ـ1ـ عن أبى
هريرة رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال رسول
اللّه #:
السَّخِىُّ
قَرِيبٌ مِنَ
اللّهِ،
قَرِيبٌ مِنَ
النَّاسِ،
قَرِيبٌ مِنَ
الجَنَّةِ
بَعِيدٌ منَ
النَّارِ؛
وَالبَخِيلُ
بَعِيدٌ مِنَ
اللّهِ، بَعِيدٌ
مِنَ
النَّاسِ،
بَعِيدٌ مِنَ
الجَنَّةِ،
قَرِيبٌ مِنَ
النَّارِ؛
وَلَجَاهِلٌ سَخِىٌّ
أحَبُّ إلى
اللّهِ
تَعالى مِنْ
عَابِدٍ
بَخِيلٍ[.
أخرجه
الترمذي .
1. (2174)- Hz. Ebû Hüreyre
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Sehâvet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır,
cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan
uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah,
cimri ibadet düşkününden daha çok sever."[1]
AÇIKLAMA:
1- Sehâvet, Aynî'nin açıklamasına göre, "Uygun olanı
uygun olana vermek, kendi kazancından, herhangi bir karşılık almadan
harcamaktır. Bu, güzel ahlaklardan biridir, hatta en başta gelenlerden biridir.
Buhl (cimrilik) bunun zıddıdır."
Sehâvet dilimizde cömertlik olarak ifade edilir. Sahî de cömert
demektir.
2- Sahî'nin yani cömert kişinin Allah'a yakın olmasından maksad
mesafe yönüyle yakınlık değildir. Allah'ın rahmetine ve sevabına yakınlıktır.
Zîra Allah'a mekan ve cihet nisbet etmek caiz değildir. İnsanlara yakın olması
da onların muhabbeti, sevgi ve hürmet gibi manevi yakınlıklarını ifade eder,
burada da mekan yakınlığı maksud değildir. Cennete yakınlık'tan murad mesafe
yakınlığı olabilir, bu caizdir. Çünkü, malından Allah rızası için bol bol layık
olan yerlerde sarfetmekle cennete götüren yola sülûk etmiş olmaktadır. Hadisler
cennet ve cehennemin etrafını mekruhât ve şehevât perdelerinin sardığını
belirtir. Kişi ameliyle birinden uzaklaşırken, diğerine yaklaşmaktadır.
Kişinin cennete yaklaşması, cennetle kendi arasındaki perdeleri
kaldırması demektir. Ulema, hayırlı amellerin ve hususan Allah rızası için
yapılan harcamaların bu perdeleri refedip kaldırdığını beyan etmiştir.
Gazâlî der ki: "Cimrilik, dünyaya
bağlanmanın meyvesidir; cömertlik ise zühd'ün yani dünyaya kıymet vermemenin
meyvesidir. Meyveye yapılan övgü, muhakkak ki meyveyi veren ağaca yapılmış
olur. Cömertlik, gerçek tevhid ve hakikî tevekküle ermenin sonucudur. Yani
Allah'ın yaptığı vaade ve rızık hususunda verdiği garantiye samimi olarak
inanmaktan neş'et eder. Bunlar ise, hadiste işaret edilen tevhid ağacının
meyveleridir. Cimrilik ise şirkten neş'et eder. Bu da sebeplere bağlanıp
kalmaktan ve Allah'ın vaadi hususunda düşülen şekk'ten neş'et eder."
3- Tîbî, sahî ve bahîl kelimelerinin harf-i
tarifli yani ma'rife olarak gelmesini ahd-i zihnî olarak yorumlar ve:
"Burada kastedilen sahî ve bahl'den murad, şeriatça sahî ve bahil
addedilen kimsedir (örfçe, insanlarca sahî ve bahil addedilen değil)" der.
Bu mütalaayı yaptıktan sonra şu neticeyi beyan eder: "Öyleyse, zekâtını
veren Allah'ın emrine uymuş, O'nu tazim etmiş ve mahlûkâtına olan şefkatini
ortaya koyup, malından vererek yardım elini uzatmış olmaktadır. Bu kimse
Allah'a da yakındır, insanlara da yakındır. Makamı da cennetten başka bir yer
olamaz. Böyle yapmayanın durumu da bunun aksidir. İşte bu sebeple, hadiste
söylendiği üzere, cahil olan cömerti Allah, âbid olan cimri'den daha çok sever.[2]
ـ2ـ وعنه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال رسول
اللّه #: قالَ
اللّهُ عَزَّ
وَجَلَّ:
أنْفِقْ أُنْفِقْ
عَلَيْكَ،
وقالَ: يَدُ
اللّهِ مَ‘ى َ تُنِيضُهَا
نَفَقَةٌ
سَحَّاءُ
اللَّيْلَ وَالنَّهارَ.
