulmuş-dur. Bundan mâda İbni
Mâce'nin rivayet ettiği Ubâdetü'-bnü's - Sâmit ve Kesîr b. Murra hadîsleri ve
Tahâvî'nin rivayet ettiği Ebû Zerr hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Bu hadîsi
İmam Ahmed ile Beyhakî dahî rivayet etmişlerse de Nesâî ile Zehebî onu zayıf
bulmuşlardır.
Yine Tahâvî 'nin
rivayet ettiği bir hadîse göre Abdullah b. Ömer (Radiyalİahû. anh) namaz kılan
bir genç görmüş. Genç namazı uzatmış, namazdan çıktıkdan sonra Hz. Abdullah:
— Bunu kim tanıyor? diye sormuş, orada bulunan
bir zât :
— Ben tanırım, deyince Abdullah
b. Ömer (Radiyallahû anh)
— Bu zâtı tanımış ofeam, ona rükû' ve sücûdu
uzatmasını emrederdim. Çünkü Ben, Resûlüllah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem)'i:
«Bir kul namaza kalktı
mı, günahları getirilerek başının ve omuzlarının üzerine konur da; her rükû' ve
secde ettikçe üzerinden dökülürler.» buyururken işittim... demiş. Bu
hadîsi Beyhakî dahî tahrîc etmişdir. Evzâî, bir rivayette
imam Şafiî, bir rivâyetde İmam Ahmed b. Hanbel ile Hanefîler 'den imam Muhammed
b. Hasen'in mezhepleri budur. Mezkûr kavil Hz. Abdullah b. Ömer'in de mezhebi
olduğu rivayet edilir.
Ulemâdan bir cemaatla,
Tâbiîn'in cumhuruna göre, nafile namazda kırâeti uzatmak, çok rükû' ve secde
etmekden efdaldır.
Mesrûk, İbrahim Nehaî,
Hasan-ı Basri, imam A'zam, imam Ebû Yûsuf, bir kavline göre imam Şafiî ve bir
rivâyetde imam Ahmed buna kaaildirler. Delilleri babımızın hadîsi ile Müslim'in
rivayet ettiği Câbir hadîsidir. Mezkûr hadîsde: «Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi
ve Sellem)'k hangi namazın efdal olduğu soruldukda: «Kunut'u uzun olandır.»
buyurdulaı ve bununla kıyamın uzunluğunu kasdettiler. denilmektedir.
205- (774)
Bize, Osman b. Ebî Şeybe ile Ishâk rivayet ettiler. Osman dedi ki: Bize Cerîr,
Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Abdullah'-dan naklen rivayet etti. Abdulah
şöyle demiş: Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem) 'in yanında, bir gece tâ
sabaha kadar uyuyan bir adamın Iâft edildi. Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve
Seîlem) :
«Bu, öyle bir adamdır
ki, şeytan onun kulaklarına.» yahut: «Kulağına bevl etmiştir,» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu't-Teheccüd», «Kitâbü Bed-i'1-Halk»
ve «Sifatü İblis» de;
Mesâi ile İbni Mâce dahî «Namaz» bahislerinde muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişlerdir.
Buhar î'nin
rivayetinde: «Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem) 'in yanında bir adamın
lâfı edildi de: O sabaha kadar uyur; namaza kalkmadan sabahlar: dediler. Bunun
üzerine Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Seîlem):
(Onun kulağına şeytan
bevl etmiş.) buyurdular.» denilmektedir.
Hadîsin zahirine
bakılırsa, o kimsenin kalkmadığı namazdan murâd, farz namazdır. Babımızın
rivayetinde Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)'m, kulaklarına mı yoksa
kulağına mı dediğinde râvî şekketmişdir
Şeytanın kulağa
bevletmesinden ne kasdedildiği ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre,
bu sözden hakikat mânâsı kasdedilmişdir.
Kurtubî: «Bu sözün
hakîkatma bir manî' yokdur. Çünkü hakikatini kasdetmek müstahîl değildir.
Şeytanın yiyip içtiği ve evlendiği sabit olnıuşdur. Binâenaleyh bevl etmesine
de bir mânı yokdur.» demişdir.
Hattâbî'ye göre, bu
cümle bir temsildir. Uyuyan kimsenin ağır ve derîn bir uykuya dalması ve
namazdan gafil kalması, kulağına bevl edilip de işitmez olan ve hissi fesada
uğrayan kimsenin hâline benzetil-mişdir. Maamâfih Hattâbî bu sözün hakikat
olabileceğine de ihtimâl vermiş: «Eğer murâd hakîkaten şeytanın bevli ise bu
da inkâr edilemez...» demişdir.
Tahâvî: «Bu söz
şeytanın o kimseye tehakkümünden ve o kimsenin şeytana râm olmasından
istiaredir.» diyor.
Bâzıları: «Bu söz
şeytanın, o kimse ile alay ve istihza etmesinden kinayedir. Çünkü bir şeyle
alay eden kimsenin, o şey'in üzerine bevl etmesi âdetdir. Onu son derece hakîr
gördüğü için adetâ bevl yeri olan hela yerinde kullanır.» derler.
İbni Kuteybe (213-276)
ye göre bevlden murâd, ifsâd etmek-dir. Araplar bevl kelimesini ifsâd etmekden
kinaye olarak kullanırlar. Ve: filân şey'ı hatırdı...» mânâsına «filan şey'in
üzerine bevl etti.» derler.
İmam Ahmed'in rivayet
ettiği Ebû Hüreyre tarîkmda râvîlerden Hasan-ı Basrî: «Vallahi şeytanın bevli
pek ağırdır.» demişdir.
Uyku mes'elesinde
gözün zikredilmesi daha münâsip olduğu hâlde, bu hadîsde kulağın zikredilmesi
Tıybi 'nin beyânına göre, uykunun ağırlığına işaret içindir. Çünkü intibah yeri
kulaklardır. Burada necasetlerden de bevlin zikredilmesi deliklere ve
damarlara kolayca akıp girdiği içindir. Bu suretle bütün âzâya bir tembellik
verir.
— (775)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize,
Leys, Ukayl'den, o da
Zührî'den, o da Alî b. Hüseyin'den, naklen rivayet etti. Ona da Alîyu'bnu Ebî
Tâlİb'den naklen Hüseyin b. Alîy rivayet etmiş ki, Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sel!em) bir gece kzi Fâtıme ile AH'-yî ziyarete gelmiş ve :
«Siz namaz
kılmıyormusunuz? diye sormuş (Alî demiş ki): Ben : — Yâ Resûlallah! Bizim
nefislerimiz ancak Allah'ın yed-i
kudretin-dedir. O, bizi uyandırmak isterse uyandırır, dedim. Ben, bunu
söyleyince ResûlülJah (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) çekildi gitti. Sonra dönüp giderken onun
dizlerine vurarak:
«Zâfen insan pek
münâkaşacı bir şeydir.» buyurduğunu işittim. Bu hadîsi Buhâri «Kitâbu't-Teheccüd»,
«Kitabü'I-t'tisâm», «Ki-tâbu't - Tevhîd» ve «Kitâfcu't-Tefsîr» de; Nesâî
dahî «Kitâbu's-Salât»
da muhtelif râvîlerden
tahrîc etmişlerdir.
«Taraka» : Geceleyin
geldi, demekdir. Hadîsin Buhârî'deki rivayetinde tesniye sîgasi ile «Siz ilciniz
namaz kılmazmısınız?» denilmiş; buradaki rivayetinde ise cemi' sîgası ile «Siz
namaz kılmazmısınız?» buyurul-muşdur. İki kişiye cemi' edatı ile hitâb etmek
caizdir. Yalnız bu itlaJun hakikat veya mecaz oluşu ihtilaflıdır. Ekseri
ulemâya göre itlak mecazîdir. Bâzıları hakikat olduğunu iddia etmişlerdir.
ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Selletn)'in namaza teşvikine mukabil Hz. Alî 'nin «Bizim nefislerimiz
ancak Allah'ın yed-i kudretindedir.»cevâbını vermesi
«Nefisler Öldüğü vakit
onları Allah fufar [84] âyet-i
kerimesinden iktibâsdır; diyenler olmuşdur. Fakat bu iddia söz götürür. Çünkü
iktibas âyeti Kelâmullah olduğunu bildirmeden, kendi sözü İmiş gibi
söylemek-dir. Bunda kaaide: alman âyet veya hadîsi yâ olduğu gibi yahut biraz
tasarruf yaparak zikretmekdir. Hâlbuki Hz. A1î'nin cevâbında âyet-i kerîmenin
değiştirilmiş veya değiştirilmemiş şekli yokdur. Olsa olsa AIî (Radiyallahû
anh) bu sözü ile mezkûr âyete işaret etmişdir; denilebilir.
Uyluklarına vurmak
teessüf ve acı duyma alâmetidir. Burada Kesû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Hz. Al î'nin derhâl verdiği cevâba şaştığı için böyle yapmışdır.
Bâzıları ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in: ^
«Zâfen insan pek
münâkaşacı bir şeydir.» sözünü Hz. A1î'nin özürünü kabul etmediğine hamletmiş
uyluklarına bunun için vurduğunu söylemişlerdir.
Bir takımları :
«bil'akis bu sözle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları mâzûr
görmüsdür.» demişlerdir.
1- Bazen
sükût cevap sayılır.
2- Bir şey'e
teessüf ederken dizlere veya uyluklara vurmak caizdir.
3- Hadîs-i
şerîfdeki insandan murâd yalnız kâfirler değil; bütün insanlardır.
4- Hadîs-i
şerîf Hz. Alî'nin menkıbesine delildir. Müslümanların hükümdarı nafile
ibâdetler için onlara şiddet ve baskı kullanamaz.
5- Uyuyan kimsenin
nefsini Allah-ü Zülcelâl yedi kudreti ile tut-muşdur.
6- Hadîs-i
şerîf gece namazına teşvik etmektedir.'
207- (776)
Bize, Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Amr dedi ki: Bize,
Süfyân b. Uyeyne, Ebû'z-Zinâd'dan, o da A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ulaştırmış olmak üzere rivayet etti.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlar:
«Sîzden biriniz
uyuduğu vakit şeytan, onun ensesi köküne üç düğüm vurur. Her bir düğümle birlikde
senin üzerine: Haydi gecen uzun ola!... diye vurur. O kimse uyanıp de Allah'ı
zikrettiği vakit bir düğüm çözülür; abdest alırsa iki düğüm; namaz kılarsa
bütün düğümler çözülür. Artık o kimse neşârlı ve gönlü rahat olarak sabahlar.
Aksi takdirde nefsi pis ve tenbel bir hâlde sabahı bulur.»
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tehecüd» de; Ebû Dâvûd dahi «Namaz» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Şeytan'ın düğüm
vurmasından murâd ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre,
insanı büyülemek mânâsında hakîkatdır. Sihir yapan bir kimse, sinirlediği
kimseyi nasıl yerinden kalkamaz bir hâle getirirse, şeytan da sihirlediği
insanın yerinden kalkmasına manî1 olur. Sihiri ekseriyetle kadınlar yapar.
Shirbaz kadın bir iplik alarak ona düğümler vurur; üzerine bir şeyler okur.
Sinirlenen kimse de bundan müteessir olur. Ne-tekim Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı
Kerîm 'inde bunu haber vermiş ve:
«Düğümler üzerine
üfüren üfürükçü kadınların şerrinden de Allah'a sığınırım; de! [85]»
buyurmuşdur.
Allah'ın inayetinden
mahrum olan kimseye sihir te'sîr eder, Nusret ve inayetine nail olana ise hiç
bir te'sîr icra edemez.
Diğer bâzı Hılemâya
göre şeytanın düğüm vurması mecazdır. Bunlar şeytanın uyuyan kimseye yaptığını
büyücünün büyülediği kimseye yaptığı fiîle benzetirler.
Bir takımları: «Düğümden
murâd, kalbin karar verip niyet etmesidir. Böyle olan bir kimse sanki şeytan
kendisine vesvese ilkaa ederek üzerinde uzun bir gece olduğunu bildirmiş gibi
gece namazı kılmakdan çekinir.» derler.
«En-Nihâye» sahibine
göre bu cümleden murâd, şeytanın insana uykuyu ağır bastırması ve uykusunu
uzatmasıdır. Bu suretle, sanki önüne bir sed çekmiş; üzerine düğüm vurmuş gibi
olur.
İbni Battal diyor ki:
«Resûlüllah (SallallabSi Aleyhi ve Setlem) düğümün mânâsını; Uzun bir geceyi
iltizâm et! demekle tefsir etmişdir. Her hâlde bu sözü şeytan, bir kimse
uyanmak istediği zaman söyler. Ben, bu hadîsi tefsir eden zevâtdan birinin: «Üç
düğümden murâd: Yeyip içmek ve uyumakdır.) dediğini gördüm, Görülmüyormu ki çok
yeyip içen çok uyur!» Bâzıları bu kavli ihtimâlden uzak görmüşlerdir. Çünkü
hadîs-de düğüm vurma işinin uyudukdan sonra yapıldığı bildirilmektedir.
Bir takımlarına göre
bu söz istiaredir. İnsanların akitlerinden âlin-mışdır. Bundan murâd akdin
kendisi değildir. Ancak insanlar yaptıkları akidlerle, başkasının tasarrufunu
menettikleri gibi, şeytânın misâli de böyledir. O da uyuyan kimseyi sevdiği
zikrullah'dan meneder.
Şeytandan murâd cins
de olabilir; iblis de. Yalnız İslîsle tefsire Aynî îtirâz etmiş ve ; «Geceleyin
uyuyanlar çokdur. îblîs onların her birine yetişemez. Meğer ki bendegânına
emrettiği için o iş ona nisbet olunsun!.. Bir de şeytanların azgınları
ramazanda bukağılanırlar. Bunların en büyüğü îblîsdir.» demişdir.
Haydi gecen uzun
ola!., diye vurur.» cümlesindeki vuruşdan maksad, elle vurmakdır. Bu cümle onun
yaptığı işi te'kîd için zikredilmişdir. Bâzıları : «Buradaki vuruşdan murâd,
uykusunu getirmekdir.» demişlerdir.
cümlesi nahiv
ulemâsının istılahınca ığrâdır. Bâzı nüshalarda bu cümle şeklinde rivayet
olunmuş-
dur. Bu takdirde cümle
mübtedâ ile haberden müteşekkil bir haber cümlesi olur. Ve «senin üzerindeki
gece uzundur.» mânâsına gelir. Bu söz mah-zûf bir fi'ilinin faili de olabilir.
Ve cümle:
«Senin üzerinde uzun
bir gece kaldı.» şeklinde takdir olunur. Kurtubî mânâ cihetinden cümlenin
mübtedâ ve haber sayılmasını daha kuvetli bulmuşdur.
Müs1im'in burada :
«Allah'ı zikrederse
bir düğüm çözülür; abdest alırsa İki düğüm çözülür; namaz kılarsa bütün
düğümler çözülür.» şeklindeki rivayeti bu bâb-daki muhtelif rivayetlerin sahih
olduğuna delildir. Filhakika hadîsin bâzı rivayetlerinde :
«Namaz kılarsa bütün
düğümler çözülür.» ibaresinin yerine «Namaz kılarsa bir düğüm çözülür.»
denilmişdir. O rivayetlerde şâir düğümler hakkında dahî «Bir düğüm çözülür.»
tâbiri kullandımşdir.
Bunların hepsi sahih
ise de üçüncü düğüm hakkında cemi' sîgası ile vârid olan «Bütün düğümler
çözülür.» rivayeti diğerlerinden evlâdır.
Namaz kılan kimsenin
sevinerek sabahlaması Allah Teâlâ, kendisini ibâdete muvaffak kıldığındandır.
Gönül rahatlığı ise Allah Teâlâ, kendisine bereket ihsan eylediği ve
kendisinden şeytanın düğümleri ırak olduğu içindir. Namaz kılmayanın nefsi pis
olarak sabahlaması ya âdet edindiği namazı bıraktığından yahut niyet ettiği
hayrı yapamadığın dan-dır.
Kirmanı ( --786) şöyle
diyor: «Malûmun olsun ki hadîsin sonundaki (aksi takdirde nefsi pis ve tenbel
olarak sabahlar.) cümlesinin muktezâsı: Bu üç şey'i yâni zikri, abdesti ve
namazı bir araya getirmeyen kimse nefsi pis ve tenbel olarak sabahiayanlar
zümresinde dâhildir, de-mekdir. Velev ki bâzısını yapmış olsun!» Bu te'vîle
göre cümle şöyle takdir olunur: «Eğer Allah'ı zikretmez; abdest almaz; namaz
da kılmazsa, nefsi pis ve tenbel olarak sabahlar.»
Gerçi Ebû Bekr ile Ebû
Hüreyre (Radiyallahû anhûma) 'nm vitr namazını gecenin evvelinde kılarak, bir
daha namaza kalkmazdıkları rivayet olunmuşdur. Fakat onlar bu hadisdeki
tenbeller zümresinden sayılamazlar; zira hadisdeki tenbelden murâd, hiç gece namazı
kılmadan uyuyan ve kalkmaya da niyeti olmayan kimselerdir. Gecenin evelinde
vitir namazını kildıkdan sonra âhirinde kalkmak niyeti ile yatanlar, bunlarda
dâhil değildir. Buna delil «Et-Tevdih- sahibinin gösterdiği şu hadîsdir :
«Gece namazı kılmayı
âdet edinen hiç bir kimse yokdur ki, uyku galebe çalarak, o namazı kılamadığı
vakit kendisine namazı kılmış gibi ecir yazılmasın. Onun uykusu da namaz
sayılır.» Bu hadîsi İbni Tin rivayet etmiştir. tbni.Hîbbân'ın «Sahîh» inde dahî
bir benzeri vardır.
Hadîs-i şerîfde,
şeytan düğümlerinin üç adedi ile takyîd buyurulması yâ te'kîd içindir;
yâ&ut düğümler ancak bu üç şey'le yânî zikir abdest ve namazla
çözüldüğündendir.
Bu hadîs:
«Hiç biriniz benim
nefsim habîsdir; demesin!» hadîsine muhalif sayılmaz. Çünkü o hadisde insanın
bu sözü kendisi için söylemesi yasak edilmişdir. Bu hadîsde ise başkasının
sıfatı haber verilmektedir.
1- Bu hadîs,
uykudan uyandıkdan sonra Alah'ı zikre teşvik etmektedir. Bu husûsda bir çok
meşhur zikir ve dualar vardır. Nevevî bunları «Kitâbü'l-Ezkâr» ında
toplamışdır.
Bir kimsenin fazilete
nail olmak için muayyen bir zikirde bulunması şart değildir. Lâkin me'sûr olan
duaları okumak efdaldir.
2- Yine bu
hadîs geceleyin uyandıkdan sonra abdest almaya ve az da olsa namaz kılmaya teşvik
etmektedir. KesûlüIIah (Salîaiîahü Aleyhi ve Seliem) 'in :
«Abdest aldırımı iki
düğüm çözülür» sözünün mânâsı, ikinci
düğüm çözülür; demekdir.
3- Zikir,
abdest ve namaz; şeytânı kovan şeylerdir. Kur'ân-ı Kerîm .okumak, zikirde
dâhildir. Fakat cünüp olan bir kimsenin abdest alması, şeytan düğümünü çözmeye
kâfî değildir. Şeytan'm düğümü ancak yıkanmakla çözülür. Hadîsde abdestin
zikredilmesi, ekseriyetle abdest lâzım geldiğindendir.
208- (777)
Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Yahya,
Ubeydulah'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana, Nâfi', İbni Ömer'den, o da
Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)''den naklen haber verdi ki :
«Namazlarınızın bir
kısmını evlerinizde kılın! Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!» buyurmuşlar.
209- (...)
Bize, Ibnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ab-dülvehhâb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Eyyûb, Nâfi'den, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi ki:
«Evlerinizde namaz
kılın; onları kabirlere çevirmeyin!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhar î, Ebû
Dâvûd ve İbni Mâce dahî «Kitâbu's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i şerîfde
zikredilen namazdan murâd, nafilelerdir.
Bâzıları «Namazınızın
bir kısmını...» ifâdesini zahiri üzere bırakmışlardır. Ancak bundan «farz
namazların bir kısmını da evde kılın.» mânâsını çıkarmamalıdır.
Kaadî İyâz: «Bu hadîs,
farz namaz hakkındadır. Mânâsı: Farz namazların bâzısını evlerinizde kılın ki,
mescide çıkamayan kadınlar, köleler, hastalar ve emsali size uysunlar
demekdir.» mutealâasını ileri sürenler bulunduğunu söylemiş; cumhura göre ise
hadîsin nafile namaz hakkında vârid olduğunu bildirmişdir. Zira bir hadîsde :
«Farz namazlar
müstesna olmak üzere kişinin en faziletli namazı, evinde kıldığı namazdır.» buyurulmuşdur.
Demek oluyor ki, bu
hadîse iki türlü mânâ verilmişdir. Birinci takdire göre, hadîsdeki «Min» edatı
ziyâdedir; Mânâ: Namazınızı evde kılın! demek olur. Namazdan murâd da,
nafilelerdir.
İkinci takdire göre.
hadîsdeki «min» edatı mutlak sûretde teb'îz mânâsmadır. Namazdan murad da,
mutlak olan namazdır; Mânâ: Namazlarınızdan bazılarını evlerinizde kılın!
demek olur. Buradaki mutlak namazdan murâd, yine nafiledir. Vâkıâ namaz mutlak
zikredildiği zaman hem farza hem nafileye şâmil olursa da, başka delillerden
farz namazlarjn mescidde kılınacağı anlaşıldığından buradaki namaz'ı, nafileye
hamletmek gerekir. Evde kılınmasına teşvik buyuruîan namaz, nafile namazlardır.
Çünkü öyle bir namazı evde kılmak, riyadan uzak ve sevabını kayıran sebeplerden
masundur. Bir de nafile namazın evde kılınması, o eve bereket, rahmet ve
meleklerin inmesine sebep olur; şeytanlar oradan kaçar. Binâenaleyh bu
hadîsden murâd: Nâfüe namazlarınızdan bâzılarını evlerinizde kılın! evlerinizi,
kabirler gibi namazdan hâli ve mehcûr bırakmayın! demek olur.
Ha tt âbî, hadîsin
zahirî mânâsını tercih ederek: «İhtimâl bu hadîsin mânâsı: Evlerinizi uyku
yeri yapmayın; demekdir. Zîrâ uyku, ölümün kardeşidir. İlâh...» şeklinde
mutâleada bulunmuşdur. Hâlbuki bu tevcihe lüzum yokdur. Çünkü hadîsde «Teşbîh-i
helîğ» vardır Yâni içinde namaz kılınmayan ev, kabire benzetilmiş ve mubâleğa
için teşbih edatı atılmışdır.
1- Hattâbî,
bu hadîsle istidlal ederek: «Kabristanda namaz kılmak caiz değildir.» demişdir.
Bu bâbda başka hadîsler de vardır,
2- Babımız
hadîsi hakkında ulemâ i!d kısm,:- ayrılmışlardır. Birincilere göre, bu hadîs
nâifle namazlar hakkına-, ârld olmuşdur.
Çünkü Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seüemj farz
namazları cemaatla kılmış;
şeriatta bu mes'ele böylece tekarrur etmişdir.
İkincilere göre hadîs,
farz namaz hakkında vârid olmuşdur. Onu evde kümakdan murâd, câmi'e
gidemiyenlerin cemâat sevabına ermesidir. Bu ciheti az yukarıda gördük.
Namazı evinde cemaatla
kılan kimse de, cemâat faziletine nail olur.
İbrahim Nehaî: «Bir
adam birine uyarak namaz kılsa, ikisi' cemâat teşkil etmiş olurlar. Onlara da
yirmibeş derece sevap vardır.» demişdir. Rivayete nazaran ulemâdan İshâk,
Ahrned b. Han-bel ve Alîyü'bn ü-'l-Medîn î, imam Ahmed'in evinde toplanmışlar,
o sırada ezan okunmuş; içlerinden biri: «Mescide gidelim.» demiş. İmam Ahmed. ona :
«Mescide gitmemiz,
cemâat teşkil etmek içindir. Biz burada da cemâatız!» cevâbını vermiş; bunun
üzerine ikaamet getirerek namazı evde
kılmışlar.
Ashâb-Kirâm 'dan bir
cemâat, mescidde nafile namaz kılmaz-larmış. Huzey f etü'bnü Yemân, Sâib b.
Yezîd, Rabî'b. Hasyem ve Süveyd b. Gafe1e (Radİyallahû anhûm) bunlardandır.
Ulamamız mezkûr zevatın yaptıklarına bakarak, farzlardan gayrı namazların evde
kılınması efdal olduğunu söylemişlerdir. Nafilelerin evde kılınmasının efdal
olduğuna delâlet eden bir çok hadîsler vardır. Bunları Ebû Dâvûd, İbni Mâce,
Tahâvî ve Taberânî gibi hadîs imamları tahrîc etmişlerdir. Yalnız ramazanda
terâvîh'in cemaatla mı yoksa yalnız mı kılınacağı mes'elesi ihtilaflıdır.
Bâzılarına göre terâvîh'i mescidde imamla kılmak, evde yalnız kılmak-dan
evlâdır.
Hanefîler 'den bir
cemaatla Şafiî 'lerden bir çoklarının mezhebi budur. Mezkûr kavil Hz. Ömer
(Radİyallahû anh) ile Tabiî n'-den
Muhammed b. Sîrîn'in ve Tâvûs'un mezhepleridir.
Tahâvî 'nin beyânına
göre, başkaları bu husûsda muhalefet ederek nafile namazları ve bu meyânda
terâvîh'i evde kılmanın efdal olduğunu söylemiş ve: «Kişinin evinde kıldığı
nafile namaz, imamla beraber kıldığı nafileden daha faziletlidir.» demişlerdir.
Bu kavil imam Mâ1ik'le Şafiî 'den, Rabîa, İbrâhîm, Hasan-ı Basrî, Esved ve Alkame 'den rivayet olunur.
210- (778)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet etti-ler. Dediler ki: Bize,
Ebû Muâviye, A'meş'den, o da Ebû Süfyân'dan, o da Câbir'den naklen rivayet
etti. Câbir şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) :
«Biriniz mescidinde
namazını bitirdimi, namazından evine de bir na-sîp bıraksın! Çünkü Allah, onun
namazından evinde bir hayır halk eder.» buyurdular.
«Çünkü Allah, onun
namazından evinde bir hayır halk eder.» cümlesinin mânâsı: o namaz sebebi ile
evine melekler gelir; şeytan oradan kaçar, evdekiler rahat ederler; demekdir.
Zîrâ babımız hadîsi ile emsali hadislerdeki hayır kelimesi hep bu mânâya
tefsir edilmişdir. Bittabi evde kılınacak namazdan murâd, nafilelerdir. Hattâ
bu hadis, bu husûs-da nassdır.
211- (779)
Bize, Abdullah b. Berrâd EI-Eş'arî ile Muhammedü'bnü'l-Alâ' rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize, Ebû Üsâme, Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan,
o da Peygamber (Scllallahü A leyhi ve Seüem)J den naklen rivayet etti.
Efendimiz :
«içersinde Allah zikir
edilen ev ile içinde Allah' zikredilmeyen evin misâli ölü ile diri
gibidir, buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârj
«Kitâbu'd-Deavât» da ayni râvîlerden tahrîc etmişdir.
Yalnız onun
rivayetinde Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Seîİem) 'in :
«Rabbini zikredenle
etmeyenin misâli, ölü ile diri gibidir.» buyurduğu bildirilmişdir.
Ayni hadîsi İsmâî1î
(277-371); İbni Hibbân ( -354) ve Ebû Avâne ( -316) dahî Müslim 'deki gibi
rivayet etmişlerdir.
Ev ; hayât ve ölümle
vasf edilemez. Bu vasıf onun sakinlerine âid-dir. Binâenaleyh ifâdede mahalli
zikir ile hâili irâde kabilinden «mecâz-ı mürsel» vardır.
Allah'ı zikreden kimse
ile ölü arasındaki benzerlik münâsebeti, insan sayılması ,fayda vermesi, yardım
etmesi v.s. gibi şeylerdir. Zikri terk edenle, ölü arasındaki benzerlik ise
zahirde her ikisinin de hareketderi muattal kalması bâtın en dahî butlaan üzere
bulunanlarıdır.
1- Hadîs-i
şerîf evde Allah Teâiâ'yı zikre teşvik ve evi hiç bir zaman zikirden 'hâlî
bulundurmamaya tenbîh etmektedir.
2- Bir şey'i
temsil suretiyle anlatmak caizdir.
3- Allah'a
ibâdet ve tâatda bulunarak, uzun zaman yaşamak fazîletdir. Gerçi ölen bir
mü'min de hayira intikaal etmiş sayılırsa da, yaşayan mü'min dahî günün
birinde ona iltihâk edeceği cihetle dünyâda fazla yaşayarak kazandığı fazla
sevaplarla onu geçer.
212- (780)
Bize, Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kûb (yâni İbni
Abdirrahmân El - Kaarî) Süheyl'den, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (SaÜallahü Aleyhi ve Selîem):
«Evlerinizi, kabirlere
çevirmeyin! Şüphesiz ki şeytan içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar.»
buyurmuşlar.
kelimesini Müs1im'in
bâzı râvîleri şeklinde zaptetmişlerdir. Mânâca bunların ikisi de bir ve
sahîhdir.
Bu hadîs sûre-i Bakara
demekde bir kerahet bulunmadığına delildir. Evvelce de beyân ettiğimiz vecihle
Selef 'den bâzıları «Sûre-i Bakara, sûre-i Nisâ gibi sûre isimlerini kerîh
görmüş; bunların yerine «İçinde Bakara zikredilen sûre, içinde Nisa zikredilen
sûre ilâh...» denilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak bu zevatın
beğenmedikleri isimleri bizzat Resûlüllah (SallaHa.hu Aleyhi ve Sellem)
Hazretleri söylemiş bulunduğu için kavillerine itibar eden olmamışdir.
213- (781)
Bize, Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdullah b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Ömer b. Ubeydillâh'ın âzâdlısı Salim Ebû'n-Nadr, Büsr b. Saîd'den, o da
Zeydü'bnü Sâbit'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve SeUenı) kendisine hurma
yaprağından yahut hasırdan bir hücrecik yaptı da çıkıp orada namaz kıldı.
Derken bir takım adamlar kendisini ta'kîp ettiler ve (oraya) gelerek onun namazına
uydular. Sonra bir gece gelip orada hazır oldular. Resûlüllah (SaUallahii
Aleyhi ve Sellem) ağır davranarak yanlarına çıkmadı. Bunun üzerine onlar
seslerini yükselttiler; ve kapıyı taşladılar. Derken Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) öfkeli bir hâlde onların yanma çıktı ve kendilerine şunu
söyledi:
«Yaptığınız şey'e o
kadar devam ettiniz ki, bunun size farz olacağından korktum. Binâenaleyh siz,
bu namazı evlerinizde kılmalısınız. Çünkü yalnız farz namaz müstesna; kişinin
en hayırlı namazı evinde kıldığı namazdır.»
214- (...)
Bana, Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Behz rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Mûsâ b. Ukbe rivayet
etti. Dedi ki: Ebû'n-Nadr'ı, Büsr b. Saîd'den, o da Zeydü'bnü Sâbit'den naklen
rivayet ederken dinledim ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde
hasırdan bir odacık yapmşı da, orada birkaç gece namaz kılmış. Nihayet halk
başına toplanmış...
Râvî yukarki hadîsin benzeri
şekilde rivayet etmiş. Yalnız burada :
«Size farz kılınmış
olsa, onu yapamazdınız.» demiştir.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'I-Ezân» ile «Kitâbü'l İ'tisâm» da; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî
«Kitâbu's-Selât» da muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir. Tirmizî son kısmını
rivayet ettikden sonra: «Bu bâbda Ömeru'bnü'l-HatUb ile Câbir, Ebû Saîd, Ebû
Hüreyre, İbni Ömer. Âişe, Abdullah b. Sa'd ve Zeydü'bnü Hâlid'-den dahî
rivayetler vardır.» demişdir.
1-Ömeru'bnü'l-Hattâb
hadîsini İbni Mâce şu lâfızlarla rivayet etmişidr : «Ömer dedi ki: Resûlüllah (SaUallahii
Aleyhi ve Sellem)'e
(namaz) sordum; Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Seiiem) : «Kişinin evindeki namazı bir nurdur. Öyle
ise siz evlerinizi nûrlandı-nnl buyurdular.» Yalnız bu hadîsde inkıta' vardır.
2- Câbir
hadîsini Müslim rivayet etmişdir. Mezkûr hadîs babımızda
(210) numara ile rivayet edihnişdir.
3- Ebû Saîd
hadîsini İbni Mâce rivayet etmişdir. Bu hadîsin lâfzı hemen
hemen Câbir hadîsi gibidir.
4- Ebû
Hüreyre hadîsini Müslim ile Nesâî
tahrîc etmişlerdir. Müslim; bu hadîsi babımızda
(212) sıra numarası ile rivayet etmişdir.
5- İbni
Ömer hadîsini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd
ve İbni
Mâce rivayet etmişlerdir.
6- Âişe
hadîsini İmam Ahmed b. Hanbel tahrîc etmişdir. Bu hadîsde: «Resûlüllah
(SaUallahü Aleyhi ve Seîlem):
Evlerinizde namaz
kılın, onları üzerlerinize kabir yapmayın!buyururdu.» denilmektedir..
7- Abdullah
b. Sa'd hadîsini Tirmizî ile İbni Mâce tahrîc etmişlerdir. Mezkûr hadîsde Hz.
Abdullah şöyle demişdir: «Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'e : Namazı
evimde kılmak mı yoksa mescidde
kılmak mı daha faziletlidir? diye sordum; şu cevâbı verdiler:
«Benim evimi
görmüyormusun? mescide ne kadar yakındır, öyle iken evimde kılmam, mescidde
kılmakdan benim için daha iyidir. Yalnız farz namaz olursa, o başka!»
8- Zeydü'bnü
Hâlid hadîsini imam Ahmed, Bezzâr ve Taberânî
rivayet etmişlerdir. Bu hadîsde dahî:
«Evlerinizde namaz
kılın! Onları kabir'e çevirmeyin!»buyurulmuşdur.
Tirmizî'nin
söylediklerinden maada bu bâbda Hasanü'bnü Alîy ile Suheyb b. Nu'mân
hazerâtmdan dahî hadîsler rivayet edilmişdir.
9- Hasan
hadîsini Ebû Yala
tahrîc etmişdir. Bu hadîs aynen
Zeydü'bnü Hâlid rivayeti gibidir.
10- Suhayb
b. Nu'mân hadîsini Taberânî «Mu'cem-i Kebîr» inde tahrîc etmişdir. Bu
hadîsde :
«Kişinin evinde
kıldığı namazının, âlemin gördüğü yerde kıldığı namaz üzerine fazileti, farz
namazın nafile üzerine olan fazileti gibidir.» buyurulmaktadır.
Zeydü'bnü Sabit
hadîsinin Buhârî 'deki rivayetinde Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
kendisine hasırdan hücre yaparak kıldığı, namazın ramazan gecelerinde
kılındığı kaydedilmektedir.
Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Seliem) ashabına buradaki Tİvâyetde : «Yaptığınız şey'e o kadar devam
ettiniz ki, bunun size farz olacağından korktum.», Buhar î'nin rivayetinde: «Yaptıklarınızı gördüm;
biliyorum.»
buyurmuşdur. Bu söz yalnız ashabın namaz için toplanmalarına değil; fazla
gürültü kaldırmalarına, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seliem) uyumuşdur
zannı ile tesbîh etmelerine hattâ bâzılarının onu uyandırmak maksadı ile
kapısını taşlamalarına karşı söylenmişdir.
«Zîra kişinin en
hayırlı namazı, evinde kıldığıdır...»
ifâdesi zahiri î-tibârı ile bütün nafilelere şâmildir.
1- Nafile
namazı, evde kılmak, mescidde kılmakdan efdaldir. İsterse mescid başkalarına nisbetle sevabı
kat kat fazla olan mescidlerden olsun. Ebû Dâvûd 'un bir rivayetinde bu cihet
tasrîh edilmişdir. Şu hâlde bir kimse
Mesci i-i Nebevi'de kıldığı bir nafile namaz mukaabilinde bin sevap
kazanacaksa, ayni namazı evinde kıldığı takdirde binden daha fazla sevap
kazanacakdır. Kabe ile Kudüs 'deki Beyt-i
Makdis'in hükümleri dahî budur. Yalnız
Mekke 'nin her yeri bu katlama hükmünde müsavidir. Nevevî'nin sahih olarak
kabul ettiği kavle göre sevabın katlanması, haremin her yerinde birdir. Yalnız
Nevevî babımız hadîsinin umûmundan bir takım nafile namazları istisna etmişdir
ki, bunları evde kılmamak daha faziletlidir. Bayram namazları ile istiskaa ve
küsûf namazları bu cümledendir. Şâfıîler
mezkûr namazlara:Tahiyyetü'l -Mescid ile iki rek'ât tavaf namazını, iki
rek'ât ihram namazını, cum'a gününde zevalden önce ve sonra kılman nafile
namazları ilâve etmişlerdir.
2- Hadîs-i
şerîf, gece olsun gündüz olsun bütün nafile namazların mescidde kılınmasını
müstahab sayanlar aleyhine delîl olduğu gibi yalnız gündüz namazlarını mescidde
müstahab görenler aleyhine 'ie delildir.
Kaadî İyâz, Selefden
bir cemâatin bütün nafile namazların mescidde kılınması efdal olduğunu
söylediklerini, Süfyân-ı Sevri ile İmam ve Mâ1ik'in de gündüz nafilelerinin
mescidde kılınmasına ta-rafdâr olduklarını rivayet etmişdir.
Hadîs~i şerîf, Buhârî
'nin rivâyetindeki ramazan kaydı ile terâ-vîh'in esâs itibârı ile sübûtuna
delildir. Zîra bir kaç geckıldikdan sonra farz olur endîşesi ile terk ettiği
namaz lamaazn gecelerindeki terâvîh'dir.
Ulemâ terâvih'in
sünnet olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları: «Teravih sünnet, fakat
onu cemaatla edâ etmek müstehabdır.» demişlerdir. İmam Hasen b. Ziyâd 'in, Ebû
Hanîfe 'den rivayetine göre, terâvîh sünnetdir; terki caiz değildir.
«Cevâmiu'l-Fıkıh» nâm eserde: «Terâvîh sünnet-i müekkededir; onu cemaatla
kılmak vâcip-dir.» denilmektedir.
Bâzı rivayetlerde,
terâvîh'i cemaatla kılmanın fazilet; diğer bir takım rivayetlerde de cemâatin
sünnet-i kifâye olduğu bildirilmişdir.
Rek'ât sayısına
gelince: Hanef îler'le Şâfiîler'e ve Hanbelîler'e göre terâvîh yirmi rek'âtdır.
Kaadî İyâz, bunu cumhurun kavli olmak üzere nakletmişdir.
Ulemâdan Esved b.
Yezîd terâvîh'i kırk rek'ât olarak kılar; yedi rek'âtla da vitir yaparmış.
İmam Mâlik'e göre
terâvîh dörder rek'âtda bir selâm vermek üzere otuzaltı rek'ât olarak kılınır.
Vitr namazı bunda dâhil değildir. De-lîli
Medine 'Hlerin amelidir.
«Terâvîh yirmi
rek'âtdır» diyenlerin delili Beyhakî'nin sahîh bir is-nâdla Sâib b. Yezîd
(Radiyalîahû anh) 'dan rivayet ettiği hadîs-dir. Mezkûr hadîsde ashâb-ı
kiramın, Ömer, Osman ve Aliy (Radiyalîahû anhûm) hazerâtı zamanında terâvîh'i
hep yirmişer rek'ât üzerinden kıldıkları bildiriliyor. Gerçi İmam Mâ1ik'in
«El-Muvatta» nâm eserinde Yezîdü'bnü Rûmân 'dan rivayet ettiği bir hadîsde,
Hz. Ömer devrinde ramazanda terâvîh'in yirmiüç rek'ât olarak kılmırdığı
rivayet olunmuşsa da Beyhakî bunun üç rek'âtmın vitir namazı olduğunu
söylemişdir. Bir de râvî Yezîd, Hz. Ömer'e yetişmemişdir. Binâenaleyh hadîs
munkatı'dır.
3- Cemaata
manî olmamak şartı ile mescidde hasırdan hücre yapmak caizdir. Çünkü bu şekil
hareket, önünden geçilmesini ve
başkaları tarafından namazın huşû'una manî olunmasını önler. Ancak Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işi
daimî sûretde yapmamişdır. Bundan sonraki rivayette görüleceği vecihle, geceleyin
hasırdan kendisine hücre yapar, gündüzün hasırı mescide yayarmış. Bir zaman
sonra bu işden ta-mâmiyle vazgeçmiş. Ve nafileleri evinde kılmağa başlamıştır.
4- Hadîs-i
şerîf nafile namazın mescidde kılınablieceğine delildir.
5- Nafile
namazlarda cemâat olmak ve İmam olmağa niyet etmeyen kimseye uymak caizdir.
215- (782)
Bize, Muhammedü'bnü'i-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ahdülvehhâb (yâni
Sekafî) rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ubey-dullah, Saîd b. Ebî Saîd'den, o da
Ebû Seleme'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti ki, Âişe şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir hasırı vardı. Onu geceleyin
kendine hücre yapar da, içinde namaz kılardı. Gündüzün ise (yere) yayardı.
Derken cemâatda onun namazına uymaya başladılar. Ve bir gece toplandılar. Bunun
üzerine Kesûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ey cemâat! Siz
gücünüzün yeteceği İşlere bakın! Çünkü siz usanma-dikça Allah usan (mı
muamelesi yap) maz. Allah' indinde amellerin en makbulü az da olsa devam üzre
yapılanıdır.» buyurdular.
Râvî diyor ki: «Âl-i
Muhammed (SallaUahü Aleyhi ve Sel'enı) bir şey yaptilarmı, artık ona devam
ederlerdi.»
216- (...)
Bize» Muhammedü'bnü'î-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki): Bize, Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Şu'be, Sa'd b. îbrâhîm'den rivayet etti. O da
batası Ebû Seleme'yi Âişe'den naklen rivayet ederken dinlemiş ki, Resûlüllah
(SallaVahii Aleyhi ve Sellem)'e :
«Allah indinde
amellerin en makbul
olanı hangisidir?» diye
soruS-
«Az bile olsa devamlı
olanıdır.» buyurmuşlar.
