Mestleri Meshetmek. 3

Çorap, Ayakkabı ve Mest Üzerine Giyilen, Konçsuz Lastik Üzerine Meshetmek. 5

Sarık Üzerine Mesh:. 6

Mestleri Giymeden Önce Abdest Almak Şarttır. 7

Mest Üzerine Mesh Müddetinin Belirlenmesi. 9

Mestleri Altına Değil, Üstüne Meshedilir. 11

Abdesti Bozan Şeyler. 13

Namazda Uyumak veya Uyuklamak Abdesti Bozabilir  mi?. 16

Kadına El Sürmekten Dolayı Abdest Gerekir mi?. 18

Cinsel Organa Elin Dokunması Abdesti Bozar mı ?. 20

Deve Etini Yedikten Sonra Abdest Almak Gerekir mi?. 23

Namaz, Tavaf ve Mushafa El Sürmek İçin Abdestin Lüzumu. 26

Cünüp Kimsenin Abdest Alıp Öyle Uyuması Tavsiye Edilmiştir. 29

Gusül. 32

Meniden Dolayı Gusül. 32

İki Sünnet Yerinin Kavuşmasından Dolayı Gusül Gerekir. 33

İhtilam Olduğunu Hatırlayan ve Fakat Islaklık Görmeyen veya Gören Kimseye Gusül Gerekir Mi ?. 36

Kafir Müslüman Olduğunda, Diğer Bir Tabirle İslam’a Girdiğinde Gusletmesi Gerekir Mi?  38

Ayhali  (Hayz)  Kanı Kesilince Gusletmek Vacibdir. 39

Ayhali ve Cünüp Olan Kimsenin Kur’an Okuması Haramdır. 40

Cünüb Kimsenin Mescidden Geçmesine Ruhsat Verilmiştir. 42

Müstehab Olan Gusüller. 44

Iki Bayram Gününde Guslemek. 47

Ölüyü Yıkamaktan Dolayı Gusletmek. 49

İhram, Arafatta Vakfe ve Mekke'ye Girmek İçin Gusletmek Sünnettir. 50

İstihaza Olan Kadının Her Namaz İçin Gusletmesi Gerekir Mi?. 53

Îstihazadan Dolayı Gereken Hükümler:. 56

Baygınlık Geçirdikten Sonra Gusletmek. 56

Guslün Sıfatı Gusül Nasıl Yapılır?. 57

Guslederken Saç Örgülerini Çözmek Gerekir mi?. 60

Gusleden Kimsenin Gözlerden Irak Durması Örtünüp, Öylece Yıkanması. 63

Teyemmüm... 65

Teyemmüm İçin Sadece Toprağın Belirlenmesi. 69

Teyemmüm Nasıl Yapılır?. 72

Vaktin EvVelinde Teyemmüm Edip Namaz Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Kimseye Ne Lazım Gelir?. 74

Zaruri Hallerde Su ve Toprak Bulunmadığı Takdirde O Vaziyette Namaz Kıllınabilir Mi?  76

Hayız (Ayhali - Âdet Görme). 77

İki Kanın Özelliklerini Dikkate Alıp, Ayırd Etmek. 79

Âdet ve Temyiz Ölçüsünü Kaybedenin Ayhalini Altı veya Yedi Gün Hesaplaması  79

Ayhali Olan Kadınla Cinsel Temasta Bulunmak Haramdır. 81

Adet Görme Günlerinde Eşiyle Cinsel Temasta Bulunana Kefaret Gerekir Mi?. 83

Loğusalık ve Bunun Ötesi. 84


Mestleri Meshetmek

 

îslâm abdest konusunda insan sağlığından yana birçok kolay­lıklar koymuş, en azından günde dört beş defa dış organların yıkanmasını emrederek temizliği iki. yönde gerçekleştirmiştir : Ruh ve beden temizliği...

Aşırı derecede yaşlılara, yolculuk halinde olanlara, hastalara, sakatlara gereken kolaylığın sağlanması için çok uygun hükümler vaz'etmiştir. Onlardan biri ayaklara giyilen mest, fotin, çiz­me ve benzeri ayakkabılar üzerine meshedip belirtilen durum­larda ayakları bir süre yıkama külfetinden kurtulmaya imkân ver­mesidir. Özellilde yolculukta ve soğuk mevsimlerde buna cidden ihtiyaç vardır.

Konuyla ilgili hadîsler :

Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette, Hz. Sa'd ona, Resûlüllah'ın (a.s.) mestleri üzerine meshettiğini haber vermiştir. Ibn Ömer onun bu haberini (kendi babası) Ömer'den (r.a.) sormuş o da "evet", Sa'd sana Peygamber (a.s.) Efendimiz'den bir şey haber verişe, artık onu başkasından sorma,» demiştir.[1]

Cerîr (r.a.)'den yapılan rivayette, deniliyor ki: Cerir idrarını aptıktan sonra abdest aldı ve mestleri üzerine meshetti. Bunun ızerine ona «Sen böyle mi yapıyorsun?» denilince, o da «evet, Re-ûlüllah (a.s.) Efendimizi gördüm, idrarını yaptıktan sonra abdest ildi ve mestleri üzerine meshetti.»[2]

Muğîre b. Şu'be  (r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:

«Bir  yolculukta Peygamber   (a.s.)   Efendimizle   beraber bulu­luyordum. Bir ara tabii    ihtiyacını   giderdikten sonra abdest alıp nestleri üzerine meshetti. Ben, «Unuttun mu ya Resûlellah!,»  diye sorduğumda buyurdu ki:    «Bilâkis sen unuttun. Aziz ve Celîl olan Rabbim böyle yapmamı emretti.»[3].

Hadislerin açık  delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken daha önce ayaklara giyilen mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek caizdir.

2-Yapılan mesh,  ayakları yıkama yerine geçer,

3-Mestleri hem yolculuk halinde, hem eyleşik vaziyette mes-hetmekte bir sakınca yoktur.

Hadislerin ışığında müctehid imamların tesbit, istidlal,  ihticac ve görüşleri:                                                      ,          

a)    Hanefîlere göre:

Mestler üzerine meshetmek bütün fakihler ve Ashab-ı Kirâm'a göre caizdir; ancak az kimseler buna muhalefet etmiştir. îbn Ab-bas'dan (r.a.) yapılan rivayette, mestler üzerine meshetmenin caiz olmadığı belirtilmişse de bunun Rafizüere ait bir söz olduğu anla­şılmıştır.[4]

Hanefîler bu konuda yukarıdaki hadîslerle birlikte daha çok şu rivayetle istidlal etmişlerdir : «Eyleşik olan kimse mestleri üzerine bir gün bir gece meshetsin. Yolculuk halinde olan kimse üç gün üçgece meshetsin...» Bu meşhur bir rivayettir ki, Asfab-ı Kiram'-dan, Ömer, Ali, Huzeyme b. Sabit, Ebû Saîd el-Hudrî, Safvan b. Âssal, Avf b. Mâlik, Ebu Ammare, İbn Abbas ve Aişe (Allah hep­sinden razı olsun) gibi önemli bir cemaatten nakledilmiştir. O ka­dar ki, İmam Ebû Yusuf, mestlere meshetmekle ilgili hadîs o kuv­vettedir ki, onun benzeriyle Kur'ân'm bir hükmü neshedüebilir, demiştir. O, bununla, kuvvetli meşhur hadîsle âyetin neshedümesi-nin cevazını belirtmek istiyordu.

Bu konuda Tabıîn'den Hasan el-Basrî diyor ki: Bedir savaşına katılmış yetmiş kadar ashaba ulaştım ki, hepsi de mestler üzerine meshin caiz olduğunu söylüyordu. [5].

O halde mestleri meshetmek kavlen ve fiilen sünnet ile sabit ol­muştur ve bu ümmetin hasaisindendir.[6].

b)    Şâfiüere göre:

İmam Şafiî diyor ki: Bu konuda Bilâl'ın hadîsi, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin eyleşik halde mestleri üzerine meshettiğine açık delil­dir. Çünkü Cemel Kuyusu, hazerdedir. O bakımdan hem yolcu, hem eyleşik mestlerini meshedebilirler.[7].

Bu mezhebe göre de bir ayağın değil, her iki ayağın mestleri üzerine meshetmek caizdir. Öye ki, bir ayağı yıkamak, diğer ayağı meshetmek caiz değildir.

Fukahamn «caizdir» tabiri, mestler üzerine meshetmenin vâcib veya sünnet, ya da haram ,veya mekruh olmadığına işarettir. Ancak ne var ki, mestler üzerine meshetmektense ayakları yıkamak af-daldır.[8].

Şafiî fukahâsmın «caizdir» tabiriyle nelere işaret edildiğine ba­kılınca, mestler üzerine meshetmenin sadece bir kolaylık olduğu ortaya çıkar. Vâcib olsaydı, o takdirde âyetle çatışırdı, çünkü Kur'-ân'da «ayaklarınızı yıkayın!» Diye emir vardır. Sünnet olsaydı, ona uymak daha faziletli olurdu. Oysa mestleri mesh hususunda kişi ta­mamen serbest bırakılmıştır, dilerse mesh eder, dilerse mestleri çı­karıp ayaklarını yıkar.

Mestler üzerine meshetmek hicretin dokuzuncu yılında meşru' kılınmıştır ve bu Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in kavli ve fiilî sünne-tiyle sabit olmuştur.[9]

c)    Hanbelilere göre:

Mestler üzerine meshetmek, ilim ehlinin hemen hepsine göre caizdir. îbn Mübarek diyor ki: «Mestleri meshetmek hakkında hiç­bir ihtilâf yoktur, caiz olduğunda ittifak vardır. Hasan el-Basri de diyor ki : «Ashab-ı Kiram'dan yetmiş tanesi bana, Resûlüllah'm (a.s) mestleri üzerine meshettiğini haber verdi.»

Ahmed b. Hanbel'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Meshet­mek, ayakları yıkamaktan af daldır. Çünkü gerek Peygamber (a.s.), gerekse ashabı daima faziletli ve üstün olanı taleb etmişlerdir. Bu, aynı zamanda Şa'bi'nin el-Hakem'in ve İshak'm da mezhebidir. Çün­kü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Şüphesiz ki Allah verdiği ruhsatın tutulmasını (yerine getirilmesi) sever.» Hem bu ruhsata uymakla bid'a ehline muhalefet söz konusudur.[10]

d)    Mâlikilere göre :

Mestler üezrine meshetmek ancak yolculuk halinde olanlar için caizdir, eyleşik kimseler için meşru' değildir.[11]

Ayrıca mestlerin alt ve üstünün deriden olması şarttır. Aksi halde mesh caiz değildir. Diğer bir husus da, mestlere necaset do­kunduğu takdirde mesh hükümsüz olur.[12]

Yapılan rivayete göre, îmam Mâlik'den, bir adam namaz ab-desti gibi abdes alır, sonra mestlerini giyindikten sonra idrarını ya­par, sonra  mestlerini çıkarır ve tekrar giyinirse  abdestini yenilemesi gerekir mi? Diye soruldu. O da şu cevabı verdi ; «Mestlerini çıkarsın, ayaklarını yıkasın, Çünkü iki mest üzerine ancak ayak­larını abdest alıp öylece mestlerine sokan kimse meshedebilir. Ayaklarını abdest alıp yıkamadan mestlere sokan kimse, mestleri üzerine mesh. edemez.

Yine îmam Mâlik'den, ayaklarında mestleri olduğu halde ab­dest alan ve fakat mestleri üzerine meshetmeyi unutup öylece namaz kılan ve bu arada abdest azasmdaki ıslaklığı kuruyan kim­seye ne lâzım gelir? O şu cevabı verdi; «Mestleri üzerine mesnetsin ve kıldığı namazı yeniden kılsın. Bu durumda artık abdestini iade etmesine gerek yoktur.[13].

İlgili diğer rivayetler ve tahliller:

imam Tirmizî, Cerîr hadisinin bir bakıma Mâide süresindeki abdest âyetini tefsir ettiğini söylüyor. Çünkü bazıları, abdest âyeti­nin mestleri mesh'e cevaz verildikten sonra indiğini ileri sürerek meshle ilgili hükümlerin kaldırıldığım iddia etmişlerdir. Nitekim Tirmizî, Şehr b. Havşeb'den râvi Cerîr, Mâide suresiniden önce mi, yoksa sonra mı İslâmiyet! kabul etmiştir? hususunu sorunca, ondan şöyle duyduğunu söylemiştir: «Ben ancak Mâide'den sonra İslâmi-

yete girdim.»

İbn Sirîn'in tesbitine göre ise, Cerîr, Haccetü'l-vedâ'dan sonra

müslüman olmuştur.

îbn Abdilberr diyor ki: «Selef-i salihîn'in îukahasmdan hiçbi­rinin mest üzerine meshi inkâr ettiğini bilmiyorum, sadece İmam Mâlik'in muhalefet ettiği söylenirse de sahih rivayetler onun da mes-hin cevazını kabul ettiğini göstermektedir.»

îmam Şafiî el-Ümm'de İmam Mâlik'in bunun cevazını inkâr et­tiğine işaret etmişse de mâruf ve müstakarr olan şudur ki: Mâlikî-lerin bu hususta iki kavli vardır: Birinci kavle göre, mutlaka ca­izdir. İkinci kavle göre, sadece yolculuk halinde caizdir.[14]

Ayaklan yıkamak mı, yoksa mestler üzerine meshetmek mi af-

daldır?

Bu hususta farklı görüşler vardır. İbn Münzir'e göre, meshet­mek afdaldır. Çünkü bid'a ehlinden bir kısmının bunun cevazına kail olmadıklarını dikkate alarak onları reddetmek için böyle diyo­rum, diye ilâve etmiştir.

înıam Nevevi Müslim şerhinde mestleri mesh bölümünde diyor Ki: «Mestler üzerine meshetmeyi sahabeden o kadar çok kimse ri­vayet etmiştir ki, onları sayamayız.»

Hafız İbn Hacer, el-Feth'de diyor ki: «Hadîs hafızlarından öyle bir cemaat mestler üzerine meshin cevazını tasrîh etmiştir ki, bu itevatür derecesine ulaşmıştır.»

İmam Ahmed b. Hanbel bu konuyla ilgili, Ashab-ı Kirâm'dan kırk merfu' hadîs rivayet edildiğini söylemiştir.

Ebu Kasım İbn Mende, kendi Tezkire'sinde seksen sahabinin ismini saymıştır. Tirmizî ve Beyhakî ise kendi Sünen'lerinde ashab-dan önemli bir cemaatin ismini nakletmişlerdir.

i Mestler üzerine meshi inkâr eder mahiyette İbn Abbas Hz. Aişe i (r.a.)'dan yapılan rivayetler hakkında İbn Abdilberr, «hiçbiri, sabit 'değildir» demiştir. Ebû Hüreyre'den meshi inkâr anlamında rivayet edilen hadîs hakkında Ahmed b, Hanbel, «sahih değil, bâtıldır» di­yor.

Ahmed b. Hanbel'in İbn Ömer'den yaptığı bir rivayette, şu olay nakledilmiştir: îbn Ömer tr.a.) diyor ki, Irak'ta bulunduğum bir sı­rada Sa'd b. Ebî Vakkas'ı (r.a.) gördüm, abdest alınca mestlerinin üzerine mesnetti. Bunun doğru olmadığını kendisine söylediğimde, babamdan sormamı söyledi. Bir gün ikimiz babam Ömer'in (r.a.) yanında biraraya geldiğimizde, o mes'eleyi hemen hatırladı ve ba­na dönerek ,«şimdi mestler üzerine meshin caiz olup olmadığını ba­bandan sor!» dedi. Hz. Ömer (r.a.) şu cevabı verdi-. «Biz hepimiz Peygamber (a.s.) Efendimizle beraber mestlerimizin üzerine mes-hederdik ve bunda bir sakınca görmezdik.»[15]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1-Abdestli bir vaziyette giyilen mestler üzerine meshetmek caizdir.

2-Kimine göre, ayaklan yıkamaktansa mestler üzerine mes­hetmek afdaldır.

3- Mestler üzerine hem seferde, hem hazarda meshetmek ca­izdir. İmam Mâlik'e göre, yalnız seferi halde caizdir.

4-Mestler üzerine meshetmeyi terkedip her a'odestte ayakla­rı yıkamakta bir sakınca yoktur. Bunun gibi, abdestli giyildikten sonra hazarda  (eyleşik halde) bir gün bir gece, yolculuk halinde üç gün üç gece mestleri meshetmeye ruhsat verilmiştir. [16]

 

Çorap, Ayakkabı ve Mest Üzerine Giyilen, Konçsuz Lastik Üzerine Meshetmek

 

Ayaklarımızı sıcak ve soğuktan, mikrop ve necasetten, zedele­yici şeylerden korumak için fotin, çizme, ayakkabı, mest, çorap ve benzeri şeyleri giyeriz. Ayağa giyilen bu gibi şeyler üzerine abdest alırken meshetmeye cevaz verildiğine göre, bu cevaz, ayağa giyilen her şey için geçerli midir? Bunlar arasında yürümeye elverişli olanı, su geçirmeyeni bulunduğu gibi, yürümeye elverişli olmayıp su ge­çiren çorap ve benzeri şeyler de bulunmaktadır. O halde mesele hay­li geniş ve detaylıdır.

İlgili hadîsler:                                                                   i

Bilâl'dan (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimizi ayağındaki mûk ve başındaki himâr üzerine mesheder-ken gördüm.»[17].

Ebû Davud'un bu konuda yaptığı rivayette ise Bilâl (r.a.) şöyle siniştir: «Besûlüllah (a.s.) Efendimiz çıkıp tabii ihtiyacını gider-iikten (sonra gelir), ben de ona su getirirdim. Abdest alır, sarığı ve yağındaki mûkler üzerine meshederdi.»[18].

Saîd b. Mensür'un kendi Sünen'inde Hz. Bilâl'den yaptığı rivâ-iette, adı geçen demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den işittim, iuyuruyordu ki: «Nasif ve mûk üzerine mesnediniz!»[19].

Muğîre b. Şu'be'den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki: «Re-iûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest aldı, ayaklarındaki cevreb ve na'I izerine mesnetti.»[20].

Önce hadîslerde geçen beş tabiri açıklamaya çalışalım:

1) MÛK: Kaim  (k)   ile okunur. Kalınca koiiçsuz bir ayakka­bıdır ki, mest üzerine giyilir.    Günümüzde   bazı   bölgelerde   ince nest üzerine giyilen konçsuz lâstik bu cümledendir.

2) CEVREB : Her çeşidiyle çorap.

3) NA'L,: Her çeşidiyle üzerinde yürüme imkânı olan ayakka­bı.

4) HÎMÂR: Her çeşidiyle başörtüsü.

5) İMAME : Her çeşidiyle sarık.

6) NASÎF: Başa giyilen sarık,    külah, takke, örtü ve benzeri şeyler.

Hadîslerin açık delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

1-Ayağa giyilen mestler üzerine meshetmek caizdir.

2-Ayaktaki  mest  üzerine giyilen konçsuz  ayakkabı üzerine tneshetmekte bir sakınca yoktur.

3-Ayağa giyilen kalınca çorap üzerine meshedilebilir.

4-Abdest esnasında başa giyilen sarık ve benzeri şeyler üze­rine meshetmek caizdir.

5-Ayağa giyilen ve yürümeye elverişli olan ayakkabı üzeri-ae meshetmek caizdir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının istidâl, ihticac, tesbit ve görüşleri:

a)    Hanefîlere göre :

Çorap üzerine meshetmeye gelince: Deriyle kaplıysa veya alt kısmına yürümeye elverişli olacak şekilde deri yapıştırılarak ayak­kabı durumuna getirilmişse üzerine meshetmek caizdir. Hanefi imamları arasında bu hususta muhalif bir görüş yoktur.

Çorap ne deriyle kaplıysa, ne de altına ayakkabı gibi deri vu-rulmuşsa, o takdirde ince olup suyu emecek, deriye geçirecek du­rumda ise, üzerine meshetmek bi'1-icma' caiz değildir. Çoraplar ka­lınca ise, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, yine de deriyle kaplı olmadığı ve altına deri yapıştırılmadığı için caiz değildir, imam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'e göre, caizdir. Ancak yapılan, rivayete göre, îmam Ebû Hanife ömrünün son yıllarında bu hususta İmameyn'-in kavline dönmüştür.

Imameyn belirttikleri cevaz hükmünü Hz. Muğîre b. Şu'be'nin (r.a.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir. (626 no'lu hadîse müracaat edli-mesi).

Hem bu husustaki ruhsat ve cevaz, sıkıntı ve zorluğu giderme­ye yöneliktir. Mest, fotin ve benzeri şeyi çıkarmakta meşakkat var­dır. Çorap da bu illet kapsamına girebilir.

îmam Ebû Haııîfe ise, meshin cevazı nassan sabit olmuştur, kı­yasa gerek yoktur, diyor. O halde mest ayarında yürümeye elverişli, yolculuk halinde giyilebilen her şey mest manâsına delâlet eder. Deri ile kaplanmayan veya altına deri monte edilmeyen çorap bu mânanın dışında kalır.[21].

Mest üzerine giyilen cürmûk (konçsuz lâstik, ayakkabı ve ben­zeri şey) üzerine meshetmek caizdir. Şafiî'ye före caiz değildir. Mest giymeden sadece cürmûk giyilirse, onun üzerine meshetmek caiz olur mu? Konçları varsa caiz olur. Bunda icmâ vardır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.) diyor ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i cürmukla-rı üzerine meshederken gördüm.»[22]

Hanefîler cürmûk üzerine mesha şu şartla cevaz vermişlerdir: Abdestli iken giyilen mestler çıkarılmadan ve abdest de bozulma-

in önce giyilirse, üzerine  meshedüir. Abdest bozulduktan sonra .est üzerine giyilen cürmuk üzerine meshetmek caiz olmaz.

b) Şâfülere göre :

Ayağa giyilen mestler üzerine  meshetnıenin bir takını şartarı var:

a) Abdest alındıktan, ayaklar yıkandıktan sonra giyilmiş olması,

b) Ayakta yıkanması farz olan kısmı    kaplayacak ölçüde olması,

c) Temiz bulunması,

d) Bağcık delikleri dışında su geçirmeyecek    kadar kalın ve iık dokunmuş olması

e) İhtiyaç anında yolculuğa çıkılacak dayanıklıkta bulunması..

O bakımdan deriden olması şart değildir, belirtilen vasıflan ta­şıyan her mest üzerine meshedümesi caizdir.

Mest üzerine giyilen cürmuk üzerine meshetmek yeterli değil­dir.[23]

c)    Hanbelilere göre ;

Mestleri üzerine mesh caiz olduğu gibi, cürmuk (mest üzerine giyilen kalınca lastik ve benzeri bir ayakkabı) üzerine de caizdir. O da mest ayarında sayılır, daha çok soğuk bölgelerde, mest üze­rine giyilir. Mest üzerine mesha kıyasla onun üzerine meshetmek caiz sayılmıştır. Hasan b. Salih ve rey tarafdarlan da bu görüşte­dirler. İmam Şafiî ise, Kavl-i Cedid'inde cürmuk üzerine meshet-imenin caiz olmadığını belirtmiştir.

ş Çorap üzerine mesha gelince, İbn Münzir diyor ki : Çorap üze-! rine meshetmenin cevazına kail olan Ashab-ı Kiramın sayısı- do­kuzdur : Ali, Ammar, îbn Mes'ud, Enes, îbn Ömer, Berâ', Bilâl, îbn Ebî Evfâ ve Sehl b. Sa'd... (Allah hepsinden razı olsun) Ashabdan sonra onların bu görüşünü benimseyen ilim adamları şunlardır : Ata', el-Hasan, Said b. Müseyyeb, İmam Sevrî, İbn Mübarek, İshak, Yakup ve Muhammed...

Ebu Hanife, îmam Mâlik, İmam Evzâî, İmam Şafiî ve başkala­rı, çorapların altına deri ve benzeri kalınca bir şey yapıştırılmadı-ğı ve kendisi de kalın olmadığı takdirde üzerine meshetmenin ca­iz olmadığını söylemişlerdir.

Hanbelîlerin istidlal ettiği hadîs 626 nolu Muğire b. Şu'be hadî­sidir. Bu hadîsi, îmam Ahmed, Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet et­mişlerdir. Tirmizi : «Hasenün sahîhün»  demiştir[24]

 

Sarık Üzerine Mesh:

 

Abdestte başı mesh yerine sarık üzerine meshetmenin cevazı­na Ebubekir Sıddîk kail olmuştur. Aynı görüşe Ömer b .Hattab, Enes ve Ebû Ümâme (Allah hepsinden razı olsun) katılmıştır.

Ayrıca Sa'd b. Mâlik ve Ebu Derdâ (r.a.)'den de aynı anlamda rivayet yapılmıştır. Ömer b. Abdülaziz, el-Hasan, Katade ve İbn Münzir'in kavli de bu doğrultudadır.

Urve, en-Nahâî, Şa'bî, Kasım, Mâlik, Şafiî ve rey taraflarları sarık üzerine meshin caiz olmadığına kaildirler.

Hanbelîlerin bu mes'ele hakkındaki delilleri, yine Hz. Muğîre b. Şu'be hadîsidir.[25]

İbn Kudame el-Muğnî'de diyor ki :

Ancak mest veya onun yerine geçecek ve topukları aşacak ayakkabılar üzerine meshetmek caizdir, öyleki farz mahallini örtecek, topuklar görünmeyecek ve yürüme imkânı olacak, kendi bizatihi ayakta duracak Ölçüde olması şarttır. Topuklardan aşağı olursa, üzerine meshetmek caiz olmaz. İmam Mâlik'in yanında sahih olan tesbit budur.[26]

Yine aynı eserde deniliyor ki:

Farz yerini örten, yürüme imkânı sağlayan her mest üzerine, ister deriden ister keçeden, isterse benzeri şeylerden olsun mes­hetmek caizdir. Ağaç veya madenî bir cisimden olması da böyle.

Çorap üzerine meshin cevazı için iki şart gereklidir î    Sık ve kalın olup teni göstermeyecek vasıfta olması, ayağa giyildiği zaman kendiliğinden duracak, yürümeye elverişli olacak dayanıklıkta bulunması...[27]

d) Mâliklere göre, farz yerini örtecek ve deriden imal edilmiş

bulunacak vasıfta olan mest üzerine mesh caizdir. Burada deriden ilması söz konusu edilirken alt ve üst kısmı kasdediliyor. Yanları ketenle dikili olabilir ve sık yünden dokunmuş bulunabilir. Önem-i olan alt ve üstünün hayvan derisinden imal edimesicür.[28]

Bu konuda birkaç rivayet daha vardır. Onlardan biri, Resûlül-ah (a.s.) Efendimiz'in abdest bozulduktan sonra değil de tetavvu, anlamında abdest ahrken ayakkabıları üzerine meshettiğidir. Hz. Ali'nin (r.a.) bu anlamda ayakkabısı üzerine meshettiği rivayet edilir. Abd Hayr'iıı Hz. Ali'den yaptığı rivayette demiştir ki : Hz. Ali, içinde su bulunan bir çömlek istedi. Hafif bir abdest aldı ve ayakkabıları üzerine meshetti ve şöyle dedi : «îşte abdesti bozulma­yan kimse için, Resülüllah  (a.s.) Efendimiz'in abdesti böyle idi.

Ne var ki, müctehid imamlar bu rivayetlerle istidlal etmemiş­ler ve tek kanaldan gelen bu rivâyeteri şüpheyle karşılamışlardır.[29] Çünkü burada "nal" tabiri kullanılmıştır ki, topukları, ya­ni farz yerini örtmeyecek kadar konçları kısa olan ayakkabı de­mektir. [30]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mestler üzerine meshetmek caizdir.

2- Mestlerin ayaklarda farz yerine örtecek vasıfta olması ge­rekir.

3-Mestlerin deriden ma'mul olması şart değildir, su geçirme-yecek, yürümeye elverişli olacak, teni göstermiyecek evsafta olma­sı şarttır. İmam Mâlik alt ve üstünün deri olmasını şart koşmuştur. Çünkü mütearif olan budur...

4- O halde mestler belirtilen evsafta ise herhangi bir madde­den olması farketmez.

5-Mest üzerine giyilen eürmuk (lastik ve benzeri şeyler) üze­rine meshetmek caizdir. Bunlar mestin yerine geçer ve aynı hük­mü taşır.

6- Su geçirmeyecek    kadar kaim ve ayakta    duracak kadar mukavemetli, yürümeye elverişli çorap üzerine meshetmek caizdir. Yeter ki, çorap teni gösterecek saydam bir maddeden olmasın...

7-Sarık ve başörtüsü üzerine abdest alırken meshetmek ca­iz midir? değil midir? Bu az yukarıda ilgili bölümünde açıklanmış­tır. [31]

 

Mestleri Giymeden Önce Abdest Almak Şarttır

 

Mest giymek isteyen kimse,  onun sağlayacağı kolaylıktan ya-. rarlanması için giymeden önce namaz abdesti alıp ayaklarını yıka­ması, Abdesti henüz bozulmadan giymesi gerekir.

Konuyla ilgili hadîsler :

Muğire b. Şu'be (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :

«Bir gece yolculuğunda Peygamber (a.s.) Efendimiz'le beraber bulunuyordum. Mevcut mataradan su döktüm, o da yüzünü ve iki kolunu yıkadı; başını meshettikten sonra eğildim, mestlerini çıkar­mak istedim. Bana, «Bırak, ben ikisini de (abdest alıp yıkayarak) temiz bir halde mestlere soktum», buyurdu ve üzerlerine mesnetti.» [32]

Ebû Davud'un rivayetinde ise son kısım şöyle ifade edilmiştir: «Mestleri bırak, çünkü gerçekten ben iki ayağımı teiniz oldukları halde mestlere soktum...»[33].

Ebû Hüreyre  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:

«Resülüllah (a.s.) Efendimiz abdest aldı, mestleri üzerine mes­hetti. Bunun üzerine, «Ya Resûlellah! Ayaklarınızı yıkamadınız?» dediğimde buyurdu ki: «Onları (abdest ile yıkamak suretiyle) te­miz bir halde mestlere soktum!»   [34]

Safvan b. Assel   (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Peygamber (a.s.l Efendimiz, ayaklarımızı abdestli bir vaziyet-

soktuğumuz takdirde mestler     üzerine meshetmemizi  emretti : efere çıktığımızda üç   (gün ve gece), ikamet ettiğimizde bir gün ir gece (meshe devam etmemizi), büyük ve küçük abdest bozmak- ve uyumaktan dolayı ayağımızdan çıkarmamamızı, ancak cenâ-etten dolayı çıkarmamıza emretti.[35].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1  Mestler üzerine meshedebilmek için    ayakların temiz bir Lalde onlara sokulması gerekir.

Temizlikten maksat, dört mezhep imamlarına göre, mestler gi­rilmeden önce alman abdestle ayakların yıkanmasıdır ki, bu şer'i sir temizliktir. Dâvud ez-Zâhirî'ye göre, şer'î temizlik değil, ayak­larda necasetin bulunmamasıdır. Bu yorumla Zahirîlere göre, mest­leri giymeden abdest alınmasa bile ayaklar temiz vaziyette mest­lere sokulmuşsa, o takdirde üzerine meshetmek caizdir.

2  Yolculuk halinde üç gün üç gece, eyleşik halde bir gün bir gece ayaklan çıkarıp yıkamadan mestler üzerine meshetmek caiz­dir; yeter ki bu sürelerin başında abdest alınıp ayaklar yıkandıktan sonra mestlere sokulmuş olsun...

  Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal, ihticac ve gö-irüşleri:

a)    Hanefîlere göre ;

Abdestte mestler üzerine meshetmek caizdir. Cenabetten dolayı mestler üzerine meshetmek caiz değildir. Çünkü bu hususta nass |mevcuttur. Hem ruhsat sıkıntı ve zorluğu gidermeye yöneliktir. Ab-ıdest günde birkaç defa alınmakla, tekrarlanmaktadır; gusül böyle değildir.[36]

Mestleri taharet-i kâmile üzere giymiş olması gerekir. Şöyle ki: Abdestsiz kimse önce iki ayağını yıkar da mestleri giydikten sonra abdestini tamamlarsa, yine de onları taharet üzere giymiş sayılır. Bundan sonra abdesti bozulduğunda artık o giydiği mestler üzeri­ne meshetmesi caiz olur. îmam Şafiî bu görüşe muhalefet ederek, tastamam abdest alındıktan sonra mestler giyilir ve ancak böyle bir taharetten sonra giyilen mestler üzerine meshetmek caiz olur, demiştir. Çünkü abdest azasını yıkamada    ayette   belirtilen tertip îmam Şafiî'ye göre şarttır.[37].

b)    Şâfiîlere göre:

Mest üzerine meshin cevazının şartı, mestleri tuhr üzere giy­miş olmasıdır. Buradaki tuhr'den maksat, cünüp olmaması, tas­tamam abdest alıp ayakarmı yıkamış bulunmasıdır. O halde ayak­larını yıkamadan mestleri giyer ve sonra ayaklarım mestlerin için­de yıkarsa, mestler üzerine meshetmek caiz olmaz, ancak ayakla­rım çıkarıp yıkar ve öylece giyinirse, o takdirde mesh caiz olur. Ayaklarından birini yıkadıktan sonra meste sokar, sonra diğer aya­ğım yıkayıp sokarsa, mesh yine de caiz olmaz. Ancak ikinci ayağını yıkarken birinci ayağını mestten çıkarır tekrar yıkarsa o takdirde mesh caiz olur. Aynı zamanda mestlerin necasetten arınmış temiz bulunması şarttır. Aksi halde onlar ayakta iken namaz kılmak ca­iz olmaz.[38].

c)    Hanbelîlere göre:

Mest üzerine meshin şartlarından biri de, kâmil anlamda ta­haretten sonra giyilmiş olmasıdır.

Hanbeli imamları bu hususta Hz. Muğîre b. Şu'be'den (r.a.) rivayet edilen iki hadîsle istidlal etmişlerdir.[39].

Mesh hususunda mestler giyilmeden önce kâmil anlamda ta­haretin gerçekleşmiş bulunmasında muhalif görüş ortaya koyan bir kimse bilmiyoruz, Muğlre hadîsleri taharetin gereğini çok açık şekilde belirtmiştir. Aynı zamanda cenabetten dolayı yapılan gu-sülde mest üzerine meshin caiz olmadığı hakkında da muhalif bir görüş ortaya koyan olmamıştır. Çünkü mest üzerine mesh ancak abdest konusuna bir kolaylık getirmek, sık sık tekrarlanan ve ayak­ların yıkanması hususunda sıkıntıyı gidermek için meşru kılınmış­tır. Ruhsatın illeti budur. [40].

d)    Mâlikîlere göre:

Mest üzerine meshetmenin cevazının şartarından biri de, mest­lerin kâmil bir taharetten (tastamam abdest alındıktan)  sonra giyil-

ıiş olmasıdır. Aynı zamanda mestlerin de her türlü necasetten arm-ıış bulunması gerekir. Şayet mestlere necaset dokunursa, üzerine apılan mesh hükümsüz kalır [41]

e) es-Sevrî, el-Kûfiyyûn, el-Müzani, Ebu Sevr ve Dâvud ez-üâhirî'ye göre, mestleri abdesti tamamlamadan giymek caizdir, giydikten sonro abdest tamamlanır. Ebu Hanîfe de aynı görüştedir.[42]

j Onların bu görüşünü şöyle açıklayabiliriz ; Abdestte tertip şart llmadığma göre, bir kimse önce sağ ayağını yıkadıktan sonra mes-e sokar veya iki ayağını yıkadıktan sonra meste sokar ve sonra Lbdestini tamamlarsa, bu mest üzerine mesha mani değildir.

  Konuyla ilgili rivayetler ve tahliller:

 636 nolu Hz. Muğire hadîsi Tebük savaşı esnasında cerayan et­miştir. O bakımdan Mâide süresinden sonra olduğunda ittifak var-iır. Böyece mestler üzerine meshin hükmü kaldırılmamıştır. Tir-tnizî bu hadîsin hasen olduğunu belirtmiştir.

637 nolu hadîsi ayrıca Nesâî, Tirmizî ve İbn Huzeyme taric et­mişlerdir. Tirmizi ile İbn Huzeyme hadîsi sahîhlemişler, istidlale mesned olabileceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca İmam Şafiî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Darekutnî ve Beyhakî rivayet ederek hadîsin sıhhatma kuvvet kazandırmışlardır. Tirmizî, Buharî'den rivayetle onun bu hadîs için «hasen» tabirini kullandığını kaydetmiştir. [43]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1- Mestler üzerine meshin caiz     olmasının şartlarından biri, kâmil anlamda temizlik sağlandıktan sonra giyilmiş olmasıdır.

2- Abdestini tamamlamadan mestleri giyen kimsenin, bilaha-ra abdestini tamamlaması, imamlardan bazısına göre mehin ceva­zına engel sayılmaz. İmam Şafii'ye göre, engel sayılır.

3- Yolculuk halinde mestin müddeti üç gün gece, eyleşüc hal­de bir gün bir gecedir.

4- İmam Mâlik'e göre,    meste necaset dokunması, meshi hü­kümsüz kılar. [44]

 

Mest Üzerine Mesh Müddetinin Belirlenmesi 

                                       

Abdest hususunda mest üzerine meshetmeye ruhsat verilmesi, ümmet için bir kolaylıktır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bu kolaylı­ğın sınırlarını da çizip belirlemiş ve mesh konusunu bu yönüyle de kişilerin arzusuna bırakmamıştır.                                                  

İlgili hadîsler :                                                                                 

Şürayh b. Hâni' (r.a.) diyor ki : «Mestler üzerine meshetme hu­susunu Hz. Aişe (r.a.)'dan sordum. Bana, "onu Ali'den sor, çünkü o, Resûlüllah (a.s.î Efendimiz'le seferlere çıktığı için bunu benden daha iyi bilir,» dedi. Bunun üzerine Hz. Ali (r.a.)'den sordum, o ba­na şöyle dedi ; «Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz, yolcu için üç gün, üç gece; mukiym (evinde eyleşikî için bir gün, bir gecedir, buyurdu.»[45]

Huzeyme b. Sâid (r.a.)'den yapılan rivayette : ResûlüUah (a.s.î Eefndimiz'den mestler üzerine meshden sorulduğunda şu cevabı vermiştir: «Misafir (yolculuk halinde olan kimse) için üç gün, üç gece; mukiym (evinde eyleşik olan kimse) için bir gün, bir gecedir.»[46]                                                                                                                                            

Hadîslerin açık delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır :      

1- Abdestli bir vaziyette giyilen mestin meshedilmesi, o abdes-tin bozulmasıyla başlar; eyleşik için bu süreden itibaren bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gece devam eder. Belirtilen her iki süre içinde ne kadar abdest alınırsa, mestler ayaktan çıkmadığı takdir­de üzerine meshetmekle yetinilir.

2-  Hz. Ali'den  (r.a.) rivayet edilen hadîs, haber-i vâhid'in ah­kâmda delil olabileceğine delâlet eder.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların istidlal, ihticac ve gö­rüşleri :

a)    Hanefîlere göre:

Mest üzerine meshin süresi takdir edilmiştir: Yolcu için üç gün, iç gece; eyleşik için bir gün, bir gecedir. Abdestli bir vaziyette gi­dilen mestler üzerine mesh süresinin başlangıcı, o abdestin bozul­masıyla başlar. Bazısına göre, yeni abdest alınıp üzerine mesnedi-linçe süre başlar. Oysa bu meşhur rivayete muhalif düşmektedir.[47],

 Hanefî imamlarmca mestlerin meshedilebilmesi için  yedi şar­tın gerçekleşmesi, gerekir;

1- Abdest alıp ayakları yıkadıktan sonra giyilmesi,

2- Ayak topuklarını örtecek kadar konçlarının bulunması,

3- Giyilen mestlerle yürüme imkânının mevcut olması,

4- Mestlerin her birine ayak parmaklarından üç küçük par­mak kadar bir yırtık ve delik bulunmaması.

5- îp, bağcık ve benzeri bir şeyle bağlanmaksızm ayakta ta­şınacak ölçü ve mukavemette olması,

6- Suyu tene geçirmeyecek bir yapıya sahip bulunması,

7- Ayaklardan her birinin ön kısmından el parmaklarının en küçüklerinden üç parmak miktarı bir bölümün mevcut olması...

Bu, bir kazaya uğrayıp ayağı tarak kısmından kesilen kimse hakkında aranan bir şarttır. Geriye kalan ön kısım üç parmak mik­tarı kadarsa, mest giyebilir ve giydiği mestlerin üzerine meshetme-si caiz olur. Bu kadar bir miktar kalmamışsa, giydiği mest üzerine meshetmek caiz olmaz.[48].

b)    Şâfülere göre:

Mestleri meshetmenin süresi, eyleşikler için bir gün, bir gece-, yolcular için üç gün, üç gecedir. Sürenin başlangıcı, abdest alıp ayaklarını yıkadıktan sonra giyindiği mestler ayağında bulunduğu halde abdest bozulunca, bu bozulmanın son vaktinden itibaren baş­lar ve belirtilen sürenin sonuna kadar devam eder. Öyleki gerek yolcu, gerek eyleşik için belirlenen süre içinde mestler ayaktan çı­karılmadıkça her abdestte üzerlerine meshetmekle yetinilir, ayak­lar yıkanmaz.

Şâfiîlerce mestlerin meshedilebilmesinin bir takım şartları var­dır. Onları şöyle özetleyebiliriz   :                                                          

1- Abdest alındıktan sonra giyilmesi,                                         

2- Ayaklan farz mahalli itibariyle  örtecek vasıfta olması,  

3- Mestlerin necasetten arınmış bulunması,                            

4- Bağcık delikleri dışında su geçirmeyecek bir özellikte olma­sı,

5- Yolculuk halinde olan kimsenin ayağındaki mestlerle bazı ih­tiyâçlarını gidermek için rahatlıkla yürüyebilmesi ve mestlerin yû-yürüyüşe dayanacak vasıfta bulunması şarttır.[49].

c)  Hanbelî'lere göre :

Mestler kâmil bir taharetten (tastamam abdestten) sonra gi­yildikten sonra onlar ayakta bulunduğu halde abdest bozulduğun­da, alınacak abdestle artık ayaklar yıkanmaz, onların yerine mest­ler meshediür.

Mest üzerine meshin süresi, eyleşik için bir gün, bir gece; yol­cu için üç gün, üç gecedir. [50].

Ancak Hanbelî ve Şafiî mezhebine göre, yolculukta üç gün üç gece mestler üzerine meshedebilmek için bir takım şartlar vardır:

1- Kasr-ı salât yapılacak bir mesafe olması,

2- Mubah bir yolculuğa niyet edilip çıkılması,

3- Yolculuğun bir maksada yönelik bulunması,  (bu îmam Şa­fiî'ye göredir).

O halde bu iki mezhebe göre, kasr-i salat yapılmayacak kadar mesafede olmazsa veya günâhı gerektiren bir yolculuk olursa, o takdirde ancak mestler üzerine bir gün, bir gece meshetmek caiz olur.[51].

d) Mâlikîlere göre:

Mestler üzerine meshin belli bir süresi yoktur. Mendup olanı,

uma'dan Cuma'ya ayakları yıkayıp tara taharet üzere giymektir. i) da eyleşik için değil, yolculuk halinde olanlar için bir ruhsattır. ■yleşikler hakkında ise, îmanı Mâlik'ten iki rivayet vardır: Birincisi, iir süre belirlemeden onun da meshetmesinin caiz olduğudur. İkin­cisi, eyleşik olanın mestleri meshetmesinin caiz olmadığıdır.

İmam Mâlik Übey b. Ammare'den rivayet edilen şu hadîsle is-idlâl etmiştir; Übey b. Ammare (r.a.) diyor ki: Resûlüllah'a (a.s,) ■Mestler üzerine meshediyor musun?» diye sordum. «Evet...» dedi. (Bir gün mü?» diye sordum. «İki gün...» buyurdu. Ben, «üç gün?..» üye sordum, «dilediğin kadar...’buyurdu.[52] 

Konuyla ilgili  diğer rivayetler ve tahliller:

Mestler üzerine mesh süresi, yani bunun için belli bir vakit ta-yin edilmesi hususunda Ashab-ı Kirâm'm görüş ve içtihadı farklı­dır : Ömerb. Hattab, Ali b. Ebî Tâlib, İbn Mes'ud, İbn Abbas, îbn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas, Câbir b. Semüre, Ebu Musa el-Âş'ârî ve Muğîre b. Şû'be (Allah hepsinden razı olsun) eyleşik için bir gün, bir gece; yolcu için üç gün, üç gece diye belirlenmiş bir sürenin olduğunu kabul etmişlerdir.

Ebu Derdâ, Zeyd b. Sabit ve Saîd (Allah hepsinden râzi olsun), bunun belli bir süresi olmadığına kail olmuşlardır. İmam Mâlik'in de naklettiği gibi, Resûlüllah'm (a.s.) bazan bu süreyi yedi gün uzattığı görülmüştür. Bunların dayandığı bir diğer delil de şudur: Şam'dan gelen Akabe b. Âmır'e (r.a.), Hz, Ömer (r.a.) sormuş : «Ne zamandan beri mestlerin üzerine meshetmeye başladın?» O da «Yedi gün önce...* diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.)  ona : «Sünnet'e uygun hareket etmişsin» demiştir.

Bu rivayet üzerinde hayli durulmuş ve farklı tesbitler ortaya konulmuştur. Ancak eyleşik için bir gün, bir gece; yolcu için üç gün, üç gece, rivayeti çok daha meşhurdur. O bakımdan ilim adam­larımızın ve müctehid imamların çoğu meşhur rivayetle istidlal et­mişlerdir. Akabe b. Âmir hadîsi ise garip kabul etmiştir. Garip bir hadîs'e dayanıp meşhur hadîs terkedilmez. Hem yolcu için ek­seri müddeti nüç gün, üç gece olduğunda bir bakıma ittifak var­dır.

Câbir el-Cu'fi'nin Hz. Ömer'den (r.a,) yaptığı, bir gün bir ge­ce ve üç gün üç gece rivayeti, meşhur olan rivayete muvafık gel­mekte ve böylece ona kuvvet kazandırmaktadır[53].

Ne var ki, İmam Mâlik, haber-i vahid konusunda Medine hal­kının amelini esas saymış ve ona göre, istidlali uygun görmüştür.

Ebû Cafer et-Tahavi ise Ubey b. Ammare'den yapılan rivayeti şu farklı lâfızla nakletmiştir:

— Ya Resûlellah! Mestler üzerine meshedeyim mi?

Evet... . Bir gün mü, ya Resûlellahl?

. Evet ve iki gün... . iki gün mü ya Resûlellahl? Evet ve üç gün...

  Üç giın mü ya Resûlellah!?

— Evet, buyurdu ve bu yedi defa, denilinceye kadar sürdü. Son­ra Resûlüllah (a.s.) ona «Arzu ettiğin kadar mesnet!» buyurdu[54]

Ebu Cafer et-Tahavî aynı rivayeti iki ayrı tarikten naklen zik­rederek hadîsin kuvvet derecesini belirtmek istemiştir. Sonra bir topluluğun bu rivayetle istidlal ettiğini,   böylece onlara göre mest­ler üzerine hazarda ve seferde meshetmenin belli bir süresi olmadı­ğını söylemiştir.

Ayrıca Akabe b. Amr  (r.a.)'den yapılan rivayeti de yine farklı

bir tesbitle şöyle naklediyor :

«Şam'dan hareket edip Ömer b. Hattab'a (r.a.) geldim. Şam'­dan cuma günü çıkmıştım, Medine'ye de Cuma günü ayak basmış oldum. Hz. Ömer'in (r.a.) huzuruna girdim, ayağımda Mecrimaka-niy   (cinsinden) mest bulunuyordu, Hz. Ömer  (r.a.) bana sordu ■.

— Mestini ne zaman ayağından çıkarmıştın ya Akabe!?

  Cuma günü giyinmiştim ve bugün de Cuma, dedim.

  Sünnet'e uygun hareket ettin, buyurdu.[55].

Ebû Cafer aynı rivayeti iki ayrı tarikden daha naklederek, bi­rinde, sadece «uygun hareket ettin...» sözü yer alıyor, «sünnete uy­gun...» denilmiyor.

Bu rivayetle istidlal edenler, mest üzerine mesh için bir süre­nin belirlenmediğini, çünkü Hz. Ömer'in (r.a.) bu konuda sünnete idikkatleri çektiği söyleniyor.

Bunun hilâfına, diğer ilim adamları, sözü edilen «sünnete uy­gun...» tabirinden, Resûlüllah'm sünneti değil  de,  sahabenin sün­neti olduğunu söylemişlerdir. Çünkü sünnet bazen Resûlüllah'tan, bazan da halifelerinden nakledilir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz, «Size gereken, benim sünnetime ve doğru yolda yürüyen, hi­dâyete eren halîfelerin sünnetine uymaktır...» buyurmuştur.[56]. Ebû Cafer et-Tahavî, mestler üzerine meshetmenm belli bir sü­resi bulunduğuna, yani bunun için belli bir süre tayin edildiğine dair yirmiye yakın hadîs rivayet etmiştir. Böylece  mesh müddeti­nin eyleşik için bir gün, bir gece, yolcu için üç gün, üç gece olduğu hakkındaki rivayet ve görüşlerin ağırlık kazandığına ve şöhret de­recesine ulaştığına dikkatleri çektikten  sonra,  şunu ilâve ediyor : «İşte bu rivayetler ve bizim belirttiklerimiz,    İmam Ebû Hanife ve iki arkadaşının kavlidir...»

Şevkanî ise, Übey b. Ammare'nin hadîsi üzerinde durarak. Ebû Davud'un şöyle dediğini naklediyor: «Bunun isnadında farklı tes-bit ve görüşler vardır, kaviy olmadığı belirlenmiştir.» Buharı de buna yakın bir ifade kullanmıştır. İmam Ahmed b. Hanbel, bu ri­vayetin ricali mâruf değildir, demiştir. Dare-Kutni de aynı rivaye­ti tahrîc ettikten sonra şöyle demiştir: «Bunun isnadı sübut bulma­mıştır. İsnadında şu üç meçhul kimse vardır : Abdurrahman, Mu-hammed b. Yezîd ve Eyyub b. Katan... Rivayet ve isnad bu ölçüde olunca artık onunla istidlal ve ihticac söz konusu değildir.[57]

Ayrıca bu konuda şu sahîh hadîs istidlal ve ihticaca uygun gö­rülmüştür :  «Şüphesiz ki Resûlüllah   la.s.î  Efendimiz yolcu için geceleriyle birlikte üç gün, mukiym için bir gün bir gece, abdest alıp abdestli bir şekilde mestleri giydiği takdirde meshetmeye ruhsat vermiştir.»

Bu hadîsi Abdurrahman b. Ebî Bekre kendi babasından, o da Hz. Peygamber'den (a.s.) rivayet etmiş, el-Esrem kendi Sünen'ine almış, İbn Kuzeyme ve Dare-kutnî tahrîc etmiştir. el-Hattâbî ise, «Bunun isnadı sahihtir» demiştir. İmam Şafiî sahihlemiş, ayrıca İbn Huzayme de «sahîh»tir demiştir.

Ayrıca geniş bilgi için Nasburraye : 1/190'a bakılması tavsiye olunur. [58]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mestler üzerine meshin cevazı için, tastamam abdest alın­dıktan sonra giyilmesi şarttır.

2- Mesh müddeti, eyleşik için bir gün, bir gecedir. Yolcu için üç gün, üç gecedir.

3- Mestleri  mesh süresinin  başlangıcı,  giyildikten  sonra  ab-destin bozulmasıyla başlar.

4- İmam Mâlik'e göre, mesh için belli bir süre yoktur. Yolcu istediği süre meshedebilir. Eyleşik için ruhsat yoktur[59]

 

Mestleri Altına Değil, Üstüne Meshedilir

 

Mestlerin altı yere dokunduğu halde üstü meshedilir. Bunda kolaylık vardır. Hz. Ali'den (r.a.) dinî hükümlerin, kişilerin man­tığına göre olup olmayacağıyla ilgili bir takım şeyler sorulmuştu. O, şu cevabı vermiştir : «Eğer din kişilerin mantığına göre olsay­dı, buna ruhsat verilseydi, ben, mestlerin üstüne değil altına mes-hederdim. Ama Resûlüllah (a.s.) Efendimiz giydiği mestlerin üze­rini meshetmiştir, biz kişisel mantığımıza değil, Resûlüllah'a (a.s.) uyarız ve O'na uymakla emrolunmuşuzdur.»

Konuyla ilgili hadisler:

Muğire b. Şu'be'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Re-jûlüllah (a.s.) Efendimizi mestlerin üzerine meshederken gördüm.»[60].

Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayette şöyle demiştir: «Eğer din dşinin rey'i (görüş ve mantığı) ile olsaydı, mestin altım meshet-nek üstünü meshetmekten daha uygun olurdu. Ama ben, Resûlül-ah (a.s.) Efendimiz'i gördüm, mestlerinin üzerine mesherîiyordu.»[61].

Sevr b. Yezîd'den, o da Recâ, b. Hayve'den, o da Muğîre b. Şu'-be'nin kâtibi Verrâd'dan, o da Muğire b. Şu'be'den (r.a.) rivayet et­miştir. Muğire (r.a.) demiştir ki: «Peygamber (a.s.) Efendimiz mes­tin hem üstünü, hem altını mesnetti.»[62]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Abdest alırken mestlerin üzeri nıeshedilir ve bu farz yeri­ne geçer; yani ayaklan yıkama yerine kaim olur,

2- Mestlerin hem üstünü, hem altını meshetmek caizdir.

3- Din kişilerin re'yine göre değildir. Cumhurun ittifak ettiği görüş muteberdir.

Hadislerin ışığında müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticaclari:

a)    Hanefilere göre:

El parmaklarıyla üç parmak enine ve uzunluğuna eşit gelecek şekilde mestlerin üst kısmını meshetmek farzdır. Şu şartla ki, mesh edilen kısım ayak ile işgal edilmiş bulunsun...

b)    Şâfiîlere göre:

Mestlerin üstünden hangi bölüme denk gelirse gelsin bir mik­tar meshetmek farzdır. İsterse bir tek ıslak parmağı götürüp ge­tirmeden dokundurmuş yani mest üzerine koymuş olsun kâfi ge­lir.[63]

Şafüler bunu başı meshetmeye kıyas ederek ictihadda bulun­muşlardır. Onlara göre, nasıl başın az bir kısmına ıslak el veya par­mağı koymakla farz yerine gelirse, mestleri meshetmekte de bu miktar farzın yerine gelmesi için kâfidir. O bakımdan konç kısma, ökçe kısma, yanlar ve alt kısma ıslak eli dokundurmakla farz yeri­ne gelmez, yani bu bölümlere meshetmek caiz değildir. Topuklar hizasına gelen kısma meshetmek caizdir. Mestler üzerinde kıl bu­lunur da ıslaklığın deriye geçmesine engel teşkil ederse, yapılan mesh sahih olmaz.

c) Hanbelüere göre:

Mestlerin üstünün çoğu kısmım meshetmek farzdır. Alt kısmı­nı meshetmek ise müstehabdır. Abdest aldıktan sonra mestleri mes-hetmeyi unutur da sonra hatırlarsa, sadece meshetmekle yetinir, abdesti yeniden almasına gerek yoktur. Ama süre uzarsa, o takdir­de abdesti iade etmesi menduptur. Bunun gibi, mestleri meshetme-yi unutup o vaziyette namaz kılmışsa, hatırlayınca vakit geçmişse, mest üzerine meshedip namazı iade etmesi gerekir.

d)    Mâlikîlere göre:

Mestlerin üstünü olduğu gibi meshetmek farzdır. Alt kısmını meshetmek ise müstehabdır. Mâlikilerden bazısına göre, alt kısmı­nı meshetmek vâcibdir. Abdest aldıktan sonra mestler üzerine mes-hetmeyi terkederse, o ^vaziyette kıldığı namazı vakit çıkmamışsa iade eder.[64].

Konuyla ilgili diğer rivayetler, görüşler ve tahliller:

Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimi-z'in ıslak parmaklarıyla  mestlerinin  üzerine hat hat meshettiğini görmüştür...» İmam Nevevî, bu rivayetin zayıf olduğunu belirtmiş-r. Câbir (r.a.)'den yapılan rivayette ise, Resûlüllah (a.s.) Efendi-Liz'in kendilerine meshetmeyi öğrettiği kişilere, elleriyle mestlerin kısmından başlayarak bilekle topuğun birleştiği kısma kadar ıeshedilmesini gösterdiği, belirtilmiştir ki, parmakların arasını aça-kk bir defa sürdüğü ifade edilmektedir.

Hafız İbn Hacer, bu hadîsin isnadının zayıf olduğuna dikkatle-i çekmiş ve şöyle demiştir: «Anladım ki, mestlerin keyfiyet ve ke­miyeti hakkında itimad edilen bir hadis vârid olmamıştır.»[65].

I Muğire b. Şu'be'den (r.a.) rivayet edilen 662 no'lu hadis hak­lında Bülûğul-merâm sarihi Sıddîk Hasan Han diyor ki: İmam hrmizî bu rivayeti yaptıktan sonra şöyle demiştir: «Bu hadîs ma'-juldür.[66]. Nitekim Ebû Zer'â'dan ve Muhammed'den bu hadis hakkında sorduğumda şöyle dediler: «Sahîh değildir. Çünkü Mu­ğîre'nin kâtibinden rivayet edilmiş, hadîs metninde Muğîre'nin Pey­gamber   (a.s.)  Efendimiz'den işittiği belirtilmemiştir.[67].

el-Esrem'in Ahmed b. Hanbel'den yaptığı rivayette ise, Ahmed b. Hanbel'de bu hadîsin zayıf olduğunu belirtmiştir.

Abdurrahman b. Mehdi ise bu hadîsi İbn Mübarek'den, o da Sevr'den rivayet etmiştir. Sevr ise şöyle demiştir : «Ben Recâ'dan jduydum, o da Muğîre'nin kâtibinden rivayet etmiş, fakat kâtibin de Muğîre'den rivayet ettiğini belirtmemiştir. O yüzden hadîs «mursel» oluyor.

Böylece mestlerin hem altını, hem üstünü meshetmek hakkın­daki rivayet zayıf olduğu ortaya çıkmış bulunuyor. O bakımdan is­tidlale pek uygun görülmemiştir. Sahîh hadîsler ise, meşru' olan meshin mestin üstüne yapılanıdır, altına değil... Nitekim es-Sevri, Ebu Hanîfe, el-Evzâî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmam Mâlik, İmam Şafiî ve bu ikisinin arkadaşları, ayrıca Zührî ve İbn Mübarek yukarıdakilerin hilâfına hem üstüne, hem altına meshe-dilir demişlerdir. Ashab-ı Kirâm'dan Sa'd b. Ebî Vakkas ve Tabiîn'-den Ömer b. Abdülaziz'in de içtihadı bu doğrultudadır. Ancak ge­rek İmam Mâlik, gerek İmam Şafiî böyle ictihad etmekle beraber mestlerin sadece üstüne meshetmeyi kâfi görmüşler, alt kısmına meshedilmediği takdirde bir şey lâzım gelmiyeceğini söylemişler­dir. Hatta İmam Mâlik, «kim mestlerinin yalnız altına mesheder de üstünü terkederse, kâfi gelmez, vakit içinde veya dışında kıldığı na­mazı iade etmesi gerekir. İmam Şafiî'den de meşhur olan rivayet, bu anlamdadır; yani sadece üstüne 'meshetmekle yetinmek kâfidir, farz yerine gelmiş olur. [68]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Mestlerin üstüne meshetmek farzdır ve farzın yerine gel­mesi hususunda kâfidir.

2- Mesh, ıslak elin içiyle ayakların uç kısmından    yukarıya doğru sürtülerek çekilir.

3- Mestlerin üstüne meshedilirken altına meshetmekte bir sa­kınca yoktur.  (Bu İmam Şafiî ile îmam Mâlik'in içtihadıdır.)

4- Sadece ıslak eli mestlerin üstüne koymakla da mesh yapıl­mış olur. [69]

 

Abdesti Bozan Şeyler

 

Abdest iç ve dış temizliğini birarada gerçekleştiren ilâhî emir­lerden biridir. Mü'minin mi'racı sayılan namaza böylesine bir te­mizlikle başlamak kadar tabii ne olabilir? Çünkü Cenâb-ı Hak, her türlü ta'zîme, ihtirama, sevgiye ve saygıya lâyıktır. O iyice temizle­nen kullarını çok sevdiğini açıklayarak imân ehlinin tertemiz bir hayat sürmelerini dilemiştir. Bizi ve melekleri tiksindiren küçük ve büyük abdest bozma, sözü edilen temizliği zedelemektedir; o bakım­dan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ön ve arkadan çıkan herhangi bir şey abdesti bozar, buyurarak genel bir ölçü vermiştir. Bu ölçü doğ­rultusunda abdest bozulduğu takdirde, namaz kılabilmek, Kur'ân'a el sürmek, Kabe'yi tavaf etmek için yeniden abdest almak gerekir. Çünkü bu amellerin hepsi muhteremdir ve ilâhî beyândan alınma­dır.

Konuyla ilgili hadîsler :

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) îEfendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir :

«Sizden biri, abdesti bozulduğu zaman abdest almadıkça Allah onun namazını kabul buyurmaz.»

Bu rivayet üzerine Hadramevt halkından bir adam, «Hades (abdestsizlik) nedir, ya Ebâ Hüreyre!?» diye sordu. O da şöyle ce­vap verdi: «Sessiz veya sesli yellenmektir.»[70].

Mesh hakkında Safvan'dan rivayet edilen hadiste ise «lâkin dışkıdan, idrardan ve uykudan (dolayı abdest bozulur),» denilmiş­tir. İleride bunu belirteceğiz.

Ma'dan b. Ebî Talha'dan, o da Ebû Derdâ'nın yaptığı rivayette demiştir ki: «Peygamber (a.s.) Efendimiz küstü ve hemen arkasın­dan abdest aldı.»

Râvî Ma'dan devamla diyor ki; Dimeşk camimde Hz. Sevbân'la karşılaştım ve bu hadisi ona söylediğimde şöyle karşılık verdi : «Ebû Derdâ doğru söylemiştir. (O gün) ben, Resûlüllah'm abdest suyu­nu döküyordum...»[71].

Tirmizî, bu babda en sahih rivayet de budur! Demiştir.

İsmail b. Iyâş'dan, o da İbn Cüreyc'den, o da İbn Ebî Müleyke'-den, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayetle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'-in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Kime namazda kusmak veya burun kanaması veya boğazımdan (ağız dolusu kusmuk ve benzeri bir) şey gelir veya mezyi isa­bet ederse, namazı bırakıp hemen gidip abdest alsın; sonra da o vaziyette konuşmayarak namazını kalan yerden bina edip tamam­lasın».[72].

Enes (r.a.)'den yapılan rivayette, demşîtir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kan aldırdı, abdest almadan namaz kıldı ve kan aldırdı­ğı yerden başkasını yıkamadı.»[73].

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;

1- Namaz ancak abdestli halde kılınır. Abdesti bozulan kimse yeniden abdest almadıkça, Allah onun namazını kabul etmez. Kıl­dığı namaz caiz olmaz.

2- İster sessiz, ister sesli olsun yellenmek abdesti bozar.

3- Dışkı ve idrardan dolayı abdest bozulur,    bunlar ister az çıksın, ister çok çıksın farketmez.

4- Uyku da abdesti bozan sebeplerden biridir.

5- Kusmak da abdesti bozar.

6- Namazda kusmak, burun    kanaması veya benzeri bir se­bepten abdesti bozulan kimse namazı kaldığı yerde bırakıp konuş­madan, oyalanmadan abdest alırsa, gelip yarıda kalan namazı kal­dığı yerden kılıp tamamlar.

7- Kan aldırmak abdesti bozmaz.    .

Hadîslerin ışığında müctehid imamların tesbit, ictihad, istinbat, istidlal ve yorumlan:

a)    Hanefüere göre:

Abdesti «hades» bozar. Hades iki kısma ayrılır, hakikî ve hük­mî. Hakikî hades hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. îmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve îmam Muhammed'e göre, diri kim­seden necisin çıkmasıdır. Bu ister ön ve arka gibi tabii yollardan; isterse yara, bereden, ağız ve burundan kan, kusmuk ve benzeri şey çıksın farketmez.

Ön ve arkadaki tabii yollardan çıkan şeyler ister idrar, dışkı, mezyi, vedyi,  ayhali kanı ve loğusa kam gibi mutad şeyler olsun;

isterse bir damar çatlaması neticesi çıkan kan olsun farketmez. Çün-ti hadîsler bu hususta genel ve özel ölçüde bilgi vermektedir. Ebü taıame el-Bahilî'den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki: «Resû-illah (a.s.) Efendinıiz'in yanma girdim ve kendisine (mevcut yiye-skten) avuçlayıp bir avuç takdim ettim. Onu yedikten sonra nıü-zzin geldi. Ben de «abdest... ya Resûlellah!» dedim. Bunun üze-ine şöyle buyurdu: «Bize abdest ancak çıkan şeyden dolayı gere-ir, giren şeyden dolayı değil...»[74].

Bu ifadeyle Resûlüllah (a.s.) bedenden çıkan şeyleri umum mâ­ada kullanmıştır. Diğer bazı hadîslerde ise abdesti bozan şeyler ıüteferrik olarak beyân edilmiştir.

Böylece Hanelilere göre, idrar ve dışkıdan çıkan şey isterse az ir şey olsun mutlaka abdesti bozar. Çünkü içden dışa bir çıkış ve lahrecin çıkış noktasında beliriş söz konusudur. Mahreçlerin başı »edenin zahirinden sayılır. Çıkan şey ister etrafa yayılsın ister ya-ılmasın. akıntı. halinde olsun, olmasın farketmez. Bunun gibi mez-1, vedyi, meni, ayhali kanı ve loğusalık kanı ile bir damar çatla-nasından dolayı akan kan da necis sayılır, bunların az miktarda La olsa, dışarı çıkması abdesti bozar. Ayhali ile loğusa kanından naksat, kadın abdestli iken yeni akmaya başlayanıdır, yani ayha-inin başlaması anında gelen kandır. Ayhali başladıktan sonra za-en kadın hep abdestsiz sayılır ve o vaziyette namaz kılması haram-lır. Aynı zamanda tabii yoldan çıkan ve aslında necis olmayan aş ve benzeri şeyler de necasetin bulunduğu mahreçten geldiği çin necis sayılır ve abdest bozulur.

Arkadan çıkan yel, haddi zatında temizse de necis bulunan bir geldiği için o da abdesti bozar.

Tenasül aletinden ve kadının fercinden çıkan yel, zahir rivâye-;e göre abdesti bozmaz. İmam Muhammed'e göre bozar. İmam Ker-aî'ye göre de bozmaz.

