Çorap, Ayakkabı ve Mest Üzerine Giyilen, Konçsuz Lastik Üzerine Meshetmek
Mestleri Giymeden Önce Abdest Almak Şarttır
Mest Üzerine Mesh Müddetinin Belirlenmesi
Mestleri Altına Değil, Üstüne Meshedilir
Namazda Uyumak veya Uyuklamak Abdesti Bozabilir mi?
Kadına El Sürmekten Dolayı Abdest Gerekir mi?
Cinsel Organa Elin Dokunması Abdesti Bozar mı ?
Deve Etini Yedikten Sonra Abdest Almak Gerekir mi?
Namaz, Tavaf ve Mushafa El Sürmek İçin Abdestin Lüzumu
Cünüp Kimsenin Abdest Alıp Öyle Uyuması Tavsiye Edilmiştir
İki Sünnet Yerinin Kavuşmasından Dolayı Gusül Gerekir
İhtilam Olduğunu Hatırlayan ve Fakat Islaklık Görmeyen veya Gören Kimseye
Gusül Gerekir Mi ?
Kafir Müslüman Olduğunda, Diğer Bir Tabirle İslam’a Girdiğinde Gusletmesi
Gerekir Mi?
Ayhali (Hayz) Kanı Kesilince Gusletmek Vacibdir
Ayhali ve Cünüp Olan Kimsenin Kur’an Okuması Haramdır
Cünüb Kimsenin Mescidden Geçmesine Ruhsat Verilmiştir
Ölüyü Yıkamaktan Dolayı Gusletmek
İhram, Arafatta Vakfe ve Mekke'ye Girmek İçin Gusletmek Sünnettir
İstihaza Olan Kadının Her Namaz İçin Gusletmesi Gerekir Mi?
Îstihazadan Dolayı Gereken Hükümler:
Baygınlık Geçirdikten Sonra Gusletmek
Guslün Sıfatı Gusül Nasıl Yapılır?
Guslederken Saç Örgülerini Çözmek Gerekir mi?
Gusleden Kimsenin Gözlerden Irak Durması Örtünüp, Öylece Yıkanması
Teyemmüm İçin Sadece Toprağın Belirlenmesi
Vaktin EvVelinde Teyemmüm Edip Namaz Kıldıktan Sonra Vakit İçinde Su
Bulan Kimseye Ne Lazım Gelir?
Zaruri Hallerde Su ve Toprak Bulunmadığı Takdirde O Vaziyette Namaz
Kıllınabilir Mi?
İki Kanın Özelliklerini Dikkate Alıp, Ayırd Etmek
Âdet ve Temyiz Ölçüsünü Kaybedenin Ayhalini Altı veya Yedi Gün
Hesaplaması
Ayhali Olan Kadınla Cinsel Temasta Bulunmak Haramdır
Adet Görme Günlerinde Eşiyle Cinsel Temasta Bulunana Kefaret Gerekir Mi?
îslâm abdest konusunda
insan sağlığından yana birçok kolaylıklar koymuş, en azından günde dört beş
defa dış organların yıkanmasını emrederek temizliği iki. yönde
gerçekleştirmiştir : Ruh ve beden temizliği...
Aşırı derecede
yaşlılara, yolculuk halinde olanlara, hastalara, sakatlara gereken kolaylığın sağlanması
için çok uygun hükümler vaz'etmiştir. Onlardan biri ayaklara giyilen mest,
fotin, çizme ve benzeri ayakkabılar üzerine meshedip belirtilen durumlarda
ayakları bir süre yıkama külfetinden kurtulmaya imkân vermesidir. Özellilde
yolculukta ve soğuk mevsimlerde buna cidden ihtiyaç vardır.
Konuyla ilgili
hadîsler :
Abdullah b. Ömer
(r.a.)'dan yapılan rivayette, Hz. Sa'd ona, Resûlüllah'ın (a.s.) mestleri
üzerine meshettiğini haber vermiştir. Ibn Ömer onun bu haberini (kendi babası)
Ömer'den (r.a.) sormuş o da "evet", Sa'd sana Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den bir şey haber verişe, artık onu başkasından sorma,» demiştir.[1]
Cerîr (r.a.)'den
yapılan rivayette, deniliyor ki: Cerir idrarını aptıktan sonra abdest aldı ve
mestleri üzerine meshetti. Bunun ızerine ona «Sen böyle mi yapıyorsun?»
denilince, o da «evet, Re-ûlüllah (a.s.) Efendimizi gördüm, idrarını yaptıktan
sonra abdest ildi ve mestleri üzerine meshetti.»[2]
Muğîre b. Şu'be (r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
«Bir yolculukta Peygamber (a.s.)
Efendimizle beraber bululuyordum.
Bir ara tabii ihtiyacını giderdikten sonra abdest alıp nestleri
üzerine meshetti. Ben, «Unuttun mu ya Resûlellah!,» diye sorduğumda buyurdu ki: «Bilâkis sen unuttun. Aziz ve Celîl olan
Rabbim böyle yapmamı emretti.»[3].
Hadislerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken daha önce ayaklara giyilen mest ve benzeri ayakkabı üzerine meshetmek
caizdir.
2-Yapılan
mesh, ayakları yıkama yerine geçer,
3-Mestleri
hem yolculuk halinde, hem eyleşik vaziyette mes-hetmekte bir sakınca yoktur.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların tesbit, istidlal,
ihticac ve görüşleri:
,
a) Hanefîlere göre:
Mestler üzerine
meshetmek bütün fakihler ve Ashab-ı Kirâm'a göre caizdir; ancak az kimseler
buna muhalefet etmiştir. îbn Ab-bas'dan (r.a.) yapılan rivayette, mestler
üzerine meshetmenin caiz olmadığı belirtilmişse de bunun Rafizüere ait bir söz
olduğu anlaşılmıştır.[4]
Hanefîler bu konuda yukarıdaki
hadîslerle birlikte daha çok şu rivayetle istidlal etmişlerdir : «Eyleşik olan
kimse mestleri üzerine bir gün bir gece meshetsin. Yolculuk halinde olan kimse
üç gün üçgece meshetsin...» Bu meşhur bir rivayettir ki, Asfab-ı Kiram'-dan,
Ömer, Ali, Huzeyme b. Sabit, Ebû Saîd el-Hudrî, Safvan b. Âssal, Avf b. Mâlik,
Ebu Ammare, İbn Abbas ve Aişe (Allah hepsinden razı olsun) gibi önemli bir
cemaatten nakledilmiştir. O kadar ki, İmam Ebû Yusuf, mestlere meshetmekle
ilgili hadîs o kuvvettedir ki, onun benzeriyle Kur'ân'm bir hükmü
neshedüebilir, demiştir. O, bununla, kuvvetli meşhur hadîsle âyetin
neshedümesi-nin cevazını belirtmek istiyordu.
Bu konuda Tabıîn'den
Hasan el-Basrî diyor ki: Bedir savaşına katılmış yetmiş kadar ashaba ulaştım
ki, hepsi de mestler üzerine meshin caiz olduğunu söylüyordu. [5].
O halde mestleri
meshetmek kavlen ve fiilen sünnet ile sabit olmuştur ve bu ümmetin
hasaisindendir.[6].
b) Şâfiüere göre:
İmam Şafiî diyor ki:
Bu konuda Bilâl'ın hadîsi, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin eyleşik halde mestleri
üzerine meshettiğine açık delildir. Çünkü Cemel Kuyusu, hazerdedir. O bakımdan
hem yolcu, hem eyleşik mestlerini meshedebilirler.[7].
Bu mezhebe göre de bir
ayağın değil, her iki ayağın mestleri üzerine meshetmek caizdir. Öye ki, bir ayağı
yıkamak, diğer ayağı meshetmek caiz değildir.
Fukahamn «caizdir»
tabiri, mestler üzerine meshetmenin vâcib veya sünnet, ya da haram ,veya mekruh
olmadığına işarettir. Ancak ne var ki, mestler üzerine meshetmektense ayakları
yıkamak af-daldır.[8].
Şafiî fukahâsmın
«caizdir» tabiriyle nelere işaret edildiğine bakılınca, mestler üzerine
meshetmenin sadece bir kolaylık olduğu ortaya çıkar. Vâcib olsaydı, o takdirde
âyetle çatışırdı, çünkü Kur'-ân'da «ayaklarınızı yıkayın!» Diye emir vardır.
Sünnet olsaydı, ona uymak daha faziletli olurdu. Oysa mestleri mesh hususunda
kişi tamamen serbest bırakılmıştır, dilerse mesh eder, dilerse mestleri çıkarıp
ayaklarını yıkar.
Mestler üzerine
meshetmek hicretin dokuzuncu yılında meşru' kılınmıştır ve bu Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in kavli ve fiilî sünne-tiyle sabit olmuştur.[9]
c) Hanbelilere göre:
Mestler üzerine
meshetmek, ilim ehlinin hemen hepsine göre caizdir. îbn Mübarek diyor ki:
«Mestleri meshetmek hakkında hiçbir ihtilâf yoktur, caiz olduğunda ittifak
vardır. Hasan el-Basri de diyor ki : «Ashab-ı Kiram'dan yetmiş tanesi bana,
Resûlüllah'm (a.s) mestleri üzerine meshettiğini haber verdi.»
Ahmed b. Hanbel'den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Meshetmek, ayakları yıkamaktan af daldır.
Çünkü gerek Peygamber (a.s.), gerekse ashabı daima faziletli ve üstün olanı
taleb etmişlerdir. Bu, aynı zamanda Şa'bi'nin el-Hakem'in ve İshak'm da
mezhebidir. Çünkü Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Şüphesiz ki
Allah verdiği ruhsatın tutulmasını (yerine getirilmesi) sever.» Hem bu ruhsata
uymakla bid'a ehline muhalefet söz konusudur.[10]
d) Mâlikilere göre :
Mestler üezrine
meshetmek ancak yolculuk halinde olanlar için caizdir, eyleşik kimseler için
meşru' değildir.[11]
Ayrıca mestlerin alt
ve üstünün deriden olması şarttır. Aksi halde mesh caiz değildir. Diğer bir
husus da, mestlere necaset dokunduğu takdirde mesh hükümsüz olur.[12]
Yapılan rivayete göre,
îmam Mâlik'den, bir adam namaz ab-desti gibi abdes alır, sonra mestlerini
giyindikten sonra idrarını yapar, sonra
mestlerini çıkarır ve tekrar giyinirse
abdestini yenilemesi gerekir mi? Diye soruldu. O da şu cevabı verdi ;
«Mestlerini çıkarsın, ayaklarını yıkasın, Çünkü iki mest üzerine ancak ayaklarını
abdest alıp öylece mestlerine sokan kimse meshedebilir. Ayaklarını abdest alıp
yıkamadan mestlere sokan kimse, mestleri üzerine mesh. edemez.
Yine îmam Mâlik'den,
ayaklarında mestleri olduğu halde abdest alan ve fakat mestleri üzerine
meshetmeyi unutup öylece namaz kılan ve bu arada abdest azasmdaki ıslaklığı
kuruyan kimseye ne lâzım gelir? O şu cevabı verdi; «Mestleri üzerine mesnetsin
ve kıldığı namazı yeniden kılsın. Bu durumda artık abdestini iade etmesine
gerek yoktur.[13].
İlgili diğer
rivayetler ve tahliller:
imam Tirmizî, Cerîr
hadisinin bir bakıma Mâide süresindeki abdest âyetini tefsir ettiğini söylüyor.
Çünkü bazıları, abdest âyetinin mestleri mesh'e cevaz verildikten sonra
indiğini ileri sürerek meshle ilgili hükümlerin kaldırıldığım iddia
etmişlerdir. Nitekim Tirmizî, Şehr b. Havşeb'den râvi Cerîr, Mâide suresiniden
önce mi, yoksa sonra mı İslâmiyet! kabul etmiştir? hususunu sorunca, ondan
şöyle duyduğunu söylemiştir: «Ben ancak Mâide'den sonra İslâmi-
yete girdim.»
İbn Sirîn'in tesbitine
göre ise, Cerîr, Haccetü'l-vedâ'dan sonra
müslüman olmuştur.
îbn Abdilberr diyor
ki: «Selef-i salihîn'in îukahasmdan hiçbirinin mest üzerine meshi inkâr
ettiğini bilmiyorum, sadece İmam Mâlik'in muhalefet ettiği söylenirse de sahih
rivayetler onun da mes-hin cevazını kabul ettiğini göstermektedir.»
îmam Şafiî el-Ümm'de
İmam Mâlik'in bunun cevazını inkâr ettiğine işaret etmişse de mâruf ve
müstakarr olan şudur ki: Mâlikî-lerin bu hususta iki kavli vardır: Birinci
kavle göre, mutlaka caizdir. İkinci kavle göre, sadece yolculuk halinde
caizdir.[14]
Ayaklan yıkamak mı,
yoksa mestler üzerine meshetmek mi af-
daldır?
Bu hususta farklı
görüşler vardır. İbn Münzir'e göre, meshetmek afdaldır. Çünkü bid'a ehlinden
bir kısmının bunun cevazına kail olmadıklarını dikkate alarak onları reddetmek
için böyle diyorum, diye ilâve etmiştir.
înıam Nevevi Müslim
şerhinde mestleri mesh bölümünde diyor Ki: «Mestler üzerine meshetmeyi
sahabeden o kadar çok kimse rivayet etmiştir ki, onları sayamayız.»
Hafız İbn Hacer,
el-Feth'de diyor ki: «Hadîs hafızlarından öyle bir cemaat mestler üzerine
meshin cevazını tasrîh etmiştir ki, bu itevatür derecesine ulaşmıştır.»
İmam Ahmed b. Hanbel
bu konuyla ilgili, Ashab-ı Kirâm'dan kırk merfu' hadîs rivayet edildiğini
söylemiştir.
Ebu Kasım İbn Mende,
kendi Tezkire'sinde seksen sahabinin ismini saymıştır. Tirmizî ve Beyhakî ise
kendi Sünen'lerinde ashab-dan önemli bir cemaatin ismini nakletmişlerdir.
i Mestler üzerine
meshi inkâr eder mahiyette İbn Abbas Hz. Aişe i (r.a.)'dan yapılan rivayetler
hakkında İbn Abdilberr, «hiçbiri, sabit 'değildir» demiştir. Ebû Hüreyre'den
meshi inkâr anlamında rivayet edilen hadîs hakkında Ahmed b, Hanbel, «sahih
değil, bâtıldır» diyor.
Ahmed
b. Hanbel'in İbn Ömer'den yaptığı bir rivayette, şu olay nakledilmiştir: îbn
Ömer tr.a.) diyor ki, Irak'ta bulunduğum bir sırada Sa'd b. Ebî Vakkas'ı
(r.a.) gördüm, abdest alınca mestlerinin üzerine mesnetti. Bunun doğru
olmadığını kendisine söylediğimde, babamdan sormamı söyledi. Bir gün ikimiz
babam Ömer'in (r.a.) yanında biraraya geldiğimizde, o mes'eleyi hemen hatırladı
ve bana dönerek ,«şimdi mestler üzerine meshin caiz olup olmadığını babandan
sor!» dedi. Hz. Ömer (r.a.) şu cevabı verdi-. «Biz hepimiz Peygamber (a.s.)
Efendimizle beraber mestlerimizin üzerine mes-hederdik ve bunda bir sakınca
görmezdik.»[15]
1-Abdestli bir
vaziyette giyilen mestler üzerine meshetmek caizdir.
2-Kimine
göre, ayaklan yıkamaktansa mestler üzerine meshetmek afdaldır.
3- Mestler
üzerine hem seferde, hem hazarda meshetmek caizdir. İmam Mâlik'e göre, yalnız
seferi halde caizdir.
4-Mestler
üzerine meshetmeyi terkedip her a'odestte ayakları yıkamakta bir sakınca
yoktur. Bunun gibi, abdestli giyildikten sonra hazarda (eyleşik halde) bir gün bir gece, yolculuk
halinde üç gün üç gece mestleri meshetmeye ruhsat verilmiştir. [16]
Ayaklarımızı sıcak ve
soğuktan, mikrop ve necasetten, zedeleyici şeylerden korumak için fotin,
çizme, ayakkabı, mest, çorap ve benzeri şeyleri giyeriz. Ayağa giyilen bu gibi
şeyler üzerine abdest alırken meshetmeye cevaz verildiğine göre, bu cevaz,
ayağa giyilen her şey için geçerli midir? Bunlar arasında yürümeye elverişli
olanı, su geçirmeyeni bulunduğu gibi, yürümeye elverişli olmayıp su geçiren
çorap ve benzeri şeyler de bulunmaktadır. O halde mesele hayli geniş ve
detaylıdır.
İlgili hadîsler:
i
Bilâl'dan (r.a.)
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimizi ayağındaki mûk ve
başındaki himâr üzerine mesheder-ken gördüm.»[17].
Ebû Davud'un bu konuda
yaptığı rivayette ise Bilâl (r.a.) şöyle siniştir: «Besûlüllah (a.s.) Efendimiz
çıkıp tabii ihtiyacını gider-iikten (sonra gelir), ben de ona su getirirdim.
Abdest alır, sarığı ve yağındaki mûkler üzerine meshederdi.»[18].
Saîd b. Mensür'un
kendi Sünen'inde Hz. Bilâl'den yaptığı rivâ-iette, adı geçen demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den işittim, iuyuruyordu ki: «Nasif ve mûk üzerine
mesnediniz!»[19].
Muğîre b. Şu'be'den
(r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki: «Re-iûlüllah (a.s.) Efendimiz abdest
aldı, ayaklarındaki cevreb ve na'I izerine mesnetti.»[20].
Önce hadîslerde geçen
beş tabiri açıklamaya çalışalım:
1) MÛK:
Kaim (k) ile okunur. Kalınca koiiçsuz bir ayakkabıdır
ki, mest üzerine giyilir.
Günümüzde bazı bölgelerde
ince nest üzerine giyilen konçsuz lâstik bu cümledendir.
2) CEVREB :
Her çeşidiyle çorap.
3) NA'L,:
Her çeşidiyle üzerinde yürüme imkânı olan ayakkabı.
4) HÎMÂR:
Her çeşidiyle başörtüsü.
5) İMAME :
Her çeşidiyle sarık.
6) NASÎF:
Başa giyilen sarık, külah, takke, örtü
ve benzeri şeyler.
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1-Ayağa
giyilen mestler üzerine meshetmek caizdir.
2-Ayaktaki mest
üzerine giyilen konçsuz ayakkabı
üzerine tneshetmekte bir sakınca yoktur.
3-Ayağa
giyilen kalınca çorap üzerine meshedilebilir.
4-Abdest
esnasında başa giyilen sarık ve benzeri şeyler üzerine meshetmek caizdir.
5-Ayağa
giyilen ve yürümeye elverişli olan ayakkabı üzeri-ae meshetmek caizdir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının istidâl, ihticac, tesbit ve
görüşleri:
a) Hanefîlere göre :
Çorap üzerine
meshetmeye gelince: Deriyle kaplıysa veya alt kısmına yürümeye elverişli olacak
şekilde deri yapıştırılarak ayakkabı durumuna getirilmişse üzerine meshetmek
caizdir. Hanefi imamları arasında bu hususta muhalif bir görüş yoktur.
Çorap ne deriyle
kaplıysa, ne de altına ayakkabı gibi deri vu-rulmuşsa, o takdirde ince olup
suyu emecek, deriye geçirecek durumda ise, üzerine meshetmek bi'1-icma' caiz
değildir. Çoraplar kalınca ise, İmam Ebû Hanîfe'ye göre, yine de deriyle kaplı
olmadığı ve altına deri yapıştırılmadığı için caiz değildir, imam Ebû Yusuf ile
İmam Muhammed'e göre, caizdir. Ancak yapılan, rivayete göre, îmam Ebû Hanife
ömrünün son yıllarında bu hususta İmameyn'-in kavline dönmüştür.
Imameyn belirttikleri
cevaz hükmünü Hz. Muğîre b. Şu'be'nin (r.a.) hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
(626 no'lu hadîse müracaat edli-mesi).
Hem bu husustaki
ruhsat ve cevaz, sıkıntı ve zorluğu gidermeye yöneliktir. Mest, fotin ve
benzeri şeyi çıkarmakta meşakkat vardır. Çorap da bu illet kapsamına
girebilir.
îmam Ebû Haııîfe ise,
meshin cevazı nassan sabit olmuştur, kıyasa gerek yoktur, diyor. O halde mest
ayarında yürümeye elverişli, yolculuk halinde giyilebilen her şey mest manâsına
delâlet eder. Deri ile kaplanmayan veya altına deri monte edilmeyen çorap bu
mânanın dışında kalır.[21].
Mest üzerine giyilen
cürmûk (konçsuz lâstik, ayakkabı ve benzeri şey) üzerine meshetmek caizdir.
Şafiî'ye före caiz değildir. Mest giymeden sadece cürmûk giyilirse, onun
üzerine meshetmek caiz olur mu? Konçları varsa caiz olur. Bunda icmâ vardır.
Nitekim Hz. Ömer (r.a.) diyor ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'i cürmukla-rı
üzerine meshederken gördüm.»[22]
Hanefîler cürmûk
üzerine mesha şu şartla cevaz vermişlerdir: Abdestli iken giyilen mestler
çıkarılmadan ve abdest de bozulma-
in önce giyilirse,
üzerine meshedüir. Abdest bozulduktan
sonra .est üzerine giyilen cürmuk üzerine meshetmek caiz olmaz.
b) Şâfülere
göre :
Ayağa giyilen mestler
üzerine meshetnıenin bir takını şartarı
var:
a) Abdest
alındıktan, ayaklar yıkandıktan sonra giyilmiş olması,
b) Ayakta
yıkanması farz olan kısmı kaplayacak
ölçüde olması,
c) Temiz
bulunması,
d) Bağcık
delikleri dışında su geçirmeyecek
kadar kalın ve iık dokunmuş olması
e) İhtiyaç
anında yolculuğa çıkılacak dayanıklıkta bulunması..
O bakımdan deriden
olması şart değildir, belirtilen vasıflan taşıyan her mest üzerine meshedümesi
caizdir.
Mest üzerine giyilen
cürmuk üzerine meshetmek yeterli değildir.[23]
c) Hanbelilere göre ;
Mestleri üzerine mesh
caiz olduğu gibi, cürmuk (mest üzerine giyilen kalınca lastik ve benzeri bir
ayakkabı) üzerine de caizdir. O da mest ayarında sayılır, daha çok soğuk
bölgelerde, mest üzerine giyilir. Mest üzerine mesha kıyasla onun üzerine meshetmek
caiz sayılmıştır. Hasan b. Salih ve rey tarafdarlan da bu görüştedirler. İmam
Şafiî ise, Kavl-i Cedid'inde cürmuk üzerine meshet-imenin caiz olmadığını
belirtmiştir.
ş Çorap üzerine mesha
gelince, İbn Münzir diyor ki : Çorap üze-! rine meshetmenin cevazına kail olan
Ashab-ı Kiramın sayısı- dokuzdur : Ali, Ammar, îbn Mes'ud, Enes, îbn Ömer,
Berâ', Bilâl, îbn Ebî Evfâ ve Sehl b. Sa'd... (Allah hepsinden razı olsun)
Ashabdan sonra onların bu görüşünü benimseyen ilim adamları şunlardır : Ata',
el-Hasan, Said b. Müseyyeb, İmam Sevrî, İbn Mübarek, İshak, Yakup ve
Muhammed...
Ebu Hanife, îmam
Mâlik, İmam Evzâî, İmam Şafiî ve başkaları, çorapların altına deri ve benzeri
kalınca bir şey yapıştırılmadı-ğı ve kendisi de kalın olmadığı takdirde üzerine
meshetmenin caiz olmadığını söylemişlerdir.
Hanbelîlerin istidlal
ettiği hadîs 626 nolu Muğire b. Şu'be hadîsidir. Bu hadîsi, îmam Ahmed, Ebû
Dâvud ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Tirmizi : «Hasenün sahîhün» demiştir[24]
Abdestte başı mesh yerine
sarık üzerine meshetmenin cevazına Ebubekir Sıddîk kail olmuştur. Aynı görüşe
Ömer b .Hattab, Enes ve Ebû Ümâme (Allah hepsinden razı olsun) katılmıştır.
Ayrıca Sa'd b. Mâlik
ve Ebu Derdâ (r.a.)'den de aynı anlamda rivayet yapılmıştır. Ömer b. Abdülaziz,
el-Hasan, Katade ve İbn Münzir'in kavli de bu doğrultudadır.
Urve, en-Nahâî, Şa'bî,
Kasım, Mâlik, Şafiî ve rey taraflarları sarık üzerine meshin caiz olmadığına
kaildirler.
Hanbelîlerin bu
mes'ele hakkındaki delilleri, yine Hz. Muğîre b. Şu'be hadîsidir.[25]
İbn Kudame el-Muğnî'de
diyor ki :
Ancak mest veya onun
yerine geçecek ve topukları aşacak ayakkabılar üzerine meshetmek caizdir,
öyleki farz mahallini örtecek, topuklar görünmeyecek ve yürüme imkânı olacak,
kendi bizatihi ayakta duracak Ölçüde olması şarttır. Topuklardan aşağı olursa,
üzerine meshetmek caiz olmaz. İmam Mâlik'in yanında sahih olan tesbit budur.[26]
Yine aynı eserde
deniliyor ki:
Farz yerini örten,
yürüme imkânı sağlayan her mest üzerine, ister deriden ister keçeden, isterse
benzeri şeylerden olsun meshetmek caizdir. Ağaç veya madenî bir cisimden
olması da böyle.
Çorap üzerine meshin
cevazı için iki şart gereklidir î Sık
ve kalın olup teni göstermeyecek vasıfta olması, ayağa giyildiği zaman
kendiliğinden duracak, yürümeye elverişli olacak dayanıklıkta bulunması...[27]
d) Mâliklere
göre, farz yerini örtecek ve deriden imal edilmiş
bulunacak vasıfta olan
mest üzerine mesh caizdir. Burada deriden ilması söz konusu edilirken alt ve
üst kısmı kasdediliyor. Yanları ketenle dikili olabilir ve sık yünden dokunmuş
bulunabilir. Önem-i olan alt ve üstünün hayvan derisinden imal edimesicür.[28]
Bu konuda birkaç
rivayet daha vardır. Onlardan biri, Resûlül-ah (a.s.) Efendimiz'in abdest
bozulduktan sonra değil de tetavvu, anlamında abdest ahrken ayakkabıları
üzerine meshettiğidir. Hz. Ali'nin (r.a.) bu anlamda ayakkabısı üzerine
meshettiği rivayet edilir. Abd Hayr'iıı Hz. Ali'den yaptığı rivayette demiştir
ki : Hz. Ali, içinde su bulunan bir çömlek istedi. Hafif bir abdest aldı ve
ayakkabıları üzerine meshetti ve şöyle dedi : «îşte abdesti bozulmayan kimse
için, Resülüllah (a.s.) Efendimiz'in
abdesti böyle idi.
Ne var ki, müctehid
imamlar bu rivayetlerle istidlal etmemişler ve tek kanaldan gelen bu
rivâyeteri şüpheyle karşılamışlardır.[29]
Çünkü burada "nal" tabiri kullanılmıştır ki, topukları, yani farz
yerini örtmeyecek kadar konçları kısa olan ayakkabı demektir. [30]
1- Mestler
üzerine meshetmek caizdir.
2- Mestlerin
ayaklarda farz yerine örtecek vasıfta olması gerekir.
3-Mestlerin
deriden ma'mul olması şart değildir, su geçirme-yecek, yürümeye elverişli
olacak, teni göstermiyecek evsafta olması şarttır. İmam Mâlik alt ve üstünün
deri olmasını şart koşmuştur. Çünkü mütearif olan budur...
4- O halde
mestler belirtilen evsafta ise herhangi bir maddeden olması farketmez.
5-Mest
üzerine giyilen eürmuk (lastik ve benzeri şeyler) üzerine meshetmek caizdir.
Bunlar mestin yerine geçer ve aynı hükmü taşır.
6- Su
geçirmeyecek kadar kaim ve ayakta duracak kadar mukavemetli, yürümeye elverişli
çorap üzerine meshetmek caizdir. Yeter ki, çorap teni gösterecek saydam bir
maddeden olmasın...
7-Sarık ve
başörtüsü üzerine abdest alırken meshetmek caiz midir? değil midir? Bu az
yukarıda ilgili bölümünde açıklanmıştır. [31]
Mest giymek isteyen
kimse, onun sağlayacağı kolaylıktan ya-.
rarlanması için giymeden önce namaz abdesti alıp ayaklarını yıkaması, Abdesti
henüz bozulmadan giymesi gerekir.
Konuyla ilgili
hadîsler :
Muğire b. Şu'be
(r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :
«Bir gece yolculuğunda
Peygamber (a.s.) Efendimiz'le beraber bulunuyordum. Mevcut mataradan su döktüm,
o da yüzünü ve iki kolunu yıkadı; başını meshettikten sonra eğildim, mestlerini
çıkarmak istedim. Bana, «Bırak, ben ikisini de (abdest alıp yıkayarak) temiz
bir halde mestlere soktum», buyurdu ve üzerlerine mesnetti.» [32]
Ebû Davud'un
rivayetinde ise son kısım şöyle ifade edilmiştir: «Mestleri bırak, çünkü
gerçekten ben iki ayağımı teiniz oldukları halde mestlere soktum...»[33].
Ebû Hüreyre (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki:
«Resülüllah (a.s.)
Efendimiz abdest aldı, mestleri üzerine meshetti. Bunun üzerine, «Ya
Resûlellah! Ayaklarınızı yıkamadınız?» dediğimde buyurdu ki: «Onları (abdest
ile yıkamak suretiyle) temiz bir halde mestlere soktum!» [34]
Safvan b. Assel (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Peygamber (a.s.l Efendimiz, ayaklarımızı abdestli bir vaziyet-
soktuğumuz takdirde
mestler üzerine meshetmemizi emretti : efere çıktığımızda üç (gün ve gece), ikamet ettiğimizde bir gün ir
gece (meshe devam etmemizi), büyük ve küçük abdest bozmak- ve uyumaktan dolayı
ayağımızdan çıkarmamamızı, ancak cenâ-etten dolayı çıkarmamıza emretti.[35].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1— Mestler üzerine meshedebilmek için ayakların temiz bir Lalde onlara sokulması
gerekir.
Temizlikten maksat,
dört mezhep imamlarına göre, mestler girilmeden önce alman abdestle ayakların
yıkanmasıdır ki, bu şer'i sir temizliktir. Dâvud ez-Zâhirî'ye göre, şer'î
temizlik değil, ayaklarda necasetin bulunmamasıdır. Bu yorumla Zahirîlere
göre, mestleri giymeden abdest alınmasa bile ayaklar temiz vaziyette mestlere
sokulmuşsa, o takdirde üzerine meshetmek caizdir.
2— Yolculuk halinde üç gün üç gece, eyleşik
halde bir gün bir gece ayaklan çıkarıp yıkamadan mestler üzerine meshetmek caizdir;
yeter ki bu sürelerin başında abdest alınıp ayaklar yıkandıktan sonra mestlere
sokulmuş olsun...
Hadîslerin ışığında müctehid imamların
istidlal, ihticac ve gö-irüşleri:
a) Hanefîlere göre ;
Abdestte mestler
üzerine meshetmek caizdir. Cenabetten dolayı mestler üzerine meshetmek caiz
değildir. Çünkü bu hususta nass |mevcuttur. Hem ruhsat sıkıntı ve zorluğu
gidermeye yöneliktir. Ab-ıdest günde birkaç defa alınmakla, tekrarlanmaktadır;
gusül böyle değildir.[36]
Mestleri taharet-i
kâmile üzere giymiş olması gerekir. Şöyle ki: Abdestsiz kimse önce iki ayağını
yıkar da mestleri giydikten sonra abdestini tamamlarsa, yine de onları taharet
üzere giymiş sayılır. Bundan sonra abdesti bozulduğunda artık o giydiği mestler
üzerine meshetmesi caiz olur. îmam Şafiî bu görüşe muhalefet ederek, tastamam
abdest alındıktan sonra mestler giyilir ve ancak böyle bir taharetten sonra
giyilen mestler üzerine meshetmek caiz olur, demiştir. Çünkü abdest azasını yıkamada ayette
belirtilen tertip îmam Şafiî'ye göre şarttır.[37].
b) Şâfiîlere göre:
Mest üzerine meshin
cevazının şartı, mestleri tuhr üzere giymiş olmasıdır. Buradaki tuhr'den
maksat, cünüp olmaması, tastamam abdest alıp ayakarmı yıkamış bulunmasıdır. O
halde ayaklarını yıkamadan mestleri giyer ve sonra ayaklarım mestlerin içinde
yıkarsa, mestler üzerine meshetmek caiz olmaz, ancak ayaklarım çıkarıp yıkar
ve öylece giyinirse, o takdirde mesh caiz olur. Ayaklarından birini yıkadıktan
sonra meste sokar, sonra diğer ayağım yıkayıp sokarsa, mesh yine de caiz
olmaz. Ancak ikinci ayağını yıkarken birinci ayağını mestten çıkarır tekrar
yıkarsa o takdirde mesh caiz olur. Aynı zamanda mestlerin necasetten arınmış
temiz bulunması şarttır. Aksi halde onlar ayakta iken namaz kılmak caiz olmaz.[38].
c) Hanbelîlere göre:
Mest üzerine meshin
şartlarından biri de, kâmil anlamda taharetten sonra giyilmiş olmasıdır.
Hanbeli imamları bu
hususta Hz. Muğîre b. Şu'be'den (r.a.) rivayet edilen iki hadîsle istidlal etmişlerdir.[39].
Mesh hususunda mestler
giyilmeden önce kâmil anlamda taharetin gerçekleşmiş bulunmasında muhalif
görüş ortaya koyan bir kimse bilmiyoruz, Muğlre hadîsleri taharetin gereğini
çok açık şekilde belirtmiştir. Aynı zamanda cenabetten dolayı yapılan gu-sülde
mest üzerine meshin caiz olmadığı hakkında da muhalif bir görüş ortaya koyan
olmamıştır. Çünkü mest üzerine mesh ancak abdest konusuna bir kolaylık
getirmek, sık sık tekrarlanan ve ayakların yıkanması hususunda sıkıntıyı
gidermek için meşru kılınmıştır. Ruhsatın illeti budur. [40].
d) Mâlikîlere göre:
Mest üzerine
meshetmenin cevazının şartarından biri de, mestlerin kâmil bir taharetten
(tastamam abdest alındıktan) sonra
giyil-
ıiş olmasıdır. Aynı
zamanda mestlerin de her türlü necasetten arm-ıış bulunması gerekir. Şayet
mestlere necaset dokunursa, üzerine apılan mesh hükümsüz kalır [41]
e) es-Sevrî,
el-Kûfiyyûn, el-Müzani, Ebu Sevr ve Dâvud ez-üâhirî'ye göre, mestleri abdesti
tamamlamadan giymek caizdir, giydikten sonro abdest tamamlanır. Ebu Hanîfe de
aynı görüştedir.[42]
j Onların bu görüşünü
şöyle açıklayabiliriz ; Abdestte tertip şart llmadığma göre, bir kimse önce sağ
ayağını yıkadıktan sonra mes-e sokar veya iki ayağını yıkadıktan sonra meste
sokar ve sonra Lbdestini tamamlarsa, bu mest üzerine mesha mani değildir.
Konuyla ilgili rivayetler ve tahliller:
636 nolu Hz. Muğire hadîsi Tebük savaşı
esnasında cerayan etmiştir. O bakımdan Mâide süresinden sonra olduğunda
ittifak var-iır. Böyece mestler üzerine meshin hükmü kaldırılmamıştır. Tir-tnizî
bu hadîsin hasen olduğunu belirtmiştir.
637 nolu hadîsi ayrıca
Nesâî, Tirmizî ve İbn Huzeyme taric etmişlerdir. Tirmizi ile İbn Huzeyme
hadîsi sahîhlemişler, istidlale mesned olabileceğine işaret etmişlerdir. Ayrıca
İmam Şafiî, İbn Mâce, İbn Hibbân, Darekutnî ve Beyhakî rivayet ederek hadîsin
sıhhatma kuvvet kazandırmışlardır. Tirmizî, Buharî'den rivayetle onun bu hadîs
için «hasen» tabirini kullandığını kaydetmiştir. [43]
1- Mestler
üzerine meshin caiz olmasının
şartlarından biri, kâmil anlamda temizlik sağlandıktan sonra giyilmiş
olmasıdır.
2- Abdestini
tamamlamadan mestleri giyen kimsenin, bilaha-ra abdestini tamamlaması,
imamlardan bazısına göre mehin cevazına engel sayılmaz. İmam Şafii'ye göre,
engel sayılır.
3- Yolculuk
halinde mestin müddeti üç gün gece, eyleşüc halde bir gün bir gecedir.
4- İmam
Mâlik'e göre, meste necaset dokunması,
meshi hükümsüz kılar. [44]
Abdest hususunda mest
üzerine meshetmeye ruhsat verilmesi, ümmet için bir kolaylıktır. Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz bu kolaylığın sınırlarını da çizip belirlemiş ve mesh
konusunu bu yönüyle de kişilerin arzusuna bırakmamıştır.
İlgili hadîsler :
Şürayh b. Hâni' (r.a.)
diyor ki : «Mestler üzerine meshetme hususunu Hz. Aişe (r.a.)'dan sordum.
Bana, "onu Ali'den sor, çünkü o, Resûlüllah (a.s.î Efendimiz'le seferlere
çıktığı için bunu benden daha iyi bilir,» dedi. Bunun üzerine Hz. Ali
(r.a.)'den sordum, o bana şöyle dedi ; «Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz, yolcu
için üç gün, üç gece; mukiym (evinde eyleşikî için bir gün, bir gecedir,
buyurdu.»[45]
Huzeyme b. Sâid
(r.a.)'den yapılan rivayette : ResûlüUah (a.s.î Eefndimiz'den mestler üzerine
meshden sorulduğunda şu cevabı vermiştir: «Misafir (yolculuk halinde olan
kimse) için üç gün, üç gece; mukiym (evinde eyleşik olan kimse) için bir gün,
bir gecedir.»[46]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır :
1- Abdestli
bir vaziyette giyilen mestin meshedilmesi, o abdes-tin bozulmasıyla başlar;
eyleşik için bu süreden itibaren bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gece
devam eder. Belirtilen her iki süre içinde ne kadar abdest alınırsa, mestler
ayaktan çıkmadığı takdirde üzerine meshetmekle yetinilir.
2- Hz. Ali'den
(r.a.) rivayet edilen hadîs, haber-i vâhid'in ahkâmda delil
olabileceğine delâlet eder.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların istidlal, ihticac ve görüşleri :
a) Hanefîlere göre:
Mest üzerine meshin
süresi takdir edilmiştir: Yolcu için üç gün, iç gece; eyleşik için bir gün, bir
gecedir. Abdestli bir vaziyette gidilen mestler üzerine mesh süresinin
başlangıcı, o abdestin bozulmasıyla başlar. Bazısına göre, yeni abdest alınıp
üzerine mesnedi-linçe süre başlar. Oysa bu meşhur rivayete muhalif düşmektedir.[47],
Hanefî imamlarmca mestlerin meshedilebilmesi
için yedi şartın gerçekleşmesi,
gerekir;
1- Abdest
alıp ayakları yıkadıktan sonra giyilmesi,
2- Ayak
topuklarını örtecek kadar konçlarının bulunması,
3- Giyilen
mestlerle yürüme imkânının mevcut olması,
4- Mestlerin
her birine ayak parmaklarından üç küçük parmak kadar bir yırtık ve delik
bulunmaması.
5- îp,
bağcık ve benzeri bir şeyle bağlanmaksızm ayakta taşınacak ölçü ve mukavemette
olması,
6- Suyu tene
geçirmeyecek bir yapıya sahip bulunması,
7- Ayaklardan
her birinin ön kısmından el parmaklarının en küçüklerinden üç parmak miktarı
bir bölümün mevcut olması...
Bu, bir kazaya uğrayıp
ayağı tarak kısmından kesilen kimse hakkında aranan bir şarttır. Geriye kalan
ön kısım üç parmak miktarı kadarsa, mest giyebilir ve giydiği mestlerin
üzerine meshetme-si caiz olur. Bu kadar bir miktar kalmamışsa, giydiği mest
üzerine meshetmek caiz olmaz.[48].
b) Şâfülere göre:
Mestleri meshetmenin
süresi, eyleşikler için bir gün, bir gece-, yolcular için üç gün, üç gecedir.
Sürenin başlangıcı, abdest alıp ayaklarını yıkadıktan sonra giyindiği mestler
ayağında bulunduğu halde abdest bozulunca, bu bozulmanın son vaktinden itibaren
başlar ve belirtilen sürenin sonuna kadar devam eder. Öyleki gerek yolcu,
gerek eyleşik için belirlenen süre içinde mestler ayaktan çıkarılmadıkça her
abdestte üzerlerine meshetmekle yetinilir, ayaklar yıkanmaz.
Şâfiîlerce mestlerin
meshedilebilmesinin bir takım şartları vardır. Onları şöyle
özetleyebiliriz :
1- Abdest
alındıktan sonra giyilmesi,
2- Ayaklan
farz mahalli itibariyle örtecek vasıfta
olması,
3- Mestlerin
necasetten arınmış bulunması,
4- Bağcık
delikleri dışında su geçirmeyecek bir özellikte olması,
5- Yolculuk
halinde olan kimsenin ayağındaki mestlerle bazı ihtiyâçlarını gidermek için
rahatlıkla yürüyebilmesi ve mestlerin yû-yürüyüşe dayanacak vasıfta bulunması
şarttır.[49].
c) Hanbelî'lere göre :
Mestler kâmil bir
taharetten (tastamam abdestten) sonra giyildikten sonra onlar ayakta bulunduğu
halde abdest bozulduğunda, alınacak abdestle artık ayaklar yıkanmaz, onların
yerine mestler meshediür.
Mest üzerine meshin
süresi, eyleşik için bir gün, bir gece; yolcu için üç gün, üç gecedir. [50].
Ancak Hanbelî ve Şafiî
mezhebine göre, yolculukta üç gün üç gece mestler üzerine meshedebilmek için
bir takım şartlar vardır:
1- Kasr-ı
salât yapılacak bir mesafe olması,
2- Mubah bir
yolculuğa niyet edilip çıkılması,
3-
Yolculuğun bir maksada yönelik bulunması,
(bu îmam Şafiî'ye göredir).
O halde bu iki mezhebe
göre, kasr-i salat yapılmayacak kadar mesafede olmazsa veya günâhı gerektiren
bir yolculuk olursa, o takdirde ancak mestler üzerine bir gün, bir gece
meshetmek caiz olur.[51].
d) Mâlikîlere
göre:
Mestler üzerine meshin
belli bir süresi yoktur. Mendup olanı,
uma'dan Cuma'ya
ayakları yıkayıp tara taharet üzere giymektir. i) da eyleşik için değil,
yolculuk halinde olanlar için bir ruhsattır. ■yleşikler hakkında ise, îmanı
Mâlik'ten iki rivayet vardır: Birincisi, iir süre belirlemeden onun da
meshetmesinin caiz olduğudur. İkincisi, eyleşik olanın mestleri meshetmesinin
caiz olmadığıdır.
İmam Mâlik Übey b.
Ammare'den rivayet edilen şu hadîsle is-idlâl etmiştir; Übey b. Ammare (r.a.)
diyor ki: Resûlüllah'a (a.s,) ■Mestler üzerine meshediyor musun?» diye
sordum. «Evet...» dedi. (Bir gün mü?» diye sordum. «İki gün...» buyurdu. Ben,
«üç gün?..» üye sordum, «dilediğin kadar...’buyurdu.[52]
Konuyla ilgili diğer rivayetler ve tahliller:
Mestler üzerine mesh
süresi, yani bunun için belli bir vakit ta-yin edilmesi hususunda Ashab-ı
Kirâm'm görüş ve içtihadı farklıdır : Ömerb. Hattab, Ali b. Ebî Tâlib, İbn
Mes'ud, İbn Abbas, îbn Ömer, Sa'd b. Ebi Vakkas, Câbir b. Semüre, Ebu Musa
el-Âş'ârî ve Muğîre b. Şû'be (Allah hepsinden razı olsun) eyleşik için bir gün,
bir gece; yolcu için üç gün, üç gece diye belirlenmiş bir sürenin olduğunu
kabul etmişlerdir.
Ebu Derdâ, Zeyd b.
Sabit ve Saîd (Allah hepsinden râzi olsun), bunun belli bir süresi olmadığına
kail olmuşlardır. İmam Mâlik'in de naklettiği gibi, Resûlüllah'm (a.s.) bazan
bu süreyi yedi gün uzattığı görülmüştür. Bunların dayandığı bir diğer delil de
şudur: Şam'dan gelen Akabe b. Âmır'e (r.a.), Hz, Ömer (r.a.) sormuş : «Ne
zamandan beri mestlerin üzerine meshetmeye başladın?» O da «Yedi gün önce...*
diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) ona : «Sünnet'e uygun hareket etmişsin»
demiştir.
Bu rivayet üzerinde
hayli durulmuş ve farklı tesbitler ortaya konulmuştur. Ancak eyleşik için bir
gün, bir gece; yolcu için üç gün, üç gece, rivayeti çok daha meşhurdur. O
bakımdan ilim adamlarımızın ve müctehid imamların çoğu meşhur rivayetle
istidlal etmişlerdir. Akabe b. Âmir hadîsi ise garip kabul etmiştir. Garip bir
hadîs'e dayanıp meşhur hadîs terkedilmez. Hem yolcu için ekseri müddeti nüç
gün, üç gece olduğunda bir bakıma ittifak vardır.
Câbir el-Cu'fi'nin Hz.
Ömer'den (r.a,) yaptığı, bir gün bir gece ve üç gün üç gece rivayeti, meşhur
olan rivayete muvafık gelmekte ve böylece ona kuvvet kazandırmaktadır[53].
Ne var ki, İmam Mâlik,
haber-i vahid konusunda Medine halkının amelini esas saymış ve ona göre,
istidlali uygun görmüştür.
Ebû Cafer et-Tahavi
ise Ubey b. Ammare'den yapılan rivayeti şu farklı lâfızla nakletmiştir:
— Ya Resûlellah!
Mestler üzerine meshedeyim mi?
Evet... . Bir gün mü,
ya Resûlellahl?
. Evet ve iki gün... .
iki gün mü ya Resûlellahl? Evet ve üç gün...
— Üç giın mü ya Resûlellah!?