217- (783)
Bize, Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet etti. ler. Züheyr dedi ki:
Bize, Cerîr, Mansûr'dan, o da İbrahim'den, o da Âlka-me'den naklen rivayet
etti. Âlkanıe şöyle demiş: «Ümmü'l-Mü'minîn Âişe'-ye sordum; dedim ki: Yâ
tİmme'l-Mü'nıinin Resûlüllah (SaltaUahü Alevli! ve Sellem) 'İn ibâdet işi
nasıldı? Günlerden birine tahsis ettiği bir şey olur-muydu?» Âişe, şu cevâbı
verdi:
«Hayır! Onun ameli
devamlıydı. Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in kaadir olduğu şey'e
sizin hanginiz taakat getirebilir ki!»
218- (...)
Bize, İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki).: Bize babam rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize, Sa'd b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana, Kaa-sim b. Muhammed,
Âişe'de naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş: Resûlülla (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) :
«Allah Teâlâ'ya
amellerin en makbulü, az da olsa en devâmlısıdır.» buyurdular.
Râvî: «Âişe bir ameli
işlediği vakit ona devam ederdi.» demişdir.
Bu babın rivayetleri
hep Âişe (RadiyallahO anha) darıdır. Birinci rivâ-yetde, Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem') 'in :
«Siz usanmadıkça Allah
da usanmaz.» buyurduğu göze çarpmaktadır.
Usanmak : Bıkmak,
manasınadır. Bu mânâ Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Şu halde hadîsi te'vîl
icâb eder. Filhakika ulemânın muhakkıklan bu cümleyi te'vîl etmiş ve: «Allah
size usanıp bıkan kimse muamelesi yapmaz. Binâenaleyh sizden sevap ve
mükâfatını kesmez. Meğer ki siz yapmakda olduğunuz hayırlı amellerden vazgeçmiş
olasınız!» demişlerdir.
Bâzılarına göre bu
cümlenin mânâsı; «Siz bıkarsanız Allah bıkmaz.» demekdir. İbni Kuteybe ile
diğer bir takım ulemâ bu mânâya kaail olmuşlardır.
Al-i Muhammed'den
murâd : Ehl-i Beyt'i, zevceleri, yakınları ve onunla hususiyeti olan zevâtdır.
1- Hadîs-i
şerif, muhtelif rivayetleri ile ibâdetde iktisâd gerektiğine delildir. Ve
yalnız namaz mahsûs değil, bütün hayırlı amellere şâmildir. İbâdetde iktisâd,
devam edebileceğini yapmakdır. Netekim Resûlüllah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem)
'in :
«Ey cemâat! Siz taakat
getirebileceğiniz işlere balcın!» buyurması da bunu gösterir. Taakatdan murâd,
zarar gelmemek şartıyla devamdır.
2- Hadîs-i
şerif, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine karşı beslediği
kemâl-i şefkat ve merhamete delildir. Çünkü ümmetini onların en ziyâde işine
yarayan amellere yâni elemsiz kedersiz devam edebilecekleri ibâdetlere irşâd
buyurmuşdur. Böyle ibâdetleri ise kalp daha büyük bir neşât ve inşirahla yapar,
ibâdet de tam olur. Meşakkatli ibâdetleri yapmak böyle değildir. Onlar dâima
bırakılmağa yahut güç hâlle; isteksiz yapılmağa mâruzdurlar. Bu şekilde yapılan
ibâdetin ise bir çok hayır ve sevabı zayi' olur. Bundan dolayıdır ki Hz.
Abdullah b. Amr (Radiyallahû anh) vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine
ibâdeti hafif tutması hususunda vermiş olduğu ruhsatı kullanmadığı için âhır
ömründe pişmanlık duymuşdur.
3- Hadîs-i
şerîf ibâdete devamı teşvik etmektedir. Ve anlaşılıyor ki dâimi sûretde yapılan
az ibâdet, bir müddet sonra kesilen çok ibâdetden daha hayırlıdır. Çünkü daimî
sûretde yapılan ibâdet, az bile olsa Allah'a tâat, zikir, murakabe, niyet ve
ihlâsı devam ettiriyor demekdir. Bu devam sayesinde az amel devam etmeyen çok
ameli kat kat geçer.
219- (784)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Uleyye rivayet
etti. H.
Bana, Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, İsmail, Abdü-lazîz b. Suhayb'den, o da
Enes'den naklen rivayet etti. Enes şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Seltem) mescide girdi, (mescidde) iki direk arasına bir ip gerilmişdi.
«Bu ne?» diye sordu;
Ashâb :
— Zeyneb'indir!
(burada) namaz kılar; yorulduğu yahut gevşeklik hissettiği zaman buna tutunur.,
dediler. Resûlüllah (Sallallahü A \eyhi ve Seiîemj:
«Çözün onu!. Sizden
biriniz zinde olduğu müddetçe namazını kılsın! Yorulduğu veya gevşediği zaman
oturur...» buyurdu. Züheyr'iıı rivayetinde «Otursun!» kaydı vardır.
(...) Bize,
bu hadîsi Şeytân b. Ferrûh dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdülvâris,
Abdülâzız'den, o da Enes'den, o da Peygamber (SallaVahü Aleyhi ve Selle m) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Teheccûd» de; Nesâî ile İbni Mâce dahî «KitâWs-SaIât» da tahrîc
etmişlerdir.
Buhârîdeki
rivayetinde: «Peygamber (SalloVahü Aleyhi ve Sellem) mescide girdi. Bir de
baktı ki, iki direğin arasına bir ip gerilmiş: Bu ip ne oluyor? dedi; Ashâb:
Zeyneb'in ip'idir. Gevşeklik geldiği zaman buna tutunur dediler. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
Hayır! Siz onu çözün!
Biriniz neşâtlı olduğu müddetçe namaz kılsın! gevşedi mi otursun! Buyurdu.»
denilmektedir.
İki direk arasına ip
geıerek, namazda yorulduğu zaman ondan tutunarak kalkan kadın Ümmü'l-Mü'minîn
Zeyneb bin ti Cahş (Radiyallahû anh) dır. Hatîb «Mübhemât» ında onu böyle
tefsir etmiş; Kirmânî (
-786) dahî bu husûsda ona tabî olmuşdur.
İbni Ebî Şeybe gerek
«Müsned» inde gerekse «Kusanne» inde Zeyneb'i mücered olarak rivayet etmiş; kim
olduğunu bildirmemişdir.
Ebû Dâvûd, bu hadîsi
iki tarîkden rivayet etmişdir. Bunların birinde yalnız Zeyneb ismi geçmiş;
diğerinde «Zey neb yerine Hamne binti Canş » denilmişdir. Hamne binti Cahş,
Ümmü'l-Mü'minîn Zeyneb binti Cahş'ın kız kardeşidir. İmam Ahmed b. Hanbel'in, Hammâd
tarîki ile Hz. Enes'den tahrîc ettiği rivâyetde dahî Zeyneb yerine Hamnebinti
Cahş zikredilmişdir, Ayni hadîsin şâzz bir rivayetinde Zeyneb yerine Meymûne
binti Haris; denildiği görülmektedir. Bu ihtilâflara bakarak Hz. İmam vak'anın
müteaddid defalar cereyan etmiş olabileceğine işaretle: «Hâdisenin müteaddid
defalar vuku bulmuş olmasına bir mâni yokdur.» demişdir.
1- Hadîs-i
şerîf ibâdette iktisâda yâni orta hâlde bulunmaya teşvîk etmekdedir.
2- Namaz
kılarken yorulan bir kimse yorgunluğu gidinceye kadar dinlenmelidir.
3- İmkân
bulunduğu takdirde bir kötülüğü elle defetmek gerekir.
4- Kadınlar
mescidde nafile kılabilirler. Çünkü Hz. Zeyneb mescidde nâfiîe kılıyordu. Resûlülîah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
kendisine bu bâbda bir şey dememiştir.
5- Namaz
kılarken ipe tutunmak mekrûhdur.
6- Bütün
gece namaz kılmak cumhûr-ü ulemâya göre mekrûhdur. Selef 'den bir cemaata göre
ise bunda beis yokdur. Sabah namazına kalkabilmek şartı ile bütün gece nafile
namaz kılmayı imam Mâ1ik'in dahî tecviz ettiği rivayet olunur.
230- (785) Bana, Harmeletü'bnü Yahya ile Muhammedü'bnü
Sele-mete'I - Muradı rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, İbni Vehb, Yûnus'dan,
«da İbni Şihâb'dan naklen rivayet etti. İbni Şihâb: Bana, Urvetü'bnü'z -Zübeyr
haber verdi, ona da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) 'in zevcesi Âişe
haber vermiş ki, Havla' bintü Tüveyt b. Habîb b. Esed b. Ab-di'1-Uzzâ', Âişe'ye
uğramış. Âişe'nhı yanında Resûlüllah (Sallallahü Alevhi ve Sellem)
bulunuyormuş. Âişe demiş ki: «Ben: Bu kadın Havla' binti Tûveyt'dir. Geceleyin
uyumadığını söylerler; dedim.» Bunun üzerine Resûlüîlah
«Geceleyin uyumuyor
ha! Siz taakat getirebileceğiniz işleri yapın! Val-iahi siz bıkmadikça Allah da
bıkma (muamelesi yapmaz)» buyurdular.
221- (...)
Bize, EbÛ Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Ebû Üsânıe, Hişânı b. TJrve'den rivayet etti. H.
Bana, Züheyr b. Harb
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. {Dedi ki) : Bize, Yahya b. Saîd, Hişâm'dan
naklen rivayet etti. Demiş ki: Bana, babam, Âişe'den naklen haber verdi. Âişe
şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyh' ve Sellem} yanıma girdi. Benim
yanımda bir kadın vardı. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Bu kadın
kimdir?» diye sordu, Ben:
— Uyumayan (daimî
sûretde) namaz kılan bir kadın! dedim.
«Sİz îaakaî
getirebileceğiniz işleri yapın! Vallahi siz usanmadıkça Aî-lah usanma
(muamelesi yapmaz}.» buyurdular.
Âişe demiş ki:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'in en sevdiği ibâdet sahibinin devam
üzere yaptığı ibâdet idi.»
Ebû Üsâme hadîsinde, o
kadının Benî Esed kabilesinden olduğu zik-redilmişdİr.
Bu hadîsi Buharı
«Kitabü'1-İman» ile «Kitabü's-Salât» da; Imam Mâlik «El-Muvatta» da; Nesâî dahi
«Kitâbü'1-İman» ile «Kitabü's-Salât» da tahrîc etmişlerdir.
Rivayetlerin bâzısında
Hz. Âişe 'nin yanında bir kadın bulunduğu. diğerlerinde ise Havla1 isminde bir
kadın olduğu zikredilmişdir. Binâenaleyh vak'anm br olması da, müteaddid
olması da ihtimâl dâhilİndedir. Zahire bakılırsa kıssa yalnız Havla'
vak'asından ibâretdir. Rivayete nazaran Hz. Havla1 muhacirlerden olup pek
dindar ve sâ-liha bir kadınmış.
Hadîsdeki dîn'den
murâd: tâatdır.
Bu hadîsde muhâtab
kadınlar olduğu hâlde, kendilerine erkeklere mahsûs olan cemi' sığası ile :
«Siz tâakat
getirebileceğiniz işlere bakın!» buyurulmuşdur. Bunun sebebi hükmün bütün
ümmete teşmil edilmesi istenmesidir. Onu/, için de tağlîb tarîki ile müzekker
sîgası kullanümışdır.
Usanmak ve bıkmak gibi
kelimelerin hakîkatlârı Allah Teâlâ'ya nis-betle muhaldir. Binâenaleyh bu gibi
kelimelerin te'vîl edildiklerini az yukarıda görmüşdük. Böyle kelimelerin bu
gibi yerlerde zikredilmeleri mu-şâkele ve îzdivâc tarîki iledir. Yâni lâfızlar
biribirine uysa da, mânâları başKa başkadır.
1-
Konuşurken mecazî kelimeler kullanmak caizdir. Netekim Allah Tfeâlâ hakkında
bile mecaz kullanümışdır.
2- Bir şey'i
büyütmek, bir tâata teşvik veya bir mâsiyetden sakındırmak gibi fâidelerden
dolayı istenmeden yemîn etmek caizdir.
3- Devam
üzere yapılan ibâdet ve tâat az bile olsa devamı olmıyan çok ibâdetden daha
makbuldür.
4- Hadîs-i
şerîf, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'in ümmetine karşı beslediği
sonsuz şefkat ve merhametin şahididir.
5- Bütün
gece namaz kılmak mekrûhdur. Yalnız selefden bir cemaata göre caizdir. İmam Mâlik bunu bir defa kerîh görmüş; başka
defa sabah namazına zararı olmamak şartı ile cevaz vermişdir.
222- (786)
Bize, Ebû b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdullah b. Nümeyr
rivayet etti. H.
Bize, İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, babam rivayet etti. H.
Bize, Ebû Küreyb dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Ûsâme rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi
Hişâm b. Urve'den rivayet etmişlerdir. H.
Bize, Kuteybetü'bnü
Saîd dahî rivayet etti. Lâfız onundur. Kuteybe, Mâlik b. Enes'den, o da Hişâm
b. Urve'den, o da babasından, o da Âişe'-den naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Biriniz namazda
uyukİarsa, uykusu dağılıncaya kadar yatıversin! Zira uyukluyarak namaz kılarsa
belki istiğfar edeyim derken, kendine söver.» buyurmuşlar.
223- Bize,
Muhammedü'bnü Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ab-durrazzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize, Ma'mer, Hemmâm fo. Münebbih'-den rivayet etti. Hemmâm: «Ebû
Hüreyre'nin, Allah'ın Resulü Muham-
med (Sallallahü Aleyhi
ve Selle m) 'den rivayet ettikleri şunlardır...» diyerek bir takım hadîsler
zikretmiş. Ezcümle: ResûlülJah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz geceleyin
namaza kalkar da Kur'ân diline dolaşır ve ne dediğini bilemezse, hemen
yatsın!» buyurdular; demiş.
Bu iki hadîs, namazda
uyuklayanlar hakkındadır.
Âişe (Radiyallahû
anha) hadîsini Buhârî «Kitâbü'I-Vudû» da; Ebû
Dâvûd dahî «Kitâbu's-Salât» da
tahrîc etmişlerdir.
Bu hadîsdeki
istiğfardan murâd, Kaadı İyâz'a göre duadır.
Bâzıları istiğfarı
kendi mânâsında alıp, istiğfar etmeyi diler; şeklinde te'vîlde bulunmuşlardır.
Kendine sövmekden
murâd da, kendi aleyhine duâ etmesidir.
1- Bir
kimseye namazda iken uygu galebe çalarsa, namazı bozması îcab eder. Çünkü o
hâlde abdesti bozulur.
2- Uyuklama
galebe çalma derecesine varmazsa şer'an affedilmiş-dir; abdesti de bozmaz.
Ulemâ az uykunun abdesti bozmadığında müttefikdirler. Bu bâbda yalnız Müzeni
muhalefet etmiş ve: «Uykunun azı da; çoğu da abdesti bozar» demişdir.
3- Âişe
hadîsi ihtiyatla amel etmeye delildir.
4- Namazda
dualar muayyen değildir.
5- Bu
hadîsler namazda huşu' ve her ibâdetle huzûr-u kalp ile bulunmaya teşvik
etmektedirler.
6- Uyuklayan
kimseye, uyuması yahut başka bir şey'le uykuyu gidermesi emrolunmuşdur. Bu
emir farz ve nafile, gece ve gündüz kılman bütün namazlara şâmildir.
Cumhûr-u ulemâ ile Şâfi'î1er'in mezhebi de budur.
Kaadı İyâz'm beyânına
göre İmam Mâlik ile ulemâdan bir cemâat, hadîsde zikri geçen namazı, gece
kılman nafile; mânâsına almışlardır.
224- (788)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize,
Ebû Ûsâme, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'-den naklen rivayet etti ki,
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin Kur'ân okuyan bir zât
işitmiş de :
«Allah, ona rahmet
buyursun! Gerçekten bana filân ve filân âyetleri hatırlattı. Ben, onları filân
ve filân sûrelerden ıskaat etmişdim.» buyurmuş.
225- (...)
Bize, İbni Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abde ile Muâviye, Hişâm'dan,
o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet ettiler. Âişe şöyle demiş:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mescidde bir zâtın Kur'ân okuyuşunu
dinler de :
«Allah, ona rahmet
buyursun! Gerçekten bana unutturulduğum bir âyeti hatırlattı.» derdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân» in bir kaç yerinde tahrîc etmişdir.
Anlaşılıyor ki
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lihîkmetin bâzı âyetleri unutmuş;
bunları mescidde Kur'ân okuyan bir zâtdan işidince hatırlamış. Ancak unutulan
âyetlerin neler olduğu ve sayılan bildirilme-mişdir. Buhârî 'nin bir
rivayetinden Kur'ân okuyan zâtın Abbâd b. Bişr olduğu, başka bir rivayetinden
üç Abdullah b. Yezîd El-Ensârî olduğu anlaşılıyor. Bu rivayetlere bakarak bazıları
kıssanın iki defa geçtiğine ihtimâl vermişlerdir.
Bâzıları bu hadîsden
fıkhî bir mes'ele istinbât ederek, unutulan âyetlerin yirmibir aded olduğunu
söylemişlerdir. Bunu nasıl istinbât ettiklerini öğrenmek için fıkıh
kitaplarına müracaat etmelidir.
Burada: «Acaba
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)'e unutmak nasıl caiz olmuşdur?»
şeklinde bir suâl hatıra gelebilir. Bunun cevâbı şudur: Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) o âyetleri unutmuş değil, onlar kendisine unutturulmuşdur.
Bittabi kendiliğinden unutmak başka, Allah tarafından unutturulmak yine
başkadır. Allah tarafından unutturulmak-da, onun ihtiyarı ve dahl-ü te'sîri
yokdur. Cumhûr-u ulemaya göre tebliğ ve talîm tarîki ile öğrenmediği şeyleri
unutup unutamıya-cağı ise ihtilaflıdır. Câîz görenler: «Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) unuttuğu şey üzerine ikrar olunmaz. Bil'akis onu ya kendisi
hatırlar yahut hatırlatılır.» demişlerdir. Bu hatırlatmanın dahî derhâl mi
yoksa vefatından önceye kadar mı devam edeceği hususunda yine ihtilâf vardır.
Bu hadîsde o zâtdan
.duyduğu âyetleri unutması caizdir. İsmâi1î'nin beyanına göre Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Kur'ân'ı unutması iki kısma ayrılır. Bunların
birincisi unutup az sonra hatırlama-sıdır ki, bu insanın tabiatında vardır.
İkincisi: neshi murad edilerek Allah tarafından kalbinden silinendir. Birinci
kısım arızî olup çabuk gelip geçer. İkinci kısım ise nesih âyetine dahildir.
1- Geceleyin
mescidde veya evde sesle Kur'ân okumak
câizdir. Riya ve uçup gibi mezmûm hâllere düşmemek ve kimseye eziyet vermemek
şartı ile bunda hiç bir kerahet yokdur.
2- Bir
kimseden; velev kasdı olmaksızın bir
hayır gelirse, hayra nail olan kimsenin bil-mukabele ona duada bulunması
gerekir.
3- Kur'ân'ı.
Kerîm dinlemek sünnetdir.
4- Filân ve
filân âyetleri unuttum, demek kerâhet-i tenzîhiyye ile mekruhdur. Fakat: o
âyetler bana unutturuldu; demekde hiç bir beis yokdur.
Çünkü «unuttum»
demekde âyetlere karşı bir lâubalîlik ve gaflet mânâsı vardır. Unutturulmakda
ise böyle bir gaflet mânâsı yokdur.
226- (789
Bize, Yahya b. Yahya rivayet etti. dedi ki: Mâlik'e, Nâ-fi'den dinlediğim, onun
da Abdullah b. Ömer'den rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Selle m):
«Hafız-ı Kur'ân'ın misâli
bağlı deve gibidir. Eğer sahibi devesini muhafaza ederse, onu (eli altında)
tutar; salıverirse deve (kaçar) gider.» buyurmuşlar.
227- (...)
Bize, Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü'I-Müsennâ ve UbeyduIIah b. Saîd rivayet
ettiler. Dediler ki: Bize, Yahya (yâni El-Kat-tân) rivayet etti. H.
Bize, Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ebû Hâlid-i Ahmar rivayet etti. H.
Bize, İbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, baham rivayet etti. Bunların hepsi
Ubeydullah'dan rivayet etmişlerdir. H.
Bize, İbni Ebî Ömer
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdürrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Ma'mer, Eyyûb'dan naklen haber verdi. H,
Bize, Kuteybetü'bnü
Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Ya'kûb (yânî İbni Abdirrahmân) rivayet
eyledi. H.
Bize, Muhanımed b.
İshâk El - Müseyyebî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Enes (yâni İbni Iyâz)
rivayet etti. Bunların hepsi Mûsâ b. Ukbe'den ve yine bunların hepsi Nâfi'den,
o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den Mâlik'in
hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır. Mûsâ b. Ukbe hadîsinde:
«Hâfız-ı Kur'ân kalkar
da, gece ve gündüz okursa Kur'ân'ı ezberinde tutar. Üzerine olmazsa, onu
unutur.» ziyâdesi vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu Fedâili'l-Kur'ân» da; Nesâî dahî «Kitâbü'l-Fedâil» ile «Kitâbu's-Salât»
da tahrîc etmişlerdir.
Muallâka : Ikaal ile
bağlı demekdir. Ikaal, devenin dizini bağladıkları ipdir.
Hadîs-i şerîfde Kur'ân'ı
okumak ve tilâvetine devam etmek, kaçacağından korkulan deveyi bağlamaya
benzetilmişdir. Deve nezâret altında bulunduruldukça, nasıl ipini çözüp
kaçamazsa; Kur'ân da devamlı okunursa öylece hatırlardan kaçamaz; ezberde
kalır. İshak b Rahaveyh: «Kur'ân okumadan bir kimsenin üzerinden kırk gün
geçmesi mekruhtur.» demiştir.
Teşbih için hayvanlar
arasından devenin tahsis buyurulması, ev hayvanları içinde en ziyâde kaçmaya
teşebbüs eden ve kaçtıkdan sonra da on derece güçlükle tutulan hayvan, o olduğu
içindir.
Hadîs-i şerif Kur'ân'ı
ezberlemeye ve okumaya teşviki; unut-makdan tahzîri tezammun etmektedir.
Sâhib-i Kur'ân'dan
murâd: hafızlar ve onu çok okuyanlardır.
228- (790) Bize, Züheyr b. Harb ile Osman b. Ebî Şeybe ve İshâk b.
İbrahim rivayet ettiler. îshâk: (Bize haber verdi.) tâbirini kullandı.
Ötekiler: Bize, cerîr, Mansûr'dan, o da Ebû Vâil'den, o da Ahdullab'dan naklen
rivayet etti; dediler. Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Seîlem):
«Kur'ân hafızlarından
birinin : filân ve filân âyetleri unuttum; demesi, ne çirkin şeydir. Hayır! ona
(o âyetler) unutturulmuşdur. Siz, Kur'ân'i müzâkere edin! Çünkü onun,
insanların kaleplerinden kaçması, develerin bağlarından boşanıp kaçmasından
daha şiddetlidir.» buyurdular.
229- (...)
Bize, İbni Nümeyr rivayet etti, (Dedi ki) : Bize, babam ile Ebû Muâviye rivayet
ettiler. H.
Bize, Yahya b. Yahya
da rivayet etti. Lâfız onundur. Dedi ki: Bize, Ebû Muâviye, A'meş'den, o da
Şakîk'dan naklen haber verdi. Şakîk şöyle demiş: «Abdullah: Bu Mushafları
muhafaza edin! (Galiba da Kur'ân'ı muhafaza edin! dedi.) Yemin olsun ki,
Kur'ân'ın hafızların kalplerinden kaçması, develerin bağlarından kaçmasından
daha şiddetlidir. Hem Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Selle'm):
«Sizden biriniz: ben
filân ve filân âyetleri unuttum; demesin! Belki (onlar) kendisine
unutturulmuşdur.» buyurdular., dedi.
230- (...)
Bana, Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, M ub amme d b. Bekr
rivayet etti. (Dedi kiı) : Bize, İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana,
Abdetü'bnü Ebî Lübâbe, Şakîk b. Seleme'den naklen rivayet etti. Şakîk şöyle
demiş: Ben, İbni Mes'ûd'u şunları söylerken işittim. (Dedi ki) : Resûlüllah'
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«Filân ve filân sûreyi
unuttum; yahut filân ve filân âyetleri unuttum... demek bir adam için ne kadar
çirkin bir şeydir! Belki ona, bunlar
unutturul m uşdur.» buyururken işittim.
231- (791)
Bize, Abdullah b. Berrâd El-Eş'arî ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki:
Bize, Ebû Üsâme, Büreyd'den, o da Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan, o da
Peygamber (Saîktllahü Aleyhi ve Sellem)'Aen naklen rivayet etti:
«Şu Kur'ân'ı
muhafazaya dikkat edin! Muhammedin nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin
olsun ki, Kur'dn'ın (hafızalardan) kaçması, bağlı develerin boşanıp kaçmasından
çok daha şiddetlidir.» buyurmuşlar.
Hadîsin lâfızı İbni
Berrâd 'indir.
Bu hadîsleri Buharı «Kitâbü
Fedâili'l-Kur'ân» da; Tirmizî «Kırâât» da; Nesâî «Kitâbu's-Salât» da muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Bi'se : Ne
çirkin oldu mânâsına zemm fiilidir.
Kurtubî diyor ki:
«Bi'se, ni'me'nin kardeşidir. Bunların birincisi zemm, ikincisi medih ifade
eder. Her ikisi de gayr-i mutesarrıf fiillerdendir. Ya ism-i zahir yahut zamîr
olmak üzere fail ref ederler. Ancak fail, ism-i zahir olursa, umûm bildiren
fiillerde mutlakaa cins bildiren elif lamla yahut elif lâm'm bulunduğu kelimeye
muzâf olarak kullanılması şartdır. Tâ ki bu suretle mevsûf a şâmil olsun.
Mevsûf un alettâym zikredilmesi lâzımdır. «Zeyd ne iyi adamdır!» mânâsına gelen
cümlesinde olduğu gibi bazen tefsir «mâ» kelimesi ile olur. Nitekim buradaki
hadis de öyledir...» Keyte ve keyfe: Şöyle şöyle manâsına kullanılır. Bu iki
kelime hakkında kurtubî şunları söylemektedir: Keyte ve keyte kelimeleri ile
çok cümleler ve uzun söz ifâde edilir. Zeyte ve zeyte'den bunlar gibidir.
SVleb, keyte'nin
fiillerde; zeyte'nin de isimlerde kullanıldığını söylemişdir. Bâzıları
bunları (keza) mânâsına kullanıldığını iddia ederler
«Belki ona
unutturulmuşdur...» cümlesinden murâd; unutan kimsenin bunu söylemesi yani
«Bana unutturuldu.» demesidir. Bu söz üzerinde bir hayli münâkaşa edilmişdir.
Bâzıları «nesiye» yâni «unuttuv şeklinde; bâzıları da .nüssiye» yâni
«unutturuldu., diye rivayet etmişlerdir.
Kurtubî: «Nüssiye'nin
mânâsı: Âyeti ezberinde tutma hususunda kusur ettiği için unutturulmak
suretiyle cezalandırıldı.. demeKdir. Ne-siye ise terk etti; ona bakmadı
demekdir.» diyor.
Hâsılı bu husûsdaki
zemin, söze râci'dir. Yâni unuttum; demek yasak ediîmişdir. Çünkü bu söz
ehemmiyet vermemeyi ve gafil bulunmayı te-zammun eder. Buradaki nehy kerâhet-i
tenzîhiyye içindir,
Kaadî îyâz dahî
şunları söylemişdir: «Zemm, söze âid değil; hâl'e râci'dir; demek daha iyidir.
Yâni Kur'ân'i ezberleyip de sonra ondan gaflet eden ve unutan kimsenin hâli ne
fenadır...»
Bu sözden, başka bir
mânânın kasdedilmiş olması ihtimâli de vardır. Şöyle ki: Bu sözüm nesih
zamanında söylenmiş olması mümkindir.
Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) devrinde, bir kimse: «Ben filân âyetleri unuttum.» derse,
ashâb-ı kiram muhkem olan birçok âyetlerin unutulacağını tevehhüm edecekleri
için: «unuttum» demek, kendilerine yasak edilmiş; bu işin ancak Allah'ın
izniyle olacağı bildiril-mişdîr.
«Teâhedû» ve
«Teahhedû» fiilleri, unutmamak için okumaya devam etmek suretiyle, yoklama
yapın; demekdir.
Bu rivayetler dahî
yukarkiler gibi Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemeye teşvik; unutmakdan tahzîr
sayılırlar.
232- (792)
Bana, Amru'n-Nâkıd ile Züheyr b. Harb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize, Süfyân
b. Uyeyne, Zührî'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber
(SallaUahü Aleyhi veSeltem)'e vardırarak rivayet etti. Resûîüîlah (Salhllahü
Aleyhi ve Sellem) :
«Allah, Kur'ân'ı
tegannî eden bir Peygambere verdiği kadar, hiç bîr şey'e ihsanda
bulunmamışdır.» buyurmuşlar.
(...) Bana,
Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi
ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bana, Yûnus b.
Afadil'a'lâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki)
: Bana, Amr haber verdi. Bunların ikisi de İbni Şi-hâb'dan bu isnâdla rivayet
etmişlerdir.
(Burada) Resûlüllah
(SaUalîahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kur'Ğn'ı tegannî eden
bir Peygambere ihsanda bulunduğu gibi.» buyurmuşdur.
233- (...)
Bana Bişru'bnü'l-Hakem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dülâzîz b. Muhammed
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd, —ki İbnü'l -Hâd'dır,— Muhammed b.
İbrahim'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayet etti ki,
Ebû Hüreyre, Resûlüllah (Sallallahü AL yhi ve Sellem) 'i :
«Allah güze! sesli bir
Peygambere Kur'ân'ı cehren tegannî ettiğine mukaabil verdiği mükâfatı başka hiç
bir şeye vermemİşdir.» buyururken işitmiş-
(...) Bana
îbni Vehb'in kardeşi oğlu rivayet etti. (Dedi ki) : Bize amcam Abdullah b.
Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ömer [86] b.
Mâlik ile Hayvetü'bnü Şüreyh, İbnü'I-Hâdîdan bu isnâdla, bu hadîsin tamâmiyle
mislini haber verdiler.
İfanü'1-Hâd: «Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -demiş; «İşitmiş.» kelimesini söylememiş.
234- (...)
Bize Hakem b. Mûsâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hikl, Evzâî'den, o da Yahya
b. Ebî Kesîr'den, o da Ebû Seleme'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayet
etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«Allah yüksek sesle
Kur'ân tegannî eden bir Peygamber'e verdiği sevap kadar, hiç bir şey'e sevap
ihsan etmemişdir.» buyurdular.
(...) Bize
Yahya'bnü Eyyûb ile Kuteybetü'bnü Saîd ve İbnü Hucr rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize, İsmâîl (yânî İbni Ca'fer) Muhammed b. Amr'dan, o da Ebû Seleme'den, o
da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen
Yahya b. Ebî Kesîr'in hadîsi gibi rivâyetde bulundu; yalnız İbni Ebî Eyyûb
kendi rivayetinde (ke ezenihî yerine)
«ke iznihî» dedi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü Fedâili'l-Kur'ân» ile «Kitâbu't-Tevhîd» de tahrîc etmişdir.
Nevevî diyor ki:
«Ulemâ ezenin lûgatda dinlemek mânâsına geldiğini söylemişler; ancak burada
dinlemek mânâsına hamletmenin caiz olmadığını bildirmişlerdir. Çünkü kulak
vermek mânâsına gelen dinlemek Allah Teâlâ hakkında muhaldir; kelime burada
mecazen kullanılmışdır. Mânâsı: okuyanı ma'nen kendine yaklaştırmak ve ona bol
bol sevap ver-mekdir. Zîra Allah Teâlâ'nm işitmesi muhtelif değildir.
Binâenaleyh bu sözün te'vîli vâcibdir.»
Bu bâbda Aynî dahî
şunları söylemişdir: «Hâsılı (ezine) fiili ıtlaak ile dinlemek arasında
müşterekdir. Mutlak mânâsını kasdedersen masdarı (izn) dinlemek mânâsını murâd
edersen masdari (ezen) şeklinde gelir.»
Kurtubî de: «Ezen :
İmlâ yazan bir kimsenin kulağını, dinlediği kimseye doğru eğiltmesidir. Bu mânâ
zahiri itibârı ile Allah Teâlâ hakkında kullanılamaz. Kelime Allah hakkında
mecazen: Okuyana ikram ve bol sevap ihsan etmek mânâsına gelir. Zira dinlemenin
neticesi bunlardır.
îzn'in ıtlaakmdan
murâd: Onun mutlak mânâda kullanılmasıdır. Mutlak mânâda îzn, mubah kılmak
demekdir.
Ulemâ tegannînin
mânâsı hususunda da ihtilâf etmişlerdir. İmam Şafiî ile diğer Şafiiyye
ulemâsına göre sesi Kur'ân'la güzelleştirip zînetlemek manasınadır. Ebû D.âvûd
'un «Sünen» inde rivayet ettiği bir hadîsde, İbni Ebî Müleyke 'nin : «Okuyanın
sesi güzel değime, Kur'an onu mümkin olduğu kadar güzelleştirir.» demiş olması
bu mânâyı te'yîd eder.
Bâzıları: «Tegannînin
mânâsı: Onunla müstağni olur; başka şey'e muhtâc kalmaz; demekdir.» mutâleasmda
bulunmuşlardır. İmam Ahmed'in rivayeti bu tarzdadır.
Diğer bâzılarına göre
teğannî: Kur'ân okumakla geçmiş milletlere dâir haberlerden ve eski kitaplardan
müstağni kalır; manasınadır.
Bir takımları,
tegannî'nin: Meşgul olmak; mânâsına geldiğini; diğerleri fakirliğin zıddı yâni
zenginlik; demek olduğunu söylemişlerdir.
Bu mânâların içinde en
ziyâde akla yatanı tegannîden, fayda mânâsı kasdedilmekdir. Yâni bir kimseye
Kur'ân fayda vermez, kur'ân'daki va'd ve tehdîdleri tasdik etmezse, o kimse
bizden değildir» demektir.
Tegannîyi bu şekilde
te'vîl edenler Kur'ân-ı Kerîm'i lâhn ve tercî' ile okumayı mekruh sayarlar.
Lâhn ve tercî'den murâd: sesi boğazda oynatarak nağme ile okumak, Kur'ân-ı
Kerîm'i mûsikî kaaidele-rine uydurmakdır. Hz. Ener (Radiyallahû anh) ile
Saîdü'bnü'1 -Müseyyeb, Hasan-ı Basri, İbni Şîrîn, Saîdü'bnü Cübeyr, İbrahim
Nehaî, Abdurrahmân b. Kaasim ve Abdurrahmân b. Esved dahî lâhn ve terci' ile
Kur'ân okumayı kerîh görürlermiş. İmam Mâ1ik'in kavli de budur.
Lâhn ve tegannî ile
okumayı caiz görenler, Hz. Dâvûd (Aleyhisselâm) 'm okuyuşu ile istidlal
ederler. îbni Abbâs (Radiyallahû anh) 'dan rivayet olunduğuna göre, Dâvûd (Aleyhisselâm)
Zebur'u yetmiş makaamla okur ve okuyuşu ile hastaları cûşu hurûş'a getirirmiş.
Bunlar Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem)'in Kur'ân okumasını tavsîf eden
Abdullah b. Mugaffel hadîsi ile de istidlal ederler.
Hz. Ömer (Radiyallahû
anh) 'in dahî lâhn'la Kur'ân okumayı caiz-gördüğü rivayet olunur. Bazen Hz. Ebû
Mûse'l-Eş'arî'ye: cBize, Rabbimizi hatırlat!» der; o da lahn-u tegannî ile
Kur'ân okurmuş.
Hattâ bir defa: «Kim
Kur'ân'ıEbû Mûsâ gibi tegannî ile okuya-bilirse, bunu hemen yapsın!» demişdir.
Ukbetü'bnü Âmir (Radiyallahâanh) Kur'ân'ı pek güzel bir sesle okurrnuş. Hz.
Ömer kendisine: «Filân sûreyi bana oku!» demiş; o okumuş; Ömer (Radiyallahû
anh) da ağlamış.
Abdurrahmân b. Esved,
ramazanda mescidleri dolaşarak güzel sesle
Kur'ân okuyanları araştmrrmş.
Tahâvî 'nin rivayetine
göre, imam A'zam ile arkadaşları lâhn ile okunan Kur 'ân'ı dinlerlermiş.
Muhammed b.
Abdiîhakem: «Babamla Şâfiîyi ve Yûsuf b. Amr'ı îâhn ile okunan Kur'ân'ı dinlerlerken
gördüm.» demişdir.
Kirmanı: «Kur'ân'ı cehren
okumakdan murâd, güzel sesle; yanık okumakdır. Lâhn, Kur'ân'ı kırâet olmakdan
çıkarmamak şartıyla müstehabdır, fakat ifrata kaçarak bir harf ziyâde veya
noksan etmek haramdır.» demişdir.
Hadîsin îbniEyyûb
rivâyetindeki (izn) kırâetini Kaadî İyâz Kur'ân okumaya teşvik ve emir; diye
tefsir etmişdri.
235- (793)
Bize, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr
rivayet etti. H.
Bize, İbni Nümeyr dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mâlik (yâni
tbni Miğvel) Abdullah b. Büreyde'den, o da babasından naklen rivayet etti.
Babası şöyle demiş:, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Gerçekden Abdullah b.
Kays'e yahut Eş'arî'ye Âl-i Davud'un mizm arlarından bir mi imâr veriimisdir.»
buyurdular.
236- (...)
Bize Dâvûdu'bnü Büşeyd rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Tâlha,
Ebû Bürde'den, o da Ebû Musa'dan naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûiüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Musa'ya :
«Dön gece senin
okuyuşunu dinlerken beni bir görmeliydin!... Gerçek-den sana Âl-i Davud'un
mizmârlanndan bir mîzmâr verilmiş!» buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu Fedâüi'I-Kur'ân» da, tahrîc ettiği gibi Tirmizî dahî rivayet etmişdir.
Mizmâr: Esâs itibarı
ile kaval nev'inden bir düdükdür. Burada ondan murâd, güzel sesdir.
Aralarındaki benzerlik dolayısiyie mizmâr lâfzı, güzel sese istiare
edilmişdir.
Filhakika Hz. Ebû
Mûse'l-Eş'arî 'nin son derece güzel ve yanık bir sesi varmış.
Âl: Zürriyet, çoluk
çocuk ve bir kimsenin tâbi'leri mânâsına gelir. Burada bu kelime mukham yâni
fazladır. Maksad doğrudan doğruya Peygamber Dâvûd (Aîeyhisselâm) dır. Güzel
sesle okumak, onda nihayet bulmuşdur; ve onun mûcizelerindendir; derler. Zebûr
'u okumaya baş-ladımi, dağlardaki kurtlar, kuşlar bile ağlaramış. Hz. Dâvûd 'un
zür-riyyetinden onun kadar güzel sesli bir kimsenin yetiştiği rivayet
olun-mamiçdır.
Bâzıları: «Buradaki âl'den murâd, şahısdır.»
demişlerdir.
Kadî İyâz diyor ki:
«Sesi Kur'ân fertîli ile süslemenin müs-tehab olduğunda bütün ulemâ
müttefikdir. Ebû Ubeyd bu bâbda vârid olan hadîslerin hüzün ve şevk'e getirmek
mânâsına hamledildiğini söylüyor. Lâhn ile okuma hususunda ulemâ ihtilâf
etmişler; imam Mâlik ile cumhûr-u ulemâ bunu mekruh görmüşlerdir. Çünkü
lâhn'la okumak, Kur'ân'ı gayesi olan huşu' ve tefehhümden hâriç bırakır. Ebû
Hanîfe ile selefden bir cemâat aşk-u şevk'e getirecek şekilde Kur'ân okumayı
mubah görmüşlerdir. Delilleri bu husûsda vârid olan hadîslerdir.
Bir de böyle okumak
rikkate gelmeye, haşyete ve nefisleri, Kur'ân dinlemeye teşvike sebepdir.»
Nevevi, imam Şafiî
'nin bir yerde: «Lâhn'la Kur"ân okumayı kerih görürüm.>, başka bir
yerde «kerih görmem.» dediğini söyledikden sonra sözüne şöyle devam ediyor:
«Ulemâmız derler ki: İmam Şafii-nin bu mes'elede hiç bir hilafı yokdur. Mesele
iki hâlin ihtilâfından ibâ-retdir. Kerih gördüğü yerde kelimeyi uzatarak ziyâde
veya noksan sureti Üe sözü çığırından çıkarmayı yahut uzatılmıyacak yerde
uzatmayı, idgam lâzım olmayacak yerde idgam yapmak gibi şeyleri; mubah gördüğü
yerde ise hiç bir değişiklik yapılmadan okunan Kur'ân'ı kasdetmişdir.»
237- (794)
Bize Ebû Bekir b. EH Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. İdrîs ile
Vekî', Şu'be'den, o da Muâyiyetü'bnü [87]
Kurre'den naklen rivayet etti. Muâviye şöyle demiş: Ben Abdullah b. Mugaffel-i
Mü-zenî'yi şunu söylerken işittim :
«Peygamber (SaUaVahü
Aleyhi ve Sellem) H\\h yılında bir yolculuğu esnasında hayvanı üzerinde Fetih
sûresini okudu. Kırâetinde tercî' yaptı.»
Muâviye : «Halkın
başıma toplanacağından korkmasam, size onun ki-râetini gösterirdim.» demiş.
238- (...)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet ettiler.
İbnü'l-Müsennâ (Dedi ki) : Bize, Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti, (Dedi ki) :
Bize Şu'be, Muâviyetü'bnü Kurra'dan rivayet etti. Demiş ki: Abdullah b.
Mugaffel'i dinledim şöyle dedt :
«Mekke'nin fethedİliği
gün Resûlülloh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i devresinin üzerinde fetih sûresini
okurken gördüm.»
Râvî Muâviye diyor ki:
Müteakiben İbni Mugaffel (kendisi) de okudu ve tercî' yaptı.
Muâviye : «Eğer
(etrafımızda) insanlar olmasaydı İbni
Mugaffel'in,
Peygamber (SallaUahü A
leyhi ve Sellem) 'den naklen okuduğu
şekilde ben de size
okuyuverirdim.» demiş.
239-(...)
Bize, bu hadîsi Yahya b. Habîb EI-Hârisî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize,
Hâlidü'bnü Haris rivayet etti. H.
Bize Ubeydullah b.
Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. Her iki râvî
demişler ki: Bize, Şu'be bu isnâdla, bu hadîsin ben-serini rivayet etti.
Hâiidü'bnü Haris hadîsinde: «Yürüyen bir deve üzerinde kendisi de fetih
sûresini okuyordu; dedi.» ibaresi vardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tefsîr», «Kitâbû Fedâili'I-Kur'ân», «Kitâbü'I-Megâzî» ve
«Kitâbu't-Tevhîd» de; Ebû Dâvûd «Kitâbu's-Salât» da; Tirmizî
«Şemâîl» de; Nesâî dahî «Kitâbu
Fedâîli'l-Kur'ân» da muhtelif râvîler'den tahrîc etmişlerdir.
Tercî: Az
yukarıda beyân ettiğimiz vecihle sesi boğazda oynatarak nağme yapmakdır. Hz.
Abdullah b. Mugaffel, Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in tercî'ini,
okurken sesini «Aaa» şeklinde uzatarak göstermişdir.
îbni Esîr: «Allah-u
âlem Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yalnız Mekke fethedildiği
gün yapmışdır. Çünkü kendisi hayvan üzerindeydi. Bu sebeple sesinde oynaklık
hâsıl olmuşdur.» diyor.
240- (795)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hayseme, Ebû İshâk'dan,
o da Berâ'dan naklen haber verdi. Berâ' şöyle demiş: Bir adam Kehf sûresini
okuyordu, yanında da iki uzun iple bağlı bir at bulunuyordu. Derken o zâtı bir
bulut kapladı. Bulut dönmeye ve yaklaşmaya başladı. O zâtın atı da bundan
ürkmeye başladı. Sabaha çı^ kınca ojeât Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve
Seltem)''e geldi ve;bu hâdiseyi ona anlattı. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ye
Sellem) :
«Bu sekînefdir, Kur'ân için inmişdir.» buyurdular.
241- (...)
Bize İbnü'I-Müsennâ iie İbni Beşşâr rivayet ettiler, lâfız
İbni'l-Müsennâ'nındır. Dediler ki: Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi
ki) : Bise Şu'be, Ebû İshâk'dan naklen rivayet etti. Ebû İshâfc' şöyle demiş:
Ben Berâ'yı şunu söylerken işittim:. Bir adam Kehf sûresini o-kudu. Evinde bir
at vara di. Derken at ürkmeye başladı. Bunun üzerine adam bakındı: bir de ne
görsün! Kendisini bir sis yahut bîr pulut kaplamış! Bunu Peygamber (Saliallahü
Aleyhi ve Sellem)e anlattı. Resûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Oku ey fülân! Çünkü o
bulut sekînetdir. Kur'an okunurken inmişdir. Yahut Kur'ân için inmişdir.»
(...) Bize
İbnü'I-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdurrahmân b. Mehdi ile Ebû
Dâvûd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Şu'be, Ebû îs-f hâk'dan rivayet etti.
Ebû İshâk: «Ben, Berâ'yı şöyle derken işittim...» demiş.
Her iki râvî yukarki
hadîs gibi rivayette bulunmuşlar. Yalnız onlar «at şahlanmaya başladı.»
demişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Menâkib» de: Tirmizi dahî «Fedâilü'I-Kur'ân» da tahrîc etmişlerdir.
Kehf sûresini okuyan
zât Useyd b. Hudayr 'dır. Netekim bundan sonraki hadisde ismi tasrîh
olunacakdir. Atını iki uzun iple bağlaması, at pek kuvvetli ve hırçın
olduğundandır. Anlaşılıyor ki at gördüğü bulutdan şahlanarak ipi koparacak
dereceye gelmiş: Hz. Üseyd de bundan dolayı meraka düşerek ertesi gün mes'eleyi
Resûlüllah (SaüaUahü Aleyhi ve Selîem)'e anlatmış: ResûlüIIah (SaHallahü Aleyhi
ve Seİiem) bu görülen bulutun, sekînet olduğunu, okunan Kur'ân için indiğini
beyân buyurmuş.
İkinci rivayetle sis
mi yoksa bulut mu denildiği hususunda ve keza Resûlüliah (SaüaUahü Aleyhi ve
Selîem)'in Kur'ân okunurken mi yoksa Kur'ân için mi iner dediğinde râvî
şekketmişdir. Bu rivayette Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Selîem) 'in :
«Ey füion!» buyurması,
Kur'ân okumaya devam etmeli ve sana inen bu rahmeti ganimet bilerek daha çok
okumalıydın: manasınadır.
Sekînetin mânâsı
hususunda ulemâ ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre sekînet, esen bir
rüzgârdır. Amma insan yüzü gibi yüzü vardır.
Bir takımları :
«Bundan murâd: Üzerlerinde sekînet bulunan meleklerdir.» demişlerdir.
Bâzıları, bunun
göçeğen kuşu gibi bir hayvan olduğunu, kanatları bulunduğunu: daha başkaları
kediye benzer bir hayvan olduğunu, gözleri gayet keskin olup: bir bakışda bir
orduyu bozguna uğrattığını söylemişlerdir. Hattâ sekînetin cennet altmirrâân
mâmûl bir yol olduğunu sÖyli-yenler bile vardır.
Vehb : «O, Allah
tarafından bir rûhdur: konuşur ve bir şeyde ihtilâf edilirse onu beyân eder.»
demişdir.
Muhtar olan mânâya
göre sekînet, Allah'ın mahlûklarından biri olup: kendisinde sünûnet ve rahmet vardır.
Beraberinde Kur'ân'ı dinleyen melekler bulunur. Netekim aşağıdaki rivayet de bu
mânâyı te'yîd eder.
242- (796)
Bana Hasan b. Aliy EI-Hûlvânî ile Maccâcu'bnü'ş-Şâir rivayet ettiler.
Lâfızları birbirine yakındır. Dediler ki: Bize Ya'kûb b, İb-râhîm rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîdü'bnü'I-Hâd rivayet
etti. Ona da Abdullah b. Habbâb rivayet etmiş: ona da Ebû Saîd-i Hudrî rivayet
etmiş ki, bir gece Üseydü'bnü Hudayr [88]
hurma harmanında (Kur'ân) okurken birdenbire atı şahlanmış. Fakat o yine
okumaya devam etmiş. Sonra at tekrâd şahlanmış ise de Üseyd yine okumasına
devam etmiş. Sonra at tekrar şahlanmış.
Üseyd demiş ki: Atın
(oğlum) Yahya'yı çiğneyeceğinden korktum da kalkıp yanma gittim. Bir de ne
göreyim! Başımın üzerinde gölgelik gibi birşey!.. içinde kandillere benzer
nesneler var. Bu gölgelik göğe çıktı: hattâ onu göremez oldum. Ertesi sabah
Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek:
— Yâ Resûlâllah! Dün
akşam ben gece yarısı hurma harmanında (Kur'ân) okurken birden atım şahlandı.»
dedim: ResûİülIab (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) hemen :
«Oku Ibni Hudayr!»
buyurdu. (Dedim ki) :
— Ben okumaya devam ettim. Sonra at yine şahlandı. Rnsûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
yine *.
«Oku ibni
Hudayr!» buyurdular. (Dedim ki) :
— Ben yine okudum: fakat hayvan sonra tekrar
şahlandı. Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) yine :
«Oku İbni
Hudayr!» buyurdular. (Dedim ki):
— Ben artık okumakdan vazgeçtim. (Oğlum) Yahya
ata yakındı : Onu çiğner diye korktum. O sırada gölgelik gibi bir şey gördüm:
içinde kandillere benzeyen nesneler vardı. Bu gölgelik göğe çıktı. Nihayet onu
göremez oldum... Bunun üzerine Resûîüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem):
«Bunlar meleklerdir.
Sent dinliyorlarmış. Eğer okumağa devam şeydin : sabaha kadar seni dinlerler:
halk da onları görür: halkdan gizlenmezlerdir.»
buyurdular.
Bu hadîsi Buhârî ile
Nesâî «Kitâbu Fedâiîü'l-Kur'ân» d tahrîc etmişlerdir.
Buhâri 'deki
rivayetini Üseyd b. Hudayr şöyle anlatımı Kendisi, geceleyin Bakara sûresini
okuyormuş. Atı da yanında ba| Iıymış. Birdenbire at şahlanmış. Bunun üzerine
Üseyd susmuş: at d sükûnet bulmuş. Tekrar okumaya başlayınca at yine şahlanmış:
Üseyı susmuş: at da sükûnet bulmuş. Sonra yine okmuş: at yine şahlanmış. Bu nun
üzerine Üseyd okumakdan vazgeçmiş. Oğlu Yahya ata -ya km bulunuyormuş: ona
çarpar diye korkmuş. Çocuğu oradan çekince ba şını semâya kaldırmış, ve ne
gördü ise görmüş. Sabah olunca hâdisey. Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve
Sellemj'e anlatmış. Efendimiz ona:
«Oku Ey Ibni Hudayr!
Oku ey İbni Hudayr!...» demiş. Üseyd b Hudayr:
— Hayvan, oğlum Yahya'yı çiğneyecek diye
korktum Yâ ResûlallabJ Zîra ona yakındı. Başımı kaldırdım ve çocuğun yanma
gittim. Sonra başımı semâya kaldırdım: Bir de ne göreyim! Bulut gibi bir
şey!.. İçinde kan diler gibi şeyler var!..
Bu nesne çıktı gitti. Nihayet onu görmez oldum... demiş. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Seliem):
«Bunun ne olduğunu
biliyormusun?» buyurmuş, Üseyd:
— Hayır! cevâbını vermiş. Efendimiz :
«Bunlar meleklerdir.
Senin sesine yaklaşmışlar: eğer okumaya devanı edeydin sabaha kadar dinlerler:
halk onları görür: halkdan gizlenmez-lerdi.» buyurmuş.
ZuIIe: Sofa gibi
güneşden koruyan gölgelikdir. Burada : Gölge yapan bulut: diye te'vîl
olunmuşdu.
Az yukarıda buna
benzer bir hadîsin Kehf sûresinin fazileti hakkında rivayet olunduğunu gördük.
O hadîs-de bir zâtın Kehf sûresini okuduğu: atı da yanıbaşında bulunduğu
zikredilmişti. Hattâ onun Üseyd b. Hudayr olduğu söylennüşdir. Kirmânî bu
mes'eleyi şöyle hâlletmişdir: Gerek burada beyân, edilen Bakara suresini
gerekse o hadîsde bahsedilen Kehf sûresini okuyan Hz. Useyd'dir. Maamâfîh o
hadîsde bahsi geçen zât bir başkası da olabilir.
Rivayetlerin
zahirleri, hadisenin ayrı ayrı iki-defa vuku' bulduğunu gösteriyor. Netekim
böyle bir hâdise Hz. Sâbir b. Kays'in de başından geçmiştir. Ebû Davud'un
mürsel olarak rivayet ettiği bir hadîsde şöyle deniliyor: «Peygamber (SaHallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e: Görmedin mi dün gece Sabit b. Kays'in evi kandillerle
parlayıp duruyordu? dediler, de: Ola ki Bakare sûresini okumuştur... buyurdu.
Bu mesele Sâbit'e soruldukta:
Bakare sûresini okudum., dedi.»
Hz. Üseyd b. Hudayr'm
sesi son derece güzel ve yanıkmış. Hattâ İsmâî1î'nin rivayetinde Resûlüllah
(Saîiüllahü Aleyhi ve Seilem) 'in, kendisine :
«Oku ey Useyd! Sana,
Hz. Davud'un mezamirinden (hisse) verilmiş!» buyurduğu bildiriliyor.
1-
İnsanların melekleri görmesi caizdir. Melekleri görmek mü'min-ler için bir
rahmet: küffâr için azâb alâmetidir. Ancak mü'minlerin görmesi için salâh ve
takva' sahibi ve güzel sesli olmaları şarttır. Babımız hadîsinde bahsi geçen
hâdise husûsî bir sıfatla: husûsî bir sûretde okunan husûsi bir okuyuş
dolayısiyle geçmişdir. Şayet aielıtlaak Kur'ân okuyana melekler görünmüş olsa,
her Kur'ân okuyanın onları görmesi iktizâ ederdi.
2- Bu hadîs
Hz. Üseyd'in ve keza gece namazında Bakara sûresini okumanın faziletine
delîldir.
3- Hadîs-i
şerîf Kur'ân'm ve Kur'ân dinlemenin faziletine de delildir.
243- (797)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Ebû Kâmil-i Cahderî, ikisi birden Ebû Avâne'den
rivayet ettiler. Kuîeybe dedi ki: Bize Ebû Avâne,
Katâde'den, o da
Enes'den, o da Ebû Mûse'I-Eş'arî'den naklen rivayet etti. Ebû Mûsâ şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kur'ân okuyan
mü'minin misâli portakal gibidir, ki kokusu güzel, tadı hoştur. Kur'ân okumayan
mü'minin misâli de hurma gibidir. Kokusu yoktur fakat tadı lezzetlidir. Kur'ân
okuyan münâfıkm misâli, kokusu güzel fakat tadı acı oian fesleğen gibidir.
Kur'ân okumayan münafığın misâli İse kokusu bulunmayan: tadı da acı olan Ebû
Cehil karpuzu gibidir.» buyurdular.
(...) Bize
Heddâb b. Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. H.
Bize
Muhammedü'bnü'I-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Saîd
Şu'be'den naklen rivayet etti. Bu râvîlerin ikisi de Katâde'den, bu isnâdla, bu
hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki Henı-ı mâm'in rivayetinde
«münafık» yerine «câcir» kaydı vardır.
Bu hadisi ,Buhârî
«Kitâbu Fedâilü'l-Kur'ân» m bir kaç yerinde, «Kitâbü'l-Et'ıme» ve
«Kitâbu't-Tevhîd» de: Ebû Dâvûd ile «Fedâilü'l-Kur'ân» da tahrîc ettikleri
gibi İbni Mâce dahi rivayet et-mişdir.
Bu hadîs hakkında Ayni
şunları söylemektedir: «Malûmun olsun ki, bu teşbih ve temsil hakîkatta sırf mâkûl
bir mânâya şâmil olan bir va-sıfdır. Bu mânâyı, ancak görülen ve hissedilen bir
şeyle tasvir meydana çıkarabilir. Sonra hiç şüphe yok ki, Kelâmullah'm, kulun
bâtınına ve zahirine te'sîri vardır. Bu husûsda kullar biribirlerinden
farklıdırlar. Bâzılarının bu tanzîrden bol bol nasipleri vardır. Bunlar Kur'ân
okuyan mü'minlerdir. Bâzılarının ise hiç nasipleri yokdur. Bunlar hakîki münafıklardır.
Bir takımlarının yalnız zahirleri te'sîr altında kalır: bâtınlarına Kur'ân
te'sîr etmez. Bunlar murâîlerdir. Bir kısmı da bunun aksinedir, (üâni Kur'ân
bâtınına te'sîr eder: zahirine te'sîr etmez.) Bunlar da Kur'ân'ı okumayan
mü'minlerdir.
Bu mânâların hissi
şeylerle tasvir edilerek gösterilmesi hadîs~i şerîf-de zikredildiği gibi olur.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SeVem) 'in bu mânâları ifâde için hadîs-i
şerîfde zikrettiğinden daha muvafık, münâsip, akla yakın, daha güzel ve daha
cem'iyyetli tâbîr bulunamaz! Zira müşeb-behlerle, müşebbehünbihler (yâni
benzeyen insanlarla, benzedikleri şeyler.)
buradaki taksime tamamen uymaktadırlar. Çünkü insanlar ya mü'min yahut
gayr-i mü'min olurlar. Gayr-i mü'min de yâ hâlis münâfıkdır: Yahut hükmen ona
ilhak edilir. Mü'minler ya Kur'an okumaya devam ederler yahut etmezler. Buna
göre sen müşebbehünbihin neticelerini kıyâs eyler!
Hadîsdeki temsillerde
vech-i sebeh, mahsûs olan iki şeyden yâni tad-la kokudan mürekkebdir. Peygamber
(SallaliahüA îeyhi ve Sellem) misâlini yerden biten ve ağaçdan meydana gelen
şeylerle vermişdir. Çünkü bunlarla insanların amelleri arasında benzerlik
vardır. Ameller nefislerin meyveleridir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ağaçdan meydana gelen portakalla hurmayı mü'mine tahsis buyurmuş:
yerden biten Ebû Cehil karpuzu ile fesleğeni de münafığa bırakmişdır. Bu
suretle mü'minin şanının ulviyyetine ilminin yüksekliğine ve devamına: münafığın
da sânının alçaklığına, amelinin hiçliğine ve faydasızhğıa tenbîh buyurmuştur.
Kur'ân-ı Kerîm'i
okuyanlarla okumayanlar hakkında fi'l-i muzâri' sîgası kullanması, devam ve
istimrar mânâsını kasdettiği İçindir. Yâni portakala benzetilen mü'minler,
Kur'ân-ı Kerîm'i devam üzere okuyanlar: hurmaya benzetilenler de devam üzere
okumayanlardır. (Bittabi bundan, hiç okumayanlar: mânâsı çıkmaz.)...
Kur'ân okuyan mü'nıini
portakala benzetmesi, onun bütün memleketlerde yetişen en faydalı ve en iyi
bir yemiş olmasındandır...»
«Hadîs-i şerîf,
Kur'ân-ı Kerîm'i ezberleyip hafız olmanın faziletine ve bir maksadı anlatmak
için misâl getirmenin müstehab olduğuna delildir.
244-(798)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd ile Muhammed b. Ubeyd el-Guberî hep birden Ebû
Avâne'den rivayet ettiler. İbnü Ubeyd dedi ki:
Bize, Ebû Avâne^
Katâde'den, o da Zürâratü'bnü Evfâ'dan, o da Sa'd b. Hişâm'dan, o da Aişeden naklen
rivayet etti. Âişe şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kur'ân'da mahir olan
sefere denilen kerîm ve muti' Peygamberlerle beraber olacakdır. Kur'ân-ı
kekeleyerek güç hâl ile okuyana ise iki ecir vardır.» buyurdular.
(...) Bize Muhammedü'bnü'I-Müsennâ
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize thni Ebî Adiyy, Saîd'den rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', Hişâm-ı Destevâî'den naklen
rivayet etti. Her iki râvî Katâde'den bu is-nâdla, rivayette bulunmuşlardır.
Vekî'in rivayetinde:
«Kur'ân okumak zor
geldiği hâlde, onu okuyana iki ecir vardır.» buyurmuşdur.
Bu hadîsi Buhar i ile
Ebû Dâvûd VKitâbu't -Tefsîr» de: Tirmiz î ile. Nesâî «Fedâilü'l-Kur'ân» da:
İbni Mâce «Sevâbü'l-Kur'ân» da muhtelif râvüerden tahrîc etraişlerdir.
Kur'ân'da mahir
olmakdan murâd: İşlek hafız olmakdır. Mükemmel hafız olanlar Kur'an-ı Kerîm'i
okurken hiç bir güçlük çekmezler. BÖyleleri kıyamette sefere-i kiram ile
beraber olacaklardır. Sefere: Sâfir'in cem'idir. Safir : Râsûl demekdir.
Sefere'den murâd da, Pey-gamber'lerdir. Allah'ın emirlerini tebliğ sadedinde
sefer ettikleri için kendilerine bu isim verilmişdir.
Bâzıları: «Sefere'den
murâd : amelleri yazan meleklerdir.» derler.
Berara :
Mutî'ler manasınadır. Bu kelime «birr» den almrnışdır. Birr : tâat demekdir.
Ta'tea :
Tereddüt ve meşakkatle okumakdır. Böylesine iki ecir verilmesi, biri Kur'ân
okuduğu: biri de meşakkat çektiği içindir.
Kurtubî diyor ki:
«Kur'ân-ı hafız olduğu hâlde okuyan kimsenin Peygamber'lerîe beraber
bulunmasının mânâsı nedir? dersen: ben de derim ki: Bunun iki. mânâsı vardır.
Biri : O kimsenin
kendine mahsûs yerleri olur: orada meleklerle arkadaşlık eder. Çünkü Allah'ın
kitabını yüklenmek hususunda o da meleklerin sıfatlarıyla mevsûfdur.
Diğeri : Hâfız-u
Kur'ân olan kimse, melekler gibi amel etmiş: onların yolunu tutmuşdur. Onun
için onlarla beraber olacakdır.»
Kur'ân-ı Kerîm'i
güçlükle okuyanlara iki ecir verilmesinden, onların kâmil hafızlardan daha çok
sevap kazanacakları mânâsı çıkarılamaz. Çünkü Peygamberlerle veya meleklerle
beraber olmanın ecr-u mükâfatı şüphesiz ki daha çokdur. Bu zevata bundan maada
birçok sevaplar vardır. Sefere-i kirâm'la beraber olmak hafızlardan başka kimse
için müyesser değildir. Binâenaleyh Kur'ân- Kerîm'i onlar derecesinde hifz-u
itkanla okuyamıyanlar hiç bir zaman onlar kadar sevaba nail olamazlar.
245- (799)
Bize Heddâb b, Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mâm rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Katâde, Enes b. Mâlik'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Übeyy b. Kâ'b'a :
«Gerçekden bana Allah
sana Kur'ân okumamı emretti.» demiş. Übeyy:
— Benim adımı sana
Allaİi mı andı? dîye sormuş. Resûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) :
«Evet! Senin ismini
bana Allah andı.» buyurmuş. Kâvî demiş
ki:
«Bunun üzerine Übeyy
ağlamaya başladı.»
246- (...)
Bize Muhammedü'bnii'I-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki :
Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. Dedi
ki: Katâde'yi, Enes'den naklen rivayet ederkeı dinledim. Enes şöyle demiş:
Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Übey yu'bnü Kâ'b'a :
«Gerçekden bana Allah,
sana (Lem yekûn) sûresini okumamı emi buyurdu.» dedi. Übeyy:
— Benim ismimi sana
andı mı? diye sordu. Resûlüllah (Sallallah A leyhi ve Sellem):
«Evet!» cevâbını
verince Übeyy ağladı.
(...) Bize
Yahya b. Habîb El-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâ-lid (yânî İbni'I-Hâris)
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katpde'den rivayet etti. Demiş ki: Ben,
Enes'i şöyle derken işittim: «Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Übeyy'e
buyurdular ki...» (diye başlayarak) yu-karki hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü Menâkıbi'l-Ensâr» ile «Kîtâbü't-Tef-sîr»de: Nesâî dahî
«Fedâilü'l-Kur'ân» ile «Kitâbü't-Tefsîr» de muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişlerdir.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in rivayetinde: «Lem yekûn sûresi nazil olunca Cebrail (Aleyhisselâmj
Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) e : Rabbin bu sûreyi Übeyy'e okumanı
emretti: demiş. Bunun üzerine Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Übeyy'e :
Gerçekden Allah bu sûreyi sana okumamı emir buyurdu: demiş: Übeyy de
ağlamışdır.» denilmektedir.
Mezkûr sûrenin Hz.
Übeyy'e okunmasmdaki hikmet ondan bir şey öğrenmek için değil, bu sûreyi ona da
Öğretmek ve kendilerini sırf Kur'ân-ı Kerîm okumaya tahsis eden hafızlara
Kur'ân-ı Kerîmi arzetmenin sünnet olduğunu bildirmek içindir. Bununla Hz. Übeyy'in
faziletine tenbîh ve müslümanları ondan Kur'ân öğrenmeye teşvik murâd edilmiş
olmak da caizdir. Netekim öyle de olmuş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in vefatından sonra Hz. Übeyy Kur'ân-ı Kerîm'de meşhur bir imam
olrnuşdur.
Hz. Übeyy'e okunmak
için (Lem yekûn) sûresinin tahsîs bu-yurulmasi: Bu sûrenin kısa olmasına rağmen
pek büyük usûl ve kavâidi, umuru cem ettiği içindir.
Kurtubî diyor ki: «Bu
sûrenin hassaten zikredilmesi kısa olmakla
beraber: ihtiva ettiği tevhîd, risâlet, ihlâs, suhuf, Peygamberlere indirilen
kitaplar, namaz, zekât, kıyamet, ehl-i cennet ve ehl-i cehennemden dolayıdır.»
Hz. Übeyy (Radiyallahû
anh) isminin Allah Teâlâ Hazretleri tarafından anılmasına pek ziyâde şaşarak bu
husûsda Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizden îzâhât istemiş:
ismini hakîkaten andığını işidince sevincinden kendini tutamayarak ağlamış$nC
Zîra Re-sûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in okuduğunu dinlemek için Allah
Teâlâ tarafından Hz. Übeyy'in adı ile şanı ile tâyin buyurulması onun için pek büyük
bir şerefdir. Hz. Übeyy evvel emirde kendisinin bu şerefe lâyık olmadığını
zannettiği için: «İsmimi hakîkaten Allah Teâlâ andı mı?» diye sormuşdur.
Bâzıları Hz. Übeyy'in
ağlamasını, bu büyük nimete karşı şükürde kusur edeceğinden korktuğuna
hamletmişlerdir.
1- Kur'ân-ı
Kerîm'i kâmil hafızlara, ulemâ ve fudalâya okuyarak dinletmek müstehabdır.
Velev ki okuyan dinleyenden daha üstün olsun!
2- Bu hadîs
Hz. Übeyy (Radiyallahû anh) 'm eşsiz menkabesine delildir. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'in ondan başka bir kimseye Kur'ân dinlettiği
işidilmemişdir. Allah Teâlâ'nm onun ismini zikir buyurması da menkabe üzerine
menkabe ve şeref üstüne şerefdir.
3- Sevinç ve
ferahdan dolayı ağlamak caizdir.
4- Allah
Teâlâ'nın, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) !e Kurân-ıKerîm'i ümmetinden
bir zâta okumasını emir buyurması
fakat isim vermemesi caizdir. Bundan
dolayı Hz. Übeyy kendi isminin yüzde yüz zikredilip edilmediğini anlamak
istem'işdir. Bu da ihtimâlli işlerde yüzde yüz sabit olanla amel gerektiği
hususunda de-lîldir.
Ulemâ Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'int Hz. Übeyy'e oku-masındaki hikmet hususunda
ihtilâf etmişlerdir. Muhtar olan kavle göre bu okumanın sebebi, ümmete Kur'ân-ı
Kerîm'i fazilet ehlinden okumalarını, bu suretle Kurân okumanın âdabını
öğrenmelerini: bundan hiç bir kimsenin hâlî kalmamasını talîm ve bunu sünnet
telâkki etmelerini te'mîndir.
Bâzıları: «Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. Übeyye okuması onun kadrinin büyüklüğüne
tenbîh içindir. Tâ ki bu suretle Kur'ân-ı Kerîm hususundaki ehliyeti sabit
olsun da, herkes ondan Kur'ân-ı Kerîm öğrensin!» demişlerdir. Filhakika
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vefatından sonra Hz. Übeyy,
kırâat-da imam olmuşdur. Kur'ân-ı Kerîm'i neşreden zevâtm en büyüklerinden
biri odur.
247- (800)
Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep birden Hafs'dan rivayet ettiler.
Ebû Bekir dedi ki : Bize Hafsu'bnü Giyâs, A'meş'den, o da İbrâhîmden, o da
Ubeyde'den, o da AbduIIah'dan naklen rivayet etti. Abdullah şöyle demiş: Bana
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bana Kur'ân oku!»
dedi. Ben:
— Yâ Resûlalîah
Kur'ân-ı Kerim sana indirildiği hâlde, onu sana ben mi okuyayım? dedim.
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ben, onu başkasından
dinlemek istiyorum.» buyurdu. Bunun üzerine ben de Nisa' sûresini okumaya
başladım. (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek onların üzerine de seni
şâhid kıldığımız zaman hâl nice olur! [89]
âyet-i kerimesine vardığım zaman başımı kaldırdım yahut birisi yanıbaşımi
dürttü de, başımı kaldırdım. Gördüm ki ResûlüHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in gözyaşları akıyor.
(...) Bize
Hennâd b. Seriyy ile Mincâb b. Haris Et-Temîmî hep birden Alîyyü'bnü
MüsMr'den, o da A'meş'den bu isnâdla rivayet ettiler. (Yalnız) Hennâd kendi
rivayetinde: «Bana Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisi minber
üzerinde iken (bana oku) buyurdu.» ifâdesini ziyâde eyledi.
248- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Ebû Üsâme rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mis'ar rivayet etti.
Ebû Küreyb: Bana
Mis'ar'dan, o da Arar b. Mürra'dan, o da İbrahim'den naklen rivayet olundu:
dedi. İbrahim şöyle demiş: Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) Abdullah îbni
Mes'ûd'a :
«Bana Kur'ân oku!»
buyurdular. İbni Mes'ûd :
— Kur'ân sana
indirildiği hâlde (onu) sana, ben mi okuyayım?» dedi. Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)
«Gerçekden onu ben,
başkasından dinlemek İstiyorum», buyurdular. Bunun üzerine İbni Mes'ûd,
kendilerine Nisa' sûresinin evvelinden başlayarak (Acep her ümmetden birer
şâhid getirerek onların üzerine de seni şâhid kıldığımız zaman hâl nice olur!)
âyet-i kerimesine kadar okudu. Ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ağladı.
Mis'ar demiş ki: Bana,
Ma'n Ca'fer [90] b. Amr b. Hureys'den, o
da babasından, o da İbnî Mes'ûd'dan naklen rivayet etti. İbni Mes'ûd şöyle
demiş: Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve
Sellem):
«Aralarında bulunduğum
müddetçe onlar üzerine bir şâhid olarak» yahut: «Onların içinde olduğum
müddetçe...» buyurdu. (Burada) râvît Mis'ar şekketmişdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tefsîr» ile «Kitâbu Fedâilü'1-Kur'-ân» da: Ebû Dâvûd «Kitâbu'1-ÎHm»
de : Tirmizî ile Nesâî «Tefsir» de
tahrîc etmişlerdir,
Buhârî'nin rivayetinde
Hz. İbni Mes'ûd: «(Acep her ümmetden birer şâhid...) âyetine vardığım zaman
Resûlüllah (SaUaîlahü Aleyhi ve Sellem) bana :
«Dur!» yahut «Kes!»
buyurdular, (o zaman) gözlerinin yaşardığını gördüm.» demişdir.
Bu hadîsi îbni Ebî
Hâtîm, Taberânî ve daha başkaları da rivayet etmişlerdir. Onların
rivayetlerinde : «İbni Mes'ûd (Acep her ümmetden birer şâhid...) âyet-i
kerîmesine gelince Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) ağladı. Hattâ
sakalına ve yanaklarına vurarak: Yâ Rabb! Aralarında bulunduklarıma şâhid
olacağım için sözüm yok. Fakat görmediklerime nasıl şâhid olurum? buyurdu.»
denilmektedir.
Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) 'in görmediği kimselere şehâdet etmesi mes'elesi hakikaten
müşkil ise de, İbni'I-Mubârek'in Saîdü'bnü'1-Müseyyeb'den rivayet ettiği mürsel
bir hadîs bu işkâli gidermektedir. Çünkü o hadîsde Saîdü'bnül-Müseyyeb: «Hiç
bir gün yokdur ki, Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'e, ümmeti sabah ve
akşam arz olunup da, onları simalarından ve amellerinden tanımasın. Bu
sebepledir ki bunların aleyhine şehâdette buluna-cakdır.» demişdir.
Buhar î'nin rivayetine
göre Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'in Hz. İbni Mes'ûd'a «yeter» demesi,
bu âyetdeki ibret ve nasî-hatlara tembih içindir. Resûlüllah (Sallailahü A
leyhi ve Sellem) 'in gözyaşı ile ağlaması da bundandır. Çünkü İbni Mes'ûd
(Radiyallahû anh) mezkûr âyeti okuyunca Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
kıyametin şiddet ve dehşetini tesavvur etmiş; o gün ümmetinin kendisine îmân
ettiğini tasdik için şehâdete davet edileceğini, ümmeti için şefâatda bulunarak
kendilerini o günün şiddet ve dehşetinden kurtarmağa çalışacağını düşünmüşdür.
Bunlar insana kanlı gözyaşları döktürecek kadar hazîn ve tesavvuru bile tüyler
ürperten hakikatlerdir.
'Zemahşerî (467-538)
diyor ki: « (Acep her ümmetden birer şâhid getirerek, onların üzerine de
seni şahit kıldığımız zaman hâl nice olur!)
âyet-i kerimesinden murâd; acaba Yahudilerle sâîr küffâr her ümmete aleyhlerine
şehâdet edecek bir şâhid yâni Peygamberini getirdiğimiz zaman ne yapacaklar;
demekdir.»
Ulemâ «seni de bu
yalancılar üzerine şâhid getirdiğimiz zaman...» âyet-i kerîmesindeki
yalancılardan muradın kimler olduğunda ihtilâf etmişlerdir. Zemahşerîye göre
bunlar, her Peygamberi yalanlayanlardır. Mukaatîl: «Bunlar Ümmet-i Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in kâfirleridir.» demişdir, İbni Nakîb'in
tefsirinde ise bunlardan murâd: «Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) 'in müsiüman
olan ümmetidir» deniliyor. Bu takdirde âyet-i kerîmedeki şehâdet iki türlü
tefsir edilebilir:
a)
Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seilem) ümmetinin aleyhine şehâdet eder.
b) Ümmetinin
lehine şehâdet eder.
Bâzıları «buradaki
işaret, yahudilerle hıristiyanlaradir» demiş. Bir takımları da bununla yalnız
Kureyş kâfirlerine işaret edildiğini söylemişlerdir.
Resûlüllah (SaUallahü
Aleyhi ve Seilem)'in neye şehâdet edeceği hususunda ulemâdan dört kavil
rivayet olunmuşdur:
1- İbni
Mes'ûd (Radiyallahû anh) ile İbni Cüreyc, Süddî ve Mukaatil'e göre Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ümmetine Allah'ın emir ve nehiylerini tebliğ
ettiğine şehâdette buluna-cakdır.
2- Ebû'l
-Âliyye'ye göre, ümmetinin îmân ettiğine şehâdette bulunacakdır.
3- Mücâhid
ile Katâde'ye göre, ümmetinin amellerine şehâdet edecekdir.
4- Zeccâc'a
göre, ümmetinin hem lehinde; hem de aleyhinde şehâdetde bulunacakdır.
1- Kur'an-ı
Kerîm okunurken c'an kulağı ile dinlemek ve âyetlerin mânâlarını düşünerek ağlamak
müstehabdır.
2- Kur'an-ı
Kerîm'i güzelce dinlemek için başkasına okutmak müstehabdır. Bu suretle hâsıl
olan tefekkür ve tedebbür kendi kendine okumadan daha fazla olur.
3- İlim ve
fazilet sahibi olanların tâbi'lerine karşı bile tevazu' göstermeleri
müstehabdır.
249- (801)
Bize Osman fa. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rîr, A'meş'den, o da
İbrahim'den, o da Alkame'den, o da Abdullah'dan naklen rivayet etti. Abdullah
şöyle demiş: «Hıms'daydım; halkdan biri bana (hitaben) : Bize Kur'ân oku! dedi;
ben de onlara Sûre-i Yûsuf'u okudum. Halkdan biri (bana i'tîrâz ederek) : Vallahi
bu sûre böyle indirilmemişdir; dedi. Ben:
— Yazık sana! Vallahi
ten, bunu Resûlüllah (SaUaliahü Aleyhi ve Seliem) 'e okudum da :
«Güzel okudun.» diye tahsîn buyuidular; dedim.
Böylece ben, o şahısla
konuşurken birden,, bire ondan şarap kokusu geldiğini duydum ve:
— Sen hem şarap içiyor; hem de Allah'ın kitabını tekzip mi ediyorsun? Sana hadd
vurmadikça, buradan ayrılamazsın.» dedim ve kendisine hadd vurdum.»
(...) Bize
İshâk b. İbrahim ile Alîyyü'bnü Haşrem rivayet ettiler. Dediler ki: Bize tsâ
b. Yûnus haber verdi. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe ile Ebû Küreyb de rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Ebû Muâvİye rivayet
etti. Bunlar topdan A'meş'den bu isnâdla rı-vâyet etmişlerdir. (Yalnız) Ebû
Muâviye'nin hadîsinde: «Bana (güzel okudun) dedi.» ifâdesi yokdur.
Bu hadisi Buhârî «Kitâbu Fedâilü'l-Kur'ân- da tahrîc etmişdir.
Hıms: Şam
civarında meşhur bir beldedir.
Hadîsin zahirine
bakılırsa, üzerinde şarap kokusu bulunan adama hadd-i şer'îyi bizzat İbni Mes'ûd (RadiyaUahû anh) vurmuşdur.
Nevevî (631-676) şöyle
demektedir: «İbni Mes'ûd'un hadd vurması, bu husûsda hükümdarın umûmî veya
husûsî naibi olduğuna; bir de, o adamın Özürsüz şarap içtiğini i'tirâf ettiğine
hamlolunur. Aksi takdirde sırf şarap kokusunu duymakla hadd vurulmaz. O adamın
tekzibi dahî bilmeyerek Kur'an'dan olan bir şey'i inkâr ettiğine'hamlolunur.
Aksi takdirde sırf şarap koksunu duymakla hadd vurulmaz. O adamın tekzibi dahî
bilmeyerek Kur'an'dan olan bir şey'i inkâr ettiğine hamlolunur. Çünkü hakîkaten
inkâr ederse kâfir olur. Ulemâ Kur'an'dan olduğu müttefekun aleyh bulunan bir
harfi inkâr eden kimsenin küfrüne icmâ' etmişlerdir. Ona mürted hükmü verilir.»
Fakat Nevevî'nin : «Aksi takdirde mü-cerred şarap kokusu duyulmakla hadd
vurulmaz.» İddiaâsı, söz götürür. Çünkü İbni Mes'ûd (RadiyaUahû anh) 'dan
rivayet olunduğuna göre onun mezhebi mücerred kokuyu duymakla hadd vurmanın
vâcib olması imiş.
Bâzıları: «İhtimâl ki
İbni Mes'ûd'un (ona hadd vurdum.) sözünden muradı, devlet reisine haber
vermesidir. Bu suretle ona hadd vurulmasına sebep olduğu için mecazen had
vurmayı kendisine isnâd et-mişdir.» derler.
Kurtubî dahî: «İbni
Mes'ûd 'un, o adama hadd vurması, kendisini bu husûsda salahiyetli saydığı
içindir. Yahut hükümdar nâmına bir vacibi ikaame ettiğine kaani olmuşdur. Bunu
Kûfe'de vâlî bulunduğu sıralarda yapmış olması da mümkindir. Çünkü kendisi Hz.
Ömer zamanı ile Hz. Osmân'm hilâfeti başlarında Kûfe'de vâlî bulunmuş-dur.»
diyor. Ancak Kûfe'de vâlî bulunduğu sıralarda yapmışdır; iddiasını Aynî
reddetmekde; vak'amn Hım s'da geçtiğini hatırlatarak Kurtubî 'nin zühulüne
işarete etmektedir.
Yine Kurtubî: «Bu
hadîsde, şarap kokusu ile hadd vurmanın vücûbuna kaail olmayanlara delîl
vardır. Netekim Hanefî 'lerin mezhebi budur; İmam Mâlik ile şâir Mâ1ikîy'ye
ulemâsı ve Hicaz'. hlardan bir cemâat dahî buna kaaildirler.» demişse de,
hadîs-i şerîfde Hanefîlerle, Mâliki 'ler aleyhine delîl yokdur. Çünkü İbni
Mes'ûd {RadiyaUahû anh) o adama ancak i'tirâfı sebebi ile hadd vurmuşdur. Bir
de sırf koku, şarap içtiğine kat'î delîl olamaz. Şarap kokusuna benzer başka
bir şey yemiş veya içmiş olabilir. Meselâ ayva yiyen insanın ağzı, şarap
kokusuna çaldırır bir şekilde kokar. Şüpheyle ise hadd vurulamaz. Hadd vurmak
için ya şâhid yahut içenin i'tirâfı şarttır.
250- (802)
Bize Ehû Bekir b. Efaî Şeybe ile Ebû Saîd El-Eşecc rivayet ettiler. Dediler
ki: Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Sâlih'den,, o da Ebû Hüreyre'den naklen
rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Sizden biriniz evine
döndüğü zaman orada üç tane iri, semiz, gebe deve bulmasını ister mi?» diye
sordu. Bİz :
— Evet! cevâbını
verdik. Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi
ve Sellem) :
«O hâlde birinizin
namazında okuyacağı üç âyet kendisi İçin irt semiz ve gebeliği belli olmuş üç
deveden daha hayırlıdır.» buyurdular.
251- (803)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize FadI b. Dükeyn, Mûsâ
fc. Aliyy'den rivayet etti. Demiş ki: Babamı, Ukbe-tü'bnü Âmir'den naklen
rivayet ederken dinledim. Ukbe şöyle demiş: Biz sofada iken Resûlüllah
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem) (dışarı)
çıkarak:
»Hanginiz her gün hiç
bir günâha girmeden ve akrabalık bağlarını kesmeden Burhân'a yahut Akîk'a
gidip, oradan iki tane iri hörgüçlü dişi deve
getirmek ister?» diye sordu. Biz :
— Yâ Resûlâllahl Bunu
(hepimiz) dileriz... dedik. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) :
«O hâlde her birinizin
mescide giderek Allah Azze ve Celle'nin kitabından iki âyef öğrenmesi veya
okuması onun için iki dişi deveden daha hayırlıdır. Uç âyef onun için üç
deveden, dört âyet dört deveden ve okunacak âyetler kendi sayılarınca
develerden daha hayırlıdırlar.» buyurdular.
Halifât:
Gebelik müddeti yarıya varmayan develer: demekdir. Müfredi, hılfe'dir. Gebelik
müddeti yarıya varanlara, ışâr derler; müfredi uşerâ'dır.
Suffe:
Mescid-i Nebevî'nin geri tarafında, ona bitişik Olarak yapılmış bir
gölgelikdir. Buna lisânımızda da sofa yahut sundurma denir. Burası fakır
muhacirlerin "barındıkları bir yerdi. Bu zevat islâmin misafirleri olup
kendilerine ashâb-1 suffe denilirdi. Burada yatarlar, ibâdetle ve Kur'ân
okumalak meşgul olurlardı. eGçimlerini tedârik için ormandan odun toplayıp satarlardı.
Ekseriyetle vakitlerini V'eygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in huzurunda
geçirirlerdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin tâyin
buyurduğu muallimler, bu zevata Kur'an-ı Ke-rîm öğretir; dînî bilgiler verirdi.
Bu suretle yetiştirilen ashâb-ı suffe, yeni müslüman olan kabilelere Kur'ân
muallimi olarak gönderilirlerdi. Bu sebeple kendilerine kurrâ denilirdi.