Kusuntuya gelince, ağız dolusu olduğu takdirde abdesti bozar, daha az olursa bozmaz. İmam Züfer'e göre, kusuntu az olsun, çok

olsun abdesti bozar.

Bunlar gibi, uyku da abdesti bozan sebeplerden biridir. Yukarıdaki hadîste buna işaret edilmiştir. İster namazda, isterse namaz dışında uzanık bir halde uyuyan kimsenin abdesti bozulmuş kabul edilir. Bu husustaki delillerden biri de İbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayettir ki, İbn Abbas şöyle demiştir: «Resûlüllah (a.s.) namazda iken (gece namazı olduğu kuvvetle muhtemeldir) uyudu, o kadar ki derin nefes ve horultusu işitildi. Sonra (namazı kılıp) şöyle bu­yurdu : «Ayakta, rükû'da', secdede, oturmuş halde uyuyan kimseye abdest gerekmez; abdest ancak uzamk halde uyuyana gerekir.»[75].

b)    Şâfiîlere göre:

Hadesin sebepleri, yani abdesti bozan sebepler dört grupta top­lanmıştır :

1- Ön ve arkadan meni dışında çıkan bir şey.

Bu ister gözle görülen bir madde olsun, ister görülmeyen bir şey olsun farketmez. O halde yellenmek de abdesti bozan sebepler­den biridir. Ön ve arkadan çıkan şey, ister necis olsun, ister olma­sın farketmez, her iki durumda da abdest bozulur.

2- Mak'âdın yerle bitişip iyice yerleşmesi halinde uyumak dı­şında herhangi bir sebeple akim zail olması.

Akim zail olmasının bazı sebepleri vardır : Belirttiğimiz durum dışında uyumak, cinnet getirmek, iyice sarhoş olmak ve bayılmak bu cümledendir. O halde mak'âdım iyice yere dayayıp yerleştirme­den uyumak, cinnet getirmek, sarhoş olmak ve bayılmak abdesti bozar.

3- Erkekle kadının tenlerinin     birbirine   dokunması,  Kişinin mahremi, yani nikâhı kendisine haram olan yakım bu genelleme-.nin dışındadır. İki cinsin tenlerinin birbirine dokunmasıyla ikisinin de abdesti bozulur. En zahir kavi de budur. Bir de henüz iştiha ça­ğma girmemiş kız'm tenine dokunması abdesti bozmaz. Ayrıca sa­ça, dişe ve tırnağa dokunmak da abdesti bozmaz. Çünkü bunlar de­ri kapsamına girmez.

4- El ayasıyla, ister erkek, ister kadın, ister kendi nefsinin, is­ter başkasının cinsel organına dokunması, da abdesti bozar, Parmak aralarının, elin üst kısmının dokunması abdesti bozmaz.[76].

c)    Hanbelîlere göre:

Ön ve arkadan dışarı çıkan her şey abdesti bozar. îki tabii yol-jdan çıkan şeyler, mutad ve gayr-i mutad olmak üzere iki kısımdır. [Mutad olanları, idrar, dışkı, menî, mezyi, vedyî ve yellenmektir. [Bunların dışarı çıkmasıyla abdestin bozulacağında icma' vardır, îbn Münzîr'de aynı hususu belirtmiştir. Gayr 4 mutad olanları ise, kan ,kurt, küçük taş, kıl ve benzeri şeylerdir Bunlardan birinin dı­şarı çıkmasıyla abdest yine bozulur.

Sevri, Şafiî, îshak ve rey tarafdarları da aynı görüştedirler. İmam Mâlik ise, bunların nadirattan olduğunu dikkate alarak ab­desti bozmayacağını söylemiştir.

 Cinsel organlardan dışarı çıkan hava da Hanbelîlere göre ab-[desti bozar.[77]

Yine bu mezhep imamlarına göre, kişi ne vaziyette bulunursa ı bulunsun uyuduğu takdirde abdesti bozulur, ancak çok az bir uyku bozmaz ki bundan uyuklama kasdediliyordur. Onlardan bazısı ise bu az uyuklamayı ayakta veya oturarak bir vaziyette takyid etmiş­tir.

d)    Mâlikîlere göre:

Hafif bir uyku, uyuklama dışında uyku ne vaziyette olursa ol­sun abdesti bozar. Ancak mak1 âdının altına mahreci kapatacak şe­kilde bir minder veya bez parçası yerleştirir de öylece oturarak uyursa abdest bozulmaz, ama bu vaziyetteki uyuma uzun sürerse bozulur.[78].

Cinnet getirmek, bayılmak, sarhoş olmak ve uyumak aklın zail olmasına neden olduğundan abdesti bozar. Bunda icma' vardır. Rid-det (dinden çıkıp murtedd olmak) da bu mezhebe göre abdesti bo­zar. Kahkahayla gülmek abdesti bozan sebeplerden biri değildir.

Elin cinsel organa dokunması hakkında İmam Ahmed'den iki rivayet vardır : Birincisine göre, abdesti bozar; ikincisine göre, boz­maz.   

Aşırı kusmak, aşırı derecede kan akması ve yaradan fazla mik­tarda kurt - parazit çıkması hakkında şu genel kaideyle amel edilir: On ve arkanın dışında kalan herhangi bir yerden kan çıkar, mev­cut yarada parazitler oluşup düşmeye başlar, fazla miktarda kusmak gibi şeylere dikkat edilir, necis olanları abdesti bozar, olma­yanları bozmaz. İmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre bun­lardan fahiş miktarda olanlar bozar.[79]

Konuyla ilgili rivayetler, görüşler ve tahliller •

668  no'lu hadîsin sıhhati üzerinde yorum yapan olmamıştır. O bakımdan istidlale ve ihticaca şayan görülmüştür.

669   no'lu hadîs'i ayrıca     İbıı Carud, Ibn Hibbân, Dâre-Kutni, Beyhakî' Taberânî, Hâkim ve İbn Mende az bir değişiklikle rivayet etmişlerdir, şöyleki:  «Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz kustuktan sonra (orucunu bozupî iftar etti...» Râvî Ma'dan diyor ki: «Dimeşk mes­cidinde Sevbân (r.a.)  ile karşılaştığımda ona dedim ki, Ebû Derdâ (r.a.) bana şöyle haber verdi...» Bunun üzerine Hz. Sevbân  (r.a.). «Ebû Derdâ doğru söylemiştir. O sırada ben, Resûlüllah'm (a.s.) ab­dest suyunu döküyordum.»

İbn Mende bu hadisin isnadının sahih ve muttasıl olduğunu kaydetmiştir. Buharî ve Müslim bunun isnadında ihtilâf vaki oldu­ğu için kendi kitaplarına almamışlardır. Tirmizî bu konuda diyor ki: «Hadîsi, Hüseyin el-Muallim tecvîd etmiştir.» Ne var ki, hadîs üzerinde hayli ihtilâf söz konusudur. O bakımdan Beyhakî, bunun isnadında ihtilâf vardır, demiştir. Diğer bir yerde ise, isnadında ız-dırab bulunduğunu söylemiştir. O bakımdan ihticaca uygun değil­dir, diye ilâve etmiştir.

O bakımdan müctehid imamların kusuntu hakkındaki görüş­leri farklıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, îmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları ağızdan çıkan kusuntunun mide'den gelmesini, bir de­fada ağız dolusu olmasını abdesti bozan sebeplerden biri olarak be­lirtmişlerdir. İmam Şafiî ve arkadaşları, kusuntunun abdesti bo­zan sebeplerden biri olmadığına hükmetmişlerdir.

670  no'lu hadîsin muallel olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. Çünkü İsmail b. Iyâş, Hicazlı olan îbn Cüreyc'den rivayet etmiştir ki, onun, sözü edilenlerden rivayeti genellikle zayıf kabul edilmiş­tir. Ebû Hatim ise, «Ismâüün rivayeti hatalıdır», derken, İbn Mâîn, onu zayıflar arasında zikretmiştir. Beyhaki bu hadîs için, en uygun olanı, mursel  sayılmasıdır. Böylece senedinden bir sahabinin düş­tüğü sanılmaktadır. Süleyman İbn Erkam ise bunu merfu'an riva­yet etmişse de bu zât metruktür.

Bu konudaki rivayeti Dare-Kutnî, İbn Âdiy ve Taberânî şu lâ­fızla nakletmişlerdir: «Sizden biriniz namazda iken burnu kanar­sa, namazdan ayrılıp akan kanı yıkasın, sonra da abdestini iade et­sin ve namazına yönelsin!»

Hafız İbn Hacer, râvîlerin arasında Süleyman b. Erkanı bulu­nuyor ki, bu zât metruktür, diyor.[80]

Böylece hadîs üzerinde hayli farklı görüşler ortaya çıktığından müctehid imamlar ve diğer ilim adamlarının görüşleri de farklı ol­muştur. Yukarıda kısmen açıkladığımız gibi, İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve İshak akan kanın abdesti bozan sebeblerden biridir, demişlerdir. Ancak burundan veya vâcudun herhangi bir yerinden çıkan kanın akıntı yapacak kadar olması şarttır, İbn Abbas, İmam Mâlik, İmanı Şafiî, İbn Ebî Evfâ, Ebü Hüreyre, Cabir b. Zeyd, İbn Müseyyeb, Mekhul ve Rabi'a (Allah hepsinden razı olsun) kanın abdesti bozmayacağını i ifade etmişlerdir.

; 671 nolu hadîsi aynı zamanda Beyhakî de rivayet etmiştir. Ha-1 fız îbn Hacer bu hadîsin isnadında Salih bin Mukatil bulunuyor ki: bu zat zayıftır, demiştir. Nevevİ onu zayıflar faslında zikretmiştir.

Hadîsin açık delâletinden, vücuttan çıkan kanın abdesti bozma­yacağı anlaşılıyorsa da, kuvvetli bir ihtimalle bundan maksat az bir kanın çıkması söz konusudur. Nitekim Ahmed b. Hanbel bu an­lamda ictihadda bulunmuştur. Maksadın az kan olduğunu kuvvet­lendiren bir başka rivayeti, Dare-Kutnî'nin Ebu Hüreyre'den (r.a.) merfu'an. rivayet ettiği şu hadîstir : Kanın bir damla, iki damlasın­dan dolayı abdest gerekmez, meğerki akıntı yapan bir kan olsun..»

Ancak bu hadîsin râvilermden biri Muhammed b. Fazıl b. Atıy-ye bulunuyor ki, bu zat mekrûktur. Hafız İbn Hacer de onun zayıf olduğunu söylemiştir. Ahmed b. Hanbel, «onun hadîsi, yalancı gu­rubun hadisidir» demiştir.[81]

îbn Abbas (r.a.)'dan rivayet edilen, «Kan aldırmanın izini kan aldırılan yerden yıkayıp gidermen senin için yeterlidir,» mealinde­ki hadîsle daha çok İmam Şafiî istidlal ve ihticacda bulunmuştur. [82]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ön ve arkadan çıkan her şey abdesti bozar.   Ancak İmam Mâlik'e göre mutad olmayan şeylerin çıkması abdesti bozmaz. Ah­med b. Hanbel'e göre, mutad, gayr-i mutad çıkan her şey abdesti bozar.

2- Vücuttan çıkıp akan kan abdesti bozar. İmam Şafiî'ye gö­re, kan, irin ve benzeri şeylerden dolayı abdest bozulmaz.

3- Uyumak da abdesti bozar. İmam Mâlik'e göre, mak'âdmı iyice oturtulmuş bir minder veya bir beze dayanıp mütemekkin bir vaziyette uyumak dışında diğer bütün uyku halleri abdesti bo­zar.

4- Kusmak ağız dolusu olup bir defada çıkarsa abdesti bozar. İmam Şafii'ye göre bozmaz,

5- Kan aldırmak abdesti bozmaz. [83]

 

Namazda Uyumak veya Uyuklamak Abdesti Bozabilir  mi?

                 

Namaz, kulun Allah'ına karşı ubudiyet makamında üstün say­gısını, ta'zîm ve tekrîmini ifade eder. O bakımdan son derece uya­nık ve edeb üzere bulunmayı icap ettiren bir ibâdettir. Namazdan önce abdestin emre dilme sinin sayısız yararlarından biri de, uyu­şukluğu atmak, kan dolaşımım ayarlamak, sinir sistemini düzene sokup uyanık ve zinde bir halde ilâhî huzurda durmayı sağlamak­tır. Bununla beraber bazen yorgunluk, uykusuzluk ve benzeri şey­lerden veya fazla yemek yemekten dolayı namazda insana uyukla­ma gelir, Bazan da kısa bir süre uyumuş olunabilir. O takdirde ne lâzım gelir?

Konuyla ilgili hadîsler ve onların ışığında müctehid imamların görüş ve ictihadları bu soruyu cevaplamaktadır :         

Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendi-jniz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir •

«Göz kıçın bağıdır. Artık kini uyursa abdest alsinl»[84]. l      Muâviye (r.a.)'den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efen-kimiş şöyle buyurmuştur:

«Göz kıçın bağıdır. Gözler uyuduğu zaman bağ çözülür.»[85].

Safvan b. Âssal (r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, biz seferde bulunduğumuz zaman ayaklarınuzdaki mestleri geceleriyle birlikte üç gün çıkarmamamı­zı, ancak cenabetten dolayı çıkarmamızı bize emrederdi. Dışkı, id­rar (gibi tabii ihtiyaçları gidermeden) ve uyumaktan dolayı çıkar­mamamıza söylerdi.»[86]

Hadîslerin  açık delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Uyumak abdesti bozar.

2- Yolculuk halinde üç gün, üç gece mestler üzerine meshe-dilir. Ancak cenabetten dolayı mestlerin çıkarılması gerekir. Diğer tabii ihtiyaçların giderilmesi veya uyku uyunması sebebiyle abdest-bozulunca mestleri çıkarmaya gerek yoktur, belirlenen süre içinde diğer aza yıkanırken onlar üzerine meshedilir.

3- Böylece uyku da abdesti bozan sebepler arasında buluhu-yordur.

4- Abdestli iken uyuyan kimse, ister iıamaz dışında, ister na­maz içinde olsun, bazı haller müstesna abdesti bozulur.

Hadîslerin ışığı altında müctehid imamların görüş,  ictihad ve 'istidlalleri;

Bu hususu az önce imamların görüşünü naklederek kısmen ol-sm aydınlatmıştık, önemine binaen biraz daha izahta bulunmamız gerekiyor:   

a)    Hanefîlere göre:

Gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında uzamk bir halde uyumak mutlaka abdesti bozar. Fukahanm bu hususta farklı gö­rüşü yoktur.[87].

b)    Hanbelîlere göre:

Kişi hangi vaziyette bulunursa bulunsun, çok az hafif bir uyku dışında uyuması mutlaka abdesti bozar.[88]

c)    Şâfiüere  göre:

Mak'âdmı iyice yere oturtup uyumanın dışında diğer vaziyet­lerde vaki olan uyku abdesti bozar,

d)    Mâliküere göre:

Ağır ve uzun uyku abdesti bozar, uyuyan hangi vaziyette bulu­nursa bulunsun farketmez. Ama hafif bir uyku abdesti bozmaz. Ancak ağır uyku hâlinde mat'âdının altına bir minder veya bez yerleştirip öyle oturup   uyumuşsa,   o takdirde   abdesti   bozulmaz.[89].

Bu konuda diğer rivayetler, görüşler ve tahliller: 679 nolu Hz. Ali  (r.a.)  hadîsiyle, 680 no'lu Muâviye  (r.a.)  ha­dîsi hakkında İmam Ahmed b. HanbeVden sorulduğunda şöyle de­miştir •. «Hz. Ali'nin hadisi daha çok sübut bulmuş ve daha çok ka-

viydir.»

680 no'lu hadîsi aynı zamanda Darekutnî ile Beyhakî'de riva­yet etmişlerdir. Ancak isnadında Bakıyye, Ebubekir b. Ebî Meryem'­den rivayet etmiştir ki, bu zat zayıftır.

Ebû Hatim, her iki hadîsin de zayıf olduğunu belirtmiştir, el-Münzirî ise, İbn Salah ve Nevevî'niiı görüşü doğrultusunda Hz. Ali'­nin hadîsinin hasen olduğunu söylemiştir.

İmam Şevkanî bu hadislerin ve diğer rivayetlerin ışığında ilim adamlarının sekiz sınıfa ayrıldığını söyleyerek, her birlerinin görü­şünü şöyle açıklamıştır:

Birinci mezhep: Kişi hangi durumda bulunursa bulunsun, uy­ku abdesti bozmaz. Bu, ashabdan Ebû Musa el-Aş'ârî'den Tabiînden

Saîd b. Müseyyeb'den Ebû Miclez, Humeyd el-A'rac ve Şia'dan nak-bdilmiştir. Şiâdan maksad. imamiyye mezhebidir.

Bunlar Hz. Enes'ten (r.a.) rivayet edilen şu hadîsle istidlal et-tıişlerdir: «Resûlülîah (a.s.) Efendimizin ashabı son işâyı bekler-ien (uyukîayıp) başları sallanırdı, sonra da kalkıp abdest alma-lan namaz kılarlardı.»[90].

İkinci mezhep : Uyku az olsun çok olsun, hemen her durumda abdesti bozar. İmam Nevevî diyor ki •, Bu Hasan el-Basrî'nin, Mü­zeni, Ebû Ubeyd b. Kasım Selâm, îshab b. Rahûye'nin mezhebidir. 3u manâda İbn Abbas'dan (r.a.) ve Ebû Hüreyre'den rivayet yapıl­mıştır.

Bunlar Hz. Ali, Muâviye ve Safvan b. Âssal'm (Allah hepsinden razı olsun) hadîsleriyle istidlal etmişlerdir. Nitekim Hz. Ali'den ya­pılan bir rivayette şöyle demiştir; «Kim uyursa abdest alsın!..»

Üçüncü mezhep: Çok uyku her halde ve durumda abdesti bo­zar. Azı ise bozmaz. İmam Nevevî diyor ki : «Bu, Zührî'nin, Rabi'a ve Evzâî'ııin, İmam Mâlik'in ve iki rivayetten birine göre, İmam Ah-med'in mezhebidir. Bunlar da 685 no'lu Enes hadîsiyle istidlal et­mişlerdir. Ayrıca, «Kim uykuyu hakkederse kendisine abdest gere­kir,» mealindeki hadîsi kendilerine sened seçmişlerdir.

Dördüncü mezhep : Rükû1, secde, kıyam, kuûd durumlarından bir durum üzere uyumak, ister kişi namazda olsun, ister namaz dı­şında olsun abdesti bozulmaz. Ama yanüstü ve sırtüstü uyursa ab­desti bozulur.

İmam Nevevî diyor ki: «Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin, Davud'un ve bir rivayette- Şafiî'nin mezhebidir. Ancak Şafiî'nin mezhebidir denilmesi garip karşılanmıştır.»

Bunlar daha çok şu hadîsle istidlal etmişlerdir: «Kul secdede iken uyursa, Allah onunla meleklerine karşı iftihar eder.» Yani ku­lunun bu güzel halini meleklerine över.[91].

Hadîsi Beyhakî rivayet etmiş . ve zayıf olduğunu belirtmiştir. Ancak imamların bundan başka dayandıkları bazı rivayetler daha vardır.

Beşinci mezhep: Abdesti,, ancak rükû' ve secdede olanın uyu­ması bozar. İmam Nevevî diyor ki: «Bunun bir benzeri Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilmiştir. Ayrıca bu mezhebin görüşünü el-Bedrü't-Tamam sahibiyle Sübülü's-Selâm sahibi şu lâfızla açıkla­mışlardır : «Uyku abdesti bozar, ancak rükû' ve secdede uyuyanın uykusu bozmaz» cümlesinin başındaki olumsuzluk ifade eden (Lâ) harfini zikretmemişlerdir. Müslim şerhinde ise (Lâ) edatıyla nak­ledilmiştir.

Altıncı mezhep:

Abdesti ancak secdede olanın uykusu bozar, diğer uykular boz­maz. İmam Nevevî diyor ki: «Bu da İmam Ahmed'den rivayet edil­miştir. Çünkü secde hali yellenmeye çok daha müsaittir.»

Yedinci mezhep :

Namazda hangi hal üzere bulunursa bulunsun uyuması abdes­ti bozmaz. Ama namaz dışında uyumak abdesti bozar. el-Bahr ki­tabında bu görüş Zeyd b. Ali'ye ve Ebû Hanîfe'ye nisbet edilmiştir. Bunlar da «Kul secdede iken uyursa, Allah onunla meleklerine kar­şı iftihar eder...» mealindeki hadîsle istidlal etmişlerdir.

Sekizinci mezhep : Mak'âdı iyice yere oturtulmuş bir halde otu­rarak uyursa, ister az olsun, ister çok olsun uyuması abdesti boz­maz. Aynı zamanda bu durumda ister namaz içinde bulunsun, is­ter dışında olsun farketmez.

İmam Nevevî diyor ki : «Bu, İmam Şafiî'nin mezhebidir. Çünkü ona göre uyku bizatihi abdest bozucu değildir, sadece o yellenme­nin bir delilidir. Bunların delili, Hz. Ali'nin, İbn Abbas'm ve Muâvi-ye'nin rivayet ettikleri hadislerdir.[92]

685nohı hadîste ashab-ı kirâm'm son işâyı beklerden uyukla-yıp başlarının ileri geri gidip geldiği rivayetine gelince, bu, onların mak'âdları üzerine mütemekkin oldukları halde oturduklarına ve bu vaziyette abdestin bozulmasının söz konusu olamıyacağma delâ­let etmektedir.

Böylece rivayetlerin tamamından şu sonuç çıkmaktadır : Uyku bizatihi abdest bozucu değildir, yellenmeye sebeb olduğu için onu bu vasıfla anmışlar. Nitekim îbn Abbas (r.a.)'dan yapılan rivayet­te, demiştir ki : »Resûlüllah (a.s.) Efendimiz uyudu, o kadar ki, hafif horlamasını işittim. Sonra kalkıp abdest almadan namaz kıldı.»

bu hadîs sahîh kabul edilmiştir, ancak bilindiği gibi, peygamberle­rin gözleri uyur ama kalbleri uyumazdı. O bakımdan Resûlüllah j(a.s.) Efendimiz hem mütemekkin oturur, hem de kendinden ha­berli bulunurdu. Diğer bir yorumla, bu gibi haller O'nun özellikle-rindendir, ümmete teşmil edilmez.

Sahih kabul edilen bu hadîs de, uykunun bizatihi abdest bozu­cu olmadığına delâlet etmektedir.

Uyku gibi, cinnet, sarhoşluk, baygınlık da abdesti bozan sebep-iler arasında zikredilmiştir. Çünkü o vaziyette bulunan kişi hem kendini, hem abdestini kontrol etmekten çok uzaktır.

Yezîd b. Abdurrahman'dan yapılan rivayette ise, yine bu manâ ve hükmü kuvvetlendirir anlamda beyân mevcuttur. Adı geçen, Ka-tade'den, o da Ebû Âliye'den, o da İbn Abbas (r.a.)'dan naklen Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir. «Sec­de halinde uyuyan kimseye yanüstü uzanmadıkça abdest gerekmez. Çünkü uzandığı zaman mafsalları gevşeyiverir.»[93].

Râvî Yezid, ed-Dâlânî olarak bilinir. îmam Ahmed onun riva­yeti hakkında lâbe'se» demiştir. İlim adamlarından bazısı, irsal yap­tığı için onun hadîslerini zayıf saymışlardır.

Aynı hadîsi az farkla Ebû Dâvud, Tirmizî ve Dârekutni şöyle rivayet etmişlerdir : «Oturak bir halde uyuyan kimseye abdest gerekmez-, abdest ancak uzanarak uyuyana gerekir. Çünkü uzanarak uyuyan kimsenin mafsalları gevşeyiverir.» Beyhakî ise şu lafızla tahrîcde bulunmuştur : «Yanını yere uzatmadığı takdirde oturarak veya ayakta veya secdede uyuyan kimseye abdest vâcib olmaz.»

Hem Tirmizî, hem Ebû Dâvud bu hadîsin zayıf olduğuna dik­katleri çekmişlerdir. Tirmizî el-Ilel'de bunu zikretmiştir.

Zeylâî bu hadîs üzerinde dönüp dolaşan görüşleri bir bir nak­lettikten sonra hadîsin bu şekliyle sahih olmadığını, Muhammed b. İsmail'den sorulunca, «lâ şey'e» dediğini, Ahmed b. Hanbel.in Ne-sâî ve İbn Maîn'in «lâ be'se» dediklerini belirtiyor ve netice mâna yönünden sahîh olduğuna işarette bulunuyor.[94].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaz içinde  ve  dışında ayakta, secdede ve mütemekkin Vaziyette otururken uyumak abdesti bozmaz.

2- Uzanık bir halde uyumak abdesti bozar. [95]

 

Kadına El Sürmekten Dolayı Abdest Gerekir mi?

 

Canlı varlıklarda erkekle dişi arasında bir takım bağlar vardır ki bu doğuştan onda mevcut olan cinsel duygudan kaynaklanır. Er­gen olmuş erkeklerle kadın arasındaki cinsel cazibeyi anlatmaya gerek görmüyoruz. Tenlerinin birbirine dokunmasıyla cinsel bir elektriklenmenin meydana gelmemesi pek düşünülemez. Bu da bir takım kötü niyetlerin doğmasına, doğan kötü niyetlerin açığa çık­masına neden olabilir. İslâm Dini, herkesin namus ve şerefinin, haysiyet ve itibarının kutsal olduğunu, hiç kimsenin buna saldır­masına cevaz vermediğini çeşitli vesilelerle açıklamıştır.

O bakımdan nikâhı kendine düşen bir kadınla, kadın ise bir erkekle el sıkışması yasaklanmıştır. Aynı zamanda abdestli bulu­nan kadın ve erkeğin tenlerinin birbirine dokunmasıyla abdestle-rinin bozulacağına dikkatleri çekerek, özellikle kadınları her türlü saldırı ve kötü niyetten koruyup uzak tutmuştur.

Bu konuyla ilgili Kur'ân'daki şu âyet de müctehid imamların ihticac ve istidlaline dayanak gösterilir:

«Ey imân edenler! Sarhoş iken —ne dediğinizi bitinceye kadar— cünüp iken —yoldan geçmeniz müstesna— gusledinceye kadar na­maza (ve mescide) yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz, sizden biriniz tabii ihtiyacını gidermekten gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız, bu durumda su da bulamanuşsamz, temiz bir top­rağa teyemmüm edip yüzlerinize ve ellerinize sürün... Şüphesiz ki Allah çok affedici ve çok bağışlayıcıdır.»  [96].

«Kadınlara dokunmuşsanız» cümlesiyle terceme ettiğimiz «Lâ-mestüm» fiilini, «Lemestüm» şeklinde de okuyanlar olmuştur. Lems sözlükte el dokundurmak, eli bir   yere sürmektir.   Araplar   ara­mda kinaye  olarak cinsel temas anlamında da kullanıldığı vâki-ir. İmam Şafii bunu hakikî mânasına hamledip erkeğin elinin ve-a teninin kadının tenine veya eline dokunması abdesti bozar, de­niştir. İmam Ahmed ile İmam Mâlik ise şehvetle dokunmanın ab-leşti bozacağına hükmetmişlerdir.  İmam Ebû Hanife ise, âyetteki e m s  sözünden cinsel temas kinaye ediliyor,    diyerek tenin tene ^okunmasıyla abdestin bozulmayacağını söylemiştir.

Şimdi ilgili hadîsleri nakledip konuyu açıklamaya çalışalım:

İbrahim et-Teymî'den, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet ediyor. Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: «Şüphesiz ki Peygamber (a.s.) Efendi­miz eşlerinden bazısını öptükten sonra abdest almadan namaz kı­lardı.»[97].

Muâz b. Cebel (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Bir adam, Peygamber (a.s.) Efemümiz'e gelerek dedi ki: Tanıdığı ka­dınla karşılaşıp adamın kendi karısına —cinsel temas dışında— yaklaştığı her şeyle (ilgi kurup) yaklaşan kimse hakkında ne bu­yurursunuz?

Râvî diyor ki, o sebeple Allah şu âyeti indirdi: «Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kö­tülükleri giderir, Bu, iyi düşünenlere bir öğüt,   bir hatırlatmadır.»

Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o adama şöyle bu­yurdu : «Abdest al, sonra namaz kıl...»[98].

Hz. Aişe   (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz namaz kılarken (geceleyin) ben onun yanıfoaşında cenaze gibi serpilmiş bir halde bulunurdum, tâ ki vitir namazını kılmayı dilediğinde    ayağıyla    bana dokunurdu.

 (kendimi toparlayıp secde etmesine rahat imkân vermem için böy­le yapardı).»[99].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Erkeğin teninin kadının tenine dokunması abdesti bozmaz.

2- Ancak kadına  şehvetle dokunulduğu takdirde abdest bo­zulur.

3- Beş vakit namaz birçok günâhların bağışlanmasına vesile­dir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:

a)    Hanefîlere göre:

Aşırı şehevî bir duygu olmaksızın erkeğin teninin kadının teni­ne dokunması abdesti bozmaz. Ancak şehevî duyguyu harekete geçiren bir dokunma istihsanen abdesti bozmuş sayılır. Kıyasa ba­kılırsa, bu hal abdesti bozan sebeplerden biri değildir. Şehevi duy­guyu harekete geçirse bile, arayerde elbise ve benzeri bir madde bulunursa, abdesti bozmaz. Ancak cinsel organda bir ıslaklık be­lirdiği takdirde abdest bozulur. Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.

Sahih rivayetle nakledilen Ebû Yüsr olayını ise İmam Ebû nîfe bu anlamda yorumlamıştır. Rivayete göre, bal satıcısı Ebû Yüsr (r.a.), Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek dedi ki: «Ya Resûlei-lah! Cinsel temas dışında kalan hemen, her hususta eşime dokun­dum... » Bunun üzerine Efendimiz (a.s.) ona şöyle buyurdu: «Ab­dest al ve iki rek'ât namaz kıl!» İmam Ebû Hanîfe böyle bir mü­başeretin sulanmaya yol açacağını, cinsel organda ıslaklık belire­ceğini, ancak o kesimdeki hararetten dolayı ıslaklığın çarçabuk ku­ruyacağını dikkate alarak abdestin istihsanen bozulacağını söyle­miş ve hadîsin taşıdığı hükmün aşırı mübaşeretten dolayı ıslaklık­la ilgili bulunduğunu bir yorum olarak ortaya koymuştur.

Hanefîler bundan ziyade 692 nolu Hz. Aişe  (r.a.) hadîsiyle is-llal etmişlerdir.[100].

b)    Şâfiîlero göre:

İmanı Şafiî, ilgili âyeti yorumladıktan sonra, imam MâHk'den, lun da İbn Şihab'dan, onun da Salim b. Abdillah'tan, onun da baba-Abdullah'tan rivayetle diyor ki : «Kim karısını öper veya eliyle do-unup tenine yapışırsa, kendisine abdest gerekir.»

Ibn Ömer'in bu sözüne yakın manâda İbn Mes'ud'dan da bize iadar ulaşan rivayet vardır. Şöyle ki: Adam eliyle karısına doku-ıup okşar veya teninin bir kısmını onun tenine —arada bir hail engel) olmaksızın— şehvetle veya şehvetsiz dokundunırsa, kendi-ine abdest vâcib olur. Aynı zamanda kadına da abdest almak vâ-ib olur.[101].

Erkekle dişinin derilerinin birbirine dokunması iki tarafın da ıbdestini bozar. İsterse erkek idiş veya iktidarsız olsun veya biri >lü olsun yine de abdest bozulur. Ancak ölünün abdesti bozulmaz. Derilerin birbirine dokunması isterse bilerek kasden olsun, isterse ıatâen olsun yine hüküm aynıdır[102].

c)    Hanbelîlere göre:

İmam Ahmed'in mezhebinde meşhur olan kavle göre, kadına jehvetle el veya bedenin herhangi bir kısmını dokundurmak abdes-;i bozar. Şehvetsiz dokunma abdesti bozmaz. Bu aynı zamanda Al-kame, Ebû Ubeyde, Nahâî, Hakem, Hammad, Sevrî, îshak ve Şa'-bî'nin kavlidir. Çünkü bu saydıklarımız şöyle demişlerdir: «Kadını şehvetle öpene abdest almak vâcib olur, rahmetle öpene vâcib ol­maz. Öpmekten dolayı abdestin vücubunu gerekli görenler arasın­da İbn Mes'ud, İbn Ömer, Zührî, Zeyd b. Eşlem, Mekhûl, Yahya el-Ansarî, Rabi'â, Evzâî, Sa'd b. Abdülaziz ve İmam Şâfü de bulunu­yordun

İmam Ahmed diyor ki: «Gerek Medîneli'ler, gerekse Kûfe'liler son yıllara kadar öpmenin 1 e m s olduğunu ve bundan dolayı ab­destin bozulacağını söylerler ve bunu böyle kabul ederlerdi, İmam Ebû Hanîfe ortaya çıkınca, bu defa öpmek ve lems abdesti bozmaz

dediler ve bu hususta Urve'nin hadisiyle istidlal ettiler. Biz onların bu görüşünü galat   (yanlış)  görüyoruz. [103]

eş-Şerhü'1-Kebîr'de de buna yakın bir ifade kullanılmıştır. Baş kısmında şöyle deniliyor : «Abdesti bozan beşinci sebeb, erkeğin de­risinin şehvetli kadının derisine dokunmasıdır. İmam Ahmed'den ise bu konuda farklı rivayetler yapılmıştır : Bir rivayete göre, deri­nin deriye dokunması herhalde abdesti bozar, ister şehvetle olsun, is­ter şehvetsiz olsun farketmez. Bu aynı zamanda İmam Şafiî'nin mez­hebidir. Diğer bir rivayete göre, derinin deriye dokunması herhal ü kârda abdesti bozmaz. Bu, İbn Abbas'dan rivayet edilmiştir. Aynı za­manda Tavus, el-Hasan, Mesruk ve arkadaşlarının görüşüdür. Ebû Hanife'nin de kavli böyledir.[104].

d)    Mâlikîlere göre:

Abdestli kimse elini veya bedeninden herhangi bir kısmını (ni­kâhı kendisine düşen) bir kadına şehvetle dokundurur veya şeh­vetle dokundurmadığı halde dokununca şehevî lezzet duyarsa ab­desti bozulur. Ancak dokunan da ve dokunulanda bir takım şartlar aranır. Dokunan erkeğin ergen olması, lezzet almayı arzulaması veya dokunduktan sonra lezzet duyması gerekir. Dokunulan kadı­nın dokunulduğu yerin açık olması veya çok ince hafif bir şeyle örtülü bulunması gerekir. Örtü kalın olursa abdesti bozmaz.[105].

Konuyla ilgili diğer rivayetler,  görüşler ve tahliller:

692 nolu hadîs için Ebû Dâvud «mürsel» demiştir. Senedinden bir sahabinin düştüğüne işarettir. Çünkü İbrahim et-Teymî, Hz. Ai-şe'den (r.a.) işitmemiştir, ondan işiten bir sahabiden işittiği sanıl­maktadır. Bununla beraber Nesâî diyor ki: «Bu babda, mursel de olsa bu rivayetten daha güzeli yoktur.»

İmam Tirmizî diyor ki: «Muhammed b. İsmail'den işittim, bu hadîsin  zayıf olduğunu söylüyordu.»

Aynı hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî ve îbn Mâce, Urve b. Zübeyir tarikıyla Hz. Aişe'den   (r.a.)  rivayet etmişlerdir .

İbn Hazm bu konuda diyor ki: «Bu babda hiçbir şey sahih ol­masa gerek. Eğer sahih bir şey varsa, o da lems'ten dolayı abdest almayı bildiren ilgili âyet inmeden önceki zamana aittir.

Ayrıca bu konuda İmam Şafiî, Mi'bed b. Nübate tarikiyle Mu-lammed b. Ömer'den, o da İbn Atâ'dan, o da Hz. Aişe'den şu ha-iisi rivayet etmiştir: «Şüphesiz ki, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz es­erinden bir kısmını öper ve bundan dolayı abdest almazdı.»

îbn Abdilberr bu hadîsi sahihlerken Hafız îbn Hacer zayıf ka­bul etmiştir. Bununla beraber müctehidlerin bir kasmı istidlale el­verişli görmüşlerdir.

693 no'lu hadîsi Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî tahric etmiştir. bnlar bunu Abdülmelik b. Ömer'den, o da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Muâz'dan rivayet etmiştir. Ancak hadîste inkıta' [vardır, çünkü Abdurrahman, Muâz'dan işitmemiştir. Ayrıca aynı hadîsi Şu'be Abdurrahman'dan rivayet ederek mursel bir ölçü­de zikretmiştir, Nesâî'nin rivayeti gibi...

 Kıssanın aslı Buharı ve Müslim'de, abdest ve namaz emri ol-;maksızm geçer.

İmam Ebû Hanîfe ve İmam Ebû Yusuf, ilgili hadîslerde zaaf gödükleri için istidlal etmemişler. İstidlal edenler ise, bu konuda birçok rivayetin bulunması bu açığı kapatmakta ve konuya kuvvet kazandırmaktadır, diye cevap vermişlerdir, Hz. Peygamberin Ca.s.), tanıdığı kadına cinsel temastan başka her türlü temasla yaklaşan adama abdest almasını emretmesi, işlediği günahtan dolayı olsa ge­rek. Çünkü abdestin bir takım günâhları temizleyeceği hakkında sahîh rivayetler mevcuttur.

İbn Abbas Cr.a.) ise tercüman-ı Kur'ân kabul edilmiştir. O il­gili âyette geçen «lems» tabirinden cima' mânasını almış ve böyle tefsirde bulunmuştur. Hem Arapların çoğu «falanın karısı hiçbir lâ-misin elini geri çevirmez» derlerken, bundan kinaye olarak zinayı kasdetmişlerdir. Yukarıdaki yorumlar, «tenlerin birbirine dokun­ması abdesti bozar»  diyenlerin delilleridir.[106]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kendisine nikâhı haram olmayan yabancı bir kadının eline veya bedeninden herhangi bir. yerine elle ve bedenin herhangi bir yeriyle dokunmak abdesti bozar. Bu ister şehvetle olsun, ister olma­sın farketmez,

(Bu, İmam Şafiî'nin ictihad ve görüşüdür).

2- Kadına şehvet kasdiyle dokunmak veya böyle bir kasıt ol­maksızın dokununca  lezzet  almak abdesti bozar,   (Bu,  İmam Mâlik'in içtihadıdır.)

3- Kadına şehvetle dokunmak     abdesti  bozar.  Şehvetsiz do­kunmak bozmaz.   (Bu, İmam Ahmed'in içtihadıdır;  ondan yapılan iki rivayetten biridir).

4- Kadına şehvetle dokunup fahiş mübaşerette bulunmak is-tihsanen abdesti bozar.  Çünkü bu  durumda cinsel  organın ıslan­ması söz konusudur. Bunun dışında normal şekilde dokunmak ab­desti bozmaz.  (Bu, İmam A'zam Ebû Hanîfe'nin ve arkadaşlarının içtihadıdır).

5- Kadına  şehvetle dokunduktan sonra, İmam  A'zam'm içti­hadına göre, o kadın yabancı bir   kadınsa irtikâb edilen günâhın bağışlanmasına vesîle olur umuduyla abdest almakta fayda vardır. [107]

 

Cinsel Organa Elin Dokunması Abdesti Bozar mı ?

 

İslâm, edep ve terbiye dinidir. Hemen her konuda yüksek ahlâ­ki; edep ve terbiyeyi; fert ve ailenin iffet, namus, şeref ve itibarı­nın korunmasını Ön plâna alır. En önemli dış organlarımızdan biri olan ellerimizi tertemiz tutmamızı, rastgele şeylere sürmekten ka­çınmamızı emreder. Elin günlük hayatımızda yeri başka bir organ­la kapatılamıyacak kadar geniştir. Devamlı açıkta olan bu değerli ve yararlı organımızı Peygamber (a.s.) Efendimizin sünneti doğ­rultusunda kullanmamız kendi menfaatimizin gereğidir.

Abdesti bozan sebepler arasında bazı mezhep imamlarına göre, elin cinsel organa dokunması da zikredilmektedir. O bakımdan ko­nuyla ilgili hadisleri ve müctehid imamların görüş ve tesbitlerini bilmemizde fayda vardır.

İlgili hasdîsler :

Büsre bint Safvân'dan (r.a.) yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) mdimiz şöyle buyurmuştur : «Kim tenasül aletine elini sürerse, dest almadan namaz kılmasın!» [108]

Ahmed ve Nesâi'nin tesbit ve rivayetinde ise az kelime farkıy-! şöyle tesbit edilmiştir: «Tenasül aletine elini süren kimse abdest ir...

Ünımu Habibe Cr.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) ■endimiz'in şöyle buyurduğunu işittiğini söylemiştir: «Cinsel or-ınma elini süren kimse abdest alsın!»[109],

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) fendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Kim elini, arada bir srde bulunmaksızın tenasül organına uzatıp dokundurursa, abdest sndisine vâcib olur.»[110].

Amr b. Şuayb'den o da babasından yaptığı rivayette, Peygam-er (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Hangi bir adanı cinsel rganına el sürerse abdest alsın!»[111]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Elini cinsel organına süren erkek ve kadının abdesti bozu-tır.

2- Hem kendi cinsel organına, hem de başkasının cinsel orga-anına el süren erkek ve kadının abdesti bozulur.

3- Arada bir örtü bulunduğu takdirde elin dokunmasıyla ab-lest bozulmaz. O halde çıplak elin çıplak cinsel organa dokunması iöz konusudur.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal 7§ ihticacları :

a)    Hanelilere göre :

Tenasül aletine, cinsel organa ve dübüre el dokundurmak ab-

desti bozmaz. İmam Şafiî'ye göre, cinsel organa el sürmek, abdesti bozan üç sebebten biridir. Ancak bu sürmenin elin içiyle olması şarttır. İmam Şafiî ve arkadaşları, 702 no'lu Büsre bint Safvân ha-disiyle istidlal etmişlerdir. Bu hadisin isnadları sahihtir. Ancak biz Hanefüer, îbn Mâce hâriç beşlerin Mülâzim b. Amr'den, onun da Abdullah b. Bedir'den, onun da Kays b. Tâlk'den, onun da babasın­dan, onun da Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den yaptığı rivayetle is­tidlal etmiş bulunuyoruz: Peygamber (a.s.) Efendimiz'den namaz­da elini tenasül organına süren adam hakkında sorulduğunda şöy­le buyurmuştur: «O (tenasül aleti) ancak senden bir parçadır...»[112].

b)    Şâfiîlere göre :

Abdesti bozan dördüncü şey, elin içiyle —diri olsun, ölü olsun; küçük olsun, büyük olsun; bilerek sürsün veya yanılarak dokun­sun— insanın cinsel organına dokunmasıdır. Dokunulan cinsel or­gan ister dokunan kimsenin olsun, ister başkasının olsun fark et­mez. Bunun ön ve arka olması da aynıdır, yani elinin içini ister cinsel organına, ister dübürüne dokundursun, her iki surette de ab­dest bozulur. Dokunan el isterse felçli olsun hükmü değiştirmez.[113]

Şâfiîler bu konuda Tirmizî'nin sahih kabul ettiği Büsre hadîsiy-le, İbn Hibbân'm sahih kabul ettiği Ebû Hüreyre hadîsiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Şâfiîler elin üstüyle parmak aralarını bu kaideden istisna ederek il­letini şöyle açıklamışlardır: «İnsan ancak elinin içini o gibi yer­lere dokundurmak veya sürmekle zevk alır. Parmak aralan, elin üst kısmı o zevki vermez.[114].

c)    Hanbelüere göre:

Ferc'e el sürmek abdesti bozan sebeplerden biridir. Fere: ha-des mahrecine verilen bir isimdir ki,    hem erkeğin, hem kadının cinsel organını ve dübürünü kendi kapsamına alır. Ancak bütün unlar hakkında mezhebin farklı görüş ve tesbitleri söz konusudur:

Ahmed b. Hanbel'den iki rivayet vardır:

Birincisi, belirtilen organlara el sürmek abdesti bozar şeklin-ledir. Bu aynı zamanda îbn Ömer, Saîd b. Müseyyeb, Atâ', Ebban L Osman, Urve, Süleyman b. Yaşar, Zührî, Evzâî ve Şafiî'nin de iıezhebidir. İmam Mâlik'den meşhur olan rivayet de bu anlamda-lır. Ayrıca Ömer b. Hattab'dan, Ebû Hüreyre ve İbn Sirîn'den de iu hususta rivayetler yapılmıştır.

 İkincisi, belirtilen dokunma ve sürtünmeden dolayı abdest ge-ekmez şeklindedir. Bu, Hz. Ali'den, Ammâr'dan, İbn Mes'ûd, Hu-:ayfe, İmrân b. Husayn ve Ebû Derdâ'dan (Allah hepsinden razı ılsun) rivayet edilmiştir. Rabi'a, Sevrî, İbn Münzir ve rey taraf-larları da aynı görüştedirler. Bunlar daha çok Talk hadîsiyle is-idlâl etmişlerdir.

Birinci rivayette ise, Büsre ve Ebû Hüreyre (r.a.) hadîsleriyle stidlâl edilmiştir. Nitekim İmam Buharı, «Bu babda en sahih şey, 3üsre'nin hadîsidir» demiştir. Ebû Zer'a ise, Ümmu Habîbe'nîn de iadîsi sahihtir,  diyerek konuya bu  açıdan ağırlık kazandırmıştır.

[115].

İmam Ahmed, ancak kasden bilerek elini dokunduranm abdes-i bozulur, yanılarak dokunursa bir şey gerekmez, demiştir.

Hanbelî mezhebinde de, ister kendininkine, ister başkasmmkine iokunsun fark etmez. Her iki durumda da abdest bozulur. Aynı samanda dokunulan cinsel organ ister küçük yaştaki, ister büyük yaştaki insana ait olsun hükmü değiştirmez. Evzâî'ye göre, iştiha yağına gelmemiş çocukların cinsel organına el sürmek abdesti boz­maz. Oysa hadîs-i şeriflerde takyid yapılmamış, hepsini kapsaya-:ak anlamda bir ifade kullanılmıştır.[116].

d)    Mâlikîlere göre:

imam Mâlik'den meşhur olan rivayete göre, elin tenasül orga­nına dokunması abdesti bozan sebeplerden biri olarak gösterilmiş­tir. Ancak bunun bir takım şartları vardır:

1- Kendi cinsel organına dokundurması,

2- Ergenlik  çağma girmiş bulunması,

3- Arayerde bir örtünün olmaması,

4- Elin içiyle dokunması, veya parmak uçlarıyla veya parmak aralan ve yan kısımlarıyla dokunmanın gerçekleşmesi şarttır. Bu durumda  ister zevk  duysun, ister duymasın, ister kasden dokun­dursun, ister unutarak fark etmez. Bütün bu hükümler erkekle il­gilidir.  Kadın elini kendi fercine dokundurursa abdest bozulmaz. Aynı zamanda kadın ve erkek kendi ellerini kendi dübüıierine do-kundursalar yine  abdestleri bozulmaz. Başkasının cinsel organına el dokundurmak ise, nikâhı    kendisine helâl olan kadının tenine tenle dokundurma hükmüne girer.[117]

Ayrıca bu konuda Muvatta' Şerhi Tenvîrül-Havâlik'te beş ka­dar hadîs delil olarak rivayet edilip erkeğin elini kendi cinsel or­ganına sürmesi halinde abdestin bozulacağı istidlal edilmiştir.[118].

İlgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller:

702 no'lu hadîsi İmam Mâlik, İmam Şafiî başta olmak üzere İbn Huzeyme, îbn Hibbân, Hâkim ve İbn Cârud da rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvud diyor ki: İmam Ahmed'e «Büsre'nin hadisi sahih de­ğildir» dediğimde, «hayır sahihtir» dedi. Aynı zamanda Darekutnî ile Yahya b. Maîn de onun hadîsini sahîhlemişlerdir. Nitekim Hz. Urve'den yapılan rivayete göre, şöyle demiştir: «Bu hadîsi Büsre'-den işitmek için kalkıp kendisine gittim, sordum, evet onu ben ri­vayet ettim, diye cevap verdi.»

Cinsel organa elin dokunmasıyla abdestin bozulmayacağına kail olanlar ise Talk b. Ali'nin hadîsiyle ihticac etmişlerdir. Ebû Dâ­vud, Tirmizi, Nesâî, îbn Mâce, Ahmed ve Darekutnî onu şu lâfızla rivayet etmişlerdir:

«Adam eliyle tenasül organına dokunuyor, kendisine abdest gerekir mi?» Bu soru üzerine Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: «O ancak senden bir parçadır (vücudun diğer parçalarına elini do­kundurman ne ise, oraya dokundurman da odur.)»

Amr b. Ali bunu sahîhlemiştir. Ona göre, bu, Büsre'nin hadîsin­den daha çok sübut derecesinde bulunuyordur. Nitekim Ali el-Me-deni de bu hadîsin Büsre hadîsinden daha hasen olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ebû Cafer et-Tahavî, Mülazim hadîsinin isnadı doğ­rudur, muzdarip de değildir» diyerek buna ağırlık vermiştir.[119]. Kays b. Talk b. Ali'nin rivayet ettiği aynı hadîsi Mülâzım b. Amr de rivayet ettiği için Ebû Cafer et-Tahavî, «Mülâzım hadîsi» diye bahsetmiştir.

İmam Şafiî, Ebû Hatim, Ebû Zer'â Darekutnî, Beyhaki ve İbn Cevzi, Kays b. Talk ve Mülâzim hadîsinin zayıf olduğunu söylemiş­lerdir. İbn Hibbân, Taberânî, İbn Arabi ve diğer bazı ilim adam­ları sözü edilen hadîsin hükmünün kaldırıldığına kaildirler. O ba­kımdan Beyhaki, «Büsre'nin hadisini Talk hadisine tercihte bu kavi kâfi gelir» demiştir. Hem Buharî ve Müslim de Talk'm hiçbir rivâ-yetiyle ihticac etmemişlerdir. Oysa Büsre'nin hadîsinin bütün râ-vîleriyle ihticacı uygun görmüşlerdir.

Ayrıca İmam Şafiî diyor ki: «Biz, Kays b. Talk isminden sor­duk, onu bilip tanıyana rastlayamadık.»[120].

Ebû Hatim, Ebû Zer'â ve arkadaşlarına göre, Kays b. Talk'm hadîsiyle ihticac edilmez. Nitekim cinsel organa elini sürüp de ab-dest almayanlar veyl ile tehdîd edilmişlerdir. Ebû Hüreyre ve Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen hadîste şöyle buyurulmuştur : «Elle­rini cinsel organlarına sürüp de abdest almayanlara veyl olsun!»[121]. Bilindiği gibi, veyl ile vaîd, vücubu gerektiren bir tabirdir.

Câbir (r.a.)'den yapılan rivayette ise, kasden elini sürerse ab-desti bozulur, yanılarak dokundurursa, bozulmaz, şeklinde bir ifa­de kullanmıştır.

Sıddik Hasan Han, Kays b. Talk'ın değil, Talk b. Ali'nin ha­disini şerhederken şöyle diyor : «Beşler bu hadîsi tahrîc etmiştir; İbn Hibbân da onu sahihlemiştir. «Hafız Zehebî ise, Talk'm riva­yet ettiği hadîsi şu sözüyle över: «Talk'ın hadîsi Büsre'nin hadîsin­den daha hasendir». İbn Medînî'yi şöyle tarif ediyor: «O, asrının hafızıdır, hadîs ilminde imamdır; hicrî 161 yılında doğmuştur. Bu­harî, Ebû Dâvud onun talebesidir.» Nesâî de diyor ki : «îbn Medînî sırf hadîs ilmi için yaratılmıştır.» Nevevî de şöyle diyor: «Onun yüze yakın te'lîfâti vardır...»[122]

Talk hadîsini Taberânî de  sahihlemiştir.

Anlaşıldığı gibi birbirine    muarız     iki rivayet hakkında  ilim adamlarının görüş ve tesbitleri hayli farklıdır. Ancak iki rivayetten birini reddetmek de  mümkün  değildir. Birinin  diğerini neshettiği iddiası da isbatlanmamıştır. O bakımdan  müctehid imamların bir kısmı Talk hadîsiyle, bir kısmı da Büsre hadîsiyle ihticac etmiştir. 703 no'lu Ümmu Habîbe hadîsine gelince,  «fere» tabiri kul­lanılmıştır ki, hem erkek,  hem kadın cinsel organına şâmil gelir. Aynı zamanda dübürü da kendi    kapsamına alır. Çünkü Araplar ona da zaman zaman «fere» demişlerdir. Böylece abdesti bozma hu­susunda sadece adamın kendi cinsel organına dokunmasını söyle­yerek bunu hususlandıranlarm görüşünün sıhhatli olmadığı ortaya çıkıyor.    Bu anlamda Hz. Aişe'den. (r.a.)   şu hadîs rivayet edilmiş­tir ki, Ümmu Habîbe'nin hadîsini kuvvetlendirmektedir:     «Sizden biriniz eliyle fercine dokunduğu zaman abdest alsın... [123]

Ancak bu hadisin râvüeri arasında Abdurrahman b. Abdullah el-Ömerî bulunuyor ki, zayıf kabul edilmiştir. Zehebî de Yahya b. Maîn'den naklen bu zatın zayıf olduğunu belirtmiş! İmam Ahmed'-in onun hakkında şöyle dediğini nakletmiştir : «Onun hadîsi hiçbir şeye eşit değildir (sahih hadîs ölçülerinden hiçbirine uygunluk gös­termemektedir) . Hadisleri hemen hemen münker sayılmıştır. Yalancı olduğu için de elime geçen hadîslerini yırtıp imha ettim.»

Buharî onun hakkında şöyle diyor: «O ve kardeşi Kasım hak­kında hayli söz söylenir...» Nesâî ise onun metrukü'l-hadis olduğu­nu belirtmiştir.[124].

704 no'lu Ebû Hüreyre hadîsini İbn Hibbân kendi Sahih'inde rivayet edip «Senedi sahih, nakilleri âdil bir hadîstir» demiştir. İbn Hâkim ve İbn Abdilberr onu saHihlemişler; Beyhaki ile Taberânî tahrîc etmişlerdir. İbn Seken diyor ki, «Bu babda rivayet edilen­lerin en güzeli...» İmam Şafii, Hafız Bezzar ve Darekutnî de Yezîd b. Abdülmelik tarikiyle rivayet etmişlerdir.[125].

Nesâî ise, onun metruk olduğunu söylerken, başkaları da za­yıf kabul etmiştir. Bununla beraber başta İmam Şafiî olmak üzere bazı değerli müctehid ve ilim adamları bu hadîsle ihticac etmişlerdir.

705 no'lu Artır b. Şuayb hadîsini İmam Tirmizî sahih kabul et-ştir. Kavileri arasında Bakıyye b. Velid bulunuyor ki, bu zat hak­kında iyi tesbit yapmayan bazı ilim adamları «zayıf» derken, Ze-hebî onun ünlü bir hadîs âlimi olduğunu belirtiyor ve birçok mu-' haddîslerin onun rivayetine itibar ettiğine dikkatleri çektikten son­ra İbn Mübarek'in şu sözünü naklediyor: «Bakıyye sadûktur. An­cak bazı döneklerden işittiğini de yazıyor.» Ahmed b. Hanbel onun hakkında diyor ki: «Bakıyye benim yanımda İsmail b. Iyâş'dan da­ha sevimlidir...»[126].

Tahavî bu konuda kırkın üstünde rivayet tesbit etmiştir. Hep­sini ayrı ayrı buraya nakletmemize hacmimiz müsait değildir. Birbirine muarız gibi görünen hadîsleri nakledip birtakım tahlil­ler yaptıktan sonra cinsel organa el dokundurmaktan dolayı abdes-tin gerekmiyeceği kanaatini izah ediyor ve bu, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan'in kavlidir, diyerek konuyu bağlıyor.[127].

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cinsel organa el sürmek veya dokundurmak abdesti boz­maz. Çünkü o da vücuttan diğer parçalar gibi bir parçadır.

(Bu, İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının kavlidir).

2- Kadın, erkek; yaşlı, küçük, ölü ve diri her insanın cinsel organına el sürmek veya dokundurmak abdesti bozduğu gibi, dü-bürüne de el sürmek abdesti bozar.  (Bu, İmam Şafiî ve arkadaşla­rının kavlidir).

3- Bilerek kasden elini cinsel organına süren kimsenin abdes­ti bozulur. Yanüarak, unutarak sürenin bozulmaz.    (Bu daha çok İmam Ahmed'in görüşlerinden biridir).

4- Kişinin kendi cinsel organına dokunması bazı şartlarla ab­desti bozar: Ergen olması, arayerde    perde bulunmaması, elin içi veya parmak uçları ya da yanlarıyla dokunması gibi...  (Bu, İmam Mâlik'in kavlidir.) [128]

 

Deve Etini Yedikten Sonra Abdest Almak Gerekir mi?

 

Bu konuda da müctehid imamlar mevcut rivayet ve hadîsler üzerinde kendi ölçülerine göre ciddî bir inceleme, araştırma ve tes-bitten sonra ikiye ayrılmışlardır : Bir gruba göre, abdesti bozar, di­ğer gruba göre bozmaz.

İlgili hadîsler:

Gabir b. Samure (r.a.)'den yapılan rivayete göre, bir adam, Resûlüllah (a.s.) Efendimize, «Koyun, keçi etinden dolayı abdest alalım mı?» diye sordu. Efendimiz ona: «İstersen abdest alabilirsin, istersen almazsın!» buyurdu. Adam: «Deve etinden dolayı abdest alalım mı?» diye sordu. Peygamber (a.s.) «Evet... deve etinden do­layı abdest al!» buyurdu. Adam: «Koyun keçi ağılında namaz kı­layım mı?» diye sordu. Efendimiz, «Evet...» buyurdu. Adam: «Ko­yun keçi ağılında namaz kılayım mı?» diye sordu. Efendimiz, «Evet..» buyurdu. Adam, «Deve ağılında namaz kılayım mı? diye sordu. Efendimiz, «Hayır...» diye cevap verdi.[129].

Berâ' b. Âzib  (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :

»Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den deve etinden dolayı abdest (gerekip gerekmiyeceği) soruldu. «Deve etinden dolayı abdest alın!» diye buyurdu. Koyun, keçi etinden soruldu. «Onlardan dolayı ab­dest almayın!»  buyurdu.  Deve ağılında namaz kılmaktan soruldu.

<orada namaz kılmayın; çünkü oralar şeytanlardan ipek boş de­li dir.» buyurdu. Koyun keçi ağılında namaz kılmaktan soruldu, Dralarda namaz küm; çünkü    koyun keçi    berekettir.» buyurdu.[130]

Zilğurre'den yapılan rivayette,   demiştir  ki:   «Resûlüllah  (a.s.) fendimiz bir tarafa giderken bir bedevi ortaya çıkıp dedi ki:

 __Ya Resûlellah! Namaz vakti bize erişince (vakit olunca) bizde deve ağılında isek, orada namaz kılalım mı?

  Hayır! O yerde namaz kılmayın, buyurdu,

__Deve etini yemekten dolayı abdest alalım mı?

  Evet, alın, buyurdu.

  Koyun keçi ağılında namaz kılalım mı?

  Evet orada namaz kılın, buyurdu.

  Koyun keçi etini yemekten dolayı abdest alalım mı?

  Hayır, diye cevap verdi.[131].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır-.

1- Deve eti yiyen kimsenin namaz kılmak, tavaf etmek, Mus-hafa el sürmek için abdest alması vâcibdir,

2- Deve ağılında namaz kılmak mekruhtur.

3- Koyun ve keçi etini yiyen kimsenin bundan dolayı belirti­len şeyleri yerine getirmek için abdest alması vâcib değildir, daha önce abdest alıp abdesti bozulmamışsa, yeniden abdest almasına gerek yoktur.

4- Koyun ve keçi ağılında namaz kümabilir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının tesbit, görüş, ihticac ve istidlalleri  :

a) Hanefî, Şafiî, Mâliki ve Sevrî mezhebinde deve etini yiyen kimsenin abdesti bozulmaz. O da diğer yiyecekler gibidir. Hem Re­sûlüllah (a.s.) Efendimiz, tabii yollardan dışarı çıkan şeyler abdes­ti bozar, dışardan giren şeyler bozmaz diyerek genel bir kaide koy­muştur-

b)    Hanbelîlere göre:

Deve etini ister çiğ, ister pişmiş yesin, abdestli kişinin abdesti herhalde bozulur. Bu hususu bilsin, bilmesin farketmez. Nitekim Cabir b. Semure, Muhammed b. İshak, İshak b. Rahuye, Ebû Hay-seme, Yahya b. Yahya ve İbn Münzir de aynı görüş ve ictihadda-dırlar.[132]

Birinci grup şu hadîsle istidlal etmiştir:  İbn Abbas   (r.a.)'dan

yapılan  rivayette, Resûlüllah   (a.s.)   şöyle buyurmuştur:     «Abdest

ancak  (vücuttan)  dışarı çıkan şeylerden dolayıdır, giren  şeylerden dolayı değil...»[133].

İkincilerin delîli, yukarıda naklettiğimiz Cabir b. Semure ve Bera' b. Aziz hadîsleridir.

Konuyla ilgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller:

722 no'lu Cabir hadîsinin bir benzerini İbn Mâce, Muharib b. Dessar'dan, rivayet etmiştir. Ayrıca Ebû Dâvud ile Tirmizî de aynı hadîsi nakletmişlerdir. Beyhakî sözünü ettiğimiz İM hadîsin de sa­hih olduğunu, söylemiş, Ahmed b. Hanbel'de aynı görüşü izhar et­miştir.

İmam Nevevî, sözü edilen hadîslerin hükmünün kaldırıldığına kail olanları, o bakımdan deve etini yemekten dolayı abdestin bo­zulmayacağını söyleyenleri şöyle sıralamıştır: Dört halîfe, Ubey b. Kâ'b, İbn Abbas, Ebû Derdâ, Ebû Talhâ, Âmir b. Rebi'â, Ebû Üma-me, Tabiîn'den önemli bir cemaat, İmam Mâlik, İmam Ebû Hanîfe, İmam Şafiî ve arkadaşları. Deve etini yemekten dolayı abdestin bozulacağına kail olanlar ise şunlardır: Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Rahuye, Yahya b. Yahya, Ebubekir b. Munzir ve İbn Huzeyme... Hafız Ebubekir Beyhâki de bu ikincilerin görüşünü seçmiştir. Ha­dîs ashabı ise, mutlaka abdestin bozulacağına kaildirler.

İmam Şafiî'den yapılan bir rivayette ise şöyle demiştir: «Eğer deve etiyle ilgili hadîs sahîhse ben onunla hükmederim.» [134].

İbn Hibbân'm Câbir hadîsini naklederek onun şöyle dediğini Lklıyor : «Ateşin dokunduğu Ceti yemekten) dolayı abdestin bo-lup bozulmayacağı hususunda, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in ti emri ve ondan son anlaşılanı, ateşin dokunduğu (eti yemek- dolayı abdestin bozulmayacağıdır.»

İmam Nevevî bu hadîsin umum ifade ettiğini, deve etinden ilayı abdest gerekir hadîsinin ise husus ifade ettiğini, hususun numa takdim edileceğini belirtmiştir. Bazısı da hastan sonra ge-h anım, onu nesheder. O takdirde, deve etinden dolayı abdest gere-lr, hükmü kaldırılmış sayılır. Ne var ki, burada neshi kabul et-ieyenler çoğunluktadır.

 el-Hâzimî ise, bazı ilim adamlarının bu konuda mensûh olanın, teşüv dokunduğu şeyi yemekten dolayı abdestin gerekmediğidir, âsıh ise, ateşin dokunduğu şeyi yemekten dolayı abdestin gerek-ğidir. Zührî de aynı görüştedir.

İmam Ebû Hanîfe ile İmam Şafii'den yapılan rivayette, bu ko-uda şöyle dedikleri belirtiliyor: «Gerek deve etinden, gerekse ateş okunan şeyi yemekten dolayı abdestin gerekeceği hakkındaki Câbir e Berâ' hadîsleri, ya Câbir'den rivayet edilen son hadîsle neshol-auştur, ya da abdes ile ilgili emir, tenzife (nezafeti iyice sağlama-a, gereken temizliği yapmaya)  yöneliktir.»[135].

Câbir'den rivayet edilen son hadîs şöyledir: «Şüphesiz ki Re-ûlüllah (a.s.) Efendimiz'in son emri, ateşin temas ettiği şeyden do-ayi  abdestin gerekmemesidir.»[136].

Diğer bazı ilim adamları ise, deve etini yemekten dolayı ab-lest emri, vücub için değil, istihbab içindir. Oysa bu hilaf-ı zahir ;ayılır. Çünkü istihbaba delâlet eden bir kayıt yoktur.[137].

723 no'lu Berâ' hadîsine gelince : Bunu Tirmizî, îbn Mâce, İbn 3ibbân ve İbn Cârud da rivayet etmişlerdir. İbn Huzeyme kendi Sahîh'inde diyor ki: «Bu hadîs hakkında hadîs ilim adamları ara-îmda görüş ayrılığı izhar edeni görmedim. Çünkü nakil cihetiyle sahih, nakledenler ise adildir.» Tirmizî de bunun Berâ'dan rivayet sdüdiğini sahihlemiştir.[138]

İmam Ahmed ile Beyhakî bu babda daha çok Câbir b. Semu-re ile Berâ' hadîsinin sahîh olduğunu belirtmişlerdir. İshak b. Râ-huye de böyle demiştir. Hafız İbn Hacer de onların bu görüşünü et-Telhîs'te nakletmiştir.

O bakımdan Nevevî, deve etinden dolayı abdest bozulur hük­münü ve buna dayalı mezhebi delil bakımından en kuvvetli kabul etmiştir. Her ne kadar cumhur onun hilâfına bir görüş ortaya koy­muşsa da hadîslerin sıhhati onu böyle bir netice çıkarmaya sevk etmiştir.[139]

Ebû Cafer et-Tahavî konuyla ilgili hadîsleri şöyle naklediyor:

Zeyd b. Sâbit'ten (r.a.) yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Ateşin değiştirdiği şey (i yemekten) do­layı abdest alın!» Aynı hadîsin dört ayrı tarikdan daha rivayet edil­diğini naklettikten sonra Ebu Saîd b.Ebî Süfyan, b. Muğîre'den şu haberi naklediyor : «Ümmu Habîbe (ra.)'nin yanına girdiğimde, benim için s e v i k (kavut) istedi, ondan yiyip içtim. Sonra bana şöyle dedi : «Kardeşim oğlu! Abdest al...» Ben de «abdestimi boza­cak bir şey yapmadım» deyince, şu haberi verdi : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ateşin dokunduğu şeyden dolayı abdest alınız.» buyur­du.[140]

Tahavî aynı hadîsi iki ayrı tarikle de rivayet ederek ona ağır­lık kazandırmıştır.

