1- Doğum İtibariyle Haram Olan Herşeyin Süt İ'tibariyle de Haram Olması
Babı
2- Hürmet-i Radağın Erkeğin Menisinden İleri Gelmesi
Babı
3- Süt Kardeş Kızının Haram Kılınması Babı
4- Üvey Kız İle Baldızın Haram Kılınması Babı
5- Bir ve İki Defa Emme Hakkında Bir Bab
6- Tahrimin Beş Defa Emmekle Sübüt Bulması Babı
7- Büyük İnsanın Süt Emmesi Babı
8- Süt Hükmü Ancak Açlıktan Dolayı Sabit Olur» Hadisi Babı
9- Esir Kadınla İstibradan Sonra Cima'ın Caiz Oluşu Kocası Varsa
Nikahının Esaretle Bozulması Babı
10- Çocuğun Firaş Sahibine Âid Oluşu ve Şüphelerden Korunma Babı
11- Kaifin Çocuğu İlhak Etmesi ile Amel Babı
14- Kadının Nevbetini Ortağına Bağışlamasının Cevazı Babı
15- Dindar Kadınla Evlenmenin Müstehab Oluşu Babı
16- Bakire İle Evlenmenin Müstehab Oluşu Babı
17- «Dünya Meta'ının En Hayırlısı
Salih Kadındır» Hadisi Babı
18- Kadınlar Hakkında Vasiyyet Babı
19- Eğer Havva' Olmasa İdi Hiç Bir Kadın Ebediyyen Kocasına Hıyanet
Etmezdi»Hadisi Babı
Radâ':
Lügatte mutlak surette meme emmektir. Bu kelime : Ridâ', radâa, ve ridâa
şekillerinde de okunmuştur. Beşinci bir lügat olmak üzere *rad'» okuyanlar da
olmuştur. Yalnız Esmaî «ridâa» şeklinde okunmasını kabul etmemiştir. Bu
kıraatların içinde asıl olan «radâ'sdır.
Şerîatte radâ: Memede
olan bir çocuğun vakti mahsusta bir kadından süt emmesidir. Emmekten murâd :
Sütün ağız veya burundan mi'-deye inmesidir. Kulağa veya yaraya akıtılan yahud
şırınga suretiyle verilen sütün hükmü yoktur.
1- (1444) Bize Yahya b. ¥ahyâ rivayet etti. (Dedi ki) :
Abdullah b. Ebî
Bekriden dinlediğim, onun da Amra'dan naklettiği, ona da Âişe'den haber verdiği
şu hadîsi okudum :
Resûlüîlah (Salkıilahü
Aleyhi ve Se!'em)Âişe'nhı yatımda bulunuyormuş. Âişe, Hafsa'mn evîne girmek
için izin isteyen bîr adamın sesini işitmiş, Âişe demiş ki: Bunun üzerine ben :
Yâ Resûlallah! Bu, senin evine girmek İçin izin isteyen bîr adam... dedim.
Resûlülîah (Sallıallahü Aleyhi ve Sellem) Hafsa'mn süt amcasını kasdederek :
«Zannederim filân
olacak!» dedi
Müteakiben Âişe, kendi
süt amcasını kasdederek:
— Yâ Resülâllaîî!
Filân sağ olsa benim yanıma girebilir mi idi? diye sormuş. Kesûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) :
«Evet, çünkü süî,
doğumun horam kılchği her şeyi haram kılar.» buyurmuşlar.
2- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Eüreyb de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme rivayet
etti. H.
Bana Ebû Ma'mer İsmail
b. İbrahim El-Hiizelî dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Aliy b. Hâşim b.
El-Berîd rivayet eyledi. Bunlar hep birden, Hişâm b. Urve'den, o da Abdullah b.
Ebî Bekr'den, o da Amra'dan, o da Âişe'den naklen rivayette bulunmuşlardır,
Âişe şöyle demiş : Resûlüîlah (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem} bana :
«Doğumdan haram olan
her şey sütten de haram olur.»
buyurdular.
(...) Bu
hadîsi bana îshâk b. Mansûr da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdûrrazzâk haber
verdi. (Dedi ki) : Bize İbnİ Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bana Abdullah b.
EM Bekr bu isnâdla Hişâm b. Urve hadîsi gibi rivayette buhmdu. '
Bu. hadîsi Buharî
«Şehâdât», «Hums» ve «Nikâh» bahislerinde; Nesâî «Nîkâh»da muhtelif râviîerden
tahrîc etmişlerdir.
Babımız hadîsi ile
ondan sonra gelecek Hz. Âişe kıssası süt emmekle hürmet sabit olduğunu isbât etmektedirler.
Emziren kadınla emen çocuk arasında bu hükmün sabit olduğuna icmâ-ı ümmet
vardır. Emziren kadın, emen çocuğun annesi olur; birbirleri ile nikâhlanmalan
ebe-diyyen haramdır. O çocuk şer'an kendi annesinin hangi uzvuna bakmağa
me'zun ise. süt annesinin de aynı uzvuna bakabilir; onunla yalnız başına bir
yerde kalabilir; beraberce sefere gidebilirler. Yalnız annelik hukuku her
cihetten sabit olmadığı için aralarında miras, nafaka gibi şeyler cereyan
etmediği gibi, çocuğun süt annesi lehine şâhidîiği kabul olunur; süt anne
nâmına diyet vermesi icâbetmez; süt oğlunu öldürmekle anneden kısas sakıt
olmaz. Bu gibi akam hususunda iki taraf birbirine ecnebi gibidirler.
«Süt doğumun haram
kıldığı her şeyi haram kılar.» ifâdesi hakkında Hattâbî şunları söylemiştir :
«Bu hadîsin lâfzı ânım, mânâsı hâsstır. Şöylt: ki : Emen çocuğa bizzat süt anne
ile zî rahim (yâni yakın) akrabasının nikâhları haram kılınması hususunda süt,
neseb gibidir; fakat çocukla onun yakın akrabası hakkında hüküm böyle değildir.
Zîra kadın bir çocuğu emzirmekle onun annesi olur; artık gerek kadının kendisi,
gerekse yakın akrabası o çocuğa haram olur; ama kadın süt oğlunun babasına ve
sair yakın akrabasına nikâh edilebilir; yalnız süt oğlunun oğullarına nikâhı
haramdır. Binâenaleyh bu hususta süt meselesi bir taraftan umum, bir taraftan
husus arzeder.» Bu babda şöyle bir kaide vardır : Emenin emzirene nefsi haram;
emzirenin emene nesli haramdır.»
«EI-Tevdîh» sahibi bu
hadisin ânım olduğunu ve neseb cihetiyle nikâhları haram olan her sınıf
insanın süt ciheti ile de haram olduğunu, .bunun hiç bir müstesnası
bulunmadığını söylernişse de bu bâbda neseb ile süt arasında bâzı farklar
vardır. Meselâ :
1- Bir kimse
bâzı hallerde süt kardeşinin veya süt kız kardeşinin annesi ile evlenebilir. Bu
haller üç surette tasavvur olunur ;
a) Neseben
kardeşinin veya kız kardeşinin süt annesini nikâhla almak caizdir.
b) Süt
kardeşinin veya süt kız kardeşinin neseben annesini nikâhla almak caizdir.
c) Süt
kardeşinin süt kız kardeşinin süt
annesini almak caizdir. (Yâni
beraberce bir kadından süt
emen çocukların başka
süt anneleri varsa bu çocuklara
nikâhları caizdir.)
Lâkin neseben
kardeşinin veya kız kardeşinin annesi ile evlenmek bu suretlerin hiç birinde
caiz değildir. Çünkü bir kimsenin neseb ciheti ile kardeşini veya kız
kardeşinin annesi yâ öz annesi yahud üvey anne-sidir Bunların İkisi de o kimseye haramdır.
2- Süt
oğlunun kız kardeşi ile
evlenmek caizdir. Fakat neseben
oğlunun kız kardeşi
o kimsenin ya
kendi kızı yahut üvey
kızıdır. Süt oğlunun kız kardeşi
böyle değildir.
3- Süt
kardeşinin kız kardeşini aümak caizdir. Nitekim bâzı hallerde neseben
kardeşinin kız kardeşi ile evlenmek de
tasavvur olunabilir. Meseİâ : Bir adamın ilk. karısından bir oğlu, ikinci
karısının da ilk kocasından bir kızı olsa, bu oğlanla kızın evlenmeleri
caizdir. Bu adamın ikinci karısından doğacak çocuğa nisbetle evlenen oğlan,
neseben kardeşinin kız kardeşini almış olur. Hâsılı neseb cihetinden haram
olmayan bir şey süt cihetinden de haram değildir; fakat bâzan süt cihetinden haram
olmayan, neseb itibariyle haram olur.
4- Süt
cihetiyle torunun annesini almak caizdir; lâkin neseb itibariyle bu caiz
değildir.
5- Süt
çocuğunun nenesi ile evlenmek caiz; fakat neseben çocuğunun nenesini almak
haramdır. Zîra neseben çocuğunun nenesi o kimsenin ya Öz yahut üvey annesidir.
6- Bir kadın
süt kardeşinin babası ile evlenebilir; ancak neseben kardeşinin babası ile
evlenmesine imkân yoktur, çünkü kendi babasıdır.
7- Süt
amcasının annesi ile evlenmek caiz; öz amcasının annesi ile evlenmek caiz
değildir.
8- Süt
dayısının annesi ile evlenmek caiz; öz
dayısının annesini almak haramdır.
9- Bir kadın
süt kızının kardeşi ile evlenebilir; ama neseb cihetinden bu mümkün değildir.
Kadının kocası, o
kadından süt emen çocuğun süt babası olur. Bu babda nazar-ı i'tibara alınan
koca, kadının sütüne sebep olan kocasidır. Sahabe ve tabiîn devirlerinde bu
hususta bir hayli ihtilâf edilmişse de sonraları ittifak hasıl olmuş; muhalefet
edenler pek az kalmıştır.
Ashâb-ı kiramdan
kocanın süt baba olduğuna yâni emen çocukla emziren kadının kocası arasında da
hürmet-i radâ'm sübûtuna kaail olanlar: İbni Abbâs ile bir rivayete göre Âişe (Radiyallahü
anha) Tabiînden : Urvetü'bnû Zübeyr, Tâvûs, İbni Şihâb, Mücâhid, Ebu'ş-Şa'sâ',
Câbir b. Zeyd, Hasan-ı Basrî, Şa'bî, Salim, Kaasim b. Muhammed ve bir rivayette
Hişâm b. Urve; mezhep imamlarından: Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî, Ahrned b. Hanbe1
ile bunların mezheplerinde bulunan diğer ulema, Sevrî , Evzâî, Leys, İshâk ve Ebû Sevr hazerâtıdır.
Süt emen çocukla
emziren kadının kocası arasında hürmeti radâ' sabit olmadığına kaaiî bulunanlar
sahâbe-i kiramdan : İbni Ömer, Câbir b. Abdillâh, Râfi' b. Hadîc, Abdullah b.
Zübeyr (Radiyallahû anh) ile Tabiînden : Saîd b. el-Müseyyeb, Ebû Selemet, e'bnu Abdirrahman, Süleyman b. Yesâr ile kardeşi Atâ' b. Yesâr,
Mek-hül, îbrâhîm Nehaî, Ebû Kılabe
ve îyâs b. Muâviye hazerâtı; mezhep imamlarından da İbrahim b. Uleyye
ile Dâvudu Zahirî 'dir. Maamâfih ma'ruf olan ri-vâyete göre bu meselede Dâvudu
Zahiri dört mezhebin imamları ile beraberdir. Şu halde yalnız İbni Uleyye
müstesna olmak üzere emziren kadının kocası ile emen çocuk arasında hürmeti
ra-dâın sübût bulduğuna bütün ulemâ ittifak etmişler demektir. Onlara göre
kadının emzirdiği çocuk, kocasının da süt çocuğu, kocasının çocukları onun
kardeş ve kız kardeşleri olduğu gibi, kocasının kardeş ve kız kardeşleri
çocuğun süt amca ve süt halaları olur. Süt çocuğunun çocukları da süt babanın
torunları hükmüne girer.
Emziren kadının kocası
ile emen çocuk arasında süt ahkâmı sabit olmaz diyenler, nikâhı haram olan
kadınları beyân eden âyet-i kerîmede süt kız ile süt halanın zikredilmemiş
olmaları ile istidlal ederler.
Cumhûr-u ulemâ ise
bahsimiz hadîsleri ile istidlal etmiş; ve muhaliflere : «Bu âyette süt kız ile
süt hala gibi kimselerin nikâh edilebileceğine delâlet eden bir nass yoktur.
Zîrâ bir şeyin zikredilmesi, hükmün o şeyden başka hiç bir yerde sabit
olamayacağına delâlet etmez. Bu mesele deliller arasında muâraza bulunmadığı
zaman bile böyledir. Kaldı ki bu bâbda sahîh hadîsler vardır.» diye cevâp
vermişlerdir.
3- (1445)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : MâKk'e, İbni Şihab'dan
dinlediğim, onun da Urvetü'bnü Züfoeyr'den, naklen rivayet ettiği, ona da
Âişe'nin haber verdiği şu hadîsi okudum : Tesettür âyetleri indirildikten sonra
Ebû'i-Kuays'in kardeşi Eflâh gelerek Âişe'nin yanına girmek için İzin istemiş,
Eflâh, Âşe'nin süt amcass imiş. Âişe (Radiyallahü anha) demiş ki :
«Ben ona izin vermeğe
razı olmadım. Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Selleın) gelince bu yaptığımı
kendisine haber verdim de; onun yanıma girmesine izin vermemi emir buyurdu.»
4- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân
b. Uyeyne, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'deıı naklen rivayet eyledi. Âişe
(Radîyallahü anfıa) şöyle demiş :
«Bana süt amcam Eflâh
b. Ebî Kuays geldi...» Râvi hadîsi, Mâlik hadîsi mânâsında rivayette bulunmuş;
şunu da ziyâde eylemiştir :
«Beni emzirdi ise
kadın emzirdi; erkek emzirmedi ya! dedim.
Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
— Ellerin
topraklansın! yahud : Sağ elin topraklansın! buyurdu.
5- (...)
Bana Harmeletü'bnû Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, tbni Şihâb'dan, o da Ur-ve'den naklen haber verdi. Ona
da Âişe haber vermiş ki, tesettür âyetleri indikten sonra Ebûl-Kuays'in
kardeşi Eflâh gelerek onun yanma girmek için izin istemiş. Ebû'l-Kuays, Hz. Âişe'nin
süt babası imiş. Âişe demiş ki :
— Ben: Vallahi
Resûlüllah (Snîlallahü Aleyhi ve Sellem) sormadıkça Ef-lâh'a izin veremem! Zîra
beni emziren Ebû'i-Kuays değil, karışıdır; dedim. Resûlüllah (Sallailahü
Aleyhi ve Sellem) içeri girince ona:
Yâ Resûlâllah!
Ebû'I-Kuays'in kardeşi Eflâh gelerek yanıma girmek için izin istedi. Ben de
senden izin almadıkça ona izin vermeyi doğru bulmadım; dedim. Bunun üzerme:
— Sen ona izin ver!
Buyurdular.»
Urve demiş ki: «Bundan
dolayıdır ki, Âişe : Neseben haram gördüğünüz şeyleri süt cihetinden de haram
sayın! derdi.»
6- (...)
Bize bu hadîsi Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak
haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer' Zührî'den bu İsnâdla rivayette bulundu.
Ve yukarıkilerin hadîslerinde olduğu gibi: «Ebû'I-Kuays'in kardeşi Eflâh
gelerek yanıma girmek için izin istedi...» dedi.
Bu hadîsde: «Sağ elin
topraklansın! O senin amcandır.» cümlesi de vardır.
Ebû'I-Kuays, Âişe'yî
emziren kadının kocası idi.
7- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile Ebû Küreyb rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
îbni Nümeyr, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet eyledi.
Âişe şöyle demiş;
Süt amcam gelerek
yanıma girmek için izin istedi. Ben de Resul üllalı (Saîlalîahü Aleyhi ve
Sellem) den emir almadıkça ona izin vermeğe razı olmadım. Resul ül I ab
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelince :
«Süt amcam yanıma
girmek için izin istedi; ama ben kendisine izin vermekten çekindim; dedim.
Bunun üzerine Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}: «Amcan senin yanına
girsin!» buyurdu.
— Beni emzirdi ise
kadın emzirdi; erkek emzirmedi ya! dedim. «O senîn amcandır; varsın senin yanma
girsin!» buyurdular.
(...) Bana
Ebû'r-Rabi'ez-Zehrânî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Ham-mâd yâni İbnİ Zeyd
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişârn bu isnâdîa rivayette bulundu ki,
Ebû'l-Kuays'm kardeşi Âişe'nin yanına girmek için izin istemiş. Râvi yukarıki
hadîs gibi rivayet etmiştir.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Muâvi-ye, Hişam'dan bu
isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet eyledi. Şu kadar var ki, o «Ebû'l-Kuays,
Âişe'nin yanma girmek için izin istedi.» demiştir.
8- (...)
Bana Hasan b. Aliy el-Hulvânî ile Muhammed b. Râfi' rivayet ettiler. (Dediler
ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc, Atâ'dan
naklen haber verdi, (Demiş ki) : Bana Urve-tü'bnû Zübeyr haber verdi. Ona da
Âİşe haber vermiş. (Demiş ki) :
Süt amcam Ebû'1-Ca'd
yanıma girmek için izin istedi. Ben kendisini kabul etmedim. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelince bunu ona haber verdim.
«Ona izin verseydin
ya! Sağ eti topraklanan! yahut: Elin toprakla-naşı!» buyurdular.
Râvi der ki: «Hişam
bana : Bu zât olsa olsa Ebû'î-Kuays'dir; dedi.»
9- (...)
Bize Kuteybetü'bnû Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Rurah
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da
îrâk'dan, o da Âişe'den naklen haber verdi ki, Âişe'nin Eflâh ismi verilen süt
amcası onun yanına girmek için izin istemiş de Âişe kendisine izin vermemiş;
müteakiben (bunu) Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber vermiş.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeliemJ kendisine :
«Ondan korunma! Çünkü
neseben haram olan, süt cihetîle de haramdır.»
buyurmuşlar.
10- (...)
Bize Ubeydullah b. Muâz el-Anbarî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Hakem'den, o da Irak b. Mâlik'den, o da Urve'den,
o da Âişe'den naklen rivayet eyledi. Âişe şöyle demiş :
Eflâh b. Kuays benim
yanıma girmek için izin istedi. Ben ona izin vermekten çekindim. Müteakiben :
— Ben senin amcanım;
seni kardeşimin karısı emzirdi, diye haber gönderdi. Ben yine kendisine izin
vermekten çekindim. Derken Resûlüllah (SaUoIlahü Aleyhi ve Sellem) geldi. Bunu
ona anlattım da:
«O senin yanına
girsin! Zîra amcandır.» buyurdular.
Bu hadîsi Buhâri
«Tefsir», «Nikâh», «Edeb» ve «Şehâdât» bahislerinde, Ebû Dâvud «Nikâh»da;
Tirmizî «Radâ»da; Nesâî ile İbni Mâce de «Nikâh» bahsinde muhtelif râviler-den
tahric etmişlerdir.
Eflâh (Radiyallahu
crnh) \n ismi ulemâ arasında ihtilaflıdır. Bazıları İbni Ebi 'LKuays olduğunu
söylemiş; bir takımları Ebû'I-Kuays olduğunu iddia etmişlerdir. Ebû'l-Kuays'm
kardeşi olduğunu olduğu da söylenmiştir. İbni Abdiîberr'e göre bu babda esah
olan kavi İmam Mâ1ik'in sözüdür ki, o da Ebû'l-Kuays'in kardeşi olmasıdır. Bu
zâtın Eş'arîîer'den olduğu söylenir.
Ebû'1- Kuaysin ismi de
ihtilaflıdır. Bâzılarına Ca'd 'dır. Eflâh 'm Ebû'l-Cuayd künyesini taşıdığını
söyleyenler olduğu gibi «Ebû'1- Kuays'in adı Vâi1 b. Eflâh 'dır.» diyenler de
vardır.
Nevevi diyor ki:
«Ulema Hz. Aişe’nin mezkûr amcası hakkında ihtilâf etmişlerdir. Ebû'l-Hasen
el.Kaabîsi Âişe (Radiyallahü anha) mn iki tane süt amcası bulunduğunu, birisi
babası Ebû Bekr 'in süt kardeşi Ebû'l-Kuays olduğunu, bu zatın Âişe1-nin süt
babası idiğini, kardeşi Eflâh ise süt amcası olduğunu söylemiştir. Bâzıları
yalnız bir süt amcası olduğunu sö'ylemişlerse de bu iddia yanlıştır. Zîra
birinci hadîsde zikri geçen amcası ölmüş; ikinci hadîsteki ise sağdır. Doğrusu
Ra adi 'nin sözüdür. Ka adi her iki kavli zikrettikten sonra : Kaabisi'nin sözü
daha şayan-ı kabuldür, çünkü amcas. bir olsa hükmünü ilk defada anlar; bir daha
ondan örtünmezdi, diyor.»
Hz. Âişe 'nin birinci
hadîsinden murâd : Bundan önceki babda geçen hadîsidir. Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir :
Hz. Âişe 'nin iki tane
süt amcası olunca niçin evvelâ ölenin hükmünü sormuş; sağ olsa onun yanma
çıkabileceği kendisine bildirildiği halde sonradan yine ikinci amcasının yanma
çıkmamıştır? Her ikisi için bir suâl yetmez mi idi?
