DİNİMİZDE HAYVANLARA VERİLEN EHEMMİYET:
1-KUR'ÂN'DA HAYVANA VERİLEN YER:
2- HZ. PEYGAMBER'İN SÜNNETİNDE HAYVANIN YERİ
HZ. PEYGAMBER'İN HAYATINDA HAYVAN
(Bu bölümde üç fasıl vardır)
*
BİRİNCİ FASIL
MERHAMETLİ OLMAYA TEŞVİK
*
İKİNCİ FASIL
ALLAH'IN RAHMETİ
*
ÜÇÜNCÜ FASIL
HAYVANLARA MERHAMET
Rahmet,
aslında dilimizde karşılığı olmayan kelimelerden biridir. Mamafih, bu kelimenin
Arapçada ifâde ettiği mânalardan birine yakınlık arzeden "acımak",
"esirgemek" gibi kelimelerle tercüme edilmek istenmişse de,
yanlıştır. Acımak derinliği olmayan, sâdece insanlarda doğan bir histir. Allah,
rahmet sâhibidir dedik mi- affeden, ihtiyaçları gören, şifa veren gibi mânâlar
zihne kendiliğinden akar. Yani eğer acımak kelimesini Allah hakkında kullanmak
câiz ise, acıdığı için affeden, acıdığı için lûtfeden, acıdığı için sıhhat
veren gibi tamamlayıcı mânâlar rahmet'in içerisinde tabiî olarak vardır.
Şu
halde rahmet'i "acımak"la tercüme etmek kesinlikle câiz değildir.
Rahmet'i
"esirgemek" kelimesiyle de tercüme etmenin mümkün olmayacağını
söyleyen Hamdi Yazır merhûm, "Benden onu esirgedin", "Beni
esirgemiyorsun" cümlelerini misal göstererek bu kelimenin
"kıskanmak", "korumak" gibi mânalara gelmesi haysiyetiyle
Rahmet'in tercümesi olmak şöyle dursun, takdiren tefsîri bile olamayacağına
dikkat çeker.
Rahmet'i
anlamak için, Allah'ın rahmet sıfatını gösteren Rahmân ve Rahîm isimlerini de
bilmemiz gerekir. İkisi de mübâlağa ifâde eden bir sıfat-ı müşebbehe sîgasıdır.
İsm-i fâil yerine kâimdir. Binenaleyh pek merhametli, çok rahmet edici, gayet
merhâmetli veya sınırsız, nâmütenâhi rahmet sâhibi gibi mânalara gelirler.
İslâm
âlimleri, Kur'ân-ı Kerîm'de gelen: وَكَانَ
بِالْمُؤْمِنِينَ
رَحِيمًا "Allah... mü'minlere karşı
rahîm'dir" (Ahzâb 43) gibi âyetleri nazar-ı dikkate alarak Rahmân ve Rahîm
isimleri arasında ciddî farklılıklar görürler. Şöyle ki: Rahmân Cenâb-ı Hakk'ın
canlıcansız, büyükküçük, melekşeytan, insanhayvan, mü'minkâfir, müttakifâsık
her mahlûka karşı olan rahmetini ifade eder. Allah, Rahmân olma haysiyetiyle
bütün mahlûkât onun rahmetine müstağraktır. Yokluktan varlığa çıkışları, ilk
yaratılışları Rahmân'ın rahmetinin tecellisiyle olmuştur. Öyle ise hiçbir
varlık bu rahmetin tecellîsine mazhar olmaktan hâriç değildir. Bu rahmetten
mahrum kalmış hiç bir varlık düşünülemez. Aksi takdirde vücud libası giyip
varlık sahasına çıkamazlardı. Öyle ise Rahmâniyet ezele yani başlangıcı olmayan
geçmişe ve dünyaya bakar.
Ama
Rahîm ismi, Cenâb-ı Hakk'ın, mü'min kullarına tecelli edecek rahmetin sâhibi
olduğunu ifâde eder. Bu hususî rahmetin tecellî yeri de ahirettir. Bir başka
ifade ile dünya hayatında mü'min ve kâfire Rahmân ismiyle rahmetini âmm olarak
tecelli ettiren Cenâb-ı Hakk, âhirette, rahmetini Rahîm ismiyle mü'minlere has
olarak tecellî ettirecektir. Şu halde Rahmâniyet "ezel"e bakmasına
mukabil, Rahimiyyet, ebedî olan âhirete yani "Lâyezâl"e bakar. Rahmân
ve Rahîm isimleri arasında, bu söylediğimiz nokta-i nazardan ortaya çıkan
farklılığı ifâde için âlimlerimiz Allah'ı, "Dünyanın Rahmân'ı, âhiretin
Rahîm'i" diye ifâde etmişlerdir.
Rahmân
ve Rahîm arasındaki farkı gösterme sadedinde şunu da belirtelim: Rahmân çok
merhamet edici mânasında sâdece Allah'a has bir sıfat olarak kullanılırken,
Rahîm kelimesi insanlar hakkında da kullanılabilir. Ancak şunu da kaydedelim
ki, Kur'ân-ı Kerîm'de 115 kere geçen rahîm sıfatı, bir yerde (Tevbe 128)
Resûlullah'a nisbet edilerek mü'minlere karşı rahmet sâhibi olduğu belirtilmiş,
geri kalan 114 yerde hep Allah'ın sıfatı olarak gelmiştir.
Şu
halde, bu bahiste, rahmetin dindeki yeri, Allah'ın kullarına karşı sınırsız
rahmeti, mü'minlerin insanlara ve hattâ hayvanlara karşı taşıması gereken
merhamet duygusunun ehemmiyetini takrir eden hadislerden bir kısmını göreceğiz:[1]
ـ1ـ عن ابن
عمرو بن العاص
رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: ]قالَ
رسولُ اللّهِ
#:
الرَّاحِمُونَ
يَرْحَمُهُمُ
اللّهُ
تَعالى!
ارحَمُوا مَنْ
في ا‘رضِ
يَرْحَمْكُمْ
مَنْ في
السَّمَاءِ الرَّحِمُ
شِجْنَةٌ
مِنَ
الرَّحْمنِ
مَنْ
وَصَلَهَا
وَصَلَهُ
اللّهُ
وَمَنْ
قَطَعَهَا
قَطَعَهُ
اللّهُ
تَعالى[.
أخرجه أبو
داود إلى قوله
من في السماء،
والترمذي
بتمامه.»الشِّجْنَة«
بكسر الشين
المعجمة
وضمها بعدها
جيم: القرابة
المُشْتَبِكةُ
كاشتباكَ
الْعُروق .
1. (1978)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs
(radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)
buyurdular ki: "Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse,
sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size
rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa
Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet
bağını) koparır." [Tirmizî, Birr 16, (1925); Ebû Dâvud, Edeb 66, (4941).][2]
AÇIKLAMA:
1-Hadis,
merhametin ehemmiyetini tesbit sadedinde vârid olmuştur. Merhametli olanlar
derken ifâdenin mutlak bırakılmış olması dikkat çekicidir. Yani
"insanlara" veya "mü'minlere" veya "sâlihlere"
veya "fakirlere" diye bir kayıt yoktur. Öyleyse bütün mahlûkâta karşı
merhametli olmak mevzubahistir. Yani yeryüzünde bulunan sâlih, fâcir bütün
insanlara, ehlîvahşî bütün hayvanlara karşı gösterilecek merhamet, Rahmân'ı
yâni rahmetine nihayet olmayan Allah'ı memnun edecek bir davranıştır. Nitekim,
İbnu Mes'ud'dan gelen bir rivâyette Resûlullah'ın لَنْ
تُؤْمِنُوا
حَتَّى
تَرْحَمُوا "Merhametli olmadıkça inanmış
sayılmazsınız!" ihtarına, Ashâb'ın: "Ey Allah'ın Resûlü, hepimiz
merhametliyiz" cevabı üzerine şu açıklamasına şâhid olmaktayız:
"Burada birinizin arkadaşına karşı gösterdiği merhamet kastedilmiyor,
insanlara ve hayvanlara karşı merhamet kastediliyor."
Allah'ın
merhametli olanlara rahmet etmesi, onlara ihsanını bol kılması, ziyâde ikramda
bulunmasıdır, mağfiret etmesidir.
Ancak
şunun bilinmesi lâzımdır. Rahmet, Kitap ve Sünnet'le kayıtlıdır. Sünnete
uymayan, Cenâb-ı Hakk'ın rızasına ters düşecek olan merhamet ve acımaklıklar,
burada övülen, teşvik edilen merhamet değildir. Sözgelimi Allah'ın hududuna
giren yasakları işleyenlere merhamet ederek cezalarını vermemek, Allah'ın
istediği merhamet değildir. Öyleyse hadd cezalarının tatbik ve icrası rahmete
aykırı değildir.
2-Göktekilerden
maksad meleklerdir. Çünkü onlar, mü'minlere istiğfar ederler. Âyet-i kerîme'de:
"Arşı taşıyan ve etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler.
O'na îman edenler, mü' minler için de: "Rabbimiz senin ilim ve rahmetin
her şeyi kuşatmıştır, tevbe edip senin yolunda gidenlere mağfiret et, bağışla,
onları cehennem azâbından koru!" diyerek mağfiret taleb ederler"
(Mü'min 7) buyrulmuştur.
Âyette
görüldüğü üzere, meleklerin rahmeti, mü'minler için "rahmet ve mağfiret
taleb etmeleri"dir.
3-Hadiste
ayrıca öncelikle akraba, arkadaş, komşu, tanış olmak üzere insanlar arasındaki
merhamet bağını ifâde için kullanılan Rahîm'e de temas edilmektedir: اَلرَّحِمُ
شِجْنَةٌ
مِنَ
الرَّحْمنِ
buyurulmaktadır. Türkçe karşılık bulmakta
zorluk çekilen bu tarifi "Rahmân'dan bir bağdır" diye anlaşılması
kolay bir cümleye döktük. Sicne, aslında ağaçlarda, diğerleriyle kenetlenmiş
damara veya vadilerdeki ince yola denir. Hadiste, insanlar ve yakınları
arasındaki beşerîmânevî bağlara Cenâb-ı Hakk'ın ne kadar ehemmiyet verdiğini,
husûsen Râhmân vasfıyla Rahîm'in nasıl yakın bir ilgi ve alâka içinde bulunduğu
ifâde edilmektedir. Hadis, sanki Rahîm, Rahmân'dan ayrılmadır, Rahmân'ın bir
parçasıdır mânasında bir tefhim ile onun ehemmiyetini belirtmeye çalışmıştır.
Kısa tercümede böylesi bir tesbîti uygun bulmadık. Ancak şunu söyleyebiliriz:
Hadis, Rahîm kelimesinin Rahmân kelimesiyle aynı kökten geldiğini belirtmiş, bu
müşterekliğin de, Rahîm'in ehemmiyetini kavramada yardımcı olabileceğini dikkat
çekmiştir. Nitekim bir başka hadiste şöyle buyrulmuştur.
اَنَا
الرَّحْمنُ
خَلَقْتُ
الرَّحِمَ
وَشَقَقْتُ
لَهَا
اِسْماً مِنْ
اسْمِى
"(Rabbim buyurdu ki:) "Ben
Rahmân'ım, rahîm'i yarattım. O'na kendi ismimden bir isim verdim."
Rahîm
kelimesi, dilimizde daha ziyâde rahm olarak telaffuz edilir. En ziyâde sıla-i
rahm tâbirinde, çokça kullanırız. Sıla-i rahm, hakkı verilmesi, muhafaza
edilmesi gereken her çeşit akrabalık bağı, komşuluk bağı, akradaşlık bağı,
insaniyet bağı gibi beşerî bağları ifâde eder. Şu halde hadis bu bağın, rahmet
eseri olarak insanlar arasına konmuş, rahmetle kenetlenmş şekilde irtibatlı
olan bir bağ bulunduğunu, dolayısıyla rahmet'in asıl sahibi Rahmân'la bağlı
olduğunu ifâde ediyor. Resûlullah'ın buradaki beyanına göre, gereğini yerine
getirerek bu bağı koruyan, Allah'ın rahmetiyle irtibatını koruyor demektir;
gereğini îfâ etmeyerek, bu sıla-i rahm'i (rahm bağı'nı) koparan da Allah'ın
rahmetinden kopmuş olmaktadır.[3]
ـ2ـ وعن جرير
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قالَ رسولُ
اللّه #: َ
يَرْحَمُ
اللّهُ مَنْ َ
يَرْحَمُ النَّاسَ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي .
2. (1979)- Hz. Cerîr (radıyallâhu anh)
anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:
"Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz." [Buhârî,
Tevhîd 2, Edeb 27; Müslim, Fedâil 66, (2319); Tirmizî, Birr 16, (1923).][4]
ـ3ـ وفي أخرى
‘بى داود
والترمذي عن
أبى هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ: ]قال
رَسُولُ
اللّهِ #: َ تُنْزَعُ
الرَّحْمَةُ
إَّ مِنْ
شَقِىٍّ[ .
3. (1980)- Ebû Dâvud ve Tirmizî'de Ebû
Hüreyre (radıyallâhu anh)' den gelen bir diğer rivâyette Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Merhamet, ancak şakî'nin
(ebedî hüsrâna uğrayanın) kalbinden çıkarılabilir." [Tirmizî, Birr 16,
(1924); Ebû Dâvud, Edeb 66, (4942).][5]
AÇIKLAMA:
Burada,
Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) mahlûkata karşı merhamet ve şefkat hissini
ancak, şakî kimsenin kaybedeceğini ifade buyuruyor. Şakî, ebedi hüsrana
uğrayan, uhrevî saadetini kaybedendir. Kesin bir üslûpla: "Şakî" hükmü
ancak imandan mahrum olan kimse hakkında verilebileceğine göre, burada şakî ile
küfre düşen kimse kastedilmiş olmalıdır. Tîbî merhum hadisi açıklama sadedinde
der ki: "Çünkü mahlûkata karşı merhamet, kalbin bir rikkatidir. Kalbteki
rikkat îmanın alâmetidir. Öyleyse kim bu rikkatten nasipsiz ise şakî'dir."