Ayrıca Ebubekre tarikiyle Ebû Hüreyre'den (r.a.) Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu naklediyor : «Ateşin değiş­tirdiği şeyden dolayı, isterse o şey kurutulmuş keş parçası olsun, abdest alınız!»

Buna yakın bir anlamda Muhammed b. Huzeyme tarikiyle Ebû Hüreyre (r.a.)'den, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu­nu rivayet ediyor : «Kurutulmuş keş parçasından dolayı abdest alı­nız!»

Yukarıdaki iki hadîsi İbn Ebî Dâvud tarikiyle yine Ebu Hürey­re'den (r.a.) rivayetle te'yid etmiş dört rivayet daha getirerek hadî­sin sıhhat derecesine dikkatleri çekmiştir.

Et yemekten dolayı abdestin gereğine delâlet eden bir diğer hadisi ise Mevlâ Muâviye'den şöyle naklediyor : «Mescid'e geldiğim-jde, oradaki cemaatin yaşlı bir zatın etrafında toplanıp onu dinle-jdiklerini gördüm. «Bu kimdir?» diye sorduğumda, «Sehl b. Hanze-le»dir dediler. Şöyle dediğini işittim : Resûlüllah (a.s.)Efendimiz bu­yurdu ki : «Kim et yiyecek olursa, abdest aism.»[141]

Tahavî bu rivayetlerden sonra Resûlüllah'm (a.s.) et yedik­ten sonra abdest almadan namaz kıldığını belirten hadisleri nakle­diyor. Biz bunlardan birkaç tanesini konunun önemini dikkate ala­rak buraya alıyoruz :

îbn Abbas'dan (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlül­lah (a.s.). bir koyunun kürek kısmını yedikten sonra abdest alma­dan kalkıp namaz kıldı.»

îbn Huzeyme'nin İbn Abbas'dan (r.a.) yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ekmek ve et yedikten sonra abdest almadan kalkıp namaz kıldı...»

Muhammed b. Amr b. Atâ'dan yapılan rivayette ,adı geçen şöy­le demiştir : Bir gün İbn Abbas'm (r.a.) yanma giriyor ki o sırada îbn Abbas Meymune'nin evinde bulunuyormuş. İbn Abbas (r.a.) iki elimin üzerine vurarak şöyle dedi : «İnsanların ateş dokunan şey­den yedikten sonra abdest aldıklarına hayret ediyorum! Allah'a and olsun ki Resûlüllah (a.s.î bir gün kendi elbisesini üzerinde toplamış idi, az sonra kendisine tirit getirildi, ondan yedikten son­ra abdest almadan kalkıp namaz kıldı...»

Ümmu Seleme'den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Kı­zartılmış kaburga takdim ettim. Ondan yedi ve abdest almadı.»

Câbir b. Abdülah'tan (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Beraberimizde Resûlüllah'm da bulunduğu bir sırada bize bir miktar pişmiş yemek getirildi. Hep birlikte yedikten sonra namaza kalkdık, bizden hiçbir kimse abdest almadı... Sonra da geriye ka­lan yemeği akşama doğru yedikten sonra kalkıp ikindi namazını kıldık, bizden hiçbir kimse elini suya sürmedi, (yani abdest almadı.»

Bu mealde otuza yakın rivayetleri sıraladıktan sonra konuyu şöyle bağlıyor : «Koyun ve keçi etinden dolayı nasıl abdest almak gerekmiyorsa, onun gibi deve etinden   dolayı da abdest gerekmez. Bu, İmanı Ebû Hanife'nin, Ebû Yusuf'un ve Muhammed b. Hasan'-ın kavlidir.[142]

Zeylai, Nasburraye'de abdesti bozan sebepler üzerinde durup ilgili hadîslerin tahlil ve tesbitini yaparken bu konuya yer verme­miştir. Nitekim Hanefî mezhebine ait kaynak fıkıh kitaplarının ço­ğunda da deve eti ve ateşte pişirilmiş yiyecekler üzerinde pek du­rulmamıştır. Çünkü Hanefilere göre, bu meseleyle ilgili hükümler neshedilmiştir.

el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa adlı kitapta ise, Hanbelîlerin gö­rüş ve içtihadı belirtilerek, onlara göre, deve etini yemek yeniden abdest almayı gerektirir hususu kısaca açıklanmıştır.[143]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Gerek deve etinden, gerekse ateşte pişirilmiş yemeklerden dolayı abdest gerekmez.  (Bu üç mezhebin kavlidir).

2- Deve etinden dolayı abdest gerekir.  (Bu Hanbelîlerin görüş ve içtihadıdır.) [144]

 

Namaz, Tavaf ve Mushafa El Sürmek İçin Abdestin Lüzumu

 

Namaz mü'minin mi'racıdır. Bir bakıma Allah ile mükalenıede bulunma makamı, ilâhî huzura kabul edilme vaktidir. O bakımdan iç ve dış temizliğiyle birlikte kalb huzuru, edep ve terbiye tavrı is­ter. İç ve dış temizliği abdest ile sağlanır. Edep ve terbiye ise bü te­mizliğin gereği ve tabii neticesidir. Temizliğe riâyet etmiyenin imânı noksandır; edep ve terbiyesi olmayanın gerçek anlamda di­ni ve dindarlığı yoktur.

Tavaf, yeryüzünde Allah'a ibâdet için konulan ilk mâbed Ka­be'nin etrafında yedi defa dönmek suretiyle durmadan Hakk'ı teş­bih ve tenzih eden eşyanın hareketine uymak, kâinatın Hakk'm irâ­desi doğrultusunda hareket halinde olduğuna kalben ve fiilen ka­tılmaktır. Başka bir deyimle, nefsin mertebelerini aşıp Hakk'a teslimiyeti isbatlamak, ruhen O'na yükselmeyi arzulamaktır. Böylesine \vi ve kutsal bir makamda abdestli bulunmak elbette gereklidir. İç­in dışa vuran bir mahviyet ve arınmak şuuruyla kulluğun gereğini irine getirmek kadar normal ne olabilir?

Mushaf, konuşan bir öğüt, kalbe ışık tutan bir lamba, ruhu ci-layan bir yaldız; kulu Allah ile konuşturan manevî bir cihazdır. Lsan hayatım ilâhî düzen doğrultusunda tanzim eden bir rehber; tsanlığa medeniyeti öğreten bir kitabtır. Kudret kalemiyle yazil-liş, Levh-i mahfuz'a konulmuş, oradan Dünya semasına indiril-liş ve oradan da Melek Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed'in ı.s.) kalbine ilka edilmiştir. Ona kemal-i edeple el sürmek, saygı-ın bütün inceliklerine dikkat ederek okumak lâzımdır. Böyle bir itaba abdestsiz el sürmek saygısızlık sayılır.

Onun için İslâm, namaz ve tavaf için abdestli olmayı nasıl şart llmışsa, Mushaf'a el sürmek için de abdestli bulunmayı ya vâcib, a da sünnet kılmıştır. Bu fark, ilim adamlarının ictihad farkından oğmaktadır.

İlgili hadîsler :

 

İbn Ömer'den (r.a.) yapılan rivayette, Resûlülah (a.s.) Efen-limiz'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir :

«Allah abdestsiz (kılman) namazı ve bir de hıyanet ve sirkat ıırsızhk yoluyla elde edilen [bir maldan verilen) sadakayı kabul stmez.»[145]

Resûlüllah (a.s.) Efendimizin Yemen'de bulunan Amr b. iazm'e yazdığı mektubda şöyle buyurmuştu : «Kur'ân'a ancak te­miz  (abdestli)  oîan dokunabilir.»[146]

İbn Ömer'den  (r.a.)  yapılan rivayette, Peygamber   (a.s.)  Efendimiz şöyle buyurmuştur :  «Mushafa ancak taharet üzere   (abdest­li iken)  el dokundurulur.»[147]

Tavus'dan o da Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e (onun saadet gün­lerine) yetişen bir adamdan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) m şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Beytullahı tavaf etmek de bir namazdır (ibâdettir). O halde tavaf yaptığınız zaman konuş­mayı azaltınız.»[148]

Hadîslerin açık  delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Abdestsiz  namaz caiz  değildir.\ Abdest namazın  şartların­dan biridir.

2- Hile, hıyanet, gasb ve hırsızlık yoluyla elde edilen bir mal­dan verilen zekât ve sadaka Allah katında makbul değildir.

3- Kur'ân'a ancak tahir olan el sürebilir.

4- Kabe'yi tavaf da    (bir bakıma)    namazdır ve o bakımdan abdestsiz tavaf sahih değildir.

Hadislerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının görüş, tesbit, ihticac ve istidlalleri :

a) Hanefîlere göre :

Hades (abdestsizlik ve cenabettik) in bir takım hükümleri var­dır : Namaz ancak abdestli bir halde kılınır. Mushafa —üzerinde kılıfı yoksa— el sürülmez. Şafiî'ye göre, abdestsiz bir halde Mus­hafa el sürmekte bir sakınca yoktur. Çünkü ona göre, Kur'ân'ı abdestsiz bir halde nasıl okumak caizse, ona el sürmek de caizdir.[149].. Ne var ki, Kâsânî'nin Şafiüerle ilgili bu tesbiti ana kaynak­lara uymamaktadır.

Hanefîler bu konuda, el-Esrem ve Dârekutni'nin rivayet ettik­leri 739 nolu hadîsle istidlal etmişlerdir. Ayrıca Kur'ân'da, «Ona ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokunabilir.» mealindeki âyette geçen muttahhar'ı, abdestli olan kimse olarak yorumlamışlardır.[150]

Kur'ân'a tazîm vâcibdir. Üzerine abdestsizlik vaki olan bir elîe

ona dokunmak ta'zîmi zedeler. Muhafa el sürmeyi onu abdestsiz okumanın cevazına kıyas doğru değildir, çünkü abdestte elleri yı-tkamak farzdır, ağzı yıkamak farz değildir. Aynı zamanda üzerin­de âyet yazılı olan dirheme de el sürülmez. Çünkü Mushafa hürmet, ondan "yazılı bulunan âyetlere hürmeti gerektirir. O bakımdan ha-nefilerden çoğuna göre, tefsir kitabına da abdetsiz el sürmek câ-iiz değildir. Çünkü o da bir bakıma Mushaf sayılır. Fıkıh kitapları-jna abdestsiz el sürmekte ise bir salanca yoktur.

Abdestsiz bir vaziyette Kabe'yi tavaf sahih değildir. Şayet bu vaziyette tavaf ederse noksanlıkla beraber caiz sayılır. Çünkü Ka­be'yi tavaf namaza benzetilmiştir.[151] Şöyle ki tavaf hakikî an­lamda namaz değildir, o bakımdan abdestsiz yapılmasında kera­het vardır.

b) Şâfülere göre :

Abdestsiz bir vaziyette namaz kılmak haramdır. Cünüp olma hali de böyledir. Bunda icma' vardır. Nitekim Sahîhayn'de «Allah sizden birinin namazını —abdestsiz olduğu zaman, abdest alma­dıkça— kabul etmez,» mealinde Resûlüllah'm hadîsi rivayet edil­miştir. Cuma hutbesi, tilâvet secdesi, şükür secdesi de namaz mâ­nasına yorumlanır ve onlar da abdestsiz bir vaziyette yerine geti­rilmez.

Abdestsiz bir halde Kabe'yi tavaf etmek de haramdır. Çünkü Peygamber Ca.s.) Efendimiz tavaf için abdest almış ve «hacc me-nâsikîni benden ahp öğrenin!» buyurmuştur. Hem «tavaf namaz mesabesindedir» diye hadîs rivayet edilmiştir. Ancak ne var ki, Allah Teâlâ, tavaf esnasında konuşmayı helâl kılmıştır. Artık kim tavaf esnasında konuşmak isterse ancak hayr üzerine konuşsun.[152]

Mushafa abdestsiz bir halde el sürmek veya yapraklarına do­kunmak da haramdır. Allah Teâlâ, «Ona ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokunabilir,» buyurmuştur. Bu, nehiy mânasında bir ha­berdir. Onu abdestsiz bir halde taşımak da haramdır. Ancak yan­masından, sele kapılmasından veya bir kâfirin tecavüzüne uğra­masından endişe edildiği zamanlarda hemen abdest alma imkânı yoksa abdestsiz taşınabilir. Hatta bu vaziyette onu taşıyıp kurtar-

mak vâcibdir. Tevrat ve İncil hakkındaki hüküm böyle değildir, yani onları abdestsiz taşımakta bir sakınca yoktur. Çünkü insan eli dokunup tahrifata uğramış, çoğu yerleri ilâhî vasfını kaybet­miştir.

Mushafm bitişik cildine abdestsiz dokunulmaz. Çünkü cildi de ondan bir parça sayılır. Bitişik değilse, el sürmekte bir sakınca yoktur.[153]

Kur'ân tefsîrine, gelince, tefsir kısmı Kur'ân metninden çoksa, hüküm eksere göre olduğundan onu abdestsiz bir vaziyette tutup, açıp okumakta bir sakınca yoktur. Ama Kur'ân metni tefsire eşit veya ondan fazla ise, o takdirde abdestsiz el sürmek haramdır.

Kur'ân'ı eşya arasında, sandıkta, kutuda abdestsiz bir vaziyet­te taşımak helâldir.[154]

c)  Hanbelîlere göre :

Abdestsizlik ve cenabetten temizlenen kimse ancak Mushafa el sürebilir. Bu husus, İbn Ömer, el-Hasan, Atâ,' Tavus, Şa'bî ve Ka­sım b. Muhammed'den rivayet edilmiştir. (Allah hepsinden razı olsun). Aynı zamanda bu, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve rey tarafdar-larınm kavlidir. Onlara Davud ez-Zahîrî'den başka muhalif olan bir kimse bilmiyoruz. Davud'a gelince, o Mushafa abdestsiz bir va­ziyette el sürmeyi mubah saymıştır. O, bu hususta Peygamber (a.s.) Efendimizin Kayser'e yazdığı mektubla ihticac etmiştir. Çünkü mektubta Kur'ân'dan âyet yazılı bulunuyordu. Hammad ise, elinin arkasıyla Mushafa dokunur, bunda bir sakınca görmezdi. Çünkü ona göre, «mess »tabiri, elin içiyle dokunmak veya sürmek­tir, dışıyla değil.[155]

Hanbelîler hem Vakı'â sûresi 79. âyetle, hem de Hz. Peygamber'-in (a.s.) Amr b. Hazm'e yazdığı mektupta «Kur'ân'a ancak tabu­dan el sürebilir» mealindeki el-Esrem'in rivayet ettiği hadîsle ih­ticac etmişlerdir.

Resûlüllah'm (a.s.) Kayser ve diğer ülkelere gönderdiği mek­tupta âyet yazması, mektup kasdıyla yazılmıştır. O bakımdan mek­tupta, fıkıh ve benzeri kitaplarda yazılı olarak âyetler bulunabilir ve bunlara abdestsiz dokunulabilir.  Çünkü içindeki âyetten dolayı

Milar mushaf hüviyetini almaz, o bakımdan raushaf hürmetini de ,aşımaz. Aksini iddia etmek, Kur'ân'ı ezber bilenlerin bedeninin İe abdestsiz dokunulmasının sakıncalı olduğu sonucunu doğura­bilir. Oysa fıkıhta böyle bir iddia veya kaide söz konusu değildir.

Kur'ân'ı kılıfının sapından abdestsiz bir vaziyette tutup kaldır­makta bir sakınca yoktur. Ebû Hanife-'nin de içtihadı böyledir. Emam Mâlik buna muhaliftir. Ona göre, mushafı kılıfıyla veya kı­lıfının kulpuyla tutmak da helâl olmaz.

İçinde âyet yazılı bulunan tefsir, fıkıh ve benzeri kitaplara ab-üestsiz dokunmak caizdir.[156]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller :

Her namaz için abdest almak şart mıdır? Daha önce abdestli bulunan kimsenin o abdestle bir kaç namaz kılmasında bir sakın­ca var mıdır? İlim adamları Kur'ân'da abdestle ilgili âyete daya­narak ve hadîslerin ışığı altında farklı görüşler ortaya koymuş­lardır :

a) Seleften bazısı, her namaz için yeniden abdest almak vâ-cibdir, demiştir

b) Diğer bazısı ise, önceleri hüküm böyle idi, sonra bu hüküm kaldırıldı  şeklinde  bir görüş  belirtmişlerdir.

c) Bazısına göre, ise âyetteki emir   n e d b   üzerine hamledi­lir, öyleki, abdestli bulunan bir kimsenin başka bir namaz kılmak istediğinde yeniden abdest alması menduptur.

d) Diğer bir kısmına göre ise, abdest ancak abdesti olmayana meşru' kılınmıştır; ne var ki her namaz için yeniden abdest almak müstehab sayılmış ve bunun nur üstüne nur olduğu ifâde edilmiş­tir.

Bu son görüş ağırlık kazanmıştır. Fetva ona göredir. Nitekim Abdullah b. Hanzele'den (r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Re-sûlüllah (a.s.) Efendimiz önceleri her namaz için ayrı bir abdest alınmasını emretmişti. Namaz kılmak isteyen kimse ister abdestli olsun, ister olmasın, herhalde yeniden abdest alması gerekirdi. Bu meşakkat doğurunca kaldırıldı, sadece abdesti olmayan kimsenin namaz için abdest alması vâcib olarak kaldı.»[157]

Hz. Büreyde'den  (r.a.)   yapılan rivayette, demiştir ki  :

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz önceleri her namaz için bir abdest alırdı. Fetih günü (Mekke'nin fethedüdiği gün) birkaç namazı bir abdestle kıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) Ona dedi ki : «Daha önce yapmadığın bir şeyi yaptın?...» Resûlüllah (a.s.) ona : «Bile bile yaptım  (cevazını belirtmek için) !=> diye cevap verdi.[158]

Ayrıca Daremî, «Abdest ancak hadesden dolayı gerekir» mea­lindeki hadîsle istidlal ederek, her namaz için yeni bir abdest alma­nın müstehab olduğunu söylemiştir.

«Ümmetime meşşakkat vermiyeceğini bilseydim, her namaz için yeni bir abdest ile emrederdim ve her abdestle beraber (dişle­ri) misvaklamayı vâcib kılardım.»[159]Mealindeki hadîs, her na­maz için abdestli bulunduğu halde yeni bir abdest almanın gerek­li olmadığına çok açık şekilde delâlet etmektedir. Nitekim mücte-hid imamların hemen hepsi bu sahih rivayetlerle ihticac etmiş­lerdir.

«Peygamber ta.s.) her namaz için bir abdest alırdı...» mealin­deki hadîs, yukarıdaki hadîslerle açıklanmakta ve bunun vâcib olmadığı neticesi ağırlık kazanmaktadır. Hem koyun ve keçi etin­den dolayı abdest alıp almayacağım soran adam, «arzu edersen al, arzu edersen alma...» buyurması, daha önceki abdestle namaz kılmakta bir sakınca olmadığına delâlet etmektedir.

738 nolu hadîsle her ne kadar ihticac edilmişse de, isnadında Süveyd b. Ebî Hatim bulunuyor ki bu zat zayıftır. Nevevî de onun zayıf olduğunu söylemiştir. O bakımdan müctehid imamların hep­si onunla ihticac etmemiştir.

Hem hadîste geçen t a h i r sıfatı, mü'min hakkında kullanıl­dığı gibi, büyük ve küçük hadesten temizlenen kimse hakkında da kullanılır. Aynı zamanda bedeninde necaset bulunmayan kimseye de delâlet eder. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz «Mü'min necis olmaz...» buyurmuştur. O bakımdan t a h i r tabiri mutlaka ab­destli olan kimse demek değildir.

739 nolu Tavus tarikiyle rivayet edilen hadîsi İbn Hüzeyme ve ton Hibban sahihi emişler. Tirmizî, «bu hadîs merfu' ve mevkuf ri-râyet edilmiş; merfu' oluşu sadece Atâ' hadîsinden bilinmektedir.» İemiştir. Atâ'ın bunu merfu' mu, mevkuf mu rivayet ettiğinde ih-iilâf edilmiştir. Nesâî, Beyhakî^ İbn Salah, Münzirî ve Nevevî mev-tuf olduğuna kail olmuşlar. Ref, rivayeti ise zayıftır.

Hafız İbn Hacer ise, Ata' b. Sâib'in sadûk olduğunu, ondan ba­san merfu', bazan da mevkuf rivayetler vardır. Ama kendisi sıka [güvenilir)'dır, demiştir.

Resûlüllah (a.s.) Efendimizin Yemen'de Amr b. Hazm'e yaz-!*ı mektupta : «Kur'ân'a ancak tahir olan el sürebilir...» mealinde­ki hadîsi Zeylâî kendi kitabında naklederek bunun ayrıca İbn Ömer'den, Hakim b. Huzam'dan ve Osman b, Ebî As'dan da rivâ-yet edildiğim kaydetmektedir.

Amr b. Hazım'dan rivayet edilene Nesâi Kendi Sünen'inde Ki-tabü'ddiyat bölümünde; Ebü Dâvud Merasü'de Muhammed b. Be­kâr b. Bilâl'dan o da Yahya b. Hamza'dan, o da Süleyman b. Er-kam'dan, o da Zührî'den, o da Ebubekir b. Muhammed b. Muham­med b. Amr b, Hazım'den rivayet etmiştir.

Bu konudaki İbn Ömer (r.a.) hadîsini Taberâni kendi Mu'cem'-inde, Darekutnî ve Beyhakî kendi Sünenlerinden rivayet etmişler­dir. Râvileri arasında Süleyman b. Musa bulunuyor ki, bu zat hak­kında farklı tesbitler yapılmıştır : Buharı, onun münkerlere yer verdiğini söyler. Bazı hadîsçiler ise onu sıka kabul eder. Nesâî ise, «o kaviy değildir,» demiştir.

Bu konuda Osman b. Ebû As hadîsini ise, Taberânî kendi Mu'-cem'in de rivayet etmiştir. Bu rivayet üzerine farklı tesbit söz ko­nusu değildir. İsnadında  bir aksaklık görülmemiştir.[160]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Namaz ancak abdestli bir halde  kılınabilir. Abdestsiz na-F maz sahih değildir, kabul olunmaz.

2- Her namaz için bir abdest şart değildir. Bir abdestle bir­kaç vakit namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

3- Abdest üzerine  abdest almak,    yani her namaz için yeni bir abdest almak müstehabdır.

4- Abdestsiz bir halde Mushafa el sürmek caiz değildir. An­cak Davud ez-Zahirî'ye göre, caizdir.

5- Tavaf   bir bakıma namaz demektir, abdestsiz yapılması mekruhtur. (Bu daha çok Hanefîlerin içtihadıdır.    Şafiî ve diğer imamlara göre, abdestsiz bir vaziyette Kabe'yi tavaf etmek haram­dır.) [161]

                                                                       

Cünüp Kimsenin Abdest Alıp Öyle Uyuması Tavsiye Edilmiştir

 

İslâm her konuda temizliği ön plâna alır. Yatsı namazından sonra cünüp olan kimsenin o vaziyette    uyuması hoş karşılanma­mış, cinsel organını iyice yıkayıp namaz abdesti gibi bir abdest al­dıktan sonra yatağına uzanıp uyuması tavsiye edilmiştir. Tabii bu tavsiye, o saatlerde yıkanma imkânı   bulanlara göre değildir,   her­hangi bir sıkıntı yoksa, yıkanıp uyumak daha uygundur.    Ancak fecir  doğuncaya kadar arada farz bir namaz vakti olmadığından daha çok elleri ve utanç yerlerini tertemiz yıkadıktan sonra müm­künse namaz abdesti gibi bir abdest alması müstehab sayılmıştır. Bu, bütünüyle ruh ve beden sağlığını korumaya, maddî ve mânevi pislik ve mikroplardan sakınmaya yönelik bir tedbirdir. Aynı za­manda rahat bir uyku uyuyabilmenin de bunda payı vardır.

O bakımdan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz böyle durumlarda eli­ni ve utanç yerlerini iyice yıkadıktan ve çoğu zaman namaz abdes­ti gibi bir abdest almadan uyamamıştır.

İlgili hadîsler :

tbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette, Hz. Ömer (r.a.) Peygam­ber (a.s.) Efendimiz'den şöyle sormuştur:

  Ya Resûlellah! Bizden biri cünüp iken uyuyabilir mi?

  Evet, abdes aldığı zaman uyuyabilir,     (bunda bir sakınca yoktur), buyurmuştur.[162]

Hz. Ayşe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüp iken uyumak istediğinde cinsel organım yıkar, namaz için abdest alındığı gibi abdest alırdı.»[163]

Yine  Hz.  Aişe Validemiz'den  (r.a.)  yapılan rivayette demiştir  .    «peygamber (a.s.î Efendimiz cünüp olduğu zaman,   (bir şey­ler)  yemek veya uyumak istediğinde abdest alırdı.»[164]

Ammar b. Yasin (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (a.s.) Efendimiz cünübe, bir şey yemek veya içmek ya da uyumak istediği zaman namaz için abdest alır gibi abdest al­masına ruhsat verdi.»[165]

Ebu Said (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Sizden biri eşiyle cinsel temasta bulunduktan sonra tekrar temasta bulunmak isterse abdest alsın!» [166]

Hadislerin açık delaletinden şu  hükümler anlaşılmaktadır :

1- Yatsı namazını kılmak şartıyla cünüp bir halde uyumak­ta bir sakınca yoktur.

2- Cünüp bir halde uyumak isteyen kimsenin namaz için ab­dest alır gibi abdest alması ve bundan önce cinsel organını yıka­ması müstehabdır.

3- Cünüp bir vaziyette bir şey yemek veya içmek istediğinde, abdest alması öylece yiyip içmesi müstehabdır.

4- Eşiyle cinsel temasta bulunduktan sonra henüz gusletme-

den tekrar temasta bulunmak isterse,  cinsel organını yıkaması ve namaz abdesti gibi abdest alması müstehabdır.

Hadîslerin ışığında müstehid imamlarının istidlal ve ihticac-ları :

a) Hanefüere göre :

Cünüp kimsenin yıkanmadan uyumasında veya tekrar cinsel temasta bulunmasında bir sakınca yoktur. O vaziyette uyumak is­terse, namaz abdesti gibi abdest alması müstehabdır. Abdest al­madan uyuyabilir. Çünkü abdest bi-nefsihi kurbet değildir, namaz ve benzeri ibâdetleri yerine getirmenin şartıdır. Uyumakta böyle bir şey söz konusu değildir.

Ayrıca, cünüp kimse bir şey yemek veya içmek istediğinde sa­dece elini yıkayıp ağzını çalkaması kâfidir.

Hanefüere göre bu konuda baş kısma aldığımız Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet edilen hadîsle ve Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen şu hadîsle istidlal etmişlerdir :  «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüp bir halde elini  (gusül)  suyuna dokundurmadan uyurdu.» [167]

b) Hanbelüere göre :

Cünüp kimse sadece abdest alıp mescidde oturabilir. İshak b. Rahuye de aynı görüştedir. İlim ehlinden çoğu, bu caiz değildir, de­miştir.

Hanbelîler bu hususta Zeyd b. Eşlem'den (r.a.) yapılan şu ri­vayetle ihticac etmişlerdir : «Resûlüllah (a.s,) Efendimiz'in ashabı abdestsiz bir vaziyette Mescid'de oturup konuşurlardı. Bazısı da cünüp olduğu halde sadece abdest alıp içeri girerek sohbete katı­lırdı.»[168]

Bu haber, onların sözü edilen konuda icma' ettiklerini ve umu­ma has bir hüküm taşıdığım gösterir. Hem abdest alınınca hades hükmü hafiflemiş olur; su bulunmadığı zaman yapılan teyemmü­me benzer.

Cünüp kimsenin sadece abdest almasıyla hadesi hafifletmesi­nin delili şudur : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüp kimseye uyu­mak istediği zaman abdest ile emretmiştir. Bir şey yemek veya iç-

ıek isteyene veya henüz yıkanmadan tekrar cinsel temasta bulun-aaya teşebbüs edene abdest müstehab kılınmıştır. Ama ayhali lan kadın abdest alsa bile camide oturması mubah değildir, çün-tü onun bu durumda altığı abdest sahih sayılmamıştır.[169]

c)  Mâlikilere göre :

Yahya'nın îmam Mâlik'den, onun da Abdullah b. Dinar'dan, bnun da Abdullah b. Ömer'den (r.a.) yaptığı rivayette, Hz. Ömer'-iı (r.a.), Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den geceleyin cünüp olduğunda le yapmasını tavsiye edeceğini sorması, Peygamberin de (a.s.) ab-iest al, cinsel organını yıka ve ondan1 sonra uyu, diye buyurması ielil olarak alınmıştır. Ayrıca Mâlikîler şu hadîslerle de istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır : Urve'nin kendi babasından, onun da Deygamber (a.s.) Efendimizin zevcesi Hz. Aişe'den yaptığı rivayet­te Aişe (r.a.) şöyle demiştir : «Sizden biri eşiyle cinsel temasta bulu­nur ve sonra da gusletmeden uyumak isterse, namaz için alman abdest gibi bir abdest almadıkça uyumasın!»

îmam Mâlik'in Nâfi'den yaptığı rivayete göre : Abdullah b. Ömer (r.a.) cünüp iken uyumak veya bir şey yemek istediğinde yüzünü ve dirseklere kadar iki elini yıkar, başım meshettikten son­ra yemek yer veya uyurdu....»[170]

Böylece Abdullah b. Ömer'in (r.a.) ayaklarını yıkamadığı, sa­dece abdest organlarından ikisini yıkayıp başını meshetmekle ye­tindiği anlaşılıyor. Çünkü sözü edilen hususta abdest almak, na­maz kılmak, tavaf yapmak veya Kur'ân'a el sürmek ve okumak için değil, temiz bir vaziyette, cenabetin ağırlığını hafifleterek uyu­maktır. O bakımdan ayaklarını yıkamaya gerek görmemiştir. İs­lâm fıkhında senet ve kaynak kabul edilen Abdullah b. Ömer'in böyle yapması, mutlaka bir sünnete dayanmaktadır. Mâlikilerin de görüşü bu doğrultudadır.

Konuyla ilgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller : 753 nolu hadîsi, Buharı ve Müslim şu değişiklikle rivayet et­mişlerdir : «Abdest alsın, sonra uyusun!» Yine bu ikisinin bir diğer rivayetinde şu farklılık göze çarpmaktadır : «Abdest al, cinsel or­ganım yıka, sonra uyu!» Bu son lafzın içinde bulunduğu hadîsi îmam Mâlik aynen Muvatta'da rivayet etmiştir.

İmam Nevevi diyor ki : «Ömer hadîsi emir sıygasınla ve şart sıygasıyla gelmiştir. Zahirine bakıp hükmedenler, gusletmeden uyumak isteyen cünüp kimsenin abdest almasını vâcib kabul et­mişlerdir. Zahiriler ve Malikiler'den İbn Habîb aynı görüştedirler, Cumhur ise bunun istihbabma kaildir. Müctehid imamların da içti­hadı bu doğrultudadır. Nitekim İbn Huzeyme ile İbn Hibbân'm ken­di Sahîh'lerinde İbn Ömer'den tahrîc ettikleri hadîste şöyle denil­miştir : «Peygamber (a.s.) Efendimiz'den, bizden biri cünüp iken uyuyabilir mi? diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir ; Evet, uyuya­bilir, isterse abdest alır...»

İlim adamlarının çoğu, bu durumda abdest alınırken îbn Ömer'in yaptığı gibi değil, namaz için abdest alman abdest gibi tastamam bir abdest alınır. Çünkü namaz abdesti gibi, tabiri her türlü farklı görüşü reddetmektedir. İbn Ömer'e gelince, belki bir mazeretinden dolayı ayaklarım yıkamamış olabilir. Bununla bera­ber İbn Ömer'in yaptığı temizlik gibi bir temizlik yapmakta hiçbir sakınca yoktur. Çünkü abdest ile tavsiye, ağırlığı hafifletmek, te­mizliği sağlayıp öylece rahat bir uyku uyumaktır.

Nitekim İbn Ebî Şeybe'den sıka rical senediyle Şeddad b. Evs'-den (r.a,) demiştir ki : «Sizden biri geceleyin cünüp olduğunda, uyu­mak isterse, abdest alsın, çünkü afcdest cenabet guslünün yarısı­dır.»[171]

Gerek konunun başında, gerekse bu arada rivayet edilen ha-dîsler'in çoğu Resûlüllah fiiline dayanmaktadır. Ömer ve Ebû Said hadîsleri ise, kavlidir, yani Peygamber (a.s.) Efendimiz'in mübarek dilinden çıkan sözlerle sabittir.

İlim adamlarından bir kısmı, cünüp kimse gusletmeden bir şey yemek ve içmek veya uyumak isterse, abdest alır, ama tekar cinsel temasta bulunmak isterse, önce gusletmesi afdaldır, demişlerse de Buharî ve Müslim'in sahîh bir senedle Hz. Enes'den yaptıkları riva­yette deniliyor ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir tek gusülle zev­celerini dolaşır (onlarla cinsel temasta bulunurdu).» Bu, namaz vakti geçmiyorsa, özellikle gece saatlerinde cünüb olduktan sonra hemen yıkanmanın vâcib olmadığını gösterir.

İmam Nevevî de aynı görüşte olup sadece ikinci defa cinsel te­masa geçmeden yıkanmanın müstehab olduğunu söylemiştir. Çün-

Resûlüllah (a.s.) Efendimizin bir gecede eşlerine ayrı ayrı uğ-ayıp her biriyle cinsel temasta bulunduktan sonra yıkandığını Ah-tıed b. Hanbel ve diğer Sünen sahihleri Ebû Râfis (r.a.)'den rivâ-ret edilen hadîsle belirtmişlerdir... Hatta bunun farkına varan sa-iabiden biri, «Ya Resûlellah! Hepsi için bir gusülle yetinseniz ya..» leyince, «böyle yapmak daha iyi ve daha temizdir...» buyurmuş-ur.

Bu her iki şeklin cevazına delâlet etmekte ve diğer konularda olduğu  gibi kolaylığı getirmektedir.     Aynı hususu  Sıddîk Hasan 3an,  Bulûğu'1-merâm  şerhinde belirterek abdest almak mendub-sa da her iki halin caiz olduğunu söylemiştir.[172]

Dörtlerin Hz. Aişe (r.a.)'den rivayet ettikleri hadîste ise, Re­sûlüllah (a.s.) cünüp iken suya dukunmadan uyuduğuna gelince, bu malûldür. Musannif illet sebebini Ebu İshak'm el-Esved'den, onun da Hz, Aişe'den yaptığı rivayet olarak açıklamıştır. Nitekim Zehebî bu zatın münker olduğunu söyledikten sonra İbn Hibbân'-m, «Ebu îshak'm hadîsiyle ihticac edilmez» dediğini nakletmiştir.[173]

Resûlüllah (a.s.) Efendimizin cünüb iken bir şey yemek veya içmek istediğinde iki elini yıkadığı ve sonra yiyip içtiği rivayetine gelince : Hazreti Aişe (r.a.) diyor ki : «Peygamber (a.s.) Efendimiz, cünüp iken bir şey yemek veya içmek istediğinde iki elini yıkadık­tan sonra yiyip içerdi.» [174]

Diğer bir rivayette ise Hz. Aişe (r.a.) şöyle söylemiştir :

«Peygamber (a.s.) Efendimizin eşlerine ihtiyacı olduğu zaman onlara gelip (hacetini yerine getirdikten sonra) döner ve suya do­kunmazdı.»

Tirmizî'nin yaptığı rivayette ise şu lafızlarla Hz. Aişe'den nakle­dilmiştir : «Peygamber (a.s.) Efendimiz cünüb iken uyur ve suya dokunmazdı...»[175]

765 nolu hadîs sahih kabul edilmiş, hiç kimse bunun zayıf olduğunu söylememiştir. 766 nolu hadisler ise, İmam Ahmed'e gö-

re, sahîh değildir. Ebu Dâvud bu rivayetin v e h m olduğunu be­lirtmiş; Yezîd b. Harun onun hatalı olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ahmed b. Salih ise bu hadîsin rivayet edilmesi helâl değildir, diye­rek gayr-i sahih olduğunu söylemiştir. Ancak Beyhakî onu sahih-lemiştir.

Bununla beraber ilim adamları «uyurdu da suya dokunmazdı»

sözünü, gusletmek için suya dokunmazdı şeklinde yorumlamışlar­dır. Öyleki : Ellerini yıkar, bazan abdest de alır, ancak gusletmez-di. Çünkü gece yarısından sonra teheccüd namazına kalkıncaya kadar müsait bir vakit söz konusu idi. [176]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Yatsı namazı kılındıktan sonra    cünüp olan kimsenin ab­dest alıp öylece uyuması müstehabdır.

2- Abdest alırken, ayaklarını yıkamadığı takdirde bir şey ge­rekmez. Nitekim İbn Ömer  (r.a.) öyle yapmıştır.

3- Cünüp iken bir şey yemek veya içmek istendiğinde, elleri iyice yıkamak sünnettir. Bu arada ağza su alıp çalkalamak müste-habdar. Abdest almak da müstehab sayılmıştır.

4- Cinsî temastan sonra henüz gusletmeden önce tekrar  te­masta bulunmak isteyen kimsenin cinsel organını yıkaması ve na­maz abdesti gibi bir abdest alması müstehabdır.

5- Her cinsel temas için gusletmek gerekmez; birkaç defa te­masta bulunan kimsenin hepsi için bir defa gusletmesi kâfidir. [177]

 

Gusül

 

Meniden Dolayı Gusül

 

Bulûğ (ergenlik), yetişmiş bir çocuğun, erkekse baba, kızsa an-le olabilecek yaşa gelmesidir. Buna erkek çocuklarda daha çok ikıl-baliğ olmak denir. Hayatın bu döneminde erişmiş bir gençte ire tim organları artık iyice gelişmiştir. Delikanlıda erkeklik bez-"" eri salgı yapmaya başlamış kızda da yumurtalık aşılanmaya ha­sır yumurta yapabilecek hale gelmiştir.

Erkek ve kadının cinsel organından şehvetle dışarı çıkan az koyu ve sarımtırak sıvıya   meni   denir.

Her vesileyle temizliği ön plâna alan ve insan sağlığını koru­yan İslâmiyet bu durumda gusletmeyi emreder. Böylece din insan hayatının her bölümüyle ilgilenir ve onu başıboşluktan kur­tararak atılan her adımda, yapılan her işte ve düşünülen her konu­da yüce yaratanı hatırlatır, kul ile Allah arasında kopmaz bağlar vücuda getirir.

İlgili hadîsler ve rivayetler :    

Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayette, şöyle demiştir. : «Ben ken­disinden çok mezyi akan bir adamdım. Bundan dolayı (gusül ge­rekip gerekmiyeceğini) Peygamber (a.s.) Efendimiz'den sordum; bu­yurdu ki : Mezyiden dolayı abdest, meniden dolayı gusül gerekir.»[178]

Ahmed b. Hanbel'in yaptığı rivayette, Resûlüllah (a.s.) ona şöy­le buyurmuştur : «(Erkeklik bezinden salgılanan) suyu fışkırtarak dışarı attığında cenabetten dolayı guslet; fışkırtmadığı takdirde gusletme!»[179]

Ümmu Seleme (r.a.) 'dan yapılan rivayette, Ümmu Süleym şöyle demiştir : Peygamber (a.s.) Efendimiz'e dedim ki : Ya Resû-lellah! Şüphesiz-ki Allah hakkın (söylemekten) haya etmez; ihtilam olduğu zaman kadına gusül gerekir mi? Peygamber (a.s.) : «Evet, kadın (üreme organın salgıladığı) suyu gördüğü zaman (gusül ge­rekir.)» Bunun üzerine Ümmu Seleme (söze karışarak) sordu : «Kadın da ihtilam olur mu?!» Peygamberimiz ona : «Ellerin topra­ğa muhtaç olsun! Kadına çocuğu neden benzer?» buyurdu.  (769)[180]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Şehevî duygudan dolayı beyazımsı ince bir suyun fışkır-maksızm ve şehevi bir zevk duymaksızın cinsel organdan akmasın­dan dolayı gusül gerekmez, abdest gerekir. Buna   mezyi  denir.

2- Şehvetle fışkmp dışarı akan az koyu ve sarımtırak renk­teki   meni   den dolayı gusül gerekir.

3- Erkekten fışkırarak şehvetle dışarı çıkan meni, kadında fışkımaksızm şehvetle akıp çıkar ve bundan dolayı her ikisine de gusül gerekir.

Hadîslerin ışığı altında müctehid imamların tesbit, görüş istidlal, ihticac ve ictihadları -.

a) Hanefîlere göre :

Guslü  gerektiren sebebler üçtür.  Onlardan bir cenabettir. Bu

ise iki şeyle sübut bulur : 1. Meninin şehvetle fışkırarak dışarı çık-aasıdır. Uyanık ve uyku hali arasında bir fark yoktur. Buradaki ehvet, erkeklik bezinden ve kadının yumurtalığından meninin ehvetle ayrılması demektir. Bu kadına elle dokunmaktan veya şeh-retle bakmaktan, veya uykuda iken düşazıtmaktan ya da istimna-Lan kaynaklanır.[181]

O halde cenabetin sözlük mânası, meninin şehvetle çıkması-îır. «Adam cünüp oldu,» yani kadınla cinsel temasta bulunarak şehveti yerine getirdi, demektir. Hadîste geçen «meninin çıkması,» jehvetle çıkmaya hamledilir.[182]

İmam Ebû Yusuf, şehvetle yerinden ayrılan menî şehvetle fış­kırarak değilde, şehvet sakin olduktan sonra dışarı çıkarsa, bun-ian dolayı gusül gerekmez diyerek hadîste kasdedilen çıkışın bu anlamda olduğuna yorumlamıştır.

b) Şâfiîlere göre :

Guslü gerektiren sebebler beştir. Onlardan biri de meninin ya mu'tad mahrecden, ya da mutad yolu kapalıysa sulb veya terâib-den çıkmasıdır- Sulb, erkeklerde bel nahiyesine verilen bir isimdir. T e r â i b , kadınlarda göğüs kemikleri nahiyesine denir.[183]

Mutad ve gayr-i mu'tad yoldan çıkan meni şu dört özelliğin­den biriyle bilinip tanınır : Fışkırarak çıkmak veya fışkırmayıp lez­zet duyularak çıkmak veya az geldiği için hem fışkırmadan, hem de fazla lezzet duyulmadan çıkarsa, ekşimiş hamur kokusu neş­retmek veya bu durumda çıkıp kurumuşsa kurumuş yumurta akı­na benzemek... Bu özelliklerden hiçbiri yoksa, o takdirde çıkan sı­vıdan dolayı gusül gerekmez.[184]

Anlaşıldığı gibi, safiler meninin mutlaka yerinden şehvetle ay-rımasım veya şehvetle dışarı fışkırmasını gerekli görmemişler, on­da sadece belirttiğimiz dört vasıfdan birinin gerçekleşmesini dik­kate almışlardır.

Aranılan dört vasıfta kadın ve erkek arasında fark yoktur. Hangisinden çıkan sıvı belirtilen vasıflardan birini taşıyorsa, o takdirde çıkan sıvının meni olduğu kabul edilir ve guslü gerekti­rir.[185]

Şâfüler bu konuda «el-Mâu mine'1-mâi = Su, sudan dolayı ge­rekir» mealindeki hadîsle istidlal etmiştir,

c)  Hanbelüere göre :

Guslü gerektiren sebebler altıdır. Onlardan biri, meninin dı­şarı çıkmasıdır. Meni, kaim bir sıvıdır, şehevî duygu kabardığın­da fışkırarak dışarı atılır. Kadının menisi ise, ince ve sarıdır.

Hanbelüer bu hususta Ümmu Seleym hadîsiyle ve diğer ilgili hadîslerle istidlal etmişler ve bir hastalık ve soğuktan dolayı olup şehevî bir duygu neticesi olmayan meninin mücerred çıkmasından dolayı gusül gerekmez, demişlerdir. Nitekim Ebu Hanîfe ile Mâ-lik'in de kavli budur. Şafiî ise, bundan dolayı gusül gerekir, demiş­tir."[186]

d)  Mâlikîlere göre :

Cinsel temassız lezzet ile dışarı çıkan meniyle, lezzet duyduk­tan bir süre sonra çıkan meniden dolayı gusül gerekir. İsterse bu durumda meni çıkmadan gusletmiş olsun, isterse olmasın farket-mez, her iki halde de lezzetten bir süre sonra meninin çıkması gus­lü gerektiren sebeplerden biri sayılır. Ama duyulan lezzet cinsel temasdan neş'et ediyor, duhul vaki olduğu halde inzal vaki olmuyor ve cinsel organını dışarı çektikten sonra inzal meydana geliyorsa, bu durumda, inzal meydana gelmeden gusletmişse, artık tekrar gusletmesi gerekmez.[187]

 

Çıkarılan Hükümler :

 

1- Meninin   şehvetle yerinden     ayrılıp dışarı  çıkması   guslü gerektirir.   (Bu, îmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed'e göredir.)

2- Mutad yoldan, orası kapalıysa  gayr-i mutab yoldan  (sulh veya terâibden)   çıkan meni fışkırarak veya lezzet duyularak veya

sadece ekşimiş hamur kokusu neşrederek veya kurumuş bir halde be, yumurta akına benzer bir vasıfta bulunarak çıkmışsa, o tak­tirde gusül gerekir CBu şâfiilere göredir.)

3- Şehevî duygunun kabarmasıyla dışarı çıkan meniden do-ayı gusül gerekir. Başka bir sebepten dolayı çıkarsa, guslü gerek­tirmez.  (Bu, Hanbelüere göredir.)

4- Şehvetle yerinden ayrılan meni, ister şehvet ve lezzetle, is-;er şehvet ve lezzet duygusu kesildikten sonra dışarı çıksın, her iki halde de guslü gerektirir.   (Bu, Mâlikilere göredir.)

5- Şehvetle yerinden ayrılan meni ister erkekten, ister ka-imdan akıp dışarı çıksın, her ikisi için de guslü gerektirir. [188]

 

İki Sünnet Yerinin Kavuşmasından Dolayı Gusül Gerekir

 

Erkek ve kadının, cinsel organının sünnet edilen bölümünün kavuşmasına «iltika-i hataneyn» denir. Böyle bir durumda inzal vaki olsun olmasın, yani erkek ve kadının menisi dışarı çıksın çık­masın gusül gerekir. Böylece İslâm her hususta Allah'ı hatırlatma­yı amaç edinirken, bir yandan da temizliği her vesileyle ön plâna almıştır. Sünnet yerlerinin mücerred kavuşması da bu iki Önemli hususu  beraberinde getirmektedir.

Konuyla ilgili hadîsler :

Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Erkek, kadının dört şu'besi arası­na oturduktan sonra harekete geçmek için gücünü kullanmaya başlarsa, üzerine gusül vâcib olur.»[189]

Ş u â b : şi'be'nin çoğuludur. Sözlükte bir şeyden bir bölüm, bir dal, iki boynuz arasındaki kısım, su yolu, dağdaki yarık gibi mânalara gelir. Hadîste ise, ya kadının iki eli ve iki aya­ğı arası veya iki ayağıyla iki uyluğu arası veya iki bacağı ve iki uy­luğu arası manası kasdedilmiştir.

Hz. Aişe  (r.a.)'dan yapılan rivayette,    Peygamber   (a.s.)  Efen-

dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Adam eşinin dört şfbe­si arasına oturur, sonra da onun sünnet yeri kadının sünnet yeri­ne dokunursa gusül gerçekten vâcib olur.»[190]

Tirmizî bu hadîsi sahîhlemiştir. Ancak onun tesbit ve rivaye­tinde şu cümle yer almıştır : «Sünnet yeri sünnet yerine tecavüz ederse gusül vâcib olur.»

Hadîslerin açık  delâletinden şu  hükümler  anlaşılmaktadır :

1-  Erkek kadının iki bacağı ve uyluğu arasında oturup cinsel organının sünnet kısmını onun sünet kısmına sokup  dokundurur-sa, gusül gerekli olur.

2- Bu durumda erkek ve kadından meni gelmesi, dışarı çıkma­sı söz konusu değildir. Mücerred cinsel organların birbirine kavuş-masıyla gusül vâcib olur.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının ictihad, istidlal ve ihticaclan :

a) Hanefîlere göre :

Guslü vâcib kılan sebeblerden biri de, inzal vaki olmaksızın iki sünnet yerinin kavuşmasıdır. Çünkü Cenâb-ı Peygamber (a.s.) Efen­dimiz, «sünnet yerleri buluşup haşefe (penisin baş kısmı) kaybolup belirsiz olunca, inzal vaki olsun olmasın gusül vâcib olur,» buyur­muştur. Hem böyle bir birleşme inzalin başlıca nedenleri arasında bulunuyordur., O bakımdan mücerred haşefenin kadının cinsel or­ganına girip belirsiz olması, inzal yerine geçer. Dübürle kavuşması da öyle[191]

Hanefîler bu konuda Ebu Hüreyre (r.a.), Hz. Aişe (r.a.) hadîs-leriyle ve az yukarıda naklettiğimiz hadîsle istidlal etmişlerdir.[192]

b) Şâfiîlere göre :

Guslü gerektiren beşinci sebeb, haşefe (penisin baş kısmı) nın, o kısım kesikse o miktarda bir kısmın    —dikleşmiş olmasa bile—

adının cinsel organına girmesidir. Aynı hüküm belirtilen kısmın kübüre veya bir hayvanın cinsel organına girmesiyle gerçekleşir.[193]

c)  Hanbelüere göre :

İki sünnet yerinin kavuşması, yani haşefenin (penisin baş kıs­mının) kadının fercine girmesi, guslü gerektiren sebeplerden biri­dir. Sadece sünnet yerlerinin birbirine dokunması, âlimlerin itti­fakıyla guslü gerektirmez. Ancak Davud ez-Zahiri bu hususta mu­halefet ederek, meni akmadıkça gusül vâcib olmaz demiştir.

Hanbelüere göre, medhulu biha diri olsun, ölü olsun, insan ol­sun hayvan olsun, fere veya dübüre girsin farketmez, hepsinden dolayı gusül vâcib olur.[194]

d)  Mâlikilere göre :

Onlar da Hanbelîlerin görüşündedirler.[195] îmam Mâlik bu meselede, «İki sünnet yeri kavuştuğu zaman gusül vâcib olur» me­alindeki Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Aişe (Allah hepsinden razı olsun) hadîsiyle, ayrıca Abdurrahman b. Avf'm oğlu Ebu Seleme'-nin Hz. Aişe'den «neler guslü gerektirir?» şeklinde sorması ve Hz. Aişe'nin (r.a.) ona «Sünnet kısmı sünnet kısmına tecavüz edince gusül vâcib olur» açıklamasıyla ve bir de İmam Mâlik'in Ebu Mu­sa el-Eş'ârî'nin (r.a.) Hz. Aişe'ye gelerek, «Adam eşiyle cinsel te­masta bulunurken gevşeyiveriyor, meni akıtmıyor, bundan dolayı gusül gerekir mi?» soruyor; o da «Sünnet kısmı sünnet kısmına tecavüz eder, (haşefe ferce girerse) gusül elbette vâcib olur,» diye cevap vermesiyle istidlal ve ihticac etmişlerdir.[196]

Konuyla ilgili diğer hadîsler, rivayetler, görüşler ve tahliller :

İnzalsız cinsel temastan dolayı gusül gerekeceği hakkında ba­zı farklı görüş ve rivayetler olsa dahi dört halîfe, ashab ve tabiîn cumhuru bunda görüş birliği izhar etmişlerdir. O kadar ki, İbn Abdilberr, sahabenin icma' ettiğini söylemiştir.

Bazıları ise, «el-Mâu mine'1-mâi = Su, sudan dolayı gerekir,» mealindeki Buharı ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri hadîsle istidlal ederek inzal olmadıkça gusül gerekmez demişlerdir.

Tahavî de bu konuda ashabın ileri gelenlerinin görüş ve içtiha­dım şöyle sıralıyor : Zeyd b. Halid el-Cühenî'den yapılan rivayette, Hz. Osman'dan (r.a.) cinsel temasta bulunup meni akıtmayan adamdan soruldu, o şöyle cevap verdi : «Ona ancak abdest almak gerekir.» Sonra da şöyle ilâve etti : «Ben bunu Peygamber (a.s.) Efendimiz'den işittim...»[197]

Aynı râvî diyor ki : Konuyu bir de Ali b. Ebî Tâlib, Zübeyir b. Avam, Talha b. Abdillah ve Ubey b. Kâ'b'den (Allah hepsinden razı olsun) sordum, onlar da Hz. Osman'ın dediği gibi cevap ver­diler.

Zeyd b. Halid'den yapılan bir diğer rivayette şöyle dediği tes-bit edilmiştir : «Hz. Osman'dan karısıyla cinsel temasta bulunup inzalda bulunmayan adamdan sordum. Bana, ona gusül gerekmez, diye cevap verdi. Aynı soruyu gelip Zübeyir b. Avam'a ve Ubey b. Kâ'b'e sordum. Onlar da onun dediği gibi cevap verdiler.[198]

Urve'nin kendi babasından, onun da Ebu Eyyub el-Ansarî'den, onun da Ubey b. Kâ'b'den yaptığı rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «İksalda Unzalsız cinsel temasta) ancak abdest almak (veya temizlik) vardır.»

Bu hadîsi biraz daha açıklar mâna ve muhtevada diğer bir rivayet Hişam b. Urve'den, o da babasından, o da Ebu Eyyub el-Ansarî'den, o da Ubey b. Kâ'b'den (Allah hepsinden razı olsun) rivayetle, dedi ki : Resûlüllah'tan cinsel temasta bulunup iksal yapmadan, yani meni akıtmayan adam hakkında sordum. Buyur­du ki : «Kendisine isabet eden şeyi (ıslaklık ve benzerî şeyleri) yı­kayıp temizler ve namaz abdesti gibi abdest alır...»

Böylece bundan bir önceki hadîste t a h u r sözünden abdest ve diğer bazı temizliğin kasdedildiği anlaşılmış oluyor.

Sözünü ettiğimiz hükmün aksine sahîh rivayetler tesbit edil­miştir. Önce onları nakledip sonra tahlillere geçmek istiyoruz :

Ebu Sâîd (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur : «Su (gusül)- sudan (meni) dolayı gere­kir.»[199]

Bunu daha açıklayan ve kuvvetlendiren bir diğer rivayette ise şöyle deniliyor : Ebu Hüreyre (r.a.) diyor ki : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ansardan bir adama haber gönderip çağırttı. O da biraz gecikerek geldi. Resûlüllah (a.s.J ona : «Seni alıkoyan neydi?» di­ye sorunca o da, «Eşimle cinsel temasta bulunuyordum, derken senin habercin gelince (olduğu gibi bırakıp) yıkandım ve benden bir şey (akıntı, inzal da) ortaya çıkmadı» diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona : «Su tgusül) sudan (meni) dolayı gerekir. Gusül meni akıtan üzerine vâcib olur,»[200]   buyurdu.

Tahavi bu hadîsi açıklarken diyor ki : «Bir cemaat bu hadîsle istidlal ederek, eşiyle cinsel temasta bulunup meni akıtmayan kim­seye gusül gerekmiyeceğini söylemiştir.

Birincilerin görüşünü savunanlar ise daha önce naklettiğimiz hadîslere ve daha çok Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen şu habere dayanarak ihticacda bulunmuşlardır : «Hz. Aişe (r.a.) validemi­ze, eşiyle cinsel temasta bulunup meni akıtmayan adam hakkında soruldu. O şu cevabı verdi ; Benle Resûlüllah (a.s.) aynı şeyi yap­tık ve ondan dolayı ikimizde guslettik.»[201]

Birbirini nakzeder gibi görünen hadislerin sıhhatmda şüphe yoktur. Ancak hadîs kritiğini yapan ilim adamlarının tesbitine gö­re, «Su, sudan dolayı gerekir» mealindeki hadisin hükmü kaldırıl­mıştır. Çünkü bunun İslâm'ın ilk yıllarında söylendiği ağırlık ka­zanmış ve ilim adamlarının çoğu mensûh (hükmü kaldırılmış) ol­duğuna hükmetmişlerdir. Nitekim Sehl b. Saîd'in Ubey b. Kâ'b'den (r.a.) yaptığı rivayete göre, adı geçen bu hususta şunu söylemiştir: «Su sudan dolayı gerekir» hükmü İslâm'ın ilk yıllarında idi Allah emrini sağlamlaştırıp (rayına) oturtunca, o hükmü men'edip kal­dırdı.»[202]

Aym mânada bir diğer rivayette ise yine Übey (r.a.) şöyle de­miştir : «Su,1 sudan dolayı gerekir» hükmü, İslâm'ın ilk yıllarında bir ruhsat idi. Sonra bu ruhsat kaldırılıp men'edildi ve gusüledil-mesi emredildi.»

İşte büyük sahabi Hz. Übey (r.a.) konunun başında nakletti­ğimiz hadîslerin «su, sudan dolayı gerekir» mealindeki hadîsi nas-hattiğini söylemiştir. Başka delil aramaya ne gerek...

«Su, ancak sudan dolayı gerekir» mealindeki hadîsi başta Müs­lim olmak üzere Ebu Dâvud ve başka hadîsçiler rivayet etmişler­dir. Mensûh olduğunu kabul edenler ise hayli çoktur. Zeylâî bu hususa temasla diyor ki:

«Sözü edilen hadîsin hükmü kaldırılmıştır. Çünkü sahih tes-bitlerle inzal vaki olmaksızın haşefenin kadının fercme girmesiy­le gusül gerekeceği belirlenmiştir. Buharî ve Müslim'de Übey b. Kâ'b'm hadîsi bu cümledendir. Ayrıca Ebû Dâvud, Tirmizi ve İbn Mâce'nin Sehl b. Sa'd tarikiyle Ubey b. Kâ'b'den yaptığı sahih ri­vayette, adı geçenin şu açıklaması, az yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu konuda yeterli bir belge sayılır : «Su, ancak sudan dolayı gerekir» hükmü İslâm'ın ilk yıllarında bir ruhsat idi, sonra bu ya­saklandı.»

Şeyh Takıyyüddîn el-îmam adlı eserinde diyor ki : «Bu hadîs ma'lûl kabul edilmiştir. Çünkü içinde Zühriy'le Sehl arasında bir inkıta' söz konusudur. Nitekim Beyhâkî, bu hadîsi Zührî'nin Sehl'-den işitmediğini kesin bir ifade kullanarak söylemiştir. Ancak onun arkadaşlarından işittiği doğru olabilir.[203]

İkrime'den, onun da İbn Abbas (r.a.)'dan yaptığı rivayette, adı geçen «Su ancak sudan dolayı gerekir» mealindeki hadîsin yo­rumunu yaparken şöyle demiştir : Bu ancak ihtüamla ilgilidir. Rü­yasında kadınla cinsel temasta bulunduğunu görür fakat inzal va­ki olmazsa,  ona gusletmek gerekmez.[204]

Gerek Zeylaî, gerek diğer ilim adamları hem bu rivayeti,   hem de yorumu sıhhatli bulmamışlardır.

Fethülallâm müellifi de bu konuda diyor ki : İki sünnet yerinin kavuşmasından dolayı gusül vâcib olur, in­zal vaki olsun olmasın farketmez, hükmü bakidir. «Su ancak sudan dolayı gerekir» mealindeki hadis bununla nesholunmuştur. Cum­hur sözünü ettiğimiz sahih hadîsle istidlal ederek bu hadîsin mef­humunun mensûh olduğunu belirtmiştir.[205]

Ebu Cafer et-Tahavı konuyla ilgili otuza yakın rivayet tesbit ederek nakletmiş, meraklılara geniş malzeme vermiştir. Biz sadece birkaç tanesini nakletmiş bulunuyoruz.

Konuyu daha da açıklığa kavuşturmak ve ilgililerin şüphesini

bütünüyle gidermek için dört önemli rivayeti daha kitabımıza nak­lederek, «Su ancak sudan dolayı gerekir» mealindeki hadîsin hük­münün kaldırıldığı hakkında yeterli bilgi vermiş olacağız. Özellikle Übey b. Kâ'b'ın hadisini diğer önemli kaynaklardan nakletmekte yarar görüyoruz.

Bu konuda Râfi'in hadîsi üzerinde durulmuşsa da çoğu ilim adamları sıhhatim tesbit ederek istidlale elverişli bulunduğunu be­lirtmişlerdir. Zeylâî bu hususta geniş bilgi vererek aydınlatıcı tah­lillerde bulunmuştur ki, yukarıda kısmen nakletmiş bulunuyoruz. Şevkanî de Neylü'l-evtar'da konuyu yeterince açıklığa kavuştur­muştur.

Ubey b. Kâ'b  (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Şüphe­siz şu fetva ki; su ancak sudan dolayı gerekir, (hükmü) bir ruhsat­tır, diyorlar; Resûlüllah  (a.s.) Efendimiz, İslâm'ın ilk yıllarında ona ruhsat verdi, sonra da  (tm ruhsatı    kaldırıp)   gusletmeyi emretti.»[206]

Diğer bir lafızla şöyle demiştir : «Su ancak sudan dolayı gere­kir, hükmü, İslâm'ın başlangıcında bir ruhsat idi; sonra ondan raen'-

olundu.» [207]

Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, şöyle demiştir -. «Bir adam, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, eşiyle cinsel temasta bulunup son­ra meni akıtmayıp kendini tutan kimse hakkında sordu. (Hz. Aişe de orada oturuyordu.) Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona şöyle dedi: «Doğrusu benle bu (Aişe) aynı şeyi yapıyoruz, sonra da guslediyo­ruz.»[208]

Rafı' b. Hudayc (r.aJ'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Ben eşimin göbeği üzerinde bulunduğum bir sırada Resûlüllah (a.s.) Efendimiz beni çağırdı. Meni akıtmadan (boşalmadan) kalkıp gus­lettim ve dışarı çıkıp durumu Hz. Peygamber'e anlattım. Buyurdu ki : «Sana bir şey gerekmez. Su (ancak) sudan dolayı gerekir.»

Râfi' devamla diyor ki : Ondan sonra Resûlüllah  (a.s.) Efendi­miz bize gusletmekle emretti.[209]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cinsel temasta bulunup meni akıtmayan adam gusletmek gerekir. Kadının da gusletmesi vâcib olur.

2- İki sünnet yeri kavuştuğunda,    yani peşinin baş kısmının kadının fercine girip kaybolduğu takdirde hem erkeğe, hem kadı­na gusletmek vâcib olur. Bu durumda inzal vaki olsun, olmasın hü­küm değişmez.

3- Yine haşefenin, yani penisin baş kısmının dübüre girme­siyle de inzal vaki olsun olmasın gusul gerekir. (Tabii böyle yapmak haramdır.)

4- Bu konuda çoğu imamlara göre, diri, ölü, hayvan ve insan hakkında aynı hüküm caridir. Gerçi ölü ve hayvan ile şehevî temas­ta bulunmak yasaklanmış ve büyük günahlardan kabul edilmiştir. Ancak bu sınırı aşıp temasta bulunana gusül gerekir mi, gerekmez mi? Söz konusudur. [210]

 

İhtilam Olduğunu Hatırlayan ve Fakat Islaklık Görmeyen veya Gören Kimseye Gusül Gerekir Mi ?

 

Ihtilâm (düş azmak) ergenlik çağma giren erkek ve kızlarda sık sık meydana gelen hallerden biridir. Bazen boşalma olur, bazan olmaz. Hangi durumda gusül gerekir? Konuyla ilgili hadîsleri ve müctehid imamların tesbit, görüş ve istidlallerini naklettikten son­ra bu sorunun cevabı ortaya çıkar.

Havle bint   Hakim  (r.aJ'den yapılan rivayette,    deniliyor ki :

avle (r.a.)' Peygamber (a.s.) Efendimiz'den kadının rüyada erke-Eq gördüğünü görmesi hakkında sordu. Peygamber (a.s.) Efendi-iiz ona şöyle buyurdu : «İnzal vaki olmadıkça (meni akmadıkça) Lndisine gusül gerekmez. Nasıl ki erkekten meni gelmedikçe kendisine gusül gerekmiyorsa...»[211]

Ahmed b. Hanbel aynı hadîsi şu lafızla tesbit ve rivayet etmiş-r : Havle (r.a.), Hz. Peygamber'den (a.s.) rüyasında ihtilâm olan adından sordu. Peygamberimiz ta.s.) şu cevabı verdi : «Islaklık ördüğü zaman gusletsin!» [212]

Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki -. Resûlüllah a.s.) Efendimiz'den, ıslakhk görüp ihtilâm olduğunu hatırlamayan .damdan sordu. Şöyle buyurdu : «Gusleder...* Ayrıca ihtilâm ol­uğunu hatırlayıp kendinde ıslaklık görmeyen adamdan soruldu. Suyurdu ki : «Ona gusül gerekmez...»

Bunun üzerine Ümmu Süleym (r.a.), «Kadın onu (ıslaklığı) gö-ür de kendisine gusül gerekir?» diyerek hayretini belirtti. Resû-İillah  (a.s.)  ona : «Evet kadınlar ancak erkeklerin bir parçasıdır.»[213]

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş ve ihticacları  :

a) Hanefilere göre ;

Uykuda ihtilâm olup ıslaklık görmeyen erkek veya kadına gusül gerekmez. İbn Rüstem kendi Nevadir'inde diyor ki : «Adam ihtilâm )lup meni cinsel organından dışarı çıkmazsa, kendisine gusül ge­rekmez. Kadın ihtilâm olur da ıslaklık fercinin zahirine çıkmazsa, fine de gusletmesi gerekir. Çünkü kadm oturduğunda fercinin açık tıalî söz konusudur. Islaklık bu durumda dışarı çıkmış sayılır.[214]

Adam uykudan uyandığında yatağında veya elbisesinde mez-fi gibi ıslaklığa rastlar ve uykuda ihtilâm olduğunu hatırlarsa, bi'l-icmâ' kendisine gusül gerekir. İhtilâm olduğunu hatırlamazsa, İmam.Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, yine de gusletmesi vâcib olur. Çünkü ıslaklığın mutlaka bir sebebi vardır. Uyku ise ih-tilâma elverişli sanılan bir haldır. Mezyin ince oluşu, hava ile veya

kişinin  aldığı  bazı gıda sebebiyle bağlantılı görülebilir.  O  bakım­dan ihtiyaten gusül  edilir.[215]

b) Şâfiilere göre :

Erkek veya kadın uykuda ihtilâm olur da uyandığında ıslak­hk görürse, gusül gerekir. Islaklıktan maksad meninin dışarı çık­masıdır. Kadında ise, oturduğu zaman cinsel organının açık vazi­yeti, yani görülen kısmı onun dış kısmı sayılır ve ıslakhk oraya ka­dar gelmişse, gusletmesi gerekir.