أرَأيْتُمْ
مَا أنْفَقَ
مُنْذُ
خَلَقَ
السَّمَواتِ
وا‘رْضَ
فإنَّهُ لَمْ يُغِضْ
مَا في يَدِهِ
وَكَانَ
عَرْشُهُ عَلى
المَاءِ.
وَبِيَدِهِ
المِيزَانُ
يَخْفِضُ
وَيَرْفَعُ[.
أخرجه
الشيخان
والترمذي.»َ
يُغِضُهَا«
أى
ينقصها.وقوله
»سَحَّاء« أى ينقطع
عطاؤها
كَسَحِّ
المَطر .
2. (2175)- Yine Ebû Hüreyre
hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir hadis-i kudsîde, Allah Teala hazretlerinin şöyle söylediğini
haber verdi: "Sen infak et, ben de sana infak edeyim." Efendimiz
devamla dedi ki: "Allah'ın eli (yedullah) doludur. Gece ve gündüz (boyu
yapılan) arkası kesilmez infaklar onu azaltmaz. Arz ve semâvâtın yaratılaşından
beri Allah'ın infak ettiklerini düşünün! Bunlar, O'nun elindekinden hiçbir şey
eksiltmemiştir. O'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Elinde mîzan da var, alçaltır,
yükseltir."[3]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisin baş kısmı hadis-i kudsîdir, yani mânası
Allah'tan, lafzı Hz. Peygamber'dendir. Bu çeşit hadisler "Rabbim buyuruyor
ki" diyerek Resûlullah'ın Allah'tan rivayeti şeklinde başlar. Her ne kadar
bütün hadisler "O nefsinden konuşmaz, O'nun konuştuğu vahiyden başka bir
şey değildir" (Necm 3-4) ayetiyle ilâhî garantiye mazhar ise de, bazıları
nebevî içtihad olabilmektedir. Şu halde içtihad ihtimalinden uzak olmak kudsi
hadisin imtiyazlarından biridir.
2- Hadiste geçen, "Allah'ın eli" diye çevirdiğimiz yedullah tabiri bazı tariklerde
yeminullah yani Allah'ın sağ eli diye gelmiştir. Ulema bunu nimet, hazineler
diye anlamıştır. Öyle ise Allah'ın eli, Allah'ın hazineleri demektir. Hazine
diye ifade edilen her çeşit malmülkteki tasarruf sağ elle yapılması sebebiyle,
Cenâb-ı Hakk'ın zenginliğini (hazinelerini) ifade için yemînullah (Allah'ın sağ
eli) tabiri kullanılmıştır. Dolu olmak'la Allah'ın nihayetsiz olan zenginliği
ifade edilir, zîra O'nun nezdinde insan ilminin ihâtâdan aciz kalacağı
zenginlikte rızık vardır.
3- Hadiste birdenbire "O'nun arşı suyun üzerindeydi"
cümlesinin yer almasını, bazı şârihler, Allah'ın zenginliğinin derecesinin
ifade zımnında, Resulullah tarafından Arz ve semâvâtın yaratılışından beri
Allah'ın infak ettikleri zikredilince, zihne kendiliğinden gelecek,
"Bundan önce ne vardı?" sorusuna cevap olarak açıklarlar. Çünkü, yine
Buhârî'de kaydedilen bir hadis arz ve sema'nın yaratılmasından önce Arş'ın su
üstünde olduğunu belirtir:
"Allah vardı, O'ndan önce hiçbir şey yoktu. Arş'ı da su üstünde
idi. Sonra semâvât ve arzı yarattı." İlk yaratılanın Arş olduğu
anlaşılmıştır.
4- "Elinde mîzan vardı" cümlesi rivayetlerde
"Diğer elinde mîzan vardı" şeklinde gelmiştir. Müteakip cümle:
"Mîzanı kâh alçaltır kâh yükseltir" demektir.