Mescid-i Nebevî'nin sofasmada yüzlerce kurrâ bulunurdu. Hafız Ebû Nuaym
«Hılyetü'I-Evîiyâ» adlı eserinde ashâb-ı sofadan yüzden fazlasının ismini
saymadır. Bunlardan biri de Hz. Ebû Hüreyre 'dir. Ebû Hüre y re (Radiyallahû
anh) Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den hiç ayrılmaz, onun
söylediklerini can kulağı ile dinler ve bellerdi. Hele Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in duasına nail oldukdan sonra her işittiğini taşa yazar
gibi beller ol-muşdu. Ashâb-ı kiram içersinde en ziyâde hadîs rivayet etmesi
bundandır. Kendisine ta'riz yollu çok hadîs rivayet ettiği insöyliyenlere şu
cevâbı vermişdi: «Muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticâretleri ile,
ensâr kardeşlerimiz de bahçelerindeki, tarlalarındaki ziraatları ile ensâr
kardeşlerimiz de bahçelerindeki, tarlalarındaki ziraatları ile meşgul
olurlarken Ebû Hüreyre boğaz tokluğuna Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'m yanından ayrılmaz; bu suretle onların bulunmadıkları meclislerde
hazır bulunur ve onların belleyemediklerini bellerdi.»
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ashâb-ı Suffe 'nin maişetleri ile tâlim ve terbiyeleri ile
pek yakından alâkadar olur; onları kendi ailesi efradından ileri tutardı.
Ashâb-ı Kiram'm zenginleri de gerek yiyecek gerekse giyecek hususunda ashâb-ı
suffeyi görüp gözetirlerdi.
Buthân :
Medine'ye yakın bir yerin ismidir. A k î k de M e -d î n e 'de bir vâdîdir.
Hadisde hassaten bunların zikredilmesi Medî-n e 'ye en yakını eve pazarı
oralarda bulunduUundandır.
Kevmâ':
Büyük hörgüçlü deve, demekdir.
Bu hadîsler, Kur'ân-ı
Kerîm'i öğrenip, Öğretmeye teşvik etmektedirler. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) ashabını fânî dünyaya değil, bakî olan âhiret kazancına teşvik etmek
istemiş: bunu onlara temsil yolu ile anlatmıştır. Yoksa bütün dünya Allah
Teâlâ'nın bir âyetine veya bir âyetinin sevabına bedel olamaz.
252- (804)
Bana Hasenü'bnü Aliyy EI-Hûlvânî rivayet etti. (Dedi ki) : BizeJSbû Tevbe —ki
Rabî' b. Nâfi'dir.— rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâviye (yâni İbni Sellâm)
Zeyd'den naklen rivayet etti. Zeyd, Ebû Sel-Iâm'ı şöyle derken işitmiş: Bana
Ebû Ümâmete'l-Bâhilî [91]
rivayet etti. Dedi ki: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i
«Kur'ân-ı okuyun!
Çünkü Kur'ân, onu okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecekdir.
Zehrâveyn'i (yâni) Bakara,ile Âl-i Imrân sûrelerini okuyun! Çünkü onlar
kıyamet gününde iki bulut yahut iki gölge veya safbeste iki fırka kuş gibi
gelecek; okuyucularını müdâfaa edeceklerdir. Sûre-i Bakara'y okuyun! Zîra onu
okumak bereketdİr; terk etmek İse pişmanlıkdır. Onu tahsil etmeye batta İler muktedir
olamazlar.» buyururken işittim.
Muâviye: «Duydum
ki BattaİIer: sihirbazlar mânâsına
gelirmiş.»
demiş.
(...) Bize
Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki): Bize Yahya (yâni
îbni Hassan) haber verdi. (Dedi ki) : Bize Mûaviye bu isnâdla bu hadîsin
misindi rivayet etti. Şu kadar var ki, o teşbihlerin ikisinde de (sanki onlar)
demiş; Muâviye'nin (Duydum ki.) dediğini soy-lememişdir.
Bakara ile Âl-i İmrân
sûrelerine «Zehrâveyn» derler. Onlara bu ismin verilmesi nûr ve hidâyetlerinin
çokluğu ile ecr-u mükâfatlarının bolluğundandır. Zehrâ'i çok nurlu, parlak
manasına gelir.
Gamâme ve gayâbe:
İnsanın üzerinde gölge yapan bulut, sis v.s. gibi şeylerdir. Ulemânın beyânına
göre buradaki bulut ve gölgelikden murâd; mezkûr iki sûrenin sevaplarıdır. Yâni
okunan bu sûrelerin sevapları kıyamet gününde bulutlar ve gölge veren şâir
şeyler gibi geleceklerdir.
Firkaan : Firk'ın
cem'idir. Hadîsin bir rivayetinde bunun yerine (hiz-kaan) denilmişdir. Onun
müfredi de hizk'dır. Ve her ikisi de sürü mânâsına gelirler.
«Okuyucularını müdâfa'a
edeceklerdir.» cümlesindeki müdâfa'a, cehennem ile cehennem melekleri olan
zebanilere karşı yapılacakdır. Buradaki mydâfa'a, şefâatda mubâleğa
gostermekden kinayedir.
Kaadı İyâz diyor ki:
«Bâzılarına göre bu hadîsin mânâsı: Allah Teâlâ, bu sûrelerin okunmasından,
bulut şeklinde yahut kuş sürüsü kıyafetinde' bir mahlûk yaratır da, bu mahlûk
kıyamet gününde, okuyucusunu müdâfa'a eder. Netekim bir hadîsde : Eğer bir
kimse döşeğine yatarken
(Allah'dan başka ilâh
olmadığına, Allah şâhiddir... [92] âyet-i
kerîmesini okursafar tâ kıyamete kadar
onun için istiğfar da
bulunurlar;
buyurulmuşdur. Bu, bir
ihtimâldir...»
Şafii 'yye ulemâsından
bâzılarına göre bu hadîsde zikri geçen «Ev» kelimeleri hakîkî mânâları olan
şekk bildirmek için kullanılmamışlardır. Burada onlardan murâd tenvî' yâni
çeşit bildirmekdir. Şöyle ki: Bakara ile Â1-i İmrân sûrelerini okuyup da,
mânâsını anlamayanlara bulut gibi sevap gelecek; mânâsını anlayarak okuyanlara
gölgelikler gibi sevap verilecek, mânâsını anlayarak okuyan ve onları
başkalarına da öğretenlere safbeste kuş sürüleri gibi sevaplar verilecekdir.
Çünkü müşebbehler birbirinden farklı olunca müşebbehünbihlerin de farklı
olması îcâb eder. Binâenaleyh gamâme ile gölgelendirmek, gayâbe ile
gölgelendirmekden daha hafîf; gayâbe ile gölgelendirmek de kuş sürüleri ile
gölgelendirmekden daha aşağı mertebededir. Tâbîr-i diğerle: gamâme ile herkes
gölgelenir. Gayâbe yalnız kırallara mahsûsdur. Kuş sürüleri ise bunların
ikisinden de yüksek bir mertebe olup, (Yâ Rabbî! : Bana öyle bir mülk ihsan et
ki, böylesi benden sonra bir daha kimseye müyesser olmaya!) diye dûa eden
Peygamber-i Zîşân'a mahsûsdur.
Tıybî : «Bu hadîsde
tahsis üzerine tahsis vardır. Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) evvelâ:
Kur'ân'ı okuyun; buyurarak hükmü ta'mîm eylemiş ve şefaatini buna tâlîk
etmişdir. Sonra Bakara ile Âl-i Imrân sûrelerini betahsîs zikretmiş; kıyamet
gününün şiddet ve dehşetinden kurtulmayı ve şefaati bunların okunmasına ta'lîk
eylemiş; üçüncüde yalnız Bakara sûresini zikrederek, onu okumaya üç mânâ ta'lîk
buyurmuşdur. Bu üç mânâ onlardan her birinin şeriat sahibinden başka kimsenin
bîlemiyeceği bir hâssası olduğunu bildirmek içindir.» diyor.
Batal: Aslında
kahraman ve şeci' mânâsına gelir. Burada onu sihirbazlar mânâsına tefsir etmişlerdir.
Çünkü kelime batâletden alın-mışdır. Bu kelimenin butlanla da ilgisi vardır.
Butlan ise fesâd ve zayi' olmak, demekdir: Şu hâlde sihirbazların yaptıkları
bâtıl fiillere bakarak, kendilerine bu isim verilmişdir. Sihirbazlar hak ve
hakîkatdan ayrılarak bâtıla saptıkları için Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup anlamaya
muktedir olamazlar. Bâzıları batale kelimesini, batâletden alarak tembeller
mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Böyleleri Kur'ân-ı Kerîm'i tembelliklerinden
dolayı okuyamaz ve mânâsını düşünemezler.
Bir takımları da
«Şüphesiz ki beyânın
hakîkaten sihir olanı vardır.» hadîsine bakarak, buradaki sihirbazlardan
murâd: beyân sihirbazlarıdır.
Kur'ân-ı Kerîm
bunlardan, Kur'ân sûrelerine denk olacak bir sûrecik olsun getirmelerini
istemek suretiyle kendilerine meydan okuduğu için onlar Kur'ân-ı Kerîm'i
okuyup anlamaya muktedir olamazlar.» demişlerdir.
253- (805)
Bize İshâk b. Mansûr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd h. AhdirabMh haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Velîd b, Müslim, Muhammet! b. Muhâcir'den, o da Velîd
b. Abdirrahmân El-Cüraşî [93]'den,
o da Cü-beyr b. Nüfeyr'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Nevvâs b. Sem'ân [94] El -
Kilâbî'yi şöyle derken işittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i:
«Kıyamet gününde
Kur'ân ve onunla amel edenler getirilecekler; Kur'ân'ın önünde Bakara ile Âl-i
Imrân sûreleri bulunacak.» buyururken işitdim.
Bu iki sûre için
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uç misâl getirdi ki, ben onları hâlâ
unutmadım:
«8u iki sûre sanki iki
bulut yahut aralarında bir nûr bulunan iki siyah gölgelik yahut da sahiplerini
müdâfa'a eden safbeste kanat germiş iki kuş sürüsü gibi olacakdır.» buyurdular.
«Şark» ve «Şarak» :
Ziya ve nûr mânâsına gelir.
Kaadı İyâz ile diğer
bâzı ulemâ kelimenin böyle hem (râ)'nm sükûnu hem de fethi ile okunabileceğini
rivayet etmişlerdir. Fakat (Râ)'-nın sükûnu ile okunması hem rivayet hem de
lügat îtîbân ile daha meşhurdur.
Ulemâdan bâzılarının
beyânına göre kıyamet gününde amellere bir şekil ve suret verilerek mizanda
tartılacakları gibi Kur'ân-ı Ke-rîm'e de bir suret halk edilerek, o söretle
gelecek ve insanlara görüne-cekdir.
Kaadir-i Mutlak
Hazretlerinin kudreti her mümkîni îcâda sâlihdir; buna böylece îmân etmek
gerekir. Bakara ve Âl-i Imrân sûrelerinin,
Kur'ân'ın önünde gelmeleri bu sûrelerin sevaplarının bütün Kur'ân sevabına
muâdil olduğuna delildir. Çünkü Kur'-ân-ı Kerîm'in en uzun ve ahkâmı en çok
olan sûreleri bunlardır. Bu iki sûrenin sevapları hakkında «iki siyah
gölgelik...» buyurulması, sevaplarının adetâ bir biri üzerine yığılırcasına çok
olduğunu beyân içindir. Bittabi gölge ne kadar koyu olursa, faydası da o
nisbetde çok olur. Mezkûr iki siyah gölgenin aralarında nûr bulunması bâzı
Şâfiîyye ulemâsının beyânına göre iki gölgeyi biribirinden ayırmak içindir.
Fakat başkaları bunlara i'tîrâz etmş ve: ^Gölgenin iki tane olması biribirinden
ayrı olmalarını anlatmaya kâfidir. Burada mânâ bu iki gölge son derece kesif ve
birbiri üzerine yığılmış oldukları hâlde yine de ziyâya manî olrmyacak
demekdir.» mutâleasmda bulunmuşlardır.
254- (806)
Bİze Hasanü'bnü Rabî' İle Ahmed'b. Cevvâs El-Hanefi rivayet ettiler. Dediler ki
: Bize Ebû'l-Ahvas, Aramâr b. Ruzeyk'den, o da Abdullah b. îsâ [95] dan,
o da Saîd b. Cübeyr'den, o ela İbnJ Abbâs'dan naklen rivayet etti. Demiş ki:
Cibril, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in yanında otururken,
Efendimiz üzerinden kapı sesine benzer tir ses işitti. Ve başını kaldırdı.
Cibril bu şimdiye dek asla açılmayıp; yalnız bugün açılan bir gök kapısıdır;
dedi. Müteakiben o kapıdan bir melek indi. Cibril: bu, yeryüzüne (ancak şimdi)
inen bir melekdir. Bu güne kadar yere
hiç inmemişdir; dedi. Melek
selâm verdi ve Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— Müjde!. Sana, senden
önce hiç bir Peygambere verilmeyen iki nûr verildi. Fâtiha-ı Kifâp ve sûre-i
Bakara'nın son âyetleri!... Bunlardan okuyacağın her harfe mukaabil mutlaka
sana, o harfin tezammun ettiği sevap verilecekdir; dedi.
Hadîsin zahirine
bakılırsa Hz. İbni Abbâs onu Resûlüllah {SaHaHahü Aleyhi ve Sellem) 'den
işitmişdir. Bununla beraber o anda Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellen:}
'in yanında bulunarak hâdiseye bizzat şâhid olması, meleği görüp Cebrail
/'Aleyhisselâm) 'm sözlerini işitmesi de ihtimâlden uzak değildir.
Bu hadîsdeki «işitti,
kaldırdı,» fiillerindeki zamirler, Peygamber iS^Valiahü Aleyhi ve Sellem) 'e;
«dedi» fiilinin zamiri ise Cebrail (Aleyhisselâm, a râci'dir. Çünkü semâdan
işitilen sese hayret eden Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Setten?) onun ne
olduğunu izah eden de Cebrail (Aleyhisselâm) dır.
Bâzıları buradaki
bütün zamirlerin Cebrail (Aleyhisselâm)'a.; bir takımları da bil'akis
Resûlüllah (SuUaHohü Aleyhi ve Sellem) ıe aid olduğunu söylemişlerdir. Doğrusu
arz ettiğimizdir. Zira zamirler Cebrail'e irca' edilirse, gökyüzünden gelen
sese hayret eden de; sonra onun ne olduğunu anlatan da Cebrail (Aleyhisselâm)
olmak iktizâ eder. Zamirler Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selle/:) 'e iıcâ'
edildiği takdirde dahî, sesi işitenin, başını kaldıranın ve hayret ederek
îzahda bulunanın hep kendileri olması iktizâ eder ki, bu iki şıkkın ikisi de
hilâf-ı zahirdir. Zahir olan mânâya göre, sesi işitip; hayrete düşen
ResûlüİIah (Sr;lMlahü Aleyhi ve Sellem) bu sesin ne olduğunu îzâh eden de
Cibril (Aleyhisselâm) dır.
«Bunlardan okuyacağın
her harfe mukaabil .» cümlesindeki «harf» den murâd, hurûf-i hicâ denilen
elif-bâ harfleri ise mânâ: «her harfe karşı muhakkak on sevap verilecek»
demekdir. Fakat bu takdirde mezkûr iki sûrenin bir hususiyeti kalmaz; çünkü
diğer sûrelerin harfleri de böyledir. Bâzıları; «harfden murâd; tarafdır.
Bununla cümleden kinaye yapil-mışdır. Yâni: Eğer bu iki sûreden birer cümle
okursan, o cümlelerin tezammun ettiği şey mutlaka sana verilir; demekdir.»
şeklinde mütâlâa da bulunmuşlardır.
1- Bu hadîs
felsefe erbabının: «Felekler yarılmayı kabul etmez, şeklindeki iddialarını
reddetmektedir.
2- Peygamber
(Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) vahyi Cibril (Aleyhisselâm) 'dan başka
meleklerden de telâkki etmişdir.
3- Gök
kapısının açılması, oradan bir melek inerek tebşirde 'bulunması, Fatiha sûresi
ile Sûre-i Bakara 'nın son âyetlerinin pek büyük sevabı hâîz olduklarına
delildir.
«Bunlar senden önce
hiç bir Peygambere verilmemişdir.» cümlesinden murâd: bu sûrelerin
sevaplarıdır. Yoksa yalnız mezkûr iki sûre değil; Kur'ân-ı Kerîm'in hiç bir
sûresi Resûlüllah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem) den önce hiç bir Peygamber'e
verilmemişdir. Bakara sûresinin sonundan murad Aliyyü'l - Kaarî'ye göre
âmene'r-Resûlü'-dür. Ondan bir âyet evvelidir diyenler de vardır.
Fatiha sûresinin
faziletleri hakkında bir çok hadisler vârid olmuşdur. Bu husûsda Buhâri'de şöyle
bir rivayet vardır: « Ebû Saîdb. Mua11â dedi ki: Bir defa ben mescidde namaz
kılarken Resûlüllah (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) beni yanma çağırdı. Ben
(namazda olduğum için) gidemedim. Sonra: Yâ Resûlâllah! Namazda idim (kusura
bakma); diye özür beyân ettim. Peygamber (Saîlaliahü Aleyhi ve Sellem) bana:
«Allah : (Ey
mü'minler! sizi kendinize hayât verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve
Resulüne icâbed edin!) buyurmadı mı?» dedi. Sonra bana :
Ey Ebâ Saîd ! Bu
meselden çıkmadan sana öyle bir sûre öğreteceğim ki o, Kur'ân'dakî sürülerin
en büyüğüdür.» dedi. Ve elimi tuttu. Mescidden çıkacağı sırada ben :
— Yâ Resûlallah! Hani
: Sana Öyle bir sûre öğreteceğim ki o, Kur'-ân'daki sûrelerin en büyüğüdür;
buyurmuştunuz?» dedim. Resûlüllah (Saîlaliahü A leyhi ve Sellem) :
«O sûre, Fâtiha'dır
ki, namazlarda tekrar tekrar okunan yedi âyet ve bana verilen büyük
Kur'ândır.» buyurdu.
255- (807)
Bize Ahmed b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Zü-heyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr, İbrahim'den, o
da Abdurrahmân b. Yezîd'den naklen
rivayet etti. Abdurrahmân şöyle demiş: Beyt'in yaniında Ebû Mes'ûd'a rastladım
ve: Sûre-i Bakara'daki iki âyet hakkında kulağıma senden bir hadîs ulaştı;
dedim. Ebû Meş'ûd şu mukaabelede bulundu:
— Evetî Resûlüllah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem): «Bakara sûresinin sonunda iki âyet vardır ki,
kim onları bîr gecede okursa, o kimseye kâfî gelirler.» buyurdu.
(...) Bize,
bu hadîsi İshâk b. İbrâhîm de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr haber verdi.
H. Bize Muhammedü'fcnü'I - Müsennâ ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be
rivayet etti. Her iki tarîkin râvîleri Mansûr'dan bu isnâdla rivâyetde
bulunmuşlardır.
256- (808)
Bize Mîncâb b. Haris Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ifcni Müshir,
A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Abdurrahmân b. Ye-zîddem o da Âlkametü'bnü
Kays'dan, o da Ebû Mesûd El - Ensârî'den naklen haber verdi. Ebû Mes'ûd şöyle
demiş: Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Her kim bir gecede
Sûre-i Bakara'ntn sonundaki şu iki âyeti okursa, bu iki âyet ona kâfî gelirler.»
fcuyurdu.
Abdurrahmân demiş ki:
Müteakiben Ebû Mes'ûd'a rastladım, Beyt'i tavaf ediyordu. Bu hadîsi ona sordum
da, bana, o'ıiu Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Settem) 'den naklen rivayet
etti.
(...) Bana
Alîyyü'bnü Haşrem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ (Yânî İbni Yûnus) haber
verdi. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Nümeyr rivayet etti. Bu
râvîler hep birden A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Âlkame ile Abdurrahmân.
b. Yezîd'den, onlar da Ebû Mes'-ûd'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
(...) Bize
Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rîvâyet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs ile Ebû Muâviye,
A'meş'den, o da İbrahim'den, o da Abdurrahmân b. Yezîd'den, o da Ebû
Mes'ûd'dan, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seller,:) den naklen bu
hadîsin mislini rîvâyet etti.
Bu hadîsi bütün
kütüb-i sitte sahipleri tahrîc etmişlerdir. Hâkim ile Beyhakî'nin H z. Ebû Zerr
'den tahrîc ettikleri diğer bir hadîsde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seller,) şöyle buyurmuşlardır:
«Allah Teâlâ Bakara
suresini öyle iki âyetle bitirdi ki, bu âyetleri bana Arş'm altındaki bir
hazîneden verdi! Bunları öğrenin! Kadınlarınıza, oğullarınıza da öğretin.
Çünkü bunlar hem namaz, hem Kur'ân, hem de duadır.»
Hz. Ömer 'le, Hz. A1î'nin
: «Akıllı bir adam görmedim ki, Bakara sûresinin sonundaki âyetleri okumadan
uyusun.» dedikleri rivayet olunur.
«Bu iki âyet ona kâfî
gelirler...» cümlesinden murâd; bunlar gece namazının yahut mutlak sûretde Kur'ân
okumanın yerini tutarlar; de-mekdir. Bâzıları şeytanın şerrinden; diğer
bâzıları, ins-ü cirmin şerrinden onu korur; demişlerdir.
Kitabımızın «îmân»
bahsinde (199-200 numaralı hadîslerde) görüldüğü vecihle sûre-i Bakara 'nin
sonundaki İki âyetden birincisi îmânın temellerini; ikincisi ise yedi tane duâ
kelmesini ihtiva etmektedir. Bu âyetler nazil oldukdan sonra Fahr-i Âlem
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz onları okumuş ve her duâ kelimesini
okudukça Allah Teâlâ, kendisine: «Duanı kabul ettim.» buyurmuşdur.
257- (809)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hişâm
rivayet etti. (Dedi ki)
Bana babam,
Katâde'den, o da Salim b. Ebî'1-Ca'd El-Gatafânî'den, o da Ma'dân b. Ebî
Tâlhate'1-Ya'merî'den, o da Ebû'd-Derdâ [96]'dan
naklen rivayet etti ki, Peygamber (SaUaîlahü A îeyhi ve Seliem) :
«Her kim sûre-i
Kehf'in başından on âyet ezberlerse, Deccal'dan masun olur.» buyurmuşlar.
(...) Bize
Muhammedü'hnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. Dediler ki: Bize
Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize, Abdurrahman b. Mehdi rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize, Hemmâm rivayet etti. Bu râvîler hep birden Katâde'den bu isnâdla
rivayette bulunmuşlardır. (Yalnız) Şu'be: «Kehf sûresinin sonundan.» Hemmâm
ise Hişm'm dediği gibi: «Kehf'in başından...» demişlerdir.
Sûre-i Kehf'in fazileti
hakkında Buhârî Hz. Berâ'b. Âzib'den şu hadisi rivayet etmişdir: Berâ'
(Radîyallahû anh) demiş ki: Bir zât sûre-i Kehf'i okuyormuş, yanı başında da
iki iple bağlı bir at bulunuyormuş. Derken o zâtı bir bulut kaplamış. Ve yavaş
yavaş üzerine doğru yaklaşmaya başlamış. At da bundan ürküyormuş. Sabah olunca
o zât Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Selletn) 'e giderek hâdiseyi, ona anlatmış. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu (gördüğün)
sekînetdir; Kur'ân için inmişdir.»
buyurmuşlar.
Sekînetden muradın ne
olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunu az yukarıda görmüşdük.
Bâzıları: «Sekînet, Hz.
Musa (Aleyhisselâtn) 'in içersine levhalarla Tevrâtı ve asasını koyduğu altın
kapdır.» demişlerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de ve
hadîslerde sekînet lâfzı tekerrür etmiş-dir. Kelimenin bir çok mânâlara
ihtimâli olduğu için bu kelimeye yerine göre zikredilen mânâlardan lâyık olanı
verilir.
Sûre-i Kehf'in
evvelinden, başka bir rivâyetde sonundan on âyet okumanın: Deccâ1'm şerrinden
koruması, mezkûr sûrenin ilk âyetleri bir çok acâip ve garaibi ihtiva
ettiğindendir. Bu âyetlerin mânâlarını düşünenler, Deccâ1'in fitnesine
kapılmazlar. Ayni sûrenin son âyetleri dahî son derece ibret âmizdirler,
îbni Seyyid'e göre
buradaki Decca1'dan murâd: hak ile bâtılı biribirine karıştırandır.
Bâzıları : «Bundan
murâd: kıyametin büyük alâmetlerinden olmak üzere âhir zamanda çıkacak olan
Deccâldır.» demişlerdir.
258- (810)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdül a'lâ, b. Abdil
a'lâ, Ciireyrî'den, o da Ebu's - Selil'den o da Abdullah Rabah El - Ensârî'den
o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet etti. Übeyy şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
:
«Yâ Ebe'l-Münzir!
Allah'ın kitabından ezberinde bulunan hangi âyet
daha biiyükdür? bilirmisin?» dedi. Ben :
— Allah ve ResûJü
bilir...» cevâbım verdim. Efendimiz (tekrar) : «Yâ Ebe'l-Münzir! Allah'ın
kitabından ezberinde bulunan hangi âyet
daha biiyükdür?
bilirmisin?» diye sordu. (Bu
sefer ben) :
— Âyetü'l-Kürsî'dir.
dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
(Sailallahü A leyhi ve Sellem) göğsüme vurdu ve :
«Vallahi itim sana
afiyet olsun Ey Ebe'l-Münzir!» buyurdular.
Bu husûsda Buhârî
«Kitâbü'l-Vekâle» de Hz. Ebû Hüreyre'den şu hadîsi .tahrîc etmişdir: Ebû
Hüreyre (Radiyallahû anh) demiş ki :
«Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) beni Ramazan zekâtını muhafazaya vekil etmişdi.
Derken bana bir adam gelerek zahireden avuç avuç almağa taşladı; ben derhâl
kendisini yakaladım. Ve:
— VaİIahi seni Resûlüllah {Sailallahü A leyhi
ve Sellem) 'in huzuruna götüreceğim; dedim. Adam:
— Ben muhtacım;
çoluğum çocuğum ve pek ziyâde ihtiyacım var; dedi. Bunun üzerine bende, onu
serbest bıraktım. Sabaha çıkınca Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yâ Ebâ Hüreyre! Dün
gece esîri ne yaptın?» dedi. Ben:
— Yâ Resûlâllah pek ziyâde muhtâc ve çoluk
çocuk sahibi olduğundan şikâyet etti de,
kendisini serbest
bıraktım; dedim. Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem):
«Ama o, sana muhakkak
yalan söyledi. O yine gelecek» buyurdu. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in : «O yine gelecek» demesinden anladım ki, herif tekrar gelecek.
Binâenaleyh onu gözetledim. Az sonra geldi. Ve zahireden avuç avuç almaya
başladı. Derhâl kendisini yakaladım ve:
— Seni mutlaka Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Selle/n)
'in huzuruna çıkaracağım! dedim. Herif:
— Berii bırak! Çünkü muhtacım. Çoluk çocuğum var. Bir daha yapmam; dedi.
Ben de kendisine acıyarak onu serbest bıraktım. Sabaha çıkınca Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) bana :
«Yâ Ebâ Hüreyre esîrİ
ne yaptın?» diye sordu.
— Yâ Resûlâllah! Pek ziyâde muhtaç ve çoluk
çocuk sahibi olduğundan şikâyet etti de, kendisine acıyarak serbest bıraktım;
dedim. Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Amma o, sana muhakkak
yalan söyledi; o tekrar gelecek!» buyurdu. Bunun üzerine ben, onu gözetledim.
Derken gelerek zahireyi avuçîamaya taşladı. Ben, derhâl kendisini yakalıyarak:
— Seni mutlaka Resûlüllah (Sailallahü Aleyhi ve
Sellemyin huzuruna çıkaracağım.
Bununla üç oldu ki, bir daha yapmam diyorsun; sonra tekrar yapıyorsun; dedim.
Hırsız:
— Beni bırak!
sana bir kaç kelime öğreteceğim, onlarla Allah sana menfaat te'mîn
edecek; dedi.
— Ne onlar? dedim.
— Döşeğine uzandığın vakît Âyetü'l-Kürsî'yi (yâni)
(Hayy ve Kayûm o!an Allah'dan başka hiç bir ilâh yokdur.) âyet-i
kerimesini sonuna kadar oku! Böyle yaparsan üzerinde faehemahâl Allah
tarafından bir muhafız bulunur ve tâ sabaha kadar şeytan, senin semetine
yaklaşamaz; dedi. Ben de kendisini serbest bıraktım. Sabaha çıkınca ResûlüHah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana (tekrar) :
«Dün gece esîri ne
yaptın?» diye sordu.
— Yâ Resûlâllah! Bana
bir kaç kelime öğreteceğindi, bunlarla Allah'ın bana fâide ihsan buyuracağını
söyledi; ten de kendisini serbest bıraktım; dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü A
leyhi ve Sellem) :
«Neymiş onlar?» dedi.
Ben :
— Efendim, döşeğine
uzandığın vakit Âyetü'l-Kürsî'yi başından sonuna kadar oku! (Bunu okursan)
üzerinden Allah tarafından bir muhafız eksik olmaz. Ve tâ sabaha kadar
kat'îyyen şeytan sana yaklaşamaz;
dedi.. cevâbını verdim.
(Râvî diyor ki: Zâten
ashâb hayır işlemeğe pek harîs idiler.) Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) :
«(Bak hele!) o yalancı
olduğu hâlde (bu defa) sana doğruyu söylemiş. Uç gecedir kiminle konuştuğunu
biliyor musun? Yâ Ebâ
Hüreyre?» dedi. Ben :
— Hayır! cevâbını verdim.
«O bir şeytandı.» buyurdular. Buna benzer başka hadîsler de
vardır.
Ulemâ, Âyetü'l-Kürsi'nin
büyüklükle temayüz etmesini şöyle izaha çalışırlar: Bu âyetde Allah Teâlâ'nm
bütün isim ve sıfatlarının esâsları yâni vahdâniyyet, hayât, ilim, mülk, kudret
ve irâde zikredilmiş-dir. En büyük yahut en faziletli âyet olmasının hikmeti
budur.
Kaadı İyâz: «Bu
hadîsde : Kur'ân âyetlerinin bâzılarını, diğerlerine tercih ve tafdîl caizdir;
Kur'ân-ı Kerim dahî şâir semavî kitaplara tafdîl edilebilir., deyenlere hüccet
vardır. Yalnız mes'ele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Ebû'l-Hasen Eş'arîileEbû
Bekr-i Bâkı11ânî ve ulemâdan fukahâdan bir cemâat, âyetleri biribirine
tafdîlden menetmişlerdir. Çünkü bir âyetin başkasından daha fazîeltli olduğunu
söylemek, öteki âyetin ondan noksan bulunmasını iktizâ eder. Ke-lâmıllah da ise
noksanlık yokdur. Bu zevat bâzı âyetler hakkında vârid olan «En büyük», «En
faziletli... »gibi tâbirleri «Büyük» ve «Faziletli» mânâlarına te'vîl
etmişlerdir.
İshâk b. Râ huy e ile
diğer ulemâ âyetler arasında tafdili, caiz görmüş ve: Bu üstünlük, okuyanın
sevabının büyüklüğüne râci' olur, demişlerdir.
Muhtar olan kavle göre
sevabı çok mânâsına olmak üzere âyetler ve sûreler hakkında (Daha büyük) ve'
(Daha faziletli) tâbirlerinin caiz olmasıdır.» diyor.
1- Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«İlim sana afiyet
olsun Yâ Ebe'l-Münzîr!» buyurması, onun çok âlim olduğuna ve menkabesinin
büyüklüğüne delildir.
2- Bir
âlimi, büyük ve fâdıl dostları tebcîl-ü ta'zîmde bulunabilirler. Onu künyesi
ile çağırmaları da caizdir.
3- Kibir ve
gururuna sebeb olmamak ve bir de maslahat bulunmak Şartı ile bir inşam yüzüne
karşı medhetmek caizdir.
4- Ulemâdan
bâzılarına göre, bu hadîs (biz bu kitabta hiç bir şeyi noksan bırakmadık.)
âyetine katılırsa ismi a'zarmn Âyetü'l
- Kür-s î de olduğu anlaşılır.
259- (811)
Bana Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü Beşşâr rivayet ettiler. Züheyr dedi ki:
Bize Yahya b. Saîd, Şu'be'den, o da Katâde'-den, o da Salim b. Ebî'l-Ca'd'dai,
o da M'daân b. Ebî Talha'dan, o da Ebû'd-Derdâ'dan, o da Peygamber (Scâlaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :
«Sizden biriniz bir
gecede Kur'ân'ın üçte birini okumakdcın âciz mi kalıyor?» Ashâb :
— Kur'ân'ın üçte
birini nasıl okuyabilir? demişler.
Resûlüllah
(Sallallahü A leyhi ve
Sellem) :
«Ihlâs sûresi
Kur'ân'ın üçte birine denkdir.» buyurmuşlar,
260- (...)
Bize İshâk b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammed b. Bekr haber
verdi, (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebî Arûbe rivayet etti. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân [97]
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebânel-Attâr rivayet etti. Bunlar hep birden
Katâde'den bu isnâdla rivayette bulunmuşlar. Her ikisinin hadîslerinde de
«Peygamber (Salkdlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki Allah
Kur'an'ı üç cüz'e taksim etmiş ve Ihlâs sûresini Kur'ân'ın bu üç cüz'ünden biri
yapmışdır; buyurdu.» ibaresi vardır.
261- (812)
Bana Muhammed b. Hatim ile Ya'kûb b. İbrahim hep birden Yahya'dan rivayet
ettiler, tbni Hatim dedi ki: Bize Yahya b. Sâîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Yezîd b. Keysân rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Hâzim, Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Besûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Şellem) :
«Toplanın! Çünkü size
Kur'ân'ın üçte birini okuyacağım.» buyurdular. Bunun üzerine toplanan
toplandı. Sonra NebiyynMah (Satlallahü Aleyhi veSellemi çıkarak İhlâs sûresini
okudu. Sonra içeri girdi. Biz birbirleri-mize:
— Ben zannederim bu,
ona semâdan gelme lir hu!:er olacak: İçeri girmesine sebep de, ru'dur; dedik.
Sonra Rcsûlüllah (SalltıİMhü Aleyhi ve Selle m) (yanımıza) çıkarak:
«Gerçelcden ben size
Kur'ân'm üçte birini okuyacağım; demişdim. Dikkat edin! Bu sûre Kur'ân'm
üçtebirine muâdildir.» buyurdular.
262- (...)
Bize Vâsıl b. Abdil.a'lâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni FudayI, Beşîr b.
Ebi İsmail [98] den, o da Etû Hâzim'den,
o da Ebû Hii reyre'den naklen rivayet
etti. Ehû Hüreyre şöyle demiş: Resulüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)
ILizim yanımıza çıktı da:
«Size Kur'ân'm üçte
birini okuyayım mı?» dedi. Ve İhlâs sûresini, bitirinceye kadar
okudu.
263- (813)
Bize Ahmed b. Abdirrahmân b. Vehb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize amcam Abdullah
b. Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Amru'-bnü'l-Hâris, Saîd b. Ebî Hilâl'den
naklen rivayet etti. Ona da Ebû'r-Ricâl [99]
Muhammed b. Abdirrahmân, annesi Amra binti ALdirrahmân'dan naklen rivayet
etmiş. Amra, Peygamter (Sallailahü Aleyhi vç Sellem)'in zevcesi Âişe'nin
himayesinde bulunuyoımuş. O da Âişe'rien rivayet etmiş ki, Resulüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) bir
zâtı bir seriyyeye kumandan olarak
gazaya göndermiş. Bu zât maiyyetindekilere namaz kıldırırken kı-râetini dâima
thlâs sûresi ile titirirmiş. Gazadan döndükleri vakit ashâb bunu Resûlüllah (SaHalIahü Aleyhi ve Sellem)'e söylemişler. Efen di mil
(Sallailahü Aleyhi ve
Seliem) :
«Ona sorun; bunu niçin
yapıyormuş?» buyurmuşlar. Ashâb, o zâta sormuşlar; şu cevâbı vermiş:
— Çünkü İhlâs sûresi
Rahmân'ın sıfatıdır; ben de kirâetimi, o sıfatla yapmak isterim. Bunun üzerine
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) :
«Ona haber verin ki,
Allah da onu seviyor.» buyurmuşlar.
Bu hadîsin Ebû Saîd-i
Hudri rivayetlerini Buhârî «Kitâfeu Fedâüû'l-Kur'ân» da tahrîc etmişdir.
Ulemâ İhlâs sûresinin,
Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâdil olmasından ne murâd edildiği hususunda
ihtilâf etmişlerdir.
Mâzirî (453-536)'ye
göre Kur'ân-ı Kerîm, üç kısma ayrılır: Kıssalar, ahkâm ve Allah'ın
sıfatları... İhlâs sûresi sırf Allah'ın sıfatlarına mahsûdur. Onun için de
Kur'ân -ı Kerîm 'in üçcüz'-Ünden biri demekdir.
Bâzıları : «İhlâs
sûresinin sevabı katlanarak, Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birinin katlanmıyan sevabı
kadar olur.» demişlerdir.
Bir takımları:
«Kur'ân-i Kerîm üç kısımdan fazla değildir. Bunlar :
a) Allah
Teâlâ'mn zâtını bilmeye irşâd;
b) İsim ve
sıfatlarını bilmeye;
c) Fiil ve
âdetlerini bilmeye irşâddan ibâretdir. Bu sûre Allah'ı tak-dîs ve tenzihe şâmil
olunca Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Seliem) onu Kur'ân'm üçte birine denk
tutmuşdur.» derler.
Ulemâdan bir cemaata
göre, İhlâs sûresinin tez'ammun ettiği tevhidi ikrar Allah Teâlâ'ya iz'ân ile
îmân, Kur'ân-ı Kerîm'in Üçte birini okumak gibiidr. Hattâ: «Resûlüllah
(Sallailahü Aleyhi ve Seliem) bu sözü muayyen bir şahsa- sÖylemişdir.
Binâenaleyh hüküm ona mah-sûsdur.» diyenler bile vardır.
EbûÖmer İbni Abdilberr
(368 - 463) : «Biz Peygamber {Sallailahü Aleyhi ve Seliem)'den sahîh ve sabit
olarak nakledilen rivayetle amel eder; ondan öteye geçmeyiz. Mânâsını
bilmediklerimizi (Aleyhissalâtü Vesselân.) efendimize havale eyleriz. (Burada
da) ihlâs suresinin neden Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâdil olduğunu
bilmiyoruz.» demişdir.
İshâk b. Râhuye: «Bu
hadîsin mânâsı: Üç ihlâs okuyan kimse, bütün Kurân'ı okuyan kadar sevap kazanır,
demek değildir. Velev ki İhlâsı ikiyüz defadan fazla okusun.» diyor.
Bu bâbda Ebû'l-Hasen
E1-Kaabisî dahî şunları söylemektedir «İhtimâl ki İh1âs sûresini bir kaç kere
okuyarak yatan azât, ezberinde başka bir sûre olmadığı için bunu az bulmuş;
Resûlüllah (Salîaliahü Aleyhi ve Sellem) de az biJe olsa hayır işiemeğe onu
tergîb ve teş-vîk için 1h1âs sûresinin Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâdil
olduğunu söylemişdir. Allah Teâlâ, kulunun az ameline mukaabil çok amel sevabı
verebilir.»
Bâzıları «Bu hadîsden
murâd: 1h1âs sûresinin sevabı, içinde bu sûre okunmamak şartı iJe Kur'ân-ı
Kerim'in üçte biri sevabına muâdildir» demişlerdir.
İhIâs sûresinin,
Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muâdil olduğunu bildiren hadîsleri sahâbe-i
kiramdan bir cemâat rivayet etmişlerdir ki, Übeyyü'bnü.Kâ'b,
Ömeru'bnü'I-Hattâb; Ebû Eyyûh El-Ensârî, Ebû Mes'ûd El-Ensârî, Sımak ve Enes
(Radiyalîahû anhûm) bunlar meyâmndadır.
Allah Teâlâ'nın kulunu
sevmesine gelince: Mâzirî'ye göre: Bundan murâd, kullarına sevap ve nîmet
vermeyi dilemesidir.
Bâzıları : «Allah'ın
kullarına mahabbeti, onlara sevap ve nîmet vermeyi vaad etmesi değil; fi'ien
bu sevap ve nimeti vermesidir.» demişlerdir.
Kulların Allah
Teâlâ'yı sevmesi ise; bâzılarına göre, Allah Teâlâ'ya meyletmelerinden
ibâretdir.
Bir takımları:
«Kulların, Allah'ı sevmesi, ona ibâdet ve tâata devam etmeleridir.»
demişlerdir.
264- (814)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. ((Vpedi ki) : Bize Cerîr, Beyân [100]'dan,
o da Kays b. Ebî Hâzîm'rîen, o ^a Ufcbetü'bnü Âmir'den naklen rivayet etti.
Ukbe şöyle demiş: Resûlüllah (Salîaliahü A leyhi ve Sellem):
«Görmedin mi! Bü akşam
hiç misli görülmedik bir takım âyetler, Felâl ve Nâs sûreleri indirildi!»
buyurdular.
265- (...)Bana
Muhammedü'bnü Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize İsmail, Kays'den, o da Ükbetü'bnü Âmir'den naklen
rivayet etti. Ukfce şöyle demiş: Bana Resû-lüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu söyledi:
«Bana öyle bir takım
âyetler indirildi kî, benzerleri asla görülmüş değildir! (Bunlar):
Muavvizeteyn (dır.)»
(...) Bize
bu hadîsi Efeû Bekir b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî'
rivayet etti. H.
Bana Muhammedü'bnü
Kâfi* dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet etti. Bu râvîlerin
ikisi de İsmail'den bu isnâdla, bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir. Ebû
Üsâme'nin, Ükbetü'bnü Âmir El-Cühenî'-den naklettiği rivâyetde: «O, Muhammed
(Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in ashabının büyüklerindendi.» ifâdesi vardır.
Falâk ve Nâs
sûrelerine Muavvizeteyn derler. Muavviz: Si-ğmdırıcı demekdir. Bu sûrelerin
başında ins-ü cinnin ve bütün mahlûkaa-fcm şerlerinden Allah'a sığınmak emrolunduğu
için onlara, bu isim verilmişdir.
Bunlara İh1âs sûresini
de katarak; üçüne birden «Muavvizât» derler.