Islaklığa rastlanmadığı takdirde, mücerred uykuda ihtilâm ol­duğunu gören kimseye gusül gerekmez.[216]

Ancak uykudan uyandığında elbise veya bedeninde gördüğü ıslaklığın meni veya mezyi olduğunda şüphe ederse, kendisine her­halde gusül gerekmez. Ancak ihtiyaten meni olduğunu düşünerek gusleder. Ama mezyi olduğuna daha çok kanaat getiriyorsa, o tak­dirde, ıslaklığı yıkadıktan sonra sadece abdest almakla yetinir.[217]

c) Hanbelüere göre :

Rüyasında ihtilâm olduğunu görür, fakat uyanınca hiçbir ıs­laklık belirtisine rastlamazsa, kendisine bundan dolayı gusül ge­rekmez. İlim ehli bu hususta- icmâ' -etmiştir. Ancak uyandıktan son­ra yürüdüğünde meni akmaya başlar veya uyandıktan kısa bir sü­re sonra meni boşahrsa, o takdirde kendisine gusül vâcib olur. İmam Ahmed'in bu doğrultuda net ve kesin görüşü var... Çünkü durumun zahirine bakılınca, meni yerinden ayrılmış ve uyanıncaya kadar bir duraklama geçirmiş, uyanınca da akmaya başlamıştır.

Bunun aksine uyanınca beden veya elbisesinde meniye rastlar, ama ihtilâm olduğunu hatırlamazsa, yine de gusül gerekir. Bu. hu­susta ayrı bir görüş ortaya koyanı bilmiyoruz .

Bu manâdaki hüküm aynı zamanda Hz. Ömer'den, ve Hz. Osman'­dan rivayet edilmiş; îbn Abbas, Ata', Saîd b. Cübeyr, Şa'bî ve Na-hâî ile Hasan, Mücahid, Katade, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İshak b. Rahuye de böyle demişlerdir. Çünkü beden veya elbisesinde me­ninin bulunması,  onun hatırlayamadığı ihtilâmm neticesidir. Nite-

im rivayete göre, Hz. Ömer (r.a.) Müslümanlara sabah namazını ildırıp dışarı çıkınca elbisesinde meniye rastlamış ve «Ben herhal-s ihtilâm olmuşumdur» diyerek gusletmiş ve elbisenin o kısmım ikamıştır. Buna yakm bir olay da Hz. Osman'dan (r.a.) nakledil-tiştir. Aynı zamanda Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, adamın ıs-ıklık görüp ihtilâm olduğunu hatırlıyamadığı sorulunca, şu cevabı erdi ; «Gusleder...» İhtilâm olduğunu hatırlayıp üzerinde ıslaklık örmeyen adam hakkında sorulunca şu cevabı vermiştir : «Ona gu-jü gerekmez...»[218]

Uykudan uyandığında beden veya elbisesinde ıslaklık görür, incak onun meni veya mezyi olduğunu tefrik edemez, hangisi ol-luğunu bilmezse, İmam Ahmed'e göre yine de gusletmesi gerekir. Meğerki kendinde ibride (soğuk ve rutebetin ağır basmasıyla mey-iana gelen bir hastalık, bel gevşemesi de denilebilir) veya benzeri )ir rahatsızlık bulunan, o takdirde gusletmesine gerek yoktur. Ve­fa eşiyle oynaşmışsa, o takdirde görülen ıslaklığın mezyi olduğu mlaşılır.[219]

d) Mâlikîlere göre :

Bu mezhep imamlarına göre, uykuda ihtilâm olup uyanınca ıs­laklık görmeyen kimseye gusül gerekmez.

Konuyla ilgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller :

Ümmu Seleme hadisinde Peygamber (a.s.), «su (meni inzal) ettiğinde gusletmesi gerekir» mealindeki haberden rüyasında ihtilâm olduğunu hatırlayan ve fakat beden veya elbisesinde ıslaklığa rast­lamayan kimseye gusül gerekmiyeceği açık şekilde anlaşılıyor.[220]

798 nolu hadîs hakkında Süyuti el-Cami'u'1-Kebîr'de «Bu sahih­tir» diyor. İbn Hacer el-Fetih'te bundan söz etmiş, ancak sahih, jgayr-i sahih bir ifade kullanmamıştır.

800 nolu hadisin ricali sahih kabul edilmişse de râvîlerinden Abdullah b. Ömer el-Ömerİ hakkında farklı tesbitler vardır. Zehebî ise bu zat hakkında şunları tesbit edip söylemiştir : «Kendisi s a -d u k 'dur (doğrudur.) Hıfzetme yeteneğinde ise bir şey vardır. Hem Nâfi'den hem de bir cemaatten rivayet etmiştir.

Ahmed b, Ebî Meryem, İbn Maîn'den, bu zatın rivayetinde bir

beis bulunmadığını belirtmiştir. Hadîsleri yazılabilir. Dâremi de di­yor ki : İbn Maîn'e sordum, Abdullah'ın Nâfi' hadîsini rivayetteki durumu nedir? dedim. «Salih ve sıkadır» çliye cevap verdi. Ahmed b. Hanbel de onun için «Sâlihtir, rivayetinde bir beis görmüyorum» demiştir. Nesâî ve başkası onun kaviy olmadığına dikkatleri çek­mişlerdir. İbn Medenî ise, onun zayıf olduğunu söylemiştir. İbn Hib-ban, onda salahın galib olduğu, ibâdete ağırlık verdiğini, bu yüz­den hadîsleri hıfzda, ciddi biçimde korumada biraz gaflet etmiştir, o bakımdan fahiş hatâ yaptığı söylenebilir, diyerek görüşünü orta­ya koymuştur.[221]

Abdullah hakkındaki görüş ve tesbitlerin tamamı dikkate alı­nınca, rivayetinin sahih olduğu ortaya çıkıyor, daha doğrusu ağır­lık kazanıyor. Bununla beraber hadis iki illetle ma'lûl sayılır : Bi­rincisi, Abdullah b. Ömer el-Ömerî'nin raviler arasında bulunma­sı; ikincisi teferrüd edişi... O bakımdan sıhhat ve hasen derecesine pek ulaşmıyor, denilebilir. [222]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Uykusunda ihtilâm olduğunu hatırlayan ve  fakat beden ya da elbisesinde ıslaklığa rastlamayan kimseye gusül gerekmez.

2- Uyandığında beden veya elbisesinde ıslaklık bulan, bunun meni olduğuna zann-i galip hâsıl eden kimseye gusül gerekir.

3- Gördüğü ıslaklığın mezyi olduğunu kestiriyorsa, gusül ge­rekmez.

4- Meni ve mezyiden hangisi olduğunu kestir emiyorsa,  ihti­yaten gusleder.

5- Kadın uykusunda ihtilâm olur, uyandığında fercinin dışın­da ıslaklık görmez, ancak oturuş vaziyetinde fercinin dışına ulaşan bir ıslaklık bulursa gusleder. [223]

 

Kafir Müslüman Olduğunda, Diğer Bir Tabirle İslam’a Girdiğinde Gusletmesi Gerekir Mi?

 

Bilindiği gibi, küfür manevî bir murdarlıktır ki insan ruhunu kirletmekte, kalbini karartmaktadır. O bakımdan inkarcıların Ha­rem sınırına sokulması yasaklanmıştır.

İslâm bu kiri temizleyen, kişinin ruhunu ve kalbini ağartan tek l ve tek çaredir. Onun için kâfir İslâm'a girince, kelime-i şeba­betle birlikte gusledince içindeki o manevî kirlerle birlikte dışında­ki kirleri de temizlemiş olur.

Konuyla ilgili hadîsler :

Kays b. Âsım'dan yapılan rivayete göre, adı geçen İslâm'a gi­rince, Peygamber (a.s.) Efendimiz ona su ve sidir ile yıkanmasını emretmiştir.»[224]

Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : Süma-me İslâm'a girince, Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu : «Onu falan oğullarının hâitina götür de yıkanmasını söyleyin...»[225]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Kâfir İslâm'a girince gusletmekle emrolunur,

2- Müslüman olan kâfirin yıkanması   vâcibdir.    Çünkü emir vücubu gerektirir.

3- Küfrün zahirî ve bâtınî bütün    kirlerini gidermesi için de, gusledeceği  suya  sidir ve benzeri güzel koku karıştırması müste-habdır.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları :

a) Hanefîlere göre :

Müstehab olan gusülden biri de, İslâm'a giren kâfirin yıkan­masıdır. Nitekim Resûlüllah ta.s.) Efendimiz, gelip İslâm'a girmek isteyenlere gusletmelerini emretmiştir. Emrin en aşağı derecesi, nedb ve istihbabdır.

Bu hüküm, o İslâm'a girdiğinde cünüp olduğu bilinmediği tak-

dirde böyledir. Cünüp bir halde gelip İslâm'a girdiği biliniyorsa, o tak­dirde ne yapılır? Meşayih (fıkıh ilminde söz sahibi âlimdir) bu hu­susta farklı görüş ortaya koymuştur : Kimine göre, cünüp olduğu için gusletmesi gerekmez. Çünkü kâfirler, kurbiyeti gerektiren şer'i hükümlerle muhatab değillerdir. Gusül ise niyet getirmek suretiy­le kurbet ifade eder. Bu da kâfir için lüzumlu değildir. Diğer bir kıs­mı ise, cünüp bir halde İslâm'a girmişse, bundan dolayı gusletme­si gerekir, demiştir.[226]

Fetâvâ-yı Hindiyye'de ise bu konu şöyle açıklanmıştır :

«Guslün çeşitleri dokuzdur : Üçü farzdır. Onlar, cenabetten, hayz ve nifastan dolayı gusletmek farzdır. Biri vâcibdir, o da ölüyü yıkamaktır. Nitekim Serahsî'nin el-Muhit'inde de bu husus belirtil­miştir. Ayrıca kâfir cünüp olduktan hemen sonra İslâm'a girerse, zahir-i rivayette gusletmesi vâcib olur. Kâfire kadının ayhali kanı kesildikten sonra İslâm'a girerse, bundan dolayı gusletmesi gerek­mez [227]

İbn Nüceym, Kenzü'd-dakayık şerhinde, cünüp olarak İslâm'a giren kâfirin gusletmesi vâcibdir diyenlerin kavlini tercih etmiş ve bunun daha sahîh olduğunu belirtmiştir[228]

b) Şafiîlere göre :

İmam Şafiî diyor ki : Müşrik İslâm'a girince, gusletmesini ve tı­raş olmasını müstehab sayarım. Böyle yapmaz da, cünüp de değil­se, sadece abdest alması kâfi gelir ve bu abdestle namaz kılar.[229]

c) Hanbelîlere göre :

Hanbelî imamları bu meselede Kays b. Âsim (r.a.) hadîsiyle istidlal edip buradaki emrin vücubu iktiza ettiğini belirtmişlerdir. Nitekim yapılan rivayete göre, Sa'd b. Muâz ve Useyd b. Hudayr; Mus'âb b. Umeyr ile Es'âd b. Zürare'den (r.a.) İslâm'a girmek iste­diklerini, girdikleri zaman ne yapmaları gerektiğini sorduklarında onlar şu cevabı vermişti : «Guslederiz, hak olan şehadeti söyleriz..»

Kâfir cünüp olduktan sonra İslâm'a girerse, küfür halindey­ken yıkanmış olsun olmasın, cenabetten dolayı kendisine gusül ge-

kmez. Bu, İslâm'a girmekten dolayı guslü vâcib kabul edenlere löredir; aynı zamanda Ebû Hamfe'nin kavlidir. İmam Şafiî ise, her ki halde de gusleder, demiştir. Ebubekir de bu görüşü ihtiyar et-tıiştir. Çünkü teklifin yokluğu guslün vücubunu engellemez, ço-kik ve deli hakkında olduğu gibi, Çocuk ergen olunca, gusleder. Deli bileşince gusletmesi gerekli olur.

Hanbelîlerin bu husustaki delili,     erkek ve kadınlardan hayli dşi gelip İslâm'a girdiğinde,    hiç birine cünüp olduklarını hatırla-

arak gusletmelerini söylediğinin işitümediğidir, yani Peygamber [a.s.) Efendimiz hiç birine böyle bir emir vermemiştir.

İslâm'a giren kimsenin suya sidir karıştırıp yıkanması müste-tıabdır. Öyleki, İslâm'a girdiği için gusletmesi vâcib, gusül suyuna si­dir karıştırması müstehabdır. Aynı zamanda tıraş olması da müs­tehab sayılmıştır. Çünkü Peygamber (a.s.)'m İslâm'a giren bir ki­şiye, «kendinden küfrün kıllarını giderip at» diye buyurduğu bilin­mektedir.[230]

d) Mâlikîlere göre :

Kâfir İslâm'a girdiği zaman, ister yeni İslâm'a girmiş olsun, is­ter mürtedlikten dönerek girsin; ister İslâm'a girmeden önce yıkan­mış olsun, ister yıkanmamış olsun, küfürdeki günlerinde kendisin­den guslü gerektiren bir sebeb vücut bulsun bulmasın, gusletmesi vâcibdir.[231] Hristiyan olan eşini cenabetten dolayı gusletmeye zorluyamaz. Ancak ayhalinden temizlenince gusletmesi için icbar eder.[232]

İmam Sevri'nin de mezhebi budur. Sözü edilen hususta Mâliki mezhebiyle aynı görüştedir.

İslâm'a giren kâfirin gusletmesi vâcibdir, diyenler yukarıda naklettiğimiz iki hadîsle ve bir de Taberânî'nin naklettiği Vasile ve Katade hadîsiyle, Hâkim'in naklettiği Akil b, Ebî Talib hadîsiy-le ihticac etmişlerdir. Yapılan ciddi araştırmalara göre, gerek Ta-berâni'nin, gerekse Hâkim'in naklettiği hadis ve ayrıca Semame hadisi zayıftır. Hafız İbn Hacer de aynı görüşü izhar etmiştir.

Bunun müstehab olduğunu söyleyenler ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in her İslâm'a giren kimseye gusletmesini emretmemiş-

tir. Eğer bu vâcib olsaydı, mutlaka Resûlüllah (a.s) onu ihmal et­mezdi. O halde bu hususta bir kısmına emretmesi, bir kısmına em­retmemesi, kâfirin İslâm'a girince gusletmesinin gerekli olmadığı­na delâlet eder, neticesine dayanarak ihticacda bulunmuşlardır. Aynı zamanda şu hadîsle de istidlal ederek istihbabm terciha daha uygun olduğunu söylemişlerdi : «İslâm kendinden önceki şeyleri kö­künden kesip atar...»[233]

809 nolu Semâme hadîsini Abdurrezzak, Beyhakî, İbn Huzey-me ve İbn Hibban da rivayet etmişlerdir. Aslı ise Buharî ve Müs­lim'de geçer, ancak bu iki kaynakta gusül ile emredildiğine dair bir lafız yoktur, sadece, Semame'nin guslettiği belirtilmiştir. [234]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kâfirin İslâm'a girince gusletmesi, bazı müctehidlere göre müstehab, basızma göre vâcibdir.

2- Cünüp olduktan sonra İslâm'a giren kâfirin gusletmesi, yi­ne bazı müctehidlere göre vâcib, bazısına göre vâcib değildir.

3- Kâfir İslâm'a girince gusledeceği suya sidir veya ona ben­zer güzel kokusu olan bir madde karıştırıp    yıkanması müstehab­dır. [235]

 

Ayhali  (Hayz)  Kanı Kesilince Gusletmek Vacibdir

 

Kadının cinsel olgunluk devresinde her ay dölyolundan belir­li süre kan gelmesine «ayhali» veya «âdet görme» denir. Arapça buna thayz» adı verilir. Bunun bazı sıkıntıları olmakla beraber birçok faydaları da söz konusudur. İslâm Dini, her konuda kolay­lık sağladığı gibi, bu hususta da bir takım kolaylıklar getirmiştir : Kadın âdet görme süresi içinde namaz kılmaz, oruç tutmaz, cinsel temasta bulunmaz, Kur'ân'a el sürmez, onu okumaz ve Kabe'yi ta­vaf etmez. Ancak hac menasikini yerine getirip farz olan tavafı ye­rine getirmeden âdeti başlar ve kafile de hareket edecek olursa, ka­kın o vaziyette yıkanıp farz olan tavafı yerine getirir. Bu bir istis­nadır ki, zorlayıcı sebeblere dayanır... İleride"b~u hususlar yeterin­ce açıklanacaktır...

Kadının âdet görme süresi sona erer, kan kesilirse, gusletmesi gerekir. Bununla ilgili hadisleri naklediyoruz :

Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki: Ebû Hubeyş İkizi Fatıma'nm (dölyatağmdan) sık sık kan gelirdi. Peygamber (a.s.) Efendimiz'den sordu. O da şöyle buyurdu: «O bir damar (çatlama­sından gelenî kandır; âdet görme değildir. Hayız (âdet görme) gel-idi mi namazı bırak; gitti mi yıkan ve namaz kıl.»[236]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Bir hastalık, damar çatlaması sebebiyle devamlı ya da sık I sık dölyatağmdan gelen kan, istihza kanıdır, ayhali kanı değildir. Bu durumda olan kadın özürlü sayılır ve her vakit namazı için ye­niden abdest alır.

2- Âdet görme kanı gelmeye başlayınca belli süresi içinde na­maz bırakılır. O vaziyette namaz kılmak haram olur.

3- Süresi bitip kan kesilince yıkanmak vâcib olur ve hangi va­kit içinde kesilmişse o vaktin namazı kılınarak namaza başlanır...

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit ve istid­lalleri :

a) Hanefîlere göre:

Farz olan gusül üçtür: Birincisi, cenabetten, ikincisi, âdet gör­mekten, üçüncüsü, loğusalıktan dolayı farzdır.

Hayız (ayhali veya âdet görme) günlerinde kadınlara cinsel temasta bulunmak Kur'ân âyetiyle yasaklanmıştır: Âdet görme ha­linde iken kadınlardan uzak durun; temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman Allah'ın size emrettiği yerden  (üreme organından)   onlara yaklaşın.,.»[237]

Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz de sık sık dölyatağmdan kan gelen kadına: «Ayhali bulunduğun günler namazı bırak. Sonra (kan ke­silince) guslet ve namaz kıl!» buyurmuştur. Bu, guslün farz oldu­ğuna delâlet etmektedir.[238]

b) Şâfiîlere göre:

Guslü gerektiren sebepler beştir. Onlardan biri hayız (âdet görme) dir. Cünüb kimseye namaz kılmak haram olduğu gibi, hayız olan kadına da temizleninceye kadar namaz haramdır.[239]

Allah'ın kitabında açıkça, ayhali olan kadınlar iyice temizlen­medikçe onlara yaklaşmayın! buyurulmuştur. Bu temizlik (sünnet­le belirlenen) gusüldür. Âyette geçen birinci tuhür, kanın kesilme­si, ayhali süresinin sona ermesi demektir. îkinci tuhür ise, guslet­mektir.[240]

c) Hanbelüere göre:

Gerçekte guslü gerektiren hayız (ayhali) ve nifas (loğusalık) -tır. Çünkü bunlar birer hadestir. Kesilmesi guslün vücubunun şar­tıdır, aynı zamanda sıhhatinin da şartı sayılmıştır.

Hayız ve nifastan dolayı guslün vücubunda farklı görüş izhar eden olmamıştır. Nitekim Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz birçok hadîs-leriyle hayızdan temizlenen kadınlara gusletmelerini emretmiştir : Fatıma bint Ebî Hubeyş'e: «Hayızlı bulunduğun günlerde namazı bırak; (kan kesilince, süre dolunca) gusledip namaz kıl!» buyurmuş­tur ki Buharf ve Müslim bu hadisi ittifakla rivayet etmişlerdir.[241]

Ayrıca Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Ümmu Seleme, Adiy b. Sa­bit, Ümmu Habîbe, Seni kızı Senle ve Hamme bint Cahş'a âdet bi­tince yıkanmayı emretmiştir.[242]

d) Mâlikîlere göre:

Guslü gerektiren sebeplerden biri de hayız ve nifas kanıdır. De­vamlı veya sık sık gelen kan ise, hayız değildir. Artık hangi kadın hayız kanını görürse, o kanın kesilmesiyle gusületmesi vâcib olur. Bu konuda bütün müctehidler görüş birliği halindedir, muhalefet eden olmamıştır.[243]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Kadın hayız kanını istihaze kanından ayırd ettiği takdir­de, hayız kanının süresini itibar edip ona göre gusleder.

2- İstihaze olan kadının dölyatağmdaki bir damar çatlamasm-3an veya başka bir hastalıktan dolayı kan kaybettiği kesinleşince, özür sahibi kabul edilir ve her namaz vakti girince abdest alır.

3- Hayız (âdet görme) kanı süresi bitince kesilir ve gusül farz olur. [244]

 

Ayhali ve Cünüp Olan Kimsenin Kur’an Okuması Haramdır

 

Kur'ân bütünüyle Allah Kelamı'dır. Onu tertemiz melek indir­miştir ve en temiz kalbe ilka etmiştir. Resûlüllah ta.s.) Efendimiz onu hep taharet üzere okumuş ve yazdırmıştır. Ancak sözünü etti­ğimiz taharetten maksat nedir? Abdest de bir tuhurdur, gusül de bir tuhurdur.

İlgili hadîsler :

Hz. Ali (r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz (helaya gidip) tabii ihtiyacını giderdikten sonra çıkar ve Kur'ân okurdu; bizimle beraber et yerdi ve Onu Kur'ân okumaktan —cenabetten başka— hiçbir şey ahkoymazdı.»[245]

Tirnıizî'nin aynı hadîsi şu değişik lafızla rivayet ettiği belirlen­miştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüp olmadığı sürece hemen her halü kârda bize Kur'ân okuturdu...»[246]

İbn Ömer   (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber  (a.s.)  Efen-

dimiz'in şöyle    buyurduğunu söylemiştir :    «Cünüp ve ayhaü olan kimse Kur'ân'dan hiçbir şey okumasın!» [247]

Câbir (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'-in şöyle buyurduğunu haber vermiştir : «Ayhali ve lohusa olan ka-dın Kur'ân'dan bir şey okumasın!»[248]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- El ve ağız temiz olduğu takdirde abdestsiz Kur'ân okumak caizdir.

2- Abdestsiz bir halde Mushaf'a el sürmek caiz değildir.

3- Abdestsiz bir vaziyette et yemekte bir sakınca yoktur. Di­ğer yemekler de öyle...

4- Cünüb kimsenin Kur'ân okuması caiz değildir.

5- Ayhali olan kadının Kur'ân okuması caiz değildir. Loğusa olan kadın da öyle...                                                                   

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre:

Abdestsiz bir halde Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur. An­cak bu vaziyette Mushafa el sürmek caiz değildir. Cünüb kimsenin Kur'ân okuması, Mushaf'a el sürmesi caiz değildir,[249]

Hanefîler bu hususta yukarıda naklettiğimiz hadîslerle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Hayız ve nifasın hükmüne gelince: Namaz kılmaktan, oruç tut­maktan, Kur'ân okumaktan, Mushafa el sürmekten men'edilir. An­cak mushaf üzerindeki kılıfa dokunmasında bir sakınca yoktur. Mescide girmeleri ve Kabe'yi tavaf etmeleri de yasaklanmıştır.[250]

b)  Şâfiilere göre:

Abdestsiz kimseye namaz, tavaf, Mushaf'ı taşımak, yaprakla­rına el sürmek ve sahîh kavle göre Mushafm cildine dokunmak ha-

ramdır. Abdestsiz kimseye haram olan şeyler cünüb kimseye de haramdır, fazla olarak da mescidde oturmak, Kur'ân okumak da haramdır... Ayhali olan kadına, cünüb kimseye haram olan şeyler haramdır; fazla olarak da, mescidin içinden geçmek, oruç tutmak da haramdır.[251]

c) Hanbelîlere göre:

Bu husustaki (tahrimî) kerahat, Hz.Ömer, Hz. Ali, el-Hasan, Nahâî, Zührî, Katade, İmam Şafiî ve rey tarafdarlarından rivayet edilmiştir. İmam Evzâî, cünüp, hâiz ve nüfesa ancak bineğe biner­ken, inerken duâ mahiyetindeki âyetleri okuyabilir. İbn Abbas'a göre, virdlerine devam edebilir. Saîd b. Müseyyeb'e göre, Kur'ân okuyabilirler. İçlerinde Kur'ân yok mudur? İmam Mâlik'ten yapı­lan rivayete göre, ayhali olan kadın Kur'ân okuyabilirse de cünüb okuyamaz. Çünkü ayhali olan kadının günleri uzayıp gitmektedir. Kur'ân okumaktan men'edilirse, unutma tehlikesiyle karşılaşabilir.

Nitekim Hz. Ali'nin (r.a.). «Resûlüllah (a.s.) Efendimizi, cenâ-betlik dışında Kur'ân okumaktan alıkoyan hiçbir şey yoktu...» de­mesi bu hususta yeterli delil sayılır. İmam Tirmizî bu hadîsin ha-sen ve sahîh olduğunu belirtmiştir.

İbn Ömer'in (r.a.) «Ayhali olan ve cünüb kimse Kur'ân'dan bir şey okumasın!» mealindeki rivayetinde İsmail b. Ayyaş bulunuyor ki, Buharî bu zatın zayıf olduğunu söylemiştir. Buharî'ye göre, İs-

maîl b. Ayyaş ancak Şam ehlinden rivayet edebilir, Hicaz ehlinden yaptığı rivayetler zayıf kabul edilir.[252]

Çünkü kendisi Şam'lıdır...

Zehebî ise bu zatı övmekte, kadrini yüceltip güvenilir olduğunu belirtmektedir. Davud b. Amr'm şöyle dediğini naklediyor: «İsmail b. Ayyaş'm yanında hiç kitap görmedim.» Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel ona soruyor: «Ne kadar hadîs ezberinde bulunuyordu?» Ce­vap veriyor: «Birçok hadîs ezberimde idi...» Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel diyor ki: «On bin hadîs ezberinde idi değil mi?» O da, «on bin, yine on bin, yine on bin (yani otuz bin) hadîs hıfzetmiş bulunuyordu.[253]

824 no'lu Hz. Ali (r.a.) hadîsini aynı zamanda İbn Huzeyme, İbn Hibbân,  Hâkim, Bezzar,  Darekutnî ve Beyhâkî  de rivayet et-

mislerdir. İbn Hibban hadîsi sahihlemiştir. İbn Huzeyme ise, «Bu hadis sermayemin üçte biridir» derken Şu'be, «Bundan daha güzel bir hadîs rivayet etmedim» demiştir. İmam Şafiî ise, «Hadîs ehli bu hadîsin sıhhatim tesbit edememişlerdir» diyerek râvilerinden Abdullah b. Seleme'nin çok yaşlandıktan sonra bunu rivayet etti­ğine dikkatleri çekmek istemiştir. Nevevî ise, Tirmizî'nin bu hadîs hakkında diğer muhaddislere muhalefet ederek zayıf olduğunu be­lirtmiştir,  diyor[254]

826  no'lu İbn Ömer hadîsinin râvî silsilesinde İsmail b. Ayyaş bulunuyor ki, az önce bu zat hakkında geniş bilgi naklettik.

827  no'lu Câbir hadîsine gelince, rivayet zincirinde Muhammed b. Fazıl bulunuyor ki,' bu zat metruktür ve uydurma hadîs söylediği iddia edilir. Ahmed b. Hanbel onun hadîsinin ehl-i kazib hadîsi ol­duğunu söylerkenğ  Yahya  onun hadîsi yazılmaz,  demiştir.  Fellâs ise onun yalancı olduğunu belirtmiştir.[255]

Ayrıca aynı ravî rivayeti mevkufen nakletmiştir ki, rivayet zin­cirinde Yahya b. Ebî Enîse (veya Üneyse) bulunuyor ki, bu zat da yalancılıkla isim yapmıştır. O bakımdan İmam Beyhaki sözü edilen hadîs için «kaviy değildir» demiş ve Hz. Ömer'in (r.a.) cünüb hal­de Kur'ân okumayı hoş karşılamadığı rivayetinin sahîh olduğunu belirtmiştir. [256]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Abdestsİz bir vaziyette Kur'ân okumakta bir sakınca yok­tur.

2- Abdestsiz bir vaziyette Kur'ân'a el sürmek haramdır.

3- Cünüb kimsenin Kur'ân  okuması, Mushafa el sürmesi ha­ramdır.

4- Ayhali olan kadının o vaziyette, yani temizlenmeden önce Kur'ân okuması, Mushafa el sürmesi haramdır. Ancak İmam Mâ-lik'e göre, Mushafa el sürmeden Kur'ân okumasına ruhsat verilebi­lir.

5- Loğusa olan kadının da durumu bundan farksızdır. [257]

 

Cünüb Kimsenin Mescidden Geçmesine Ruhsat Verilmiştir

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, cenabet, arızî bir murdarlıktır d, guslü gerektirir. Allah'ın güzel nimetlerinden yararlanırken O'nun ismini anmak, iç ve dış temizliği sağlamak kulluğumuzun gereği­dir. O bakımdan cünüb kimse mânevi bir kir içinde sayılır. O va­ziyette namaz kılması, Kur'ân okuması, camide oturması, tavaf yap­ması, Mushafa el sürmesi haramdır. Çünkü bu saydıklarımızın hep­si edep, terbiye, nezafet, dikkat ve ihlâs isteyen ibâdetlerdir.

Konuyla ilgili hadîsler:

Hz, Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah fa.s. Efendimiz Mescid'deıı bana seslenerek, bir seccade bana su-nuver, buyurdu. Ben de «Doğrusu ben hâiz (ayhali bulunuyorum» dedim. Buyurdu ki : «Senin ayhalin elinde değildir...»[258]

Hz. Meymune (r.a.)'dan yapılan rivayette demiştir ki : «Kesû-lüllah (a.s.) Efendimiz, bizden biri ayhali olduğu halde onun yanı­na girer de başını onun kucağına kor ve Kur'ân okurdu. Sonra da bizden biri seccadesiyle kalkar,    ayhali olduğu halde onu Mescid'e

kordu.»[259]

Cabir (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki : «Bizden biri cü­nüb olduğu halde geçmek suretiyle Mescid'de yürürdü.»[260]

Zeyd b. Eşlem (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :.«Resû­lüllah  (a.s.)  Efendimiz'in ashabı cünüp iken Mescid'de yürürlerdi.»[261]

Hz. Aişe (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz geldi, onun ashabının evlerinin yüzü (kapıları) Mescid'e doğru idi. Bunun üzerine şöyle buyurdu : «Şu evlerin yü-

zünü Mescid'den çeviriniz!» Sonra Peygamber (a.s.) içeri girdi ve ashab-ı kiram da haklarında bir ruhsat iner umuduyla hiçbir şey yapmadılar. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) : «Şu evlerin yüzünü (kapıları) Mescid'den çeviriniz; çünkü gerçekten ben Mescid'i ayha­li olan kadına ve bir de cünüp kimseye helâl kılmıyorum.»[262]

Ümmu Seleme (r.aJ'dan yapılan rivayette, demiştir ki: «Resû­lüllah (a.s.) Efendimiz şu Mescid'in yüksekçe yerine girip (çıkıp) yüksek sesle şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki Mescid, ayhali olan kadı­na ve bir de cünüb kimseye helâl değildir.»[263]

Hadîslerin  açık delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Ayhali iken kadın elini Mescid'e uzatabilir ve hemen girip çıkabilir.

2- Ayhali olan kadının yanında Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur.

3- Cünüb  kimsenin, oturmamak  kaydıyla  Mescid'e girip yü­rümesi, bir kapısından girip diğer kapısından çıkması haram değil­dir, buna ruhsat verilmiştir.

4- Ayhali olan kadının ve bir de cünüb kimsenin cami ve mes-cidlere girip oturmaları helâl değildir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının görüş, yorum, istidlal, ihticac ve tesbitleri:

a) Hanefîlere göre:

Ayhali, loğusa ve cünüp kimseye cami ve mescitlere girmek haramdır. Onların girişi ister oturmak, ister geçmek için olsun far-ketmez. et-Tahzîb'de ise şöyle deniliyor : «Ayhali olan kadın o va­ziyette, içinde cemaatle namaz kılınan mescide giremez.» Ancak mescidde su bulunur da başka bir yerden te'mini mümkün olmazsa girmesine ruhsat verilmiştir. Bunun gibi cünüb, ve âdet görme ha­linde bulunan kadın; bir canavardan, hırsızdan veya soğuktan kor-karlarsa, o takdirde cami ve mescitlere girip kalmalarında bir sa­kınca yoktur. Ancak bu hususta evlâ olan şu ki,, mescide saygı ol­sun diye teyemmüm ederler. Tatarhaniye'de de aynı husus belirtil­miştir.

Mescid'İn damı içi gibidir. Cenaze namazı için cami dışındaki alan ile bayram namazlarının kılındığı açık hava namazgahları bu hük­me girmez, yani bu iki yere cünüb ve ayhalindeki kadın girebilir. Aynı zamanda bu ikisinin kabirleri ziyaret etmesinde de bir sakın­ca görülmemiştir.[264]

b) Şâfiîlere göre:

Cünüb kimsenin cami ve mescitlere girip oturması haramdır. Ancak içinden yürüyüp geçmek suretiyle girmesine ruhsat verilmiş­tir. Ayhali iken kadının da cami ve mescitlere girmesi haramdır. Bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkmak üzere girdiğinde eğer içe­riyi kirletme endişesi yoksa, kerahetle caiz  olur.[265]

c) Hanbelîlere göre:

Cünüb, loğusa ve ayhali olanların mescidde oturmaları ha­ramdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk: «Ey iman edenler! Sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yoldan geçmeniz müstesna, gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmasın...»[266] bu­yurmuştur. Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki : Peygamber (a.s.) geldiğin­de, ashabının evlerinin ön cephesi (kapıları) Mescide açılıyordu. Bu bakımdan şöyle buyurdu : «Şu evlerin yüzünü (kapılarını) Mescid-den başka yana çevirin. Çünkü gerçekten ben mescidi ne ayhali olan kadına, ne de cünübe helâl kılmıyorum.»

Ancak bir ihtiyaçtan dolayı mescidin içine girip diğer kapısın­dan çıkmakta bir sakınca görülmemiştir. O da yol mescidin içinden geçtiği takdirde böyledir. Yol geçmediği takdirde bu caiz değildir.

Mescidin içinde yürüyüp geçmeyi mubah kılanlar şunlardır : İbn Mesûd, İbn Abbas, İbn Müseyyeb, İbn Cübeyr, el-Hasan, İmam Mâlik ve İmam Şafiî... Sevrî ile îshak b. Rahuye (veya Rahaveyh)'-den yapılan rivayete göre, mescidden geçmekten başka çare bula­mayan kimse teyemmüm eder. Rey tarafdan olanların da kavli bu doğrultudadır. Çünkü Cenâb-ı Peygamber, «Ben mescidi ayhali olan kadma ve cünübe helâl kılmıyorum!» buyurmuştur.[267]

Hanbelîler bu mes'elede bir de Hz. Aişe ve Zeyd b. Eşlem ha-dîsleriyle ihticac  etmişlerdir.

d) Mâlikîlere göre:

Cünüp ve ayhali olan kadının cami ve mescide girip oturması haramdır. Ancak camiyi kirletmemek kaydıyla, yol içinden geçiyorsa o takdirde geçmesine ruhsat verilmiştir. Zeyd b. Eşlem konuyu, şu-âyeti okuyarak açıklamıştır: «Cünüb iken —yoldan geçmeniz müs­tesna— gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmayın...» (Nisa Sûresi: 43)

İmam Mâlik, «abdestsizin mescidde oturmasında bir sakınca görmediğini belirtmiştir.[268]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, görüşler ve tahliller :

835  no'lu hadîsi Tirmizi sahîhlemiş ve «Müslim'in tashîhiyle sa­hihtir» demiştir. Ancak ayhali olan kadının mescide girmesine ce­vaz hususunda bu hadîsle istidlal edilebilir mi? Çünkü Resûlüllah'-ın (a.s.) Hz. Aişe'ye,  (r.a.)   «Seccadeyi bana sunuver!» buyurmasın­da iki değişik mâna anlaşılmaktadır: Birincisi, Hz. Aişe'nin hücresi Mescid'in tam bitişiğinde idi, o halde eliyle içeriye doğru uzatması söz konusu olabilir. İkincisi,   seccadeyi sunması,  bizzat içeri girip vermesiyle münavele gerçekleşmiş olabilir. Birinci yorum biraz da­ha ağırlık kazanmıştır. Çünkü sahih tesbitlerle anlaşılmıştır ki, Re-sûlülîah  (a.s.) Efendimiz mescidi cünüb'e ve ayhali olan kadına ha­ram kılmıştır.

O bakımdan Süfyan es-Sevrî, imam Ebû Hanîfe ve rey taraf­dan müctehidler ayhalinde bulunan kadının mescide girmesi, otur­ması, içinden yolda olsa yürüyüp geçmesi haramdır, demişlerdir. Diğer müctehid imamlar ise, mescidi kirletme endişesi olmadığı takdirde içinde yürüyüp geçebilir, demişlerdir.

836  no'lu Meymune  (r.a.)  hadîsinin Nesâî'deki isnadı şöyledir : Muhammed b. Mansur bize haber verdi, o, Süfyan'dan, o da, Men-buz'dan, o da mü'minlerin anası Meymune'den (r.a.) rivayet etmiş­tir. Muhammed b. Mansur sıka (güvenilir)'dir.    Menbûz'a gelince, İbn Maîn gibi değerli bir hadîs hafızı onun da sıka olduğunu söy­lemiştir. Aynı zamanda hadîsin rivayet olarak birçok şahidleri var­dır. Ayhali kadının hücresinde Kur'ân okunduğu Buharı ve Müslim'­de rivayet edilmiştir.

837  no'lu Câbir  (r.a.) hadîsiyle    838 no'lu Zeyd b. Eşlem (r.a.) hadîsi istidlale uygun görülmüştür. Nitekim cünüb kimsenin mes-

iddin içinden geçip gitmesine cevaz verenler bu rivayetlerle ihticac kinişlerdir. İbn îvies'ud, İbn Abbas ve İmam Şafiî onların başında gelmektedir. İmam Ebû Hanîfe ile diğer rey tarafdarları 838 no'lu Hz. Aişe hadisiyle istidlal edip cünüp ve ayhali olan kadının cami ire mescidlere girihesine, oturmasına ve yol olarak geçmesine cevaz Vermemişlerdir.

Nitekim sözünü ettiğimiz hadîs sahih kabul edilmiştir.

839 no'lu Ümmu Seleme hadisine gelince, onu aynı zamanda ^Taberânî de rivayet etmiştir. Ebû Zer'â ise, Hz. Aişe hadîsinin sa­hih olduğuna dikkatleri çekmiş ve Ümmu Seleme hadîsi hakkında biraz şüphe izhar etmiştir. İbn Hazım da bunun zayıf olduğunu ve râvüerinden Eflet b. Halîfe'nin meçhuller arasında sayıldığını be­lirtmiştir. O bakımdan Eflet'in rivâyetiyle ihticac sahih değildir, di­yerek Hz. Aişe hadîsine ağırlık vermiştir. Oysa İbn Hazım'm bu tes-biti pek ilgi görmemiştir. Çünkü İbn Hibban gibi değerli hadîs ha­fızı onun sıka (güvenilir) olduğunu tesbit etmiştir. Ebû Hatim onun hadîs ilminde şeyh olduğunu, Ahmed b. Hanbel, rivayetinde bir sa­kınca bulunmadığını söylemiştir.

Zeyd b. Eşlem hadîsi üzerinde duranlar ise, rivayet zincirinde Hişâm b. Sa'd bulunuyor ki, Ebu Hatim onun rivâyetiyle ihticac sa­hih değildir, demiştir. Aynı zamanda İbn Mam, Ahmed b. Hanbel ve Nesâî onun zayıf olduğunu tesbit etmişlerdir.[269]

Zeylâî ise, «Hz. Aişe hadîsinin sahih olduğu söyleniyorsa da, ben onun ancak hasen olduğunu söyleyebilirim» demiştir.

Seyyid Sabık bu konuyu işlerken Hz. Aişe hâdîsiyle Ümmu Se­leme hadîsiyle istidlal edildiğini ve o nedenle cünüb kimsenin, ay­hali olan kadının mescidde oturmalarına ruhsat verilmediğini, on­lar için haram kılındığını, ancak içinden yol geçiyorsa, yürüyüp geçmelerine ruhsat verildiğini belirtiyor, sonra da Zeyd b. Eşlem hadîsini şâhid olarak gösteriyor, Resûlüllah'm (a.s.) cünüb bir hal­de mescidde yürüdüklerine dikkatleri çekiyor. Çünkü evlerinin ka­pıları Mescid'e doğru açılıyor, cünüb oldukları zaman su bulama­yınca, başka bir çıkış yolu da olmayınca Mescid'den geçmek zorun­da kalıyorlardı. O nedenle Nisa sûresi 43. âyet inerek geçmelerine ruhsat verildi, diyerek konuyu bağlıyor.[270]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Âdet görmekte olan kadın o vaziyette; loğusa ve cünüb ola­nın cami ve mescide girmesi helâl kılınmamıştır. Mezhepler bu mes'-elede ittifak halindedir,

2- Cami veya mescidin içinden geçiş sağlayan yol olursa,  o takdirde kirletmemek kaydıyla geçmelerine ruhsat verilmiştir. İmam Ebû Hanîfe buna muhalif kalmıştır.

3- Cünüb, ayhali ve loğusanın Kur'ân dinlemesinde bir sakın­ca olmadığı gibi, onların oturduğu odada da okunmasına cevaz ve­rilmiştir.

4- Sözü edilen kişilerin Kur'ân okuması men'edilmiştir. An­cak duâ kasdıyla ilgili bazı âyetlerden parçalar okumalarına ruh­sat verilmiştir. [271]

 

Müstehab Olan Gusüller

 

tslâm, beden temizliğini ibâdetle birleştirmiştir. Birini diğerin­den ayırmak mümkün değildir. 1400 yıl önce insan sağlığını koru­mak için dinimizin ve onun yüce muallimi Hz. Muhammed'in (a.s.) koyduğu prensipler, tavsiyeler ve sergilediği vâcib ve sünnetler her türlü takdirin üstündedir. Bâtı'nın bugünkü baş döndürücü tekni­ğine bakınca bir aşağılık kompleksine kapılmamalıyız. Geçmişlerine baktığımızda şu tabloyla karşılaşırız. Batı'da vücudun belli zamanlar­da yıkanması ancak son yüzyılda âdet olmuştur. Bu arada, birçok Avrupa ülkelerinde aylarca, yıllarca yıkanmayan, suya girmeyen kimseler pek çoktu. Bunlar, vücutlarının pis kokusunu kapatmak için bol bol koku sürerlerdi. Gene Avrupa'da, yıkanma âdeti başla­dıktan sonra bile bugünkü anlayışımızda bir temizlik görüşüne ula­şabilmek için yıllar geçmiştir.

Oldukça yakın yıllara kadar, bir suyun içine girip ovalanmak, aynı banyo suyu ile birkaç kişinin daha yıkanması olağandı. Buna karşılık Doğu'da, özellikle Müslüman ülkelerde çok eskiden beri çok daha sağlıklı ve düzenli bir yıkanma yolu tutulmuştur. Müslüman­lığın şartlarından olan temizlik, sık sık yıkanmayı şart koştuğu gibi, temiz su ile yıkanmayı da bir zorunluluk haline getirmiştir.

Bilindiği gibi, derinin içinde her yana yayılmış bir halde birçok an damarları, ter jbezleri, sinir uçları vardır. Deri bunlar sayesinde

eslenir, vücutta \ zehirleri dışarı atar, dışardan gelen te'sirlerin brtliğini, yumuşaklığını, soğukluğunu, sıcaklığını duyar.

Derinin bu işleri gereği gibi yerine getirebilmesi için temiz ol-nası, yani' üzerindeki gözenek denilen ufacık deliklerin açık bulun­ması gerekir. Zira deri daima terlediği için vücut, elbiseyle örtülü :e olsa, dışarıdan gelen tozlar, ufak yabancı cisimler terle karışarak ıir kir tabakası meydana getirir. Bu tabaka gözenekleri kapar, vü-udun deri yolundan solunumuna engel olur. Ayrıca bir takım mik-oplar da bu kirlerin içine karışınca, derinin üzerinde iltihaplar, si­vilceler, çıbanlar olur; mikroplar bu yoldan vücuda girme imkânı >ulur. İşte bütün bunlardan dolayı sık sık yıkanmamız gerekir.

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Allah'tan aldığı irfan ve bilgiyle in­san sağlığını korumak için temizliğin, onu sağlayan yıkanmanın inemi üzerinde yeterince durmuş ve yukarıda belirttiğimiz gibi, te-nizlikle ibâdeti birleştirip günlük yaşayışımızla birleştirmiştir.

İslâm dini, yalnız cenâbetlikten dolayı gusletmeyi emretmemiş, sünnet doğrultusunda haftada birkaç defa banyo yapmayı müste-hab saymış ve bunun için birtakım mânevi mükâfatlar va'detmiş-tir.

İlgili hadîsler

îbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu haber vermiştir: «Sizden biri cum'â'ya gittiğinde-gusletsin!»[272]

Aynı hadîsi Müslim şu lâfızla rivayet etmiştir: «Sizden biri cu­maya gitmeyi irâde ettiği zaman gusletsin!»

Ebû Sâid (r.a.)'den yapılan rivayette Peygamber (a.s.) Efendi­miz, şöyle buyurmuştur: «Cuma gününün guslü her ihtilâm olana vâcibdir; misvak kullanmak ve kudreti yettiği kadarıyla güzel ko­ku sürünmek de öyle...»[273]

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s,) Efen­dimiz şöyle buyurmuştur: «Her müslümana, her yedi günde bir gün başını ve bedenini yıkaması hak tvâcibî dır.»[274]

Hadislerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Cuma namazına hazırlanıp gitmek üzere olan kimsenin bu niyetle gusletmesi vâcibdir veya sünnettir.

2- Cuma günü ihtilâm olan herkese gusletmek vâcibdir. Aynı zamanda o gün misvak kullanmak ve güzel koku sürünmek de öyle...

3- Haftada bir gün yıkanmak vâcibdir...

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclan :

a) Hanefîlere göre :

Gusül bazan farz, bazan vâcib, bazan sünnet, bazan da müs-tehabdır. Vâcib olan gusül ölüleri yıkamaktır. Sünnet olanı, cuma, arafe ve iki bayram günü yıkanmaktır.

Cuma günü sünnet veya müstehab olan şeyler şunlardır: Cu­ma günü namaz için hazırlanan kimsenin güzel koku sürünmesi, en temiz ve güzel elbisesini giyinmesi ve bunlardan önce gusledip nel bir temizlik yapması bu cümledendir. Çünkü Cuma İslâm'ın en büyük şiarından biridir.[275]

b) Şâfiîlere göre:

Cuma namazım irade edip hazırlanmak üzere bulunan kimse­nin gusletmesi sünnettir. Faziletini kaçırmamak için terki mekruh­tur.

Şâfüler bu mes'elede Buharı ve Müslim'in, Ebû Dâvud ve Tir-mizî'nin rivayet ettikleri sahih hadîslerle istidlal etmişlerdir.

Yine bu mezhebe göre, Cuma günü fecir doğduktan sonra ve bir de Cuma'ya gideceğine az kala yıkanması efdaldır, yani fecir­den sonra fazilet vakti başlar ve Cuma'ya gitmeye az kala bir za­mana kadar devam eder.[276]

İmam Şafiî diyor ki: «Adamın Cuma günü gusül ve benzeri şey­lerle ciddi bir temizlik yapması, saçlarının fazlasını alıp tıraş olma­sı, tırnaklarını kesip bedeninin her yerine güzel koku sürünmesi misvak kullanıp nezafet hususunda itinâ göstermesi müstehabdır. Aynı zamanda bayramlarda, toplantılarda ve benzeri yerlerde bu­lunmakta sözü edilen nezafeti yerine getirmekte te'kiden müstehab­dır. Bunun gibi Cuma'ya hazır olacak, kadın dışında erkek, köle, ço­cuk ve diğer kimselerin temizlik yapması, çirkin kokuları kendin­den gidermesi müstehabdır.[277]

c)  Hanbelilere göre:

Cumaya gitmek isteyen kimsenin gusletmesi, tertemiz elbisesi­ni giyinmesi ve güzel koku sürünmesi müstehabdır. Bu hususta mu­halif bir görüş yoktur. Çünkü konuyla ilgili birçok sahih rivayetler mevcuttur. İlim ehlinin ekserisi bunun vâcib olmadığına kaildir. İmam Tirmizî, Resûlüllah'm (a,s.) ashabından beri bu ameliye (gu­sül, temizlik, güzel koku sürünmek) devam edegelmiştir, diyor. Evzâi' Sevrî, İmam Mâlik, İmam Şafiî' îbn Münzir ve rey tarafdar-ları da aynı görüştedirler. Bazısına göre, bu bir icma' sayılır.

İbn Abdilberr diyor ki: «Müslüman ilim adamlarından önceki­lerle sonrakiler, Cuma guslünün farz ve vâcib olmadığında icma' etmiştir. Ancak İmam Ahmed'den yapılan bir başka rivayette, vâ­cib olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda Ebû Hüreyre, Amir b. Se-lîm, Ammar b. Yasîr (Allah hepsinden razı olsun) ve diğer bazı as-hab da vacib olduğuna kail olmuşlardır. Onlara göre, bu husustaki Peygamber emri vücub ifade eder.

Oysa bu emrin vücub değil, istihbab ifade ettiği şu hadîsten an­laşılmaktadır. «Kim Cuma günü abdest alırsa, o ne güzel şey! Kim de guslederse, şüphesiz ki gusül efdaldır.»[278] Tirmizi bu hadîsin hasen olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Ebû Hüreyre'den (r.a.) yapı­lan rivayette Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuştur: «Kim güzel bir abdest alır, sonra Cuma'ya gelir ve    (hatibi)  dinleyerek susup ko-

mışmazsa, o cumayla gelecek cuma arasındaki günâhları bağışla­nır, fazla olarak da üç günlük günâhı affedilir. Kim de (yerdeki) toz ve çakıla el sürerse (cumanın faziletini ibtal etmiş olur.»[279]

Guslün vakti, fecir doğduktan sonra başlar. Fecirden önce yı­kanmak bu maksad için yeterli sayılmaz. Nitekim Mücahid, el-Ha-san, Nahaî' Sevri ve Şafiî de aynı görüştedirler. Evzaî'den yapılan rivayete göre, fecirden önceki gusül de yeterli sayılır.[280]

d) Mâlikîlere göre:

Cuma günü fecir doğduktan sonra gusletmek menduptur. Ay­rıca genel temizlik yapmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giyinmek ve Kehf sûresini okumak menduptur.[281] İmam Mâlik «Cuma sabahı cuma için gusledip camiye giden ve bu arada abdesti bozulduğu için çıkıp abdest alan adamın guslü bozulmuş sayılmaz. Ama gusülden sonra yemek yer veya uyursa, guslünü iade etsin Hem cuma, hem cenabetten dolayı bir gusül yapmak kâ­fidir,» demiştir.[282]

Konuyla ilgili diğer rivayetler, tesbitler ve tahliller:

846  no'lu îbn Ömer hadisinin birçok tariki vardır. İmamlardan çoğu bunu rivayet etmiştir. İbn Mende'nin tesbitine göre, sözü edi­len hadîsi Nâfî'den üçyüze yakın kimse rivayet etmiş, İbn Ömer dışında yirmidört kadar sahabiden nakledilmiştir. Ayrıca bu konu­da onun üstünde sahih hadîs tesbit edilmiştir. Böylece rivayetlerin tamamı, cuma günü gusletmenin meşru'iyyetine delâlet etmektedir. Zahirîlerle bazı ilim adamları hadislerde geçen "gusledin!" emrinin zahirine bakarak bunun vâcib   olduğuna kail olmuşlarsa da cum­hur bunun sünnet veya müstehab olduğunda müttefiktir.

847  nolu Ebû Said hadîsini    muhaddîslerden yedisi rivayet et­miştir. Müslim'de ise bu hadîsin sonunda şu fazlalık nakledilmiştir: «Kadınlara ait güzel   kokudan olsa bile sürünmek...»    Bu fazlalık, cuma günü güzel koku sürünmenin müekked olduğuna delâlet eder.

Hadîste «Cuma gününün guslü her ihtilâm olana vâcibdir» bu-yurulması, o gece ihtilâm olanların çokluğuna işarettir. Aynı za­manda cuma günü gusletmenin müekked bir istihbab anlamı taşı-

lığına işarettir. Yoksa, ihtilâm olan kimseye gusül zaten vâcibdir. kyrıca burada «vacib» sıfatının kullanılması, guslün vâcib olduğu-ıa değil, istihbabm üe'kidini beyândır. Çünkü aynı cümlede atıf ola­cak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak da zikredilmiştir. Bi-indiği gibi, gerek güzel koku, gerekse misvak kullanmak sünnettir İreya nıüstehabdır.

848 no'lu Ebû Hüreyre hadîsinde geçen «yedi günde bir gül­len maksat, cuma günüdür. Buradaki «hak» tabirine bakıp istidlal edenler, cuma günü gusletmenin vâcib olduğuna kail olmuşlarsa da cumhur bu görüşe muhaliftir. O halde «hak» tabiri, yıkanmada is-;ihbabm te'kidine işarettir...

îbn Ömer'den yapılan rivayette deniliyor ki: Cuma günü hut­be okunduğu bir sırada bulunuyorduk, derken ilk muhacirlerden bir adam içeri girdi. Hz. Ömer (r.a.) ona: «Bu hangi saattir?» diye­rek kınadı. O da, «doğrusu meşgul bulunuyordum, ehlime (evime ve çocuklarıma) dönmeden ezan sesini işittim, o bakımdan fazla bir şey yapmadan ancak abdest alabildim...» diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.), «sadece abdest aldın öyle mi? Bilirsin ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz gusül ile emrederdi...» dedi.[283]

Yapılan tesbitlere göre, içeri geç gelen zat Hz. Osman (r.a.) imiş. Nitekim Müslim'in rivayetinde bu husus belirtilmiştir. İbn Abdül-berr, bu hususta muhalif bir görüş ortaya koyanı bilmiyorum, de­miştir.

Hadîste geçen "gusül ile emrederdi" cümlesinden maksad, o gün guslün te'kiden müstehab olduğudur... Nitekim Semure b. Cün-deb'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyur­muştur : «Kim cuma için abdest alırsa, sünnete uymuş ve en güzel­dir o sünnet. Kim de guslederse, bu daha üstündür.» [284]

Aynı hadîsi İbn Huzeyme de tahcîc etmiş, Tirmizî hasen oldu­ğunu söylemiştir. Katade ise el-Hasen'den murselen rivayet etmiş­tir. Hasan'm Semure'den rivayeti ittisal üzerine hamledilir ve bu hadîsi sahihler.

Urve'nin Hz. Aişe (r.a.)'dan yaptığı rivayette, demiştir ki : «İn­sanlar konaklarından ve çevredeki köylerden cuma namazına  ge-

lirlerdi. (Üzerlerinde) abae denilen giysi ile gelirlerdi de toz ve ter içinde kalırlardı. O yüzden kendilerinden (kerih) koku çıkardı... Onlardan biri Peygamber (a.s.) Efendimiz'e geldi. Ona : «Bu günü­nüz için iyice temizlenseniz ya!..» buyurdu[285]

Bu hadîste cuma günü gusletmenin vâcib olmadığına delâlet et­mektedir.

Evs b. Evs es-Sakafî'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu işitmiştir : «Kim (başını) ve (bede­nini) yıkar, vaktin evvelinde (cumaya) gider, hutbeye yetişir; (bir şeye) binmeyip (o vaziyette imama yaklaşır da kulak verip dinler, faydasız söz (ve davranışta) bulunmazsa, her adımına karşılık oru­cuyla namazıyla bir yıllık amelin  (ecri) vardır.»[286]

Tirmizî'nin hasen kabul ettiği bu hadîs de cuma günü guslet­menin faziletli bir sünnet olduğuna delâlet etmektedir.

Ebû Hüreyre'nin, «Gönül dostum bana üç şey ile tavsiyede bu­lundu : ............... ve cuma günü gusletmek...»[287]. mealindeki rivayeti de sözü edilen guslün müstehab olduğuna delâlet etmekte­dir.

Fethülallam sahibi, Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, «Kim gus­lettikten sonra cum'a namazına gider, (nafileden) makdur olanı kı­lar, sonra da İmam hutbesini bitirinceye kadar susup (dinler) ve onunla beraber (cuma) namazım kılarsa, o cum'ayla diğer cuma arasındaki (günâh ve kusurları) bağışlanır, fazla olarak da üç gün­lük (günâh ve kusurları bağışlanır).[288] Mealindeki hadîse da­yanarak cuma günü gusletmenin vâcib olmadığını istidlal etmiştir. Aynı zamanda o gün için mümkün olan nafile namaz kılmayı da ihmal etmemesi müstehabdır, diyor. Bu «tahiyyetü'l-mescid» olabilir.[289]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Cuma günü fecir doğduktan cuma ezanı vakti yaklaşmca-ya kadar geçen süre içinde gusletmek sünnet veya müstehabdır. Ancak guslü gerektiren bir sebep mevcutsa, o takdirde gusletmek farzdır; bu aynı zamanda cuma guslü yerine de geçer.

2- Cuma günü genel bir temizlik yapmak sünnettir.  -

3- Cuma günü güzel koku sürünmek ve temiz elbise giyinmek üstehabdır.

4- Cuma günü mümkün olduğu kadar erken camiye gitmek & tahiyyetül-mescid namazını kılmak müstehabdır.

5- Hutbeyi susup  dinlemek müekked sünnettir;  kimine  göre âcibdir.               

6- Hutbe okunurken konuşmak, cumanın faziletini düşürür. [290]

 

Iki Bayram Gününde Guslemek

 

Bilindiği gibi, iki dinî bayramımız vardır: Ramazan ve Kurban îayramı... Müslümanların yüce Mevlâlarma karşı kulluk görevini erine getirebilme başarısına erişmelerinin veya buna muvaffak »İmalarının sevincini hep birarada kutlayıp paylaşması bayramın Likmetlerinden biridir. Büyüklerin ziyaretine gidip ellerini öpmek, küçükleri sevindirmek, fakir ve muhtaçlara yardım etmek, dost ve :omşulara gidip bayramlaşmak gibi birleştirici, barıştırıcı, kaynaş­ma ve kardeşlik bağlarım sıklaştırıci; yardımlaşma ve dayanışma jibi denge ve düzen sağlayıcı amaçların gerçekleşmesi bu günler­le çok daha belirgin ve anlamlıdır.

Toplumla içice olurken cömertliğin, sevgi ve saygının, temizlik re nezâketin bütün ölçülerini sergilemek kadar tabii ne olabilir?., D bakımdan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cuma ve bayram günlerin­le sözü edilen hususlara çok daha fazla, özen gösterir ve her ha-iyle örnek olurdu.

Özellikle bayram günleri genel bir temizlik yapıp guslettikten sonra cami ve cemaata gitmek, dost ve yakınlarla bayramlaşmak müekked sünnetlerden biridir. Bu hususta birçok tavsiyeler vardır. Bizim konumuz ise bayram günlerinde yıkanmak olduğundan onun-La ilgili hadîsi nakledip ilim adamlarının görüş ve istidlallerini nak­letmekle yetinmek istiyoruz:

el-Fakih b. Sa'd (r.a.)'den yapılan rivayette —ki bu zatın Pey­gamber (a.s.) Efendimizle sohbetleri olmuştur— demiştir ki: «Re-sûlüllah (a.s.) Efendimiz cuma, arafe, fıtır ve nahr günleri gusle-derdi.»

Onun için el-Fakih de bu günlerde eşine ve çocuklarına yıkan­malarını, ciddi temizlik yapmalarını emrederdi.[291]

Aynı hadîsi Bezzar, Bağavî ve îbn Kani'de rivayet etmişlerdir, îbn Mâce ise, İbn Abbas (r.a.) hadîsinden rivayet etmiş, cuma ke­limesini zikr etmemiş tir.

Hafız İbn Hacer'e göre, hadîsin isnadı zayıftır. Bezzar'm aynı hadîsi Ebu Râfi'den rivayeti de zayıf kabul edilmiştir.

Hadîsin isnadında zayıflık görülmüşse de, Resûlüllah'm (a.s.) fiili bunu kuvvetlendirmektedir. Aynı zamanda ashab-ı kiram da sözünü ettiğimiz günlerde banyo yapıp temizliğe özen göstermişler­dir. O bakımdan bayram günlerinde gusletmek, yani yıkanıp temiz­lenmek sünnet veya müstehab sayılmıştır.

Hadîsin ışığında müctehid imamların görüş ve tesbitleri: a)    Hanefîlere göre:

Fıtır (Ramazan bayramı) günü erkeklerin gusletmesi, misvak kullanması, en güzel elbiselerini —ister yeni, ister kullanılmış ol­sun tertemiz— giyinmesi müstehabdır. Aynı zamanda gümüş yü­zük takınması, güzel koku sürünmesi erkenden camiye gitmesi, hut­beyi yakından dinlemesi, namazdan önce fıtır sadakasını gereken yere vermesi, o günün sabah namazım semtin camiinde kılması na­mazgaha yaya olarak gitmesi, dönerken ayrı bir yol seçmesi de müstehabdır.[292]

b)  Şâfiüere göre:

İki bayram gününde gusletmek sünnettir. Aynı zamanda en gü­zel elbiseyi giyinmek, güzel koku sürünmek, tırnakları kesmek, kö­tü kokuları gidermek de sünnettir.[293]

Nâfi' tarikiyle yapılan rivayette Abdullah b. Ömer fıtır bayra­mında yıkanır, henüz namazgaha çıkmadan bunu yerine getirirdi. Rebi'in Şafiî'den yaptığı rivayete göre, Hz. Ali (r.a.) bayram, cuma ve arafe günlerinde ve bir de ihrama girmek istediğinde guslederdi.

İmam Şafiî diyor ki, ben bütün bu günlerde gusletmeyi sünnet kabul ediyorum, ama bunlar arasında cuma guslünden daha mü-ekkedi yoktur, diyorum. Bununla beraber sadece abdest almakla yetinirse, umarım ki bu da kâfi gelir.[294]

c)  Hanbelîlere göre:

Bayram için gusledip temizlenmek müstehabdır. Nitekim İbn Ömer (r.a.) fıtır (Ramazan) bayramında guslederdi. Bu anlamda bir hüküm ifade eden davranış da Hz. Ali'den rivayet edilmiştir. Gusletmenin müstehab olduğunu Alkame, Ürve, Atâ, Nahaî, Şa'bî, Katade, Ebu Zennad, İmam Mâlik ve İmam Şafiî ile İbn Münzir söy­lemiştir. Zira bu hususta İbn Abbas ve Fâkih b. Sa'd 'in «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz fıtır ve Uzhiye (Ramazan ve Kurban bayramı) günlerinde guslederdi» mealinde rivayet ettikleri hadîsle istidlal e-dilir.

Ayrıca İbn Mâce şu hadîsi rivayet etmiştir: «Şüphesiz ki bugün (cuma günü) Allah'ın müslümanlara bayram kıldığı bir gündür. Artık gusledin. Kimin de yanında güzel koku varsa, ondan sürün­mesinde kendisine bir zarar gelmez ve misvake gerekli olun...»

Bu rivayete göre cuma da bayram sayılıyor. Hem bayram günü insanların biraraya toplandığı, namaz için cemaat olduğu bir gün­dür ki, cumaya benzer. Sadece abdest alana bu da kâfi gelir. Çün­kü gusletmekle ilgili emir vücubu değil, istihbabı ifâde eder.

Hem bayram günü iyi bir temizlik yapmak, bulabildiği en gü­zel elbiseyi giyinmek, güzel koku sürünmek ve misvak ile dişleri temizlemek, cuma için belirttiğimiz gibi, müstehabdır.

Bayram ve cuma günleri guslün vakti fecir doğduktan sonra başlar. Fecirden önce yıkanan sözü edilen guslün sevabına nail ol­maz.[295]

d) Mâliküere göre:

Mâlikîler bu meselede Abdullah b. Ömer'in fr.a.) fıtır bayramın­da namazgaha gitmeden önce guslettiğini dikkate alarak bayram­larda gusletmenin müstehab olduğunu söylemiştir.[296] İmam Mâ­lik "ben bunu Cuma için gusül gibi hasen görüyorum" demiştir.

Böylece dört mezhebin de bayram günlerinde gusletmenin müs­tehab veya sünnet olduğunda birleştikleri anlaşılıyor. Her ne kadar bu konuda sıhhatmda ittifak edilen bir hadîs yoksa da, ashabın fiili, bunun müstehab olduğuna delil sayılır.

Ayrıca konunun başında el-Fâkih b. Sa'd1 den rivayet edilen ha­dîs zayıf olsa bile amel edinilmeye salihtir. Nitekim Urve b. Zübe-yir, bayram günü guslettikten sonra, bu sünnettir, demiştir.[297]

Tahliller ve neticeler;

Hafız Bezzar, «Ben bayram günü gusletmekle ilgili sahih bir hadîs hıfzetmiş değilim, derken, el-Bedrü'1-münîr'de, «İki bayram gusliyle ilgili hadîsler zayıftır* demiştir. Buna rağmen sahabeden bu hususta sağlam örnekler ve fiiller vardır. Çünkü Zeyd b. Ali'nin el-Mecku'unda, Ahkâm usûlünde ve eş-Şifâ'da Hz. Ali'den yapılan rivayette, şöyle demiştir: «Hesûlüllah (a.s.î Efendimiz bize cuma, arafe ve bayram günleri gusletmemizi emretti.» [298]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Bayram günü fecir doğduktan    sonra gusletmek sünnettir veya müstehabdır.

2- Bayram günlerinde yıkanıp temizlenmek,  güzel koku sü­rünmek, yeni ve temiz elbise giyinmek sünnettir. [299]

 

Ölüyü Yıkamaktan Dolayı Gusletmek

 

İslâm, insanın, hem dirisine, hem ölüsüne üstün değer vermiş­tir. Doğduğu an tertemiz yıkanmasını, yaşadığı sürece sık sık te­mizlik yapmasını, ölüncede yıkanıp paklanmasını emreden bu dindir.

çünkü Allah şüphesiz çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenip arı-anları sever.

Ölen din kardeşimizi yıkamak dinî ve insanî görevimizdir. Onu tkadıktan sonra yıkanmamız, onu taşırken atadestli bir halde ta­mamız tavsiye edilmiştir. Bunda birçok faydalar söz konusudur:

a) Ölü yıkamak biraz da cesaret işidir. Bununla beraber yı-ayanın sinirleri gerilir.

b) Elde olmayarak bazan bir tiksinme hissedebilir.

c)  Yıkarken su serpintilerinin dokunmasıyla iyi bir temizlen­meye ihtiyâç hissedilir.