Hattâbî der ki: "Mîzan bir temsildir. Ondan maksad mahlûkât
arasında yapılan taksimattır. Nitekim "alçaltır, yükseltir" ibaresi
buna işaret eder." Müslim'de gelen bir başka hadis burada kastedileni
anlamamızda yardımcıdır: "Mîzan (terazi), Rahmân'ın elindedir. Bazı
kavimleri yükseltir, bazı kavimleri de alçaltır."
Şu halde alçalan ve yükselen'in, Allah'ın iradesi altında olmak
kaydıyla milletler olduğu anlaşılmaktadır. Mamafih, hadis başkaca anlamlara
imkan tanıyacak vecizliktedir.
5- Hadis, Resûlullah'ın ilâhî hakikatleri, insanların
anlayacağı bir üsluba dökerek ifade ettiğinin güzel bir örneğini teşkil eder.
Bildiğimiz ve gördüğümüz mefhum ve eşyalara benzetme sûretiyle görülmeyen hakikatler,
temsiller şekli altında ifadeye dökülmektedir. Bu, hadislerde sıkça görülen bir
metoddur.[4]
ـ3ـ وعن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قالَ: ]كانَ رسولُ
اللّهِ # َ
يَدَّخِرُ
شَيْئاً
لَغَدٍ[. أخرجه
الترمذي .
3. (2176)- Hz. Enes
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yarın
için hiçbir şey biriktirmezdi."[5]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mümtaz vasıflarından biri,
yarın endişesi taşımaması idi. Bu sebeple kendisine ganimetlerden ayrılan
payları ertesi güne bırakmadan dağıtırdı. Şarihler, Efendimiz'in bu hasletini,
O'nun Cenâb-ı Hakk'ın "rezzâk" vasfına olan güveninin tamlığı ile
îzah ederler.
Şunu da belirtelim ki, bazı rivayetler ailesi için bir yıllık
nafaka ayırdığını haber verir. Şârihler bu iki rivayet arasında tearuz
olmadığını belirtirler. Çünkü, Efendimiz, haznedâr ve taksim edici
durumundaydı. Eline ganimet vs.'den herhangi bir mal ulaşınca derhal hak
sahiplerine dağıtırdı. Bu esnada, başkalarına olduğu şekilde ailesine de
haklarını verir idi, zîra fey'de onların da hakları vardı. İbnu Dakîkul-Îd der
ki: "Yarın için hiçbir şey biriktirmezdi..." hadisi: "Kendi
nefsi için biriktirmezdi.." şeklinde te'vil edilmelidir , "Ehli için
bir yıllık yiyeceklerini ayırırdı" hadisi de her ne kadar onlarda iştiraki
olsa da başkası için yapılan biriktirmeye hamledilmelidir." Münâvî şu açıklamada
bulunur: "Ailesinin de, diğerleri gibi Allah'ın fey olarak verdiğinde
hakları vardı. Onların nefisleri, haklarını yanlarında bulundurmadıkça mutmain
olmuyordu. Resûlullah da onları, takatları haricinde bir şeye
zorlamıyordu."
Yine Münâvî, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı yiyecek
biriktirmekten alıkoyan mahzuru "dağarcıkta olana güvenip Cenâb-ı Hakk'ın
feyzinden talepten geri kalmak" olarak açıklar.[6]
ـ4ـ وعن
جبير بن
مُطْعِمٍ
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قالَ:
]بَيْنَمَا
رسولُ اللّهِ
# يَسِيرُ قَافًِ
مِنْ
حُنَيْنِ
فَعَلِقَ
بِهِ ا‘عْرَابُ
يَسْألُونَهُ؟
حَتَّى
اضْطَرُّوهُ
إلى سَمُرَةٍ
فَخَطَفَتْ
رِدَاءَهُ فَوَقَفَ.
فقَالَ
أعْطُونِى
رِدَائِى:
فَلَوْ كَانَ
لى عَدَدُ
هَذِهِ
العِضَاهِ
نَعَماً لَقَسَمْتُهُ
بَيْنَكُمْ،
ثُمَّ َ
تَجِدُونِى
بَخِيً وََ
كَذَّاباً
وََ
جَبَاناً[. أخرجه
البخارى .