Şârihler,
kişinin şefkat ve merhamet duyacağı şeyler arasında kendi nefsini de
zikrederler ve en başta kendi nefsinin yer aldığını, diğerlerinden önce nefsine
merhamet etmesi gerektiğini belirtirler. "Hattâ derler, şu âyete göre
başkalarına götereceği şefkat ve merhamet de kendisine râci olmaktadır: إنْ
اَحْسَنْتُمْ
اَحْسَنْتُمْ
نْفُسِكُمْ "İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş
otursunuz" (İsrâ 7)
.Bu
hususta mütemmim bir açıklama müteakip hadisin şerhinde kaydedilecektir.[6]
ـ4ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قَبَّلَ
رسُولُ
اللّهِ #
الْحَسَنَ
ابْنَ عَلىٍّ
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما
وَعِنْدَهُ ا‘قْرَعُ
بْنُ حَابِسٍ.
فَقَالَ
ا‘قْرَعُ:
إنَّ لِى
عَشْرَةً
مِنَ
الْوَلَدِ
مَا قَبَّلْتُ
مِنْهُمْ أحَداً!
فَنَظَرَ
إلَيْهِ
رسولُ اللّهِ
# ثُمَّ قال:
مَنْ َ
يَرْحَمُ
َيُرْحَمُ[.
أخرجه الخمسة
إ
النسائى.وزاد
رزين: أوَ
أمْلِكُ إنْ كانَ
اللّهُ
نَزَعَ
مِنْكُمْ
الرَّحْمَةَ .
4. (1981)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) (bir gün), Hasan İbnu
Ali (radıyallâhu anhümâ)'yı öpmüş idi. Bu sırada yanında bulunan Akra' İbnu
Hâbis, (sanki bunu tuhaf karşıladı ve:) "Benim on tane çocuğum var. Fakat
onlardan hiçbirini öpmedim" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) ona
bakıp:
"Merhamet
etmeyene merhamet edilmez" buyurdu." [Buhârî, Edeb 18, Müslim, Fedâil
65, (2318); Tirmizî, Birr 12, (1912); Ebû Dâvud, Edeb 156, (5218).]
Rezîn
ilâve etti: "[Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) şunu da söyledi:]
"Allah siz(in kalbiniz)den merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?"[7]
AÇIKLAMA:
1-
Rezîn'in ilâvesine yakın merfu ibâreyi ihtiva eden rivâyet Sahiheyn'de
mevcuttur. [Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fedâil 64, (2317).]
2-
İbnu Ebî Cemre hadisle ilgili gelecek yorumu yapar: "Bu hadiste şu mâna muhtemeldir:
Herhangi iyilik şekillerinden biriyle başkasına iyilik yapmayan kimseye hiç
sevap hâsıl olmayacaktır." Tıpkı şu âyette ifâde edildiği gibi: هَلْ
جَزَاءُ
اِحْسَانِ
إَّ ا“حْسَانُ "İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil
midir?" (Rahmân 60). Bu durumda hadisten murad şu olabilir: "Kimde
dünyada iken imanın merhameti yoksa, ona âhirette rahmet edilmez," yahut:
"Kim Allah'ın emirlerine uymak, yasaklarından kaçmak sûretiyle nefsine
merhamet etmezse, Allah da ona rahmet etmez, çünkü Allah nezdinde ona verilmiş
bir vaad, bir garanti mevcut değildir." Bu durumda tercümede zikri geçen
merhamet"ten maksad amel'dir, "rahmet"ten murad da amel'in
karşılığı olan mükâfaat'tır.[8]
Öyleyse mâna şu olur: "Sadece amel-i sâlih işleyen sevaba mazhar
olur." Mamafih, "merhamet"ten maksad sadaka,
"rahmet"ten maksad da belâ olması mümkündür; bu durumda mânâ:
"Belâ'dan ancak sadaka verenler selâmette kalır" olur. Veya
"İçerisinde ezâ şâibesi olmayan bir merhametle merhamet etmeyen kimseye mutlaka
merhamet edilmez," veya: "Allah rahmet gözüyle sadece kalbinde
merhamet bulunanlara bakar, sâlih amel işlemiş olsa bile." İbnu Ebî Cemre
ilâveten der ki: "Kişiye düşen, nefsini bu ihtimallerin hepsiyle
tartmasıdır. Birinden müsbet netice alamazsa hemen Allah'a iltica edip
yardımını talep etmelidir."
3-
Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) çocukları sevmeye teşvik ettiği gibi,
çocukları sevmemeyi kalp katılığının, merhametsizliğin bir alâmeti, Allah'ın
rahmetinden mahrum kalmanın bir sebebi olarak ifâde etmiştir. Çocuk
terbiyesinde onların sevilmesi mühim bir yer tutar. Bu hususla ilgili geniş
tahlîli daha önce sunduğumuz için burada tekrar etmeyeceğiz.[9]
ـ1ـ عن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قالَ
رَسُولُ
اللّهِ #:
لَمَّا قَضَى
اللّهُ الخَلْقَ.
وَعِنْدَ
مُسْلِمٍ
لَمَّا
خَلَقَ
اللّهُ الَخَلْقَ
كَتَبَ في
كِتَابٍ
فَهُوَ
عِنْدَهُ فَوْقَ
الْعَرْش:
إنَّ
رَحْمَتِى
تَغْلِبُ غَضَبِِى[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي.وعند
البخارى رحمه
اللّه في
أخرى: إنَّ
رَحْمَتِى
غَلَبَتْ
غَضَبِى.وعند
الشيخين في
أخرى: سَبَقَتْ
غَضَبِى .
1. (1982)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:
"Allah celle şânühû mahlukâtın olmasına hükmettiği zaman -Müslim'in
rivâyetinde: "Allah mahlûkâtı yarattığı zaman"- yanında bulunan, Arş'ın
fevkindeki bir kitaba şunu yazdı: "Muhakkak ki rahmetim gazabıma galebe
çalmıştır." [Buhârî, Tevhîd 15, 22, 28, 55, Bedi'ül'-Halk 1; Müslim, Tevbe
14, (2751); Tirmizî, Daavat 109, (3537).]
Buhârî'nin
bir diğer rivâyetinde: "Rahmetim gazabıma galebe çaldı" denmiştir.
Buhârî
ve Müslim'in bir rivâyetlerinde: "(Rahmetim) gazabımı geçti"
denmiştir.[10]
AÇIKLAMA:
1-
Bir kısım ulemâya göre, Allah'ın gazabı ile rızası, irâde sıfatına bakar. Mûtî
kuluna sevap vermek dilerse buna rıza, âsî kuluna ceza vermek dilerse buna da
gazap denmiştir. Hadiste geçen galebe ve öne geçmekten murad da esas itibariyle
rahmetin çokluğu ve şümûlüdür.
2-
İslâm'ın İlâh inancına göre Allah hem rahmet hem de gazab sahibidir. Rahmeti
ile iyileri mükâfaatlandırırken, gazabı ile de kötüleri cezalandırır.
Rahmetinin gereği cenneti yarattığı gibi, gazabının gereği olarak da cehennemi
yaratmıştır. İyilerin mükâfaatlandırılması, haksızlığa uğrayanlara haklarının
iadesi ne kadar gerekli ve hoş ise, kötülerin mahrum bırakılması, zâlimlerin
zulümleri sebebiyle cezalandırılmaları da aynı şekilde gereklidir ve hoştur.
Mutasavvıflarımız "Lütfun da hoş kahrın da hoş!" derken bu adaleti
düşünmüş olmalıdırlar. Dünya hayatı bile bu muvazeneyi korur: İyileri taltif
ederken kötüler için hapishâneler yapar. Zâlimlere ceza takdir etmeyen bir
nizâm düşünülemez. İstisnâî örneklerin arttığı bir memleket olursa takdir
edilmez ve adaletsizliğin, zulmün, kötü despot idarenin meşum örneği olarak
gösterilir.
İlâhî
saltanatta da durum aynıdır. Cenâb-ı Hakk iyileri mükâfaatlandırır, kötüleri
cezalandırır. Sadedinde olduğumuz hadis, her şeye rağmen Cenâb-ı Hakk'ın
rahmetinin gazabına galebe çaldığını ifâde ediyor.
3-Hadisle
ilgili bazı yorumlara göre:* Galebe'den maksad çokluk ve şümûldür.
"Falancaya kerem galebe çaldı" demek, ikramı çok yaptı demektir. Bu
açıklama rahmet ve gazabın Allah'ın zâti sıfatından olmasından ileri gelir.
Bazı âlimler de: "Rahmet ve gazab zâtî sıfatlardan değil, fiilî
sıfatlardandır, dolayısiyle bazı fiiller, diğer bazılarının önüne geçebilir. Bu
açıdan hadisteki rahmet'le Hz. Â-dem'in cennete yerleştirilmesine, gazab'la da
oradan çıkarılmasına işâret edilmiş olabilir. Bütün ümmetler, aynı şekilde,
geniş rızka ve nimetlere mazhar olarak yaratıldıkları halde, sonradan küfürleri
sebebiyle azaba uğradılar" demiştir.
*
Hadis'in bazı vecihlerinde "... galebe çaldı" denmişken, bazı
vecihlerinde "... öne geçti" denmektedir. Yani "Allah'ın rahmeti
gazabını geçiyor, rahmet önden gidiyor, gazab arkadan geliyor" demek olur.
*
Tîbî "rahmetin öne geçmesi" mefhumundan, mahlûkatın, rahmeti
gerektiren amelleri vesilesiyle mazhar olduğu adâletin, gazabı gerektiren
amelleri vesilesiyle mazhar olduğu adaletten daha çok olduğuna bir işâret
görür: "Zîra der, rahmet mahlûkata, istihkâk kesbetmeden de ulaşır. Fakat
gazab öyle değil, mutlaka istihkâktan sonra gelir. Nitekim rahmet, şahsı daha
cenîn iken, süt bebeği iken, sütten kesildiği zaman, yani henüz hiçbir tâatte
bulunmadığı yaşlarda bile kuşatır. Gazab ise, gazabı gerektirecek ölçüde
kendisinden sudûr eden günahlardan sonra gelir."
*
İbnu Hacer der ki: "Gazabdan maksad, onun gerektirdiği şeydir, bu da
gazaba uğrayana azâbın ulaşmasını irâde etmektir. Zîra "öne geçme" ve
"galebe çalma" taalluk etme (fiilen ulaşma) itibariyledir. Yani,
rahmetin taalluku, gazabın taallûkundan üstündür, öndedir. Çünkü rahmet,
Cenâb-ı Hakk'ın mukaddes Zâtının muktezâsıdır. Fakat gazab, kulun hâdis olan
amelinin vukûuna bağlıdır.
4-
Hadiste geçen "yanında" tabiriyle Allah'a mekân izâfe edilmediği, bu
noktada bir te'vile gerek olmadığı alimlerce belirtilmiştir. "Bu tâbirden
maksad, mezkûr kitabın mahlûkatın ilminden son derece gizli olduğuna, onların
ulaşamayacakları kadar mekândan uzak şekilde muhafaza edildiğine
işârettir" denilmiştir.[11]
ـ2ـ وعنه
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قالَ رسولُ
اللّهِ #: جَعَلَ
اللّهُ
الرَّحْمَةَ
مِائَةَ
جُزْءٍ فَأمْسَكَ
عِنْدَهُ
تِسْعَةً
وَتِسْعِينَ
وَأنْزَلَ في
ا‘رْضِ
جُزْءاً
وَاحِداً.
فَمِنْ ذلِكَ
الجُزْءِ
تَتَراحَمُ
الخََئِقُ
حَتَّى
تَرْفَعَ
الدَّابَّةُ
حَافِرَهَا
عَنْ
وَلَدِهَا
خَشْيَةَ أنْ
تُصِيبَهُ[.
أخرجه الشيخان
والترمذي .
2. (1983)- Yine Ebû Hüreyre
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Allah rahmeti yüz parçaya böldü. Bundan doksandokuz
parçayı kendine ayırdı. Yer yüzüne geri kalan bir cüzü indirdi. (Bunu da -cin,
insan ve hayvan- mahlûkâtı arasında taksim etti.) Bu tek cüz(den nasibine düşen
pay sebebiyledir ki mahlûkat birbirlerine karşı merhametli davranır. At,
(hayvan) yavrusuna basmamak endişesiyle ayağını bu sayede kaldırır."
[Buhârî, Edeb 19, Rikâk 19; Müslim 17, (2752); Tirmizî, Daavât 107-108,
(3535-3536).][12]
AÇIKLAMA:
1-Hadis
farklı tariklerden birkısım ziyâdelerle gelmiştir. Bunlardan birine göre,
rahmet, semâvat ve arzın yaratıldığı gün yaratılmıştır. Şârihler, Arapçada
yaratmak (halk) kelimesinin takdîr etmek mânâsına kullanıldığını belirterek,
Cenâb-ı Hakk'ın rahmet'i ezelde takdir etmiş bulunduğunu belirtirler.
2-
İbnu Ebî Cemre, hadiste, misal olarak atın zikredilmesinde bir incelik, bir
kasd-ı mahsus görür: "Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) bilhassa atı zikretti,
çünkü o, ehlî hayvanlar arasında, yavrusuna karşı en ziyade îtina gösterenidir.
Üstelik at yol alırken hafif ve suratli olmasına rağmen, yavrusuna bir zarar
vermemek için fevkalâde dikkat sâhibidir."