Buhârî «Kitâbü'l-Fedâil»
de Hz. Âişe'den şu hadîsi tahrîc etroişdir :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı vakif kendine Muavvizâf'ı okur ve
üfürürdü. Ağrısı şiddetlenince ona, bunları ben okur ve bereketini umarak elini
mesh ederdim. Yine Hz. Aişe'den rivayet olunan başka bir hadîsde şöyle
buyurulmaktadır :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) her gece döşeğine ulandığı vakif avuçlarını bir yere getirir;
sonra onların içine üfürerek Ihlâs, Falâk ve Nâs sûrelerini okur; sonra elleri
ile vücûdunun örebildiği yerlerini meshederdi.
(Bu İş'e) başından, yüzünden ve vücûdunun ön taraflarından başlar; üç
defa tekrarlardı.»
Yine Buhârî 'nin
«Tefsir» bahsinde Hz. Übeyyü'bnü Kâ'b 'dan naklen şu hadîsler rivayet
olunmuşdur:
1- Zırr b
Hubeyş şöyle demiş: Übeyyü'bnü Kâ'b
(Radiyallahû anh) 'a
Muavvizete.yn'i sordum; bana şu cevâbı verdi: (Bunu)
ben de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)'e
sordum da, bana şu cevâbı verdi.
Bana söyle [101]
denildi; ben de söyledim.» İşte biz de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in söylediği gibi söylüyoruz.
2- Zırr b. Hubeyş demiş ki: Übeyyü'bnü
Kâ'b'a sordum :
— Yâ
Ebâ'l-Münzir! Dîn kardeşin îbni
Mes'ûd şöyle diyor (ne buyurursun?) dedim. Übeyy, bana şu cevâbı verdi:
— Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)^ bunu sordum da; bana şöyle dedi: Bana: Söyle; denildi. Ben de
söyledim.» Biz: de Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in dediği gibi
diyoruz.
Bu iki rivâyetde Zırr
b. Hubeyş 'in, Hz. Übeyy'e suâl sormasının sebebi, Hz. Îbni Mes'ûd
Muavvizeteyn'i Kur' ân 'dan saymadığı içindir. Übeyy (Radiyallahû anh) cevaben
bunların Kur'ân'dan olup olmadığını vaktiyle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'e sorduğunu; o da: Bu sûreleri bana Cetrâîl (Aleyhisselâm) okuttu yâni
bunlar Kur'ân'dandır; diye cevap verdiğini bildirmişdir.
«İşte Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasıl dediyse biz de öyle deriz...» ifâdesi: Hz.
Übeyy'in sözüdür.
Ebû'1-Mü.nzir,
Übeyyü'bnü Kâ'b (Radiyallahû anh) 'in künyesidir. İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh)
Muavvize-teyn'iKur'ân 'dan saymadığı için ashâb-ı kiram bu mes'e-lede ihtilâf
etmiş; sonra bu ihtilâf kalkarak mezkûr sûrelerin Kur'ân'dan olduklarına icma' akdedilmişdir.
Binâenaleyh bugün Muavvize-teyn'in Kur'ân'dan olduklarını inkâr edenin küfrüne
hükmolunur.
Ulemâdan bâzılarına
göre Muavvizeteyn hakkındaki mes'ele onların Kur'ân 'dan olup olmaması
hususunda d? ğil; mezkûr sûrelere hâs bir sıfat ve hâssa hakkındadır.
-Ruhu'I-Beyân» da
şöyle denilmiştir: «Îbni Mes'ûd muavvi-zeteyn'i Kur'ân 'dan saymaz; onları
mushafınu yazmazdı. O, (bu iki sûre gökten indirilmişlerdir. Gökten inen şey
Rabhüî'âleminin kelâmmdandir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onları hastalığmda okur ve onlarla Allah'a sığınırdı.) demiştir. Şu halde onların
Kur'an'dan olup olmadıklarında şüphe etmiş demekdir. Ama îbni Mes'ûd'un bu
sözünden dönmüş olması muhtemeldir.»
Gerçi İmam Ahmed ile
İbni Hibbân'ın rivayet ettikleri bir habere göre Hz. Abdullah b. Mes'ûd 'un
Muavvize-teyn'i Mushaf'ına yazmazdığı hattâ yazıldığını gördüğü mushaflardan,
onları kazıyarak.;
— Bunlar Kur'ân'dan
değildir; derdiği bildirilmişdir. Fakat Bezzâr ( -292)'m beyânına göre
sahabeden hiç biri İbni Mes'ud 'un bu sözünü kabul etmemişdir. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn) 'in bu iki sûreyi namazda okuduğu sahih
rivayetlerle sabit olmuşdur.
Nevevî: «İbni Mes'ûd
'dan nakledilen rivayet bâtıldır; aslı yoktur.» demiştir. (Tabakaat-ı Şafiyye)
sahibi de şöyle demektedir: « KaadîEbû Bekir (El-İntisâr lil-Kur'ân» adlı
kitabında —ki bu eser bir âlimin okumadan geçmemesi gereken büyük bir
kitaptır.— Büyük bir bâb tahsis ederek orada bu sözü Abdullah b. Mes'ud 'dan
nakleden râvinîn hatasını açıklamıştır. Bunun Hz. Abdullah üzerinden yalan
söylediğine kat'î delil vardır.».
266- (815)
Bize Ehû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkid ve Zü-heyr b. Harb hep birden İbni
Uyeyne'den rivayet ettiler. Züheyr dedi ki: Bize Süfyân b. Uyeyne rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Zührî, Sâlim'den, o da babasından, o da Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Seltem)'den naklen rivayet etti. Efendimiz:
«Hasedlik ancak iki
şeyde caizdir :
(Birincisi) : Allah
kendiline Kur'ân ihsan eden ve, gece gündüz onunla kaaim olan adamdır.
(İkincisi) Allah
kendisine mal ihsan edip de, onu gece gündüz infâk eyleyen kimsedir.»
buyurmuşlar.
267- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. Demiş ki: Bana Sâlîm
b. AbdiIIâh b. Ömer, babasından naklen haber verdi. Babası şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü A îeyhi ve Sellem) :
«Hasedh'k ancak iki
kişiye karsı caizdir» :
(Birincisi): Alah'ın,
kendine su kitabı verdiği kimse olup; gece gündüz onunla haşır neşir olur.
(ikincisi): Allah'ın,
kendisine mal verdiği kimsedir ki, gece gündüz o maldan tesadduk eder.» buyurdular.
268- (816)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî', İsmail'den,
o da Kays'den naklen; rivayet etti. £>emiş kî: Abdullah b. Mes'ûd söyledi.
H.
Bize tbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize feabam'Ia, Muhammed b. Bişr rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize İsmail, Kays'dan rivayet etti. Demiş ki: Ben Abdullah b.
Mes'ûd'u şöyle derken .şittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hasedlik ancak iki
sey'de caizdir.
(Birincisi); Allah,
kendisine mal verip de, o malı hak uğurunda sarf etmeye muvaffak kıldığı kimse;
(ikincisi) : Allah,
kendisine hikmet verip de, o hikmet mucibince hükmeden ve onu başkasına da
öğreten kimsedir.» buyurdular.
269- (817) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'-kûb b. İbrahim rivayet etti.
(Dedi ki) : Ban& babam, îbni Şihâb'dan, o da Âmir b. Vâsile'den naklen
rivayet etti ki, Nâfi' b. Abdilhâris [102]
Usfân'-da Ömer'e rastlamış. Ömer, kendisini Mekke'ye vâlî tâyîn rtmiş imiş.
Ömer ona:
— Bu vâdî halkına kimi me'mûr ta'yîn ettin?
diye sormuş, o da :
— İbni Ebzâ'yıî cevâbını vermiş. Ömer:
— İbni Ebzâ kimdir? deyince; Vali:
— Bizim âzâdhlarımızdan biridir; cevâbını vermiş. Bunun üzerine Ömer:
— Sen, onların üzerine bir âzadlıyı me'mûr
ettin ha? demiş. Vali :
— Ama o, Allah Azze ve Celle'nirj Kitabını
okur: bütün farzları da bilir; demiş. Ömer :
«Allah bu kitapla bâzı
kavimleri yükseltir; bir takımlarını da alçalhr.»
— Dikkat et ki Peygamberimiz (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) : buyurdu;
demiş.
(...) Bana
Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî ile Ebû Bekir b. îs-hâk rivayet ettiler.
Dediler ki: Bize Ebû'l-Yemân haber verdi. (Dedi ki) : Bize Şuayb, Zührî'den
naklen haber verdi. Demiş ki: Bana
Âmiru'bnü
Vâsilete'l-Leysî
rivayet etti ki, Nâfi' b. Abdiîhâris El-Huzâî Usfân'da Öme-ru'bnU'I-Hattâb'a
rastlamış. Ve Amir hadîsi İbrahim b. Sa'd'in, Zührî'den naklettiği hadîs
tarzında rivayet eylemiştir.
Hased hadîsini Buhârî
«Kitâbti'1-tlîm», «Kitâbü't-Tebennî», «Kİtâbu't-Tevhîd», «Kitâbu'z-Zekât»,
«Kitâbü'l-Ahkâm» ve «Kitâbti'l -İ'tisâm- da; Nesâî «Kitâbü'1-İlim» de; tbni
Mâce de «Kitâ-hü'i-Zühd» de muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsi şerifin
muhtelif rivayetlerinde zikri geçen «hased» den murâd: gıpta'dir. Çünkü hasedin
hakikati, bir kimsenin dîn kardeşinde gördüğü bir nimetin ondan alınarak;
kendisine verilmesini istemesidir. Bu sebeple hasedlik, kötü bir hasletdir.
Gıpta ise: Başkasında gördüğü bir nimeti, ondan alınmasını istemeden kendine
temenni etmesidir. Gıpta makbul bir hasletdir.
Bâzıları hasedi:
«Nimetin verilen kimseden gitmesini temenni et-mekdir.» diye târîf ederler.
«Hased: Bir nimeti kendine
temenni etmekdir.» diyenler de vardır.
Aynî: «Doğrusu
kelimenin bütün bu mânâlara şâmil olmasıdır.» diyor. Hadîsden murâd: bu iki
şey'den maada makbul gıpta yokdur- de-mekdir.
Hikmet'den murâd:
Kur'ân-ıKerîm 'dir. Netekim hadîsin Ebû Hüreyre rivayetinde :
«Hased ancak iki şeyde
caizdir. (Biri) : Allah'ın kendisine Kur'ân öğrettiği kimsedir ki, onu gece
gündüz okur. (Diğeri) :
Allah'ın kendisine mal
verdiği kimsedir. O da, onu infâk eder.» buyurulmuşdur.
Hâsılı bu rivayetlerde
sebebi zikir, müsebbebi kasd kablîinden mecazen gıptaya hased denilmişdir.
Hikmet: Eşyayı,
şeriatın beyân ettiği şekilde bilmekdir. Bu lâfız ilmî kemâî'e işâretdir. îlmî
kemâl dahî, amelî kemâl'e götürür. Ve bu iki kemâl ile fazilet hasîl olur.
Fazilet de ya dâhili ya haricîdir. Dahilî fazletle-rin esâsı ilim, haricî
faziletlerin temeli ise maldır. Sonra faziletler biri tam, diğeri ondan da
üstün yâni etem olmak üzere iki nev'îdir.
Hattâbî diyor ki : «Bu
hadîsin mânâsı : îlme ve öğrenmeye, keza mal tesaddukuna teşvîkdir.»
Son hadîsdeki :
«Allah, bu kitapla bâzı kavimleri yükseltir : bâzılarını da alaçltır.» ifâdesi
ile Hz. Ömer, o me'mûrun Kur'ân-ı Kerîm
sayesinde yükselenlerden olduğuna işaret etmişdir.
270- (818)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, İbni ŞibaVdan duyduğum,
onun da Urvetü'bnü Zübeyr'den, onun da Abdur-rahmân b. Abdilkaarî'den naklen
rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Abdur-rahman demiş ki: Ömerü'bnü'l-Hattâb'ı
şöyle derken işittim: Ben, Hişâm b. Hakim b. Hizam [103]'ı
sûre-i Fürkaan'ı benim okumadığım bir şekilde okurken işittim. Bu sûreyi bana
Resûlüllah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) okutmuşdu. Az kaldı acele edecekdim.
Sonra (kırâeti bitirinceye kadar) mühlet verdim. Bilâhare cübbesinin yakasından
tutarak, onu Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e getirdim. Ve:
— Yâ Resûlâllah! Ben;
bunu sÛre-i Fürkaan'ı senin bana okuttuğundan başka şekilde okurken işittim;
dedim. Resûlülllah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bırak onu! dedi. Ve
Hişâm'a da «oku!» emrini verdi. Hişâm benim kendisinden duyduğum şekilde okudu.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem).:
«Bu sûre böyle nazil
oldu.» dedi. Sonra bana:
«Oku!» dedi. Ben de okudum. (Bana da) :
«Bu sûre böyle indirildi.
Bu sûre yedi harf üzerine inmiştir. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, onu
okuyun!» buyurdular.
271- (...)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnjus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana
TJrvetü'bnü'z-Zübeyr haber verdi. Ona da Misver b.. Mahrama [104] ile
Abdurrahmân b, Abdilkaarî [105]
haber vermişler. Onlar da Ömeru'bnü'l-Hattâb'ı şöyle derken işitmişler: Ben
Hişâşn b. Hakîm'i, Resûlüllah (Sallallahİi Aleyhi ve Sellem)"m hayâtında
sûre-i Für-kaan'ı okurken işittim... Ve râvî hadîsi yukarkî hadîs gibi rivayet
etmiş. (Yalnız) :
«Az kaldı namazda
üzerine atılacaktım. Neyse) selâm verinceye kadar güç hâlle sabrettim...» ibaresini ziyâde etmişdir.
(...) Bize
İshâk b. İbrâhîm ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. Dediler ki: Bize Abdurrazzâk
hafcer verdi. (Dedi ki)
: Bize Ma'mer,
Zührî'den Yûnus'un isnadı ile; onun rivayeti gibi haber verdi.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'l-Husûmât», «Fedâilü'l-Kur'ân», -Ki-tâbu't-Tevhîd- ve -İstitâbetü'l-Mürteddîn»
de; Ebû Dâvûd «Ki-tâbü's-Salât» da; Tirraizî «Kıraat» da; Nesâî
«Kitâbu's-Salât» ile Fedâilü'l-Kur'ân» da muhtelif râvîlerden tahrîc
etmişlerdir.
«Az kaldı acele
edecekdİm...» cümlesinden murâd: Hişâm'a inkâr hussûunda acele ederek ona
hücumda bulunacakdım; demekdir.
Hz. Ömer ile Hişâm
(Radiyallahâ anh) 'in okuyuşları biribiri-ne ne şekilde muhalif olduğunu
ulemâdan hiç biri beyân etmemişdir.
Hadîs-i şerîfde dahî
yalnız Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'in her ikisinin kıraatini
tasdik ile: «Bu sûre böyle indirildi...» buyurduğu ve neticede Kur'ân'ın yedi
harf üzerine indirildi...» buyurduğu ve neticede Kur'ân'ın yedi harf üzerine indirildiğini
beyân ile :
«Bunlardan hangisi
kolayınıza gelirse, onu okuyun!» emrini verdiği bildiriliyor.
Ulemâ, yedi harfden ne
murâd edildiğini beyân hususunda ihtilâf etmişler; neticede ortaya on kavil
çıkmışdır. Şöyle ki:
1- İmam
Halil'e göre «yedi harf» den murâd; yedi kirâatdir. Burada şöyle bir suâl vârid
olabilir: İndirilen bir âyet için nasîl olur da aded itlaak edilerek yedi harf
üzerine nazil oldu; denilebilir? Bir âyet ancak bir defa nazil olur. Meğer ki
tekrar kaldırılıp da, başka harfle indirilmiş ola?
Cevap: Cibril (Aleyhisselârn)
her ramazanda Kur'ân-ı Kerîm'i Resûlüllah (SalîaliahU Aleyhi ve Sellem) 'e arz
eder; baştan sona okurdu. İşte her ramazanda Kur'ân-ı Kerîm'i ayrı bir harf üzere
okumuş; yedi kıraat bundan hâsıl olmuşdur.
Bu hakikati anlatırken
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz :
«Cibril (Aleyhisselâm)
her defasında Kur'ân'ı bana bîr harf özerine okuttu. Ben kendisine müracaat
ettim ve daha fazla harf üzerine okumasını isteye isteye nihayet yedi harfde
karar kıldı.» buyurmuşdur.
Bu gün Kur'ân-ı
Kerîm'in yedi harf üzerine okunup okuna-mıyacağı hususunda usûl-i fıkıh ulemâsı
ihtilâf etmişlerdir.
Taberî (224-310) ile
diğer bir takım ulemâya göre, bu gün Kur'ân-ı Kerîm yalnız Hz. Zeyd'in okuduğu
harf üzere kıraat olunur.
Kaadı Ebû Bekr-i
Bâkıllânî dahî bu kavli beğen-mişdir.
.İmam Ebû'l-Hasen
El-Eş'arî (260-324) ise: «Müslüman'lar, Allah Teâlâ'nm indirdiği ve okunmasına
müsaade buyurduğu kıra-etleri menetmenin caiz olmadığına ittifak eylemişlerdir.
Allah Teâlâ'nm itlaak ettiğine manî olmak, ümmetin elinde değildir. Bu yedi
harf, bizim kırâatlarımızda mevcûddur. Yalnız Kur'ân-ı Kerîm'in içinde dağınık
bir hâlde olup; nerede oldukları aynen malûm değildir. Buna göre ehl-i
tevâtür'ün naklettiği yerlerde bir harfi, diğerinden ayırmaksızın Kur'ân-ı
vücûh üzere okumak caizdir. Meselâ Nâfi'in harfi, Kisâî ile Hamza'nın harfleri ile
birlikde ezberlenebilir. Bunda bir güçlük de yokdur. Çünkü Allah Teâlâ
kullarına kolaylık olmak üzere Kur'ân'ı yedi harf üzere indirmişdir.» demiştir.
Hattâbî diyor ki: «Bu
husûsda en akla yakın söz şudur : Kur'-ân-ı Kerîm, okuyanın kolayına geldiği şekilde
yedi harf üzere okuması için ruhsat verilerek indirilmişdir. Ancak bu, mânânın
birbirini tuttuğu yahut biribirine yakın olduğu yerlerde caizdir. Bu mes'ele
ashâb-ı kirâm'm icmâ'ından önce böyle idi şimdi ashabın icmâ'ı hilâfına okumak
caiz değildir.»
Hattâbî bu son sözü ile, ashâb-ı kiramın bir kırâet
üzerine icmâ' ettiklerini anlatmak istemişdir.
2- Ebû Hatim
Es-Sicistânî'ye göre Kur'an ; Kureyş,
Hüzeyl, Teymer-Rebâb, Ezd.
Rabîa, Hevazin ve Sa'd b. Bekr'ler ile
inmiştir. Fakat İbni Kuteybe bunu kabul etmemiştir. Ona göre yedi harften
murâd: Ku-reysin batınlarıdır.
3- Yedi harfden
murâd, yalnız Mudar lehçesidir. Bu lehçeye âid olan yedi harf, Kur'.ân-ı Kerîm'in
muhtelif yerlerinde dağınık bir şekilde bulunmaktadır.
4- Bir
kelimede dahî yedi harf üzre kıraat caizdir.
5- Yedi
harf, idgam ve saire gibi tilâvet şekillerine âiddir.
6- Yedi
harfden murâd: yedi husûsdur. Bunlar: Emir, nehiy, helâl, haram, muhkem,
müte<=âbîh ve emsâl'dir.
7- Yedi
harfden murâd, i'râbdır. Çünkü i'râb, kelimenin sonunda olur. Zâten «harf» : Son
ve kenar, demekdir. îmam Mâlik 'den bir
rivayete göre yedi harfden murâd, âyetlerin sonlarını değiştirerek
okumakdır; yerine okumak gibi. Yalnız (Azâh) âyetini (Rahmet) âyetine yahut
(Rahmet) âyetini (Azâb) âyetine tebdil caiz değildir.
8- Yedi
harfden murâd, kelimeyi teşkil eden harflerden müteşekkil isim, fiil ve
edatlardır. Meselâ «Merta'» ve «Nel'afc» gibi kelimeler yedi vecihle okunabilirler.
9- Yedi
harfden murâd, biribirinin ayni veya biribirine yakın mânâlardır. «Akhil»,
«Teâle» ve «Helümme» gibi. Ki «beri gel» mânâsmadır-lar. Bu kelimeler, ayni mânâya
geldikleri için İmam Mâlik,
Hz. Ömer 'den naklen onların biribirlerinin yerine okunmalarını tecviz
et-mişdir. «Hangisi kolayınıza gelirse onu okuyun» emri de bu mânâyı takviye
etmektedir.
Bâzıları Hz. Ömer'in,
bunun 'yahıız minberde caiz gördüğünü söylerler.
10- Yedi
harfden murâd: İmâle, medd, terkîk, tefhim, hemz, tes-hîl, idgam ve izhâr'dır.
Müteehhirîn ulemâdan biri şöyle diyor:
«Kırâat-lardaki ihtilâf vecihlerini araşatırdım; bunların yedi
olduğunu buldum. Şöyle ki:
a) Bâzı
kırâatlarda mânâ değişiyor; i'râb elden gidiyor; fakat suret değişmiyor. gibi.
b)
Bâzılarında: hareke değişiyor; mânâ ve suret olduğu gibi kalıyor gibi.
c) Diğer
bâzılarında: Harflerle mânâ değişiyor; i'râbla değişmiyor. Suret ise olduğu
gibi kalıyor. misâlinde olduğu gibi.
d) Bir
takımının: Sureti değişiyor; mânâsı değişmiyor âyetini Said b.
Cübeyrin şeklinde okuması gibi.
e) Bir takım
âyetlerin hem sureti; hem mânâsı değişir. âyet-i kerimesini Hz. A1inin.
şeklinde okuması gibi.
f) Bir
kısmında takdim ve te'hîr yapılmışdır. Meselâ âyet-i kerimesini Hz. Ebû Bekir ile Ta1ha
şeklinde okumuşlardır.
g) Bâzılarında
da ziyâde ve noksan yapılmışdır. Meselâ İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) kırâatında
âyet şeklinde okunmuşdur.
Kurtubî, İbni Hıbbân
'dan naklen yedi harfin mânâsı hususundaki ihtilâfın otuz beş kavle bâlig
olduğunu söylemiş fakat bunlardan yalnız beşini zikretmiştir. Münzirî
bunlardan çoğunun makbul olmadığını söylemiştir.
Kaadı İyâz'ın beyânına
göre «yedi harf» ifâdesindeki yedi sayısı hasr için değil; kolaylık olmak üzre
zikredilmişdir. Fakat ekseri ulemâ buradaki «yedi» adedinden, o sayıya hasr ve
kasr kastedildiğini söylemişlerdir. Meselâ Tilâvet suretinde yedi harf: îdgam,
izhar, tefhim, ter-kîk, medd, hemz ve imâle gibi nutka âid şeylerdir. Tâ ki her
kabile kendi lehçesine ve diline kolay geleni okusun. Yânî Kureyş kabilesinden
olan bir kimseye hemz teklîf edilmediği gibi; Yemen 'liye de hemz terk
ettirilmez. Benî Esed kabilesine muzâraat harfini üstün okuması teklif
olunmaz.
Kaadı Ebû Bekr-i
Bâkıllânî şöyle demiştir: «Sahih olan kavil şudur ki: Bu yedi harf Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında meydana çıkmış ve şöhret bulmuşdur.
Ümmet bunları Resûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) 'den telâkki ederek
bellemiş; Hz. Osman ile mushafları yazan cemâat da onları mushaflara geçirmiş
ve sa-hîh olduklarını haber vermişler; Yalnız tevâtüren sabit olmıyanlarım
mushaflara almamışlardır. Bu harflerin bazen mânâları; bazen de lâfızları
değişirse de, hadd-i zâtında birbirlerine zıd ve muarız değildirler.»
Tahâvi'nin beyânına
göre, yedi harf üzerine kırâet, zarûretden dolayı hassaten islâmiyetin ilk
devirlerinde caizdi. Çünkü arapların lehçeleri muhtelif idi. Bütün kabilelerin
lehçelerini öğrenmek ise güçdü. Müslümanların ve yazı yazanların adedi çoğalıp;
zaruret ortadan kalkınca kırâetler birleştirildi.
Bu husûsda Dâvûdî dahî
şunları söylemişdir: «Bu gün halkın okudukları yedi kırâetin her biri,
Resûlüllah zamanındaki yedi kırâetin biri değildir. Bü'akis birinin içinde,
diğerleri de dağınık hâlde bulunur.»
Ebû Übeydillâh b. Ebî
Sufra: «Bu günkü yedi kırâet, hadîsde zikri geçen yedi kırâetin birinden
türemİşdir; o da Hz. Osman'in mushafını toplarken tercih ettiği harfdir.» demişdir.
Mâzîrî'ye göre «yedi
harf'den murâd : Yedi muhtelif mânâdır, ilâh...» iddiası hatâdır. Çünkü
Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) yedi harfin her biri ile kıraati tecviz
ecmişdir. Bu cümleden olmak üzere bir harfi, başka bir harfle değiştirmek
caizdir. Lâkin ahkâm hususunda ib-dâl caiz değildir. Meselâ emsale âid bir
âyeti ahkâm âyeti ile değiştirmenin haram olduğuna icmâ-ı ümmet tekarrur
etmişdir. Ona göre âyetlerin sonunu değiştirmek dahî ayni sebepden dolayı
fâsiddir.
1-
Hişâm (Radiyallahû anh) Hz. Ömer'in
hayırdan başka bir şey kasdetmediğini bildiği için, ona inkiyâd etmiş;
yakasından tuttuğu için, kendisine muhalefet etmemişdir.
2- Ömer (Radiyallahû anh) ashâb-ı kiram içinde en ziyâde
salâbet-i dîniyye sahibi olan bir zât idi. Bu bâbda ondan sonra Hişâm
(Radiyallahû anh) gelir. Hattâ bizzat Ömer (Radiyallahû anh) onun bir şey'e
razı olmadığını görünce: «Ben ve
Hişâmu'bnü Halt îm sağ kaldığımız müddetçe bu iş olamaz.»
dermiş.
3- Kur'ân-ı
Kerîm'i tekellüfsüz olarak; kolayına geldiği yerden okumak caizdir.
4- Hadîs-i
şerif ashâb-ı kiram'm
Kur'ân-ı Kerîm 'i işittikleri
gibi muhafazaya no derece itinâ gösterdiklerine delildir.
5-
Resûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)
'in, Hz. Ömer 'e :
«Bırak onu!»
buyurarak; Hişâm (Radiyallahû anh)\ muâhaze etmemesi, hiç bir suçu olmadığı
içindir. Çünkü Hz. Hişâm'in okuduğu vechin caiz olduğunu Ömer (Radiyallahû anh)
bilmese de; Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) biliyordu.
272- (819)
Bana Harmeletitbnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana yunus İbni Şihab'dan naklen haber verdi. (Demiş l:i) ; Bana
Ubeydullah b. AbdîIIâh b, Utbe rivayet etti. Ona da İbni Abbâs rivayet etmiş
ki, Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Seilem) :
«Cibril Aleyhisselâm,
bana Kur'ân'ı bir harf üzere okuttu. Sonra ben kendisine müracaat ettim. Ben
ziyâde etmesini istemekde; o da bana ziyâde etmekde devam ede ede nihayet yedi
harf d e karar kıldı.» buyurmuşlar.
İbni Şihâb : «Duydum
ki bu yedi harf yalnız bir olan şey'e mahsûs olup; helâl ve haram hususunda
değişmezmiş.» demiş.
(...) Bize
bu hadîsi Abd b. Humeyd dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrazzâk haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den bu isnâdla haber verdi.
Bu hadîsi Buharı
«Kİtâbü Bed'i'I-Halk» ve «Fedâilü'I -Kur'ânda tahrîc etmişdir.
Resûlüllah (Sallaliahü
Aleyhi ve Seilem) 'in, Hz. Cibril 'den Kur'ân-ı Kerîm'i daha fazla vecihlerle
okumasını istemesi, ümmetine tahfif ve kolaylık içindir. Filvaki yedi defaya
kadar onun isteğini Cibrî1 (Aleyhisselâm)
Allah Teâlâ'ya arz etmiş. Ve isteği kabul olunmuşdur.
Bundan önceki hadisde
de görüldüğü vecihle yedi harfden muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır
Ulemânın bu bâbdaki izahatından anlaşılıyor ki, yedi harfin mânâsı, her harf
veya kelime yedi çeşit okunacak demek değildir. Gerçi Kur'ân-ı Kerîm'de yedi
hattâ on vecihle okunan kelimeler vardır. Fakat bunlar pek azdır.
Bu hadîslerden maksad:
Zikri geçen yedi vechin Kur'ân-ı Kerîm 'in içersinde dağınık bir şekilde bulunmasıdır.
Meselâ yedi harf'den murâd, yedi lehçedir; diyenlere göre Kur'ân-ı Kerîm'in
bâzı yerleri Kureyş lehçesi ile; bâzıları Hüzeyl, Hevâzin ve Yemen lehçeleri ile nazil olmuş, demekdir.
İbni' Şihâb'm : «Helâl
ve haram hususunda değişmezmiş.» sözü «Yedi harf'den murâd, mânâlardır.»
diyenlerin kavlini reddeder. Bu söz, yedi harfin lâfız ve harflere âid olduğuna
işâretdir.
273- (820)
Bize Muhammed b. Abdillah b. Nüraeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmail b. Ebî Hâlid, Abdullah b. îsâ b.
Abdirrahmân b. Ebî Leylâ'dan, o da dedesinden, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen
rivayet etti. Übey şöyle demiş: Mescidde İdim. Birisi içeri girip namaza durdu.
Ve tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra başka biri girdi. O da arkadaşının
okuduğundan başka bir kıraat okudu. Namazı bitirdiğimiz vakit hep birden
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girdik. Ben :
— Bu zât (namazda)
benim tanımadığım bir kıraat okudu. Sonra Öteki girdi; o da arkadaşının
okuduğundan başka bir kıraat okudu; dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) onlara okumalarım emir buyurdu. Onlar da okudular. Peygamber
(Saliüllahü Aleyhi ve Seilem) onların ikisinin de okuyuşlarım beğendi. Bunun
üzerin* içime Peygamber
(Sallalîahü Aleyhi ve
Seilem) 'i Öyle bir tekzîb etmek geldi ki, böylesi câhili-yet devrinde bile
aklıma esmemişdir. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) beni kaplayan
bu hâli görünce göğsüme vurdu. Bunun üzerine benden bir ter boşandı. Sanki
korkudan A\\&h(Au,e ve Celle) yi görüyor gibi idim. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) hana :
«Yâ Ubeyy! Bana bîr
harf üzere oku diye (Cibrîl) gönderildi. Ben, ona: Ümmetime (vazifesini)
hafiflet diye mürâcaatda bulundum; o da bana ikincide : Onu iki harf üzere
oku! diye cevap verdi. Ben tekrar ümmetime (vazifesini) hafiflet diye müracaat
ettim. Üçüncüde bana : Onu yedi harf üzere oku! Hem sana verdiğim her cevapla
birlikde benden isteyeceğin bir isteğin de verilecekdir» dedi. Bunun üzerine
ben :
— Yâ Rabb! Ümmetimi afvü
mağfiret et! Yâ Rabb, Ümmetini mağfiret et! dedim, üçüncü isteğimi de bütün
mahlûkaatın hattâ ibrahim Sâl-lallahu aleyhi ve Sellem'tn beni dileyecekleri
güne bıraktım.» buyurdular.
(...) Bize
Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu-hammedii'bnü Bişr
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana İsmail b. Etî Hâlid rivayet etti. (Dedi ki) :
Bana Abdullah b. îsâ, Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan naklen rivayet etti. (Demiş
ki) : Bana Übeyyü'bnü Kâ'b haber verdi ki, kendisi mescidde oturuyormuş. Birden
içeriye bir adam girmiş de n»maz kılmış ve namazda kırâeti uzun tutmuş... Râvî
hadîsi, İbni Nümeyr hadîsi tarzında rivayet etmişdir.
274- (821)
Bize Ebû Bekir b. EM Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den
rivayet etti. H.
Bize, bu hadîsi İbnü'I-Müsennâ
ile tbni Beşşâr da rivayet ettiler. İb-nü'1-Müsennâ dedi ki: Bize Muhammed b.
Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hakem'den, o da Mücâhid'den, o da
tbni Ebî Leylâ'dan, o da Übeyyü'bnü Kâ'b'dan naklen rivayet etti ki, Peygamber
(Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) Benî Gıfârın gölcüğünün yanında bulunuyordu.
Derken Cibril (Aleyhisselâtn) ona gelerek :
«Gerçekden Allah
ümmetinin Kur'ân'ı bir harf üzere okumasını sana emrediyor!» dedi.
ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve
Sellem):
«Ben, Ailah'dan bunun
af ve mağfiret buyurulmasını dilerim. Çünkü benim ümmetim buna taakat
getiremez.» dedi. Sonra Cebrâîl, ona ikinci defa gelerek:
«Allah, ümmetinin
Kur'ân'ı iki harf üzerine okumasını sana emrediyor!» buyurdu ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) tekrar:
«Alah'dan bunun afv-u
mağfiretini dilerim! Çünkü ümmetim buna taakat getiremez.» dedi. Sonra ona üçüncü defa gelerek yine:
«Allah Teâlâ,
ümmetinin Kur'ân'ı üç harf üzere okumasını sana emrediyor!» dedi. ResûlüIIah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ailah'dan bunun afv-u
mağfiretini dilerim! Çünkü benim ümmetim buna taakat getiremez.» dedi. Sonra ona dördüncü defa gelerek:
«Gerçekden Allah,
ümmetinin yedi harf üzere Kur'ân okumasını sana emrediyor. Onu hangi harf üzere
okurlarsa, isabet etmiş olacaklardır.» buyurdular.
(...) Bize
bu hadîsi Ubeydullah b. Muâz da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Tıybî'nin beyânına
göre Übeyy (Radiyaİlahû anh) ashâb-1 kiramın en ziyâde vera' ve takva
sahiplerinden biri idi. Böyle olmakla beraber o anda Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Selîem) 'in —hâşâ— yalancı olduğu hatırından geçirecek kadar
vesveseye düşmesi, şeytanın tel-vîs'indendir.
Hz. Übeyy'in kendi
ifâdesinden anlaşılıyor ki, câhiliyyet devrinde Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve
Sellem) 'in hak Peygamber olduğunu kabul hususunda gaflet ve şüphe içinde
bulunuyormuş. Fakat bu defa şeytan şüpheyi de geride bırakarak, Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kat'î sûretde yalanlamayı ona vesvese sureti
ile emretmiş.
Kaadı İyâz: «Hatırdan
geçen bu gibi şeyler, üzerinde durul-madıkça muâhazeyi mucip değildirler.»
diyor. Filhakika Mâzirî'nin beyânına göre Hz, Übeyy'e şeytan tarafından o
dakika ilkaa edilen vesvese, Peygamber (Sallallahü A leyhi ve Sellem)'in
tenbîhi yâni göğüsüne çarpması ile derhâl zail olmuşdur. Zâten Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dokunması, onun kalbi ne kötü kötü şeyler
geldiğini anladığı içindir.
Übeyy (RadiyallahÛ
anh) bu tenbîh darbesi ile kendine gelmiş ve yaptığından dolayı son derece
utanç ve pişmanlık duyarak ter dökmüşdür.
Hadîsin bu rivayetinde
Hz. Cibril 'in, Kur'ân-ı Kerîm'i evvelâ bir vecih üzere indirdiği; sonra
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ricası'üzerine iki veçhe çıkardığı;
sonra tekrar ricası üzerine yedi harf üzerine okuttuğu bildiriliyor. Hâlbuki
bundan sonraki rivâyetde üçüncü defada üç; dördüncüde yedi vecihle okuttuğu
beyân edilmektedir. Bu suretle iki hadîs arasında zahiren bir münâfât göze
çarpıyor. Ulemâ bu iki rivayetin arasını bulmuşlar ve: «Birinci rivâyetdeki
(üçüncü defa) tâbirinden; murâd, sonuncu defadır. Netekim sonraki rivâyetde
onun yerine (dördüncü) tâbirini kullanmışdır. Dördüncü defadan murâd, Hz.
Cibtî1'in son gelişidir.» demişlerdir.
Birinci rivâyetden
Cebrail (Aleyhisselâm) 'in gelişlerinin biri hazfedilmiş de olabilir.
Hz. Cibrîl'in bu
mes'elede —her gelişinde— Teâlâ Hazretlerinin bir istek vermeyi va'd
buyurduğunu söylemesi, isteğin kat'î sûretde verileceğini beyân içindir. Şâir
istekler ise kat'î sûretde müstecâb değildirler. İçlerinden kabul edilenleri
bulunduğu gibi; kabul edilmeyenler.! de vardır.
Babımızın son hadisinde:
«Ümmetin, Kur'ân'ı hangi harfle okurlarsa; matlûba isabet etmiş olurlar.» bu
vurulmakta dır. Bu cümleden murâd: «Ümmetin bu yedi vecihden biri ile okumakda
serbestdir. Fakat yedi vecihden öteye geçemezler. Bunu böylece bilip;
kendilerinden sonra gelenlere böylece nakletmeleri gerekir.» demekdir.
Görülüyor ki yedi harf
den muradın ne olduğu ulemâ arasında pek ihtilaflı bir mes'eledir. İmam Süyûtî
(849-911) «El-İtkaan» nâm eserinde bu bâbdaki kavilleri kırkbire, Keşraîri ise
kırkbeşe çıkar-mışdır. Ancak mezkûr kavillerin bir çoğu zayıfdır.
275- (722)
Bize Ebû Bekîr b. Ebl Şeybe ile İbni Nümeyr topdan Ve-kî'dein rivayet ettiler.
Ebû Bekir dedi ki: Bize Vekî', A'meş'den, o da Ebû Vâil'-den naklen rivayet
etti. Ebû Vâil şöyle demiş: Nehîkü'bnü Sinan denilen bir adam, Abdullah'a
gelerek:
— Yâ Ebâ Abdirrahmân! Şu harfi nasıl okursun?
Elif mi y mı? Yâni mi yoksa mi? dedi. Abdullah:
— Sen, bundan maâdâ
bütiiin Kur'ân'ı araştırdın mı? (Başka yok mu?) diy e cevap verdi. Nehîk:
— Ben hakikaten bir rek'atta mufassal sûreyi
okunan., cevâbını verdi. Bunun üzerine Abdullah:
— Şiir geveler gibi gevelemek mi dedin? Bir
takım insanlar Kur*ân'ı okurlar ama Kur'ân köprücük kemiklerinden öteye geçmez.
Lâkin Kur'âr kalbe varır da; oraya yer ederse faydalı olur. Namazın en
faziletlisi rükû ve sücûddur. Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
bir arada okuduğu nazâîrî pek iyi bilirim. Her rek'âtda iki sûre (okurdu);
dedi. Sonrs Abdullah kalkarak dışarı çıktı; onun arkacığından Alkame içeri girdi Sonra o da çıktı ve:
— Abdullah bunu bana
da haber verdi; dedi.
İbnü Nümeyr kendi
rivayetinde: «Abdullah'a Benî Becîle kabilesin den bir adam geldi.» demiş
«Nehîkü'bmi Sinan» dememiştir.
276- (...)
Bize Ebû Küreyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâ viye, A'meş'den, o da
Ebû Vâil'den naklen rivayet etti. Ebû Vâi!: Abdal lah'a Nehîkü'bnü Sinan
denilen bir adam geldi... diyerek Vekfin hadîs gibi rivâyetde bulunmuş; Yalnız:
«Derken Alkame onun Yanına girene için geldi. Biz, Alkâme'ye :
— Şuna sor bakalım
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) 'in bir rek' âtda okuduğu biribirine
denk sûreler nelermiş? dedik. Bunun üzerine Al karne, onun yanına girerek
sordu.. Sonra bizim yanımıza çıktı: ve Abdul lah'm te'lîfine göre mufassal
sûrelerden yirmi tanesi (imiş), dedi.
277- (...)
Bize, bu hadîsi tshâk b. İbrahim de rivayet etti. (Dedi ki) Bize îsâ b. Yûnus
haber verdi. (Dedi ki) : Bize A'meş bu isnâdda, yukar kilerin hadîsleri gibi
rivâyetde bulundu; ve dedi ki:
«Ben, Resûlülah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in iki rânesİni bir rek*âtd< okuduğu denk
sûreleri pek âlâ bilirim. On rek'âfda
yirmi sûre (okurdu.)
278- (...)
Bi.ze Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Meh-dî b. Meymûn rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Vâsıl El-Ahdeb, Ebû Vâil'den naklen rivayet etki. Demiş
ki : Bir gün sabah namazını kıldikdan sonra erkenden Âbdulla.'h b. Mes'ûd'a
gittik. Kapıya vardığımızda selâm verdik. Bizi, içeriye buyur etti. Biz bir an
kapid adurduk. Derken kız dışarıya çıkarak:
— Neye girmiyorsunuz? dedi. Müteakiben içeriye
girdik. Bir de baktık Abdullah oturduğu yerden nafile namaz kılıyor!
— Size izin verildiği hâlde içeri girmenize
mâni' neydi? dedi. Biz :
— Bir şey yok! Yalnız evdekilerin bâzısı uyuyor
zannettik, dedik. Abdullah :
— Ya, siz İbni Ümmi [106] Abd
oğullarını gafletde mı sandınız? dedi. Sonra yine namazına yöneldi. Tâ güneşin
doğduğunu zannedinceye kadar nafile kılmağa devam etti. Sonra:
— Kız! Bak güneş doğmuş mu? dedi. Kız, güneşe
baktı. Güneş doğmamıştı. Abdullah namazına devam etti. Nihayet
güneşin doğduğunu zannedince tekrar:
— Kız! Bak güneş doğmuş mu? dedi. Kız, güneşe
baktı. Bu sefer güneş doğmuşdu. Abdullah:
— Bizi bu gün de kaldıran Allah'a hamd olsun!
dedi.
Râvî Mehdî: (zannederim bizi günahlarımız sebebiyle.
heTâk dedi.) diyor. O arada cemâatdan biri:
— Ben dün akşam bütün mufassal sûrpleri-oftudîîm; dedi. Bunun üzerine Abdullah :
— Şiir geveler gibi gevelemekle değil mİ7 Biz
yemîn ederiz ki biri-birine yakın sûreleri tşitmişizdir. Hem ben,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) 'in vaktiyle okuduğu biribirine
yakın sûreleri çok iyi bilirim. Mufassal sûrelerden onsekiz, Âl-i Hâ-Mîm'den de
iki sûre okurdu.» dedi.