Cevâp : İhtimâl amcalarının
biri bir cihetten, meselâ baba bir, diğeri anne-baba bir amcası olduğundan
hükmün yakın olan amcasına mahsus olduğunu zannetmiş de Ötekinin hükmünü ayrıca
sormuştur. Kurtubî : «Olabilir, ilk vak'ayı unutmuş da ikinci defa tekrar
sormuş yâhud hükmün değiştiğini tahmin etmiştir.» diyor.
«Ellerin yahud sağ
elin topraklansın» cümlesinde râvinin şekk ettiği görülüyor. Bu cümle Arapların
her zaman dillerine gelen, hakikatini kasdetmedikleri sözlerdendir.
1- Süt amca
hakkında mahremiyet sabittir.
2- Kadın
mahremi olmayan erkeğin yanma girmesine izin veremez. Ondan örtünmesi
lâzımdır. Kadınların erkeklere görünmeleri tesettür âyeti nâzü olmazdan önce
caizdi.
3-
Mahrem olan bir kadının
yanma girerken dahi izni
istemek meşru'dur. Zîra mahremin de bakamayacağı bir halde bulunması mümkündür.
4- Haram mı,
mubah mı olduğunda tereddüt edilen bir şeyin hangi tarafı tercih edildiği
anlaşılmadıkça yapılmaması gerekir,
5-
Radâan mahremi olan
bir kadınla bir arada kalmak
caizdir. Ancak süt cihetinden mahremiyeti nikâhının haram olmasiyîe,
bakmanın, bir arada bulunmanın,
beraberce sefer etmenin
cevazına münhasırdır. Sair
hususatta birbirlerine ecnebi gibidirler.
11- (1446)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe Ue Züheyr b. Harb ve Muhammed b. Alâ' rivayet
ettiler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Ebû Muâviye, A'meş'den, o da
Sa'd b. Ubeyde'den, o da Ebû Ab-dirrahmân'dan, o da Alî'den naklen rivayetle
bulundu. Alî (Radiyallahu anh) şöyle demiş:
— Yâ Resulâllah! Neden bizi bırakıp da daima
Kureyş'i ihtiyar ediyorsun? dedim.
— «Sizde bir şey var mı ya?» buyurdu.
— Evet, Hamza'nm kızı (var)
dedim.
Bunun üzerine
Resulüllah (Sallallahü A îeyhi ve Sellem):
— «O bana
helâl olamaz; çünkü o
benim süt kardeşimin kızıdır,» buyurdular.
(...) Bize
Osman b. Ebî Şeybe île İshâk b. İbrâhîm, Cerîr'den rivayet ettiler. H.
Bize îbni Nümeyr de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Ebî
Bekr el-Mukaddemî dahî rivayet eyledi. (Dedi k)i : Bize Abdurrahmân b. Mehdî,
Süfyân'dan rivayet etti. Bu râvile--in hepsi A'meş'den bu isnadla bu hadîsin
mislini rivayet etmişlerdir.
12- (1447)
Bize Heddâb b. Hâlîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hem-mâm rivayet etti. (Dedi
ki) : Bize Katâde, Câbir b. Zeyd'den, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayet etti
ki, Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) 'e Hamza'nın kızmı almak
istemişler. Bunun üzerine :
«O bana helâl olmaz;
çünkü süt kardeşimin kızıdır. Rahim i'tibarı ile haram olan, süt cihetîle de
haram olur.» buyurmuşlar.
13- (...)
Bizt bu hadîsi Züheyr b. Harb da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya yâni
el-Kattân rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. Yahya
b. Mihrân el-Kutâî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Bişr b. Ömer rivayet etti.
Bunlar hep Şu'be'den rivayet etmişlerdir. H.
Bize bu hadîsi Ebû
Bekr b. Ebî Şeybe dahî rivayet elti. (Dedi ki) : Bize Aliyyü'bnû Miishir, Saîd
b. Ebî Arûbe'den rivayet etti. Bunların ikisi de Katâde'den tamamen Hemmam'ın
isnadı ile rivayette bulunmuşlardır. Yalnız Şu'be'nin hadîsi «Süt kardeşimin
kızıdır.» cümlesinde biter. Saîdin hadîsinde:
«Neseben haram olan
süt cihetîle ele haram olur.» ifâdesi de vardır.
14- (1448)
Bize Hârûıı b. Saîd El-Eylî ile Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. (Dediler ki) :
Bize İbni Vehb rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Mah-ramatü'bnû Bükeyr, babasından
naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Abdullah b. Müslim'i şunu söylerken
işittim : Ben Muhammed b. Müs-Jim'i şöyle derken işittim : Ben Humeyd b.
Abdirrahman'ı şöyle derken işittim: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
'in zevcesi Ümmü Seleme'yi şunu söylerken işittim
Resûlüllah (Sallalkihü
Aleyhi ve Sellem)' :
— Hamza'mn kızını
bırakıp da nereye gidiyorsun yâ
Resûlâllah?
— Hamzatü'bnû
Abdilmuttalib'in kızını istemez
misini? dediler. Resûlüllah (Saliaîlahü Aleyhi ve Sellem) : «Hamza benîm
süt kardeşimdir.» buyurdular.
Hz. A1î
rivayetinde geçen kelimesinin ash dır.
Bu kelime : Seçmek,
beğenmek ve bu hususta mübalağa göstermek mânâsında kullanılır. Kaadî Iyâz
, bâzılarının mezkûr kelimeyi şeklinde
rivayet ettiğini söylemiştir. Bu takdirde mânâsı «meyi ediyorsun» demek olur.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyh: ve Sellem)'in :
«Sizde bir şey var mı
ya?» diye sorması : «Sizde bana yaraşacak kadın var mı?» manasınadır.
İbni Abbâs(Radiyallahuanh) rivayetini Buhârî «Şehâdât» ve «Nikâh» bahislerinde;
Nesâî ile İbni Mâce «Nikâh»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Hamzatü'bnû Abdil-muttalib, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) Efendimizin
amcası ve süt kardeşidir. İkisini de Ebû Leheb'in âzâdlı cariyesi Süveybe
emzirmiştir. Resûlüllah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)'den iki yaş büyük idi. Hicretin
üçüncü yılında Uhud gazasında şehîd edilmiştir.
İmam Müslim'in : «Bişr
b. Ömer rivayetinde : Câbir b. Zeyd'den dinledim; ibaresi vardır.» şeklindeki
beyânı, râvilerden Kat âde müdellis olduğu içindir. Katâde bundan önceki
rivayette : «Câbir b. Zeyd 'den» diyerek «an'ane» yapmıştı. Halbuki müdellisin
hadîsi dinlediği sabit olmadıkça an'anesi makbul değildir. İşte Müslim, Katâde
'nin hadîsi bizzat Câbir'den dinlediğini göstermek sureti ile senedinin sahîh
ve sabit olduğuna işaret etmiştir.
Babımız rivayetleri
süt kardeş kızı ile evlenmenin haram olduğuna delildirler.
15- (1449)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. el-Ala' rivayet etti. (Dedi k!.) : Bize Ebû Üsâme
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hişâm haber verdi. (Dedi ki) : Bana, babam,
Zeyneb binti Ümmi Seleme'den, o da Ümmü Habîbe binti Ebî Süfyân'dan naklen
haber verdi. Ümraii Habîbe şunu söylemiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhive Sellemi yanıma girdi
de kendisine:
— Kız kardeşimi, Ebû Süfyân'm kızını ister
misin? dedim.
— Ne yapacağım? diye sordu.
— Nikâh edersin, dedim. Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem):
— Sen bunu diler misin? dedi.
— Ben senin bir tanen değilim. Şu halde bana hayırda kız kardeşimin ortak olmasını dilerim;
dedim. Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
— O bana helal olmaz! buyurdu.
— Ama ben senin Diirre binti Ebî Seleme'yi
istemekte olduğunu haber aldım; dedim.
— Um mü
Seleme'nin kızını mı? diye sordu.
— Evet, dedim.
— O benim terbiyem altında bulunan üvey kızım bile olmasa bana yine
helâl değildir; çünkü o benim süt kardeşimin kızıdır.
Onun babası ite benî Süveybe
emzİrmişn'r. Artık bana kızlarınızı ve
kız kardeşlerinizi arzetmeyin!
buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Süveyd b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Zekeriyyâ
b. Ebî Zaide rivayet etti. H.
Bize Amrırn-Nâkıd dahî
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esved b. Âmir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Züheyr haber verdi. Bu râvilerin ikisi de Hişâm b. Urve'den tamamen bu
isnâdla rivayette bulunmuşlardır.
16- (...) Bize
Muhammed b, Eumh b. Muhacir rivayet etti. (Dedi ki : Bize Leys, Yezid b. Ebî
Habîb'den naklen haber verdi ki, Muhammed b. Şİhâb, kendisine Urve'nin, ona da
Ebû Seîeme'nin kızı Zeyneb'in, ona da Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve
Sellem)'in zevcesi Ümmü Habîbe'-Kİn anlatmış olduğunu bildirerek mekttıb
yazmış. Ümmü Habîbe Resûlül-\ah(SaHüHahU Aleyhi ve Sel'em)fe :
— Yâ
Besûlâüah! Kız kardeşim
Azze'yi al! demiş.
Resûlüilah (Sallalhhü Aleyhi ve Sellem) :
— Sen bunu diler misin? diye sormuş. Ümmü
Habibe :
— Evet yâ Resûîâllah, ben senin bir tanen
değilim, onun için bana hayırda kız kardeşimin ortak olmasını dilerim,
demiş. Bunun üzerine
Eesûîüîlah (SallallahÜ Aleyhi ve
Sellem):
— O bana hela! olmaz; buyurmuş. Ümmü
H&hîhe(Radiyaliahü anha) demiş ki:
— Ben,
yâ Resûîâllah! Ama biz (aramızda)
senin Dürre binti Ebî Seleme'yi almak istediğini konuşuyoruz; dedim.
— Ebû Seîeme'nin ktzıni mı? diye sordu.
— Evet, dedim. Resûlüllah (SallallahÜ Aleyhi ve
Sellem):
— O benim terbiyem altrnda bulunan üvey lazım
bile olmasa bana yine helâl olmaz; çünkü benim süt kardeşimin kızıdır. Ebû
Seleme ile beni Süveybe emzirmıştir. Artık bana kızlarınızı ve kız
kardeşlerinizi arzetme-yin! buyurdular.
(...) Bana
bu hadîsi Abdülnıelik b. Şuayb b. Leys de rivayet etti. (Dedi ki) : Bana babam,
dedemden rivayet etti. (Demiş ki) : Bana TJkayl b. Hâlid rivayet eyledi. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Ya'kub b. İb-râhîm ez-Zührî haber verdi. (Dedi
ki) : Bize Muhammed b. Abdİllâh b. Müslim rivayet eyledi. Bu râvilerin ikisi de
Zührî'den, İbni Ebî Habîb'in isnadı ile onun hadisi gibi rivayette bulunmuşlar;
fakat Yezîd b, Ebî Habib'den maada hiç biri hadîsinde Azze'yi adlandırmamıştir.
Bu hadîsi Buhârî
«Nikâh» ve «Nafakaat» bahislerinde; Nesâî ile İbni Mâce de «Nikâh»da muhtelif
râvilerden tahric etmişlerdir.
ResûlüIIah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellemj'in :
«Sen bunu diler
misin?» diye sorması teaccübündendir. Çünkü kadınlar tabîatleri iktizası
kıskanç olurlar.
«Bana hayırda kız
kardeşimin ortak olmasını dilerim» cümlesinden murâd : Seninle sohbet ve senden
dünya ve âhiret hayırları babında istifâde hususunda bana kız kardeşimin ortak
olmasını dilerim, demektir.
Hz. Ümmü Habîbe
'nin bu sözüne karşı Resulü Ekrem
«O bana helâl olmaz.»
mukaabelesinde bulunmuştur. Zira iki kız kardeşi bir nikâh altında toplamak
dînen haramdır. Herhalde Ümmü Habîbe (Radiyallahü anha) o zaman henüz bu hükmü
duymamış; yahut bu işi ResûlüIIah (Sallalîahü Aleyhi ve Seîlem) Efendimize
mahsus olmak üzere caiz zannetmiştir.
Rabîbe: Üvey kız;
kadının başka kocasından olan kızı demektir. «Terbiyem altında bulunan» ta'bîri
bir kayd-i ihtirazı" değil, kayd-ı va kûîdir; yoksa babalığının terbiyesi
altında bulunsun, bulunmasın üvey kız mutlak surette babalığına haramdır. Bu
husûsda yalnız Davûd-u Zahiri muhaliftir. Ona göre bir kimsenin üvey kızı yanında
bulunursa onunla evlenmesi haram, yanında değilse caizdir.
«O benim terbiyem
altında bulunan üvey kıztm bile olmasa bana yine helâl değildir...» ifâdesinin
mânâsı; O bana iki sebeple haramdır; bunlardan biri üvey kızım olması, diğeri
süt kardeşimin kızı bulunmasıdır. Binâenaleyh bu sebeplerden biri bulunmasa,
diğeri ile bana yine haram olur; demektir. Zira hüküm muhtelif sebeplerle sabit
olur.
Görülüyor ki ümmehat-ı
mü'minînden Hz. Ümmü Habîbe binti Ebî Süfyân kız kardeşi Azze 'yi Peygamber
(SallaHahü Aleyhi ve Seîlem) Efendimize nikahlamak istemiştir. İki kız kardeşin
bir nikâh altında toplanamayacağı kendisine bildirilince : «Ama ben senin Dür1
re binti Ebî Seleme 'yi istemekte olduğunu haber aldım.» diye mukaabeie
etmiştir. Hz. Ümmü Habîbe bu sözü ile : «iki kız kardeşin bir nikâh altında
toplanması caiz değil de anne ile kızının bir araya gelmesi nasıl helâl
oluyor?» demek istemiştir.
Filhakika söylentiye
göre Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Stllem) 'in kendisiyle evlenmek istediği
Dürre binti Ebî Seleme, ümmehât-ı mü'mininden Hz. Ümmü Selem e(RadiyaIlahii
anhaynm kızı idi. Bu itibarla ResûlüIIah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'m üvey
kızı oluyordu. Diğer taraftan Dürre 'nin babası Ebû Seleme, Peygamber
(SaUallahü AleyhiveSellem)yin süt kardeşi idi. Her ikisini Ebû Leheb'in âzâdh
cariyesi Süveybe emzirmişti. ResûlüIIah
(Sallalîahü Aleyhi ve Seİlem) Efendimizin Hz. Halîmetü's-Sa'diyye 'den
süt emmesi bundan sonradır.
Yâni Ümmü Seleme (Radiyallahü
<mAö)vaktiyle Hz. Ebû Seleme 'nin karısı olup sonra Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile evlenmişti. Ancak kızı ile evlenmek istediği
söylentisinin aslı yoktu. Resulü Ekrem (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) Hz. Ümmü
Seleme 'nin kızı ile iki sebepten evlenemiyeceğini beyândan sonra :
«Artık bana
kızlarınızı ve kız kardeşlerinizi arzeJmeyin!» cümlesiyle
Hz. Ümmü Habîbe 'nin
kız kardeşi ile Ümmü Seleme (Radiyallahü anhn) 'nin kızma işaret buyurmuştur.
1- İki kız
kardeşi bir nikâh altına
almak caiz değildir. Bu hususta ulemâ müttefik oldukları gibi, iki
kız kardeşi milk-i yemin (yâni satın
almak) sureti ile bir araya getirmek de haramdır. Bu babta yalnız
Zahirîler muhalefet etmişlerdir.
Bunlar : Hz. Osman'm : «Onları bir âyet haram; bir başka âyet de helâl kılmıştır.»
sözü ile istidlal etmişlerdir. Kız kardeşleri helâl kılan âyet:
«Bunlardan maada
kadınlar size helâl kılınmıştır» kavl-i kerîmidir. Ta-havı (238-321) Hz. Ali
ile İbni Abbâs (Radiyallahü anh)'nm da buna kaaü olduklarını rivayet etmiştir.
Yine Hz. A1i ile Ömer, İbni Mes'ud, İbni Abbâs, Ammâr b. Yâsir, İbni Ömer, Âişe
ve İbni Zübeyr ( Radiyallahü arth) 'den iki kız kardeşin bir araya cem
edilemiyeceği rivayet olunmuştur.
2- Bir
kimsenin üvey kızı ile evlenmesi caiz değildir.
3- Emen ile
emziren arasında hürmet-i radâ' sabit olur. Bu bab-dakİ tafsilât az yukarıda
görülmüştü.
17- (1450)
Bana Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îs-mâîl b. İbrahim rivayet
etti. H.
Bize Muhammed b.
Abdiltâh b. Nümeyr de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İsmâîl rivayet etti. H.
Bize Süveyd b. Saîd
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mu'temir b. Süleyman rivayet etti. Her iki
râvi Eyyûb'dan, o da İbni Ebî Müleyke'den, o da Abdullah b, Zübeyr'den, o da
Âişe'den naklen rivayette bulunmuşlardır. Âişe şöyle demiş: Besûlüllah
{Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir ve iki defa emmek
hürmet isbât etmez.» buyurdular.
Süveyd ile Züheyr:
«Şüphesiz ki Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu» tâbirini kullandılar.
18- (1451)
Bize Yahya b. Yahya ile Amru'n-Nâkıd ve îshâk b. Ib-râhîm hep birden
Mu'temir'den rivayet ettiler. Lâfız Yahya'nındır. (Dediler ki) : Bize Mu'temir
b. Süleyman, Eyyûb'dan naklen haber verdi. O da Ebû'l-Halîl'den, o da Abdullah
b. Hâris'den, o da Ümmü'l-Fadl'dan naklen rivayette bulunmuş. Ümmü'1-Fadl şunu
söylemiş :
Bir bedevi Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) benim evimde iken, onun yanına girdi de : Yâ
Nebiyyallâh! Benim bir karım vardı; üzerine bir daha evlendim. Derken birinci
karım yeni zevcemi bir veya iki defa emzirmiş olduğunu söyledi; dedi. Bunun
üzerine Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bir ve iki defa
emzirmek hürmet isbât eimez.» buyurdular. Amr kendi rivayetinde : «Abdullah b.
Haris b. Nevfel'den naklen» dedi.
19- (...)
Bana Ebû Gassân el-Mismaî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muâz rivayet etti. H.
Bize Îbnü'l-Müsennâ
ile îbnü Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muâz fo. Hişâm rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana babam, Katâde'den, o da Ebû'I-Halîl Salih b. Ebî
Meryem'den, o da Abdullah b. Hâris'den, o da Ümmü'l-Fadî'dan naklen rivayet
eyledi ki, Benî Âmir b. Sa'saa'dan bir zât:
— Yâ Nebİyyâllah, bir defa emmek hürmet isbât
eder mi? diye sormuş, Resûlüllah
(SailaUahü Aleyhi ve Sellem):
— «Hayır!»
cevâbını vermiş.
20- (...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bİşr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebî Arûbe, Katâde'den, o da Ebû'I-Halü'den, o
da Abdullah b. Hâris'den naklen rivayet etti ki, Ümmü'1-Fadl Nebiyyullah
(SailaUahü Aleyhi ve Sellem)’in :
— «Bir veya iki rad'a
yahud bir veya iki massa hürmet isbât etmez.» buyurduğunu rivayet etmiş.
21- (...)
Bize bu hadîsi yine Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ile İshâk b. İbrahim hep birden
Abdetü'bnû Süleyman'dan, o da İbni Ebî Arûbe'den bu isnâdla rivayette
bulundular, tshâk, İbni Bişr rivayeti gibi : «İki rad'a yâhud iki massa» dedi.
îbnü Ebî Şeybe ise : «İki rad'a ve İki massa» şeklinde söyledi.
22- (...) Bize İbni Ebî Ömer rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Bişr b. Seriy rivayet etti.
(Dedi ki) ; Bize Hammâd b. Seleme, Katâde'den, o da Ebû'î-Halîl'den, o da
Abdullah b. Haris b. Nevfel'den, o da Ümmü'l-Fadl'dan, o da Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen rivayette bulundu. Resûlüllah
{Sallailahü Aleyhi ve Sellem):
«Bİr ve ikİ imlâca
hürmet isbât eîmez» buyurmuşlar.
23- (...)
Bana Ahmed b. Saîd ed-Dârimî rivayet etti, (Dedi ki) : Bize Habbâri rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Hemmâm rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Katâde,
Ebû'l-HaüFden, o da Abdullah b. Hâris'deo, o da Üm-mü'l-FadlJdan naklen rivayet
etti. Bir adam Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem). Bir defa emmek hürmet
isbât eder mi? diye sormuş da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Hayır!» cevâbını vermiş.
Massa, imlâce ve rad'a
: Emmek mânâsına gelen müteradif kelimelerdir Bâzıları massa İle imlâce
arasında fark görmüş: «massa» emmek; «imlâce» ise emzirmek mânâsına
gelir.» demişlerdir.
Bu babın bütün
rivayetleri çocuğun-bir veya iki defa emmesiyle radâ' hükmünün sabit
olmayacağına delâlet ediyor. Maamâfih mesele ulemâ arasında ihtilaflıdır. Hz.