— Evet, buyurdu ve bu
yedi defa, denilinceye kadar sürdü. Sonra Resûlüllah (a.s.) ona «Arzu ettiğin
kadar mesnet!» buyurdu[54]
Ebu Cafer et-Tahavî
aynı rivayeti iki ayrı tarikten naklen zikrederek hadîsin kuvvet derecesini
belirtmek istemiştir. Sonra bir topluluğun bu rivayetle istidlal ettiğini, böylece onlara göre mestler üzerine hazarda
ve seferde meshetmenin belli bir süresi olmadığını söylemiştir.
Ayrıca Akabe b.
Amr (r.a.)'den yapılan rivayeti de yine
farklı
bir tesbitle şöyle
naklediyor :
«Şam'dan hareket edip
Ömer b. Hattab'a (r.a.) geldim. Şam'dan cuma günü çıkmıştım, Medine'ye de Cuma
günü ayak basmış oldum. Hz. Ömer'in (r.a.) huzuruna girdim, ayağımda
Mecrimaka-niy (cinsinden) mest
bulunuyordu, Hz. Ömer (r.a.) bana sordu
■.
— Mestini ne zaman
ayağından çıkarmıştın ya Akabe!?
— Cuma günü giyinmiştim ve bugün de Cuma, dedim.
— Sünnet'e uygun hareket ettin, buyurdu.[55].
Ebû Cafer aynı
rivayeti iki ayrı tarikden daha naklederek, birinde, sadece «uygun hareket
ettin...» sözü yer alıyor, «sünnete uygun...» denilmiyor.
Bu rivayetle istidlal
edenler, mest üzerine mesh için bir sürenin belirlenmediğini, çünkü Hz.
Ömer'in (r.a.) bu konuda sünnete idikkatleri çektiği söyleniyor.
Bunun hilâfına, diğer
ilim adamları, sözü edilen «sünnete uygun...» tabirinden, Resûlüllah'm sünneti
değil de, sahabenin sünneti olduğunu söylemişlerdir.
Çünkü sünnet bazen Resûlüllah'tan, bazan da halifelerinden nakledilir. Nitekim
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, «Size gereken, benim sünnetime ve doğru yolda
yürüyen, hidâyete eren halîfelerin sünnetine uymaktır...» buyurmuştur.[56]. Ebû
Cafer et-Tahavî, mestler üzerine meshetmenm belli bir süresi bulunduğuna, yani
bunun için belli bir süre tayin edildiğine dair yirmiye yakın hadîs rivayet
etmiştir. Böylece mesh müddetinin
eyleşik için bir gün, bir gece, yolcu için üç gün, üç gece olduğu hakkındaki
rivayet ve görüşlerin ağırlık kazandığına ve şöhret derecesine ulaştığına
dikkatleri çektikten sonra, şunu ilâve ediyor : «İşte bu rivayetler ve
bizim belirttiklerimiz, İmam Ebû
Hanife ve iki arkadaşının kavlidir...»
Şevkanî ise, Übey b.
Ammare'nin hadîsi üzerinde durarak. Ebû Davud'un şöyle dediğini naklediyor:
«Bunun isnadında farklı tes-bit ve görüşler vardır, kaviy olmadığı
belirlenmiştir.» Buharı de buna yakın bir ifade kullanmıştır. İmam Ahmed b.
Hanbel, bu rivayetin ricali mâruf değildir, demiştir. Dare-Kutni de aynı
rivayeti tahrîc ettikten sonra şöyle demiştir: «Bunun isnadı sübut bulmamıştır.
İsnadında şu üç meçhul kimse vardır : Abdurrahman, Mu-hammed b. Yezîd ve Eyyub
b. Katan... Rivayet ve isnad bu ölçüde olunca artık onunla istidlal ve ihticac
söz konusu değildir.[57]
Ayrıca bu konuda şu
sahîh hadîs istidlal ve ihticaca uygun görülmüştür : «Şüphesiz ki Resûlüllah la.s.î
Efendimiz yolcu için geceleriyle birlikte üç gün, mukiym için bir gün
bir gece, abdest alıp abdestli bir şekilde mestleri giydiği takdirde meshetmeye
ruhsat vermiştir.»
Bu hadîsi Abdurrahman
b. Ebî Bekre kendi babasından, o da Hz. Peygamber'den (a.s.) rivayet etmiş,
el-Esrem kendi Sünen'ine almış, İbn Kuzeyme ve Dare-kutnî tahrîc etmiştir.
el-Hattâbî ise, «Bunun isnadı sahihtir» demiştir. İmam Şafiî sahihlemiş, ayrıca
İbn Huzayme de «sahîh»tir demiştir.
Ayrıca geniş bilgi
için Nasburraye : 1/190'a bakılması tavsiye olunur. [58]
1- Mestler
üzerine meshin cevazı için, tastamam abdest alındıktan sonra giyilmesi
şarttır.
2- Mesh
müddeti, eyleşik için bir gün, bir gecedir. Yolcu için üç gün, üç gecedir.
3- Mestleri mesh süresinin başlangıcı,
giyildikten sonra ab-destin bozulmasıyla başlar.
4- İmam
Mâlik'e göre, mesh için belli bir süre yoktur. Yolcu istediği süre
meshedebilir. Eyleşik için ruhsat yoktur[59]
Mestlerin altı yere
dokunduğu halde üstü meshedilir. Bunda kolaylık vardır. Hz. Ali'den (r.a.) dinî
hükümlerin, kişilerin mantığına göre olup olmayacağıyla ilgili bir takım
şeyler sorulmuştu. O, şu cevabı vermiştir : «Eğer din kişilerin mantığına göre
olsaydı, buna ruhsat verilseydi, ben, mestlerin üstüne değil altına
mes-hederdim. Ama Resûlüllah (a.s.) Efendimiz giydiği mestlerin üzerini
meshetmiştir, biz kişisel mantığımıza değil, Resûlüllah'a (a.s.) uyarız ve O'na
uymakla emrolunmuşuzdur.»
Konuyla ilgili
hadisler:
Muğire b. Şu'be'den
(r.a.) yapılan rivayette demiştir ki: «Re-jûlüllah (a.s.) Efendimizi mestlerin
üzerine meshederken gördüm.»[60].
Hz. Ali'den (r.a.) yapılan
rivayette şöyle demiştir: «Eğer din dşinin rey'i (görüş ve mantığı) ile
olsaydı, mestin altım meshet-nek üstünü meshetmekten daha uygun olurdu. Ama
ben, Resûlül-ah (a.s.) Efendimiz'i gördüm, mestlerinin üzerine mesherîiyordu.»[61].
Sevr b. Yezîd'den, o da
Recâ, b. Hayve'den, o da Muğîre b. Şu'-be'nin kâtibi Verrâd'dan, o da Muğire b.
Şu'be'den (r.a.) rivayet etmiştir. Muğire (r.a.) demiştir ki: «Peygamber
(a.s.) Efendimiz mestin hem üstünü, hem altını mesnetti.»[62]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Abdest
alırken mestlerin üzeri nıeshedilir ve bu farz yerine geçer; yani ayaklan
yıkama yerine kaim olur,
2- Mestlerin
hem üstünü, hem altını meshetmek caizdir.
3- Din
kişilerin re'yine göre değildir. Cumhurun ittifak ettiği görüş muteberdir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticaclari:
a) Hanefilere göre:
El parmaklarıyla üç
parmak enine ve uzunluğuna eşit gelecek şekilde mestlerin üst kısmını meshetmek
farzdır. Şu şartla ki, mesh edilen kısım ayak ile işgal edilmiş bulunsun...
b) Şâfiîlere göre:
Mestlerin üstünden
hangi bölüme denk gelirse gelsin bir miktar meshetmek farzdır. İsterse bir tek
ıslak parmağı götürüp getirmeden dokundurmuş yani mest üzerine koymuş olsun
kâfi gelir.[63]
Şafüler bunu başı
meshetmeye kıyas ederek ictihadda bulunmuşlardır. Onlara göre, nasıl başın az
bir kısmına ıslak el veya parmağı koymakla farz yerine gelirse, mestleri
meshetmekte de bu miktar farzın yerine gelmesi için kâfidir. O bakımdan konç
kısma, ökçe kısma, yanlar ve alt kısma ıslak eli dokundurmakla farz yerine
gelmez, yani bu bölümlere meshetmek caiz değildir. Topuklar hizasına gelen
kısma meshetmek caizdir. Mestler üzerinde kıl bulunur da ıslaklığın deriye
geçmesine engel teşkil ederse, yapılan mesh sahih olmaz.
c)
Hanbelüere göre:
Mestlerin üstünün çoğu
kısmım meshetmek farzdır. Alt kısmını meshetmek ise müstehabdır. Abdest
aldıktan sonra mestleri mes-hetmeyi unutur da sonra hatırlarsa, sadece
meshetmekle yetinir, abdesti yeniden almasına gerek yoktur. Ama süre uzarsa, o
takdirde abdesti iade etmesi menduptur. Bunun gibi, mestleri meshetme-yi
unutup o vaziyette namaz kılmışsa, hatırlayınca vakit geçmişse, mest üzerine
meshedip namazı iade etmesi gerekir.
d) Mâlikîlere göre:
Mestlerin üstünü
olduğu gibi meshetmek farzdır. Alt kısmını meshetmek ise müstehabdır.
Mâlikilerden bazısına göre, alt kısmını meshetmek vâcibdir. Abdest aldıktan
sonra mestler üzerine mes-hetmeyi terkederse, o ^vaziyette kıldığı namazı vakit
çıkmamışsa iade eder.[64].
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller:
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimi-z'in ıslak parmaklarıyla mestlerinin
üzerine hat hat meshettiğini görmüştür...» İmam Nevevî, bu rivayetin
zayıf olduğunu belirtmiş-r. Câbir (r.a.)'den yapılan rivayette ise, Resûlüllah
(a.s.) Efendi-Liz'in kendilerine meshetmeyi öğrettiği kişilere, elleriyle
mestlerin kısmından başlayarak bilekle topuğun birleştiği kısma kadar
ıeshedilmesini gösterdiği, belirtilmiştir ki, parmakların arasını aça-kk bir
defa sürdüğü ifade edilmektedir.
Hafız İbn Hacer, bu
hadîsin isnadının zayıf olduğuna dikkatle-i çekmiş ve şöyle demiştir: «Anladım
ki, mestlerin keyfiyet ve kemiyeti hakkında itimad edilen bir hadis vârid
olmamıştır.»[65].
I Muğire b. Şu'be'den
(r.a.) rivayet edilen 662 no'lu hadis haklında Bülûğul-merâm sarihi Sıddîk
Hasan Han diyor ki: İmam hrmizî bu rivayeti yaptıktan sonra şöyle demiştir: «Bu
hadîs ma'-juldür.[66].
Nitekim Ebû Zer'â'dan ve Muhammed'den bu hadis hakkında sorduğumda şöyle
dediler: «Sahîh değildir. Çünkü Muğîre'nin kâtibinden rivayet edilmiş, hadîs
metninde Muğîre'nin Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den işittiği
belirtilmemiştir.[67].
el-Esrem'in Ahmed b.
Hanbel'den yaptığı rivayette ise, Ahmed b. Hanbel'de bu hadîsin zayıf olduğunu
belirtmiştir.
Abdurrahman b. Mehdi
ise bu hadîsi İbn Mübarek'den, o da Sevr'den rivayet etmiştir. Sevr ise şöyle
demiştir : «Ben Recâ'dan jduydum, o da Muğîre'nin kâtibinden rivayet etmiş,
fakat kâtibin de Muğîre'den rivayet ettiğini belirtmemiştir. O yüzden hadîs «mursel»
oluyor.
Böylece mestlerin hem
altını, hem üstünü meshetmek hakkındaki rivayet zayıf olduğu ortaya çıkmış
bulunuyor. O bakımdan istidlale pek uygun görülmemiştir. Sahîh hadîsler ise,
meşru' olan meshin mestin üstüne yapılanıdır, altına değil... Nitekim es-Sevri,
Ebu Hanîfe, el-Evzâî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedirler. İmam Mâlik, İmam
Şafiî ve bu ikisinin arkadaşları, ayrıca Zührî ve İbn Mübarek yukarıdakilerin
hilâfına hem üstüne, hem altına meshe-dilir demişlerdir. Ashab-ı Kirâm'dan Sa'd
b. Ebî Vakkas ve Tabiîn'-den Ömer b. Abdülaziz'in de içtihadı bu doğrultudadır.
Ancak gerek İmam Mâlik, gerek İmam Şafiî böyle ictihad etmekle beraber
mestlerin sadece üstüne meshetmeyi kâfi görmüşler, alt kısmına meshedilmediği
takdirde bir şey lâzım gelmiyeceğini söylemişlerdir. Hatta İmam Mâlik, «kim
mestlerinin yalnız altına mesheder de üstünü terkederse, kâfi gelmez, vakit
içinde veya dışında kıldığı namazı iade etmesi gerekir. İmam Şafiî'den de
meşhur olan rivayet, bu anlamdadır; yani sadece üstüne 'meshetmekle yetinmek
kâfidir, farz yerine gelmiş olur. [68]
1- Mestlerin
üstüne meshetmek farzdır ve farzın yerine gelmesi hususunda kâfidir.
2- Mesh,
ıslak elin içiyle ayakların uç kısmından
yukarıya doğru sürtülerek çekilir.
3- Mestlerin
üstüne meshedilirken altına meshetmekte bir sakınca yoktur. (Bu İmam Şafiî ile îmam Mâlik'in
içtihadıdır.)
4- Sadece
ıslak eli mestlerin üstüne koymakla da mesh yapılmış olur. [69]
Abdest iç ve dış
temizliğini birarada gerçekleştiren ilâhî emirlerden biridir. Mü'minin mi'racı
sayılan namaza böylesine bir temizlikle başlamak kadar tabii ne olabilir?
Çünkü Cenâb-ı Hak, her türlü ta'zîme, ihtirama, sevgiye ve saygıya lâyıktır. O
iyice temizlenen kullarını çok sevdiğini açıklayarak imân ehlinin tertemiz bir
hayat sürmelerini dilemiştir. Bizi ve melekleri tiksindiren küçük ve büyük
abdest bozma, sözü edilen temizliği zedelemektedir; o bakımdan Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ön ve arkadan çıkan herhangi bir şey abdesti bozar, buyurarak
genel bir ölçü vermiştir. Bu ölçü doğrultusunda abdest bozulduğu takdirde,
namaz kılabilmek, Kur'ân'a el sürmek, Kabe'yi tavaf etmek için yeniden abdest
almak gerekir. Çünkü bu amellerin hepsi muhteremdir ve ilâhî beyândan alınmadır.
Konuyla ilgili
hadîsler :
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) îEfendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir :
«Sizden biri, abdesti
bozulduğu zaman abdest almadıkça Allah onun namazını kabul buyurmaz.»
Bu rivayet üzerine
Hadramevt halkından bir adam, «Hades (abdestsizlik) nedir, ya Ebâ Hüreyre!?»
diye sordu. O da şöyle cevap verdi: «Sessiz veya sesli yellenmektir.»[70].
Mesh hakkında
Safvan'dan rivayet edilen hadiste ise «lâkin dışkıdan, idrardan ve uykudan
(dolayı abdest bozulur),» denilmiştir. İleride bunu belirteceğiz.
Ma'dan b. Ebî
Talha'dan, o da Ebû Derdâ'nın yaptığı rivayette demiştir ki: «Peygamber (a.s.)
Efendimiz küstü ve hemen arkasından abdest aldı.»
Râvî Ma'dan devamla
diyor ki; Dimeşk camimde Hz. Sevbân'la karşılaştım ve bu hadisi ona söylediğimde
şöyle karşılık verdi : «Ebû Derdâ doğru söylemiştir. (O gün) ben, Resûlüllah'm
abdest suyunu döküyordum...»[71].
Tirmizî, bu babda en
sahih rivayet de budur! Demiştir.
İsmail b. Iyâş'dan, o
da İbn Cüreyc'den, o da İbn Ebî Müleyke'-den, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan
rivayetle Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'-in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Kime namazda kusmak
veya burun kanaması veya boğazımdan (ağız dolusu kusmuk ve benzeri bir) şey
gelir veya mezyi isabet ederse, namazı bırakıp hemen gidip abdest alsın; sonra
da o vaziyette konuşmayarak namazını kalan yerden bina edip tamamlasın».[72].
Enes (r.a.)'den
yapılan rivayette, demşîtir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kan aldırdı,
abdest almadan namaz kıldı ve kan aldırdığı yerden başkasını yıkamadı.»[73].
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır;
1- Namaz
ancak abdestli halde kılınır. Abdesti bozulan kimse yeniden abdest almadıkça,
Allah onun namazını kabul etmez. Kıldığı namaz caiz olmaz.
2- İster
sessiz, ister sesli olsun yellenmek abdesti bozar.
3- Dışkı ve
idrardan dolayı abdest bozulur, bunlar
ister az çıksın, ister çok çıksın farketmez.
4- Uyku da
abdesti bozan sebeplerden biridir.
5- Kusmak da
abdesti bozar.
6- Namazda
kusmak, burun kanaması veya benzeri
bir sebepten abdesti bozulan kimse namazı kaldığı yerde bırakıp konuşmadan,
oyalanmadan abdest alırsa, gelip yarıda kalan namazı kaldığı yerden kılıp
tamamlar.
7- Kan
aldırmak abdesti bozmaz. .
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların tesbit, ictihad, istinbat, istidlal ve yorumlan:
a) Hanefüere göre:
Abdesti «hades» bozar.
Hades iki kısma ayrılır, hakikî ve hükmî. Hakikî hades hakkında farklı
görüşler ortaya çıkmıştır. îmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf ve îmam Muhammed'e
göre, diri kimseden necisin çıkmasıdır. Bu ister ön ve arka gibi tabii
yollardan; isterse yara, bereden, ağız ve burundan kan, kusmuk ve benzeri şey
çıksın farketmez.
Ön ve arkadaki tabii
yollardan çıkan şeyler ister idrar, dışkı, mezyi, vedyi, ayhali kanı ve loğusa kam gibi mutad şeyler
olsun;
isterse bir damar
çatlaması neticesi çıkan kan olsun farketmez. Çün-ti hadîsler bu hususta genel
ve özel ölçüde bilgi vermektedir. Ebü taıame el-Bahilî'den (r.a.) yapılan
rivayette, demiştir ki: «Resû-illah (a.s.) Efendinıiz'in yanma girdim ve
kendisine (mevcut yiye-skten) avuçlayıp bir avuç takdim ettim. Onu yedikten
sonra nıü-zzin geldi. Ben de «abdest... ya Resûlellah!» dedim. Bunun üze-ine
şöyle buyurdu: «Bize abdest ancak çıkan şeyden dolayı gere-ir, giren şeyden
dolayı değil...»[74].
Bu ifadeyle Resûlüllah
(a.s.) bedenden çıkan şeyleri umum mâada kullanmıştır. Diğer bazı hadîslerde
ise abdesti bozan şeyler ıüteferrik olarak beyân edilmiştir.
Böylece Hanelilere
göre, idrar ve dışkıdan çıkan şey isterse az ir şey olsun mutlaka abdesti
bozar. Çünkü içden dışa bir çıkış ve lahrecin çıkış noktasında beliriş söz
konusudur. Mahreçlerin başı »edenin zahirinden sayılır. Çıkan şey ister etrafa
yayılsın ister ya-ılmasın. akıntı. halinde olsun, olmasın farketmez. Bunun gibi
mez-1, vedyi, meni, ayhali kanı ve loğusalık kanı ile bir damar çatla-nasından
dolayı akan kan da necis sayılır, bunların az miktarda La olsa, dışarı çıkması
abdesti bozar. Ayhali ile loğusa kanından naksat, kadın abdestli iken yeni
akmaya başlayanıdır, yani ayha-inin başlaması anında gelen kandır. Ayhali
başladıktan sonra za-en kadın hep abdestsiz sayılır ve o vaziyette namaz
kılması haram-lır. Aynı zamanda tabii yoldan çıkan ve aslında necis olmayan aş
ve benzeri şeyler de necasetin bulunduğu mahreçten geldiği çin necis sayılır ve
abdest bozulur.
Arkadan çıkan yel,
haddi zatında temizse de necis bulunan bir geldiği için o da abdesti bozar.
Tenasül aletinden ve
kadının fercinden çıkan yel, zahir rivâye-;e göre abdesti bozmaz. İmam
Muhammed'e göre bozar. İmam Ker-aî'ye göre de bozmaz.
Kusuntuya gelince,
ağız dolusu olduğu takdirde abdesti bozar, daha az olursa bozmaz. İmam Züfer'e
göre, kusuntu az olsun, çok
olsun abdesti bozar.
Bunlar gibi, uyku da
abdesti bozan sebeplerden biridir. Yukarıdaki hadîste buna işaret edilmiştir.
İster namazda, isterse namaz dışında uzanık bir halde uyuyan kimsenin abdesti
bozulmuş kabul edilir. Bu husustaki delillerden biri de İbn Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayettir ki, İbn Abbas şöyle demiştir: «Resûlüllah (a.s.) namazda
iken (gece namazı olduğu kuvvetle muhtemeldir) uyudu, o kadar ki derin nefes ve
horultusu işitildi. Sonra (namazı kılıp) şöyle buyurdu : «Ayakta, rükû'da',
secdede, oturmuş halde uyuyan kimseye abdest gerekmez; abdest ancak uzamk halde
uyuyana gerekir.»[75].
b) Şâfiîlere göre:
Hadesin sebepleri,
yani abdesti bozan sebepler dört grupta toplanmıştır :
1- Ön ve
arkadan meni dışında çıkan bir şey.
Bu ister gözle görülen
bir madde olsun, ister görülmeyen bir şey olsun farketmez. O halde yellenmek de
abdesti bozan sebeplerden biridir. Ön ve arkadan çıkan şey, ister necis olsun,
ister olmasın farketmez, her iki durumda da abdest bozulur.
2- Mak'âdın
yerle bitişip iyice yerleşmesi halinde uyumak dışında herhangi bir sebeple
akim zail olması.
Akim zail olmasının
bazı sebepleri vardır : Belirttiğimiz durum dışında uyumak, cinnet getirmek,
iyice sarhoş olmak ve bayılmak bu cümledendir. O halde mak'âdım iyice yere
dayayıp yerleştirmeden uyumak, cinnet getirmek, sarhoş olmak ve bayılmak
abdesti bozar.
3- Erkekle
kadının tenlerinin birbirine dokunması,
Kişinin mahremi, yani nikâhı kendisine haram olan yakım bu
genelleme-.nin dışındadır. İki cinsin tenlerinin birbirine dokunmasıyla
ikisinin de abdesti bozulur. En zahir kavi de budur. Bir de henüz iştiha çağma
girmemiş kız'm tenine dokunması abdesti bozmaz. Ayrıca saça, dişe ve tırnağa
dokunmak da abdesti bozmaz. Çünkü bunlar deri kapsamına girmez.
4- El
ayasıyla, ister erkek, ister kadın, ister kendi nefsinin, ister başkasının
cinsel organına dokunması, da abdesti bozar, Parmak aralarının, elin üst
kısmının dokunması abdesti bozmaz.[76].
c) Hanbelîlere göre:
Ön ve arkadan dışarı
çıkan her şey abdesti bozar. îki tabii yol-jdan çıkan şeyler, mutad ve gayr-i
mutad olmak üzere iki kısımdır. [Mutad olanları, idrar, dışkı, menî, mezyi,
vedyî ve yellenmektir. [Bunların dışarı çıkmasıyla abdestin bozulacağında icma'
vardır, îbn Münzîr'de aynı hususu belirtmiştir. Gayr 4 mutad olanları ise, kan
,kurt, küçük taş, kıl ve benzeri şeylerdir Bunlardan birinin dışarı çıkmasıyla
abdest yine bozulur.
Sevri, Şafiî, îshak ve
rey tarafdarları da aynı görüştedirler. İmam Mâlik ise, bunların nadirattan
olduğunu dikkate alarak abdesti bozmayacağını söylemiştir.
Cinsel organlardan dışarı çıkan hava da
Hanbelîlere göre ab-[desti bozar.[77]
Yine bu mezhep
imamlarına göre, kişi ne vaziyette bulunursa ı bulunsun uyuduğu takdirde
abdesti bozulur, ancak çok az bir uyku bozmaz ki bundan uyuklama
kasdediliyordur. Onlardan bazısı ise bu az uyuklamayı ayakta veya oturarak bir
vaziyette takyid etmiştir.
d) Mâlikîlere göre:
Hafif bir uyku,
uyuklama dışında uyku ne vaziyette olursa olsun abdesti bozar. Ancak mak1
âdının altına mahreci kapatacak şekilde bir minder veya bez parçası
yerleştirir de öylece oturarak uyursa abdest bozulmaz, ama bu vaziyetteki uyuma
uzun sürerse bozulur.[78].
Cinnet getirmek,
bayılmak, sarhoş olmak ve uyumak aklın zail olmasına neden olduğundan abdesti
bozar. Bunda icma' vardır. Rid-det (dinden çıkıp murtedd olmak) da bu mezhebe
göre abdesti bozar. Kahkahayla gülmek abdesti bozan sebeplerden biri değildir.
Elin cinsel organa
dokunması hakkında İmam Ahmed'den iki rivayet vardır : Birincisine göre,
abdesti bozar; ikincisine göre, bozmaz.
■
Aşırı kusmak, aşırı
derecede kan akması ve yaradan fazla miktarda kurt - parazit çıkması hakkında
şu genel kaideyle amel edilir: On ve arkanın dışında kalan herhangi bir yerden
kan çıkar, mevcut yarada parazitler oluşup düşmeye başlar, fazla miktarda
kusmak gibi şeylere dikkat edilir, necis olanları abdesti bozar, olmayanları
bozmaz. İmam Ahmed'den yapılan bir rivayete göre bunlardan fahiş miktarda
olanlar bozar.[79]
Konuyla ilgili
rivayetler, görüşler ve tahliller •
668 no'lu hadîsin sıhhati üzerinde yorum yapan
olmamıştır. O bakımdan istidlale ve ihticaca şayan görülmüştür.
669 no'lu hadîs'i ayrıca İbıı Carud, Ibn Hibbân, Dâre-Kutni,
Beyhakî' Taberânî, Hâkim ve İbn Mende az bir değişiklikle rivayet etmişlerdir,
şöyleki: «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz kustuktan sonra (orucunu bozupî iftar etti...» Râvî Ma'dan
diyor ki: «Dimeşk mescidinde Sevbân (r.a.)
ile karşılaştığımda ona dedim ki, Ebû Derdâ (r.a.) bana şöyle haber
verdi...» Bunun üzerine Hz. Sevbân
(r.a.). «Ebû Derdâ doğru söylemiştir. O sırada ben, Resûlüllah'm (a.s.)
abdest suyunu döküyordum.»
İbn Mende bu hadisin
isnadının sahih ve muttasıl olduğunu kaydetmiştir. Buharî ve Müslim bunun
isnadında ihtilâf vaki olduğu için kendi kitaplarına almamışlardır. Tirmizî bu
konuda diyor ki: «Hadîsi, Hüseyin el-Muallim tecvîd etmiştir.» Ne var ki, hadîs
üzerinde hayli ihtilâf söz konusudur. O bakımdan Beyhakî, bunun isnadında
ihtilâf vardır, demiştir. Diğer bir yerde ise, isnadında ız-dırab bulunduğunu
söylemiştir. O bakımdan ihticaca uygun değildir, diye ilâve etmiştir.
O bakımdan müctehid
imamların kusuntu hakkındaki görüşleri farklıdır. Yukarıda da belirttiğimiz
gibi, îmam Ebû Hanîfe ve arkadaşları ağızdan çıkan kusuntunun mide'den
gelmesini, bir defada ağız dolusu olmasını abdesti bozan sebeplerden biri
olarak belirtmişlerdir. İmam Şafiî ve arkadaşları, kusuntunun abdesti bozan
sebeplerden biri olmadığına hükmetmişlerdir.
670 no'lu hadîsin muallel olduğunu söyleyenler
çoğunluktadır. Çünkü İsmail b. Iyâş, Hicazlı olan îbn Cüreyc'den rivayet
etmiştir ki, onun, sözü edilenlerden rivayeti genellikle zayıf kabul edilmiştir.
Ebû Hatim ise, «Ismâüün rivayeti hatalıdır», derken, İbn Mâîn, onu zayıflar arasında
zikretmiştir. Beyhaki bu hadîs için, en uygun olanı, mursel sayılmasıdır. Böylece senedinden bir
sahabinin düştüğü sanılmaktadır. Süleyman İbn Erkam ise bunu merfu'an rivayet
etmişse de bu zât metruktür.
Bu konudaki rivayeti
Dare-Kutnî, İbn Âdiy ve Taberânî şu lâfızla nakletmişlerdir: «Sizden biriniz
namazda iken burnu kanarsa, namazdan ayrılıp akan kanı yıkasın, sonra da
abdestini iade etsin ve namazına yönelsin!»
Hafız İbn Hacer,
râvîlerin arasında Süleyman b. Erkanı bulunuyor ki, bu zât metruktür, diyor.[80]
Böylece hadîs üzerinde
hayli farklı görüşler ortaya çıktığından müctehid imamlar ve diğer ilim
adamlarının görüşleri de farklı olmuştur. Yukarıda kısmen açıkladığımız gibi,
İmam Ebû Hanîfe, İmam Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Ahmed b. Hanbel ve İshak akan
kanın abdesti bozan sebeblerden biridir, demişlerdir. Ancak burundan veya
vâcudun herhangi bir yerinden çıkan kanın akıntı yapacak kadar olması şarttır,
İbn Abbas, İmam Mâlik, İmanı Şafiî, İbn Ebî Evfâ, Ebü Hüreyre, Cabir b. Zeyd,
İbn Müseyyeb, Mekhul ve Rabi'a (Allah hepsinden razı olsun) kanın abdesti
bozmayacağını i ifade etmişlerdir.
; 671 nolu hadîsi aynı
zamanda Beyhakî de rivayet etmiştir. Ha-1 fız îbn Hacer bu hadîsin isnadında
Salih bin Mukatil bulunuyor ki: bu zat zayıftır, demiştir. Nevevİ onu zayıflar
faslında zikretmiştir.
Hadîsin açık
delâletinden, vücuttan çıkan kanın abdesti bozmayacağı anlaşılıyorsa da,
kuvvetli bir ihtimalle bundan maksat az bir kanın çıkması söz konusudur.
Nitekim Ahmed b. Hanbel bu anlamda ictihadda bulunmuştur. Maksadın az kan
olduğunu kuvvetlendiren bir başka rivayeti, Dare-Kutnî'nin Ebu Hüreyre'den
(r.a.) merfu'an. rivayet ettiği şu hadîstir : Kanın bir damla, iki damlasından
dolayı abdest gerekmez, meğerki akıntı yapan bir kan olsun..»
Ancak bu hadîsin râvilermden
biri Muhammed b. Fazıl b. Atıy-ye bulunuyor ki, bu zat mekrûktur. Hafız İbn
Hacer de onun zayıf olduğunu söylemiştir. Ahmed b. Hanbel, «onun hadîsi,
yalancı gurubun hadisidir» demiştir.[81]
îbn Abbas (r.a.)'dan
rivayet edilen, «Kan aldırmanın izini kan aldırılan yerden yıkayıp gidermen
senin için yeterlidir,» mealindeki hadîsle daha çok İmam Şafiî istidlal ve
ihticacda bulunmuştur. [82]
1- Ön ve
arkadan çıkan her şey abdesti bozar.
Ancak İmam Mâlik'e göre mutad olmayan şeylerin çıkması abdesti bozmaz.
Ahmed b. Hanbel'e göre, mutad, gayr-i mutad çıkan her şey abdesti bozar.
2- Vücuttan
çıkıp akan kan abdesti bozar. İmam Şafiî'ye göre, kan, irin ve benzeri
şeylerden dolayı abdest bozulmaz.
3- Uyumak da
abdesti bozar. İmam Mâlik'e göre, mak'âdmı iyice oturtulmuş bir minder veya bir
beze dayanıp mütemekkin bir vaziyette uyumak dışında diğer bütün uyku halleri
abdesti bozar.
4- Kusmak
ağız dolusu olup bir defada çıkarsa abdesti bozar. İmam Şafii'ye göre bozmaz,
5- Kan
aldırmak abdesti bozmaz. [83]
Namaz, kulun Allah'ına
karşı ubudiyet makamında üstün saygısını, ta'zîm ve tekrîmini ifade eder. O
bakımdan son derece uyanık ve edeb üzere bulunmayı icap ettiren bir ibâdettir.
Namazdan önce abdestin emre dilme sinin sayısız yararlarından biri de, uyuşukluğu
atmak, kan dolaşımım ayarlamak, sinir sistemini düzene sokup uyanık ve zinde
bir halde ilâhî huzurda durmayı sağlamaktır. Bununla beraber bazen yorgunluk,
uykusuzluk ve benzeri şeylerden veya fazla yemek yemekten dolayı namazda
insana uyuklama gelir, Bazan da kısa bir süre uyumuş olunabilir. O takdirde ne
lâzım gelir?
Konuyla ilgili
hadîsler ve onların ışığında müctehid imamların görüş ve ictihadları bu soruyu
cevaplamaktadır :
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendi-jniz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir •
«Göz kıçın bağıdır.
Artık kini uyursa abdest alsinl»[84].
l Muâviye (r.a.)'den yapılan
rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efen-kimiş şöyle buyurmuştur:
«Göz kıçın bağıdır.
Gözler uyuduğu zaman bağ çözülür.»[85].
Safvan b. Âssal
(r.a.)'den yapılan rivayette, şöyle demiştir:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, biz seferde bulunduğumuz zaman ayaklarınuzdaki mestleri geceleriyle
birlikte üç gün çıkarmamamızı, ancak cenabetten dolayı çıkarmamızı bize
emrederdi. Dışkı, idrar (gibi tabii ihtiyaçları gidermeden) ve uyumaktan
dolayı çıkarmamamıza söylerdi.»[86]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Uyumak
abdesti bozar.
2- Yolculuk
halinde üç gün, üç gece mestler üzerine meshe-dilir. Ancak cenabetten dolayı
mestlerin çıkarılması gerekir. Diğer tabii ihtiyaçların giderilmesi veya uyku
uyunması sebebiyle abdest-bozulunca mestleri çıkarmaya gerek yoktur, belirlenen
süre içinde diğer aza yıkanırken onlar üzerine meshedilir.
3- Böylece
uyku da abdesti bozan sebepler arasında buluhu-yordur.
4- Abdestli
iken uyuyan kimse, ister iıamaz dışında, ister namaz içinde olsun, bazı haller
müstesna abdesti bozulur.
Hadîslerin ışığı
altında müctehid imamların görüş,
ictihad ve 'istidlalleri;
Bu hususu az önce
imamların görüşünü naklederek kısmen ol-sm aydınlatmıştık, önemine binaen biraz
daha izahta bulunmamız gerekiyor:
■
a) Hanefîlere göre:
Gerek namaz içinde,
gerekse namaz dışında uzamk bir halde uyumak mutlaka abdesti bozar. Fukahanm bu
hususta farklı görüşü yoktur.[87].
b) Hanbelîlere göre:
Kişi hangi vaziyette
bulunursa bulunsun, çok az hafif bir uyku dışında uyuması mutlaka abdesti
bozar.[88]
c) Şâfiüere
göre:
Mak'âdmı iyice yere
oturtup uyumanın dışında diğer vaziyetlerde vaki olan uyku abdesti bozar,
d) Mâliküere göre:
Ağır ve uzun uyku
abdesti bozar, uyuyan hangi vaziyette bulunursa bulunsun farketmez. Ama hafif
bir uyku abdesti bozmaz. Ancak ağır uyku hâlinde mat'âdının altına bir minder
veya bez yerleştirip öyle oturup
uyumuşsa, o takdirde abdesti
bozulmaz.[89].
Bu konuda diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller: 679 nolu Hz. Ali (r.a.)
hadîsiyle, 680 no'lu Muâviye
(r.a.) hadîsi hakkında İmam
Ahmed b. HanbeVden sorulduğunda şöyle demiştir •. «Hz. Ali'nin hadisi daha çok
sübut bulmuş ve daha çok ka-
viydir.»
680 no'lu hadîsi aynı
zamanda Darekutnî ile Beyhakî'de rivayet etmişlerdir. Ancak isnadında Bakıyye,
Ebubekir b. Ebî Meryem'den rivayet etmiştir ki, bu zat zayıftır.
Ebû Hatim, her iki
hadîsin de zayıf olduğunu belirtmiştir, el-Münzirî ise, İbn Salah ve
Nevevî'niiı görüşü doğrultusunda Hz. Ali'nin hadîsinin hasen olduğunu
söylemiştir.
İmam Şevkanî bu
hadislerin ve diğer rivayetlerin ışığında ilim adamlarının sekiz sınıfa
ayrıldığını söyleyerek, her birlerinin görüşünü şöyle açıklamıştır:
Birinci mezhep: Kişi
hangi durumda bulunursa bulunsun, uyku abdesti bozmaz. Bu, ashabdan Ebû Musa
el-Aş'ârî'den Tabiînden
Saîd b. Müseyyeb'den
Ebû Miclez, Humeyd el-A'rac ve Şia'dan nak-bdilmiştir. Şiâdan maksad. imamiyye
mezhebidir.
Bunlar Hz. Enes'ten
(r.a.) rivayet edilen şu hadîsle istidlal et-tıişlerdir: «Resûlülîah (a.s.)
Efendimizin ashabı son işâyı bekler-ien (uyukîayıp) başları sallanırdı, sonra
da kalkıp abdest alma-lan namaz kılarlardı.»[90].
İkinci mezhep : Uyku
az olsun çok olsun, hemen her durumda abdesti bozar. İmam Nevevî diyor ki •, Bu
Hasan el-Basrî'nin, Müzeni, Ebû Ubeyd b. Kasım Selâm, îshab b. Rahûye'nin
mezhebidir. 3u manâda İbn Abbas'dan (r.a.) ve Ebû Hüreyre'den rivayet yapılmıştır.
Bunlar Hz. Ali,
Muâviye ve Safvan b. Âssal'm (Allah hepsinden razı olsun) hadîsleriyle istidlal
etmişlerdir. Nitekim Hz. Ali'den yapılan bir rivayette şöyle demiştir; «Kim
uyursa abdest alsın!..»
Üçüncü mezhep: Çok
uyku her halde ve durumda abdesti bozar. Azı ise bozmaz. İmam Nevevî diyor ki
: «Bu, Zührî'nin, Rabi'a ve Evzâî'ııin, İmam Mâlik'in ve iki rivayetten birine
göre, İmam Ah-med'in mezhebidir. Bunlar da 685 no'lu Enes hadîsiyle istidlal etmişlerdir.
Ayrıca, «Kim uykuyu hakkederse kendisine abdest gerekir,» mealindeki hadîsi
kendilerine sened seçmişlerdir.
Dördüncü mezhep :
Rükû1, secde, kıyam, kuûd durumlarından bir durum üzere uyumak, ister kişi
namazda olsun, ister namaz dışında olsun abdesti bozulmaz. Ama yanüstü ve
sırtüstü uyursa abdesti bozulur.
İmam Nevevî diyor ki:
«Bu, İmam Ebû Hanîfe'nin, Davud'un ve bir rivayette- Şafiî'nin mezhebidir.
Ancak Şafiî'nin mezhebidir denilmesi garip karşılanmıştır.»
Bunlar daha çok şu
hadîsle istidlal etmişlerdir: «Kul secdede iken uyursa, Allah onunla
meleklerine karşı iftihar eder.» Yani kulunun bu güzel halini meleklerine
över.[91].
Hadîsi Beyhakî rivayet
etmiş . ve zayıf olduğunu belirtmiştir. Ancak imamların bundan başka
dayandıkları bazı rivayetler daha vardır.
Beşinci mezhep:
Abdesti,, ancak rükû' ve secdede olanın uyuması bozar. İmam Nevevî diyor ki:
«Bunun bir benzeri Ahmed b. Hanbel'den rivayet edilmiştir. Ayrıca bu mezhebin
görüşünü el-Bedrü't-Tamam sahibiyle Sübülü's-Selâm sahibi şu lâfızla açıklamışlardır
: «Uyku abdesti bozar, ancak rükû' ve secdede uyuyanın uykusu bozmaz»
cümlesinin başındaki olumsuzluk ifade eden (Lâ) harfini zikretmemişlerdir.
Müslim şerhinde ise (Lâ) edatıyla nakledilmiştir.
Altıncı mezhep:
Abdesti ancak secdede
olanın uykusu bozar, diğer uykular bozmaz. İmam Nevevî diyor ki: «Bu da İmam
Ahmed'den rivayet edilmiştir. Çünkü secde hali yellenmeye çok daha müsaittir.»
Yedinci mezhep :
Namazda hangi hal
üzere bulunursa bulunsun uyuması abdesti bozmaz. Ama namaz dışında uyumak
abdesti bozar. el-Bahr kitabında bu görüş Zeyd b. Ali'ye ve Ebû Hanîfe'ye
nisbet edilmiştir. Bunlar da «Kul secdede iken uyursa, Allah onunla meleklerine
karşı iftihar eder...» mealindeki hadîsle istidlal etmişlerdir.
Sekizinci mezhep :
Mak'âdı iyice yere oturtulmuş bir halde oturarak uyursa, ister az olsun, ister
çok olsun uyuması abdesti bozmaz. Aynı zamanda bu durumda ister namaz içinde
bulunsun, ister dışında olsun farketmez.
İmam Nevevî diyor ki :
«Bu, İmam Şafiî'nin mezhebidir. Çünkü ona göre uyku bizatihi abdest bozucu
değildir, sadece o yellenmenin bir delilidir. Bunların delili, Hz. Ali'nin,
İbn Abbas'm ve Muâvi-ye'nin rivayet ettikleri hadislerdir.[92]
685nohı hadîste
ashab-ı kirâm'm son işâyı beklerden uyukla-yıp başlarının ileri geri gidip
geldiği rivayetine gelince, bu, onların mak'âdları üzerine mütemekkin oldukları
halde oturduklarına ve bu vaziyette abdestin bozulmasının söz konusu
olamıyacağma delâlet etmektedir.
Böylece rivayetlerin
tamamından şu sonuç çıkmaktadır : Uyku bizatihi abdest bozucu değildir,
yellenmeye sebeb olduğu için onu bu vasıfla anmışlar. Nitekim îbn Abbas
(r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki : »Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
uyudu, o kadar ki, hafif horlamasını işittim. Sonra kalkıp abdest almadan namaz
kıldı.»
bu hadîs sahîh kabul
edilmiştir, ancak bilindiği gibi, peygamberlerin gözleri uyur ama kalbleri
uyumazdı. O bakımdan Resûlüllah j(a.s.) Efendimiz hem mütemekkin oturur, hem de
kendinden haberli bulunurdu. Diğer bir yorumla, bu gibi haller O'nun
özellikle-rindendir, ümmete teşmil edilmez.
Sahih kabul edilen bu
hadîs de, uykunun bizatihi abdest bozucu olmadığına delâlet etmektedir.
Uyku gibi, cinnet,
sarhoşluk, baygınlık da abdesti bozan sebep-iler arasında zikredilmiştir. Çünkü
o vaziyette bulunan kişi hem kendini, hem abdestini kontrol etmekten çok
uzaktır.
Yezîd b.
Abdurrahman'dan yapılan rivayette ise, yine bu manâ ve hükmü kuvvetlendirir
anlamda beyân mevcuttur. Adı geçen, Ka-tade'den, o da Ebû Âliye'den, o da İbn
Abbas (r.a.)'dan naklen Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
bildirmiştir. «Secde halinde uyuyan kimseye yanüstü uzanmadıkça abdest
gerekmez. Çünkü uzandığı zaman mafsalları gevşeyiverir.»[93].
Râvî Yezid, ed-Dâlânî
olarak bilinir. îmam Ahmed onun rivayeti hakkında lâbe'se» demiştir. İlim
adamlarından bazısı, irsal yaptığı için onun hadîslerini zayıf saymışlardır.
Aynı hadîsi az farkla
Ebû Dâvud, Tirmizî ve Dârekutni şöyle rivayet etmişlerdir : «Oturak bir halde
uyuyan kimseye abdest gerekmez-, abdest ancak uzanarak uyuyana gerekir. Çünkü
uzanarak uyuyan kimsenin mafsalları gevşeyiverir.» Beyhakî ise şu lafızla
tahrîcde bulunmuştur : «Yanını yere uzatmadığı takdirde oturarak veya ayakta
veya secdede uyuyan kimseye abdest vâcib olmaz.»
Hem Tirmizî, hem Ebû
Dâvud bu hadîsin zayıf olduğuna dikkatleri çekmişlerdir. Tirmizî el-Ilel'de
bunu zikretmiştir.
Zeylâî bu hadîs
üzerinde dönüp dolaşan görüşleri bir bir naklettikten sonra hadîsin bu
şekliyle sahih olmadığını, Muhammed b. İsmail'den sorulunca, «lâ şey'e»
dediğini, Ahmed b. Hanbel.in Ne-sâî ve İbn Maîn'in «lâ be'se» dediklerini
belirtiyor ve netice mâna yönünden sahîh olduğuna işarette bulunuyor.[94].
1- Namaz
içinde ve dışında ayakta, secdede ve mütemekkin
Vaziyette otururken uyumak abdesti bozmaz.
2- Uzanık
bir halde uyumak abdesti bozar. [95]
Canlı varlıklarda
erkekle dişi arasında bir takım bağlar vardır ki bu doğuştan onda mevcut olan
cinsel duygudan kaynaklanır. Ergen olmuş erkeklerle kadın arasındaki cinsel
cazibeyi anlatmaya gerek görmüyoruz. Tenlerinin birbirine dokunmasıyla cinsel
bir elektriklenmenin meydana gelmemesi pek düşünülemez. Bu da bir takım kötü
niyetlerin doğmasına, doğan kötü niyetlerin açığa çıkmasına neden olabilir.
İslâm Dini, herkesin namus ve şerefinin, haysiyet ve itibarının kutsal
olduğunu, hiç kimsenin buna saldırmasına cevaz vermediğini çeşitli vesilelerle
açıklamıştır.
O bakımdan nikâhı
kendine düşen bir kadınla, kadın ise bir erkekle el sıkışması yasaklanmıştır.
Aynı zamanda abdestli bulunan kadın ve erkeğin tenlerinin birbirine
dokunmasıyla abdestle-rinin bozulacağına dikkatleri çekerek, özellikle
kadınları her türlü saldırı ve kötü niyetten koruyup uzak tutmuştur.