Ölüyü taşırken, abdest almak, sinirleri tenbîh eder, insana mad-!î ve mânevi güç kazandırır ve Allah'ı daha çok hatırlamaya yar-amcı olur.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efen-imiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Kim bir ölü yıkarsa gus-îtsin; kim de onu taşırsa abdest alsın!»[300]

îbni Mâce bu rivayeti naklederken «abdest» lâfzını zikretme-niştir. Ebû Dâvud ise, «bunun hükmü kaldırılmıştır» demiştir.

Bazı ilim adamları ise, hadisin manâsı şudur: «Ölüyü taşımak e teşyi' etmek isteyen, onun namazım kılmak için abdest alsın...»

Mus'âb b. Şeybe'den, o da Talk b. Habîb'den, o da Abdullah b. !,übeyr'den, o da Aişe (r.a.)'dan, o da Peygamber (a.s.) Efendimiz'-len rivayetle, Efendimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Dört eyden dolayı gusledilir : Cumatya hazırlanmak) dan dolayı, cena-letten dolayı, Ölü yıkamaktan dolayı, kan aldırmaktan dolayı...»[301]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Ölü yıkayan kimsenin, bu işi bitirdikten sonra gusletmesi nüstehabdır.

2- Cenaze taşıyan kimsenin abdestli olması müstehabdır.

3- Cumaya    hazırlanmak  için gusletmek ve kan aldırdıktan sonra gusletmek de müstehabdır.

Hadislerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a)  Hanefîlere göre :

Ölüyü yıkadıktan sonra gusletmek menduptur. Gerek kan al­dırdıktan, yani kan verdikten sonra, gerekse ölü yıkadıktan sonra hilaftan çıkmak için gusletmek mendup sayılmıştır.[302]

b) Şâfiîlere göre:

İmam Şafiî diyor ki: Cenabet guslünden sonra bana göre daha uygun olan gusül, ölüyü yıkamaktan dolayı olanıdır. Ben bunun hiçbir durumda terkedilmesini istemiyorum.[303] Böylece şâfiîle­re göre, ölüyü yıkamaktan dolayı gusletmek müstehabdır. Onlar­dan bir kısmı da şu hadîse dayanarak, «Şüphesiz ki sizin ölüleriniz teiniz olarak ölür, o bakımdan ellerinizi yıkamanız size yeter!»[304] mendup olduğunu söylemişlerdir.

c)  Mâlikîlere göre:

Ölüyü yıkadıktan sonra gusletmek müstehabdır. Nitekim Hz. Ali ve Ebu Hüreyre (r.a.)'den de bu anlamda rivayetler yapılmıştır.

Konumuzun başına aldığımız Ebû Hüreyre hadîsi aynı zaman­da Beyhakî de tahrîc etmiş, ne var ki, râvi silsilesinde Salih Mevla't-Tev'eme de bulunuyor ki bu zat zayıf kabul edilmiştir. Bezzar ise bu hadîsi üç ayrı tarikle Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir. İbn Hibban da onu rivayet edenler arasında bulunuyor. Beyhakî hadîsin mevkuf olduğunu belirtiyor, Buharî de ona yakın bir ifade kullanmıştır. Ahmed b. Hanbel ise sözü edilen konuda sahîh bir şey yoktur, diyerek görüşünü ortaya koymuştur. Zehebî de aynı gö­rüştedir, îbn Münzir ise, bu babda sabit olan bir hadîs yoktur, der­ken İbn Ebî Hatim, babasından rivayetle, hadîsin güvenilir râviler tarafından ref edilmediğini, yani merfu' bir hadîs olmadığım, sa­dece mevkuf olduğunu kaydetmiştir.

Hafız îbn Hacer ise, hadîsin Tirmizî ve İbn Hibban tarafından sahihlandığma dikkatleri çekiyor ve Darekutnî'nin güvenilir râvi-lerden naklettiğini söylüyor. İbn Hazım da hadîsin sıhhati üzerin­de durup zayıf olmadığım belirterek    Süfyan b.  Süheyl    tankıyla

mm babasından, o da îshak Mevlâ Zâide'den, o da Ebû Hüreyre'-en (r.a.) rivayet ettiğini açıklıyor.

Maverdi ise hadîsçilerin bu hadîsi en az 120 tarikten tahrîcle ivâyet etmişlerdir, diyor.

Görüldüğü gibi, konunun başına koyduğumuz hadîsin sıhhati jıakkında ittifak yoktur, O halde bütünüyle reddi de mümkün de­lildir.

Gelelim, bu hadîsin delâlet ettiği hükümle amel edenlere ve et-neyenlere:

a) Hz. Ali, Ebû Hüreyre ve îmamiyye mezhebine mensub olan­lar, bu hadîse dayanarak ölü yıkayan kimsenin gusletmesinin vâcib blduğunu söylemişlerdir.

b) İmam Mâlik, îmanı Şafiî'nin arkadaşları ise raüstehab ol­duğuna kaildirler. Onlar hadîsteki «gusletsin» emrini nedb manâsı­na almışlardır. Aynı zamanda yukarıda da naklettiğimiz gibi, Hz. Ayşe (r.a.) 'dan rivayet edilen şu hadisle istidlal ettikleri söylenir -. «Şüphesiz kis sizin Ölüleriniz temiz olarak ölür; (onları yıkamaktan dolayı) ellerinizi yıkamanız size kâfi gelir.»[305]

Diğer bir delilleri de Hz. Ömer'den yapılan şu rivayettir: «Biz ölüyü yıkar, kimimiz bundan dolayı gusleder, kimimiz de guslet-mezdik...»[306]

Hafız îbn Hacer bunun da isnadının sahîh olduğunu söyler.

c) İmam Ebû Hanîfe ve İmam Leys'e göre, ölüyü yıkayan kim­senin gusletmesi ne vâcib ne de müstehabdır.

Bunlar şu rivayetle istidlal etmişlerdir: «Ölüyü yıkamaktan do­layı size gusül  gerekmez...»[307]

Beyhakî ise bu hadisi sahihlemiştir. Ancak merfu' değil, mev­kuf olduğunu belirtmiştir. Diğer bir delilleri de şu hadîstir: «Ölü­leriniz için necistir, demeyin; çünkü mü'mîn ne diri, ne de ölü ola­rak necisdir.»[308]

871 no'lu Mus'âb b. Şeybe hadîsine gelince, Ebu Ze'r'â, Ahmed,

Buharî bu hadîsin zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Huzeyme ise bu­nu sahihlemiştir.

Böylece hadîs, sözü edilen dört şeyden dolayı guslün meşru' ol­duğuna delâlet ediyor. Nitekim Hz. Ali'den (r.a.) yapılan rivayette, «Kan aldırmaktan dolayı gusletmek sünnettir. Ama abdest alıp te­mizlenmen de sana yeter.» buyurmuştur. Darekutnî'nin yaptığı ri­vayette, Resülüllah (a.s.) Efendimizin hacametle kan aldırdıktan sonra sadece kan alman yeri yıkamakla yetindiği, tesbit edilmiştir. Ancak hadîsin rivayet zincirinde Salih b. Mukatil vardır ki bu zat zayıf kabul edilmiştir. Darekutnî onun kaviy olmadığını söyler. Ze-hebî de onun bu halinden söz ederek aynı hususları kaydetmiştir.[309]

Hz. Ali'nin yukarıdaki rivayetini kuvvetlendirir mahiyette bir başka rivayet de Abdullah b. Ebubekir (r.a.)'dan yapılmıştır ki bu zat, Amir b. Hazm'ın oğludur : Umeys kızı Esma (r.a.), bilindiği gi­bi, Ebubekir SIDDIK'm eşidir. Ebubekir (r.a.)'nm vefatı ve yaptığı vasiyeti gereği, eşi Esma onu yıkadıktan sonra çıkıp Muhacirlerden hazır olanlara sormuştu: «Şüphesiz ki, bugün çok soğuk bir gün­dür ben de oruçluyum. Kocamı yıkamamdan dolayı bana gusül ge­rekir mi?»  Onlar da: «Hayır...» diye cevap vermişlerdir.[310]

Aynı rivayeti Beyhakî, Vâkıdî tarikiyle Zührî'nin kardeşinin oğ­lundan, o da Urve'den, o da Hz. Aişe  (r.a.)'dan nakletmiştir.

Bu da, ölüyü yıkayan kimsenin, gusletmesinin sadece müstehab olduğuna delâlet etmektedir. [311]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ölüyü yıkayan kimsenin gusletmesi müstehabdır. (Bu, İmam Mâlik ve İmam Şafiî ve arkadaşlarına göredir).

2- İmam Ebû Hanife ve arkadaşlarına göre, ne vacib ne de

müstehabdır.

3- Ölüyü yıkayan kimsenin sadece abdest alması veya elleri­ni iyice yıkaması kâfi gelir.

4- Ölüyü taşıyanların abdest alması menduptur.   (imamların çoğuna göre, ne müstehab, ne de mendubdur.) [312]

 

İhram, Arafatta Vakfe ve Mekke'ye Girmek İçin Gusletmek Sünnettir

 

İhram'a girmek, dünyadan el-etek çekip bütünüyle âhirete yö-lelmek demektir. O halde böylesine ruhu arındıran, kalbi yönlen-liren ve biriken günâhları temizleyen bir ibâdete başlarken gusle-üp genel bir temizlik yapmak kadar tabii ne olabilir? İslâm her za­man ve her yerde temizliği emreden bir dindir.

Arafat'ta vakfe yapmak için gusletmek de uygun ve sünneti ih-a etme bakımından önemli bir ameliyedir. Orası Cibrü-i Emîn'in asıl heyetiyle indiği, vahyin nüzulüne mekân seçildiği, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in son hutbesini irad ettiği kutsal yerlerden biridir. Duaların en çok kabul edildiği bir mekân olarak bilinir. O halde bunca mânevi ve kutsal bir havaya guslederek girmek, büyük fe­yizlere ve üstün sevaplara kapı açacağından hiç şüphe edilmemeli­dir.

Mekke'de İslâm nurunun ilk fışkırdığı, Allah'a ibâdet için ilk mabedin orada kurulduğu, peygamber ve velilerin gelip yüzsürdüğü çok mukaddes bir beldedir. Orada İbrahim'in makamı, İsmail'in hicri bulunmaktadır.

Aynı zamanda Allah'ın mukaddes tanıttığı her şey Kıyâmet'e kadar mukaddestir, hiçbir güç bu kudsiyyeti kaldıramaz, O halde Allah'ın kutsal tanıttığı mübarek beldeye iç ve dış temizliği yapıp öylece girmek, Allah'a karşı saygı ifade eder. O bakımdan Resûlül­lah   (a.s.)   Efendimiz, böyle bir tavsiyede bulunmuştur.

İlgili hadîsler:

Zeyd b. Sabit (r.a.)'den yapılan rivayette, Zeyd, Resûlüllah ta.s.) Efendimiz'i (İhram'a girip) Telbiye getirmek için elbisesini çıkarıp guslettiğini gördüğünü, söylemiştir.[313]

Hz. Ayşe   (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah (a.sJ Efendimiz ihrama girmek istediğinde başını hıtmî ve uşnan ile yıkar, az da olsa zeytin yağıtna güzel kokuyu karıştırıp) sürünürdü.» [314]

Hz. Aişe  (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:

«Umeys kızı Esma, Muhammed b. Ebîbekir'i (hac yolunda Zul-hulayfe'ye yakın Hudaybiye anlaşmasının yapıldığı ağacın yanın­da doğurdu. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.î Efendimiz, Ebubekir'e, Esma'nm gusledip öylece telbiye getirmesini söylemesini emretti.»[315]

Cafer b. Muhammed kendi babasından şöyle rivayet etmiştir :

«Hz. Ali (r.a.) iki bayram, cuma, arafe ve bir de ihrama girmek istediği gün guslederdi.»[316]

İbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette, o Mekke'ye gittiğinde mutlaka Zî-Tuvâ mevkiinde geceler ve sabah olunca gusleder, son­ra Mekke'ye gündüzleyin girerdi ve Peygamber (a.s.) Efendimiz'in böyle yaptığını söylerdi.»[317]

Buharî de buna yakın bir lâfızla rivayet etmiş, İmam Mâlik, Nâfi'den naklederek Muvatta'da bunu ııakletmiştir.

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- İhram'a girip telbiye getirmek isteyen kimsenin gusletmesi sünnettir.

2- Mekke'ye girilirken gusletmek müstehabdır.

3- Arafat'a çıkılırken yine gusletmek sünnettir, bazılarına gö­re müstehabdır.

4- İhram'a girmeden önce iyice yıkanıp güzel koku sürünmek sünnettir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a)  Hanefilere göre, haccm sünnetlerinden biri de:

İhram'a girmek isteyen kimse gusleder veya abdest alır. Gus-bnek afdaldir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz Zulhuleyfe evkiine gelince, ihram için gusletmiştir. Bu hususta kadın, erkek, rhali veya loğusa arasında bir fark yoktur. Çünkü ihram için gu-li daha çok genel temizliği sağlamaya yönelik bir sünnettir. Hane­ler bu görüşlerine mesned olarak, Ebubekir Sıddik'm (r.a.) eşi Es-.â bint Umeys'in Bey'âtü'r-ridvan mevkiindeki ağacın altında oğ-ı Muhammed'i doğurması ve Peygamber (a.s.) Efendimizin de, yı-anıp Öylece hacc için ihram'a girsin, yani telbiye getirsin, meâlin-3ki hadisi  seçmişlerdir.[318]

Mekke'ye girmek için gusletmek müstehabdır. Bu hususta ay­ali ve loğusa kadın farklı değildir, yani onlar da o halde Mekke'-b girmek için guslederler. Aynı zamanda Mekke'ye Seniyetü'1-Ulyâ esiminden girmek de müstehabdır. Gece veya gündüz girmekte ir salanca yoktur.[319]

Arafe günü Arafat'a çıkıldığında, yol dışında herhangi bir ye-e çadırını kurabilir. Cebel-i Rahmet'e yakın yere konması efdaldir. Jüneş zevale yönelince dilerse gusledebilir.[320]. Kâsânî bu konu­la şöyle diyor: «Betn-i Arene dışında Arafat'ın her yanı vakfeye Lygundur. Arafe günü gusletmek, cuma ve iki bayram günlerinde ;usletmek gibi sünnettir. İhram'a girmeyi dilediğinde yapılan gu-ül gibi boy abdesti alır.»

al-AsıTda ise, «Arefe günü guslederse iyi olur» denilmiştir ki, )u Arafat'ta gusletmenin müstehab olduğuna işarettir.[321]

b) Şâfiîlere göre:

ihram'a girmek için gusletmek sünnettir. Veya şartına uygun ieyemmüm edilir. Bu durumda ihram'a girmek isteyen veya telbi-7e getirmek isteyen kişi isterse ayhalinde olsun, farketmez. Nitekim rirmizî bu hususu rivayet ettikten sonra hasen olduğunu kaydet­miştir. Ayrıca Mekke'ye girmek için de gusletmek sünnettir. İster­se hacc için değil, bir iş için girmek istesin bu hususta hüküm aynı-iir. Mekke'ye girerken Zi-Tûva mevkiinde gusletmek efdaldir. Ta­bii bu efdaliyet o kesimden geçen kimse içindir. Oradan değil de

başka bir yol ve kesimden giriyorsa, yine Zî Tuvâ hizasına geldiği yerde gusletmesi efdaldir.

Ayrıca arafe günü Arafat'a. çıkıldığında gusletmek de sünnet­tir. Çünkü bu gibi yerler, hacı namzetlerinin biraraya gelip toplan­dığı kutsal mahallerdir, o bakımdan temiz bir vaziyette onların ara­sına katılmak sünnet kılınmıştır.[322]

c) Hanbelîlere göre:

Haccetmek isteyen ve o maksatla belli mîkata gelen kimse için uygun olanı gusletmektir. Bunun gibi, îhram'a girmek isteyen her­kese, henüz girmeden önce gusletmek, müstehabdır. Bu ilim adam­larından çoğunun görüşüdür. Tavus, Nahâî, İmam Mâlik, İmam Sevrî, İmam Şafiî ve rey tarafdarları da bu meselede görüş birliği içindedirler. Çünkü Hârice b. Zeyd b. Sâbit'in babasından yaptığı rivayete göre. o, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in (ihram'a girip) tel­biye getirmek için guslettiğini görmüştür.

Tirmizi bu hadîsi rivayet edip «hasen»dir diye kayıt koymuş­tur. Ayrıca Resûlüllah'm Esma bint Umeys'e gusledip öylece İhram'a girmesini, yani niyet getirip telbiyeye başlamasını emrettiği sahih ri­vayetle sabit olmuştur. Hz. Esma o gün için Hudeybiye mevkiinde doğum yapmıştı, loğusa idi.

İlim adamlarının hemen hepsine göre, ihram'a girmek için gus­letmek vâcib değildir. îbn Münzir ise bu konuda şöyle demiştir : «İlim adamlarının, ihram'm gusülsüz caiz olduğunda icma'ı var­dır...» Yani gusletmek vâcib değildir.[323]

Mekke'ye girerken gusletmek müstehabdır. Çünkü Abdullah b. Ömer (r.a.) önce gusleder, sonra Mekke'ye girer ve gündüz gir­meyi tercih eder ve sonra da şöyle derdi: «Resûlüllah (a.s.), Efen­dimiz böyle yapardı...»

Buhârî'nin tesbitine göre, îbn Ömer (r.a.) Harek'e yakın yere gelince telbiyeyi keser ve Zî-Tuvâ mevkiinde geceler, sonra sabah namazım kılar ve akabinde guslederdi. Peygamberin de (a.s.) böy­le yaptığını söylerdi. Hem Mekke, hacc ibâdeti için mü'minlerin toplandığı kutsal bir yerdir, tıpkı cuma namazı için toplanmak gibi... O bakımdan oraya girmeye niyet edince gusletmesi müstehab olur. İsterse bu durumda giren kişi ayhali veya loğusa olsun farketmez..

Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ayhali olan Hz. Aişe vâlide-inize: «Hacıların yaptığını sen de yap, ancak o halde Beytuîlah'ı avaf etme!» buyurmuştur.[324]

Arafat'a çıkınca vakfe için gusletmek müstehabdır. Nitekim [bn Mes'ud (r.a.) öyle yapardı. Hz. Ali'den de (r.aJ bu hususta ri­vayet vardır. İmam Şafii ile İshak, Ebu Sevr ve İbn Münzir de ay-iîi görüştedirler. Çünkü orası da insanların biraraya gelip toplan-âığı yerdir. Cuma ve bayram namazları için nasıl guslediliyorsa onun için de öylece gusledilir.[325]

d)  Mâliküere göre :

İhram giymek isteyen kimsenin, isterse ayhali veya loğusa ol­sun gusletmesi sünnettir. Çünkü temizlik ihram için arzulanan bir husustur. İmam Mâlik, ancak zaruri bir sebepten dolayı terkedile-bilir, demiştir. O halde böylesine bir temizlik her şahıstan bekle­nir. Gusül sünnetinin de hemen yapıldıktan sonra ihram giyilme-siyle gerçekleşir. Yıkandıktan uzun bir süre sonra ihram giyecek olursa, sünnet yerine gelmediğinden guslü iade etmesi uygun olur. Mümkün olduğu takdirde guslün Medine'de yapılması efdaldir. Ta­bii bu, Zulhuleyfe'de ihram giymek isteyen kişilerle ilgili bir husus­tur.[326]

Mekke'ye girerken gusletmek, sünnet değil mendubdur. Bu da, Beytuîlah'ı tavaf içindir, nezafet için değildir. O bakımdan ayhali veya loğusa olan kadınlar Mekke'ye girerken gusletmezler, çünkü o vaziyette tavaftan men'edilmişlerdir Hem tavaf için taharet (ab-destli olmak) şarttır. Mekke'ye gündüzleyin kuşluk vakti girmek mendubdur.[327]

Arfat'ta vakfe için gusletmek menduptur. Aynı zamanda ter­temiz bir bedenle o makamda duâ ve niyazda, yalvarma ve yakar­mada bulunmak daha uygun ve daha te'sirlidir. Orada bir bineğe binmek ve ayakta durup vakfe yapmak erkekler için mendup sayıl­mıştır.[328]

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller:

881 nolu Zeyd b. Sabit hadîsini Dârekutnî, Beyhakî ve Taberâ-

nî de rivayet etmişlerdir. Tirmizî, hasen olduğunu belirtmişse de el-Akili bunun zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Çünkü isnad zin­cirinde Abdullah b. Yakub el-Medenî bulunuyor ki, Zehebî bu zat hakkında şunları nakletmiştir: Ebû Zenned, «onu tanımıyorum» de­miştir.[329]. Tirmizi hadîsi tahsîn ettiğine göre, Abdullah b. Ya-kub'u tanımadığı söylenemez...

Hâkim ile Beyhaki buna yakın bir rivayeti Yakub b. Ata' tâ-rikıyla İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle yapmıştır: »Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz guslettikten sonra elbisesini giyindi. Zulhuleyfe mevkiine gelin­ce iki rek'at namaz kıldıktan sonra devesine binip üzerinde doğ­ruldu. el-Beyda'a ulaşınca hacc için ihram giyindi.»

Ancak ismi geçen râvi Yakub'un zayıf olduğunu Ibn Hacer kay­detmiştir. Ahmed b. Hanbel de onun zayıf olduğunu söylerken Ebû Hatim, kaviy olmadığını belirtmiştir. İbn Main de onun zayıf oldu­ğunu söyleyenler arasında bulunuyor.[330]

882  nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda   Hafız Bezzar tahrîc etmiş, Taberânî el-Evsat'te rivayetle    Bezzar'ın isnadının hasen ol­duğunu belirtmiştir.

883  nolu Hz. Aişe hadîsine gelince, İmam Mâlik onu Muvatta'da Abdurrahman b. Kasım'dan o da    babasından, o da Hz. Esma'dan rivayet etmiştir. İmam Mâlik ve ona uyanlara göre, hadîs mursel-dir, yani senedinden bir sahabi düşmüş veya düşürülmüştür.

Aynı hadisi Nesâî, Kasım b. Muhanımed'den o da babasından, o da Ebubekir Sıddîk'tan rivayet etmiştir. İbn Hacer'e göre, bu riva­yet de murseldir. Çünkü Muhammed, Hz. Peygamber'den işitme-miştir, babasından da işitmediği bilinmektedir. Müslim ise Cabir hadisinden tahrîc ederek şu lafızla tesbitini yapmıştır : «Çıktık, tâki Zulhuleyfe mevkiine geldik. Umeys kızı Esma orada doğum yaptı, Muhammed b. Ebubekir'i doğurdu. Sonra da Resûlüllah'a haber göndererek ne yapması gerektiğini sordu Peygamber (a.s.) Efendi­miz de, «Guslet, sağlamca bir bez tutun ve ihrama gir» buyurdu.

Taberânî kendi Mu'cem'inde İsa b. Muhammed es-Simsar el-Va-sıti tarikiyle Abdülmelik b. Mervan'dan, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan şu-

rivayet etmiştir! : «Peygamber (a.s.)  Efendimiz Mekke'ye doğru ila çıkmayı dilediği zaman İhram giyinmek için guslederdi.»[331]

Ibn Ömer (r.a.j'da bu konuda şöyle demiştir :

«Kişinin ihram! giyinmek istediği saman gusletmesi sünnettir.»[332]

Bunu Hafız Bezzar kendi Müsned'inde, Darekutnî kendi Sünen'-1de, Hâkim de kendi Müstedrek'inde rivayet etmiştir, Hâkim bu Ivayet için : İki şeyhin (Buharı ve Müslim) şartına göre, hadîs sahtir, demiştir. Ancak iki şeyh bunu tahrîc etmemiştir.[333]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Hac veya iinnettir

Umre için ihrama    girileceği zaman gusletmek

2- İhrama girecek olan kişi ister ayhali, ister loğusa olsun, yi-Le de gusleder, bul onun için de sünnettir,

3-  Mekke'ye ister hac ve umre için, ister bu ikisinden başka dr husus için girinek isteyen kimsenin gusletmesi müstehab veya nendubdur.

4- Arafat'a çıkıp vakfe yapmak    isteyen kimsenin gusletme-i müstehabdır. Bu hususta ayhali ve loğusa için de hüküm aynı-lir. [334]

 

İstihaza Olan Kadının Her Namaz İçin Gusletmesi Gerekir Mi?

 

Kadının "istitiaza olması" denilince, iki mana hatıra gelir, bi­rincisi, kadının belli vakitlerde, belli bir süre dölyatağmdan gelen kan; ikincisi yine dölyatağı veya idrar yolunda bir hastalık, yada damar çatlaması neticesi sık sık akan ve süresi belli olmayan kan demektir. Bunlardan her biri için ayrı hükümler konulmuştur. Bi­zim konu edindiğimiz ise, ikincisidir.

Ancak mevcut rivayetlerin farklı bilgi ve hükümler getirmesi,

konuyu muğlak bir noktaya   sürüklemiş ve üzerinde hayli yorum­ların yapılmasına sebeb olmuştur.

İslâm, hemen her konuda temizliğe geniş yer veren bir dindir, ama bu ölçülüdür, faydalıdır; sıkıcı, bıkkınlık verici hiç değildir. Her namaz için gusletmek büyük bir külfeti beraberinde getirmek­te ve kişinin günlük meşgalesini aksatacak ölçüdedir.

O bakımdan rivayetleri iyice araştırmamız, aralarındaki fark­ları ve delâlet ettikleri manâ ve hükümleri gözden geçirmemiş, zayıf rivayetlere parmak basmamız gerekmektedir. Konuya bu açı­dan bakarak ilgili hadîsleri naklediyoruz :

Hz. Aişe (r.a.) dan yapılan rivayette, demiştir ki :

«Cahş kızı Zeyneb istihaza olmuştu; Peygamber (a.s.) Efendi­miz ona : Her namaz için guslet! diye emretti.»[335]

Yine Hz. Aişe Cr.a.) validemizden yapılan rivayette, demiştir ki:

"Süheyl b. Amr'm kızı Sehle İSTİHAZA olmuştu. Resûlüllah (as) Efendimize gelip sordu. Resûlüllah (a.s.) ona : «Her namaz için (ve­ya vaktinde) guslet,» diye emretti. Bu hal Zeyneb'e fazlasıyla bir yük yüklediği için, Peygamber (a.s.) ona öğle ile ikindi namazı için bir defa, akşam ile yatsı için de bir gusül yapmasını emretti.»[336]

Urve bin Zübeyir.den, o da Ümeys kızı Esma'dan rivayet edi­yor. Esma diyor ki: Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e Ya Resûlellah! Ebu Hubeyş kızı Fatıma şu kadar zamandan beri istihaza olmuş­tur, o bakımdan namaz da kılmadı, (ne buyurursunuz?), dedim. Re­sûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: «Bu şeytandandır... Bir leğene otur­sun, suyun üstünde sarımtırak renk görürse, öyle ve ikindi için bir defa gusletsin; akşam ve yatsı için de bir defa gusletsin. Sabah (na­mazı) için de bir defa gusletsin ve bunlar arasında abdest alsın...[337]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Âdet görirfe dışında rahimden sık sık gelen kan, istihaza,

ani bir damar çatlaması veya bir rahim hastalığı sebebiyle akan tandır. Bundan dolayı her namaz vakti girince gusletmesi vâcibdir.

2- Yine kendisinden istihaza kanı gelen kadın, öğle ile ikindi akü için bir defa, akşam ile yatsı için bir defa, sabah vakti içinde lir defa gusleder ve vâcibdir. Arayerde namaz kılmak istediğinde

Lbdest almakla yetinir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamları-n görüş, tesbit, istidlal, ihticac ve ortaya koydukları sonuçlar :

a)  Hanefîlere göre

İstihaza olan kadının hükmü, temizlik içinde bulunan kadmla-m hükmü gibidir, şu farkla ki, istihaza olan kadın her namaz Cva-Lit namazı) için bir abdest alır.  (Gusletmesine gerek yoktur.)[338]

İstihaza kanından dolayı namazı, orucu ve cinsel teması terket-neye gerek yoktur. Bu, diğer özür sahibleri gibidir[339]. Devamlı drarı akan veya devamlı yellenen kimsenin her vakit namazı için lasıl bir abdest alması gerekiyorsa, istihaza olan kadının da her mmaz için bir abdest alması vâcibdir.

b)    Şâfiîlere göre :

İmanı Şafiî el-Umm'de konuya ağırlık vererek, daha çok Urve'-nn Hz. Aişe'den yapılan şu rivayetle istidlal ettiği anlaşılıyor: Ebû rîubeyş kızı Fatıma (r.a.)' Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e dedi ki : «Ben hiç de temizlenmiyorum (yani kanım kesilmiyor); namazı 3irakayım mı?» Bunun üzerine Peygamber ta.s.), ona şöyle buyur­du : «(Senin dediğin) ancak bir damar çatlamasından gelen kan-iır, aylıali kam değildir. Ayhalin başlayınca namazı bırak. Ayhali geçince, günlerini takdir ederek kendinden kanı giderip temizle ve lamaz kıl!»[340]

İmam Şafiî bir de Hamene bint Cahş'la ilgili rivayetle ihticac sdip istihaza kanından dolayı gusül gerekmiyeceğini, fakat her na­maz için bir abdest gerekeceğine kail olmuştur.

Böylece, istihaza, devamlı idrar akması gibi bir hades-i dâimdir.

Namaz ve oruca engel değildir. îstahaza olan kadın fercini  (cinsel organım) yıkar, namaz vakti içinde abdest alır ve hemen namazını kılar. Bu arada namaz kılmadan namazla ilgili bir işle, avret yerini kapamak gibi, veya cemaati beklemek gibi şeyle  uğraşıp namazı geciktirirse, bir zararı olmaz.    Aksi halde geciktirme zarar verir, (yani yeniden abdest alması gerekir).[341]

c) Hanbelîlere göre :

İstihaza, ayhali ve loğusa vaktinin dışında rahimden gelen kan­dır. Ayhali süresini aşan veya onun en az süresinden az bir süre gelen kan istihaza sayılır. Henüz ayhali olmayan kızdan akan kan da istihaza kapsamına girer. Bunun hükmü, devamlı idrarı akan veya devamlı yellenen kimsenin hükmü gibidir, her namaz vakti için bir abdest alması gerekir.[342]

d) Mâlikîlere göre:

İstihaza olan kadın, kendisinden gelen kam, kokusuyla veya rengiyle ya da koyuluğuyla ayırd edip ayhali kanı olduğunu bili­yor ve temiz kalmanın en az müddetini de geçirmiş bulunuyorsa —ki bu onbeş gündür—, o takdirde ayhalinde bulunuyor demektir. Eğer ayırd edemiyor veya temiz kalmanın en az müddeti tamam­lanmadan ayırd edebiliyorsa, o takdirde istihaza kanıdır.[343]. Her namaz vakti için bir abdest alması gerekir. İbn Nâfî'nin yaptığı ri­vayete göre de, istihazalı kadın namazı 15 gün bırakır, sonra gusle­dip namaz kılmaya başlar[344]

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller: 899 no'lu Hz. Aişe hadîsinde Muhammed b. İshak bulunuyor. Ancak hangisi? Çünkü hadîs rivayet zincirinde ondört tane bu isim­de kişi tesbit edilmiştir. Zehebi bunları bir bir incelerken çoğunun meçhul, bir kısmının münker, bir kısmının da sıka olmadığına dik­katleri çekmiştir. O-bakımdan sözü edilen hadîsin rivayet zincirin­de onlardan birinin bulunması, şüphe uyandırmaktadır. Onun için cumhur bu hadisi ihticaca uygun görmeyip istihaza olan kadının her namaz için  (vakit  girince)  abdest almasının vâcib olduğunu,

gusletmenin gerekmediğini belirtmiştir. Dört mezhep imamının da LCtihad ve tesbiti bu doğrultuda ve bu anlamdadır.

Resûlüllah'm (a.s.) Cahş kızı Ümmü Habîbe'ye, «guslet de sonra namaz kıl!» emrini İmam Şafiî tahlil edip yorumlarken şöyle de­miştir : «Resûlüllah (a.s.) ona temizlik bakımından yıkan ve namaz kıl, demiştir. Bundan her namaz için guslet manâsı çıkmaz. İnşa-allah bu emir tatavvu' yolu bir anlam taşır.»

900  nolu Hz. Aişe hadîsinin rivayet zincirinde yine Muhammed b. îshak vardır ki, bu zatın rivayeti hiçbir zaman hüccet kabul edil­memiştir. Abdurrahman b. Kasım ise bu hadîsi babasından duyma­mıştır. O halde «Abdurrahman da babasından rivayet etmiştir» sö­zü sağlıklı değildir.

901  nolu Urve hadîsinin isnadında Süheyl b. Ebî Salîh bulunu-yordur ki,  onun hadîsiyle ihticacda    bulunmak  hususunda hayli farklı görüşler söz konusudur. Muhaddîs Yahya onun kaviy olma­dığını ve bu bakımdan hüccete sayılmayacağım söylemiştir. Ahmed b. Hanbel, onun Muhammed b. Amır'dan   daha müsbet olduğunu belirterek rivayeti elverir demiştir. Ebû Hatim ise, onun hadîsi ya­zılabilir, ama onunla ihticac edilmez.[345]

Ayrıca bu konuda Hamene bint Cahş'den yapılan rivayette, öğ­leyi geciktirmek, ikindiyi hemen acele kılmak ve sonra temizlenin­ceye kadar gusletmek ve böylece öğle ile ikindi namazlarını cem'-edip kılmak, sonra akşam namazını geciktirmek, yatsı namazını vakit girer girmez hemen acele etmek, sonra gusledip iki namaz arasını birleştirmek ve sabah namazı için de ayrı bir gusül yapmak mealinde yapılan rivayet büsbütün karışıktır. Ravî zincirinde Mu­hammed b. Akü bulunuyor ki, bu zatın rivâyetiyle ihticac hususun­da hayli ihtilâf söz konusudur. İbn Mende'ye göre, onun rivayeti sahih değildir.

Böylece rivayetler çatışmaktadır. İki rivayette ( istihaza olan kadının her namaz için gusletmesi emredilirken, diğer iki rivayet­te, sadece öğle ile ikindi namazları için bir, akşam ile yatsı namaz­ları için de bir gusletmek emredilmiştir. Anlaşılan bu ikinci riva­yet birinci rivayeti neshetmiş,  yani hükmünü kaldırmıştır.

Hicrî üçüncü asırda yetişen ünlü hadîs âlimi Ebû Cafer et-Ta-havi bu konuya geniş yer vermiştir. Altı yedi kadar rivayetin, her namaz için gusletmekle emredildiğini sıraladıktan sonra, öğle ikin­di, akşam ile yatsı ve birde sabah namazı vakti için birer gusül ya­pılmasıyla ilgili dört kadar rivayeti tesbit ederek birinci rivayetlerin bunlarla hükmünün kaldırıldığım belirtmiştir. Sonra da her namaz için gusül değil abdest alması gereğini    belirten altı kadar hadîs toplayıp naklettikten sonra bunların    da daha    önceki hadîslerin hükmünü kaldırdığım, yani istihaza olan kadının her namaz için bir abdest alması gereğini belirten hadîslerin, her namaz için gus­letmesi gerektiğini bildiren ve bir de her iki namaz için bir guslün kâfi geleceği hakkındaki rivayetin neshedildiğini hükümlerinin kal­dırıldığını açıklamıştır.[346]

Zeylâî, Fatıma bint Ebî Hubeyş'le ilgili Hz. Aişe (r.a.) hadîsini uzun uzadıya tahlil ederken, hadîsin sonuna «kan hasır üzerine dam-lasa bile...» mealinde ilâve edilen kısmın kitaptan olmadığına dik­katleri çekmiştir.

Ayrıca bu konuda Adiy b. Sâbit'in dedesinin hadîsi, Hz. Aişe, Hz. Ümmu Seleme ve Hz. Şevde bint Zem'a hadîsleri üzerinde dur­muştur. Birincisini Ebû Dâvud ile Tirmizi ve İbn Mâce, Şerîk'den, O da Ebû Yakzan'dan, o da Adiy b. Sâbit'ten, o da babasından ve dedesinden rivayet etmiştir. Adiy b. Sabit hakkında İmam Buharî'-den sorulduğunda, dedesinin ismini bilmediğini söylemiştir. Yahya b. Maın'in onun dedesinin isminin Dinar olduğunu söylediği Buha-rî'ye anlatılınca ona da itibar etmemiştir.

Nitekim Ebû Dâvud, «Adiy b. Sâbit'in bu hadîsi zayıftır» demiş­tir.

Hz. Aişe hadîsi ise şöyledir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den müstehaza olan kadından soruldu. Buyurdu ki: Aynalı olduğu gün­ler namazı bırakır, sonra bir defa guslettikten sonra her namaz için bir abdest alır...»

Ümmu Seleme hadîsine gelince, onu Darekutnî rivayet etmiş­tir. Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.a.) istihaza olmuştu. Durumunu öğ­renmek için Ümmu Seleme'ye rica edip Peygamber (a.s.) Efendi­miz'den sormasını istemişti. Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuş­tur : «Ayhali bulunduğu günler namazı terkeder, sonra gusledip bir Ibiseyle iyice   (kanın dışarı akmasını önleyecek şekilde)   korunup ikkat  gösterir ve namaz kılar.»

Darekutnî bu hadîsin râvilerinin hemen hepsinin sıka (güveni-r) olduğunu belirtmiştir. îbn Ebî Şeybe de bunu kendi Sünen'in-ie rivayet etmiştir. Hadîs, her namaz için gusletmenin vâcib olma-lığma, ama her namaz için abdestin gerekli olduğuna delâlet et-nektedir.

Hz. Şevde hadîsi ise, Taberânî onu rivayet ederek kendi el-Ev-tat mu'cemine almıştır. Hadîsin meali şöyledir: «Müstehaza olan şadın ayhali günlerinde namazı bırakır, sonra bir defa yıkanır, son­ra da her namaz için bir abdest alır.»

Bu da diğer hadîslerin hükmünün kaldırıldığım açıkça göster-inektedir.[347]. Sahîh olduğunda ise şüphe izhar eden olmamıştır. [348]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İstihaze kanı gören kadın, namaz ve orucu, tavaf ve Kur'-ân okumayı terketmez.

2- Kocasıyla cinsel temasta bulunabilir. (Ancak sağlık yönün­den bir sakınca olduğu uzman bir doktor tarafından belirtilirse o takdirde  temastan kaçınır).

3- İstihaza kam gören kadın,    kam aktığı sürece her namaz vakti girince, diğer özür sahipleri gibi, abdest alması gerekir.

4- İstihaza kanı sürüp giderken bu arada ayhali süresi başlar ve kendisi de bunu ayırd edebiliyorsa, o zaman namazı bırakır, Ra­mazanda ise: O süre içinde oruç tutmaz   ve cinsel temasta bulun­maz. Süre dolunca gusleder ve sonra her namaz için abdest alıp ibâ­detini yerine getirir.

5- İstahaza kanı gören kadın, akan kanın etrafı kirletmemesi ve dikkatleri çekmemesi için sıkıca bez tutunur ve buna dikkat gös­terir.

îstihaza konusunda Sıddîk Hasan Han, hadîslerden bir kısmını nakledip bazı açıklamalarda bulunmuştur. Konuya yeteri kadar ağırlık verdiğimiz için onun açıklamalarını nakletmeye gerek gör­medik. Bununla beraber arzu edenler Fethülallâm li-Şerhi Bülûğil-Meram :  1/71,72'ye bakabilirler.

Fıkhü's-Sünne'de ise İSTİHAZA hakkında şu  açıklama yapıl­mıştır :

Müstehazanm üç hali vardır:

1- Ayhali süresi, istihaza olmadan Önce belli olmuştur. îstiha­za hali başlayınca ayhali süresi bilinen müddettir ve bu, hayz müd­detidir. Geri kalan süre istihaza müddetidir.

Müellif buna delil olarak    Ümmu Seleme hadisini naklederek göstermiştir.

2- Kan akması hep  devam etmiştir,  o yüzden kadının ayhali süresi belli olmamıştır, yani kesin bilinmemektedir, o yüzden ayha­li kanını ayırd edememektedir. Bu durumda kadının âdet görme sü­resi altı veya yedi gün sayılır, çünkü çoğu kadınların âdeti bu ka­dar sürmektedir. Bu takdirde kadının kanı kesilince, ya yirmi dört gece ve gündüzün, ya da yirmiüç gece ve gündüzün namazını kılar.

Müellif bu hususta Hamene bint Cahş   (r.a.)  hadisiyle istidlal etmiştir.

3- Kadının belli bir âdeti yoktur.    Ancak âdet görme kanıyla diğer kanları ayırd edebilecek durumdadır. Bu durumda kadın ayırd etmesine göre amel eder. Koyu kırmızı, siyaha meyil renkte akan kan ayhali kanıdır.  O devam ettikçe namaz kılmaz, oruç tutmaz. Rengi değişince, istihaza kanı başladığına hükmeder ve yıkanıp na­maza başlar.

Özetini verdiğimiz bu bölümde müellif, Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.a.)   hadîsiyle istidlal etmiştir. [349]

 

Îstihazadan Dolayı Gereken Hükümler:

 

1- Hiçbir namaz için gusletmesi gerekmez. Ancak ayhali dö­nemi başlayıp sona erince bir defa gusleder. Cumhur da aynı gö­rüştedir.

2- Her namaz için bir abdest alması vâcibdir. Çünkü bu hu­susta Buharî'nin  sahih rivayeti vardır.

3- Abdest almadan önce fercini iyice yıkar ve temiz bir bezle iyice kendini korur, necasetin akmasına meydan vermez.    Bu vâ­cib olmamakla beraber önemlidir.

4- Namaz vakti girmeden  abdest alamaz.  Cumhurun görüşü de budur...

5- Kocasıyla cinsel temasta bulunabilir. Çünkü bu hususta tah-rîm ile ilgili hiçbir delîl vârid olmamıştır.

6- Diğer temizlenmiş kadınlarla ilgili hükümler onun için de geçerlidir. Namaz kılar, oruç tutar, i'tikâf yapar, Kur'ân okur, Mus-lafa el sürer ve onu taşıyabilir; diğer bütün ibâdetleri yapabilir.[350]

 

Baygınlık Geçirdikten Sonra Gusletmek

 

Bunun uç önemli te'siri söz konusudur. İnsanın kendini kaybet­me haline !«bayılma olayı» denir. Bu durumda hiçbir şey duymaz, kımıldamadan yatar. Kan dolaşımı duraksar, solunum zayıflar. Be­lirtilen durumdan kurtulmaya ise  «ayılma» denir.

Bayılma çoğunlukla birtakım te'sîrler altında, beyin damarla­rının birdenbire büzülerek beyne yeteri kadar kan gitmemesinden ileri gelir. O halde ayıldıktan sonra beyin damarlarını iyice hare­kete geçirmek, sinir sisteminde meydana gelen gevşemeyi önlemek ve bayılanın zindelik kazanmasını sağlamak için —şartlar elverdiği takdirde— banyo yapması, yani gusletmesi tavsiye edilmiştir.

Yukarıda bayılma olayı geçip ayıldıktan sonra gusletmenin üç yaran bulunduğuna işaret etmiştik. Onları şöyle özetleyebiliriz :

1- Yapılan banyo ile sinir uçlarını çok daha duyarlı hale so­kup beyinde büzülen damarlarının daha iyi açılıp hareketini sağlar.

2- Kalbi yatıştırıp  sıkıntının tamamen giderilmesine yardım­cı olur.

3- Ruha mânevi gıda vererek ruhla beden arasında bozulan dengeyi düzeltir.

Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, bayıldıktan sonra gusletmeyi hem kavli, hem fiilî sünnetiyle açıklamıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah  (a.s.)   Efendimiz     (hastalandığı    günlerde)   birden, ağırlaştıtda kendinden geçti, bir bakıma bayıldı). Kendine gelince, «İnsanlar namaz kıldılar mı?» diye sordu. Biz de, «hayır, kılmadı­lar seni bekliyorlar» diye cevap verdik. Bunun üzerine genişçe küpe benim için su koyun» buyurdu. Biz de öyle yaptık. Peygamberimiz (a.s.) guslettikten sonra sıkıntı ve meşakkatle gitmek istedi, derken bayılıp kendinden geçti. Ayıldıktan sonra, «İnsanlar namaz kıldı­lar mı?» diye sordu. Biz de «hayır, seni bekliyorlar» dedik. Bunun üzerine: «Benim için genişçe küpe su koyun» buyurdu. Biz de Öyle yaptık. Resûlüllah (a.s.) yıkandı (gusletti) ve sonra bütün gücünü toplayıp sıkıntı ve meşakkatle gitmeye çalıştı, derken bayılıp ken­dinden geçti. Aydınca yine sordu: «İnsanlar namaz kıldılar mı?» Biz de «hayır, onlar seni bekliyorlar» dedik. Resûlüllah'ın, halka na­maz kıldırması için Ebubekir'e olan emrini hemen ulaştırdım...»[351]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Baygınlık olayı geçip ayıldıktan sonra yıkanmak, yani gus­letmek te'kiden müstehabdır.

2- Hava soğuk değilse, bu guslün soğuk su ile yapılması men-dubdur.

Hadîsin ışığında müctehid imamların istidlal ve  ihticacları:

a)    Hanefîlere göre :

Onaltı şeyden dolayı gusletmek mendubdur. Onlardan biri de, cinnet getirdikten, sarhoşluk geçtikten ve baygınlık olayı sona er­dikten sonra gusletmektir.[352]

b)    îmam Şafii, el-Ümm'de cinnet getirip aklî dengesini kaybe­den kişilerin çoğunun beli bollaşdığı, yani menilerinin aktığım söy­leyenler vardır, eğer durum öyle ise, kendine gelince gusletmesi vâ-cib olur. Bu hususta şüphe ederse, gusletmesinin müstehab olduğu­nu söylerim ki bu bir ihtiyattır, diyor ve bayıldıktan sonra guslet­mekten söz etmiyor.[353]

Şafiî fukahasmdan el-Hazremî müftisi Seyyir Abdurrahman b. Muhammed ise Buğyetü'l-müsterşidîn adlı eserinde şöyle diyor : «Bayılan kimsenin ayılmca gusletmesi sünnettir. Baygınlık tekrar ettikçe, guslün de tekrarlanması sünnettir. Sarhoş kimsenin de ayı­lmca gusletmesi böyledir.[354]

c)    Hanbeli'lere göre :

Aklın zâü olması da abdesti bozan sebeblerden biridir. Bu da [ki kısma ayrılır : Uyku ve başka bir sebep... İkincisi, cinnet getir­mek, bayılmak, sarhoş olmak ve benzeri durumlardır. Bu halin azı da çoğu da abdesti bozacağında icma, vardır. Nitekim îbn Münzir, bayılan kişinin abdest almasının vücubu hakkında âlimlerin icma'ı vardır, demiştir. Çünkü bunların duyarlığı, uyuyan kişinin duyar­lığından çok daha uzaktır. Uyuyanın abdesti bozulduğuna göre bunların bozulmasının daha evlâ olduğu kesindir.[355]

Sünnet olan gusüllerden biri de, cinnet getirdikten sonra ayı-lan kimsenin ve bayıldıktan sonra kendine gelen kimsenin guslet-mesidir. Ancak bu halde inzal vaki olmamışsa bu böyledir, inzal va­ki olmuşsa, gusletmeleri vâcibdir.[356]

d)    Mâltkîlere göre:

Mendup olan gusüller sekizdir : Ölü yıkayanın, Mekke'ye gir-; inek isteyenin, Tavaf yapmayı arzu edenin, Arafat'ta vakfeye hazır­lananın, Medine'ye girmek üzere  olanın,  İslâm'a, girenin, istihaza kanı kesilen kadının gusletmeleri bu cümledendir... [357]

Böylece Mâlikîler, baygınlık geçirip ayılan kimsenin gusletme­sini mendub gusüller arasına almamışlardır. Sünnet gusüller ara­sında zaten zikretmemişlerdir. [358]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Baygınlık geçirdikten sonra ayılıp kendine gelen kimsenin gusletmesi sünnet veya müstehabdır.

2- Baygınlık hâlinde meni akmışsa, gusletmesi vâcibdir.

3- Cinnet getiren kimsenin kendine gelince,  sarhoşunda ayık duruma gelince gusletmeleri müstehabdır.

4- Baygınlık hali tekrar ettikçe, guslü tekrarlamak da müste­habdır. [359]

 

Guslün Sıfatı Gusül Nasıl Yapılır?

 

Bilindiği gibi İslâm, ibâdeti âdetten ayırmak için ona resmiyet kazandırmış, herkesin arzusuna değil, şâri'in muradına göre yerine getirilmesini emretmiştir. Aksi halde ibâdet, ibâdet olmaktan çıkar, mutad şeyler arasına girer...

O bakımdan sırf temizlik için yapılan banyo ile vâcib olan veya sünnet sayılan bir guslü aynı kefeye koyamayız. Birincisi mutad günlük veya haftalık temizlikler arasında yer alır; ikincisi, hem te­mizlik, hem beden ve ruh sağlığı, hem ilâhî rızayı tahsil, hem de uhrevî mükâfatlara vesiledir.

Bunun için farz, vâcib, sünnet ve adabına uygun yapılan bir guslün elbetteki sevap ve fazileti çok büyüktür. Örnek Resülüllah (a.s.) Efendimiz'dir. Onun bu husustaki kavli ve fiilî sünnetleri bi­ze en doğruyu öğretir.

İlgili hadîsler:

Hz. Aişe  (r.a.)  Validemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Peygamber (a.s.) Efendimiz cenabetten dolayı gusletmek iste­diğinde, önce iki elini yıkamakla başlardı. Sonra da sağ eline aldığı suyu sol eline boşaltıp edep yerini yıkar, sonra da namaz için alınan abdest gibi bir abdest alırdı. Sonra da eline su alıp (başındaki) killarm altına nüfuz edecek şekilde parmaklarını kılların altına sokar, a kadar ki, iyice kendini (kir ve kuru yer kalmaktan) beri kıldığını görünceye kadar devam eder ve böylece iki avucuna su doldurup başının üzerine üç defa döker ve sonra da bedeninin diğer kısım­larına akıtıp yıkar, en son olarak da iki ayağını yıkardı.»[360]

İki şeyhin yaptıkları diğer bir rivayette şu ilâve yer almıştır:

«Sonra iki eliyle kıllarının arasını hilâllar, tâki bedenindi yü­zeyini iyice su ile yıkayıp tamamladığına kanaat hasıl edince, üze­rine üç defa su akıtırdı...»

Hz. Aişe  (r.a.î Validemizden yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.)  Efendimiz cenabetten dolayı guslederken, içi­ne süt sağılan çanağa benzer bir kap ister, (içindeki suyu) avucuy-îa alır ve başının sağ tarafından başlar, sonra iki avucuyla alıp ba­şının üzerine dökerdi.»[361]

Hz. Meymune  (r.a.)'dan yapılan rivayette,  demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in gusletmesi için su koydum. Ön­ce iki elini boşaltıp ellerini iki veya üç defa yıkadı. Sonra sağ eline aldığı suyu sol eline boşaltarak edep yerlerini yıkadı ve elini yere sürdü. Sonra ağzına su alıp çalkaladı, burnuna su çekti, son yü­zünü ve iki elini (kollarım) yıkadı, sonra başını üç defa yıkadı, son­ra da suyu bedenine döktü yıkadı. Sonra bulunduğu yerden biraz uzaklaşıp iki ayağını yıkadı. Kendisine kurulanması için bir bez-parçası getirdim, istemedi ve vücudundaki suyu eliyle silkmeye baş­ladı...»[362]

Hz. Aişe  (r.a.)  Validemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.î Efendimiz guslettikten sonra (ayrıca) abdest almazdı...»[363]

Cübeyir b. Mut'ım  (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah  (a.s.l Efendimiz'in yanında cenabet guslünden söz ediyorduk. Buyurdu ki: Bana gelince, iki avucumun dolusuyîa su alıp başımın üzerine dökerim, ondan sonra da (su alıp) bedenimin diğer yerleri üzerine akıtarak yıkarım...»[364]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Guslederken önce iki eli yıkamak sünnettir.

2- Su aldığı yer, musluk veya benzeri bir şey değilse, bir tas veya benzeri bir kap da kullanılmıyorsa, yıkanan sağ el ile kaptan su alıp sol ele boşaltmak suretiyle edep yerlerim yıkamak da sün­nettir.  Musluk ve benzeri yerlerden su almıyorsa, doğrudan sol el ile alıp edep yerleri yıkanır.

3- Gusletmeden önce, belirtilen temizlik yapıldıktan sonra na­maz abdesti gibi bir abdest almak da sünnettir.

4- Gusülde baş ve sakaldaki kılları hilâllayıp suyu altına nü­fuz ettirmek suretiyle temizlik yapmak müstehabdır.

5- Belirtilen yerleri yıkayıp temizledikten sonra önce başın üzerine üç defa bolca su döküp ovmak ve sonra bedenin diğer kı­sımlarına suyu akıtıp yıkamak vâcibdir. Yani başı bir defa, bedeni de bir defa iyice yıkamak farz, iki ve üç defa yıkamak sünnettir.

6- Başı yıkarken önce sağ tarafından başlamak müstehabdar.

7  Gusülhâne'de yıkanüıyorsa, ayaklar bedenden akan suyun içinde ise, onları yıkamayı en sona bırakıp biraz kenara çekildik­ten sonra gerektiği şekilde yıkamak    hem farzın yerine gelmesini, hem de sünnete uyulmasını sağlar.

8  Gusülde edep yerlerini yıkadıktan sonra eli ya sabun ya da benzeri temizleyici bir şeyle yıkamak müstehabdır.

9  Guslettikten sonra bir bezle kurulanmak ihtilaflıdır. Alim­lerin çoğuna göre,  menduptur. Resûlüllah'ın  (a.s.)  Hz. Meymune'-nin verdiği bez ile kurulanmamasımn başka sebepleri vardır...

10— Guslettikten sonra abdest almaya gerek yoktur. Çünkü bü­yük hadesin kalkmasıyla küçük hades de kalkmış kabul edilir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a)    Hanefîlere göre:

Gusle başlarken elleri bileklere kadar üç defa yıkamak, sonra dep yerini yıkayıp pisliği gidermek, sonra da namaz abdestine ben-er abdest almak, sadece ayakları yıkamayıp en sona bırakmak sün-

lettir.

Aynı zamanda edep yerinin yıkanmasını gusülde öne almak, is-;er üzerinde necaset bulunsun, ister bulunmasın, sünnettir. Bunun *ibi, gusülden önce abdest de almak sünnettir. el-Hasan'dan yapı-ıan rivayete göre, abdest alırken başını meshetmez. Ama sahih kav-e göre, mesheder. Sonra da suyu başına ve bedeninin diğer kısım­larına üçer defa dökmek suretiyle yıkar. Birinci defa su döküp baş ve bedenini yıkamak farz, ikinci ve üçüncü defa yıkamak, sahih savle göre sünnettir.

Suyu bedene dökmenin keyfiyeti ise şöyledir : Önce sağ omuzu-ha üç defa, sonra sol omuzuna üç defa, sonra da başına ve bedeni­nin diğer kısımlarına üçer defa döküp yıkar. En sahih olan şekli de budur. Sonra da yıkandığı yerden biraz aralanıp iki ayağını yıkar. Şayet ayaklan yüksekçe bir cisim üzerinde bulunuyorsa, ilk abdest aldığı zaman yıkaması daha uygun olur.[365]

b)    Şâfiîlere göre:

Guslün başlangıcında niyet getirilir. Bedenin dış kısmının tama­mı yıkanır, o kadar ki, tırnakların altı, kılların dip kısmı, kulakların kıvrımları ye edep yerlerinin zahirî kısmı yıkamanın kapsamı içine alınır. Ağz^i su alıp çalkamak, burna su çekmek vâcib değildir, sün­nettir. Göz; ve burundaki kılları yıkamak da öyle...

Guslün:| en kâmili, bedendeki pislikleri yıkayıp gidermektir. Ge-|rek necaseti gidermek için, gerekse guslün farzını yerine getirmek [için birer defa yıkamak kâfi gelir, yani farz yerine gelmiş olur. ! Edep yerlerindeki pisliği giderdikten sonra abdest almak, sün-inete uymayı sağlar. Bedendeki koltuk altı, göbek çukuru gibi yer­lere suyun i nüfuzunu sağlar. Saç ve sakalının kıllarını hilâllar. Bu amelyeden sonra başına su döküp yıkar, sonra sağ tarafına ve son­ra da sol tarafına su döküp yıkar. Sözünü ettiğimiz bu tertip israf­tan uzak, suyun bedene ulaşmasına güven verici bir anlam taşır. Vücudu ovmak ve belirtilen yerlere üçer defa su dökmek sünnettir. Bütün bunları ardarda yapar, abdestte olduğu gibi...[366]

c)    Hanbelîlere göre :

Tastamam gusletmek için şu on, hususu yerine getirmeye özen gösterilir:                                                          ,    

1- Gusle niyet edilir;

2- Besmele getirilir.

3- Eller üç defa yıkanır.

4- Edep yerlerinde ve diğer kesimlerde bulunan pislik giderilir.

5- Namaz abdesti gibi abdest alınır.

6- Saçların altına geçecek şekilde başa üç defa su dökülür yı­kanır.

7- Bedenin diğer yerlerine de su akıtılıp yıkanır.

8- Sağ yanından yıkanmaya başlanır.

9- El ile bedenin her tarafı -mümkün olduğu nisbette- ovulur.

10- Yıkandığı yerden biraz geri  çekilip  iki ayağın yıkanması sağlanır.

Ayrıca henüz başına ve sakalına su dökmeden parmakları iyi­ce ıslatıp kılların arası hilâllanır.

Nitekim imam Ahmed, "gusül, Hz. Aişe (r.a.)'nm rivayet ettiği hadîse göre yerine getirilir" demiştir.[367]

d)    MâlikÜere göre :

İmam Mâlik bu konuda Urve tarikıyla Hz. Aişe'nin Resûlüllah'-ın  (a.s.)   guslünü tarifini esas alarak istidlalde bulunmuştur.    Mu-

vatta'da Hz. Aişe'den şu üç rivayeti yapmıştır:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cenabetten dolayı guslederken, ön­ce ellerini yıkamakla başlar, sonra namaz abdesti gibi abdes alır, sonra parmaklarını suya sokup saçlarının altını hilâllar, sonra ba­şına iki eliyle avuç dolusu su döker, sonra da suyu bütün bedenine akıtarak yıkardı.

«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cenabetten dolayı guslederken fa-rak (16 rıtıl büyüklüğünde bir ölçek) den olan kaptan (su alıp) gus-lederdi.»Hz. Aişej;den (r.a.) kadının nasıl gusledeceğinden sorulunca şöy-demiştir: !|4ki avucunu su ile doldurup, başına döküp yıkar ve elleriyle başıriı ovup temizler...»[368]

Ayrıca Mâlikîler îbn Ömer'in (r.a.) cenabetten dolayı yaptığı. ^uslü ihticaca uygun görmemişlerdir. Nâfi'in yaptığı rivayete göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) cenabetten dolayı guslederken, önce sağ süne su doldurup onu yıkar ve sonra edep yerine su döküp orayı fikar, sonra ağzına su alıp çalkar, burnuna su çekip sümkürür, son­ra yüzünü yıkar ve gözlerine su serper. Sonra sağ elini, (kolun) ve arkasında sol elini (kolunu) yıkar. Sonra başım yıkayıp bedenine su dökerek yıkanmasını  (tamamlar).»[369]

 Konuyla ilgili rivayetler ve tahliller •

919 no'lu Hz. Aişe hadîsinden, gusülden sonra abdest almaya gerek olmadığı anlaşılıyor. Ancak gusle başlarken namaz abdesti gibi abdest almayan kimsenin sadece gusletmekle abdesti de yerine gelmiş olur mu? Bu hususta ilim adamlarının görüşü farklıdır: îbn Battal, bu durumda da abdest almanın gerekmediği hakkında icma' vardır, demişse de Şevkanî bu görüşün merdud olduğunu söyler. Ebu Sevr ile Dâvud ez-Zahirî'ye göre, gusül abdest yerine geçmez. Yani abdest almadan gusleden bir kimsenin namaz ve diğer abdeste dayalı olan bir ibâdet için abdest almanın gerektiğini söylemişler­dir. Müctehid imamların çoğu ise, küçük taharetin büyük tahare­tin kapsamına girdiğini, böylece gusleden kimsenin ayrıca abdest almasına gerek olmadığını belirtmişlerdir. Zeyd b. Ali de aynı gö­rüştedir. Çünkü gusülden sonra abdestin vücubuna delâlet eden bir delîl vârid olmamıştır.[370]

920, 921 no'lu hadîslerin sahîh olduğunda icma' vardır. O ba­kımdan bu hadîsler üzerinde farklı görüş ortaya koyan olmamıştır.

922 nottu hadîs hakkında Tirmizî «hasenün sahihün» kaydını koymuştun Aynı hadîs Beyhakî «ceyyid» isnadlarla tahric etmiştir. Bu babda I îbn Ömer'den merfu'an ve yine ondan mevkuf en riva­yetler vardır. Şöyleki ondan, gusülden sonra abdestin gerekli olup olmadığı sorulduğunda şöyle demiştir: «Hangi abdest gusülden da­ha umumîdir ve kapsamlıdır?»[371]

Yine bir adam, İbn Ömer'e (r.a.), «ben gusülden sonra abdest alıyorum» deyince ona şunu söylemiştir: «Gerçekten sen iyice de­rine gömülüyorsun!»

Hz. Huzeyfe de (r.a.), «Sizden birine tepesinden ayağına kadar yıkanmak yetmiyor mu ki, bir de abdest almaya kalksın!..»

Ebubekir b. Arabi de şöyle demiştir : «İlim adamlarından kimse abdestin gusül kapsamına girdiğinde ihtilâf etmemiştir.»

923 no'lu Cübeyr hadîsinin ricali, rical-i sahîh'tir.

Bunu kuvvetlendirir mâna ve muhtevada Ümmu Seleme hadi­si vardır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona, «Başına üç avuç dolusu su döküp yıkaman ve sonra suyu bedenine akıtıp yıkaman sana kâ­fi gelir ve o takdirde temizlenmiş  (cünüpten kurtulmuş)  olursun.»[372]

Bu iki rivayete dayanan ilim adamları, gusülde ağza su verip çalkamanın, buruna su çekmenin vâcib olmadığını istidlal etmişler­dir. Nitekim İmam Şafiî de aynı görüştedir. [373]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Gusletmeyi irade etmek, ona niyet getirmek demektir. O halde gusle niyet edilir. (Ancak bu hususta müctehid imamların hepsi aynı görüşte değildir).

2- Besmele getirmek müstehabdır.

3- Elleri üç defa yıkamak müstehabdır, kimine göre sünnettir. Ellerde necis varsa yıkanması vâcibdir.

4- Ellerde necaset bulunsun bulunmasın yıkamadan su kabı­na sokmak mekruhtur. Necaset varsa, suyu murdar eder.

5- Gusülden önce edeb yerlerini iyice yıkayıp temizlemek sün­nettir.

6- Gusülden önce namaz abdesti gibi abdest almak sümıettir. Bunun müstehab olduğunu söyleyenler de var...

7- Saç ve sakal kıllarının altına suyun nüfuz etmesi sağlanır ve bu vâcibdir.

8- Başı ve vücudu kaplarcasma bir defa yıkamak farzdır. İkin­ci ve üçüncü defa yine kaplarcasma yıkamak sünnettir.

9- Rivayetlerin farklılık arzetmesi sebebiyle, ilim adamların­ın kimine göre, gusle önce başa su dökmekle başlanır. Kimine gö-t, sağ ve sonra sol omuzlara su döküp yıkanmakla başlanır, sonra L başa su dökülür. Böyle veya öyle yapmak müstehabdır.

10- Sağ taraftan başlayıp yıkamak da sünnet veya müstehab-

11- Guslederken ellerle bedeni ovmak müstehabdır.

12- Yıkandığı yerde ayaklar yüksekçe bir cisim üzerinde bu­lmuyorsa, gusülden önce abdest alırken ayaklar da yıkanır. Yük-ek bir cisim üzerinde değilse, guslün sonunda o yerden biraz uzak-aşarak ayaklar yıkanır. Bu da müstehabdır.

13- Gusülden sonra abdest almaya gerek yoktur. Büyük hade-lin kalkmasıyla küçük hades (abdest) de kalkmış kabul edilir.

14- Gusle başlarken    abdest' almayan   kimsenin de guslü ta-namdır ve o gusülden sonra çoğu ilim adamlarına göre, abdest al-naya gerek yok. Fetva bu görüşe göredir.

15- İmam Şafiî ve diğer    bazı ictihad   seviyesinde olan ilim idamlarına göre, gusülde ağız ve buruna su vermek vâcıb değildir. [374]

 

Guslederken Saç Örgülerini Çözmek Gerekir mi?

 

İslâm temizliğe ne kadar önem vermişse, her iş ve ibâdette kolaylık sağlamaya da yer ayırmıştır. Kitabımızın baş kısmında ne­caseti giderme ve temizlik konularında bunun birçok misallerini görmek mümkün.

«Kolaylaştırın  zorlaştırmayın; müjdeleyin bıkkınlık ve nefret vermeyin!»sözü Peygamber (a.s.)Efendimiz'e aittir.

Abdest nasıl bir ibâdet sayılıyorsa, gusül de öyle. Su bulunma­dığı veya suyu kullanma imkânı olmadığı zamanlarda kolaylık ol­sun diye dinimiz teyemmümü emretmiştir. Şüphesiz ki bunda bü­yük bir kolaylık söz konusudur. Seferi namazlar ve Şafiî mezhebi-

ne göre seferde "cem'u takdim" ve "cem'u te'hîr" hep bu kolaylığı yansıtmıyor mu?

Gusül çok yönlü bir ibâdettir : Bir yandan ruhu cilalamaya, bir yandan kalbe huzur vermeye, bir yandan sinir sistemini ve kan do­laşımını ayarlamaya, bir yandan temizliği sağlamaya ve en önemli­si de Allah ve Resulünün emrini yerine getirmeye yöneliktir. Haf­tada dört beş gün veya her gün gusletmesi gereken gür saçlı ve saç­lı ve saçları örgülü bir hanımı düşünelim. Saçlarının örgüsünü aç­ması başlıbaşma bir külfet. Kaldı ki bir de bu kadının akşama ka­dar ardı arkası kesilmez işleri varsa... Onun için genel temizlik ya­pılırken elbetteki örgüleri çözüp yıkamak lüzumludur. Ama sık sık dinî bir vücubu yerine getirirken buna lüzum, görülmemiştir.

İlgili hadîsler:

Ümmu Seleme (r.a.)'dan yapılan rivayette, şöyle dediği bil­diriliyor :

— Ya Resûlellah! dedim. Doğrusu ben saçı sık örgülü olan bir kadınım. Cenabetten dolayı gusül için örgüleri çözeyim mi?