Âişe (Radiyailahü anha) ile Şafiî1er'e göre beş defa emmeden süt hükmü sübût
bulmaz. Delilleri bu bâbtan sonra gelecek Hz. Âişe hadîsidir. Cumhûr-u ulemâya
göre bir defa emmekle hükmü sabit olur. Bu kavli İbni'l-Münzir, Hz. Alî, İbni
Mes'ud, İbni Ömer, İbni Abbâs (Radiyallahu anh) ile Atâ , Tâvûs, Saîd b.
el.Müseyyeb. Hasan-ı Basri, Mekhûl, Zührî, Katâde, Hakem, Hammâd, İmam Mâlik.
Evzâî, Sevrî ve Ebû Hanîfe hazerâtmdan rivayet etmiştir.
Ebû Sevr, Ebû Ubeyd,
İbni'l-Münzir ve Dâvûd-u Zahirî: «Süt hükmü üç defa emmekle sabit olur; bundan
azı hiç bir hüküm ifâde etmez.» demişlerdir.
Nevevî'nin beyanına
göre İmam Mâlik:
«Sizi emziren
anneleriniz de (size haramdır) âyet-i kerîmesiyle istidlal etmiştir. Mezkûr âyette sayı zikredilmemiştir.
Dâvûd-u Zahirî babımız
hadîsinin mefhumu muhalifi iîe istidlal etmiş; bu hadîsin âyet-i kerîme'yi
beyân ettiğini söylemiştir.
Bu bâbda Mâlikîler'le
Şafiîler arasında bir hayli i'tiraz ve cevaplar cereyan etmiştir.
Kaadî Iyâz bâzılarının
şâzz olarak «on defadan az emmekle radâ' hükmü sabit olmaz» dediklerini
söylemişse de bu kavi bâtıl ve merduddur.
Hanefîler'e göre
müddeti içinde emzirilmek şartı ile sütün azı da çoğu da hürmet isbat eder.
Delilleri İmam. Mâ1ik'in istidlal ettiği âyet-i kerîmesiyle :
«Neseben haram olan
her şey radâan da haramdır.» hadîs-i şerifidir. Mezkûr âyet ve hadiste sütün
mikdârı hakkında tafsilât verilmemiştir. Binaenaleyh bu bâbta onun azı çoğu
müsavidir.
İmam Ahmed 'den biri
Hanefiler !in, diğeri Şafiiler'in gibi olmak üzere iki kavi rivayet olunmuştur.
Süt meselesi cidden
dikkat edilmesi lâzım gelen bir meseledir. Kadınların zaruret yokken rastgeîe
bir çocuğu emzirmemeleri îcâbeder. Emzirdikleri vakit dahî bunu iyice
bellemeli, ihtiyaten yazmalı ve komşulara ilân etmelidirler. Aksi takdirde
mesele unutulur; ve günün birinde iki süt kardeşin evlenmesi hatâsına
düşülebilir.
24- (1452)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Abdullah b. Ebî Bekr'den
dinlediğim, onun da Arara'dan, onun da Âişe'-den naklen rivayet ettiği şu
hadîsi okudum :
Âişe: (Bilinen on defa
emzirme hürmet isbât edef.) âyeti, indirilen Kur'ân mey ânın da idi; sonra bu
adet beş ma'lum emme ile neshedildi; hattâ Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve
Sellem) bu on sayısı Kur'ân meyâmn-da okunurken vefat etti; demiş.
25- (...)
Bize Abdullah b. Meslemete'l-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Süleyman b.
Bilâl, Yahya yâni İbni Saîd'den, o da Amra'dan naklen rivayet etti. Amra Hz.
Âişe'yi, haram kılan sütü anlatırken dinlemiş. (Demiş ki) : Âişe şunu söyledi:
«Ma'lûm on defa emme.»
âyeti Kur'ân'da nazil olmuştur. Sonra «Beş ma'lûm emme.» âyeti de nazil oldu.
(...) Bize
bu hadîsi Muhammed b. El-Müsennâ da rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvehhâb
rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Yahya b. Saîd'den dinledim. (Dedi ki) : Bana Amra
: Bu hadîsin mislini söylerken Aişe'den dinledim, diye haber
verdi.
Hz. Âişe'nin bu
rivayetlerinden anlaşılan mânâ şudur : Süt hakkında indirilen ilk âyette süt
hükmünün on defa emmekle sabit olacağı bildirilmiştir. Sonra bu âyet süt
hükmünün beş defa emmekle sübut bulacağını bildiren âyetle neshedilmiştir.
Bilâhare (beş defa âyetinin tilâveti de neshedilmiş, fakat hükmü kalmıştır.
Ancak son nesih o kadar gecikmiş ki. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)
'in vefatında sahabeden bazıları bunu duymadıkları için âyeti hâlâ Kuran diye
okurlarmış. Tilâvetin neshedildiğini duyunca artık onu okumaz olmuşlar.
İşte Şâfii1er bu
hadisle istidlal ederek : «radâ» hükmü çocuğu ayrı ayrı zamanlarda doyuncaya
kadar beş defa emzirmekle sabit olur.» demişlerdir. Yâni onlara göre beş defa
emmenin radâ' hükmünü isbât ettiğini bildiren âyetin tilâveti neshedilmişse de
hükmü bâkîdjr. Bu mesele :
«İhtiyar erkekle
ihtiyar kadın zİnâ ederlerse onları hemen recmedin!» âyetine benzer. Mezkûr
âyetin dahî tilâveti neshedilmiş; fakat hükmü bakidir. Hattâ Hz, Âişe
(Radiyallahü anhd) 'nin :
«Bu hüküm benim
yatağımın altında bulunan bir sahîfede vazıh idi. Resûlüllah (SaÜaUalıü Aleyhi
ve Sellem) dünyadan gidince biz onu techiz-u yekfîm ile meşgul olurken tavuklar
girerek bu sahîfeyi yemişler.» dediği rivayet olunur.
Hanefîler'den Kemâl b.
Hümam (788-861). «Fethû'l-Kadîr- adlı
eserinde Şafiî1er'in bu istidlaline cevap vermiş; âyetin yalnız tilâveti
değil, hükmü de nesh edildiğini bildirmiştir.
26- (1453)
Bize Amru'n-Nâkıd üe îbni Ebî Ömer rivayet ettiler. İDediler ki: Bize Süfyân b.
Uyeyne, Abdurrahman b. Kaasim'den, o da babasından, o da Âîşe'den naklen rivayet
etti. Âişe (Radiyallahü anka) şöyle demiş :
— Sehle binti
Süheyl Peygamber (Sallallahü-Aleyhi
ve Sellem)'e gelerek : Yâ Resûiâliab! Ben Ebû Huzeyfe'nin âzâdîısı Sâlim'in
yanıma girmesinden Ebû Huzeyfe'nin yüzünde hoşnudsuzluk görüyorum; dedi.
Resûlüüah (Saüallahü
Aleyhi ve Sellem):
— «Onu emzİr!»
buyurdu. Sehle
— Koskoca adam olduğu halde onu nasıl
emziririm? dedi. Bunun üzerine KesûîülSah (Saüallahü Aleyhi ve Sellem)
gülümsedi ve:
— «Onun koskoca odam olduğunu biliyorum.»
cevâbını verdi.
Amr kendi hadîsinde:
«Salim Bedir gazasında bulunmuştu.» cümlesini ziyâde etti. îböi Ebî Ömer'in
rivayetinde ise : «Bunun üzerine Ke-sûlüllah (Sallallahii Aleyhi ve Sellem)
güldü» ibaresi vardır.
27- (...) Bize
îshâk b. İbrahim El-Hanzalî ile Mubammed b. Ebî Ömer hep birden Sekafî'den
rivayet ettiler. İbni Ebî Ömer dedi ki: Bize Abdülvehhâb Es-Sekafî, Eyyûb'dan,
o da İbni Ebî Müleyke'den, o da Kaa-sim'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti
ki, Ebû Huzeyfe'nin âzâdlısı Salim, evlerinde Ebû Huzeyfe ile ailesinin yanında
bulunuyormuş. Derken Sehle bin ti Süheyl, Peygamber (SalUülahü Aleyhi ve Sellem)'e
gelerek:
— Salim artık erkeklik çağma geldi; ve
erkeklerin akıl ettikleri şeylere akıl erdirmeye başladı ama hâlâ yanımıza
giriyor. Zannediyorum ki, bundan mutlaka
Ebû Huzeyfe'nin hatırına bir şey geliyor; demiş.
Bunun üzerine
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) ona: «351 im'i emzır; ona haram o! da
Ebû Huzeyfe'nin hatırına gelen şey gitsin!» buyurmuş.
(Sehîe bunu yapmış;
ve) dönerek:
— Ben onu emzirdim; Ebû Huzeyfe'nin hatırına
gelen şey de gitti; demiş.
28- (...)
Bize îshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Râfi' rivayet ettiler. Lâfsa İbni
Râfi'indir. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni
Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bize İbni Ebî Mü-leyka haber verdi. Ona da
Kaasim b. Muhammed b. Ebî Bekr; ona da Aişe haber vermiş ki, Sehle binti Süheyl
b. Amr, Peygamber (Saîlçllahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek Ebû Huzeyfe'nin
âzâdlısı Sâiim için:
— Yâ
Besûlâllah! Sâiim evimizde
bizimle beraber bulunmaktadır. Ama artık erkeklik çağına
erişti. Erkeklerin bildiğini biliyor; demiş.
ResûlüUah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) .
— «Onu emzİr; kendisine haram ol'.» buyurmuş.
İbni Ebî Müleyke demiş ki:
— Bunun üzerine Kaasim'e hürmeten bir sene yâhud
bir seneye yakın bir müddet bu hadîsten kimseye bahsetmeden durdum. Sonra Kaa-sim'e rastlayarak : Sen
bana bir hadîs
söylemiştin; ben onu
hâlâ kimseye rivayet etmedim;
dedim. Kaasim :
— Nedir o? diye sordu. Ben de kendisine haber
verdim. Kaasim:
— Sen onu bana da Âişe haber vermiş olmak üzere
benden rivayet et; dedi.
29- (...)
Bize Muhammed h. El-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bİze Muhammed b. Ca'fer
rivayet etli. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Humeyd b. Nâfi'den, o da Zeyneb binti
Cmnıi Seleme'den naklen rivayette bulundu. Zeyneb şunu söylemiş:
— tlmmü Seleme Âişe'ye dedi ki : Kendi yanıma girmesini istemediğim o sabî-i
murahik [1] senin yanına giriyor. Âise şu cevabı verdi:
— Senin
için Kesûİüllab (Sallallahü
Aleyhi ve Sellenı) 'de örnek yok mudur?
Ebû HuzeyfVnin karısı
:
— «Yâ Resûlâllah! Salim artık adam olduğu halde yanıma girmeye
devam ediyor. Ebû Huzeyfe'nin nefsinde
bundan fcir hoşnudsuzluk var; dedi de,
Resûlüllah (Sallaliakü Aleyhi ve
Selleın):
— «Onu emzir kİ, yanına girebilsin!» buyurdular.
30- (...)
Bana Ebu't-Tâhir ile Hârûn b. Saîd el-Eylî rivayet ettiler. Lâfız Harun'undur.
(Dediler ki) : Bize İbni Vehb rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Mahramatü'bnü
Bükeyr, babasından naklen haber verdi. (Demiş ki) : Ben Humeyd b. Nâfi'i şöyle
derken işittim : Ben Zeyneb binti Ebî Seîeme'yi şunu söylerken işittim: Ben
Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Ümmü Seîeme'yi Âişe'ye şunu
söylerken dinledim:
— Vallahi memeden ayrılmış çocuğun beni görmesine gönlüm razı olmuyor. Âişe şu
cevabı verdi :
— Neden? Sehle binti Süheyl Resûlüllab (SalUllahü
Aleyhi ve Selleml'e geldi de: Yâ Resûlâllah! Vallahi Sâlim'in (yanıma)
girmesinden Ebû Hu-zeyfe'nin yüzünde hoşnudsuiluk görüyorum, dedi.
Bunun üzerine
Resûlüllah (SaUallahü Aleyhi ve Seiiem):
— «Onu emzİr!» buyurdu. Sehle :
— Ama o saçlı sakallı (adam)
dır; dedi. Resûîüllah
(SallaV.ahiı Aleyhi ve Sellem) :
— «Onu emzir ki, Ebû Huzrçyfe'nin yüzündeki hoşnudsuzluk gitsin!» buyurdular.
31- (1454)
Bana Abdülmelik b. Şuayb b. Leys rivayet etti, (Dedi ki) : Bana babam, dedemden
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Ukayl b. Hâlid, İbni Şihâb'dan rivayet etti.
(Demiş ki) : Bana Ebû Ubeydetü'bnü AbdiIIâb b. Zem'a haber verdi. Ona da Zeyneb
binti Ebî Seleme haber vermiş ki, annesi ve Peygamber (SaUallahü A leyhi ve
Sellem) 'in zevcesi Ümmü Seleme şunu söylüyormuş :
— Peygamber (SaUallahü
Aleyhi ve Sellem)'in diğer zevceleri bu şekilde süt emmek ile bir kimsenin
yanlarına girmesine razı olmamış; ve Aişe'ye : Vallahi biz bunu ancak
Resûlüîlah fSallallahü Aleyhi ve Seltem)in hassaten Sâlim'e verdiği bir ruhsat
addediyoruz; binâenaleyh bu şekilde süt emmekle yanımıza ne bir kimse
girebilir, ne de bizi görebilir; de-
Sehle binti Süheyl ensardan
olup Hz. Ebû Huzeyfe'nin zevcesîdir. İsminin buradakinden başka olduğunu
söyleyenler de vardır.
Salim b. Ma'kı1 : Hz.
Ebû Huzeyfe 'nin âzâdh kölesidir. Arapların âdeti vecihle Ebû Huzeyfe,, Sâlim'i
oğulluk edinmiş; karı
koca onu kendi
çocukları gibi büyütmüşlerdi.
«Evlâdhkİannızı
babalarının adları ile çağırın'» âyet-i kerîmesi inerek evlâdhk hükmü ibtâl
edilince yine yanlarında kalmış; küçük olduğu için Ür müddet daha Hz. Sehle
ondan kaçmamıştır. Fakat bulûğa erdiği zaman artık evlerine girip çıkmasını
doğru bulmamışlarsa da bunu gücenir endişesiyle kendisine söyleyememişlerdir.
Nihayet hadîste beyan buyuruîduğu şekilde Sehle (Raâiyallahu anh) bu meseleyi
Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize arzetmiştir.
Hürmet isbât eden süt
emme müddeti ulemâ arasında ihtilaflı bir meseledir. İmam Âzam'a göre iki buçuk
sene. İmam Züfer'e göre üç, İmam Mâlik'den bir rivayete göre iki sene bir ay,
diğer rivayete göre iki sene iki aydır. Üçüncü bir rivayette İmam Mâlik: «Çocuk
süt emmeye muhtaç olduğu müddetçe süt hükmü sabit olur,» demiştir.
İmam Şafiî, İmam Ahmed
b. Hanbel, Hanefî1er'den îmam Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve cumhûr-u ulemâ süt
müddetinin iki sene olduğuna kaaildirler.
Hz. Âişe (Radiyallahü
anha)ile Dâvûd-u Zahiri babımız hadîsi ile istidlal ederek:
«Hürmeti radâ' küçük
çocuğun emmesiyle sabit olduğu gibi, âkil bâğ bir kimsenin emmesiyle efe sübût
bulur,» demişlerdir.
Bâzıları süt
müddetinin on beş yaşına, bir takımları da kırk yaşına kadar devam ettiğini
söylemişlerdir. Bittabi bu sözlere i'tibâr yoktur.
İmam Âzam 'm delili «Çocuğun ana rahminde kalması ile sütten ayrılması
müddeti otuz aydsr.» [2]
âyet-i kerimesidir. Hz. İmamın istidlali şöyledir : Âyet-i kerîme'de biri hami,
diğeri sütten .ayrılma olmak üzere iki şey zikredilmiş; ve her ikisine bir
müddet ta'yîn edilmiştir. Bu zaman hem hamlin hem de sütten ayrılmanın ayrı
ayrı rniiddetiUir; nitekim bir kimse iki şahısta olan alacağını bir sene te'cü
etse ikiskıe de birer yıl mühlet verdiği anlaşılır. Şu halde âyet-i kerîme
hamil müddeti ile sütten ayrılmanın otuzar ay olduğunu ifâde eder. Ancak bir
çocuğun ana karnında iki. seneden fazla kalamayacağı Hz. Âişe (Radiyallahü
anha) 'dan rivayet edilen sahîh bir hadisle sabit olmuştur. Binâenaleyh hamil
müddetinin otuz aydan az olduğu serî bir delille beyan edilmiştir. Sütten
ayrılma .hususunda ise böyle bir beyan olmadığı için bu müddet otuz ay, olarak
kalmıştır.
İmam Züfer , iki
yaşında sütten ayrılan çocuğun yemeğe alışması için muayyen bir müddeti zarurî
görmüş; ve bunu bir sene ile tahdîd etmiştir; çünkü bir sene dört mevsimi
ihtiva ettiğinden çocuğun bir halden' başka hâle geçmesine en uygun zamandır.
Cumhûr-u ulemânın
delilleri
«Anneler çocuklarını
tam iki sene emzîrirler.» [3] âyet-i
kelimesidir.
Bu âyette süt emme müddetinin
iki senede tamam olduğu bildirilmektedir; tamam olan bîr şeyin üzerine ise
ziyâde yapılamaz. HanefîIer'den bu meselede cumhûr-u ulemâ tarafında bulunan
İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed'in kavilleri esah görülmüş; Tahâvî (238-321)
dahî bu kavli ihtiyar etmiştir. Tafsilât fıkıh kitaplarmdadır.
Hz. Âişe (Radiyallkıhü
anha) ile Dâvûdu Zahiri 'nin istidlal ettikleri babımız hadîsi men şuhtur. Bu
hususta Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Selk'mfden birçok hadîsler ve ashâb-ı
kiramdan eserler mevcuttur. "Ezcümle Dârekutnî (306-385)'nin Hz. İbni
A.bbâs'dan merfû' olarak tahric ettiği bir hadîste;
«Süt emmenin hükmü
ancak ikî sene içinde muteberdir.» buyurul-muştur. Mezkûr hadîs Hz. İbni
Abbas'a mevkuf olarak dahî rivayet olunduğu gibi, İbni Ebî Şeybe ( - 234) İbni
Mes'ûd ile Aliyü'bnü Ebî Tâlib (Radiyallahü anh) 'dan, ve Dârekutnî, Hz. Ömer'den
mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.
İmam Mâ1ik'in «El-Muvatta'»ı
ile Ebû Dâvûd'un «Siinen»înde Yahya b. Saîd 'den naklen şöyle bir hâdiseden
bahsedilir: Bir adam Hz. Ebû Mûsâ El-Eş'arfye gelerek;
— Ben karımın memesinden süt emdim;
süt mideme gitti; demiş. Ebû Musa :
— Karın
sana haram olmuştur
fikrindeyim; cevabını vermiş.
Orada bulunan Abdullah !\ Mes'ûd (Radiyallahü anh) kendisine:
— Bu adama
verdiğin fetvaya dikkat el!
diye ihtarda bulunmuş. Bunun
üzerine Hz. Ebû Musa :
— Sen ne buyurrusun? diye sormuş. Abdullah b,
Mes'ûd (Radiyallahü anh):
— Süt
emmenin hükmü ancak iki sen
içinde mu'teberdir; demiş. Ebû Mûsâ
(Radiyallahü anh) yaînndakİîere dönerek:
— Bu
âlim aranızda bulundukça bir
daha bana bir
şey sormayın! diye tenbihde
bulunmuş.
«El-Mu vatta »da dahî
Hz. Abdullah b. Ömer 'den şöyle bir rivayet vardır. «Bir adam
Ömerü'bnü'l-Hattâb'a gelerek şunu söyledi :
— Benim
Vîr cariyem vardı; ona
yakınlık ederdim. Karım
bu cariyeyi kasden
emzirmiş. Cariyenin yanına
girdiğim zaman bana : Dur bakalım! Vallahi ben bu cariyeyi
emzirdim, dedi. Ömer:
— Karını te'dîb et! Cariyenle de
cinsî münasebette bulun! Çünkü sütün hükmü yalnız küçük çocuğun
emmesine mahsustur, cevabını verdi.»
Nitekim babımızın son
hadîsinden de anlaşılacağı vecihîe Hz. Âişe'den maada bütün ezvâc-ı tâhirât da
(yaşlı başlı bir insanın emmesine radâ' hükmü vermemi?; Âise (Radiyallnhû
a^hd) 'ya bunun Sâ1im'e mahsus bir ruhsat olduğunu hatırlatmışlardır.
Sehle hadîsi rneşhûr
«Sünen» kitaplarında da burada olduğu gibi mutlak rivayet edilmiştir. Yalnız Tin
Şafiî ''nin «Müsned» inde : «Sâlim'i beş defa emzir» kaydı varsa da bu kayd
mutlak surette mensuhtur. Onun mensub olduğunu İbni Abbâs (RadiyaUahû anh}
tasrih etmiştir. Hz. İbni Abbâs'a : «Halk bir defa emmenin hürmet isbât
etmediğini söylüyorlar» denildiğinde: «Öyle idi, fakat sonra neshe dil di*
cevabını vermiştir. Rivayete nazaran Abdullah b. Mes'ûd (Radivallahü anh):
— «Radâ' meselesi azmin da çoğunun da hürmet
isbât etmesinde karar kıldı» demiştir.