3-
Resûlullah, bu hadisiyle Cenâb-ı Hakk'ın kullarına karşı rahmetinin büyüklüğünü
de ifâde etmek istemiştir: Yüzde bir mahlûkâta dağıtılmasına rağmen her biri
kendi payına düşen bir cüzle yavrusuna diğer mahlûkâta karşı rahmetle, şefkatle
dolu ise doksan dokuz rahmeti kendisine saklamış olan Zât-ı Zü'r-Rahmet'in
rahmeti nasıl olur! Nitekim Müslim'in bir rivâyeti şöyle tamamlanır:
وَاَخَّرَ
اللّهُ
تِسْعاً
وَتِسْعِينَ
رَحْمَةً
يَرْحَمُ
بِهَا
عِبَادَهُ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
".... Allah doksan dokuz rahmeti de
geride bıraktı (kendine ayırdı), onunla kıyamet günü kullarına rahmet
edecek."
Hattâ
yine Müslim'in rivâyetinde, Cenâb-ı Hakk'ın kıyamet gününde, kendine ayırdığı
99 rahmete diğer bir rahmeti de ekleyerek kendi rahmetini yüze tamamlayacağı
ifâde edilmektedir: فَإذَا
كَانَ يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
اَكْمَلَهَا
بِهذِهِ
الرَّحْمَةِ
Bu ziyâdeden hareket eden bâzı âlimler,
kıyamet günü, Cenâb-ı Hakk'ın her şeyi kuşatan rahmetinden başka, yeryüzünde
mahlukât arasına konmuş olan rahmetle de ayrıca insanlara rahmet edeceği
hükmünü çıkarmışlardır.
Nevevî
der ki: "Bu hadisler müslümanlar için ümîd ve müjde veren
hadislerdir." İslâm uleması: "İnsana bu tek rahmetin gereği olarak şu
kederler dünyasında Kur'an, namaz, kalbine merhamet gibi nimetler verilirse
istikrar ve mükâfaat diyarı olan âhiretteki yüz rahmet gereği neler
verilecektir bir düşünmeli..." demiştir.
4-
Bâzı âlimler, rahmetin bölünmeye, parçalanıp cüzlere ayrılmaya kâbil bir şey
olmadığını söyleyerek, bu hadislerde, Allah'ın kullarına karşı kıyamet günü
rahmetinin bolluğunu ifâde için bir temsilde bulunulmuş olduğunu söylemiştir.
Ancak
şunu da belirtelim ki, bu hadislerden hareketle iki çeşit rahmet'in
olabileceğine dikkat çekenler de olmuştur:
1-
Allah'ın zâtî sıfatı olan rahmet; elbette ki bölünmez, müteaddid olmaz sayıya
gelmez.
2-
Fiilî sıfat olan rahmet; hadiste işâret edilen rahmet de budur.
Hadislerde
ittifakla Allah indindeki rahmetin doksan dokuz olduğu ve kıyamet gününde
yeryüzüne indirilenin ona dahil olarak yüze tamamlanacağının ifâde edilmiş
olması Kurtubî'yi bir başka ihtimâli beyâna sevketmiştir: "Bu hadisin
muktezasına göre, Allah'ın kullarına vereceği nimetlerin yüz nev'i (çeşidi)
var. Yeryüzüne bunlardan sâdece bir tek çeşidini indirmiştir. Bu tek nimetin
saye ve bereketiyle işleri nizam bulmakta, aralarındaki kaynaşma hâsıl olmaktadır."
Kıyamet günü gelince, Cenâb-ı Hak geri kalan nimetlerini mü'min kullarına
vererek yüze tamamlayacaktır. Bu nimet mü'minlere hastır, şu âyet de bu durumu
haber vermektedir: وَكَانَ
بِالْمُؤْمِنِينَ
رَحِيماً "Allah müminlere karşı râhîmdir"
(Ahzâb 43). Zîra rahîm kelimesi Arabçada en ileri mübâlağa ifâde eder, onun
üstünde mübâlağa yoktur. Hadisten şu da anlaşılıyor ki, kâfirlere ne dünyevî
rahmetten, ne de başkasından hiçbir rahmet ulaşmayacaktır, çünkü bütün rahmetin
mü'minler için olmak üzere toplanıp yüze ikmâl edildiği ifâde edilmiştir. Bu
husûsa da şu âyet temas etmektedir: فَسَاكْتُبُهَاَ
لِلَّذِينَ
يَتَّقُونَ
"Allah: "Azabıma dilediğim kimseyi
uğratırım. Rahmetim her şeyi kaplamıştır. Bunu Allah'a karşı gelmekten
sakınanlara (muttakîlere), zekât verenlere... yazacağım" dedi (A'raf 156).
Kirmânî der ki: "Rahmet, burada hayır
ulaştırmaya müteallik kudretten ibarettir. Kudret kendi nefsinde mütenâhi
(sınırlı) olmadığı gibi taalluk da metenâhi değildir. Yüze hasredilmesi,
anlamayı kolaylaştırmak ve bir de mahlukât arasındaki merhametin azlığını,
Allah nezdindeki rahmetin çokluğunu ifâde için başvurulan bir temsildir."
Hadisin mü'minlere ümid verme gâyesi vardır. Hattâ Buhârî'nin Rikak bölümünde
Saîdu'l-Makberî'den gelen rivâyet: فَلَوْ
يَعْلَمُ
الْكَافِرُ
مَا عِنْدَ
اللّهِ مِنَ
الرَّحْمَةِ
لَمْ يَيْأسْ
مِنَ
الْجَنَّةِ "Eğer kâfirler,
Allah indindeki rahmetin derecesini bilselerdi, cennetten ümid
kesmezlerdi" cümlesiyle biter.[13]
ـ3ـ وعن
سلمان
الفارسى
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قال رسول
اللّهِ # إنَّ
للّهِ
مِائَةَ
رَحْمَةٍ:
فَمِنْهَا رَحْمَةٌ
يَتَرَاحَمُ
بِهَا
الخَلْقُ بَيْنَهُمْ
وَتِسْعَةٌ
وَتِسْعُونَ
لِيَوْمِ
الْقِيَامَةِ[.
أخرجه مسلم .
3. (1984)- Selmânu'l-Fârisî
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)
buyurdular ki: "Allah'ın yüz rahmeti var. Bunlardan biriyle mahlûkat kendi
aralarında birbirlerine merhamet gösterirler. Doksandokuz rahmet de Kıyamet
günü içindir." [Müslim, Tevbe 20, (2753).][14]
ـ4ـ وله في
أخرى: ]إنَّ
اللّهَ
تَعالى
خَلَقَ يَوْمَ
خَلَقَ
السَّمواتِ
وَا‘رْضَ
مِائَةَ
رَحْمَةٍ
كُلُّ
رَحْمَةٍ طِبَاقُ
مَا بَيْنَ
السَّمَاءِ
وَا‘رْضِ.
فَجَعَلَ
مِنْهَا في
ا‘رْضِ
رَحْمَةً
وَاحِدَةً فِيهَا
تَعْطِفُ
الْوَالِدَةُ
عَلى وَلَدِهَا،
وَالوَحْشُ
وَالطَّيْرُ
بَعْضُهَا عَلى
بَعْضِ،
فإذَا كانَ
يَوْمُ
الْقِيَامَةِ
أكْمَلَهَا
اللّهُ
تَعالى
بِهِذِهِ
الرَّحْمَةِ[
.
4. (1985)- Yine Müslim'de gelen bir
diğer rivâyette [Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)]: "Allah, arz ve
semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını
dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne,
yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla
merhamet ederler. Kıyamet günü geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilâve
ederek (tekrar yüze) tamamlayacaktır." [Müslim, Tevbe 21, (2753).][15]
ـ5ـ وعن عمر
بن الخطاب
رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال:
]قُدِمَ عَلى
رسولِ اللّهِ
# بِسَبْىٍ
فإذَا
امْرَأةٌ
مِنَ
السَّبْىِ
تَسْعَى قَدْ
تَحَلَّبَ
ثَدْيُهَا
إذْ وَجَدَتْ
صَبِيّاً في
السَّبْىِ
فَأخَذَتْهُ
فَألْزَقَتْهُ
بِبَطْنِهَا
فأرْضَعَتْهُ.
فقَالَ #:
أتَرَوْنَ
هذِهِ
المَرأةَ
طَارِحَةً
وَلَدَهَا في
النَّارِ؟
قُلْنَا: َ
وَاللّهِ، وَهِىَ
تَقْدِيرُ
عَلى أنْ
تَطْرَحَهُ.
قَالَ: فَاللّهُ
تَعَالى
أرْحَمُ
بِعِبَادِهِ
مِنْ هذِهِ
بِوَلَدِهَا[.
أخرجه
الشيخان .
5. (1986)- Ömer İbnu'l-Hattâb
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'a bir
grup esir getirilmişti. İçlerinde bir kadın vardı, göğüsleri sütle dolu idi. Bu
kadın (sağa sola) koşuyor, esirler arasında bir çocuk bulduğu zaman onu
yakalayıp kucaklıyor, göğsüne bastırıyor ve emziriyordu. (Dikkatleri çeken bu
manzara karşısında), aleyhissalâtu vesselâm:
"Bu
kadının, çocuğunu ateşe atacağına kanaatiniz olur mu?" dedi. Bizler:
"Hayır!"
diye cevap verince:
"(Bilin
ki), Allah'ın kullarına olan rahmeti, bu kadının çocuğuna olan şefkatinden fazladır"
buyurdu." [Buhârî, Edeb 18; Müslim, Tevbe 22, (2754).][16]
ـ1ـ عن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قال
رسول اللّهِ #:
بَيْنَمَا
رَجُلٌ
يَمْشى بِطَرِيقٍ
اشْتَدَّ
عَلَيْهِ
الْعَطَشُ
فَوَجَدَ
بِئْراً
فَنَزَلَ فِيهَا
فَشرِبَ
ثُمَّ خَرَجَ
وَإذَا
كَلْبٌ يَلْهَثُ
يَأكُلُ
الثَّرَى
مِنَ
الْعَطَش. فقَالَ
الرَّجُلُ:
لَقَدْ
بَلَغَ هذَا
الْكَلْبُ
مِنَ
الْعَطَشِ
مِثْلَ
الَّذِى كانَ
بَلَغَ
مِنِّى
فَنَزَلَ
الْبِئْرَ
فَمَ‘َ خُفَّهُ
مَاءً ثُمَّ
أمْسَكَهُ
بِفيهِ
حَتَّى رَقِىَ
فسَقَى
الكَلْبَ
فَشَكَرَ
اللّهُ
تَعالى لَهُ فَغَفَرَ
لَهُ. قَالُوا
يَا رسُولَ
اللّهِ وَإنَّ
لَنَا في
الْبَهَائِمِ
أجْراً؟ قالَ:
في كُلِّ
كَبِدٍ
رَطْبَةٍ
أجْرٌ[. أخرجه
الثثة وأبو
داود .
1. (1987)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:
"Bir adam yolda, yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya
rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı
yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: "Bu köpük de benim gibi
susamış" deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak
dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve
günahlarını affetti."
Resûlullah'ın
yanındakilerden bazıları:
"Ey
Allah'ın Resûlü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de ücret mi
var?" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Evet!
Her "yaş ciğer" (sahibi) için bir ücret vardır" buyurdu."
[Buhârî, Şirb 9, Vudû 33, Mezâlim 23, Edeb 27; Müslim, Selâm 153, (2244);
Muvatta, Sıfatu'n Nebi 23, (2, 929-930); Ebû Dâvud, Cihâd 47, (2550).][17]
AÇIKLAMA:
1-Bu
rivâyet "her yaş ciğer sâhibi" canlıya iyi muamele etmeyi ve bu
meyânda su vermeyi teşvik etmektedir. Ancak bâzı âlimler,
Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)'ın, köpeklerin öldürülmesiyle ilgili olarak
verdikleri emri nazar-ı dikkate alarak şöyle bir yorum ve kayıt getirmişlerdir:
"Bu hadis, Benî İsrâil'de olan bir durumu hikâye etmektedir. İslâm ise
köpeklerin öldürülmesini emreder. "Her yaş ciğer sahibi için" sözü,
zararı olmayan bazı hayvanlara mahsûstur. Zîra, hınzır gibi öldürülmesi
emredilen bir hayvanın zararını artırmak üzere kuvvetlendirilmesi câiz
değildir." Nevevî: "Öldürülmesi emredilen hayvanın öldürülmesi
husûsunda Şâri'in emrine uyulur. Harbî kâfir ve mürted gibi, öldürülmesi emredilen
hayvanlar kelb-i akûr ve hadiste zikri geçen beş çeşit hayvan (yılan, akrep,
keler, karga, fâre) ve benzerleri" der. Bâzı âlimler de şunu söyler:
"Hadisin âmm olan hükmü muhterem hayvanlarla sınırlandırılm-alıdır. Onlar
da öldürülmesi emredilmemiş olan hayvandır. İşte bunların sulanmasından sevap
hâsıl olur. Keza yiyecek verilmesi gibi başka çeşit ihsanlar sebebiyle de sevap
hâsıl olur. Hayvanın sâhipli veya sâhipsiz olması, kendinin veya başkasının
olması farketmez."
İbnu't-Tîn
der ki: "Hadisi hiç tahsis etmeden âmm şekliyle almak da mümkündür. Yani
köpek gibi zararlılara da önce suyu verir, sonra yine öldürür. Çünkü öldürme
işini güzel yapmakla ve müsle'ye (eziyete) yer vermemekle emrolunduk."
Bu
hadisle istidlâlde bulunanları reddetmek sadedinde: "Bu hâdise, öyle bir
kimsenin fiili ki, o zât iktidâ edilen birisi mi, değil mi bilinmez" diyen
de olmuştur. Ancak bu itiraza şu cevap verilmiştir: "Biz, mücerred mezkûr
fiille amel etmeyiz. Bilakis eğer "Bizden öncekilerin şeriatı bizim için
de şerîattır" görüşünde isek, yine de onlardan rivâyet edilen her şeyi
hemencecik kabullenmeyiz. Bakarız, eğer şeriatımızın imamı onu medhetme
makamında nakletmişse ve herhangi bir kayıtla kayıtladığı da bilinmezse o zaman
istidlâl sahih olur."[18]
2-HADİSTEN
ÇIKARILAN BAZI HÜKÜMLER
*
Tek başına ve azıksız seyahate çıkmak câizdir. Ancak bu cevaz, şeriatimizde,
kişinin nefsi hakkında helâk olma korkusuna düşmediği duruma hastır.