Bu konuyla ilgili
Kur'ân'daki şu âyet de müctehid imamların ihticac ve istidlaline dayanak
gösterilir:
«Ey imân edenler!
Sarhoş iken —ne dediğinizi bitinceye kadar— cünüp iken —yoldan geçmeniz
müstesna— gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmayın. Eğer hasta veya
yolculukta iseniz, sizden biriniz tabii ihtiyacını gidermekten gelmişse veya
kadınlara dokunmuşsanız, bu durumda su da bulamanuşsamz, temiz bir toprağa
teyemmüm edip yüzlerinize ve ellerinize sürün... Şüphesiz ki Allah çok affedici
ve çok bağışlayıcıdır.» [96].
«Kadınlara
dokunmuşsanız» cümlesiyle terceme ettiğimiz «Lâ-mestüm» fiilini, «Lemestüm»
şeklinde de okuyanlar olmuştur. Lems sözlükte el dokundurmak, eli bir yere sürmektir. Araplar
aramda kinaye olarak cinsel
temas anlamında da kullanıldığı vâki-ir. İmam Şafii bunu hakikî mânasına
hamledip erkeğin elinin ve-a teninin kadının tenine veya eline dokunması
abdesti bozar, deniştir. İmam Ahmed ile İmam Mâlik ise şehvetle dokunmanın
ab-leşti bozacağına hükmetmişlerdir.
İmam Ebû Hanife ise, âyetteki e m s
sözünden cinsel temas kinaye ediliyor,
diyerek tenin tene ^okunmasıyla abdestin bozulmayacağını söylemiştir.
Şimdi ilgili hadîsleri
nakledip konuyu açıklamaya çalışalım:
İbrahim et-Teymî'den,
o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet ediyor. Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: «Şüphesiz
ki Peygamber (a.s.) Efendimiz eşlerinden bazısını öptükten sonra abdest
almadan namaz kılardı.»[97].
Muâz b. Cebel
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki: «Bir adam, Peygamber (a.s.)
Efemümiz'e gelerek dedi ki: Tanıdığı kadınla karşılaşıp adamın kendi karısına
—cinsel temas dışında— yaklaştığı her şeyle (ilgi kurup) yaklaşan kimse
hakkında ne buyurursunuz?
Râvî diyor ki, o
sebeple Allah şu âyeti indirdi: «Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde
namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir, Bu, iyi düşünenlere bir
öğüt, bir hatırlatmadır.»
Bunun üzerine
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz o adama şöyle buyurdu : «Abdest al, sonra namaz
kıl...»[98].
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz namaz kılarken (geceleyin) ben onun yanıfoaşında cenaze gibi serpilmiş
bir halde bulunurdum, tâ ki vitir namazını kılmayı dilediğinde ayağıyla
bana dokunurdu.
(kendimi toparlayıp secde etmesine rahat imkân
vermem için böyle yapardı).»[99].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Erkeğin
teninin kadının tenine dokunması abdesti bozmaz.
2- Ancak
kadına şehvetle dokunulduğu takdirde
abdest bozulur.
3- Beş vakit
namaz birçok günâhların bağışlanmasına vesiledir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:
a) Hanefîlere göre:
Aşırı şehevî bir duygu
olmaksızın erkeğin teninin kadının tenine dokunması abdesti bozmaz. Ancak
şehevî duyguyu harekete geçiren bir dokunma istihsanen abdesti bozmuş sayılır.
Kıyasa bakılırsa, bu hal abdesti bozan sebeplerden biri değildir. Şehevi duyguyu
harekete geçirse bile, arayerde elbise ve benzeri bir madde bulunursa, abdesti
bozmaz. Ancak cinsel organda bir ıslaklık belirdiği takdirde abdest bozulur.
Bu, İmam Ebû Hanîfe ile İmam Ebû Yusuf'a göredir.
Sahih rivayetle
nakledilen Ebû Yüsr olayını ise İmam Ebû nîfe bu anlamda yorumlamıştır.
Rivayete göre, bal satıcısı Ebû Yüsr (r.a.), Peygamber (a.s.) Efendimiz'e
gelerek dedi ki: «Ya Resûlei-lah! Cinsel temas dışında kalan hemen, her hususta
eşime dokundum... » Bunun üzerine Efendimiz (a.s.) ona şöyle buyurdu: «Abdest
al ve iki rek'ât namaz kıl!» İmam Ebû Hanîfe böyle bir mübaşeretin sulanmaya
yol açacağını, cinsel organda ıslaklık belireceğini, ancak o kesimdeki
hararetten dolayı ıslaklığın çarçabuk kuruyacağını dikkate alarak abdestin
istihsanen bozulacağını söylemiş ve hadîsin taşıdığı hükmün aşırı mübaşeretten
dolayı ıslaklıkla ilgili bulunduğunu bir yorum olarak ortaya koymuştur.
Hanefîler bundan
ziyade 692 nolu Hz. Aişe (r.a.)
hadîsiyle is-llal etmişlerdir.[100].
b) Şâfiîlero göre:
İmanı Şafiî, ilgili
âyeti yorumladıktan sonra, imam MâHk'den, lun da İbn Şihab'dan, onun da Salim
b. Abdillah'tan, onun da baba-Abdullah'tan rivayetle diyor ki : «Kim karısını
öper veya eliyle do-unup tenine yapışırsa, kendisine abdest gerekir.»
Ibn Ömer'in bu sözüne
yakın manâda İbn Mes'ud'dan da bize iadar ulaşan rivayet vardır. Şöyle ki: Adam
eliyle karısına doku-ıup okşar veya teninin bir kısmını onun tenine —arada bir
hail engel) olmaksızın— şehvetle veya şehvetsiz dokundunırsa, kendi-ine abdest
vâcib olur. Aynı zamanda kadına da abdest almak vâ-ib olur.[101].
Erkekle dişinin
derilerinin birbirine dokunması iki tarafın da ıbdestini bozar. İsterse erkek
idiş veya iktidarsız olsun veya biri >lü olsun yine de abdest bozulur. Ancak
ölünün abdesti bozulmaz. Derilerin birbirine dokunması isterse bilerek kasden
olsun, isterse ıatâen olsun yine hüküm aynıdır[102].
c) Hanbelîlere göre:
İmam Ahmed'in
mezhebinde meşhur olan kavle göre, kadına jehvetle el veya bedenin herhangi bir
kısmını dokundurmak abdes-;i bozar. Şehvetsiz dokunma abdesti bozmaz. Bu aynı
zamanda Al-kame, Ebû Ubeyde, Nahâî, Hakem, Hammad, Sevrî, îshak ve Şa'-bî'nin
kavlidir. Çünkü bu saydıklarımız şöyle demişlerdir: «Kadını şehvetle öpene
abdest almak vâcib olur, rahmetle öpene vâcib olmaz. Öpmekten dolayı abdestin
vücubunu gerekli görenler arasında İbn Mes'ud, İbn Ömer, Zührî, Zeyd b. Eşlem,
Mekhûl, Yahya el-Ansarî, Rabi'â, Evzâî, Sa'd b. Abdülaziz ve İmam Şâfü de
bulunuyordun
İmam Ahmed diyor ki:
«Gerek Medîneli'ler, gerekse Kûfe'liler son yıllara kadar öpmenin 1 e m s
olduğunu ve bundan dolayı abdestin bozulacağını söylerler ve bunu böyle kabul
ederlerdi, İmam Ebû Hanîfe ortaya çıkınca, bu defa öpmek ve lems abdesti bozmaz
dediler ve bu hususta
Urve'nin hadisiyle istidlal ettiler. Biz onların bu görüşünü galat (yanlış)
görüyoruz. [103]
eş-Şerhü'1-Kebîr'de de
buna yakın bir ifade kullanılmıştır. Baş kısmında şöyle deniliyor : «Abdesti
bozan beşinci sebeb, erkeğin derisinin şehvetli kadının derisine dokunmasıdır.
İmam Ahmed'den ise bu konuda farklı rivayetler yapılmıştır : Bir rivayete göre,
derinin deriye dokunması herhalde abdesti bozar, ister şehvetle olsun, ister
şehvetsiz olsun farketmez. Bu aynı zamanda İmam Şafiî'nin mezhebidir. Diğer
bir rivayete göre, derinin deriye dokunması herhal ü kârda abdesti bozmaz. Bu,
İbn Abbas'dan rivayet edilmiştir. Aynı zamanda Tavus, el-Hasan, Mesruk ve
arkadaşlarının görüşüdür. Ebû Hanife'nin de kavli böyledir.[104].
d) Mâlikîlere göre:
Abdestli kimse elini
veya bedeninden herhangi bir kısmını (nikâhı kendisine düşen) bir kadına
şehvetle dokundurur veya şehvetle dokundurmadığı halde dokununca şehevî lezzet
duyarsa abdesti bozulur. Ancak dokunan da ve dokunulanda bir takım şartlar
aranır. Dokunan erkeğin ergen olması, lezzet almayı arzulaması veya dokunduktan
sonra lezzet duyması gerekir. Dokunulan kadının dokunulduğu yerin açık olması
veya çok ince hafif bir şeyle örtülü bulunması gerekir. Örtü kalın olursa
abdesti bozmaz.[105].
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller:
692 nolu hadîs için Ebû
Dâvud «mürsel» demiştir. Senedinden bir sahabinin düştüğüne işarettir. Çünkü
İbrahim et-Teymî, Hz. Ai-şe'den (r.a.) işitmemiştir, ondan işiten bir sahabiden
işittiği sanılmaktadır. Bununla beraber Nesâî diyor ki: «Bu babda, mursel de
olsa bu rivayetten daha güzeli yoktur.»
İmam Tirmizî diyor ki:
«Muhammed b. İsmail'den işittim, bu hadîsin
zayıf olduğunu söylüyordu.»
Aynı hadîsi Ebû Dâvud,
Tirmizî ve îbn Mâce, Urve b. Zübeyir tarikıyla Hz. Aişe'den (r.a.)
rivayet etmişlerdir .
İbn Hazm bu konuda
diyor ki: «Bu babda hiçbir şey sahih olmasa gerek. Eğer sahih bir şey varsa, o
da lems'ten dolayı abdest almayı bildiren ilgili âyet inmeden önceki zamana
aittir.
Ayrıca bu konuda İmam
Şafiî, Mi'bed b. Nübate tarikiyle Mu-lammed b. Ömer'den, o da İbn Atâ'dan, o da
Hz. Aişe'den şu ha-iisi rivayet etmiştir: «Şüphesiz ki, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz eserinden bir kısmını öper ve bundan dolayı abdest almazdı.»
îbn Abdilberr bu
hadîsi sahihlerken Hafız îbn Hacer zayıf kabul etmiştir. Bununla beraber
müctehidlerin bir kasmı istidlale elverişli görmüşlerdir.
693 no'lu hadîsi
Tirmizî, Hâkim ve Beyhakî tahric etmiştir. bnlar bunu Abdülmelik b. Ömer'den, o
da Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, o da Muâz'dan rivayet etmiştir. Ancak hadîste
inkıta' [vardır, çünkü Abdurrahman, Muâz'dan işitmemiştir. Ayrıca aynı hadîsi
Şu'be Abdurrahman'dan rivayet ederek mursel bir ölçüde zikretmiştir, Nesâî'nin
rivayeti gibi...
Kıssanın aslı Buharı ve Müslim'de, abdest ve
namaz emri ol-;maksızm geçer.
İmam Ebû Hanîfe ve
İmam Ebû Yusuf, ilgili hadîslerde zaaf gödükleri için istidlal etmemişler.
İstidlal edenler ise, bu konuda birçok rivayetin bulunması bu açığı kapatmakta
ve konuya kuvvet kazandırmaktadır, diye cevap vermişlerdir, Hz. Peygamberin
Ca.s.), tanıdığı kadına cinsel temastan başka her türlü temasla yaklaşan adama
abdest almasını emretmesi, işlediği günahtan dolayı olsa gerek. Çünkü abdestin
bir takım günâhları temizleyeceği hakkında sahîh rivayetler mevcuttur.
İbn Abbas Cr.a.) ise
tercüman-ı Kur'ân kabul edilmiştir. O ilgili âyette geçen «lems» tabirinden
cima' mânasını almış ve böyle tefsirde bulunmuştur. Hem Arapların çoğu «falanın
karısı hiçbir lâ-misin elini geri çevirmez» derlerken, bundan kinaye olarak
zinayı kasdetmişlerdir. Yukarıdaki yorumlar, «tenlerin birbirine dokunması
abdesti bozar» diyenlerin delilleridir.[106]
1- Kendisine
nikâhı haram olmayan yabancı bir kadının eline veya bedeninden herhangi bir.
yerine elle ve bedenin herhangi bir yeriyle dokunmak abdesti bozar. Bu ister
şehvetle olsun, ister olmasın farketmez,
(Bu, İmam Şafiî'nin
ictihad ve görüşüdür).
2- Kadına
şehvet kasdiyle dokunmak veya böyle bir kasıt olmaksızın dokununca lezzet
almak abdesti bozar, (Bu, İmam Mâlik'in içtihadıdır.)
3- Kadına
şehvetle dokunmak abdesti bozar.
Şehvetsiz dokunmak bozmaz. (Bu,
İmam Ahmed'in içtihadıdır; ondan yapılan
iki rivayetten biridir).
4- Kadına
şehvetle dokunup fahiş mübaşerette bulunmak is-tihsanen abdesti bozar. Çünkü bu
durumda cinsel organın ıslanması
söz konusudur. Bunun dışında normal şekilde dokunmak abdesti bozmaz. (Bu, İmam A'zam Ebû Hanîfe'nin ve
arkadaşlarının içtihadıdır).
5-
Kadına şehvetle dokunduktan sonra,
İmam A'zam'm içtihadına göre, o kadın
yabancı bir kadınsa irtikâb edilen
günâhın bağışlanmasına vesîle olur umuduyla abdest almakta fayda vardır. [107]
İslâm, edep ve terbiye
dinidir. Hemen her konuda yüksek ahlâki; edep ve terbiyeyi; fert ve ailenin
iffet, namus, şeref ve itibarının korunmasını Ön plâna alır. En önemli dış
organlarımızdan biri olan ellerimizi tertemiz tutmamızı, rastgele şeylere
sürmekten kaçınmamızı emreder. Elin günlük hayatımızda yeri başka bir organla
kapatılamıyacak kadar geniştir. Devamlı açıkta olan bu değerli ve yararlı
organımızı Peygamber (a.s.) Efendimizin sünneti doğrultusunda kullanmamız
kendi menfaatimizin gereğidir.
Abdesti bozan sebepler
arasında bazı mezhep imamlarına göre, elin cinsel organa dokunması da
zikredilmektedir. O bakımdan konuyla ilgili hadisleri ve müctehid imamların
görüş ve tesbitlerini bilmemizde fayda vardır.
İlgili hasdîsler :
Büsre bint Safvân'dan
(r.a.) yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) mdimiz şöyle buyurmuştur : «Kim
tenasül aletine elini sürerse, dest almadan namaz kılmasın!» [108]
Ahmed ve Nesâi'nin
tesbit ve rivayetinde ise az kelime farkıy-! şöyle tesbit edilmiştir: «Tenasül
aletine elini süren kimse abdest ir...
Ünımu Habibe
Cr.a.)'dan yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) ■endimiz'in şöyle
buyurduğunu işittiğini söylemiştir: «Cinsel or-ınma elini süren kimse abdest
alsın!»[109],
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) fendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Kim elini, arada bir srde bulunmaksızın tenasül organına uzatıp dokundurursa,
abdest sndisine vâcib olur.»[110].
Amr b. Şuayb'den o da
babasından yaptığı rivayette, Peygam-er (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur :
«Hangi bir adanı cinsel rganına el sürerse abdest alsın!»[111]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Elini
cinsel organına süren erkek ve kadının abdesti bozu-tır.
2- Hem kendi
cinsel organına, hem de başkasının cinsel orga-anına el süren erkek ve kadının
abdesti bozulur.
3- Arada bir
örtü bulunduğu takdirde elin dokunmasıyla ab-lest bozulmaz. O halde çıplak elin
çıplak cinsel organa dokunması iöz konusudur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal 7§ ihticacları :
a) Hanelilere göre :
Tenasül aletine,
cinsel organa ve dübüre el dokundurmak ab-
desti bozmaz. İmam
Şafiî'ye göre, cinsel organa el sürmek, abdesti bozan üç sebebten biridir. Ancak
bu sürmenin elin içiyle olması şarttır. İmam Şafiî ve arkadaşları, 702 no'lu
Büsre bint Safvân ha-disiyle istidlal etmişlerdir. Bu hadisin isnadları
sahihtir. Ancak biz Hanefüer, îbn Mâce hâriç beşlerin Mülâzim b. Amr'den, onun
da Abdullah b. Bedir'den, onun da Kays b. Tâlk'den, onun da babasından, onun
da Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den yaptığı rivayetle istidlal etmiş
bulunuyoruz: Peygamber (a.s.) Efendimiz'den namazda elini tenasül organına
süren adam hakkında sorulduğunda şöyle buyurmuştur: «O (tenasül aleti) ancak
senden bir parçadır...»[112].
b) Şâfiîlere göre :
Abdesti bozan dördüncü
şey, elin içiyle —diri olsun, ölü olsun; küçük olsun, büyük olsun; bilerek
sürsün veya yanılarak dokunsun— insanın cinsel organına dokunmasıdır.
Dokunulan cinsel organ ister dokunan kimsenin olsun, ister başkasının olsun
fark etmez. Bunun ön ve arka olması da aynıdır, yani elinin içini ister cinsel
organına, ister dübürüne dokundursun, her iki surette de abdest bozulur.
Dokunan el isterse felçli olsun hükmü değiştirmez.[113]
Şâfiîler bu konuda
Tirmizî'nin sahih kabul ettiği Büsre hadîsiy-le, İbn Hibbân'm sahih kabul
ettiği Ebû Hüreyre hadîsiyle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Şâfiîler elin üstüyle
parmak aralarını bu kaideden istisna ederek illetini şöyle açıklamışlardır:
«İnsan ancak elinin içini o gibi yerlere dokundurmak veya sürmekle zevk alır.
Parmak aralan, elin üst kısmı o zevki vermez.[114].
c) Hanbelüere göre:
Ferc'e el sürmek
abdesti bozan sebeplerden biridir. Fere: ha-des mahrecine verilen bir isimdir
ki, hem erkeğin, hem kadının cinsel
organını ve dübürünü kendi kapsamına alır. Ancak bütün unlar hakkında mezhebin
farklı görüş ve tesbitleri söz konusudur:
Ahmed b. Hanbel'den
iki rivayet vardır:
Birincisi, belirtilen
organlara el sürmek abdesti bozar şeklin-ledir. Bu aynı zamanda îbn Ömer, Saîd
b. Müseyyeb, Atâ', Ebban L Osman, Urve, Süleyman b. Yaşar, Zührî, Evzâî ve
Şafiî'nin de iıezhebidir. İmam Mâlik'den meşhur olan rivayet de bu anlamda-lır.
Ayrıca Ömer b. Hattab'dan, Ebû Hüreyre ve İbn Sirîn'den de iu hususta
rivayetler yapılmıştır.
İkincisi, belirtilen dokunma ve sürtünmeden
dolayı abdest ge-ekmez şeklindedir. Bu, Hz. Ali'den, Ammâr'dan, İbn Mes'ûd,
Hu-:ayfe, İmrân b. Husayn ve Ebû Derdâ'dan (Allah hepsinden razı ılsun) rivayet
edilmiştir. Rabi'a, Sevrî, İbn Münzir ve rey taraf-larları da aynı
görüştedirler. Bunlar daha çok Talk hadîsiyle is-idlâl etmişlerdir.
Birinci rivayette ise,
Büsre ve Ebû Hüreyre (r.a.) hadîsleriyle stidlâl edilmiştir. Nitekim İmam
Buharı, «Bu babda en sahih şey, 3üsre'nin hadîsidir» demiştir. Ebû Zer'a ise,
Ümmu Habîbe'nîn de iadîsi sahihtir,
diyerek konuya bu açıdan ağırlık
kazandırmıştır.
İmam Ahmed, ancak
kasden bilerek elini dokunduranm abdes-i bozulur, yanılarak dokunursa bir şey
gerekmez, demiştir.
Hanbelî mezhebinde de,
ister kendininkine, ister başkasmmkine iokunsun fark etmez. Her iki durumda da
abdest bozulur. Aynı samanda dokunulan cinsel organ ister küçük yaştaki, ister
büyük yaştaki insana ait olsun hükmü değiştirmez. Evzâî'ye göre, iştiha yağına
gelmemiş çocukların cinsel organına el sürmek abdesti bozmaz. Oysa hadîs-i
şeriflerde takyid yapılmamış, hepsini kapsaya-:ak anlamda bir ifade
kullanılmıştır.[116].
d) Mâlikîlere göre:
imam Mâlik'den meşhur
olan rivayete göre, elin tenasül organına dokunması abdesti bozan sebeplerden
biri olarak gösterilmiştir. Ancak bunun bir takım şartları vardır:
1- Kendi
cinsel organına dokundurması,
2-
Ergenlik çağma girmiş bulunması,
3- Arayerde
bir örtünün olmaması,
4- Elin
içiyle dokunması, veya parmak uçlarıyla veya parmak aralan ve yan kısımlarıyla
dokunmanın gerçekleşmesi şarttır. Bu durumda
ister zevk duysun, ister
duymasın, ister kasden dokundursun, ister unutarak fark etmez. Bütün bu
hükümler erkekle ilgilidir. Kadın elini
kendi fercine dokundurursa abdest bozulmaz. Aynı zamanda kadın ve erkek kendi
ellerini kendi dübüıierine do-kundursalar yine
abdestleri bozulmaz. Başkasının cinsel organına el dokundurmak ise,
nikâhı kendisine helâl olan kadının
tenine tenle dokundurma hükmüne girer.[117]
Ayrıca bu konuda Muvatta'
Şerhi Tenvîrül-Havâlik'te beş kadar hadîs delil olarak rivayet edilip erkeğin
elini kendi cinsel organına sürmesi halinde abdestin bozulacağı istidlal
edilmiştir.[118].
İlgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
702 no'lu hadîsi İmam
Mâlik, İmam Şafiî başta olmak üzere İbn Huzeyme, îbn Hibbân, Hâkim ve İbn Cârud
da rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvud diyor ki: İmam Ahmed'e «Büsre'nin hadisi
sahih değildir» dediğimde, «hayır sahihtir» dedi. Aynı zamanda Darekutnî ile
Yahya b. Maîn de onun hadîsini sahîhlemişlerdir. Nitekim Hz. Urve'den yapılan
rivayete göre, şöyle demiştir: «Bu hadîsi Büsre'-den işitmek için kalkıp
kendisine gittim, sordum, evet onu ben rivayet ettim, diye cevap verdi.»
Cinsel organa elin
dokunmasıyla abdestin bozulmayacağına kail olanlar ise Talk b. Ali'nin
hadîsiyle ihticac etmişlerdir. Ebû Dâvud, Tirmizi, Nesâî, îbn Mâce, Ahmed ve
Darekutnî onu şu lâfızla rivayet etmişlerdir:
«Adam eliyle tenasül
organına dokunuyor, kendisine abdest gerekir mi?» Bu soru üzerine Peygamber
(a.s.) şöyle buyurmuştur: «O ancak senden bir parçadır (vücudun diğer
parçalarına elini dokundurman ne ise, oraya dokundurman da odur.)»
Amr b. Ali bunu
sahîhlemiştir. Ona göre, bu, Büsre'nin hadîsinden daha çok sübut derecesinde
bulunuyordur. Nitekim Ali el-Me-deni de bu hadîsin Büsre hadîsinden daha hasen
olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ebû Cafer et-Tahavî, Mülazim hadîsinin isnadı
doğrudur, muzdarip de değildir» diyerek buna ağırlık vermiştir.[119].
Kays b. Talk b. Ali'nin rivayet ettiği aynı hadîsi Mülâzım b. Amr de rivayet
ettiği için Ebû Cafer et-Tahavî, «Mülâzım hadîsi» diye bahsetmiştir.
İmam Şafiî, Ebû Hatim,
Ebû Zer'â Darekutnî, Beyhaki ve İbn Cevzi, Kays b. Talk ve Mülâzim hadîsinin
zayıf olduğunu söylemişlerdir. İbn Hibbân, Taberânî, İbn Arabi ve diğer bazı ilim
adamları sözü edilen hadîsin hükmünün kaldırıldığına kaildirler. O bakımdan
Beyhaki, «Büsre'nin hadisini Talk hadisine tercihte bu kavi kâfi gelir»
demiştir. Hem Buharî ve Müslim de Talk'm hiçbir rivâ-yetiyle ihticac
etmemişlerdir. Oysa Büsre'nin hadîsinin bütün râ-vîleriyle ihticacı uygun
görmüşlerdir.
Ayrıca İmam Şafiî
diyor ki: «Biz, Kays b. Talk isminden sorduk, onu bilip tanıyana
rastlayamadık.»[120].
Ebû Hatim, Ebû Zer'â
ve arkadaşlarına göre, Kays b. Talk'm hadîsiyle ihticac edilmez. Nitekim cinsel
organa elini sürüp de ab-dest almayanlar veyl ile tehdîd edilmişlerdir. Ebû
Hüreyre ve Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen hadîste şöyle buyurulmuştur :
«Ellerini cinsel organlarına sürüp de abdest almayanlara veyl olsun!»[121].
Bilindiği gibi, veyl ile vaîd, vücubu gerektiren bir tabirdir.
Câbir (r.a.)'den
yapılan rivayette ise, kasden elini sürerse ab-desti bozulur, yanılarak
dokundurursa, bozulmaz, şeklinde bir ifade kullanmıştır.
Sıddik Hasan Han, Kays
b. Talk'ın değil, Talk b. Ali'nin hadisini şerhederken şöyle diyor : «Beşler
bu hadîsi tahrîc etmiştir; İbn Hibbân da onu sahihlemiştir. «Hafız Zehebî ise,
Talk'm rivayet ettiği hadîsi şu sözüyle över: «Talk'ın hadîsi Büsre'nin
hadîsinden daha hasendir». İbn Medînî'yi şöyle tarif ediyor: «O, asrının hafızıdır,
hadîs ilminde imamdır; hicrî 161 yılında doğmuştur. Buharî, Ebû Dâvud onun
talebesidir.» Nesâî de diyor ki : «îbn Medînî sırf hadîs ilmi için
yaratılmıştır.» Nevevî de şöyle diyor: «Onun yüze yakın te'lîfâti vardır...»[122]
Talk hadîsini Taberânî
de sahihlemiştir.
Anlaşıldığı gibi
birbirine muarız iki rivayet hakkında ilim adamlarının görüş ve tesbitleri hayli
farklıdır. Ancak iki rivayetten birini reddetmek de mümkün
değildir. Birinin diğerini
neshettiği iddiası da isbatlanmamıştır. O bakımdan müctehid imamların bir kısmı Talk hadîsiyle,
bir kısmı da Büsre hadîsiyle ihticac etmiştir. 703 no'lu Ümmu Habîbe hadîsine
gelince, «fere» tabiri kullanılmıştır
ki, hem erkek, hem kadın cinsel organına
şâmil gelir. Aynı zamanda dübürü da kendi
kapsamına alır. Çünkü Araplar ona da zaman zaman «fere» demişlerdir.
Böylece abdesti bozma hususunda sadece adamın kendi cinsel organına
dokunmasını söyleyerek bunu hususlandıranlarm görüşünün sıhhatli olmadığı
ortaya çıkıyor. Bu anlamda Hz.
Aişe'den. (r.a.) şu hadîs rivayet
edilmiştir ki, Ümmu Habîbe'nin hadîsini kuvvetlendirmektedir: «Sizden biriniz eliyle fercine dokunduğu
zaman abdest alsın... [123]
Ancak bu hadisin
râvüeri arasında Abdurrahman b. Abdullah el-Ömerî bulunuyor ki, zayıf kabul
edilmiştir. Zehebî de Yahya b. Maîn'den naklen bu zatın zayıf olduğunu
belirtmiş! İmam Ahmed'-in onun hakkında şöyle dediğini nakletmiştir : «Onun
hadîsi hiçbir şeye eşit değildir (sahih hadîs ölçülerinden hiçbirine uygunluk
göstermemektedir) . Hadisleri hemen hemen münker sayılmıştır. Yalancı olduğu
için de elime geçen hadîslerini yırtıp imha ettim.»
Buharî onun hakkında
şöyle diyor: «O ve kardeşi Kasım hakkında hayli söz söylenir...» Nesâî ise
onun metrukü'l-hadis olduğunu belirtmiştir.[124].
704 no'lu Ebû Hüreyre
hadîsini İbn Hibbân kendi Sahih'inde rivayet edip «Senedi sahih, nakilleri âdil
bir hadîstir» demiştir. İbn Hâkim ve İbn Abdilberr onu saHihlemişler; Beyhaki
ile Taberânî tahrîc etmişlerdir. İbn Seken diyor ki, «Bu babda rivayet edilenlerin
en güzeli...» İmam Şafii, Hafız Bezzar ve Darekutnî de Yezîd b. Abdülmelik
tarikiyle rivayet etmişlerdir.[125].
Nesâî ise, onun metruk
olduğunu söylerken, başkaları da zayıf kabul etmiştir. Bununla beraber başta
İmam Şafiî olmak üzere bazı değerli müctehid ve ilim adamları bu hadîsle
ihticac etmişlerdir.
705 no'lu Artır b.
Şuayb hadîsini İmam Tirmizî sahih kabul et-ştir. Kavileri arasında Bakıyye b.
Velid bulunuyor ki, bu zat hakkında iyi tesbit yapmayan bazı ilim adamları
«zayıf» derken, Ze-hebî onun ünlü bir hadîs âlimi olduğunu belirtiyor ve birçok
mu-' haddîslerin onun rivayetine itibar ettiğine dikkatleri çektikten sonra
İbn Mübarek'in şu sözünü naklediyor: «Bakıyye sadûktur. Ancak bazı döneklerden
işittiğini de yazıyor.» Ahmed b. Hanbel onun hakkında diyor ki: «Bakıyye benim
yanımda İsmail b. Iyâş'dan daha sevimlidir...»[126].
Tahavî bu konuda
kırkın üstünde rivayet tesbit etmiştir. Hepsini ayrı ayrı buraya nakletmemize
hacmimiz müsait değildir. Birbirine muarız gibi görünen hadîsleri nakledip
birtakım tahliller yaptıktan sonra cinsel organa el dokundurmaktan dolayı
abdes-tin gerekmiyeceği kanaatini izah ediyor ve bu, Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf,
Muhammed b. Hasan'in kavlidir, diyerek konuyu bağlıyor.[127].
1- Cinsel
organa el sürmek veya dokundurmak abdesti bozmaz. Çünkü o da vücuttan diğer
parçalar gibi bir parçadır.
(Bu, İmam Ebû Hanîfe
ve arkadaşlarının kavlidir).
2- Kadın,
erkek; yaşlı, küçük, ölü ve diri her insanın cinsel organına el sürmek veya
dokundurmak abdesti bozduğu gibi, dü-bürüne de el sürmek abdesti bozar. (Bu, İmam Şafiî ve arkadaşlarının kavlidir).
3- Bilerek
kasden elini cinsel organına süren kimsenin abdesti bozulur. Yanüarak,
unutarak sürenin bozulmaz. (Bu daha
çok İmam Ahmed'in görüşlerinden biridir).
4- Kişinin
kendi cinsel organına dokunması bazı şartlarla abdesti bozar: Ergen olması,
arayerde perde bulunmaması, elin içi
veya parmak uçları ya da yanlarıyla dokunması gibi... (Bu, İmam Mâlik'in kavlidir.) [128]
Bu konuda da müctehid
imamlar mevcut rivayet ve hadîsler üzerinde kendi ölçülerine göre ciddî bir
inceleme, araştırma ve tes-bitten sonra ikiye ayrılmışlardır : Bir gruba göre,
abdesti bozar, diğer gruba göre bozmaz.
İlgili hadîsler:
Gabir b. Samure
(r.a.)'den yapılan rivayete göre, bir adam, Resûlüllah (a.s.) Efendimize,
«Koyun, keçi etinden dolayı abdest alalım mı?» diye sordu. Efendimiz ona:
«İstersen abdest alabilirsin, istersen almazsın!» buyurdu. Adam: «Deve etinden
dolayı abdest alalım mı?» diye sordu. Peygamber (a.s.) «Evet... deve etinden dolayı
abdest al!» buyurdu. Adam: «Koyun keçi ağılında namaz kılayım mı?» diye sordu.
Efendimiz, «Evet...» buyurdu. Adam: «Koyun keçi ağılında namaz kılayım mı?»
diye sordu. Efendimiz, «Evet..» buyurdu. Adam, «Deve ağılında namaz kılayım mı?
diye sordu. Efendimiz, «Hayır...» diye cevap verdi.[129].
Berâ' b. Âzib (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :
»Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'den deve etinden dolayı abdest (gerekip gerekmiyeceği) soruldu. «Deve
etinden dolayı abdest alın!» diye buyurdu. Koyun, keçi etinden soruldu.
«Onlardan dolayı abdest almayın!»
buyurdu. Deve ağılında namaz
kılmaktan soruldu.
<orada namaz
kılmayın; çünkü oralar şeytanlardan ipek boş deli dir.» buyurdu. Koyun keçi
ağılında namaz kılmaktan soruldu, Dralarda namaz küm; çünkü koyun keçi berekettir.» buyurdu.[130]
Zilğurre'den yapılan
rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.) fendimiz bir
tarafa giderken bir bedevi ortaya çıkıp dedi ki:
__Ya Resûlellah! Namaz vakti bize erişince
(vakit olunca) bizde deve ağılında isek, orada namaz kılalım mı?
— Hayır! O yerde namaz kılmayın, buyurdu,
__Deve etini yemekten
dolayı abdest alalım mı?
— Evet, alın, buyurdu.
— Koyun keçi ağılında namaz kılalım mı?
— Evet orada namaz kılın, buyurdu.
— Koyun keçi etini yemekten dolayı abdest
alalım mı?
— Hayır, diye cevap verdi.[131].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır-.
1- Deve eti
yiyen kimsenin namaz kılmak, tavaf etmek, Mus-hafa el sürmek için abdest alması
vâcibdir,
2- Deve
ağılında namaz kılmak mekruhtur.
3- Koyun ve
keçi etini yiyen kimsenin bundan dolayı belirtilen şeyleri yerine getirmek
için abdest alması vâcib değildir, daha önce abdest alıp abdesti bozulmamışsa,
yeniden abdest almasına gerek yoktur.
4- Koyun ve
keçi ağılında namaz kümabilir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının tesbit, görüş, ihticac ve
istidlalleri :
a) Hanefî,
Şafiî, Mâliki ve Sevrî mezhebinde deve etini yiyen kimsenin abdesti bozulmaz. O
da diğer yiyecekler gibidir. Hem Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, tabii yollardan
dışarı çıkan şeyler abdesti bozar, dışardan giren şeyler bozmaz diyerek genel
bir kaide koymuştur-
b) Hanbelîlere göre:
Deve etini ister çiğ,
ister pişmiş yesin, abdestli kişinin abdesti herhalde bozulur. Bu hususu bilsin,
bilmesin farketmez. Nitekim Cabir b. Semure, Muhammed b. İshak, İshak b.
Rahuye, Ebû Hay-seme, Yahya b. Yahya ve İbn Münzir de aynı görüş ve
ictihadda-dırlar.[132]
Birinci grup şu
hadîsle istidlal etmiştir: İbn
Abbas (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.)
şöyle buyurmuştur: «Abdest
ancak (vücuttan)
dışarı çıkan şeylerden dolayıdır, giren
şeylerden dolayı değil...»[133].
İkincilerin delîli,
yukarıda naklettiğimiz Cabir b. Semure ve Bera' b. Aziz hadîsleridir.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
722 no'lu Cabir
hadîsinin bir benzerini İbn Mâce, Muharib b. Dessar'dan, rivayet etmiştir.
Ayrıca Ebû Dâvud ile Tirmizî de aynı hadîsi nakletmişlerdir. Beyhakî sözünü
ettiğimiz İM hadîsin de sahih olduğunu, söylemiş, Ahmed b. Hanbel'de aynı
görüşü izhar etmiştir.
İmam Nevevî, sözü
edilen hadîslerin hükmünün kaldırıldığına kail olanları, o bakımdan deve etini
yemekten dolayı abdestin bozulmayacağını söyleyenleri şöyle sıralamıştır: Dört
halîfe, Ubey b. Kâ'b, İbn Abbas, Ebû Derdâ, Ebû Talhâ, Âmir b. Rebi'â, Ebû
Üma-me, Tabiîn'den önemli bir cemaat, İmam Mâlik, İmam Ebû Hanîfe, İmam Şafiî
ve arkadaşları. Deve etini yemekten dolayı abdestin bozulacağına kail olanlar
ise şunlardır: Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Rahuye, Yahya b. Yahya, Ebubekir b.
Munzir ve İbn Huzeyme... Hafız Ebubekir Beyhâki de bu ikincilerin görüşünü
seçmiştir. Hadîs ashabı ise, mutlaka abdestin bozulacağına kaildirler.
İmam Şafiî'den yapılan
bir rivayette ise şöyle demiştir: «Eğer deve etiyle ilgili hadîs sahîhse ben
onunla hükmederim.» [134].
İbn Hibbân'm Câbir
hadîsini naklederek onun şöyle dediğini Lklıyor : «Ateşin dokunduğu Ceti
yemekten) dolayı abdestin bo-lup bozulmayacağı hususunda, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in ti emri ve ondan son anlaşılanı, ateşin dokunduğu (eti yemek-
dolayı abdestin bozulmayacağıdır.»
İmam Nevevî bu hadîsin
umum ifade ettiğini, deve etinden ilayı abdest gerekir hadîsinin ise husus
ifade ettiğini, hususun numa takdim edileceğini belirtmiştir. Bazısı da hastan
sonra ge-h anım, onu nesheder. O takdirde, deve etinden dolayı abdest gere-lr,
hükmü kaldırılmış sayılır. Ne var ki, burada neshi kabul et-ieyenler
çoğunluktadır.
el-Hâzimî ise, bazı ilim adamlarının bu konuda
mensûh olanın, teşüv dokunduğu şeyi yemekten dolayı abdestin gerekmediğidir, âsıh
ise, ateşin dokunduğu şeyi yemekten dolayı abdestin gerek-ğidir. Zührî de aynı
görüştedir.
İmam Ebû Hanîfe ile
İmam Şafii'den yapılan rivayette, bu ko-uda şöyle dedikleri belirtiliyor:
«Gerek deve etinden, gerekse ateş okunan şeyi yemekten dolayı abdestin
gerekeceği hakkındaki Câbir e Berâ' hadîsleri, ya Câbir'den rivayet edilen son
hadîsle neshol-auştur, ya da abdes ile ilgili emir, tenzife (nezafeti iyice
sağlama-a, gereken temizliği yapmaya)
yöneliktir.»[135].
Câbir'den rivayet
edilen son hadîs şöyledir: «Şüphesiz ki Re-ûlüllah (a.s.) Efendimiz'in son
emri, ateşin temas ettiği şeyden do-ayi
abdestin gerekmemesidir.»[136].
Diğer bazı ilim
adamları ise, deve etini yemekten dolayı ab-lest emri, vücub için değil,
istihbab içindir. Oysa bu hilaf-ı zahir ;ayılır. Çünkü istihbaba delâlet eden
bir kayıt yoktur.[137].
723 no'lu Berâ'
hadîsine gelince : Bunu Tirmizî, îbn Mâce, İbn 3ibbân ve İbn Cârud da rivayet
etmişlerdir. İbn Huzeyme kendi Sahîh'inde diyor ki: «Bu hadîs hakkında hadîs
ilim adamları ara-îmda görüş ayrılığı izhar edeni görmedim. Çünkü nakil
cihetiyle sahih, nakledenler ise adildir.» Tirmizî de bunun Berâ'dan rivayet
sdüdiğini sahihlemiştir.[138]
İmam Ahmed ile Beyhakî
bu babda daha çok Câbir b. Semu-re ile Berâ' hadîsinin sahîh olduğunu
belirtmişlerdir. İshak b. Râ-huye de böyle demiştir. Hafız İbn Hacer de onların
bu görüşünü et-Telhîs'te nakletmiştir.
O bakımdan Nevevî,
deve etinden dolayı abdest bozulur hükmünü ve buna dayalı mezhebi delil
bakımından en kuvvetli kabul etmiştir. Her ne kadar cumhur onun hilâfına bir
görüş ortaya koymuşsa da hadîslerin sıhhati onu böyle bir netice çıkarmaya
sevk etmiştir.[139]
Ebû Cafer et-Tahavî
konuyla ilgili hadîsleri şöyle naklediyor:
Zeyd b. Sâbit'ten
(r.a.) yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Ateşin
değiştirdiği şey (i yemekten) dolayı abdest alın!» Aynı hadîsin dört ayrı
tarikdan daha rivayet edildiğini naklettikten sonra Ebu Saîd b.Ebî Süfyan, b.
Muğîre'den şu haberi naklediyor : «Ümmu Habîbe (ra.)'nin yanına girdiğimde,
benim için s e v i k (kavut) istedi, ondan yiyip içtim. Sonra bana şöyle dedi :
«Kardeşim oğlu! Abdest al...» Ben de «abdestimi bozacak bir şey yapmadım»
deyince, şu haberi verdi : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ateşin dokunduğu
şeyden dolayı abdest alınız.» buyurdu.[140]
Tahavî aynı hadîsi iki
ayrı tarikle de rivayet ederek ona ağırlık kazandırmıştır.
Ayrıca Ebubekre
tarikiyle Ebû Hüreyre'den (r.a.) Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in şöyle
buyurduğunu naklediyor : «Ateşin değiştirdiği şeyden dolayı, isterse o şey
kurutulmuş keş parçası olsun, abdest alınız!»
Buna yakın bir anlamda
Muhammed b. Huzeyme tarikiyle Ebû Hüreyre (r.a.)'den, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor : «Kurutulmuş keş parçasından
dolayı abdest alınız!»
Yukarıdaki iki hadîsi
İbn Ebî Dâvud tarikiyle yine Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle te'yid etmiş
dört rivayet daha getirerek hadîsin sıhhat derecesine dikkatleri çekmiştir.
Et yemekten dolayı
abdestin gereğine delâlet eden bir diğer hadisi ise Mevlâ Muâviye'den şöyle
naklediyor : «Mescid'e geldiğim-jde, oradaki cemaatin yaşlı bir zatın etrafında
toplanıp onu dinle-jdiklerini gördüm. «Bu kimdir?» diye sorduğumda, «Sehl b.
Hanze-le»dir dediler. Şöyle dediğini işittim : Resûlüllah (a.s.)Efendimiz buyurdu
ki : «Kim et yiyecek olursa, abdest aism.»[141]
Tahavî bu
rivayetlerden sonra Resûlüllah'm (a.s.) et yedikten sonra abdest almadan namaz
kıldığını belirten hadisleri naklediyor. Biz bunlardan birkaç tanesini konunun
önemini dikkate alarak buraya alıyoruz :
îbn Abbas'dan (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.). bir koyunun kürek kısmını
yedikten sonra abdest almadan kalkıp namaz kıldı.»
îbn Huzeyme'nin İbn
Abbas'dan (r.a.) yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir : «Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz ekmek ve et yedikten sonra abdest almadan kalkıp namaz
kıldı...»
Muhammed b. Amr b.
Atâ'dan yapılan rivayette ,adı geçen şöyle demiştir : Bir gün İbn Abbas'm
(r.a.) yanma giriyor ki o sırada îbn Abbas Meymune'nin evinde bulunuyormuş. İbn
Abbas (r.a.) iki elimin üzerine vurarak şöyle dedi : «İnsanların ateş dokunan
şeyden yedikten sonra abdest aldıklarına hayret ediyorum! Allah'a and olsun ki
Resûlüllah (a.s.î bir gün kendi elbisesini üzerinde toplamış idi, az sonra
kendisine tirit getirildi, ondan yedikten sonra abdest almadan kalkıp namaz
kıldı...»
Ümmu Seleme'den (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki : «Kızartılmış kaburga takdim ettim. Ondan yedi
ve abdest almadı.»
Câbir b. Abdülah'tan
(r.a.) yapılan rivayette, demiştir ki : «Beraberimizde Resûlüllah'm da
bulunduğu bir sırada bize bir miktar pişmiş yemek getirildi. Hep birlikte
yedikten sonra namaza kalkdık, bizden hiçbir kimse abdest almadı... Sonra da
geriye kalan yemeği akşama doğru yedikten sonra kalkıp ikindi namazını kıldık,
bizden hiçbir kimse elini suya sürmedi, (yani abdest almadı.»
Bu mealde otuza yakın
rivayetleri sıraladıktan sonra konuyu şöyle bağlıyor : «Koyun ve keçi etinden
dolayı nasıl abdest almak gerekmiyorsa, onun gibi deve etinden dolayı da abdest gerekmez. Bu, İmanı Ebû
Hanife'nin, Ebû Yusuf'un ve Muhammed b. Hasan'-ın kavlidir.[142]
Zeylai, Nasburraye'de
abdesti bozan sebepler üzerinde durup ilgili hadîslerin tahlil ve tesbitini
yaparken bu konuya yer vermemiştir. Nitekim Hanefî mezhebine ait kaynak fıkıh
kitaplarının çoğunda da deve eti ve ateşte pişirilmiş yiyecekler üzerinde pek
durulmamıştır. Çünkü Hanefilere göre, bu meseleyle ilgili hükümler
neshedilmiştir.
el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibil-Arbaa adlı kitapta ise, Hanbelîlerin görüş ve içtihadı
belirtilerek, onlara göre, deve etini yemek yeniden abdest almayı gerektirir
hususu kısaca açıklanmıştır.[143]
1- Gerek
deve etinden, gerekse ateşte pişirilmiş yemeklerden dolayı abdest
gerekmez. (Bu üç mezhebin kavlidir).
2- Deve
etinden dolayı abdest gerekir. (Bu
Hanbelîlerin görüş ve içtihadıdır.) [144]
Namaz mü'minin
mi'racıdır. Bir bakıma Allah ile mükalenıede bulunma makamı, ilâhî huzura kabul
edilme vaktidir. O bakımdan iç ve dış temizliğiyle birlikte kalb huzuru, edep
ve terbiye tavrı ister. İç ve dış temizliği abdest ile sağlanır. Edep ve
terbiye ise bü temizliğin gereği ve tabii neticesidir. Temizliğe riâyet
etmiyenin imânı noksandır; edep ve terbiyesi olmayanın gerçek anlamda dini ve
dindarlığı yoktur.