4. (2177)- Cübeyr İbnu
Mut'im (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn dönüşü yol alırken bedevîler
ısrarla (ganimetin taksimini) taleb ediyorlardı. Öyle ki bir ara, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı bir semure ağacına doğru sıkıştırdılar ve ridasını
kaptılar. Bunun üzerine durup şunu söyledi: "Ridâmı verin, şu taşlar
sayısınca koyun olsa, ben yine de onu aranızda taksim ederdim. Ve sonra
görürdünüz ki, ben ne cimriyim, ne yalancıyım, ne de korkağım."[7]
AÇIKLAMA:
1- Hâdise, rivayetten de anlaşılacağı üzere Huneyn sırasında
cereyan etmiştir. Müslümanlar, Huneyn'de Havazinlilerle savaşmış, neticede
Cenâb-ı Hakk'ın lütfu ile zafer kazanılmış, bol miktarda ganimet elde edilmiş
idi. Çoksayıda esir (altı bin) ve sayısız deve ve koyun sürüleri ele
geçirilmişti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu ganimeti dağıtmakta acele
etmek istemiyor, savaşılan yerden uzaklaşmak üzere durmadan yürüyüş emri
veriyordu.
Öncelikle bedeviler olmak üzere, savaşa katılan bazı gruplar
ganimet dağıtımının gecikmesinden memnun değillerdi. Havazinlilerin mağlup
lîderi Mâlik İbnu Avf'a, Resûlullah'ın, müslüman olduğu takdirde ailesini ve
malını geri vereceğine dair saldığı haber üzerine Mâlik gelmiş, ona, kendi
ailesi ve malından başka fazladan yüz deve verilmişti.
Bilahare, mal ve adamlarının iadesi için gelen heyete Hz.
Peygamber, geciktiklerini söyleyecek ve kendilerini daha önce beklediğini, bu
yüzden taksim işini de te'hir ettiğini anlatacaktır.
Şu halde, bedevîler, Resûlullah'ın bu niyetini sezmiş olacaklar
ki, ganimetin bir an önce taksimi için müracaatlarını sıklaştırıp, tazyiklerini
artırmış olmalıdırlar.
Sadedinde olduğumuz rivayet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i taksim yapmak üzere karar verip mola emrini vermeye sevkeden son
sahneyi tasvir etmektedir. İbnu Hacer'in kaydettiği bir başka veche göre,
bedevîlerin tazyiki ile Hz. Peygamber'in devesi yoldan çıkar, bir semure
ağacına sıkışır, bu fırsatta ridasını kaparlar. Rivayetin devamında Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın orada indiği ve müslümanların da indiği vs.
belirtilir.
2- Hadisten Elde Edilen Fâideler:
* Hadis, cimrilik, yalan ve korkaklığı zemmetmektedir.
* Müslümanların imamında bu vasıflardan hiçbiri olmamalıdır.
* Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam bedevîlerin kabalık ve
anlayışsızlıklarına karşı sabır ve tahammül göstermiş, onları anlayışla
karşılamıştır.
* Kişinin, yeri gelince nefsindeki güzel hasletleri söylemesi
câizdir. Kendisini korkak zannneden cahillere böyle olmadığını söylemek gibi.
Bu mezmum olan fahr (övünme) değildir.
* Hak taleb eden kimse, vaade razı olmalıdır, yeter ki vaad
eden kimse sözünü yerine getirecek durumda olsun.
* İmam muhayyerdir, ganimeti dilerse savaş biter bitmez dağıtır,
dilerse daha sonra dağıtır.[8]
ـ5ـ وعن
عقبة بن
الحارث
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]صَلَّى
بِنَا رسول
اللّهِ #
الْعَصْرَ فَأسْرَعَ
وَأقْبَلَ
يَشُقُّ
النَّاسَ
حَتَّى
دَخَلَ
بَيْتَهُ، فَعَجِبَ
النَّاسُ
مِنْ
سُرْعَتِهِ.
ثُمَّ لَمْ
يَكُنْ
بِأوْشَكَ
مِنْ أنْ
خَرَجَ. فقَالَ:
إنِّى
ذَكَرْتُ
شَيْئاً مِنْ
تِبْرٍ كَانَ
عِنْدِى
فَخَشِيتُ
أنْ
يَحْبِسَنِى
فَقَسَّمْتُهُ[.
أخرجه
البخارى
والنسائى.»التِّبْرُ«
الذهب الذي لم
يضرب دنانير .
5. (2178)- Ukbe
İbnu'l-Hâris (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bize ikindi namazı kıldırmış idi. (Selam verince) acele ile cemaati
yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete düşmüştü. Ancak geri
dönmesi gecikmedi. Gelince, (halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber
şu açıklamayı yaptı): "Yanımda kalan birkısım altın vardı (namazda) onu
hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım."[9]
AÇIKLAMA:
1- Parantez içerisine koyduğumuz açıklayıcı ziyadeler, rivâyetin
Buhârî'de ki bir başka vechinden alınmadır.