*
İnsanlara ihsanda bulunmaya teşvik var. Şöyle ki: Köpeği sulama işi günahların
affına medar olabiliyorsa, Müslümanı sulamak daha ziyâde affa ve mağfirete
medar olur.
*
Müşriklere tasaddukta bulunmak câizdir. Bu da sadakaya muhtaç müslümanın
olmaması şartına bağlıdır. Aksi takdirde, sadakaya müslüman ehaktır (daha çok
hak sâhibi). Kezâ muhterem bir hayvanla bir insan eşit derecede muhtaç olsalar,
insan ehaktır.
* Su dağıtmak büyük hasenattan biridir.[19]
ـ2ـ وفي أخرى:
]أنَّ امْرأةً
بَغِيّاً
رَأَتْ كَلباً
في يَوْمٍ
حَارٍّ
يَطِيفُ
بِبِئْرٍ قَدْ
أدْلَعَ
لِسَانَهُ
مِنَ
الْعَطَش فَنَزَعَتْ
لَهُ مُوقَها
فَغُفِرَ
لَهَا بِهِ[ .
»لَهَثَ
الْكَلْبُ«
وَغَيره إذا
أخرج لسانه من
شِدَّةِ
العطش والحرّ.
وكذا »أدْلَعَ
لِسَانَهُ«.»والثَّرَى«
التراب
النَّدِى،
والمراد هنا
التراب
مطلقاً.»وَالْكَبِدُ
الرَّطْبَةُ«
كل ذات رُوحٍ
وَ تكون
رَطبَةً إَّ
إذَا كانَ
صَاحِبها
حيا.»وَالْبَغَىُّ«
المرأة الزانية.
»وَالمُوقُ«
الخُفُّ .
2. (1988)- Bir diğer rivâyette şöyle
denmiştir: "Fâhişe bir kadın, sıcak bir günde, bir kuyunun etrafında dönen
bir köpek gördü, susuzluktan dilini çıkarmış soluyordu. Kadıncağız mestini
çıkararak (onunla su çekip köpeği suladı). Bu sebeple kadın mağfiret
olundu." [Müslim, Tevbe 155, (2245).][20]
ـ3ـ وعن ابن
عمر رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُما قال:
]قال رَسول
اللّهِ #:
دَخَلَتِ
امْرَأة
النَّارَ في
هِرَّةٍ
رَبَطَتْهَا
فَلَمْ
تُطْعِمْهَا
ولَمْ
تَدَعْهَا
تَأْكُلُ
مِنْ خَشَاشِ
ا‘رْضِ[. أخرجه
الشيخان.»خَشَاشُ
ا‘رْضِ«
هَوَامُّهَا
وَحشراتها .
3. (1989)- İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:
"Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi
hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşerâtından yemeye de
salmamıştı." [Buhârî, Bed'ü'l-Halk 17, Şirb 9, Enbiya 50; Müslim, Birr
151, (2242).][21]
AÇIKLAMA:
1-Burada
azaba dûçar olan kadının kâfir olduğu ve kedinin ölümüne sebep olduğu için
azâbının artırıldığını te'yid eden delîl olduğu gibi; kadının mü'min olduğunu,
bu fiili sebebiyle azaba maruz kaldığını teyid eden karine de mevcuttur.
Şârihler her iki ihtimal üzerinde de durmuşlardır.
2-Hadis,
eziyet etmemek kaydıyla evde kedi beslemenin câiz olduğuna delil kabûl
edilmiştir. Kedi mânasında emsâli hayvanların da yiyecek ve içeceğine dikkat
etmek kaydıyla evde beslenebileceğine de bu hadis delil kabûl edilmiştir.[22]
ـ4ـ وعن
عبداللّه بن
جعفر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما
قال: ]كانَ
أحَبَّ مَا
اسْتَتَرَ
بِهِ رَسُولُ
اللّه #
لحَاجَتِهِ
هَدَفٌ أوْ
حَائشُ
نَخْلٍ.
فَدَخَلَ
حَائِطاً
لِرَجُلٍ
مِنَ
ا‘نْصَارِ
فَإذَا فِيهِ
جَمَلٌ. فَلَمَّا
رَأى النبىَّ
# حَنَّ
وَذَرَفَتْ
عَيْنَاهُ.
فَأتَاهُ
رسولُ اللّهِ
# فَمَسَحَ ذِفْرَاهُ
فَسَكَتَ.
فقَالَ: مَنْ
رَبُّ هذَا الجَمَلِ؟
فقَالَ،
فَتىً مِنَ
ا‘نْصَارِ هُوَ
لِى يَا رسولَ
اللّهِ.
فقَالَ: أفََ
تَتَّقِى اللّهَ
في هذِهِ
الْبَهِيمَةِ
الَّتِى مَلّكَكَ
اللّهُ
إيَّاها؟
فإنَّهُ
شَكَا إلىَّ
أنّكَ
تُجِيعُهُ
وَتُدْئِبُهُ[.
أخرجه أبو داود.»الهَدَفُ«
ما ارتفع من
ا‘رض من بناء
وغيره.»وَحَائِشُ
النَّخْلِ«
نَخَْت
مجتمعات. » وَالحَائِطُ«
الْبُسْتَانُ.»وَذِفْرَى
الْبَعِيرِ«
المَوْضِعُ
الَّذِى
يَعْرَقُ
مِنْ قفَاهُ
خَلْفَ
أُذَنَيْهِ
وَيُجْعَلُ
فِيهِ
القطْرانُ
وَهُمَا
ذِفْرَيَانِ.»وَتُدْئِبُهُ«
تُتْعِبُهُ
بكثرة
استعماله .
4. (1990)- Abdullah İbnu Câfer
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm)'ın kazâ-i
hâcet yaparken geri tarafından istitar (perdelenme) için en ziyâde tercih
ettiği sütre, bir bina veya bir hurma kümesi idi. Bir seferinde Ensârdan bir
zâtın bahçesine girdi. Orada bir deve vardı. Deve Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Aleyhissalâtu vesselâm
deveye yaklaştı ve gözyaşlarını sildi. Hayvan sâkinleşti.
"Bu
devenin sâhibi kim?" diye sorarak ilgi gösterdi. Ensâr'dan bir genç:
"O
bana aittir ey Allah'ın Resûlü!"
deyip ortaya çıkınca Hz.
Peygamber onu payladı:
"Allah'ın
sana mülk kıldığı bu deve hakkında Allah'tan korkmuyor musun? Bak! Bu bana
şikayette bulundu. Sen bunu acıktırıyor ve fazla çalıştırarak da
yoruyormuşsun." [Ebû Dâvud, Cihâd 47, (2549).][23]
AÇIKLAMA:
Bu
rivâyet, Resûlullah (aleyhissâtu vesselâm)'ın hayvanlara karşı müşfik ve
merhametkâr olduğunu, onların durumlarıyla da ilgilendiğini göstermektedir.
Ayrıca insanların, hayvanları ilâhî bir emânet bilerek iyi davranmaları
gerektiği, bilhassa gıdalarına ve onlara terettüp eden hizmetlerine dikkat
etmeleri şart olduğu, aksi takdirde uhrevî mesuliyet getireceği ifâde
edilmektedir. Bu hûsusları te'yid eden rivâyetler çoktur.
Hz.
Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'in hayvanlarla ilgili meselelere nasıl
teferruatlı olarak yer verdiğini göstermek üzere, genişçe bir tahlîli bu bahsin
sonuna ekleyeceğiz.[24]
ـ5ـ وعن أبى
هريرة رَضِىَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قالَ
رسولُ اللّهِ
# َتتَّخِذُوا
ظُهُورَ دَوَابِّكُمْ
مَنَابِرَ
إنَّمَا
سَخّرَهَا اللّهُ
لَكُمْ
لِتُبَلِّغَكُمْ
إلى بَلَدٍ
لَمْ
تَكُونُوا
بِالغِيهِ
إَّ بِشِقِّ
ا‘نْفُسِ
وَجَعَلَ
لَكُمُ ا‘رْضَ،
فَعَلَيْهَا
فَافْضُوا
حَاجَتَكُمْ[.
أخرجه أبو
داود.»شِقُّ
ا‘نْفُسِ«
جَهْدُهَا وَشِدَّةُ
مَا تقيه عند
مقاساة ا‘مور
الصعبة .
5. (1991)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:
"Hayvanlarınızın sırtını minberler yerine koymayın. Şurası muhakkak ki tek
başınıza güçlükle gidebileceğiniz bir yere sizi götürmeleri için Allah onları
sizlere musahhar (hizmetçi) kıldı. Arzı da sizin (durma yeriniz) kıldı, öyleyse
ihtiyaçlarınızı (duran hayvanının sırtında değil) arz üzerinde görün."
[Ebû Dâvud, Cihâd 61, (2567).][25]
AÇIKLAMA:
1-
Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) burada, hayvana binmiş vaziyette iken,
durdurup uzun müddet konuşmayı yasaklamaktadır. Çünkü minber mescidlerde sırf
konuşma yapmak üzere çıkılan husûsî bir mekândır. Durmuş halde olan hayvanın
üzerinden inmemek onu fazlasıyla yoracak ve dolayısiyle bineğe eziyet edilmiş
olacaktır.
Ancak
şunu da belirtelim ki, bilhassa hacc bahsinde geçtiği üzere (1560. hadis),
Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) bineğinin üzerinde hutbe irâd etmiştir.
Ancak bu bir ihtiyaç ve maslahat sebebiyledir. Çünkü etrafını saran büyük bir
kitleye hitabetmiştir. Yere inmesi hâlinde herkesçe görülemeyecek, yeterince
işitilemeyecek idi. Şu halde benzeri durumlarda maslahata binâen hayvanın
üzerinden inmeden hitabet câizdir. Hattâbî nehyin, maslahat olmaksızın,
hayvanın üzerinde uzun müddet konuşup onu yormaya râcî olduğunu belirtir.[26]
ـ6ـ وعن
عبدالرحمن بن
عبداللّه عن
أبيه رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ
قال: ]كُنَّا
مَعَ رسولِ
اللّهِ # في
سَفَر. فَرَأيْنَا
حُمْرَّةً
مَعَهَا
فَرْخَانِ لَهَا
فَأخَذْنَاهُمَا.
فَجَاءَتِ
الحُمْرَّةُ
تُعَرِّشُ.
فَلَمَّا
جَاءَ رسولُ
اللّهِ # قال:
مَنْ فَجَعَ
هذِهِ
بِوَلَدِهَا؟
رُدُّوا
وَلَدَهَا
إلَيْهَا،
وَرَأى
قَرْيَةَ نَمْلٍ
قَدْ
أحْرَقْنَاهَا.
فقَالَ: مَنْ
أحْرَقَ
هذِهِ؟
قُلْنَا
نَحْنُ.
قَالَ: إنَّهُ
َ يَنْبَغِى
أنْ
يُعَذِّبَ
بِالنَّارِ
إَّ رَبُّ
النَّارِ[.
أخرجه أبو
داود.»الحُمَّرَرةُ«
بضم الحاء
المهملة
وتشديد الميم:
نوع من الطير في
شكل
الْعُصْفُورِ.وقوله:
»تُعَرِّشُ«
بالعين
المهملة
والشين
المعجمة: أى
تُرَفْرِفُ وَتُرْخِى
جَنَاحَيْهَا
وَتَدنو من
ا‘رض لتقع
عليها و تقع،
وروى.»تَفْرُشُ«
بالفاءِ من فَرَش
الجناح
وَبَسَطَهُ .
6. (1992)- Abdurrahman İbnu Abdullah,
babası Abdurrahman (radıyallâhu anh)'dan rivâyet eder ki şöyle demiştir:
"Biz bir seferde Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) ile beraber idik.
Resûlullah bir ara bir ihtiyacı için yanımızdan ayrıldı. O sırada hummara denen
bir kuş gördük, iki tane de yavrusu vardı. (Kuş kaçtı) yavrularını aldık.
Kuşcağız etrafımıza yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya
başladı. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) efendimiz gelince:
"Kim
bu zavallının yavrusunu alıp onu ızdıraba attı? Yavrusunu geri verin!"
diye emretti. Bir ara, ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü.
"Kim
yaktı bunu?" diye sordu.
"Biz!"
dedik.
"Ateşle
azab vermek sâdece ateşin Rabbine hastır" buyurdu." [Ebû Dâvud, Cihâd
122, (2675), Edeb, 176, (5268).][27]
AÇIKLAMA:
1-
Ahterî, "hummara"ya kaya kuşu dendiğini, başı kızılca olup serçeye
benzediğini belirtir.
2-
Hattâbî der ki: "Hadis, eşek arısı denen arının ocağını yakmanın mekruh
olduğuna delâlet etmektedir. Karınca yuvasını yakmakta özür daha azdır, zîrâ,
bunun zararını başka yolla defetmek mümkündür." İlâveten der ki:
"Karınca iki çeşittir: Biri zararlıdır, bunun saldırısını defetmek
câizdir. Diğer çeşidi zararsızdır. Bunlar uzun ayaklı olanlardır. Bunların
öldürülmesi câiz değildir." Nitekim bâzı hadislerle karıncanın öldürülmesi
sarîh olarak yasaklanmıştır.[28]
ـ7ـ وعن محمد
ابن إسحاق. عن
رجل من أهل
الشام يقال له
أبو
مَنْظُورٍ عن
عمه عن عامر
الرّام أخى
الخَضِرِ قال:
]إنَّا
لِبَِدِنَا
إذْ رُفِعَتْ
لَنَا
رَايَاتٌ
وَألْوِيَةٌ
فَقُلْتُ مَا
هذَا؟ قالُوا:
لِوَاءُ
رسولِ اللّهِ
#. فَأتَيْتُهُ
وَهُوَ
جَالِسٌ
تَحْتَ شَجَرَةٍ
وَقَدِ
اجْتَمَعَ
إلَيْهِ
أصْحَابُهُ
فَجَلَسْتُ
إلَيْهِمْ
فَذَكَرَ
النَّبىُّ #
ا‘سْقَامَ
وَا‘مْرَاضَ.