Tavaf, yeryüzünde
Allah'a ibâdet için konulan ilk mâbed Kabe'nin etrafında yedi defa dönmek
suretiyle durmadan Hakk'ı teşbih ve tenzih eden eşyanın hareketine uymak,
kâinatın Hakk'm irâdesi doğrultusunda hareket halinde olduğuna kalben ve
fiilen katılmaktır. Başka bir deyimle, nefsin mertebelerini aşıp Hakk'a
teslimiyeti isbatlamak, ruhen O'na yükselmeyi arzulamaktır. Böylesine \vi ve
kutsal bir makamda abdestli bulunmak elbette gereklidir. İçin dışa vuran bir
mahviyet ve arınmak şuuruyla kulluğun gereğini irine getirmek kadar normal ne
olabilir?
Mushaf, konuşan bir
öğüt, kalbe ışık tutan bir lamba, ruhu ci-layan bir yaldız; kulu Allah ile
konuşturan manevî bir cihazdır. Lsan hayatım ilâhî düzen doğrultusunda tanzim
eden bir rehber; tsanlığa medeniyeti öğreten bir kitabtır. Kudret kalemiyle
yazil-liş, Levh-i mahfuz'a konulmuş, oradan Dünya semasına indiril-liş ve
oradan da Melek Cebrail vasıtasıyla Hz. Muhammed'in ı.s.) kalbine ilka
edilmiştir. Ona kemal-i edeple el sürmek, saygı-ın bütün inceliklerine dikkat
ederek okumak lâzımdır. Böyle bir itaba abdestsiz el sürmek saygısızlık
sayılır.
Onun için İslâm, namaz
ve tavaf için abdestli olmayı nasıl şart llmışsa, Mushaf'a el sürmek için de
abdestli bulunmayı ya vâcib, a da sünnet kılmıştır. Bu fark, ilim adamlarının
ictihad farkından oğmaktadır.
İlgili hadîsler :
İbn Ömer'den (r.a.)
yapılan rivayette, Resûlülah (a.s.) Efen-limiz'in şöyle buyurduğunu
bildirmiştir :
«Allah abdestsiz
(kılman) namazı ve bir de hıyanet ve sirkat ıırsızhk yoluyla elde edilen [bir
maldan verilen) sadakayı kabul stmez.»[145]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin Yemen'de bulunan Amr b. iazm'e yazdığı mektubda şöyle buyurmuştu :
«Kur'ân'a ancak temiz (abdestli) oîan dokunabilir.»[146]
İbn Ömer'den (r.a.)
yapılan rivayette, Peygamber
(a.s.) Efendimiz şöyle
buyurmuştur : «Mushafa ancak taharet
üzere (abdestli iken) el dokundurulur.»[147]
Tavus'dan o da
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e (onun saadet günlerine) yetişen bir adamdan
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) m şöyle buyurduğunu haber vermiştir :
«Beytullahı tavaf etmek de bir namazdır (ibâdettir). O halde tavaf yaptığınız
zaman konuşmayı azaltınız.»[148]
Hadîslerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır :
1-
Abdestsiz namaz caiz değildir.\ Abdest namazın şartlarından biridir.
2- Hile,
hıyanet, gasb ve hırsızlık yoluyla elde edilen bir maldan verilen zekât ve
sadaka Allah katında makbul değildir.
3- Kur'ân'a
ancak tahir olan el sürebilir.
4- Kabe'yi
tavaf da (bir bakıma) namazdır ve o bakımdan abdestsiz tavaf
sahih değildir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, ihticac ve
istidlalleri :
a)
Hanefîlere göre :
Hades (abdestsizlik ve
cenabettik) in bir takım hükümleri vardır : Namaz ancak abdestli bir halde
kılınır. Mushafa —üzerinde kılıfı yoksa— el sürülmez. Şafiî'ye göre, abdestsiz
bir halde Mushafa el sürmekte bir sakınca yoktur. Çünkü ona göre, Kur'ân'ı
abdestsiz bir halde nasıl okumak caizse, ona el sürmek de caizdir.[149]..
Ne var ki, Kâsânî'nin Şafiüerle ilgili bu tesbiti ana kaynaklara uymamaktadır.
Hanefîler bu konuda,
el-Esrem ve Dârekutni'nin rivayet ettikleri 739 nolu hadîsle istidlal
etmişlerdir. Ayrıca Kur'ân'da, «Ona ancak arınıp temizlenmiş olanlar
dokunabilir.» mealindeki âyette geçen muttahhar'ı, abdestli olan kimse olarak
yorumlamışlardır.[150]
Kur'ân'a tazîm
vâcibdir. Üzerine abdestsizlik vaki olan bir elîe
ona dokunmak ta'zîmi
zedeler. Muhafa el sürmeyi onu abdestsiz okumanın cevazına kıyas doğru
değildir, çünkü abdestte elleri yı-tkamak farzdır, ağzı yıkamak farz değildir.
Aynı zamanda üzerinde âyet yazılı olan dirheme de el sürülmez. Çünkü Mushafa
hürmet, ondan "yazılı bulunan âyetlere hürmeti gerektirir. O bakımdan
ha-nefilerden çoğuna göre, tefsir kitabına da abdetsiz el sürmek câ-iiz
değildir. Çünkü o da bir bakıma Mushaf sayılır. Fıkıh kitapları-jna abdestsiz
el sürmekte ise bir salanca yoktur.
Abdestsiz bir
vaziyette Kabe'yi tavaf sahih değildir. Şayet bu vaziyette tavaf ederse
noksanlıkla beraber caiz sayılır. Çünkü Kabe'yi tavaf namaza benzetilmiştir.[151]
Şöyle ki tavaf hakikî anlamda namaz değildir, o bakımdan abdestsiz
yapılmasında kerahet vardır.
b) Şâfülere
göre :
Abdestsiz bir
vaziyette namaz kılmak haramdır. Cünüp olma hali de böyledir. Bunda icma'
vardır. Nitekim Sahîhayn'de «Allah sizden birinin namazını —abdestsiz olduğu
zaman, abdest almadıkça— kabul etmez,» mealinde Resûlüllah'm hadîsi rivayet
edilmiştir. Cuma hutbesi, tilâvet secdesi, şükür secdesi de namaz mânasına
yorumlanır ve onlar da abdestsiz bir vaziyette yerine getirilmez.
Abdestsiz bir halde
Kabe'yi tavaf etmek de haramdır. Çünkü Peygamber Ca.s.) Efendimiz tavaf için
abdest almış ve «hacc me-nâsikîni benden ahp öğrenin!» buyurmuştur. Hem «tavaf
namaz mesabesindedir» diye hadîs rivayet edilmiştir. Ancak ne var ki, Allah
Teâlâ, tavaf esnasında konuşmayı helâl kılmıştır. Artık kim tavaf esnasında
konuşmak isterse ancak hayr üzerine konuşsun.[152]
Mushafa abdestsiz bir
halde el sürmek veya yapraklarına dokunmak da haramdır. Allah Teâlâ, «Ona
ancak arınıp temizlenmiş olanlar dokunabilir,» buyurmuştur. Bu, nehiy mânasında
bir haberdir. Onu abdestsiz bir halde taşımak da haramdır. Ancak yanmasından,
sele kapılmasından veya bir kâfirin tecavüzüne uğramasından endişe edildiği
zamanlarda hemen abdest alma imkânı yoksa abdestsiz taşınabilir. Hatta bu
vaziyette onu taşıyıp kurtar-
mak vâcibdir. Tevrat
ve İncil hakkındaki hüküm böyle değildir, yani onları abdestsiz taşımakta bir
sakınca yoktur. Çünkü insan eli dokunup tahrifata uğramış, çoğu yerleri ilâhî
vasfını kaybetmiştir.
Mushafm bitişik
cildine abdestsiz dokunulmaz. Çünkü cildi de ondan bir parça sayılır. Bitişik
değilse, el sürmekte bir sakınca yoktur.[153]
Kur'ân tefsîrine,
gelince, tefsir kısmı Kur'ân metninden çoksa, hüküm eksere göre olduğundan onu
abdestsiz bir vaziyette tutup, açıp okumakta bir sakınca yoktur. Ama Kur'ân
metni tefsire eşit veya ondan fazla ise, o takdirde abdestsiz el sürmek
haramdır.
Kur'ân'ı eşya
arasında, sandıkta, kutuda abdestsiz bir vaziyette taşımak helâldir.[154]
c) Hanbelîlere göre :
Abdestsizlik ve
cenabetten temizlenen kimse ancak Mushafa el sürebilir. Bu husus, İbn Ömer,
el-Hasan, Atâ,' Tavus, Şa'bî ve Kasım b. Muhammed'den rivayet edilmiştir.
(Allah hepsinden razı olsun). Aynı zamanda bu, İmam Mâlik, İmam Şafiî ve rey
tarafdar-larınm kavlidir. Onlara Davud ez-Zahîrî'den başka muhalif olan bir
kimse bilmiyoruz. Davud'a gelince, o Mushafa abdestsiz bir vaziyette el
sürmeyi mubah saymıştır. O, bu hususta Peygamber (a.s.) Efendimizin Kayser'e
yazdığı mektubla ihticac etmiştir. Çünkü mektubta Kur'ân'dan âyet yazılı
bulunuyordu. Hammad ise, elinin arkasıyla Mushafa dokunur, bunda bir sakınca
görmezdi. Çünkü ona göre, «mess »tabiri, elin içiyle dokunmak veya sürmektir,
dışıyla değil.[155]
Hanbelîler hem Vakı'â
sûresi 79. âyetle, hem de Hz. Peygamber'-in (a.s.) Amr b. Hazm'e yazdığı
mektupta «Kur'ân'a ancak tabudan el sürebilir» mealindeki el-Esrem'in rivayet
ettiği hadîsle ihticac etmişlerdir.
Resûlüllah'm (a.s.)
Kayser ve diğer ülkelere gönderdiği mektupta âyet yazması, mektup kasdıyla
yazılmıştır. O bakımdan mektupta, fıkıh ve benzeri kitaplarda yazılı olarak âyetler
bulunabilir ve bunlara abdestsiz dokunulabilir.
Çünkü içindeki âyetten dolayı
Milar mushaf
hüviyetini almaz, o bakımdan raushaf hürmetini de ,aşımaz. Aksini iddia etmek,
Kur'ân'ı ezber bilenlerin bedeninin İe abdestsiz dokunulmasının sakıncalı olduğu
sonucunu doğurabilir. Oysa fıkıhta böyle bir iddia veya kaide söz konusu
değildir.
Kur'ân'ı kılıfının
sapından abdestsiz bir vaziyette tutup kaldırmakta bir sakınca yoktur. Ebû
Hanife-'nin de içtihadı böyledir. Emam Mâlik buna muhaliftir. Ona göre, mushafı
kılıfıyla veya kılıfının kulpuyla tutmak da helâl olmaz.
İçinde âyet yazılı
bulunan tefsir, fıkıh ve benzeri kitaplara ab-üestsiz dokunmak caizdir.[156]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller :
Her namaz için abdest
almak şart mıdır? Daha önce abdestli bulunan kimsenin o abdestle bir kaç namaz
kılmasında bir sakınca var mıdır? İlim adamları Kur'ân'da abdestle ilgili
âyete dayanarak ve hadîslerin ışığı altında farklı görüşler ortaya koymuşlardır
:
a) Seleften
bazısı, her namaz için yeniden abdest almak vâ-cibdir, demiştir
b) Diğer
bazısı ise, önceleri hüküm böyle idi, sonra bu hüküm kaldırıldı şeklinde
bir görüş belirtmişlerdir.
c) Bazısına
göre, ise âyetteki emir n e d b üzerine hamledilir, öyleki, abdestli
bulunan bir kimsenin başka bir namaz kılmak istediğinde yeniden abdest alması
menduptur.
d) Diğer bir
kısmına göre ise, abdest ancak abdesti olmayana meşru' kılınmıştır; ne var ki
her namaz için yeniden abdest almak müstehab sayılmış ve bunun nur üstüne nur
olduğu ifâde edilmiştir.
Bu son görüş ağırlık
kazanmıştır. Fetva ona göredir. Nitekim Abdullah b. Hanzele'den (r.a.) yapılan
rivayette, demiştir ki : «Re-sûlüllah (a.s.) Efendimiz önceleri her namaz için
ayrı bir abdest alınmasını emretmişti. Namaz kılmak isteyen kimse ister
abdestli olsun, ister olmasın, herhalde yeniden abdest alması gerekirdi. Bu
meşakkat doğurunca kaldırıldı, sadece abdesti olmayan kimsenin namaz için
abdest alması vâcib olarak kaldı.»[157]
Hz. Büreyde'den (r.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz önceleri her namaz için bir abdest alırdı. Fetih günü (Mekke'nin
fethedüdiği gün) birkaç namazı bir abdestle kıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer
(r.a.) Ona dedi ki : «Daha önce yapmadığın bir şeyi yaptın?...» Resûlüllah
(a.s.) ona : «Bile bile yaptım (cevazını
belirtmek için) !=> diye cevap verdi.[158]
Ayrıca Daremî, «Abdest
ancak hadesden dolayı gerekir» mealindeki hadîsle istidlal ederek, her namaz
için yeni bir abdest almanın müstehab olduğunu söylemiştir.
«Ümmetime meşşakkat
vermiyeceğini bilseydim, her namaz için yeni bir abdest ile emrederdim ve her
abdestle beraber (dişleri) misvaklamayı vâcib kılardım.»[159]Mealindeki
hadîs, her namaz için abdestli bulunduğu halde yeni bir abdest almanın gerekli
olmadığına çok açık şekilde delâlet etmektedir. Nitekim mücte-hid imamların
hemen hepsi bu sahih rivayetlerle ihticac etmişlerdir.
«Peygamber ta.s.) her
namaz için bir abdest alırdı...» mealindeki hadîs, yukarıdaki hadîslerle
açıklanmakta ve bunun vâcib olmadığı neticesi ağırlık kazanmaktadır. Hem koyun
ve keçi etinden dolayı abdest alıp almayacağım soran adam, «arzu edersen al,
arzu edersen alma...» buyurması, daha önceki abdestle namaz kılmakta bir
sakınca olmadığına delâlet etmektedir.
738 nolu hadîsle her
ne kadar ihticac edilmişse de, isnadında Süveyd b. Ebî Hatim bulunuyor ki bu
zat zayıftır. Nevevî de onun zayıf olduğunu söylemiştir. O bakımdan müctehid
imamların hepsi onunla ihticac etmemiştir.
Hem hadîste geçen t a
h i r sıfatı, mü'min hakkında kullanıldığı gibi, büyük ve küçük hadesten
temizlenen kimse hakkında da kullanılır. Aynı zamanda bedeninde necaset
bulunmayan kimseye de delâlet eder. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz «Mü'min
necis olmaz...» buyurmuştur. O bakımdan t a h i r tabiri mutlaka abdestli olan
kimse demek değildir.
739 nolu Tavus
tarikiyle rivayet edilen hadîsi İbn Hüzeyme ve ton Hibban sahihi emişler.
Tirmizî, «bu hadîs merfu' ve mevkuf ri-râyet edilmiş; merfu' oluşu sadece Atâ'
hadîsinden bilinmektedir.» İemiştir. Atâ'ın bunu merfu' mu, mevkuf mu rivayet
ettiğinde ih-iilâf edilmiştir. Nesâî, Beyhakî^ İbn Salah, Münzirî ve Nevevî
mev-tuf olduğuna kail olmuşlar. Ref, rivayeti ise zayıftır.
Hafız İbn Hacer ise,
Ata' b. Sâib'in sadûk olduğunu, ondan basan merfu', bazan da mevkuf rivayetler
vardır. Ama kendisi sıka [güvenilir)'dır, demiştir.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin Yemen'de Amr b. Hazm'e yaz-!*ı mektupta : «Kur'ân'a ancak tahir
olan el sürebilir...» mealindeki hadîsi Zeylâî kendi kitabında naklederek
bunun ayrıca İbn Ömer'den, Hakim b. Huzam'dan ve Osman b, Ebî As'dan da
rivâ-yet edildiğim kaydetmektedir.
Amr b. Hazım'dan
rivayet edilene Nesâi Kendi Sünen'inde Ki-tabü'ddiyat bölümünde; Ebü Dâvud
Merasü'de Muhammed b. Bekâr b. Bilâl'dan o da Yahya b. Hamza'dan, o da
Süleyman b. Er-kam'dan, o da Zührî'den, o da Ebubekir b. Muhammed b. Muhammed
b. Amr b, Hazım'den rivayet etmiştir.
Bu konudaki İbn Ömer
(r.a.) hadîsini Taberâni kendi Mu'cem'-inde, Darekutnî ve Beyhakî kendi
Sünenlerinden rivayet etmişlerdir. Râvileri arasında Süleyman b. Musa
bulunuyor ki, bu zat hakkında farklı tesbitler yapılmıştır : Buharı, onun
münkerlere yer verdiğini söyler. Bazı hadîsçiler ise onu sıka kabul eder. Nesâî
ise, «o kaviy değildir,» demiştir.
Bu konuda Osman b. Ebû
As hadîsini ise, Taberânî kendi Mu'-cem'in de rivayet etmiştir. Bu rivayet
üzerine farklı tesbit söz konusu değildir. İsnadında bir aksaklık görülmemiştir.[160]
1- Namaz
ancak abdestli bir halde kılınabilir.
Abdestsiz na-F maz sahih değildir, kabul olunmaz.
2- Her namaz
için bir abdest şart değildir. Bir abdestle birkaç vakit namaz kılmakta bir
sakınca yoktur.
3- Abdest
üzerine abdest almak, yani her namaz için yeni bir abdest almak
müstehabdır.
4- Abdestsiz
bir halde Mushafa el sürmek caiz değildir. Ancak Davud ez-Zahirî'ye göre,
caizdir.
5- Tavaf bir bakıma namaz demektir, abdestsiz
yapılması mekruhtur. (Bu daha çok Hanefîlerin içtihadıdır. Şafiî ve diğer imamlara göre, abdestsiz bir
vaziyette Kabe'yi tavaf etmek haramdır.) [161]
İslâm her konuda
temizliği ön plâna alır. Yatsı namazından sonra cünüp olan kimsenin o
vaziyette uyuması hoş karşılanmamış,
cinsel organını iyice yıkayıp namaz abdesti gibi bir abdest aldıktan sonra
yatağına uzanıp uyuması tavsiye edilmiştir. Tabii bu tavsiye, o saatlerde
yıkanma imkânı bulanlara göre
değildir, herhangi bir sıkıntı yoksa,
yıkanıp uyumak daha uygundur. Ancak
fecir doğuncaya kadar arada farz bir
namaz vakti olmadığından daha çok elleri ve utanç yerlerini tertemiz yıkadıktan
sonra mümkünse namaz abdesti gibi bir abdest alması müstehab sayılmıştır. Bu,
bütünüyle ruh ve beden sağlığını korumaya, maddî ve mânevi pislik ve
mikroplardan sakınmaya yönelik bir tedbirdir. Aynı zamanda rahat bir uyku
uyuyabilmenin de bunda payı vardır.
O bakımdan Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz böyle durumlarda elini ve utanç yerlerini iyice yıkadıktan ve
çoğu zaman namaz abdesti gibi bir abdest almadan uyamamıştır.
İlgili hadîsler :
tbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Hz. Ömer (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'den şöyle
sormuştur:
— Ya Resûlellah! Bizden biri cünüp iken
uyuyabilir mi?
— Evet, abdes aldığı zaman uyuyabilir, (bunda bir sakınca yoktur), buyurmuştur.[162]
Hz. Ayşe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüp iken uyumak
istediğinde cinsel organım yıkar, namaz için abdest alındığı gibi abdest
alırdı.»[163]
Yine Hz.
Aişe Validemiz'den (r.a.) yapılan rivayette demiştir .
«peygamber (a.s.î Efendimiz cünüp olduğu zaman, (bir şeyler) yemek veya uyumak istediğinde abdest alırdı.»[164]
Ammar b. Yasin
(r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki : «Peygamber (a.s.) Efendimiz cünübe,
bir şey yemek veya içmek ya da uyumak istediği zaman namaz için abdest alır
gibi abdest almasına ruhsat verdi.»[165]
Ebu Said (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir
: «Sizden biri eşiyle cinsel temasta bulunduktan sonra tekrar temasta bulunmak
isterse abdest alsın!» [166]
Hadislerin açık
delaletinden şu hükümler anlaşılmaktadır
:
1- Yatsı
namazını kılmak şartıyla cünüp bir halde uyumakta bir sakınca yoktur.
2- Cünüp bir
halde uyumak isteyen kimsenin namaz için abdest alır gibi abdest alması ve
bundan önce cinsel organını yıkaması müstehabdır.
3- Cünüp bir
vaziyette bir şey yemek veya içmek istediğinde, abdest alması öylece yiyip
içmesi müstehabdır.
4- Eşiyle
cinsel temasta bulunduktan sonra henüz gusletme-
den tekrar temasta
bulunmak isterse, cinsel organını
yıkaması ve namaz abdesti gibi abdest alması müstehabdır.
Hadîslerin ışığında
müstehid imamlarının istidlal ve ihticac-ları :
a) Hanefüere
göre :
Cünüp kimsenin
yıkanmadan uyumasında veya tekrar cinsel temasta bulunmasında bir sakınca
yoktur. O vaziyette uyumak isterse, namaz abdesti gibi abdest alması
müstehabdır. Abdest almadan uyuyabilir. Çünkü abdest bi-nefsihi kurbet
değildir, namaz ve benzeri ibâdetleri yerine getirmenin şartıdır. Uyumakta
böyle bir şey söz konusu değildir.
Ayrıca, cünüp kimse
bir şey yemek veya içmek istediğinde sadece elini yıkayıp ağzını çalkaması
kâfidir.
Hanefüere göre bu
konuda baş kısma aldığımız Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet edilen hadîsle ve Hz.
Aişe (r.a.)'dan rivayet edilen şu hadîsle istidlal etmişlerdir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz cünüp bir halde
elini (gusül) suyuna dokundurmadan uyurdu.» [167]
b)
Hanbelüere göre :
Cünüp kimse sadece
abdest alıp mescidde oturabilir. İshak b. Rahuye de aynı görüştedir. İlim
ehlinden çoğu, bu caiz değildir, demiştir.
Hanbelîler bu hususta
Zeyd b. Eşlem'den (r.a.) yapılan şu rivayetle ihticac etmişlerdir :
«Resûlüllah (a.s,) Efendimiz'in ashabı abdestsiz bir vaziyette Mescid'de oturup
konuşurlardı. Bazısı da cünüp olduğu halde sadece abdest alıp içeri girerek
sohbete katılırdı.»[168]
Bu haber, onların sözü
edilen konuda icma' ettiklerini ve umuma has bir hüküm taşıdığım gösterir. Hem
abdest alınınca hades hükmü hafiflemiş olur; su bulunmadığı zaman yapılan
teyemmüme benzer.
Cünüp kimsenin sadece
abdest almasıyla hadesi hafifletmesinin delili şudur : Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz cünüp kimseye uyumak istediği zaman abdest ile emretmiştir. Bir şey
yemek veya iç-
ıek isteyene veya
henüz yıkanmadan tekrar cinsel temasta bulun-aaya teşebbüs edene abdest
müstehab kılınmıştır. Ama ayhali lan kadın abdest alsa bile camide oturması
mubah değildir, çün-tü onun bu durumda altığı abdest sahih sayılmamıştır.[169]
c) Mâlikilere göre :
Yahya'nın îmam
Mâlik'den, onun da Abdullah b. Dinar'dan, bnun da Abdullah b. Ömer'den (r.a.)
yaptığı rivayette, Hz. Ömer'-iı (r.a.), Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den
geceleyin cünüp olduğunda le yapmasını tavsiye edeceğini sorması, Peygamberin
de (a.s.) ab-iest al, cinsel organını yıka ve ondan1 sonra uyu, diye buyurması
ielil olarak alınmıştır. Ayrıca Mâlikîler şu hadîslerle de istidlal ve ihticacda
bulunmuşlardır : Urve'nin kendi babasından, onun da Deygamber (a.s.)
Efendimizin zevcesi Hz. Aişe'den yaptığı rivayette Aişe (r.a.) şöyle demiştir
: «Sizden biri eşiyle cinsel temasta bulunur ve sonra da gusletmeden uyumak
isterse, namaz için alman abdest gibi bir abdest almadıkça uyumasın!»
îmam Mâlik'in Nâfi'den
yaptığı rivayete göre : Abdullah b. Ömer (r.a.) cünüp iken uyumak veya bir şey
yemek istediğinde yüzünü ve dirseklere kadar iki elini yıkar, başım
meshettikten sonra yemek yer veya uyurdu....»[170]
Böylece Abdullah b.
Ömer'in (r.a.) ayaklarını yıkamadığı, sadece abdest organlarından ikisini
yıkayıp başını meshetmekle yetindiği anlaşılıyor. Çünkü sözü edilen hususta
abdest almak, namaz kılmak, tavaf yapmak veya Kur'ân'a el sürmek ve okumak için
değil, temiz bir vaziyette, cenabetin ağırlığını hafifleterek uyumaktır. O
bakımdan ayaklarını yıkamaya gerek görmemiştir. İslâm fıkhında senet ve kaynak
kabul edilen Abdullah b. Ömer'in böyle yapması, mutlaka bir sünnete
dayanmaktadır. Mâlikilerin de görüşü bu doğrultudadır.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller : 753 nolu hadîsi, Buharı ve Müslim şu
değişiklikle rivayet etmişlerdir : «Abdest alsın, sonra uyusun!» Yine bu
ikisinin bir diğer rivayetinde şu farklılık göze çarpmaktadır : «Abdest al,
cinsel organım yıka, sonra uyu!» Bu son lafzın içinde bulunduğu hadîsi îmam
Mâlik aynen Muvatta'da rivayet etmiştir.
İmam Nevevi diyor ki :
«Ömer hadîsi emir sıygasınla ve şart sıygasıyla gelmiştir. Zahirine bakıp
hükmedenler, gusletmeden uyumak isteyen cünüp kimsenin abdest almasını vâcib
kabul etmişlerdir. Zahiriler ve Malikiler'den İbn Habîb aynı görüştedirler,
Cumhur ise bunun istihbabma kaildir. Müctehid imamların da içtihadı bu
doğrultudadır. Nitekim İbn Huzeyme ile İbn Hibbân'm kendi Sahîh'lerinde İbn
Ömer'den tahrîc ettikleri hadîste şöyle denilmiştir : «Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den, bizden biri cünüp iken uyuyabilir mi? diye sorulduğunda şu
cevabı vermiştir ; Evet, uyuyabilir, isterse abdest alır...»
İlim adamlarının çoğu,
bu durumda abdest alınırken îbn Ömer'in yaptığı gibi değil, namaz için abdest
alman abdest gibi tastamam bir abdest alınır. Çünkü namaz abdesti gibi, tabiri
her türlü farklı görüşü reddetmektedir. İbn Ömer'e gelince, belki bir
mazeretinden dolayı ayaklarım yıkamamış olabilir. Bununla beraber İbn Ömer'in
yaptığı temizlik gibi bir temizlik yapmakta hiçbir sakınca yoktur. Çünkü abdest
ile tavsiye, ağırlığı hafifletmek, temizliği sağlayıp öylece rahat bir uyku
uyumaktır.
Nitekim İbn Ebî
Şeybe'den sıka rical senediyle Şeddad b. Evs'-den (r.a,) demiştir ki : «Sizden
biri geceleyin cünüp olduğunda, uyumak isterse, abdest alsın, çünkü afcdest
cenabet guslünün yarısıdır.»[171]
Gerek konunun başında,
gerekse bu arada rivayet edilen ha-dîsler'in çoğu Resûlüllah fiiline dayanmaktadır.
Ömer ve Ebû Said hadîsleri ise, kavlidir, yani Peygamber (a.s.) Efendimiz'in
mübarek dilinden çıkan sözlerle sabittir.
İlim adamlarından bir
kısmı, cünüp kimse gusletmeden bir şey yemek ve içmek veya uyumak isterse,
abdest alır, ama tekar cinsel temasta bulunmak isterse, önce gusletmesi
afdaldır, demişlerse de Buharî ve Müslim'in sahîh bir senedle Hz. Enes'den
yaptıkları rivayette deniliyor ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir tek
gusülle zevcelerini dolaşır (onlarla cinsel temasta bulunurdu).» Bu, namaz
vakti geçmiyorsa, özellikle gece saatlerinde cünüb olduktan sonra hemen
yıkanmanın vâcib olmadığını gösterir.
İmam Nevevî de aynı
görüşte olup sadece ikinci defa cinsel temasa geçmeden yıkanmanın müstehab
olduğunu söylemiştir. Çün-
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin bir gecede eşlerine ayrı ayrı uğ-ayıp her biriyle cinsel temasta
bulunduktan sonra yıkandığını Ah-tıed b. Hanbel ve diğer Sünen sahihleri Ebû
Râfis (r.a.)'den rivâ-ret edilen hadîsle belirtmişlerdir... Hatta bunun farkına
varan sa-iabiden biri, «Ya Resûlellah! Hepsi için bir gusülle yetinseniz ya..»
leyince, «böyle yapmak daha iyi ve daha temizdir...» buyurmuş-ur.
Bu her iki şeklin
cevazına delâlet etmekte ve diğer konularda olduğu gibi kolaylığı getirmektedir. Aynı hususu Sıddîk Hasan 3an, Bulûğu'1-merâm şerhinde belirterek abdest almak mendub-sa da
her iki halin caiz olduğunu söylemiştir.[172]
Dörtlerin Hz. Aişe
(r.a.)'den rivayet ettikleri hadîste ise, Resûlüllah (a.s.) cünüp iken suya
dukunmadan uyuduğuna gelince, bu malûldür. Musannif illet sebebini Ebu İshak'm
el-Esved'den, onun da Hz, Aişe'den yaptığı rivayet olarak açıklamıştır. Nitekim
Zehebî bu zatın münker olduğunu söyledikten sonra İbn Hibbân'-m, «Ebu îshak'm
hadîsiyle ihticac edilmez» dediğini nakletmiştir.[173]
Resûlüllah (a.s.)
Efendimizin cünüb iken bir şey yemek veya içmek istediğinde iki elini yıkadığı
ve sonra yiyip içtiği rivayetine gelince : Hazreti Aişe (r.a.) diyor ki :
«Peygamber (a.s.) Efendimiz, cünüp iken bir şey yemek veya içmek istediğinde
iki elini yıkadıktan sonra yiyip içerdi.» [174]
Diğer bir rivayette
ise Hz. Aişe (r.a.) şöyle söylemiştir :
«Peygamber (a.s.)
Efendimizin eşlerine ihtiyacı olduğu zaman onlara gelip (hacetini yerine
getirdikten sonra) döner ve suya dokunmazdı.»
Tirmizî'nin yaptığı
rivayette ise şu lafızlarla Hz. Aişe'den nakledilmiştir : «Peygamber (a.s.)
Efendimiz cünüb iken uyur ve suya dokunmazdı...»[175]
765 nolu hadîs sahih
kabul edilmiş, hiç kimse bunun zayıf olduğunu söylememiştir. 766 nolu hadisler
ise, İmam Ahmed'e gö-
re, sahîh değildir.
Ebu Dâvud bu rivayetin v e h m olduğunu belirtmiş; Yezîd b. Harun onun hatalı
olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ahmed b. Salih ise bu hadîsin rivayet edilmesi
helâl değildir, diyerek gayr-i sahih olduğunu söylemiştir. Ancak Beyhakî onu
sahih-lemiştir.
Bununla beraber ilim
adamları «uyurdu da suya dokunmazdı»
sözünü, gusletmek için
suya dokunmazdı şeklinde yorumlamışlardır. Öyleki : Ellerini yıkar, bazan
abdest de alır, ancak gusletmez-di. Çünkü gece yarısından sonra teheccüd
namazına kalkıncaya kadar müsait bir vakit söz konusu idi. [176]
1- Yatsı
namazı kılındıktan sonra cünüp olan
kimsenin abdest alıp öylece uyuması müstehabdır.
2- Abdest
alırken, ayaklarını yıkamadığı takdirde bir şey gerekmez. Nitekim İbn
Ömer (r.a.) öyle yapmıştır.
3- Cünüp
iken bir şey yemek veya içmek istendiğinde, elleri iyice yıkamak sünnettir. Bu
arada ağza su alıp çalkalamak müste-habdar. Abdest almak da müstehab
sayılmıştır.
4- Cinsî
temastan sonra henüz gusletmeden önce tekrar
temasta bulunmak isteyen kimsenin cinsel organını yıkaması ve namaz
abdesti gibi bir abdest alması müstehabdır.
5- Her
cinsel temas için gusletmek gerekmez; birkaç defa temasta bulunan kimsenin
hepsi için bir defa gusletmesi kâfidir. [177]
Bulûğ (ergenlik),
yetişmiş bir çocuğun, erkekse baba, kızsa an-le olabilecek yaşa gelmesidir.
Buna erkek çocuklarda daha çok ikıl-baliğ olmak denir. Hayatın bu döneminde
erişmiş bir gençte ire tim organları artık iyice gelişmiştir. Delikanlıda
erkeklik bez-"" eri salgı yapmaya başlamış kızda da yumurtalık
aşılanmaya hasır yumurta yapabilecek hale gelmiştir.
Erkek ve kadının
cinsel organından şehvetle dışarı çıkan az koyu ve sarımtırak sıvıya meni
denir.
Her vesileyle
temizliği ön plâna alan ve insan sağlığını koruyan İslâmiyet bu durumda
gusletmeyi emreder. Böylece din insan hayatının her bölümüyle ilgilenir ve onu
başıboşluktan kurtararak atılan her adımda, yapılan her işte ve düşünülen her
konuda yüce yaratanı hatırlatır, kul ile Allah arasında kopmaz bağlar vücuda
getirir.
İlgili hadîsler ve
rivayetler :
Hz. Ali'den (r.a.)
yapılan rivayette, şöyle demiştir. : «Ben kendisinden çok mezyi akan bir
adamdım. Bundan dolayı (gusül gerekip gerekmiyeceğini) Peygamber (a.s.)
Efendimiz'den sordum; buyurdu ki : Mezyiden dolayı abdest, meniden dolayı
gusül gerekir.»[178]
Ahmed b. Hanbel'in
yaptığı rivayette, Resûlüllah (a.s.) ona şöyle buyurmuştur : «(Erkeklik
bezinden salgılanan) suyu fışkırtarak dışarı attığında cenabetten dolayı
guslet; fışkırtmadığı takdirde gusletme!»[179]
Ümmu Seleme (r.a.)
'dan yapılan rivayette, Ümmu Süleym şöyle demiştir : Peygamber (a.s.)
Efendimiz'e dedim ki : Ya Resû-lellah! Şüphesiz-ki Allah hakkın (söylemekten)
haya etmez; ihtilam olduğu zaman kadına gusül gerekir mi? Peygamber (a.s.) :
«Evet, kadın (üreme organın salgıladığı) suyu gördüğü zaman (gusül gerekir.)»
Bunun üzerine Ümmu Seleme (söze karışarak) sordu : «Kadın da ihtilam olur mu?!»
Peygamberimiz ona : «Ellerin toprağa muhtaç olsun! Kadına çocuğu neden
benzer?» buyurdu. (769)[180]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Şehevî
duygudan dolayı beyazımsı ince bir suyun fışkır-maksızm ve şehevi bir zevk
duymaksızın cinsel organdan akmasından dolayı gusül gerekmez, abdest gerekir.
Buna mezyi denir.
2- Şehvetle
fışkmp dışarı akan az koyu ve sarımtırak renkteki meni
den dolayı gusül gerekir.
3- Erkekten
fışkırarak şehvetle dışarı çıkan meni, kadında fışkımaksızm şehvetle akıp çıkar
ve bundan dolayı her ikisine de gusül gerekir.
Hadîslerin ışığı
altında müctehid imamların tesbit, görüş istidlal, ihticac ve ictihadları -.
a)
Hanefîlere göre :
Guslü gerektiren sebebler üçtür. Onlardan bir cenabettir. Bu
ise iki şeyle sübut
bulur : 1. Meninin şehvetle fışkırarak dışarı çık-aasıdır. Uyanık ve uyku hali
arasında bir fark yoktur. Buradaki ehvet, erkeklik bezinden ve kadının
yumurtalığından meninin ehvetle ayrılması demektir. Bu kadına elle dokunmaktan
veya şeh-retle bakmaktan, veya uykuda iken düşazıtmaktan ya da istimna-Lan
kaynaklanır.[181]
O halde cenabetin
sözlük mânası, meninin şehvetle çıkması-îır. «Adam cünüp oldu,» yani kadınla
cinsel temasta bulunarak şehveti yerine getirdi, demektir. Hadîste geçen
«meninin çıkması,» jehvetle çıkmaya hamledilir.[182]
İmam Ebû Yusuf,
şehvetle yerinden ayrılan menî şehvetle fışkırarak değilde, şehvet sakin
olduktan sonra dışarı çıkarsa, bun-ian dolayı gusül gerekmez diyerek hadîste
kasdedilen çıkışın bu anlamda olduğuna yorumlamıştır.
b) Şâfiîlere
göre :
Guslü gerektiren
sebebler beştir. Onlardan biri de meninin ya mu'tad mahrecden, ya da mutad yolu
kapalıysa sulb veya terâib-den çıkmasıdır- Sulb, erkeklerde bel nahiyesine
verilen bir isimdir. T e r â i b , kadınlarda göğüs kemikleri nahiyesine denir.[183]
Mutad ve gayr-i mu'tad
yoldan çıkan meni şu dört özelliğinden biriyle bilinip tanınır : Fışkırarak
çıkmak veya fışkırmayıp lezzet duyularak çıkmak veya az geldiği için hem
fışkırmadan, hem de fazla lezzet duyulmadan çıkarsa, ekşimiş hamur kokusu neşretmek
veya bu durumda çıkıp kurumuşsa kurumuş yumurta akına benzemek... Bu
özelliklerden hiçbiri yoksa, o takdirde çıkan sıvıdan dolayı gusül gerekmez.[184]
Anlaşıldığı gibi,
safiler meninin mutlaka yerinden şehvetle ay-rımasım veya şehvetle dışarı
fışkırmasını gerekli görmemişler, onda sadece belirttiğimiz dört vasıfdan
birinin gerçekleşmesini dikkate almışlardır.
Aranılan dört vasıfta
kadın ve erkek arasında fark yoktur. Hangisinden çıkan sıvı belirtilen
vasıflardan birini taşıyorsa, o takdirde çıkan sıvının meni olduğu kabul edilir
ve guslü gerektirir.[185]
Şâfüler bu konuda
«el-Mâu mine'1-mâi = Su, sudan dolayı gerekir» mealindeki hadîsle istidlal
etmiştir,
c) Hanbelüere göre :
Guslü gerektiren
sebebler altıdır. Onlardan biri, meninin dışarı çıkmasıdır. Meni, kaim bir
sıvıdır, şehevî duygu kabardığında fışkırarak dışarı atılır. Kadının menisi ise,
ince ve sarıdır.
Hanbelüer bu hususta
Ümmu Seleym hadîsiyle ve diğer ilgili hadîslerle istidlal etmişler ve bir
hastalık ve soğuktan dolayı olup şehevî bir duygu neticesi olmayan meninin
mücerred çıkmasından dolayı gusül gerekmez, demişlerdir. Nitekim Ebu Hanîfe ile
Mâ-lik'in de kavli budur. Şafiî ise, bundan dolayı gusül gerekir, demiştir."[186]
d) Mâlikîlere göre :
Cinsel temassız lezzet
ile dışarı çıkan meniyle, lezzet duyduktan bir süre sonra çıkan meniden dolayı
gusül gerekir. İsterse bu durumda meni çıkmadan gusletmiş olsun, isterse
olmasın farket-mez, her iki halde de lezzetten bir süre sonra meninin çıkması
guslü gerektiren sebeplerden biri sayılır. Ama duyulan lezzet cinsel temasdan
neş'et ediyor, duhul vaki olduğu halde inzal vaki olmuyor ve cinsel organını
dışarı çektikten sonra inzal meydana geliyorsa, bu durumda, inzal meydana
gelmeden gusletmişse, artık tekrar gusletmesi gerekmez.[187]
1-
Meninin şehvetle yerinden ayrılıp dışarı çıkması
guslü gerektirir. (Bu, îmam Ebû
Hanîfe ve İmam Muhammed'e göredir.)
2- Mutad
yoldan, orası kapalıysa gayr-i mutab
yoldan (sulh veya terâibden) çıkan meni fışkırarak veya lezzet duyularak
veya
sadece ekşimiş hamur
kokusu neşrederek veya kurumuş bir halde be, yumurta akına benzer bir vasıfta
bulunarak çıkmışsa, o taktirde gusül gerekir CBu şâfiilere göredir.)
3- Şehevî
duygunun kabarmasıyla dışarı çıkan meniden do-ayı gusül gerekir. Başka bir
sebepten dolayı çıkarsa, guslü gerektirmez.
(Bu, Hanbelüere göredir.)
4- Şehvetle
yerinden ayrılan meni, ister şehvet ve lezzetle, is-;er şehvet ve lezzet
duygusu kesildikten sonra dışarı çıksın, her iki halde de guslü
gerektirir. (Bu, Mâlikilere göredir.)
5- Şehvetle
yerinden ayrılan meni ister erkekten, ister ka-imdan akıp dışarı çıksın, her
ikisi için de guslü gerektirir. [188]
Erkek ve kadının,
cinsel organının sünnet edilen bölümünün kavuşmasına «iltika-i hataneyn» denir.
Böyle bir durumda inzal vaki olsun olmasın, yani erkek ve kadının menisi dışarı
çıksın çıkmasın gusül gerekir. Böylece İslâm her hususta Allah'ı hatırlatmayı
amaç edinirken, bir yandan da temizliği her vesileyle ön plâna almıştır. Sünnet
yerlerinin mücerred kavuşması da bu iki Önemli hususu beraberinde getirmektedir.
Konuyla ilgili
hadîsler :
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayete göre, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Erkek,
kadının dört şu'besi arasına oturduktan sonra harekete geçmek için gücünü
kullanmaya başlarsa, üzerine gusül vâcib olur.»[189]
Ş u â b : şi'be'nin
çoğuludur. Sözlükte bir şeyden bir bölüm, bir dal, iki boynuz arasındaki kısım,
su yolu, dağdaki yarık gibi mânalara gelir. Hadîste ise, ya kadının iki eli ve
iki ayağı arası veya iki ayağıyla iki uyluğu arası veya iki bacağı ve iki uyluğu
arası manası kasdedilmiştir.
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber
(a.s.) Efen-
dimiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir : «Adam eşinin dört şfbesi arasına oturur, sonra da
onun sünnet yeri kadının sünnet yerine dokunursa gusül gerçekten vâcib olur.»[190]
Tirmizî bu hadîsi
sahîhlemiştir. Ancak onun tesbit ve rivayetinde şu cümle yer almıştır :
«Sünnet yeri sünnet yerine tecavüz ederse gusül vâcib olur.»
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır :
1- Erkek kadının iki bacağı ve uyluğu arasında
oturup cinsel organının sünnet kısmını onun sünet kısmına sokup dokundurur-sa, gusül gerekli olur.
2- Bu
durumda erkek ve kadından meni gelmesi, dışarı çıkması söz konusu değildir.
Mücerred cinsel organların birbirine kavuş-masıyla gusül vâcib olur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının ictihad, istidlal ve ihticaclan :
a)
Hanefîlere göre :
Guslü vâcib kılan
sebeblerden biri de, inzal vaki olmaksızın iki sünnet yerinin kavuşmasıdır.
Çünkü Cenâb-ı Peygamber (a.s.) Efendimiz, «sünnet yerleri buluşup haşefe
(penisin baş kısmı) kaybolup belirsiz olunca, inzal vaki olsun olmasın gusül
vâcib olur,» buyurmuştur. Hem böyle bir birleşme inzalin başlıca nedenleri
arasında bulunuyordur., O bakımdan mücerred haşefenin kadının cinsel organına
girip belirsiz olması, inzal yerine geçer. Dübürle kavuşması da öyle[191]
Hanefîler bu konuda
Ebu Hüreyre (r.a.), Hz. Aişe (r.a.) hadîs-leriyle ve az yukarıda naklettiğimiz
hadîsle istidlal etmişlerdir.[192]
b) Şâfiîlere
göre :
Guslü gerektiren
beşinci sebeb, haşefe (penisin baş kısmı) nın, o kısım kesikse o miktarda bir
kısmın —dikleşmiş olmasa bile—
adının cinsel organına
girmesidir. Aynı hüküm belirtilen kısmın kübüre veya bir hayvanın cinsel
organına girmesiyle gerçekleşir.[193]
c) Hanbelüere göre :
İki sünnet yerinin
kavuşması, yani haşefenin (penisin baş kısmının) kadının fercine girmesi,
guslü gerektiren sebeplerden biridir. Sadece sünnet yerlerinin birbirine
dokunması, âlimlerin ittifakıyla guslü gerektirmez. Ancak Davud ez-Zahiri bu
hususta muhalefet ederek, meni akmadıkça gusül vâcib olmaz demiştir.
Hanbelüere göre,
medhulu biha diri olsun, ölü olsun, insan olsun hayvan olsun, fere veya dübüre
girsin farketmez, hepsinden dolayı gusül vâcib olur.[194]
d) Mâlikilere göre :
Onlar da Hanbelîlerin
görüşündedirler.[195]
îmam Mâlik bu meselede, «İki sünnet yeri kavuştuğu zaman gusül vâcib olur» mealindeki
Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Aişe (Allah hepsinden razı olsun) hadîsiyle, ayrıca
Abdurrahman b. Avf'm oğlu Ebu Seleme'-nin Hz. Aişe'den «neler guslü
gerektirir?» şeklinde sorması ve Hz. Aişe'nin (r.a.) ona «Sünnet kısmı sünnet
kısmına tecavüz edince gusül vâcib olur» açıklamasıyla ve bir de İmam Mâlik'in
Ebu Musa el-Eş'ârî'nin (r.a.) Hz. Aişe'ye gelerek, «Adam eşiyle cinsel temasta
bulunurken gevşeyiveriyor, meni akıtmıyor, bundan dolayı gusül gerekir mi?»
soruyor; o da «Sünnet kısmı sünnet kısmına tecavüz eder, (haşefe ferce girerse)
gusül elbette vâcib olur,» diye cevap vermesiyle istidlal ve ihticac
etmişlerdir.[196]
Konuyla ilgili diğer
hadîsler, rivayetler, görüşler ve tahliller :
İnzalsız cinsel
temastan dolayı gusül gerekeceği hakkında bazı farklı görüş ve rivayetler olsa
dahi dört halîfe, ashab ve tabiîn cumhuru bunda görüş birliği izhar
etmişlerdir. O kadar ki, İbn Abdilberr, sahabenin icma' ettiğini söylemiştir.