2- Hz. Peygamber'in hâne-i saadetleri mescidin geri
tarafındaki avlunun kenarlarında olduğu için gidip gelmesi çabuk olmuştur.
Üstelik, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) namazda hatırlamış olduğu
dağıtılmamış altından bir an önce halas bulmak için, çok sür'atli ve telaşlı
hareket etmiş, bu hal "ne oldu?" diye cemaatin merak ve endişesini
takrik etmiştir. Resûlullah halkın merakını yüzlerinden okuduğu için hem bu
meselede ders vermek ve hem de endişelerini gidermek için, daha onlar sormadan
açıklama yapmıştır.
3- Hadis namazda, namazla ilgisi olmayan dünyevî ve uhrevî
şeyler tefekkür etmenin namazın sıhhatine mâni olmadığını göstermektedir.
Ulema, "Dînî şeyler düşünmenin mahzuru, dünyevî şeyler düşünmekten daha
hafiftir" demiştir. Esasen namazda zihnin, dünyevi şeylerle meşgul
olmaması temenni edilen en güzel durumdur. Ancak bunu gerçekleştirmek zordur.
Bu sebeple dinimiz, zihnî meşguliyetlerin, erkâna giren bir şeyin terkine sebep
olmadıkça namazın sıhhatini bozmayacağını bildirmiştir.
4- Ulemâ, bu hadisten, ayrıca selamdan sonra dua için
beklemenin vacib olmadığı hükmünü çıkarmıştır. Keza: "İhtiyaç halinde
cemaati yarıp çıkmak mübahtır, namazın içinde mübah bir işe azmetmek
câizdir" denmiştir.
5- Hadisin sonunda Resûlullâh'ın "Beni alıkoyacağından
korktum] ibaresi, "Evde duran paranın, zihnimi kendisiyle meşgul ederek,
Allah'a teveccüh edip O'na yönelmekten beni alıkoymasından korktum"
demektir.
6- Bazı rivâyetlerde “Taksimini emrettim” yerine “Taksim ettim”
demiştir.[10]
ـ6ـ وعن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]لَمَّا قَدِمَ
المُهَاجِرُونَ
المَدِينَةَ
لَمْ يَكُنْ
بَأيْدِيهِمْ
شَىْءٌ،
وَكَانَتِ ا‘نْصَارُ
أهْلُ
ا‘رَاضِى
وَالْعِقَارِ
فَقَاسَمُوهُمْ
عَلى
أنْصَافِ
ثِمَارِ
أمْوَالِهِمْ
كُلَّ عَامٍ
وَيَكْفُونَهُمُ
الْعَمَلَ
وَالمُؤْنَةَ.
وَكَانَتْ
أمُّ أنَسٍ
أعْطَتْ
رسولَ اللّه #
عِذَاقاً
كَانَتْ لَهَا،
فَلَمَّا
فَرَغَ
النبىُّ #
مِنْ قِتَالِ
أهْلِ
خَيْبَرَ
رَدَّ
المُهَاجِرُونَ
إل ا‘نْصَارِ
مَنَائِحَهُمْ
وَرَدَّ
رسولُ اللّهِ
# إلى أُمِّ
أنَسٍ
عِذَاقَهَا[.
أخرجه الشيخان.»الْعِذَاقُ«
جمع عَذْقٍ
بفتح العين
وهو النخلة
بما عليها من
الحمل.»المَنِيحةُ«
هنا: العطية .
6. (2179)- Hz. Enes
(radıyallâhu anh) anlatıyor: "Muhâcirler Medîne'ye geldikleri vakit
ellerinde hiçbir şey yoktu. Ensar ise arazi ve akar sahibi kimselerdi. Her yıl
mallarını, ürünlerinin yarısını onlara vermek, bunlar da çalışma ve bakım
işlerini üzerlerine almak şartıyla anlaştılar. Enes'in annesi kendine ait olan
bir hurmalığı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a verdi. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Hayberlilerle savaşıp orayı fethettikten sonra
muhâcirler, bağlarını ensar'a iade ettiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
da zikri geçen hurmalığı Enes'in annesine iâde etti."[11]
AÇIKLAMA:
1- Muhacirler mal ve mülklerini bırakarak, kuru canlarıyla
Medîne'ye geliyorlardı. Resûlullah (alehissalâtu vesselâm) onların geçim
meseleleriyle yakından ilgilenmiştir. Bu maksadla ensarla aralarında
kardeşleşme yaparak herbirini ensardan birinin varis olma hümüyle de
kuvvetlendirilmişti.