Abdullah b. Ömer
(Radiyallahü anh i 'dan dahî şöyle bir rivayet vardır. Kendisine : İbni Zübeyr
bir ve iki defa emmekte beis olmadığın söylüyor; demişler. İbni Ömer:
— Allah'ın hükmü, İbni Zübeyr'în hükmünden daha
hayırlıdır» mu-kaabelesinde bulunmuş.
'Kaadî Iyâz
(476-5.44)'m beyanına göre, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seliemt'm :«Onu
emzir!» emri karşısında Hz. Seh1e ihtimâl sütünü sağmış da Salim (Radiyallohu
anh) memesine dokunmadan onu içmiştir. îmam Nevevî, Ks adî 'nin bu sözünü beğenmiştir.
Maamâfîh ihtiyaç dolayisiyie dokunmasının özür sayılması da ihtimâl dahilinde
görülmektedir.
32- (1455)
Bize Hennâd b. Seriy rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebu'I-Ahvas, Eş'as b.
Ebi'ş-Şa'sâ!dan, o da babasından, o da Mesrûk'dan naklen rivayet etti. (Demiş ki) : Âİşe şunu söyledi :
— Resûlülİalı
iSaliaHahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girdi. Yanımda bir adam oturuyordu. Bu onun
gücüne gitti. Ben gadab eserini yüzünde görerek : Yâ Resûlâlîah! Bu zât benim
süt kardeşimdir; dedim. Bunun üzerine Resûlüllah (Saİiallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Süt kardeşlerinizi
iyi düşünün! Zîra süt hükmü ancak açlıktan dolayı sabit oiur.» buyurdular.
(...)
Bize bu
hadîsi Muhammed b.
el-Müsennâ ile İbni
Beşşâr da rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. H.
Bize Ubeyduüah b. Muâz
da rivayet etti. İki râvi hep birden; Bize Şu'be rivayet etti, dediler. H.
Bize Ebû Bekr b. Ebî
Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Vekî' rivayet etti. H.
Bana Züheyr b. Harb da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrahnıân b. Mehdî rivayet etti. Bunlar
toptan Süfyân'dan rivayette bulunmuşlardır. H.
Bize Abd b. Humeyd
dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyn eî-Cu'fi, Zâide'den rivayet etti.
Bunların hepsi Ebu'l-Ahvas'm isnadı ile onun hadîsi mânâsında rivayette
bulunmuşlardır. Yalnız bunlar (radâa yerine) mecâattan» demişlerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Nikâh» ve «Şehâdât» bahislerinde, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn i Mâce «Nikâh»da
muhtelif râvî-lerden tahrîc etmişlerdir.
Kesûlüliah (Sallaliahü
Aleyhi ve Sellem) 'in :
«Süfî kardeşîerinizi
iyi düşünün!» buyurması o şahsın büyük yaşta emmiş olması endîşesindendir.
Mecâa: Açlık demektir.
Ancak burada ondan murad küçük çocuğun açlığıdır. Yoksa bir kadından süt emen
büyük küçük herkes onun süt çocuğu olacak değildir. Maksad: Küçük çocuğun
açlığını gideren sütü emmesidir. Zâten bülûga eren bir kimseyi anne sütü doyurmaz.
Onun ekmek ve yemekle beslenmesi îcâbeder.
Burada şöyle bir suâl
hatıra gelebilir. Bu hadîsi Hz. Âişe rivayet etmiş; halbuki kendisi ona muhalefette
bulunmuştur. Hanefiyye ulemâsına göre râvinin kendi rivayet ettiği bir hadîse
muhalif ameli, rivayet ettiği hadîsin mensûh olduğuna delâlet eder.
Binâenaleyh babımız hadîsi mensûh sayılmaz mı?
Cevâb: Evet, râvinin
kendi rivayet ettiği bir hadise muhalif amelinden başka hiç bir hâli
bilinmiyorsa o hadîsin neshedildiğine hükmo-lunur ve râvi bunun neshediîdiğini
öğrenmiştir.» denilir. Şayet hususî bir meselede râvi kendi hadîsine muhalif
hareket ederse, bunun bizce malûm olan hususî bir delile istinaden yapmış olur
ki, bu takdirde rivayet ettiği hadîs mensûb değil, müetehidin o hadîsle
istidlalde hatası zahir olmuş demektir. Ama bir meselede bu söylediğimizin
hilafını görürsek bizzarûre o râvinin re'ymi değil, rivayet ettiği hadîsi
nazar-ı i'ti-bâra almamız îcâbeder. Babımız hadîsi de bu kabildendir.
Hadîs-i şerîf hüküm
i'tibâriyle radâın azının da hüküm isbâtına kâfi geldiğini bildiren rivayetler
gibidir.
33- (1456)
Bize Ubeydullah b. Ömer b. Mey sera te'î-Kavârirî rivayet etti. (Dedi ki) :
Bize Yezîd b. Zürey' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebî Arûbe,
Katâde'den, o da Ebu'I-Halîl Sâlih'den, o da Ebû AI-kametel-Hâşimî'den, o da
Ebü Saîd-i Hudrî'den naklen rivayet etti ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) Huneyn günü Evtâs'a bir ordu göndermiş. Bunlar düşmana tesadüf ederek
onlarla çarpışmış ve muzaffer olmuşlar. Bir takım esirler de almışlar. Galiba
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve SellemYin ashabından bazı kimseler,
müşriklerden kocaları bulunmaları hasebiyle esîr kadınlara yakınlık etmekten
çekinmişler. Bunun üzerine Allah (Azie ve Ceiie) bu bâbta şu âyet-i kerîmeyi indirmiş :
«Kadınların evli
olanları da (size haramdır), ancak mâlik ofduklannız müstesna...» [4] yâni,
îddetîeri geçtikten sonra onlar size hşlâldır.
34- (...) Bize
Ebû Bekr b. Ebî Şey be ile Muhammedü'bnü'l-Müsen-nâ ve İbni Beşşâr rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize AbdülVlâ, Saîd'den, o da Katâde'den, o da
Ebu'l-Halîl'den naklen rivayet etti ki, Ebû Alka-mete'l-Hâşimî'nin nakline göre
Ebû Saîd-i Hudrî kendilerine Nebiyyullah (Sallallahü Aleyhi ve' Seliem fin
Huneyn günü bir seriyye gönderdiğini Yezîd b. Zürey' hadîsi mânâsında rivayet
etmiş. Yalnız o :
«Ancak o kadınlardan
sizin milkiniz olanlar müstesna! Böyleler! size helâldir.» demiş;
«Iddetleri bittiği vakit...» cümlesini zikrelmemiştir.
(...) Bana
bu hadîsi Yahya b. Habîb el-Hârisî de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hâlid yâni
İbni'l-Hâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etti.
35- (...)
Bana bu hadîsi (yine) Yahya b. Habib el-Hârisî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Hâlid b. el-Hâris rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Katâde'den, o da
Ebu'J-Halil'den, o da Ebû Saîd'den naklen rivayet eyledi. Ebû Saîd şöyle demiş
:
Ashâb, Evtâs günü.
kocaları olan Lir takım kadınlar esîr ettiler de endîşeye düştüler. Bunun
üzerine şu âyet indirildi:
«Kadınlardan evli
olanlar da (size haramdır) ancak mılkiniz olanlar müstesna!»
(...) Bana
(yine) Yahya b. Habîb rivayet etti. (Dedi ki) : Bîze Hâlid yâni İbni'l-Hâris
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Saîd, Katâde'den bu isnâdla bu hadîsin benzerini
rivayet etti.
Müslim'in birçok
nüshalarında bu hadisin üçüncü rivayetinde Ebu'l-Halil ile Hz. Ebû Saîd-i
Hudrî- arasında Ebû A1kame zikredilmemiştir. Yalnız İbni'l-Hazzâ' nüsha1 smda arada
Ebû Alkame vardır. Bu sebeple Gassâni : «Doğrusunun hangisi olduğunu
bilmiyorum» demiştir. Kaadi Iyâz, Gassâni'den başkalarının : «Doğrusu Ebû
A1kame'yi zikretmektir» dediklerini söylemektedir. İmam Nevevi'ye göre
ise her iki rivayetin doğru olması muhtemeldir. Çünkü Ebû'1-Ha1î1'm hadîsi iki
vecihle işitmiş olması ve işittiği şekillerde rivayet etmesi mümkündür.
Evtâs:
Tâifde bir yerin ismidir. Hadîsin rivayetlerinden de anlaşılacağı vecihle bu
yerde müsiümanlarla müşrikler arasında harb olmuş; neticede müslümanlar gâlib
gelerek birçok esirler almışlardır. Ancak alman kadınların kocaları olduğunu
düşünen bâzı ashâb günah olur endişesi ile onlara yakınlık etmekten
çekinmişlerdir. Zira evli bir kadın, kocasından başka kimseye helâl olmaz.
Bunun üzerine âyet inerek esîr alman evli kadınların, istibrâ yapılmak şartı
ile müslümanlsra helâl oldukları bildirilmiştir.
Âyet-i Kerîme'deki
«muhsane»lerden murâd, evli kadınlardır. İddet-ten maksad da istibrâdir.
îsiibrâ : Kadının
hâmile ise doğurması, değilse cima' olunmadan bir hayız müddeti beklemesidir.
Muhsaneni aslı olan
ihsan kelimesi gerek lügatte gerekse Kur'ân-ı Kerîm'de : İslâm, hürriyyet,
evlenmek ve iffet mânâlarında kullanılmıştır. Bu mânâlar muvacehesinde âyet-i
kerîmedeki «muhsane-]er»den murâd ne olduğunu anlamak Â1ûsî'nin dediği gibi müşkildir.
Hattâ Mücâhid :
«Bu âyeti kimin tefsir
ettiğini bilsem ona deve ile giderdim.» demiştir, îbni Ebî Şeybe 'nin
Ebu's-Scvdâ 'dan tahrîc ettiği bir rivayette Ebu's- Sevdâ'm :
«İkrime'ye bu âyetin
mânâsını sordum da : bilmiyorum; cevâbım verdi.» dediği bildiriliyor.
Yine Â1ûsi'nin
beyânına göre bu âyet hakkında mütekaddimîn ulemâdan dört kavil rivayet
olunmuştur :
1-
Muhsanelerden murâd evli kadınlardır. Mılkden murâd ise hassaten esîr almak
suretiyle hâsj olan mi.lkt.ir. Zira nikâhın feshini ve kadının esir alan
kimseye helâl olmasını İktizâ eden budur. Mezkûr kavil Hz. Ömer, Hz. Osman,
cumhûr-u sahabe, cumhûr-u tabiîn ve dört mezhebin imamlarından rivayet
olunmuştur.
Ancak sebep mücerred
esîr almak mıdır yoksa yalnız kadını esîr etmek midir? meselesinde ihtilâf
olunmuştur. İmam Şafiî'ye göre kadının
kocasından ayrılmasına sebep mücerred esîr alınmasıdır.
imam Âzam indinde ise
sebep, kadının yalnız başına esir edilmesidir. Şayet kocası ile birlikte esir
edilirse kadm esir alana helâl olmaz. Bu bâbda Hanefi1er'le Şâfiî1er arasında
karşılıklı ftiraz ve cevaplar teati edilmiştir.
2-
Âyetteki «muhsanelenden murâd evli
kadınlar; milkden mak-sad da mutlak surette milk-i yemindir. Binâenaleyh evli
bir câriye: satın almak, esîr etmek veya bağış gibi bir sebeple birinin milkine
geçerse kocasından boş düşer; ve kendisini alan
kimseye helâl olur. İbni Mes'ûd (Radiyallaku anh) ile
ashab-ı kirâm'dan bir cemâatin kavileri budur, İmâmiye taifesinin cumhuru da
buna kaaildirler.
3-
«Muhsaneler» tâbiri afife, hür ve evli
kadınlara şâmil olduğu gibi, milk dahî milk-i yemîn ve mük-i nikâha âmm ve
şâmildir. Binâenaleyh âyetin mânâsı şöyle olur :
«Zina haramdır. Nikâh
akdi veya mitk-i yeminle alınmayan her ecnebi kadın 6a haramdır.» Saîd b.
Cübeyr, Atâ ve Süd-d î 'nin mezhepleri budur. Mezkûr kavil bâzı sahâbe-i
kirâm'dan rivayet olunmuş; İmam Mâlik de
«Eî-Muvattâ»da onu ihtiyar etmiştir.
4-
«Muhsaneler»den murâd : Hür kadınlar;
milkden maksad da mutlak milktir. Âyet-i kerîme dörtten fazla hür kadınla
evlenmeyi yasak etmektedir. Milk-i yeminle alman cariyeler bundan müstesnadır.
El-hâsıî evli kadınlar
kocalarından başkalarına haramdırlar. Ancak esîr etmek suretiyle alman evli
kadınlar bu hükümden müstesnadırlar. Çünkü esîr almakla onların nikâhları
münfesih olur. Bunlar istibrâ müddeti geçtikten sonra kendilerini esîr alan
müslümanlara milk-i yeminle; sair müslümanlara nikâhla helâl olurlar.
Yalnız İmam Şafiî ile
diğer bir takım ulemâya göre ehl-i kitâb olmayan küffâr kadınları müslüman
olmadıkça milk-i yeminle ci-mâ'ları caiz değildir. Evtâs harbinde esîr alman
Arap kadınları putperest idiler. Binâenaleyh hadîs, «Müslümanlığı kabul
etmişlerdir» diye te'vîl olunur. Nevevî buna benzer yerlerde bu te'vîlin
mutlaka yapılması lâzım geldiğine işaret etmiştir.
36- (1457)
Bize Kuteybetü'bnü Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys rivayet etti. H.
Bize Muhammed fa.
Rumfa da rivayet etti. (Dedi ki) ; Bize Leys, İbni Şihâb'dan, o da Urve'den, o
da Âİşe'den naklen haber verdi ki, şöyle demiş : Sa'dırbnü Ebî Vakkas ile Abd
b. Zem'a bir çocuk hakkında münakaşa ettiler. Sa'd :
— Yâ ResûîâHah!
Bu çocuk benim kardeşim Utbetü'bnü Ebî
Vakkaas'm oğludur. Oğlu olduğunu bana vasîyyet etti. Ona benzeyişine
bak! dedi. Abd b. Zem'a da:
— Bu
benim kardeşimdir yâ
Resûlâllah! Babamın döşeği
Üzerinde onun cariyesinden doğmuştur; iddiasında bulundu.
Derken Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğun benzerliğine baktı ve Utbe'ye apaçık
benzeriik gördü. Bunun üzerine :
— «O senindir yâ Abd S Çocuk firâş
sahibinindir. Zânîye de taş vardır. Sen de ondan kaç yâ Şevde btnti
Zem'a!» buyurdular.
Hz. Âişe: «Artık bu
çocuk Sevde'yi hiç görmedi» demiş. Muhanı-med b. Rumh : «Yâ Abd!» sözünü
zikretmemiştir.
(...) Bize
Saîd b. Mansûr ile Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ve Amru'n-Nâkıd rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyân h. Uyeyne rivayet
etti. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdurrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer
haber verdi. Her İki râvi Zührî'-den bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet
etmişlerdir. Şu kadar var ki, Ma'mer ile İbni Uyeyne kendi rivayetlerinde:
«Çocuk firaş sahibinindir.» demiş; «Zânîye taş gerekir» cümlesini zikretmemişîerdir.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbu'I-Buyû»un bir-iki yerinde, «Ahkâm». «Miras», «Vesayâ» ve «Megâzî»
bahislerinde; Nesâî : «Talâk»- bahsinde muhtelif râvilerden tahric etmişlerdir.
Aynî 'nin beyanına
göre hadîste bahsi geçen kıssanın aslı şudur : Cahiliyet devrinde Araplar
cariyelerine vergi koyarlardı. Cariyeler bu vergileri ödemek için
yolsuzluklarda bulunur, zina ederlerdi. Bu esnada sahipleri de onlarla cima'da
bulunurdu. Câriye çocuk doğurursa bâzan sahibi, bâzan da zina ettiği adam
«çocuk bendendir» diye iddia ederlerdi Şayet câriye sahibi çocuğu iddia veya
redd etmeden ölür de veresesi iddia ederlerse çocuğun nesebi câriye sahibine
İlhak olunur; yalnız miras alamazdı. Mirasçı olabilmesi için miras taksim
edilmezden önce ilhak edilmiş olması lâzım gelirdi. Câriye sahibi doğan çocuğun
kendine âid olduğunu inkâr ederse çocuğun nesebi ona ilhak olunamazdı.
Ezvâc-ı tâhirâttan Hz,
Şevde :nin babası Zem'atü'bnü Kays'in da bu neviden bir cariyesi vardı; onunla
cinsî münasebette bulunurdu. Bir ara câriye gebe kaldı. Çocuğun Hz. Sa'd b. Ebî
Vakkaas ırı kardeşi Utbe'den kaldığı zannediliyordu. Bu adam Uhud gazasında
Peygamhev (SallallaJiiı Aleyhi ve Seliem) 'in dişini kırmış; onun bedduasına
uğramıştı. Birkaç zaman sonra kâfir olarak Ölmüş; vefatından önce kardeşi Sa'd
(RadiyaUahu anh) 'a vasiyyette bulunarak : «Zem'a'nın cariyesinden doğacak
çocuğu kendine ilhak et» demişti. Hz. Sa'd ilhak iddiasında bulununca Zem'a'nm
oğlu Abd ona i'tirâz etti. Sa'd (RadiyaUahu anh): «Bu çocuk benim kardeşimin
oğludur» diyerek cahiliyet devrindeki âdetlerine işaret ediyor; Abd de : «Çocuk
benini kardeşimdir; babamın firâşinda doğmuştur.» diyerek İslâm'ın hükmüne
telmihde bulunuyordu, Resûlüliah ıSailaUdui Aleyhi ve Sellem) câhiliyyet
âdetinin hükmünü ibtâl ıçm çocuğun A b d b. Zem'a :ya verilmesine hükmederek :
«O senindir yâ Abd!
Çocuk firâş sahibinindir.» buyurdular.
«O senindir» ifâdesi
iki suretle tefsir edilmiştir. Birinci tefsire göre bu sözden murâd: «O senin
kardeşindir» demektir; ve bu sözü Peygamber (SaHaiic.hu Aleyhi ve Selle/u) Abd
'in ilhak isteğine değil, kendi ilmine istinaden söylemiştir. Çünkü Zem'a
Peygamber (Sal'aHaJıü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin kayınpederi idi.
Binâenaleyh onun cariyesi ile cinsî münâsebette bulunduğunu bilmiş olabilir.
İkinci tefsire göre : «O senindir» cümlesi, «Senin mil kindir» mânâsına gelir.
Zira bir cariyenin gayri meşru surette doğurduğu çocuk köle olur. Zem'a bu çocuğun
lehinde veya aleyhinde bir şey söylemediğine göre çocuk annesine tebean
köledir; ve Abd 'e babasından miras olarak intikal etmiştir. İbni Cerîr'in
kavli budur.
Tahâvi'ye göre ; «O
senindir» sözünden murad mülkiyet değil, zilyedliktir. Yâni : «Bu çocuğu sen
alırsın, ama imik olarak değil, başkasına
vermeyip kendi himayende
bulundurmak için» demektir. Nitekim Resûlüllah (Sailallcûıü
Aleyhi ve Seîlem) kayıp eşya bulan bir kimseye de : «O senindir» buyurmuş; bu
sözü ile : «Bulduğun eşyayı sahibi çıkıncaya kadar elinde tut» demek
istemiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve kelleni) Efendimize izafeten :
«Cariyenin çocuğunu Zem'a'nm oğlu olarak kabul etti; ama bu çocuğun kız
kardeşine ondan kaçmasını emretti.» demek caiz değildir. Ancak Abd b. Zem'a'nm
iddiasında kız kardeşi Şevde (Radiyallahü anha) dahî ortak olacağı için, doğan
çocuğu ona kardeş .tanımamış; ondan kaçmasını emir buyurmuştur.
Ulmadan bâzıları
Tahâvi'nin sözüne i'tirâzla bu hadîsi Buhâri'nin «Meğâzî» bahsinde:
«O senindir; o senin
kardeşindir ya Abd b. Zem'a» şeklinde rivayet ettiğini soylemişlerse de Aynî
bunlara cevap vermiş; ve İmam Ahmed'in «Müsned»i ile Nesâî'nin. «Sünen»inde
hadîsin :
«O senin kardeşin
değildir» tarzında rivayet edildiğin bildirmiştir. Gerçi bu ziyadeyi Beyhakî ,
Münzirî ve Mâzerî ma'lûl bulmuşlardır; fakat Hâkim ziyâde isnadının sahih
olduğunu beyân etmiştir.
'«O senindir yâ Abd»
cümlesinin «O senin köîendir» şeklinde
de rivayet olunduğu söylenir. Hattâ Kurtubî bu rivayeti Hanefîler'den
bâzılarına nisbet etmiş; sonra : «Rivayet nida harfi olan (yâ) iledir. Burada
Abd kelimesi ismi alem olup münâdâdır. Kesûlüllah (Sallai.lahü Aleyhi ve Sellem)onunla
Zem'a 'nin oğlu Abd'i kasdetmiştir. (Yâ) sız rivayeti kabul etsek bile muhâtab
yine Abd b. Zem'a 'dır. Kelime şüphesiz ki. münâdâdır; şu kadar var ki,
Araplar ismi alemlerden nida harfini hazf ederler...» diyerek mezkûr kavli
reddetmiştir.
