Şiir, insanlar üzerinde tesir hâsıl eden bir beyan çeşididir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in "Beyanda sihir vardır" sözü
belli ölçüde şiire de şâmildir. Mamafih, göreceğimiz üzere Resûlullah, şiiri
müstakil olarak da ele alacak ve onda "hikmet" olduğunu
belirtecektir.
Cahiliye döneminde, en az sihirbazlar kadar şâirlerin de cemiyet
üzerinde müessiriyetleri vardı. Bu tesir iyiliğe olduğu kadar kötülüğe de âit
idi ve kötü yönü ağır basıyordu. Nitekim, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
peygamberlikle ilgili, âdete muhalif ilk vak'alar ve ilk başkalıklarla
karşılaştığı sıralarda bir korku geçirmiştir. Bazı rivâyetler Efendimizin bu
korkusunu şâir mi oluyorum? diye ifade ettiğini belirtir. Şâir olmaktan korkup
endişe duyması, o devirde bu zümrenin -en azından Resûlullah nazarında- pek iyi
karşılanmadığını gösterir. Müşriklerin Hz. Peygamber'i: "O bir
şâirdir" diye itham etmeleri de bir küçümseme, bir kötüleme ifade eder.
Kur'ân-ı Kerîm bu iddiayı muhtelif ayetlerde cevaplandırarak Resûlullah'ın
şâir, vahyin de şiir olmadığını belirtir. [Yâsîn 69, Enbiya 21, Saffât 36, Tûr
30, Hâkka 41.] Kur'ân-ı Kerîm Şuarâ yani şâirler ismini taşıyan bir sûrede
şâirlere ayırdığı husûsî bir pasajda onları, "yapmadıklarını
söylemek"le karalar: "Şâirlere ancak azgınlar uyar. Onların her
vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve yapmadıklarını yaptık dediklerini görmez
misin? Ancak inanıp faydalı iş yapanlar, Allah'ı çok zikredenler ve haksızlığa
uğratıldıklarında haklarını alanlar bunun dışındadır..." (Şuarâ 224-227).
Şu halde, şiir bir kalemde geçilecek bir bahis değildir. Kur'ân-ı
Kerîm olsun, Resûlullah olsun şiir bahsine geniş ve mükerrer yer vermişlerdir.
Bilhassa Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın İslâm'ı tebliğ ederken şiir ve
şâir vak'ası'nı küçümsememiş olduğu dikkat çekicidir. Bir taraftan müşrik
şâirlerle mücadele etmiş, bir taraftan da mü'min şâirleri teşvik etmiş, korumuş
iltifatlarda bulunmuştur:
* Mü'minleri hicvedip, müşrikleri tahrik eden şiirler yazan meşhur
yahudî şâiri Ka'bu'l-Eşref'i öldürtmüştür.
* Bedir esirlerini fidye-i necatla serbest bırakıp ve hatta
bazılarını bedelsiz affederken, Resûlullah'a hicviyeler yazarak müslümanları
rencide eden Ukbe İbnu Ebî Muayt ile İranlılar üzerine düzdüğü hikayelerin
Kur'ân'dan üstün olduğu iddiasını yayan Nadr İbnu'l-Hâris'i daha Medine'ye
varmadan yarı yolda derhal idam ettirmiştir.
* Amr İbnu Abdillah İbnu Umayr da Bedir esirleri arasında idi. Bir
daha İslâm aleyhine şiir yazmayacağına dair söz vererek hayatını bağışlaması
için Resûlullah'a yalvardı. Efendimiz onun yetim kalacak beş adet kız
çocuklarını da düşünerek bağışladı. Ancak hürriyete kavuşunca tekrar İslam
aleyhinde şiirler söylemeye başladı ve Uhud'a katıldı. İkinci sefer esir
düşünce, kurtulmak için yaptığı ricaları: "Müslüman bir yılana kendini iki
sefer sokturmaz" diye geri çevirerek idam ettirdi.
* Hâris İbnu Süveyd, müslümanları tahkir edici şiirleri
sebebiyle öldürülünce, Ebû Afak bunun intikamını almak için Resûlullah'a karşı
hicviye yazmıştı. Efendimiz: "Bu habisten bizi kim kurtaracak?"
diyerek öldürülmesine işaret buyurdular ve derhal infaz edildi.
* Ebû Afak'ın ölümüne tahammül edemeyen Esma Bintu Mervân, İslâm'a
karşı alay dolu bir şiir yazdı. Onun sözleri Resûlullah'a ulaşınca: "Bunun
cezalandıracak kimse kalmadı mı?" buyurdu. Umayr İbnu Adiyy o günün
gecesinde, kadının cezasını verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Allah"a ve Resûlüne yardım ettiniz" iltifatında
bulundular.
* Mekke Fethi'nde herkes affedilirken "Kâbe'nin örtüsünde
sarılı olarak bile bulunsa öldürülmesi" emredilen on kişiden üçü de şâir
idi: Bunlardan biri Abdullah İbnu Hatal'dır. Bu, önceleri müslüman olup Medîne'
ye yerleşti ise de bilahare irtidad edip Mekke'ye kaçtı ve Resûlullah aleyhinde
şiirler düzdü. Bunun şiirlerini, çalgı aletleri refakatinde Fertânâ ve Karîba
adında şarkıcı iki köle, Habeşî bir beste ile söyleyip Mekkelileri
eğlendiriyorlardı. İşte bu üç şahış Fetih günü af dışı tutuldular.
* Nesâî'nin bir rivayetinden anlaşılacağı üzere Resûlullah'a
hakaret eden şâir bir köleyi, bu davranışı sebebiyle, izin almadan, anında
öldüren âmâ efendisini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) muaheze etmez,
takdir ve iltifatlarda bulunur.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şiir ve şâir karşısındaki
gerçek tavrını anlamak için müslüman şâirlere karşı davranışını da kısaca
hatırlatmamız lazımdır.
Hemen belirtelim ki, onları da himaye ve taltif etmiş, öbürlerine
cevap vermeye, müslümanların morallerini takviye edecek şiirler yazmaya teşvik
etmiştir. Etrafından ayırmadığı üç meşhur şâiri vardır: Hassan İbnu Sabit,
Abdullah İbnu Ravâha, Ka'b İbnu Mâlik (radıyallâhu anhüm).
İhtiyaç hâsıl oldukça bunları çağırıp: "Kureyş'e karşı
hicviyelerinizi fırlatın. Zîra sizin şiirleriniz onlar üzerinde ok yarasından
daha ağır yaralar açmakta!" derdi.
Bunlardan Hassan (radıyallâhu anh)'ın baş şâir mesabesinde
Efendimiz yanında ayrı bir yeri vardır. Onu her çağrısında: "Ey Hassan
Resûlullah adına onlara cevap ver!" der, Rûhu'l-Kudüs'le kendine yardım
etmesi için Allah'a dua ederdi. Zaman zaman Hassan'a: "Sen Allah ve Resûlü
için onları hicvettikçe Rûhu'l-Kudüs seni takviye etmektedir,
yardımcındır" diyerek onu teşvik ve taltif buyurmuşlardır. Hz. Âişe
(radıyallâhu anhâ) der ki: "Bir defasında Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Ka'b İbnu Mâlik'in hicviyesini yeterli bulmayarak Hassan'ı çağırdı.
Hassan huzur-u risâlet penâhiye girince: "Nihayet düşmanını diliyle(13)
yere seren arslanı çağırma ânı gelmiş" diye (sonradan çağırılmış olmanın
serzenişini de ifade ederek) böbürlenir, dilini dışarı çıkarıp ağzının
etrafında şöyle bir çevirir. Ve sözüne devamla:
"Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun onları
dilimle, deri parçalar gibi parçalayacağım!" der. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"Ağır ol! Ebû Bekir Kureyş'in nesebini senden daha iyi bilir.
(Ondan istifade et, biliyorsun ben de Kureyşliyim), onlar arasında nesebim var
(hicivlerinden bana da zarar gelmesin. Bu maksadla Ebû Bekir teferru-âtlı bilgi
verip) beni onlardan ayırıncaya kadar şiir yazmada acele etme!" dedi.
Hassan ona, (Ebû Bekir'e) yaklaşıp tekrar geri çekildi ve:
"Ey Allah'ın Resûlü o bana nesebini tanıttı. Seni hak ile
gönderen Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, seni onlardan, tereyağından kıl çeker
gibi çekip alacağım" dedi."
Hz. Peygamber için şiir, iyiye de kötüye de kullanılabilecek bir
silahtı. "Mü'min bedeni ve malı ile olduğu kadar diliyle de cihad etmekle
mükellefti." Hassan'a Kureyza yahudîleriyle mücadele sırasında onları
hicvetmesini emretti ve: "Cebrail (aleyhisselâm) seninle birliktedir"
diyerek cesaretini artırdı. Bedir savaşı önce her iki tarafın şiir atışmasıyla
başlar. İbnu Hişam yirmi sayfayı geçen bu şiirleri kaydeder.
Bir kısım rivayetler -görüleceği üzere- Resûlullah'ın zaman zaman
bazı beyitleri bizzat inşad buyurduğunu, bazı güzel şiirlerin okunmasını arzu
ettiğini gösterir.
Sözümüzü hülasa edelim: Şiir bahsi şeriatimizde müstakil bir bahis
teşkil eder. Onun kullanılışını disiplin altına alan çok sayıda hadis vârid
olmuştur. Resûlullah[1] bâtıl ve hevâ adına olan
şiirleri reddederken Hakk yolunda edeb adına olan şiirleri övmüş ve şâirlerini
taltif buyurmuş, teşvik etmiştir. İslam âlimleri, buna bağlı olarak bazen
lehinde, bazen aleyhinde şiir hakkında beyanlarda bulunmuşlardır. Sadedinde
olduğumuz bahiste, bu dalda vârid olan hadislerden bir kısmını göreceğiz.[2]
ـ1ـ عن
أبىّ بن كعب
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قال
رسولُ اللّه #:
إنَّ مِنَ
الشِّعْرِ
حِكْمَةً[.
أخرجه
البخارى وأبو
داود .