Dîye sorduğumda Efendimiz şöyle buyurdu ;

Hayır, sadece başına üç defa ikişer avuç dolusu su dökmen, son­ra da bedenine suyu döküp temizlenmem sana yeter![375]

Ubeyd b. Umeyr'den yapılan rivayette, şöyle demiştir :Abdullah b. Ömer'in (r.a.) kadınlara guslederken saçlarını (örgülerini) çöz­melerini emrettiği haberi Hz. Aişe'ye (r.a.) ulaşınca hayretini ifa­de ederek dedi ki : «Doğrusu hayret (ediyorum) İbn Ömer'e, kadın­lara guslettikleri zaman saçlarım çözmelerini emrediyormuş!. On­lara başlarını tıraş etmelerini emretmiyor mu? And olsun ki, benle Resûhıllah (a.s.) Efendimiz bir tek kaptan su alıp guslederdik, ben başıma üç defa su dökmekten fazla bir şey yapmazdım...»[376]

«Kadın cenabetten dolayı guslettiği zaman saçların (in örgüle­rini çözmez (veya çözmesin)!»[377]

Hz. Ali (r.a.)'den yapılan rivayette şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den işittim buyurdu ki :  «Kim celıafoetten bii^ kü (kadar olsun) bir yeri bırakıp oraya su dokunmaz­ca, Allah ürerine ona ateşten şöyle şöyle yapması Ebir hak olur).»[378]     

Hz. Ali: devamla diyor ki : tşte bundan sonra saçlarıma düşman olmaya başladım..

Ebu Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-Üimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Şüphesiz ki her kılın altında cenabet vardır. O halde saçları yıkayın ve teni iyice temizleyin!»[379]

Hadîslerin açık  delâletinden  şu hükümler anlaşılmaktadır:

1-Çok saç ve örgülü saç kadınlara mahsustur.    O bakımdan onlar guslederken örgülerini çözmelerine gerek yoktur. Sadece baş­larına üç defa ikişer avuç dolusu kadar su dökmeleri yeter.

2- Erkeklerin saçlarını kadınlar gibi uzatması ve saçlarını ör­gülü hale getirmesi mekruhtur. O bakımdan erkekler guslederken saçlarını iyice yıkamakla emrölunmuşlardır.

3- Guslederken tenin her tarafını yıkamak farzdır. Az bir ku­ru yerin kalması, guslün    tamamlanmadığına delâlet eder ve kişi bunun farkında olduğu halde o yeri yıkamaz,   yani su dokundur-

;mazsa gusletmiş sayılmaz. Farkında değilse bir şey gerekmez.

Hadislerin ışığında müctehid imamların görüş, istidlal ve ihti-cacları:

a)    Hanefîlere göre:

Guslederken suyu saç ve sakalın arasına ve dibine ulaştırmak vâcibdir. Aynı zamanda kadının da saçları çözük ise suyu iyice ara­larına nüfuz ettirmesi vâcibdir. Nitekim aynı hususu Fakiyh Ebu Cafer el-Hendavanî de belirtmiştir. Çünkü bu durumda kadmm, su­yu saçlarının arasına külfetsiz ulaştırması mümkündür. Saçları ör­gülü olduğu zaman, suyu aralarına ulaştırmak vâcib midir? İleri gelen fakiyhlerin bu meselede görüşleri farklıdır : Kimine göre vâ­cibdir, çünkü Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz, her kılın altında cenabet vardır, o halde saçları ıslatın, teninizi iyice paklayın! buyurmuştur. Kimine göre ise, vâcib değildir. Bu, aynı zamanda Şeyh îmam Ebubekir b. Fazl el-Buharî'nin ihtiyar.ettiği görüştür. Çünkü Ümmü Se-leme'nüı Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, «Ben saçı gür ve örgülü t»ir kadınım, guslederken saçlarımı çözeyim mi? Diye sorması, Efen-dimiz'in de «Başına ve bedeninin geri kalan kısmına su dök, bu su saçm altına ulaşırsa, sana yeter...» diye cevap vermesi gusülde saç­ları çözmenin vâcib olmadığına delâlet etmektedir [380]

b)    Şâfiîlere göre:

Gusülde bedenin dış kısmının tamamını yıkamak farzdır. O ka­dar ki, tırnakları, saçları sık ve gür bile olsa saçların deriyle bitiş­tiği kısımları, kulak kıvrımlarını ve otururken aldığı vaziyete göre edep yerlerim yıkamak bedenin dış kısmına girer,[381]

Abdurrahman el-Cezirî ise, Şâfiîlerin görüşünü şöyle açıklıyor: «Bedenin zahirini kapsar şekilde yıkamak, beden üzerindeki mev­cut kılları da içine alır. Saçların ister seyrek, ister sık olsun, yıkama hususunda fark etmez, iç ve dışlarına suyun girmesi gerekir. Öyle-ki suyun kılları arasına girmesi vâcibdir. Ancak sık ve gür kılların temas kurduğu deriye ulaşması şart değildir. Çünkü bunda meşak­kat söz konusudur. Ayrıca suyun geçmesine engel teşkil ettiği tak­dirde kadınların örgülü saçlarım çözmeleri de vâcibdir. Bu hususta erkekle kadın arasında fark yoktur. Saçlar fazlasıyla sık olup bir bakıma keçe gibi girift bir halde ise, o takdirde gusülde suyun on­ların içine ulaşması vâcib değildir. Sadece meşakkatsiz suyun ulaş­tığı yerleri dikkate alıp yıkamak gerekir. O kadar ki, bu düzeyde bedende azıcık yıkanmadık yer kalırsa, gusül hükümsüz olur.[382]

c)    Hanbelîlere göre:

Saçların ister seyrek, ister sık ve gür olsun başın derisini de gusülde yıkamak vâcibdir. Bunun gibi bedendeki kılların altım, ör­neğin sakalın temas kurduğu cildi yıkamak da böyledir.

Hanbelüer bu meselede Hz. Esma'dan ve bir de Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen hadîslerle istidlal etmişlerdir.

Bedendeki sarkan kılların, sarkık kısmım yıkamak gerekir mi? Çeneyi aşan sakal, kulak yumuşağını aşan saç ve benzeri kılların sarkan kısmının yıkanıp yıkanmayacağı hakkında iki görüş vardır: Yıkanması vâcibdir. Bu Hanbelüerin ve Şâfiîlerin kavlidir. «Her kılın altında cenabet vardır...» mealindeki hadîsle istidlal etmişlerdir. lâcib değildir.    Bu, Ebû Hanîfe'nin kavlidir.   «Başına üç defa iki

\nıç dolusu su dökmen.........  sana yeter,»  mealindeki hadîsle de

unlar istidlal etmiştir.[383]

d)    Mâliküere göre

Bedeni ve bedendeki bütün kılları kapsarcasma yıkamak farz-ir. Saç ve sakal iyice hilâllamr, suyun alta geçmesi sağlanır, ka­mların örgülerine gelince, bunlar üç veya daha fazla ise ve her iri ip veya benzeri bir şeyle bağlanmışsa, çözülmesi herhalde vâ-Lbdir. Üçden az olup iple bağlanmışsa, veya ipsiz örülmüş vaziyet-p ise çözülmesi vâcib değildir. Çünkü bu durumda suyun alta nü-lız etmesi mümkündür. Örgü çok sık ve kalınca olur da suyun al-a. geçmesine engel olursa, o takdirde çözülmesi vâcibdir.

Düğünlerde gelin olacak kızın saçlarına güzel kokular sürül-mş ve bir takım takılar takılmışsa, o takdirde gusletmesi gerekti-[i zaman, başım yıkaması gerekmez, sadece ıslak elle meshetmesi \u mezhebe göre yeterlidir. Hattâ bedenin muhtelif yerlerinde gü-ıel koku, takı ve benzeri şeyler bulunuyor da çıkarılması sıkıntı neydana getiriyorsa, teyemmüm etmekle yetinir.[384]

932  no'lu Ümmu Seleme hadîsi hakkında Tirmizî «hasen-salıîh» caydım koymuştur. Ancak ayhali sona erip yıkanması gereken ka-lınm örgülü saçlarını açıp iyice yıkaması,    yani guslederken hem )edenini, hem de saçlarını iyice temizlemesi vâcibdir. Sadece başı-ıa iki avuç dolusu su dökmek yeterli değildir. Çünkü en az bir hal­adan beri ayhali devam eden ve bu arada yıkanmayan kadının du-'umuyla, sık sık cenabetten  dolayı gusleden kadının durumu çok 'arklıdır. Birincisinin iyi bir temizliğe ihtiyacı vardır. O bakımdan layız ve nifas kanı kesilince gusleden kadının saçlarını iyece yıka-nası, örgülü kısmı varsa onları çözmesi emredilmiştir. Bu mes'ele-ain önemine binâen fukahadan    bazısı özel bir fasıl açıp konuya ıçıklık ve ağırlık kazandırmıştır.

933  no'lu İbn Ömer ve Hz. Aişe hadîsine gelince, bu iki fakiyh birbirine zıd gibi sanılan iki görüş ortaya koymuştur. Burada iki ihtimâl söz konusudur. Ya İbn Ömer'e, Hz. Aişe'nin (r.a.) ve o ma­nada olan hadislerin ulaşmadığı söz konusudur; ya da bu onun ictihadıdır. Üçüncü bir ihtimal daha ortaya koyanlar olmuştur, o da îbn Ömer'in bu emri istihbab anlamında kullandığıdır.

Her şeye rağmen Hz. Aişe'nin rivayeti tercih edilir, çünkü bu hususta daha fazla bilgiye sahiptir.

935 no'lu Hz. Ali tr.a.) hadîsine gelince : îbn Hacer bunun is­nadının sahîh olduğunu belirtmiştir. Aynı hadîsi Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Hammad rivayetinden tahrîc etmişlerdir. Ama ilim adamla­rından bir kısmı bu hadîsin, mevkuf olduğunu, yani Hz. Ali'ye (r.a.) kadar uzanıp orada kaldığını söylemiştir. İmam Nevevî'ye göre, za­yıftır. Râvilerden Atâ' b. Sâib'in zayıf olduğu söylenir. Nitekim Zehe-bî bu zatın ömrünün son yıllarında bunadığma dikkatleri çekerek onun hakkında İmam Ahmed'in şöyle dediğini nakletmiştir: «Atâ'-dan önceleri işitilen hadîsler ve rivayetler sahihtir, sonraları ise de­ğildir», itibar edilmez. Yahya b. Maîn ise, «Onun hadîsiyle ihticac edilmez» demiştir. Ebû Hatim de aynı görüştedir, yani bunamadan önce kendisinden işitilenler sahihtir, ondan sonrakilere itibar edil­mez. Nesâî de buna yakın bir söz söylemiştir.

Atâ ünlü hayız ve kurra'dan biridir. Yüzyıla yakm yaşadığı ise bilinmektedir.[385]

Ayrıca sözünü ettiğimiz hadîsin râvileri arasında Zazan da bu­lunuyor ki, bu zat hakkındaki görüş ve tesbitler de hayli farklıdır.

Bu konuda Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen, «Saçı su dö­küp ıslatın, teni iyice temizleyin!» mealinde bir hadîs vardır ki, Ebû Dâvud, Tirmizî, îbn Mâce ve Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Hadîsin önemli râvisi sayılan Hars b. Vecih vardır ki, bu zat zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Ebû Dâvud «Şu Hars varya, onun hadîsi mün-kerdir ve zayıftır» demiştir. Tirmizî ise, «Gariptir, tanımıyoruz» diye belirtmiştir.

Böylece bu konuda Ümmu Seleme ile Ubeyd b. Umeyr'in ha­dîsleri istidlal ve ihticaca daha uygundur. Nitekim müctehid imam­ların çoğu bu iki hadîse dayanarak ictihadda bulunmuşlardır. [386]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Guslederken saç ve sakalı hilâllamak vâcibdir.

2- Erkeklerin saç ve sakallarının altına suyu ulaştırmaları ge­rekir. Ancak saç ve sakal çok sık ve gür olursa, altına su geçirmek

ıeşakkat doğurursa sadece üzerine su döküp parmaklarla hilâlid­ir.

3- Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde meşakkat varsa, juslederken çözmeyebilirler. Ancak saçların altına suyun geçmesine Le itinâ göstermeleri sünnettir. Ayhali ve loğusa kanı kesildikten Jonra yıkandıkları takdirde herhalde örgülü saçlarını iyice açnıa-arı, öylece gusletmeleri gerekir.

4- Müctehidlerin çoğuna göre, gusülde ağzı ve burnu yıkamak râcib değildir. İmam Ebû Hanîfe'ye göre vâcibdir, çünkü ona göre, î>u iki organ bedenin zahirinden sayılır.

5- Ümmu Seleme hadîsiyle istidlal edenlere göre, iki avuç do-usu su ile üç defa başa döküp yıkamak, üç defa da bedenin diğer asımlarını ıslatıp yıkamak yeterlidir, yani gusül yerine gelmiş olur. tmanı Ebû Hanîfe'ye göre, ağza su alıp çalkalaması, burnuna su çekmesi de gerekir.

6- Gelinlik giyinip başına koku sürünen ve takılar taktıran sızların gusletmesi gerektiğinde, sadece ıslak elle başlarını meshe-derler,   bedenlerini   ise   yıkarlar.   Bedenlerinin   de   birçok   yerin­de bu kabil şeyler varsa, teyemmüm etmekle yetinirler. Bu, İmam Mâlik'in mezhebidir... [387]

 

Gusleden Kimsenin Gözlerden Irak Durması Örtünüp, Öylece Yıkanması

 

İslâm her yerde insanın edep ve terbiye, nezâket ve nezahet ka­idelerine uymasını; şahsiyetini küçültecek söz ve davranışlardan kaçınmasını emreden bir dindir. Özellikle tesettür konusu üzerinde en çok bu din durmuş, kadın ve erkek için bir takım kurallar koyup sınırlar çizmiştir. Aksine hareket edenleri takbih edip uhrevi cezay­la tehdîd etmiş ve yetkili makamların müdahalesine imkân tanımış­tır.                                     ;

Açık yerde soyunup yıkanmaya cevaz vermemiş, herhalde yı­kanması gerekiyorsa, gözlerden ırak bir yer seçmesini veya ör­tünmesini emretmiştir. Aynı zamanda kimselerin bulunmadığı açık bir yerde yıkanırken de    avret mahallini kapalı tutması, yani bir peştemalle örtünmesini vâcib kılmış, açılmayı haram saymıştır. Çün­kü Allah ve melekleri utanümaya daha lâyıktır...

Konuyla ilgili hadîsler:

Ya'lâ b. Ümeyye'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah fa.s.) Efendimiz bir adamın açık yerde soyunup yıkandığım görünce (üzüldü), çıkıp Allah'a hamd-u senada bulun­duktan sonra şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki, Azız ve Celîl olan Allah haya sahibidir ve (günâhları, kusurları) örtüp gizleyendir. O bakım­dan hayâlı olmayı ve örtünmeyi sever. Sizden biri guslettiği zaman örtünsün!»[388]

Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «İsrailoğulları çırılçıplak bir vaziyette yıkanırlar ve birbirlerine bakarlardı. Musa Peygam­ber ise yalnız başına yıkanırdı. Bunun üzerine dediler ki: Vallahi Musa'yı bizimle beraber yıkanmaktan alıkoyan tek şey, onun hâ-yesinde (yumurta, erkeklik bezi) şişkinlik vardır.»

Musa Peygamber bir gün yıkanmak üzere gitmişti, elbisesini çıkarıp bir taş üzerine koydu, taş onun elbisesini alıp kaçtı (veya bir rüzgâr alıp götürdü). Musa da o taşın peşine takılıp, ey taş el­bisemi, ey taş elbisemi! diyerek koşuyordu, derken İsrailoğulları onun edep yerini gördüler, hâyesinde de şişkinlik olmadığını, Mu­sa'da bir ianza bulunmadığım müşahede ettiler. Sonunda Musa el­bisesini yakalayıp aldı ve taşa da bir darbe vurdu.»[389]

Ali b. Zeyd'den yapılan rivayette, Enes b. Mâlik (r.a.), Peygam­ber (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Şüp-hesis ki Musa b. İmrân (a.s.) suya girmek istediğinde, suya iyice girip edep yerleri görülmeyecek seviyeye geldikten sonra elbisesini sokardı.»[390]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler  anlaşılmaktadır:

1- Açık yerde veya insanların bulunduğu kapalı bir yerde yı­kanırken edep yerlerini diğer bir tabirle örtünmesi emredilen yer­leri örtüp öylece yıkanmak gerekir. Bunun için peştemal ve ben­zeri bir bez kullanılabilir.

2- Erkeklerin diz kapağıyla göbek arasını açık tutması ha-tmdır. Kadınların ise, erkekler arasında örtünmüş bir halde bile sa yıkanması haramdır; kendi kocası, oğlu,  babası, kızkardeşleri Lbi mahremleri yanında örtülü bir halde yıkanmasında bir sakm-L yoktur. Kocasının yanında edep yeri kapalı olmak kaydıyla çıp-

 bir halde yıkanabilir.

3- Banyoda tek başına yıkanan' kimsenin örtünmesi şart de-Üdir.

Hadislerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla-mm görüş, istidlal, ihticac ve tesbitleri:

a)    Hanefîlere göre:

İnsanların birbirlerinin mahrem yerlerine bakması dört kısım­la toplanır: Erkeğin erkeğe, kadının kadına, kadının erkeğe, erke­min kadına bakması...

Erkeğin erkeğe bakması, avret yeri müstesna caizdir. Bunda .cma' vardır. el-Muhtar Şerhi el-îhtiyarda'da aynı husus açıklan­mıştır. Erkeğin avret yeri, göbeğiyle dizkapağı arasıdır. Diz kapağı ia çoğuna göre avret yerine girer. Tatar haniye'de belirtildiğine gö­re, îmam Ebû Hanîfe, hamamcının hamamda yıkanan adamın av­ret yerine bakmasında bir sakınca görmemiştir. Erkeğin erkeğe bakması hususunda, bakması mubah olan yerlere elle dokunmasın­da da bir sakınca yoktur. el-Hidâye'de de bu husus açıklanmıştır.

Kadının kadına bakması, erkeğin erkeğe bakması gibidir. En sahih olan da budur. Ancak bir kadının diğer kadının karın nahi­yesine şehvetle bakması caiz değildir. Saliha bir kadının kendi vü­cudunu ahlâksız bir kadına açıp göstermesi asla lâyık değildir.

Kadının erkeğe bakması, erkeğin erkeğe bakması gibidir. Tabii erkekten maksad, kadının kocası değil de yabancı kimsedir. O hal­de kadın yabancı bir erkeğin göbekle diz kapağı dışındaki yerlerine bakabilir. Şu şartla ki, hem şehevî bir duyguyla bakmayacak, hem baktığında böyle bir his uyanmayacak... Aksi halde bakması caiz olmaz...

Erkeğin kadına bakması ise, dört     kısma ayrılır •

1   Erkeğin kendi eşine, cariyesine bakması,

2   Erkeğin kendi mahremleri sayılan kadınlara bakması,

3   Erkeğin yabancı hür kadına bakması,

4   Erkeğin başkasının cariyesine bakması...

Birincisi helâldir, onların tepeden tırnağına kadar her tarafına bakabilir. Ancak daha uygun olanı o ki, onların edep yerlerine bak-mamasıdır.

İkincisi, ancak onların dış ve iç, yani açık ve kapalı zinet yer­lerine bakması helâldir; öyle ki, kollarına, boynuna, ayak bilekleri­ne, kulaklarına, yüz ve başına bakabilir.

Üçüncüsü, ancak onların dış zînet kısımlarına —ihtiyâç hasıl olduğu takdirde— bakabilir. Dış zînet kısımları kadının yüzü ve iki elidir.

Dördüncüsü, onların ancak, kendi mahreminin iç ve dış zînet yerine baktığı gibi, zinet yerlerine bakabilir. Bu da şehvetle değil, bir iş ve ihtiyâç sebebiyle caizdir.[391]

O halde gerek erkek, gerekse kadın yıkanırken bu ölçülere riâ­yet etmekle mükelleftir. Aksi halde büyük günâh işlemiş olurlar.

b)    Hanbelilere göre :

Halk arasında soyunup bir şey örtmeden, mahrem yerleri ka­patmadan yıkanmak caiz değildir. Çünkü avret yerlerini halka kar­şı açmak haramdır. Ama kimselerin bulunmadığı bir yerde soyu­nup yıkanmak caizdir. Nitekim Musa Peygamber (a.s.) o gibi yer­lerde çıplak bir vaziyette yıkanmıştır. Bunu Buharı rivayet etmek­tedir. Onun gibi Eyyûb Peygamber de kimselerin bulunmadığı yer­de birşey örtünmeden yıkanmıştır. Ama bir başkası elbiseyle onun önünde perde olursa bunda bir sakınca söz konusu değildir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir elbiseyi perde edinip öylece yıkanır­dı. Bununla beraber kimselerin bulunmadığı bir yerde yıkanırken bir örtü arkasına geçmek veya mahrem yerleri örtmek müstehab-dır. Çünkü Peygamber (a.s.) Efendimiz, «Allah kendisinden utanıl-maya çok daha lâyıktır...» buyurmuştur.

Ayrıca Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, «erkek erkeğin, kadın da kadının avret yerine bakmasın!», «Çıplak bir vaziyette gezip dolaş­mayın!» buyurmuştur.[392]

Bu konuda Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: «Peştemalsız ha-ama girmek haramdır. Hamamda bulunanların hepsinin peştemal Ltundüğunu biliyorsan, içeri gir, değilse, girme.» Saîd b. Cübeyr b: «Hamama peştemalsız girmek haramdır» demiştir.[393]

Konuyla ilgili rivayetler ve tahliller:

943 no'lu Ya'la hadîsinin sened ve ricali sahihtir. Aynı anlamda ir rivayeti biraz daha uzunca Bezzar, İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet tmiştir. İbn Hacer de aynı rivayeti nakletmiş ve üzerinde herhan-■\ bir görüş belirtmemiştir.

Hadîsin açık delâleti yıkanırken örtünmenin vâcib olduğunu fade ediyor. Ne var ki, ilim adamlarının çoğu böyle yapmanın af-Lal olduğunu belirterek terkinde kerahet vardır, demişlerdir. Şafiî-erin çoğuna göre, örtünmemek haramdır. Nitekim Ümmu Hâni' Ir.a.) diyor ki : «Mekke'nin fetih yılında Resûlüllah'a (a.s.) gittiğim­le yıkanıyordu, Hz. Fatıma da bir örtü tutup Onun görünmemesini lağhyordu.»[394]

Behz b. Hakim (r.a.) ise babasından, o da dedesinden naklen, iedesinin Resûlüllah'a (a.s.) şöyle dediğini rivayet etmiştir : «Av­ret yerlerimizden neyi örtüp, neyi terketmemiz gerekiyor?» Diye sordum. Buyurdu ki : «Zevcen ve sâhib olduğun cariyenden başka­sına avret yerini gösterme, koru!» Ben yine «Ya adam kimselerin bulunmadığı bir yerde olursa?...» Diye sorduğumda şu cevabı ver­di : «Allah kendisinden utanılmaya insanlardan daha haklı ve lâ­yıktır.»[395]

944nolu Ebu Hüreyre hadîsinde İsrail oğulları'mn çıplak vazi­yette örtünmeden yıkandıkları iki şekilde yorumlanmıştır : Ya on­ların şeriatında çıplak yıkanmaya cevaz verilmiştir, ya da onlar bu hususlarda Musa Peygamberi dinlemiyorlardı. Bu ikinci şıkkın di­nî kurallara daha uygun olduğuna bakılınca daha sahih olduğu an­laşılıyor. Çünkü semavî dinlerin hemen hepsi insana yakışanı em­retmiştir. Erkek veya kadının mahrem yerlerini açık tutup halkın gördüğü bir yerde yıkanmasına hiçbir hak din cevaz vermez. Nite­kim İbn Battal da bu ikinci yorumu benimsemiştir.

945 nolu Ali b. Zeyd hadîsinin ricali güvenilir kişilerse de Ali b. Zeyd hakkındaki görüşler farklıdır. Tabiînden olan Ali hakkında el-Cerîrî şöyle demiştir : «Basra fakıyhleri şu üç kişi hakkında göz­leri gerçeği pek görmez olmuştur : Katade, Ali b. Zeyd ve Eş-âs el-Huddanî...»

îbn Uyeyne ise onun zayıf olduğunu belirtmiştir. Hammad b. Zeyd ise, «Ali b. Zeyd hadisleri alt-üst eden bir kimsedir» demiştir. Yahya el-Kattan ise, Ali b. Zeyd'in hadîsini almaktan çekinirdi, îmam Ahmed gibi kadri yüce bir müctehid de onun zayıf olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ancak Ebû Hatim, «Onun hadîsleri yazılabi­lir» demiştir.[396]

Musa Peygamber'in peştemalsız suya girmesine gelince, ilim adamlarımız bu hususu inceleyip bazı yorumlarda bulunmuşlar;

Ahmed b. Hanbel, peştemalsız suya girmesinin mutlaka mek­ruh olduğunu söylemiştir. O halde, ya Musa'nın şeriatında buna ce­vaz verilmiştir, ya da o sırada örtünecek bir peştemal bulunama­mıştır.

îshak b. Rahuye göre, peştemal ile girmek efdaldır. Diğer müc­tehid imamlara göre, bir zaruret söz konusu değilse peştemalsız gir­mek mekruhtur.[397]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Gerek erkek, gerekse  kadın —bir zaruret olmadıkça açık yerde örtüsüz yıkanması haramdır.

2- Kadınların kendi  evlerinin banyosunda yıkanması sünnet­tir. Mecbur kalmadıkça hamama gidip yıkanmaları mekruhtur.

3- Kadınların, erkeklerin bulunduğu bir yerde, örtünmüş de olsa yıkanması tahrimen mekruhtur.

4- Peştemalsız suya girmek veya hamama gitmek mekruhtur.

5- Hamamda yıkananlar peştemal tutunmuyorlarsa, oraya gi­rip yıkanmak da mekruhtur.

6- Evde kapalı yer kabul edilen banyo ve benzeri yerde yalnız basma yıkanan kimsenin peştemal tutunmadan yıkanması caizdir. Ancak edep yerlerini örtmesi efdaldır. Çünkü, herkesten çok Allah utanılmaya çok daha lâyıktır. [398]

 

Teyemmüm

 

Teyemmüm, sözlükte, bir şeyi kasdetmektir. «Teyemmemtü fü-ânen» denilince, «falan kişiyi kasdettim» mânası anlaşılır. Şeriatta se, namaza veya benzeri bir ibâdeti yerine getirmek niyetiyle ter­emiz, toprağı kasdedip onu yüze ve iki kola sürmektir.

Teyemmüm, Kitap, Sünnet ve İcnıa' ile sabit olmuştur. Allah'ın 3u ümmete has kıldığı kolaylıklardan biridir.

Teyemmüm'ün bir ruhsat mı, yoksa azimet mi olduğunda gö­rüş farkı ortaya çıkmıştır: Su bulunmadığı zaman azimettir; bir başka özürden dolayı ise ruhsattır...

Cünüb kimse Bu, dinimizin.

su bulamadığı takdirde teyemmüm eder. mü'minlere sağladığı    kolaylıklardan biridir. Su

bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma imkânı olmadığı ve­ya aşırı soğuktan1 hastalık yapar endişesi bulunduğu gibi hallerde teyemmüm edilir.' Gerek gusül gerekse abdest için aynı şey yapılır, yani iki el tertemiz toprağa sürülüp önce yüz meshedilir, sonra tek­rar sürülüp kollar ve eller meshedilir.

Neden Teyemmüm Emredilmiştir?

Bu, kul ile Allah arasında hemen her hususta olduğu gibi, önem-H sayılan hususlarda da irtibatı devam ettirmek, ruha şifâ verip kalbi huzura kavuşturmaktır. Namaz ciddî hazırlık isteyen bir ibâ­dettir O bakımdan önce iç ve dış temizliğini sağlayan abdest alınır. Abdest alma imkânı olmadığı zaman bu temizlik, yani iç temizliği ve hazırlık toprağa el sürülmek suretiyle yerine getirilir. Aynı za­manda toprağı alıp yüzümüze ve kollarımıza sürmekle her türlü kibir ve gururu atıyor, mütevâzi olmanın en güzel anlam ve ölçü­sünü gerçekleştirmiş oluyoruz.

Konuyla ilgili hadîsler -.

İmrân b. Husayn (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bir seferde bulunuyor­duk. O, oradakilere namaz kıldırdı. Ne var ki bir adam ayrılıp bir köşede bekleyip namaz kılmadı. Bunun üzerine Resûlüllah Ca.s.) sordu: «Seni namaz kılmaktan alıkoyan nedir?» O da şöyle dedi : «Cenabet oldum, su da yok...» Peygamberimiz ta.s.) ona: «Tertemiz toprağa gerekli ol, çünkü o sana kâfi gelir!» buyurdu.[399]

Câbir  Cr.a.) 'den yapılan rivayette,  demiştir ki:

«Bir yolculuğa çıkmıştık, bizden bir adamın başına taş düşüp yardıktan sonra adam ihtilâm oldu, Arkadaşlarına, 'teyemmüm et­mem için bana bir ruhsat yolu bulabilir misiniz,» Diye sordu. On­lar da, biz senin için bir ruhsat bulamıyoruz, çünkü suyu kullan­maya kudretin yetmektedir, dediler. Bunun üzerine o adam su ile yıkandı ve o sebeple vefat etti. Dönüp Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e geldiğimizde olay kendisine haber verildi. Peygamberimiz (s.a.v.) «Onlar o adamı öldürmüşler, Allah da onları öldürsün! Bilmedikleri zaman sorsalar ya!.. Çünkü açıklamaktan âciz olmanın şifası sor­maktır. Ona teyemmüm etmek ve yarası üzerine bir şey sıkıca bağ­layıp sıkmak kâfi gelirdi veya yarası üzerine bir sargı sarar, son­ra da üzerine meshedip bedeninin geriye kalan kısmını yıkardı...»[400]

Amr b. Âs (r.a.) 'den yapılan rivayette : Kendisi Zat-i Selâsîl ga­zasına gönderildiğinde, (durumunu şöyle nakletmiştir :) Çok soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Yıkandığım takdirde ölmekten endişe ettim. Bunun üzerine teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma sabah na­mazını  kıldırdım. Resûlüllah  (a.s.)   Efendimiz'e döndüğüm  zaman,

benim o halimi kendisine  anlatmışlar.    Onun üzerine  bana şöyle ordu:

— Ya 4-imr!    Cünüp olduğun halde arkadaşlarına namaz mı Aldırdın?

— Ben de, Allah'ın «Kendi kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki İMlah size karşı çok merhametlidir...» buyruğunu hatırladım ve o Sebeble teyemmüm edip namaz kıldım, diye cevâp verdi. Peygam­berimiz  (a.s.) tebessüm etti ve hiçbir şey söylemedi...[401]

Ebû Zer  (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:

«Medine'nin havasına pek intibak edemedim, o yüzden hasta­landım ve bu arada kendimi toparlayıp Resûlüllah. (a.s.) Efendimiz'e geldim ve Ebû Zer helak oldu» dedim. Peygamber (a.s.), «Ne halin var?» diye sordu. Ben de dedim ki: «Cenabet olmayı arzuladım, oy­sa yakınımda su yoktur...» Buyurdu ki: «Yerin üstü (toprak), on yıla kadar su bulamayan kimse için temizleyicidir!» [402]

Amir b. Şuayb (r.a.)'den yapılan rivayette, o babasından, o da dedesinden nakletmiştir. Dedesi demiştir ki: Resûlüllah (a.s.) şöy­le buyurdu: Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı. Ne yerde namaz vakti girerse onu kendime sürer ve namaz kılarım!»[403]

Ebû Ümâme (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen­dimizin şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Yerin hepsi (heryanı) eb-nim ve ümmetim için mescid ve temizleyici kıhnmıştır.Ne yerde üm­metimden bir adama namaz vakti gelip yetişirse, onun mescidi de yanındadır, (abdest alması için) temizleyicisi de yanındadır.»[404].

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Namaz vakti daralır da su bulunmazsa, abdestsiz veya cü-nüb kimse toprağa el sürerek teyemmüm edip namaz kılar.

2- Hastalanan kimse  su kulîanamıyorsa,    teyemmüm ederek îiamaz kılar.

3- Başında veya vücudunun herhangi bir yerinde yarası bulu­nan kimse, cünüb ise, vücuduna    o yüzden su dokunduramıyorsa, teyemmüm eder. Dokundurabüiyorsa, yarasını iyice sarar, üzerine ıslak elle mesheder ve vücudunun diğer kısımlarını yıkar, Abdest­siz ise, yara abdest azasında değilse, hiçbir şey yapmaz, sadece su ile normal abdestini alıp namaz lalar. Abdest azasında ise, üzerini iyice bir bezle sarar, abdest alır, o kısma su dokundurmaz. Yalnız­ca ıslak elle üzerine mesheder...

4- Aşırı soğuktan dolayı suyu kullanmaya cesaret edemeyen kimse, teyemmüm edip namazını kılar.

5 Yeryüzünün her tarafı bu ümmete mescid kılınmıştır ve te­miz olan her toprak da temizleyici kılınmıştır. Nerede namaz vakti girer de su bulunmaz ve bulunan suyu kullanma imkânı olmazsa, o takdirde toprağa el sürülerek teyemmüm edilir ve temiz bir yer üzerinde namaz kılınır.

6- Dinî hususlarda bilmediği veya tereddüt ettiği bir meseleyi bilenden sormak vâcibdir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ve diğer ilim adamla­rının görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclan:

a)    Hanefîlere göre:

Teyemmümün rükünlerinden biri de, vakti daralan namaz için abdest veya gusle yetecek kadar suyun bulunmamasıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Teyemmümün cevazı için suyun yokluğu şart kı­lınmıştır. Suyun bulunmaması, biri mâna ve suret yönünden, diğe­ri de sadece mâna yönünden olmak üzere iki kısma ayrılır: Birin­cisi, suyun uzak yerde olmasıdır. Uzaklığın miktarı zahir rivayette açıklanmışsa da îmam Muhamme'den yapılan rivayete göre, o bu­nu bir mil olarak takdir etmiştir. Bundan daha aşağı bir uzaklıkta olursa teyemmüm caiz olmaz.[405]

Uzaklık hakkında Hanefî imamlarının çok farklı yorum ve tak­dirleri vardır. Arzu edenler Fıkıh kitaplarından kaynak sayılanla­rın o bölümüne bakabilirler.

İkincisi, su yakın olmakla beraber onu kullanmaktan âciz du­rumda olmasıdır. Meselâ, yanıbaşmda kuyu bulunuyordur, ama içinden su çekip çıkaracak hiçbir alet ve araç yoktur. Yine su yakında vardır, ama arayerde canavar, düşman, hırsız ve soyguncu gibi bir engel bulunuyordur. O durumda can ve mal tehlikesi söz [konusu olduğundan suyu kullanamıyacak durumdadır. Veya yanin-Ida su bulunuyor ama onu abdest veya gusülde kullandığı takdirde susuz kalıp helak olma tehlikesi söz konusudur. Bu durumlarda te­yemmüm edip namaz kılması caizdir.

Bunun gibi, vücudunda veya abdest azasında yara bulunuyor veya suyu kullanamıyacak şekilde hasta olur, kullandığı takdirde ızarar görürse, teyemmüm edip öylece namaz kılması caizdir. Aynı zamanda mal ve can tehlikesi söz konusu olduğu yerlerde de teyem­müme cevaz verilmiştir.[406]

Abdestsiz veya cünüp kimse birtakım sebeblerden dolayı teyem­müm eder:

1. Suyun yokluğu. Yolculuk halinde bulunan kimse, kesinlik-!le suyun bulunmadığını biliyorsa, o takdirde aramaya lüzum gör­meden teyemmüm eder. Ama kendi eşyası arasında, arkadaşları­nın yanında veya çevresinde olduğunu tahmin ederse, yüksekçe bir yerde bulunuyorsa çevresine bir göz atar; çevreyi gezip dolaşmaya ihtiyâç duyarsa, arazi de engebeli ise, eşyasından ve arkadaşların­dan uzaklaşmamak kaydıyla etrafı kolaçan eder de buna rağmen su göremez veya bulamazsa teyemmüm eder. Yolcunun ulaşabi­leceği bir su biliyorsa, yarım fersah (yaklaşık ikibuçuk kilomet­re) kadar bir uzaklıkta ise, mal ve canına bir zarar geleceğin­den de endişe etmiyorsa, o takdirde gidip abdest alır; cünüb ise gusleder, öylece namazım kılar. Bir zarar geleceğinden endişe edi­yor veya belirtilen uzaklığı aşacak bir mesafede ise, teyemmüm eder. Vaktin sonuna doğru kesinlikle su bulacağını biliyorsa, teyem­müm etmeyip bekler, beklemesi afdaldır. Sadece öyle sanıyorsa, vakti geciktirmeden teyemmüm etmesi afdaldır.

Abdest veya gusle yetmiyecek kadar su bulursa, en zahir kavle göre, onu kullanması vâcibdir; yetmediği takdirde teyemmüm ede­rek tamamlar,

2. Muhterem bir canlının susuz kalması söz konusu olduğu takdirde yanındaki suyu abdest veya gusül için kullanmaz, onun yerine teyemmüm eder.

3.  Suyu kullandığı takdirde    mevcut hastalığın artacağından veya bir organını kaybetmesinde endişe duyduğu takdirde teyem­müm eder.

4.  Şiddetli soğukta, suyu herhangi arızalı bir azasında kullana-mıyorsa, üzerinde de bir örtü yoksa,   teyemmüm etmesi vâcib olur. Üzerinde örtü, sargı varsa, teyemmüme gerek yoktur, ıslak elle üze­rini meshetmekle yetinir. Sağlam azasını ise yıkar. Abdestsiz kim-senin iki azası yaralı ise, her biri için bir teyemmüm eder.[407]

Teyemmümün caiz olması için sadece yolculuk halinde bulun­mak şart değildir, evinde eyleşik olan kimse için de belirtilen şartlar gerçekleşince teyemmüm etmesi caiz olur. Şâfiiler bu hususta bir ayrım yapmamışlardır.

c) Hanbelîlere göre:

Yolculuk kısa olsun, uzun olsun her iki halde de şartlar müsait olduğu takdirde teyemmüm edilir. Uzun yolculuktan maksat, dört rek'atlı farz namazların iki rek'at olarak kılınmasının Ramazan ayında ise iftar etmenin mubah olduğu seferdir. Kısa olan yolculuk ise, bu ölçüde olmayanıdır. Ancak öyle de olsa, yolculuk yaptı, sefe­re çıktı denebilecek bir anlam taşımalıdır. Meselâ, birbirine yakın iki kasaba arasında yolculuk yapmak bu cümledendir. el-Kadî di­yor ki : «Kendisine ait araziye gitmek üzere evinden çıkıp bulundu­ğu kasaba veya köyün binalarından ayrılan kimse de sözü edilen manayla yolculuk yapıyor, demektir ve bu durumda sebebler zu­hur ettiği takdirde isterse elli adım atmış olsun, teyemmüm etme­si caiz olur. Aynı zamanda binek üzerinde namak kılabilir ve za­ruretten dolayı ölmüş hayvan eti yiyebilir. Nitekim İmam Mâlikle îmam Şafii'nin içtihadı da bu anlam ve hükümdedir.

Bazısına göre, teyemmüm ancak uzun yolculukta mubahtır. Oysa 6/5 sûre ve âyette mutlak sefer denilmiştir.

Bu hususta meşru seferle, gay-i meşru sefer arasında fark yok­tur, yola çıkan ister günah, ister sevap için çıkmış olsun, gerektiğin­de teyemmüm edebilir.

Hazarde, kişinin evinde, memleketinde eyleşik bulunduğu hal­de su kesilir veya su bulunmayan bir yere hapsedüirse, o takdirde namaz için teyemmüm etmesi gerekir. Nitekim İmam Mâlik, îmam Sevrî, îmam Evza'i ve îmam Şafiî de aynı görüştedirler. Bir rivâyete göre, evinde hapsedilen bir kişi su bulunmadığı takdirde, İmam Ahmed'e göre, teyemmüm edemez... Fetva bunun hilafınadır.[408]

Namaz vakti girince muhtaç olduğu suyu bulamazsa ne ya­par?

Bu durumda teyemmümün sıhhatıyla ilgili üç şartın gerçekleş­mesi gerekir:

a) Namaz vaktinin girmiş olması,

b) Suyu araştırıp bulmaya çalışması,

c) Araştırdıktan sonra da suya iyice ihtiyâç duyması...

Cünüp kimse bazı azasına yetecek kadar su bulursa, onunla yettiği kadarıyla vücudunu yıkar, yetmeyen yerler için teyemmüm eder. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'in kesin içtihadı şöyledir : Bir kimse abdest alacak su bulur, ama gusledecek bulamazsa, mevcut su ile abdest alır ve gusül için de teyemmüm eder.[409]

d) Mâlikîlere göre:

Yolculuk kısa olsun, uzun olsun fark etmez, her iki durumda da gerektiğinde teyemmüm caiz olur. Evinde veya memeleketinde su kesilir veya hapsedilerek susuz bırakılırsa, teyemmüm etmesi keza caiz olur.   (x)

Yahya Mâlik'den, o da Abdurrahman'dan, o da babasından, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet etmiştir. Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: «Seferlerinden bir seferinde Resûlüllah (a.s.) Efendimizle birlikte bulunuyorduk. Tâ ki, ıssız bir yere vardık veya ordunun gelip geç­tiği bir kesime vardık, gerdanlığım koptu. Resûlüllah (a.sj Efendi­miz de onu bulmak için kalınca beraberindeki insanlar da kaldılar, ne su başında bulunuyorlardı, ne de beraberlerinde su vardı. İnsan­lar kalkıp Ebûbekir'e (r.a.) başvurmuşlar ve «Aişe'nin yaptığını görüyor musun? Resûlüllah Ca.s.) ile kaldıkları için arkadaşları­mız da kaldılar, oysa su başında olmadıkları gibi, beraberlerinde de su bulunmuyordur. Bunun üzerine Ebubekir (r.a.) geldi, o sıra­da Resûlüllah (a.s.) başını kucağıma koyup uyumuş bulunuyordu. Ebubekir (r.a.) bana sert bir dille: «Resûlüllah'ı alıkoydun ve in­sanları da alıkoymaya sebep oldun. Oysa ne su üzerinde bulunu­yorlar, ne de beraberlerinde su vardır!»

Hz. Aişe (r.a.) devamla diyor ki: Ebubekir (r.a.) beni iyice azar­ladı, Allah'ın dilediği kadar sözler söyledi ve bu arada eliyle böğ­rüme dürtüp beni hırpaladı, ama Resûlüllah'ın (a.s.) başı kucağım­da bulunduğu için yerimden kıpırdamamaya çalıştım. Resûlüllah (a.s.) sabah oluncaya kadar uyudu, sabahleyin kalkınca su namı­na bir şey bulunmuyordu. Bunun üzerine şanı yüce Allah teyem­müm âyetini indirdi.[410]

îmam Mâlik'e soruldu:

  Adam vakti giren namaz için teyemmüm ediyor, sonra di­ğer bir namazın vakti giriyor, o teyemmümle ikinci vaktin namazı­nı kılabilir mi?

  Hayır, her namaz için bir teyemmüm eder, diye cevap ver­miştir. Çünkü her namaz vakti suyu araması gerekir, bulamayın­ca da teyemmüm etmesi caiz olur,

  Teyemmüm eden bir kimse, su ile abdest alanlara imamlık yapabilir mi? Diye sorulmuş. Ona da şu cevabı vermiştir :

  Başkasının imamlık yapması bence daha uygun ve iyi olur. Bununla beraber onun imamlık    yapmasına bir sakınca görmüyo­rum.[411]

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller:

953 no'lu İmrân b. Husayn hadisi, teyemmümle kılman namazın su bulunduktan sonra iade edilmesine gerek olmadığına delâlet et­mektedir. Ayrıca su bulunmadığında abdestsiz ile cünüb kimse ara­sında teyemmüm hususunda bir fark olmadığı da hadîsten anlaşı­lıyor. Nitekim ilim adamlarının bu hususta icma'ı vardır.

Şevkanî'nin tesbitine göre, Hz. Ömer ve îbn Mes'ud'a (Allah ikisinden de razı olsun) göre, cünüb kimse için teyemmüm caiz de­ğildir. Buna benzer bir görüş de İbrahim en-Nahaî'den rivayet edil­miştir. Bazısına göre, Hz. Ömer'le îbn Mes'ud (r.a.) bu görüşlerin­den rücu' etmişlerdir. Çünkü bunun cevazına delâlet eden hayli sa­hih hadîsler rivayet edilmiştir. Ancak cünüb kimse teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra su bulacak olursa, âlimlerin icma'ıyla gus­letmesi vâcib olur.[412]

954  no'lu Cabir hadîsini aynı zamanda İbn Mace de rivayet et-liştir. Ancak râvîlerden Zübeyr b.  Hurayk bunu rivayette yalnız almıştır ki bu zât kaviy sayılmamıştır.

İbn Hibban onu sıka  (güvenilir) olarak kaydederken, Darekut-î onu zayıf olarak vasıflandırmıştır.[413]

Ebu Dâvud ise aynı hadîsi Evza'î'den rivayet etmiştir. Hâkim Bişir'den, o da el-Evza'î'den rivayet etmiştir. İbn Ebî Davud ise, übeyr hadîsi, Evza'î hadîsinden daha sahihtir, demiştir. îbn Huzay-ıe İbn Hibban ve el-Hâkim ise Velîd b. Ebî Rebah'dan, o da Atâ' ı. Ebî Rebahdan, o da İbn Abbas'dan rivayet etmiştir. Hadîs bu esbitiyle merfu'dür. Darekutnî'ye göre, râvi Velîd zayıftır.Bu hadîs, sağlığa zarar verme tehlikesi bilindiği takdirde te­yemmümün caiz olduğuna delâlet eder. Nitekim İmam Mâlik, İmam îbu Hanîfe ve İmam Şafiî'nin de içtihadı bu doğrultudadır. Ancak mam Şafiî'den değişik rivayetler yapıldığını da unutmamak gerekir.

955  no'lu Amir b. Âs hadîsini Buharı talikan rivayet etmiş, îbn iibban ile Hâkim tahrîc etmişlerdir. Ancak ravî Abdurrahman b. Zübeyr hakkında ihtilâf söz konusu olmuştur: Kimine göre, o, Ebû £ays'den, o da Amır'dan rivayet etmiştir. Kimine göre ise, ondan, ) da Amır'dan vasıtasız olarak rivayet etmiştir. Evzâî ise bu kıs­sayı Hasan b. Atiyye'den rivayet etmiştir.

956  no'lu Ebû Zerr (r.a.) hadîsini Nesâî ve İbn Mâce de tahrîc etmişlerdir. Râvîleri arasında Ebu Kalabe hakkında ihtilâf edilmiş-:ir. Ayrıca hadîsi İbn Hibban, Hâkim ve Darekutnî rivayet etmişler ^e Ebu Hatim ise hadîsi sahihlemiştir.

957  no'lu hadîsin aslı Buharı ve Müslim'de geçer. 958 no'lu Ebû Ümame hadisinin isnadı ise Müsned-i Ahmed'de şöyle geçmektedir: Muhammed b. Adiy bana haber verdi, o da Süleyman et~Teymî'den, o da Yesar'dan, o da Ebû Ümame'den rivayet etmiştir. Râvilerinin hepsi sıka (güvenilir)dir. Yesar ise sadûk (çok doğru) bir kişidir.

Ayrıca bu konuda Bezzar, Hz. Ali'den (r.a.), Müslim ve Tirmizî ise Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ise, İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet etmiştir. Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir. Taberânî ise isnad-ı ceyyid ile naklet-miştir. Bezzar da îbn Ömer'den...

Ancak râvileri arasında İbrahim b. İsmail b. Yahya b. Seleme bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Ebu Zür'â, onu yumuşak bulmuş, Ebu Hatim ise metruk saymıştır.[414]

«Yeryüzünün teiniz toprağı müslümanm abdestidir, isterse —su bulamadığı takdirde— on yıl sürsün... Su bulduğu zaman ise onu tenine dokundursun.»

Ebu Dâvud bunu biraz daha uzun bir sözle rivayet etmiştir. Tirmizî ise bunun hasen ve sahîh olduğunu belirtmiştir. Nesâî Ey-yub'dan, o da Ebu Kalabe'den iki tarikle rivayet etmiştir. İbn Hib­ban ise kendi Sahîh'inde 1/30 bölümünde, el-Hâkim ise el-Müsted-rek'inde rivayetle sahîh olduğnu kaydetmiştir. Buhari ile Müslim bu hadîsi Amır'dan, Ebu Kalabe'den başkası rivayet etmediği için tahrîc etmişlerdir, Darekutnî iki tarikle kendi Sünen'inde rivayet etmiştir. İbn Kattan ise el-Vehm ve'1-İhâm adlı eserinde bunun za­yıf olduğunu söylemiştir. Çünkü râvileri arasında Amir b. Bücdan bulunuyor ki, bu zatın durumu bilinmemektedir. Aynı zamanda onun yerine «bir adam'dan» diye nakledenler olmuştur. Oysa Tir­mizî bu hadîsi sahihlemiştir.

«Yerüstü toprağı müslümanm abdestidir, isterse on yıla kadar su bulmuş olmasın. Bulduğu zaman ise Allah'tan kor­sun ve onu tenine dokundursun.» Bezzar, bu hadisin Muk-dim b. Muhammed el-Mukdimî'den, o da Kasım b. Yahya b. Atâ' b. Mukdim'den, o da Hişam b. Hesan'dan, o da Muham­med b. Sirîn'den, o da Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etmiş­tir. Hadîsin bundan başka bir tarikinin tesbit edilmediğini Bezzar söylemiş ve ancak Mukdim'den işitüdiğini belirtmiştir. Mukdim ise sıka (güvenilir) bir râvidir. Taberânî ise bunu kendi Mu'cemü'l-Vüsta'smda rivayet etmiş ve ravî zincirini şöyle belirtmiştir: Bize Ahmed b. Muhammed b. Sadaka haber verdi, o da Mukdim b. Mu­hammed el-Mukdimî'den, o da İbn Sirîn'den, o da Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etmiştir ki: Ebu Zerr el-Gıffarî Medine'ye (yakın bir yerde) ganimeti (gözettiği bir sırada) çıkagelmişti. Peygamber (a.s.) Efendimiz ona «Ya Ebâ Zerr!» diye seslenmiş, o susup cevap vermemiş, Peygamber (a.s.) aynı sözü tekrarlamış, o yine susup cevap vermemişti. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) : «Anan seni yitirsin ya Ebâ Zerr!..» diye seslenince, o , «doğrusu ben cünübüm» demişti.  Peygamber   (a.s.)   Cariye'ye ona su  getirmesini söylemiş,

getirilince, Eb uZerr bineğini siper edinerek gusletmişti. Bunun [zerine Peygamber (a.s.) ona : «Yerüstü toprağı sana kâfi gelirdi... bterse suyu on yıl bulmuş olma... Bulduğun zaman ise onu tenine [okundur.»

îbn Kattan bunun isnadının sahîh olduğunu kaydetmiştir. Ebu İüreyre'den yapılan rivayet ise gariptir. Meşhur olanı Ebu Zerr'den lakledilen yukarıdaki şeklidir.[415]

Yine bu konuda Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan yapılan rivayette, lesûlüllah'm şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:

«Bana beş şey verilmiştir ki, onlar benden önce hiç kimseye ve-•ilmemiştir: 1. Bir aylık mesafeden {düşmanlarımın içine) korku (salmak) ile nusrata erdim. 2. Yeryüzü benim için mescid ve temiz­leyici kılındı. Hangi adama namaz vakti gelip çatarsa namaz kıl­sın. 3. Ganimetler bana helâl kılındı. 4. Şefaat (yetkisi) bana veril-ii. 5. Daha önce peygamber yalnız kendi kavmine gönderillirdi. Ben ise bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.»

Bu hadîsi Buharı ve Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.

Müslim'in bu anlamda Huzeyfe (r.aj'dan yaptığı rivayette şu Lâfza yer verilmiştir : «Yeryüzünün toprağı bizim için temizleyici kılınmıştır, su bulamadığımız sürece  (onu kullanabiliriz).»

İttifakla rivayet edilen hadiste, yeryüzü cinsinden, yani toprak cinsinden her şey ile teyemmüm edilebilir, hükmü çıkarken, Huzey-fe'den yapılan rivayette sadece toprak ile teyemmüm edilir, hük­mü çıkıyor. Ne var ki,. cumhur toprak cinsi her şeyle teyemmüm cevazına kaildir.[416]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Vakit  daralır da su bulunmazsa,    o  takdirde teyemmüm edilir. Bu bir ruhsattır.

2- Su bulunur da bir milden fazla uzaklıkta olursa, o takdirde namaz için teyemmüm  edilmesi caizdir.   (Bu,  İmam Muhammed'e göredir).

3- Su yakın yerde olur da onu bir özürden dolayı kullanma imkânı olmazsa, o takdirde teyemmüm caiz olur. Bu özür bir has-

talik olabileceği gibi, mal ve can tehlikesi de olabilir.   (Bunlar Ha-nefüere göredir).

4- Yolculuk halinde olan kimsenin kendi yükünde ve arkadaş­larında su bulunmadığı takdirde çevresini gözleriyle tarar, görebi-lirse gidip abdest alır, göremezse teyemmüm eder. Ancak düz bir arazide ise veya az tümsek bir yerin üzerinde bulunuyorsa, hüküm böyledir. Su, yarım fersah  (yaklaşık iki buçuk kilometre)  mesafe­de olursa, gidilir, daha uzak olursa, teyemmüm caiz olur.  (Bu hü­küm, Şâfiîlere göredir).

5- Abdest veya gusle mevcut    su yetmediği takdirde,  yettiği kadarıyla kullanılır, geriye kalan kısım için teyemmüm edilir. Ha-nefîlere göre, o suyu kullanmaz teyemmüm eder. Şâfiilerle Hanbe-lîler hem suyu yettiği kadar kullanmaya, hem de kalan kısım için teyemmüm etmeye cevaz vermişlerdir.

6-  Şiddetli soğukta —bir zarar dokunur endişesi olursa— te­yemmüm edilir.

7- Toprak ve toprak cinsi şeylerle teyemmüm edilir.

8- Hem  abdest için, hem  gusül için teyemmüm  caizdir.  Her ikisi için de aynı şekilde bir işlem yapılır.

9- Gusül için teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra su bulu­nursa, gusletmesi gerekir.    Çoğu müctehidlerin içtihadı bu doğrul­tudadır. Bazısına göre vakit içinde su bulunursa hüküm böyledir, îadesi gerekmez diyenler de olmuştur. [417]

 

Teyemmüm İçin Sadece Toprağın Belirlenmesi

 

Kur'ân-ı Kerîm'de teyemmüm âyetinde iki tabire yer verilmiş­tir: said ve tayyib... [418]

Saîd:

a) Katade'ye göre, üzerinde ağaç ve bitki bulunmayan yerdir.

b) Îbn Zeyd'e göre, düz arazidir. Leys de aynı görüştedir.

c)  Ferra'a göre, toprak demektir.

d) Zeccac'a göre, yeryüzünün üstündeki toprak tabakası  de­lktir. Bazısına göre ise, bu tabaka ister toprak,  ister taş olsun, Spsine birden saîd denilir.     Çünkü bu kelime  sadece yeryüzüne [lâlet eder.

e) İmam Şafiî'ye göre,  üzerinde ince toz  bulunan topraktır. iş ve çakılla örtülü olan toprağa saîd denilmez. Ancak bunlara in-

toprak karışır da bir toz tabakası oluşursa, o takdirde saîd de-llebilir.   

f) İbn Abbas'a  (r.a.) göre, toprak demektir.

Şüphesiz ki kelimenin farklı mânalara delâlet etmesinden fark-I hükümler çıkarılmıştır.

Tayyib : Temiz demektir. O halde ancak temiz bir toprakla te-emmüm caiz olur, hükmü ortaya çıkar. İleride bu husus yeterince çıklanacaktır.

Konuyla ilgili hadîsler:

Hz.   Ali niz'in şöyle

(r.a.)'den yapılan rivayette,  Resûlüllah   (a.s.)   Efendi-buyurduğunu söylemiştir :

«Hiçbir peygambere verilmeyen şeyler bana verildi; Korku sal-nakla yardım gördüm (düşmanları O'ndan korkmakta idi). Yeryü­zünün anahtarları bana verildi. Ahmed diye adlandırıldım. Toprak bana temizleyici kılındı. Ümmetim de ümmetlerin hayırlısı olarak belirlendi.»[419]

Hz. Huzayfe (r.a.)'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir :

«Biz, insanlar üzerine üç şey ile üstün tutulduk : (Namazdaki) saflarımız meleklerin   safları gibi kılındı,   yerin hepsi   bizim için

mescid   (namaz kılınacak, secde edilecek yer)  kılındı, yerin toprağı da —su bulamadığımız zaman— bize temizleyici kılındı...»[420]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- İslâm, cihan dinidir, bütün insanlara hitap kudretini taşı­maktadır. Düşmanlarının çokluğu,  ondan duydukları korku ve en­dişenin mahsûlüdür. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Arap Ya-rımadası'nda idi, ama İran,  Bizans    O'ndan korku içinde yaşıyor­lardı.

2- İslâm'ın kıtalar üzerinde  yayılacağında  şüphe  yoktur. Ni­tekim üç kıtaya yayılmış durumdadır. Gelecekte İslâm, bütün ülke­lere yayılacak ve İsa Peygamber'in inmesiyle birçok hıristiyan ül­ke İslâm'a girecektir. Çünkü yeryüzünün anahtarları Resûlüllah'a (a.s.) verilmiştir.

3- Peygamberimiz  (a.s.) herkesten çok övülmeye lâyık ve çok beğenilmiş olduğundan Allah ona Ahmed ismini vermiştir.  Ondan önce hiçbir peygambere bu isim verilmemiştir.

4- Toprak temizleyici olarak belirlenmiştir.     Su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanmaya    engel haller  olduğu takdirde onunla teyemmüm caizdir

5- Muhammed (a.s.)  ümmeti, Kitap ve Sünnet'e bağlı olduğu sürece diğer ümmetlerden üstündür. Çünkü onlara verilmeyen bir­çok hasais bu ümmete verilmiştir.

6- Cemaat halinde namaz kılınırken saf oluşturmak müekked sünnettir. Meleklerin de Cenâb-ı Hakk'm huzurunda ibâdetleri saf halinde yerine getirilir.

7- Bir müslümamn mutlaka    cami veya mescidde namaz kıl­ması şart değildir. Temiz olduğu ve başkasının koruluğu içinde bu­lunmadığı takdirde yeryüzünün her yanı bu ümmete mescid kılın­dığından, nerede namaz vakti girerse orada kıbleye dönüp namaz kılmak caizdir.

8- Abdestin hem ruhi hem de bedeni temizlik üzerinde olum­lu te'sirleri şüpheye yer verilmeyecek kadar belirgindir. Su bulun­madığı takdirde sözü edilen manevî temizlik toprak ile yerine ge-

ftirilir. Ayrıca su bulunmadığı yerde beden veya elbiseye dokunan [pisliği toprağa sürtmek suretiyle temizlemeye cevaz verilmiştir. Nitekim ayakkabılara dokunan necaset, onun yere, yani toprağa sürtünmesiyle temizlenir.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların ictihad, istidlal ve ih-ticacları:

Hanefİlere göre:

olan her şeyle teyemmüm caizdir. İmam Ebu Yusuf'a göre, sadece toprak ve kum­la teyemmüm caiz olur.[421]

b)  Şâfiilere göre :

îçine pislik karışmayan ve said (toprak) ismini taşıyan her şey­le teyemmüm caizdir. Said ismine perde (engel) olup onu (o vasıf­tan uzaklaştıran) bir toprakla teyemmüm edilmez. Ansak «said» ismi ince toz taşıyan toprağa verilir. Taşlı, çakıllı toprağa bu isim verilmez. O halde teyemmüm eden kimse elini toprağa vurduğun­da ona toz yapışıyorsa, onunla yani o toprakla teyemmüm caiz olur[422]

c) Hanbelüere göre:

Teyemmüm ancak, üzerinde toz bulunan ve dokunulduğunda ele yapışan temiz bir toprakla caiz olur. Çünkü Cenâb-i Hakk, «Te­miz toprakla teyemmüm edin; yüzlerinizi ve ellerinizi (kollar ve dirseklerle birlikte toprağa dokundurduğunuz ellerinizin içiyle) mesnedin!» buyurmuştur. Nitekim İbn Abbas (r.a.), «saîd, sürülme­ye elverişli topraktır» demiştir. Teyyib, ise temiz anlamına gelir, îmam Şafii, îshak b. Rahuye, Ebu Yusuf ve Davud ez-Zahirî de an­cak tozlu bir toprakla teyemmüm caiz olur demişlerdir. İmam Ebu Hanîfe ile îmam Mâlik yeryüzündeki toprak cinsinden olan her şey ile teyemmüm caizdir, demişlerdir. Evzâî, kum da toprak gibidir, demiştir. Hammad b. Süleyman ise, mermer, alçıtaşı, kireçtaşı da toprak cinsindendir, onlarla da teyemmüm caizdir demiş ve Buha-rî'nin «Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı» mealinde riva­yet   ettiği   hadisle istidlal ettiğini   belirtmiştir. Bir başka rivayette

Ahmed b. Hanbel'inde kum ile teyemmüm etmeye cevaz verdiği tes-bit edilmiştir.[423]

d)  Mâliküere göre:

Saîd tabiri yer cinsinden ortada olan her şeyi kapsamına alır. Ancak toprakla teyemmüm afdaldır. Kum ve taş ile de teyemmüm edilir. Bunlar gibi, kar ve buz ile de teyemmüm caizdir. Bu her ne kadar donmuş su sayılsa bile, taşa benzediği için yer cinsinden sa­yılabilir. İnce çamur da böyledir, ancak elini hafifçe çamura dokun­durmak suretiyle teyemmüm eder. Kireçtaşı yanmadan önce teyem­müm için kullanılabilir; yandıktan sonra artık caiz olmaz. Altın gü­müş ve cevahir (adını alan kıymetli taşlar) dışında diğer madenler de ateşle erimeden önce teyemmüme elverişlidirler.[424]

Böylece toprakla teyemmüm hususunda Şafiî mezhebiyle Han-belı mezhebi; Hanefî mezhebiyle Mâlikî mezhebi bazı (nüans) fark­larıyla aynı görüştedirler.

Konuyla ilgili diğer rivayetler, görüşler ve tahliller -.

972 nolu Hz. Ali (r.a.) hadîsi, beş hasletten söz etmekteyse de, bu hususta tesbit edilen sahih   rivayetlere bir göz atıldığında bu hasletlerin yirmiye ulaştığı görülür.    Hattâ Ebu Saîd en-Nisabûrî Şerefü'l-Mustafa adlı eserinde bu hasletleri altmışa yükseltmiştir.

Asıl üzerinde durulan şey, toprak ile teyemmümün bu ümme­tin hasaisinden olmasıdır. Teyemmüm için toprağın belirlendiği bu ve diğer sahih hadislerden istidlal yollu çıkarılmaktadır.

Hadîsin sahih olduğu kabul edilmiştir.

973  no'lu Huzayfe hadîsinden de teyemmüm için toprağın belir­lendiği anlaşılıyor.

Toprak cinsi her şeyle teyemmüm caiz olur diyenler ise, şu ha­dîslerle istidlal etmişlerdir:

«Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılınmıştır.»   (Buharı)

«Size gereken    (teyemmüm hususunda) kendi    toprağmızdır.»

(İbn Dakiyk) Ve 973 nolu Huzeyfe hadîsidir. Darekutnî ise bunu şu lâfızla rivayet etmiştir : «Yerin hepsi bize mescid ve toprağı da te­mizleyici kılındı...»

Ancak râvîleri arasmdaAbdullah b. Muhammed b. Akiyl bulu-uyor ki, onun rivâyetiyle ihticacda ihtilâf vardır. Beyhâkî ise aynı lıadîsi, Kabus b. Ebİ Zabyan'dan, o da babasından, o da İbn Abbas [r.a.Vdan rivayet etmiştir.

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde «(Teyemmüm için) toprağa erekli olun!» mealinde bir rivayete yer verilmiştir. Râvileri arasın­da Müsnî b. Sabah bulunuyor ki bu zat hakkında hayli ihtilâf var-fiır : Fellâs diyor ki : Hadîs bilginlerinden Yahya ve Abdurrahman Dndan hadîs rivayet etmezler. Ahmed b. Hanbel ise, «onun hadîsi (rivayeti) bir şeye (güvenilir rivayete) eşdeğerde değildir.»[425]

Zeylâî de bu zat hakkında şunları nakletmiştir : «îbn Maîn, onun bir değer oîtnadığmı, Nesâî ise, onun metruk sayıldığını kaydetmiş­tir.[426]

Bu konuda Seyyid Sabık ise özetle şöyle diyor : «Teyemmüm temiz bir toprakla caizdir. Aynı zamanda yer cinsi olan her şey, kum, taş, kireç ve alçı taşı gibi maddeler bunun kapsamı içinde bu-lunuyordur. Çünkü Cenâb-ıhak, «Temiz bir saîdle teyemmüm edi­niz!» buyurmuştur. Lügat ehli, saîd'in yeryüzündeki şeyler, oldu­ğunda icma' etmiştir. Bu şeyler toprak da olabilir, başka şeyler de olabilir.»[427]

Böylece Seyyid Sabık, her ne kadar müctehid imamlardan söz-etmemişse ie, bu görüşüyle Hanefî ve daha çok Mâliki mezhebine uymuştur. [428]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Toprak ve toprak cinsi sayılan taş, kum, çakıl, kireç ve alçı taşı gibi hör şeyle teyemmüm caizdir. Çünkü « s a î d » tabiri bunla­rın hepsini! kapsamına almaktadır.   (Bu, Hanefîlerle Mâliküerin gö­rüşüdür) .

2- Üzerinde  ince toz bulunan toprak, kum, çakıl ve  benzeri şeylerle  teyemmüm caizdir. Üzerinde toz bulunmayan taş, çamur ve benzeri! şeylerle caiz değildir.   (Bu, Şâfiüerle Hanbelîlerin görü­şüdür) .

3- Altın ve gümüş dışında diğer eritilmemiş madenlerle de te-temmüm caizdir. (Bu, Mâliküerin görüşüdür).

4- Sözünü  ettiğimiz maddelerin     temiz olması şarttır.  İçinde veya üzerinde necaset ve pislik    bulunan toprak veya benzeri bir maddeyle teyemmüm caiz değildir.

5- Müctehidlerin farklı görüşlerine    rağmen, teyemmüm için ince toprak veya kumu kullanmak afdaldır. [429]

 

Teyemmüm Nasıl Yapılır?