فقَالَ: إنَّ
المُؤْمِنَ
إذَا
أصَابَهُ
السَّقَمُ
ثُمَّ أعْفَاهُ
اللّهُ عزَّ
وَجَلَّ
مِنْهُ كانَ كَفّارَةً
لِمَا مَضَى
مِنْ
ذُنُوبِهِ
وَمَوْعِظَةً
لَهُ فِيمَا
يَسْتَقْبِلُ.
وَإنَّ
المُنَافِقَ
إذَا مَرِضَ
ثُمَّ
أُعْفِىَ
كَانَ كالْبَعِيرِ
عَقَلهُ
أهْلُهُ
ثُمَّ
أرْسَلُوهُ فَلَمْ
يَدْرِ لِمَ
عَقَلُوهُ
وَلِمَ أرْسَلُوهُ؛
فقَالَ
رَجُلٌ
مِمَّنْ
حَوْلَهُ: يَا
رسولَ اللّهِ
وَمَا
ا‘سْقَامُ؟
وَاللّهِ مَا
مَرِضْتُ قَط.
فقَالَ لَهُ:
قُمْ فلسْتَ
مِنَّا[.
أخرجه أبو
داود.»وَا‘لْوِيَةُ«
جمع لواء، وهى
الراية
الكبيرة دون
ا‘عم.»وَأعْفَاهُ
وَعَافَاهُ«
بمعنى واحد .
7. (1993)- Muhammed İbnu İshak
kendisine Ebû Manzûr denen Şamlı bir zattan naklediyor, bu da amcasından, o da Hadır'ın
kardeşi Âmiru'r-Râm'dan nakletmiştir. Âmir der ki: "Bizim için bayraklar
ve sancaklar yükseltildiği zaman memleketimizde idik. Ben: "Bu
nedir?" diye sordum.
"Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm)'ın sancağı!" dediler. Yanına gittim. Bir ağacın
altında oturuyordu. Ashâbı da etrafını sarmıştı. Ben de yanlarına oturdum. Bir
ara Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) hastalıklardan ve dertlerden bahsedip
dedi ki:
"Mü'mine
bir hastalık gelir, sonra da Allah ona şifa verirse, bu hastalık onun geçmiş
günahlarına kefâret, geri kalan hayatı için de bir öğüt olur. Şâyet münâfık
hastalanır, sonra da âfiyet verilirse o, sahibi tarafından bağlanıp sonra da
salıverilen fakat niçin bağlandığını, niçin salıverildiğini bilmeyen bir deve
gibidir."
Aleyhissalâtu
vesselâm'ın etrafında oturanlardan biri:
"Ey
Allah'ın Resûlü, eskâm (hastalıklar) nedir? Ben asla hiç hastalanmadım?"
diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm):
"Kalk!
sen bizden değilsin" buyurdu." [Ebû Dâvud, Cenâiz 1, (3089).][29]
AÇIKLAMA:
1-
Teysîr müellifi, hadisi taktî yaparak aktarmış. Yani Ebû Dâvud' daki aslında
hadisin devamı var. Esâsen rivâyetin sadedinde olduğumuz bâbla ilgili olan
kısmı, terkedilen, yani Teysîr'e alınmayan kısmıdır. Biz bu nakilde, bir hata
olabileceğine hükmederek rivâyetin arkasını aynen kaydetmeyi gerekli bulduk:
"...
Biz bu şekilde Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın yanında otururken üstünde
kisâ bulunan bir adam, elinde -üzeri sarılı- bir şey olduğu halde geldi ve:
"Ey
Allah'ın Resûlü! dedi, seni görünce buraya yöneldim. Gelirken bir ağaç
kümesinin yanından geçiyordum ki kulağıma kuş yavrularının sesleri geldi. Hemen
onları alıp kisâmın içine koydum. Derken anneleri gelip başımın üstünde dönmeye
başladı. Ben de yavrularının üzerini annelerine açtım, kuş gelip üzerlerine konmaz
mı! Ben de kisamı tekrar üstlerine kapayıverdim. Şimdi onlar işte burada
benimle beraberler" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm):
"Onları
hemen bırak!" diye emretti. Ben de bıraktım. Ama anneleri yavrularını
terketmedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) Ashâbına sordu:
"Şu
yavruların annesindeki şefkate şaşıyor musunuz?"
"Evet!"
dediler.
"Beni
hak ile gönderen Zât u Zülcelâl'e yemin olsun. Allah'ın kullarına karşı
rahmeti, yavruların annesinin yavrularına karşı taşıdığı şefkatten fazladır.
Onları götür aldığın yere koy, anneleri de berâber olsun!" dedi. Adam da
onları tekrar geri götürdü."
2-
Tîbî der ki: "Mü'min hastalanır ve tekrar sıhhate kavuşursa kendine gelir
ve anlar ki, bu hastalık geçmiş günahlarının bir neticesidir. Derhal pişman
olur, artık bir daha geçmişe dönmez. Böylece bu ona bir kefâret olur."
Hadis
münâfığın hastalıktan ders almayacağını, tevbeye yönelmeyeceğini, hastalığının
ne geçmişteki hataların affı husûsunda, ne de gelecekte günah işlememek
hususunda bir fayda te'min etmeyeceğini ifâde etmektedir. Bunlar, âyet-i
kerîmenin ifâdesiyle, "Hayvanlar gibidir, hatta daha da beterdir, onlar
gâfillerdir" (A'raf 179).[30]
ـ8ـ وعن أبى
هريرة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قال
رسولُ اللّه #:
قَرَصَتْ
نَمْلَةٌ
نَبيّاً مِنَ
ا‘نْبيَاءِ.
فَأمَرَ
بِقَرْيَةِ
النَّمْلِ
فَحُرِّقَتْ.
فأوْحَى
اللّهُ
تَعَالى
إلَيْهِ: أنْ
قَرَصَتْكَ
نَمْلَةٌ
أحْرَقْتَ
أُمَّةً مِنَ
ا‘مَمِ
تُسَبِّحُ؟«
أخرجه الخمسة
إ
الترمذي.»وَقَرْيَةُ
النَّمْلِ«
مسكنها .
8. (1994)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu
anh) anlatıyor: "Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki:
"peygamberlerden birini bir karınca ısırdı. O da (öfkelenerek) karıncanın
yuvasının yakılmasını emretti ve yakıldı. Allah Teâla Hazretleri ona şöyle
vahyetti: "Seni bir karınca ısırmışken, sen tesbih eden bir ümmeti
yaktın." [Buhârî, Cihâd 152, Bed'ü'l-Halk 14; Müslim, Selâm 148, (2241);
Ebû Dâvud, Edeb 176, (5265); Nesâî, Sayd 38, (7, 210, 211).][31]
AÇIKLAMA:
1-Bu
peygamberin Hz. Musa (aleyhisselâm) olduğu rivâyetlerde gelmiştir. Hadisin bazı
vecihlerinde, zikri geçen peygamberin bir ağacın altına indiği, istirahat
sırasında karıncanın ısırdığı, bunun üzerine, eşyalarını ağacın altından çıkartıp
karınca yuvasını yaktırdığı tasrîh edilir.
2-Hadisin
bir vechinde Cenâb-ı Hakk'ın peygambere: "Tek karınca yaksan ya!"
diye vahyettiği belirtilir.
3-
Bu hadisin ifâde ettiği hüküm üzerinde ulemâ ihtilâf etmiştir. Bazıları buna
dayanarak karıncanın öldürülebileceğini, yakma suretiyle ceza verilebileceğini
söylemiş, diğer bâzıları da başka delillere dayanarak bu hükümlere karşı
çıkmıştır. Söz konusu ihtilâfı İbnu Hacer şöyle açıklar:
"Bizden
öncekilerin şeriati bizim için de mûteberdir, yeter ki bizim şeriatimizde onu
nesheden bir hüküm gelmiş olsun. Husûsen bu önceki şeriati istihsan eden bir
ifâde şâriimizin lisanından sâdır olmuşsa" prensibidir. Lakin,
şeriatimizde ateşle azab vermek yasaklanmıştır. Nevevî der ki: "Bu hadis
karıncaları öldürme cevazının ve ateşle azab verme cevazının, zikri geçen
peygamberin şeriatinde mevcut olduğuna hamledilir." Zîra, hadiste
görüldüğü üzere, karıncaları yakan peygambere onları öldürdüğü veya yaktığı
için itab (azar) gelmemiştir, bilakis itab birden fazla karıncayı öldürdüğü
içindir. Ama bizim şeriatimizde hayvanı ateşle yakmak, şartına uygun olarak
kısasta câizdir, onun dışında câiz değildir. Keza, Sünen'de kaydedilen İbnu
Abbâs (radıyallâhu anhümâ) hadisine göre, "Resûlullah (aleyhissalâtü
vesselâm) arı ve karıncayı öldürmeyi yasaklamıştır." Nevevî'den başkası
meselâ Hattâbi, karınca öldürme yasağını Süleymânî cinsi ile kayıtladılar.
Begavî merhum der ki: "Zerr denilen küçük karıncalar öldürülebilir."
Bunu el-İstiksâ sâhibi Saymerî'den nakleder. Hattâbî de buna hükmetmiştir.
"Öldürme ve yakmanın zikri geçen peygamberin şeriatında câiz olduğu"
da münâkaşa götüren bir husûstur. Zîra böyle olsa idi, karıncanın tabiatı eza
vermek olunca, asla peygamberin şahsen itab görmemesi gerekirdi. Kâdı İyaz da
şöyle der: "Bu hadis her ezâ veren canlının öldürülmesinin caiz olduğuna
delildir. Denilir ki bu kıssanın bir sebebi var: O da, mezkûr peygamber,
günahları sebebiyle Allah'ın helâk ettiği bir köye uğramıştı, bir ara taaccüp
ederek durdu ve: "Ey Rabbim, bunların içinde çocuklar, hayvanlar ve günah
işlemeyenler de var" dedi, sonra da bir ağacın altına indi, müteakiben bu
kıssa başından geçti. Böylece Allah, onu: "Ezâ verici olan şeyin, ezâ
vermemiş olsa bile öldürüleceği, evlâdının da eza yapacak yaşa gelmese bile
öldürüleceği" husûsunda uyarmış oldu."
Kâdı
İyaz'dan bu nakli yaptıktan sonra İbnu Hacer, ihtiyatlı bir ifâde ile Kâdı
İyaz'ın hükmüne iştirak eder: "Evet zâhir olan bu, eğer kıssa sâbit (ve
sahih) ise, çıkacak nihâi hüküm budur, velhasıl (rivâyette zikri geçen
peygamber), yaptığı fiil sebebiyle değil, bilakis kendisine cevap olarak ve
helâkin bu yuvadaki bütün karıncalara teşmîl edilmesinin hikmetini izah için
itâb edilmiştir. Böylece ona, bu hâdise bir örnek yapılmıştır. Yani, şâyet
helâk olmaya müstehak olan birisi, başkalarıyla karışırsa ve bunun helâki için
diğerlerini de ihlak etmek gereği taayyün ederse, hepsinin ihlâkı câiz olur.
Bunun nazîreleri vardır. Küffârın müslümanları siper edinmeleri vs. gibi...
Vallâhu sübhânehû a'lem (gerçeği Allah bilir)."
İbnu
Hacer, aynı mevzuya, başka âlimlerden nakillerle açıklık getirmeye devam eder.
Kirmânî der ki: "Karınca mükellef değildir; öyleyse âyet-i kerîme
mûcibince kısas misliyle olması gerekirken:
جَزَاءُُ
سَيِِّئَةٍ
سَيِّئَةٌ
مِثْلُهَا "Bir kötülüğün karşılığı aynı şekilde bir
kötülüktür" (Şûrâ 40). Hadiste nasıl olur da tek bir karıncanın
yakılmasının câiz olacağına işâret edilir?" Sonra bu soruya, "O
peygamber nezdinde yakmanın câiz olma" ihtimaliyle cevap verir.
Arkadan
der ki: "Bu sözümüz şöyle bir mülâhaza ile reddedilebilir: "Yakmak
câiz olsaydı, bu peygamber yaktığı için zemmedilmezdi." Buna cevaben deriz
ki: "Kadri yüce olanlar, evlâ olanı terkedip câiz olanı yaptıkları için
bazan zemmedilirler." İbnu Hacer, burada peygamber hakkında zemm kelimesini
kullanmanın uygun düşmediğini, itâb denmesi gerektiğini belirttikten sonra
Kirmânî'nin evlâ olan'la neyi kastetmiş olabileceğini belirtme sadedinde
Kurtubî'nin mülahazasını kaydeder: "Bu hadisin zahirinden çıkan mâna
şudur: "Allah zikri geçen peygamberi, kendisine ezâ eden bir karınca
sebebiyle onun mensup olduğu bütün karınca ailesini helâk ederek nefsinin
intikamını aldığı için itâb etmiştir. Halbuki ona evlâ olanı, sabretmek ve
müsâmaha göstermek idi. Sanki ona şu husus vâki olmuştur: "Bu karınca nevi
insanoğlu için ezâ vericidir, insanın hurmeti, karıncanın hurmetinden
büyüktür." Bu nokta-i nazar yalnız kalsa ve bazı itirazlardan sâlim olmasa
da itâb edilemez." Kurtubî, mütâlaasını şöyle noktalar: "Söylediğimiz
hususu te'yîd eden bir husûs, peygamberlerin ismet (günahtan korunmuş olmaları)
prensibidir. Onların fiillerini değerlendirirken bu prensibe temessük etmek,
bunu esas almak gerekir. Unutmayalım ki, onlar Allah'ı ve Allah'ın ahkâmını
bilmede ve Allah'tan korkmada bütün insanlardan daha ileridirler."