1. (2303)- Übey İbnu Ka'b (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şiirde hikmet
vardır"[3]
ـ2ـ وفي
رواية له عن
ابن عباس:
]جَاءَ
أعْرَابِىُّ
إلى
النَّبىِّ #
فَجََعَلَ
يَتَكَلّمُ بِكََمٍ،
فقَالَ # إنَّ
مِنَ
الْبَيَانِ
سِحْراً، وَإنَّ
مِنَ
الشّعْرِ
حِكْماًً[ .
2. (2304)- Ebû Dâvud'da İbnu Abbâs (radıyalâhu anhümâ)'dan yapılan bir
rivayet şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir bedevî geldi.
(Dikkat çekici bir üslubla) konuşmaya başladı. Efendimiz (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır, şurası da muhakkak
ki şiirde de hikmetler vardır" buyurdu."[4]
AÇIKLAMA:
1- Bu iki rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
güzel ve faydalı şiirler karşısındaki müsbet ve senakâr olan tavrına şehadet
etmektedir.
2- Hikmet: Doğru, hakka mutâbık olan söz mânasına gelir. Aslen
men etmek mânasında olduğu da söylenmiştir. Hadis, şiirde kişiyi sefahet ve
kötülüklerden men eden faydalı bir söz olduğunu ifade eder. Resûlullah bir
başka hadislerinde: "Şurası muhakkak ki, beyanda sihir vardır, ilimde
cehalet, şiirde de hikmetler ve sözde de tatsızlık[5] vardır" buyurmuştur.
Sa'sa'a İbnu Suhân bu hadisi şöyle açıklar: "Resûlullah doğru söylemiştir.
Beyanda sihir vardır cümlesine gelince: "Üzerinde başkasının hakkı bulunan
bir kimse, hak sahibinden daha belâgatlıdır, beyanıyla herkesi teshir ederek
kendini haklı gösterebilir. "İlimde cehalet vardır" cümlesine
gelince: Âlim bilmediği hususta tekellüfe girerek cehaletini ortaya kor.
"Şiirde hikmetler vardır" sözüne gelince: Bununla, insanların ibret
aldığı mev'ize ve meseleler kastedilmiştir. "Sözde tatsızlık vardır"
sözü de kelamını onu istemeyene arzetmendir."
3- Taberî: "Bu hadis, mutlak şekilde şiiri mekruh
addederek, İbnu Mes'ud'un: "Şiir şeytanın mezâmiri (çalgıları)dır"
sözüyle ihticac edenleri reddeder" der. Taberî, şiiri mutlak şekilde
reddedenlerin gösterdikleri bir başka rivayetin de vâhi (çok zayıf) olduğunu
belirtir. O rivayet, merfu olarak Ebû Ümâme'den yapılmıştır: "İblis
yeryüzüne indirildiği zaman: "Yâ Rabbi bana bir Kur'ân ver" diye dua
etti. Cenâb-ı Hakk: "Senin Kur'ân'ın şiirdir" dedi."[6]
ـ3ـ وعن
أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
رسولُ اللّه #:
‘نْ
يَمْتَلِئَ
جَوْفُ أحَدِكُمْ
قَيْحاً
حَتَّى
يَرِيَهُ خَيْرٌ
لَهُ مِنْ أنْ
يَمْتَلئَ
شِعْراً[.
أخرجه الخمسة
إ النسائى.وفي
أخرى لمسلم عن
الخدرىّ: ]بَيْنَا
النبىُّ #
يَسِيرُ إذْ
عَرَضَ شَاعِرٌ
يُنْشِدُ،
فقالَ #:
خُذُوا
الشَّيْطَانَ،
أوْ
أمْسِكُوا
الشَّيْطَانَ[.
وذكر
نحوه.»الْقَيْحُ«
الصديد الذي
يسيل من الدمل
والجرح.ومعنى
»يَرِيَهُ«
يأكله .
3. (2305)- Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden birinin içine onu bozacak
irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır."[7]
el-Hudrî'den Müslim'in kaydettiği bir diğer rivayette şöyle
denmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yürümekte iken karşısına
şiir inşad eden bir şâir çıktı. Efendimiz: "Şeytanı tutun" veya
"Şeytanı yakalayın" diye emretti.[8]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis şiir ezberlemeyi zemmetmektedir. Bunu karına irin
dolmasıyla kıyaslamak suretiyle ifade etmektedir. Müslim'in bir rivayetinde bu
hadisin vürud sebebi de zikredilir: "Resûlullah'la birlikte Arc karyesinde
yürürken şiir inşad eden bir şâir karşımıza çıkmıştı. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Şu şeytanı yakalayın -veya şu şeytanı tutun- kişinin karnına irin dolması
kendisi için, şiir dolmasından hayırlıdır" buyurdu." Burada şiire
zemm mutlaktır. Yani az olmuş çok olmuş, muhtevaca hayır olmuş, şer olmuş
ayırım yapılmamış, hepsi toptan zemmedilmiştir. Şiir karşısında böyle bir
tavır, başka rivayetlere aykırıdır. Ulema bu hususta ihtilaf eder. Cumhur, iyi
ve kötü şiiri ayırır, zemmi "şiirin kişiye galebe çalmış olmasıyla veya
şiirin mezmum (kötü) olmasıyla veya o kimsenin kâfir olmasıyla" îzah eder.
Sadedinde olduğumuz bu şiir de te'vil edilmiş, zemmin mutlak değil, mukayyed
olduğuna dikkat çekilmiştir. Yani, "Kişinin, içini tamamiyle şiirle
doldurup birbaşka şeye yer vermemesi halinde zemm vâki olmaktadır"
denmiştir. Bu anlayışta olanlar için, Buhârî'nin bu hadisi kaydettiği bâb'ın
başlığı, hadisteki "kayd"ı anlamamıza yardım eder: "İnsan
üzerine şiirin galebe çalarak zikrullah ve ilme mâni olduğu zaman mekruh olması
bâbı." Öyleyse şiir karşısında ifade edilen kerâhet bu hususta düşülecek
aşırılıkla ilgilidir. Öyleyse bir kalbe zikrullah ve ilim galebe çalarsa,
mezmum olmayan şiirin de varlığı, kalbin şiirle dolmasını ifade etmez. İbnu Ebî
Cemre, "karnın dolması" mefhumuyla, sadece kalbi vacib ve müstehap
olan vazifeleri unutturacak kadar kendisiyle meşgul eden mezmum şiirlerin
kastedildiğini anlamaz; sözgelimi seci'li söz, sihir vs. gibi kalbin katılaşıp
Allah'tan uzaklaşmasına, itikadında bir kısım şekk ve vesveselerini doğmasına,
insanların birbirlerine karşı soğuma, küsüşme, kin ve buğzlarına sebep olan
herçeşit bilgi ve kültürü de ilave eder. Hadisin mefhumuna İbnu Ebî Cemre'nin
kazandırdığı bu vüs'at zamanımız insanının her çeşit dînî havadan koparılıp
maneviyattan uzaklaştırılması için -görünmez güç komitelerce- şuurlu ve
sistemli şekilde yürütülen bazan san'at, bazan spor, bazan folklör, bazan
politika, bazan dedikodu, kehanet, yıldız falı, fütirizm, magazin, bilmece-
bulmaca vs. vs. meşguliyetlerini hatıra getirmektedir. Zîra bu meşguliyetler,
cüz'i sayıda ferdler için bir mâna ifade etse de kâhir ekseriyet için abesle
iştigalden, Allah'la arasına kurulmuş "şeytan tuzağı"ndan öte bir
mâna taşımaz. İbnu Ebî Cemre gibi: "Kalbin irinle doldurulması bunlarla
doldurulmasından hayırlıdır" demek hadisin ruhuna muvafık düşer.
2- Bu hadiste, şiiri zemmederken Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şiddetli ve mübalağalı bir üsluba başvurduğu dikkat çekici bir
husustur. "Mübalağalı" diyoruz, çünkü müteakip rivayetlerde
görüleceği üzere, Efendimiz'in şiir karşısındaki tavrı her seferinde buradaki
gibi sert değildir, bilakis şiire yer vermiştir. İbnu Hacer bu sertliği Hz.
Peygamber'in muhataplarında görülen aşırı şiir düşkünlüğüyle îzah eder ve:
"Çünkü hitabettiği kimseler, şiire son derece kıymet veren, fazlaca
teveccüh edip onunla çokça meşgul olan kimselerdi. Bu yüzden, Kur'an'a ve
zikrullah'a ve ibadete yönelmeleri için onları şiirden zecretti..." der.
Bunlara, emredilen kadar yer verdikten sonra başka şeyle (mezmum
cinsinden olmamak şartıyla) meşgul olmanın zarar vermeyeceğini ilave eder.
3- Arc, Mu'cemu'l-Büldân'da belirtildiği üzere Tâif'e bağlı
karyelerden biri olup Medîne'ye 78 mil mesafededir.[9]
ـ4ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]كانَ النبىُّ
# يَضَعُ
لِحسَّانَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه
مِنْبَراً في
المَسْجِدِ
يقُومُ عََلَيْهِ
يُفَاخِرُ،
أوْ
يُنَافِحُ
عَنْ رسولِ
اللّه #
وَكانَ
يَقُولُ: إنَّ
اللّهَ
يُؤَيِّدُ حَسَّاناً
بِرُوحِ
الْقُدْسِ
مَا نَافَحَ، أوْ
فَاخَرَ عَنْ
رسولِ اللّهِ
#[. أخرجه البخارى
وأبو داود
والترمذي.»المُنَافَحَةُ«
المخاصمة.»وَالتَّأييدُ«
التقوية.»وَرُوحُ
الْقُدُسِ« هو
جبريل عليه
السم .
4. (2306)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şâir Hassan İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) için mescide
hususî bir minber koymuştu. Hassan, orada kurulup mufâhara yapar veya
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı hasımlarına karşı müdafaa ederdi.