279- (...)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyin b. Aliy El-Cu'fî, Zâide'den,
o da Mansûr'dan, o da Şakîk'den naklen rivayet etti. Demiş ki : Benî Becîle
kabilesinden Nehîkü'bnü Sİnân denilen bir zât Abdullah'a geldi ve:
— Ben, bir rek'âtda mufassal sûreleri okurum.,
dedi. Abdullah:
— Şiir geveler gibi geveleyerek mi? Vallahi ben
;
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in vaktiyle okuduğu biribirine denk sûreleri pek
âlâ bilirim. Her rek'âtda İki sûre okurdu.»
dedi.
(...) Bize
Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnü'l-Müsennâ dedi ki
: Bize Muhammedü'bnü Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Amr b.
Mürra'dan naklen rivayet etti. Oda Ebû Vâil'i rivayet ederken dinlemiş ki,
İbni Mes'ûd'a bir adam gelerek:
— Ben, bu akşam bütün mufassal sûreleri bir
rek'âfda okudum... demiş. Bunun üzerine Abdullah:
— Şiir geveler gibi geveleyerek mi? demiş ve
sözüne devamla :
— Vallahi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in bir arada okuduğu biribirine denk sûreleri ben çok iyi bilirim...
diyerek; mufassal sûrelerden yirmi tanesini zikretmiş; bunların her rek'âtda
ikişer ikişer okunduğunu söylemişdir.
Bu hadîsi Buharı
«Kitâbü'1-Ezân» da; Ebû Dâvûd ve Nesâî dahî «Kitâbü's-Salât» da tahrîc
etmişlerdir.
tbnü Mes'ûd
(RadiyaHahûarih) Hazretlerinin kendisine suâl soran Hz. Mehîk'e: «Sen bütün
Kur' ân'ı kelime kelime elden geçirdin de, anlamadığın yalnız bu mu kaldı?»
diye sorması, onun bu suâli sormak-da samimî olmadığını anladığına hamledilir.
Çünkü hakikati anlamak için sormuş olsa, buna cevap vermek îcâb ederdi. Hâlbuki
İbni Mes'ûd (Radiyallahû anh)\n söyledikleri, cevap değil; onu baştan savmağa
yarayan sözlerdi.
İbnü Mes'ûd
(RadiyaHahû anh) 'm bu sözlerine karşı Hz. Nehik'in : «Hakîkatta ben uzun
sûreleri bir rek'âtda okurum!» demesi, kendisinin câhilin biri olmadığını;
Kur'ân-ı Kerîm'i mükemmel şekilde ezbere bildiğini anlatmak içindir.
İbnü Mes'ûd
(RadiyaHahû anh) onun bu sözüne de: «Şiir geveler gibi geveleyerek mi?..» diye
mukaabele etmişdir.
Hezz: Son
derece sür'âtle okumak ve kelimeleri sür'atle kesmekdir.
Hz. İbnü Mes'ûd 'un bu
suâli : îstifhâm-ı inkârîdir. < Bundan sonraki sözleriyle dahî: Bâzı
insanların Kur'ân okumakdan kazandıkları nasîp, ; yalnız çenelerinin yorulması
olduğunu, zîra okudukları Kur'ân'ın boğazlarından aşağı geçmediğini; hâlbuki
Kur'ân okumakdan matlûb bu olmadığını, Kur'ân'm mutlaka kalplere yer ederek
tedebbür suretiyle okunması gerektiğini anlatmak istemişdir.
«Mufassal sûreler» den
muradın ne olduğu ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bunu yerinde görmüşdük.
Nezâir: .Nazîra'nm
cem'idir. Bundan murâd : uzunlukda kısalıkta biribirine benziyen sûrelerdir.
Bâzıları : aded itibarıyla biribirine benzeyen sûreler olduğunu söylemişlerdir.
Burada maksad: Biribirine yakm uzun-lukdaki sûrelerdir. Meselâ Duhân sûresi
altmış, Amme sûresi kırk âyetdir.
Bâzıları : «Nezâir :
Va'z, kıssa ve hikmet gibi mânâ hususunda biribirine benzeyen sûrelerdir. Âyet
sayısında denklik aranmaz.» demişlerdir. Fakat bu söz itirazla karşılanmişdır.
Zîra bu gibi yerlerde sûrelerin mânâca biribirlerine denk olmalarının hiç bir
te'sîri yokdur. Burada murâd : Okunan mikdârda âyet ve sûrelerin biribirine
denk olmasıdır. Zâten hadîsin bâzı rivayetlerinde bu cihet tasrîh olunmuş; ve
Rahman ile Necm sûreleri nezâire misâl gösterilmişdir. Bu sûreler mânâca değil;
âyet mikdârı itibârı
ile birbirlerine yakındır. Çünkü Rahman sûresi yetmiş iki; Necm sûresi de
altmış iki âyetden müteşekkildir.
Hadîsin muhtelif
rivayetlerinden anlaşılıyor ki, tbnü Mes'ûd (Radiyallahû arth) biribirine nazîr
yirmi sûre saymışdır.
Burada onlardan
bahsedilmemişle de; Ebû Dâvûd'un rivayetinde tafsilâtı ile beyân edilmiş ve:
«Lâkin Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Seîîem) nezâirden iki sûreyi (yâni)
Rahman ile Necm sûrelerini bir rek'âtda, «îkterabet» ile «El-Haakkah» sûrelerini
bir rek'âtda, « Zâriyât » ile «Tûr» sûrelerini bir rek'âtda, «Vakıa» ile «Nûn»u
bir rek'âtda, « Se'ele • ile «Naziât» ı bir rek'âtda, «Mutaffifîn» ile «Abese»
yi bir rek'âtda, « Müddessir» ile « Müzzemmil>i bir rek'âtda, He12tâ», ile « Lâıksimuyu bir rek'âtda,
«Amme» ile «Mürselât» ı bir rek'âtda ve . « Tekvîr ile « t)u hân» sûrelerini bir rek'âtda
okurdu.» denilmişdir.
Hz. İbni Mes'ûd'un:
«Şüphesiz ki namazın en faziletli rüknü: rükû' ile sücûddur.» sözü, kendi
mezhebini beyândır. Yerinde de görüldüğü vecihle bu husûsda ulemânın ihtilâfı
vardır.
Hadîsin bir rivayetinde İbni
Mes'ûd (Radiyallahû anh) 'in :
«Resûlüllah
(Sailallahü Aleyhi ve Sellem) onsekiz sûre murassalardan; iki sûre de
Hâ-Mîmlerden okurdu.» dedikden sonra, diğer rivayetinde : «Mufassal sûrelerden
yirmi tanesini okurdu.» demiş olması, birbirine muarız değildir. Çünkü birinci
rivâyetde muradı: «Okuduğu yirmi sûrenin ekserisi mufassal sûrelerden idi.»
demekdir.
Nevevî (631-676) diyor
ki: «Ulemâ Kur'ân'm evveli yedi uzun sûredir. Sonra yüzlükler gelir;
demişlerdir. Yüzlüklerden murâd: Sûrenin yüz âyet ihtiva etmesidir. Ondan
sonra mesânî, daha sonra mufassalların nereden bağlıyacağı hususundaki hilaf
evvelce geçmışdi.
Bâzıları:
bunların «Kıtal» sûresinden; diğer
bâzıları: «Hucurât»dan, bir takımları da
«Kaaf» dan başladığını söylemişlerdir.
ÂI-i Hâ-Mîm'den murâd:
ıHâ-Mîm» diye başlayan bir gurup sûrelerdir.
Kaadı İyâz'ın beyânına
göre bu sözden murâd; Bir tek HâMîm sûresi de olabilir. Bu takdirde «Al»
kelimesi mukham yâni ziyâdedir.
1- Kur'ân-ı
Kerîm'i acele ile çiğneyerek okumak memnû'-rîur.
2- Hadîs-i
şerif, Kur'ân-ı Kerîm'i aheste aheste
ve mânâlarını düşüne düşüne okumaya
teşvik etmektedir. Cumhûr-u ulemânın mezhebi de budur.
Bâzıları acele okumayı
da tecviz etmişlerdir.
3- Son
rek'âtı, evvelki rek'âtdan uzun tutmak caiz ise de, evlâ olan iki rek'âtlı bir
namazın her rek'âtını müsavi tutmakdır. Bu bâbda yalnız sabah namazı
müstesnadır. Çünkü sabah namazının ilk rek'âtını, ikinciden uzun tutmak
efdaldir. Bu hususdaki hilafı da yerinde görmüşdük.
4- Bir rek'âtda
bir kaç sûre okumak caizdir. Buna, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir rek'âtda iki sûre okuması delâlet ettiği
gibi, Hz. Âişe'ye. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazında bir kaç
sûreyi birden okurmuydu?) diye sorulduğu vakit: «Evet! Mufassallardan bir
kaçını birden okurdu.) diye cevap vermesi dahî delildir.
Kaadı İyâz'a göre îbni
Mes'ûd (Radiyalîahû anh) 'in bu hadîsi Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in ekseriyetle namazlarını bu mikdâr kırâetle kıldığına delildir. Daha fazla
uzatması ayni sûreleri tedebbürle ağır ağır okumasmdandır. Bâzan bir rek'âtda
Sûre-i Bakara ile başka bir sûreyi okuduğu da rivayet edilmişsede bu nâdfr1?n
vuku bulmuştur.
5- Hadîs-i
şerif, bir kimsenin çoluk çocuğuan ve idaresi altında bulunanlara karşı,
dînleri hususunda dikkatli davranmaya teşvîkdir.
6- Haberi
vâhid, bir kadının haberi ve yakîn ile amel imkânı varken zan ile amel etmek
caizdir.
7- Hz.
İbni Mes'ûd 'un «Bizi kaldıran Allah'a
hamd olsun!..» demesi kıyametin büyük alâmetlerinden biri olan güneşin garpdan
doğmasını beklediği içindir. Çünkü işlenen günahlar sebebile o bunu bekliyordu.
280- (823)
Bize Ahmed b. Abdİllâh b. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Züheyr rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebû İshâk rivayet etti. Dedi ki: ^sved b. Yezîd mescidde
Kur'ân Öğretirken, ona bir adamm suâl sorduğunu gördüm:
— Şu âyetini nasıl okuyorsun? Dal mı, zel mi?
dedi. Esved:
— Dal ile okuyorum. (Çünkü)
ben Abdullah b. Mes'ûd'dan işittim: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi
veSellem)'i (muddekir) diye
dal'la okurken İşittim; diyordu., cevâbını verdi.
281- (...)
Bize Muhammedü'bnü'l-Müsennâ ile İbni Beşşâr rivayet ettiler. İbnHİ'l-Müsennâ
dedi ki : Bize, Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû
İshâk'dan, o da Esved'den, o da Abdullah'dan, o da Peygamber (SaUallahü Aleyhi
ve Seîlem) 'den naklen rivayet etti ki, bu cümleyi diye dal'la okurmuş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü't-Tefsîr- ve «Kitâbu Ehâdîsi'1-Enbiyâ» da tahrîc etmişdir.
Muddekir :
İbret alan, mânâsına gelir. Kelimeni naslı «müztekir»dir. Yânî zikirden
alınarak, iftiâl babına nakledilmiş; sonra «te» «dal»a kalb edilmiş; «zel» dahî
dal'a çevirilerek idgam yapılmış, «muddekir» olmuşdur.
Hadîs-i şerif, ashâb-ı
kiramın Kur'ân-ı Kerîm'e son derece dikkat ve ehemmiyet atfettiklerine
delildir.
282- (824) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ve Ebû Küreyb rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Bekir'indir. Dediler kİ: Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da
İbrahim'den, o da Alkame'den naklen rivayet etti. Aîkame demiş ki: Şam'a
geldik. Müteakiben yanımıza Ebû'd-Derdâ' gelerek:
— İçinizde Abdullah'ın kırâeti üzre okuyan
kimse var mı? dîye sordu. Ben :
— Evet, ben (okurum) dedim. Ebû'd-Derdâ':
— Peki Abdullah'ın şu a âyet-i kerimesini nasıl
okuduğunu işittin?- dedi. Ben :
— Onu diye okurken işittim; cevâbını verdim.
Ebû'd - Derdâ' :
— Vallahi ben de ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Seilem)'in, onu bu şekilde okuduğunu işittim. Lâkin bu Şam'lılar benim, onu
şeklinde okumamı istiyorlar ama ben, onlara tâbi olmuyorum., dedi.
283- (...)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ce-rîr, Mugîra'dan, o da
İbrahim'den naklen rivayet etti. İbrahim şöyle demiş: Alkame Şam'a geldi. Ve
bir mescide girerek; orada namaz kıldı. Sonra bir halkaya gitti ve oraya
oturdu. Derken bir adam geldi. Bu adam hakkında cemâatin çekingen
davrandıklarını ve vaziyetlerini anladım. Gelen zât yanıbaşıma oturdu. Sonra :
— Abdullah'ın okuduğu
şekilde Kur'ân ezberin demi d ir?» diye sordu... Râvi hadîsi yukarki hadîs
gibi rivayet etmiştir.
284- (...) Bize
Alîyyü'bnü Hücr Es-Sa'dı rivâjyet etti.
(Dedi ki)':
Bize İsmâîl b.
tbrâhîm, Dâvud b. Ebî Hind'den, o da Şa'bî'den, o da Alka-me'den naklen rivayet
etti. Alkame şöyle demiş :
— Ebû'd-Derdâ'ya tesadüf ettim. Bana :
— Sen kimlerdensin? dedi,
— Iraklılardanım! cevâbını verdim,
Ebû'd-Derdâ':
— Hangilerinden? dedi.
— Kûfdilerdenim! cevâbını verdim.
— Abdullah b. Mes'ûd kırâeti üzre
okuyabiliyormusun? diye sordu:
— Evet! dedim.
— Öyle ise Leyi sûresini oku! dedi. Ben de
sûreyi diye okumaya başladım. Bunun
üzerine Ebû'd -Derdâ' güldü. Sonra :
— Ben, Resûlüliah (Salîaltahü Aleyhi ve Sellem) 'in de böyle
okuduğunu işittim... dedi.
(...) Bize,
Muhammedü'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdüla'Iâ rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Dâvûd, Âmir'den, o da Alkame'den nsklen rivayet etti. Âlkame :
«Ben, Şam'a gelerek
Ebû'd-Derdâ'ya tesadüf ettim...» diyerek İbni 'r yye hadîsi gibi rivâyetde
bulunmuş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu't-Tefsîr»de tahrîc etmişdir.
Görülüyor ki muhavere
Alkame ile Hz. Ebu'd-Derdâ' arasında geçmiş; Ebu'd-Derdâ'in İbni Mes'ûd kırâeti
üzere okuyan bulunup bulunmadığını sorması üzerine Alkame: «Onun kırâeti üzere
Kur'ân okuyan ben varım.» demiş. Bunun üzerine Ebû'd-Derdâ' (Radiyallahü anh)
ondan İbni Mes'ûd kırâeti üzerine Leyi sûresini okumasını istemiş; o da mezkûr
sûrenin başını (kapladığa vakit geceye, erkek ve dişiye yemin ederim!) diye
okumuş. Ebud Davudâ' yemîn'ederek kendisinin de Resûlüliah (Saİlailahü Aleyhi
ve Sellem) 'den bunu böyle okurken işittiğini Lâkin Şam1ı1ar'a bir türlü söz geçiremediğini;
Şam1ı1ar'm bu âyeti (karanlığı kapladığı zaman geceye ve erkekle dişiyi yaratan
Allah'a yemîn ederim...) şeklinde okunmasını istediklerini fakat kendisinin,
onlara tabî olmadığını söyle-mişdir.
Mâzîrî (453-536) diyor
ki : «Bu gibi haberler dinsizlerin Kur'ân-ı Kerîm'in tevatür yolu ile nakline
dil uzatmasını mucip olurV
Binâenaleyh vaktiyle
Kur'ân olarak nazil olduklarını, sonra neshedildik-lerini fakat bâzı kimselerin
neshi duymadıkları için ilk nazil oldukları şekilde okumaya devam ettiklerini
söyliyerek te'vîlde bulunmak îcâb eder. İhtimâl ki bu hadîse bâzı zevatın
müttefekun aleyh olan Hz. Osman mushafını duymasından önce vuku' bulmuşdur. Onu
duydukdan sonra hiç birinin muhâlefetde bulunacağı zannolunamaz. Hz. Osman
Mushaf'ından bütün mensûh âyetler çıkarılmışdır.
İbni Mes'ûd
(Radiyallahû anh) 'dan nakil ulemâsınca sabit görülmeyen birçok rivayetler
naklolunmuşdur. İcmâ'a muhâlîf olarak nakledilen sabit rivayet bulunursa,
bunları mushafma kendi kanaati olarak yazdığına hamlolunur. Çünkü Hz. İbni
Mes'ûd Kur'ân'dan olmadığına îtikaad ettiği bâzı tefsir ve ahkâmı mushafma
yazar; bunda bir beis görmezdi. Hâlbuki Hz. Osman'la şâir ashâb-ı kiram
bunların zamanla Kur'ândan zannolunması endîşesi ile mushafa Kur'ân'dan başka
bir şey yazılmasına cevaz vermezlerdi. Neticede hilaf fıkhî bir mes'eleye
müncer oldu. Bu mes'ele mushafa bâzı tefsirlerin yazılıp yazılamaması
mes'elesidir.
Bir de İbni Mes'ûd 'un
mushaf'mdan Muavvizeteyn sûrelerinin çıkarılması, onun bütün Kur'an'ı mushafa
yazmak lüzumuna kaaîl olmamasından ileri gelebilir. Bu sebeple Muavvizeteyn
'den maâdâ bütün sûreleri mushafma yazmış; Mu. avîzeteyn'i ise pek meşhur
oldukları için yazmaya lüzum görmemiş olabilir.»
Tehavvüş : Çekimser
davranmak, demektir. Zekâ ve anlayış manasına da gelebilir. Burada; etrafına
toplanmak, mânâsına gelmesi dahî muhtemeldir.
285- (825)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Mu-hammed b. Yahya b.
Habbân'dan dinlediğim, onunda A'rac'dan onun da Ebû Hüreyre'den naklen haber verdiği şu hadîsi okudum: Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seltem)
ikindiden sonra, güneş kavuşuncaya kadar ve sabah namazından sonra güneş
doğuncaya kadar namaz kılmayı yasak etmişler.
286- (826)
Bize Dâvûd b. Ruşeyd ile İsmail b. Sâiim hep birden Hü-şeym'den rivayet
ettiler. Mâvûd dedi ki : Bize Hüşeym rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mansûr,
Katâde'deıı naklen haber verdi. Demiş ki : Bize Ebû'l-Âliye, İbni Abbâs'dan
naklen haber verdi. İbni Abbâs şöyle demiş: İçlerinde Ömerü'bnü'l-Hattâb da
bulunmak üzre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) 'in bir çok ashabından
işittim. Bunların içinde en sevdiğim Ömer idi. (Dediler ki): Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Seilem) sabah namazından sonra, güneş doğuncaya kadar ve ikindi
namazından sonra güneş kavuşuncaya kadar namaz kılmakdan nehiy buyurdu.
287- (...)
Bana bu hadîsi Züheyru'bnü Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b.
Saîd, Şu'be'den naklen rivayet etti. H.
Bana Ebû Gassân
El-Mismaî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü-la'lâ rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Saîd rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz b. Hi-şâm haber verdi. (Dedi ki) : Bana
babam rivayet etti. Bu râvîlerin hepsi Katâde'den bu isnâdla rivayet
etmişlerdir.
Yalnız Saîd ile
Hişâm'ın rivayetlerinde: «Sabah oldukdan sonra, güneş aydınlayıncaya kadar...»
ifâdesi vardır.
288- (827)
Bana Harmeletü'bnüi Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. Ona da İbni Şihâb haber vermiş. Demiş ki:
Bana Atâ' b. Yezîd El-Leysî haber verdi. O da Ebû Saîd-i Hudrî'yi şöyle derken
işitmiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem):
«İkindi namazından
sonra güneş kavuşuncaya kadar, sabah namazından sonra da güneş doğuncaya kadar
namaz yokdur.» buyurdular.
289- (828)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Malik'e, Nâ-fi'den duyduğum, onun da
İbni Ömer'den naklen rivayet ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Biriniz araştırıp da,
güneş doğarken veya batarken namaz kılamaz.» buyurmuşlar.
290- (...)
Bize Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti.
H.
Bize Muhammed b.
Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam ile Muhammed b. Bişr
rivayet ettiler. Hep birden dediler ki: Bize Hişâm, babasından, o da İbni
Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş: Resûlüllah (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Namaz ktfmak için güneşin
doğmasını veya batmasını araştırmayın! Çünkü güneş şeytanın İki boynuzu arasından doğar.» buyurdular.
291- (829)
Bİze Ebû Bekîr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bİ-ze Vekî' rivayet etti.
H.
Bize Muhammed b.
Abdillâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam ile İbni Bişr
rivayet ettiler. Hep birden dediler ki: Bize Hişâ-i, babasından, o da İbni
Ömer'den naklen rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleın) :
«Güneşin kaşı göründü
mü, iyice meydana çıkıncaya kadar siz namazı geciktirin. Güneşin kaşı battım),
İyice kayboluncaya kadar namazı (yine) geçi ktirin!» buyurdular.
292- (830)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Hayr b. Nuaym
El-Hadramî [107]'cten, 0 da İbni Hübeyra [108] dan,
o da Ebû Temîm El-Ceyşânî'den, o da Ebû Basrate'l-Gıfârî'den naklen rî-vâyet
etti. Ebû Basra şöyle demiş: Bize Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
El-Muhammas [109] denilen yerde ikindiyi
kıldırdı. Müteakiben şöyle buyurdu.
«Şüphesiz ki bu namaz
sizden öncekilere arz olundu. Fakat onlar, onu zayi ettiler. İmdi her kim bu
namaza devam ederse, o kimseye iki kat ecir vardır, ikindi namazından sonra
şâhid doğuncaya kadar hiç bir namaz yokdur.»
(Şâhid de : Yıldızdır.)
(...) Bana
Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb b. İb-râhîm rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize baham, İbni İshâk'dan rivayet etti. Demiş ki: Bana Yezîd b.
Ebî Habîb, Hayr b. Nuaym El-Hadramrden, o da Abdullah b. Hübeyrate's-Sebaî'den,
—ki mevsuk bir zât idi —o da Ebû Temîm El-Ceyşânî'den, o da Ebû
Basrate'i-Gıfârî'den naklen rivayet etti. Ebû Basra :
«Bize, Resûlüllah
(Sallaltohü Aleyhi ve Sellem) ikindiyi kıldırdı...» diyerek yukarki hadîsin'
mislini rivayet etmiş.
293- (831)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki).: Bize Abdullah b. Vehb, Mûsâ b.
Uleyy [110] 'den, o da babasından
naklen rivayet etti. Demiş ki: Ben Ukbetü'bnü Âmir El-Cühenî'yi şöyle derken
işittim :
«Uç saat vardır ki,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlarda namaz kilmakdan veya
cenazelerimizi defnetmekden bizi menederdi :
1- Güneş
doğmağa başladığından, yükselinceye
kadar;
2- Tam gök yüzünün ortasında iken (batıya) meyledinceye kadar;
3- Bir de
güneş batmaya yaklaştıkdan batıncaya kadar.»
Bu hadîslerin bir kaçı
müstesna Gİmak üzere diğerlerini Buhârî «Mevâkîtü's-Salât» da; tahrîc ettiği
gibi diğer Kütüb-i Sitte sahipleri dahî muhtelif râvîlerden rivayet
etmişlerdir.
Tirmizî'nin beyânına
göre Alîyyü'bnü Ebî Tâlib, İbni Mes'ûd, Ebû Saîd-i Hudrî, Ukbetü'bnü Âmîr, Ebû
Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Se-mûratü'bnü Cündeb, Selemetü'bnü Ekva', Zeydü'bnü Sabit, Abdullah b. Amr,
Muâz b. Afra' ve Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) 'den işitmemiş olmak
üzere Sunâbihî'den; Âişe, Kâ'b b. Mürra, Ebû Ümâme, Amru'bnü Anbese, Ya'lâ b.
Ümeyye ve Muâviye (Radiyallahû anhûm) hazerâtından da rivayetler vardır. Buhârî
şârihi Aynî bunlara Sa'dü'bnü Ebî Vakkâs, Ebû Zerr-i Gıfârî, Ebû Katâde,
Ebu'd-Derdâ, ve Hafsa (Radiyallahû anhûm) hazerâtmı da ilâve etmekde; mezkûr
hadîsleri kimlerin tahrîc ettiklerini şöyle sıralamaktadır:
1- Hz. A1î hadîsini
evvelâ İshâk b.
Râhuye «Müs-ned»inde tahrîc
etmiş; sonra ondan alarak Beyhakî rivayet etmiş-dir. Bu hadîsde :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sabah ile ikindi namazları müstesna olmak üzere
her farz namazdan sonra ikişer rek'ât
nafile kılardı.»
denilmişdir.
2 -
İbni Mes'ûd hadîsini de İshâk
b. Râhuye tahrîc etmişdir. Bu hadisde :
«Akşam namazını
kıldınmı, tâ sabah namazını kılıncaya kadar nafile kılmak makbul ve meşhûddur.
(ona melekler şâhid olur.) Sabah namazını kıldıkdan sonra güneş yükselip; iyice
beyazlaşmcaya kadar nafile namaz kılmaktan sakın! Çünkü güneş şeytanın İkİ
boynuzu arasından doğar. Güneş zevale vardı m r, tâ saranncaya kadar namaz
kılmak makbul ve meşhûddur. (Sarardığı vakit namaz kılınmaz) Zîra güneş
şeytanın iki boynuzu arasında
batar.» denilmektedir.
3- Ebû
Saîd-i Hudri hadîsini Buhârî ile MüsIim
müttefikan rivayet etmişlerdir. Babımızın 288 numaralı hadîsi budur.)
4-
Ukbetü'bnü Âmir hadîsini
Müslim tahrîc etmişdir.
(Babımızın 293 numaralı hadîsi budur.)
5-Ebû
Hüreyre hadîsini Buhârî ile Müslim tahrîc etmişlerdir. (Babımızın İlk hadisi budur.)
6- İbni Ömer
hadîsini yine Buhârî ile Müslim tahrîc etmişlerdir. (Babımızın 289
ile 291 numaralı hadisleri bunlardır.)
7-
Semûratü'bnü Cündeb hadîsini imanı Ahmed b. HanbeI «Müsned» inde tahrîc
etmişdir. Bu hadîs lâfız itibârı ile
İbni Mes'ûd hadîsine yakındır.
8-
Selemetü'bnü Ekva' hadîsini İshâk b. Râhuye «Müsned» inde tahrîc etmişidr. Mezkûr hadîsde :
«Ben, Resûlüllah (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem) ile birlîkde sefer ederdim.
Ama onun
ikindiden ve sabah namazından
sonra namaz kıldığını
görmedim.» denilmektedir.
9-
Zeydü'bnü Sabit hadîsini Ebû Ya'1â tahrîc etmişdir. Bu hadîsde :
«Peygamber (SallaUahü
Aleyhi ve Selîem), güneşin boynuzu doğduğu veya battığı vakit namaz kılmakdan
nehiy buyurdu. Çünkü güneş, şeytanın iki boynuzu arasından doğar.» deniliyor.
10-
Abdullah b. Amr
hadîsini İbni Ebî
Şeybe tahrîc etmişdir. Bu hadîsde :
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) : Fecr doğdukdan sonra iki rek'âtdan başka nafile
namazı yokdur; buyurdular.» denilmigdir.
11-
Muâz b. Afra' hadîsini Buhârî tahrîc etmişdir.
12- Hz. Âişe
hadîsini Ebû Ya'lâ El-Mavsılî tahrîc etmişdir.
Bu hadîsde dahî güneşin, şeytanın boynuzları arasından doğduğu
bildirilmektedir.
13- Ebû
Ümâme hadîsini Haris b. Muhammed b.
Ebî Üsâme tahrîc etmişdir. Bunda dahî güneşin,
şeytanın boynuzları arasından doğduğu bildirilmekde ve her kâfirin o güneşe
secde ettiği beyân olunmaktadır.
14-
Amru'bnü Anbese hadîsini
Abd b. Humeyd tahrîc etmişdir.
Aynî, diğer hadîsleri
kimler tarafından tahrîc edildiklerini bildir-memişdir.
İşrâk: Güneşin
aydınlık vermesidir. Bu kelime hem sûlâsî mücer-red; hem de sülâsî mezîd olarak
kullanılır. Mezîd kullanılırsa, mânâsı: Yükseldi ve ziyâlandırdı; mücerred
olarak kullanılırsa hem doğdu; hem ziyâlandırdı mânâlarına gelebilir.
Kelimeyi sülâsîden
okuyanlar, hadîsin bütün rivayetlerini «Güneş doğuncaya kadar...» mânâsına
hamletmek mecburiyetindedirler. Sülâsî mezîdden yâni if'âl babından okuyanlar
için Kaadı İyâz, güneş doğarken namaz kılmakdan meneden hadîslerle, bir de
güneşin hâcibi yâni kenarı göründüğü vakit iyice aydınlığı zuhur edinceye
kadar namaz kılmakdan nehiy eden hadîslerle İstidlal etmiş ve şöyle demişdir:
«Bütün bunlar gösteriyor ki Öteki rivayetlerde güneşin doğmasından murâd: yükselmesi
ve ziyadar etmesidir. Yoksa mücerred kenarının görünmesi, murâd değildir.»
Nevevî, Kaadı İyâz'm
bu sözlerini sahîh bulmakda ve rivayetlerin arasını cem' etmek için böyle
demekden başka çâre olmadığını söylemektedir.
Hanef ilere göre
mezkûr rivayetlerden murâd: güneşin aydın-. lık vermesi değil; mücerred
doğmasıdır. Bu sözün ihtiyata daha muvafık olduğu beyândan müstağnidir.
Şeytanın
boynuzlarından muradın ne olduğu ulemâ aarasında ihtilaflıdır. Bâzılarına göre
şeytanın boynuzlan, ona tâbi olanlardır.
Bir takımları :
«Bundan murâd : şeytanın kuvvet ve galebesi, fitne ve fesadının yayılmasıdır.»
derler.
Bâzıları da: «İki
boynuzdan murâd: Başın iki yanıdır. Cümleden zahirî mânâsı kastedilmişdir.»
derler. Nevevi bu sözü daha kuvvetli bulmaktadır. Ulemâ bunu şöyle îzâh
ederler: Güneş doğarken ve batarken şeytan başını güneşe yaklaştırır. Ve güneş
tepesinden doğar. Sanki iki boynuzu varmış da, onların arasından doğarmış gibi
gözükür. Bu suretle güneşe tapanlar adetâ ona secde etmiş gibi olurlar. Ve
şeytanın onlar üzerindeki tesallutu artar. İşte namaz kılanı şeytanın
tesallutundan kurtarmak için bu gibi zamanlarda namaz kılmak, mekruh
görülmüşdür. Bu mes'ele bil-münâsebe evvelce görülmüşdür.
İmam A'zam'a göre,
sabah namazından, güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş
batmcaya kadar nafile kılmak mekruh dur.
Hasan-ı Basrî ile Saîd
ü'bn ü'l-Mü seyy eb, AIâ' b. Ziyâd ve Humeyd b. Abdirr ahmân'ın mezhepleri de
budur.
İbrahim Nehaî dahî
buna kaail olmuş ve ulemânın bu zamanlarda namaz kılmayı kerih gördüklerini
söylemişdir. Ashâb-ı kiram 'dan bir cemâat, sabah ve ikindi namazlarından sonra
nafile kılmayı mekruh görürlermiş.,
İbni Battal ( ?-444) :
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den, sabah namazı ile ikindiden sonra
nafile kılmayı men ettiğine dâir rivayet edilen hadîsler tevatür derecesini
bulmuşdur.» demişdir.
Hz. Ömer, ikindinin
farzından sonra iki rek'ât nafile kılanları sahabenin huzurunda döğer;
sahabeden buna ses çıkaranlar olmazmış. Bu gösterir ki, ikindinin farzından
sonra nafile kılmak yalnız Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) efendimize mahsûsdur.
Bunu mekruh görenle-den bâzıları : Alîyyu'bnü Ebi Tâlib, Abdullah b.
Mes'ûd, Ebû H-üreyre,
Semüratü'bnü Cündeb, Zeydü'bnü
Sabit, Selemetü'bnü Amr, Kâ'b b. Mürra, Ebû Ümâme, Amru'bnü Anbe-se, Âişe,
Abdurrahman Es-Sunâbihî, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr (Radiyallahû
anhûm) hazerâtıdır.
Hâlidü'bnü Velid
(Radiyallahû anh) 'm dahî ikindiden sonra nafile kılanları döğdüğü rivayet
olunur. Tabiîn 'den Sâ1im ve Muhammed b. Şîrîn dahî mezkûr vakitlerde nafile
kılmayı mekruh sayarlarmış. Rivayete nazaran Hz. Huzeyfe İkindiden sonra namaz
kılan bir adam görerek kendisini
menetmiş. O zât:
«Acaba Allah, beni
bundan dolayı azâb eder mi?» deyince Huzeyfe (Radiyaîlahû anh) :
«Allah seni, sünnete
muhalefet ettiğin için azâb eder.» cevâbını vermişdir. "
Gerçi Buhâri ve Müslim
'in tahrîc ettikleri bir hadîsde Hz. Âişe:
«Resûlüllah
(Saiîallahü Aleyhi ve Seîîem) sabah namazından önce iki rek'ât, ikindiden sonra
da iki rek'ât nafile kılmayı gizli ve aşikâre kıldığı bütün namazlarında terk
etmezdi.» demişdir.
Buna benzer başka
rivayetler de vardır. Fakat az yukarda işaret ettiğimiz gibi ikindiden sonra
nâfiîe kılmak yalnız Resûlüllah (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûsdur.
Zâten kaaide îcâbı bir şey'in mubah olduğunu bildiren delil ile memnu olduğunu
gösteren delil karşılaşırlarsa memnûiyet bildiren delilin târih itibârı ile
daha sonra vârîd olduğu kabul edilir. Filvaki' bu bâbda nafile kılmakdan
nehyeden hadisler pek cok-dur.
Hz. Ömer 'in döğmesi
dahî, bu. işin yalnız Peygamber (SailaUahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize mahsûs
olduğunu gösterir. Bu husûsda daha başka sözler de söylenmişdir.
2-
MâIikiIer'den İbnü'1-Arabî (468-543) zikri geçen iki vakitde imam Mâ1ik;e göre
yalnız farz namaz kılındığını söyle-mişdir.
İmam-ı Şafiî'ye göre
farz namaz ile birlikte, bir sebebten dolayı kılman nafileler de caizdir.
İkinci bir kavlinegöre: Bu iki vakitde farz ve nafile hiç bir namaz kılınamaz.
Üçüncü kavline göre: Mekke'de caiz; başka yerlerde caiz değildir.
(İmam Şâfiî'ye göre,
bir sebepden dolayı kılman nafileler: Tahiyye-i mescid, abdest namazı ve tavaf
namazı gibi nafilelerdir.)
4- Hadîsin
bâzı rivayetlerinde zikri geçen teharrî'den murâd: Kasd'dir. Yâni namazınızı
güneş doğarken "ve batarken kılmayı kasdetmeyin; derriekdir. Bu takdirde o
vakitlerde uykudan ulanan yahut unuttuğunu hatırlayan kimse bu nehiyde dâhil
değildir. Çünkü namazını kas-den o zamana bırakmamışdır.
Bâzıları: «Güneş
doğarken ve balarken ona secde edenlere benzememek için, o zamanlarda namaz
kılmak yasak edilmişdir.» derler.
Bii takımları, sabah
ve ikindi namazlarından sonra nafile kılmanın hadd-i zâtında mekruh olmadığını
yalnız namazını kılmak için tam güneşin doğmasını veya batmasını kollamanın
mekruh olduğunu söylerler. Zahirî 'lerin mezhebi budur. İbn ü'l - Münzir dahî
buna mey-letmişdir. Bunlar, Hz. Âişe'nin:
«Ömer vehme kapılmış!
Resûlüllah (Sailallahu Aleyhi ve Seilem) ancak güneşin doğmasını veya batmasını
teharrî etmeyi nehiy buyurmuşdur.» sözü ile Istidîâl ederler. Bir takımları da :
«Her kim güneş
doğmazdan evvel sabah namazının bir rek âtına yetişirse, ona bir rek'ât daha
katıversin!» hadîsi ile müddeâlarmı takviye etmeye çalışmışlardır. Çünkü
bunlar: «Güneş doğarken kılınan namaza bir rek'ât eklenmesini emir buyurmak, o
namazın mekruh olmadığına delâlet eder. Şu hâlde tesadüfen güneş doğarken veya
batarken kılman namaz mekruh değildir. Mekruh olan namaz: Kasden güneşin
doğmasını veya batmasını bekliyerek, o anda kılınan namazdır.» derler. Fakat
bu deliller, ashâb-ı kiram 'dan bir cemâatin rivayet ettikleri hadîslere mukaavemet
edecek mahiyette değildir. O hadîslerde arz ettiğimiz vecihle bu iki vakitde
nafile kılmak mutlak sûretde yasak edilmişdir.
294- (832)
Bize Ahmed b. Ca'fer El-Ma'kırî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Nadru'bnü
Muhammed rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İkrimetü'bnü Ammâr rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Şeddâd b. Abdillâh Ebû Ammâr ile Yahya b. Ebî Kesir, Ebû Ümâme'den
naklen rivayet ettiler. (İkrime : Şeddâd, Ebû Ümâme ve Vasile ile görüşmüş.
Enes'Ie de Şam'a kadar sohbet etmiş; Enes kendisini hayır ve faziletle senada
bulunmuşdur; demiş.) Şeddâd, Ebû Ümâme'den rivayet etmiş. Ebû Ümâme demiş ki:
Anıru'bnü Abesete's-Sülemî şunları söyledi:
«Ben câhiliyyet
devrinde iken bütün insanların dalâletde bulunduğunu ve hiç bir doğru yolda
olmadıklarını biliyordum. (Çünkü) insanlar putlara taparlaradi. Derken işittim
ki Mekke'de bir zât (çıkmış) bir takım haberler veriyormuş. Hemen devemin
üzerine atlıyarak ona geldim. Bir de baktım Resûlüllah (Saîlalîahü A leyhi ve Seliem)
gizlenmiş, kavmi onun aleyhinde cür'etkâr bir vazîyetde... Bunun üzerine kalbim
yumuşadı ve Mekke'de onun yanma girerek, kendisine :
— Sen nesin? dedim.
«Ben, Peygamber'im.»
cevâbını verdi.
— Peygamber ne
demekdir? dedim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :
«Beni Allah
gönderdi? buyurdular.
— Seni ne ile gönderdi? dedim;
«Allah beni akrabaya
yardım edilmesi, putların kırılması, Allah'ın bir tanınması, ona hiç bir şey'in
şerîk konulmaması (vazifesi) İle gönderdi» dedi. Ben, kendisine:
— O hâlde bu husûsda
sana yardım etmek üzere yanında kimler var? dedim;
«Bİr hür ile bir
köle!» cevâbını verdi. (O gün yanında kendisine îmân edenlerden yalnız Ebû
Bekir ile Bilâl vardı.) Ben :
— Sâna ben de tâbi oluyorum; dedim.
— «Sen şu gününde bunu yapamazsın.Benim hâlimi
ve ortalığın hâ-linİ görmüyormusun? Lâkin şimdi sen ailen nezdine dön! Ne vakit
benim meydana çıktığımı duyarsan; hemen yanıma gel!» buyurdular. Ben de ailemin
yanına gittim. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) Medine'ye geldi. Ben
hâlâ ailemin yanında bulunuyordum. Ama o, Medine'ye geleli kendisini
soruşturmağa ve haberlerini almaya başladım. Nihayet yanıma Yesriplilerden yânî
Medînelilerden bir kaç kişi geldi. (Onlara) :
— Medine'ye gelen o zât ne yaptı? dedim.
— Halk sür'atle onun tarafına koşuyor; kavmi
onu öldürmek istemiş; ama buna muvaffak olamamışlar; dediler. Bunun üzerine
hemen Medîne’ye gelerek onun yanına girdim. Ve :
— Yâ Resûlâllah! Beni
tamyormusun? dedim.
«Evet! Mekke'de
benimle görüşen sen değilmisrn?
buyurdular.
— Evet, ben'im; dedim. Ve şunu ilâve ettim:
— Yâ Nebiyyallah! Bana Allah'ın sana
öğrettikleri ve benim bilmediğim şeylerden haber ver! Bana, namazı haber
ver!.. Resûlüllah (Sallallahu A leyhi ve Sellem):
«Sabah namazını kıl!
Sonra güneş doğup; yükselinceye kadar namazı kes! Çünkü güneş, şeytanın iki
boynuzu arasından doğar. Küffâr da ona, o zaman secde ederler. Sonra namaz kıl!
Çünkü namaz isbâtfı, şâhidli-dir... Onu mızrağın gölge:i dim dik duruncaya
kadar kılmağa devam et! Sonra namazı kes! Çünkü o zaman cehennem kızdırılır.
Gölge döndüğü zaman yine namaz kıl! Çünkü namaz, ısbatlt şâhidlidİr. Onu tâ
ikindiye kadar kılmağa devam et! (ikindiyi kıldıkdan sonra namazı kes! Tâ güneş
kavuşuncaya kadar (namaz kılma.) Çünkü güneş şeytanın İki boynuzu arasında
batar. O zaman kâfirler güneşe secde
ederler.» buyurdu. Ben :
— Yâ Nebiyyallah! Gelelim abdeste; bana oradan
da söz et! dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
«Sizden hiç bir kimse
yokdur ki, abdest suyunu hazırlayarak mazmaza ve İstinşâk yapsın burnunu atsın
da, yüzünün, ağzının ve burnunun günahları dökülmesin! Sonra Allah'ın
emrettiği gibi yüzünü yıkasın da, yüzünün günahları su ile birlikde sakalının
etrafından dökülmesin! Sonra ellerini, dirsekleri ile beraber yıkasın da, su
ile birlikde, ellerinin günahları parmak uçlarından dökülmesin! Sonra başına
mesnetsin de, başının günahları su ile birlikde saçlarının kenarlarından
dökülmesin! Sonra ayaklarını topukları ile beraber yıkasın da, ayaklarının
günahları su ile birlikde parmak uçlarından dökülmesin! Eğer bu adam kalkar
da, namaz kılar; Allah'a hamd-ü senâ'da bulunur; onu lâyık olduğu şekilde
temcîd eyler ve kalbini sırf Allah için (başka şeylerden) fariğ eylerse,
günahlarından annesinin doğurduğu günkü hey'etinde arınmış olur; buyurdular.