Bazıları ise, «el-Mâu
mine'1-mâi = Su, sudan dolayı gerekir,» mealindeki Buharı ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri hadîsle istidlal ederek inzal olmadıkça gusül
gerekmez demişlerdir.
Tahavî de bu konuda
ashabın ileri gelenlerinin görüş ve içtihadım şöyle sıralıyor : Zeyd b. Halid
el-Cühenî'den yapılan rivayette, Hz. Osman'dan (r.a.) cinsel temasta bulunup
meni akıtmayan adamdan soruldu, o şöyle cevap verdi : «Ona ancak abdest almak
gerekir.» Sonra da şöyle ilâve etti : «Ben bunu Peygamber (a.s.) Efendimiz'den
işittim...»[197]
Aynı râvî diyor ki :
Konuyu bir de Ali b. Ebî Tâlib, Zübeyir b. Avam, Talha b. Abdillah ve Ubey b.
Kâ'b'den (Allah hepsinden razı olsun) sordum, onlar da Hz. Osman'ın dediği gibi
cevap verdiler.
Zeyd b. Halid'den
yapılan bir diğer rivayette şöyle dediği tes-bit edilmiştir : «Hz. Osman'dan
karısıyla cinsel temasta bulunup inzalda bulunmayan adamdan sordum. Bana, ona
gusül gerekmez, diye cevap verdi. Aynı soruyu gelip Zübeyir b. Avam'a ve Ubey
b. Kâ'b'e sordum. Onlar da onun dediği gibi cevap verdiler.[198]
Urve'nin kendi
babasından, onun da Ebu Eyyub el-Ansarî'den, onun da Ubey b. Kâ'b'den yaptığı
rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir :
«İksalda Unzalsız cinsel temasta) ancak abdest almak (veya temizlik) vardır.»
Bu hadîsi biraz daha
açıklar mâna ve muhtevada diğer bir rivayet Hişam b. Urve'den, o da babasından,
o da Ebu Eyyub el-Ansarî'den, o da Ubey b. Kâ'b'den (Allah hepsinden razı
olsun) rivayetle, dedi ki : Resûlüllah'tan cinsel temasta bulunup iksal
yapmadan, yani meni akıtmayan adam hakkında sordum. Buyurdu ki : «Kendisine
isabet eden şeyi (ıslaklık ve benzerî şeyleri) yıkayıp temizler ve namaz
abdesti gibi abdest alır...»
Böylece bundan bir
önceki hadîste t a h u r sözünden abdest ve diğer bazı temizliğin kasdedildiği
anlaşılmış oluyor.
Sözünü ettiğimiz
hükmün aksine sahîh rivayetler tesbit edilmiştir. Önce onları nakledip sonra
tahlillere geçmek istiyoruz :
Ebu Sâîd (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Su
(gusül)- sudan (meni) dolayı gerekir.»[199]
Bunu daha açıklayan ve
kuvvetlendiren bir diğer rivayette ise şöyle deniliyor : Ebu Hüreyre (r.a.)
diyor ki : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ansardan bir adama haber gönderip çağırttı.
O da biraz gecikerek geldi. Resûlüllah (a.s.J ona : «Seni alıkoyan neydi?» diye
sorunca o da, «Eşimle cinsel temasta bulunuyordum, derken senin habercin
gelince (olduğu gibi bırakıp) yıkandım ve benden bir şey (akıntı, inzal da)
ortaya çıkmadı» diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) ona : «Su
tgusül) sudan (meni) dolayı gerekir. Gusül meni akıtan üzerine vâcib olur,»[200] buyurdu.
Tahavi bu hadîsi
açıklarken diyor ki : «Bir cemaat bu hadîsle istidlal ederek, eşiyle cinsel
temasta bulunup meni akıtmayan kimseye gusül gerekmiyeceğini söylemiştir.
Birincilerin görüşünü
savunanlar ise daha önce naklettiğimiz hadîslere ve daha çok Hz. Aişe
(r.a.)'dan rivayet edilen şu habere dayanarak ihticacda bulunmuşlardır : «Hz.
Aişe (r.a.) validemize, eşiyle cinsel temasta bulunup meni akıtmayan adam
hakkında soruldu. O şu cevabı verdi ; Benle Resûlüllah (a.s.) aynı şeyi yaptık
ve ondan dolayı ikimizde guslettik.»[201]
Birbirini nakzeder
gibi görünen hadislerin sıhhatmda şüphe yoktur. Ancak hadîs kritiğini yapan ilim
adamlarının tesbitine göre, «Su, sudan dolayı gerekir» mealindeki hadisin
hükmü kaldırılmıştır. Çünkü bunun İslâm'ın ilk yıllarında söylendiği ağırlık
kazanmış ve ilim adamlarının çoğu mensûh (hükmü kaldırılmış) olduğuna
hükmetmişlerdir. Nitekim Sehl b. Saîd'in Ubey b. Kâ'b'den (r.a.) yaptığı
rivayete göre, adı geçen bu hususta şunu söylemiştir: «Su sudan dolayı gerekir»
hükmü İslâm'ın ilk yıllarında idi Allah emrini sağlamlaştırıp (rayına)
oturtunca, o hükmü men'edip kaldırdı.»[202]
Aym mânada bir diğer
rivayette ise yine Übey (r.a.) şöyle demiştir : «Su,1 sudan dolayı gerekir»
hükmü, İslâm'ın ilk yıllarında bir ruhsat idi. Sonra bu ruhsat kaldırılıp
men'edildi ve gusüledil-mesi emredildi.»
İşte büyük sahabi Hz.
Übey (r.a.) konunun başında naklettiğimiz hadîslerin «su, sudan dolayı
gerekir» mealindeki hadîsi nas-hattiğini söylemiştir. Başka delil aramaya ne
gerek...
«Su, ancak sudan
dolayı gerekir» mealindeki hadîsi başta Müslim olmak üzere Ebu Dâvud ve başka
hadîsçiler rivayet etmişlerdir. Mensûh olduğunu kabul edenler ise hayli
çoktur. Zeylâî bu hususa temasla diyor ki:
«Sözü edilen hadîsin
hükmü kaldırılmıştır. Çünkü sahih tes-bitlerle inzal vaki olmaksızın haşefenin
kadının fercme girmesiyle gusül gerekeceği belirlenmiştir. Buharî ve Müslim'de
Übey b. Kâ'b'm hadîsi bu cümledendir. Ayrıca Ebû Dâvud, Tirmizi ve İbn Mâce'nin
Sehl b. Sa'd tarikiyle Ubey b. Kâ'b'den yaptığı sahih rivayette, adı geçenin
şu açıklaması, az yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu konuda yeterli bir belge
sayılır : «Su, ancak sudan dolayı gerekir» hükmü İslâm'ın ilk yıllarında bir
ruhsat idi, sonra bu yasaklandı.»
Şeyh Takıyyüddîn
el-îmam adlı eserinde diyor ki : «Bu hadîs ma'lûl kabul edilmiştir. Çünkü
içinde Zühriy'le Sehl arasında bir inkıta' söz konusudur. Nitekim Beyhâkî, bu
hadîsi Zührî'nin Sehl'-den işitmediğini kesin bir ifade kullanarak söylemiştir.
Ancak onun arkadaşlarından işittiği doğru olabilir.[203]
İkrime'den, onun da
İbn Abbas (r.a.)'dan yaptığı rivayette, adı geçen «Su ancak sudan dolayı
gerekir» mealindeki hadîsin yorumunu yaparken şöyle demiştir : Bu ancak
ihtüamla ilgilidir. Rüyasında kadınla cinsel temasta bulunduğunu görür fakat
inzal vaki olmazsa, ona gusletmek
gerekmez.[204]
Gerek Zeylaî, gerek
diğer ilim adamları hem bu rivayeti,
hem de yorumu sıhhatli bulmamışlardır.
Fethülallâm müellifi
de bu konuda diyor ki : İki sünnet yerinin kavuşmasından dolayı gusül vâcib
olur, inzal vaki olsun olmasın farketmez, hükmü bakidir. «Su ancak sudan
dolayı gerekir» mealindeki hadis bununla nesholunmuştur. Cumhur sözünü
ettiğimiz sahih hadîsle istidlal ederek bu hadîsin mefhumunun mensûh olduğunu
belirtmiştir.[205]
Ebu Cafer et-Tahavı
konuyla ilgili otuza yakın rivayet tesbit ederek nakletmiş, meraklılara geniş
malzeme vermiştir. Biz sadece birkaç tanesini nakletmiş bulunuyoruz.
Konuyu daha da
açıklığa kavuşturmak ve ilgililerin şüphesini
bütünüyle gidermek
için dört önemli rivayeti daha kitabımıza naklederek, «Su ancak sudan dolayı
gerekir» mealindeki hadîsin hükmünün kaldırıldığı hakkında yeterli bilgi
vermiş olacağız. Özellikle Übey b. Kâ'b'ın hadisini diğer önemli kaynaklardan
nakletmekte yarar görüyoruz.
Bu konuda Râfi'in
hadîsi üzerinde durulmuşsa da çoğu ilim adamları sıhhatim tesbit ederek
istidlale elverişli bulunduğunu belirtmişlerdir. Zeylâî bu hususta geniş bilgi
vererek aydınlatıcı tahlillerde bulunmuştur ki, yukarıda kısmen nakletmiş
bulunuyoruz. Şevkanî de Neylü'l-evtar'da konuyu yeterince açıklığa kavuşturmuştur.
Ubey b. Kâ'b (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki :
«Şüphesiz şu fetva ki; su ancak sudan dolayı gerekir, (hükmü) bir ruhsattır,
diyorlar; Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,
İslâm'ın ilk yıllarında ona ruhsat verdi, sonra da (tm ruhsatı
kaldırıp) gusletmeyi emretti.»[206]
Diğer bir lafızla
şöyle demiştir : «Su ancak sudan dolayı gerekir, hükmü, İslâm'ın başlangıcında
bir ruhsat idi; sonra ondan raen'-
olundu.» [207]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, şöyle demiştir -. «Bir adam, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'den, eşiyle cinsel temasta bulunup sonra meni akıtmayıp kendini
tutan kimse hakkında sordu. (Hz. Aişe de orada oturuyordu.) Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz ona şöyle dedi: «Doğrusu benle bu (Aişe) aynı şeyi yapıyoruz, sonra
da guslediyoruz.»[208]
Rafı' b. Hudayc
(r.aJ'den yapılan rivayette, demiştir ki : «Ben eşimin göbeği üzerinde
bulunduğum bir sırada Resûlüllah (a.s.) Efendimiz beni çağırdı. Meni akıtmadan
(boşalmadan) kalkıp guslettim ve dışarı çıkıp durumu Hz. Peygamber'e anlattım.
Buyurdu ki : «Sana bir şey gerekmez. Su (ancak) sudan dolayı gerekir.»
Râfi' devamla diyor ki
: Ondan sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
bize gusletmekle emretti.[209]
1- Cinsel
temasta bulunup meni akıtmayan adam gusletmek gerekir. Kadının da gusletmesi
vâcib olur.
2- İki
sünnet yeri kavuştuğunda, yani peşinin
baş kısmının kadının fercine girip kaybolduğu takdirde hem erkeğe, hem kadına
gusletmek vâcib olur. Bu durumda inzal vaki olsun, olmasın hüküm değişmez.
3- Yine
haşefenin, yani penisin baş kısmının dübüre girmesiyle de inzal vaki olsun
olmasın gusul gerekir. (Tabii böyle yapmak haramdır.)
4- Bu konuda
çoğu imamlara göre, diri, ölü, hayvan ve insan hakkında aynı hüküm caridir.
Gerçi ölü ve hayvan ile şehevî temasta bulunmak yasaklanmış ve büyük
günahlardan kabul edilmiştir. Ancak bu sınırı aşıp temasta bulunana gusül
gerekir mi, gerekmez mi? Söz konusudur. [210]
Ihtilâm (düş azmak)
ergenlik çağma giren erkek ve kızlarda sık sık meydana gelen hallerden biridir.
Bazen boşalma olur, bazan olmaz. Hangi durumda gusül gerekir? Konuyla ilgili
hadîsleri ve müctehid imamların tesbit, görüş ve istidlallerini naklettikten
sonra bu sorunun cevabı ortaya çıkar.
Havle bint Hakim
(r.aJ'den yapılan rivayette,
deniliyor ki :
avle (r.a.)' Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den kadının rüyada erke-Eq gördüğünü görmesi hakkında sordu.
Peygamber (a.s.) Efendi-iiz ona şöyle buyurdu : «İnzal vaki olmadıkça (meni
akmadıkça) Lndisine gusül gerekmez. Nasıl ki erkekten meni gelmedikçe kendisine
gusül gerekmiyorsa...»[211]
Ahmed b. Hanbel aynı
hadîsi şu lafızla tesbit ve rivayet etmiş-r : Havle (r.a.), Hz. Peygamber'den
(a.s.) rüyasında ihtilâm olan adından sordu. Peygamberimiz ta.s.) şu cevabı
verdi : «Islaklık ördüğü zaman gusletsin!» [212]
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki -. Resûlüllah a.s.) Efendimiz'den, ıslakhk görüp
ihtilâm olduğunu hatırlamayan .damdan sordu. Şöyle buyurdu : «Gusleder...*
Ayrıca ihtilâm oluğunu hatırlayıp kendinde ıslaklık görmeyen adamdan soruldu.
Suyurdu ki : «Ona gusül gerekmez...»
Bunun üzerine Ümmu
Süleym (r.a.), «Kadın onu (ıslaklığı) gö-ür de kendisine gusül gerekir?»
diyerek hayretini belirtti. Resû-İillah
(a.s.) ona : «Evet kadınlar ancak
erkeklerin bir parçasıdır.»[213]
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş ve ihticacları
:
a) Hanefilere
göre ;
Uykuda ihtilâm olup
ıslaklık görmeyen erkek veya kadına gusül gerekmez. İbn Rüstem kendi
Nevadir'inde diyor ki : «Adam ihtilâm )lup meni cinsel organından dışarı
çıkmazsa, kendisine gusül gerekmez. Kadın ihtilâm olur da ıslaklık fercinin zahirine
çıkmazsa, fine de gusletmesi gerekir. Çünkü kadm oturduğunda fercinin açık
tıalî söz konusudur. Islaklık bu durumda dışarı çıkmış sayılır.[214]
Adam uykudan
uyandığında yatağında veya elbisesinde mez-fi gibi ıslaklığa rastlar ve uykuda
ihtilâm olduğunu hatırlarsa, bi'l-icmâ' kendisine gusül gerekir. İhtilâm
olduğunu hatırlamazsa, İmam.Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed'e göre, yine de
gusletmesi vâcib olur. Çünkü ıslaklığın mutlaka bir sebebi vardır. Uyku ise
ih-tilâma elverişli sanılan bir haldır. Mezyin ince oluşu, hava ile veya
kişinin aldığı
bazı gıda sebebiyle bağlantılı görülebilir. O
bakımdan ihtiyaten gusül edilir.[215]
b) Şâfiilere
göre :
Erkek veya kadın
uykuda ihtilâm olur da uyandığında ıslakhk görürse, gusül gerekir. Islaklıktan
maksad meninin dışarı çıkmasıdır. Kadında ise, oturduğu zaman cinsel organının
açık vaziyeti, yani görülen kısmı onun dış kısmı sayılır ve ıslakhk oraya kadar
gelmişse, gusletmesi gerekir.
Islaklığa
rastlanmadığı takdirde, mücerred uykuda ihtilâm olduğunu gören kimseye gusül
gerekmez.[216]
Ancak uykudan
uyandığında elbise veya bedeninde gördüğü ıslaklığın meni veya mezyi olduğunda
şüphe ederse, kendisine herhalde gusül gerekmez. Ancak ihtiyaten meni olduğunu
düşünerek gusleder. Ama mezyi olduğuna daha çok kanaat getiriyorsa, o takdirde,
ıslaklığı yıkadıktan sonra sadece abdest almakla yetinir.[217]
c)
Hanbelüere göre :
Rüyasında ihtilâm
olduğunu görür, fakat uyanınca hiçbir ıslaklık belirtisine rastlamazsa,
kendisine bundan dolayı gusül gerekmez. İlim ehli bu hususta- icmâ' -etmiştir.
Ancak uyandıktan sonra yürüdüğünde meni akmaya başlar veya uyandıktan kısa bir
süre sonra meni boşahrsa, o takdirde kendisine gusül vâcib olur. İmam Ahmed'in
bu doğrultuda net ve kesin görüşü var... Çünkü durumun zahirine bakılınca, meni
yerinden ayrılmış ve uyanıncaya kadar bir duraklama geçirmiş, uyanınca da
akmaya başlamıştır.
Bunun aksine uyanınca
beden veya elbisesinde meniye rastlar, ama ihtilâm olduğunu hatırlamazsa, yine
de gusül gerekir. Bu. hususta ayrı bir görüş ortaya koyanı bilmiyoruz .
Bu manâdaki hüküm aynı
zamanda Hz. Ömer'den, ve Hz. Osman'dan rivayet edilmiş; îbn Abbas, Ata', Saîd
b. Cübeyr, Şa'bî ve Na-hâî ile Hasan, Mücahid, Katade, İmam Mâlik, İmam Şafiî
ve İshak b. Rahuye de böyle demişlerdir. Çünkü beden veya elbisesinde meninin
bulunması, onun hatırlayamadığı ihtilâmm
neticesidir. Nite-
im rivayete göre, Hz.
Ömer (r.a.) Müslümanlara sabah namazını ildırıp dışarı çıkınca elbisesinde
meniye rastlamış ve «Ben herhal-s ihtilâm olmuşumdur» diyerek gusletmiş ve
elbisenin o kısmım ikamıştır. Buna yakm bir olay da Hz. Osman'dan (r.a.)
nakledil-tiştir. Aynı zamanda Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, adamın ıs-ıklık
görüp ihtilâm olduğunu hatırlıyamadığı sorulunca, şu cevabı erdi ;
«Gusleder...» İhtilâm olduğunu hatırlayıp üzerinde ıslaklık örmeyen adam
hakkında sorulunca şu cevabı vermiştir : «Ona gu-jü gerekmez...»[218]
Uykudan uyandığında
beden veya elbisesinde ıslaklık görür, incak onun meni veya mezyi olduğunu
tefrik edemez, hangisi ol-luğunu bilmezse, İmam Ahmed'e göre yine de gusletmesi
gerekir. Meğerki kendinde ibride (soğuk ve rutebetin ağır basmasıyla mey-iana
gelen bir hastalık, bel gevşemesi de denilebilir) veya benzeri )ir rahatsızlık
bulunan, o takdirde gusletmesine gerek yoktur. Vefa eşiyle oynaşmışsa, o
takdirde görülen ıslaklığın mezyi olduğu mlaşılır.[219]
d)
Mâlikîlere göre :
Bu mezhep imamlarına
göre, uykuda ihtilâm olup uyanınca ıslaklık görmeyen kimseye gusül gerekmez.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller :
Ümmu Seleme hadisinde
Peygamber (a.s.), «su (meni inzal) ettiğinde gusletmesi gerekir» mealindeki
haberden rüyasında ihtilâm olduğunu hatırlayan ve fakat beden veya elbisesinde
ıslaklığa rastlamayan kimseye gusül gerekmiyeceği açık şekilde anlaşılıyor.[220]
798 nolu hadîs
hakkında Süyuti el-Cami'u'1-Kebîr'de «Bu sahihtir» diyor. İbn Hacer
el-Fetih'te bundan söz etmiş, ancak sahih, jgayr-i sahih bir ifade
kullanmamıştır.
800 nolu hadisin
ricali sahih kabul edilmişse de râvîlerinden Abdullah b. Ömer el-Ömerİ hakkında
farklı tesbitler vardır. Zehebî ise bu zat hakkında şunları tesbit edip
söylemiştir : «Kendisi s a -d u k 'dur (doğrudur.) Hıfzetme yeteneğinde ise bir
şey vardır. Hem Nâfi'den hem de bir cemaatten rivayet etmiştir.
Ahmed b, Ebî Meryem,
İbn Maîn'den, bu zatın rivayetinde bir
beis bulunmadığını
belirtmiştir. Hadîsleri yazılabilir. Dâremi de diyor ki : İbn Maîn'e sordum,
Abdullah'ın Nâfi' hadîsini rivayetteki durumu nedir? dedim. «Salih ve sıkadır»
çliye cevap verdi. Ahmed b. Hanbel de onun için «Sâlihtir, rivayetinde bir beis
görmüyorum» demiştir. Nesâî ve başkası onun kaviy olmadığına dikkatleri çekmişlerdir.
İbn Medenî ise, onun zayıf olduğunu söylemiştir. İbn Hib-ban, onda salahın
galib olduğu, ibâdete ağırlık verdiğini, bu yüzden hadîsleri hıfzda, ciddi
biçimde korumada biraz gaflet etmiştir, o bakımdan fahiş hatâ yaptığı
söylenebilir, diyerek görüşünü ortaya koymuştur.[221]
Abdullah hakkındaki
görüş ve tesbitlerin tamamı dikkate alınınca, rivayetinin sahih olduğu ortaya
çıkıyor, daha doğrusu ağırlık kazanıyor. Bununla beraber hadis iki illetle
ma'lûl sayılır : Birincisi, Abdullah b. Ömer el-Ömerî'nin raviler arasında
bulunması; ikincisi teferrüd edişi... O bakımdan sıhhat ve hasen derecesine
pek ulaşmıyor, denilebilir. [222]
1- Uykusunda
ihtilâm olduğunu hatırlayan ve fakat
beden ya da elbisesinde ıslaklığa rastlamayan kimseye gusül gerekmez.
2-
Uyandığında beden veya elbisesinde ıslaklık bulan, bunun meni olduğuna zann-i
galip hâsıl eden kimseye gusül gerekir.
3- Gördüğü
ıslaklığın mezyi olduğunu kestiriyorsa, gusül gerekmez.
4- Meni ve
mezyiden hangisi olduğunu kestir emiyorsa,
ihtiyaten gusleder.
5- Kadın
uykusunda ihtilâm olur, uyandığında fercinin dışında ıslaklık görmez, ancak
oturuş vaziyetinde fercinin dışına ulaşan bir ıslaklık bulursa gusleder. [223]
Bilindiği gibi, küfür
manevî bir murdarlıktır ki insan ruhunu kirletmekte, kalbini karartmaktadır. O
bakımdan inkarcıların Harem sınırına sokulması yasaklanmıştır.
İslâm bu kiri
temizleyen, kişinin ruhunu ve kalbini ağartan tek l ve tek çaredir. Onun için
kâfir İslâm'a girince, kelime-i şebabetle birlikte gusledince içindeki o
manevî kirlerle birlikte dışındaki kirleri de temizlemiş olur.
Konuyla ilgili
hadîsler :
Kays b. Âsım'dan
yapılan rivayete göre, adı geçen İslâm'a girince, Peygamber (a.s.) Efendimiz
ona su ve sidir ile yıkanmasını emretmiştir.»[224]
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki : Süma-me İslâm'a girince, Peygamber (a.s.)
şöyle buyurdu : «Onu falan oğullarının hâitina götür de yıkanmasını
söyleyin...»[225]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Kâfir
İslâm'a girince gusletmekle emrolunur,
2- Müslüman
olan kâfirin yıkanması vâcibdir. Çünkü emir vücubu gerektirir.
3- Küfrün
zahirî ve bâtınî bütün kirlerini
gidermesi için de, gusledeceği suya sidir ve benzeri güzel koku karıştırması
müste-habdır.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları :
a)
Hanefîlere göre :
Müstehab olan gusülden
biri de, İslâm'a giren kâfirin yıkanmasıdır. Nitekim Resûlüllah ta.s.)
Efendimiz, gelip İslâm'a girmek isteyenlere gusletmelerini emretmiştir. Emrin
en aşağı derecesi, nedb ve istihbabdır.
Bu hüküm, o İslâm'a
girdiğinde cünüp olduğu bilinmediği tak-
dirde böyledir. Cünüp
bir halde gelip İslâm'a girdiği biliniyorsa, o takdirde ne yapılır? Meşayih
(fıkıh ilminde söz sahibi âlimdir) bu hususta farklı görüş ortaya koymuştur :
Kimine göre, cünüp olduğu için gusletmesi gerekmez. Çünkü kâfirler, kurbiyeti
gerektiren şer'i hükümlerle muhatab değillerdir. Gusül ise niyet getirmek
suretiyle kurbet ifade eder. Bu da kâfir için lüzumlu değildir. Diğer bir kısmı
ise, cünüp bir halde İslâm'a girmişse, bundan dolayı gusletmesi gerekir,
demiştir.[226]
Fetâvâ-yı Hindiyye'de
ise bu konu şöyle açıklanmıştır :
«Guslün çeşitleri
dokuzdur : Üçü farzdır. Onlar, cenabetten, hayz ve nifastan dolayı gusletmek
farzdır. Biri vâcibdir, o da ölüyü yıkamaktır. Nitekim Serahsî'nin
el-Muhit'inde de bu husus belirtilmiştir. Ayrıca kâfir cünüp olduktan hemen
sonra İslâm'a girerse, zahir-i rivayette gusletmesi vâcib olur. Kâfire kadının
ayhali kanı kesildikten sonra İslâm'a girerse, bundan dolayı gusletmesi gerekmez
[227]
İbn Nüceym,
Kenzü'd-dakayık şerhinde, cünüp olarak İslâm'a giren kâfirin gusletmesi
vâcibdir diyenlerin kavlini tercih etmiş ve bunun daha sahîh olduğunu
belirtmiştir[228]
b) Şafiîlere
göre :
İmam Şafiî diyor ki :
Müşrik İslâm'a girince, gusletmesini ve tıraş olmasını müstehab sayarım. Böyle
yapmaz da, cünüp de değilse, sadece abdest alması kâfi gelir ve bu abdestle
namaz kılar.[229]
c)
Hanbelîlere göre :
Hanbelî imamları bu
meselede Kays b. Âsim (r.a.) hadîsiyle istidlal edip buradaki emrin vücubu
iktiza ettiğini belirtmişlerdir. Nitekim yapılan rivayete göre, Sa'd b. Muâz ve
Useyd b. Hudayr; Mus'âb b. Umeyr ile Es'âd b. Zürare'den (r.a.) İslâm'a girmek
istediklerini, girdikleri zaman ne yapmaları gerektiğini sorduklarında onlar
şu cevabı vermişti : «Guslederiz, hak olan şehadeti söyleriz..»
Kâfir cünüp olduktan
sonra İslâm'a girerse, küfür halindeyken yıkanmış olsun olmasın, cenabetten
dolayı kendisine gusül ge-
kmez. Bu, İslâm'a
girmekten dolayı guslü vâcib kabul edenlere löredir; aynı zamanda Ebû Hamfe'nin
kavlidir. İmam Şafiî ise, her ki halde de gusleder, demiştir. Ebubekir de bu
görüşü ihtiyar et-tıiştir. Çünkü teklifin yokluğu guslün vücubunu engellemez,
ço-kik ve deli hakkında olduğu gibi, Çocuk ergen olunca, gusleder. Deli
bileşince gusletmesi gerekli olur.
Hanbelîlerin bu
husustaki delili, erkek ve
kadınlardan hayli dşi gelip İslâm'a girdiğinde, hiç birine cünüp olduklarını hatırla-
arak gusletmelerini
söylediğinin işitümediğidir, yani Peygamber [a.s.) Efendimiz hiç birine böyle
bir emir vermemiştir.
İslâm'a giren kimsenin
suya sidir karıştırıp yıkanması müste-tıabdır. Öyleki, İslâm'a girdiği için
gusletmesi vâcib, gusül suyuna sidir karıştırması müstehabdır. Aynı zamanda
tıraş olması da müstehab sayılmıştır. Çünkü Peygamber (a.s.)'m İslâm'a giren
bir kişiye, «kendinden küfrün kıllarını giderip at» diye buyurduğu bilinmektedir.[230]
d)
Mâlikîlere göre :
Kâfir İslâm'a girdiği
zaman, ister yeni İslâm'a girmiş olsun, ister mürtedlikten dönerek girsin;
ister İslâm'a girmeden önce yıkanmış olsun, ister yıkanmamış olsun, küfürdeki
günlerinde kendisinden guslü gerektiren bir sebeb vücut bulsun bulmasın,
gusletmesi vâcibdir.[231]
Hristiyan olan eşini cenabetten dolayı gusletmeye zorluyamaz. Ancak ayhalinden
temizlenince gusletmesi için icbar eder.[232]
İmam Sevri'nin de
mezhebi budur. Sözü edilen hususta Mâliki mezhebiyle aynı görüştedir.
İslâm'a giren kâfirin
gusletmesi vâcibdir, diyenler yukarıda naklettiğimiz iki hadîsle ve bir de
Taberânî'nin naklettiği Vasile ve Katade hadîsiyle, Hâkim'in naklettiği Akil b,
Ebî Talib hadîsiy-le ihticac etmişlerdir. Yapılan ciddi araştırmalara göre,
gerek Ta-berâni'nin, gerekse Hâkim'in naklettiği hadis ve ayrıca Semame hadisi
zayıftır. Hafız İbn Hacer de aynı görüşü izhar etmiştir.
Bunun müstehab
olduğunu söyleyenler ise, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in her İslâm'a giren
kimseye gusletmesini emretmemiş-
tir. Eğer bu vâcib
olsaydı, mutlaka Resûlüllah (a.s) onu ihmal etmezdi. O halde bu hususta bir
kısmına emretmesi, bir kısmına emretmemesi, kâfirin İslâm'a girince
gusletmesinin gerekli olmadığına delâlet eder, neticesine dayanarak ihticacda
bulunmuşlardır. Aynı zamanda şu hadîsle de istidlal ederek istihbabm terciha
daha uygun olduğunu söylemişlerdi : «İslâm kendinden önceki şeyleri kökünden
kesip atar...»[233]
809 nolu Semâme
hadîsini Abdurrezzak, Beyhakî, İbn Huzey-me ve İbn Hibban da rivayet
etmişlerdir. Aslı ise Buharî ve Müslim'de geçer, ancak bu iki kaynakta gusül
ile emredildiğine dair bir lafız yoktur, sadece, Semame'nin guslettiği
belirtilmiştir. [234]
1- Kâfirin
İslâm'a girince gusletmesi, bazı müctehidlere göre müstehab, basızma göre
vâcibdir.
2- Cünüp
olduktan sonra İslâm'a giren kâfirin gusletmesi, yine bazı müctehidlere göre
vâcib, bazısına göre vâcib değildir.
3- Kâfir
İslâm'a girince gusledeceği suya sidir veya ona benzer güzel kokusu olan bir
madde karıştırıp yıkanması müstehabdır. [235]
Kadının cinsel
olgunluk devresinde her ay dölyolundan belirli süre kan gelmesine «ayhali»
veya «âdet görme» denir. Arapça buna thayz» adı verilir. Bunun bazı sıkıntıları
olmakla beraber birçok faydaları da söz konusudur. İslâm Dini, her konuda kolaylık
sağladığı gibi, bu hususta da bir takım kolaylıklar getirmiştir : Kadın âdet
görme süresi içinde namaz kılmaz, oruç tutmaz, cinsel temasta bulunmaz,
Kur'ân'a el sürmez, onu okumaz ve Kabe'yi tavaf etmez. Ancak hac menasikini
yerine getirip farz olan tavafı yerine getirmeden âdeti başlar ve kafile de
hareket edecek olursa, kakın o vaziyette yıkanıp farz olan tavafı yerine
getirir. Bu bir istisnadır ki, zorlayıcı sebeblere dayanır... İleride"b~u
hususlar yeterince açıklanacaktır...
Kadının âdet görme
süresi sona erer, kan kesilirse, gusletmesi gerekir. Bununla ilgili hadisleri
naklediyoruz :
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: Ebû Hubeyş İkizi Fatıma'nm (dölyatağmdan) sık
sık kan gelirdi. Peygamber (a.s.) Efendimiz'den sordu. O da şöyle buyurdu: «O
bir damar (çatlamasından gelenî kandır; âdet görme değildir. Hayız (âdet
görme) gel-idi mi namazı bırak; gitti mi yıkan ve namaz kıl.»[236]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Bir
hastalık, damar çatlaması sebebiyle devamlı ya da sık I sık dölyatağmdan gelen
kan, istihza kanıdır, ayhali kanı değildir. Bu durumda olan kadın özürlü
sayılır ve her vakit namazı için yeniden abdest alır.
2- Âdet
görme kanı gelmeye başlayınca belli süresi içinde namaz bırakılır. O vaziyette
namaz kılmak haram olur.
3- Süresi
bitip kan kesilince yıkanmak vâcib olur ve hangi vakit içinde kesilmişse o
vaktin namazı kılınarak namaza başlanır...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit ve istidlalleri :
a)
Hanefîlere göre:
Farz olan gusül üçtür:
Birincisi, cenabetten, ikincisi, âdet görmekten, üçüncüsü, loğusalıktan dolayı
farzdır.
Hayız (ayhali veya
âdet görme) günlerinde kadınlara cinsel temasta bulunmak Kur'ân âyetiyle yasaklanmıştır:
Âdet görme halinde iken kadınlardan uzak durun; temizlenmelerine kadar onlara
yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman Allah'ın size emrettiği yerden (üreme organından) onlara yaklaşın.,.»[237]
Resûlüllah Ca.s.)
Efendimiz de sık sık dölyatağmdan kan gelen kadına: «Ayhali bulunduğun günler
namazı bırak. Sonra (kan kesilince) guslet ve namaz kıl!» buyurmuştur. Bu,
guslün farz olduğuna delâlet etmektedir.[238]
b) Şâfiîlere
göre:
Guslü gerektiren
sebepler beştir. Onlardan biri hayız (âdet görme) dir. Cünüb kimseye namaz
kılmak haram olduğu gibi, hayız olan kadına da temizleninceye kadar namaz
haramdır.[239]
Allah'ın kitabında
açıkça, ayhali olan kadınlar iyice temizlenmedikçe onlara yaklaşmayın!
buyurulmuştur. Bu temizlik (sünnetle belirlenen) gusüldür. Âyette geçen
birinci tuhür, kanın kesilmesi, ayhali süresinin sona ermesi demektir. îkinci
tuhür ise, gusletmektir.[240]
c)
Hanbelüere göre:
Gerçekte guslü
gerektiren hayız (ayhali) ve nifas (loğusalık) -tır. Çünkü bunlar birer
hadestir. Kesilmesi guslün vücubunun şartıdır, aynı zamanda sıhhatinin da
şartı sayılmıştır.
Hayız ve nifastan
dolayı guslün vücubunda farklı görüş izhar eden olmamıştır. Nitekim Resûlüllah
Ca.s.) Efendimiz birçok hadîs-leriyle hayızdan temizlenen kadınlara
gusletmelerini emretmiştir : Fatıma bint Ebî Hubeyş'e: «Hayızlı bulunduğun
günlerde namazı bırak; (kan kesilince, süre dolunca) gusledip namaz kıl!»
buyurmuştur ki Buharf ve Müslim bu hadisi ittifakla rivayet etmişlerdir.[241]
Ayrıca Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz Ümmu Seleme, Adiy b. Sabit, Ümmu Habîbe, Seni kızı Senle ve
Hamme bint Cahş'a âdet bitince yıkanmayı emretmiştir.[242]
d)
Mâlikîlere göre:
Guslü gerektiren
sebeplerden biri de hayız ve nifas kanıdır. Devamlı veya sık sık gelen kan
ise, hayız değildir. Artık hangi kadın hayız kanını görürse, o kanın
kesilmesiyle gusületmesi vâcib olur. Bu konuda bütün müctehidler görüş birliği
halindedir, muhalefet eden olmamıştır.[243]
1- Kadın
hayız kanını istihaze kanından ayırd ettiği takdirde, hayız kanının süresini
itibar edip ona göre gusleder.
2- İstihaze
olan kadının dölyatağmdaki bir damar çatlamasm-3an veya başka bir hastalıktan
dolayı kan kaybettiği kesinleşince, özür sahibi kabul edilir ve her namaz vakti
girince abdest alır.
3- Hayız
(âdet görme) kanı süresi bitince kesilir ve gusül farz olur. [244]
Kur'ân bütünüyle Allah
Kelamı'dır. Onu tertemiz melek indirmiştir ve en temiz kalbe ilka etmiştir.
Resûlüllah ta.s.) Efendimiz onu hep taharet üzere okumuş ve yazdırmıştır. Ancak
sözünü ettiğimiz taharetten maksat nedir? Abdest de bir tuhurdur, gusül de bir
tuhurdur.
İlgili hadîsler :
Hz. Ali (r.a.)'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz (helaya gidip)
tabii ihtiyacını giderdikten sonra çıkar ve Kur'ân okurdu; bizimle beraber et
yerdi ve Onu Kur'ân okumaktan —cenabetten başka— hiçbir şey ahkoymazdı.»[245]
Tirnıizî'nin aynı
hadîsi şu değişik lafızla rivayet ettiği belirlenmiştir : «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz cünüp olmadığı sürece hemen her halü kârda bize Kur'ân okuturdu...»[246]
İbn Ömer (r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.)
Efen-
dimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir : «Cünüp ve ayhaü olan kimse Kur'ân'dan
hiçbir şey okumasın!» [247]
Câbir (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'-in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir : «Ayhali ve lohusa olan ka-dın Kur'ân'dan bir şey okumasın!»[248]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- El ve
ağız temiz olduğu takdirde abdestsiz Kur'ân okumak caizdir.
2- Abdestsiz
bir halde Mushaf'a el sürmek caiz değildir.
3- Abdestsiz
bir vaziyette et yemekte bir sakınca yoktur. Diğer yemekler de öyle...
4- Cünüb
kimsenin Kur'ân okuması caiz değildir.
5- Ayhali
olan kadının Kur'ân okuması caiz değildir. Loğusa olan kadın da öyle...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, ictihad, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Abdestsiz bir halde
Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur. Ancak bu vaziyette Mushafa el sürmek caiz
değildir. Cünüb kimsenin Kur'ân okuması, Mushaf'a el sürmesi caiz değildir,[249]
Hanefîler bu hususta
yukarıda naklettiğimiz hadîslerle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Hayız ve nifasın
hükmüne gelince: Namaz kılmaktan, oruç tutmaktan, Kur'ân okumaktan, Mushafa el
sürmekten men'edilir. Ancak mushaf üzerindeki kılıfa dokunmasında bir sakınca
yoktur. Mescide girmeleri ve Kabe'yi tavaf etmeleri de yasaklanmıştır.[250]
b) Şâfiilere göre:
Abdestsiz kimseye
namaz, tavaf, Mushaf'ı taşımak, yapraklarına el sürmek ve sahîh kavle göre
Mushafm cildine dokunmak ha-
ramdır. Abdestsiz
kimseye haram olan şeyler cünüb kimseye de haramdır, fazla olarak da mescidde
oturmak, Kur'ân okumak da haramdır... Ayhali olan kadına, cünüb kimseye haram
olan şeyler haramdır; fazla olarak da, mescidin içinden geçmek, oruç tutmak da
haramdır.[251]
c)
Hanbelîlere göre:
Bu husustaki (tahrimî)
kerahat, Hz.Ömer, Hz. Ali, el-Hasan, Nahâî, Zührî, Katade, İmam Şafiî ve rey
tarafdarlarından rivayet edilmiştir. İmam Evzâî, cünüp, hâiz ve nüfesa ancak
bineğe binerken, inerken duâ mahiyetindeki âyetleri okuyabilir. İbn Abbas'a
göre, virdlerine devam edebilir. Saîd b. Müseyyeb'e göre, Kur'ân okuyabilirler.
İçlerinde Kur'ân yok mudur? İmam Mâlik'ten yapılan rivayete göre, ayhali olan
kadın Kur'ân okuyabilirse de cünüb okuyamaz. Çünkü ayhali olan kadının günleri
uzayıp gitmektedir. Kur'ân okumaktan men'edilirse, unutma tehlikesiyle
karşılaşabilir.
Nitekim Hz. Ali'nin
(r.a.). «Resûlüllah (a.s.) Efendimizi, cenâ-betlik dışında Kur'ân okumaktan alıkoyan
hiçbir şey yoktu...» demesi bu hususta yeterli delil sayılır. İmam Tirmizî bu
hadîsin ha-sen ve sahîh olduğunu belirtmiştir.
İbn Ömer'in (r.a.)
«Ayhali olan ve cünüb kimse Kur'ân'dan bir şey okumasın!» mealindeki
rivayetinde İsmail b. Ayyaş bulunuyor ki, Buharî bu zatın zayıf olduğunu
söylemiştir. Buharî'ye göre, İs-
maîl b. Ayyaş ancak
Şam ehlinden rivayet edebilir, Hicaz ehlinden yaptığı rivayetler zayıf kabul
edilir.[252]
Çünkü kendisi
Şam'lıdır...
Zehebî ise bu zatı
övmekte, kadrini yüceltip güvenilir olduğunu belirtmektedir. Davud b. Amr'm
şöyle dediğini naklediyor: «İsmail b. Ayyaş'm yanında hiç kitap görmedim.»
Bunun üzerine Ahmed b. Hanbel ona soruyor: «Ne kadar hadîs ezberinde
bulunuyordu?» Cevap veriyor: «Birçok hadîs ezberimde idi...» Bunun üzerine
Ahmed b. Hanbel diyor ki: «On bin hadîs ezberinde idi değil mi?» O da, «on bin,
yine on bin, yine on bin (yani otuz bin) hadîs hıfzetmiş bulunuyordu.[253]
824 no'lu Hz. Ali
(r.a.) hadîsini aynı zamanda İbn Huzeyme, İbn Hibbân, Hâkim, Bezzar, Darekutnî ve Beyhâkî de rivayet et-
mislerdir. İbn Hibban
hadîsi sahihlemiştir. İbn Huzeyme ise, «Bu hadis sermayemin üçte biridir»
derken Şu'be, «Bundan daha güzel bir hadîs rivayet etmedim» demiştir. İmam
Şafiî ise, «Hadîs ehli bu hadîsin sıhhatim tesbit edememişlerdir» diyerek
râvilerinden Abdullah b. Seleme'nin çok yaşlandıktan sonra bunu rivayet ettiğine
dikkatleri çekmek istemiştir. Nevevî ise, Tirmizî'nin bu hadîs hakkında diğer
muhaddislere muhalefet ederek zayıf olduğunu belirtmiştir, diyor[254]
826 no'lu İbn Ömer hadîsinin râvî silsilesinde
İsmail b. Ayyaş bulunuyor ki, az önce bu zat hakkında geniş bilgi naklettik.
827 no'lu Câbir hadîsine gelince, rivayet
zincirinde Muhammed b. Fazıl bulunuyor ki,' bu zat metruktür ve uydurma hadîs
söylediği iddia edilir. Ahmed b. Hanbel onun hadîsinin ehl-i kazib hadîsi olduğunu
söylerkenğ Yahya onun hadîsi yazılmaz, demiştir.
Fellâs ise onun yalancı olduğunu belirtmiştir.[255]
Ayrıca aynı ravî
rivayeti mevkufen nakletmiştir ki, rivayet zincirinde Yahya b. Ebî Enîse (veya
Üneyse) bulunuyor ki, bu zat da yalancılıkla isim yapmıştır. O bakımdan İmam
Beyhaki sözü edilen hadîs için «kaviy değildir» demiş ve Hz. Ömer'in (r.a.)
cünüb halde Kur'ân okumayı hoş karşılamadığı rivayetinin sahîh olduğunu
belirtmiştir. [256]
1- Abdestsİz
bir vaziyette Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur.
2- Abdestsiz
bir vaziyette Kur'ân'a el sürmek haramdır.
3- Cünüb
kimsenin Kur'ân okuması, Mushafa el
sürmesi haramdır.
4- Ayhali
olan kadının o vaziyette, yani temizlenmeden önce Kur'ân okuması, Mushafa el
sürmesi haramdır. Ancak İmam Mâ-lik'e göre, Mushafa el sürmeden Kur'ân
okumasına ruhsat verilebilir.
5- Loğusa
olan kadının da durumu bundan farksızdır. [257]
Daha önce de belirttiğimiz
gibi, cenabet, arızî bir murdarlıktır d, guslü gerektirir. Allah'ın güzel
nimetlerinden yararlanırken O'nun ismini anmak, iç ve dış temizliği sağlamak
kulluğumuzun gereğidir. O bakımdan cünüb kimse mânevi bir kir içinde sayılır.
O vaziyette namaz kılması, Kur'ân okuması, camide oturması, tavaf yapması,
Mushafa el sürmesi haramdır. Çünkü bu saydıklarımızın hepsi edep, terbiye,
nezafet, dikkat ve ihlâs isteyen ibâdetlerdir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Hz, Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette demiştir ki: «Resûlüllah fa.s. Efendimiz Mescid'deıı bana
seslenerek, bir seccade bana su-nuver, buyurdu. Ben de «Doğrusu ben hâiz
(ayhali bulunuyorum» dedim. Buyurdu ki : «Senin ayhalin elinde değildir...»[258]
Hz. Meymune (r.a.)'dan
yapılan rivayette demiştir ki : «Kesû-lüllah (a.s.) Efendimiz, bizden biri
ayhali olduğu halde onun yanına girer de başını onun kucağına kor ve Kur'ân
okurdu. Sonra da bizden biri seccadesiyle kalkar, ayhali olduğu halde onu Mescid'e
kordu.»[259]
Cabir (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki : «Bizden biri cünüb olduğu halde geçmek
suretiyle Mescid'de yürürdü.»[260]
Zeyd b. Eşlem
(r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki :.«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in ashabı cünüp iken Mescid'de yürürlerdi.»[261]
Hz. Aişe (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki : Resûlüllah (a.s.) Efendimiz geldi, onun
ashabının evlerinin yüzü (kapıları) Mescid'e doğru idi. Bunun üzerine şöyle
buyurdu : «Şu evlerin yü-
zünü Mescid'den
çeviriniz!» Sonra Peygamber (a.s.) içeri girdi ve ashab-ı kiram da haklarında
bir ruhsat iner umuduyla hiçbir şey yapmadılar. Bunun üzerine Peygamber (a.s.)