Aleyhissalâtu vesselâm: "Allah (c.c.) Hassan'ı, Resûlullah'ı müdafaa
ettiği veya onun adına mufâhara yaptığı müddetçe Rûhu'l-Kudüs'le takviye
etmektedir" derdi.".[10]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis Buhârî'de buradaki şekliyle mevcut değildir. Ancak
"Müşrikleri hicvetme" bâbında buna yakın bir mânada rivayet
gelmiştir. Bu rivayet 2313 numarada kaydedileceği için buraya almadık.
2- Bu ve bundan sonra gelecek bir kısım rivayetler, şiirin
lehinedir, yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şiire de yer verip
şâirleri buna teşvik ettiğine, hatta iltifatlarda bile bulunduğuna delalet
etmektedirler. Hassan İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) -Umumî açıklama kısmında
belirttiğimiz üzere- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hususî
şâirlerinden biri ve hatta birincisidir. Bu san'attaki başarı ve temayüzü
sebebiyle hususî şekilde peygamberî iltifat ve teşviklere mazhar olmuştur.
Mü'minlerin kendisini dinleyerek -hasım taraftan gelecek edebî taarruza karşı-
morallerinin takviye edilmesi maksadıyla mescidde onun şahsına mahsus bir minberin
tesisi az bir iltifat, küçük bir ikram değildir. Rûhu'l-Kudüs'le te'yid ve
takviyesinin lisan-ı nübüvvetle tebşiri, Hassan'ın şanını yüceltmede hususî
minber tesisinden de öte bir ikram, bir iltifattır. Zîra Rûhu'l-Kudüs'ten maksad
Cebrâil'dir. Cebrâil aleyhisselâm ise Cenâb-ı Hakk'tan aldığı emirle iş yapan,
peygamberler ve onlar mesabesindeki kimselere ilâhî mesajı ulaştıran melektir,
Mukarrebûn denen ilâhî yakınlığa ermiş en büyük meleklerden biridir.
Hassan'a yapılan bu iltifattan bir hissenin, kıyâmete kadar her
asırda, dünyanın herbir beldesinde mü'minler arasında aynı hizmeti yürütecek
bütün şâir ve ediplere ayrıldığını, Hassan'ın şahsında onlara da hitab
edildiğini istidlal etmek mümkündür.[11]
ـ5ـ وعن
عمر بن
الشريّد عن
أبيه رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]رَدِفْتُ
رَسُول اللّهِ
# يَوْماً
فقَالَ: هَلْ
مَعَكَ مِنْ
شِعْرِ
أُمَيَّةَ
بْنِ أبِى
الصَّلْتِ
شَىْءٌ؟ قُلْتُ:
نَعَمْ. قالَ:
هِيهْ،
فَأنْشَدْتُهُ
بَيْتاً،فَقَالَ:
هِيهْ،
حَتَّى
أنْشَدْتُهُ
مِائَةَ
بَيْتٍ[.
أخرجه مسلم .
5. (2307)- Amr İbnu'ş-Şerrîd, babasından [Şerrîd'den naklen
radıyallâhu anh] anlatıyor: "Bir gün ben Resûlullah'ın bineğinin arkasına
binmiştim. Bir ara bana:
"Hafızanda Ümeyye İbnu Ebi's-Salt'ın şiirinden birşeyler var
mı?" diye sordu. Ben: "Evet!" deyince:
"Söyle!" dedi. Ben kendisine bir beyt okudum. O yine:
"Devam et!" dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine,
"Söyle!" emretti. Böylece kendisine yüz beyit
okudum."[12]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste "söyle" diye tercüme ettiğimiz kelimenin
aslı hih'tir. Bu kelime herhangi bir fiilden gelmez. Bazan, bu mânada olmak
üzere, dilimizde "hi" sesini çıkarırız. "Haydi",
"söyle!", "devam et!", "evet" gibi mânalarla
ifade edilebilir.
2- Ümeyye İbnu Ebi's-Salt cahiliye şâirlerindendir. Okuma
yazma bilir, bu yüzden kültürlüdür. Eski mukaddes kitapları okumuş olup, Hz.
İbrahim ve Hz. İsmail'in dîni üzere yaşamakta, içkiyi, zinayı haram bilip
putları reddetmektedir. İbadeti putlara değil, tek olan Allah'adır. Cahiliye
besmelesi olan bismikallâhümme tabirini ilk defa onun kullandığı, sonradan bütün
Mekkelilerce benimsendiği belirtilir. Dînî kitaplarda, Hicaz yöresinden bir
peygamber geleceğini okuduğu için onun beklentisi içindedir ve hatta bu
peygamberin Kureyş'ten olacağına, ona kırk yaşlarında peygamberliğin geleceğine
dair teferruâtı öğreninceye kadar kendisinin, beklenen bu peygamber olacağını
ümid etmektedir. Bu halette iken Resûlullah'ın risâleti mevzubahis olunca O'na
karşı kıskançlık duymuş ve İslam'ı kabullenmek şerefine erememiştir. Bedir'de
öldürülen Kureyşlilere karşı düzdüğü mersiyesi meşhurdur.
Şiir yönü oldukça güçlüdür, hatta Ebû Ubeyde: "Ümeyye İbnu
Ebî's-Salt'ın Sakif'in en güçlü şâiri olduğunda Araplar ittifak eder" der.
İbnu Hacer'in Sâhibu'l-Mir'ât'dan nakline göre, Ümeyye İbnu Ebi's-Salt bir ara
Resûlullah'ın risâletine inanmış ve Medîne'ye hicretten önce Tâif'ten malını
almak üzere Hicaz'a gelmiş. Bedir'e indiği zaman kendisine: "Ey Ebû Osman
nereye gidiyorsun?" diye soranlara:
"Muhammed'e tâbi olmak istiyorum!" cevabını verir. Bunun
üzerine:
"Bu kuyuda ne var biliyor musun?" derler.
"Hayır!" deyince,
"Dayının iki oğlu Utbe ve Şeybe, falan filanlar da kuyunun
içindeler!" derler. Bunun üzerine öfkelenerek devesinin burnunu kesip,
elbisesini yırtar, ağlar ve Tâif'e gider, orada ölür.
Ölüm tarihi -hicrî 2 ile 9 arasında- ihtilaflı ise de tarihçiler
kâfir olarak öldüğünde ittifak ederler. Şurası muhakkak ki Bedir savaşına kadar
yaşadı ve orada öldürülenler üzerine meşhur mersiyesini yazdı. Bazıları şu
âyetin onun hakkında nazil olduğunu söylerler: "(Ey Muhammed) onlara şeytanın
peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak azgınlardan olan
kişinin haberini anlat" (A'raf 175).
Ümeyye İbnu Ebi's-Salt'ın şiirlerinde manevî bir derinlik vardır;
vahdaniyet, ölüm, âhiret ve Allah'a îman gibi mevzuları işler. Bir kasidesi şöyle
başlar:
"Kıyamet günü Allah nezdinde,
Haniflik hariç her din bâtıldır."
Bir diğer kaside de şöyle başlar:
"Ey Rabbim! Beni ebediyen kâfir yapma.
Kalbimin sırrını daima îman kıl."
Şiirlerinde bu çeşit ifadeler çoktur. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bu sebeple onun şiirlerini, zaman zaman dinlemek arzu etmişler ve
dinledikten sonratakdirlerini ifade buyurmuşlardır. Efendimiz şiirlerine olan
takdirlerini bir seferinde: "Şiiri îman etti, kalbi küfürde kaldı"
diyerek; bir başka seferde de "Ümeyye İbnu Ebi's-Salt îman edeyazmış"
diyerek ifade etmiştir.
Onun kasidelerinden bazı pasajlar:
"Kendine bir destek edinmeyen ve kullarını bir takdir üzerine
yaratan Allah'a hamd olsun. O'nun kudretine boyun eğenler arasında, şükretmek
için benim de yüzüm ve bütün vücudum secde eder."
...................
"Rabbimizin varlığına olan deliller apaçıktır. Bu delilleri
ancak bir kâfir inkar eder. Gece ve gündüz yaratılmıştır. Bunların her
birisinin müddeti bir diğerinden ayrı olarak belirtilmiş ve
sınırlandırılmıştır. Yüce Allah, ışığı her tarafa saçılmış bir güneş ile
gündüzü aydınlatır. kıyamet gününde Allah'ın yanında Haniflikten başka din
bâtıldır."
...................
"Aramızdan bir peygamber çıkıp da bize, ölümle biten bu
hayattan sonrası hakkında bilgi verse. Babalarımız bizi büyütüp yetiştirmekte
iken öldüler. Biz de çocuklarımızı yetiştirmekte iken öleceğiz. Daha sonra
geleceklerin de daha önce gidenlerin arkalarından gideceklerini biliyoruz, ama
bu bilmenin bize hiçbir faydası yoktur."
...................
"Geçmiş hadiselerde bir ibret görüyor musun? Ey Kalbim!
Kötülükleri bırak, kör olma, yolunu şaşırma. Ölümü ve öldükten sonra tekrar
dirilmeyi hatırından çıkarma. Gelmiş ve
geçmiş zamanın aldattığı kimselerden olma. Çünkü sen, üzerinde yaşayan
insanları aldatmakta olan bir dünyadasın. Bu dünyada kalbi kinle yanıp tutuşan
bir düşman vardır."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın takdir edip dinlemeyi arzu
ettiği cahiliye devri ediplerinden biri de Kus İbnu Saîde'dir . Resûlullah onu,
henüz peygamber olmazdan önce bir keresinde Ukaz panayırında dinlemişti.
Hikmetli ifadelerle dolu olan bu hutbeyi bilahare hatırlayan Efendimiz, bunu
bir hatırlayabilenin olup olmadığını sormuş, Hz. Ebû Bekir ezberlediğini
söyleyerek baştan sona okuyuvermiştir. Bize kadar muhafaza edilen hutbenin
özeti şöyledir:
"Ey ahali! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız.
Yaşayan ölür, ölen fani olur. Olacak olur, yağmur yağar, otlar biter, çocuklar
doğar, analarının babalarının yerini tutar, sonra hepsi yok olup gider.