Amru'bnii Abese bu
hadîsi Resûlüllah (Sallallahu Aİeyhİ ve Sellem) 'in sahâbîsi Ebû Ümâme'ye
anlatmış: Ebû Ümâme :
— Yâ Amra'bnü Abese! Bu zâta verilen bir makaam
hakkında sÖyle-"diklerini iyi düşün! demiş. Amr şu mukaabelede bulunmuş :
— Yâ Ebâ Ümâme!
Vallahi artık yaşım İlerledi. Kemiklerim zayıfladı; ecelim yaklaştı! Ne Allah'a
karşı yalan söylemeğe bir ihtiyâcım var; ne de Resûlüllah'a!.. Ben,
bunu Resûlüllah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellemyâert yalnız bir veya
iki yahut üç (yedi defaya kadar saymış.) defa işitmiş olsaydım, onu ebediyyen
rivayet etmezdim. Lâkin ben onu, bundan
daha çok fazla defalar Resûlüllah (Sallallahu A leyhi ve
Sellem) 'den işittim.»
Cüreâ : Cerî'in cem'idir. Cerî': Atılgan ve musallat
olan kimsedir.
Hadîsin esâs nüshalarında
kelime bu şekilde rivayet edilmişse de, Humeydl 'nin rivayetinde «Hira1» diye
zaptedilmişdir. Mânâsı: Kızgın, dargın, gam ve gussalı; demekdir. Fakat sahîh
olan rivayet kitabımızdaki-dir.
Hz. Amr'm, Eesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e diye sorması* sıfatını anlamak içindir.
Sıfatlar eşya kablîindendir. Eğer zâtını anlamak isteseydi demesi îcâb ederdi.
Çünkü akıl sahipleri için kullanılan suâl-edâtı «Men»dir.
Yine Hz. Amr'ın; «Ben,
sana tâbi olacağım...» demesi: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in,
ona :
«Sen bu gün için bunu
yapamazsın... ilâh...» mukaabele sinde bulunması: «Gerçi müslümanlığını îlân
ederek bana tâbi olmak ve benimle beraber burada kalmak istiyorsun ama bu gün
için buna imkân yokdur. Çünkü müslümanların kuvveti pek zayıfdır. Kureyş
kâfirlerinin sana da eziyet etmelerinden korkarım. Sen ecrini kazandın;
Müslüman olarak kal, kavminin yanına dön, orada da müslümanlığına devam et! Ne
zaman benim muzaffer olduğumu duyarsan, benim yanıma gelirsin.» mânâsına gelir.
Sirâ':
Sür'at ediyorlar, manasınadır. Bu sür'at: Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'in getirdiği hak dîne giren hususunda idi.
Hz. Amr'in Medine'ye
gelişi, Bedir, Uhud, Hendek, hattâ Hayber vak'alanndan sonra, Mekke 'nin
fethinden önce imiş.
«Isbatlı şâhidli...»
diye terceme ettiğimiz meşhûde ve mahdûra kelimelerinin mânâları: Melekler
tarafından şâhid ve hâzır olunmuş yânî meleklerin, görerek şâhid oldukları bir
şeydir; demekdir.
«Onu mızrağın gölgesi
dimdik d ur un caya kadar kılmağa devam et!...» cümlesinden murâd: Şark'a veya
garb'a meyletmeksizin sol tarafının mu-kaabilinde duruncaya kadar demekdir ki,
buna istiva' hâli derler. Gölge hususunda mızrağın zikredilmesi, araplar
bâdiyenişîn oldukları içindir. Onların âdeti günün yarı olup olmadığını anlamak
için mızraklarını yere dikerek gölgelerine bakmakdı.
Lisân ulemâsı
«cehennem» kelimesinin arapça bîr isim olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir.
Bâzılarına göre bu
kelime arapçadır. Ve çirkin mânâsına gelen cühûmetden almmışdır. Bu takdirde
alemiyet ve te'nîsden dolayı gayr-i munsarifdir. Ekseri ulemâya göre ise: «Cehennem»
arapçalaştınlmış ecnebî bir isimdir. Gayr-i münsarif olması kendisinde
alemiyyet ve ucme bu-lunduğundandır.
Hayâşîm: Hayşûm'un
cem'idir. Hayşûm: Burunun yukarıdan nihayet bulduğu yer yâni genizdir.
Bâzıları hayâşîm'in,
burunla dimağ arasında bulunan bir takım ince kemikler olduğunu söylerler.
1- Bu hadîs,
akrabaya yardıma teşvik etmektedir. Allah'ı tevhîd yânî birlemekle bir arada
zikredildiğine göre son derece mühim bir vazîfe demekdir. Çünkü Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Amr'a
icrası lâzım gelen şeylerin en mühimlerini söylemişdir.
2- Hadîs-i
şerif, Ebû Bekir ile Bilâl (Radiyallahû
anhûma) 'nın faziletlerine delildir.
«İlk müslüman olan
zevat: Hz. Ebû Bekir ile Bilâl 'dir.» diyenler bu hadîsle istidlal ederler.
3- Bu hadîs,
bir mucizedir. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunda islâmiyetin bir gün muvaffak olup meydana çıkacağını haber vermiş.
Netice haber verdiği gibi çıkmışdır.
4- Güneş
doğarken ve batarken namaz kılmak mekruh olduğu gibi, zevalde iken namaz kılmak
da mekruhdur. Cumhûr-u ulemâ'-mn mezhebleri budur.
5-
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Sonra ayaklarını
topukları ile beraber yıkarsa. » ifadesi «Abdest alırken ayakları yıkamak
farzdır.» diyen cumhûr-u ulemâya delildir. Şiilere göre: ayakları yıkamak
değil; meshetrnek farzdır. İbni Cerir abdest alan kimsenin ayaklarını
yıkamakla, meshetmek arasında muhayyer olduğuna kaaildir. Zahirilerden bâzıları
ise :
«Ayakları hem yıkamak
hem meshetmek farzdır..» derler. Bu
ihtilâfı evvelce de görmüşdük.
6- Abdest
âzasından su ile beraber yere döküldüğü bildirilen günahlardan murâd:
Büyüklerinden sakınmak şartı ile küçük günahlardır. Netekim «Kîtâbü't-Tahâre»
de görmüşdük.
295- (833)
Bize Muhammed b. Hatim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Behz rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Vüheyb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Tâvûs, babasından,
o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :
«Ömer velim etmiş;
ResûlüElah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) namaz için ancak güneşin doğması ve
batması zamanlarının kollanmasını yasak et-mişdir.»
296- (...)
Bize Hasenü'l-Hulvânî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrazzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, İbnİ Tâvûs'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen
haber verdi ki, şöyle demiş: ResûlüHah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden
sonra (kılmakna olduğu) iki rek'ât nafileyi hiç bırakmamışdır.
Râvî diyor ki: Âişe :
ResûlüHah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Güneşin doğmasını ve
batmasını kollayıp da, namazı o zaman kılmayın!» buyurdular; dedi.
«Ömer vehmetmiş...»
sözü ile Hz. Âişe, Ömerübnü'l-Hattâb (Radiyallahû anh) 'ı kasdetmişdir. Çünkü
Hz. Ömer mutlak sûretde ikindiden sonra namaz kılmanın memnu olduğunu rivayet
et-mişdi. Hz. Âişe bunu vehm olarak vasıflandırmış; yasak edilen şeyin yalnız
teharrî olduğunu bildirmişdir.
Kaadı îyâz diyor ki :
«Âişe 'nin bu sözü söylemesi, bizzat kendisi Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in ikindi namazından sonra iki rek'ât nafile kılardığım rivayet ettiği
içindir. Hâlbuki Ömer'm rivayet ettiği hadisi Ebû Saîd ile.Ebû Hüreyre de rivayet
etmişlerdir. Hattâ Müs1im'in bir rivayetinde, İbri Abbas bu hadîsi bir çok
zevatın haber verdiklerini söylemişdır.»
Nevevî (631-676), iki
rivayetin aralarını cemi' için teharrî rivayetinin farz namazı kasden o vakte
geciktirmeye; mutlak nehyin ise sebepsiz nafilelere hamled ildiğin i söylemişdir.
297- (834)
Bana Harmeletü'bnü Yahya Et-Tücîbî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b,
Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Amr —ki İb-nü'1-Hâris'dir— Bükeyr'den, o da
tbni Abbâs'in âzâdhsı Küreyb'den naklen haber verdi ki, Abdullah îbnî Abbâs
ile Abdurrahmân b. Ezher ye Misver b. Mahrame kendisini Peygamber (Sallailahü
Aleyhi ve SeUem) 'in zevcesi Âişe'ye göndererek şöyle demişler :
— Âişe'ye bizim
hepimizden selâm söyle; ve ikindiden sonraki iki rek'âtı ona sor; de ki:
— Biz senin bu iki
rek'âtı kılardığını haber aldık. Hâlbuki Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in bunu nehiy buyurduğunu duymuşduk.
İbni Abbâs: «Ben,
Ömerü'bnü'l-Hattâb ile birlikte bu namazdan dolayı insanları döverdim.» demiş.
Küreyb demiş ki:
«Bunun üzerine ben Âişe'nin yanma girerek, benimle gönderdikleri haberi
kendisine tebliğ ettim. Âişe :
— Ümmü Seleme'ye sor!
dedi. Ben hemen beni gönderen zevatın yanlarına çıkarak Âişe'nin söylediklerini onlara haber verdim.
Onlar, beni Ümmü Seleme'ye de,
Âişe'ye gönderdikleri suâli
sormaya gönderdiler. Ümmü Seleme :
— Ben, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)'i o iki rek'âtı kılnıakdan
nehyederken işittim ama sonra kendisim
bunları kılarken gördüm. Onları kıldığında vakit, ikindi idi. Sonra benim
yanıma girdi, yanımda Ensârdan Benî Haram kabilesinden bâzı kadınlar vardı,
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu iki rek'âtı o zaman kıldı. Ben,
kendisine kızı göndererek:
— Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin
yanıbaşma dur da, ona de ki: Ümmü Seleme, Yâ Resûlallah ben, senin bu iki
rek'âtı kılmakdan nehiy buyururduğunu işidiyorum. Hâlbuki şimdi onları
kendinin kıldığını görüyorum; diyor.
Şayet eliyle işaret
ederse geri çekil! Kız dediğimi yaptı. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
eliyle işaret etti. O da geri çekildi. Namazdan çıkınca (bana hitaben) :
«Ey Ebû Umeyye'nin
kızı! İkindiden sonra kıldığım iki rek'âtı sormuşsun, [sebebi şudur ki) bana
Abdüikays kabilesinden bir takım kimseler kavimlerinden ayrılarak müslüman
olmak İçin geldiler de, öğle namazından sonra kılmakda olduğum iki rek'ât
nafileden beni alıkoydular, işte bu iki rek'ât, o rek'âtiardır.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri «Secde-i
Sehiv» ve «Megâzî» bahislerinde; Ebû Dâvûd dahî «Kitâbu's-SalâU da muhtelif
râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hz. Âişe 'nin
ikindiden sonra iki rek'ât nafile kılardığını İbni Abbâs ile arkaadşlarına
haber veren : Abdullah ibni Zübeyr
(Radiyallaİıü anh) imiş.
Bu hadîsin İbni Ebî
Şeybe rivayeti şöyledir: «Abdullah b. Haris dedi ki: Ben, İbnİ Abbâs'la
birlikde Muâviye'nin yanma girdim. Muâviye, İbni Abbâs'i koltuğa oturttu. Sonra
:
— Halkın ikindi namazından sonra kıldıkları iki
rek'ât nafile ne oluyor? dedi. İbni
Abbâs:
— Bu, İbni Zübeyr'in halka verdiği bir fetvadan
ibâretdir.. cevâbını verdi.Bunun üzerine Muâvîye, İbni Zübeyr'e adam göndererek
mes'eleyi sordurdu. İbni Zübeyr:
— Bunu bana, Âişe haber verdi., demiş. Muâviye,
Âişe'ye de haber gönderdi, Aişe:
— Bana Ümmü Seleme haber verdi., demiş. Bu
sefer Muâviye, Üm-mü Seleme'ye adam gönderdi. Gönderdiği zât ile ben de
gittim., ilâh...»
Hz. Muâviye 'nin Ümmü
Seleme (Radiyaliahû anha) 'ya gönderdiği zâtın ismi Kesîru'bnü's-Sa1t'dır.
Netekim Tahâvî'nin rivayetinde tasrîh edümişdir. Onun rivayetinde hadîsin
bundan sonraki kısmı şöyle devam ediyor:
Ümmü Seleme'ye sorduk.
Bize şu cevâbı verdi:
— Bir gün Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) ikindiden sonra benim yanıma girerek iki rek'ât namaz kıldı. Ben :
— Yâ ResûlâHah! Sen, bu iki rek'âtı eskiden
kılmazdın? dedim. Resulü! lalı
(Sallallahü. Aleyhi ve Sellem) :
— «Yanıma Benî Temîm hey'eti geldi. Yahut bana
sadaka geldi) de, öğle namazından sonra kılmakda olduğum iki rek'ât nafileden
beni ah-jtoydu. Bu namaz işte o iki
rek'âtdir.» buyurdular .
Tahâvî 'nin başka bir
rivayetinde ; «Muâviye, Âişe'ye adam göndererek ikindi namazından sonra kıldığı
iki rek'ât nafileyi sordurdu. Âişe:
— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):'in
bu iki
rek'âtı kıldığını ben bilmiyorum. Lâkin bana Ümmü Seleme söyledi.
Kesûlüllah (Sallallahü A leyhi ve Sellem) bu iki rek'âtı onun yamrfda kılmış;
diye cevap vermiş. Bunun üzerine Muâviye,
Ümmü Seleme'ye haber gönderdi.
Ümmü Seleme şöyle demiş:
— Bu iki rek'âtı Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) benim yanım-dim. Kendisine :
(Yâ Resûlâllah!
İkindiden sonra kıldığını gördüğüm bu iki rek'ât na-dedim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bu iki rek'ât, öğle
namazından sonra kılmakda olduğum nafile namazdır. Bana genç genç sadaka
develeri geldi de, bu iki rek'âtı unuttum. İkindiyi kılınca onu hatırladım.
Cemâatin gözleri önünde mescidde kılmayı da doğru bulmadım. O iki rek'âtı
senin yanında kılıverdim.» buyurdular: denilmektedir.
Benî Haram : Ensârdan
bir kaible oldukları hâlde onlar hakkında «Ensârdan Benî Haram» denlmesi, arap
kabileleri içinde Beni Haram ismini taşıyan başkaları bulunmak ihtimâline
mebnîdir.
Hadîsdeki «cariyeden
maksad: Hizmetçi kızdır. İsmi malûm değildir.
Bâzıları bu kızın, Hz.
Ümmü Seleme 'nin kendi kızı Zeyneb olması ihtimâlinden bahsetmişlerdir. Buhar
î'nin «Meğaz deki rivayetinde: «Câriye» yerine «Hadim» zikredilmişdir.
1- Namaz
kılan kimse, başkasının sözünü dinleyip anlayabilir. Bı onun namazına zarar
vermez.
2- Namaz
kılanın eliyle işaret gibi hafif fiilleri namazı bozmaz.
3- Âlim bir
zâtdan mühim bir mes'elenin tahkiki istenir de, o mes ele hakkında kendinden
daha âlim biri bulunduğunu bilirse, ona
habe göndererek sorması müstehab olur.
4- Fazilet
sahiplerinin meziy yeti erini i'tîrâf etmek gerekir.
5- Bir
mes'ele hakkında gönderilen aracının, kendisine izin veri! meyen bir şey
hakkında tesarrufda bulunmaması edep ve terbiye iktizü sidir. Bundan dolayıdır
ki Hz. Küreyb, Aişe (Radiyalîahû anhc 'nin emriyle hemen Hz. Ümmü
Seleme'ye gitmemiş; evvelâ ken dişini gönderenlerin yanma dönerek Âişe {Radiyalîahû anha) 'nin söy lediklerini
onlara haber vermişdir.
6- Bir mes'elenin
hakikatim yakînen Öğrenmeye
imkân varker haberi vâhidle ve
bir kadının haberi ile iktifa etmek caizdir.
7- Künyesi
ile meşhur olan bir insanın, kendisini künyesi ile an ması caizdir. Çünkü Ümmü
Seleme (Radiyalîahû anha) kendin künyesi
ile anmışdır. İsmi Hind'dir. Fakat ismi ile değil; künyesi İL mârufdur.
8- Bir kimse
metbû'unun (yâni âmirinin) her zamanki âdetini muhalif bir hareketini
görürse, lütf-u nezâketle o hareketinin
sebebin sormalıdır. Zîra unutarak yapmışsa ondan dönmesine sebeb olur; Kasdei
yapmışsa sebebini îzâh eder; bu suretle soran da işin hakikatini anlamı; olur.
9 - Hadîs-i
şerif, öğle'nin son sünnetini isbât eden delillerdendir.
10- Mesâlih
ve mühimmat karşılaşırsa, ise en mühim olanlarmdar başlanır. Çünkü Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Seîlem) kendisine müracaat eden kavme
islâmiyeti telkinle meşgul olmuş; öğle'nin sünnetini ter-ketmîşdir.
11- Namaz
kılan kimseye bir şey sorulacağı vakit onun önüne veya arkasına değil; yanı
başına durmak âdâbdandsr. Zîra önüne veya arkasına durmak teşvişe sebeb olur.
12- Hadîs-i
şerif, Hz. Ümmü Seleme 'nin fıtnat ve zekâsına, terbiye ve
nezâketine delildir.
13- Misafire
ikram etmelidir. Ümmü Seleme (Radiyallahû anha) bu cümleden olmak
üzere yanındaki kadınlardan birine emretme-miş;
Resülüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem) 'e hizmetçiyi göndermışdir.
14- Bir
kadının kocası evde olsa bile, onun başka kadınlar ziyaret edebilirler.
15- Nafile
namazı evde kılmak caizdir.
16- Zaruret
yokken namaz kılan kimsenin yanma sokulmak mek-rûhdur,
17-
Vesveseye mahal bırakmamak için müşkil bir mes'elenin acele halline çalışmak
caizdir.
18-
Peygamber (Saüallahü Aleyhi ve Selîem) 'e
unutmak caizdir.
19-
Hükümdarın ihtiyatlı davranarak raiyyesini şer'an bid'at ve memnu' olan
şeylerden menetmesi ve icâbında ta'zîrde bulunması gerekir.
20- Şâfiî1er
bu hadîsle istidlal ederek: «Sebepli nafileleri memnu vakitlerde kılmak mekruh
değildir. Böyle zamanlarda mekruh olan, sebepsiz nafileleri kılmakdır.»
derler.
298- (835)
Bize Yahya b. Eyyûb ile Ktıteybe ve Alîyyu'bnü Hucr rivayet ettiler. îbni Eyyûb
dedi ki: Bize İsmail —ki îfoni Ca'fer'dir— rivayet etti. (Dedi ki) : Bana
Muhammed [111] —ki İbni Ebî
Harmele'dir— haber verdi. (Dedi ki) : Bana Ebû Seleme haber verdi ki, kendisi
Âişe'ye Resûlüllah (Scdlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ikindiden sonra kilmakda
olduğu iki rek'ât nafileyi sormuş. Âişe
:
«Bunları Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden önce kılardı. Sonra (bir defa) bu iki
rek'âtı kılmakdan afıkonulcfu. Yahut onları unuttu da, ikindiden sonra kıldı.
Sonra her iki şekli de kılar oldu. Zâten bir namazı kıldımı, bir daha onun
üzerinde sebat etmek âdeti idi.» cevâbını vermiş.
Yahya b. Eyyûb,
İsmail'in: «Âişe, Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selletn) o
iki rek'âta devam etti, demek istiyor.» dediğini söyledi.
299- (...)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr rivayet etti. H.
Bize İbnü Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. Bunlar hep birden: Hişâm b.
Urve'den, o da tabasından, o da Âişe'den naklen rivayet etmişlerdir. Âişe:
«Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Selîem) ikindiden sonra benim yanımda iki rek'ât nafile
kılmayı hiç bırakmadı.» demiş.
300- (...)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliyyu'bnü Müshir
rivayet etti. H.
Bize Aliyyu'bnü Hucr
dahî rivayet etti. Lâfız onundur. (Dedi ki) : Bize Alîyyü'bnü Müshir haber
verdi. (Dedi ki) : Bize Ebû İshâk Eş-Şeybânî, Abdurrahmân b. Esved'den, o da
tabasından, o da Âişe'den naklen haber verdi. Âişe şöyle demiş:
«İki namaz vardır ki,
onları Resûlülloh (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) benim evimde gizli ve aşikâr
hiç bırakma (dan kıl) mısdır. Sabah namazından önceki iki rek'ât ile ikindiden
sonraki İkİ rek'âh.»
301- (...)
Bize İbnü'I-Müsennâ ile İhni Beşşâr rivayet ettiler. îb-nü'1-Müsennâ dedi ki:
Bİze Muhammed b. Ca't'er rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Ebû İshâk'dan, o
da Esved ile Mesrûk'dan naklen rivayet etti. Demişler ki: Âişe'nin' şunları
söylediğine şehâdet ederiz :
«ResûlüHah (Saîlallahü
Aleyhi veSellem)*\n, benim yanımda bulunduğu hiç bir gün olmamıştır ki, bu İki
rek'âtı kılmamış olsun.» Âişe (bu sözü ile) ikindiden sonraki iki rek'âtı
kasdettnişcİir,
Hz. Âişe hadîsini
Buhârî «Kitâhu Mevâkîti's-Salât» da muhtelif yollardan tahrîc ettiği gibi; Ebû
Dâvûd ile Nesâî dahî «Kitâbü's-Saiât» da rivayet etmişlerdir.
Kirmanı bu hadîsi
rivayet ettikden sonra şunları söylemektedir: «Bu hadîslerle, Peygamber (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem)'in ikindiden sonra nafile kılmakdan nehyettiğine dâir
yukarıda geçen hadîslerin araları nasıl bulunur dersen; ben de derim ki :
Bu suâle şöyle cevap
verilmişdir :
1- ResûlüHah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)'in nehyi, sebebi olmayan .nafilelere âiddir.
Kendisinin kıldığı nafile ise öğle'nin kazaya kalmış sünnetinden dolayıdır.
2- Nehy bu
işi kasden yapanlar hakkındadır. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) 'in
fi'li ise kasden yapılmış değildir.
3- İkindiden
sonra nafile kılmak Eesûl-i Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) hazretlerinin
hasâisindendir.
4- Buradaki
nehy, keraheti bildirmek içindir. Yâni bununla
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)
ikindiden sonra nafile
kılmanın haram zannedilme vehmini gidermek istemişdir.
5- Buradaki
nehyin illeti, güneşe tapanlara benzeyişdir. ResûlüHah (Saîlallahü Aleyhi ve
Sellem) ise onlara benzemekden münezzehdir.
6- Resûl-i
Ekrem (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) o günün sünnetini kazaya bırakmakla bir
nevî' kusur işlemiş olduğu için bu kusura gidermek maksadı ile bütün ömrü
müddetince ikindiden sonra iki rek'ât nafile kılmaya devam etmişdir. Fakat
bunların hepsi bâtıldır. Şöyle ki :
1- ResûlüHah
(Saîlallahü Aleyhi ve Sellemyin kılamadığı öğle sünneti bir güne yânı Abdülkays
hey'eti ile meşgul olduğu güne mahsûs-du. İkindiden sonra nafile kılması
ise ömrü boyunca devam edip gitmiş-dir.
2- Bu namazı
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) devam üzere kılıyor her gün eda etmek
arzusunda bulunuyordu. Teharrfnin mânâsı da bundan ibâretdir.
3- Asıl olan
bir şey'in Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)^ ihtisası değil; o şey'in
ümmetine de vâcib olmasıdır. Çünkü Teâîâ Hazretleri: «Ona tabî olun!.» buyurmuşdur.
4- Bir
şey'in câîz olduğunu beyân, onu bir defa yapmakla hâsıl olur. Haramdır
zannedilmesini def için o fiili devam üzere yapmaya hacet yok-dur.
5- İkindiden
sonra nafile namaz kılmanın mekruh olmasında illet, güneşe tapanlara benzeyiş
değildir. Benzeyiş yalnız güneş kavuşurken namaz kılmanın keraheti için
illetdir.
6- Biz
Fahr-i Kâinat (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kazaya bıraktığı
sünneti için, ona taksir isnadım kabul edemeyiz. Çünkü Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Settem) o anda daha mühim bir vazife ile meşgul bulunuyordu ki, o da
gelen hey'eti hak dîne irşâd vazifesi idi. Yahut öğle'nin sünnetini unutarak
kılmamışdı. Her ne suretle olursa olsun yapılan kusur o namazı bir defa kaza
etmekle giderilmiş olur. Netekim bütün ibâdetlerin kazası babında hüküm budur.
Burada verilecek sahîh cevap şudur: ResûlüIIah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem)
'in ikindiden sonra nafile kıl-makdan nehy buyurması: kavil yânı sözdür. Namaz
kılması ise fiildir. Kavil île fiil biribirlerine muâraza ederlerse, kavil
tercih edilerek; onunla amel olunur.»
Kirman î'nin sözü burada sona erer.
Yalnız Aynî, Kirmanı
'nin «Bunların hepsi bâtıldır.» iddiasını temâmiyle kabul etmemiş; ulemânın
verdikleri cevapların içinde yerinde olanları ve olmıyanları ve keza Kirmanı
'nin iddiasında haklı olduğu ve olmadığı yerler bulunduğunu söylemişdir.
Ulemânın verdiği cevaplar içinde yersiz olanı: «ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'in ikindiden sonra nafile kılmakdan nehiy buyurması sebebsiz
nafileler hakkındadır.» iddiasıdır. Bu iddia doğru değildir. Çünkü nehy
umûmîdir. Onu sebebi bulunmayan namaza tahsis etmek, muhassıs bulunmadığı hâlde
tahsis yâ-nî tercih bilâ müreccihdîr .Bu ise bâtıldır.
Kirmanı 'nin yersiz
olan dâvası: «Bir ibâdette asıl olan, Peygamber (Sailaîlahü Aleyhi ve Sellem)
'e mahsûs bulunmamakdır» sözüdür. Bu söz de doğru değildir. Çünkü bir şey'in
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs olduğunu gösteren delil
bulunursa, o ihtisas inkâr edilemez. Burada da bir çok hadîsler veashâb-ı
kiram'm fiilleri, ikindiden sonra nafile kılmanın Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Sellem) 'e mahsûs fiillerden olduğuna delâlet etmektedir. Kirman î 'nin:
«Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden sonra iki rek'ât nafile
kılmağa ömrü boyunca devanı etmişdir.» sözü kendi dâvasını çürütmektedir. Çünkü
o, bu işin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs olmadığını iddia
ediyordu. Eğer hakîkaten dediği gibi olsaydı öğle'nin sünnetini ki İm ayanlara
v onu kaza etmeleri emrolumırdu. Hâlbuki Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Selîem) bunu emretmemişdir. Netekim Ümmü Seleme hadîsinin bir rivayetinde Hz.
Ümmü Seleme 'nin: «Yâ Resûîallah! Bu iki rek'âtı biz de kılamazsak kaza
edecekmiyiz?» dediği; ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in buna :
«Hayır!» cevâbını verdiği, bildirilmişdir. Bu da
gösterir ki mezkûr iki rek'ât namazın ümmet hakkındaki hükmü Resûlüllah
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) hakkındaki hükmü gibi değildir. Bu namaz
Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûsdur.
Şu da var ki:
Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) ikindiden sonra iki rek'ât nafile
kılmaya devam ediyordu. Hâlbuki bu namazın ona mahsûs olmadığını iddia edenler
meşhur kavillerine göre devam üzere kılınmasına kaail değildirler. Ama bu
bâbda kendilerine îtirâz edilirse yine: «Devam, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi
ve Sellem) 'e mahsûsdu.» derler. Yânî: «Esâs itibârı ile bir ibâdet Peygamter
(Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsûs değildir» derler; sonra: «o ibâdetin
devamı Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûsdur.» iddiasında
bulunurlar. Aynî bö'ylelerin hâlini: «Uçî* denildiği zaman, koştuğunu
söyliyen; «Koş!» denildiği zaman, uçtuğunu iddia eden deve kuşuna benzetmişdir.
Yine Aynî, Kirmanı
'nin: «îllet, güneşe tapanlara benzeyiş değildir.» sözünü doğru bulmamaktadır.
Zîra Müs1im 'in rivayet ettiği Ebû Ümâme hadîsinde : «Yâ Resûlallah bana
namazdan haber ver: ilâh...» denildikden sonra :
«Çünkü güneş şeytanın
iki boynuzu arasında batar.» buyurulmuş; ayni hadîsde: «İşte o zaman kâfirler
güneşe secde eder.» denilmişdir.
Hulâsa Sâri'
Hazretleri, şeytanın güneş doğarken ve batarken tam onun hizasına durduğunu;
küffârm da güneşe o zaman secde ettiklerini haber vermiş; müslümanlar da güneşe
tapar gibi görünmemek için o vakitlerde namaz kılmayı kendilerine yasak
etmişdir. Şu hâlde nehyin illeti, küffâra benzeyişdir.
Kirmanı 'nin «kaville
fiil muâraza ederlerse, kavil tercih edilir...» sözü de alehtlaak doğru
değildir. Kavil ile fiil'den biri ibâha, diğeri mem-nûiyyet bildirirse;
memnûiyyet bildiren tercih edilir. Bunun kavi veya fiil olmasının bir
ehemmiyeti yokdur.
302- (836)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb hep birden îbni Fudayl'den rivayet
ettiler. Ebû Bekir dedi ki: Bize Muhammed b. Fudayl, Muhtar b. Fülfül'den
rivayet etti. Demiş ki: Enes b. Mâlik'e ikindiden sonra nafile namaz kılmanın
hükmünü sordum. Enes :
«Ömer İkindiden sonra
namaz kılanların ellerine vururdu. Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
devrinde güneş kavuştukdan sonra akşam namazından evvel iki rek'ât nafile
kılardık.» cevâbını verdi. Kendisine
— Bu iki rek'âtı Resûlüllah (Salhllahü Aleyhi
ve Sellem) de kılarmiydı? diye sordum; Enes:
— Bizi kılarken görür fakat bunları bize emir
veya nehiy etmezdi.. dedi.
303- (837)
Bize Şeybân b. Ferrûh rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvâris, Abdülâzîz
(yâni İbni Suheyb)'den, o da Enes b. Mâlİk'den naklen rivayet etti. Enes şöyle
demiş :
«Medine'de
bulunuyorduk. Müezzin akşam namazı için ezan okudunuz ashâb direklerin yanına
koşar; (orada) ikişer rek'ât namaz kılardı. Hattâ (bazen) yabancı bir kimse
mescide girer de -nafile kılanların çokluğundan- farz kılınmış zannederdi.»
Enes hadîsini Buhârî
«Kitâbu'1-Ezân» ile «Kitâbü's-Salât» da; Ebû Dâvûd ve Nesâî dahî
«Kitâbu's-Salât» da muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin Buhar î 'deki lâfzı şöyledir: Enes
dedi ki :
— Müezzin ezanı
okudumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ashabından bâzı kimseler
mescidin direklerine koşarlar; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza
çıktığı vakit onları böyle akşam namazından önce iki rek'ât nafile kılarken
bulurdu. Ezân'la ikaamet arasında bir şey yoktu.»
Nezâî'nin rivayetinde,
akşam namazından önce nafile kılmak için mescidin direklerine koşan zevatın
ashabın büyükleri olduğu bildirilmektedir. Direklere koşmanın hikmeti: Namaz
kılarken önlerinden kimse geçmesin diye onları kendilerine siper edinmek
içindir.
Babımız hadîslerinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ashâb-ı kiram'm güneş
kavuştukdan sonra akşam namazının farzından önce mutlaka ikişer rek'ât nafile kılardıkları
bildiriliyor. Buhârî'nin rivayetinde buna, ezanla ikaamet arpsında onları
biribirinden ayıracak hiç bir şey yapılmazdığı ilâve ediliyor. Hâlbuki bundan sonra
göreceğimiz hadîsde her iki ezan arasında bir namaz olduğu bildiriliyor.
Hadîsler zahiren
biribirine muarız göründükleri için rivayetlerin arası cem' edilmiş; bu
husûsda bâzıları: «Mutlak sûretde ezanla ikaamet arasında namaz veya benzeri
bir fiil yapılmadığını bildiren rivayet mecazen mubâlegaya hamledilir. Namaz
kılındığını bildiren rivayet hakikate yorulur.» demişlerdir.
Kirmânî'ye göre
rivayetlerin arası şöyle cem' edilir: Nafile namaz kılındığını bildiren
rivayet, akşam namazına mahsûsdur. Öteki rivayetler ise âmm'dir. Âmm ile hâss.tearuz
ederlerse ŞâfiîIer'e göre Hâss, âmm'ı tahsis eder.
Bu rivayetler, güneş
kavuştukdan sonra akşam namazından Önce iki rek'ât nşfile namaz kılmanın
müstehab olduğuna delildir.
Nevevî diyor ki: «Bu
mes'elede ulemâmızın iki kavli vardjr. Meşhur olan kavle göre güneş kavuştuktan
sonra nafile kılmak müstehab değildir. Muhakkak ulemâ taarfmdan esah görülen
kavle göre ise müstehabdır. Delilleri babımızın hadîsleridir. Bu mes'elede
selef iki mezhebe ayrılmışlardır. Sahabe ve Tabiîn 'den bir cemâat ile İmam
Ahmed ve İshâk bu namazı müstehab addetmiş; ashab-ı kiram 'dan Ebû Bekir, Ömer,
Osman, Alî (Radtyallafoû anhûm) ile diğer bâzı zevat, İmam Mâlik ve ekseri
fukahâ müstehab olmadığını söylemişlerdir. Hattâ İbrahim Nehaî 'ye göre: bu
namaz bid'atdır.
Mezkûr zevatın
delilleri: Akşam namazının farzından önce kılınacak iki rek'ât nafilenin akşam
namazın ıbiraz geciktirmesidir...»
MâIiki1er'den bâzıları
islâmiyetin ilk zamanlarında akşam namazından önce iki rek'ât nafile kılınırdığını,
sonradan bunun neshedildi-ğini söylemişlerdir.
Nevevî (631-676) nesh
dâvasını kabul etmemiş: «Muhtar olan kavle göre mezkûr iki rek'ât namaz
müstehabdır. Buradaki sahîh ve sarih hadîsler buna delâlet etmektedir.»
demişdir.
Ancak Ebû Dâvûd 'un,
Tâvûs'dan naklettiği rivayet nesh iddia edenlerin kavlini te'yîd eder. Çünkü bu
rivâyetde Tâvûs : « İbni Omer'e akşam namazından önce kılman iki rek'âtjıâfile
soruldu da, o: ResûlüIIah (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) devrinde ben bn namazı
kılan hiç bir kimse görmedim., cevâbını verdi.» demektedir.
Ebû Bekir İbnü'l-
Arabî (468-543) dahî: «Bu mes'elede ashâb ihtilâf etmiş, onlardan sonra bu işi
kimse yapmamışdır.» demişdir.
304- (838)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme ile
Vekî', Kehmes'den rivayet ettiler. Demiş ki: Bize Abdullah b. Büreyde,
Abdullah b. Mugaffel El-Müzenî'den naklen rivayet etti. Demiş ki: Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Her iki ezan arasında
bir namaz vardır.» buyurdular. Bunu üç defa tekrarladı; üçüncüsünde
«İsteyene...» dedi.
(...) Bize
Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdü-la'lâ, Cüreyrî'den,
o da Abdullah b. Büreyde'den, o da Abdullah b. Mugaf-fel'den, o da Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellemyden naklen bu hadîsin mislim rivayet etti. Şu
kadar var ki o:
«Dördüncüde dileyene
buyurdu.» demiştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Ezan» ve «Namaz» bahislerinde; Ebû Dâ-vûd, Tirraizî, Nesâî ve İbn i Mâce,
«Namaz» bahsinde muhtelif râvîlerden tahrîc etmişlerdir.
Hadîsdeki iki ezân'dan
murâd: Ezan ve ikaamet'dir. Burada iki ezanı zahirî mânâlarına hamletmeye imkân
yokdur. Çünkü hakikatte iki ezan, iki vaktin girdiğini bildirmek için okunur,
İki ayrı vakit arasında namaz kılmak ise farzdır. Hâlbuki bu hadîs «Dileyene!»
kaydı ile muhayyerlik bildirmektedir.
Rivayetlerin birinde
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bu sözü üç defa
tekrarladığı; diğerinde dört def'â; Ebû Dâvûd 'un rivayetinde ise iki def'â
söylediği bildiriliyor.
İbnü'l-Cevzî (508-597)
: «Bu hadîsin fâidesi şudur ki: Namaz için okunan ezan, o namazdan başka her
fiile manîdir zannedilebilir. İşte bu hadîs ezanla ikaamet arasında nafile
kılmanın caiz olduğunu beyân eder.» demişdir.
1- Ezân'la
ikaamet arasında namaz kılmak caizdir. Zâten ezan ile ikaameti biribirine
vasletmek mekrûhdur. Çünkü ezandan maksad cemaata namaz vaktinin girdiğini
bildirmekdir. Tâ ki temizliğini yaparak mescide gelsinler. Hâlbuki ezanın
arkasından hemen ikaameti ona eklemek sureti ile kılınan namazda bu maksad ve
fırsat elden gider.
2- Hanefiyye
ulemâsı ezanla ikaametin araları ne mikdâr ayrılacağı mes'elesinde ihtilâf etmişlerdir. Timurtâşî'nin beyânına göre, müezzin iki
yahut dört rek'ât namaz kılacak kadar yahut sofraya oturan kimse yeyip
içmesinden fariğ olacak kadar; hokna yaptıran o işi görünceye kadar oturur.
Bâzıları «Müezzin on âyet okuyacak kadar oturur; sonra tesvîb yaparak ikaarnet
getirir.» demişlerdir.
«Tahâvî» şerhinde :
«Ezanla İkaamet arası iki rek'ât namaz kılacak ve her rek'âtda on âyet
okuyacak kadar ayrılır. Müezzin, cemâati bekler. Acele kılmak isteyen zayıflar
için ikaamet getirir; mahallenin reisini ve büyüğünü beklemez. Bu her namazda
böyledir. Yalnız İmam A'zam'a göre akşam namazında beklemek yokdur. Çünkü akşam
namazını geciktirmek mekrûhdur. Binâenaleyh ezanla ikaamet arasını ayıran en
az bir fasıla —ki ayakta bir an sükût etmekdir.— ile iktifa olunur. Sonra
müezzin ikaamet getirir. Bu kısa sükûtu dahî (üç kısa âyet yahut bir uzun âyet
okuyacak kadar.) diye tahdîd etmişlerdir.» deniliyor. Sükûtun üç adım atacak
kadar olduğu dahî rivayet edilmişdir, îmam Ebû Yûsuf ile imam Muhammed'e göre
ezanla ikaamet arası cum'a günü hatibin iki hutbe arasında oturduğu kadar
hafîf bir celse ile ayrılır.
3- îmâm
Şâfiî'ye göre akşam ezanı ile ikaameti arasında azıcık oturmak veya sükût
etmek yahut bunlara benzer bir şey yapmak müs-tehabdır. Hanefî1er'den
«El-Hidâye» sahibinin imam Şafiî1den naklettiğine göre' şâir namazlarda olduğu gibi,
akşam namazında dahî ezanla ikaametin arasını iki rek'ât nafile ile ayırmak
rnüstehabdır. Fakat Aynî bu iddianın
söz götürdüğünü bildirmişdir.
4- îmam
Ahmed b. Hanbel'le İshak'a göre diğer namazlarda olduğu gibi
akşam namazında da iki rek'ât nafile
kılınarak ezanla ikaametin arası ayrılır. Delilleri babımız hadîsidir.
305- (839)
Bize Abd b. Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ab-dürrazzâk hah er verdi.
(Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da Sâlim'den, o da İbni Ömer'den naklen
haber verdi. Ömer şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Selîem) korku namazını iki taifeden bîrine bir rek'ât
olarak kıldırdı. (Bu arada) öteki taife düşmanın karşısında idi. Sonra
berikiler namazdan ayrılıp arkadaşlarının düşmana karşı durdular. Dtekİler
geldi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) onlara da bir rek'ât namaz
kıldırdı. Sonra selâm verdi, sonra hem berikiler hem ötekiler birer rek'âtı
kaza ettiler.»
(,..) Bana,
bu hadîsi Ebû'r-Rabî' Ez-^ehrânî de rivayet etti. (Dedi ki): Bize Fiileyh,
Zührî'den, o da Salim b. Abdillâh b. Ömer'den, o da babasından naklen rivayet
etti ki, babası Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) 'in korku hakkındaki
namazından bahseder ve :
«Ben, bu namazı
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) ile birlikde kıldım.» dermiş.
Bu hadîs dahî yukarki
hadîs mânâsındadir.
306- (...)
Bize Ebû Bekir b. Efcî Şeyfce rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Âdem,
Süfyân'dan, o da Mûsâ b. Ukbe'den, o da Nâfi'den, o da İbni Ömer'den naklen
rivayet etti. İbni Ömer şöyle demiş:
«ResûiüİIah
(Sallallahü Aleyhi ve Seliem) (harb) günlerinden bîrinde korku namazı
kıldırdı. (Bu münâsebetle) bir taife onunla birlikte namaza bir îâife de
düşmanın karşısına durdu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) yanındakilere
bir rek'ât namaz kıldırdı. Sonra onlar giderek, ötekiler geldiler. Onlara da
bir rek'ât namaz kıldırdı. Sonra her iki taife birer rek'ât namaz kaza
ettiler.»
Râvî diyor ki: «İbni
Ömer: Bundan daha ziyâde korku olursa hayvan üzerinde yahut ayakta îmâ ederek
kılıver! dedi.»
307- (840)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülmelik b. Ebî Süleyman, Atâ'dan, o da Câfcir
b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş: ResûiüİIah (Sallallahü
Aleyhi ve Seliem) ile birlikde korku namazında bulundum. Bizi iki saff yaptı.
Bir saff ResûiüİIah (SallaUahü Aleyhi ve Seliem) 'in arkasına durdu. Düşman
bizimle kıble arasında idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) tekbîr
aldı. Biz de toptan tekbîr aldık. Sonra rükû9 etti; biz de toptan rükû' ettik.
Sonra başını rükû'dan kaldırdı; biz de toptan başlarımızı kaldrıdık. Sonra
kendisi ve arkasındaki ilk rek'-âtda geride kalan saff secdeye kapandılar.