 

Dinimiz her şeyi belli kurallara bağlamış, ibâdetin resmiyetini kişilerin anlayış ve mantığına bırakmamıştır. Abdestin nasıl bir ta­kım farzları, hüküm ve sünnetleri varsa, teyemmümün de bir takım farz ve sünnetleri vardır. Tabiatıyla Resûlüllah (a.s.) Efendimiz hangi ibâdetin nasıl yapılacağını hem sözleriyle, hem de davranış­larıyla belirleyip göstermiştir.

Konuyla ilgili hadîsler:

Ammar b. Yâsir (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Teyemmümde, yüz ve iki el (kol dahil) için bir vuruş vardır.»[430]

Diğer bir rivayette ise Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle bu­yurduğu belirlenmiştir. «Yüz ve eller için teyemmüm gerekir.»[431]

Ammar (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki Cünüp oldum, ama su bulamadım. Toprak üzerinde  (soyunuk bir halde)  eşindim

ie sonra da namaz kıldım. Durumu Peygamber (a.s.) Efendimiz'e anlattığım zaman buyurdu ki: «Sana şöyle yapman kâfi gelirdi.» Böyle derken elinin içlerini yere vurdu ve (kaldırınca) üfledi, son­ra da onlarla yüzüne ve ellerine (kollarına) mesnetti (sürdü).[432]

Diğer bir rivayette ise şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:

 «Sana, iki elin içini toprağa vurduktan sonra onları üflemen, son­ra da yüzüne ve bileklerine kadar iki eline sürmen sana yeter.»[433]

Ebû Davud'un taharet bahsinde yaptığı rivayette ise, teyem­mümün iki vuruş olduğu, birinciyle yüze, ikinci vuruşla kollara !nıeshedildiği açıklanmıştır.[434]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler  anlaşılmaktadır:

1- Su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanmaya engel jbazı özür ve sebeplerin ortaya çıktığı zamanlarda toprak ile teyem­müm caizdir.

2- Teyemmüm için iki elin içini bir defa' toprağa vurup yüz ve iki ele meshetmek kâfidir.

3- Eller toprağa vurulup kaldırıldıktan sonra üzerindeki toz­ları üfleyip öylece meshetmek sünnettir.

4- Abdestsiz kimse için olduğu gibi, cünüb kimse için de iki elin içini bir defa toprağa vurup yüz ve elleri meshetmek yeterlidir.

5- İki eli bileklere kadar meshetmek kâfidir.

6- Teyemmümde elleri kollarla beraber meshetmek gerekir.

7- Eller iki defa toprağa vurulur, birinci vuruşla yüze, ikinci vuruşla kollara sürülür.   (Altı ve yedinci hükümler Ebû Davud'un rivayetinden anlaşılmaktadır).

Hadîslerin ışığında rnüctehid imamların ictihad, istidlal ve İh ticaclan:

a) Hanelilere göre:

Teyemmümün nasıl yapılacağı şöyle belirtilmiştir: îki elini te

miz toprağa veya toprak cinsi bir maddeye vurup kaldırdıktan sonra hafif silker, sonra da yüzünü mesheder. Bunu müteakip yine iki elini toprağa aynı şekilde vurup silktikten sonra her bir eliyle kolunun üst ve alt kısmını mesheder,

Hanefiler bu meselede Hz. Peygamber'in (a.s.) şu hadîsiyle Am­mar (r.a.) rivayetini dikkate alarak hüküm koymuşlardır : «Teyem­müm iki vuruştur : Bir vuruş yüz için, bir vuruş da dirseklere ka­dar iki kol içindir.[435]

Bu mezhebe göre, istâb (yani yüz ve kollarda abdest suyunun dokunması gerekli olan her tarafı meshetmek) şarttır. O kadar ki, îmam Muhammed el-Asıl'da parmak aralarının hil allanmasını bile belirtmiştir. el-Hasan'ın Ebü Hanife'den yaptığı rivayete göre, yüz ve kolların çoğu kısmının meshedilmesi kâfi gelir, çünkü her tara­fına dokundurmakta zorluk bulunduğu söz konusudur, denilmişse de birinci görüş ve ictihad daha sahihtir.[436]

b)  Şâfülere göre:

Teyemmümün rüknü, toprağı meshedilecek azaya nakletmek­tir. Hattâ toprağı bir azadan diğerine nakletmek bile kâfidir. Yüzü ve sonra da dirseklere kadar elleri meshetmek vâcibdir. Meshi in­ce kılların köklerine kadar ulaştırmak vâcib değildir. En sahih kav­le göre, teyemmümde tertip vâcib değildir. O bakımdan toprağa vurduğu iki elinin sağı ile yüzünü, solu ile sağ elini meshetmesi ca­izdir.[437]

c)    Hanbelılere göre:

Ahmed b. Hanbel'in yanında sünnet kabul edileni, teyemmüm­ün bir tek vuruşla gerçekleşmesidir. Bununla beraber iki vuruşla teyemmüm ederse, caizdir. el-Kadı diyor ki : Teyemmümün yerine gelmesi bir vuruşla hasıl olur; kemâl derecesi ise, iki vuruştur.» Ama \esin beyân (nass) yukarıdaki açıklamadır.

Hanbelî fukahasmdan el-Esrem diyor ki: Ahmed b. Hanbel'e .ordum: «Teyemmüm bir tek vuruştan mı ibarettir?» Cevap verdi: <Evet, yüz ve eller için bir tek vuruş yeter... Kim iki vuruştur derse, ıu onun fazlalaştırdığı bir şey sayılır.»

Nitekim îmam Tirmizi de, bu görüşün aynı zamanda Resûlül-

ah'ın Ca.s.) ashabından birçok ilim adamının ve onlardan başka Yetkili fakiyhlerin kavlidir; demiştir. Ali, Ammar, İbn Abbas, Ata', Şa'bî, Mekhul, Evzaî, Mâlik ve îshak onlardan bir kısmıdır... Şafiî ise teyemmümün ancak, biri yüze, diğeri dirseklere kadar kollara sürülmek üzere iki vuruşla kâfi geleceğini belirtmiştir. Nitekim îbn Ömer, Salim, el-Hasen, Sevrî ve rey tarafdarlarmm da görüşü bu doğrultudadır. Şafiî ve o görüşte olanların delîli, Ebû Ümanıe (r.a.)'den yapılan şu rivayettir: Peygamber (a.s.) Efendimiz bir vu­ruşta yüzünü, bir vuruşla da dirseklere kadar ellerini meshetmek suretiyle teyemmüm etti...»[438]

d)  Mâliküere göre:

Teyemmümde yüzü ve bileklere kadar iki eli meshetmek farz, dirseklere kadar meshetmek sünnettir. Hanbelüerin çoğu da bu gö­rüştedir. Kollar için ikinci vuruşu yapmak da sünnettir. Bir azada kalan tozu diğerlerine nakletmek caizdir, yeter ki o el başka bir yere sürülmemiş olsun.[439]

Nitekim İmam Mâlik'den, nasıl teyemmüm edilir ve azanın ne­resine kadar meshedilir? diye sorulduğunda şöyle demiştir: «Bir vuruş yüz için, bir vuruş da eller için ve elleri dirseklere kadar mesheder.»[440]

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller:

Ebu Cafer et-Tahavî teyemmümün keyfiyetiyle ilgili yirmibeş kadar rivayet toplayıp nakletmiş tir. Biz onlardan önemli gördükle­rimizi aşağıya almayı uygun bulduk:

Ammar (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki: «Teyemmüm âyeti indiği vakit Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber bulunuyor­dum. Bunun üzerine bir vuruş yüz için; bir vuruş da bileklere ka­dar eller için vurduk ve ellerin iç ve dış kısmını mesnettik.»

Yine Ammar'dan yapılan bir diğer rivayette, şöyle demiştir : «Biz, Resûlüllah (a.s.) Efendimizle beraber toprak ile meshettik : Yüzümüzü ve bileklere kadar ellerimizi meshettik...»

Bir cemaat bu rivayetlerle istidlal ederek, teyemmümde bir vu­ruş yüz için, bir vuruş da bileklere kadar eller için kâfi geleceğine hükmetmişlerdir[441]

Hadîslerde geçen darb karşılığında vuruş kullanıyoruz. Bundan maksat, teyemmüm için elleri toprağa veya toprak cinsi bir maddeye vurmaktır.

Belirtilen rivayetlerin hilâfına başka rivayetlere dayanaraK, teyemmümde yüz ve dirseklere kadar iki el meshedilir diyenler de hayli çoktur. Böylece teyemmümün keyfiyeti hakkındaki istidlal ve görüşler ikiye ayrılmıştır :

a)  Teyemmümde yüz ve bileklere kadar iki el meshedilir,

b)  Teyemmümde yüz ile eller dirseklere kadar meshedilir.

Ammar'm (r.a.) hadisinde bu keyfiyet tam olarak belirtilme­miştir. İnen âyette ise sadece, temiz toprakla teyemmüm edin, emri vardır. Keyfiyetinden söz edilmemiştir. Sonra da «O toprakla yüzle­rinizi ve ellerinizi mesnedin!» âyeti inmiştir.

Ebû Cafer Tahavî, Hz. Aişe'nin seferde kaybolan gerdanlığıy-la ilgili olayı ayrı bir delil olara.k şöyle naklediyor: Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimizle birlikte gazadan dönü­yorduk. Medine yakınında «Maârras» denilen yere geldik ve gece­leyin orada hafif bir uykuya dalmışım derken Semat diye adlandı­rılan ve göbeğe kadar ulaşan gerdanlığım her nasılsa boynumdan^ kayıp çıkmış. Resûlüllah (a.s.) Efendimizle sabah namazı için (mah-fe'den) indiğimde, ya Resûlellah! dedim. Gerdanlığım boynumdan kayıp çıkmıştır. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.), «ey insanlar! Şüp­hesiz ki ananız gerdanlığım kaybetmiştir, onu arayıp bulmaya ça­lışınız?» diye seslendi. Onlar aramaya başladılar, ama yanlarında su yoktu, derken namaz vakti girdi, onlar da gerdanlığı bulmuş ol­dular. Su bulamadıkları için de kimi ellerine kadar, kimi bilekleri­ne kadar, kimi de bedenine varıncaya kadar teyemmüm etti... On­ların bu hali Peygamber (a.s.) Efendimiz'e haber verilince Teyem­müm hakkındaki âyet indi.»

Bu rivayette anlaşılıyor ki, teyemmüm keyfiyeti nazil olmadan önce teyemmüme ruhsat verilir mahiyette emir inmiş bulunuyordu. O bakımdan herkes bir türlü teyemmüm etmiş oluyor, biri diğerine uymuyordu. Keyfiyeti belirlenince de bu farklılık ortadan kalkmış­tır.

İkinci gurubun görüşünü kuvvetlendiren rivayetler: Tahavî'nin Yunus'tan    yaptığı rivayette Nâfi' şöyle  demiştir

îbn Ömer tr.a.) el-Cürf den gelirken Mirbed denilen yerde temiz bir toprakla teyemmüm etti, yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini mesnetti. Sonra da kalkıp namaz kıldı.»

Câbir (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Bir adam kendi­sine gelip, «ben cenabet oldum ve doğrusu (su bulamadığım, için) toprağa eşindim» dedi. O da ona: «Sen eşek mi oldun? dedi ve son­ra da iki elini yere vurduktan sonra yüzünü mesnetti, sonra tekrar ellerini yere vurup, dirseklerine kadar ellerini mesnetti. Sonra da o adama:  «İşte teyemmüm böyle olur!» dedi.[442]

Ebu Davud'un Zührî'den naklen yaptığı rivayete göre, Ammar b. Yâsîr'in (r.a.) teyemmüm hakkında Abdullah b. Atebe'ye şöyle dediği tesbit edilmiştir: Onlar Resûlüllah (a.s.) Efendimizle bera­ber sabah namazı için toprak ile meshetmişler, şöyle ki, ellerinin içini toprağa vurup onunla bir defa yüzlerini meshetmişler, sonra tekrar ellerinin içini toprağa vurup ellerinin her tarafını bileklerine kadar meshetmişler.»

Aynı hadîsi İbn Mace de tahrîc etmiştir. Hadis munkati'dir, ya­ni senedinden bir kişi düşmüş veya mübhem biri anılmıştır. Çünkü Abdullah b. Atebe (veya Utbe), Ammar b. Yasir'e ulaşmamıştır. Nesâî ise, bunu Abdullah b. Atebe'nin babasına kadar ulaştırıp onun Ammar'dan rivayet ettiğini mevsûlen nakletmiştir. İbn Uyeyne'nin Zührî'den, onun da Abdullah b. Abdullah'tan, onun da babasından, onun da Ammar'dan aynı hadîsi rivayet etmesine gelince, bu sahih bir tesbittir.[443]

Böylece teyemmümün keyfiyeti hakkında iki ayrı rivayet söz konusudur. Müctehid imamların farklı görüş ve istidlalleri bundan kaynaklanmaktadır.

980 4°'lu Ammar b. Yasîr (r.a.) hadîsine gelince, îbn Abdilberr'-in de decaği gibi, ondan merfu'ân rivayetlerin çoğu teyemmüm için bir tek \*nruşu yansıtmaktadır. İki vuruşla ilgili rivayetler ise muz-dariptir. j j

Taberânî'nin el-Avsatu'1-Kebîr'de, Resûlüllah (a.s.) Ammar b. Yâsîr'e : «Senin için bir vuruş yüze, bir vuruş da ellere kâfi gelir...»

Buyurmuştur. Ne var ki, rivayet silsilesinde İbrahim b. Muhammed. b. Ebu Yahya bulunuyor ki, bu zat zayıftır. Her ne kadar Şafiî onu

hüccet saymışsa da üzerindeki ihtilâf zayıf olduğunu göstermiştir. Nitekim Zehebî onun için «Zayıf kabul edilen âlimlerden biridir, diyor. Yahya b. Said ise onun hakkında Mâlik'den, sıka (güvenilir) olup olmadığını sormuş, Mâlik şu cevabı vermiştir: «Ne hadiste, ne de dindarlığında veya borcunda sıkadır...» Yahya b. Mâîn, el-Kat-tan'dan şöyle dediğini işittiğini naklediyor: «îbrahim b. Muhammed b. Ebî Yahya yalancıdır. Ahmed b. Hanbel'de; onun hadîsi terkedilir» demiştir.[444]

982 no'lu Ammar hadîsi ise, sahihtir, buna muhalefet eden ol­mamıştır.

Diğer yandan teyemmümde koltuk altlarına kadar meshedilir, rivayetine gelince, İmam Şafiî'nin dediği gibi, bunların hükmü kal­dırılmıştır. Aynı zamanda sıhhat dereceleri de söz götürür mahi­yettedir.[445]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

l- Toprak veya toprak cinsi bir maddeyle teyemmüm etmek caizdir.

2- Teyemmüm için bir vuruş kâfidir, bununla hem yüze, hem ellere meshedilir.

3- Teyemmümde yüzü ve iki eli de bileklere kadar meshetmek kafidir.

4- Teyemmümde yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek vâcibdir, bir kısmına göre sünnettir. [446]

 

Vaktin EvVelinde Teyemmüm Edip Namaz Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su Bulan Kimseye Ne Lazım Gelir?

 

Bilindiği gibi, teyemmüm, mü'minlere ruhsat mahiyetinde bir kolaylıktır. Şartlar elverdiği sürece bu ruhsata gidilmez. Vakit için­de su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma imkânı olmadı­ğı takdirde ruhsattan yararlanmak gerekir.

O halde vaktin evvelinde su bulamadığından teyemmüm edip amaz kıldıitari sonra henüz vakit çıkmadan su bulan kimsenin ildiği o naifıazı iade etmesi gerekir mi?

Bunun cevabını vermeden önce ilgili hadîsleri ve sonra da müc-?hid imamların ictihad, ihticac ve istidlallerini nakletmekte fayda ardır. Öyledje konu daha iyi açıklanmış olur :

Ata' b. "jfesar'dan, o da Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.)'den rivayet et­miştir. Ebu Şaîd şöyle demiştir: «İki adam sefere çıkmıştı. Namaz rakti girdiği! halde yanlarında su bulunmuyordu. Temiz bir toprak-a teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra vaktin içinde su buldu-ar. Onlardan biri abdest ve namazını iade etti, diğeri ise iade et­medi. Sonra] Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelip durumu arzettiler. 'eygamber (a.s.), iade etmeyen adama: «Sünnete uymakta isabet itmişsin ve jnamazm da kâfi gelir sana». Abdest alıp namazı iade ;den adam ise şöyle buyurdu: «Senin için de iki kere ecir vardır.»[447]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1- Su bulamadığı için vaktin evvelinde teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra vakit henüz çıkmadan  su bulursa, o namazı iadesdip etmemek hususunda serbesttir.

2- Abdest alıp iade ederse, sünnete uymakta isabet etmiş, ya-

gerekli olan şer'î ruhsata uyup ibâdetini yapmış sayılır.

3- Vakit henüz çıkmadığı için abdest alıp namazı iade etme­sinde iki ecir vardır: Biri ruhsat gereği teyemmüm edip namaz kıl­dığı, diğeri su bulup abdest almak suretiyle namazı iade etmesidir.

Hadîsin ışığında müctehid imamların ictihâd ve istidlalleri :

a)  Hanefîlere göre :

Teyemmüm her vakit için geçerlidir, yani hemen her. vakitte teyemmüm caizdir. Öyle ki, vakit girdikten sonra da, girmeden ev­vel de buna ruhsat vardır. Çünkü teyemmüm mutlak bedel olarak abdest yerine geçer. Ancak Şâfiîlere göre, zarurî bir bedeldir. O ba­kımdan vakit girmeden teyemmüm caiz olmaz.

Vakit içinde teyemmüm etmek ise müstehabdır. Ancak vaktin sonuna doğru su bulma umudu söz konusu ise vaktin sonuna, böyle bir umut yoksa vakit girdikten sonra geciktirmemek müstehab­dır. el-Asıl kitabında ise, vaktin sonuna geciktirmenin müstehab ol­duğu belirtilmiştir. Nitekim Tabiînden Zührî, Hasen ve İbn Şirin de bu görüştedir. İmam Mâlik ise, vaktin ortasında teyemmüm etmek müstehabdır; yolcu, hasta ve korkan kimseler vaktin ortasında te­yemmüm ederler, demiştir.[448]

Hanefîlerin bu görüşüne delil olarak Hz.Ali'nin (r.a.) şu sözü gösterilmiştir : «Yolculuk halinde olan kimse cünüb olursa, vaktin sonuna doğru teyemmümünü geciktirir.» Ashab-ı Kirâm'dan bunun hilâfına bir rivayet yapılmadığına göre, icma' meydana gelmiş olu­yor. Çünkü namaz su ile abdest alınarak kılınırsa, daha üstün bir anlam ifâde eder. Çünkü abdest asıldır, teyemmüm ise bedeldir.[449]

Teyemmüm ile namaz kılındıktan sonra su bulunacak olursa, artık o namazı iade etmez. Çünkü emredilen şeyi yerine getirmiş­tir. Ancak namaz esnasında su bulunursa, o takdirde namazı bıra­kıp abdest alır ve öylece namaz kılar. Çünkü aslın yerine geçecek, yani ona bedel olacak şeyi henüz tamamlamadan asılla edâ etmeye gücü yetmektedir. Hem teyemmüm, suyu görmekle bozulur. Namaz esnasında böyle bir durum ortaya çıkınca, abdesti bozulmuş olur.[450]

b) Şâfiîlere göre;

Eyleşik halde olan kimse su bulamadığı için teyemmüm edip namaz kılarsa, bilâhare su bulunca abdest alır ve o kıldığı namazla­rı kaza eder. Yolculuk halinde olan kimse ise, teyemmüm ile kıldı­ğı namazları, su bulunca kaza etmez. Ancak günâh işlemek için çıktığı seferde teyemmüm ile kıldığı namazları su bulunca kaza eder.[451]

Yolculuk halinde bulunan kimse yanındaki suyu unutur veya yükünün arasında kaybederse, teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra hatırlar veya bulursa, kıldığı namazı iade etmesi gerekir. An­cak içinde su bulunan yükünü arkadaşlarının yükleri arasında kay­beder ve teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra yükünü bulursa, artık iade etmez.[452]

c) Hanbelîlere göre :

Yaptığı teyemmümle farz bir namaz kılmaya niyet etmişse, o yemmümle dilediği kadar vakit içinde farz ve nafile namaz kıla-tlir. Ama nafile veya mutlak namaza niyet etmişse, onunla ancak afile kılması caiz olur. İmam Şafii de aynı görüştedir. îmam Ebû lanîfe ise onunla dilediği namazı dilediği kadar kılabilir. Çünkü jyemmümde bir taharettir, yani bir nev'î abdesttir, onunla nafile e, farz da kılmak sahihtir, demiştir.[453]

Namaz içinde su görürse, namazını bozmayıp tamamlar ve ar-.k o teyemmümle başka bir namaz kılamaz. Çünkü suyu görmekle ükmü kalkmış olur. Bu görüşe muhalefet edenler de eksik değil.

Namaz kılarken vakit sona erip başka bir vakit başlarsa, te-emmümü hükümsüz kalır, aynı zamanda namazı da bâtıl olur. ;ünkü tahareti vaktin son bulmasıyla son bulmuştur. Böylece na~ aazıda hükümsüz olmuştur.[454]

d) Mâlikîlere göre:

Su bulunur veya suyu kullanmaya kudreti yetmeye başlarsa, tamaza başlamanıışsa teyemmümü bozulur, başlamışsa, hemen bo-:ulmaz. Namaza başlamadığı takdirde ise, abdest alıp bir rek'ate ye-işecek kadar bir zamanın kalması şarttır, aksi halde yine de bozul-nuş olmaz.[455]

îmam Mâlik'den yapılan bir rivayette ise, şöyle demiştir = «Yolcu lasta ve korkan kimseler, teyemmüm ettikten sonra vakit içinde su Dulurlarsa, yolcu namazı iade eder; hasta ile korkan kimse iade et­mez.»[456]

Namaz içinde su bulunur veya mevcut suyu kullanma imkânı boğarsa, teyemmümü bozulmaz, dolayısıyla namazı da bozulmuş sayılmaz ve namazını devanı ettirip tamamlar, isterse vakit geniş olsun, abdest alacak, yeniden namaz kılacak kadar bir süre bulun­sun... [457]

İlgili rivayetler ve tahliller :

997 nolu hadisi Daremî ve Hâkim de tahric etmiştir. Darekut-nî ise, mevsulen rivayet etmiştir. İbn Mübarek ise, Beyhakî'ye mu­halefet ederek hadîsi mursel olarak rivayet etmiştir. Birincisinin ri­vayetinde râvilerden hiçbiri düşmemiştir, ikincisinin rivayetinde bir sahabi'nin düştüğü söz konusudur. Taberânî'nin de tesbitine göre, bu hadîsi sadece Abdullah b. Nâfi' muttasıl olarak rivayet etmiştir, İbn Seken de kendi Sahîh'inde Ebu Velîd tarikıyla mevsulen rivayet ederek Beyhakî ile bu hususta birleşmiştir.

Bütün bu farklı rivayetlere göre, hadis istidlale mesned seçil­miş ve müctehidlerin çoğu onunla ihticac etmiştir.

Ebu Zerr'den yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir: «Şüphesiz ki temiz toprak müslü-manın temizleyicisidir, isterse suyu on yıla kadar bulamamış olsun. Suyu bulunca da onu tenine dokundursun, çünkü böyle yapması hayırlıdır.»[458]

Teyemmümle namaz kılmakta olan kimse namazı henüz bitir­meden su bulursa, teyemmümü bozulur ve o namazı iade etmesi ge­rekir, diyenler bu hadîse dayanmışlardır. Oysa hadîsin açık delâle­tinden böyle bir hüküm anlamak çok zor. Çünkü namazını bırak­sın, abdest alıp yeniden kılsın diye ne sarih, ne de işaret yollu bir ifade vardır, Buna karşılık, «Bir namazı bir gün içinde iki defa kıl­mayın!» diye açık beyân varid olmuştur.[459]

İbn Seken bu hadîsi sahîhlemiştir. Ancak râvileri arasında Ebû Kalabe hakkında ihtilâf edilmiştir. Bununla beraber aynı namazın bir gün içinde iki defa kılınması men'edildiği dikkate alınınca, te­yemmümle kılman namazı kıldıktan veya o esnada suyun bulun­masıyla o namazı iade etmiyeceği hükmü ortaya çıkıyor. [460]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Teyemmümle namaz kılarken, su bulunur veya mevcut su­yu kullanma imkânı doğarsa,  hem teyemmüm bozulmaz, hem de namaz hükümsüz kalmaz.

2- Namaz kıldıktan sonra suya rastlar veya mevcut suyu kul­lanmaya imkân bulursa, vakit müsait olsa bile, abdest alıp o na­mazı iade etmesi gerekmez.

3- Farz veya nâfüe namaz için alman teyemmümle, îmam Ebû lanîfe'ye göre istenildiği kadar    namaz kılmabilir. Vaktin çıkma-ıyla da teyemmüm bozulmuş olmaz.

4- Farz namaza niyet etmişse, vakit içinde o teyemmümle dile-Jiği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. (Bu, Hanbelîlere göredir).

5- Eyleşik halde olan kimse, teyemmümle namaz kıldıktan sonra su bulursa, vakit içindeyse o namazı yeniden kılar, vakit çık-tmşsa kaza eder. Yolculuk halinde olan kimse, iade etmez. (Bu, Şâ-fiîlere göredir). [461]

 

Zaruri Hallerde Su ve Toprak Bulunmadığı Takdirde O Vaziyette Namaz Kıllınabilir Mi?

 

Abdest namazın şartlarından biridir. Şart yerine gelmeyince meşrut da yerine gelmez. Ancak şartlardan birinin ortadan kalk­masıyla diğer şartlar da ortadan kalkmış sayılır mı? Meselâ 45 de­receden sonra gece ve gündüzde anormal bir değişme meydana ge­lir, daha da yukarı çıkıldığında üç ay, dört ay ve hattâ altı ay gece ve altı ay gündüz devam eder. Vakit namazın şartlarından, yani farzlarından biridir, o olmayınca namaz kalkar mı? kalkmaz, çün­kü şartlardan bilinin zarurî olarak ortadan kalkmasıyla ibâdetin farziyeti askıya alınmaz, ona göre takdir edilip kılınır. Bunun gibi su ve toprak bulunmadığı zaruri haller de namazın terkedilmeme-si gerekir, Kıyas budur. Ancak farklı görüşler söz konusudur.

İlgili hadisler:

Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, o, kızkardeşi Esmâ'dan bir gerdanlık emanet almış ve kaybetmişti. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onu buldurmak için bazı adamları göndermişti. On­lar da arayıp buldular, derken namaz vakti girmiş oldu. Yanların­da su da bulunmuyordu. Bunun üzerine abdestsiz namaz kıldılar. Sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e geldiklerinde, durumu O'na an­latıp dert yandılar. Bunun üzerine Aziz ve Celîl olan Allah teyem­müm âyetini indirdi. »[462]

Rivayetin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Teyemmüm âyeti inmeden önce, su bulunmadığı yerlerde namaz terkedilmiyor, abdestsiz bir halde kılınıyordu.

2- O halde buna kıyasla, bir yerde su ve toprak bulunmazsa, meselâ zindan ve benzeri bir yerde tutuklu bulunan kimsenin ya­nında su ve toprak diye bir şey yoksa, o vaziyette, yani abdestsiz bir halde namazını kılar. Çünkü Abdestsiz kılanlara Peygamberimiz Ca.s.), niçin o vaziyette kıldınız? O namazı iade edin! Dememiştir. Onun bu konuda susması, ruhsat ve cevaza delâlet eder.

Hadisin ışığında müctehidlerin görüş ve ictihadları:

a) İmam Şafii ve İmam Ahmed'e göre, su ve toprak bulunma­dığı zarurî hallerde abdestsiz namaz kılmak caizdir. Cumhur-i mu-haddisîn de  aynı  görüştedir.  İmam Mâlik'in  ashabından çoğunun da içtihadı bu anlamdadır.

b) îmam Ebû Hanîfe'ye göre, namaz kazaya bırakılır. Bunun hilâfına bir rivayetten söz ediliyorsa da sıhhatli kabul edilmemiştir.

c) Abdestsiz namaz kılan kimsenin    bilâhare su veya toprak bulduğu takdirde o namazı kaza etmesi gerekir mi? İmam Şafiî ve arkadaşlarının çoğuna göre, iade etmesi vâcibdir. Çünkü ona göre, bu nadir özürlerden biridir. O bakımdan iadesi gerekir.

d) Ahmed b. Hanbel, Müzeni, Sehnûn ve  İbn Münzîr'e göre, iadesi vâcib değildir. Onlar bu hususta yukarıdaki hadîsle istidlal etmişlerdir. Çünkü namazı iade    etmek gerekseydi herhalde Pey­gamber (a.s.)  Efendimiz bunu söylerdi.    -

e)  Sevri' Evzâi ve İmam Mâlik'e göre de abdestsiz bir halde na­maz kılınmaz. Zarurî bir hal bile ortaya çıksa bu hükmü değiştir-

aez. Ancak îmam Ebû Hanife bu konuda, aynı görüşe katılmakla beraber, kılmadığı namazları su veya toprak bulduğu zaman kaza itmesi vâcibdir, demiştir. Sevrî ile Evzâî de aynı görüştedirler. İmam Uâlik'e  göre, kazası gerekli değildir.[463]

f) îmam Nevevi ise el-Mühezzeb şerhinde şöyle demiştir : Şâ-ftî'nin kavl-i Kadîminde sözü edilen durumda namaz kılmak müs-tehabdır, ancak iadesi vâcibdir. [464]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- İmam Ebu Hanîfe'ye göre, abdestsiz ve teyemmümsüz na-j maz kılınmaz. Su ve toprak bulunmadığı zarurî hallerde namaz bı-1 rakılır, ancak su veya toprak bulduğu zaman kılmadığı namazlar^ kaza etmesi vâcibdir.

2- îmam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, zarurî hal­lerde abdestsiz namaz kılmak caizdir.. Ancak su veya toprak buldu­ğu takdirde İmam Şafiî'ye göre iade gerekir.

3- îmam Mâlik'e göre de zarurî bir hal ortaya çıksa bile ab­destsiz namaz kılınmaz. Bununla beraber kazası da gerekli değildir. [465]

 

Hayız (Ayhali - Âdet Görme)

 

Kadın ve erkeğin sağlığı ve temizliğiyle yakından ilgili olan bu konuya dinimiz yeterince ağırlık vermiş, mezhep sahibi müctehid imamlardan herbiri buna ayrı bir bölüm ayırarak aydınlatıcı bilgi­ler vermiştir.

Hayız konusu Kur'ân'da belirtilmiş ve hadîslerle gereken açık­lama yapılmıştır. Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı adlı dört ciltlik eseri-, mizde de bununla ilgili nakilleri yapmış ve özellikle Hanefî mez­hebinin görüş, ictihad ve istidlalleri belirtilmiştir.

Burada sadece hadîslerin ışığında müctehid imamların görüşle­rini ve istidlal yollarını, ihticac ve ictihadlarmı nakletmekle yetine­ceğiz.

İlgili hadisler:

Hz. Aişe   (r.a.)  Validemizden yapılan rivayette demiştir ki:

Ebû Hubays kızı Fatıma, Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz'e dedi ki:Doğrusu ben istihaza olan (rahimden devamlı kan gelen] bir ka­ilinim, hiç de temiz kalmıyorum; namazı bırakayım mı?» Resûlüllah ta.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: «Senin o durumun bir clamar patlaması (bir damar rahatsızlığı) dır, hayız îayhali - âdet görme) değildir. Ayhalin gelince namazı bırak, (belilenmiş süre) miktarı ge-?ince kendinden kanı yıkayıp namaz kıl!» [466]

İbn Mâce dışında diğer beş muhaddîsin rivayetinde ise, şöyle buyurmuştur: «Ayhalin gelince (süresi başlayınca) namazı bırak. (Süresi sona erip) gidince, kendinden kanı yıkayıp namaz kıl!« Tir-mizi ise bir rivayette şu fazlalığı nakletmiştir: «O vakit (ayhali vak­ti) gelinceye kadar her namaz için abdest al!» Buharî'ye ait bir ri­vayette ise şöyle buyurmuştur: «İçinde hayız (ayhali) olduğun gün­ler sayısınca namazı bırak, sonra da gusledip namaz kıl!»

Hz. Aiş1^   (r.a.)'daıı yapılan rivayette, demiştir ki:

Cahş ikzı Ümmu Habibe (ki o Abdurrahman b. Avf'm eşi idi), Peygamberi! (a.s.) Efendimiz'e kandan (sık sık rahminden akan kan­dan)  şikâyet etti. Resûlüllah  (a.s.)  Efendimiz ona şöyle buyurdu:

«Ayhalin seni alıkoyduğu süre kadar bekle, sonra guslet!» Nitekim

o da her ıkamaz için guslederdi.[467]

Aynı hadîsi Ahmed ve Nesâî şu lâfızla rivayet etmişlerdir: «Ay­hali olduğuln süre kadar bekle ve bu süre içinde namazı bırak, bun­dan sonrasına dikkat et de her namaz için guslet ve (öylece) na­maz kıl.»   !

Kasım'dan, o da Cahş kızı Zeyneb'den rivayet etmiştir. Zeyneb (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'e müstehaza olduğunu söylemiş. Peygamberimiz (a.s.) ona şöyle buyurmuş : «Ayhali günlerinde otu­rursun, sonra gusleder, öğleyi geciktirir, ikindiyi acele edersin ve gusledip namaz  kılarsın.  Akşamı geciktirir, yatsıya acele  edersin,

gusledip ikisini birarada  (ardarda) kılarsın. Fecir  (sabah namazı) için de gusledersin.» [468]

Ümmu Seleme (r.a.)'den yapılan rivayette, o, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den kan akıtan (rahimden sık sık kan gelen) bir kadın hakkında istiftada bulundu. Peygamber (a.s.) ona şöyle buyurdu : «Ayhali olduğu gün ve geceler miktarına ve ayda (kaç gün devam ettiği) kadarına baksın ve o süre içinde namazı bıraksın, sonra gus­letsin ve bir bezi katlayıp iyice orasına yerleştirsin, sonra da na­maz kılsın.»[469]

Hadîslerin açık  delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- îstihaza olan  (bir rahatsızlıktan    dolayı rahimden sık sık veya devamlı kan gelen) kadın, bu durumda özür sahibi sayılır ve namazını bırakmaz.

2- Bu durumda olan kadın, her ay kaç gün ayhali oluyor ve ayın hangi bölümünde ayhali kanı görüyorduysa,  ona  göre duru­munu ayarlar,  o  günler gelince namazı bırakır.  Geçince gusledip namazını kılar.

3- İstihaza olan kadın, ayhali günleri dışında her namaz için bir abdest alır.

4- îstihaza olan kadın (ayhali günlerini kesin tesbit edemiyor, iki kanı birbirinden ayırd edemiyorsa)  her namaz için gusletmesi gerekir.

5- İstihaza olan kadın, ayhali günlerinde oturup namaz kıl­maz. O günler geçince, öğle ve ikindi namazları için bir defa, ak­şam ve yatsı namazları için de bir defa gusleder. Ancak öğle nama­zını vaktin sonuna, akşam namazım da vaktin sonuna geciktirir ve iki namazı birarada kılar. Ayrıca sabah namazı için de gusletmesi gerekir.

6- İstihaza olan kadm, ayhali günleri geçtikten sonra yıkanır, rahminin üzerine kalınca bez bağlar, öylece namaz kılar.

Bu konuya ayhalinden dolayı gusletmek bahsinde yer vermiş, kısmen üzerinde durmuştuk. Önemine binaen tekrar geniş biçimde yer verip açıklama yapmayı uygun gördük.

Hadîslerin ışığında müctehîd imamların ve diğer jlim adamla-mn görüş, tesbit, istidlal ve ihticacîarı:

a) Hanefî'lere göre :

Ayhali, yani âdet görme günlerinde kadın-, namaz kılmaz, oruç atamaz, Kur'ân okuyamaz, üzerinde kesesi yoksa Mushaf'a doku-amaz, cami ve mescidlere giremez, Kabe'yi tavaf edemez. Loğusa lan kadına da bunları işlemek yasaktır.

Müstehaza olan, yani bir rahatsızlık veya damar çatlaması se-lebiyle rahminden sık sık veya devamlı kan gelen kadına bunlar-lan hiçbiri yasak değildir, normal zamanlarda olduğu gibi ibâde-ini yerine getirir. Ancak namaz vakti girince abdest alır, vaktin iikmasıyla abdesti bozulmuş kabul edilir. Her namaz veya her na-naz vakti için gusletmesine gerek yoktur.[470]

el-Mevsalî de bu konuda şöyle diyor: «Müstehaza (rahimden ilk sık kan gelen), idrarını tutamayıp akıntısı olan, devamlı yelle-len, devamlı burnu kanayan ve akıntısı kesilmeyen yaralı her na-naz vakti için abdest alırlar ve o abdestle diledikleri kadar namaz alabilirler, Vakit çıkınca da abdestleri hükümsüz kalır ve başka Dir namaz için abdest almaları gerekir.»[471]

b)  Şafiîlere göre t

Müstehaza da, idrarını tutamayıp hep akıntı yapan kimse gi­bidir, namaz ve oruçtan men'edilmez. Bu durumda olan kadın edep yerini yıkar ve kalınca bir bezle korunur ve vakit içinde hemen ab­dest alır da namazını edâ eder. Eğer namaz konusuyla ilgili bir se­bepten dolayı, mahrem yerlerini iyice örtmek veya cemaatle namaz kılmak için beklemek dışında geciktirirse caiz olmaz. Her farz na­maz için bir abdest alması vâcibdir. Aynı zamanda her namaz için kullandığı bezi de yenilemesi gerekir. En sahih kavi de budur.[472]

c)  Hanbelîlere göre:

Hayız kanını istüıaza kanından ayırd edebilen kadın, ayhali günlerinde namaz, oruç, tavaf ve benzeri ibâdetleri bırakır. Süresi dolunca gusleder ve her namaz vakti için bir abdest alıp namazını kılar. Vaktin çıkmasıyla abdesti hükümsüz kalır. Nitekim Resûlül-

lah   (a.s.)   Efendimiz Ümmu Seleme hadîsinde şöyle buyurmuştur.[473]

d)  Malikîlere göre :

İmam Mâlik bu konuda Hz. Aişe, Ümmu Seleme, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Saîd b. Müseyyeb rivâyetiyle istidlal etmiştir. Ayha­li günlerinde sözü edilen ibâdetleri yapamaz. Süre dolunca gusleder ve her vakit namazı için abdest alır. Akıntı fazla olursa, kalınca bir bezi birkaç kat yapıp kullanır.[474]

1010 nolu Hz. Aişe hadîsiyle ilgili tahlil ve açıklamayı daha ön­ce yapmış bulunuyoruz. Hadîsin açık delâleti bize şu bilgiyi veriyor: Kadın âdet görme kanıyla istihaza kanını ayırd ettiği zaman, ayha­li günlerini ona göre   itibar eder,   süresi dolunca da ondan   dolayı gusleder ve artık istihaza hükmü başlar. O bakımdan her vakit na­mazı için bir abdest alır ve o abdestle ancak bir farz kılabilir.

Bu mes'eleyle ilgili diğer hadîslerle her namaz için veya her iki namaz için gusletmesi gerektiğine gelince, bu rivayetlerin hem zayıf olduğu, hem de sahih hadîsler karşısında bir hüküm ifade et­mediği bilinmelidir. Çünkü hiçbir sahîh hadîste müstehaza kadı­nın her namaz veya her vakit namazı için gusletmesinin vâcib ve­ya sünnet olduğu belirtilmemiş, sadece her vakit namazı için ab­dest almasının vücubu üzerinde durulmuştur.

Yukarıdaki hadîste hayız (kanı ve süresi) geldiği zaman, cüm­lesinden şu iki manâ anlaşılıyor: Ya devamedegelen âdetini bilme-siyle, ya da ayhali kanını istihaza kanından ayırd etmesiyle ilgili­dir. Hamene binti Hubeyş hadîsinde ise, altı veya yedi gün ayhali olarak say, denilmiştir ki bu, kadınlarda galib olan duruma delâlet eder, o bakımdan ihticaca elverişli değildir.

1011  nolu yine Hz. Aişe  (r.a.)  hadîsinden iki ayrı manâ anla­şılmaktadır :  Birincisi, Peygamber  (a.s.)  Ümmu Habibe'ye her na­maz için guslet diye emretmiştir, ama o kendisi her vakit namazı için gusletmeyi itiyad edinmiştir. İkincisi, hadîsten onun böyle bir hüküm anladığını düşünürsek bu vücub anlamında değil, tatavvu' anlamındadır; öyleki müstehaza her  namaz vakti için guslederse, daha çok temizliğe riâyet etmiş olur ve nafile sayılır. Gusletmedi-

takdirde bir şey gerekmez. Nitekim îmam Şafiî de bu ikinci yo-umu benimsemiştir.

1012 no'lu Kasım hadîsinin isnadı, Nesâî'nin süneninde geçmek­ledir. Ricali sıkat (güvenilir) kabul edilmiştir. Bununla beraber [mam Nevevî «gusül ile emreden hadîslerde sağlıklı ve sabit bir tes­pit yoktur, demiştir. Nitekim Beyhakî bu ve benzeri anlamda olan hadîslerin zayıf olduğunu belirtmiştir.

I 1013 no'lu Ümmu Seleme hadîsini aynı zamanda İmam Şafiî de tahrîc etmiştir. İmam Nevevî bunun tahrîcinin Buharî ve Müslim'­in şartlarına göre olduğunu belirtmiştir. Sahih olduğu ekser tara­lından kabul edilmiştir.

İstihaze \ kanı gören kadın, istihazeden önce bilinen âdetini dik­kate alır vej süreyi tamamladıktan sonra bir defa yıkanır ki, bu, ay-lıalinden temizlenmeye yönelik bir vücubdur. Hadis bu hükme de­lâlet ediyor ve aynı zamanda böyle olan kadınların iyice bez kul­lanmaları ve sık sık değiştirmeleri emrediliyor.[475]

 

İki Kanın Özelliklerini Dikkate Alıp, Ayırd Etmek

 

Istihaza olan kadının ayhali kanıyla rahatsızlığından dolayı de­vamlı akıntı halinde olan kan arasını tefrik etmesi, yani herbirmi kendi özelliğine göre tesbit edip ciddi bir ayrım yapması gerekir. Aksi halde ,;gusül ve ibâdet hususlarında birtakım zorluklarla kar­şılaşır.

Hz. UrVe'nin, Hubeyş kızı Fatıma'dan yaptığı rivayette, Fatıma (r.a.) İstihaza olmuştu, yani kendisinden devamlı kan geliyordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: «Gelen kan, hayız (ayhali) kanı ise, şüphesiz ki o siyahımsıdır ki bilinir. Böyle oldu­ğu zaman namazı bırak. Başka (renkte olunca) abdest al ve namaz kıl, çünkü o artık bir damar çatlamasından dolayı akan kandır.»[476]

Hadîsini açık delâletinden, istihaza ve ayhali kanlarını birbiri­ne karıştırmamak, birini diğerinden    ayırd  etmek için renklerine

dikkat edilmesinin gereği üzerinde durulduğu anlaşılıyor. Ayhaii kanı siyahımsı, yani çok koyu kırmızı renktedir. İstihaza kanının rengi ona nisbetle açıktır.

Böylece kadın, bu ayrımı yapınca, ayhali süresini diğerinden ayırd etmesi kolaylaşır ve ona göre ibâdetini sürdürür.

Ancak sözünü ettiğimiz hadîs üzerinde bazı şüpheler söz ko­nusudur. Ebû Hatim bunun münker olduğuna dikkatleri çekerken delil olarak şunu ileri sürmüştür: Bu, Adiy b. Sâbit'den, o da ba­basından, o da dedesinden rivayet etmiştir ki, dedesi bilinmemekte­dir. Ebû Dâvud da bu rivayeti zayıflar arasında belirtmiştir. [477]

 

Âdet ve Temyiz Ölçüsünü Kaybedenin Ayhalini Altı veya Yedi Gün Hesaplaması

 

Genellikle kadınlar ayda altı veya yedi gün ayhali kanı görür­ler. Bunun istisnası vardır. Ama istihaza kanı da arayere girince böyle bir ayarlama, yani ayda altı veya yedi günün ayhali kanının devam ettiğine hükmetmeye ihtiyâç vardır.

O bakımdan Cahş kızı Hamene (r.a.)'den yapılan rivayette de­miştir ki: Ben şiddetli istihaza kanı gören bir kadın olduğumu Re-sûlüllah (a.s.) Efendimiz'e gelip anlatarak ondan fetva taleb ettim. O sırada Resûlüllah'ı (a.s.î kızkardeşim Cahş kızı Zeyneb'in evinde buldum. Gelen kanın çokluğu beni namaz ve oruçtan alıkoyduğu­nu söyledim. Bunun üzerine aramızda şu konuşma geçti:

  Sana pamuk (kullanmam tavsiyeyle) vasfederim. Çünkü pa­muk kanı giderir.

  Akan kan ondan daha çoktur.

  O halde bir elbise tutun...

  Gelen kan ondan da çoktur.

  Kanı durduracak şekilde gemle  (sıkıca bağlamaya bak).

  Ama ben akıttıkça akıtıyorum, durmuyor ki... Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.)  şöyle buyurdu:

  O halde sana iki tavsiyede    bulunacağım, hangisini yapar­san senin için yeterli olur. Ama her ikisini yapmaya gücün yeter-

se, onu da sen daha iyi bilirsin! Doğrusu sendeki kan, şeytanın dürtmelerinden bir dürtmedir. O bakımdan sen kendini altı veya yedi gün ayhali say (Allah'ın ilminde böyle takdir edildiğini hesap­la). Sonra guslet, tâ ki kendini iyice temizlenmiş ve ayıklanmış gö­rünce yirmidört gece ve gündüze ait veya yirmiüç gece ve gündü­ze ait namazı kü ve oruç da tut. Şüphesiz ki bu sana kâfi gelir. Bu­nun gibi her ay aynı şeyi yap, nasıl ki kadınlar ayhalleri ve te­mizlenmelerinde belli bir vakit belirliyorlarsa, sen de öyle yapmaya bak. Ve eğer öğleyi (vaktin sonuna doğru) geciktirmeye ve ikindiyi (vaktin evveline alıp) acele etmeye gücün yeterse (vaktin buna müsait olursa), guslettikten sonra öğle ve ikindi namazlarını bir-arada kılarsın, sonra akşam namazını geciktirip yatsı namazını (vaktin evveline) alarak acele edersin. Sonra da gusledip bu iki namazın arasını birleştirir (birarada) kılabilirsen, öyle yap! Sabah namazı için de guslet ve öylece namaz kıl. İşte böylece namaz kıl ve oruç tut, eğer güç getirebiliyorsan, belirtilen şekilde hareket et!»

Sonra da Resûlüllah (a.s.)  Efendimiz devamla, «İşte bu iki hu­sustan (ikincisi)  en çok beğendiğimdir...» buyurdu. [478]

Hadîsin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:

1- Kadınların kendileriyle     ilgili mes'eleleri  ilim adamlarına sorup öğrenmeleri vâcibdir. Kendileri bu  vücubu yerine  getirme­dikleri takdirde başka birinin aracılığıyla sorup öğrenirler.

2- Ayhali veya istihaza  olan kadının pamuk tutunması sün­nettir. Özellikle istihaza olan kadının, kanı iyice zaptedip dışarı sız­maması için daha başka bez ve benzeri şeyler kullanması müste-habdır.

3- Kadın özür sahibi olup devamlı   rahminden kan geldiğine göre, ayhali günlerini kesinlikle    bilmiyor ve iki kanı birbirinden ayırd edemiyorsa, her ay yirmi üç veya yirmi dört gün namaz kılar, altı veya yedi gün âdet görme günleri kabul edip namazı ve orucu bırakır. O kandan temizlendiğine kanaat getirince yıkanır ve yine namaz ve orucuna devam eder.

4- Ayrıca her namaz için gusletmesinin uygun olacağı belir­tiliyor. Daha da kolaylık sağlamak için, öğle namazını vaktin so­nuna geciktirip ikindi namazını da vaktin evveline almak suretiyle

her iki namaz için bir gusül ve akşam namazını vaktin sonuna, yat­sı namazını da vaktin evveline alıp onlar için de bir gusül yaparak kılmak da müstehabdır. Ayrıca sabah namazı için de ayrı bir gus­letmesi tavsiye olunmuştur.

5- Bu son şeklin daha uygun olduğu belirtilmiştir. Müctehid imamların görüş, istidlal ve ihticacları . Daha önce de belirttiğimiz gibi, müctehid imamlar istihaza olan kadının her namaz veya iki namaz için bir defa gusletmesi hakkın- , daki rivayetlerle amel etmemiş, onları Ihtîcaca elverişli bulmamış­lardır.  Sadece  abdest almasının lüzumu üzerinde ittifakla  durul­muş ve bu husustaki sahih hadislerle istidlal ve ihticac edilmiştir. Yukarıdaki Hamene binti Cahş hadisini aynı zamanda İbn Mâ-ce,  Dârekutnî ve Hakim de tahrîc etmişlerdir. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu Buharı'den nakletmiştir. İsnadında ise îbn Akil bu­lunuyor ki, o bu hadîsle teferrüd etmiştir; ilim adamları sözü edi­len hususu dikkate alarak onun bu rivâyetiyle ihticac edüemiyece-ğini söylemişlerdir.[479]. İbn Mende ise bu hadîsin hiçbir veçhile sahih olmadığını, çünkü ilim adamlarının    İbn Akîl'in rivayetinin metruk olduğunda  birleşmişlerdir. İbn Dakik ise bu görüşe katıl­mamış ve İbn Akîl hakkında icma' ve ittifak olmadığına dikkatleri çekmiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel, îshak b. Rahuye ve el-Humey-dî onun hadîsiyle ihticacda bulunmamışlardır. İbn Ebi Hatim ise, adı gQçQn zât hakkında babasından sorduğunu, onun pek kavî ol­madığını söylediğini nakleder.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Tirmizî, Buharî'nin sözünü ettiği­miz hadîs için hasen dediğini nakletmiş ve ancak Buharı, rivayet zincirinde İbrahim b. Muhammed b. Talha bulunuyor ki, bu zatın îbn Akîl'den böyle bir hadîs işittiğini bilemiyorum» demiştir.

Şevkanî ise Buharî'nin bu sözüne itiraz ederek şöyle diyor : «İbrahim b. Muhammed b. Talha; Ebû Ubeyd el-Kasım b. Selâm ile Ali b. Medenî'nin tesbitlerine göre, hicrî 110 yılında vefat etmiştir ve tahinidendir. Abdullah b. Amir b. Âs'dan, Ebû Hüreyre'den ve Hz. Aişe'den (Allah hepsinden razı olsun) hadîs istima' etmiştir. îbn Akil ise, o da Abdullah b. Ömer'den, Câbir b. Abdillah'dan, Enes b. Mâlik'den ve Rabi' b. Muavviz'den rivayetler yapmıştır. Bu durum-

da Ibn Akif'in ibrahim b. Muhammed'den    işitmediği söylenemez. Çünkü İbrahim ondan daha yaşlıdır.

el-Hattabî ise, ilim adamlarının hadîsi metruk saydıklarını söy­ler. İbn Hazım ise, onu bütünüyle reddeder. İbn Akü'dan şerik (veya Şüreyk) de zayıftır.

ve Züyer b. Muhammed rivayet   etmişlerdir ki bu ikisi

Zehebî, Darekutnî'nin Züheyr b. Muhammed için zayıf dediğini naklederken Şerîk'in meçhul olduğunu belirtmiştir.[480]

İbn Arabî ise bu hadisi sahih kabul ederek her vakit namazı için veya iki namazı birleştirmek suretiyle gusletmenin müstehab ol­duğunu söylemişse de onun bu görüşü ilgi görmemiştir.

Netice lolarak şunu söyleyebiliriz ki, gerek müctehid imamlar, gerekse haclîs âlimlerinin çoğu Hamene hadîsiyle ihticacm uygun olmayacağını belirtmiş ve özellikle mezherj sahibi müctehidler her namaz içini gusletmeyi müstehab bile saymamışlardır.

Çünkü! hadîsin zayıf olduğunu söyleyenler çoğunluktadır ve bu görüş ve tösbit ağırlık kazanmıştır.

Diğer yandan aynı konuyla ilgili Adiy b. Sabit rivayeti söz ko­nusudur. Bu zatın babasından, onun da dedesinden yaptığı rivaye­te göre, Resûlüllalı (a.s,) Efendimiz müstehaza hakkında şöyle bu­yurmuştur : «Ayhali olduğu günler namazı bırakır, sonra gusledip her namaz için abdest   alır, oruç tutar ve namaz kılar.»[481]

Tirmizî bunu tahsînlememiş, yani «haseıı»dir, dememiştir. Çün­kü Adiy b. Sâbit'den rivayet edenler zayıf kabul edilmiştir. Ebul-Yakzan (Osman b. Umeyr b. Kays) onlardan biridir. Yahya b. Ma­rn, onun hadîsi kayde değer bir şey değildir. Ebû Hâtîm'e göre, İbn Mehdî onun hadîsini terketmiştir. O bakımdan kendisi de bu hadî­sin zayıf olduğuna parmak basmış ve hattâ münker olduğunu söy­lemiştir. İbn Ahmed el-Hakim ise onun kaviy olmadığını belirtmiş, Nesâî de aynı görüşte olduğunu ifade etmiştir. Darekutnî onun za­yıf olduğuna dikkatleri çekerken İbn Hibban onun hadîsiyle ihticac caiz değildir, demiştir.

Nitekim Tirmizî diyor ki: .«Buharî'den Adiy b. Sâbit'i, babasını ve dedesini sorduğumda şöyle dedi: Dedesinin ismini bilmiyorum...»

Böylece ilgili konuda bu hadîsle de istidlal ve ihticacm doğru olmayacağı, çoğu ilim adamlarınca belirlenmiştir. Sadece her na­maz için bir abdest ifadesi,  diğer sahih hadislerle birleşmektedir.

Bu konuda çoğuna göre, sahih rivayetlerden biri Hz. Aişe'nin (r.a.) naklettiği Fatıma bint Ebî Hubeyş'in hadîsidir. Adı geçen ka­dın, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek dedi ki : «Doğrusu ben istihazali bir kadınım. Hiç de temiz kalmıyorum. Namazı bırakayım mı?» Peygamber (a.s.) ona : «Hayır, ayhali günlerinde namazdan uzak dur, sonra guslet ve her namaz için bir abdest al, sonra da na­mazı lal, isterse kan hasır üzerine damlasın!»[482]

Bunu aynı zamanda Tirmizî, Ebu Dâvud, Nesâî ve îbn Hibban tahric etmişler; Müslim ise kendi Sahihinde rivayet etmiş ancak «her namaz için abdest alî» cümlesine yer vermemiştir. Bu fazlalığı Daremî ve Tahavî de rivayet etmişlerdir. Buharî de aynı fazlalığı tahrîc etmiş, ancak hadîsin muallel olduğunu, Habib'in Urve b. Zü-Jbeyir'den işitmediğini; Urve el-Müzenî'den işittiğini belirtmiştir. Çünkü isnadda ismi geçen Urve, eğer Urve b. Zübeyir ise o takdir­de isnad muııkati'dir Çünkü Habîb b. Ebû Sabit mudallistir. Yok Urve'den maksat, Urve el-Müzenî ise, o da meçhuldür.

Hadîs başka tariklerden de rivayet edilmiştir. O bakımdan müctehidlerin bir kısmı ihticaca elverişlidir, diyerek her namaz için bir abdestin vücubunu belirtmiştir .Gusül ise, ayhali günleri tamam­lanınca bir defa gerekir. [483]

 

Ayhali Olan Kadınla Cinsel Temasta Bulunmak Haramdır

 

Kur'ân-ı Kerîm'de de belirtildiği gibi, ayhali bir eza ve cefadır. Rahimdeki damarların uçlarının açılıp kan zayi, ettiği dönemdir. Mikrop kapmaya en müsait vasatı oluşturduğu söylenebilir. O ba­kımdan ayhali döneminde dinimiz cinsel teması yasaklayıp haram kılmıştır.

Konuyla ilgili hadîsler:

Enes b. Mâlik (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : Yahu-iler, kendilerinden bir kadın ayhali olunca onunla birarada yemek emezler ve evlerde onunla beraber biraraya gelmezlerdi. Resûlül-ah'ın (a.s.) ashabı bu hususu sorunca, Aziz ve Celîl Allah şu âyeti ndirdi : «Sana kadınların ayhâlinden soruyorlar, de ki : O bir ezâ kadım sıkıcı, erkeği tiksindirici, fakat kadın için yararlı bir şey-[ir. Bu sebeble ayhâlinde iken kadınlardan uzak durun : temizlen-nelerine kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman Ulah'ın size emrettiği yerden (üreme organından) onlara yakla­şın...» Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu : «Her şeyi rapın ancak cinsel temasta bulunmayın!» Diğer bir lâfızla "cima" itmeyin!»[484]

İkrime'den, o da Peygamber (a.s.) Efendimizin zevcelerinden oir kısmından rivayetle, şöyle haber verdikleri tesbit edilmiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ayhâlinde olan kadından bir şey der yararlanmak) istediği zaman, onun ferci (edep yeri) üzerine bir şey ıtardı.» [485]

Mesruk b. Ecda'dan yapılan rivayette, diyor ki: Hz. Aişe (r.a.) validemizden, kadın ayhali iken erkeğin ondan yararlanma husu­sunu sordum. Şöyle dedi :    «Üreme organı dışında her şeyinden...

(yararlanabilirsin).»[486]

Hizam b. Hakîm'den, o da amcasından yaptığı rivayette, amca sı Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, eşi ayhali iken ondan kendisin*

nelerin helâl olduğunu sormuştu. Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Entari (iççamaşm)nm üstü senin içindir (yani arada bir elbise bu­lunduğu halde ondan  yararlanabilirsin).»[487]

Hz. Aişe (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki : «Bizden biri ayhali olunca, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz de ona dokunmak (teni­ni onun tenine temas ettirmek istediğinde, onun kullandığı bezin üzerine bir entari (iççamaşırı) giymesini (o şekilde örtmesini) em­reder, sonra da dokunur (yani onunla biraz oynaşıp eyleşirdi).»[488]

Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :

1-  Ayhali olan kadınla birlikte oturulur, birarada yemek ye­nir ve aynı odada birlikte uyunur. Bunda bir sakınca yoktur.

2-  Kadınla  ayhali  süresinde  cinsel temas kurmak haramdır.

3- O halde iken onunla —cinsel temas dışında— sevişmek, oy­naşmak mubahtır.

4-  Ayhali  olduğu günlerde kadınla sevişirken,  cinsel  organı üzerine iççamaşırı bulundurulur.

Hadîslerin ışığında müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:

a) Hanefîlere göre:

Ayhali ve loğusa olan kadına cinsel temasta bulunmak haram­dır. Ancak onunla aynı döşekte yatmak, öpüşmek, göbekle diz ka­pağı arasından başka bedeninin her yanından yararlanmak caizdir.[489].

b) Şâfiîlere göre :

Ayhâlinde iken kadının göbeğiyle dizkapağı arasından yarar­lanmak, cinsel temasta bulunmak haramdır. Ayhali süresi bitip kan kesildikten sonra kadın gusletmedikçe kocasının cinsel temasta bu­lunması da haramdır.[490]

c) Hanbelîlere göre:

Ayhâlinde olan kadının bu hali devam ettiği sürece onunla üre-

ne organından yaklaşmak suretiyle cinsel temasta bulunmak ha-,mdır.[491]. Bunun dışında arada bir örtü olmaksızın bedeninin jr yanından yararlanmakta bir sakınca yoktur.[492]

d) Mâlikilere göre:

Mâlikî'lerden bu hususta iki rivayet vardır: Birincisi, Hanbe-lerin görüşü doğrultusundadır. İkincisi, Şâfiîlerin görüşü doğrul-ısundadır.[493] Mâlikîler bu konuda Zeyd b. Eşlem, Hz. Aişe r.a.) hadisleriyle istidlal etmişlerdir. Ayrıca îmam Mâlik'in tes-itine göre, Salim b. Abdillâh ve Süleyman b. Yesar'dan, kadının yhali süresi sona erip kanı kesildikten sonra henüz gusletmeden .ocası onunla cinsel temasta bulunabilir mi? Diye sorduklarında, Hayır, gusletmedikçe temasta bulunamaz» diye cevap vermişler-lir.[494]

Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller :

1025 nolu Enes hadîsinde, Yahudilerin sözü edilen konu hakkm-laki davranışlarını Peygamber (a.s.) Efendimiz'e soran zatın Useyd 3. Hudayr, diğer bazılarına göre, Ebu Dahdah olduğu tesbit edil-niştir. İlgili hadîs iki önemli hüküm taşımaktadır : Âdet görme gün-erinde kadına cinsel temasta bulunmak haramdır. Bunun ötesin­deki şeyler helâldir. Birinci hüküm, hem Kur'ân'm kesin beyanıyla, tıem sarih hadisle,  hem Müslümanların icma'ıyla sabit olmuştur.

Bu hükmü bildiği halde temasta bulunan kimse, şüphesiz ki bü­yük bir günah işlemiş olur. İkinci hükme gelince, o da iki kısma ayrılır : Göbekle dizkapağı arası dışındaki yerlerinden yararlan­makta bir sakınca yoktur. İlim adamlarının bu meselede ittifakı vardır. Dizle göbek arasından yararlanmak ancak cinsel temasta bulunmamak kaydıyla mekruhtur, diyenler olduğu gibi, mubahtır, diyenler de var... Mubahtır diyenlere göre, üreme organı üzerinde bir elbise (iççamaşırı) bulunması şartı söz konusudur. Nitekim Ik-rime, Mücahit, Şa'bî, Nahaî, Sevrî, Evzaî, Ahmed b. Hanbel ve Mu-hammed b. Hasan bu görüştedirler. Ishak b. Ruhuye, Ebû Sevr, İbn Müzir ve Davud ez-Zahirî'nin de ictihadları bu anlamdadır. Nite­kim hadîsin zahiri buna delâlet etmektedir.

Göbekle diz arasından yararlanmayı tahrimen mekruh sayan­lara gelince, onlar, «Koruluğun etrafında davarını otlatan kimse, çok sürmez koruluğun içine girebilir» açısından hareketle sonuç çı­karmışlardır.

1026 nolu İkrime hadîsinin isnadı sahihtir, ricali sıkat  (güveni­lir kimseler) dir. Ne var ki, bu hadîs hakkında Ebû Dâvud ve el-Mün-zirî susup bir şey söylememişlerdir. Ama İbn Salâh ve Nevevî gibi iki değerli ilim adamı onunla ihticacm sahih olduğunu belirtmişler­dir. Zaten Ebu Dâvud da hangi hadis hakkında susarsa, onun ihti-caca elverişli olduğuna bir işaret sayılır.    Diğer sahîh hadîsler de bunun taşıdığı hükmü kuvvetlendirmektedir.

Böylece İkrime hadîsi, üreme organı dışında kadının her yanın­dan yararlanmanın cevazına delâlet etmektedir.

1027 nolu Mesruk hadîsiyle, 1028 noiu Hizam hadîsi de bu mâna ve hükmü taşımakta, yani İkrime hadîsini kuvvetlendirmektedir.

1029 nolu Hz. Aişe hadîsi ise, hem îkrime, hem Hizam hadîsle­rini kuvvetlendirmekte, hem de sahih olduğunda şüphe edilmeyen bir düzeyde bulunmaktadır. [495]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Âdet görme günlerinde kadına cinsel temasla yaklaşmak haramdır.

2- Kadının kanı kesildikten sonra henüz gusletmeden kendi­siyle cinsel temasta bulunmak Hanefîlere göre mubah, Şafii ve Mâ-likHere göre, haramdır.

3- Adet görme günlerinde kadının üreme organı dışında her yanından yararlanmak, yani öpmek okşamak mubahtır. Bu,  ekse­rin görüşüdür.

4- Adet görme günlerinde kanının dizkapağıyla göbek arasın­dan başka yanından yararlanmak mubahtır, diğer yerlerinden ya­rarlanmak mekruhtur. Bu, akallin  (yani azınlıkta olanların)  görü­şüdür.

5- Adet görme günlerinde  kadıria  ancak üzerinde  iççamaşır bulunduğu halde dokunmak, yani onu sevmek, öpmek ve okşamak caizdir, çıplak tenine dokunmak mekruhtur. Bu, dört mezheb ima­mının dışında olanlardan bir kısmının görüşüdür.

6- Hadîslerin zahirine dikkat edilince, kadına ayhalinde bu­lunduğu günlerde çok ölçülü yaklaşmak, cinsel temasa yol açacak kadar aşırı gitmemek daha uygundur. Peygamber (a.s.) Efendimiz, Böyle zamanlarda kadının üreme organı üzerinde bir örtü bulun­duğu halde ondan yararlanırdı; ancak Hz. Aişe'nin (r.a.) da dediği gibi, «hangimiz Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kadar uçkuruna sâ-hib olabilir?[496]

 

Adet Görme Günlerinde Eşiyle Cinsel Temasta Bulunana Kefaret Gerekir Mi?

 

İslâm ibâdetle ahlâkı, ibâdetle yardımı; Allah'a kulluk ile fakir ve muhtaçları koruyup gözetmeyi birleştirmiştir. O bakımdan Allah'ın bir süre haram hıldığı cinsel teması, nefsine hâkim olma­yarak gerçekleştiren kimse hem büyük bir günah işlemiş olur, hem de bundan dolayı fakir ve muhtaçlara bir keffaret vermesi emredil­miştir. Gerçi keffaret hususunda hayli farklı ictihad ve görüşler or­taya çıkmışsa da meselenin temelinde böyle bir hükmün bulundu­ğu da bir gerçektir.

İlgili hadisler :

İbn Abbas |(r.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s. ( Efen­dimizin, ayhali iken eşine cinsel temasta bulunan adamın bir veya yarım dinar tasadduk etmesini söylediği, bildirilmektedir.[497]

Ebû Dâvud ise şöyle demiştir : Sahih rivayet böyledir: «Bir di­nar veya yarım dînar...

Hadîsin açık delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır:

1- Eşiyle ayhali günlerinde cinsel temasta bulunan kimsenin bir dinar veya yarım dinar tasadduk etmesi vâcibdir.

2-  Aynı zamanda konulan yasağa riâyet etmediği için büyük günâh işlemiş olur.