Hadiselerin ardı arası kesilmez, hep birbirini kovalar. Kulak veriniz,
dikkat ediniz, gökte haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yeryüzü bir
karış elvan, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur, gelen
kalmaz, giden gelmez, acaba vardıkları yerden memnunlar mı da kalıyorlar? Yoksa
orada bırakılıp da uykuya mı dalıyorlar? And içerim Allah'ın nezdinde bir din
vardır ki o, şimdi bulunduğumuz dinden daha sevgilidir. Allah'ın bir elçisi
vardır ki gelmesi pek yakın oldu, gölgesi başınızın üstüne geldi. Ne mutlu o
kimseye ki O'na uyar, O da, kendisine doğru yolu gösterir. Yazık o kara
bahtlıya ki O'na isyan ve muhalefet eder. Yazıklar olsun ömürleri gaflet içinde
geçen ümmetlere. Ey Cemaat! Nerede babalarınız, dedeleriniz! Nerede süslü
saraylar ve taştan yapılar, Âd ve Semud kavmi? Hani dünya varlığına mağrur olup
da kavmine, "Ben sizin en büyük Rabbinizim" diyen Firavun ile Nemrud?
Onlar size nisbetle daha zengin, kuvvet ve kudret bakımından sizden daha ileri
durumda değil miydiler? Bu dünya, değirmeninde onları öğüttü, toz etti dağıttı;
kemikleri bile çürüyüp dağıldı; evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini
yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin,
onların gittiği yola gitmeyin. Her şey yok olacaktır, kalacak olan ancak Yüce
Allah'dır ki birdir, benzeri ve ortağı yoktur. Tapılacak ancak O'dur. Doğmamış
ve doğurmamıştır. Önce gelip geçenlerde bizim için ibret alınacak çok şeyler
vardır. Ölüm ırmağının girecek yerleri var ama çıkacak yeri yoktur. Büyükküçük
hep göçüp gidiyor, giden geri gelmiyor. Anladım ki herkese olan, bana da
olacaktır."
Başkaca şiirleri ve hakîmâne sözleri bulunan Kus İbnu Saîde
hakkında da Hz. Peygamber: "Allah Kus'a mağfiret buyursun. O tek başına
müstakil bir ümmet olarak haşrolacaktır" buyurmuştur.
Resûlullah'ın iltifat ve takdirine mazhar olan Kus İbnu Saîde'nin
ölümden sonra dirilme ve âhiret ahvaliyle ilgili bir şiiri de şu mealdedir:
"Ey ölüye ağlayan kimse! Ölüler mezarlarında yatıyorlar.
Üstlerinde kendi mallarından olarak sadece bir kefen parçası vardır. Onları
kendi hallerinde bırak uyusunlar, zîra bir gün gelecek ki, o gün
çağırılacaklar; onlar da uykudan uyanır gibi uyanıp evvelce nasıl
yaratılmışlarsa gene öyle yaratılıp çağırılan yere gidecekler. Onların bir
kısmı çıplak bir kısmı giyinik olarak gelecekler. Giyinik olanlar da bir kısmı
yeni elbiseler, bir kısmı eski elbiseler giymiş durumda olacaklar."[13]
ـ6ـ وعن
جابر بن سمرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]جَالَسْتُ
النبىَّ #
أكْثَرَ مِنْ
مِائَةَ مَرَّةٍ،
وَكَانَ
أصْحَابُهُ
يَتَنَاشَدُونَ
الشِّعْرَ،
وَيَتَذاكَرُونَ
أشْيَاءَ
مِنْ أمْرِ
الجَاهِلِيَّةِ
وَهُوَ
سَاكِتٌ،
وَرُبَّمَا
تَبَسَّمَ مَعَهُمْ[.
أخرجه
الترمذي.
6. (2308)- Câbir İbnu Semure (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la yüz defadan fazla birlikte oturdum.
Ashâbı ona şiirler okuyor, cahiliye devriyle ilgili hadiseleri zikrediyorlardı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da sâkitâne onları dinlerdi. Bazan
(anlatılanlara) onlarla birlikte tebessüm buyurduğu olurdu."[14]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) talim meclislerinde yorucu ve
usandırıcı olmaması için zaman zaman israiliyata ait ibretli kıssaların
anlatılmasına yer verdiği gibi, şiir okunmasına da yer vermiştir. "Kalbi
zaman zaman dinlendirmek" nebevî emirlerden biridir: ‘Ravvehû’l-kulûbe sâaten
ba’de sâatin’ Sadedinde olduğumuz rivayeti te'yid eden fiilî bir sünnete göre,
Hz. Peygamber'in huzurunda Kur'ân'la birlikte şiir de okunurdu. Bir defasında
Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh) böyle bir şiir okuma seansı sırasında meclise
girer ve hayretle:
"Kur'an'la birlikte şiir de mi?" diye tepki gösterir.
Ancak Efendimiz onu teskin maksadıyla:
"Evet, bir müddet bu, bir müddet de öteki!" buyurur.
Ebû'd-Derdâ'nın şu sözü de meseleyi te'yid eder ve Resûlullah'ın bu
perensibinin zamanla yaygınlaşıp ashabca benimsenmiş olduğuna bir delil olur:
"Hak (şeyler)in talebinde daha şevkli, daha gayretli olabilmek için
kalbimi hak olmayan şeyle (câiz olan lehviyatla) dinlendiriyorum."
Aliyyü'l Kâri, Ashâbın gülüp Resûlullah'ın tebessüm buyurdukları,
cahiliye umuruyla ilgili olarak anlatılan vakalara bir örnek kaydeder:
"Cemaatten biri:
"Hiçbir put benimki kadar sahibine faydalı olmamıştır"
dedi. Yanındakiler:
"Bu nasıl oldu, anlat!" dediler. O açıkladı:
"Ben putumu (hurma, süt ve tereyağı karışımı bir helvadan
ibaret olan) hays'tan yapmıştım. Kıtlık senesinde hergün bir parça yemeye
başladım.
"Bir diğeri atılıp:
"Ben de, bir gün iki tilkinin gelerek putumun tepesine
çıktıklarını ve orada bevl ettiklerini gördüm. Kendi kendime: "Bu ne biçim
Rab ki, tilkiler çıkıp tepelerine bevl ediyorlar?" dedim ve Ey Allah'ın
Resûlü! Sana gelerek müslüman oldum."[15]
ـ7ـ وعن
أنس رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]دَخَلَ النبىُّ
# مَكَّة في
عُمْرَةِ
الْقَضَاءِ
وَعَبْدُ
اللّهِ بْنُ
رَوَاحَةَ
يَمْشِى بَيْنَ
يَدَيْهِ
وَهُوَ
يَقُولُ:حَلُّوا
بَنِى
الكُفَّارِ
عَنْ
سَبِيلِهِ
الْيَوْمَ
نَضْرِبْكُمْ
عَلى تَنْزِيلِِهِضَرْباً
يُزِيلُ
الْهَامَ عَنْ
مَقِيلِهِ
وَيُذْهِلُ
الخَلِيلَ
عَنْ خَلِيلِهِفقَالَ
لَهُ عُمَرَ
رَضِيَ اللّهُ
عَنْه: بَيْنَ
يَدَىْ
رَسُولِ
اللّه #، وَفي
حَرَمِ
اللّهِ
تَقُولُ
الشِّعْرَ،
فقَالَ #: خَلِّ
عَنْهُ يَا
عُمَرُ،
فَلَهِىَ
أسْرَعُ
فِيهِمْ مِنْ
نَضحِ
النَّبْلِ[.
أخرجه
الترمذي
وصححه والنسائى.»نضْحُ
النَّبْلِ«
الرمى به .
7. (2309)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Umretu'lkazâ sırasında Mekke'ye girdiği zaman şâiri
Abdullah İbnu Ravâha, önünde yürüyor ve şu şiiri okuyordu:
"Ey kâfir çocukları (Resûlullah'a) yol açın!
Bugün ona gelen vahiy adına, size,
Öyle bir vururuz ki, tepenizi yerinden uçurur,
Ve dostu dostuna unutturur."
Bunu gören Hz. Ömer:
"Ey İbnu Ravâha! Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
önünde ve Allah'ın Harem bölgesinde şiir mi okuyorsun?" dedi. Ancak
Resûlullah:
"Ey Ömer bırak onu. Onun şiirleri, Mekkeli kâfirlere okdan
daha çabuk tesir eder!" diyerek müdahale etti."[16]
ـ8ـ وعنه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]كانَ
لِرسولِ
اللّهِ #
حَادٍ يُقَالُ
لَهُ
أنْجَشَةُ،
وَكانَ
حَسَنُ
الصَّوْتِ،
فقَالَ لَهُ
النّبىُّ #:
رُوَيْدَكَ
يَا أنْجَشَةُ
َ تَكْسِرِ
الْقَوَارِيرَ،
أوْ سَوْقَكَ
بِالْقَوَارِيرِ.
يَعْنِى:
ضَعَفَةَ
النِّسَاءِ[.
أخرجه
الشيخان.وقوله
»رُوَيْدَكَ«
يعنى ارفق
وتأنّ، ونحو
ذلك.وشبه
النساء »بِالْقَوارِيرِ«
‘ن أقلّ شئ
يؤثر فيهن من
الحداء، أو
الغناء، أو
أراد أن
النساء
قوة لهن على
سرعة السير .
»وَالحُدَاءُ«
مما يهيج ا“بل
ويبعثها على
السير وسرعته
فيضر ذلك
بالنساء التى
عليهن .
8. (2310)- Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın (kafilenin yürüyüş temposunu ezgileriyle) canlı
tutan bir kölesi vardı, adı Enceşe idi. Bu zat güzel sesli birisiydi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:
"Ey Enceşe ağır ol! Şişeleri kırma -veya şişeleri sevkederken
ağır ol- dedi. Şişe ile zayıf kadınları kastediyordu."[17]
AÇIKLAMA:
1- Enceşe (radıyallâhu anh), Resûlullah'ın güzel sesli Habeşî
bir kölesi idi. Ebû Mâriye diye künyesi vardı. Veda Haccı sırasında,
Resûlullah'ın zevceleri ile bir kısım müslüman kadınların develerini
sevkediyordu. Bu kadınlardan biri de Ümmü Süleym idi. Ebû Dâvud et-Tayâlisî'nin
bir rivayeti, bu esnada erkeklerin develerini de Berâ İbnu Mâlik' in
sevkettiğini belirtir. Kadınların develerini sevkeden Enceşe bazı ezgiler
okumuş, okuduğu ezgilerle develeri hızlandırmıştı. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) teşbihli bir üslupla müdahale ederek okuduğu ezgilerin ritmini
değiştirerek develerin yürüyüş temposunu ağırlaştırmasını söylemişti.