Muhâcir ve ensarî kardeşlerin ortaklığı farklı şekillerde tezahür
etmiştir. Mesela Hz. Ömer, (radıyallâhu anh) ensarî kardeşiyle aynı tarlada
münavebe ile birgün biri, bir gün diğeri çalıştıklarını anlatır. Sadedinde
olduğumuz hadis, ensarîlerden bir kısmının, bağbahçenin ürününden yarısını
almak kaydıyla muhâcire işletme hakkını verdiklerini ifade ediyor. Buhârî'nin
bir rivayeti, Ensarîlerin, mallarının bir kısmını, muhâcirlere tamamen
bağışlamayı teklif ettiklerini, ancak Resûlullah'ın malın aslını temlik
mânasına gelen böylesi bir bağışı kabul etmediğini ifade eder. Şu halde,
sadedinde olduğumuz hadiste, akarın aslına değil, işletmesine, bir başka ifade
ile ondan elde edilecek ürüne ortaklığı esas alan bağış çeşidinin mevzubahis
edildiğini görmekteyiz.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) fetihlerle birlikte Medîne ve
yakın civarında araziler elde edilmeye başlandıkça, muhâcirlere verilen
akarlar, eski sahiplerine iade edilmiştir. Benî'n Nadîr, Benî Kureyza ve Hayber
yahudîlerinden alınan arazilerden sonra muhacirlerin ellerinde ensâr'ın menîha[12] olarak verdiği arazi
kalmamıştır.
Hadisten, Hz. Enes'in muhterem valideleri Ümmü Süleym hâtunun
(radıyallâhu anhâ), Resûlullah'a tıpkı Enes'i hizmet için bağışladığı gibi,
hurmalık da bağışladığını öğrenmekteyiz. Resûllullah, bu hurmalığı, azadlısı
Ümmü Eymen'e vermiştir. Müslim'in bir rivayeti, bu hurmalığı Hz. Peygamber'in
Ümmü Süleym'e iade ettiği zaman Ümmü Eymen'in vermek istemediğini, onu râzı
edebilmek için Resûlullah'ın Ümmü Eymen (radıyallâhu anhâ)'e başka hurmalık
gösterdiğinin, fakat öbürünün direndiğini, Resûlullah'ın miktarı artıra artıra
on misline kadar çıkardığını,Ümmü Eymen'in, bundan sonra razı olduğunu
belirtir. Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisinin
terbiyesinde emeği geçen bir kimsenin gönlünü kırmamak için ne kadar titiz,
mütehammil ve keremkâr olduğunu gösterir.
Ümmü Eymen (radıyallâhu anhâ)'in itirazı, herhalde, menîha'yı
temlik zannetmiş olmasından ileri gelmiştir.[13]
[1] Tirmizî, Birr: 40, (1962); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları :8/5.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/5-6.
[3] Buhârî, Tevhîd: 22, 35, Tefsir, Hûd: 2,
Nafakât: 1; Müslim, Zekât: 37, (993); Tirmizî, Tefsîr: (3048); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/6.
[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/7-8.
[5] Tirmizî, Zühd: 38, (2363); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/8.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/8.
[7] Buhârî, Cihâd: 24, Humus: 19; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/8-9.
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/9-10.
[9] Buhârî, Ezân: 155, Amel fi's-Salât: 18,
Zekât: 20, İsti'zân: 36; Nesâî, 104 (3, 84); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları :8/10.
[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/10-11.
[11] Buhârî, Hibe: 35; Müslim, Cihâd: 70, (1771); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/11.
[12] Meniha: Koyun, keçi, sığır, deve, at gibi
hayvanların süt, yün taşıma gibi menfaatlerinin, herhangi bir karşılık almadan
bağışlanması. Kişi hayvan besler, menfaatlerinden faydalanır, karşılık ödemez.
Bağ-bahçenin meniha olması demek, aslî mülkiyeti sahibinde mahfuz kalmak
şartıyla, ürünlerinden istifade etmek üzere bağışlanması demektir. Mal
sâhibinin menîha'da herhangi bir ücret taleb etmesi mevzubahis değildir.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/12.