: «Şu evlerin yüzünü (kapıları) Mescid'den çeviriniz; çünkü gerçekten ben
Mescid'i ayhali olan kadına ve bir de cünüp kimseye helâl kılmıyorum.»[262]
Ümmu Seleme (r.aJ'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şu Mescid'in
yüksekçe yerine girip (çıkıp) yüksek sesle şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki Mescid,
ayhali olan kadına ve bir de cünüb kimseye helâl değildir.»[263]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Ayhali
iken kadın elini Mescid'e uzatabilir ve hemen girip çıkabilir.
2- Ayhali
olan kadının yanında Kur'ân okumakta bir sakınca yoktur.
3-
Cünüb kimsenin, oturmamak kaydıyla
Mescid'e girip yürümesi, bir kapısından girip diğer kapısından çıkması haram
değildir, buna ruhsat verilmiştir.
4- Ayhali
olan kadının ve bir de cünüb kimsenin cami ve mes-cidlere girip oturmaları
helâl değildir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, yorum, istidlal, ihticac
ve tesbitleri:
a)
Hanefîlere göre:
Ayhali, loğusa ve
cünüp kimseye cami ve mescitlere girmek haramdır. Onların girişi ister oturmak,
ister geçmek için olsun far-ketmez. et-Tahzîb'de ise şöyle deniliyor : «Ayhali
olan kadın o vaziyette, içinde cemaatle namaz kılınan mescide giremez.» Ancak
mescidde su bulunur da başka bir yerden te'mini mümkün olmazsa girmesine ruhsat
verilmiştir. Bunun gibi cünüb, ve âdet görme halinde bulunan kadın; bir
canavardan, hırsızdan veya soğuktan kor-karlarsa, o takdirde cami ve mescitlere
girip kalmalarında bir sakınca yoktur. Ancak bu hususta evlâ olan şu ki,,
mescide saygı olsun diye teyemmüm ederler. Tatarhaniye'de de aynı husus
belirtilmiştir.
Mescid'İn damı içi
gibidir. Cenaze namazı için cami dışındaki alan ile bayram namazlarının kılındığı
açık hava namazgahları bu hükme girmez, yani bu iki yere cünüb ve ayhalindeki
kadın girebilir. Aynı zamanda bu ikisinin kabirleri ziyaret etmesinde de bir
sakınca görülmemiştir.[264]
b) Şâfiîlere
göre:
Cünüb kimsenin cami ve
mescitlere girip oturması haramdır. Ancak içinden yürüyüp geçmek suretiyle
girmesine ruhsat verilmiştir. Ayhali iken kadının da cami ve mescitlere
girmesi haramdır. Bir kapıdan girip diğer kapıdan çıkmak üzere girdiğinde eğer
içeriyi kirletme endişesi yoksa, kerahetle caiz olur.[265]
c)
Hanbelîlere göre:
Cünüb, loğusa ve
ayhali olanların mescidde oturmaları haramdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk: «Ey iman
edenler! Sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yoldan geçmeniz
müstesna, gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmasın...»[266] buyurmuştur.
Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki : Peygamber (a.s.) geldiğinde, ashabının evlerinin
ön cephesi (kapıları) Mescide açılıyordu. Bu bakımdan şöyle buyurdu : «Şu
evlerin yüzünü (kapılarını) Mescid-den başka yana çevirin. Çünkü gerçekten ben
mescidi ne ayhali olan kadına, ne de cünübe helâl kılmıyorum.»
Ancak bir ihtiyaçtan
dolayı mescidin içine girip diğer kapısından çıkmakta bir sakınca
görülmemiştir. O da yol mescidin içinden geçtiği takdirde böyledir. Yol
geçmediği takdirde bu caiz değildir.
Mescidin içinde
yürüyüp geçmeyi mubah kılanlar şunlardır : İbn Mesûd, İbn Abbas, İbn Müseyyeb,
İbn Cübeyr, el-Hasan, İmam Mâlik ve İmam Şafiî... Sevrî ile îshak b. Rahuye
(veya Rahaveyh)'-den yapılan rivayete göre, mescidden geçmekten başka çare bulamayan
kimse teyemmüm eder. Rey tarafdan olanların da kavli bu doğrultudadır. Çünkü
Cenâb-ı Peygamber, «Ben mescidi ayhali olan kadma ve cünübe helâl kılmıyorum!»
buyurmuştur.[267]
Hanbelîler bu
mes'elede bir de Hz. Aişe ve Zeyd b. Eşlem ha-dîsleriyle ihticac etmişlerdir.
d)
Mâlikîlere göre:
Cünüp ve ayhali olan
kadının cami ve mescide girip oturması haramdır. Ancak camiyi kirletmemek
kaydıyla, yol içinden geçiyorsa o takdirde geçmesine ruhsat verilmiştir. Zeyd
b. Eşlem konuyu, şu-âyeti okuyarak açıklamıştır: «Cünüb iken —yoldan geçmeniz
müstesna— gusledinceye kadar namaza (ve mescide) yaklaşmayın...» (Nisa Sûresi:
43)
İmam Mâlik,
«abdestsizin mescidde oturmasında bir sakınca görmediğini belirtmiştir.[268]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller :
835 no'lu hadîsi Tirmizi sahîhlemiş ve «Müslim'in
tashîhiyle sahihtir» demiştir. Ancak ayhali olan kadının mescide girmesine cevaz
hususunda bu hadîsle istidlal edilebilir mi? Çünkü Resûlüllah'-ın (a.s.) Hz.
Aişe'ye, (r.a.) «Seccadeyi bana sunuver!» buyurmasında iki
değişik mâna anlaşılmaktadır: Birincisi, Hz. Aişe'nin hücresi Mescid'in tam
bitişiğinde idi, o halde eliyle içeriye doğru uzatması söz konusu olabilir.
İkincisi, seccadeyi sunması, bizzat içeri girip vermesiyle münavele
gerçekleşmiş olabilir. Birinci yorum biraz daha ağırlık kazanmıştır. Çünkü
sahih tesbitlerle anlaşılmıştır ki, Re-sûlülîah
(a.s.) Efendimiz mescidi cünüb'e ve ayhali olan kadına haram kılmıştır.
O bakımdan Süfyan
es-Sevrî, imam Ebû Hanîfe ve rey tarafdan müctehidler ayhalinde bulunan
kadının mescide girmesi, oturması, içinden yolda olsa yürüyüp geçmesi
haramdır, demişlerdir. Diğer müctehid imamlar ise, mescidi kirletme endişesi
olmadığı takdirde içinde yürüyüp geçebilir, demişlerdir.
836 no'lu Meymune
(r.a.) hadîsinin Nesâî'deki
isnadı şöyledir : Muhammed b. Mansur bize haber verdi, o, Süfyan'dan, o da,
Men-buz'dan, o da mü'minlerin anası Meymune'den (r.a.) rivayet etmiştir.
Muhammed b. Mansur sıka (güvenilir)'dir.
Menbûz'a gelince, İbn Maîn gibi değerli bir hadîs hafızı onun da sıka
olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda hadîsin rivayet olarak birçok şahidleri vardır.
Ayhali kadının hücresinde Kur'ân okunduğu Buharı ve Müslim'de rivayet
edilmiştir.
837 no'lu Câbir
(r.a.) hadîsiyle 838 no'lu Zeyd
b. Eşlem (r.a.) hadîsi istidlale uygun görülmüştür. Nitekim cünüb kimsenin mes-
iddin içinden geçip
gitmesine cevaz verenler bu rivayetlerle ihticac kinişlerdir. İbn îvies'ud, İbn
Abbas ve İmam Şafiî onların başında gelmektedir. İmam Ebû Hanîfe ile diğer rey
tarafdarları 838 no'lu Hz. Aişe hadisiyle istidlal edip cünüp ve ayhali olan
kadının cami ire mescidlere girihesine, oturmasına ve yol olarak geçmesine
cevaz Vermemişlerdir.
Nitekim sözünü
ettiğimiz hadîs sahih kabul edilmiştir.
839 no'lu Ümmu Seleme
hadisine gelince, onu aynı zamanda ^Taberânî de rivayet etmiştir. Ebû Zer'â
ise, Hz. Aişe hadîsinin sahih olduğuna dikkatleri çekmiş ve Ümmu Seleme hadîsi
hakkında biraz şüphe izhar etmiştir. İbn Hazım da bunun zayıf olduğunu ve
râvüerinden Eflet b. Halîfe'nin meçhuller arasında sayıldığını belirtmiştir. O
bakımdan Eflet'in rivâyetiyle ihticac sahih değildir, diyerek Hz. Aişe
hadîsine ağırlık vermiştir. Oysa İbn Hazım'm bu tes-biti pek ilgi görmemiştir.
Çünkü İbn Hibban gibi değerli hadîs hafızı onun sıka (güvenilir) olduğunu
tesbit etmiştir. Ebû Hatim onun hadîs ilminde şeyh olduğunu, Ahmed b. Hanbel,
rivayetinde bir sakınca bulunmadığını söylemiştir.
Zeyd b. Eşlem hadîsi
üzerinde duranlar ise, rivayet zincirinde Hişâm b. Sa'd bulunuyor ki, Ebu Hatim
onun rivâyetiyle ihticac sahih değildir, demiştir. Aynı zamanda İbn Mam, Ahmed
b. Hanbel ve Nesâî onun zayıf olduğunu tesbit etmişlerdir.[269]
Zeylâî ise, «Hz. Aişe
hadîsinin sahih olduğu söyleniyorsa da, ben onun ancak hasen olduğunu
söyleyebilirim» demiştir.
Seyyid Sabık bu konuyu
işlerken Hz. Aişe hâdîsiyle Ümmu Seleme hadîsiyle istidlal edildiğini ve o
nedenle cünüb kimsenin, ayhali olan kadının mescidde oturmalarına ruhsat
verilmediğini, onlar için haram kılındığını, ancak içinden yol geçiyorsa,
yürüyüp geçmelerine ruhsat verildiğini belirtiyor, sonra da Zeyd b. Eşlem
hadîsini şâhid olarak gösteriyor, Resûlüllah'm (a.s.) cünüb bir halde mescidde
yürüdüklerine dikkatleri çekiyor. Çünkü evlerinin kapıları Mescid'e doğru
açılıyor, cünüb oldukları zaman su bulamayınca, başka bir çıkış yolu da
olmayınca Mescid'den geçmek zorunda kalıyorlardı. O nedenle Nisa sûresi 43.
âyet inerek geçmelerine ruhsat verildi, diyerek konuyu bağlıyor.[270]
1- Âdet
görmekte olan kadın o vaziyette; loğusa ve cünüb olanın cami ve mescide
girmesi helâl kılınmamıştır. Mezhepler bu mes'-elede ittifak halindedir,
2- Cami veya
mescidin içinden geçiş sağlayan yol olursa,
o takdirde kirletmemek kaydıyla geçmelerine ruhsat verilmiştir. İmam Ebû
Hanîfe buna muhalif kalmıştır.
3- Cünüb,
ayhali ve loğusanın Kur'ân dinlemesinde bir sakınca olmadığı gibi, onların
oturduğu odada da okunmasına cevaz verilmiştir.
4- Sözü
edilen kişilerin Kur'ân okuması men'edilmiştir. Ancak duâ kasdıyla ilgili bazı
âyetlerden parçalar okumalarına ruhsat verilmiştir. [271]
tslâm, beden
temizliğini ibâdetle birleştirmiştir. Birini diğerinden ayırmak mümkün
değildir. 1400 yıl önce insan sağlığını korumak için dinimizin ve onun yüce
muallimi Hz. Muhammed'in (a.s.) koyduğu prensipler, tavsiyeler ve sergilediği
vâcib ve sünnetler her türlü takdirin üstündedir. Bâtı'nın bugünkü baş
döndürücü tekniğine bakınca bir aşağılık kompleksine kapılmamalıyız.
Geçmişlerine baktığımızda şu tabloyla karşılaşırız. Batı'da vücudun belli
zamanlarda yıkanması ancak son yüzyılda âdet olmuştur. Bu arada, birçok Avrupa
ülkelerinde aylarca, yıllarca yıkanmayan, suya girmeyen kimseler pek çoktu.
Bunlar, vücutlarının pis kokusunu kapatmak için bol bol koku sürerlerdi. Gene
Avrupa'da, yıkanma âdeti başladıktan sonra bile bugünkü anlayışımızda bir
temizlik görüşüne ulaşabilmek için yıllar geçmiştir.
Oldukça yakın yıllara
kadar, bir suyun içine girip ovalanmak, aynı banyo suyu ile birkaç kişinin daha
yıkanması olağandı. Buna karşılık Doğu'da, özellikle Müslüman ülkelerde çok
eskiden beri çok daha sağlıklı ve düzenli bir yıkanma yolu tutulmuştur.
Müslümanlığın şartlarından olan temizlik, sık sık yıkanmayı şart koştuğu gibi,
temiz su ile yıkanmayı da bir zorunluluk haline getirmiştir.
Bilindiği gibi,
derinin içinde her yana yayılmış bir halde birçok an damarları, ter jbezleri,
sinir uçları vardır. Deri bunlar sayesinde
eslenir, vücutta \
zehirleri dışarı atar, dışardan gelen te'sirlerin brtliğini, yumuşaklığını,
soğukluğunu, sıcaklığını duyar.
Derinin bu işleri
gereği gibi yerine getirebilmesi için temiz ol-nası, yani' üzerindeki gözenek
denilen ufacık deliklerin açık bulunması gerekir. Zira deri daima terlediği
için vücut, elbiseyle örtülü :e olsa, dışarıdan gelen tozlar, ufak yabancı
cisimler terle karışarak ıir kir tabakası meydana getirir. Bu tabaka
gözenekleri kapar, vü-udun deri yolundan solunumuna engel olur. Ayrıca bir
takım mik-oplar da bu kirlerin içine karışınca, derinin üzerinde iltihaplar, sivilceler,
çıbanlar olur; mikroplar bu yoldan vücuda girme imkânı >ulur. İşte bütün
bunlardan dolayı sık sık yıkanmamız gerekir.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz Allah'tan aldığı irfan ve bilgiyle insan sağlığını korumak için
temizliğin, onu sağlayan yıkanmanın inemi üzerinde yeterince durmuş ve yukarıda
belirttiğimiz gibi, te-nizlikle ibâdeti birleştirip günlük yaşayışımızla
birleştirmiştir.
İslâm dini, yalnız
cenâbetlikten dolayı gusletmeyi emretmemiş, sünnet doğrultusunda haftada birkaç
defa banyo yapmayı müste-hab saymış ve bunun için birtakım mânevi mükâfatlar
va'detmiş-tir.
İlgili hadîsler
îbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir: «Sizden biri cum'â'ya gittiğinde-gusletsin!»[272]
Aynı hadîsi Müslim şu
lâfızla rivayet etmiştir: «Sizden biri cumaya gitmeyi irâde ettiği zaman
gusletsin!»
Ebû Sâid (r.a.)'den
yapılan rivayette Peygamber (a.s.) Efendimiz, şöyle buyurmuştur: «Cuma gününün
guslü her ihtilâm olana vâcibdir; misvak kullanmak ve kudreti yettiği kadarıyla
güzel koku sürünmek de öyle...»[273]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s,) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Her
müslümana, her yedi günde bir gün başını ve bedenini yıkaması hak tvâcibî dır.»[274]
Hadislerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Cuma
namazına hazırlanıp gitmek üzere olan kimsenin bu niyetle gusletmesi vâcibdir
veya sünnettir.
2- Cuma günü
ihtilâm olan herkese gusletmek vâcibdir. Aynı zamanda o gün misvak kullanmak ve
güzel koku sürünmek de öyle...
3- Haftada
bir gün yıkanmak vâcibdir...
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticaclan :
a)
Hanefîlere göre :
Gusül bazan farz,
bazan vâcib, bazan sünnet, bazan da müs-tehabdır. Vâcib olan gusül ölüleri
yıkamaktır. Sünnet olanı, cuma, arafe ve iki bayram günü yıkanmaktır.
Cuma günü sünnet veya
müstehab olan şeyler şunlardır: Cuma günü namaz için hazırlanan kimsenin güzel
koku sürünmesi, en temiz ve güzel elbisesini giyinmesi ve bunlardan önce
gusledip nel bir temizlik yapması bu cümledendir. Çünkü Cuma İslâm'ın en büyük
şiarından biridir.[275]
b) Şâfiîlere
göre:
Cuma namazım irade
edip hazırlanmak üzere bulunan kimsenin gusletmesi sünnettir. Faziletini
kaçırmamak için terki mekruhtur.
Şâfüler bu mes'elede
Buharı ve Müslim'in, Ebû Dâvud ve Tir-mizî'nin rivayet ettikleri sahih
hadîslerle istidlal etmişlerdir.
Yine bu mezhebe göre,
Cuma günü fecir doğduktan sonra ve bir de Cuma'ya gideceğine az kala yıkanması
efdaldır, yani fecirden sonra fazilet vakti başlar ve Cuma'ya gitmeye az kala
bir zamana kadar devam eder.[276]
İmam Şafiî diyor ki:
«Adamın Cuma günü gusül ve benzeri şeylerle ciddi bir temizlik yapması,
saçlarının fazlasını alıp tıraş olması, tırnaklarını kesip bedeninin her
yerine güzel koku sürünmesi misvak kullanıp nezafet hususunda itinâ göstermesi
müstehabdır. Aynı zamanda bayramlarda, toplantılarda ve benzeri yerlerde bulunmakta
sözü edilen nezafeti yerine getirmekte te'kiden müstehabdır. Bunun gibi
Cuma'ya hazır olacak, kadın dışında erkek, köle, çocuk ve diğer kimselerin
temizlik yapması, çirkin kokuları kendinden gidermesi müstehabdır.[277]
c) Hanbelilere göre:
Cumaya gitmek isteyen
kimsenin gusletmesi, tertemiz elbisesini giyinmesi ve güzel koku sürünmesi
müstehabdır. Bu hususta muhalif bir görüş yoktur. Çünkü konuyla ilgili birçok
sahih rivayetler mevcuttur. İlim ehlinin ekserisi bunun vâcib olmadığına
kaildir. İmam Tirmizî, Resûlüllah'm (a,s.) ashabından beri bu ameliye (gusül,
temizlik, güzel koku sürünmek) devam edegelmiştir, diyor. Evzâi' Sevrî, İmam
Mâlik, İmam Şafiî' îbn Münzir ve rey tarafdar-ları da aynı görüştedirler.
Bazısına göre, bu bir icma' sayılır.
İbn Abdilberr diyor
ki: «Müslüman ilim adamlarından öncekilerle sonrakiler, Cuma guslünün farz ve
vâcib olmadığında icma' etmiştir. Ancak İmam Ahmed'den yapılan bir başka
rivayette, vâcib olduğunu söylemiştir. Aynı zamanda Ebû Hüreyre, Amir b.
Se-lîm, Ammar b. Yasîr (Allah hepsinden razı olsun) ve diğer bazı as-hab da
vacib olduğuna kail olmuşlardır. Onlara göre, bu husustaki Peygamber emri vücub
ifade eder.
Oysa bu emrin vücub
değil, istihbab ifade ettiği şu hadîsten anlaşılmaktadır. «Kim Cuma günü
abdest alırsa, o ne güzel şey! Kim de guslederse, şüphesiz ki gusül efdaldır.»[278]
Tirmizi bu hadîsin hasen olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Ebû Hüreyre'den (r.a.)
yapılan rivayette Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurmuştur: «Kim güzel bir abdest
alır, sonra Cuma'ya gelir ve
(hatibi) dinleyerek susup ko-
mışmazsa, o cumayla
gelecek cuma arasındaki günâhları bağışlanır, fazla olarak da üç günlük günâhı
affedilir. Kim de (yerdeki) toz ve çakıla el sürerse (cumanın faziletini ibtal
etmiş olur.»[279]
Guslün vakti, fecir
doğduktan sonra başlar. Fecirden önce yıkanmak bu maksad için yeterli
sayılmaz. Nitekim Mücahid, el-Ha-san, Nahaî' Sevri ve Şafiî de aynı
görüştedirler. Evzaî'den yapılan rivayete göre, fecirden önceki gusül de
yeterli sayılır.[280]
d)
Mâlikîlere göre:
Cuma günü fecir
doğduktan sonra gusletmek menduptur. Ayrıca genel temizlik yapmak, güzel koku
sürünmek, yeni ve temiz elbise giyinmek ve Kehf sûresini okumak menduptur.[281]
İmam Mâlik «Cuma sabahı cuma için gusledip camiye giden ve bu arada abdesti
bozulduğu için çıkıp abdest alan adamın guslü bozulmuş sayılmaz. Ama gusülden
sonra yemek yer veya uyursa, guslünü iade etsin Hem cuma, hem cenabetten dolayı
bir gusül yapmak kâfidir,» demiştir.[282]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, tesbitler ve tahliller:
846 no'lu îbn Ömer hadisinin birçok tariki
vardır. İmamlardan çoğu bunu rivayet etmiştir. İbn Mende'nin tesbitine göre,
sözü edilen hadîsi Nâfî'den üçyüze yakın kimse rivayet etmiş, İbn Ömer dışında
yirmidört kadar sahabiden nakledilmiştir. Ayrıca bu konuda onun üstünde sahih
hadîs tesbit edilmiştir. Böylece rivayetlerin tamamı, cuma günü gusletmenin
meşru'iyyetine delâlet etmektedir. Zahirîlerle bazı ilim adamları hadislerde
geçen "gusledin!" emrinin zahirine bakarak bunun vâcib olduğuna kail olmuşlarsa da cumhur bunun
sünnet veya müstehab olduğunda müttefiktir.
847 nolu Ebû Said hadîsini muhaddîslerden yedisi rivayet etmiştir.
Müslim'de ise bu hadîsin sonunda şu fazlalık nakledilmiştir: «Kadınlara ait
güzel kokudan olsa bile sürünmek...» Bu fazlalık, cuma günü güzel koku
sürünmenin müekked olduğuna delâlet eder.
Hadîste «Cuma gününün
guslü her ihtilâm olana vâcibdir» bu-yurulması, o gece ihtilâm olanların
çokluğuna işarettir. Aynı zamanda cuma günü gusletmenin müekked bir istihbab anlamı
taşı-
lığına işarettir.
Yoksa, ihtilâm olan kimseye gusül zaten vâcibdir. kyrıca burada «vacib»
sıfatının kullanılması, guslün vâcib olduğu-ıa değil, istihbabm üe'kidini
beyândır. Çünkü aynı cümlede atıf olacak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak
da zikredilmiştir. Bi-indiği gibi, gerek güzel koku, gerekse misvak kullanmak
sünnettir İreya nıüstehabdır.
848 no'lu Ebû Hüreyre
hadîsinde geçen «yedi günde bir güllen maksat, cuma günüdür. Buradaki «hak»
tabirine bakıp istidlal edenler, cuma günü gusletmenin vâcib olduğuna kail
olmuşlarsa da cumhur bu görüşe muhaliftir. O halde «hak» tabiri, yıkanmada
is-;ihbabm te'kidine işarettir...
îbn Ömer'den yapılan
rivayette deniliyor ki: Cuma günü hutbe okunduğu bir sırada bulunuyorduk,
derken ilk muhacirlerden bir adam içeri girdi. Hz. Ömer (r.a.) ona: «Bu hangi
saattir?» diyerek kınadı. O da, «doğrusu meşgul bulunuyordum, ehlime (evime ve
çocuklarıma) dönmeden ezan sesini işittim, o bakımdan fazla bir şey yapmadan
ancak abdest alabildim...» diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.), «sadece abdest
aldın öyle mi? Bilirsin ki Resûlüllah (a.s.) Efendimiz gusül ile emrederdi...»
dedi.[283]
Yapılan tesbitlere
göre, içeri geç gelen zat Hz. Osman (r.a.) imiş. Nitekim Müslim'in rivayetinde
bu husus belirtilmiştir. İbn Abdül-berr, bu hususta muhalif bir görüş ortaya
koyanı bilmiyorum, demiştir.
Hadîste geçen
"gusül ile emrederdi" cümlesinden maksad, o gün guslün te'kiden
müstehab olduğudur... Nitekim Semure b. Cün-deb'den yapılan rivayette,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Kim cuma için abdest alırsa,
sünnete uymuş ve en güzeldir o sünnet. Kim de guslederse, bu daha üstündür.» [284]
Aynı hadîsi İbn
Huzeyme de tahcîc etmiş, Tirmizî hasen olduğunu söylemiştir. Katade ise
el-Hasen'den murselen rivayet etmiştir. Hasan'm Semure'den rivayeti ittisal
üzerine hamledilir ve bu hadîsi sahihler.
Urve'nin Hz. Aişe
(r.a.)'dan yaptığı rivayette, demiştir ki : «İnsanlar konaklarından ve
çevredeki köylerden cuma namazına ge-
lirlerdi.
(Üzerlerinde) abae denilen giysi ile gelirlerdi de toz ve ter içinde
kalırlardı. O yüzden kendilerinden (kerih) koku çıkardı... Onlardan biri
Peygamber (a.s.) Efendimiz'e geldi. Ona : «Bu gününüz için iyice temizlenseniz
ya!..» buyurdu[285]
Bu hadîste cuma günü
gusletmenin vâcib olmadığına delâlet etmektedir.
Evs b. Evs
es-Sakafî'den yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu işitmiştir : «Kim (başını) ve (bedenini) yıkar, vaktin evvelinde
(cumaya) gider, hutbeye yetişir; (bir şeye) binmeyip (o vaziyette imama
yaklaşır da kulak verip dinler, faydasız söz (ve davranışta) bulunmazsa, her
adımına karşılık orucuyla namazıyla bir yıllık amelin (ecri) vardır.»[286]
Tirmizî'nin hasen
kabul ettiği bu hadîs de cuma günü gusletmenin faziletli bir sünnet olduğuna
delâlet etmektedir.
Ebû Hüreyre'nin,
«Gönül dostum bana üç şey ile tavsiyede bulundu : ............... ve cuma günü
gusletmek...»[287]. mealindeki rivayeti de
sözü edilen guslün müstehab olduğuna delâlet etmektedir.
Fethülallam sahibi,
Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, «Kim guslettikten sonra cum'a namazına gider,
(nafileden) makdur olanı kılar, sonra da İmam hutbesini bitirinceye kadar
susup (dinler) ve onunla beraber (cuma) namazım kılarsa, o cum'ayla diğer cuma
arasındaki (günâh ve kusurları) bağışlanır, fazla olarak da üç günlük (günâh
ve kusurları bağışlanır).[288]
Mealindeki hadîse dayanarak cuma günü gusletmenin vâcib olmadığını istidlal
etmiştir. Aynı zamanda o gün için mümkün olan nafile namaz kılmayı da ihmal
etmemesi müstehabdır, diyor. Bu «tahiyyetü'l-mescid» olabilir.[289]
1- Cuma günü
fecir doğduktan cuma ezanı vakti yaklaşmca-ya kadar geçen süre içinde gusletmek
sünnet veya müstehabdır. Ancak guslü gerektiren bir sebep mevcutsa, o takdirde
gusletmek farzdır; bu aynı zamanda cuma guslü yerine de geçer.
2- Cuma günü
genel bir temizlik yapmak sünnettir. -
3- Cuma günü
güzel koku sürünmek ve temiz elbise giyinmek üstehabdır.
4- Cuma günü
mümkün olduğu kadar erken camiye gitmek & tahiyyetül-mescid namazını kılmak
müstehabdır.
5- Hutbeyi
susup dinlemek müekked sünnettir; kimine
göre âcibdir.
6- Hutbe
okunurken konuşmak, cumanın faziletini düşürür. [290]
Bilindiği gibi, iki
dinî bayramımız vardır: Ramazan ve Kurban îayramı... Müslümanların yüce
Mevlâlarma karşı kulluk görevini erine getirebilme başarısına erişmelerinin
veya buna muvaffak »İmalarının sevincini hep birarada kutlayıp paylaşması
bayramın Likmetlerinden biridir. Büyüklerin ziyaretine gidip ellerini öpmek,
küçükleri sevindirmek, fakir ve muhtaçlara yardım etmek, dost ve :omşulara
gidip bayramlaşmak gibi birleştirici, barıştırıcı, kaynaşma ve kardeşlik
bağlarım sıklaştırıci; yardımlaşma ve dayanışma jibi denge ve düzen sağlayıcı
amaçların gerçekleşmesi bu günlerle çok daha belirgin ve anlamlıdır.
Toplumla içice olurken
cömertliğin, sevgi ve saygının, temizlik re nezâketin bütün ölçülerini
sergilemek kadar tabii ne olabilir?., D bakımdan Resûlüllah (a.s.) Efendimiz
cuma ve bayram günlerinle sözü edilen hususlara çok daha fazla, özen gösterir
ve her ha-iyle örnek olurdu.
Özellikle bayram
günleri genel bir temizlik yapıp guslettikten sonra cami ve cemaata gitmek,
dost ve yakınlarla bayramlaşmak müekked sünnetlerden biridir. Bu hususta birçok
tavsiyeler vardır. Bizim konumuz ise bayram günlerinde yıkanmak olduğundan
onun-La ilgili hadîsi nakledip ilim adamlarının görüş ve istidlallerini nakletmekle
yetinmek istiyoruz:
el-Fakih b. Sa'd
(r.a.)'den yapılan rivayette —ki bu zatın Peygamber (a.s.) Efendimizle
sohbetleri olmuştur— demiştir ki: «Re-sûlüllah (a.s.) Efendimiz cuma, arafe,
fıtır ve nahr günleri gusle-derdi.»
Onun için el-Fakih de
bu günlerde eşine ve çocuklarına yıkanmalarını, ciddi temizlik yapmalarını
emrederdi.[291]
Aynı hadîsi Bezzar,
Bağavî ve îbn Kani'de rivayet etmişlerdir, îbn Mâce ise, İbn Abbas (r.a.) hadîsinden
rivayet etmiş, cuma kelimesini zikr etmemiş tir.
Hafız İbn Hacer'e
göre, hadîsin isnadı zayıftır. Bezzar'm aynı hadîsi Ebu Râfi'den rivayeti de
zayıf kabul edilmiştir.
Hadîsin isnadında
zayıflık görülmüşse de, Resûlüllah'm (a.s.) fiili bunu kuvvetlendirmektedir.
Aynı zamanda ashab-ı kiram da sözünü ettiğimiz günlerde banyo yapıp temizliğe
özen göstermişlerdir. O bakımdan bayram günlerinde gusletmek, yani yıkanıp
temizlenmek sünnet veya müstehab sayılmıştır.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların görüş ve tesbitleri: a)
Hanefîlere göre:
Fıtır (Ramazan
bayramı) günü erkeklerin gusletmesi, misvak kullanması, en güzel elbiselerini
—ister yeni, ister kullanılmış olsun tertemiz— giyinmesi müstehabdır. Aynı
zamanda gümüş yüzük takınması, güzel koku sürünmesi erkenden camiye gitmesi,
hutbeyi yakından dinlemesi, namazdan önce fıtır sadakasını gereken yere
vermesi, o günün sabah namazım semtin camiinde kılması namazgaha yaya olarak
gitmesi, dönerken ayrı bir yol seçmesi de müstehabdır.[292]
b) Şâfiüere göre:
İki bayram gününde
gusletmek sünnettir. Aynı zamanda en güzel elbiseyi giyinmek, güzel koku
sürünmek, tırnakları kesmek, kötü kokuları gidermek de sünnettir.[293]
Nâfi' tarikiyle
yapılan rivayette Abdullah b. Ömer fıtır bayramında yıkanır, henüz namazgaha
çıkmadan bunu yerine getirirdi. Rebi'in Şafiî'den yaptığı rivayete göre, Hz.
Ali (r.a.) bayram, cuma ve arafe günlerinde ve bir de ihrama girmek istediğinde
guslederdi.
İmam Şafiî diyor ki,
ben bütün bu günlerde gusletmeyi sünnet kabul ediyorum, ama bunlar arasında
cuma guslünden daha mü-ekkedi yoktur, diyorum. Bununla beraber sadece abdest
almakla yetinirse, umarım ki bu da kâfi gelir.[294]
c) Hanbelîlere göre:
Bayram için gusledip
temizlenmek müstehabdır. Nitekim İbn Ömer (r.a.) fıtır (Ramazan) bayramında
guslederdi. Bu anlamda bir hüküm ifade eden davranış da Hz. Ali'den rivayet
edilmiştir. Gusletmenin müstehab olduğunu Alkame, Ürve, Atâ, Nahaî, Şa'bî,
Katade, Ebu Zennad, İmam Mâlik ve İmam Şafiî ile İbn Münzir söylemiştir. Zira
bu hususta İbn Abbas ve Fâkih b. Sa'd 'in «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz fıtır ve
Uzhiye (Ramazan ve Kurban bayramı) günlerinde guslederdi» mealinde rivayet
ettikleri hadîsle istidlal e-dilir.
Ayrıca İbn Mâce şu
hadîsi rivayet etmiştir: «Şüphesiz ki bugün (cuma günü) Allah'ın müslümanlara
bayram kıldığı bir gündür. Artık gusledin. Kimin de yanında güzel koku varsa,
ondan sürünmesinde kendisine bir zarar gelmez ve misvake gerekli olun...»
Bu rivayete göre cuma
da bayram sayılıyor. Hem bayram günü insanların biraraya toplandığı, namaz için
cemaat olduğu bir gündür ki, cumaya benzer. Sadece abdest alana bu da kâfi
gelir. Çünkü gusletmekle ilgili emir vücubu değil, istihbabı ifâde eder.
Hem bayram günü iyi
bir temizlik yapmak, bulabildiği en güzel elbiseyi giyinmek, güzel koku
sürünmek ve misvak ile dişleri temizlemek, cuma için belirttiğimiz gibi,
müstehabdır.
Bayram ve cuma günleri
guslün vakti fecir doğduktan sonra başlar. Fecirden önce yıkanan sözü edilen
guslün sevabına nail olmaz.[295]
d) Mâliküere
göre:
Mâlikîler bu meselede
Abdullah b. Ömer'in fr.a.) fıtır bayramında namazgaha gitmeden önce
guslettiğini dikkate alarak bayramlarda gusletmenin müstehab olduğunu
söylemiştir.[296] İmam Mâlik "ben bunu
Cuma için gusül gibi hasen görüyorum" demiştir.
Böylece dört mezhebin
de bayram günlerinde gusletmenin müstehab veya sünnet olduğunda birleştikleri
anlaşılıyor. Her ne kadar bu konuda sıhhatmda ittifak edilen bir hadîs yoksa
da, ashabın fiili, bunun müstehab olduğuna delil sayılır.
Ayrıca konunun başında
el-Fâkih b. Sa'd1 den rivayet edilen hadîs zayıf olsa bile amel edinilmeye
salihtir. Nitekim Urve b. Zübe-yir, bayram günü guslettikten sonra, bu
sünnettir, demiştir.[297]
Tahliller ve
neticeler;
Hafız Bezzar, «Ben
bayram günü gusletmekle ilgili sahih bir hadîs hıfzetmiş değilim, derken,
el-Bedrü'1-münîr'de, «İki bayram gusliyle ilgili hadîsler zayıftır* demiştir.
Buna rağmen sahabeden bu hususta sağlam örnekler ve fiiller vardır. Çünkü Zeyd
b. Ali'nin el-Mecku'unda, Ahkâm usûlünde ve eş-Şifâ'da Hz. Ali'den yapılan
rivayette, şöyle demiştir: «Hesûlüllah (a.s.î Efendimiz bize cuma, arafe ve
bayram günleri gusletmemizi emretti.» [298]
1- Bayram
günü fecir doğduktan sonra gusletmek
sünnettir veya müstehabdır.
2- Bayram
günlerinde yıkanıp temizlenmek, güzel
koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giyinmek sünnettir. [299]
İslâm, insanın, hem
dirisine, hem ölüsüne üstün değer vermiştir. Doğduğu an tertemiz yıkanmasını,
yaşadığı sürece sık sık temizlik yapmasını, ölüncede yıkanıp paklanmasını
emreden bu dindir.
çünkü Allah şüphesiz
çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenip arı-anları sever.
Ölen din kardeşimizi
yıkamak dinî ve insanî görevimizdir. Onu tkadıktan sonra yıkanmamız, onu
taşırken atadestli bir halde tamamız tavsiye edilmiştir. Bunda birçok faydalar
söz konusudur:
a) Ölü
yıkamak biraz da cesaret işidir. Bununla beraber yı-ayanın sinirleri gerilir.
b) Elde
olmayarak bazan bir tiksinme hissedebilir.
c) Yıkarken su serpintilerinin dokunmasıyla iyi
bir temizlenmeye ihtiyâç hissedilir.
Ölüyü taşırken, abdest
almak, sinirleri tenbîh eder, insana mad-!î ve mânevi güç kazandırır ve Allah'ı
daha çok hatırlamaya yar-amcı olur.
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efen-imiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Kim bir ölü yıkarsa gus-îtsin; kim de onu taşırsa abdest alsın!»[300]
îbni Mâce bu rivayeti
naklederken «abdest» lâfzını zikretme-niştir. Ebû Dâvud ise, «bunun hükmü
kaldırılmıştır» demiştir.
Bazı ilim adamları
ise, hadisin manâsı şudur: «Ölüyü taşımak e teşyi' etmek isteyen, onun namazım
kılmak için abdest alsın...»
Mus'âb b. Şeybe'den, o
da Talk b. Habîb'den, o da Abdullah b. !,übeyr'den, o da Aişe (r.a.)'dan, o da
Peygamber (a.s.) Efendimiz'-len rivayetle, Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Dört eyden dolayı gusledilir : Cumatya hazırlanmak) dan dolayı,
cena-letten dolayı, Ölü yıkamaktan dolayı, kan aldırmaktan dolayı...»[301]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Ölü
yıkayan kimsenin, bu işi bitirdikten sonra gusletmesi nüstehabdır.
2- Cenaze
taşıyan kimsenin abdestli olması müstehabdır.
3-
Cumaya hazırlanmak için gusletmek ve kan aldırdıktan sonra
gusletmek de müstehabdır.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a) Hanefîlere göre :
Ölüyü yıkadıktan sonra
gusletmek menduptur. Gerek kan aldırdıktan, yani kan verdikten sonra, gerekse
ölü yıkadıktan sonra hilaftan çıkmak için gusletmek mendup sayılmıştır.[302]
b) Şâfiîlere
göre:
İmam Şafiî diyor ki:
Cenabet guslünden sonra bana göre daha uygun olan gusül, ölüyü yıkamaktan
dolayı olanıdır. Ben bunun hiçbir durumda terkedilmesini istemiyorum.[303]
Böylece şâfiîlere göre, ölüyü yıkamaktan dolayı gusletmek müstehabdır. Onlardan
bir kısmı da şu hadîse dayanarak, «Şüphesiz ki sizin ölüleriniz teiniz olarak
ölür, o bakımdan ellerinizi yıkamanız size yeter!»[304]
mendup olduğunu söylemişlerdir.
c) Mâlikîlere göre:
Ölüyü yıkadıktan sonra
gusletmek müstehabdır. Nitekim Hz. Ali ve Ebu Hüreyre (r.a.)'den de bu anlamda
rivayetler yapılmıştır.
Konumuzun başına
aldığımız Ebû Hüreyre hadîsi aynı zamanda Beyhakî de tahrîc etmiş, ne var ki,
râvi silsilesinde Salih Mevla't-Tev'eme de bulunuyor ki bu zat zayıf kabul
edilmiştir. Bezzar ise bu hadîsi üç ayrı tarikle Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet
etmiştir. İbn Hibban da onu rivayet edenler arasında bulunuyor. Beyhakî hadîsin
mevkuf olduğunu belirtiyor, Buharî de ona yakın bir ifade kullanmıştır. Ahmed
b. Hanbel ise sözü edilen konuda sahîh bir şey yoktur, diyerek görüşünü ortaya
koymuştur. Zehebî de aynı görüştedir, îbn Münzir ise, bu babda sabit olan bir
hadîs yoktur, derken İbn Ebî Hatim, babasından rivayetle, hadîsin güvenilir
râviler tarafından ref edilmediğini, yani merfu' bir hadîs olmadığım, sadece
mevkuf olduğunu kaydetmiştir.
Hafız îbn Hacer ise,
hadîsin Tirmizî ve İbn Hibban tarafından sahihlandığma dikkatleri çekiyor ve
Darekutnî'nin güvenilir râvi-lerden naklettiğini söylüyor. İbn Hazım da hadîsin
sıhhati üzerinde durup zayıf olmadığım belirterek Süfyan b.
Süheyl tankıyla
mm babasından, o da
îshak Mevlâ Zâide'den, o da Ebû Hüreyre'-en (r.a.) rivayet ettiğini açıklıyor.
Maverdi ise
hadîsçilerin bu hadîsi en az 120 tarikten tahrîcle ivâyet etmişlerdir, diyor.
Görüldüğü gibi,
konunun başına koyduğumuz hadîsin sıhhati jıakkında ittifak yoktur, O halde
bütünüyle reddi de mümkün delildir.
Gelelim, bu hadîsin
delâlet ettiği hükümle amel edenlere ve et-neyenlere:
a) Hz. Ali,
Ebû Hüreyre ve îmamiyye mezhebine mensub olanlar, bu hadîse dayanarak ölü
yıkayan kimsenin gusletmesinin vâcib blduğunu söylemişlerdir.
b) İmam
Mâlik, îmanı Şafiî'nin arkadaşları ise raüstehab olduğuna kaildirler. Onlar
hadîsteki «gusletsin» emrini nedb manâsına almışlardır. Aynı zamanda yukarıda
da naklettiğimiz gibi, Hz. Ayşe (r.a.) 'dan rivayet edilen şu hadisle istidlal
ettikleri söylenir -. «Şüphesiz kis sizin Ölüleriniz temiz olarak ölür; (onları
yıkamaktan dolayı) ellerinizi yıkamanız size kâfi gelir.»[305]
Diğer bir delilleri de
Hz. Ömer'den yapılan şu rivayettir: «Biz ölüyü yıkar, kimimiz bundan dolayı
gusleder, kimimiz de guslet-mezdik...»[306]
Hafız îbn Hacer bunun
da isnadının sahîh olduğunu söyler.
c) İmam Ebû
Hanîfe ve İmam Leys'e göre, ölüyü yıkayan kimsenin gusletmesi ne vâcib ne de
müstehabdır.
Bunlar şu rivayetle
istidlal etmişlerdir: «Ölüyü yıkamaktan dolayı size gusül gerekmez...»[307]
Beyhakî ise bu hadisi
sahihlemiştir. Ancak merfu' değil, mevkuf olduğunu belirtmiştir. Diğer bir
delilleri de şu hadîstir: «Ölüleriniz için necistir, demeyin; çünkü mü'mîn ne
diri, ne de ölü olarak necisdir.»[308]
871 no'lu Mus'âb b.
Şeybe hadîsine gelince, Ebu Ze'r'â, Ahmed,
Buharî bu hadîsin
zayıf olduğunu belirtmiştir. İbn Huzeyme ise bunu sahihlemiştir.
Böylece hadîs, sözü
edilen dört şeyden dolayı guslün meşru' olduğuna delâlet ediyor. Nitekim Hz.
Ali'den (r.a.) yapılan rivayette, «Kan aldırmaktan dolayı gusletmek sünnettir.
Ama abdest alıp temizlenmen de sana yeter.» buyurmuştur. Darekutnî'nin yaptığı
rivayette, Resülüllah (a.s.) Efendimizin hacametle kan aldırdıktan sonra sadece
kan alman yeri yıkamakla yetindiği, tesbit edilmiştir. Ancak hadîsin rivayet
zincirinde Salih b. Mukatil vardır ki bu zat zayıf kabul edilmiştir. Darekutnî
onun kaviy olmadığını söyler. Ze-hebî de onun bu halinden söz ederek aynı
hususları kaydetmiştir.[309]
Hz. Ali'nin yukarıdaki
rivayetini kuvvetlendirir mahiyette bir başka rivayet de Abdullah b. Ebubekir
(r.a.)'dan yapılmıştır ki bu zat, Amir b. Hazm'ın oğludur : Umeys kızı Esma
(r.a.), bilindiği gibi, Ebubekir SIDDIK'm eşidir. Ebubekir (r.a.)'nm vefatı ve
yaptığı vasiyeti gereği, eşi Esma onu yıkadıktan sonra çıkıp Muhacirlerden
hazır olanlara sormuştu: «Şüphesiz ki, bugün çok soğuk bir gündür ben de
oruçluyum. Kocamı yıkamamdan dolayı bana gusül gerekir mi?» Onlar da: «Hayır...» diye cevap vermişlerdir.[310]
Aynı rivayeti Beyhakî,
Vâkıdî tarikiyle Zührî'nin kardeşinin oğlundan, o da Urve'den, o da Hz.
Aişe (r.a.)'dan nakletmiştir.
Bu da, ölüyü yıkayan
kimsenin, gusletmesinin sadece müstehab olduğuna delâlet etmektedir. [311]
1- Ölüyü
yıkayan kimsenin gusletmesi müstehabdır. (Bu, İmam Mâlik ve İmam Şafiî ve
arkadaşlarına göredir).
2- İmam Ebû
Hanife ve arkadaşlarına göre, ne vacib ne de
müstehabdır.
3- Ölüyü
yıkayan kimsenin sadece abdest alması veya ellerini iyice yıkaması kâfi gelir.
4- Ölüyü
taşıyanların abdest alması menduptur.
(imamların çoğuna göre, ne müstehab, ne de mendubdur.) [312]
İhram'a girmek,
dünyadan el-etek çekip bütünüyle âhirete yö-lelmek demektir. O halde böylesine
ruhu arındıran, kalbi yönlen-liren ve biriken günâhları temizleyen bir ibâdete
başlarken gusle-üp genel bir temizlik yapmak kadar tabii ne olabilir? İslâm her
zaman ve her yerde temizliği emreden bir dindir.
Arafat'ta vakfe yapmak
için gusletmek de uygun ve sünneti ih-a etme bakımından önemli bir ameliyedir.
Orası Cibrü-i Emîn'in asıl heyetiyle indiği, vahyin nüzulüne mekân seçildiği,
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'in son hutbesini irad ettiği kutsal yerlerden
biridir. Duaların en çok kabul edildiği bir mekân olarak bilinir. O halde bunca
mânevi ve kutsal bir havaya guslederek girmek, büyük feyizlere ve üstün
sevaplara kapı açacağından hiç şüphe edilmemelidir.
Mekke'de İslâm nurunun
ilk fışkırdığı, Allah'a ibâdet için ilk mabedin orada kurulduğu, peygamber ve
velilerin gelip yüzsürdüğü çok mukaddes bir beldedir. Orada İbrahim'in makamı,
İsmail'in hicri bulunmaktadır.