Geriye bırakılan saff düşmanın karşısında durdu. Peygamber (SallaUahü Aleyhi
ve Seliem) secdeyi eda edip, arkasındaki saff ayağa kalkınca gerideki saff
secdeye kapandı; ve kalktılar. Sonra
geriki saff ilerledi; ileriki saff geriye çekildi. Sonra Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) rükû'a vardı. Biz de hep birden rükû' ettik. Sonra başını
rükû'dan kaldırdı; biz de toptan başlarımızı kaldırdık. Sonra ilk rek'âtda
geride kalan, bu sefer Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hemen
arkasında bulunan saff ile bîrlikde secdeye kapandı. Geriki saff düşmanın
karşısına dikildi. Peygamber (Salîaîlahü Aleyhi ve Sellem) arkasındaki saffla
inrîikde secdeyi edâ edince geriki saff secdeye kapanarak secde ettiler. Sonra
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) selâm verdi; biz de hep birden selâm
verdik.»
Câbîr: «Şu sizin
muhafızlarınızın kumandanlarına yaptığı gibi...» demiş.
308- (...)
Bize Ahmed b. Abdillâh b-. Yûnus rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Züheyr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ebû'z-Zübeyr, Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle
demiş; Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde Cüheyneli bir
kavme karşı harb ettik. Bizimle şiddetli Mr Çarpışma yaptılar. Öğle'yi
kıldığımız vakit müşrikler :
Bu müslümanlarm
üzerine bir hamle yapsak onları mutlaka perişan ederdik; dediler. BjHftı hemen
Cibril, Resûlüllah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) 'e haber vermiş, Oda bize söyledi, Ve buyurdu ki:
«MüşrikMr : az sonra
onların çocuklarından daha çok sevdikleri namaz vakti çıslecek; dediler.»
İkindi olunca Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
bizi iki saff yaptı. Müşrikler kıble ile aramızda bulunuyorlardı.
Derken ResûlüIIah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tekbîr aldı; biz de tekbîri aldık. O rükû' etti;
biz de rükû' ettik. Sonra secdeye vardı. Onunla birlik- ; de ilk saff da
secdeye vardı. Onlar kalktığı vakit ikinci saff da secde ettiler. Sonra ilk
saff geri çekildi; ikinci saff ilerleyerek, birinci saff m yerine \ durdular.
ResûlüIIah (Salîallahii Aleyhi ve Selleni) (yine) tekbîr aldı; biz de j tekbîr
aldık. O rükû' etti; biz de rükû' ettik. Secdeye vardı; onunla beraber ilk
saff secde etti; ikinci saff ayakta kaldı. İkinci saff da secde ettiği vakit
toptan oturdular. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara selâm verdi.
Ebû'z-Zübeyr: «Sonra
Câbir hassaten şunu söyledi: Şu sizin emirlerinizin kıldığı gibi...» demiş.
309- (841)
Bize Ubeydullah b. Muâz El-Anberî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Abdurrahman b. Kaa-sim'den, o da babasından, o da
Salih b. Havvât b. Cübeyr [112]'den,
o da Sehl b. Ebî Haşme [113] isyden
naklen rivayet etti ki, ResûlüIIah (Sallallahü A leyhi ve Sellem):
Korku ânında ashabına
namaz kıldırmış da, onları arkasına iki safi yapmış. Hemen arkasında
bulunanlara bir rek'â? kıldırmış. Sonra ayağa kalkmış ve arkasındakiler bir
rek'ât namaz kilıncaya kadar ayakta durmuş. Sonra geriki safftakiler ilerlemiş;
ön safftakiler de gerilemişler. Bu suretle (ilerleyenlere) bir rek'ât namaz
kıldırmış. Sonra Resûlülla (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerileyenler bir
rek'ât namaz kılıncaya kadar oturmuş; sonra selâm vermiş.
310- (842)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. Dedi ki: Mâlik'e, Ye-zîd b. Rûmân [114]'an
dinlediğim, onun da Salih İbni Havvât'dan, onun da Salih îbni Havvât'dan, onun
da Zâtu'r-Rikaa' harbi vuku' bulduğu gün Resûlüllah (SaHaîlahü Aleyhi ve Sellem)
ile birlikde korku namazını kılan bir zâtdan rivayet ettiği şu hadîsi okudum :
Bir taife Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İle birlikde saff olmuş; bir taife de düşmanın
karşısına durmuş. ResûIüflah('.Söfla//ö/ı« Aleyhi ve Sellem) yanındakilere bir
rek'ât namaz kıldırmış. Sonra ayakta durarak cemâat kendi kendilerine namazı
tamamlamışlar. Sonra namazdan çıkarak düşmanın karşısına saff olmuşlar. (Bu
sefer) Öteki taife gelmiş. Resûfüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara da
kalan rek'âtı kıldırmış. Sonra oturarak beklemiş, cemâat kendi kendilerine
namazı tamamlamışlar; sonra Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara selâm verdirmiş.
311- (843)
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeyhe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Affân rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Ebân b. Yezîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Ebî
Kesîr, Ebû Seleme'den, o da Câbir'den naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
«Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde döndük ve Zâtü'r-Rikaa' denilen yere
geldik. Gölgeli bir ağacın yanına geldiğimizde, onu ResûlüUnh"(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'e bırakırdık. (Burada
da öyle yaptık.) Derken müşriklerden bir adam çıkageldi. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi veSellem) 'in kılıcı ağaçta asılı îdi. Hemen Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) 'in kılıcını alarak, kınından çekti ve Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Sellem) 'e :
— Benden
korku yormuşun? dedi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Hayır!» cevâbını
verdi. Müşrik:
— Şimdi seni benden kim koruyabilir? dedi.
Efendimiz:
«Beni, senden Allah
korur.» cevâbını verdi. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabı bu
aadmı tehdîd ettiler. O da kılıcı, kınına sokarak (ağaca) astı. Az sonra
riamaz için ezan okundu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir taifeye
iki rek'ât namaz kıldırdı. Sonra onlar geri çekildiler; öteki taifeye de iki
rek'ât namaz kıldırdı. Bu suretle Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört
rek'at, cemâat ise ikişer rek'ât kılmış oldular.
312- (...)
Bize Abdullah b. Abdirrahmân Ed-Dârimî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize YaJ|yâ
(yâni İbni Hassan) haber verdi. (Dedi ki) : Bize Muâviye —kî İbni Şellâm'dır.—
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya haber verdi. Bana Ebû Selemete'bnü
Abdirrahmân haber verdi. Ona da Câbir haber vermiş ki, kendisi Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikde korku namazı kılmış. (Şöyle ki)
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki taifeden Jürine iki rek'at namaz
kıldırmış. Son ra öteki taifeye de iki rek'at kıldırmış. Bu suretle Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi veSellem dört rek'at namaz kılmış fakat her iki taifeye
ikişer rek'at kıldırmış.
Babımız hadîslerinin
ekserisini «Kütüb-ü Sitte» sahipleri tahrîc et-mişleridr. Buh.ârî onların
bâzılarını «Ebvâbu Salâti'1-Havf» de; bâzılarını da «Kitâbü'l-Megâzî» de
tahrîc etmişdir.
Korku namazı ünvâm
verilen namazdan murâd: Zelzele ve yangın gibi musibetler zamanında kılınması
tavsiye buyurulan nafile namazlar değildir. Buradaki korku ile harp
kasdedilmişdir. Binâenaleyh babımızın hadîsleri harp devam ederken kılınacak
vakit namazlarının keyfiyeti hakkındadır.
Her müslüman peşinen
bilmelidir ki harp esnasında yâni gülle ve kurşundan cihan yandığı, yer
yerinden oynadığı anlarda bile beş vakit namazı kazaya, bırakmaya- ruhsat
verilmemiş; O müdhiş anlarda dahî namazın edası emrolunmuşdur, Fahr-i Kâinat
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin ölüm döşeğinden kalkarak namaz
kılması hattâ bir kaç defa arka arkaya bayılarak her ayüdıkça namaza
davranması, bu mübarek ibâdetin derece-i ehemmiyyetini göstermeye kâfidir.
Biz bu bâbdaki
tafsilâtı fıkıh kitaplarına bırakarak sadede avdet edelim...
Harp zamanında
kılınacak vakit namazlarının sulh zamanındaki vakit namazlarına uymadığı
Kur'ân-ı Kerîm ile sâbitdir. Bu bâbda Teâîâ Hazretleri [115] :
Yer yüzünde sefere
çıktığınız zaman şayet kâfirlerin size fenalık yapacağından endişe ederseniz
namazı kasretmenizde üzerinize bir vebal yok-dur. Şüphesiz ki kâfirler sizin
apaçık düsmanlarınızdır. Sen de ashabının aralarında bulunur da, kendilerine
namaz kıldırırsan onların bir kısmı seninle birlikde namaza dursun!...»
buyurmuşdur. Yalnız bu namazların suretleri sünnetle beyân edilmişdir.
Şurası da
unutulrriamalıdır ki harp ve düşman korkusu namazın rek1-atlarmı azaltma
hususunda müessir değildir.Yalnız İbni Abbâs (RaâiyaHahû anh) ile Tabiîn 'den
H'asan-ı Basrî ve Tâvûs hazerâtına göre düşman korkusu, .namaz rek'âtlarmm bire
indirilmesi hususunda müessirdir. Mücâhid'in İbni Abbâs 'dan rivayet ettiği
bir hadîsde : İbni Abbâs (Radiyaİiahû anh):
«Allah, namazı
Peygamberimizin dilinden hazarda dört, seferde iki ve harpte bir rek'ât olarak
farz kılmışdır.» demişdir.
Bu hadîsi Müslim, Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbni
Mâce tahrîc etmişlerdir.
'Atâ' Mücâhid,
Hakem b Uteybe, Katâde, İshâk ve
Dahhâk'in mezhepleri de budur.
Ekseri ulemâ ile
ashâb-ı kiramdan İbni Ömer (Radiyaİiahû anh}a ve tabiînden İbrâhîm Nehai ile
Süfyân-ı Sevrî'ye, Hanefîler 'le, imam Mâlik ve İmam Şâfiî'ye göre harp.
korkusunun rek'at sayılarına hiç bir te'sîri yokdur. Binâenaleyh harpde bir
rek'ât namaz kılmak, onlara göre caiz değildir. Namazın kasredilmesi harple
değil; seferle ilgili bir^mes'eledir.
Babımız hadîslerinde
zikri geçen gazadan murâd: Zâtü'r-Rikau gazâsidır. Bu gaza Hicret'in dördüncü
veya besinci yılında Necıd'in Gatafân semtlerinde vuku' bulmuşdur.
Kikaa':Ruk'a'nm
cem'i olup; yamalar mânâsına gelir. Mezkur gazaya Zâtü'r-Rikaa' denilmesinin
sebebi: Müslümanların ayaklan delinerek, üzerlerine bez parçaları sarmalandır.
Bâzıları müslümanların
sıcakdan ayaklarını sardıklarını söylerler.
Bir takımları: «Bu
gazaya Zâtü'r -Rikaa' denilmesi orada. bu isimde bir ağaç bulunduğu içindir.»
demişlerdir.
Vâkıdî bu ismin
verilmesine sebep olarak: O yerde bulunan kırmızı, beyaz, siyah alacalı bir
dağı gösterir.
Yine Vâkıdî'nin
beyânına göre Zâtü'r-Rikaa'. gazasına sebep: Halep'den gelen bir bedevinin
verdiği mâlûmâtdır. Bu adam Benî Sa'lebe ile Beni Enmâr kabilelerinin
müsJüman-larla harp etmek üzere hazırlandıklarını ve pek çok asker
topladıklarını söylemiş; bunları gözleriyle gördüğünü te'yîd ettikden sonra
müslümanla-ra: «Siz hâlâ gafletdesmiz!» diyerek onları harbe teşvik etmişdir.
Bunun üzerine Resûl-î
Ekrem (Sallallahü Aîeyhi ve Sellem) bir rivâyet-de dörtyüz, diğer rivayette
yediyüz kişilik bir ordu ile onlarla harbe çıktı.
Hz. Câbir hadîsinin bir
rivayetinde îsmi bildirilmeden müşriklerden olduğu söylenen ve Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i kendi kılıcı ile vurmak istediği beyân edilen
şahsın ismi Gavres b. Hars 'dır. Nitekim Buhârî'nin bir rivayetinde tasrih
edilmişdir. îbni îshâk'ın rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
müşrike cevabın ıverdikten sonra: «Cibril onun göksüne dokundu ve elinden kılıç
düştü. Bu sefer onu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) alarak ;
Şimdi benden seni kim
kurtarır? dedi. Müşrik: Hiç kimse!., cevabını verdi. Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) : — «Kalk işine git! buyurdu.» deniliyor.
Buharı rivayetlerinde
de beyân edildiğine göre Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz neticede galebe kendi eline
geçtiği hâlde o »damı muâhaze buyurmamışdir. Çünkü küffârın müslüman olmalarını
gö-ıülden arzu ediyordu. Bunu da ileride müslüman clur ümidi ile affet-rişti,
Nitekim Vâkidî'nin beyânına göre bu zât sonradan müslüman olmuş ve kavm-ü
kabilesinin yanma dönerek bir çok kimselerin müslü-hğt kabul etmelerine sebeb
olmuşdur.
Salih b. Havvât'm :
«Resûliiîlah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) le birlikde namaz kılan...» dediği
zâtın ismi bâzılarına göre: Sehl b. asm e.'dir. Bazıları Sehl b. Abdillâh
olduğunu söylemiş; bir takımları da
Salih b. Havvat'm babası Havvât b. Cbeyr olduğunu
tercih etmişlerdir.
Aİlâme Aynî; Salih b. Havvât'm hadîsi hem ba sindan
hem de Sehl b. Ebî Hasme 'den işitmiş olduğuna il mâl vermekte
ve: «Bundan dolayıdır ki onun ismini bazen müphem rakıyor; bazen de tefsir
ediyor.» demektedir.
Havvât hadîsini Buhârî
hem merfû' hem mevkuf yollarc tahrîc etmişdir.
Bu hadîs hakkında îmam
Mâlik: «Korku namazı hususun işittiğim en güzel hadîs budur..» demişdir. Hz.
Mâ1ik'in bu sözü, kor namazının keyfiyyeti hakkında muhtelif sıfatlar işitmiş
olmasını ikti eder. Kendisi bunların içinden Salih b. Ha-vvât hadîsi ile arr
etmişdir.
Filhakika korku namazı
hakkında muhtelif rivayetler vardır.
Tirmizî, îbni
Ömer (RadiyaVahû anh) hadîsini
tahi ettikden sonra: «Bu bâbda Câbir, Huzeyfe,
Zeydü'bn Sabit, İbni Abbâs, Ebû
Hü reyre, îbni Mes ûd,.
Sehlü'bnü Ebî Hasme,
Ebû Ayyaş Zey b.
Sâmit ve Ebû
Bekre (Radiyalîahû anhûmV'den
dahî riv, yetler bulunduğunu söylemişdir.
Aynî bunlara Hz. Alî,
Âişe Havvât b. Cübeyr ve
Ebû Mûse'l-Eş'ar (RadtyaHahû
arthûm) hazerâtım da ilâve etmişdir.
Bunlardan Câbi hadîsi babımız hadîsleri meyânındadir. Ayni hadîsi Buhârî muallâ
olarak «Meğâzî» bahsinde rivayet etmişdir.
Huzeyfe hadîsini Ebü Dâvûd ile Nesâ.î; Zeydü'bnü
Sabit hadîsini Nesâî, Hz. Alî hadîsini Bezzâr, Âişe (Radiyalîahû anh Hüreyre hadisini
Buhârî ile Nesâî,
İbni Mes'ûı hadîsini Ebû
Dâvûd; Sehlü'bnü Ebî
Hasme hadîsini Tirmizî, Ebû Ayyaş hadîsini Ebû Dâvûd ili Nelâî;
Ebû Bekre hadîsini yine Ebû
Dâvûd ile Nesâî, Hz. A1îy hadîsini
Bezzâr, Âişe (Radiyalîahû anha, hadîsini Ebû Dâvûd;
Havvât b. Cübeyr
hadîsini İbni Mendeh;
Ebû Mûsâ (Radiyalîahû anh) hadîsini de
îbn : Abdi1berr tahrîc etmişlerdir.
Korku namazının ilk
def'â ne zaman kılındığı ulemâ arasında ihtilaflıdır. Cumhûr'a göre: İlk defa
Zâtü'r-Rikaa' gazasında kılmmişdır.
' Bâzıları, daha başka
yerde kılındığını söylerler.
îmam Gazâlî (450-505)
«El-Vasît» nâm eserinde Zâtü'r-Rikaa
gazasının, son gaza olduğunu söylemiş; Râfiî dahî bu husûsda ona tabî olmuş ise de
İbni's - Sa1âh «Müşkilü'l-Vasît» adlı eserinde, bunun doğru olmadığını,
Zâtü'r-Rikaa1 gazasının son gaza değil, sona yakın olanlardan bile olmadığını
söylemiş; «Resûlül-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in son gazası Tebûk'dür.»
demişdir.
îbni Hazm (384-456) :
«Korku namazının en güzel vasfı Ebû Bekre hadîsinde yapılmışdır. Çünkü bu namaz
Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kıldığı so nkorku namazıdır.»
demişdir.
Resûîüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kıldırdığı bu namaz bâzı rivayetlere göre
ikindi; diğer bâzılarına göre öğledir.
1- İbni Ömer
hadîsi, korku namazı hakkında Hanefîler'in delilidir. Hanef îler bu bâbda Ebû
Dâvûd 'un tahrîc ettiği Abdullah b. Mes'ûd (Radiyallahû anh) hadîsi ile dahî
istidlal ederler. Mezkûr hadîsde îbni Mes'ûd (Radiyallahû anh) şöyle
demektedir :
«Rssûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) korku namazını kıldı. Ashabın bir kısmı onun
arkasına sarf oldular. Bir kısmı da düşmanın karşısına durdular. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) berâberindekilere bir rek'ât namaz kıldırdı.
Sonra ötekiler gelerek bunların yerine durdular. Bunlar da düşanın karşısına gittiler.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara da bir rek'ât kıldırdı. Sonra
selâm verdi. Arkasındaki cemâat kendi kendilerine bir rek'ât daha kıldılar.
Sonra selâm vererek düşmanın karşısına; ötekilerin yerine (gittiIer. (Bu sefer)
ötekiler eski yerlerine dönerek kendi kendilerine bir rek'ât namaz kıldılar;
sonra selâm verdiler.»
İbni Mes'ûd hadîsini
Bey hakî dahî rivayet etmiş yalnız: «Ebû Ubeyde bu hadîsi, babasından
işitmemişdir; Husayf da kavı değildir.» şeklinde bâzı râvîler hakkında söz etmişse
de, onun bu sözü i'tirâzla karşı lanrmşdır. Çünkü Ebû Ubeyde birçok yerlerde
Buhârî'nin bile hadîsi ile istidlal ettiği mûtemed bir râvî-dir.
Ebû Dâvûd: «Ebû Ubeyde
babası öldüğü gün yedi yaşında mümeyyiz bir çocuktu...» diyor. Yedi yaşında bir
çocuğun hadîs dinleyip ezberlemesi mümkindir. Onun içindir ki yedi yaşındaki
çocuklara —islâmî terbiye ve ahlâk sahibi olmalarını te'mîn için— namaz kılmaları
emredilir.
Husayf'a gelince: Ebû Zür'a, İbni
Maîn İbni Sa'd gibi hadîs
imamları onu mûtemed saymış, Nesâi onun hakkında «Sâlihİdr.»
tâbirini kullanmışdır.
Mâzirî (453-536), İbni
Ömer hadîsini İmam Şafiî Eşhebe; Câbir hadîsini de Ebû Hanîfeve delil olarak
göstermişsede bu hatadır. Doğrusu Ebû Hanîfe ile şâir Hanefiyye imamları ve
Eşheb, İbni Ömer hadîsi ile; imam Şafiî, Sehl b. Ebî Hasme rivayeti ile
istidlal etmişlerdir.
Nevevî: «Bir kimse
korku namazını İbni Ömer rivâye-tindeki gibi kılsa, sahîh olup olmadığı
hususunda iki kavil vardır. Meşhur olan kavle göre sahîhdir.» diyor.
Nevevî'nin bu sözüne
karşı Aynî: «Şâ-fiîler, İmam Şafiî 'nin: Hadis sahîh oldumu, benim mezhebim
o'dur; dediğini söylüyorlar. İbni Ömer hadîsinden hangi hadîs daha sahîh
olabilir? Bu hadîsi bir cemâat tahrîc etmişlerdir.» şeklinde mukaabelede
bulunmuşdur
Nevevî, babımız
hadislerini şerh ederken onları dört kışıma ayır-mışdır. Şöyle ki:
a) İbni Ömer hadîsi : Bü hadîsde Peygamber (Saltaüahü
Aleyh ve Sellem) bir taifeye namaz kıldırırken, Öteki taifenin düşman karşısmds
bulunduğunu; sonra bir rek'at kılanlar düşman karşısına giderek, öteküe rin de
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e uydukları ve bir rek'ât na maz
kıldıkları bu suretle her iki taifeye birer rek'at namaz kıldırdığı bil
diriliyor. Bu hadîs Evzâî ile Mâliki 'lerden Eşheb'in delili dir. Bu vecih İmam
Şâfiî'ye göre dahî caizdir. Resûlüllah
(Sallallahi Aleyhi ve Sellem) ile birer rek'at namaz kılan her iki taifenin
geriye kalai birer rek'atı beraber kaza ettikleri söylendiği gibi, herkesin
ayrı ayrı kıl dığı dahî iddia ediliyor ki, sahîh olan da budur. Nevevî burada
Hanefî1er'i zikretmemişse de, az evvel bu hadîsle istidlal edenleriı
Hanefîler olduğunu gördük.
b) İbni Ebî
Hasme hadîsi de îbni Ömer
hadîs gibidir. Yalnız bu hadîse göre Resûlüîlah (Sallallahii Aleyhi ve
Sellem) birin ci taifeye bir rek'ât kıldırdıkdan sonra ayakta durmuş; onlar
ikinci rek'ât kendileri tamamlamışlar. Sonra düşman karşısına giderek ötekiler
gelmiş Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
onlara da bir rek'at kıld:rmış v oturmuş. Cemâat kendi kendilerine bir
rek'at daha kıldıkdan sonra Re sulüllah (Sallallahü Aleyhi ve. Sellem) onlara selâm verdırmişdir. İmar Mâlik, İmam Şafiî, Ebû Sevr ve başkalarının mez hepleri budur.
Ebû Dâvûd
«Sünen» inde İbni Ebî
Hasme 'den baş ka bir şekil daha rivayet etmişdir.
c) Câbir
hadîsi : Bu hadîse göre Resûliillah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
ashabını arkasına iki saff yapmışdır. Düşman kıblelerindedir. Her iki
saff'a bir rek'at kıldırmış, yalnız secdeyi evvelâ arkasındaki saff yapmış;
onların arkasındakiler düşmana karşı durmuşlar. Sonra ilk saff düşman akrşısma
durarak, Ötekiler de secde etmişlerdir.
İbni Abbâs hadîsi de
Câbir hadîsi gibidir. Yalnız onda bir saff m gerilemesi, ötekisinin ilerlemesi
yokdur.
Bu hadîs İmam
Şafiî,İbni Ebî Leylâ ve Hanefî ler 'den Ebû Yûsuf'un delilidir. Ancak düşmanın
kıble tarafında bulunması îcâbeder. İmam Şâfiî'ye göm Câbir hadîsinde olduğu
gibi saff-larm yer değiştirmesi ve îbni Abbâs hadîsinde beyân edildiği ve-cihle
yer değiştirmemesi caizdir.
d) Yine
Câbir hadîsi, Resûliillah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in her iki taifeye
ikişer rek'at namaz kıldırdığını bildirmektedir.
EbûDâvûd'un tahrîc
ettiği EbûBekre rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in her iki
taifeye ikişer rek'at namaz kıldırdığı, bu suretle ikinci taife nafile kılan
imamın arkasında farzı edâ etmiş olduğu bildirlmektedir. İmam Şafiî buna da
kaaildir. Mezkûr kavil Hasan-ı Basrl
'den de rivayet olunmuşdur.
Hâsılı korku namazının
nasıl kılınacağı hakkında rivayetler muhte-lifdir. HanefîIer'den «Kudûrî»
bunların hepsinin caiz olduğunu; ihtilâfın sâdece evleviyete râci' bulunduğunu
söylemişdir.
Hattâbî diyor ki:
«Korku namazı muhtelifidr. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu muhtelif
günlerde ve birbirine uymayan şekillerde kılmış; bunların her birinde namaz
için en ihtiyatlı, düşmandan korunmak için en uygun şekli aramişdır. Bu
namazlar sûreten muhtelif de olsalar manen müttefikdirler.>
îbni Abdilberr «Et -Temhîd»
adlı eserinde korku namazının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bir
çok şekillerde rivayet edildiğini söylemiş; bunlardan altı tanesini şu şekilde
sıralamışdir:
a) İbni Ömer
hadîsinin delâlet ettiği veçhe imamlardan Evzâî ile Eşheb kaail olmuşlardır.
(Hanefîler'i söylemeğe İbni
Ebdilberr dahî unutmuşdur.)
b) Salih b.
Havvât hadîsi ile İmam Mâlik, İmam
Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbelye Ebû Sevr amel etmişlerdir.
c) îbni Mes'ûd
hadîsi ile Ebû Yûsuf 'dan maâdâ bütün Haneiî1er istidlal ederler.
d) Ebû
Ayyaş hadîsi, İbni
Ebî Leylâ ile Sevrî'nin delilidir.
e) Huzeyfe
hadîsi ile Sevrî istidlal etmişdir. Bu hadi içlerinde Huzeyfe, tbni Abbâs,
Zeydü'bnü Sabit ve Câbir b. Abdi11âh (RadîyaUahû aııhûın) de bulunmak üzere
birçok ashâbdan rivayet olunmuşdur.
f)
Resûlüllah (Salîaiîahü Aleyhi ve Sellem) Jin her taifeye ikişer rek'at namaz
kıldırdığını bildiren Ebû Bekre hadîsi ile Hasan-ı Basrî istidlal etmiş ve
onunla fetva vermişdir.
Ebû Dâvûd «Sünen» inde
korku namazı için sekiz şekil zikretmiş, îbni Hibbân «Sahîh» inde bunları
dokuza çıkarmış; Kaadi îyâz «El-İkmâl» nâm eserinde onüçe; Sevrî onalti veçhe
çıkarmişdir. Bunları onyedi veçhe çıkaranlar da vardır.
2-
Resûlüllah (Salkıllahü Aleyhi ve Selîem) 'in kaç defa korku namazı kıldığı dahî
ihtilaflıdır.
Mâ1ikî1er'den
İbnü'l-Kassâr'a göre on, İbnü'1 Arabî'ye göre yirmidört def'â kılmişdır. Kaadî
İyâz bu yerleri birer birer zikretmişdir.
3- İki
taifeden birinin diğerinden adetçe çok olması veya biribir-lerine müsâvî
bulunmaları, hükme te'sîr etmez. Çünkü aza da, çoka da taife denilebilir. Hattâ
bir kişiye taife demek caizdir. Lâkin
imam Şafiî: «Ben her taifenin
üçden az olmasını hoş karşılamam.» demişdir.
4-
Bahsedilen bu yerlerde ashâb-ı kiram müsâfir idiler. Mukîm bile olsalar korku
ânında onlara yine müsâfir hükmü verilir. îmam Şafiî ile İmam Ahmed'in ve meşhur
olan rivayete göre İmam Mâ1ik'in
kavilleri budur. İmam Mâlik 'den diğer
bir rivayete göre: Mukîm olan kimseler korku namazı kılamazlar. Fakat İbni
Mâcisûn'dan maâdâ bütün Mâliki 'yye
imamlarına göre korku namazını mukîm olanlar da kılabilirler.
5- Korku namazı,
Müzeni ile imam Ebû Yûsuf 'dan maada bütün ulemâya göre şimdi dahî meşrû'dur. Müzeni
ile Ebû Yûsuf'a göre ise
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra korku namazı kılmak meşru'
değildir.
[1] Hanefilerin bu husustaki kaidesi sıt'dur : Bîr râvînin re'^i, rivayetine uymazsa, onun ri\;ı\eci
ile amel vacib—desildir.
[2] MekkeÜ âzâdlılardandır. Namaz hakkında hadis rivayet ctmi.şdir.
[3] Mekkeli ashabı kirâmdandır, H z.
Ömer zamanında Necrân taraflarında
vali idi.
[4] Sûre-i Nisa' âyet
101.
[5] K Cif elidir. M
üs] İmin râvüerindendİr.
[6] Khıi Ca'fer Kaasim b. Mâlik EI-Müzenî ;
Kûfelidir. Sahîheyn
râvîlerindendir
[7] Küflülerden
sayılır. Sahîhevn râvîlerindendir.
[8] Ebü R.ıbahlsâ b. Hafs b. Asım b. Ömer b. Hattâb : (
—157) Medînelidir.
S;ıhîhe\n r.İ\ ilerindendir
[9] Sûre-i ahzâb
âyet 21.
[10] İbrahim b. Meysera Et-Tâifî : ( —132) Mekke'ü âzâdlılardandır.
[11] Künyesi Ebû
"Yezîd'dir. Basrahdjr. Müsfimin
râvîlerindendir.
[12] Ebû Ömer Yezîd b. Humeyr Er-Rahabî: Şamhdir. MüsIİmin râvîlerindendir
[13] Şamlıdır.
Müslimin râvîlerindendir.
[14] Ashâb-i kiramdan olduğu söylenir.
[15] Ebû
Zekeriyyâ Yahya b.
Ebi İshâk (
—136) Âzâdlilardandır. Basralidır. Sahîhcyn râvîlerindendir
[16] Abdülhamîd b. Dînâr' Sâhibüz-Ziyâdî : Basralıdır.
Bâzıları isminin Abdülhamîd b. Vâsıl olduğunu söylerler. Tabiîdendir.
[17] Ebû Muhammed Saîd b. Âmir Ed-Dubaî: (122-208)
Basralıdir.
[18] Ebû İshâk Ahmed b. İshâk El-Hadramî: ( —211)
Basralıdır, Ya'kûb b. ls-hâk'm kardeşidir
[19] Sûre-i
Bakara âyet 115.
[20] Ebû'l-Hubâb
Saîd b. Yesâr:
ÂzadUardandır. Sahiheyn râvilerindendir. Vefat târihi U7 dir.
[21] Ebû
Muâviye Mufaddâi b. Cedâle
b. Ubeyd EI-Hımyeri
(107-181); Mısır ka-disıdır.
[22] Ebu'ş-Şa'sâ'
Câbir b. Zeyd El-Ezdî:
( —93) Basralıdir.
[23] EbıVt-Tufeyl Âmir b. Vâsikte'l-Leysî : ( -120) (R. A.) Ashâb-ı kiramdand.r.
Mekke'lidir. Peygamber (S.A.V.) görenlerin en
sonuncusu olduğu söylenir
[24] Basralidir.
Sahîhe"n râvîlerindeodir.
[25] Künyesi Ebu Ubeyde'dir Basralıdır. Namaz hakkında
hadîs rivayet etmişdir.
[26] ismi İsmail'dir.
[27] Ashâb-ı
kiramdan dır. Basrahdır. Namaz ve
hacc hakkında rivayetleri vardır.
[28] Künyesi Ebû Osman'dır. Tabiinden olup 136 târihinde vefat etmişdir
[29] Künyesi Ebû Âsım'dır. Kûfelidir. Sabîh-i Müslim'de
biri îmâna, biri abdeste biri de namaza âid olmak üzere üç hadîsi vardır
[30] Metlînelidir
[31] Ebü-Heysem
Mııallfı tv Esed
—2181: Muallim imi>.
Sahihc\n râvîlerin-
[32] Mısırlıdır. Müslimin râvîlerîndendir
[33] Ebû Diivııd Süleyman' b. Ma'bed Es-Sİncî El-Mervezi
<. -259) Müslim'in râvî-l
162ı Küta^m Ehû
tsmâildir. Basrahdir. Sahîheyn
râvîlerindendir
[34] Müslim'in râvîlerindemlir. Gunder'üen hadîs rivâ>et etm^ditr
[35] Müslüm'in
râvîierindendir
[36] Hz. Enes'in
oğludur
[37] Sûre-i Bakara
âyet 136.
[38] Ât-i Imrân âyet 52
[39] Âl-i tmrân âyet 64.
[40] Tâiflidir.
müslimin r;İvi|erindendir
[41] Ebû Osman Anıb b.
Evs Es-Siilemî : ( -225) Basra'da
>a>amtşdır.
[42] H/. Cin mü Habîhe'nin kardeşidir. Müslim'in
râvîlcrİndeadİr.
[43] İmam Hacerû'l Askâlân"nin «Bülûğül Meram» adlı
eseri cSelâmet Yolları» adı ile dört eildlik
takım halinde Şirketimiz
tarafından neşredilmiştir,
[44] Medînetidir.
Hz, Ömer ve
Âişe (Radıyaliahu Anhümâ)
dan hadîs rivayet
et-mişdir.
[45] Nekaaris;
el ve ayak
mafsallarına arız olan
damla hastalığıdır. Mafsal
romatizması ve zengin romatizması da denir
[46] Ashâb-ı
kirâmdandir. Mekke'lidir. Namaz hakkında Hz. Hafsa'dan hadis rivayet
etinişdir
[47] Bu isimde iki tane râvî vardır. Biri «Ebû
Zekerİyya> künyesini taşır ve yalnız Buhârî' nin râvîlerindendtr. Diğeri
yalnız Müs1im'in râvı-lerindendir ve (229) târihinde vefat etmişdir. Ebû
Zekeriyyâ'nin vefat târihi ise (232) dır.
[48] Esved b. Yezîd
b. Kays. En-Nehaî
{ -175): Kûfelidir,
sahîheyn râvîlerindendir
[49] Ebû
Abdilîâh Muhammed b. Bişr:
( -230) Abdülkays kabîlesindendir. Sa-hiheyn râvîlerindendir.
[50] Horasanlıdır.
Fakat Arap o\^^ söylenir. Künyesi
EbÛ Abdirrahmao'dir. Yemen*de
vefat etmişdir.
[51] Abdurrahman
b. Attâb: Namaz hakkında Ebü Seleme'den hadîs nvâyet etmişdir. Müslim'in râvîlerindendir.
[52] Temîm b. Seleme:
( -100) Kûfelidir. Müslimin râvfcerindendir
[53] Osman b. Âsim:
( -128) Kûfelidir. Sahîheyn râvîl erin d endir.
[54] Yahya b.
Vessâb El-Esedi : (
-103) Kûfeli azadlılardandır. Sahibeyn
râvî-lerindendir.
[55] Ebû Hişâm Hassan
b. tbrâhim El-Anezî E-Kirmânî : Kirman
kadısıdır. Sahîheyn
râvîlerindendi
[56] Saîd b. Mesrûk
( -128) Süfyân-ı
Sevrî'nin babasıdır. Sahtheyn
râvîlerindendir.
[57] Müslim b. Subeyh :
Kûfeli azadlılardandır. Sahîheyn
râvîlerindendir.
[58] Dönmek demekdir. Fukaha ıstilaahmda ise karısını sarih
sözlerle bosayan bîr kimsenin iddet içinde bondığina pişman olarak karısına
dönmesidir, Ric'at, nikâh yerini tular.
[59] Saîd b. Yezid (R.A.) : Ashâb-ı kirâmdandır. (91) târihinde vefat etmiştir
[60] ( -80) Ebû
Muhammed künyesini taşır.
Peygamber (S.A.V.) zamanında duğu söylenir
[61] Kaasim b. Avf Eş-Şeybânî El-Bekri:
Küfelidir. Müslimİn râvîlerindendir
[62] Ebû
Abdillâh Salim b.
Abdillah b. Ömer:
f -106) Hz.
Ömer'in torunudur. Sahîheyn râvKerindendir
[63] Ukbetü'bnü
Hureys Et-tağlibî: Küfelidir.
İbni Ömer (R.A.),dan
hadîs rivayet etmiştir. Müslim'in
râvîlerindendir
[64] Ebû
Muhammed AbdÜl'a'lâ b.
AbdilVIâ: Basrahdır. Sahîheyn
râvîlerindendir. (J.89) târihinde vefat etmişdir.
[65] Ebûs:~Miiverri' Muhâdır b. Müverri1 El-Hemdânî: f -
206) Küfelidir
[66] Sa'd b. Saîd
b. Kays ( -
141) Medmdidir. Müslim
râvisidir.
[67] Azadlılardandır.
( -96).
[68] Bu
kelimenin Ebû'I-Hitâb şeklinde
okunması da muhtemeldir. Harekeli- şeklini göremedim.
[69] Sûre-i fecr, âyet:
22.
[70] Müteşâbih:
ümmet İçin bu
dünyâda anlaşılması ümîdi olmayan
gizli manâlı sözlerdir. Tâhâ,
Yâsîn gibi
[71] Ebû'I-Kaasim
Abdetü'bnü Ebî Lübâbete'l-Esedî: Küfeli
azadlilardandır. Di-maşk'da
yaşamışdır
[72] Mahrametü'bnü Süleyman iEl-Esedî: ( -230) Medînelidir. Sahîheyn râvîlerin-dendîr
[73] Abdurabbih b.
Saîd Eî-Ensârî: ( - 139) Medînelidir. Sahîheyn râvîlerindendir
[74] Hadîs
itibârı ile Mısırlı
sayılır. Miislimin râvîlerindendir.
[75] Babasından hadîs rivayet etmişdir. Mtislimin
râvîlerindendir
[76] Al-i Imrân
sûresi, âyet: 190.
[77] Vâsıl b. Abdirrahmân
Er-Rakaaşî: ( 152)
Basrahdir. Müslimin
râvîlerindendir
[78] Ebû BekİF Imrân b.
Müslim El-Kssîr: Basralıdıiy
sahîheyn râvîlerindendir.
[79] Yûsuf b. Ya'kûb b. Abdillâh: Sahîheyn râvilerindendir.
Mâcİşûn fârisîde Ya'-kûb demekdir.
[80] Ya'kûb b. Ebî Seleme:
Medİne^i azılılardandır, tbû
Yûsuf künyesini taşır. Müslimin râvîlerindendir,
[81] Kûfelidir.
Müslimin râvüeirindendir.
[82] Ebü Bekir Siİetubnü
Züfer El-Absî: Kûfelidir.
Mus'ab b. Ziibeyr
zamanında vefat etmişdir.
[83] Ebû AbdiKIh Ismâîl b. Hatıl El-Hazzâz: ( -225)
Küfelidir. Sahîheyn rlvî-lerindendir
[84] Sûre-i Zümer : âyet 42.
[85] Sûre-i Falak: âyet 4.
[86] Mısırlıdır,
Müslimin râvisİdir
[87] Ebû lyâz Muâviyetü'bnü Kurrete'bnİ lyâz : Basralıdır.
Sahîhayn râvîlerindendir.
[88] Ebû İsa
Üseyd b.
Hudayr b. Simâk
(R.A.) : Ensâr-ı kiramdandır. Akabe
ile 20 tarihinde vefat etmiştir.
[89] Süre-i Nisa! Âyet; 41.
[90] Kûfelidir. Babasından hadis rivayet etmiştir.
Miislimin râvisidin
[91] Sudcy b, Aclan (A.A.): Ashab-ı kiramdandir. 86
tarihinde Samda vefat etmiştir.
[92] Sûre-i
ÂI-i İmran, âyet: 18.
[93] Ebu Stiyfan oğullarının âzatlısıdır. Müslimîn
râvîlerindendir.
[94] Ashab-ı Ki ramdan dır. Samda yaşamıştır.
[95] Abdullah b. İsa b. Abdirralıman El-Ensârî: Kûfelidir.
Sahîheyn râvîlerindendİr.
[96] Üveymir b. Âmir
b. Zeyd El-Hazrecî (R.A.) :
Medineji, Ensar-ı ki ramdandır. 34 tarihinde Dima$kta vcfât etmiştir.
[97] Ebû Osman Afgan b. MÛslim Es-Safgör Et-Ensârî.
Azatlılardandır. Sahibeye
râvileridendir, 220 târihinde Bagdatta
vefat etmiştir.
[98] Ebû Ism.ülBeşir bin Süleyman EI-Eslemî:
Küfefidir. Müsîimin râvîleriadeiHİir
[99] Künyesinin
Abdurrahmû olduğu söylenir.
Kendisine Ebû'r-Ricâl deoilmMİ: On tane oğlu olduğu içindir. Sahîheyn râvîlerindendir
[100] Ebû Bişr Beyân b. Şi$r El-Muallim : Kûfelİdir. Sâhîheyn râvîlerindendir
[101] Muavvizzeteyni başlarındaki (Kul) emirlerine
işarettir. Kul: söyle demektir.
[102] Ashab-ı
Kiramdan olup Mekke'lidİr.
Mekkenin fethedildiği gü
müsiüman olmuş; Medİneye hicret etmemiştir. Hz.
Ömer kendisini Mekke'ye vali
tâyin etmişti.
[103] Aihab-ı kiracıdandır.
[104] Ashabı kiramdan olup Ebu Abdİrrahman künyesini
taşır. Hz. Abdurrahman b. Avf-ın kız
kardeşi oğludur. Hicretin ikinci yılında doğmuş 64 vefat etmiştir
[105] Tabiinin btiyüklevindendİr. Küçüklüğünde Peygamber (S.A.V.)'t
getirildiği için
[106] Bu sözden murâd : Ibni Mes"ûd (R.A.)'ın
kendisidir, Ümmü Abd onun annestdir. Peygamber (S.A.V.) ile
ashâb-ı kiram Hz.
Ibni Mes'ûd'a İbni Ümmi
Abd derlerdi
[107] Müslim in
râvîlerinderrdir.
[108] Abdullah
b. Hübeyrete's-Sebâî : Mısırlıdır.
Müslimin râvîlerindendir.
[109] Ncvevîye
ytirc bir yerin
ismidir. Zebîdînin Kamus
şerhinde Cebe!i Ayr'dan Mekke'ye doğru.
[110] Ebû
Abdirrahmâp Mûsâ b.
Uleyy b. Rab-âh :
(89 - 163) Mısırlıdır. Maftrib'de doğmuş, İskenderiye'de vefat
etmişdir.
[111] Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Harmelete'I-Kuraşî:
Medîn&'Ii âzâdlılardandır.
[112] Medinelidir.
Sahîheyr râvîlerindendir.
[113] Ashâb-ı
kirâmdandır. Peygamber (S.A.V.)'in
vefatında 8 yaşında
imiş.
[114] Ebû Ravh
Yezîd b.
Rûmâm E!-Kuraşî : (?-130) Medİneli âzâdlılardandır
[115] Süre-i Nisa' âyet 101-103