Cariyenin doğurduğu
çocuğun ismi Abdurrahmân b. Zem'a 'dır.
Firâş : Döşek
demektir. Burada ondan kinaye yolu ile koca mânâsı kasdediimiştir. Bâzıları
kinaye tarîki ile kan ile kocadan her birine firâş denilebileceğini söylemişlerdir.
Fukaha bu kelimeyi umumiyetle helâl cima1 ve nesil elde etmek için yapılan
meşru' cima' mânâlarında kullanırlar. Firâşm kavı, zaif ve orta olmak üzere üç
mertebesi vardır.
1- Kavî
mertebesi, nikâhlı kadının firâşıdir. Böyle bir kadının doğurduğu çocuğun
nesebi doğrudan doğruya sabit olur. Kocasının «Bu çocuk bendendir» diye
iddiasına hacet yoktur. Bir de mücerred «Bu çocuk benden değildir» demekle
neseb nefi edilmiş olmaz; behemehal liân lâzım gelir.
2- Zaîf
firaş, cariyenin firâşidır. Bunun hükmü : İddia edilmedikçe nesebin sabit
olmaması «Benden değildir» demekle müntefî olmasıdır.
3- Orta
firâş ümmülveled yâni döl almak için ayrılan cariyenin firaşıdır. Bu firâş
iddiaya lüzum kalmadan nesebin sübûtu, «Çocuk benden değildir» demekle müntefî
olmasıdır.
Nikâh akdinden sonra
hemen boşanan ve altı ay sonra çocuk doğuran bir kadının hükmü fukahâ arasında
ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Şafiî 'ye göre doğan çocuğun nesebi sabit olmaz.
Çünkü meşru' surette münasebeti cinsiyye imkân bulunmamıştır; binâenaleyh bu mesele
küçük çocuğun nikâhlanması kabilindendİr.
Hanefîler'ce çocuğun
nesebi sabit olur; zîra bu kadın kocasının firâşı olmuştur. Câriye meselesi de
ihtilaflıdır. İmam Mâlik ile Şafiî'ye göre sahibi istibrâ iddia etmeden
cariyesi ile cinsî münâsebette bulunur veya bulunduğuna ikrar ederse, çocuğun
nesebi sabit olur. Hz. Ömer bu suretle hükmetmiştir. îbn i Ömer (Radiyallahû
anhfva. kavli de budur. Artık o câriye ümmü veled olur: Ancak sahibi istibrâ
iddia ederse «Çocuk benden değildir» diyebilir. Cima' bulunmadan mücerred
mâlik olmakla câriye firâş sayılamaz.
Hanefiler ise
cariyenin cima' ile firâş olamayacağına kaail-dirler. Onlara göre cariyenin
firâş olması için sahibin «Çocuk bendendir» diye iddia etmesi şarttır. Çocuğu
nefi ettiği takdirde ise cimâı ikrar etsin etmesin ve keza istibrâ yapsın
yapmasın mutlak surette nesebi ondan sabit olmaz.
Âhir : Zina
eden mânâsına gelir. «Zânîye de taş vardır.» cümlesinden murâd: Zina edene
haybet ve husrârı vardır; doğacak çocuk üzerinde onun bir hakkı yoktur,
demektir. Araplar bu cümleyi haybet ve hüsran mânâsında darb-ı mesel olarak
kullanırlar.
Bâzıları bu cümleyi :
«Çocuk firâş sahibine âiddir; zina edene de haybet ve mahrumiyet vardır.»
mânâsına almışlardır.
Bir takımları bu
hadîsdeki (taş) dan recim kasdedildiğini iddia etmişlerse de doğru değildir;
çünkü her zina mutlaka recim iktizâ etmez. Recim ancak muhsan olduğu halde zina
edene tatbik olunur.
«Sen de ondan kaç, ya
Şevde!..» cümlesinden ne kasdedildiği eskiden ulema arasında müşkil sayılmış
bir meseledir. «Haram olan bir şey helâli haram kılamaz; zinanın haram kılmakta
te'sîri yoktur.» diyenlerin ekserisine göre bu söz tenezzühen söylenmiştir.
Erkek karısını, kadının kardeşine görünmekten men' edebilir. İmam Şafiî ile Abdülmelik b. Mâceşûn'un kavilleri budur.
Ulemâdan bir cemaat
Resûlüllah (SaMlahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu sözünü sedd-i zerîa yâni
kötülüklerin yolunu kesmek- için söylediğine kaildirler. Burada sanki iki hüküm
vardır. Bunların biri zahire göre verilmiştir ki, çocuğun firâş sahibine
verilmesidir. İkinci hüküm bâtınîdir. O da şüphe dolayısı ile kaçmaktır. Şöyle
denilmiş gibidir : «Bu çocuk senin kardeşin değildir Şevde! Ancak Allah'ın hükmünde kardeşin sayılır.»
1- İmam Âzam
'a göre bir adamla zina eden kadın, o adamın oğullarına haranı olur. Hz. İmam
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :
«Ondan kaç yâ Şevde!»
emriyle istidlal etmiştir. Buradaki emir vü-cup içindir. İmam Ahmed ile Evzâî
ve Sevrî 'nin mezhepleri de budur.
İmam Mâlik, Şafiî ve
Ebû Sevr haram olmadığına kaildirler. Onlarca kaç-göç emri tenzih içindir.
2- Ebû Ömer
İbni Abdilberr'in beyanına göre hüküm zahire göre verilir. Çünkü Peygamber
{Sallallahü Aleyhi \e Sellem} çocuğun firâşa aid olduğuna hüküm buyurmuş;
benzerliğe itibâr etmemiştir. Fakat hâkimin hükmü bâtınen o meseleyi helâl
kılmaz. Nitekim Resûlüllah (SaUalloJvJ Aleyhi ve Sellem) Hz. Sevde'ye o
çocuktan kaçmasını emir buyurmuştur.
3- İmam
Şafiî, Abd b. Zem'a 'nın : «Bu çocuk benim kardeşimdir» sözü ile istidlal
ederek, kardeşin bazı şartlarla bir mirasçıyı murisinin nesebine ilhak
edebileceğine kail olmuştur. Bu şartlar : O kimsenin miras hakkını hâiz
olması, ilhakı bütün mirasçıların yapması, ilhak edilen şahsın murisin çocuğu
olması imkân dahilinde bulunması, nesebi başkasından sabit olmaması ve akıl
baliğ ise ilhak eden kimseyi tasdik etmesidir.
Nevevî (631-676):
«Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)'in : Zem'a'ya ilhak ettiği çocukta bu
şartların hepsi mevcut idi.» dedikten sonra sözüne şöyle devam ediyor :
«Ulemâmız bunu iki vecihle te'vil etmişlerdir: Birinci te'vüe göre çocuğu Hz.
Şevde dahî ilhak etmiş; bu hususta o da kardeşi Abd'e uyarak bütün mirasçılar
ilhakı toptan yapmışlardır.
İkinci te'vîle göre
Hz. Şevde müslüman olduğu için, küfür hâlinde ölen babsı Zem'a'ya mirasçı
olamamış; bütün mirası Abd'e kalmıştır.
İmam Mâlik, babadan
başka kimsenin ilhak hakkı olmadığına kaildir. Zîra bu meselede başkaları onun
kadar isabetli davranamazlar.
4- Şa'bî,
Muhammed b. Ebî Zi'b ve Medine ulemâsından bâzıları «Çocuk firâş sahibinindir»
cümlesi ile istidlal ederek mücerred nefî (yâni çocuk benden değildir iddiası)
ile nesebin mün-tefî olamayacağım söylemişlerdir. Çünkü firâş, doğacak çocuğun
anne ve babasından nesebini isbât için ona bir hak îcâb eder. Anne-baba liân [5] veya
başka bir yolla onu kendi çocukları olmaktan çıkaramazlar.
Tabiîn ve onlardan
sonra gelen fukahânm cumhuru ile dört mezhebin imamlarına göre bir adam
karısının doğurduğu çocuk için «Bu çocuk benden değildir» derse lîân yapılmak
suretiyle çocuğun nesebi ondan alınarak karısına iîhâk edilir. Bu bâblaki
tafsilât inşaallah liân bahsinde görülecektir.
37- (1458)
Bana Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd rivayet ettiler. İbni Râfi' (Dedi ki)
: Bize Abdürrezzak rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Zührî'den, o da
İbni'l-Miiseyyeb ile Ebû Seleme'den, onlar da Ebû Hüreyre'den naklen haber
verdi ki. Resûlüllah (SalialialıÜ Aleyhi ve Sellem) :
«Çocuk firâş
sahibinindir; Zânîye de taş vardır.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Saîd b. Mansur ile Züheyr b. Harb, Abdülâlâ b. Hammâd ve Amru'n-Nâkıd rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Süfyâıı, Zührî'den rivayet etti. İbni Mansûr :
Saîd'den, o da Ebû Hüreyre'den naklen dedi. Abdülâlâ : Ebû Seieme'den yâhud
Saîd'den. o da Ebû Hüreyre'den naklen dedi. Züheyr : Saîd'den yâhud Ebû
Seleme'den bîri yâhud her ikisi Ebû Hüreyre'den naklen ifâdesini kullandı. Amr
ise: Bize Süfyân bir defa. Zührî'den, o da Saîd ile Ebû Seleme'den diyerek; bir
defa, Saîd'den yâhud Ebû Seleme'den ifadesiyle; başka bir defa da : Saîd'den,
o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemj'den, ibaresi
ile rivayet etti; dedi. Bunlar Ma'mer'in hadîsi gibi rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhârî
«Ferâiz» bahsinde tahrîc etmiştir. Yukanki hadiste bu cümle geçtiği halde burada
müstakil bir hadis olarak zikredilmesi merakı mûcib olabilir. Tahâvî diyor ki:
«Çocuk firâş sahibinindir; zânîye de taş vardır; cümlesini yukanki hadîse
eklemenin mânâsı nedir? diye bir suâl vârid olursa cevâbı şudur : Resûlüîlah
(Sallollalûi Aleyhi ve Seke m) bu cümleyi orada Hz. Sa'd'a ta'lîm için
söylemiştir. Yâni : Sen bu çocuğun kardeşine âid olduğunu söylüyorsun ama onun
firâşı yoktur; şayet firâşı olsa idi çocuğun nesebi ona izafe edilr; sübut
bulurdu. Senin kardeşin zânîdir; zânîye ise taş vardır: demek
istemiştir.»
îbni Abdi1berr
(368-463) : «Çocuk firâş sahibinindir, hadîsi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)''den rivayet olunan hadislerin en sahihlerinden biridir. Bu hadîs
yirmiden fazla sahabe tarafından rivayet edilmiştir.» demektedir.
Tirmizî bu bâbta Ömer,
Osman, Abdullah b. Mes'ûd , Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Amr, Ebû Ümâme Amr
b. Hârice, Berâ b. Âzib ve Zeyd b. Erkam (Radiyallahu anh) hazerâtmdan hadîsler
rivayet olunduğunu kaydetmiştir.
Hz. Ömer hadîsini İmam
Şafiî «Müsned»inde. Tbni Mâce de
«Sünen»inde tahrîc ettikleri gibi.
Osman (Radiyallahu
anh) .hadîsini Ebû Dâvud; Abdullah b. Mes'ud hadîsini Nesâî . Abdullah b. Zübeyr
hadîsini yine Nesâî ; Abdullah b. Amr hadîsini Ebû Dâvûd; Ebû Ümâme hadîsini
Ebû Dâvûd ile Ibni Mâce: Amr b. Hârice hadîsini Tirmizî Nesaî ve îbni Mâce;
Berâ ' hadîsini Tâberânî ; Zeyd b. Erkâm hadîsini dahî Tâberânî «EJ-Kebîr» adlı
eserinde tahrîc etmişlerdir.
Bunlardan maada Ebû
Ya'lâ e1- Mavsî Hz. Muâviye'den; Bezzâr da tbni Ömer (Radiyallahu ann) 'dan hadîsler
rivayet etmişlerdir,
Bu rivayetlerin hepsi
babımız hadîsi gibidir. Yalnız bâzılarında
«zânîye de taş vardır» cümlesi zikredilmemiştir. Hüküm i'tibârı ile bu
hadîs de yukanki hadîs gibidir.
38-(1459)
Bize Yahya b. Yahya ile Muhammed b. Rumh rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize
Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybetü'bnü
SaîJ de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şihâb'dan, o da Urve'den, o
da Âişe'den naklen rivayet eyledi. Âişe (Radiyallahü anha) şöyle demiş :
ResülüUah (SallaHahü
Aleyhi ve Selle m) sevinçli, yüzünün hatları parlar bir halde yanıma girdi ve :
«Baksan a! Demin
Mücezziz Zeyd b. Hârisa ile Usâmetü'bnü Zeyd'e baktı da : Şüphesiz bu ayaklar
birbirinden (meydana gelmiş) dir; dedi.» buyurdular.
39- (...)
Bana Amru'n-Nâkid ile Züheyr b. Harb ve Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet ettiler.
Lâfız Amr'mdir. (Dediler ki) : Bize
Süfyân, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş:
Bir giin KesûMillah(Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) sevinçle yanıma girdi ve: «Ya Âişe! Baksan a! Mücezziz
el-Müdlicî yanıma girdi de Usâme ile Zeyd'i gördü. Üzerlerinde bir kadife
vardı. Onunla başlarını örtmüşler; ayakları açık kalmıştı. Mücezziz : Şüphesiz
bu ayaklar birbirinden (meydana gelmiş)
dır, dedi.» buyurdular.
40- (...)
Bize bu hadîsi Mansûr b. Ebî Müzâhim dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
İbrahim b. Sa'd, Zührî'den, o da Urve'den, o da Âişe'-den naklen rivayet etti,
Âişe (Radiyallahû anha) şöyle demiş:
Üsâmetü'bnü Zeyd ile
Zeyd b. Harise yatarlarken içeri bir kâif girmiş. Resûlüllah (SaHaUahü
Aleyhi've Sellem) de orada imiş. Kâif: Şüphesiz bu ayaklar birbirinden olmadır;
demiş. Peygamber (SaîlaJlaJıü Aleyhi ve Sellem) buna sevinerek hoşnûd kalmış
da; Âişe'ye (bana) haber verdi.
(...) Bana
Harmeletirbnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bize Abd b. Humeyd de
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzak haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer
ile îbnü Cüreyc haber verdiler.
Bu râvilerin' hepsi
Zührî'den bu isnâdla yukarıkilerin hadîsi mânasında rivayette bulunmuşlardır.
Yûnus hadîsinde : «Mücezziz kâif idi» ziyâdesi vardır.
Bu hadîsi Buharı
«Ferâiz» bahsinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî «Talâk»da; Tirmizî «Velâ'»da tahrîc
etmişlerdir.
Kâif:
Kıyafet ve eserden anlayan demektir. Fukaha bu kelimeyi benzerliği bilen,
eserleri birbirinden ayıran kimse mânâsında kullanmışlardır.
Câhiliyyet devrinde
Araplar Hz. Üsame'nin nesebine ta'n ederlerdi. Çünkü babası Zeyd (RadryaJIahu
anh) beyaz tenli olduğu halde Üsâme son derece siyah idi. Renk itibariyle o
babasına değil, annesi Ümmü Eymen'e benziyordu. İşte kâif Hz. Zeyd ile Üsâme'nin
baba-oğuî olduklarım söylemekle âdeta ta'nedenlere cevap vermiş, onları
susturmuş olduğu için Resûlüîîah (SaUaliahii Aleyhi ve Sellem) buna
sevinmiştir. Çünkü Araplar kâiflerin sözüne inanırlardı.
Hz. Müceziz b. A'ver , Benî VüdIic kabilesine mensub bir
sahâbîdir. Mısır'm fethine iştirak ettiği söylenir. Araplar Benî Müdlic ile
Benî Esed kabilelerinin kıyafet ilmindeki maharetlerini i'tirâf ederlerdi.
Maamafih bu san'at onlara mahsus değildi. Kureyş kabilesine mensûb olan Hz.
Ömer'in de kıyafet ilmini bildiği rivayet edilmiştir.
cümlesinin asıl mânâsı
«Görmedin mi?» demek ise de burada ondan murâd bir şeyi haber vermek veya
bildirmek olduğu için biz onu «Baksan a!» diye terceme ettik.
Hadîs-i şerîf kâifin
sözü ile bir hüküm isbât edilebileceğine delildir. Ashâb-ı kiramdan Enes b.
Mâlik ile esah rivayete göre Ömer (Radiyallahû anhûmafmn kavilleri budur.
Cumhûr-u ulemâ ile Atâ' , Evzâî, Leys, İmam Şafiî, İmam Ahmed ve Ebû Sevr'in
mezhepleri de budur. İmam Mâlik 'den meşhur olan rivayete göre cariyeler
hakkında kâifin sözü delil ise de, hür kadınlar hakkında delil olamaz. Bir
rivayette o da cumhurla beraberdir.
Küfe ulemâsı ile İshâk
. Sevri ve Hanefî'ler kıyafetle verile» hükmün bâtıl olduğuna kaildirler.
Çünkü bu bir zan ve tahminden ibarettir: şerîatte onunla amel câız değildir,
Babımız hadîsinde
kıyafetle hüküm İsbât ediîdiğne delil yoktur. Zira Üsâme (Rculiyailaku ankı'm
daha önceden nesebi sabit bulunuyordu. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Selle
m) de kâifin sözü ile istidlal etmiş değil, sadece Mücezziz'in hakka isabetine
şaşmıştır. Bununla hüküm vâcib olmaz.
Kıyafetle ameli caiz
gö'renlerce kâifin âdil. tecrübeli ve anlayışlı olması şarttır. Aded
meselesinde ihtilâf etmişlerdi:. Şâfiî1erin esah kavline göre bir kâifin sözü
ile amel olunur. İmam Mâlik ile bâzı Şâfiî1er kâifin iki olmasını şart
koşmuşlardır.
Kâif kavli ile ancak
iki muhterem d mâ'dan doğan çocuk hakkında amel edilir. Meselâ; bir kimse
cariyesi ile cinsî münasebette bulunduktan sonra onu satar; müşteri de istibrâ
yapmadan cimâ'da bulunur da câriye müşterinin cimâ'mdan altı ay sonra,
sahibinin cimâ'mdan ise dört sene geçmeden doğurursa çocuğun nesebi hakkında
kâife müracaat edilir. Kâif çocuğun nesebini hangisine ilhak ederse çocuk onun
olur. Hiç birine ilhak edemez ve çocuğun bunların ikisinden de olmadığını söylerse,
çocuk büyüyünceye kadar bırakılır. O zaman hangisine meyi ederse ona verilir.
Şayet kâif çocuğu ikisine birden ilhak ederse Hz. Ömer (Radiyallahû anh) ile
İmam Şafiî ve Mâ1ik'e göre çocuk yine büyüyünceye kadar bırakılır; sonra
hangisine meyi ederse ona verilir.
Ebû Sevr ile Suhnun'a göre çocuk ikisinin müşterek evlâdı olur.
Mâ1ikîIer'den Maceşû ile Muhammed b. Mes1eme çocuğun daha fazla kime benzerse
ona verileceğine kail olmuşlardır.
Kâifi delil kabul
etmeyenler arasında dahî münâzealı çocuk hakkında ihtilâf vardır. îrnam Âzam'a
göre münâzea edenler erkek olsun kadın olsun çocuğun nesebi her ikisine
müştereken ilhak olunur. İmam Ebû Yûsuf 'la İmam Muhammed münâzea edenlerin
kadın oldukları takdirde çocuğun onlardan yalnız birine ilhak edilebileceğine;
İshâk ise aralarında kur'a çekileceğine kail olmuşlardır.
41- .(1460)
Bize Ebû Bekr h. Ebî Şeybe ile Muhammed b. Hatim ve Yâkub b. İbrahim rivayet
etliler. Lâfız Ebû Bekr'indir. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîrî, Süfyân'daıı.
o da Muhammed b. Ebî Bekr'den, o da Abdülnıelİk b. Ebî Bekr b. Abdirrahmân b.
Haris b. Hişâm'dan-, o da babasından, o da Ümmü Seleme'den naklen rivayet etti
ki, Resûlüllah (Sallafcahü Aleyhi ve SelIemj'İJmmii Seîeme ile evlendiği vakit
yanında üç gece kalmış ve :
«Şüphesiz kİ sana
ehlinden bîr hakaret yoktur, istersen sana yedi geceyi tamamlarım. Ama sana
yediyi tamamlarsam (diğer) kadınlarıma da tamamlarım.» buyurmuşlar.
42- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Mâlik'e, Abdullah b. Ebî
Bekr'den, onun da Abdülmelik b. Ebî Bekr b. Abdirrahman'-dan naklen rivayet
ettiği şu hadîsi okudum: Resûlüllah (SaîküJahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme
ile evlenerek Hz. Ümmü Seleme yanında sabahladığı vakit ona şöyle buyurmuşlar:
«Sana ehlinden bir
hakaret yoktur, istersen senin yanında yedi ge-ceyİ iamamlarım. Dilersen üç
gece kalır, sonra (diğer kadınlarımı] dolaşırım.»
Ümmü Seleme : «Üç gece
kal!» demiş.