Hadîsin ve rivayetlerin ışığında müctehid imamların görüş ve ictihadları:

a)  îmam Ebû Hanife ile    İmam Mâlik'den ve îmanı Şafiî'den de nakledilen iki rivayetten en racih olanına ve İmam Ahmed'den yapılan iki rivayetten birine göre, ayhalinde bulunan eşiyle cinsel temasta  bulunan kimseye keffaret gerekmez, sadece tevbe ve  is­tiğfar etmesi gerekir. îmam Ahmed'den yapılan ikinci rivayette ise, ayhali kanının gelmeye başladığı günde cinsel temasta bulunursa bir dinar,  son günlerine doğru ise    yarım dinar keffaret vermesi müstehabdır. Muhit-i Serahsî'de, bir veya yarım  dînar tasadduk vermek müstehabdır, denilmiştir.[498]

b)  İmam Şafiî'nin Kavl-i kadîminde ise keffaretin gerekli ol­duğu belirtilmiştir. Ancak miktarı üzerinde iki kavi   (görüş)  var­dır, meşhur olanı, bir dinar verilmesinin vâcib olduğuyla ilgili bu­lunanıdır.[499]

Hanbeli fukahasmdan İbn Kudama diyor ki:

«Ayhali günlerinde eşiyle cinsel temasta bulunan kimse günah­kâr olur ve Allah'a istiğfar edip bağışlanma dilemesi gerekir. Kef­faret ödemesi hakkında ise iki rivayet vardır, birincisi; Keffaret ödemesi vâcibdir. Çünkü Ebû Dâvud ile Nesâî'nin İbn Abbas'dan (r.a.) yaptıkları rivayete göre, eşi ayhali bulunduğu halde onunla cinsel temasta bulunan kimse bir dînar veya yarim' dînar tasadduk eder, buyurulmuştur. İkincisi: Keffaret gerekmez şeklindedir. Ni­tekim îmam Mâlik, îmam Ebû Hanîfe ve ilim adamlarının çoğu bu görüştedir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, «Kim bir kâhine (gaibden haber verip büyücülük yapan) gider de onu tesdîk eder ve­ya eşine dübüründen yaklaşıp münasebette bulunursa veya ayhali

lan eşiyle cinsel temasta bulunursa, o, gerçekten Muhammed'e in-ırileni inkâr etmiş olur.»[500]. Buyururken keffaretten söz etme-liştir.»[501]

Rivayet ve tahliller :

Aynı hadîsi Darekutnî ve ibn Carûd da nakletmiştir. Hakim ile

bn Kattan hadisi sahîhlemişler; İbn Dakiyk de aynı görüşü belirt­miştir. Ahnied b. Hanbel, «Abdulhamid'in Muksim'den, onun da bn Abbas'dan Er.a.) rivayet ettiği -hadîs ne güzel hadîstir!» Demiş-iir. Ebu Dâvud da bu rivayeti sahih olarak vasıflandırmıştır.

İbn Hacer, hadîsin isnadında ızdırap vardır ve değişik metinler-e hayli rivayetler mevcuttur, diyor. Ancak ona itiraz edilmiş ve İbn Kattan'm hadîsi sahîhlemesi ve her lâfızla ilgili râvilerin duru­muna bakılınca şüphelerin kalkacağı delil olarak gösterilmiştir. Bir iinar ve yarım dînar tabirleri kanın rengine göre bir hüküm olarak tonulmuştur. Kan henüz kırmızı ise bir dinar, sararmış ve kesilmek üzere ise yarım dinar keffaret tasadduk edilir. Aynı zamanda bu, ayhalinin ilk ve son günleriyle ilgili bir takdirdir.

Ne var:ki, ilim adamlarının çoğu sözü edilen hadîsin mursel ve­ya mevkuf olduğunu iddia etmişlerdir. Çünkü çoğu rivayetlerde İbn Abbas'a ulaşıp durulmuştur. el-Hattabî ise, hadîsin merfu' ol­duğunu söylemiştir.

Ebubekir el-Hatib ise, rivayetlerin ihtilâfı, yani merfu' ve mev­kuf oluşuyla ilgili farklı rivayetler, hadîsin zayıf olduğunu ortaya koymaz, yani böyle bir te'sir meydana getirmez. Nitekim Usûlcula-rm da görüşü böyledir, demiştir. Çünkü iki rivayetten biri diğerini yalanlamamaktadır.

Müctehid imamlar ise hadîsin zayıf olduğunu dikkate alarak onunla istidlal ve ihticacda bulunmamışlardır. Ancak İmam Şafiî ile îmam Ahmed bir rivayette hadîsle ihticac etmişlerse de sonra bundan vazgeçtikleri tesbit edilmiştir. İmam Şafiî, Kavl-i cedîd'de keffarete gerek olmadığını zaten belirtmiştir. Nitekim el-Ümm'de, «Eşi aynalı iken ona cinsel temasta bulunması haramdır; kan kesil­dikten sonjra kadın gusletmedikçe, su yoksa teyemmüm etmedikçe

ona yaklaşması helâl olmaz, demiştir.[502] Keffaret'ten söz etme­miş, söz etmeye de lüzum görmemiştir.

Tirmizî'nin yaptığı rivayette hadis şu lâfızla nakledilmiştir : «Kan kırmızı olduğu zaman bir dînar, sarı olduğu zaman yarım dînar tasadduk edilir.»

Ahmed bin Hanbel'in yaptığı bir rivayette ise, şöyle denilir : «Peygamber (a.s.) Efendimiz, ayhalinde iken cinsel temasta bulu­nursa bir dînar, kan kesilip hayız süresi sona erince gusletmeden cinsel temasta bulunursa yatım dînar tasadduk eder...»

Tirmizî'nin rivayet ettiği hadîsi aynı zamanda Beyhakî, Tabe-rânı ve Darekutnî de rivayet etmişlerdir. Ebu Ya'lâ ile Daremi de aynı rivayeti nakletmişlerdir. Ne var ki, bir kısmı Süfyan, bir kıs­mı da Ebu Cafer er-Râzî tarikiyle rivayet etmiştir. Ebu Cafer ise Abdülkerîm'den rivayet etmiştir ki bu zat hakkında ihtalâf edilmiş­tir. Hattâ onun «metrukü'l-hadîs» olduğunu söyleyenler çoğunluk­tadır. Süfyan ise Hasîf den o da Ali b. Sezîme'den rivayet etmiştir ki, Ali hakkında hayli görüşler ve sözler ortaya konmuştur.

O halde Tirmizî'nin rivayet ettiği bu hadîsle ihticac uygun de­ğildir. Nitekim müctehid imamlar ona itibar etmemiş ve ihticaca sâlih görmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği de öyle...

Nitekim rivayetlerin çokluğu karşısında keffaret nisbeti hakkın­da da farklı görüşler ortaya çıkmıştır: el-Hasan ve Saîd'e göre, bir köle azâd edilir, bazısına göre, bir dinar, bazısına göre yarım dînar O bakımdan da şu ilim adamları ve müctehidler bu rivayetlerin hiç­birini delil ve mesned seçmemişlerdir: Atâ', ibn Ebî Müleyke, Şa'bî ,Nahaî, Mekhûl, Zührî, Rabı'a, Hammad b. Ebî Süleyman, Eyyub Sahtiyanı, Süfyan Sevrî, Leys b. Sa'd, İmam Mâlik, İmam Ebu Ha-nîfe ve Sahih tesbite göre, îmam Şafiî ve iki rivayetten birine gö­re, îmam Ahmed b. Hanbel ve Seleften önemli bir cemaat...

Vâcib olan tek şey, adamın işlediği bu büyük günâhtan dola­yı tevbe ve istiğfar etmesidir.[503]

 

Loğusalık ve Bunun Ötesi

 

Yeni ççicuk doğuran kadına «loğusa» denir. İslâm, bu durum­da olan kaçjınlar için birtakım şer'i hükümler koymuştur, bir kısmı koruyucu hekimlikte, bir kısmı ibâdetle ilgilidir. O bakımdan İslâm fıkhında gerek ayhaliyle ilgili meselelere, gerekse loğusayla alâkali konulara geniş yer verilmiş ve özel bablar konulmuştur.

İlgili hadîsler :

Ali b. ;Âbdülalâ'dan, o da Sehl'den (ki bu zatın asıl adı, Kesir b. Ziyad'dır), o da Messe el-Ezdiyye'den, o da Ümmu Seleme'den (r.a.) rivayet etmiştir. Ümmu Seleme demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.) Efen­dimiz zamanında loğusa olan kadınlar kırk gün otururlardı. Bizler de yüzümüzde kırmızıyla siyah arasında susam taneleri gibi beli­ren (allerjiden dolayı) yüzümüzü v e r s ile sıvardık, (yani yüzü­müze versjsürerdik).»[504]

Enes (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,' loğusa olan kadınlara kırk gün vakit belirledi. Ancak bu süreden önce temizlenirse o başka...»[505]

Hadîslerin  açık delâletinden şu hükümler çıkmaktadır :

1- Loğusa kadın en çok kırk gün bekler. Yani bu süre içinde namaz kılmaz, oruç tutmaz, tavaf yapmaz, Mescide gidip oturmaz ve cinsel temasta bulunmaz.

2- Loğusa kadınların yüzünde beliren bir takım allerjik belir­tiler üzerine güzel kokulu vers veya kimyasal maddeler sürmekte bir sakınca yoktur.

3- Kadın doğum yaptıktan sonra kırk günden Önce kan kesi­lir temizlenirse, o takdirde gusledip namazını kılmava, orucunu tut­maya başlar.

Hadîslerin ışığında müctehici imamların görüş, tesbit ve ihticac-lari:

a)   Hanefîlere göre:

Loğusalığın en azı için belirlenmiş bir vakit yoktur. En çoğu ise kırk gündür. Kırk günden önce kan kesilip temizlenirse, gusledip namazını kılar, orucunu tutar. Ancak dikkat edilecek bir husus var:

Loğusa'nın kanı kırk günü aşar da daha önceki doğumlar­da belirlenmiş bir süresi varsa, ona çevrilir, yani ona göre amel eder. Adetini aşan günleri istihaza kanı sayılır. Belli bir âdeti yok­sa, kırk günü loğusalık dönemi sayılır, fazlası istihaza olarak he­saplanır.[506]

b)  Şâfiîlere göre:

Loğusalığın en az süresi bir lahza, birkaç dakikadır, en çok sü­resi ise, altmış gündür. Genellikle kırk gün sürer. Ayhali günlerin­de kadına neler haramve yasaksa, loğusaya da aynı şeyler haram ve yasaktır. Altmış günü aşarsa, artık loğusa kanı değil, istihaza kanı kabul edilir ve ona göre amel edilir[507]

c)  Hanbelilere göre:

Loğusalığın en az süresi için belirlenmiş bir vakit yoktur, bu birkaç dakika da olabilir. En çok süresi kırk gündür.

Loğusa kırk gün dolmadan kanı kesirlirse, hemen temizlenmiş sayılmaz, bu bir tam gün devanı ederse, o takdirde loğusalığın sona erdiğine hükmedilir. Kırk günü aşarsa, artık aşan süre loğusalık değil istihaza kanı sayılır. Kırk gün dolmadan kan kesilir ve bir gün devam ederse, o takdirde kadın gusledip namazı kılmaya, ramazan ise oruç tutmaya başlar; ancak kırk günü dolmadan kocasının onunla cinsel temasta bulunmaması müstehabdır.[508]

d) Mâlikîlere göre :

Loğusalığın en az süresi bir lahzadır, en çok süresi altmış gün­dür. Ondan fazlası istihaza kanıdır.[509] îbn Kasım'm tesbitine göre İmâm Mâlik, loğusalığın en çok süresine bir sınır koymaktan vazgeçtiği anlaşılıyor.[510]

e) Leys b. Sa'd'a göre, en çok süresi yetmiş gündür.

Hanbelîlerin dışında diğer üç mezhebe göre, ençok süresi dol­madan kan kesilirse, o takdirde kocasının onunla cinsel temasta bu­lunmasında bir kerahet yoktur. Ahmed b. Hanbel'e göre, kırk gün geçmedikçe temasta bulunması caiz değildir.[511]

Diğer rivayetler ve tahliller :

Ümmu Selem'den  Cr.a.)  yapılan rivayette, demiştir ki :  «Resû-lüllah  (a.s.)  Efendimiz loğusa kadınlar için kırk gün belirledi.»[512]

Yukarıdaki hadîsi Ebu Dâvud, Tirnıizî ve İbn Mâce, Kesir b. Ziyad Ebi Sehl hadîsinden rivayetle, Kesir şöyle demiştir: «Messe el-Ezdiyye bana haber verdi, o da Ümmu Seleme'den rivayet etmiş­tir; Ümmu Seleme şöyle demiştir: «Peygamber (a.s.) Efendimiz'in kadınlarından bir kısmı loğusalıktan dolayı kırk gün veya kırk ge­ce otururlardı ve biz de yüzümüzü, beliren allerjiden dolayı vers ile sıvardık.»

Ebu Dâvud burada şu fazlalığa yer vermiştir: «ResûlüUah (a.s.) Efendimiz loğusanın kılamadığı namazları kaza etmesini emret-mezdi...»

Tirmizî, Buhari'nin bu hadîsle ilgili şöyle dediğini kaydetmiştir: «Ebu Sehl sıka (güvenilir) dir, bu hadîs ise ancak onun rivayetinden bilinmektedir.» Hakim de kendi Müstedrek'inde rivayet etmiş ve «isnadı sahihtir» demiştir. Buharı ve Müslim bu hadîsi tahric etme­mişlerdir. Darekutnî ile Beyhaki kendi Sünen'lerinde rivayet etmiş­lerdir.

Abdulhakk, kendi Ahkâm'mda diyor ki: «Bu baptaki hadîsle­rin hemen hepsi ma'lüldür, ancak Messe el-Ezdiyye'nin hadîsi müs­tesna...»

îbn Kattan ve diğer birkaç ilim adamı, Messe el-Ezdiyye'nin hadisi üzerinde durmuş ve ResûlüUah (a.s.) Efendimiz'in eşlerinden sadece Hz. Hatice doğum yapıp loğusa olmuştur. Bir de Mısır'dan gönderilen Mâriye, İbrahim adında bir erkek çocuğu doğurmuş ve dolayısıyla loğusa olmuştur. Hz. Hatice (r.a.)'nin nikâhı, yani Resû­lüUah (a.s.) Efendimizle evlenmesi, Hicret'ten öncedir. Mâriye ise Hicret'ten sonradır. O  halde hadiste  «ResûlüUah'm kadınları»   sö-

zünden maksat, kızları olabilir, demişlerdir. Bu bakımdan hadîsi ma­lûl saymışlar, İbn Hibban ise Kitabu'Duâfaa'da sözü edilen hadî­si malûl olarak vasıflandırmıştır ki, sebebi Kesir b. Ziyad'dır. Çün­kü bu zatın düzensiz birtakım rivayetler yaptığı bilinmektedir. O halde yalnız kaldığı rivayetlerinde onun hadîsiyle ihticac etmemek daha uygundur, şeklinde bir ifade kullanmıştır.[513] Diğer bir tesbite göre, «onun münferid kaldığı rivayette mücanebete (çekilip uzak durma), müstahik olduğu» şeklinde bir anlatıma yer vermiş-tir.

1044 nolu Enes (r.a.) hadîsine gelince, Darekutnî onu kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve Humayd'den ancak Selâm rivayet et­miştir ki o da zayıftır, demiştir. İbn Mâce de kendi Sünen'inde Se-lâm'dan sadece bu hadîsi rivayetle tahrîc etmiştir.

Ebû Bilâl el-Eş'ârî, Ebu Şihab'dan, o da Hişam b. Hasan'dan, o da el-Hasen'den, o da Osman b. Ebî As'daıı rivayet etmiştir. Osman diyor ki «ResûlüUah (a.s.) Efendimiz, kadınlara loğusalıklarında kır gün belirlemiştir.»

Hâkim diyor İd : «Eğer bu isnadın Ebu Bilâl'dan yapıldığı kabul edilirse, o halde hadîs mursel ve sahihtir. Çünkü el-Hasen, onu Os­man b. Ebî As'dan işitmemiştir.»

Darekutnî ise, kendi Sünen'inde Ebu Bilâl el-Eş'ârî'nin zayıf ol­duğunu belirtmiştir.[514]

ibn Adiy'yin el-Kâmü'de yaptığı rivayette, Mekhul'den, onun da Ebu Derdâ ile Ebu Hüreyre'den yaptığı rivayette, ResûlüUah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemişlerdir : «Loğusa ka­dın kırk gün bekler. Ancak bundan önce temizlenirse (beklemesi­ne gerek yok.) Kırk güne ulaştığı halde temizlenmezse» o takdirde gusleder ve o kadın müstehaza sayılır.»

Alâ! b. Kesîr'in zayıf olduğu, Buharî'den duyulmuştur. Nesâî de aynı görüştedir. İbn Maîn ve İbn Medenî gibi Hadıy âlimleri de onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir.

Zehebi, Mîzan'da bu zat üzerinde durup geniş bilgi vermiştir. Hadîs âlimlerinin çoğuna göre, «münkerü'l-hadîs» olduğu kesindir. O bakımdan yaptığı rivayetle ihticac edilmez.[515]

Şevkanî de sıraladığımız rivayetlerden üçü üzerinde durup ge-Iş bilgi vermiş ve hadîsler üzerinde yapılan araştırma ve tesbitleri smen açıklamıştır.[516]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1-  Loğusalığın en az süresi için bir sınır, bir vakit belirlenme-iştir, bu bir lahza veya birkaç dakika da olabilir.

2-  Kadın doğum yaptıktan    hemen sonra kan kesilir de gel-Lezse, o takdirde şer'î loğusalık   süresi sona ermiş kabul edilir ve adın guslederek namazını kılmaya, orucunu tutmaya başlar.

3-  Loğusalığın en çok müddeti kırk gündür.    îmam Şafiî bu-un altmış gün olduğunu söylemiştir.

4-  Kırk günü aşarsa, o takdirde aşan kısım istihaza kanı sa-ılır ve kırk günün bitiminden sonra kadın gusledip namazını ku­raya, orucunu tutmaya başlar.

Kadın daha Önce iki doğum yapmış ve. loğusalık süresi her kişinde de kırk günden az bir süre devam etmişse, üçüncü doğu-nunda loğusalık süresi önceki süreyi aştığı takdirde, kadın ilk iki loğumundaki süreyi esas kabul edip ona göre gusleder ve namazını olar. Ancak kırk gün dolmadan cinsel temasta bulunmaz. (Bu 'mam Ahmed'e göredir).

6- Loğusa kadının loğusalık süresinin en çok altmış gün ve-fa yetmiş gün olduğu hakkında sahîh bir rivayet tesbit edüememiş-:ir. Ibıı Kudame bu mesele üzerinde durmuş ve kırk günle ilgili ri­vayetleri sıraladıktan sonra bunda icma' vaki olmuştur, diyerek isabetine dikkatleri çekmiştir.[517]

 

 

 

 



[1] Buharî / Vudû' s 35, 48. Salat : 7,25. Cihâd; 90. Mağazî: 81. Libas i  10,11 Ahmed: 2/358. 4/139,179,239. 6/12,13,15,27.

[2] BuJıari / Vudû' ■. 35,48. Salat ; 7,25. Libas : 10,11. Müslim (Taharet: 12,57,60, fi.1.66. Tirmizî /Taharet: 70,71,73. Nesâî / Taharet: 15, 16,23,85,85.8?,93 98. İbn Mâce / Taharet •. 39,84,86,87,89. Dâremî / Mukaddime j 32 Vüdü' : 3. Ahmed   :   1/14,15,20,29,32,33,44,49,54,96.100,113*118,120,133,146,149,169,170.

[3] Ebû Dâvud / Taharet t 63. Ahmed t 4/247,254.

[4] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'-ş-Şerayi': 1/7.

[5] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'-ş-Şerayi' 11/7.

[6] Haşiyetü'l-Tahtâvî Alâ Merald'I-Felâh : 68,69.

[7] el-Ümm: 1/33.

[8] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/15

[9] Bu£yetü'l-mtisterşidîn» 24.

[10] eş-Şerhü'1-Kebir , 1/148. el-Muğni. 1/283.

[11] Bedayi'u's-Sanayi'   Fi-Tertibi'ş-Şerayi'   t   1/7.  el-Fikhu     Alâ'l-Mezahibi'l-Ar-baa t 1/137,138,139.

[12] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik , 1/59,60.

[13] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvtta'i Mâlik .. 1/60.

[14] NeylÜ'l-evtar. 1/210.

İmam Şafiî'nin el-Ümm kitabında îmam Mâlik'in mestler üzerine meshin cevazını inkaâr ettiğini belirtir anlamda bir kayde rastlayamadım. (Müellif)

[15] Fazla bilgi İçin bak •. Müslim Şerhi Nevevî'ye, mestleri mesh babana, el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa kitabının birinci cilt ilgili bölümüne ve Ney-lü'1-evtar'ın birinci cilt 209,210,211,212,213. sahifelerine... NOT, s îbn Ömer'den yapılan bu rivayeti başka bir tarikla konunun bag kısmında nakletmişdik, arada kelime ve cümle farkı var, mana farkı yok­tur,

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/2.269-274.

[16] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/2.274-275.

[17] Ahmed : 4/131 -5/281,288,439,440- 6/12,13,14,15.

[18] Ebu Dâvud - Ahmed : 4/244,248,250,251- 6/13,14.

[19] Sünen-i Sa'd b. Mansur

[20] Ebû Dâvud/Taharet : 61. Tirmizi/Taharet : 74,75. îbn Mâce/Taharet : 88. Âhmed : 4/252.

[21] Bedayi'u's-Sanayi Fi Tertibi1 ş-Şeray i1: l/ıo.

[22] Bedayi'u's-Sanayi': 1/10,11.

[23] Fethülvahhab bi-Şerhi1 Menheci't-Tullab : 1/16,17'den özetlenerek....

[24] eş-Şerhü'l-Kebir : 1/149.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/274-279.

[25] eş-Şerhü'l-Kebir ; 1/150,151

[26] el-MuğîÛ : 1/ 297.

[27] el-Muğru : i/298'den özetleyerek...

[28] el-Fıkhu  Alâl-Mezahibi'1-Arbaa   :   1/136'dan iktibas  edilmiştir

[29] Fazla bilgi için bak : Nasburraye : 1/188,189.

[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/279-280.

[31] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/280-281.

[32] Buhari/Vudû' ■: 33,34,49; Salat : 25, hacc •. 23,libas : ıı. Müslim/Taharet :79, cenâiz: 13. Ebû Dâvud/Taharet ■. 60,63, menasik : 31.  

[33]  Müsned-i Hümeydî: Muğîre b. Şu'be (r.a.)'den.

[34] Ahmed ; 4/247,254. Ebû Dâvud/Taharet: 63.

[35] Ahrned : 1/33, 118, 213- 6/110

[36] Hâşiyetü't-Tahtavî Ala Meraki'1-Felâh : 68

[37] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' : 1/9.

[38] Fethülvahhab bi-Şorhi Menheci't-Tullab : 1/16. - esSiracü'l vahhac  :. 18

[39] eş-Şerhü'1-K.ebîr 11/152.

[40] el-Muğni :   1/284,285'den özetlenerek nakledilmiştir. Muvatta' : 1/58.

[41] el-Fıhu alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa : 1/139

[42] Neylü'l-evtar : V215'den özetlenerek...

[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/281-284.

[44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/284.

[45] Müslim/Taharet : 85. Ebû Dâ-vud/Taharet : 61. Tirmizi/Taharet -. 71. Nesâî/ Taharet e 96,97,98,112,113. îbn Mâce/Taharet : 86. Dâremî/Vudû' : 42. Ahmed 1/96, 100. 113, 118,  120, 133. 146,149-2/27   -   4/240   -   5/213,214.

[46] Ahmed :   1/96,   100,   113,  118,   120, 133, 134, 146, 149; 2-27, 4-240 5-213 Ebû Dâ-vud / Taharet: 85 Tirmizi / Taharet: 71.

[47] Bedayi'u's-Sanayi' Fi T,ertîç Şerayi' , 1/8 HâçiyetÜ't-Tahtâvî Alâ Meraki! -felah - 70

[48] Hâşiyetü't-Tahtâvî * 69,70

[49] Fethülvahhab   bi-Şerhi Menheci't-TuHâb <  1/16,17'den     özetlenerek iktibas edilmiştir

[50] el-Muğnî ı289

[51] el-Fıklıu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa . 1/144

[52] Ebû Dâvud — el-Muğnî ı 1/289.

[53] Fazla bilgi için bak : Bedayfu's-Sanayi ; 1/8. — eş-Şerhü'1-Kebîr •. 1/156,157.

[54] Şerhu Meâni'1-Asâr 11/79.

[55] Şerhu Meâna'1-Asâr 11/80.

[56] Şerhu Meâni'1-Asâr ı .1/81.

[57] Neylü'l-evtar , 1/216'dan özetlenerek...

[58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/2285-291..

[59] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/291.

[60] Ebû Dâvud / Taharet: 63. Tirmizî / Taharet: ? Ahmed : 4/247, 254.

[61] Ebû Dâvud / Taharet: 63. Nesâî / Tahareti 58. İbn Mâce / Taharet -. 52. Ahmed: 1/95,114.

[62] Nesâî dışında beşler bunu rivayet etmiştir. Tirmizî / Taharet s 72'de riva­yeti nakledip hadîsin ma'lûl olduğunu söylemiştir

[63] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa * 1/142

[64] el-Pıkhu Alâ'l-Meahibi'l-Arbaa, 1/142.

[65] Fethü'l-allâm   1/36.

[66] Zahirî  itibariyle  kusursuz  gibi   görünse  de  sıhhatini zedeleyen bir veya birkaç kusuru  olan  hadîs'e,   «muallel hadîs»   denir.

[67] Fazla bilgi için bak • Fethü'l-allâm : 1/37

[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/291-295.

[69] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/295.

[70]Buhaıl/Hiyel : 2, vudû' : 2. Müslim/Taharet : 2. Ebû Dâvud/ Taharet , 31.

Tirmizî/Taharet: 56. Ahmed = 27308,318.

[71] Ahmed b. Hanbel - Tirmizî/Taharet s 64.

[72] İbn Mâce/îkaamet; 137. Dâre-Kutnî.

[73] Dâre-Kutnî ■. Enes (r.a.)'den.

[74] Kâsânî'nm naklettiği bu hadîs üzerinde hayli durulmuştur. Bak : Bedayiı 1/24.

[75] Ahmed»1/256. Taberânî/Taharet 110

[76] es-   Siracülvahhac   ŞerhÜn Alâ  Metni'I-Minhac   ı  11,12.  Fethü'l-vahhab Şerhi Menheci't-Tullab t 7'den özeltlenerek

[77] eî-Muğnî * 1/160,161'den özeltlenerek...

[78] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa * 1/80,81.

[79] el-Muğnî ,, 172,173,174'den Özetlenerek...

[80] Geniş bilgi için bak : Mîzanü'I- î'tidal ■, 2/196-3427 nolu Süleyman...

[81] Mîzanül-İ'tidal; 4/6 - 8056 Nolu Muhammed

[82] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/295-302.

[83] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/303.

[84] Ebu Dâvud/Taharet : 79. İbn Mâce/Taharet : 62.  Dâremî/Vudu' .  48.  Ah­med : 4/98.

[85] Ahmed t 1/111. Dare-Kutnî.

[86] Tirmizî/Taharet s 71. Nesâî/Taharet s 97. İbn Mâce/Taharet ; 62. Ahmed b.

[87] Bedayi'u's-Sanayi fi Tertibi'ş-Şerayt' 11/30,31

[88] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa, 1/80,81

[89] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa»1/80,81.

[90] Ebû Dâvud/Taharet ı 79. Ahmed : 3/239.

[91] Beyhakî...

[92] Neylü'l-evtâr * 1/225,226

[93] Müsned-i Ahmed.

[94] Fazla bilgi için bak : Nasburraye j 1/44,45

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/303-308

[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/309.

[96] Nisa, Süresi .43

[97] Ebu Dâvud - Nesâî/Taharet •. 120. Ahmed : 6/62.

[98] Alımed b. Hanbel - Dâre-Kutnî : Muâz b. Ceb&l (r.a.) 'den

[99] Nesâî/Taharet. 119, Kıble : 10.

Ayrıca bu hadîsi az değişik lafızla/Buharî/Salat ■ 22,103, vitir : 3. Müslim/ Salat : 267. Ebû Davud/Salat : 111. îbn Mâce/İkaame : 40. Ahmed -. 6/37,102, 199,200,231

[100] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' 11/30'dan özetlenerek

[101] el-Üntm : 1/15,16.

[102] Fethülvahlıab bi-Şerhu Menheci't-Tullab , 1/7,8.

[103] el-Muğnî   1/186,187.

[104] eş-Şerhü'I-Kebîr : 1/186.

[105] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa (1/83'den Özetlenerek...

[106] Geniş bilgi için bak : Neylü'l-evtar > 1/230,231,232,233,. Nesburraye t 1/60-70

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/309-314.

[107] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/314-315.

[108] Buharî/Ilİm : 53, salat s 9, hacc , 21. Müslim. Ebû Dâvud/Taharet : 69. Tir-mizî/Taharet i 61. Nesâî/Taharet -, 117. îbn Mâce/Taharet * 63. Ahmed : 2/223. 5/194, 6/406,407.

[109] Nesâî (Gusüı ; 30, İbn Mâce/Taharet > 63. Dâremî/Vudu' , 50. Ahmed ı 5/194 6/406.

[110] Nesâî/Gusül 130.

[111] Ahmed ■. 2/223,333. 4/220. 6-107. 5/194. 6-406

[112] ibn  Hibbân kendi Sahih'Mde, Tirmizî kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve «bu babda bu hadis rivayet edilenlerin en güzel ve en sahihidir,» demiş­tir. Ebu Cafer Tahavî bu hadis için : «isnadı doğru bir hadistir,   muztarib değildir. Büsre'nin hadisiyle çatışırsa da tercîha daha uygundur. Çünkü er­keklerin rivayeti daha kuvvetli kabul edilir. Fazla bügi  için bak : el-Bahrü'r-râik Şerhu Kenzi'd-dakaik ■.   1/45,48.

[113] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/8.

[114] Fazla bügi için bak i Fethülvahhab - 1/8. es-Siracü'lvahhac : 12

[115] Geniş bilgi için bak : el-Muğnî ı 1/178,179.

[116] el-Muğnî .;.. 1/180

[117] el-Fıkhu  Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa s  1/85'den Özetlenerek...

[118] Tenvîrü'I-Havâlik • 1/64,65.

[119] Şerhu Mâânf 1-Asâr 11/76

[120] Fazla bilgi için bak ı Neylü'l-evtâr s 1/234,235

[121] Darekutnî...

[122] Fethü'l-allâm 11/42'den özetlenerek

[123] Darekutnî tahrîc etmiştir.

[124] Mîzanü'l-İ'tidal k 2/571 - 4900 nolu Abdurrahman...

[125] Neylü'l-Evtar i l/236'dan özetlenerek...

[126] Mİzanü'I-I'tidâl 11/331 -1250 nolu Bakıyye

[127] Şerhu Maâni'1-Asâr ■. 1/79.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/315-322.

[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/322.

[129] Müslim/Hayz ■. 97. Ahmed : 5/106

[130] Ebû Dâvud/Taharet. 71. Ahmed :5/86,88,92,98,100,106,108.

[131] Müsned-İ Ahmed •. 5/86,88,92,98,100,101,106,108

[132] el-Muğnî t 1/187

[133] Beyhâkı kendi Sünen'inden : tbn Abbas (r*a.) 'dan

[134] Neylü'l-evtar t 1/237 İmam Şafiî, deve etinden ve diğer ateşte pişirilmiş yemeklerden dolayı abdestin bozulmayacağını söylerken Süfyan b. Uyeyne tarikiyle rivayet edilen şu hadîsi hüccet olarak göstermiştir ■. «Resûlüllah (a.s.l koyunun kürek kısmını yedikten sonra kalkıp namaz küdı, abdest almadı» (el-Ümm t 1/21.

[135] Fethü'l-allâm ı 1/44.

[136] Müslim/Hayz ■. 90. Ebû Dâvud/Taharet i 75. Tirmizî/Taharet : 58. Nesâî/Ta-haret : 121,122. İbn Mâce/Taharet , 65. Dâremî/Vudû' s 59. taharet : 22. Ah-med : 1/264, 272. 2/285, 271, 427, 470.  5/184, 188, 189, 190.

[137] Fethü'l-allâm : 1/44

[138] Neylü'levtar * 1/239.

[139] Fıkhü's-Sünne »1/55.

[140] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/62,63.

[141] Şerhu Maâni'1-Asâr » 1/63,64.

[142] Şerhu Maâni'1-Asâr s ı/67-7l

[143] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa , 1/87.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/323-329.

[144] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/329.

[145] Müslim/Taharet :  1. Ebü Dâvud/Taharet t 31. Tirmizî/Talıaret : 1. Nesâi/ Taharet : 103. zekât • 48. İbn Mâce/Taharet : 2. Dâremî/Vudû' . 21. Ahmed: 2720,39,51,57,73, 5/74,75.

[146] el-Esrem Dârekutni.

[147] Hakim, Beyhakî, Taberani

[148] Nesâî/Menasik :  138. Dâremi/Menasik :  32.  Ahmed s 3/414. 4-64.  5-377.

[149] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi, j 33.

[150] Vâkı'a süresi t 79.

[151] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi' ,, 33, 34

[152] Hakim bu mealdeki hadîsi Müslim'in şartı üzere rivayet etmiştir.

[153] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb , 1/8.

[154] Fethülvahlıab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb  : 1/8. -Minlıacü't-Tâlibîn : 3.

[155] el-Muğnî i 1/147.

[156] el-Muğnî . 1/14.7,148'den özetlenerek...

[157] Ebû  Dâvud/T^haret - Müsned-i Ahmed =  Abdullah b. Hanzele el-Ansârî'- den.

[158] Buhari/Vudû1 : 54. Ebû D&vud/Taharet : 65. Tirmizi/Tahar&t : 100. İbn Mâce/Taharet  :   12. Dâremi/Vudû'  : 3,46.  Ahmed  :   3/132,154,260. 5/301.

[159] Ahmed : 1/80, 120, 214, 221, 366 - 2/28, 94, 231, 245, 250, 259, 287, 313, 384, 400, 429, 433, 473, 496, 502, 517, 531 - 3/442 - 4/114, 116 - 5/193, 410 - 6/150, 325, 429.

[160] Fazla bilgi için bak  :  Nastmrraye li-Ahadisi'1-Hidâye :   1/197, 198.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/329-336.

[161] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/336-337.

[162] Buhari/Gusül : 23,27. Hayz : 2. Ezan : 25. Savm : 22,25. Müslim/Taharet : 97, hayz : 21,24,115,116. Ebû Dâvud/Taharet : 87.79,100. Tirmizî/Savm : 62. taharet : 87. ibn Mâce/Taharet : 80,89,103,104. Siyam - 27. Nesâi/Taharet : 138,162,165,171. Ahmed   ;   1/25,35,44. 2/17,36,102.

[163] Kütüb-i sitte...

[164] Müslim/Ahmed b. Hanbeî , 6/102,119,192,279.

[165] Ebû Dâvud/Taharet: 88. Tirmizî/Tabaret: 78. Müsned-i Ahmed...

[166] Beşler rivayet etmiştir. (Buhari hâriç).

[167] Bedâyi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi'. 1/38'den özetlenerek...

[168] el-Muğnî . 1/146.

[169] el-Muğnî : 1/146.

[170] Muvatta' (Vudu'ü'I-cünüb faslı. Tenvîrü'l-Havâlik -. 1/67,68.

[171] Neylü'I-evtar 11/254.

[172] Fethü'l-allâm li~Şerhi Bülûği'I-meram ; l/6l.

[173] Mîzanü'14'tidal Fi-Nakdi'r -rical, 4/488- 9941 nolu Ebu shak...

[174] Ebû Dâvud/Taharet : 87,88. Müslim/Hayz : 22. Nesâî/Taharet : 162,164. İbn Mâce/Taharett 103,104. Taberânî/Et'ime : 36, vudû : 79. Ahmed . 6/102,119, 192, 279.

[175] Müsned-i Ahmed - Ebû Dâvud - Tirmizî...

[176] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/337-343.

[177] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/343.

[178] Buhan/Ilim : 51, vudû' : 34, gusül , 13. Müslim/Hayz - 17. Ebû Davudi/Ta­haret » 82. Nesât/Taharet :  111,119, gusül  t 28.  Ahmed  s   1/80,82,87407,111, 129,145. 6/5.

[179] Ahmed : 1/107.

[180] Buhari /Him : 50. tefsîr : 33, edeb : 93. Müslim/Hayz : 29,32,33. Ebû Dâvud/ Taharet : 95. Nesâî/Taharet : 130, nikâh - 52. İbn Mâce/Taharet : 107. Da-remi/Vudu'  : 76. Taberanî/Taharet    84.  Ahmed : 3/81,302. 6/309.

[181] Fetâvâ-yı  Hindiyye   :   1/14'den özetlenerek...  Şerhu Fethi'l-Kabîr :   1/40,41.

[182] Şerhu Fethi'l-Kedir   1/41

[183] Bu  tarif, şâfM fukahasma aittir.  Müfessirler ise bu iki tabir üzerine çok farklı görüş   ve yorumlar ortaya koymuşlardır.

[184] Fethülvahhab  bi-Şerhi  Menhecn-Tullâb   :  ü/ia.   Minhacü't-tâlibın  ve   um-detü'l-muftîn : 5.

[185] Fetfmlvahhab  bi-Şerhi   Menheci't-Tullâb   :   1/18.   Minhacü't-talibin ve   um-detü'l-Müftîn :. 5.

[186] el-Muğnî; l/199'dan özetlenerek...

[187] el-Fikhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa -. 1/109."

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/344-347.

[188] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/347-348.

[189] Buharî/Gusül : 28. Müslün/Hayz : 87,88. Sbû Dâvud/Taharet : 83. Nesâî-Taharet : 128. îbn Mâce/T&haret : 111. Dâremî/Vudu' : 75. Ahmed ; 2/234, 383,347,471,520. 6/47,112.

[190] Buharî/Gusiü : 28.  Müslim/Hayz :  87,88. Ebû  Dâvud/Taharet ; 83.  Nesâi-Taharet : 128. îbn Mace/Taharet : 111. Dâremî/Vudu' : 75. Ahmed • 2/234, 393,347,471,520. 6/47,112.

[191] Şerhu Fethi'l-Kadir 11/43.

[192] Yukarıdaki hadîsi tbn Mace/Taharet  .  lll'de,     Ahmed s 2/178'de  rivayet etmiştir.

[193] es-Siracti'1-vahhac Ala Metni'l-Minhac t 20.

[194] el-Muğnî i 204,205'den özetlenerek...

[195] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa * 1/106.

[196] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhtin Alâ Muvatta'i Mâlik : 86'67'den özetlenerek...

[197] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/53.

[198] Şerhu Maâni'1-Asâr :. 1/54.

[199] Şerhu MaânTl-Asâr i 1/54.

[200] Tahavî-Şerhü Maani'l-Asâr: 1/55.

[201] Tahavî - Şerhü Maâni'1-Asâr. 1/55.

[202] Tahavi- Şerhü maani’- Asar :1/57

[203] Nasburraye li-Ahadîsi'1-Hidâye * l/82,83'den özetlenerek...

[204] Şerhu Maâni'1-Asâr 11/56. 

[205] Fethülâllam li-Şerhi Bülûği'I-Meram t 1/58'den özetlenerek...

[206] Müslim/Hayz : 81. Ebû Dâvud/Taharet : 83. Tirmizî/Taharet -. 81. Nesâî/Ta-haret = 131. İtan Mâce/Taharet . 110.    Dâremî/Vudu' -. 74. Ahmed : 3/29,36-

5/115,116,416.

[207] Sahîh-i Müslim

[208] Müsned-i Alımed.

[209] Müsned-i Ahmed.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/3.48-354.

[210] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/355.

[211] Nesâi - Ahmed b. Hanbel ( Havle (r.a.)'dan.

[212] Ahmed -. 6/309.

[213] Ahmed : 6/256. Ebû Dâvud/Taharet -. 94. Tirmİzi/Taharet : 82. İbn Mâce/Ta-haret: 112. Daremi/Vüdu' t 77.

[214] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şevayi' (1/36.

[215] Şerhu Fethi'l-kadîr ı 1/42.

[216] Fethüivahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab 11/18.

[217] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa ı 1/109,

[218] el-Muğnî , 1/202. Fikhü's-Süiuie : 1/65,66.

[219] el-Muğnî t1/203.

[220] Fethü'l-allâm : 1/59.

[221] Mîzanü'l-Î'tldal : 2/465 - 4472 nolu Abdullah maddesi...den\özetlenerek...

[222] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/355-359.

[223] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/359.

[224] Buharî/Salat = 76. Müslim. Nesâî/Taharet : 125,126. Tirmizî/Cumua : 72. Si­dir, güzel kokulu buharlardan bir cinstir

[225] Ahmed s 5/161.

[226] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi, i 1/35.

[227] Fetâvâ-yı Hindiyye : 1/18 - Guslü gerektiren sebebler bölümü

[228] el-Bahrü'r-raik : 1/68. Gusül bahsi...

[229] el-Ümm 11/38 - Guslü gerektiren sebebler bölümü...

[230] el-Muğnî    1/207-208'den özetlenerek...

[231] el-Muğnİ   1/207.

[232] el-Müdewenetü'l = Kübrâ ı 1/32,

[233] Ahmed * 4/199204,205

[234] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/359-363.

[235] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/363.

[236] Bulıarî/Vudu' : 63, hayız : 8,1». Müslim/Hayız •. 62,63. Ebu Dâvud/Taharet: 107,108,109,110,  Tirmizî/Tftharet :   93,96.   Nesâî/Taharet ■   133,134, hayız   :  2, 4,0.  İbn Mâce/Taharet ı 115,116. Taberânî/Taharet s 104. Ahmed j 6/82,187, 194,464.

[237] Bakara Sûresi î 222.

[238] Bedayfu's-Sanayi, fi-Tertibi'ş-Şerayi', 1/38.

[239] Fethülvahhav bi-Şerhi Menheci't-Tullâb : 1/24.

[240] el-Ümm : 159'dan Özetlenerek...

[241] el-Muğnîı 1/209.

[242] el-Muğnîı 1/209.

[243] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :, 1/109...

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/363-365.

[244] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/365-366.

[245] Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce : Ali (r.a.)'den,

[246] TİTOlizî/Taharet: 111. Ahmed : 1/83,84,398,403.

[247] İbn Mâce/Taharet   10S. Ttrmİzî/Taharet: 98.

[248] Dârekutnî t Cabir (r.a.) 'den.

[249] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/37.

[250] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-T:ertibi'ş-Şerayi': 1/44.

[251] es-Siracü'-lvahhac Alâ Metni'l-Minhac t 1/31.

[252] el-Muğnî î 1/143,144.

[253] Geniş bilgi için bak : Mîzanü'M'tidal t 1/240,241 - 923 numaraya...

[254] Geniş bilgi için bak ; Neylü'l-evtar : 1/266.

[255] Mizânü'l-rtidal ı 4/6- 8056 nolu Muhammed b. Fazıl...

[256] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/366-369.

[257] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/369.

[258] Müslim/Hayız >. 11,12. Ebû Dâvud/Taharet i 103: Timıizî/Taharet: 101. Ne-sâî/Hayız ; 18. İbn Mâce/Taharet: 12. Daremî/ Vudu' ( 82,108. Ahmed i 2 /70-3/103-6/45,101,106112,114,173,179,214,229,243.

[259] Müsned-i Ahmed — Nesâî/Taharet; 173, hayız : 19.

[260] Sünen-i Saîd b. Mansûr ı Cabir (ı\a.) 'den.

[261] îbn Münzir :. Zeyd b. Eslem'den...

[262] Ebû Dâvud/Taharet î 92. İbn Mâce/Taharet: 126.

[263] İbn Mâce/Taharet. 127.

[264] Fetevâ-yı Hindiyye    1/38.

[265] es-Siracü'I-vehhac » 31

[266] Nisa sûresi; 43.

[267] Ebû Dâvud s Hz. Ayşe (r.a.)'den.

[268] el-Müdevvenetü'I~Kübrâ i Mürürül-Cünüb 11/32.

[269] Fazla bilgi için bak -. Neylü'l-Evtar s 1/265-270 Nasburraye , 1/194,195

[270] Ftkhü's-Sünne: 1/67,68.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/370-374.

[271] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/375.

[272] Buhari/Cumu'a : 2,3,5,6,12,26 -ezan : 161, şahadet: 18. Müslim/Müsafirîn 26,27 -cumu'a ı 1,2,4,6,8. Ebû Dâvud/Talıaret , 127,128. Tiı-mizî/Cumu'a : 29. Nesâî/Cumu'a : 7,8,11^3 -siyam: 81. îbn Mâce/İkamet : 78,80,83. Dâremî/ Salat : 190. Ahmed i 1/15,46,265,268,269,330 2/3,9^5,37,41,42,51,53,57. 3/60,66. 4/35. 5/363 6/289,310.

[273] Buharı - Muslini. Ebû Saîd (r.aJ'den...

[274] Buharî/Cumu'a :, 12, Enbiya . 54. Müsüm/Cumu'a ; 9. Ahmed ; 2/342

[275] BedayiVs-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi1 * 1/35-269,270.

[276] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tırllâb -. 1/77.

[277] el-Ümm * l/196;197'den Özetlenerek

[278] Nesâi ve Tjrmizî -. Semure b. Cüdeb'den (r.a.)

[279] Buharî ve Müslim j Ebû Hüreyre (r.a.Vden...

[280] el-Muğnî i 2/345,347.

[281] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibî'l-Arbaa . 1/403'den özetlenerek...

[282] el-Müdavvenetü'l-Kübrâ/Gusl'ü-Cumu'a < 1/145,146.

[283] Buharı ve Müslim s İbn Ömer (r.a,)'dan...

[284] Buharî/Vudu,   :   46. Müslim/Taharet  -.  8,12.  Ebû Dâvud/Taharet -.   32,57,128. Tirmizî/Taharet : 45, cumu'a ı 5. Nesâî/Cumu'a : 9. İbn Mâce/Taharet : 6, 47,73,139 İkamet -. 81,193. Daremî/Vudu1 ; 43. Ahmed : 2/98-    5/1,11,15.16,22.

[285] Buharî ve Müslim -. Urve'den...

[286] Ebû DâVud/Taharet i   125,127. Tirmİzî/Cumu'a s 4. Nesâî/Cumu'a :   10,12,19. îbn Mâce/îkamet , 80. Daremî/Salat , 195. Ahmed -. 2/209. 4/8-9.10,104.

[287] Altmed « 2/229,232,260,329,331,472,484.

[288] Sahîh-i Müslim t Ebû Hüreyre (r.a.)'den.

[289] Fethü'l-aliâm li- Şerhi Bülûği'l-Merâm :. 1/205.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/375-381.

[290] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/381-382.

[291] Müsned-i Ahmed - İbn Mâce t el-Fakih tr.a.)'den.

[292] Fetâvâ-yı Hindiyye ı 1/149.

[293] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb . 1/83.

[294] el-Ümm : 1/231'den özetlenerek...

[295] el-Muğnî : 2/370,371,

[296] Tenvirü'l-Hevâlik  ;   1/189.  -eI-Müdewenetü'l- Kübrâ/Saiatü'lideyn t  1/187-

[297] Neylü'l-evtar: 1/287.

[298] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/382-385.

[299] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/385.

[300] Ebu Dâvud/Cenâiz ; 35. îbii Mâce/Cenâiz  i8,  Ahmed:  2/280,433,454,472. 4/246.

[301] Ahmed, Dârekutnî, Ebû Dâvud : Mus'âb b. Şeybe (r.a-,)'den.

[302] Meraku'l-f elâh s 18.

[303] el-Ümm: 1/38.

[304] Beyhaki. İbn Hacer bu hadîsin hasen olduğuna dikkatleri çekmiştir.

[305] Beyhakî tahrîc etmiş, îbn Kacer haseıı olduğunu söylemiştir

[306] el-Hattb, Ömer (r.a.) hadîsi.

[307] Darekutnî, el-Hâkim, İbn Abbas (r.a.) 'dan merfu'ân rivayet etmiştir

[308] Darekutnî ve el-Hâkim tahrîc etmiştir.

[309] Mizanü'l -Ttidal j 2/301- 3830 nolu Salih b. Mukatil...

[310] imam Mâlik, el-Muvatta'dan rivayet etmiştir. Cenaze bahsi...

[311] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/385-389.

[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/389.

[313] Tirmizî/Hacc :, 16. Dâremî/Menasik » 6.

[314] Ahmed : 2/25,59. 6/236. Müslim'de az değişik bir lâfızla rivayet edilmiştir; Müslim/Hacc i 44,

[315] Müslim, Ebu Dâvud, tbn Mâce : Aişe (r.a.)'dan...

[316] îmam Şafiî rivayet etmiştir.

[317] Buharî» Müslim, Muvatta' ı İbn Ömer (ra.) 'dan...

[318] Bedayi'u's-Sanayi' fi- Tertibİ'ş-Şerayi, ı 2/143,144.

[319] Fetâvâ-yı Hindiyye : 1/224.

[320] Fetâvâ-yı Hindiyye : 1/228.

[321] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayf   2/151.

[322] Fethü'l-vahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb, 1/138,139.

[323] el-Muğnî i 3/271,272'den özetliyerek...

[324] el-Mufcnîı 3/368.

[325] el-Muğnîî 3/409.

[326] el-Fıkhu   Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :   1/642.   el-Müdewenetü'l-Kübrâ -.   1/360.

[327] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa , 1/651, 652.

[328] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa * 1/664.

[329] Mizanü'M'tidal. 2/527 4708 nolu Abdullah...

[330] Mîzanü'I-i'tidal ( 4/453-Ö821 nolu Yakub b. Atâ'...

[331] Nasburraye li-Ahadisi'l- Hidâye  3/17.

[332] Ibn Ebî Şeybe kendi Musannef'Inde : İbn Ömer'den...

[333] Geniş bilgi için bak j Nasburraye , 3/18.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/3.390-395

[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/395.

[335] Ebu DâvudVTaharet * 107,113,116,118 Savm : 80.

[336] Ebu Dâvud/Taharet t  107,113,116,118. Müsned-i Ahmed t 6/83,119,128,187,237.

[337] Ebu Dâvud/Taharet s 107,113,116,118. Savm -. 80.

[338] Bedayi'us-Sanayi' Fi-Tertibı'ş-Şerayi' t 1/44.

[339] Fetâvâ-yi Hindiyye 11/39.

[340] el-Ümm t 1/60.

[341] es-Siracü'l-vahhac: 31.

[342] el-Muğnî: 1/310,331 l'den Özetlenerek, el- Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l Arbaa.: 1/119,120'den Özetlenerek..

[343] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/120.

[344] el-Müdewenatü'l-Kübrâ/Hayız: 1/49.

[345] Fazla bilgi için bak : Neylü'l-evtar : 1/285. Mîzanü'I-i'tddal i 2/243- 3604 no­lu Süheyl b. Salih...

[346] Fazla bilgi için bak: Şerhu Meâni'1-Asâr. 1/98-107...

[347] Fazla bilgi için bak s Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye : 1/199-204...

[348] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/396-402.

[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/402-403.

[350]Fıkhü's-Sünne   1/86,89'dan özetlenerek...

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/403-404.

[351] Buharî/Ezan. ■. 51. Müslim/Salat . 90,92,95. Dâremî/Salat -. 44, Ahmed ( 2/52 6/251.

[352] Meraku'l-felâh s 18. Fetâvâ-yı Hîndiyye : 1/16- Gusül bahsi...

[353] el-Ümm -, 1/38. Guslü gerektiren şeyler bölümü...

[354] Buğyetü'l-müsterşidîn / Sünnet olan gusüller faslı: 28.

[355] el-Muğnî/Taharetİ bozan sebebler faslı: 1/172.

[356] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/Guslün sünnet olduğu umur faslı s, 1/119,120.

[357] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arljaa/Guslun sünnet olduğu umur faslı :, 1/110,120.

[358] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/404-406.

[359] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/406.

[360] Buharî - Müslim/Hayız ; 35, 37,57. Ebû Dâvud/Taharet -. 130. TabSrânî/Ta-haret : 70, cihâd i 50.

[361] Buharî/Gusül ■ 6, savm : 65, büyü' ; 98.   Müslim/Hayız t 39, mesacid ; 223, Ebû Dâvud/Taharet : 98. Nesâî/Gusül * 19. Ahmed : 1/321,346,367 - 2/19,116

[362] Bulıarî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî, Ahmed. Buharî/Gusül : 5,10 Ne-sâî/Taharetî İli

[363] Tirmizî/Taharet = 79. Nesâî/Taharet i 159, gusül : 24.  tbn Mâce/Taharet :

96. Ahmed: 6/68,192,253,258

[364] Nesâî/Gusül •. 28. Taberânî/Taharet :   58. Ahmed i 3/24,149 - 4/0,7,44.-5-80, 105 - 6/51.

 

[365] Petâvâ-yı Hindiyye / Guslün sünnetleri bölümü ; 1/14

[366] Fethülvahhab bi-Şerhİ Menheci't-Tullâb/Gusül babı i 1/18'den kısaltılarak..

[367] el-Muğnî/Gusül faslı -. V217.

[368] Tenvirü'l-havâlik Şehün Ala Muvatta'ı Mâlik t 1/66.,.

[369] Tenvîrü'l-havalik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik , 1/66.

[370] Geniş bilgi için bak : Neylü'l-evtar : 1/287

[371] İbn Ebi Şeybe ; İbn Ömer'den...

[372] Sahîh-i Müslim •. Ümm Seleme (r.a.)'dan...

[373] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/407-413.

[374] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/413-414.

[375] Müslim/Hayız •. 58, Ebû Dâvud/Taharet -. 99. Tirmizi/Taharet :  77. Nesâî/ Taharet i 149,160,

[376] Müslim/Hayız : s». îbu Mâce/Taharet s 108. Ahmed i 6/43.

[377] Dâremî/Vudu': 115,

[378] Ebû Dâvud/Taharet > 97. İbn Mâce/Taharet , 106. Ahmed -. 1/94,101,133. Dâ-remî/Vudû': 69. Ebû Dâvud/Tai med s 6/111,254

[379] Ebû Dâvud/Taharet = 97. Tirmizî/Taharet ; 78. İbn Mâce/Taharet ■. 106

[380] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tedtibi'ş-Şerayi' 11/34

[381] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb »1/19

[382] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahib'il-Arbaa»1/114.

[383] el-Muğnîî 1/228

[384] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa * i/113'den özetlenerek

[385] Mîzanü'l-i'tidal t 3/70,71- 5641 nolu Atâ*dan özetlenlerek...

[386] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/414-419.

[387] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/419-420.

[388] Ebu Dâvud/Hammaın : İ, vitir; 23. Nesâî/Gusül: 7. Ahmed : 4/224.

[389] Buharî/Gusül : 20. ^üslim/Hayiz j 75^ fezâil j 155,156. Ahmed : 2/315,515.

[390] Ahmed i 3/262

[391] Fetâvâ-yı Hindiyye i 5/327-329'dan özetlenerek...

[392] Sahîh-i Müslim...

[393] el-Muğnîs 1/231'den özetlenerek

[394] SaMh-i Müslim; Ümmu Hâni' (r.a.)'dan.

[395] Ebû Dâvud ; Behz b. Hakîm'den...

[396] Mîzanü'l-ı'tidal» 3/127 - 5844 nolu Ali b. Zeyd...

[397] Geniş bilgi için bak -. Neylü'l-evtar : 1/298

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/420-425.

[398] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/425.

[399] Buharı/Teyemmüm i 6,9. Nesâî/Taharet: 198,202. Ahmed ı 4/319,434.

[400] Ebû Dâvud/Talıaret *, 125. İbn Mâce/Taharet : 93. Ahmed : 1/370.

[401] Ahmed b. Hanbel, Dârekutnî, Ebû Dâvud ■. Amir b. Âs  (r.a.)'dan

[402] Buharı/Teyemmüm ■. 5,6.  Ebû Dâvud/Taharet ; 123. Tirmizı/Taharet * 92. Nesâİ/Taharet :  2,3. Ahıned .  5/146,147,155,180.

[403] Buharî/Teyemmüm : 1, salat : 56. Müslim/Mesacid ; 3,4,5. Ebû Dâvud/Sa^ lat : 24. Tirmizî/Mevakit -. 119, siyer : 5. Nesâi/Gusül s 26. İbn Mâce/TaJıa-ret ; 90. Dâremî/Salat ı 111, siyer : 28. Ahmed : 1/250,301. 2/222,240,250,412, 442,502. 3/304. 4/416.  5/145,148,161,248,259,383

[404] Müsned-i Ahme.d ı Ebu Ümame (r.a.) 'den.

[405] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi' -. 1/46'dan Özetlenerek...

[406] Bedaşjf'u's-Sanayi'   fi-Tertibi'ş-Şerayf   %  i/48'den kısaltılarak...

[407] es-SiracÜ'1-vahlıac  Alâ Metai'l-Minlıac  :   24,  26'dan kısaltılarak...

[408] el-Muğ^ıî • 1/233,234'den özetlenerek...

[409] el-Muğnî : 1/238,239'dan kısaltılarak... Mu'cemu'l-Fıkhî'l-Hanbeli : 1/17S.180. ( X )    el-Müdevvenetü'l-Küforâ/Teyemmüm: 1/44.

[410] Tenvirü'l-havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik •. 1/74,75

[411] Tenvîrü'l-havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik : 1/75.

[412] Neylü'I-evtar: 1/301.

[413] Mîzanü'l-i'tidal: 2/67-2834 nolu Zübeyir b. Hurayk.

[414] Mîzanü'l-i'tidal; :l/2O-39 nolu İbrahim b. îsmail...

[415] Nasburraye Ii-Ahadisi'1-Hidâye s 149,150'den kısaltılarak...

[416] Geniş bilgi için bak * Fethülallâm ; 1/65-67.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/426-436.

[417] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/436-437.

[418] Nisa sûresi ( 43 - Mâide sûresi s 6.

[419] Buharî, (Cenâiz -. 72, menakıb : 21, mağâzî : 27, cüıad s 122, ta'bîr , 11,22,40, i'tlsam   i. Müslim/Rü'ya: 22.

[420] Müslim/Mesâcid * 4,

[421] Şerhu Fethi'i-kadîr »1/8

[422] el-Ümm 11/50'den kısaltılarak.

[423] el-Mugnî t 1/247,248. Mu'cemü'I-Fıkhi'l-Hanbelî . 1/178.

[424] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa . 1/160. - Lüfcabu't-Tevîl i 1/356,357.

[425] Mizariü'l-i'tidal ; 3/435 - 7061 nolu Müsnî b. Sabah...

[426] Nasburraye * 1/109.

[427] Fıkhü's-Sünne   1/79.

[428] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/437-442.

[429] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/442-443.

[430] Ahmed : 4/263. Ebû Dâvud/Teyemmüm. İbn Mâce/Taharet ı 91.

[431] Tirmizî/Taharet    110.

[432] Buhari/Teyemmüm : 8. Müslim/ Hayz : 110. Ebû Dâvud/Taharet s 121. Ne sâî/Taharet, 198,201. Ahmed . 4/264,319,396.

[433] Darekutnî ı Ammar (r.a.)'dan.

[434] Ebû Dâvud/Taharet ı 122.

[435] Beyhakî rivayet etmiştir

[436] el-İhtiyar li-Ta'lil'il-Muhtar » 1/21.

[437] es-Siracü'1-vahhac Alâ Metni'l-Minhac t 29.

[438] el-Mugni :  1/244,245. - Mu'cemü'l-Fjkhi'l-Hanbeli : 1/177.

[439] el-Fiklıu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/163,164.

[440] Tenvirü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i  Mâlik  :   1/76. - el-Müdevvenetü'l-Kubrâ:l/42.  

[441] Şerhu ,;Maani'L-Asâr: 1/110,111.

[442] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/112,113,114'den iktibasen...

[443] Nasburrâye 11/155,156'den Özetlenerek...

[444] Fazla bilgi için bak = Mîzanü'l-İ'tidal, 1/57 - 189 nolu İbrahim

[445] Fazla bilgi için bak -. NeylÜ'l-evtar : 1/310,311.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/443-449.

[446] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/449.

[447] Ebu Dâvud - Nesâî/Taharet: 204 - Taberânî/Sefer : 78.

[448] el-Müdewenetü'l-Kübrâ/Teyemmüm 11/42.

[449] Bedayi'u's-Sanayi' Fî-Tedtibi'ş-Şerayi' Sı 1/53,54'den özetlenerek...

[450] el-İhtiyar U-TaÜli'l-Muhtar »1/21.

[451] es-Sİracü'I-vahhac   30.

[452] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tjıllab ı 1/22.

[453] el-Mu&ni : 1/252

[454] el-MuğnÎ! 1/272.

[455] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa . 1/165.

[456] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ/Teyemmüm : 1/42.

[457] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa • 1/165.

[458] Müsned-i Ahmed -- Tirmizî. Hadîs sahihtir.

[459] Müsned-i Ahmed - Ebû Dâvud - Nesâî - îbn Hıbban.

[460] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/449-453.

[461] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/453-454.

[462] Müslim-Ebû Dâvud - Nesâî - îbn Mâce •. Buharî/Tefsir : 4,10, Libas : 58.

[463] Ne^lü'I-evtar: 313,314.

[464] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/454-456.

[465] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/456.

[466] Buharî/Vudu' ; 63, hayz -. 8. Müslim/Hayz t 62,63. Ebû Dâvud/Taharet : 107,108,109,110. Tirmizî/Taharet ı 93,96. Nesâî/Taharet  i 133,134, hayz : 3,4,6.

Talak ı 74.  Ibn Mâce/Taharet s   115,116, Taberânî/Taharet  104. Ahmed  -. 6/82,187,194,464. Darenıî/Stmnet: 1.

[467] Müslim/Hayız  :  66. Ebû  Dâvud/Taharet •.  107.  Nesâî/Taharet :  134.  İbn-Mâce/Taharet : 115,116.

[468] Ebu Dâvud/Taharet . 107,109. Nesâi/Hayız  5.

[469] Ebu Dâvud/Taharet : 107. Nesâî/Taharet t 133, hacc : 57. İbn Mâce/Mena-sik s 12. Daremî/Vudu1  : 84. Taberânî/Taharet ■.  105. Ahmed -. 6/293,304,320 323,464.

[470] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi'»1/44.

[471] el-İhtiyar Li-Ta'Mi'l-Muhtar . 1/29.

[472] Minhacü't-Talibîn ve Umdetü'l-Müftîn = 7.

[473] el-Muğnîî 1/315.

[474] Tenvîrü'l-Havâîjk . 79-82'den özetlenerek...

[475] Geniş bilgi için bak , Neylü'l-evtar : 1/314-317.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/457-462.

[476] Ebu Dâvud/Taharet. 109,, 115. Nesâî/Taharet: 137, hayız , 6.

[477] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/462-463.

[478] Ebû Dâvud/Taharet :  109, 119. Tirmizî/Taharet :  95. îbn  Mâce/Tabaret   115. ;Ahmed : 6/439

[479] Neylü'l-evtar î 1/318.

[480] Mizanü'l-ftidal : 2/8S - 2919 nolu Züheyr. 2/269 - 3694 nolu Şerik.

[481] Ebu Dâvud/Taharet t 107,109,112,114. Tirmizî/Taharet i   94. Nesâî-T&haret: 134, hayz : 4. İbn Mâce/Taharet : 115. Dâremî/Vudu1 t 84,94.

[482] Ebû Dâvud/Taharet * 112,115. Taberani/Taharet = 107,lob Tirmizi/Taharet:

[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/463-467.

[484] Müslim - Nesâî - Ibn Mâce - Ebû Dâvud/Taharet s 102, nikâh : 46.

[485] Ebû Dâvud/Taharet   106.

[486] Buharı kendi tarikinde...

[487] Ebû Dâvud/Taharet •, 82. Ahmed = 1/14.

[488] Buharî-Müslim - Ebû Davud/Nikâh : 46 - Ibn Mace/Taharet: 121.

[489] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi :  1/44 - Fetâvâ-yi Hindiyye  ; 1/39.

[490] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb * i/26.

[491] el-Muğnî : 1/306. EI-Fikhu Alâ'l-Meezahibi'I-Arbaa -. 1/134.

[492] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa i 1/134.

[493] Tenvîrü'l-Havâllk Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik s 1/77.

[494] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik -. 1/77. eI-Müdeweaetü'l-Kübrâ/Hayy: 1/52.

[495] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/4467-471.

[496] Geniş bilgi için bak ; Neylü'l-evtar = 1/323,325. Fethülallâm :  1/74,75. Fık-hü's-Sünne: 1/85,06.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/471-472.

[497] Ebu D&vud/Taharet  ;   103,105, salat : 205.  Müslim/Taharet : 47. Tirmizi/ Taharet : 102,103. Nesâî/Taharet : 181, hayız : 9. Ibn Mâcre/Taharet : 123, 129. Daremî/Vudu1  :  112. Ahraed :   1/230,247,249. 5/8,14.

[498]   Fetâvâ-yı Htndiyye/Ahkâmtil-Hayz ve Nifaa : 1/39

[499] Mîzanü'l-Kübrâ; 1/107.

[500] îbn Mâce...

[501] el-Muğnî/Hayız: 1/335.

[502] el-Ümm: 1/59.

[503] Fazla bilgi için bak , Neylü'l-evtar , 1/326,327. Fethülallah/Hayız . 1/74,75.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/472-475.

[504] Ebu Dâvud/Taharet : 19. Tirmizî/T.aharet %  105. İbn Mace/Taharet '   128-Daremî/Vudu' * 99. Ahmed * 6/300,304,309.

[505] îbn Mâce/Taharet -. 128.

[506] Bedayi1 -Fetâvâ-yı Hindiyye i  1/40-  el-îhtiyar I-iTa'Iîlf 1-Muhtar t 1/30.

[507] es-Siracü'1-vahhac  , 33. Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tuîîâb :  1/29,,

[508] Mu'cemÜ'I-Fıkhi'l-Hanbelî ı 2/984 - Nifas maddesi...

[509] Mîzanü'l-Kübrâ/Hayiz :   1/108.  . el-Müdewenetü'l-Kübrâ î  1/53

[510] el-Müdevvenetü'1-Kübrâ/Nifas : 1/53.

[511] Mîzaıjü'l-Kübrâ/Hayiz   1/108.

[512] İbn. Mâce/Taharet 1128. Dâremî/Vudû' 198.

[513] Nasburraye Ii-Ahadisi'1-Hîdâye î Faslti'n-nifas ; 1/204,205.

[514] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye / Faslü'n-nifas »1/205.

[515] Mîzanü'l-I'tldal: 3/104 - 5740 nolu Ala'...

[516] Fazla bilgi için bak > Neylü'l-evtar 11/331,332.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/476-480.

[517] el-Muğnît 1/345,346.

Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/480.