Taberânî'nin bir rivayeti, Enceşe'nin bilahare Medîne'den sürülen
muhannislerden olduğunu tasrih eder.
2- Hadiste geçen hâd, "huda"nın ism-i fâilidir.
Hudâ, hususî bir ezgi söyleyerek deveyi yürütmek, sevketmek mânasına gelir.
Belirtildiğine göre, develer yürüme sırasında okunan belli bir ezginin ahengine
karşı hassasiyet gösterip, adımlarının temposunu, söylenen bu şarkının ritmine
göre ayarlayabilmekte, hızlı veya hafif olabilmektedir. mûsikinin tesiriyle
canlıların yönlendirilmesi hadisesinin başka örnekleri de var: Beşikteki
çocuğun, kendisi için okunan ninninin ahengine kapılarak sükunete ermesi gibi.
Keza, Ka'be ile ilgili övgüler ve medhiyeler okunarak insanları hacca teşvik
eden ezgiler vardır, bunlara da hacîc denmektedir. Askerî marşlar da hamasi
duyguları tahrik, savaşa teşcide müessirdir.
3- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınların fıtrî olan
zaaflarını ifade etmek için, onları çabuk kırılan şişeye teşbih buyurmuştur.
Enceşe'ye sevki ağırlaştırması için yapılan nebevî hitap, rivayetlerde farklı
kelimelerle gelmiştir: "Ağır ol!", "Rıfkla sevket!",
"Ağır ol, rıfkla hareket et" gibi.
Kadınların şişeye teşbihini âlimler farklı yorumlara tabi
tutarlar.
* Katâde: "Kadınların zayıflığı kastedilmiştir."
* Râmahurmuzî: "Kadınlar, ince ve harekete karşı zayıf olan
cam şişelerle kinaye edilmişlerdir. Çünkü kadınlar incelikte, letafette ve
bünye zayıflığında şişelere benzerler."
* Bazılarına göre mâna şöyledir: "Kadınları ağır,
dikkatli ve itinalı sevket, develerde şişe yüklü olduğu takdirde göstereceğin
îtina gibi."
* Bazı âlimler de: "Kadınların memnuniyetten
memnuniyetsizliğe çabuk geçmeleri ve vefa üzerine devamlarının azlığı
sebebiyle, çabuk kırılan ve zorlamaya gelmeyen şişelere benzetilmiştir"
demişlerdir.
* Hattâbî der ki: "Enceşe siyahî idi. Sevki şiddetli bir
tarzda yapıyordu. Bineklere karşı rıfk üzere davranmasını emretti."
* Ebû Ubeyde el-Herevî şöyle demiştir: "Enceşe güzel sesliydi.
Resûlullah, kadınların onun sesini işitmesini istemedi, çünkü güzel ses
nefisleri tahrik eder, kadınların azimlerindeki zayıflığı ve sesin onlardaki
süratli tesirini, çabuk kırılma tabiatında olan şişelere benzetti."
* İbnu Battal, develer hızlı gittiği takdirde kadınların
düşmesinden korkulacağı için, bundan emin olmak için ağır sevketmesinin
emredildiğini söylemiştir.
* Kurtubî, her iki mânanın maksud olduğunu söyler. Yani Efendimiz,
develerin hızlı yürümeleri halinde üzerindeki kadınların rahatsız olacaklarını
düşündüğü gibi, Enceşe'nin güzel sesi sebebiyle fitneye düşeceklerini de
düşünmüş ve dolayısıyla sesini keserek hem hayvanların daha yavaş
yürütülmesini, hem de kadınların fitneye düşmelerinin önlenmesini emretmiştir.
Nevevî bu hadiste, Resûlullah'ın kadınlara karşı fevkalade, müşfik
ve merhametli olduğunun görüldüğünü, onların fıtrî durumlarını nazarı dikkate
alarak bu emri verdiğini belirtir.[18]
ـ9ـ وعن
الهيثم بن أبى
سنان: ]أنَّهُ
سَمِعَ هُرَيْرَةَ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْهُ في
قَصَصِهِ
يَذْكُرُ
النّبىَّ #
يَقُولُ: إنَّ
أخاً لَكُمْ َ
يَقُولُ
الرَّفَثَ.
يَعْنِى
ابْنَ رَوَاحَةَ
قالَ.أتَانَا
رسولُ اللّهِ
يَتْلُ
كِتَابهُ إذَ
انْشَقَّ
مَعْرُوفٌ
مِنَ الْفَجْرِ
سَاطِعُأرَانَا
الْهُدَى
بَعْدَ الْعَمى
فَقُلُوبُنَا
بِهِ
مُوقِنَاتٌ
أنْ مَا قالَ
وَاقِعُ يَبِيتُ
يُجَافِى
جَنْبَهُ
عَنْ
فِرَاشِهِ
إذَا
اسْتَثْقَلَتْ
بِالمُشْرِكِينَ
المَضَاجِعُأخرجه
البخارى.»الرَّفَثُ«
الْفَحْشُ في
القول .
9. (2311)- Heysem İbnu Ebî Sinan'ın anlattığına göre, bu zât, Ebû
Hüreyre (radıyallâhu anh)'yı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı zikrettiği
kıssalarında dinlemiştir. (Bu kıssaların birinde) Ebû Hüreyre, Efendimizin şu
sözünü nakletmiştir:
"O sizin bir kardeşinizdir, uygunsuz bir söz söylemez."
(Râvilerden Zührî der ki), "Resûlullah, burada İbnu Ravâha'yı
kastetmiştir." (Abdullah İbnu Ravâha, Efendimiz hakkında şu medhiyede
bulunmuştur:)
"Tan yeri ağarıp fecr-i sâdık yükseldiği sırada Resûlullah,
bize Kitabını okuyarak geldi.
O bize körlükten (dalaletten) sonra hidayeti gösterdi. Kalblerimiz
onun söylediklerinin hak olduğuna inanmıştır. Kafirlere yatakları ağırlık
verirken, Resûlümüz geceyi uyanık geçirir."[19]
AÇIKLAMA:
1- Ebû Hüreyre görüldüğü üzere, Hz. Peygamber'le ilgili
hatıralarını anlatırken, Resûlullah'ın İbnu Ravâha'yı takdiren söylediği bir
cümleyi ve bu meyanda Efendimiz hakkındaki kasîdesinden bir parçayı rivayet
etmiştir.
Bu parçayı Kâmil Mîras merhum Tecrid-i Sarih'de nazmen tercüme
etmiştir. Şöyle ki:
"Seherde fecr-i sâdık yükselip nur saçtığı bir ân,
Resûlullah okur Ashabına tertil ile Kur'ân.
Halâs etti dalâletten, hidâyet etti İslâm'a,
İnandı gönlümüz bildirdiği bi'l - cümle ahkâma.
Anın irşâden tergîbiyle girdik Dîn-i mefture,
Çıkardı zulmet-i küfr-ü dalaletten bizi nure.
Firâşından çıkıp eyler idi Mevlâ'yı istikbal,
Gece müşriklere, medcaları eylerken istiskâl."
2- Bu rivayet Resûlullah'ın hakka hizmet eden şiirlere karşı
olmadığını, bu çeşit şiirlerin sairlerini takdir ettiğini gösteren delillerden
biridir. [20]
ـ10ـ وعن
البراء
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ
النَّبىُّ #:
يَوْمَ
قُرَيْظَةَ
لِحَسَّانَ
ابْنِ
ثَابِتٍ:
اهْجُ
المُشْرِكِينَ،
فإنَّ
جِبْرِيلَ
مَعَكَ[.
أخرجه
الشيخان .
10. (2312)- Hz. Berâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Kureyza günü, (şâiri) Hassân İbnu Sâbit'e:
"Müşrikleri hicvet, zîra Cebrâil seninle beraberdir!"
dedi."[21]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet müşrikleri hicvetmenin meşru olduğunu
göstermektedir. Mamafih aynı hükmü te'yid eden başka rivayetler de mevcuttur.
Enes'in rivayet ettiği bir Ebû Dâvud ve Nesâî rivayetinde Resûlullah:
"Müşriklere karşı dillerinizle de cihad edin" buyurmuştur.
Taberânî'nin bir rivayetinde: "Müşrikler bizi hicvedince Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bize: "Size söylediklerini aynen siz de onlara
söyleyin" buyurdu" denmektedir.
2- İbnu Merdûye'nin Hz. Câbir (radıyallâhu anh)'den yaptığı
bir rivayette Resûlullah, müşriklerin hicivleri karşısında:
"Mü'minlerin ırzlarını kim himaye edecek!" diyerek,
onların mukabeleten hicvedilmelerini emreder. Ka'b İbnu Mâlik, İbnu Ravâha ve
Hassân ayağa kalkarlar. Bunun üzerine Hassân'a: "Ey Hassân onları sen
hicvet, (senin hicvin daha müessir) zîra, onlara karşı sana Rûhu'l-Kudüs
(Cebrâil) yardımcı olacaktır."
Bu rivayet de gösteriyor ki, Hz. Peygamber mükerrer olarak, farklı
fırsatlarda, müşrikleri hicvetmesi için Hassân'a emir buyurmuştur.[22]
ـ11ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]اسْتَأذَنَ
حَسَّانُ
رَسُولَ
اللّهِ # في
هِجَاءِ
المُشْرِكِينَ،
فقَال #:
فَكَيْفَ
بِنَسَبِى؟
فقَالَ:
‘سُلَّنَّكَ
مِنْهُمْ
كَمَا تُسَلُّ
الشَّعْرَةُ
مِنَ
الْعَجِينِ[.