4-
Ulemadan bir kısmı hadisin son cümlesine dayanarak hayvanların tesbihi
meselesini değerlendirmiş ve: وَإنْ
مِنْ شَىْءٍ
اَِّ
يُسَبِِّحُ بِحَمْدِهِ "Yedi semâ, yer ve bunlarda bulunanlar
O'nu tesbih ederler, O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz
onların tesbihlerini anlayamazsınız..." (İsrâ 44) âyetinde ifâde edilen
tesbihi, hakikaten yaptıklarını söylemiştir.
Görüldüğü
üzere İslâm ulemâsı, ilk nazarda İsrâilî bir kıssa gibi gelen Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm)'ın bir hadisini, çok yönlü ve dakik tahlillere tâbi
tutmuştur. Bundan hareketle hangi haşerâtın, hangi şartlarda öldürülebileceği,
yakılabileceği husûsunda dînin hükmünü tesbite çalışmıştır. Bu hassasiyete,
günümüzün zararlılarla mücadele tedbirlerinde yer verilmediği için, çevre sağlığı
için zarurî olan tabiî dengenin bozulduğunu, bunun da telâfisi zor olan bir
kısım başka mahzurlar getirdiğini görüyoruz. Zararlı haşeratı ilaçlama
sûretiyle öldürme yerine, onları bertaraf eden başka haşeratın ziraati fikrinin
gelişip tatbikata konmaya başladığı günümüz şartlarında, dînimizin
"öldürülmesi câiz olan hayvanlar", "öldürülmesi haram olan
hayvanlar" ve bu zikredilenler dışında kalan hayvanlar bahsinin yeniden
gündeme getirilmesi, tahlîl edilmesi bir zarûret hâlini almıştır. Bu vesile
ile, buğday biçildikten sonra, kalan anızların yakılmasındaki hukûkî mahzûru
hatırlatmada fayda var. Anızların yanması sırasında, öldürülmesi câiz olmayan
-ve hatta karınca gibi açıkça yasaklanmış olan- nice hayvan itlaf edilmektedir.
Hayvanlar hukuku açısından ancak zulüm kelimesiyle ifâde edilebilecek bu
davranışın cezası, tabiî dengenin bozulması felâketi ile verilmektedir. Denge
bozukluğunun getirdiği mahzurları telafi etmek için yapılan nice masraflar,
sarfedilen emekler, maruz kalınan zehirlenmeler, çevre kirliliği, birbirini
zincirleme tâkip eden müteakip cezalar olmaktadır. [32]
Dünyadaki
beşerî hayatın kıvam üzere devamı, hayvanlara sıkı sıkıya bağlıdır. Gıda,
libas, nakil gibi en zarûrî ihtiyaçlarımızın giderilmesinden, tezyinat ve
süslenmeye varıncaya kadar tâlî ihtiyaçlarımızın bile karşılanmasında hayvana
muhtacız. Hatta küçük yavrularımızın terbiyesinde hayvanların ve hayvanları
temsil eden oyuncakların yeri de düşünülmeli deriz. Şu halde farklı buutlarıyla
meseleye eğilince hayvansız ne beşerî hayatın, ne de medeni hayatın
düşünülemeyeceğini anlarız. Yâni onlar, hayatımızın bir parçası olmakta ve
dünyayı onlarla ortaklaşa yaşamak, paylaşmak zorunda kalmaktayız.
Öyleyse
insan için faydalı ve zararlı olan her şeye, fayda ve zararı nisbetinde yer
veren, medar-ı bahs eden dînimiz, hayvanlar için neler getirmiştir?[33]
Çevre
sağlığına giren en mühim meselelerden biri de çevredeki tabiî dengedir. Bu
dengenin ana unsurlarından biri de hayvandır. Sağlıklı bir çevre için, onun
ağaçlandırılıp temiz tutulması ve sularının korunması yeterli değildir.
Behemehal hayvanlar yönüyle de ele alınması, gerek ehlî ve gerekse vahşî her
çeşit hayvan ve -en azından bir kısım böceklerinin- korunması gerekmektedir. Dinimiz,
hem Kur'ân'ın ve hem de Peygamberimizin (aleyhissalâtü vesselâm) diliyle bu
mevzuda da irşad ve ikazları çokça yapmıştır. Bunlardan bir kısmını burada
sunmaya çalışacağız. Hayvan mevzûu, ziyade ehemmiyetine rağmen iyi bilinmediği
için, sözü uzun tutarak bir kısım teferruata yer vermemizin hoş karşılanacağını
ümîd ederiz.[34]
Kur'ân-ı
Kerîm, hayvanların da insanlar gibi birer ümmet olduklarını, Kitap'ta onları da
ihmal etmediğini bildirir:"
Yerde
yürüyen hayvan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan hepsi, ancak sizin gibi
ümmetlerdir. Biz Kitap'ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak Rabbine
toplanıp getirilirler" (En'âm 38).
Âyette,
Kitap'ta ihmal edilmedikleri bildirilen hayvanlardan sinek (Hacc 73),
sivrisinek (Bakara 22), örümcek (Ankebût 41), karınca (Neml 18), arı (Nahl 68),
kurt (Yûsuf 13, 14, 17), eşek (Cum'a 5, Bakara 259, Nahl 8), katır (Nahl 8), at
(Âl-i İmrân 14, Enfâl 60, Nahl 8), öküz ve inek (Bakara 67-71, En'âm 144, 146,
Yûsuf 43, 46), deve (En'âm 144, Gâşiye 17), koyun (En'âm 146, Enbiyâ 78, Tâhâ
18), yılan (Tâhâ 20, A'râf 107 vs.) domuz (Bakara 173, Mâide 60 vs.), maymun
(Bakara 65, Mâide 60), köpek (A'râf 176, Kehf 22) gibi pek çok vahşi ve ehlî
hayvanın ismi çeşitli vesîlelerle Kur'ânı Kerîm'de zikredilmektedir. Ayrıca
Sûre-i Bakara, Sûre-i Nahl, Sûre-i Ankebût, Sûre-i Neml gibi bâzı sûreler de
isimlerini metinde zikri geçen bu hayvanlardan alır.
Kur'ân-ı
Kerîm, beşer hayatında büyük rol oynayan deve, at, katır gibi bir kısım
hayvanlara daha dikkat çekici ifâdelerle yer vererek ehemmiyetlerine parmak
basmaktadır: "Hem kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye atları,
katırları, merkebleri yarattı" (Nahl 8);
(O kâfirler ibret gözüyle) bakmazlar mı deveye, nasıl yaratılmış?"
(Gâşiye 17); "Andolsun soluyarak koşanlara (gâzilerin atlarına), o
tırnaklarıyla ateş çıkaranlara..." (Âdiyât 1-2) vs.[35]
Dinimizin
hayvanlarla ilgili tâlimâtını hadisler tamamlar. Bu mevzu üzerine Hz. Peygamber
(aleyhissalâtü vesselâm) pek çok durmuştur. Onun hayvanla alâkalı olarak
vaz'ettiği teferruâta başka dinlerde ve başka büyüklerin sözleri arasında
rastlamak mümkün değildir. Hayvanlara gösterilmesi gereken merhametten, eziyet
ve hakâreti yasaklamaya; onları sevip okşamaya, gıda ve temizliklerine
ihtimâma, yavrularının bakım ve korunmasına kadar hiçbir şeyi ihmal etmemiştir.
Bunları kısaca görelim.[36]
Hayvanlarla
ilgili olarak gelen hadislerde en ziyâde onlara karşı almamız gereken tavırla
alâkalı olanlar dikkatimizi çeker. Zîra pek çok hadis merhamet ve iyi muâmele
üzerinedir. Önce şunu belirtelim ki, iyi davranış ve merhamet, her müslümanda,
her hususta bulunması gereken bir vasıftır. Bunun hayvanlara karşı da
gösterilmesi ayrıca istenmektedir. Bir hadiste şöyle buyrulur:"Merhametli
olanlara Rahmân (yâni merhamet sâhibi olan Allah) merhamet eder. Yerde olanlara
merhametli olun ki, gökte olanlar da (melekler) size rahmet etsinler..."
Burada geçen "yerde olanlara" tâbirindeki ıtlâkı nazar-ı dikkate alan
âlimler "buraya müslüman, kâfir, hayvan, memlûk... gibi her çeşit canlının
dâhil olduğu" hükmünü çıkarmışlardır. Yine mutlak bir ifâde ile:
"Merhametten nasîbi olmayanın hayırdan da nasîbi yoktur" buyrularak
daha tehditkâr bir üslûbla merhametli olmak taleb edilmiştir.[37]
Bâzı
hadisler, hayvanların, üzerimizde riâyet etmemiz gereken bir kısım
"hakları" olduğunu, bunların ihlâli hâlinde Kıyâmet gününde hesap
verileceği ifâde edilmektedir. Üsâme İbn-i Zeyd'e Peygamberimiz (aleyhissalâtü
vesselâm):
"Ey
Üsâme, acıkan ciğer sâhibi her hayvan husûsunda dikkatli ol, Kıyâmet günü
Allah'a şikâyet edilirsin" demiştir.
Hayvan
hakları fikrini te'kîd eden bir başka hadiste:
"Eğer
hayvanlara yaptığınız haksızlıklardan dolayı Allah sizi affedecek olursa, pek
çok affa mazhar kılmış demektir" buyrulur.
Sünnet'e
göre, hayvanların riâyet edilmesi gereken hakları çeşitlidir ve onlara karşı
izhar edilmesi gereken iyi muâmele ve merhamet bunların yerine getirilmesi ile
tahakkuk eder. Bunların başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz: Hayat haklarına
riâyet, gıdalarını ihtimam, temizlik ve bakım, yavrularına ihtimam ve hayvan
neslinin korunması, fazla yük vurmamak, hayvanları fıtrî vazîfelerinde
kullanmak, eziyet etmemek... Şimdi bunları açıklayalım:[38]
*
Hayat Haklarına Riâyet:
Bu,
sayıları belli ve mahdud bâzı hayvanlar dışında kalan bütün hayvanların fuzûli
yere öldürülmemesi gerektiğini, aksi takdirde mes'ûliyeti mûcib olduğunu ifâde
eder. Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) karga, çaylak, akrep, fare, kelb-i
akûr[39]
ve yılan[40] gibi
gerek insanlara ve gerekse diğer hayvanlara zararlı olanlar hâriç "ruh
sâhibi mahlûkların" faidesiz ve keyfi bir şekilde öldürülmesini
yasaklamıştır. Dârimî ve Nesâî'nin, "Herhangi bir hayvanı fuzûli yere
öldürmenin hükmü" başlığı altında sundukları bir hadiste Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) şöyle
buyurur: "Haksız olarak serçeyi öldürenden Cenâb-ı Hak Kıyâmet günü hesap
soracaktır." Cemâat: "Kuşun hakkı da nedir?" diye sorunca: "Onu
kesmesi ve sonra da yemesidir" cevâbını verir. Münâvî Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm)'ın burada serçeyi zikretmekle, büyük hayvanların
hukukunun daha ehemmiyetli olduğuna dikkat çektiğini belirtir.
Bu
meyanda kurbağa, karınca, arı, hüdhüd, çekirge gibi bir kısım hayvanların
öldürülmesinin de kesin bir lisanla yasaklandığını kaydedelim. Bilhassa
karıncalar hususunda ısrarla duran Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm),
ısırdığı için karınca yuvasını yaktıran bir peygamberin, "Seni ısıran bir
tek karınca idi, sen ise tesbih eden bir ümmeti helâk ettin" diye vahiy gelerek,
Allah tarafından, itâb edildiğini anlatır. O peygamber devrinde ateşle cezânın
yasaklanılmamış olabileceğini söyleyen şârihler, bunun İslâm şeriatinde
Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın, "Ateşle azâb vermek, ateşin
sâhibine âittir" hükmüne binaen yasaklandığını ifâde ederler. Karıncalara
karşı şefkati son derece ileri görünerek, onların yuvalarının yakınlarında ateş
yakılmasını da yasaklayan Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) onlar hakkında
bir de şu hikâyeyi anlatır:
"Bir
peygamber ümmetiyle yağmur duasına çıkmıştı, bu esnâda bazı ayaklarını havaya
kaldırmış vaziyette bir karınca görmüştü ki, ümmetine:
"Dönün
artık, karıncanın durumu sebebiyle duânız kabûl edilmiştir"
demiştir."
Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm)'ın karınca ve diğer hayvanlar karşısındaki tutumu
arkadan gelen nesiller üzerinde fazlasıyla müessir olarak, "hayvanın insan
üzerindeki hakkı" fikrini şuur hâline getirmiştir. Rivâyete göre,
Ashâb'tan Adiyy İbn-i Hâtim (radıyallâhu anh), ekmek ufalayarak karıncalara atar
ve şöyle derdi: "Bu mahluklar komşularımızdır, üzerimizde hakları
vardır."
Fıkıh
kitaplarımızın nafaka ile alâkalı bölümlerinde hayvanların nafakalarına da
bahis ayrıldığını yer gelmişken belirtmemizde fayda var. Osmanlılar zamanında
Makam-ı Meşîhât'ca tedvin edilen Kitâbu'n-Nafakât'da: "At ve İnek Gibi
Hayvanâtın Nafakâtı vs. Beyânındadır" başlığına yer verilir ve bu
mes'eleye altı madde tahsîs edilir.[41]
*
Gıdalarına İhtimam:
Hayvanlara
karşı mesûliyeti mûcib mühim hususlardan biri, onların gıdalarıyla ilgilidir. Susamış
bir köpeği sulayan yolcunun bir başka rivâyette kötü yola düşmüş bir kadının
Allah'ın rızâsına mazhar olan- ve bütün günahlarının affedilmesiyle ilgili
meşhûr hadisten anlaşıldığına göre, hangi hayvana olursa olsun yapılan herhangi
bir iyilik makbûl ve sevabı gerektiren bir ameldir. Mezkûr rivâyette Ashâb'tan
bir kısmının, "Yâ Resûlallah, hayvanlara yaptığımız iyilikten dolayı bize
ücret de mi var?" diye sorması üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtü
vesselâm) şu meşhûr ve dikkat çekici cevabı verir: "Evet, her bir yaş
ciğer sâhibine yapılan iyilik için ücret vardır." Bâzı âlimler bu hadisle
kıyas yaparak "yapılan her iyiliğin mükâfatı varsa, her kötülüğün de
cezası olacağına" hükmetmişlerdir.