(...) Bize
Abdullah b. Meslemete'l-Ka'nebî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman yâni
İbni Bilâl, Abdurrahmân b. Humeyd'den, o da Abdülmelik b. Ebî Bekr'den, o da
Ebû Bekr b. Abdirrahmân'dan naklen rivayet etti ki, Resûlüllah {Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme ile evlenerek zifafa girdiği zaman yanından
çıkmak istediğinde Ümmü Seleme elbisesinden tutmuş. Bunun üzerine
Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)
«İstersen senin
yanında daha fazla kalayım ve bunu senin nevbetine sayayım. Bakireye yedi, dula
üç gece (zifaf hakkı) vardır.»
buyurmuşlar.
(...) Bize
Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi*ki) : Bize Ebû Damre, Abdurrahmân b.
Humeyd'den bu isnâdla bu hadîsin mislini haber verdi.
43- (...)
Bana Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hafs yâni İbni
Gıyâs, Abdülvâhid b. Eymen'den, o da Ebû Bekr b. Abdirrahmân b. Haris b.
Hişâm'dan, o da Ümmü Seleme'den naklen rivayette bulundu. Resûlüllah (SallaUahü
Aleyhi ve Sellem) 'in Ümmü Seleme ile evlendiğini ve daha bazı şeyler anlattı.
Şu da anlattıkları meyamndadır. Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«İstersen sana dar
diğer kadınlarıma da yedi geceyi tamamlarım. Sana yediyi tamamlarsam öteki
kadınlarıma da tamamlarım.» buyurmuşlar
Darekutnî (306-385) bu
hadîsin senedi hakkında söz ederek: «Onu Abdullah b. Ebî Bekr ile Abdurrahmân
b. Humeyd mürsel olarak rivayet etmişlerdir. Nitekim bunu Müslim de söylemiştir»
demişse de Nevevî kendisine cevap vermiş; ve: «Darekutnî 'nin Müs1im'e yaptığı
istidrâk fâsiddir; çünkü Müslim (Rahimehullah) râvilerin hadîsi mevsû] ve
mürsel olarak muhtelif şekillerde rivayet ettiklerini göstermiştir. Gerek
Müs1im'in gerekse fukaha ve usûlü fıkıh uleması ile muhakkik hadîs imamlarının
mezheplerine göre bir hadîs hem muttasıl hem mürsel olarak rivayet edilirse
ona muttasıl hükmü verilir; ve o hadîsle amel vâcib olur. Zîra mürsel rivayet
mevsuk râvinin ziyadesidir. Cumhûr-u ulemâya göre böyle bir rivayet makbuldür.
Binâenaleyh Darekutnî 'nin istid-râki sahih değildir» demiştir.
Bu hadîsi İmam Ahmed,
Taberânî, Ebû Ya'lâ ve Beyhakî buradakinden daha uzun olarak tahrîc
etmişlerdir.
Hadîs-i şerîfdeki:
«Sana ehlinden bir hakaret yoktur» cümlesinden murâd : «Sana benim tarafımdan
bir tahkir ve aşağılama yoktur. Hakkını hiç bir noksansız alırsın» demektir.
Bundan sonra Resûlüllah (SallaUahü Aleyhi ve Selem) Hz. Ümmü Seleme 'nin
hakkını beyan etmiş; onun üç yahud yedi geceyi seçmekte muhayyer olduğunu
bildirmiştir. Ümmü Seleme (Radiyallahû anha) da yanında üç gece kalmasını
istemiştir. Bittabi bunda günler de dâhildir.
44- (1461)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hü-şeym, Hâlid'den, o da Ebû
Kılâbe'den, o da Enes h. Mâlik'den naklen haber verdi. Enes şöyle demiş :
«Bir adam bakire kızı
dul kadının üzerine alırsa onun yanında yedi gece kalır. Dulu bakirenin üzerine
alırsa yanında üç gece kalır.»
Hâlid demiş ki : «Enes bu hadîsi merfu' olarak rivayet
etmiştir desem doğru söylemiş olurum. Lâkin o : Sünnet böyledir, dedi.»
45- (...)
Bana Muhammed b. Kâfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Süfyân. Eyyûb ile Hâlid-i Hazzâ'dan, onlar da Ebû Kılâbe'den.
o da Enes'den naklen haber verdi. Enes (Radiyallahu anh):
«Evlenen bir kimsenin
bakire olan karısının yanında yedi gece kalması sünnettendir.» demiş.
Hâlid: «İstesem: Enes
bu hadîsi Peygamber (SallaîuUıü Aleyhi ve Seller») 'e ref etti,
derdim.» demiş.
Bu hadîsi Buhârî
«Kitâbü'n-Nîkâh»da iki tarîkden tahrîc ettiği gibi, Tirmizi ile İbni Mâce dahi
aynı bahisde muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir. Tahâvi onu hepsi sahîh
olan on tarîkten rivayet etmiştir.
Hz. Enes 'in «-Sünnet
böyledir» sözü ictihâd yoiu ile hadisin mer-fû' olmasını iktizâ eyler. Nevevî
diyor ki : «Bu söz hadîsin Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e ref ini
iktizâ eder. Sah âbî : Sünnet böyledir; yahud şu iş sünnettendir, derse hüküm
i'tibâri ile : Pey-gamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellcmj şöyle buyurdu, demek
gibidir.» Maama-fih İbni Mace , îsmâîlî, İbni Huzeyme ve İbni Hibbân onu Hz.
Enes 'den me-rfû' olarak da rivayet etmişlerdir.
Hadîste zikri geçen
gecelerde günler de dahildir. Yâni bakirenin yanında yedi gün yedi gece. dulun
yanında üç gün üç gece kalınır; ve bu müddet o kadının nevbetine katılmaz.
Diğer kadınlar arasındaki nevbet bundan sonra başlar. Hattâbî 'nin beyanına
göre Allah'ın kadınlar hakkında emrettiği ma'rûf işte budur. Zira bakire
utandığı için daha fazla mehil ve sabra, rifku te'enniye muhtaçtır. Dul kadın
ise evvelce erkeği tecrübe etmiştir; ancak burada hayât arkadaşı yenilendiği
için kendisine üç gecelik bir vuslatla ikram edilmiştir.
1- Bir
kimsenin gerek ailesi efradına gerekse başkalarına lütufkâr ve nezaketli
davranması, hak ve hakikati onların anlayabilecekleri şekilde ifâde etmesi
müstehabtır.
2- Zevceler
arasında adalete riâyet gerekir.
3- Yeni
evlenen kadına bakire ise yedi gün yedi gece; dul ise üç gün üç gece zifaf
hakkı vardır. Dul kadın dilerse kocası onun yanında da yedi gece kalabilir;
fakat sonra bu yedi geceyi şâir kadınlarına kaza eder. İmam Mâlik, Şafiî, Ahmed
b. Hanbel, İshâk Ebû Sevr ve diğer
birçok ulemânın kavilleri budur.
Hanefiyye imamları ile
Hakem ve Hammâd b. Ebî Sü1eymana göre yeni evlendiği kadının yanında kaç gece
kalırsa öteki kadınlarının yanında da okadar kalmak îcâbeder. Bu hu-sûsda
Hanefî1er babımızın Ümmü Seleme (Radiyalfahu anha) hadîsi ile; muhalifleri de
Hz. Enes rivayeti ile istidlal etmişlerdir.
4- Zifaf
hakkına kail olanlar bu hakkın kadına mı yoksa kocasına mı âid olduğunda
ihtilâf etmişlerdir. Şâfii1er'îe diğer birçok ulemâya göre kadının hakkıdır.
Mâ1ikî1er'den bâzıları bunun diğer kadınlarına karşı kocanın hakkı olduğunu
söylemişlerdir.
Bu hakkın birkaç
kadınla evlenenlere mahsus olup olmadığı dahî ihtilaflıdır. İbni Abdi1berr'in
beyânına göre cumhur bu hakkın zifaf dolay isiyle yeni kadına mahsus olduğunu
söylemişlerdir. Bu hususta o kimsenin başka karısı bulunsun bulunmasın
müsavidir. Zira hadîs umûmîdir. Bakire ile evlenen onun yanında yedi gece. dul
ile evlenen üç gece kalacaktır.
Bir taifeye göre bu
hadîs birkaç karısı olanlara âiddir. Çünkü yeni evlendiğinden başka karısj olmayan
kimse Ömrü boyunca onun yanında kalır. Fakat başka kadınları bulunan kimseye
nisbetle bu günler yeni kadını alıştırmak için ona bir ikramdır. Kaadî Iyâz bu kavli tercih etmiş; Şâfiî1er'den Begavî
cezmen ona kail olmuştur. Ancak Nevevî'nin beyanına göre birinci kavi daha
kuvvetli görüidüğü için ekseri ulemâ, onu ihtiyar etmişlerdir.
Evlenen kimsenin başka
kadınları da varsa yeni zevcesinin yanında birkaç gün kalması vâcib mi yoksa
müstehab mıdır? meselesi de ihtilaflıdır. Şâfiî1er'e göre vâcibtir. İbnİ
Kaasim bu kavli İmam Mâ1ik'den de rivayet etmiştir. İbn i Abi1hakem'in
rivayetine göre ise İmam Mâlik bunun müstehab olduğuna kaildir.
46- (1462) Bize Ebû
Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şebâbetü'bnü Sevvâr rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Süleyman b. Mu-ğîre, Sâbit'den, o da Enes'den naklen
rivayet etti. Enes şöyle demiş :
Peygamber (SallallahÜ
Aleyhi ve Sellen) 'in dokuz zevcesi vardı. Bunlar arasında kasim yaptığı zaman
ilk kadına ancak dokuzuncudan sonra varırdı. Zevceleri her gece onun geleceği
evde toplanırlardı. Bir defa Aişe'-nin evinde bulunuyormuş. Derken Zeyneb
gelmiş. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona elini uzatmış. Aîşe
(Radiyallahû anha): O ZeyneVÜr, demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
de elini çekmiş. Müteakiben iki kadın atışmaya başlamışlar, o derece ki sesleri
birbirine karışmış. Bu sırada ezan okunmuş. Ebû Bekr bu gürültünün yanından
geçerek kadınların seslerim işitmiş ve :
— Yâ Resûlâllah namaza
çık! Onların da ağızlarına toprak saç! demiş. Bunun üzerine Peygamber
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıkmış. Arkasından Âişe:
Şimdi Peygamber
(SallallahÜ Aleyhi ve Sellem) namazım bitirir. Ve Ebû Bekr gelerek bana
yapacağım yapar; demiş. (Filhakika) Peygamber (SallallahÜ Aleyhi ve Sellem)
namazını bitirdiği vakit Ebû Bekr Âişe'nin yanma gelerek kendisine ağır lâf
söylemiş : «Sen böyle mi yapıyorsun?» demiş.
Kasm:
Lügatte herkesin nasibini ayırmak yâni taksim etmek mânâsına gelir. Bunda
ondan murâd kadınlar arasında adalet ve müsavata riâyet etmektir. Bâzan kasme
adalet de denilir.
Kasmin mutlak suretle
hakikati imkânsızdır. Nitekim Allah Teâlâ Hazretleri:
«Siz ne kadar
özenseniz kadınlar arasında müsavat gösteremezsiniz..»[6]
buyurarak bunu haber vermiştir. Halbuki evlenen erkeklere zevceleri arasında
adalete riâyet emredilmiştir. Demek oluyor ki, bu adalet mutlak değil, muayyen
şeylerdedir. Evet, bir adam birden fazla kadın ile evlenirse yanlarında
gecelemek hususunda adalete riâyet etmesi vâcib olur. Bu hususta kadının
yenisi eskisi, bakiresi seyyibesi, müs-limesi kitâbiyyesi müsavidir. Yalnız hür
kadının hakkı câriye kadının iki mislidir. Cariyeler evli değillerse aralarında
kasme riâyet vâcib değildir.
Aşk ve cinsî münâsebet
gibî şeylerde adalet vâcib değildir; çünkü bunlar kulun elinde olmayan
şeylerdir. Ebû Dâvûd, Tirmizî , Nesâî ve İbni Mâce 'nin Hz. Âişe'den rivayet ettikleri
bir hadîste :
«Peygamber (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) kadınları arasında adalete riâyet eder ve : Yâ Rabbî! Benim
elimde olan adaletim budur; senin mâlik olduğun, benimse mâlik olamadığım
adalet İçin beni muaheze buyurma! derdi.» Ve yine aynı zevatın Hz. Ebû Hüreyre
'den rivayet ettikleri bir hadîste :
--Bir adamın iki
karısı olur da aralarında adalete riâyet etmezse kıyamet gününde bir yanı
düşmüş olarak gelecektir.» Başka bir
rivayette :
«Bir yanı yamuk olarak
gelecektir.»buyurulmuştur. Yâni oradaki ceza dünyadaki ameli cinsinden olacak;
haktan meyi ettiği için çarpık haş-redilecektir.
Şâfiîler'e göre
kadınlar arasında adalete riâyet vâcib değildir. Ancak fitneye düşeceklerinden
korkulduğu için hepsini birden ihmâl etmek mekruhtur.
Eesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem)'in dokuz zevcesinden murâd vefatı anındaki zevceleridir.
Bunlar: Âişe, Hafsa, Şevde, Zeyneb, Ümmü Seleme, Ümmü Habîbe, Mey-mûne, Cüveyriye
ve Safiyye (Ra:liyalla,';û anha) hazerâtıdır.
1- Kasnıi
birer geceden fazla yapmamak müstehabtır.
2-
Erkeğin her karısının evine
bizzat kendisinin gitmesi,
kadım kendi evine çağırmaması müstehabtır.
3- Erkek
nevbeti gelmeyen karısının evine geceleyin zaruret yokken gidemez. Peygamber
(Sallallahii Aleyhi ve Sellem)"m Hz. Zeyneb'e el uzatması bâzılarına göre
kasden değil, onu nevbet sahibi olan
Âişe (Radiyallahû aııhcı) zannettiği içindir. Zira vakit gece idi; evlerde .şimdiki gibi
lâmba yoktu. Bâzıları bu gibi hareketlerin kadınların rızâları ile ya-pıhrdiğım
söylemişlerdir.
4- Hadîs-i
şerif Peygamber (SaiiaUahü Aleyhi ve Seilem) Efendimizin güzel ahlâkına ve herkese
karşı lütûîkâr davrandığına ve Hz. Ebû Bekr'in faziletine delildir.
«Onların ağızlarına
toprak saç» cümlesinden
murâd : Kendilerini susturmak
için mübalağa göstermek ve münakaşalarını kesmektir.
47- (1463)
Bize Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Cerîr, Hişâm b. Urve;den, o
da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle demiş :
Ben Şevde binti
ZemVdan daha ziyâde kendi teninde olmak İstediğim bir kadın görmedim.
Kendisinde saİâbet bulunan bîr kadın : Yaşlanınca Resûlüllah (Sallallühil
Aleyhi ve Si 'ileni i 'den olan nevbet gününü Âişe'ye verdi
Yâ Resûlâllah. senden
olan günümü Aişe'ye verdim; dedi. Bundan sonra Resûİüllah {Scûlaliahü Aleyhi ve
Seilem) Âişe'ye bîri kendinin biri de Sevde'nİn günü olmak üzere iki gün
ayırıyordu.
48- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ukbetü'bnü Hâlid
rivayet ettî. H.
Bize Amru'n-Nâkıd da
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Esved b. Âmir rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Züheyr rivayet eyledi. H.
Bize Mücâhid b. Müsâ
daîıî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yûnus b. Muhamıned rivayet etti. (Dedi ki)
: Bize Şerik rivayet etti. Bu râvile-rin hepsi Hişâm'dan bu isnâdla «Şevde
yaşlandığı vakit...» diyerek Ce-rîr hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
Şerîk'in hadîsinde: «Âişe dedi ki: Şevde Hesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem) 'in benden sonra aldığı ilk kadındı.» cümlesini ziyâde etmiştir.
Mislâh: Deriten
manasınadır. Hz. Âişenin bu sözünden mu-râd : «Ben Şevde gibi olmak isterdim»
demektir. Maksadı Şevde (Radiyallahu anh) 'yi kötülemek değil, bilâkis salâbet
sahibi ve iyi kalpli olduğunu anlatmaktır. Zâten hiddet bu mânâları ifâde eden
bir kelimedir.
Hz. Şevde nevbetini
Âişe (Radiyallahu anha)ya bağışladıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve
Seİlem) 'in ona iki gün ayırması arka arkaya değil, her ikisinin evbetlerine
tesadüf eden günlerdi. Ekseri ulemâya göre kendisine nevbet günü bağışlanan
kadının yanmda peşi peşine iki gün kalmak ancak diğer kadınların rızâları ile
caiz olur.
Şerîk'in rivayeti
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in Hz. Âişe 'yi Şevde 'den evvel aldığını
gösteriyorsa da Zührî , Katâde, Ebû Ubeyde, Muhammed b. İshâk ve Muhammed b.
Sa'd gibi birçok râviler Şevde (Radiyallahu anh) ile Hz. Âişe sden önce evlendiğini rivayet
etmişlerdir.
Hadîs-i şerîf kadının
nevbetini ortağına bağışlayabileceğine delildir. Ancak buna kocasının da rızâsı
şarttır. Zîra bağışlayan üzerinde onun hakkı vardır. Bu bağış için ivez almak
caiz değildir.
Nevbetini bağışlayan
kadın dilediği vakit hibesinden dönebilir.
49- (1464)
Bize Ebû Küreyb Muhammed b. Alâ' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Üsâme
Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Âişe şöyle
demiş :
«Ben kendilerini Resul
üllah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'e bağışlayan kadınları ayıplar da : Hiç
kadın kendini hibe eder mi! derdim, Allah (Azze ve Celle) :
(O kadınlardan
dilediğini geriye bırakır, dilediğini kendine alırsın. Boşadiklarından arzu
ettiğini almanda sana bir mes'ûliyet yoktur.) [7]
âyet-i kerimemin i indirince : Vallahi Babbinin senin arzunu hemen yerine
getirdiğini görüyorum, dedim.»
50- (...)
Bize bu hadîsi Ebû Bekr b. Ebî Şeybe de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdetâ'bnü Süleyman, Hişâm'dan, o da babasından, o da Âişe'den naklen rivayet
etti. Âişe şöyle dermiş : «Ben : Hiç kadın kendini bir erkeğe hibe etmekten
utanmıyor mu? diyordum. Nihayet Allah
(Azzc ve Çelkii
(O kadınlardan
dilediğini geriye bırakır; dilediğini kendine alırsın!..) âyet-i kerîmesini
indirince : Hakikaten Rabbin senin arzunu hemen yerine getiriyor, dedim.»
Bu hadîsi Buhârî
«Tefsir» bahsinde; Nesâi «Nikâh», «İş-retü'n-Nisâ'» ve Tefsîr»de tahrîc
etmişlerdir.
Hadîsin zahirinden
anlaşılıyor ki, kendilerini hibe eden kadınlar Çokmuş. Filhakika İbni Ebî
Hatim'in rivayetine göre Havle binti Hakîm; Şa'bî'nin rivayetine göre Ümmü Şüreyk; Ebû
Ubeyde 'nin rivayetine nazaran
Fâtıme binti
Şureyh bunlardandır.
Bâzıları Leylâ binti Hatîm ile Meymûne binti Haris 'i de kendilerini hibe eden
kadınlardan saymışlardır.
Bahsi geçen âyet-i
kerîme'yi «Keşşaf» sahibi Zemahşerî (467-538) : «Dilediklerinle yatmayı terk
eder; dilediklerinle yatarsın; yahud dilediklerini boşar; dilediklerini nikâhında
tutarsın; veya istediklerine kasim yapmaz; istediklerine yaparsın yâhud
ümmetinin kadınlarından arzu ettiğini almaz; istediğini alırsın...» şeklinde
tefsir etmiştir.
Kendini hibe
eden bir kadınla
mehirsiz evlenmek Peygamber
(Sallatlahü Aleyhi ve
Sellem) Efendimize mahsûstur. Ulemâ âyet-i kerîme'sinin
«Bundan sonra sana
kadınlar helâl değildir.» [8] âyetinı
nesh edip etmediğinde ihtilâfa düşmüşlerdir. Bazıları neshe kail olmuş ve: «Bu
âyet Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Seîlem):e dilediği kadınlarla evlenmeyi mubah
kılmaktadır.» demiş; bir takımları kadınları haram kılan âyetin sünnetle
neshedildiğini söylemişlerdir. Zeyd b. Erkâm (Radiyailahu anh) : *Bu âyet
indikten sonra Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Müleyke, Safiyye ve Cüveyriye
(Radiyailahu anha)İle evlendi.» demiş; Hz. Âişe dahî Resûlüllah (Saîlallahü
Aleyhi ve Selletn) in kendisine ümmetin bütün kadınları helâl edilmeden
dünyâdan gitmediğini söylemiştir.
Bunun tamamiyle
zıddına kail olanlar da vardır. Onlara göre âyet-i kerimesi âyetini
neshetmiştir. Nevevî birinci kavlin esah olduğunu söylemiş ve Şâfiîyye ulemâsının:
«Esahh kavil. Peygamber (Sallallaiıü A leyhi ve Sellem) 'in kendisine zevceleri
ile birlikte ümmetinin bütün kadınları mubah kılınmadan dünyâdan gitmemiş
olmasıdır.» dediklerini nakletmiştir.