أخرجه الشيخان.وزاد
مسلم في رواية
فقال:]وَإنَّ
سَنَامُ
المَجْدِ
مِنْ آلِ
هَاشِمٍبنُو
بِنْتِ مَخْزُومٍ
وَوَالِدُكَ
الْعَبْدُ[.
»وَالمَجْدُ«
الشرف والع
والفخر
والسؤود وما أشبهه
.
11. (2313)- Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Hassân İbnu
Sâbit, (Mekkeli) müşrikleri hicvetmek için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vessellâm)'den izin istedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Benim nesebimi nasıl hâriç tutacaksın?" dedi. Hassân
(radıyallâhu anh):
"Senin (nesebini) sade yağdan kıl çeker gibi, onlardan çekip
çıkaracağım!" cevabını verdi."[23] Müslim'in bir rivayetinde
şu ziyade mevcuttur: "(Hassân) dedi ki: "Şerefin en yükseği Âl-i
Hâşim'den Bintu Mahzumoğullarındandır. Senin baban ise köledir."[24]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadise, bâbın bidayetinde Umumi Açıklama kısmında yer
verdiğimiz için burada tekrar olmayacak birkaç noktaya temas edeceğiz:
* "Sade yağdan kıl çekme" şeklinde yaptığımız
tercümenin Arapça aslı "hamurdan kıl çekme" şeklindedir. Ancak
dilimizde hamur kelimesini değil, sade yağ tabirini kullanırız.
* "Sade yağdan kıl çekercesine nesebin çekip
çıkarılması" tabiri, yapılacak hicivlerden kolayca Hz. Peygamber'in
nesebinin hariç tutulacağını, nasıl ki yağdan kıl çekilirken hiçbir leke
olmadan zahmetsizce çıkarılır, öyle de hicivlerde gösterilecek maharet ve
ustalık sayesinde Hz. Peygamber'in nesebine hiçbir leke bulaştırılmayacağını
ifade eder. İbnu Hacer bunu: "Senin nesebini, onların hicvinden öyle halas
edeceğim ki, nesebinde, onlara hiciv konusu olacak hiçbir şey
bırakmayacağım" diye açıklar.
2- Bu hadisin vürud sebebiyle ilgili açıklama bir başka
rivayette gelmiştir. Ona göre, Hassân, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan
Ebû Süfyan'ı hicvetmek için izin istemiştir. Bunun üzerine "Pekiyi benim nesebimi
ne yapacaksın, hicivden onu nasıl âzâde edeceksin?" diye sormuştur.
Müslim'deki bir rivayete göre ise Hz. Peygamber mü'minlerden
Kureyş'i hicvetmelerini taleb eder ve "hicvin onlarda oktan daha derin
yaralar açacağına" dikkat çeker. Önce İbnu Ravâha'ya adam gönderip
çağırtır: "Onları hicvet" der. Ancak söylediklerini yeterli bulmaz.
Ka'b İbnu Mâlik'e adam gönderir, onun hicvini de yeterli bulmaz. En sonunda,
Hassân'a adam yollar Hassân İbnu Sâbit gelip huzura girince:
"Diliyle vuran bu arslanı çağırma ânı size geldi artık!"
der ve dilini çıkarıp şöyle bir ağzının etrafında çevirdikten sonra:
"Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Onları
dilimle deri yırtar gibi yırtacağım!" der. Daha önce de belirttiğimiz
gibi, Resûlullah Hassân'ı Hz. Ebû Bekir'e havale eder. Maksadı Kureyş'in
nesebini teferruâtıyla ondan öğrenmesidir. Hz. Ebû Bekir, neseb hususunda
Ashab'ın en bilgilenlerinden biridir. İyi ve kötü taraflarıyla, geçmişteki
fazilet ve reziletleriyle Kureyş'e mensup her aileyi çok iyi bilmektedir. Bu
bilgi, hicviyede gereklidir. Aksi takdirde atılacak bir hiciv oku, Kureyş'e
mensup olan Resûlullah, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer gibi îman cephesinden
bazılarını da rencide edip yaralayabilir. Bu sebeple Hz. Peygamber Hassân'a
"Ağır ol!" diyerek teskin ettikten sonra Hz. Ebû Bekr'e yollar.
Hassân, Hz. Ebû Bekir'den yeterli bilgileri aldıktan sonradır ki: "Senin
nesebini sade yağdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım!" garantisini verir.
Sadedinde olduğumuz rivayet tek başına alındıkta çok net olmasa da bu
garantinin, diğer mü'minlere de şâmil olduğu anlaşılır. Çünkü Resûlullah,
şâirlerden "Mü'minleri himaye"yi ve "müşrikleri hicvetme"yi
taleb etmiştir. Müşriklere atılan hiciv oklarından mü'minlere de sıçrayanın
bulunması bu temel prensibe aykırı düşerdi.
Bu rivayetler bir kere daha göstermektedir ki, herhangi bir hadisi
tek başına anlamak oldukça zordur. Aynı mevzuya giren başka hadisleri de
görerek meseleyi bütünlüğü içinde kavramaya çalışmak gerekir. Müslim ve Nesâî
gibi, bir hadisin bütün vecihlerini bir arada veren kitaplar bu hususta
kolaylık sağlarsa da Buharî ve Ebû Dâvud gibi diğer kitaplarda bu kolaylık
yoktur, ciddî şerhlere inmek gerekir. Aslında Müslim ve Nesâî'nin de tek
başlarına yeterli olduğu söylenemez. Meseleyle ilgili bir kısım teferruât
onlarda yer almayan rivayetlerde gelmiş olabilir. O halde prensip, mevzuya
giren bütün rivayetlerin araştırılma gereğidir.[25]
ـ12ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها قالت:
]سَمِعْتُ
النّبىَّ #
يَقُولُ
هَجَاهُمْ
يَعْنِى
المُشْرِكِينَ:
حَسَّانُ
فَشَفَى
وَاشْتَفَى.
قالَ
حَسَّانُ
رَضِيَ
اللّهُ
عَنْه:هَجَوْتَ
مُحَمَّداً
فَأجَبْتُ
عَنْهُ وَعِنْدَ
اللّهِ في
ذَاكَ
الجَزَاءُهَجَوْتَ
مُحَمَّداً
بَرّاً
تَقِيّاً
رَسُولَ
اللّهِ شِيمَتُهُ
الْوَفاءُأتَهْجُوهُ
وَلَسْتُ
لَهُ
بِكُفْءِ
فَشَرُّكُمَا
لِخَيْرِكُمَا
الْفِدَاءُفَإنَّ
أبِى
وَوَالِدَهُ
وَعِرْضِى لِعِرْض
مُحَمَّدٍ
مِنْكُمْ
وِقَاءُتَكِلْتُ
بُنَيَّتِى
إنْ
تَرَوْهَا تُثِيرُ
النّقْعَ
مَوْرِدُهَا
كُدَاءُتُبَارِينَ
ا‘عِنَّةَ
مُصْعِدَاتٍ
عَلى
أكْتَافِهَا
ا‘سْلُ
الظِّمَاءُتَظَلُّ
جِيَادُنَا
مُتَمَطِّرَاتٌ
تُلَطِّمُهُنَّ
بِالْخَيْرِ
النِّسَاءُفَإنْ
أعْرَضْتُمُو
عَنَّا
اعْتَمَدْنَا
وَكَانَ الْفَتْحُ
وَانْكَشَفَ
الْغِطَاءُوَإَ
فَاصْبِرُوا
لِضَرابِ
يَوْمٍ
يُعِزُّ
اللّهُ فِيهِ
مَنْ
يَشَاءُوَقالَ
اللّهُ قَدْ
أرْسَلْتُ
عَبْداً
يَقُولُ
الحَقَّ لَيْسَ
بِهِ
خَفَاءُوَقَالَ
اللّهُ قَدْ
يَسَّرْتَ
جُنْداً هُمُ
ا‘نْصَارُ
عُرْضَتُهَا
اللِّقَاءُتُقِى
كُلَّ يَوْمٍ
مِنْ
مَعَدٍّ
سِبَابٌ أوْ قِتَالٌ
أوْ
هِجَاءُفَمَنْ
يَهْجُو
رَسُولَ
اللّهِ
مِنْكُمْ
وَيَمْدَحُهُ
وَيَنْصُرُهُ
سَوَاءُوَجِبْرِيلٌ
رسُولُ
اللّهِ فِينَا
وَرُوحُ
الْقُدْسِ
لَيْسَ لَهُ
شِفَاءُ[.
أخرجه
مسلم.»وَالمُبَارَاةُ«
المجاراة
والمسابقة.»وَا‘صْلُ«
الرماح.
12. (2314)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:
"Hassân onları -yani müşrikleri- hicvetti,
hem şifa verdi, hem de şifa buldu."
Hassân (radıyallâhu anh) buyurdu ki: "Sen
Muhammed'i hicvettin, ben de onun adına cevap veriyorum.
Bu işimde Allah katında mükafaat vardır.
Sen Muhammed'i nezîh, müttakî,
Resûlullah vefakâr, ahlaklı olduğu halde hicvettin. Sen O'na denk
olmadığın halde O'nu hiciv mi ediyorsun?
İkinizden hangisi kötü ise iyi olana feda olsun.
Muhakkak ki, babam, babası ve ırzım,
Muhammed'in ırzını sizden korumak için muhâfızdır.
Kızcağızımı kaybedeyim, şayet siz atlarımızı
Kedâ'nın etrafını toz duman etmiş göremezsiniz.[26]
O atlar, üzerinize gemlerini çekerek gelirken,
Sırtlarında ince mızraklar vardır.
Atlarımız pek hızlı koşarlarken,
Kadınlar başörtüleriyle tozlarını alırlar.
Şayet bizden yüz çevirirseniz umre yaparız,
Fetih geldi mi, perde kalkar.
Aksi takdirde öyle bir günün kavgasını bekleyin ki,
O günde Allah dilediğini aziz kılacaktır.
Allah der ki: "Ben bir kul gönderdim,
O hakkı söyler, kendisinde hiçbir gizlilik yoktur."
Allah der ki: "Ben bir ordu hazırladım,
Bu ordum emeli cihad olan Ensardır."