Aynı zamanda Allah'ın
mukaddes tanıttığı her şey Kıyâmet'e kadar mukaddestir, hiçbir güç bu
kudsiyyeti kaldıramaz, O halde Allah'ın kutsal tanıttığı mübarek beldeye iç ve
dış temizliği yapıp öylece girmek, Allah'a karşı saygı ifade eder. O bakımdan
Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, böyle bir tavsiyede bulunmuştur.
İlgili hadîsler:
Zeyd b. Sabit
(r.a.)'den yapılan rivayette, Zeyd, Resûlüllah ta.s.) Efendimiz'i (İhram'a
girip) Telbiye getirmek için elbisesini çıkarıp guslettiğini gördüğünü,
söylemiştir.[313]
Hz. Ayşe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.sJ
Efendimiz ihrama girmek istediğinde başını hıtmî ve uşnan ile yıkar, az da olsa
zeytin yağıtna güzel kokuyu karıştırıp) sürünürdü.» [314]
Hz. Aişe (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
«Umeys kızı Esma,
Muhammed b. Ebîbekir'i (hac yolunda Zul-hulayfe'ye yakın Hudaybiye anlaşmasının
yapıldığı ağacın yanında doğurdu. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.î Efendimiz,
Ebubekir'e, Esma'nm gusledip öylece telbiye getirmesini söylemesini emretti.»[315]
Cafer b. Muhammed
kendi babasından şöyle rivayet etmiştir :
«Hz. Ali (r.a.) iki
bayram, cuma, arafe ve bir de ihrama girmek istediği gün guslederdi.»[316]
İbn Ömer (r.a.)'dan
yapılan rivayette, o Mekke'ye gittiğinde mutlaka Zî-Tuvâ mevkiinde geceler ve
sabah olunca gusleder, sonra Mekke'ye gündüzleyin girerdi ve Peygamber (a.s.)
Efendimiz'in böyle yaptığını söylerdi.»[317]
Buharî de buna yakın
bir lâfızla rivayet etmiş, İmam Mâlik, Nâfi'den naklederek Muvatta'da bunu
ııakletmiştir.
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- İhram'a
girip telbiye getirmek isteyen kimsenin gusletmesi sünnettir.
2- Mekke'ye
girilirken gusletmek müstehabdır.
3- Arafat'a
çıkılırken yine gusletmek sünnettir, bazılarına göre müstehabdır.
4- İhram'a
girmeden önce iyice yıkanıp güzel koku sürünmek sünnettir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticacları:
a) Hanefilere göre, haccm sünnetlerinden biri
de:
İhram'a girmek isteyen
kimse gusleder veya abdest alır. Gus-bnek afdaldir. Nitekim Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz Zulhuleyfe evkiine gelince, ihram için gusletmiştir. Bu hususta
kadın, erkek, rhali veya loğusa arasında bir fark yoktur. Çünkü ihram için
gu-li daha çok genel temizliği sağlamaya yönelik bir sünnettir. Haneler bu
görüşlerine mesned olarak, Ebubekir Sıddik'm (r.a.) eşi Es-.â bint Umeys'in
Bey'âtü'r-ridvan mevkiindeki ağacın altında oğ-ı Muhammed'i doğurması ve
Peygamber (a.s.) Efendimizin de, yı-anıp Öylece hacc için ihram'a girsin, yani
telbiye getirsin, meâlin-3ki hadisi
seçmişlerdir.[318]
Mekke'ye girmek için
gusletmek müstehabdır. Bu hususta ayali ve loğusa kadın farklı değildir, yani
onlar da o halde Mekke'-b girmek için guslederler. Aynı zamanda Mekke'ye
Seniyetü'1-Ulyâ esiminden girmek de müstehabdır. Gece veya gündüz girmekte ir
salanca yoktur.[319]
Arafe günü Arafat'a
çıkıldığında, yol dışında herhangi bir ye-e çadırını kurabilir. Cebel-i
Rahmet'e yakın yere konması efdaldir. Jüneş zevale yönelince dilerse
gusledebilir.[320]. Kâsânî bu konula şöyle
diyor: «Betn-i Arene dışında Arafat'ın her yanı vakfeye Lygundur. Arafe günü
gusletmek, cuma ve iki bayram günlerinde ;usletmek gibi sünnettir. İhram'a
girmeyi dilediğinde yapılan gu-ül gibi boy abdesti alır.»
al-AsıTda ise, «Arefe
günü guslederse iyi olur» denilmiştir ki, )u Arafat'ta gusletmenin müstehab
olduğuna işarettir.[321]
b) Şâfiîlere
göre:
ihram'a girmek için
gusletmek sünnettir. Veya şartına uygun ieyemmüm edilir. Bu durumda ihram'a
girmek isteyen veya telbi-7e getirmek isteyen kişi isterse ayhalinde olsun,
farketmez. Nitekim rirmizî bu hususu rivayet ettikten sonra hasen olduğunu
kaydetmiştir. Ayrıca Mekke'ye girmek için de gusletmek sünnettir. İsterse
hacc için değil, bir iş için girmek istesin bu hususta hüküm aynı-iir. Mekke'ye
girerken Zi-Tûva mevkiinde gusletmek efdaldir. Tabii bu efdaliyet o kesimden
geçen kimse içindir. Oradan değil de
başka bir yol ve
kesimden giriyorsa, yine Zî Tuvâ hizasına geldiği yerde gusletmesi efdaldir.
Ayrıca arafe günü
Arafat'a. çıkıldığında gusletmek de sünnettir. Çünkü bu gibi yerler, hacı
namzetlerinin biraraya gelip toplandığı kutsal mahallerdir, o bakımdan temiz
bir vaziyette onların arasına katılmak sünnet kılınmıştır.[322]
c)
Hanbelîlere göre:
Haccetmek isteyen ve o
maksatla belli mîkata gelen kimse için uygun olanı gusletmektir. Bunun gibi,
îhram'a girmek isteyen herkese, henüz girmeden önce gusletmek, müstehabdır. Bu
ilim adamlarından çoğunun görüşüdür. Tavus, Nahâî, İmam Mâlik, İmam Sevrî,
İmam Şafiî ve rey tarafdarları da bu meselede görüş birliği içindedirler. Çünkü
Hârice b. Zeyd b. Sâbit'in babasından yaptığı rivayete göre. o, Peygamber
(a.s.) Efendimiz'in (ihram'a girip) telbiye getirmek için guslettiğini
görmüştür.
Tirmizi bu hadîsi
rivayet edip «hasen»dir diye kayıt koymuştur. Ayrıca Resûlüllah'm Esma bint
Umeys'e gusledip öylece İhram'a girmesini, yani niyet getirip telbiyeye
başlamasını emrettiği sahih rivayetle sabit olmuştur. Hz. Esma o gün için
Hudeybiye mevkiinde doğum yapmıştı, loğusa idi.
İlim adamlarının hemen
hepsine göre, ihram'a girmek için gusletmek vâcib değildir. îbn Münzir ise bu
konuda şöyle demiştir : «İlim adamlarının, ihram'm gusülsüz caiz olduğunda
icma'ı vardır...» Yani gusletmek vâcib değildir.[323]
Mekke'ye girerken
gusletmek müstehabdır. Çünkü Abdullah b. Ömer (r.a.) önce gusleder, sonra
Mekke'ye girer ve gündüz girmeyi tercih eder ve sonra da şöyle derdi:
«Resûlüllah (a.s.), Efendimiz böyle yapardı...»
Buhârî'nin tesbitine
göre, îbn Ömer (r.a.) Harek'e yakın yere gelince telbiyeyi keser ve Zî-Tuvâ
mevkiinde geceler, sonra sabah namazım kılar ve akabinde guslederdi.
Peygamberin de (a.s.) böyle yaptığını söylerdi. Hem Mekke, hacc ibâdeti için
mü'minlerin toplandığı kutsal bir yerdir, tıpkı cuma namazı için toplanmak
gibi... O bakımdan oraya girmeye niyet edince gusletmesi müstehab olur. İsterse
bu durumda giren kişi ayhali veya loğusa olsun farketmez..
Nitekim Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, ayhali olan Hz. Aişe vâlide-inize: «Hacıların yaptığını sen
de yap, ancak o halde Beytuîlah'ı avaf etme!» buyurmuştur.[324]
Arafat'a çıkınca vakfe
için gusletmek müstehabdır. Nitekim [bn Mes'ud (r.a.) öyle yapardı. Hz. Ali'den
de (r.aJ bu hususta rivayet vardır. İmam Şafii ile İshak, Ebu Sevr ve İbn
Münzir de ay-iîi görüştedirler. Çünkü orası da insanların biraraya gelip
toplan-âığı yerdir. Cuma ve bayram namazları için nasıl guslediliyorsa onun
için de öylece gusledilir.[325]
d) Mâliküere göre :
İhram giymek isteyen
kimsenin, isterse ayhali veya loğusa olsun gusletmesi sünnettir. Çünkü
temizlik ihram için arzulanan bir husustur. İmam Mâlik, ancak zaruri bir
sebepten dolayı terkedile-bilir, demiştir. O halde böylesine bir temizlik her
şahıstan beklenir. Gusül sünnetinin de hemen yapıldıktan sonra ihram
giyilme-siyle gerçekleşir. Yıkandıktan uzun bir süre sonra ihram giyecek
olursa, sünnet yerine gelmediğinden guslü iade etmesi uygun olur. Mümkün olduğu
takdirde guslün Medine'de yapılması efdaldir. Tabii bu, Zulhuleyfe'de ihram
giymek isteyen kişilerle ilgili bir husustur.[326]
Mekke'ye girerken
gusletmek, sünnet değil mendubdur. Bu da, Beytuîlah'ı tavaf içindir, nezafet
için değildir. O bakımdan ayhali veya loğusa olan kadınlar Mekke'ye girerken
gusletmezler, çünkü o vaziyette tavaftan men'edilmişlerdir Hem tavaf için
taharet (ab-destli olmak) şarttır. Mekke'ye gündüzleyin kuşluk vakti girmek
mendubdur.[327]
Arfat'ta vakfe için
gusletmek menduptur. Aynı zamanda tertemiz bir bedenle o makamda duâ ve
niyazda, yalvarma ve yakarmada bulunmak daha uygun ve daha te'sirlidir. Orada
bir bineğe binmek ve ayakta durup vakfe yapmak erkekler için mendup sayılmıştır.[328]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
881 nolu Zeyd b. Sabit
hadîsini Dârekutnî, Beyhakî ve Taberâ-
nî de rivayet
etmişlerdir. Tirmizî, hasen olduğunu belirtmişse de el-Akili bunun zayıf
olduğuna dikkatleri çekmiştir. Çünkü isnad zincirinde Abdullah b. Yakub
el-Medenî bulunuyor ki, Zehebî bu zat hakkında şunları nakletmiştir: Ebû
Zenned, «onu tanımıyorum» demiştir.[329].
Tirmizi hadîsi tahsîn ettiğine göre, Abdullah b. Ya-kub'u tanımadığı
söylenemez...
Hâkim ile Beyhaki buna
yakın bir rivayeti Yakub b. Ata' tâ-rikıyla İbn Abbas (r.a.)'dan şöyle
yapmıştır: »Resûlüllah (a.s.) Efendimiz guslettikten sonra elbisesini giyindi.
Zulhuleyfe mevkiine gelince iki rek'at namaz kıldıktan sonra devesine binip
üzerinde doğruldu. el-Beyda'a ulaşınca hacc için ihram giyindi.»
Ancak ismi geçen râvi
Yakub'un zayıf olduğunu Ibn Hacer kaydetmiştir. Ahmed b. Hanbel de onun zayıf
olduğunu söylerken Ebû Hatim, kaviy olmadığını belirtmiştir. İbn Main de onun
zayıf olduğunu söyleyenler arasında bulunuyor.[330]
882 nolu Hz. Aişe hadisini aynı zamanda Hafız Bezzar tahrîc etmiş, Taberânî
el-Evsat'te rivayetle Bezzar'ın
isnadının hasen olduğunu belirtmiştir.
883 nolu Hz. Aişe hadîsine gelince, İmam Mâlik
onu Muvatta'da Abdurrahman b. Kasım'dan o da
babasından, o da Hz. Esma'dan rivayet etmiştir. İmam Mâlik ve ona
uyanlara göre, hadîs mursel-dir, yani senedinden bir sahabi düşmüş veya
düşürülmüştür.
Aynı hadisi Nesâî,
Kasım b. Muhanımed'den o da babasından, o da Ebubekir Sıddîk'tan rivayet
etmiştir. İbn Hacer'e göre, bu rivayet de murseldir. Çünkü Muhammed, Hz.
Peygamber'den işitme-miştir, babasından da işitmediği bilinmektedir. Müslim ise
Cabir hadisinden tahrîc ederek şu lafızla tesbitini yapmıştır : «Çıktık, tâki
Zulhuleyfe mevkiine geldik. Umeys kızı Esma orada doğum yaptı, Muhammed b.
Ebubekir'i doğurdu. Sonra da Resûlüllah'a haber göndererek ne yapması
gerektiğini sordu Peygamber (a.s.) Efendimiz de, «Guslet, sağlamca bir bez
tutun ve ihrama gir» buyurdu.
Taberânî kendi
Mu'cem'inde İsa b. Muhammed es-Simsar el-Va-sıti tarikiyle Abdülmelik b.
Mervan'dan, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan şu-
rivayet etmiştir! :
«Peygamber (a.s.) Efendimiz Mekke'ye
doğru ila çıkmayı dilediği zaman İhram giyinmek için guslederdi.»[331]
Ibn Ömer (r.a.j'da bu
konuda şöyle demiştir :
«Kişinin ihram!
giyinmek istediği saman gusletmesi sünnettir.»[332]
Bunu Hafız Bezzar
kendi Müsned'inde, Darekutnî kendi Sünen'-1de, Hâkim de kendi Müstedrek'inde
rivayet etmiştir, Hâkim bu Ivayet için : İki şeyhin (Buharı ve Müslim) şartına
göre, hadîs sahtir, demiştir. Ancak iki şeyh bunu tahrîc etmemiştir.[333]
1- Hac veya
iinnettir
Umre için ihrama girileceği zaman gusletmek
2- İhrama girecek
olan kişi ister ayhali, ister loğusa olsun, yi-Le de gusleder, bul onun için de
sünnettir,
3- Mekke'ye ister hac ve umre için, ister bu
ikisinden başka dr husus için girinek isteyen kimsenin gusletmesi müstehab veya
nendubdur.
4- Arafat'a
çıkıp vakfe yapmak isteyen kimsenin
gusletme-i müstehabdır. Bu hususta ayhali ve loğusa için de hüküm aynı-lir. [334]
Kadının
"istitiaza olması" denilince, iki mana hatıra gelir, birincisi,
kadının belli vakitlerde, belli bir süre dölyatağmdan gelen kan; ikincisi yine
dölyatağı veya idrar yolunda bir hastalık, yada damar çatlaması neticesi sık
sık akan ve süresi belli olmayan kan demektir. Bunlardan her biri için ayrı
hükümler konulmuştur. Bizim konu edindiğimiz ise, ikincisidir.
Ancak mevcut
rivayetlerin farklı bilgi ve hükümler getirmesi,
konuyu muğlak bir
noktaya sürüklemiş ve üzerinde hayli
yorumların yapılmasına sebeb olmuştur.
İslâm, hemen her
konuda temizliğe geniş yer veren bir dindir, ama bu ölçülüdür, faydalıdır;
sıkıcı, bıkkınlık verici hiç değildir. Her namaz için gusletmek büyük bir
külfeti beraberinde getirmekte ve kişinin günlük meşgalesini aksatacak
ölçüdedir.
O bakımdan rivayetleri
iyice araştırmamız, aralarındaki farkları ve delâlet ettikleri manâ ve
hükümleri gözden geçirmemiş, zayıf rivayetlere parmak basmamız gerekmektedir.
Konuya bu açıdan bakarak ilgili hadîsleri naklediyoruz :
Hz. Aişe (r.a.) dan
yapılan rivayette, demiştir ki :
«Cahş kızı Zeyneb
istihaza olmuştu; Peygamber (a.s.) Efendimiz ona : Her namaz için guslet! diye
emretti.»[335]
Yine Hz. Aişe Cr.a.)
validemizden yapılan rivayette, demiştir ki:
"Süheyl b. Amr'm
kızı Sehle İSTİHAZA olmuştu. Resûlüllah (as) Efendimize gelip sordu. Resûlüllah
(a.s.) ona : «Her namaz için (veya vaktinde) guslet,» diye emretti. Bu hal
Zeyneb'e fazlasıyla bir yük yüklediği için, Peygamber (a.s.) ona öğle ile
ikindi namazı için bir defa, akşam ile yatsı için de bir gusül yapmasını
emretti.»[336]
Urve bin Zübeyir.den,
o da Ümeys kızı Esma'dan rivayet ediyor. Esma diyor ki: Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e Ya Resûlellah! Ebu Hubeyş kızı Fatıma şu kadar zamandan beri
istihaza olmuştur, o bakımdan namaz da kılmadı, (ne buyurursunuz?), dedim. Resûlüllah
(a.s.) şöyle buyurdu: «Bu şeytandandır... Bir leğene otursun, suyun üstünde
sarımtırak renk görürse, öyle ve ikindi için bir defa gusletsin; akşam ve yatsı
için de bir defa gusletsin. Sabah (namazı) için de bir defa gusletsin ve
bunlar arasında abdest alsın...[337]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Âdet
görirfe dışında rahimden sık sık gelen kan, istihaza,
ani bir damar
çatlaması veya bir rahim hastalığı sebebiyle akan tandır. Bundan dolayı her
namaz vakti girince gusletmesi vâcibdir.
2- Yine
kendisinden istihaza kanı gelen kadın, öğle ile ikindi akü için bir defa, akşam
ile yatsı için bir defa, sabah vakti içinde lir defa gusleder ve vâcibdir.
Arayerde namaz kılmak istediğinde
Lbdest almakla
yetinir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamları-n görüş, tesbit, istidlal, ihticac ve
ortaya koydukları sonuçlar :
a) Hanefîlere göre
İstihaza olan kadının
hükmü, temizlik içinde bulunan kadmla-m hükmü gibidir, şu farkla ki, istihaza
olan kadın her namaz Cva-Lit namazı) için bir abdest alır. (Gusletmesine gerek yoktur.)[338]
İstihaza kanından
dolayı namazı, orucu ve cinsel teması terket-neye gerek yoktur. Bu, diğer özür
sahibleri gibidir[339].
Devamlı drarı akan veya devamlı yellenen kimsenin her vakit namazı için lasıl
bir abdest alması gerekiyorsa, istihaza olan kadının da her mmaz için bir
abdest alması vâcibdir.
b) Şâfiîlere göre :
İmanı Şafiî el-Umm'de
konuya ağırlık vererek, daha çok Urve'-nn Hz. Aişe'den yapılan şu rivayetle
istidlal ettiği anlaşılıyor: Ebû rîubeyş kızı Fatıma (r.a.)' Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e dedi ki : «Ben hiç de temizlenmiyorum (yani kanım kesilmiyor);
namazı 3irakayım mı?» Bunun üzerine Peygamber ta.s.), ona şöyle buyurdu :
«(Senin dediğin) ancak bir damar çatlamasından gelen kan-iır, aylıali kam
değildir. Ayhalin başlayınca namazı bırak. Ayhali geçince, günlerini takdir
ederek kendinden kanı giderip temizle ve lamaz kıl!»[340]
İmam Şafiî bir de
Hamene bint Cahş'la ilgili rivayetle ihticac sdip istihaza kanından dolayı
gusül gerekmiyeceğini, fakat her namaz için bir abdest gerekeceğine kail
olmuştur.
Böylece, istihaza,
devamlı idrar akması gibi bir hades-i dâimdir.
Namaz ve oruca engel
değildir. îstahaza olan kadın fercini
(cinsel organım) yıkar, namaz vakti içinde abdest alır ve hemen namazını
kılar. Bu arada namaz kılmadan namazla ilgili bir işle, avret yerini kapamak
gibi, veya cemaati beklemek gibi şeyle
uğraşıp namazı geciktirirse, bir zararı olmaz. Aksi halde geciktirme zarar verir, (yani
yeniden abdest alması gerekir).[341]
c)
Hanbelîlere göre :
İstihaza, ayhali ve
loğusa vaktinin dışında rahimden gelen kandır. Ayhali süresini aşan veya onun
en az süresinden az bir süre gelen kan istihaza sayılır. Henüz ayhali olmayan
kızdan akan kan da istihaza kapsamına girer. Bunun hükmü, devamlı idrarı akan
veya devamlı yellenen kimsenin hükmü gibidir, her namaz vakti için bir abdest
alması gerekir.[342]
d)
Mâlikîlere göre:
İstihaza olan kadın,
kendisinden gelen kam, kokusuyla veya rengiyle ya da koyuluğuyla ayırd edip
ayhali kanı olduğunu biliyor ve temiz kalmanın en az müddetini de geçirmiş
bulunuyorsa —ki bu onbeş gündür—, o takdirde ayhalinde bulunuyor demektir. Eğer
ayırd edemiyor veya temiz kalmanın en az müddeti tamamlanmadan ayırd
edebiliyorsa, o takdirde istihaza kanıdır.[343].
Her namaz vakti için bir abdest alması gerekir. İbn Nâfî'nin yaptığı rivayete
göre de, istihazalı kadın namazı 15 gün bırakır, sonra gusledip namaz kılmaya
başlar[344]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller: 899 no'lu Hz. Aişe hadîsinde Muhammed b. İshak
bulunuyor. Ancak hangisi? Çünkü hadîs rivayet zincirinde ondört tane bu isimde
kişi tesbit edilmiştir. Zehebi bunları bir bir incelerken çoğunun meçhul, bir
kısmının münker, bir kısmının da sıka olmadığına dikkatleri çekmiştir.
O-bakımdan sözü edilen hadîsin rivayet zincirinde onlardan birinin bulunması,
şüphe uyandırmaktadır. Onun için cumhur bu hadisi ihticaca uygun görmeyip
istihaza olan kadının her namaz için
(vakit girince) abdest almasının vâcib olduğunu,
gusletmenin
gerekmediğini belirtmiştir. Dört mezhep imamının da LCtihad ve tesbiti bu
doğrultuda ve bu anlamdadır.
Resûlüllah'm (a.s.)
Cahş kızı Ümmü Habîbe'ye, «guslet de sonra namaz kıl!» emrini İmam Şafiî tahlil
edip yorumlarken şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) ona temizlik bakımından
yıkan ve namaz kıl, demiştir. Bundan her namaz için guslet manâsı çıkmaz.
İnşa-allah bu emir tatavvu' yolu bir anlam taşır.»
900 nolu Hz. Aişe hadîsinin rivayet zincirinde
yine Muhammed b. îshak vardır ki, bu zatın rivayeti hiçbir zaman hüccet kabul
edilmemiştir. Abdurrahman b. Kasım ise bu hadîsi babasından duymamıştır. O
halde «Abdurrahman da babasından rivayet etmiştir» sözü sağlıklı değildir.
901 nolu Urve hadîsinin isnadında Süheyl b. Ebî
Salîh bulunu-yordur ki, onun hadîsiyle
ihticacda bulunmak hususunda hayli farklı görüşler söz
konusudur. Muhaddîs Yahya onun kaviy olmadığını ve bu bakımdan hüccete
sayılmayacağım söylemiştir. Ahmed b. Hanbel, onun Muhammed b. Amır'dan daha müsbet olduğunu belirterek rivayeti
elverir demiştir. Ebû Hatim ise, onun hadîsi yazılabilir, ama onunla ihticac
edilmez.[345]
Ayrıca bu konuda
Hamene bint Cahş'den yapılan rivayette, öğleyi geciktirmek, ikindiyi hemen
acele kılmak ve sonra temizleninceye kadar gusletmek ve böylece öğle ile
ikindi namazlarını cem'-edip kılmak, sonra akşam namazını geciktirmek, yatsı
namazını vakit girer girmez hemen acele etmek, sonra gusledip iki namaz arasını
birleştirmek ve sabah namazı için de ayrı bir gusül yapmak mealinde yapılan
rivayet büsbütün karışıktır. Ravî zincirinde Muhammed b. Akü bulunuyor ki, bu
zatın rivâyetiyle ihticac hususunda hayli ihtilâf söz konusudur. İbn Mende'ye
göre, onun rivayeti sahih değildir.
Böylece rivayetler
çatışmaktadır. İki rivayette ( istihaza olan kadının her namaz için gusletmesi
emredilirken, diğer iki rivayette, sadece öğle ile ikindi namazları için bir,
akşam ile yatsı namazları için de bir gusletmek emredilmiştir. Anlaşılan bu
ikinci rivayet birinci rivayeti neshetmiş,
yani hükmünü kaldırmıştır.
Hicrî üçüncü asırda
yetişen ünlü hadîs âlimi Ebû Cafer et-Ta-havi bu konuya geniş yer vermiştir.
Altı yedi kadar rivayetin, her namaz için gusletmekle emredildiğini
sıraladıktan sonra, öğle ikindi, akşam ile yatsı ve birde sabah namazı vakti
için birer gusül yapılmasıyla ilgili dört kadar rivayeti tesbit ederek birinci
rivayetlerin bunlarla hükmünün kaldırıldığım belirtmiştir. Sonra da her namaz
için gusül değil abdest alması gereğini
belirten altı kadar hadîs toplayıp naklettikten sonra bunların da daha
önceki hadîslerin hükmünü kaldırdığım, yani istihaza olan kadının her
namaz için bir abdest alması gereğini belirten hadîslerin, her namaz için gusletmesi
gerektiğini bildiren ve bir de her iki namaz için bir guslün kâfi geleceği
hakkındaki rivayetin neshedildiğini hükümlerinin kaldırıldığını açıklamıştır.[346]
Zeylâî, Fatıma bint
Ebî Hubeyş'le ilgili Hz. Aişe (r.a.) hadîsini uzun uzadıya tahlil ederken,
hadîsin sonuna «kan hasır üzerine dam-lasa bile...» mealinde ilâve edilen
kısmın kitaptan olmadığına dikkatleri çekmiştir.
Ayrıca bu konuda Adiy
b. Sâbit'in dedesinin hadîsi, Hz. Aişe, Hz. Ümmu Seleme ve Hz. Şevde bint Zem'a
hadîsleri üzerinde durmuştur. Birincisini Ebû Dâvud ile Tirmizi ve İbn Mâce,
Şerîk'den, O da Ebû Yakzan'dan, o da Adiy b. Sâbit'ten, o da babasından ve
dedesinden rivayet etmiştir. Adiy b. Sabit hakkında İmam Buharî'-den
sorulduğunda, dedesinin ismini bilmediğini söylemiştir. Yahya b. Maın'in onun
dedesinin isminin Dinar olduğunu söylediği Buha-rî'ye anlatılınca ona da itibar
etmemiştir.
Nitekim Ebû Dâvud,
«Adiy b. Sâbit'in bu hadîsi zayıftır» demiştir.
Hz. Aişe hadîsi ise
şöyledir: «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den müstehaza olan kadından soruldu.
Buyurdu ki: Aynalı olduğu günler namazı bırakır, sonra bir defa guslettikten
sonra her namaz için bir abdest alır...»
Ümmu Seleme hadîsine
gelince, onu Darekutnî rivayet etmiştir. Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.a.)
istihaza olmuştu. Durumunu öğrenmek için Ümmu Seleme'ye rica edip Peygamber
(a.s.) Efendimiz'den sormasını istemişti. Peygamberimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur
: «Ayhali bulunduğu günler namazı terkeder, sonra gusledip bir Ibiseyle
iyice (kanın dışarı akmasını önleyecek
şekilde) korunup ikkat gösterir ve namaz kılar.»
Darekutnî bu hadîsin
râvilerinin hemen hepsinin sıka (güveni-r) olduğunu belirtmiştir. îbn Ebî Şeybe
de bunu kendi Sünen'in-ie rivayet etmiştir. Hadîs, her namaz için gusletmenin
vâcib olma-lığma, ama her namaz için abdestin gerekli olduğuna delâlet
et-nektedir.
Hz. Şevde hadîsi ise,
Taberânî onu rivayet ederek kendi el-Ev-tat mu'cemine almıştır. Hadîsin meali
şöyledir: «Müstehaza olan şadın ayhali günlerinde namazı bırakır, sonra bir defa
yıkanır, sonra da her namaz için bir abdest alır.»
Bu da diğer hadîslerin
hükmünün kaldırıldığım açıkça göster-inektedir.[347].
Sahîh olduğunda ise şüphe izhar eden olmamıştır. [348]
1- İstihaze
kanı gören kadın, namaz ve orucu, tavaf ve Kur'-ân okumayı terketmez.
2- Kocasıyla
cinsel temasta bulunabilir. (Ancak sağlık yönünden bir sakınca olduğu uzman
bir doktor tarafından belirtilirse o takdirde
temastan kaçınır).
3- İstihaza
kam gören kadın, kam aktığı sürece her
namaz vakti girince, diğer özür sahipleri gibi, abdest alması gerekir.
4- İstihaza
kanı sürüp giderken bu arada ayhali süresi başlar ve kendisi de bunu ayırd
edebiliyorsa, o zaman namazı bırakır, Ramazanda ise: O süre içinde oruç
tutmaz ve cinsel temasta bulunmaz.
Süre dolunca gusleder ve sonra her namaz için abdest alıp ibâdetini yerine
getirir.
5- İstahaza
kanı gören kadın, akan kanın etrafı kirletmemesi ve dikkatleri çekmemesi için
sıkıca bez tutunur ve buna dikkat gösterir.
îstihaza konusunda
Sıddîk Hasan Han, hadîslerden bir kısmını nakledip bazı açıklamalarda
bulunmuştur. Konuya yeteri kadar ağırlık verdiğimiz için onun açıklamalarını
nakletmeye gerek görmedik. Bununla beraber arzu edenler Fethülallâm li-Şerhi
Bülûğil-Meram : 1/71,72'ye bakabilirler.
Fıkhü's-Sünne'de ise
İSTİHAZA hakkında şu açıklama yapılmıştır
:
Müstehazanm üç hali
vardır:
1- Ayhali
süresi, istihaza olmadan Önce belli olmuştur. îstihaza hali başlayınca ayhali
süresi bilinen müddettir ve bu, hayz müddetidir. Geri kalan süre istihaza
müddetidir.
Müellif buna delil
olarak Ümmu Seleme hadisini naklederek
göstermiştir.
2- Kan
akması hep devam etmiştir, o yüzden kadının ayhali süresi belli
olmamıştır, yani kesin bilinmemektedir, o yüzden ayhali kanını ayırd
edememektedir. Bu durumda kadının âdet görme süresi altı veya yedi gün
sayılır, çünkü çoğu kadınların âdeti bu kadar sürmektedir. Bu takdirde kadının
kanı kesilince, ya yirmi dört gece ve gündüzün, ya da yirmiüç gece ve gündüzün
namazını kılar.
Müellif bu hususta
Hamene bint Cahş (r.a.) hadisiyle istidlal etmiştir.
3- Kadının
belli bir âdeti yoktur. Ancak âdet
görme kanıyla diğer kanları ayırd edebilecek durumdadır. Bu durumda kadın ayırd
etmesine göre amel eder. Koyu kırmızı, siyaha meyil renkte akan kan ayhali
kanıdır. O devam ettikçe namaz kılmaz,
oruç tutmaz. Rengi değişince, istihaza kanı başladığına hükmeder ve yıkanıp namaza
başlar.
Özetini verdiğimiz bu
bölümde müellif, Fatıma bint Ebî Hubeyş (r.a.)
hadîsiyle istidlal etmiştir. [349]
1- Hiçbir
namaz için gusletmesi gerekmez. Ancak ayhali dönemi başlayıp sona erince bir
defa gusleder. Cumhur da aynı görüştedir.
2- Her namaz
için bir abdest alması vâcibdir. Çünkü bu hususta Buharî'nin sahih rivayeti vardır.
3- Abdest
almadan önce fercini iyice yıkar ve temiz bir bezle iyice kendini korur,
necasetin akmasına meydan vermez. Bu
vâcib olmamakla beraber önemlidir.
4- Namaz
vakti girmeden abdest alamaz. Cumhurun görüşü de budur...
5- Kocasıyla
cinsel temasta bulunabilir. Çünkü bu hususta tah-rîm ile ilgili hiçbir delîl
vârid olmamıştır.
6- Diğer
temizlenmiş kadınlarla ilgili hükümler onun için de geçerlidir. Namaz kılar,
oruç tutar, i'tikâf yapar, Kur'ân okur, Mus-lafa el sürer ve onu taşıyabilir; diğer
bütün ibâdetleri yapabilir.[350]
Bunun uç önemli
te'siri söz konusudur. İnsanın kendini kaybetme haline !«bayılma olayı» denir.
Bu durumda hiçbir şey duymaz, kımıldamadan yatar. Kan dolaşımı duraksar,
solunum zayıflar. Belirtilen durumdan kurtulmaya ise «ayılma» denir.
Bayılma çoğunlukla
birtakım te'sîrler altında, beyin damarlarının birdenbire büzülerek beyne
yeteri kadar kan gitmemesinden ileri gelir. O halde ayıldıktan sonra beyin
damarlarını iyice harekete geçirmek, sinir sisteminde meydana gelen gevşemeyi
önlemek ve bayılanın zindelik kazanmasını sağlamak için —şartlar elverdiği
takdirde— banyo yapması, yani gusletmesi tavsiye edilmiştir.
Yukarıda bayılma olayı
geçip ayıldıktan sonra gusletmenin üç yaran bulunduğuna işaret etmiştik. Onları
şöyle özetleyebiliriz :
1- Yapılan
banyo ile sinir uçlarını çok daha duyarlı hale sokup beyinde büzülen
damarlarının daha iyi açılıp hareketini sağlar.
2- Kalbi
yatıştırıp sıkıntının tamamen
giderilmesine yardımcı olur.
3- Ruha
mânevi gıda vererek ruhla beden arasında bozulan dengeyi düzeltir.
Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, bayıldıktan sonra gusletmeyi hem kavli, hem fiilî sünnetiyle
açıklamıştır. Hz. Aişe (r.a.) validemizden yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz (hastalandığı günlerde)
birden, ağırlaştıtda kendinden geçti, bir bakıma bayıldı). Kendine
gelince, «İnsanlar namaz kıldılar mı?» diye sordu. Biz de, «hayır, kılmadılar
seni bekliyorlar» diye cevap verdik. Bunun üzerine genişçe küpe benim için su
koyun» buyurdu. Biz de öyle yaptık. Peygamberimiz (a.s.) guslettikten sonra
sıkıntı ve meşakkatle gitmek istedi, derken bayılıp kendinden geçti. Ayıldıktan
sonra, «İnsanlar namaz kıldılar mı?» diye sordu. Biz de «hayır, seni
bekliyorlar» dedik. Bunun üzerine: «Benim için genişçe küpe su koyun» buyurdu.
Biz de Öyle yaptık. Resûlüllah (a.s.) yıkandı (gusletti) ve sonra bütün gücünü
toplayıp sıkıntı ve meşakkatle gitmeye çalıştı, derken bayılıp kendinden
geçti. Aydınca yine sordu: «İnsanlar namaz kıldılar mı?» Biz de «hayır, onlar seni
bekliyorlar» dedik. Resûlüllah'ın, halka namaz kıldırması için Ebubekir'e olan
emrini hemen ulaştırdım...»[351]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Baygınlık
olayı geçip ayıldıktan sonra yıkanmak, yani gusletmek te'kiden müstehabdır.
2- Hava
soğuk değilse, bu guslün soğuk su ile yapılması men-dubdur.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların istidlal ve
ihticacları:
a) Hanefîlere göre :
Onaltı şeyden dolayı
gusletmek mendubdur. Onlardan biri de, cinnet getirdikten, sarhoşluk geçtikten
ve baygınlık olayı sona erdikten sonra gusletmektir.[352]
b) îmam Şafii, el-Ümm'de cinnet getirip aklî
dengesini kaybeden kişilerin çoğunun beli bollaşdığı, yani menilerinin aktığım
söyleyenler vardır, eğer durum öyle ise, kendine gelince gusletmesi vâ-cib
olur. Bu hususta şüphe ederse, gusletmesinin müstehab olduğunu söylerim ki bu
bir ihtiyattır, diyor ve bayıldıktan sonra gusletmekten söz etmiyor.[353]
Şafiî fukahasmdan
el-Hazremî müftisi Seyyir Abdurrahman b. Muhammed ise Buğyetü'l-müsterşidîn
adlı eserinde şöyle diyor : «Bayılan kimsenin ayılmca gusletmesi sünnettir.
Baygınlık tekrar ettikçe, guslün de tekrarlanması sünnettir. Sarhoş kimsenin de
ayılmca gusletmesi böyledir.[354]
c) Hanbeli'lere göre :
Aklın zâü olması da
abdesti bozan sebeblerden biridir. Bu da [ki kısma ayrılır : Uyku ve başka bir
sebep... İkincisi, cinnet getirmek, bayılmak, sarhoş olmak ve benzeri
durumlardır. Bu halin azı da çoğu da abdesti bozacağında icma, vardır. Nitekim
îbn Münzir, bayılan kişinin abdest almasının vücubu hakkında âlimlerin icma'ı
vardır, demiştir. Çünkü bunların duyarlığı, uyuyan kişinin duyarlığından çok
daha uzaktır. Uyuyanın abdesti bozulduğuna göre bunların bozulmasının daha evlâ
olduğu kesindir.[355]
Sünnet olan
gusüllerden biri de, cinnet getirdikten sonra ayı-lan kimsenin ve bayıldıktan
sonra kendine gelen kimsenin guslet-mesidir. Ancak bu halde inzal vaki
olmamışsa bu böyledir, inzal vaki olmuşsa, gusletmeleri vâcibdir.[356]
d) Mâltkîlere göre:
Mendup olan gusüller
sekizdir : Ölü yıkayanın, Mekke'ye gir-; inek isteyenin, Tavaf yapmayı arzu
edenin, Arafat'ta vakfeye hazırlananın, Medine'ye girmek üzere olanın,
İslâm'a, girenin, istihaza kanı kesilen kadının gusletmeleri bu
cümledendir... [357]
Böylece Mâlikîler,
baygınlık geçirip ayılan kimsenin gusletmesini mendub gusüller arasına
almamışlardır. Sünnet gusüller arasında zaten zikretmemişlerdir. [358]
1- Baygınlık
geçirdikten sonra ayılıp kendine gelen kimsenin gusletmesi sünnet veya
müstehabdır.
2- Baygınlık
hâlinde meni akmışsa, gusletmesi vâcibdir.
3- Cinnet
getiren kimsenin kendine gelince,
sarhoşunda ayık duruma gelince gusletmeleri müstehabdır.
4- Baygınlık
hali tekrar ettikçe, guslü tekrarlamak da müstehabdır. [359]
Bilindiği gibi İslâm,
ibâdeti âdetten ayırmak için ona resmiyet kazandırmış, herkesin arzusuna değil,
şâri'in muradına göre yerine getirilmesini emretmiştir. Aksi halde ibâdet,
ibâdet olmaktan çıkar, mutad şeyler arasına girer...
O bakımdan sırf
temizlik için yapılan banyo ile vâcib olan veya sünnet sayılan bir guslü aynı
kefeye koyamayız. Birincisi mutad günlük veya haftalık temizlikler arasında yer
alır; ikincisi, hem temizlik, hem beden ve ruh sağlığı, hem ilâhî rızayı
tahsil, hem de uhrevî mükâfatlara vesiledir.
Bunun için farz,
vâcib, sünnet ve adabına uygun yapılan bir guslün elbetteki sevap ve fazileti
çok büyüktür. Örnek Resülüllah (a.s.) Efendimiz'dir. Onun bu husustaki kavli ve
fiilî sünnetleri bize en doğruyu öğretir.
İlgili hadîsler:
Hz. Aişe (r.a.)
Validemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Peygamber (a.s.)
Efendimiz cenabetten dolayı gusletmek istediğinde, önce iki elini yıkamakla
başlardı. Sonra da sağ eline aldığı suyu sol eline boşaltıp edep yerini yıkar,
sonra da namaz için alınan abdest gibi bir abdest alırdı. Sonra da eline su
alıp (başındaki) killarm altına nüfuz edecek şekilde parmaklarını kılların
altına sokar, a kadar ki, iyice kendini (kir ve kuru yer kalmaktan) beri
kıldığını görünceye kadar devam eder ve böylece iki avucuna su doldurup başının
üzerine üç defa döker ve sonra da bedeninin diğer kısımlarına akıtıp yıkar, en
son olarak da iki ayağını yıkardı.»[360]
İki şeyhin yaptıkları
diğer bir rivayette şu ilâve yer almıştır:
«Sonra iki eliyle
kıllarının arasını hilâllar, tâki bedenindi yüzeyini iyice su ile yıkayıp
tamamladığına kanaat hasıl edince, üzerine üç defa su akıtırdı...»
Hz. Aişe (r.a.î Validemizden yapılan rivayette
demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz cenabetten dolayı guslederken, içine süt sağılan çanağa
benzer bir kap ister, (içindeki suyu) avucuy-îa alır ve başının sağ tarafından
başlar, sonra iki avucuyla alıp başının üzerine dökerdi.»[361]
Hz. Meymune (r.a.)'dan yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'in gusletmesi için su koydum. Önce iki elini boşaltıp ellerini iki veya
üç defa yıkadı. Sonra sağ eline aldığı suyu sol eline boşaltarak edep yerlerini
yıkadı ve elini yere sürdü. Sonra ağzına su alıp çalkaladı, burnuna su çekti,
son yüzünü ve iki elini (kollarım) yıkadı, sonra başını üç defa yıkadı, sonra
da suyu bedenine döktü yıkadı. Sonra bulunduğu yerden biraz uzaklaşıp iki
ayağını yıkadı. Kendisine kurulanması için bir bez-parçası getirdim, istemedi
ve vücudundaki suyu eliyle silkmeye başladı...»[362]
Hz. Aişe (r.a.)
Validemiz'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.î
Efendimiz guslettikten sonra (ayrıca) abdest almazdı...»[363]
Cübeyir b. Mut'ım (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.l Efendimiz'in yanında
cenabet guslünden söz ediyorduk. Buyurdu ki: Bana gelince, iki avucumun dolusuyîa
su alıp başımın üzerine dökerim, ondan sonra da (su alıp) bedenimin diğer
yerleri üzerine akıtarak yıkarım...»[364]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Guslederken önce iki eli yıkamak sünnettir.
2- Su aldığı
yer, musluk veya benzeri bir şey değilse, bir tas veya benzeri bir kap da
kullanılmıyorsa, yıkanan sağ el ile kaptan su alıp sol ele boşaltmak suretiyle
edep yerlerim yıkamak da sünnettir.
Musluk ve benzeri yerlerden su almıyorsa, doğrudan sol el ile alıp edep
yerleri yıkanır.
3-
Gusletmeden önce, belirtilen temizlik yapıldıktan sonra namaz abdesti gibi bir
abdest almak da sünnettir.
4- Gusülde
baş ve sakaldaki kılları hilâllayıp suyu altına nüfuz ettirmek suretiyle
temizlik yapmak müstehabdır.
5-
Belirtilen yerleri yıkayıp temizledikten sonra önce başın üzerine üç defa bolca
su döküp ovmak ve sonra bedenin diğer kısımlarına suyu akıtıp yıkamak
vâcibdir. Yani başı bir defa, bedeni de bir defa iyice yıkamak farz, iki ve üç
defa yıkamak sünnettir.
6- Başı
yıkarken önce sağ tarafından başlamak müstehabdar.
7— Gusülhâne'de yıkanüıyorsa, ayaklar bedenden
akan suyun içinde ise, onları yıkamayı en sona bırakıp biraz kenara çekildikten
sonra gerektiği şekilde yıkamak hem
farzın yerine gelmesini, hem de sünnete uyulmasını sağlar.
8— Gusülde edep yerlerini yıkadıktan sonra eli
ya sabun ya da benzeri temizleyici bir şeyle yıkamak müstehabdır.
9— Guslettikten sonra bir bezle kurulanmak
ihtilaflıdır. Alimlerin çoğuna göre,
menduptur. Resûlüllah'ın
(a.s.) Hz. Meymune'-nin verdiği bez
ile kurulanmamasımn başka sebepleri vardır...
10—
Guslettikten sonra abdest almaya gerek yoktur. Çünkü büyük hadesin kalkmasıyla
küçük hades de kalkmış kabul edilir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticacları:
a) Hanefîlere göre:
Gusle başlarken elleri
bileklere kadar üç defa yıkamak, sonra dep yerini yıkayıp pisliği gidermek,
sonra da namaz abdestine ben-er abdest almak, sadece ayakları yıkamayıp en sona
bırakmak sün-
lettir.
Aynı zamanda edep
yerinin yıkanmasını gusülde öne almak, is-;er üzerinde necaset bulunsun, ister
bulunmasın, sünnettir. Bunun *ibi, gusülden önce abdest de almak sünnettir.
el-Hasan'dan yapı-ıan rivayete göre, abdest alırken başını meshetmez. Ama sahih
kav-e göre, mesheder. Sonra da suyu başına ve bedeninin diğer kısımlarına üçer
defa dökmek suretiyle yıkar. Birinci defa su döküp baş ve bedenini yıkamak
farz, ikinci ve üçüncü defa yıkamak, sahih savle göre sünnettir.
Suyu bedene dökmenin
keyfiyeti ise şöyledir : Önce sağ omuzu-ha üç defa, sonra sol omuzuna üç defa,
sonra da başına ve bedeninin diğer kısımlarına üçer defa döküp yıkar. En sahih
olan şekli de budur. Sonra da yıkandığı yerden biraz aralanıp iki ayağını
yıkar. Şayet ayaklan yüksekçe bir cisim üzerinde bulunuyorsa, ilk abdest aldığı
zaman yıkaması daha uygun olur.[365]
b) Şâfiîlere göre:
Guslün başlangıcında
niyet getirilir. Bedenin dış kısmının tamamı yıkanır, o kadar ki, tırnakların
altı, kılların dip kısmı, kulakların kıvrımları ye edep yerlerinin zahirî kısmı
yıkamanın kapsamı içine alınır. Ağz^i su alıp çalkamak, burna su çekmek vâcib
değildir, sünnettir. Göz; ve burundaki kılları yıkamak da öyle...