51- (1465)
Bize İshâk b. İbrahim ile Muhammed b. Hatim rivayet ettiler. Muhammed b. Hatim
(Dedi ki) : Bize Muhammed b. Bekr rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc
haber verdi. (Dedi ki) : Bana Atâ' haber verdi. (Dedi ki) : İbni Abbâs ile
birlikte Serif'de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliemjm zevcesi Meymûne'nin
cenazesinde bulunduk, îbni Abbâs: «Bu kadın Peygamber (Sallaüahü Aleyhi ve
Sellemy\n zevcesi-dir. İmdi tabutunu kaldırdığımız zaman sarsmayın, sallamayın,
hoş tutun! Filhakika ResûKiIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem^'m nikâhında
dokuz kadın vardı. (Bunların) sekizine kasm yapar; birine yapmazdı.» dedi.
Atâ': «Kendisine kasim
yapmadığı zevcesi Safîyye binti Huyey b. Âhtab idi» demiş.
52- (...)
Bize Muhammed b. Râfi' ile Abd b. Humeyd hep birden Abdürrezazk'dan, o da İbni
Cüreyc'den bu isnâdia rivayette bulundular. İbnî Cüreyc şunu da ziyade etmiş:
«Atâ' dedi ki : Ezvâc-ı tâhirâtın en son vefat edeni bu kadın idi; Medine'de
vefat etmiştir.»
Bu hadîsi Buhârî
«Nikâh» bahsinde; Nesâi «Nikâh» ve «İşretÜ'n-Nisâ!»da muhtelif râvilerden tahric
etmişlerdir.
Dokuz kadınla evlenmek
~Peygamher(SallaUahü Aleyhi ve Sellem) 'e mahsustur. Ümmeti hakkında son adet
dörttür.
Eesül-ü Ekrem
(Sollatlahü Aleyhi ve Sellem) Hz. Meymûne hinti el-Hilâliyye ile hicretin altıncı
yılında evlenmiş; Serif'de zifaf olmuştu. Şerif Mekke'ye on iki mil mesafede
bulunan bir yerdir, Meymûne (Radiyallahü anha) hicretin elli bir veya elli
üçüncü yılında burada vefat etmiş; cenaze namazını Hz. İbni Abbâs kılmıştır.
İbni Abbâs
(Radiyallahü an/j/nm buradaki tavsiyesinden mak-sad : Mü'mine vefatından sonra
dahî hürmet gösterilmesidir. Çünkü mü'-min hürmeti bakîdir. Bu hürmet ezvâc-ı
tahirât hakkında daha da mü-ekkeddir.
EesûIÜÎlah (Sallallahü
Aleyhi veSellemj'in vefatında hayâtta olan zevcelerinin isimlerini az yukarıda
görmüştük. Bunlardan yalnız Şevde binti Zem'a'ya kasim yapmazdı. Hz. Şevde
yaşlanmış hatta Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini boşamayı
düşünmüştü. Şevde (Radiyallahü anha);
«Beni boşama da ne
yaparsan yap! Zira fcen senin zevcelerin arasında hasrolunmak isterim. Nevbet
günümü Âişe'ye bağışladan. Ben artık kadınların arzu ettiği şeyi istemez
oldum.» demişti. Bunun üzerine
Hesulüliah (Salhllahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz onu boşamaktan vaz geçti.
Babımız rivayetinde
Atâ' : «Kendisine kasim yapmadığı zevcesi Safiyye binti Huyey'dir.» demişse de
bu rivayet hatâdır. Kaadî Iyâz, Tahâvî 'nin : «Bu söz vehimdir; doğrusu Şevde
'dir. Burada hadîsi Atâ'dan rivayet eden îbnü Cüreyc hatâ etmiştir.» dediğini
naklediyor. Nevevî de ulemânın: «Bu söz Atâ'dan rivayet eden İbni Cüreyc 'in
bir vehmidir.» dediklerini söylemektedir.
Hz. Safiyye 'nin diğer
ezvâc-ı tâhirât gibi nevbete dâhiî olduğun
İbni Sa'd üç tarikten rivayet etmiştir.
Atânm : «Ezvâc-ı
tâhirâtm en son vefat edeni bu kadın idi» sözü hakkında Kaadî lyâz şu mutâleada
bulunmuştur : «Zahire bakılırsa Atâ' son vefat edenden Meymûne'yi kasdetmiştir.
Ama hadîsde onun Serif'de vefat ettiğini söylemişti. Şerif, Mekke'nin yakınındadır. Şu halde (Medine 'de) sözü vehimdir...».
Nevevî'ye göre «Medine 'de vefat etmiştir» sözünün Hz.
Safiyye'ye âid olması ihtimâli vardır; yâhud bu mânâda zahirdir.
53- (1466)
Bize Züheyr b. Harb ile Muhammedü'bnü'l-Miisennâ ve Ubeydullah b. Saîd rivayet
ettiler. (Dediler ki) : Bize Yahya b. Saîd, UbeyduUah'dan naklen rivayet etti.
(Demiş ki) : Bana Saîd b. Ebî Saîd babasından, o da Ebû Hüreyre'den. o da
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den naklen haber verdi,
«Kadın dört şey için
nikâh edilir : Malı, asaleti, güzelliği ve dîni için. Sen dindarına zaferyâb ol
ellerin topraklansın!» buyurmuşlar.
54- (715)
Bize Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr rivayet etti. (Deki ki) : Bize babam
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülmelik b. Ebî Süleyman, Atâ'dan naklen
rivayet etti. (Demiş ki) : Bana Câbir b. Abdillâh haber verdi. (Dedi ki) :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi'veSelîem)zamanında bir kadınla evlendim. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi
ve Seltemi'e tesadüf ettim. (Bana):
«Yâ Câbir, evlendin
mi?» diye sordu.
— Evet, cevâbını verdim. «Bakire mi, dul
mu?» dedi.
— Dul, dedim.
«Bakire olsaydın ya!
Onunla oynaşırdın!» buyurdu. Ben:
— Yâ Kesû] âl la h. benim kız kardeşlerim
vardır; onlarla aramıza girer diye korktum, dedim.
«O hâlde Öyle olsun.
Zira kadın ya dîni, ya malı, yahud güzelliği için alınır. Sen dindarını almağa
bak, ellerin topraklansın!» buyurdular.
Hz. Ebû Hüreyre
hadîsini Buharı, Ebû Dâvûd, Nesâî ve îbni Mâce «Nikâh» bahsinde muhtelif
râvilerden tahrîc etmişlerdir.
Resûlüllah
(SallatlahüA leyhi ve Sellem) bu hadîslerle insanların âdetini haber vermiştir.
Maksadı: Siz de böyle yapın demek değildir. Çünkü halk arasında evlenmek için
bu dört şeye bakılır. Bunların içinde en az rağbet gören haslet de
dindarlıktır. Fahr-i kâinat (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bu hususta
irşâd isteyenleri:
«Sen dindarını almana
bak!:> sözü ile irşâd buyurmuştur.
Filvaki birçok
insanlar alacakları kadının zengin olmasına dikkat ederler. Zira zengin kadın
kocasına mâlî husûsâtta ağır tekliflerde bulunmaz. Hattâ ekseriya kocası onun
malından istifâde eder. El-Mühe11eb diyor ki: «Bu hadîs erkeğin karısının
malından istifâde edebileceğine delildir. Kadın gönül rızâsı iîe müsaade
ederse, malı kocasına
helâldir. Etmezse
kocası ancak ona verdiği mehir mikdârı malını sarf edebilir.»
Kadın mehrini cihazı
için harcamak istemezse mecbur edilir mi, edilmez mi? meselesi ulemâ arasında
ihtilaflıdır. İmam Mâlik 'e göre mehir çok ise kadın onun az bir miktarını
kendi borcuna sarf edebilir.
İmam Âzam 'la Sevrî ve
İmam Şafiî kadının mehrini harcamağa mecbur edilemeyeceğine kaildirler. Onlara
göre mehir kadının hakkıdır; onu nereye İsterse oraya sarfeder.
Haseb:
Asalet, soy-sop ve güzel fiiller mânâlarında kullanılır. Bu kelime esas
itibariyle ecdâd ve akrabanın şereflerini sayıp dökerek Öğün-mektir ve hesabdan
alınmıştır. Çünkü Araplar öğünürken babalarının menkabelerini sayarlar; kimin
menkabesi sayı itibariyle fazla çıkarsa onun lehine hüküm verilirdi.
Güzellik her şeyde
matlûb olan bir haslettir. Bahusus hayat arkadaşı olacak kadında bana daha
ziyade ehemmiyet verilir.
Dine gelince: Dünya ve
âhiret seâdeti ancak onunla kaimdir. Dindar ve mürüvvet sahibi bir erkeğin her
şeyde bilhassa evlilik gibi devam edip gidecek husûsâtta dikkatini buna teksif
etmesi gerekir. Onun içindir ki Resûlüllah. (Sailallahü Aleyhi ve Sellem)
Efendimiz dindarı tavsiye etmiş; hem de bu bâbta en kuvvetli ve en belîğ
kelimeyi kullanarak :
«Dindarına zaferyâb
ol!» buyurmuştur.
«Ellerin
topraklansın!» cümlesi hakkında «Gusül» bahsinde izâhât verilmişti. Hülâsası
şudur ki u-Bu cümle aslında bed duâ ifâde ederse de Araplar onu inkâr,
teaccup, ta'zîzn ve bir şeye teşvik mânâlarında kullanırlar. Burada da teşvik
mânâsında kullanılmıştır. Yâni emrimi yerine getirmezsen ellerin fakir olsun!
demektir.
Babımız rivayetleri
her işde dindarlarla beraber olmaya teşvik etmektedirler. Zira dindar bir
kimse ile düşüp kalkanlar, onun güzel ahlâkından ve bereketinden müstefid
olurlar. Kendilerine ondan hiç bir zarar ve kötülük gelmez.
Hz. Câbir hadîsini
bütün «Kütüb-ü Sitte» sahipleri muhtelif şekillerde tahrîc etmişlerdir. Müs1im'in
bu hadîs hakkındaki rivayetleri aşağıdaki bâbta devam edecektir.
55- (...)
Bize Übeydullah b. Muâz rivayet etti. (Dedi ki) : Bize babam rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Şu'be, Mubârib'den, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet
etti. Câbir şöyle demiş :
— Ben bir kadınla evlendim. Derken Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Se/temjbana :
«Evlendin mi?» diye
sordu. Ben:
— Evet, cevâbın verdim. «Bakire mi, dul
mu?» dedi,
— Dul, dedim.
.
«Bakireler ve onların
cilveleri varken sen nerede geziyorsun?» buyurdular.
Şu'be demiş ki : «Ben
bu hadîsi Amr b. Dinar'a söyledim de bana şu cevâbı verdi : Onu Câbir'den ben
de işittim; ancak o :
«Kız olsaydın ya! Sen
onunla, o seninle oynaşırdınız» dedi.
56- (...)
Bize Yahya b. Yahya ile Ebu'r-Rabî'ez-Zebrânî rivayet ettiler. Yahya dedi ki :
Bize Hammâd b. Zeyd, Amr b. Dinar'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen haber
verdi. (Demiş ki) : Babam Abdullah vefat ederek dokuz kız bıraktı —yâhud yedi
kız demiş—. Derken ben dul bir kadınla evlendim. Resûlüllah (Satlallahü Aleyhi
ve Sellem) bana;
«Yâ Câbir, evlendin
mi?» diye sordu.
— Evet, cevâbını
verdim.
«Bâkîre mi aldın, dul
mu?» dedi.
— Hayır, dul aldım yâ Resûlâîlah! dedim.'
«Bakire olsaydın ya!
Sen onunla, o seninle oynaşırdınız!» buyurdular. —Yahud birbirinizi güldürürdünüz—
buyurdu. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e dedim ki:
— Gerçekten
Abdullah vefat etti ve dokuz —yahud yedi— kız bıraktı. Ben de onlara
kendileri gibi bir kız getirmeyi yahud bîr kızla gelmeyi doğru bulmadım. Onlara bakış görüş edecek bir kadın getirmek istedim. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«öyle İse Allah sana
mübarek eylesin!» buyurdu; yahud bana hayır duada bulundu.
Ebu'r-Rabî'in
rivayetinde : «Sen onunla, o seninle oynaşır; ve birbirinizi güldürürdünüz.»
cümlesi vardır.
(...) Bu
hadîsi bize Kuteybetü'bnü Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Süfyân,
Amr'dan, o da Câbİr b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
«Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:
«Evlendin mi yâ
Câbir?» dedi.
Râvi hadîsi: «Onlara
bakacak ve saçlarını tarayacak bîr kadın...» cümlesine kadar rivayet etmiş;
Resûlüllah (SallallaJıü Aleyhi ve Sellem) 'in : «isabet etmişsin!» buyurduğunu söylemiş; sonrasını
zikretmemiştir.
Bu hadîsi Buhar i
«Nafakaat» ve «Deavât» bahislerinde; Tirmizî ile Nesâî «Nikâh»da taline
etmişlerdir.
Liâb: Lâ'abe
fiilinin masdarı olup oynaşmak, cilve yapmak mânâsına gelir. Buhârî 'nin bâzı
râvileri bu kelimeyi şeklinde rivayet etmişlerdir; lüâb : tükürük demektir.
Bâzıları bu mânâyı da ihtimal dahilinde görmüşlerse de Kaadî Iy âz Müs1im'in
kitabında kelimenin yalnız «Liâb» şeklinde rivayet edildiğini söyledikten
sonra: «Kelâm ulemâsının cumhuru, bu hadîsin şerhinde mülâ'abeyi ma'ruf olan
oyun mânâsına hamletmişlerdir. (Birbirinizi güldürürdünüz) buyu-rulmuş olması
da bu mânâyı te'yîd eder.» demiştir.
Hz. Câbir'in «Helak
oldu» ta'bîri ile ölümünden bahsettiği Abdullah kendi babasıdır. Abdullah
(Radiyallahu anh) Uhud gazasında şehîd olmuştu.
Helak olmak ta'bîri
bâzan zemm için yâni «gebermek» yerinde kullanılırsa da birçok yerlerde zemm
kasdedilmeksizin vefat mânâsını ifâde eder. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Yûsuf
(Aleyhisselam) in vefatı bu kelime ile ifâde buyurulmuştur. Burada da öyledir.
Bu rivayetler :
Bakirelerle evlenmenin fazilet ve sevabına, erkeğin karısı ile oynaşıp
şakalaşabileceğme, iyi geçinmeye, büyüklerin, maiyyet-lerinde bulunanları
teftiş ve irşad etmelerine, Hz. Câbir'in kız kardeşlerini kendi nefsine tercih
edecek derecede fazîlet sahibi olduğuna, kadının kendi rızâsı ile kocasına ve
onun çocuklarına hizmet edebileceğine ve hayırlı bir iş yapan kimseye duâ
edileceğine delâlet ederler.
Rivayetlerde «yâhud»
ta'bîriyle ifâde edilen cümleler, râvinin şekk ettiğini gösterirler.
57- (...)
Bize Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüşeym, Seyyar'dan, o da
Şa'bî'den, o da Câbir b. AbdiIIâh'dan naklen haber verdi. Câbir şöyle demiş:
Bir gazada Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Seîlem)ile beraber idik. Döndüğümüz vakit ben yavaş
giden bir deveme binerek (herkesten) acele davrandım. Derken arkamdan bana bir
suvâri yetişerek elindeki sopa ile dürttü. Bunun üzerine hayvanım görmüş
olduğun en iyi develer gibi koşmağa başladı. Bir de baktım Resûlüllah
(Saltallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda değil miyim! (Bana) :
«Neye acele ediyorsun
yâ Câbİr?» dedi,
— Yâ Resûlallah, ben yeni evliyim, dedim.
vBâkİre ile mi
evlendin, dul ile mi?» dîye sordu,
— Dul aldım, dedim.
«Bakire alsadyın ya!
Sen onunla, o seninle oynaşırdınız!» buyurdu.
Medine'ye geldiğimizde
şehre girmeye hazırlandık. Resûlüllah iSallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ağır olun! Tâ ki
dağınık saçlı kadının taranması; kocası evde olmayanın kasıklarını tıraş
edebilmesi için şehre geceleyin yâni yatsı zamanı girelim!» buyurdular ve şunu
ilâve ettiler:
«Medine'ye vardığın
zaman cima' etmeye bak, cima' etmeye!»
(...) Bize
Muhammedu'bnü'l-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülvehhâb yâni İbni
Abdümecîd es-Sekafî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize UbeyduIIah, Vehb b.
Keysân'dan, o da Câbir b. Abdillâh'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bir
gazaya çıktım.
Devem beni geri
bıraktı. Derken yanıma Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) gelerek bana :
«Yâ Câbİr!» diye seslendi.
— Efendim, dedim.
«Ne hâldesin?» dedi.
— Devem beni geri bıraktı ve bîtâb düştü de
arkada kaldım; cevâbım verdim. Bunun üzerine hayvanından inerek bastonu ile
devemi çekti. Sonra (bana) :
«Bin!» dedi. Ben de
bindim, Yemin olsun hayvanım Resûlüllah (Saîlaîîahü Aleyhi ve Sellem) in
devesini geçmesin diye onu durdurmağa çalıştığımı bilirim. Resûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ;
«Evlendin mi?» diye
sordu.
— Evet, cevâbını verdim.
«Bakire mi aldın, dul
mu?» dedi.
— Bu! aldıran, dedim.
«Bakire olsaydın ya!
Sen onunla, o seninle oynaşird:nız!» buyurdular.
— Benim kız kardeşlerim vardır. Bu sebeple
onları toplayıp başlarını tarayacak,
kendilerine bakacak bir kadınla evlenmek istedim; dedim.
«Dikkat et! işte
geliyorsun! Evine vardığında cima' etmeye bak, cima' etmeye!» buyurdu. Sonra :
«Deveni satıyor
musun?» diye sordu.
— Evet, dedim. Onu bir okıyye mukabilinde
benden satın aldı. Sonra Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Medine'ye)
geldi. Ben ertesi gün geldim. Az sonra
mescide geldim; ve onu mescidin
kapısında buldum.
(Bana) :
«Şimdİ mİ geldin?»
dîye sordu.
— Evet, dedim.
«Dyle ise deveni bırak
da gir iki rek'at namaz kıl!» buyurdular. Hemen içeri girerek namaz kıldım.
Sonra döndüm. Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bilâl'a benim için bir
okıyye tartmasını emir buyurdu. Bilâl de dolu dolu tarttı. Ben oradan çekildim.
Uzaklaştığım vakit:
«Bana Câbir'İ çağır!»
emrini vermiş. Beni çağırdılar. (İçimden) şimdi deveyi bana iade edecek,
dedim. Bu hayvan kadar kendisinden hoşlanmadığım hiç bir şey yoktu.
«Al deveni! Parası da
senîn olsun!» buyurdular.
58- (...)
Bize Muhammed b. Abdilâ'lâ rivayet etti. (Dedi ki.) : Bize Mu'temir rivayet
etti. (Dedi ki) : Ben babamdan işittim. (Dedi ki) : Bize Ebû Nadra, Câbir b.
Abdilîah'dan naklen rivayet etti. Câbir şöyle demiş:
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bir seferde idik. Ben su taşıyan bir devenin
üzerinde idim, O da ordunun gerisinde bulunuyordu...
(Bâvi diyor ki) :
Câbir, Eesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in kendisine çarptığını yahud dürttüğünü
söyledi. Zannederim: elindeki fok şeyle dedi. (Ve sözüne devamla) şunları
anlattı : Bundan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem, herkesi geçmeğe
başladı. Beni çekiştiriyor hatta kendisine mâni' oluyordum. Derken
Kesûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem):
«Bu deveyi bana şu
kadara satar m:sın? Allah da seni mağfiret buyursun!» diye sordu.
— O senindir yâ Nebiyyalîah! dedim. (Tekrar) :
«Bu deveyi bana şu
kadara satar mısın? Allah da seni mağfiret buyursun!» dedi.
— O senindir yâ Nebiyyalîah! dedim. Bana : «Baban
öldükten sonra evlendin mi?» diye sordu.
— Evet, dedim.
«Dul mu «Eden, bakire
mi?» buyurdu.
«Bakire olsaydın ya!
Birbirinizi güldürür; o senimle sen
onunla oy-taşırdınız!» buyurdular.
Ebû Nadra demiş ki :
Artık bu söz müslümanların diline teşbih oldu: Şöyle şöyle yap! Allah da seni
mağfiret buyursun! demeye başladılar.
Bu rivayeti Buhârî
«Nikâh», «Büyü'» ve «Şurût» bahislerinde; Ebû Dâvud «Cihâd»da, Nesâî
«İşretü'n-Nisâ'»da muhtelif lâfız ve isnadlarla tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin bâzı rivayetlerinden
Hz. Câbir kıssasının Tebûk seferinde geçtiği anlaşılıyor. Râvüerin birçokları
bu ciheti mübhem bırakmış; İbni İshâk ise Vehb b. Keysân rivayetine kat'iyetle
kail olmuştur. Bu rivayete göre vak'a Zâtü'r-Rikaa' gazasında geçmiştir. Aynı
rivayeti Vâkıdi dahî tahrîc etmiştir. Tahâvî 'nin rivayeti de bunu te'yîd
etmektedir. Zîrâ vak'anın Mekke yolundan Medine'ye dönerken cereyan ettiğini
gösterir. Halbuki Tebûk yolu Mekke yolu ile birleşmez. Onunla birleşen yol
Zâtü'r-Rikaa' yoludur. Sühey lî
de buna kaildir.