Nitekim, yine meşhur bir başka hadiste, "Kedisini hapsederek açlıktan
ölmesine sebep olan kadının, cehennemde bir kedi tarafından tırmalanmak
sûretiyle azâba mâruz bırakılacağı" bildirilir.
Hayvanların
gıdalarına gösterilmesi gereken ihtimamın ehemmiyetini ifâde eden bu
rivâyetlerden ayrı olarak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in başka
tavsiyeleri de mevcuttur. Yolculuk sırasında münbit bir yere uğradığı vakit
hayvanın sırtından inerek "otlardan hakkının" verilmesi, otsuz
yerlerden de sür'atle geçilmesi emredilmektedir. Hz. Enes: "Bir yerde mola
verince, hayvanlarımızın istirahatini sağlayıncaya kadar ibâdet etmezdik"
der
Âlimler
bu rivâyetleri esas alarak, yolcu, bir yerde mola verince, hayvanın otunu
vermeden, kendisinin yemeğini yememesini müstehab olarak addetmiştir.[42]
*
Temizlik ve Bakımı:
Hayvanlarla
ilgili vazifeler gıdalarına dikkat etmekle bitmiyor. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) onların temizlik vs. hususlarıyla da ilgilenilmesi
için birtakım talimatlar vermiştir. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh)'den gelen bir
rivâyette şöyle denmektedir: "Koyunların burunlarını silin, ağıllarını
temizleyin, ağıllarına yakın yerde namaz kılın, zîra onlar cennet
hayvanıdır." Keza keçilerin temizlenmesi için de emir verildiği
mukayyeddir.
Sevâdetu'bnu
Rebî'nin bir rivâyetinde sağmal hayvanın sağılması sırasında incitilmemesi için
dahi Resûlullah'ın talimât verdiğini görmekteyiz. Rivâyet aynen şöyle:
"Annemle Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'a gidip (maddî yardım) taleb
ettik. Bize birkaç keçi verilmesini emretti ve anneme şunu tembihledi:
"Oğullarına emret, tırnaklarını kessinler, böylece sağdıkları zaman
hayvanları incitmemiş, memelerini kanatmamış olurlar. Yine oğullarına emret ki,
yavrularının gıdalarını iyi yapsınlar."[43]
*
Yavruya İhtimam ve Hayvan Neslinin Korunması:
Sevâdetu'bnu
Rebî'nin yukarıdaki rivâyetinde görüldüğü üzere, Hz. Peygamber(aleyhissalâtü
vesselâm) hayvan yavrusunun gıdasına dikkat edilmesi için emir vermiştir.
Abdullah İbni Amr'dan gelen bir rivâyet de bunu te'yîd eder. Der ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) bir keçiyi sağmakta olan bir adama
uğramıştı, ona: "Ey fülan, sağınca, yavrusu için de süt bırak..."
dedi." Sağmal hayvanları sağarken yavrunun ihmâl edilmemesi hususunu,
kendisine uğrayanlara da tembîh etmiştir.
Bundan
başka, yavrularla ilgili olarak Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'ın kuş
yuvalarının bozulmaması, yumurtalarının ve yavrularının alınmaması için emir
verdiğine, alınmış olan yavru ve yumurtaları yerlerine iâde ettirdiğine dâir
rivâyetleri nazara alacak olursak, hayvan neslinin korunması hususunda da bâzı
tedbirlerin dikkate alındığını anlarız. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber
(aleyhissalâtü vesselâm) tarafından Medîne'nin etrafında belli bir bölgenin
haram ilân edilerek, bitkilerinin koparılmasının, hayvanlarının da
öldürülmesinin yasaklandığını daha önce belirtmiştik. Az sonra temas edeceğimiz
"avcılıkla" ilgili olarak beyân edilen kerâhetin de hayvan neslinin
korunmasına mâtuf olduğunu burada kaydetmede fayda var.[44]
*
Fazla Yük Vurmamak:
Bilhassa
yük hayvanları için dikkat edilmesi gereken mühim bir husus, onlara vurulan yük
miktarının kapasitelerini aşmamasıdır. Ebû'd-Derdâ, fazla yük vurulduğu için
yerden kalkmakta zorluk çeken bir deveyi görünce fazlalıkları atarak, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'ın: "Allah bu dilsizler hakkında
hayırhah olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri seviyesinde yük
vurun" dediğini hatırlatır.
Hz.
Âişe'nin bir rivâyetine göre, Vedâ Haccı sırasında, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtü vesselâm)'in berâberine aldığı zevcelerinden Safiyye-'nin yükü,
Hz. Âişe'nin yükünden daha ağırdır ve Hz. Âişe'nin devesi, Hz. Safiyye
(radıyallâhu anhâ)'nın devesinden daha güçlü kuvvetlidir. Yolda durumu farkeden
Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm), Hz. Safiyye'nin yükünün Hz. Âişe'nin
devesine, Hz. Âişe'nin yükünün de Hz. Safiyye'nin devesine aktarılmasını
emreder.
Hayvanlara
vurulacak yük mes'elesinde aynı titizliği gösteren Hz. Ömer'in Mısır'da bir
deveye 1.000 rıtıl ağırlığında yük vurulduğunu işitince ilgiliye yazarak:
"Bundan böyle 600 rıtıldan fazla yük vurulmamasını" emreder.[45]
*
Hayvanları Fıtrî Vazifelerinde Kullanmak:
Hz.
Peygamber(aleyhissalâtü vesselâm)'ın bilhassa ehlî hayvanlarla ilgili olarak
üzerinde durduğu bir husus, onların fıtrî vazifelerine muvâfık düşmeyen
tasarruflardan kaçınmaktır. Zîra bu, onlara herşeyden önce bir eziyet ve
işkencedir. Mes'elenin başka mahzurları da mevcuttur. Binek hayvanlarını
durdurup, üzerinde iken sohbet etmeyi yasaklayan rivâyetin Ebû Dâvud'daki
vechinde Resûlullah: "Bunlara sâlimen binin, sâlimen terkedin, onları,
yollardaki ve pazarlardaki sohbetlerinizde minber yerine tutmayın, zîra,
"Allah onları sizi bir yerden bir yere taşımaları için emrinize amâde
kıldı" demektedir. Buhârî'nin bir tahrîcinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtü
vesselâm) bu yasağı farklı bir üslûbla ifâde etmektedir. Ebû Hüreyre tarîkiyle
gelen rivâyet aynen şöyle: "Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) bir
gün sabah namazını kıldıktan sonra,
cemaate yönelerek; "Adamın biri sığırını sürüyordu ki, bir ara sırtına
bindi ve vurmaya başladı. Bunun üzerine hayvancağız (dile gelerek): "Biz
bunun için yaratılmadık" dedi" buyurdu...[46]
*
Eziyet ve İşkenceden Men:
Hayvana
şefkat ve iyi muâmelenin tezâhürlerinden biri de onlara eziyet ve işkenceden
kaçınmaktır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in hayvanlarla ilgili
olarak koyduğu mühim yasaklardan biri de budur. Eziyet sadece dövmekle olmayıp
çeşitli şekillerde olabileceği için, bütün çeşitleriyle yasaklandığını
görmekteyiz. İbni Ömer (radıyallâhu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtü
vesselâm)'in bu yasağını umumî bir ifâde ile: "Nebî (aleyhissalâtü
vesselâm) hayvanlara işkence yapanlara lânet etti" diyerek haber verir.
Diğer
rivâyetlerde, yasaklanan muhtelif eziyet çeşitleri belirtilmektedir:
"Canlı hayvanların hedef ittihaz edilerek atış yapılması" bilhassa
"yüzüne vurularak dövülmesi" ve "yüzünden, kulaktan, burundan
enlenmesi" yüzüne dövme (veşm) yapılması" dövüştürülmeleri için
"hayvanların kızıştırılmaları", "binek hayvanını durdurup
üzerinden inmeden sohbet yapılması ki bu davranış hayvanları
"sandalye" ve minber ittihaz etmek" olarak tavsîf edilmektedir-
hayvanı kulağından tutarak çekmek."
Hz.
Âişe'nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) hazîneye âit
develerden- (yulara gelmeyen) huysuz bir deve(yi okyaşıp hayırlı olması için
dua ettikten sonra) verir ve: "Ey Âişe bunu al (te'dîb et ve) müşfik ol,
zîra şefkat bir şeye girdi mi onu mutlaka güzelleştirir, bir şeyden de çıktı mı
onu mutlaka çirkinleştirir" der. Buhârî'nin el-Edebü'l-Müfred'de yaptığı
tahricte, Hz. Âişe'nin bindiği deve serkeştir, bu yüznden Hz. Âişe ona vurmaya
başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) müdâhale
ederek müşfik olmasını vs. istemiştir. Bir seferinde arkadan gelen bedevîlerin
bineklerini hızlandırmak için bağırmaya ve vurmaya başladıklarını işiten Hz.
Peygamber(aleyhissalâtü vesselâm) geri dönerek: "Sâkin olun, telâşla
eziyet etmede hayır yoktur" der.
Bu
hadislere dayanan âlimler, hayvanı dövme mes'elesinde şu hükmü getirmişlerdir:
Hayvan, ayak sürçmesi gibi, sâbık hatasından dolayı ceza olarak dövülemez.
Ürkme gibi, müstakbel te'dibi için dövülebilir.
Eziyetin
belki de en mühimlerinden olan, hayvanların yaralı bırakılmaları da
yasaklanmıştır. Bu cümleden olarak avcılıkta, avı öldürücü olmaktan çok, göz
çıkarıcı, diş kırıcı olan sopanın kullanılması yasaklanmıştır. Öldürülmesi
emredilen zehirli kelerin bir vuruşta öldürülmesinin, iki-üç vuruşta
öldürülmesine nazaran daha efdal olacağına dâir rivayet de hayvanların yaralı
bırakılarak eziyet çektirilmemesi prensibiyle îzah edilebilir. Ulemanın sebeb
olarak kaçabileceği ihtimalini zikretmesi de aynı endişeyi ifâde eder.
Az
önce zikredilen, hayvan sağanlara "tırnaklarını kessinler, sağım sırasında
uzun tırnaklarla hayvanların memelerini kanatmasınlar" diye Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm)'ın gönderdiği tâlimât da onları eziyetten koruyucu
tedbirler meyanında zikre değer.
Keza,
Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) hayvan boğazlanmadan, yani canlı iken
herhangi bir uzvunun kesilmesini de yasaklamıştır. Rivâyetler, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtü vesselâm) Medîne'ye geldiği zaman, Medînelilerin çok sevdikleri
için, devenin hörgücü ile koyunun kuyruğunu, hayvanlar henüz boğazlanmamışken
kesip koparmakta olduklarını bildirir. Bu durumdan haberdâr olan Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm), "Sağ iken hayvandan koparılan şey meyte hükmündedir
(haramdır)" diyerek mezkûr geleneği yasaklar.
Hayvanı
keserken bile ona merhamet etmeyi ve şefkatli olunmasını emreden Resûlullah:
"Kesilene merhamet edene, Allah Kıyâmet günü rahmet eder" müjdesini
vermiştir. Kesilen hayvana merhamet cümlesinden olarak, bilhassa bıçağın
bilenerek keskinleştirilmesini, hayvanın gözünden saklanmasını ve sür'atle
kesilmesini sayar. Hayvanı kesmek üzere yatırıp, bıçak bilemeye başlayan
birisine rastladığı vakit Resûlullah ona şöyle müdâhale etmiştir: "Sen onu
iki sefer mi öldürmek istiyorsun? Niye hayvancağızı yatırmadan önce bıçağını
bilemedin?"
Hz.
Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'ın hayvanlara şefkat ve alâkasını gösteren
başka rivâyetler de vardır. Bunlardan birinde, yirmi sene hizmetten sonra,
yaşlandığı için sâhibi tarafından kesilmek istenen deveyi, bizzat satın alarak
salıverdiği ve devenin uzun müddet serbest yaşadığı belirtilir. Bir başka
rivâyette, yayılma imkânı olmaksızın, gelişigüzel bağlanmış bir devenin
sâhibine, "Bunun hakkında Allah'tan korkmuyor musun?" diyerek
müdâhale ettiğini görüyoruz.
Kaydında
fayda umduğumuz bir başka vak'ayı Abdullah İbni Ca'fer anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) bir gün Ensardan birinin bahçesine
girdi. Orada bir deve vardı. Deve, Resûlullah'ı görünce bir takım sesler çıkardı
ve gözlerinden yaşlar aktı. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) hayvana
yaklaşarak başını ve boynunu hörgücüne kadar elleriyle okşadı. Hayvan
sakinleşti. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm): "Bunun sâhibi kim?"
diye sordu. Ensâr'dan bir genç gelerek: "Deve benimdir ey Allah'ın
Resûlü" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm): "Bunu sana mülk
kılan Allah'tan bu deve hakkında korkmuyor musun?" Hayvan, onu aç bırakıp
üstelik de yorduğun için senden şikâyetçi" der."
Resûlullah'ın
hayvanlara karşı gösterdiği şefkat örneklerinden bir diğeri, daha ilgi çekici:
Bir sefer sırasında, bir ceylanın, güneşin harâretine karşı bir ağacın
gölgesine çekilerek uyumakta olduğunu farkeder. Resûlullah (aleyhissalâtü
vesselâm) hayvancağızın kimse tarafından rahatsız edilmemesini emreder ve emre
uyulur.[47]
Hayvan
dâhil bilumum âcizlere şefkat ve iyi
muâmelede bulunmaya teşvîk husûsunda, Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in
şu sözü de burada kayda değer:
"Eğer
süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize
azâb sel gibi gelirdi."