Biz (Ensarîler)e her gün Kureyş'ten[27]
Ya sövmek, ya kavga, ya da hiciv vardır
Öyle ise, sizden kim Resûlullah'ı hicveder,
Veya över veya yardım ederse bizce birdir.
Allah'ın Resûlü Cibril aramızdadır.
Rûhu'l-Kudüs'ün bir dengi yoktur."[28]
AÇIKLAMA:
1- Hassân İbnu Sâbit'in Kureyş'i hedeflediği bu hicviyede
dikkat çeken bir husus, Ensârîlerin yani Medîneli müslümanların mevzubahis
edilmesidir. Ensar "Allah'ın ordusu" ve "emeli cihad olan
ordusu" olarak tavsif edilir. "Biz Ensârîler" denilir. Yani hiciv,
Kureyş'e karşı Resûlullah'ı korumak üzere "Ensar" tarafından
yapılmaktadır.
Bunun sebebini anlamak için, şâir Hassân (radıyallâhu anh)'ı Ensar
adına hiciv yapmaya sevkeden vak'ayı Abdurrezzak'ın Musannaf'ı ile İbnu Vehb'in
Câmii'nde Muhammed İbnu Sîrîn tarikinden gelen bir rivayeti
kaydediyoruz:"Müşriklerden bir grup Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i hicvetti. Muhâcirler:
"Ey Allah'ın Resûlü, şu adamları hicvetmesi için Ali'ye emir
vermiyor musunuz? diye müracaatta bulundular. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bize elleriyle yardım eden insanlar, dilleriyle de yardım
etmeye daha çok hak sahibidirler" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ensar:
"Vallâhi (Resûlullah) bizi kastediyor!" diyerek Hassân'a
adam gönderdi.
Hassân, Ensar'ın talebi üzerine Hz. Peygamber'in huzuruna çıkıp
hiciv için izin ister. Resûlullah izin verir. Fakat Hassân Kureyş'i
tanımadığını beyan eder. Bunun üzerine Efendimiz, Hz. Ebû Bekr'e:
"Onlar hakkında bilgi ver, Hassân'a kusurlarını say,
dök!" emreder."
Bu rivayetin sunduğu açıklama ile 2313 numaralı hadiste kaydedilen
açıklama arasında zahirî bir farklılık görülür ise de birbirini tamamlayıcı bir
izah yapılabileceği gibi, farklı durumlarla da te'vili yapılabilir.
2- Âlimler, bu hadislerden hareketle müşriklerin mü'minlere
sebbetmeleri halinde, cevaben onlara sebbedilebileceğinin câiz olduğu hükmünü
çıkarmışlardır. Bu cevaz, âyet-i kerîmede mutlak olarak gelmiş bulunan sebbetme
yasağına muârız değildir. Zîra âyet onların müslümanlara sebbetmesini önlemek
için bunu yasaklamıştır. Halbuki, hadis sebbetmiş olanlara cevap vermeyi tecviz
etmektedir. Âyet şöyle: "Allah'tan başkasını (tanrı edinerek) çağıranlara
sövmeyin. Sonra onlar da haddi aşarak nâdanlıkla Allah'a söverler..."
(En'âm 108). Şu halde âyet sövmeyi başlatmayı yasaklamış olmakta, hadis de
sövmeyi başlatan müşriklere cevap vermeyi tecviz etmektedir. Esasen İslam dîni
harbte de karşı tarafın saldırısına cevap vermeyi tecviz eder.
Şunu da kaydedelim ki, şartların zarurî kılması halinde, hicvi
müslümanların başlatmasına da âlimler cevaz vermişlerdir.
3- Hadiste geçen "Hassân hem şifa verdi hem şifa
buldu" ifadesi: Hassân, hicivleriyle müslümanları memnun edip rahatlattı.
Müslümanlara ve Resûlullah'a yaptığı bu hizmetle kendi de rahatladı,
sıkıntısını böylece attı" demektir.
4- Übbî'ye göre bu hicvi Hassân, Mekke'nin fethinden önce,
Hudeybiye umresi sırasında müşriklerin Ka'be'yi tavafı men etmeleri üzerine
yapmıştır. Esasen hicvin metnindeki bazı ifadelerde bunu görmek bile mümkündür.[29]
ـ13ـ وعن
أبى هريرة
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال: ]قالَ رسولُ
اللّهِ #:
أصْدَقُ
كَلِمَةٍ
قَالَهَا
شَاعِرٌ
كَلِمَةٍ
لََبِيدٍ:أَ
كُلُّ شَىْءٍ
مَا خََ
اللّهَ
باطِلُ
وكَادَ
أُمَيَّةُ
بْنُ أبِى
الصَّلْتِ
أنْ
يُسْلِمَ[.
أخرجه
الشيخان والترمذي
.
13. (2315)- Ebû Hüreyre anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Bir şâirin söylediği en doğru söz Lebîd'in
söylediği şu sözdür: "Haberiniz olsun, Allah'tan başka her şey bâtıldır.
Ümeyye İbnu Ebi's-Salt müslüman olayazdı."[30]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste bir beytine yer verilen Lebîd, Arabın büyük ve güçlü
şâirlerinden biridir. İsmi Lebîd İbnu Rebî'a İbnu Âmir İbnu Mâlik Âmiri
Sümme'l-Ca'ferî'dir. Kavmi Benî Ca'fer heyetiyle Resûlullah'ın yanına gelmiş ve
İslam'la şereflenmiş ve ömrünün sonuna kadar İslâmî salâbetini korumuştur.
Cahiliye devrinde de, İslâm'dan sonra da kavmi arasında îtibarlı bir yer
tutmuştur.
Tarihçilerin çoğu, müslüman olduktan sonra Lebîd'in şiir
söylemediğini rivayette ittifak ederler.
Lebîd, saba rüzgarı her estiğinde bir koyun kesip halka
yedireceğim diye nezreder. Sonra Kûfe'ye iner. Muğire İbnu Şu'be, sabâ rüzgarı
estikçe: "Ebû Akîl'e yardım edin, mürüvvetini ifade etsin!" derdi.
Anlatıldığına göre Lebîd Kûfe'de iken bir gün sabâ rüzgarı eser, ancak o fakir
ve parasızdır. Durumu Kûfe emiri Velid İbnu Ukbe İbnu Ebî Muayt muttali olur.
Halka hitab ederek:
"Biliyorsunuz Ebû Akîl nezretmiştir. Ancak ahdini tutamadı,
kardeşinize yardım edin!" der ve iner, ona yüz deve yollar. Halk da
(develer) gönderir ve Lebîd nezrini yerine getirir.
Hz. Ömer (radıyallâhu anh) bir gün kendisine, "Bize
şiirlerinden bir şeyler okuyuver!" der. Lebîd şu cevabı verir:
"Allah bana Bakara'yı ve Âl-i İmrân'ı öğrettikten sonra artık
şiir okumam."
Bu söz üzerine Hz. Ömer, onun ikibin dirhem olan tahsisatını
beşyüz dirhem artırır. Hz. Muâviye zamanında Muâviye (radıyallâhu anh) ona:
"Bu ikibini anladık şu ziyade de ne oluyor?" der ve onu kaldırmak
ister. Lebîd: "Ben zaten ölüyorum. Ziyadesi de, aslı da senin olsun!"
der. Hz. Muâviye rikkate gelir ve meseleyi olduğu gibi bırakır ise de çok
geçmeden Lebîd vefat eder. Ancak Lebîd'in Hz. Muâviye zamanına ulaşmadığı, Hz.
Osman zamanında Velid İbnu Ukbe'nin valiliği sırasında Kûfe'de vefat ettiği
söylenmiştir.
İmam Mâlik, Lebîd'in 140 yıl yaşadığını işittiğini söyler. 130,
140, 160 ve hatta 175 yıl yaşadığını söyleyenler de olmuştur. Bir rivayette 41.
hicrî yılında vefat etmiştir.
Lebîd'in beyitlerini Resûlullah'ın dışında, ezberden okuyup
mırıldanan başkaları da olmuştur. Hz. Âişe'nin şu beyti okuduğu belirtilir:
"Himayelerinde yaşanılan kimseler gitti,
Uyuzlu deriler misilli haleflerin içinde kaldım."
Müslüman olduktan sonra şiiri terkeden Lebîd'in sadece şu beyti
okuduğu rivayet edilir:
"Kerîm olan
kimse nefsi kadar kimseyi itab etmez,
Kişiyi ancak salih arkadaş ıslah eder."
2- Umeyye İbnu Ebi's-Salt'la ilgili açıklamayı 2307 numaralı
hadiste yaptık.[31]
ـ14ـ وعن
عائشة رَضِيَ
اللّهُ
عَنْها:
]أنَّهَا
سُئِلَتْ
هَلْ كانَ
رسولُ اللّهِ
# يَتَمَثَّلُ
بِشىْءٍ مِنَ
الشِّعْرِِ؟
فقَالَتْ: كانَ
يَتَمَثَّلُ
بِشِعْرِ
ابْنِ
رَوَاحَةَ،
وَيَقُولُُ:وَيَأتِيكَ
بِا‘خْبَارِ
مَنْ لَمْ
تُزَوِّدِ[.
أخرجه الترمذي
.
14. (2316)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)'nin anlattığına göre,
kendisinden, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şiirden birşeyler terennüm
edip etmediği sorulmuştur da şu cevabı vermiştir:
"Evet, İbnu Ravâha'nın şiirini terennüm eder ve şu mısraı
okurdu: "Kendisine azık vermediğin kimseler sana haber getirecek."[32]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zaman zaman
Arap şâirlerinden bazı beyitleri ve mısraları terennüm ettiğini göstermektedir.
Burada Efendimizin okuduğu belirtilen mısranın İbnu Ravâha'ya ait olduğu
söylenmektedir. Gerçekte ise bu mısranın
İbnu Ravâha'ya nisbeti mecâzidir veya hataen yapılmıştır. Çünkü bu mısra
Muallaka sahiplerinden Tarfe İbnu'l-Abd el-Bekrî'ye aittir. Aslında bu bir
beytin ikinci mısraıdır. Birinci mısraı şöyledir: "Günler sana gafili
olduğun şeyler gösterecek."
Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hoşuna giden ve
bu sebeple zaman zaman terennüm buyurduğu beytin mânası şöyledir:
"Günler sana gafili olduğun şeyler gösterecek.
Kendisine azık vermediğin kimseler sana haberler getirecek."[33]
ـ15ـ وعن
جندب بن
عبداللّه
رَضِيَ
اللّهُ عَنْه
قال:
]بَيْنَمَا
نَحْنُ مَعَ
رسولِ اللّهِ
# إذْ
أصَابَهُ
حَجَرٌ
فَعَثَرَ
فَدَمِيَتْ إصْبَعُهُ
فقَالَ:هَلْ
أنْتِ
إصْبَعٌ دَمِيتِ
وَفي سَبِىلِ
اللّهِ مَا
لَقِيتِ[.
أخرجه
الشيخان .
15. (2317)- Cündeb İbnu Abdillah (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Biz
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber olduğumuz bir anda kendilerine
bir taş isabet etti, kaydı ve parmağı kanadı. Bunun üzerine:
"(Parmağım ne sızlarsın?) Sen ancak kanayan bir parmak değil
misin? (Bu kazaya da, boşa değil) Allah yolunda uğradın" buyurdu."[34]
AÇIKLAMA:
Âlimler bu hadis hususunda ihtilaf etmişlerdir: "Resûlullah
bunu bir terennüm olarak mı söyledi, yoksa içinden şiir kasdı olmaksızın mı
geldi? Taberî ve diğer bazıları birincide cezmederler. Terennüm ise daha
önceden bilinen bir beyt olmalıdır. Diğer görüşe göre Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın şiir kastetmeksizin ifade buyurdukları bir mâna, iki mısralı bir
beyt, bir nazm üslubuna bürünmüş şiir denecek bir elfaz örgüsüyle telaffuz
edilmiş olmalıdır.
Buna terennüm diyenler, Mûte savaşı esnasında Abdullah İbnu
Ravâha'nın aynı beyti bazı başka ilavelerle okuduğunu belirten İbnu
Ebi'd-Dünya'nın Muhâsebetü'n-Nefs'teki bir rivayetini delil göstermişlerdir.
Keza Vâkidî de el-Velîd İbnu'l-Velîd İbni'l-Muğîre'nin Hudeybiye Sulhu
sırasında Medine'ye dönüşte Hârre'de tökezleyerek parmağının kopması üzerine
aynı şeyi söylemiş olması da bunun bir terennüm olduğuna delil kılınmıştır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında terennümün yani bir
başkasından naklen şiir inşadının câiz olup olmayacağı hususunda ihtilaf
edilmiştir. Ancak ekseriyet cevazına hükmeder, sahihî görüş de budur. Nitekim
bir önceki hadiste (yani 2316 numaralı rivayet) Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ)
Resûlullah'ın İbnu Ravâha'ya ait şiirlerden terennüm buyurduğunu söylemiştir.
Keza İbnu Abbâs ve başkalarından da muhtelif fırsatlarda Resûlullah'ın bazı
şiir terennümlerine örnekler rivayet edilmiştir.
Ayrıca Resûlullah'ın hayatında, şiir kasdı olmaksızın manzum
ifadelere yer verme örnekleri de mevcuttur. İbnu Hacer bunlara şiir
denmeyeceğini belirttikten sonra Kur'ân-ı Kerîm'de dahi bunun pek çok örnekleri
bulunduğuna dikkat çeker ve: "Ancak bunların ekserisi bir beyitin yarıları
halindedir, tam bir beyt vezni üzere olanlar azdır" der. Sonra önce
tamlara örnekler kaydeder. Bunlardan birkaçı:
1- اَلْحَامِدُونَ
السَّائحُونَ
الرَّاكِعونَ
السَّاجِدُونَ (Tevbe-112);
2- اُوتَيِتْ
مِنْ كُلِّ
شَىْءٍ وَلَهَا
عَرْشٌ
عَظِيمٌ (Neml-23);
3- مُسْلِمَاتٍ
مُؤْمِنَاتٍ
قَانِتَاتٍ
تآئبَاتٍ
عَابِدَاتٍ
سآئِحَاتٍ (Tahrim-5);
4- فَرَاغَ
الى اَهْلِهِ
فَجَآءَ بِعِجْلٍ
سَمِينٍ (Zâriyât-26);
5- نَبِّئْ
عِبَادِىَ
اَنِّى اَنَا
الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ (Hicr-49);
6- لَنْ
تَنَالُوا
الْبِرَّ حَتّى
تُنْفُِقُوا
مِمَّا
تُحِبُّونَ (Âl-i
İmrân-92);
7- قُلْ
لِلَّذِينَ
كَفَرُوا
اِنْ يَنْتَهُوا
يُغْفَرْ
لَهُمْ
(Enfâl-38);
8- وَجِفَانٍ
كَالْجَوابِ
وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍ (Sebe-13);
9- وَاتَّقُونِ
يَا اُولِى
اَلْبَابِ (Bakara-197);
10- اِنَّ
هذَا
لَرِزْقُنَا
مَالَهُ مِنْ
نَفَادٍ (Sâd-54);
11- تَظَاهَرُونَ
عَلَيْهِمْ
بِاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ
(Bakara-85);
12- فَاَقِمْ
وَجْهَكَ
لِلدِّينِ
حَنِيفاً
فِطْرَتَ
اللّهِ (Rûm-30);
13-
وَمِنَ
اللَّيْلِ
فَسَبِّحْهُ
وَاِدْبَارَ
النُّجُومِ
(Tûr-497;
14- فَمَنْ
شَآءَ
فَلْيُؤْمِنْ
وَمَنْ شَآءَ
فَلْيَكْفُرْ (Kehf-29);
15- لِيَقْضِىَ
اللّهُ
اَمْراً
كَانَ مَفْعُوً (Enfâl-42);
16- فَاَصْبَحُوا
َ يُرءى اَِّ
مَسَاكِنُهُمْ (Ahkâf-25);
17- في
اُمَّةٍ قَدْ
خَلَتْ مِنْ
قَبْلِهَا
اُمَمٌ
(Ra'd-30);
18- فَانْبِذْ
اِلَيْهِمْ
عَلى سَوآءٍ (Enfâl-58);
19- اُدْخُلُوهَا
بِسََمٍ
آمِنِينَ (Hicr-46);
20- بِهِ
كَانَ
وَعْدُهُ
مَفْعُوً (Müzzemmil-18);
21- اََ
بُعْداً
لِعَادٍ
قَوْمِ هُودٍ (Hûd-60);
22- ثَمَرات
النَّخِيلِ
وَاَعْنَابِ (Nahl-66);
23- ذلِكَ
الْكِتَابُ
َرَيْبَ فيهِ (Bakara-2);
İbnu Hacer, sadedinde olduğumuz hadisin şiir olduğunu söyleyenlere
cevap sadedinde şöyle dendiğini de kaydeder: "Fasih bir zâttan bir beytin
vâki olmasına şiir denemez, bunu söyleyene de şâir denemez." [35]
[1] Aslında "kuyruğuyla" denmiştir.
Ancâk âlimler, burada maksadın dil olduğunu belirtirler.
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/179-182.
[3] Buhârî, Edeb: 90; Ebû Dâvud, Edeb: 95,
(5010); Tirmizî, Edeb: 69, (2847); İbnu Mâce, Edeb: 41, (3755); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/182.
[4] Ebû Dâvud, Edeb: 95, (5011); Tirmizî, Edeb:
63, (2848); İbrahim
Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/182.
[5] Aslı iyâl olan bu kelimeyi Nihaye:
"Bir sözü, onu istemeyene ve alaka duymayana arzetmektir. Sanki âlim kişi,
ilmini aramakta olanı bulamamış da istemeyene arzetmiş, bu kastediliyor"
diye açıklar. Râgıp bir başka yaklaşımla: "Sanki bu kelime ile
"usanma" kastedilmiştir. Şöyle ki söz arzedilen muhattap ya âlimdir,
(bildiğini işitmekten) usanç duyar, ya da câhildir, anlamaz usanç duyar"
der. Biz tatsızlık diye tercüme etmeyi uygun bulduk.
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/182-183.
[7] Buhârî, Edeb: 92; Müslim,
Şiir: 7, (2257); Ebû Dâvud, Edeb: 95, (5009); Tirmizî, Edeb: 71, (2855).
[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/183.
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/183-185.
[10] Buhârî, Edeb: 91; Ebû Dâvud, Edeb: 95,
(5015); Tirmizî, Edeb: 70, (2849); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 8/185.
[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/185-186.
[12] Müslim, Şiir: 1, (2255); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/186.
[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/186-189.
[14] Tirmizî, Edeb 70, (2854); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/190.
[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/190.
[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/191.
[17] Buhârî, Edeb: 90, 95, 111, 116; Müslim, Fezâil: 70, (2323); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/192.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/192-193.
[19] Buhârî, Edeb 91, Teheccüd: 21; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/194.
[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/194.
[21] Buhârî, Edeb: 91, Bed'u'l-Halk: 6, Megâzi:
30; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe: 153, (2486); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınları: 8/195.
[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/195.
[23] Buhârî, Edeb: 91, Menâkıb: 16, Megâzi: 33; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe: 156-157, (2489-2490).
[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/196.
[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/196-197.
[26] Kedâ: Mekke'nin girişinde yer alan bir semt
ismidir.
[27] Metinde geçen "ma'add"
kelimesiyle Kureyş'in kastedildiğini şarihler belirtir.
[28] Müslim, Fezâilu's-Sahâbe: 157, (2490); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/198-199.
[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/200-201.
[30] Buhârî, Edeb: 90, Menâkıbu'l-Ensâr: 20, Rikâk: 29; Müslim, Şiir: 3, (2256); Tirmizî, Edeb: 70, (2853); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/201.
[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/201-202.
[32] Tirmizî, Edeb: 70, (2852); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/202.
[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/203.
[34] Buhârî, Edeb 90, Cihâd 9; Müslim, Cihâd 112, (1796); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/203.
[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte
Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 8/203-205.