Keys : Cima'
ve akıl mânâlarına gelir. Kelime iki defa tekrar edilerek mansûb okunduğuna
göre burada ondan murâd : Yâ igrâ' yahudu tahzîrdir. İgrâ olunca mânâsı: «Cima'
etmelisin!» tahzîr kabul .edilirse : «Sakın cimâ'dan aciz gösterme!» demek
olur; ve her iki veçhe göre çocuk istemeye teşvik sayılır.
Keyse akıl mânâsı
verenlerce bu cümleden murâd : Çocuk doğurmak için akıllı davranmaktır.
Hz. Câbir'in devesi
kızıl renkli bir hayvanmış. Resûlüllah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellemyin onu hakîkaten
mi yoksa yalnız şeklen mi satın aldığı ihtilaflı olduğu gibi, kıymeti
hakkındaki rivayetler de pek muhteliftir. Müs1im'in rivayetinde bir okıyye mukabilinde
denilmiş; Buhârî'nin muhtelif rivayetlerinde : Bir okıyye, dört dînâr, bir
okıyye altın, dört okıyye, beş okıyye, iki yüz dirhem, on dînâr gibi çeşitli
kıymetler zikredilmiştir.
İmam Ahmed'le Bezzâr'm
rivayetlerinde ise on üç dinara satın aldığı bildiriliyor. Halbuki
nefselemirde fiyat bir olduğu gibi, hadîsin bütün râvileri de sika ve mu'temed
zevattır.
Bu ihtilâfların sebebi
hadîsin mânâ itibariyle rivayet edilmiş olmasıdır. Mânâ hep birdir.
İsmâî1î diyor ki:
«Râvilerin fiyat mikdârı hususundaki ihtilâfları zarar etmez. Çünkü hadîsin
siyakından murâd, Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve ScltemVin kerem ve
tevâzu'unu, ashabına karşı gösterdiği şefkati ve duasının bereketini beyândır.
Binâenaleyh bâzı râvilerin fiyat hakkındaki vehminden hadîsin asîmi çürütmek
lâzım gelmez.»
Aynî muhtelif
rivayetlerin arasını şöyle bulmuştur: Hadîste okıyye mutlak olarak zikredilmiş,
fakat bir rivayette «bir okıyye altın» denilerek bundan, murâd ne olduğu
bildirilmiştir. Başka bir rivayette beş okıyye gümüşe sattım denilmiştir. Şu
halde satış altınla olmuş; ödeme gümüşle yapılmış demektir. Râvi de hadîsi bir
defa satış anındaki fiyatla, başka defa Ödeme zamanındaki fiyatla rivayet
etmiştir. İki yüz dirhem rivayeti beş okıyyeye uygundur. Çünkü bir okıyye kırk
dirhem gümüştür. [9] Dört dînâr da okıyyeye
uygundur. O zamanın dirhem ve dinarları muhtelif idi. İhtimal bir okıyye altın
dört dînâr ederdi. İki okıyye rivayetine gelince: Bunların biri hayvanın
kıymeti, diğeri Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sonradan ihsan
ettiği okıyye olabilir. Nitekim bâzı rivayetlerde : «Bana bir okiyye de fazla
verdi» denilmiştir. Bu hadîs «Büyü'» bahsinde görülecektir.
1- Resulü
İlah (Sallailakü Aleyhi ve Selle m)'in dürtmesiyle tembel devenin en hızlı
develerden daha sür'atli koşmağa başlaması bir mu'cizedir.
2- Seferden
dönüşte iki rek'at namaz kılmak müstehaptır.
3- Bir şey
satın alırken veya borç öderken tartıyı ağır basacak derecede doldurmak
müstehaptır.
4- Bir şeyi
tartmak için birini tevkil etmek caizdir. Ancak müvekkilin izni olmadıkça
vekil tartıyı fazla dolduramaz.
5- Bir
kimseden malını satmasını istemek caizdir.
64- (1467)
Bana Muhammed b. Abdillâh b. Nümeyr el-Hemdânî rivâyet etti. (Dedi ki) : Bize
Abdullah b. Yezîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hayve rivayet etti. (Dedi ki)
: Bana Şurahbîl b. Şerîk haber verdi; o da Ebû Abdirrahmân el-Hubulî'yi,
Abdullah b. Amr'dan naklen rivayette bulunurken işitmiş ki, îtesûlüllah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Dünya bir meta'd ir;
dünya metâ'ınm en hayırlısı ise sâtiha kadındır.» buyurmuşlar.
Bu hadîsle ondan sonra gelen babın birinci hadîsi «Sahîh-i Müslim»'in bâzı nüshalarında
yoktur.
Meta': Altınla
gümüşten maada dünya malı, giyilen ve yere yayılan eşya, kendisiyle biraz
faydalanıldıktan sonra çabucak bitip tükenen şey mânâlarına gelir. Burada ondan
bu son mânâ kasdedilmiştir. Nitekim bir
âyet-i kerîme'de: [10]
«Dünya hayatı bir
aldatma metâından başka bir şey değildir.» buyurularak onun değersizliğine
işaret olunmuştur.
«Dünya bir metâ'dir»
cümlesi bir teşbîh-i beliğdir. Bu vecize ile Fahr-i Kâinat (Sallallahü A leyhi
ve Sellem) Efendimiz, hayâtı dünyâya mahsus zanneden düşüncesiz
materyalistlere ihtarda bulunmakta ve ebedî hüsranlarına işaret buyurmaktadır.
Bittabi dünyâlarını âhiretin ebedî hayâtını kazanmak için vesile ittihâz eden
bahtiyarlar bundan müstesnadır. Çünkü dünya onlar için aldatıcı değil, bilâkis
doğrudan doğruya hedefe götüren bir metâ-ı belâğdır. Nitekim bir hadîs-i şerif
de :
«Salih bîr kimse için
sâTıh mal ne güzel şeydir.» buyuruîmuştur. Sâ-liha kadından murâd : Namuslu,
dindar ve terbiyeli olan kadınlardır.
Böyle bir kadının,
hayatı müddetince kocasını ne derece mes'ûd edeceği îzâha muhtaç olmayan bir
hakikattir. Evinde huzur ve dirlik bulunmayan bir erkek ne kadar zengin olursa
olsun bedbahttır. İşte «dünya metâ'mın en hayırlısı sâliha kadındır» cümlesi bu
hakikati nâtıktır.
Resûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellem) bir hadîs-i şerif'de : «Uç şey vardır kir bunlar Âdem oğlunun
seâdeîİnden ma'dûttur : Sâliha kadın, elverişli mesken ve iyi hayvan. Yine üç
şey vardır ki, bunlar da Âdem oğlunun şekaaveti cümlesindendir : KÖtü kadın,
kötü mesken ve kötü hayvan!»
buyurmuşlardır.
65- (1468)
Bana Harmeletü'bnü Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi.
(Dedi ki) : Bana Yûnus, İbni Şihâb'dan naklen haber verdi. (Demiş ki) : Bana
İbni'l-Müseyyeb, Ebû Hüreyre'den nak-!en rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş
: Kesûlüllah (Sallaİlahü Aleyhi vi Seilem) :
«Gerçekten kadın
kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmağa kalkarsan kırarsın. Hâli üzere
bırakırsan kendisinden, eğrilik bulunduğu halde istifâde edersin.» buyurdular.
(...) Bana
Züheyr b. Harb üe Ahd b. Humeyd ikisi birden Ya'kub b, İbrâhîm b. Sa'd'dan, o
da Zührî'niıı kardeşi oğlundan, o da amcasından bu isnâdla bu hadîsin tamamiyle
mislini rivayet ettiler.
59- (...)
Bize Amru'n-Nâkıd ile İbni Ebî Ömer rivayet ettiler. Lâfız İbni Ebî Ömer'indir.
(Dediler ki) : Bize Süfyân, Ebu'z-Zinâd'dan, o da A'rec'den, o da Ebû Hüreyre'den
naklen rivayet etti. Ebû Hüreyre şöyle demiş: Kesûlüllah (Sallaüahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz ki, kadın
kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Senin İçin yek-nasak bir şekilde doğrulmaz.
Ondan istifade etmek İstersen kendisinde eğrilik olduğu halde istifâde edersin;
doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kadının kırılması boşanmasıdır.» buyurdular.
60- (...)
Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Hüseyn b. Alî,
Zâide'den, o da Meysera'dan, o da Ebû Hâzim'den, o da Ebû Hüreyre'den, o da
Peygamber (SaHatlahü Aleyhi ve Se!lem)'den naklen rivayette bulundu;
«Her kim Allah'a ve
âhiret gününe îmân ederse bir şey gördüğü zaman yâ hayır söylesin; yahud
sussun! Kadınlar hakkındaki vasiyyeti (mi) tutun! Çünkü kadın kaburga
kemiğinden yaratslmışihr. Kaburganın en eğri yeri de üst kısmıdır; doğrultmağa
kalkarsan kırarsın; (hâli üzere) bırakırsan eğri kalmakta devam eder. Kadınlar
hakkında birbirinize hayır tavsiye
edin!» buyurmuşlar.
Bu hadîsi Buhârî
«Bed'üi-Halk» ve «Nikâh» bahislerinde tah-rîc etmiştir.
Dıla':
Kaburga kemiği demektir; cem'i: adla' gelir. Bu kelimeyi dil' şeklinde
okuyanlar da vardır. Küennes bir kelimedir.
Avec veya Ivec :
Eğrilik mânâsına gelir. Bu kelimeyi bâzı râviler ivec, birçokları da avec
şeklinde zaptetmişlerdir. Hafız Ebu'l-Kasim b. Asâkir ile diğer bir takım ulemâ
«Ivec» okumuşlardır. Burada müreccah olan da budur. Çünkü lisân âlimleri iki
okunuş arasında fark görmüş, avec'in duvar ve ağaç gibi dik duran şeyler
hakkında, ivec'in ise yaygı, yer, maaş, borç ve sâirede kullanıldığını
söylemişlerdir. Bir takımları avec'in görünen şeylerde, ivec'in ise fikir ve
söz gibi görünmeyen şeyler hakkında kullanıldığını bildirmişlerdir.
Dâvûdî'nin beyanına
göre bu hadîste kadının kaburga kemiğine benzetilmesi Hz. Havva kaburgadan
yaratıldığı içindir. Sultânü'l-müfessirîn İbni Abbâs (RadiyaiUılıü arh, Hz.
Havva 'nın, Adem Aleyhîssekım) uyurken
onun sağ kaburgalarının en kısasından yaratıldığını rivayet etmiştir. Âdem
(Aleykissclam) uyandığı zaman Hz. Havvâ'yi yanında otururken görmüş ve
kucaklamış. Teâlâ Hazretleri de :
«Sizt bîr nefisden
yaratan, zevcesini de ondan halk eden (AMah'dan sakının.» [11]
buyurarak buna işaret etmiştir.
cümlesini Kaadî
Beyzâvî: «Kadınlar hakkında size vasiyyette bulunuyorum; bu vasıyyetimi
tutun!» şeklinde tefsir etmiştir. Bu tefsire göre kaburga eğrilik mânâsına
İstiare edilmiştir. Yâni kadınlar eğri bir asıldan yaratılmışlardır.
Binâenaleyh onlardan istifâde ancak kendilerini idare etmek ve eğriliklerine
sabru tehammül göstermekle mümkün olur.
Tîbî'ye göre bu cümle
: «Kadınlar hakkında nefislerinizden hayır tavsiyesi isteyin!» manasınadır ve
mübalağa ifâde eder. Mezkûr cümle ile umûmî hitâb kabilinden : «Birbirlerinize
kadınlar hakkında hayır tavsiye edin!» mânâsı kasdedilroiş de olabilir. Kadınların
hassaten tavsiye edilmesi zayıf ve işlerine bakacak bir kimseye muhtâc
oldukları içindir.
Ebû Bekr b. Ebî Şeybe
rivayetinde: «Her kim Allah'a ve âhir et gününe îmân ederse bir şey gördüğü zaman
yâ hayır söylesin yâhud sussun!» buyuruluyor. Bu cümlenin mefhumu muhalifine
bakılırsa hayır söylemeyen yâhud susmayan bir kimsenin mü'min olamayacağı
anlaşılırsa da hadîsden kasdedilen mânâ bu değil, böyle bir kimsenin kâmil
mü'min sayılamayacağını beyândır.
1- Hz. Havva',
Âdem (Aleyhisselam)'m kaburga kemiğinden
yaratılmıştır. Birçok fukahânın
kavilleri bir .
2- Müslümana
yakışan hareket daima hayfaydalı şeyler konuşmaktır. Haram veya mekruha vardım: korkuş. faydasız mubah sözden bile kaçınmalıdır.
3- Kadınlara
rifk-u mülâyerneüe muamele etmeli, onların eğrilik ve hırçınlıklarına sabr-u
tehammül göstermelidir.
İmam Gazali: «Kocanın
karısı ile iyi geçinmesi, ona karşı güzel ahlâkla muamelede bulunması kadının
hakkıdır. Güzel ahlâkdan murâd : Kadına ezâ-cefa etmemek değil, onun ezasına
tehammü! göstermek, Resûlülluh (Sallattahu Aleyhi ve Sellemj'in yolundan
giderek kadının taşkınlık ve gazabına karşı hulîm selim davranmaktır.» diyor.
4-
Kadınların eğriliğini doğrultmaya imkân yoktur. Kaaını ne bahasına olursa olsun
doğrultmaya çalışan onu mutlaka kırar. Bundan mu-râd onun boşanmasıdır.
Kadının eğriliği,
ahlaken hırçın, aklen zaif olması, sebepsiz olarak boşanmak istemesi, kocasının
tahammül edemeyeceği tekliflerde bulunması, aile sırrını ifşa etmesi, dedikodu
yapması gibi şeylerdir.
Erkek hiç bir zaman
kadından müstağni kalamayacağı cihetle geçinmenin çaresini bulmak, metîn ve
sabırlı olmak ona düşen bir vazifedir.
61- (1469)
Bana İbrahim b. Musa er-Râzî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize îsâ yâni İbni Yûnus
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülhamid b. Ca'fer, İmrân b. Ebî Enes'den, o
da, Ömer b. Hakenvden, o,da Ebû Hü-reyre'den naklen rivayette bulundu. Ebû
Hüreyre şöyle demiş; Resûlüllalı (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Bîr mü'min bir
mü'mineye buğzefrmesin; (çünkü) onun bir huyunu beğenmezse başka bîr huyunu
beğenir.» Yahud «Başkasını beğenir.» buyurdular.
(...) Bize
Muhammed b. el-Müsennâ rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ebû Âsim rivayet etti.
(Dedi ki) : Bize Abdülhamid b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İmrân b,
Ebî Enes, Ömer b. Hakem'den, o da Ebû Hü-reyre'den, o da Peygamber (SaliaHahü
Aleyhi ve Sellem) 'den naklen bu hadîsin mislini rivayet eyledi.
Bu hadîs hakkında
Kaadî lyâz şunları söylemiştir : «Bu hadîs nehî değil, haberdir. Yâni mü'min
mü'mineye tamamen küsmez demektir. Erkeklerin kadınlara dargınlığı, kadınların
erkeklere buğzetmesi gibi değildir. Bundan dolayıdır ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Onun bir huyunu
beğenmezse başka bir huyunu freğenir» buyurmuştur.
Fakat Nevevî, Kaadî
!nin bu sözünü kabul etmemiş; onur, zaif hattâ hatâ olduğunu söyledikten sonra
sözüne şöyle.devam etmiştir: «Doğrusu hadîs nehîdir. Yâni erkek kadına
buğzetmesin; çünkü kadında beğenmediği bir huy bulsa bile-beğenilecek başka huy
da bulur demektir. Meselâ kadın hırçın ahlâklı olur fakat dindardır; yâhud güzel veya namusludur. Benim söylediğim
nehi olması hususu iki vecihle teayyün eder.' Birinci vecih : Hadisin rna'ruf
ve meşhur rivayetlerinin (lâ yefrek) şeklinde meczûm nakledilmesidir. Bu şekil
nehyin kendisidir. Merfû' olarak rivayet edilse bile mânâ haber lâfziyle nehî
olur.
İkinci vecih bu
beyanın aksinin vâki' olmasıdır; zira bazı kimseler kanlarına şiddetle buğz
etmektedirler. Eğer hadis haber olsaydı bu haberin aksi zuhur edemezdi. Halbuki
buğz vâkidir. Kaadî'nin bu şekildeki tefsirine sebep nedir bilmiyorum.»
Ferk :
Buğzetmek, küsmek demektir.
Hadîs-i şerif bundan
önceki rivayetlerde olduğu gibi erkekleri sabr-u tahammüle teşvik
etmektedir.
62- (1470)
Bize Hârûıı b. Ma'ruf rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdullah b. Vehb rivayet
etti. (Dedi ki) : Bana Amr b. Hârİs haber verdi. Ona da Ebû Hüreyre'nin
âzâdlısı Ebû Yûnus, Ebû Hüreyre'den, o da Re-sûlüllah (SaliüUahü Aleyhi ve
SelienO'dçn naklen rivayet etmiş ki. Peygamber (SüUaHahü Aleyhi ve Selle m)
Efendimiz :
«Eğer Havva' olmasa
idi, hiç bir kadın ebediyyen kocasına hıyânel etmezdi.» buyurmuşlar.
63- (...)
Bize Muhammet) b. Râfi' rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdürrezzâk rivayet
etti. (Dedi ki) : Bize Ma'mer, Hemmam b. Müneb-bih'den naklen haber verdi.
Hemmam : Bize Ebû Hüreyre'nin Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Seîlemyûen
rivayeti budur, diyerek bir takım hadîsler zikretmiştir. Onlardan biri de şudur
:
Kesûlüllah (Sallallahü
Aleyhi ve Sellern) :
«Eğer Benî İsrail
olmasa idi yemek bozulmayacak, et de kokmaya-caktı. Havva olmasa hiç bir kadın
ebediyyen kocasına hıyanet etmezdi.» buyurdular.
Bu hadîsi Buharı
«Ehâdîsü'l-Enbiyâ» bahsinde tahrîc etmiştir.
Ulemânın beyânına göre
Hz. Havva' hadîsinden murâd : Cennette Âdem tAlleyhis$elam)'ı memnu' olan
ağaçtan yemeğe da'vet etmesidir. Bu suretle Havva' (Aleyhisselam) kocasının
hatasına sebep olmuş; sair kadınların kocalarına hıyanetleri de ondan
kalmıştır. Hz. Havvâ'ya neden bu isim verildiği ve nerede yaratıldığı ulemâ arasında
ihtilaflıdır. İbni Abbâs (Raâiyallahu anh) 'ya göre Hz. Havvâ' her canlının
anası olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Bâzıları canlı olan Hz. Âdem
'den yaratıldığı için kendisine Havva' denildiğini söylerler. Her iki kavle
göre de kelimenin dirilik mânâsına gelen (hayât) dan alındığına işaret vardır.
Havva' (Aleyhisselam)
bâzılarına göre Hz. Âdem cennete girmezden evvel yaratılmıştır. Cennette
yaratıldığını söyleyenler de vardır.
Mârûdî cennetteki
memnu' ağacın buğday olduğunu söylemiştir. Bir takımları bunun incir, daha
başkaları kâfur hattâ üzüm olduğunu bildirmişlerdir. «Bu ağaç huld ağacı idi;
meyvesinden melekler yerdi.» diyenler bile olmuştur.
Benî İsrail meselesine
gelince : Onlara her gün sabahtan akşama kadar gökten bıldırcın kuşu ve kudret
helvası yağardı. Kendilerine verilen emir mucibince bunlardan yalnız günlük
ihtiyaçlarını alır, cuma ile cumartesi günlerinin nafakasını da
biriktirirlerdi; fazla bir şey biriktirirlerse bozulur, kokardı. İşte
yiyeeeklern bozulup kokması bundan kalmıştır. Bu rivayet Katâde'den nakledilmiştir.
Ebû Nuaym «EI-HıIye»
nâm eserinde Vehb b. Münebbih 'den şunları nakleder : «Bâzı kitaplarda Allah
Teâîâ'nm şöyle buyurduğunu gördüm : Eğer ölenin çürüyüp bitmesine hüküm etmese
idim onu ailesi evlerinde hapsederler; yiyeceğe bozulmayı takdir etme-sem onu
da zenginler fakirlerden gizlerlerdi.»
[1] Sübi-i
mürailik, bu I û iz
ç;ığ:u'.! \;>klas"i çocuk
[2] Ayet-İ Kerîme.
[3] Âyet-i Kerîme.
[4] Sure-î Nisa,' âyet: 24
[5] Liâan: Hâkim
huzurundu yeminlerle tc'Kîd edilerek
yapılan lânetleşmedir. İleride
l^ahsi gelecektir.
[6] Sure-i Nisa, âyet:
129
[7] Sure-i
Ahzâb âyet: 51
[8] Âyet-i Kerîme
[9] Fakal .muhtelif örflere göre bu m?.kdar değişmiş;
yerine göre 10, 12, 50, 60, 100, 150 hatta
1000 dirhem olmuştur. Altının okıyyesi için muayyen vezin yoktur.
[10] Sure-i Âl-i
îmrân. âyet: 185
[11] Sûıt-i
Nİsâ. âyel : 1.