Harp
sırasında bile, düşman eline geçecek endişesiyle hangi çeşitten olursa olsun,
hayvan öldürmeyi, "Zira ruh sâhibidirler, kendilerine yapılandan elem
duyarlar, onların ise hiçbir kabahati yok" diyerek reddeden İmâm-ı Şâfii,
hükmüne delîl olarak şu hadisi zikreder: "Haksız yere bir serçe veya daha
küçük bir hayvan öldürenden Allah hesap soracaktır."[48]
Rahatsız
Etmekten Men:
Şunu
da belirtelim ki, çevre ile alâkalı bir kısım tavsiye ve tedbîrler aynı
zamanda, hayvanların menfaatine râcidir. Onların korunması, rahatsız edilmemesi
gözönüne alınmıştır. Sözgelimi Resûlullah(aleyhissalâtü vesselâm) yolculuk
sırasında yol üzerine konaklamayı veya küçük ya da büyük abdest bozmayı
yasaklarken, sebep olarak: "Zîra yol, hayvanların geçidi, yılan ve
vahşilerin sığınağıdır" demiştir. Bir başka hadiste de "Kırlardaki
yeraltı deliklerine abdest bozmayın" diye emretmiştir. Bu yasağın da o
deliklerde yaşayan hayvanata eziyet vermemek maksadına râci olduğu âlimlerce
belirtilmiştir.[49]
Hakaretten
Men:
Sünnet,
hayvana sadece -çeşitli şekilleriyle- maddî eziyeti yasaklamakla kalmıyor,
mânevî eziyeti, sözle yapılacak hakareti de yasaklıyor. Esâsen umûmî bir
prensip olarak kendi nefsine, çocuğuna, malına ve hayvanına beddua ve kötü sözü
yasaklamış bulunan Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) mes'elenin
ciddiyetini ihsas için lânetlenmiş bulunan hayvandan istifa edilmemesini
emretmiştir: "Rivayete göre, bir yolculuk sırasında Hz. Peygamber
(aleyhissalâtü vesselâm)'in kulağına bir lanetleme sesi ulaşınca: "Bu da
ne?" diye sorar. Kendisine, bir kadının, bindiği hayvana lânet okuduğu
haber verilince: "Üzerindekileri alıp hayvanı salıverin, zîra artık o
lânetlenmiştir, mel'ûndur" diyerek hayvanın kullanılmamasını emreder ve
öyle yapılır."
Rivayetlerde
horoz ve hattâ pire gibi hayvanlara bile lânet okumanın yasaklandığı görülünce
bunun umumîliği anlaşılır.[50]
Hayvan-insan
münâsebetine yukarıda belirtildiği şekilde son derece ehemmiyet veren Hz.
Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in şahsî hayatında, her gün mübâşeret
hâlinde bulunduğu bir kısım hayvanlar mevcuttur. Konumuzun bütünlüğü açısından
bir miktar da bunlardan bahsetmeliyiz:
Ebû
Kebşeti'l-Enmârî, Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm)'ın turunç ve kızıl güvercini
seyretmeyi sevdiğini haber verir. At da çok sevdiği hayvanlar arasındadır. Atın
fazîletleri ve at beslemenin ehemmiyeti, atın cinsleri vs. üzerine pek çok
hadis îrad etmiştir.[51]
At ve deveyi elleriyle okşadığı, bilhassa atın alnından ve sağrısından okşanmasını
emrettiği rivâyetlerde gelmiştir.
Hz.
Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) attan başka binek olarak muhtelif develeri
de kullanmıştır. Yirmi kadar da sağmal devesi, pek çok davarı -ki bunlardan
yedi adedi keçidir- vardır. Rivâyetlerden, Hz. Peygamber (aleyhissalâtü
vesselâm)'in bilhassa koyun, keçi nevinden küçük hayvanlarla daha çok haşir
neşir olduğu, bunların, ekmek yaptığı sırada uyuklayan Hz. Âişe (radıyallâhu
anhâ)'nin hamurundan yiyecek kadar içerilere girme serbestisine sâhip oldukları
anlaşılmaktadır.
Ümmü
Seleme'den gelen bir rivâyetten Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in bu
evcillerle yakından ilgilendiğini anlıyoruz: Bunlardan biri gıyâbında, öldüğü
vakit, onu göremez olunca "Ne oldu?" diye sormuştur.
Hz.
Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) cennet hayvanlarından olduğunu belirttiği
keçiyi bereket olarak adlandırmıştır. Bir kimseye: "Evinizde kaç tane
bereket var?" diye sorar ve bununla keçiyi kasteder. Diğer bâzı
rivâyetlerde koyuna da bereket dediğine şahit olmaktayız: "Sâhibi için koyun
berekettir, deve de izzettir. Ata gelince, hayır onun alnına
bağlanmıştır." Ümmü Hâni'ye, "Koyun besleyin, zira onda bereket
vardır" demiştir.
Hz.
Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in evindeki hayvanlardan biri de "evin
bir unsuru (min metâ'i'lbeyt) ve hattâ âilenin bir ferdi (min ehli'lbeyt)
olarak vasıflandırdığı kedidir. Abdest almak için hazırlandığı sırada, kedinin
abdest suyundan içmekte olduğunu görünce, o içinceye kadar bekler, bilâhare
abdestini alır. Orada bulunanlardan biri: "Yâ Resûlullah, su necis olmadı
mı?" diye sorunca: "Hayır, kedi âile efrâdından biridir, hiçbir şeyi
kirletmez" cevâbını verir.
Hz.
Âişe'den gelen bir başka rivâyete bakınca Resûlullah'ın evinde sadece keçi,
koyun ve kedi gibi ehlî hayvanlar değil, ehlî olmayan hayvan da mevcuttur.
Şöyle der: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in evinde (âl) bir
vahşi vardı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) evden çıkınca oynuyor,
ilerigeri gidip geliyor, hareketleniyordu. Resûlullah'ın girdiğini hissedince
de yere çöküp, o evde kaldığı müddetçe onu rahatsız etmemek için
gezinmiyordu."
Yalnızlıktan
şikâyet edenlere bir çift güvercin edinmelerini tavsiye edecek kadar insan
hayatında hayvana ehemmiyet veren sünnetin telkîn ve te'sirleriyle "kedi,
güvercin ve horozdan hâlî olan hânenin mâmur olmayacağı" "beyaz
horozun evkât-ı salavâtı ve gayret ve şecâat ve sehâvet ve kesret-i cimâı tâlîm
gibi beş hasleti bulunduğu" şeklinde hayvanlarla ilgili muhtelif inançlar
ahlâk kitaplarımıza girmiştir.
Sünnette
hayvanla ilgili olarak yer alan rivâyetler bunlardan ibâret değildir. Hadis
kitaplarımızda pek çok rivayet mevcuttur. Biz burada bu kadarıyla yetiniyoruz.[52]
İslâm
dini, gerek Kur'ân ve gerekse hadiste gelen nasslarla kara ve deniz avcılığını
meşru ve helâl kılmıştır. Bu mevzuun teferruâtını açıklayan hadisler çoktur ve
bütün hadis kitaplarında Kitâbu's-Sayd adıyla müstakil bir bölüm teşkil
ederler. Şüphesiz, burada meselenin tefurruâtına girecek değiliz. Ancak bir
husus, üzerinde durduğumuz mevzuyu ilgilendirmektedir. Şöyle ki: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtü vesselâm) avcılık esasta helâl olmakla beraber, sırf eğlence ve
zevk için yapılanları hoş görmemiştir. Şöyle buyurur:
"Kim
av peşine düşerse gâfil olur."
İslâm
âlimleri, bu hadisi açıklarken, farklı ifâdeler kullansalar da, eğlence
maksadıyla yapılan avcılığın kerâhetinde ittifak ederler. Meselâ, Sindî, avcıda
av sevgisinin kalbte galebe çalarak, başka hususlarda avcıyı gaflete atacağını
söyler. Aliyyü'l-Kârî, avcının tâat , ibadet, cemaat ve cumaya iştirakten
gaflet edeceğini belirttikten sonra, kalbin ulvî hisleri kaybederek
katılaşacağına dikkat çeker: "Avcı hayvanları öldürmede vahşi ve yartıcı
hayvanlara benzediği için, zamanla şefkat ve merhamet duygularından
uzaklaşır" der.
Bâzı
âlimlerimiz bu kerâhetin, ihtiyaç değil de eğlence için yapılan avcılığa râci
olduğunu daha sarîh şekilde ifâde ederler: "Kim zevk ve eğlence için
avcılığı âdet haline getirirse, gâfil olur. Zîra zevk ve eğlence ölmüş kalpten
hâsıl olur. Fakat kim de gıdasını temin için avlanırsa, bu câizdir, zîra Ashâb'tan
bir kısmı avlanmıştır."
Ağaç
ve hayvan yönüyle tabiî dengenin bozulup, çevrenin her iki yönden de tahrîb
edilmesinde büyük rol oynamış bulunan avcılığın yurdumuzda disipline
edilmesinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm)'in bu çeşit tavsiyelerinden
istifâde yoluna gidilmelidir.[53]
Çocukların
normal bir gelişim göstererek dengeli bir şahsiyete kavuşmasında, içtimâi
hayatın bütün unsurları ile tam bir münâsebet içerisinde yetişmelerinin
gerektiğini daha önceki bahislerimizde belirtmeye çalışmıştık. Çocuğun normal
gelişiminde ehemmiyet taşıyan bir diğer münâsebet halkası da hayvanlarla
olanıdır. Zîra onlarsız beşeri hayat mümkün değildir. Hayvanlar onları belli
bir ölçüde eğlendirip meşgûl etmekten başka, hayatları boyunca işlerine
yarıyacak olan sevgi, şefkat gibi bir kısım rûhî erdemlerini kazanma ve
geliştirmelerinde de onlara yardımcı olmaktadırlar. Hayvanlara iyi muâmele
yapmaya, onları sevmeye alıştırılan çocuklar, bu hislerinin gelişmesinde ilk
temrinlerini onlarla yapmış olmaktadırlar. Nitekim hayvanlara kötü muamele
yapan çocukların bu davranıştan şiddetle yasaklandıkları rivâyetler de
gelmiştir.
Çocukların
hayatlarında hayvana yer verilmesi, onların hayvanla temâs imkânlarının
sağlanması gerektiğine işâret eden bir kısım rivâyetler de gelmiştir. Her
şeyden önce bizzat Hz. Peygamber'in çocukluğunda, Medîne'de Benû Adiyy
İbnu'n-Neccâr kabîlesinde, dayılarının yanındaki ikâmeti sırasında, diğer
çocuklarla birlikte kuş uçurttuğu bildirilmektedir.
Enes'ten
gelen bir rivâyetten, Enes'in küçük kardeşinin bir kuşu olduğunu, Resûlullah
(aleyhissalâtü vesselâm)'ın, mezkûr kuş öldüğü için üzgün bulduğu çocuğu
teselli etmek maksadıyla husûsi bir alâka gösterdiğini ve bu meyânda:
"Kuşun ne oldu?" diye sorduğunu öğreniyoruz. Bir başka rivâyet ise,
Hz. Peygamber'in torunları Hasan (veya Hüseyin)'in bir köpek yavrusuna sâhip
olduğunu, bunun bir gün Hz. Peygamber'in odasına, karyolanın altına kadar
girmiş bulunduğunu ve hattâ orada öldüğünü haber vermektedir.
Âlimler
yukarıda verdiğimiz Enes rivâyetine dayanarak çocukların kuşla oynamalarını,
kuşun bâzı şartlara riâyet kaydıyla[54]
kafese konmalarını, çocuklara oynamaları için velîlerinin bunlardan te'min
etmelerini tecviz etmişlerdir. Kezâ, yavru ve yumurta elde etmek, yalnızlıkta
ünsiyet te'min etmek, mektup taşıtmak vs. gibi başka meşrû maksatlarla da
güvercin beslemenin câiz olduğu belirtilmiştir.[55]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/256-257.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/258.
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/258-260.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/260.
[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/260.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/260-261.
[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/261.
[8] Hadisin arapça metninde merhâmet kelimesi yoktur, her ikisi de rahmet etmek mânasına يَر حم diye geçer.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/261-262.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/262.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/263-265.
[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/265.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/265-267.
[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/267.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/267.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/268.
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/269.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/269-270.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/270.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/270.
[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/271.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/271.
[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/272.
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/272-273.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/273.
[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/273.
[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/274.
[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/274-275.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/275-276.
[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/276-277.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/277.
[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/277-279.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/280.
[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/280.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/280-281.
[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/281.
[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/281.
[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/281-282.
[39] Kelb-i akûr: Bazılarınca mâruf köpektir, cumhura göre yırtıcıların hepsidir (Tecrîd 6/211).
[40] Buhâri dışında bâzı rivâyetlerde yılanda zikredilmişse de evlerde bulunan ve cenân denilen ince uzun yılanlar hâriç tutulmuştur.
[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/282-283.
[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/283.
[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/283-284.
[44] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/284.
[45] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/284-285
[46] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/285.
[47] Üsdü'l-Gâbe'de muhtasar
anlatılan bu vak'a kitabımızın 1247 numaralı hadisinde daha terferruatlı gelir
ve Ashab'ın ihramlı olduğu belirtilir.
[48] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/285-287.
[49] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/288.
[50] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/288.
[51] Sünen-i Nesâî'de "Kitabü'l-Hayl (At)" adıyla müstakil bir bölüm mevcuttur.
[52] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/288-289.
[53] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/290.
[54] Bu şartlar şunlardır. Hayvana eza vermemek, acıktırmamak, susuz bırakmamak; birbiriyle kavga yapan bir başka kuşla birlikte koymamak, aksi davranmak bi'l-icma haramdır.
[55] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/290-291.