Guslün:| en kâmili,
bedendeki pislikleri yıkayıp gidermektir. Ge-|rek necaseti gidermek için,
gerekse guslün farzını yerine getirmek [için birer defa yıkamak kâfi gelir,
yani farz yerine gelmiş olur. ! Edep yerlerindeki pisliği giderdikten sonra
abdest almak, sün-inete uymayı sağlar. Bedendeki koltuk altı, göbek çukuru gibi
yerlere suyun i nüfuzunu sağlar. Saç ve sakalının kıllarını hilâllar. Bu
amelyeden sonra başına su döküp yıkar, sonra sağ tarafına ve sonra da sol
tarafına su döküp yıkar. Sözünü ettiğimiz bu tertip israftan uzak, suyun
bedene ulaşmasına güven verici bir anlam taşır. Vücudu ovmak ve belirtilen
yerlere üçer defa su dökmek sünnettir. Bütün bunları ardarda yapar, abdestte
olduğu gibi...[366]
c) Hanbelîlere göre :
Tastamam gusletmek
için şu on, hususu yerine getirmeye özen gösterilir:
,
1- Gusle
niyet edilir;
2- Besmele
getirilir.
3- Eller üç
defa yıkanır.
4- Edep
yerlerinde ve diğer kesimlerde bulunan pislik giderilir.
5- Namaz
abdesti gibi abdest alınır.
6- Saçların
altına geçecek şekilde başa üç defa su dökülür yıkanır.
7- Bedenin
diğer yerlerine de su akıtılıp yıkanır.
8- Sağ
yanından yıkanmaya başlanır.
9- El ile
bedenin her tarafı -mümkün olduğu nisbette- ovulur.
10-
Yıkandığı yerden biraz geri çekilip iki ayağın yıkanması sağlanır.
Ayrıca henüz başına ve
sakalına su dökmeden parmakları iyice ıslatıp kılların arası hilâllanır.
Nitekim imam Ahmed,
"gusül, Hz. Aişe (r.a.)'nm rivayet ettiği hadîse göre yerine
getirilir" demiştir.[367]
d) MâlikÜere göre :
İmam Mâlik bu konuda
Urve tarikıyla Hz. Aişe'nin Resûlüllah'-ın
(a.s.) guslünü tarifini esas
alarak istidlalde bulunmuştur. Mu-
vatta'da Hz. Aişe'den
şu üç rivayeti yapmıştır:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz cenabetten dolayı guslederken, önce ellerini yıkamakla başlar, sonra
namaz abdesti gibi abdes alır, sonra parmaklarını suya sokup saçlarının altını
hilâllar, sonra başına iki eliyle avuç dolusu su döker, sonra da suyu bütün
bedenine akıtarak yıkardı.
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz cenabetten dolayı guslederken fa-rak (16 rıtıl büyüklüğünde bir
ölçek) den olan kaptan (su alıp) gus-lederdi.»Hz. Aişej;den (r.a.) kadının
nasıl gusledeceğinden sorulunca şöy-demiştir: !|4ki avucunu su ile doldurup,
başına döküp yıkar ve elleriyle başıriı ovup temizler...»[368]
Ayrıca Mâlikîler îbn
Ömer'in (r.a.) cenabetten dolayı yaptığı. ^uslü ihticaca uygun görmemişlerdir.
Nâfi'in yaptığı rivayete göre, Abdullah b. Ömer (r.a.) cenabetten dolayı
guslederken, önce sağ süne su doldurup onu yıkar ve sonra edep yerine su döküp
orayı fikar, sonra ağzına su alıp çalkar, burnuna su çekip sümkürür, sonra yüzünü
yıkar ve gözlerine su serper. Sonra sağ elini, (kolun) ve arkasında sol elini
(kolunu) yıkar. Sonra başım yıkayıp bedenine su dökerek yıkanmasını (tamamlar).»[369]
Konuyla ilgili rivayetler ve tahliller •
919 no'lu Hz. Aişe
hadîsinden, gusülden sonra abdest almaya gerek olmadığı anlaşılıyor. Ancak
gusle başlarken namaz abdesti gibi abdest almayan kimsenin sadece gusletmekle
abdesti de yerine gelmiş olur mu? Bu hususta ilim adamlarının görüşü farklıdır:
îbn Battal, bu durumda da abdest almanın gerekmediği hakkında icma' vardır,
demişse de Şevkanî bu görüşün merdud olduğunu söyler. Ebu Sevr ile Dâvud
ez-Zahirî'ye göre, gusül abdest yerine geçmez. Yani abdest almadan gusleden bir
kimsenin namaz ve diğer abdeste dayalı olan bir ibâdet için abdest almanın gerektiğini
söylemişlerdir. Müctehid imamların çoğu ise, küçük taharetin büyük taharetin
kapsamına girdiğini, böylece gusleden kimsenin ayrıca abdest almasına gerek
olmadığını belirtmişlerdir. Zeyd b. Ali de aynı görüştedir. Çünkü gusülden
sonra abdestin vücubuna delâlet eden bir delîl vârid olmamıştır.[370]
920, 921 no'lu
hadîslerin sahîh olduğunda icma' vardır. O bakımdan bu hadîsler üzerinde
farklı görüş ortaya koyan olmamıştır.
922 nottu hadîs
hakkında Tirmizî «hasenün sahihün» kaydını koymuştun Aynı hadîs Beyhakî
«ceyyid» isnadlarla tahric etmiştir. Bu babda I îbn Ömer'den merfu'an ve yine
ondan mevkuf en rivayetler vardır. Şöyleki ondan, gusülden sonra abdestin
gerekli olup olmadığı sorulduğunda şöyle demiştir: «Hangi abdest gusülden daha
umumîdir ve kapsamlıdır?»[371]
Yine bir adam, İbn
Ömer'e (r.a.), «ben gusülden sonra abdest alıyorum» deyince ona şunu
söylemiştir: «Gerçekten sen iyice derine gömülüyorsun!»
Hz. Huzeyfe de (r.a.),
«Sizden birine tepesinden ayağına kadar yıkanmak yetmiyor mu ki, bir de abdest
almaya kalksın!..»
Ebubekir b. Arabi de
şöyle demiştir : «İlim adamlarından kimse abdestin gusül kapsamına girdiğinde
ihtilâf etmemiştir.»
923 no'lu Cübeyr
hadîsinin ricali, rical-i sahîh'tir.
Bunu kuvvetlendirir
mâna ve muhtevada Ümmu Seleme hadisi vardır. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona,
«Başına üç avuç dolusu su döküp yıkaman ve sonra suyu bedenine akıtıp yıkaman
sana kâfi gelir ve o takdirde temizlenmiş
(cünüpten kurtulmuş) olursun.»[372]
Bu iki rivayete
dayanan ilim adamları, gusülde ağza su verip çalkamanın, buruna su çekmenin
vâcib olmadığını istidlal etmişlerdir. Nitekim İmam Şafiî de aynı görüştedir. [373]
1-
Gusletmeyi irade etmek, ona niyet getirmek demektir. O halde gusle niyet
edilir. (Ancak bu hususta müctehid imamların hepsi aynı görüşte değildir).
2- Besmele
getirmek müstehabdır.
3- Elleri üç
defa yıkamak müstehabdır, kimine göre sünnettir. Ellerde necis varsa yıkanması
vâcibdir.
4- Ellerde
necaset bulunsun bulunmasın yıkamadan su kabına sokmak mekruhtur. Necaset
varsa, suyu murdar eder.
5- Gusülden
önce edeb yerlerini iyice yıkayıp temizlemek sünnettir.
6- Gusülden
önce namaz abdesti gibi abdest almak sümıettir. Bunun müstehab olduğunu
söyleyenler de var...
7- Saç ve
sakal kıllarının altına suyun nüfuz etmesi sağlanır ve bu vâcibdir.
8- Başı ve
vücudu kaplarcasma bir defa yıkamak farzdır. İkinci ve üçüncü defa yine
kaplarcasma yıkamak sünnettir.
9-
Rivayetlerin farklılık arzetmesi sebebiyle, ilim adamlarının kimine göre,
gusle önce başa su dökmekle başlanır. Kimine gö-t, sağ ve sonra sol omuzlara su
döküp yıkanmakla başlanır, sonra L başa su dökülür. Böyle veya öyle yapmak
müstehabdır.
10- Sağ
taraftan başlayıp yıkamak da sünnet veya müstehab-
11-
Guslederken ellerle bedeni ovmak müstehabdır.
12-
Yıkandığı yerde ayaklar yüksekçe bir cisim üzerinde bulmuyorsa, gusülden önce
abdest alırken ayaklar da yıkanır. Yük-ek bir cisim üzerinde değilse, guslün
sonunda o yerden biraz uzak-aşarak ayaklar yıkanır. Bu da müstehabdır.
13- Gusülden
sonra abdest almaya gerek yoktur. Büyük hade-lin kalkmasıyla küçük hades
(abdest) de kalkmış kabul edilir.
14- Gusle
başlarken abdest' almayan kimsenin de guslü ta-namdır ve o gusülden
sonra çoğu ilim adamlarına göre, abdest al-naya gerek yok. Fetva bu görüşe
göredir.
15- İmam Şafiî
ve diğer bazı ictihad seviyesinde olan ilim idamlarına göre,
gusülde ağız ve buruna su vermek vâcıb değildir. [374]
İslâm temizliğe ne
kadar önem vermişse, her iş ve ibâdette kolaylık sağlamaya da yer ayırmıştır. Kitabımızın
baş kısmında necaseti giderme ve temizlik konularında bunun birçok misallerini
görmek mümkün.
«Kolaylaştırın zorlaştırmayın; müjdeleyin bıkkınlık ve
nefret vermeyin!»sözü Peygamber (a.s.)Efendimiz'e aittir.
Abdest nasıl bir
ibâdet sayılıyorsa, gusül de öyle. Su bulunmadığı veya suyu kullanma imkânı
olmadığı zamanlarda kolaylık olsun diye dinimiz teyemmümü emretmiştir.
Şüphesiz ki bunda büyük bir kolaylık söz konusudur. Seferi namazlar ve Şafiî
mezhebi-
ne göre seferde
"cem'u takdim" ve "cem'u te'hîr" hep bu kolaylığı
yansıtmıyor mu?
Gusül çok yönlü bir
ibâdettir : Bir yandan ruhu cilalamaya, bir yandan kalbe huzur vermeye, bir
yandan sinir sistemini ve kan dolaşımını ayarlamaya, bir yandan temizliği
sağlamaya ve en önemlisi de Allah ve Resulünün emrini yerine getirmeye
yöneliktir. Haftada dört beş gün veya her gün gusletmesi gereken gür saçlı ve
saçlı ve saçları örgülü bir hanımı düşünelim. Saçlarının örgüsünü açması
başlıbaşma bir külfet. Kaldı ki bir de bu kadının akşama kadar ardı arkası
kesilmez işleri varsa... Onun için genel temizlik yapılırken elbetteki
örgüleri çözüp yıkamak lüzumludur. Ama sık sık dinî bir vücubu yerine
getirirken buna lüzum, görülmemiştir.
İlgili hadîsler:
Ümmu Seleme (r.a.)'dan
yapılan rivayette, şöyle dediği bildiriliyor :
— Ya Resûlellah!
dedim. Doğrusu ben saçı sık örgülü olan bir kadınım. Cenabetten dolayı gusül
için örgüleri çözeyim mi?
Dîye sorduğumda
Efendimiz şöyle buyurdu ;
Hayır, sadece başına
üç defa ikişer avuç dolusu su dökmen, sonra da bedenine suyu döküp temizlenmem
sana yeter![375]
Ubeyd b. Umeyr'den
yapılan rivayette, şöyle demiştir :Abdullah b. Ömer'in (r.a.) kadınlara
guslederken saçlarını (örgülerini) çözmelerini emrettiği haberi Hz. Aişe'ye
(r.a.) ulaşınca hayretini ifade ederek dedi ki : «Doğrusu hayret (ediyorum)
İbn Ömer'e, kadınlara guslettikleri zaman saçlarım çözmelerini emrediyormuş!.
Onlara başlarını tıraş etmelerini emretmiyor mu? And olsun ki, benle
Resûhıllah (a.s.) Efendimiz bir tek kaptan su alıp guslederdik, ben başıma üç
defa su dökmekten fazla bir şey yapmazdım...»[376]
«Kadın cenabetten
dolayı guslettiği zaman saçların (in örgülerini çözmez (veya çözmesin)!»[377]
Hz. Ali (r.a.)'den
yapılan rivayette şöyle demiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den işittim
buyurdu ki : «Kim celıafoetten bii^ kü
(kadar olsun) bir yeri bırakıp oraya su dokunmazca, Allah ürerine ona ateşten
şöyle şöyle yapması Ebir hak olur).»[378]
Hz. Ali: devamla diyor
ki : tşte bundan sonra saçlarıma düşman olmaya başladım..
Ebu Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-Üimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir : «Şüphesiz ki her kılın altında cenabet vardır. O halde saçları
yıkayın ve teni iyice temizleyin!»[379]
Hadîslerin açık delâletinden
şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-Çok saç ve
örgülü saç kadınlara mahsustur. O
bakımdan onlar guslederken örgülerini çözmelerine gerek yoktur. Sadece başlarına
üç defa ikişer avuç dolusu kadar su dökmeleri yeter.
2-
Erkeklerin saçlarını kadınlar gibi uzatması ve saçlarını örgülü hale getirmesi
mekruhtur. O bakımdan erkekler guslederken saçlarını iyice yıkamakla
emrölunmuşlardır.
3-
Guslederken tenin her tarafını yıkamak farzdır. Az bir kuru yerin kalması,
guslün tamamlanmadığına delâlet eder
ve kişi bunun farkında olduğu halde o yeri yıkamaz, yani su dokundur-
;mazsa gusletmiş
sayılmaz. Farkında değilse bir şey gerekmez.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların görüş, istidlal ve ihti-cacları:
a) Hanefîlere göre:
Guslederken suyu saç
ve sakalın arasına ve dibine ulaştırmak vâcibdir. Aynı zamanda kadının da
saçları çözük ise suyu iyice aralarına nüfuz ettirmesi vâcibdir. Nitekim aynı
hususu Fakiyh Ebu Cafer el-Hendavanî de belirtmiştir. Çünkü bu durumda kadmm,
suyu saçlarının arasına külfetsiz ulaştırması mümkündür. Saçları örgülü
olduğu zaman, suyu aralarına ulaştırmak vâcib midir? İleri gelen fakiyhlerin bu
meselede görüşleri farklıdır : Kimine göre vâcibdir, çünkü Resûlüllah Ca.s.)
Efendimiz, her kılın altında cenabet vardır, o halde saçları ıslatın, teninizi
iyice paklayın! buyurmuştur. Kimine göre ise, vâcib değildir. Bu, aynı zamanda
Şeyh îmam Ebubekir b. Fazl el-Buharî'nin ihtiyar.ettiği görüştür. Çünkü Ümmü
Se-leme'nüı Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, «Ben saçı gür ve örgülü t»ir
kadınım, guslederken saçlarımı çözeyim mi? Diye sorması, Efen-dimiz'in de
«Başına ve bedeninin geri kalan kısmına su dök, bu su saçm altına ulaşırsa,
sana yeter...» diye cevap vermesi gusülde saçları çözmenin vâcib olmadığına
delâlet etmektedir [380]
b) Şâfiîlere göre:
Gusülde bedenin dış
kısmının tamamını yıkamak farzdır. O kadar ki, tırnakları, saçları sık ve gür
bile olsa saçların deriyle bitiştiği kısımları, kulak kıvrımlarını ve
otururken aldığı vaziyete göre edep yerlerim yıkamak bedenin dış kısmına girer,[381]
Abdurrahman el-Cezirî
ise, Şâfiîlerin görüşünü şöyle açıklıyor: «Bedenin zahirini kapsar şekilde
yıkamak, beden üzerindeki mevcut kılları da içine alır. Saçların ister seyrek,
ister sık olsun, yıkama hususunda fark etmez, iç ve dışlarına suyun girmesi
gerekir. Öyle-ki suyun kılları arasına girmesi vâcibdir. Ancak sık ve gür
kılların temas kurduğu deriye ulaşması şart değildir. Çünkü bunda meşakkat söz
konusudur. Ayrıca suyun geçmesine engel teşkil ettiği takdirde kadınların
örgülü saçlarım çözmeleri de vâcibdir. Bu hususta erkekle kadın arasında fark
yoktur. Saçlar fazlasıyla sık olup bir bakıma keçe gibi girift bir halde ise, o
takdirde gusülde suyun onların içine ulaşması vâcib değildir. Sadece
meşakkatsiz suyun ulaştığı yerleri dikkate alıp yıkamak gerekir. O kadar ki,
bu düzeyde bedende azıcık yıkanmadık yer kalırsa, gusül hükümsüz olur.[382]
c) Hanbelîlere göre:
Saçların ister seyrek,
ister sık ve gür olsun başın derisini de gusülde yıkamak vâcibdir. Bunun gibi
bedendeki kılların altım, örneğin sakalın temas kurduğu cildi yıkamak da
böyledir.
Hanbelüer bu meselede
Hz. Esma'dan ve bir de Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen hadîslerle istidlal
etmişlerdir.
Bedendeki sarkan
kılların, sarkık kısmım yıkamak gerekir mi? Çeneyi aşan sakal, kulak yumuşağını
aşan saç ve benzeri kılların sarkan kısmının yıkanıp yıkanmayacağı hakkında iki
görüş vardır: Yıkanması vâcibdir. Bu Hanbelüerin ve Şâfiîlerin kavlidir. «Her
kılın altında cenabet vardır...» mealindeki hadîsle istidlal etmişlerdir. lâcib
değildir. Bu, Ebû Hanîfe'nin kavlidir. «Başına üç defa iki
\nıç dolusu su dökmen......... sana yeter,»
mealindeki hadîsle de
unlar istidlal
etmiştir.[383]
d) Mâliküere göre
Bedeni ve bedendeki
bütün kılları kapsarcasma yıkamak farz-ir. Saç ve sakal iyice hilâllamr, suyun
alta geçmesi sağlanır, kamların örgülerine gelince, bunlar üç veya daha fazla
ise ve her iri ip veya benzeri bir şeyle bağlanmışsa, çözülmesi herhalde
vâ-Lbdir. Üçden az olup iple bağlanmışsa, veya ipsiz örülmüş vaziyet-p ise
çözülmesi vâcib değildir. Çünkü bu durumda suyun alta nü-lız etmesi mümkündür.
Örgü çok sık ve kalınca olur da suyun al-a. geçmesine engel olursa, o takdirde
çözülmesi vâcibdir.
Düğünlerde gelin
olacak kızın saçlarına güzel kokular sürül-mş ve bir takım takılar takılmışsa,
o takdirde gusletmesi gerekti-[i zaman, başım yıkaması gerekmez, sadece ıslak
elle meshetmesi \u mezhebe göre yeterlidir. Hattâ bedenin muhtelif yerlerinde
gü-ıel koku, takı ve benzeri şeyler bulunuyor da çıkarılması sıkıntı neydana
getiriyorsa, teyemmüm etmekle yetinir.[384]
932 no'lu Ümmu Seleme hadîsi hakkında Tirmizî
«hasen-salıîh» caydım koymuştur. Ancak ayhali sona erip yıkanması gereken
ka-lınm örgülü saçlarını açıp iyice yıkaması,
yani guslederken hem )edenini, hem de saçlarını iyice temizlemesi
vâcibdir. Sadece başı-ıa iki avuç dolusu su dökmek yeterli değildir. Çünkü en
az bir haladan beri ayhali devam eden ve bu arada yıkanmayan kadının
du-'umuyla, sık sık cenabetten dolayı
gusleden kadının durumu çok 'arklıdır. Birincisinin iyi bir temizliğe ihtiyacı
vardır. O bakımdan layız ve nifas kanı kesilince gusleden kadının saçlarını
iyece yıka-nası, örgülü kısmı varsa onları çözmesi emredilmiştir. Bu
mes'ele-ain önemine binâen fukahadan
bazısı özel bir fasıl açıp konuya ıçıklık ve ağırlık kazandırmıştır.
933 no'lu İbn Ömer ve Hz. Aişe hadîsine gelince,
bu iki fakiyh birbirine zıd gibi sanılan iki görüş ortaya koymuştur. Burada iki
ihtimâl söz konusudur. Ya İbn Ömer'e, Hz. Aişe'nin (r.a.) ve o manada olan
hadislerin ulaşmadığı söz konusudur; ya da bu onun ictihadıdır. Üçüncü bir
ihtimal daha ortaya koyanlar olmuştur, o da îbn Ömer'in bu emri istihbab
anlamında kullandığıdır.
Her şeye rağmen Hz.
Aişe'nin rivayeti tercih edilir, çünkü bu hususta daha fazla bilgiye sahiptir.
935 no'lu Hz. Ali
tr.a.) hadîsine gelince : îbn Hacer bunun isnadının sahîh olduğunu belirtmiştir.
Aynı hadîsi Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Hammad rivayetinden tahrîc etmişlerdir. Ama
ilim adamlarından bir kısmı bu hadîsin, mevkuf olduğunu, yani Hz. Ali'ye
(r.a.) kadar uzanıp orada kaldığını söylemiştir. İmam Nevevî'ye göre, zayıftır.
Râvilerden Atâ' b. Sâib'in zayıf olduğu söylenir. Nitekim Zehe-bî bu zatın
ömrünün son yıllarında bunadığma dikkatleri çekerek onun hakkında İmam Ahmed'in
şöyle dediğini nakletmiştir: «Atâ'-dan önceleri işitilen hadîsler ve rivayetler
sahihtir, sonraları ise değildir», itibar edilmez. Yahya b. Maîn ise, «Onun
hadîsiyle ihticac edilmez» demiştir. Ebû Hatim de aynı görüştedir, yani
bunamadan önce kendisinden işitilenler sahihtir, ondan sonrakilere itibar edilmez.
Nesâî de buna yakın bir söz söylemiştir.
Atâ ünlü hayız ve kurra'dan
biridir. Yüzyıla yakm yaşadığı ise bilinmektedir.[385]
Ayrıca sözünü
ettiğimiz hadîsin râvileri arasında Zazan da bulunuyor ki, bu zat hakkındaki
görüş ve tesbitler de hayli farklıdır.
Bu konuda Ebû
Hüreyre'den (r.a.) rivayet edilen, «Saçı su döküp ıslatın, teni iyice
temizleyin!» mealinde bir hadîs vardır ki, Ebû Dâvud, Tirmizî, îbn Mâce ve
Beyhakî tahrîc etmişlerdir. Hadîsin önemli râvisi sayılan Hars b. Vecih vardır
ki, bu zat zayıf kabul edilmiştir. Nitekim Ebû Dâvud «Şu Hars varya, onun
hadîsi mün-kerdir ve zayıftır» demiştir. Tirmizî ise, «Gariptir, tanımıyoruz»
diye belirtmiştir.
Böylece bu konuda Ümmu
Seleme ile Ubeyd b. Umeyr'in hadîsleri istidlal ve ihticaca daha uygundur.
Nitekim müctehid imamların çoğu bu iki hadîse dayanarak ictihadda bulunmuşlardır. [386]
1-
Guslederken saç ve sakalı hilâllamak vâcibdir.
2-
Erkeklerin saç ve sakallarının altına suyu ulaştırmaları gerekir. Ancak saç ve
sakal çok sık ve gür olursa, altına su geçirmek
ıeşakkat doğurursa
sadece üzerine su döküp parmaklarla hilâlidir.
3-
Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde meşakkat varsa, juslederken
çözmeyebilirler. Ancak saçların altına suyun geçmesine Le itinâ göstermeleri
sünnettir. Ayhali ve loğusa kanı kesildikten Jonra yıkandıkları takdirde herhalde
örgülü saçlarını iyice açnıa-arı, öylece gusletmeleri gerekir.
4-
Müctehidlerin çoğuna göre, gusülde ağzı ve burnu yıkamak râcib değildir. İmam
Ebû Hanîfe'ye göre vâcibdir, çünkü ona göre, î>u iki organ bedenin
zahirinden sayılır.
5- Ümmu
Seleme hadîsiyle istidlal edenlere göre, iki avuç do-usu su ile üç defa başa
döküp yıkamak, üç defa da bedenin diğer asımlarını ıslatıp yıkamak yeterlidir,
yani gusül yerine gelmiş olur. tmanı Ebû Hanîfe'ye göre, ağza su alıp
çalkalaması, burnuna su çekmesi de gerekir.
6- Gelinlik
giyinip başına koku sürünen ve takılar taktıran sızların gusletmesi
gerektiğinde, sadece ıslak elle başlarını meshe-derler, bedenlerini
ise yıkarlar. Bedenlerinin de
birçok yerinde bu kabil şeyler
varsa, teyemmüm etmekle yetinirler. Bu, İmam Mâlik'in mezhebidir... [387]
İslâm her yerde
insanın edep ve terbiye, nezâket ve nezahet kaidelerine uymasını; şahsiyetini
küçültecek söz ve davranışlardan kaçınmasını emreden bir dindir. Özellikle
tesettür konusu üzerinde en çok bu din durmuş, kadın ve erkek için bir takım
kurallar koyup sınırlar çizmiştir. Aksine hareket edenleri takbih edip uhrevi
cezayla tehdîd etmiş ve yetkili makamların müdahalesine imkân tanımıştır. ;
Açık yerde soyunup
yıkanmaya cevaz vermemiş, herhalde yıkanması gerekiyorsa, gözlerden ırak bir
yer seçmesini veya örtünmesini emretmiştir. Aynı zamanda kimselerin
bulunmadığı açık bir yerde yıkanırken de
avret mahallini kapalı tutması, yani bir peştemalle örtünmesini vâcib
kılmış, açılmayı haram saymıştır. Çünkü Allah ve melekleri utanümaya daha
lâyıktır...
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ya'lâ b. Ümeyye'den
yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah fa.s.)
Efendimiz bir adamın açık yerde soyunup yıkandığım görünce (üzüldü), çıkıp
Allah'a hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki, Azız ve
Celîl olan Allah haya sahibidir ve (günâhları, kusurları) örtüp gizleyendir. O
bakımdan hayâlı olmayı ve örtünmeyi sever. Sizden biri guslettiği zaman
örtünsün!»[388]
Ebû Hüreyre (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «İsrailoğulları çırılçıplak bir vaziyette yıkanırlar ve
birbirlerine bakarlardı. Musa Peygamber ise yalnız başına yıkanırdı. Bunun
üzerine dediler ki: Vallahi Musa'yı bizimle beraber yıkanmaktan alıkoyan tek
şey, onun hâ-yesinde (yumurta, erkeklik bezi) şişkinlik vardır.»
Musa Peygamber bir gün
yıkanmak üzere gitmişti, elbisesini çıkarıp bir taş üzerine koydu, taş onun
elbisesini alıp kaçtı (veya bir rüzgâr alıp götürdü). Musa da o taşın peşine
takılıp, ey taş elbisemi, ey taş elbisemi! diyerek koşuyordu, derken
İsrailoğulları onun edep yerini gördüler, hâyesinde de şişkinlik olmadığını, Musa'da
bir ianza bulunmadığım müşahede ettiler. Sonunda Musa elbisesini yakalayıp
aldı ve taşa da bir darbe vurdu.»[389]
Ali b. Zeyd'den
yapılan rivayette, Enes b. Mâlik (r.a.), Peygamber (a.s.) Efendimizin şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: «Şüp-hesis ki Musa b. İmrân (a.s.) suya girmek
istediğinde, suya iyice girip edep yerleri görülmeyecek seviyeye geldikten
sonra elbisesini sokardı.»[390]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Açık
yerde veya insanların bulunduğu kapalı bir yerde yıkanırken edep yerlerini
diğer bir tabirle örtünmesi emredilen yerleri örtüp öylece yıkanmak gerekir.
Bunun için peştemal ve benzeri bir bez kullanılabilir.
2-
Erkeklerin diz kapağıyla göbek arasını açık tutması ha-tmdır. Kadınların ise,
erkekler arasında örtünmüş bir halde bile sa yıkanması haramdır; kendi kocası,
oğlu, babası, kızkardeşleri Lbi
mahremleri yanında örtülü bir halde yıkanmasında bir sakm-L yoktur. Kocasının
yanında edep yeri kapalı olmak kaydıyla çıp-
bir halde yıkanabilir.
3- Banyoda
tek başına yıkanan' kimsenin örtünmesi şart de-Üdir.
Hadislerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamla-mm görüş, istidlal, ihticac ve
tesbitleri:
a) Hanefîlere göre:
İnsanların
birbirlerinin mahrem yerlerine bakması dört kısımla toplanır: Erkeğin erkeğe,
kadının kadına, kadının erkeğe, erkemin kadına bakması...
Erkeğin erkeğe
bakması, avret yeri müstesna caizdir. Bunda .cma' vardır. el-Muhtar Şerhi
el-îhtiyarda'da aynı husus açıklanmıştır. Erkeğin avret yeri, göbeğiyle
dizkapağı arasıdır. Diz kapağı ia çoğuna göre avret yerine girer. Tatar
haniye'de belirtildiğine göre, îmam Ebû Hanîfe, hamamcının hamamda yıkanan
adamın avret yerine bakmasında bir sakınca görmemiştir. Erkeğin erkeğe bakması
hususunda, bakması mubah olan yerlere elle dokunmasında da bir sakınca yoktur.
el-Hidâye'de de bu husus açıklanmıştır.
Kadının kadına
bakması, erkeğin erkeğe bakması gibidir. En sahih olan da budur. Ancak bir
kadının diğer kadının karın nahiyesine şehvetle bakması caiz değildir. Saliha
bir kadının kendi vücudunu ahlâksız bir kadına açıp göstermesi asla lâyık
değildir.
Kadının erkeğe
bakması, erkeğin erkeğe bakması gibidir. Tabii erkekten maksad, kadının kocası
değil de yabancı kimsedir. O halde kadın yabancı bir erkeğin göbekle diz
kapağı dışındaki yerlerine bakabilir. Şu şartla ki, hem şehevî bir duyguyla
bakmayacak, hem baktığında böyle bir his uyanmayacak... Aksi halde bakması caiz
olmaz...
Erkeğin kadına bakması
ise, dört kısma ayrılır •
1 Erkeğin kendi eşine, cariyesine bakması,
2 Erkeğin kendi mahremleri sayılan kadınlara
bakması,
3 Erkeğin yabancı hür kadına bakması,
4 Erkeğin başkasının cariyesine bakması...
Birincisi helâldir,
onların tepeden tırnağına kadar her tarafına bakabilir. Ancak daha uygun olanı
o ki, onların edep yerlerine bak-mamasıdır.
İkincisi, ancak
onların dış ve iç, yani açık ve kapalı zinet yerlerine bakması helâldir; öyle
ki, kollarına, boynuna, ayak bileklerine, kulaklarına, yüz ve başına
bakabilir.
Üçüncüsü, ancak
onların dış zînet kısımlarına —ihtiyâç hasıl olduğu takdirde— bakabilir. Dış
zînet kısımları kadının yüzü ve iki elidir.
Dördüncüsü, onların
ancak, kendi mahreminin iç ve dış zînet yerine baktığı gibi, zinet yerlerine
bakabilir. Bu da şehvetle değil, bir iş ve ihtiyâç sebebiyle caizdir.[391]
O halde gerek erkek,
gerekse kadın yıkanırken bu ölçülere riâyet etmekle mükelleftir. Aksi halde
büyük günâh işlemiş olurlar.
b) Hanbelilere göre :
Halk arasında soyunup
bir şey örtmeden, mahrem yerleri kapatmadan yıkanmak caiz değildir. Çünkü
avret yerlerini halka karşı açmak haramdır. Ama kimselerin bulunmadığı bir
yerde soyunup yıkanmak caizdir. Nitekim Musa Peygamber (a.s.) o gibi yerlerde
çıplak bir vaziyette yıkanmıştır. Bunu Buharı rivayet etmektedir. Onun gibi
Eyyûb Peygamber de kimselerin bulunmadığı yerde birşey örtünmeden yıkanmıştır.
Ama bir başkası elbiseyle onun önünde perde olursa bunda bir sakınca söz konusu
değildir. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz bir elbiseyi perde edinip öylece
yıkanırdı. Bununla beraber kimselerin bulunmadığı bir yerde yıkanırken bir
örtü arkasına geçmek veya mahrem yerleri örtmek müstehab-dır. Çünkü Peygamber
(a.s.) Efendimiz, «Allah kendisinden utanıl-maya çok daha lâyıktır...»
buyurmuştur.
Ayrıca Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz, «erkek erkeğin, kadın da kadının avret yerine bakmasın!»,
«Çıplak bir vaziyette gezip dolaşmayın!» buyurmuştur.[392]
Bu konuda Ahmed b.
Hanbel şöyle demiştir: «Peştemalsız ha-ama girmek haramdır. Hamamda
bulunanların hepsinin peştemal Ltundüğunu biliyorsan, içeri gir, değilse,
girme.» Saîd b. Cübeyr b: «Hamama peştemalsız girmek haramdır» demiştir.[393]
Konuyla ilgili
rivayetler ve tahliller:
943 no'lu Ya'la
hadîsinin sened ve ricali sahihtir. Aynı anlamda ir rivayeti biraz daha uzunca
Bezzar, İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet tmiştir. İbn Hacer de aynı rivayeti
nakletmiş ve üzerinde herhan-■\ bir görüş belirtmemiştir.
Hadîsin açık delâleti
yıkanırken örtünmenin vâcib olduğunu fade ediyor. Ne var ki, ilim adamlarının
çoğu böyle yapmanın af-Lal olduğunu belirterek terkinde kerahet vardır,
demişlerdir. Şafiî-erin çoğuna göre, örtünmemek haramdır. Nitekim Ümmu Hâni'
Ir.a.) diyor ki : «Mekke'nin fetih yılında Resûlüllah'a (a.s.) gittiğimle
yıkanıyordu, Hz. Fatıma da bir örtü tutup Onun görünmemesini lağhyordu.»[394]
Behz b. Hakim (r.a.)
ise babasından, o da dedesinden naklen, iedesinin Resûlüllah'a (a.s.) şöyle
dediğini rivayet etmiştir : «Avret yerlerimizden neyi örtüp, neyi terketmemiz
gerekiyor?» Diye sordum. Buyurdu ki : «Zevcen ve sâhib olduğun cariyenden başkasına
avret yerini gösterme, koru!» Ben yine «Ya adam kimselerin bulunmadığı bir
yerde olursa?...» Diye sorduğumda şu cevabı verdi : «Allah kendisinden
utanılmaya insanlardan daha haklı ve lâyıktır.»[395]
944nolu Ebu Hüreyre
hadîsinde İsrail oğulları'mn çıplak vaziyette örtünmeden yıkandıkları iki
şekilde yorumlanmıştır : Ya onların şeriatında çıplak yıkanmaya cevaz
verilmiştir, ya da onlar bu hususlarda Musa Peygamberi dinlemiyorlardı. Bu
ikinci şıkkın dinî kurallara daha uygun olduğuna bakılınca daha sahih olduğu
anlaşılıyor. Çünkü semavî dinlerin hemen hepsi insana yakışanı emretmiştir.
Erkek veya kadının mahrem yerlerini açık tutup halkın gördüğü bir yerde
yıkanmasına hiçbir hak din cevaz vermez. Nitekim İbn Battal da bu ikinci
yorumu benimsemiştir.
945 nolu Ali b. Zeyd
hadîsinin ricali güvenilir kişilerse de Ali b. Zeyd hakkındaki görüşler
farklıdır. Tabiînden olan Ali hakkında el-Cerîrî şöyle demiştir : «Basra
fakıyhleri şu üç kişi hakkında gözleri gerçeği pek görmez olmuştur : Katade,
Ali b. Zeyd ve Eş-âs el-Huddanî...»
îbn Uyeyne ise onun
zayıf olduğunu belirtmiştir. Hammad b. Zeyd ise, «Ali b. Zeyd hadisleri alt-üst
eden bir kimsedir» demiştir. Yahya el-Kattan ise, Ali b. Zeyd'in hadîsini
almaktan çekinirdi, îmam Ahmed gibi kadri yüce bir müctehid de onun zayıf
olduğuna dikkatleri çekmiştir. Ancak Ebû Hatim, «Onun hadîsleri yazılabilir»
demiştir.[396]
Musa Peygamber'in
peştemalsız suya girmesine gelince, ilim adamlarımız bu hususu inceleyip bazı
yorumlarda bulunmuşlar;
Ahmed b. Hanbel,
peştemalsız suya girmesinin mutlaka mekruh olduğunu söylemiştir. O halde, ya
Musa'nın şeriatında buna cevaz verilmiştir, ya da o sırada örtünecek bir
peştemal bulunamamıştır.
îshak b. Rahuye göre,
peştemal ile girmek efdaldır. Diğer müctehid imamlara göre, bir zaruret söz
konusu değilse peştemalsız girmek mekruhtur.[397]
1- Gerek
erkek, gerekse kadın —bir zaruret
olmadıkça açık yerde örtüsüz yıkanması haramdır.
2-
Kadınların kendi evlerinin banyosunda
yıkanması sünnettir. Mecbur kalmadıkça hamama gidip yıkanmaları mekruhtur.
3-
Kadınların, erkeklerin bulunduğu bir yerde, örtünmüş de olsa yıkanması tahrimen
mekruhtur.
4-
Peştemalsız suya girmek veya hamama gitmek mekruhtur.
5- Hamamda
yıkananlar peştemal tutunmuyorlarsa, oraya girip yıkanmak da mekruhtur.
6- Evde
kapalı yer kabul edilen banyo ve benzeri yerde yalnız basma yıkanan kimsenin
peştemal tutunmadan yıkanması caizdir. Ancak edep yerlerini örtmesi efdaldır.
Çünkü, herkesten çok Allah utanılmaya çok daha lâyıktır. [398]
Teyemmüm, sözlükte,
bir şeyi kasdetmektir. «Teyemmemtü fü-ânen» denilince, «falan kişiyi kasdettim»
mânası anlaşılır. Şeriatta se, namaza veya benzeri bir ibâdeti yerine getirmek
niyetiyle teremiz, toprağı kasdedip onu yüze ve iki kola sürmektir.
Teyemmüm, Kitap,
Sünnet ve İcnıa' ile sabit olmuştur. Allah'ın 3u ümmete has kıldığı
kolaylıklardan biridir.
Teyemmüm'ün bir ruhsat
mı, yoksa azimet mi olduğunda görüş farkı ortaya çıkmıştır: Su bulunmadığı
zaman azimettir; bir başka özürden dolayı ise ruhsattır...
Cünüb kimse Bu,
dinimizin.
su bulamadığı takdirde
teyemmüm eder. mü'minlere sağladığı kolaylıklardan
biridir. Su
bulunmadığı veya
bulunduğu halde kullanma imkânı olmadığı veya aşırı soğuktan1 hastalık yapar
endişesi bulunduğu gibi hallerde teyemmüm edilir.' Gerek gusül gerekse abdest
için aynı şey yapılır, yani iki el tertemiz toprağa sürülüp önce yüz
meshedilir, sonra tekrar sürülüp kollar ve eller meshedilir.
Neden Teyemmüm
Emredilmiştir?
Bu, kul ile Allah
arasında hemen her hususta olduğu gibi, önem-H sayılan hususlarda da irtibatı
devam ettirmek, ruha şifâ verip kalbi huzura kavuşturmaktır. Namaz ciddî
hazırlık isteyen bir ibâdettir O bakımdan önce iç ve dış temizliğini sağlayan
abdest alınır. Abdest alma imkânı olmadığı zaman bu temizlik, yani iç temizliği
ve hazırlık toprağa el sürülmek suretiyle yerine getirilir. Aynı zamanda toprağı
alıp yüzümüze ve kollarımıza sürmekle her türlü kibir ve gururu atıyor,
mütevâzi olmanın en güzel anlam ve ölçüsünü gerçekleştirmiş oluyoruz.
Konuyla ilgili
hadîsler -.
İmrân b. Husayn
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Resûlüllah (a.s.)
Efendimizle beraber bir seferde bulunuyorduk. O, oradakilere namaz kıldırdı.
Ne var ki bir adam ayrılıp bir köşede bekleyip namaz kılmadı. Bunun üzerine
Resûlüllah Ca.s.) sordu: «Seni namaz kılmaktan alıkoyan nedir?» O da şöyle dedi
: «Cenabet oldum, su da yok...» Peygamberimiz ta.s.) ona: «Tertemiz toprağa
gerekli ol, çünkü o sana kâfi gelir!» buyurdu.[399]
Câbir Cr.a.) 'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Bir yolculuğa
çıkmıştık, bizden bir adamın başına taş düşüp yardıktan sonra adam ihtilâm
oldu, Arkadaşlarına, 'teyemmüm etmem için bana bir ruhsat yolu bulabilir
misiniz,» Diye sordu. Onlar da, biz senin için bir ruhsat bulamıyoruz, çünkü
suyu kullanmaya kudretin yetmektedir, dediler. Bunun üzerine o adam su ile
yıkandı ve o sebeple vefat etti. Dönüp Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e
geldiğimizde olay kendisine haber verildi. Peygamberimiz (s.a.v.) «Onlar o
adamı öldürmüşler, Allah da onları öldürsün! Bilmedikleri zaman sorsalar ya!..
Çünkü açıklamaktan âciz olmanın şifası sormaktır. Ona teyemmüm etmek ve yarası
üzerine bir şey sıkıca bağlayıp sıkmak kâfi gelirdi veya yarası üzerine bir
sargı sarar, sonra da üzerine meshedip bedeninin geriye kalan kısmını
yıkardı...»[400]
Amr b. Âs (r.a.) 'den
yapılan rivayette : Kendisi Zat-i Selâsîl gazasına gönderildiğinde, (durumunu
şöyle nakletmiştir :) Çok soğuk bir gecede ihtilâm oldum. Yıkandığım takdirde
ölmekten endişe ettim. Bunun üzerine teyemmüm ettim ve arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım. Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz'e döndüğüm zaman,
benim o halimi
kendisine anlatmışlar. Onun üzerine bana şöyle ordu:
— Ya 4-imr! Cünüp olduğun halde arkadaşlarına namaz mı
Aldırdın?
— Ben de, Allah'ın
«Kendi kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz ki İMlah size karşı çok merhametlidir...»
buyruğunu hatırladım ve o Sebeble teyemmüm edip namaz kıldım, diye cevâp verdi.
Peygamberimiz (a.s.) tebessüm etti ve
hiçbir şey söylemedi...[401]
Ebû Zer (r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki:
«Medine'nin havasına
pek intibak edemedim, o yüzden hastalandım ve bu arada kendimi toparlayıp Resûlüllah.
(a.s.) Efendimiz'e geldim ve Ebû Zer helak oldu» dedim. Peygamber (a.s.), «Ne
halin var?» diye sordu. Ben de dedim ki: «Cenabet olmayı arzuladım, oysa
yakınımda su yoktur...» Buyurdu ki: «Yerin üstü (toprak), on yıla kadar su
bulamayan kimse için temizleyicidir!» [402]
Amir b. Şuayb
(r.a.)'den yapılan rivayette, o babasından, o da dedesinden nakletmiştir.
Dedesi demiştir ki: Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu: Yeryüzü bana mescid ve
temizleyici kılındı. Ne yerde namaz vakti girerse onu kendime sürer ve namaz
kılarım!»[403]
Ebû Ümâme (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efendimizin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Yerin hepsi (heryanı) eb-nim ve ümmetim için mescid ve
temizleyici kıhnmıştır.Ne yerde ümmetimden bir adama namaz vakti gelip
yetişirse, onun mescidi de yanındadır, (abdest alması için) temizleyicisi de
yanındadır.»[404].
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Namaz
vakti daralır da su bulunmazsa, abdestsiz veya cü-nüb kimse toprağa el sürerek
teyemmüm edip namaz kılar.
2-
Hastalanan kimse su kulîanamıyorsa, teyemmüm ederek îiamaz kılar.
3- Başında
veya vücudunun herhangi bir yerinde yarası bulunan kimse, cünüb ise,
vücuduna o yüzden su dokunduramıyorsa,
teyemmüm eder. Dokundurabüiyorsa, yarasını iyice sarar, üzerine ıslak elle
mesheder ve vücudunun diğer kısımlarını yıkar, Abdestsiz ise, yara abdest
azasında değilse, hiçbir şey yapmaz, sadece su ile normal abdestini alıp namaz
lalar. Abdest azasında ise, üzerini iyice bir bezle sarar, abdest alır, o kısma
su dokundurmaz. Yalnızca ıslak elle üzerine mesheder...
4- Aşırı
soğuktan dolayı suyu kullanmaya cesaret edemeyen kimse, teyemmüm edip namazını
kılar.
5 Yeryüzünün
her tarafı bu ümmete mescid kılınmıştır ve temiz olan her toprak da
temizleyici kılınmıştır. Nerede namaz vakti girer de su bulunmaz ve bulunan
suyu kullanma imkânı olmazsa, o takdirde toprağa el sürülerek teyemmüm edilir
ve temiz bir yer üzerinde namaz kılınır.
6- Dinî
hususlarda bilmediği veya tereddüt ettiği bir meseleyi bilenden sormak
vâcibdir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ve diğer ilim adamlarının görüş, tesbit, istidlal ve
ihticaclan:
a) Hanefîlere göre:
Teyemmümün
rükünlerinden biri de, vakti daralan namaz için abdest veya gusle yetecek kadar
suyun bulunmamasıdır. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Teyemmümün cevazı için suyun
yokluğu şart kılınmıştır. Suyun bulunmaması, biri mâna ve suret yönünden, diğeri
de sadece mâna yönünden olmak üzere iki kısma ayrılır: Birincisi, suyun uzak
yerde olmasıdır. Uzaklığın miktarı zahir rivayette açıklanmışsa da îmam
Muhamme'den yapılan rivayete göre, o bunu bir mil olarak takdir etmiştir.
Bundan daha aşağı bir uzaklıkta olursa teyemmüm caiz olmaz.[405]
Uzaklık hakkında
Hanefî imamlarının çok farklı yorum ve takdirleri vardır. Arzu edenler Fıkıh
kitaplarından kaynak sayılanların o bölümüne bakabilirler.
İkincisi, su yakın
olmakla beraber onu kullanmaktan âciz durumda olmasıdır. Meselâ, yanıbaşmda
kuyu bulunuyordur, ama içinden su çekip çıkaracak hiçbir alet ve araç yoktur.
Yine su yakında vardır, ama arayerde canavar, düşman, hırsız ve soyguncu gibi
bir engel bulunuyordur. O durumda can ve mal tehlikesi söz [konusu olduğundan
suyu kullanamıyacak durumdadır. Veya yanin-Ida su bulunuyor ama onu abdest veya
gusülde kullandığı takdirde susuz kalıp helak olma tehlikesi söz konusudur. Bu
durumlarda teyemmüm edip namaz kılması caizdir.
Bunun gibi, vücudunda
veya abdest azasında yara bulunuyor veya suyu kullanamıyacak şekilde hasta
olur, kullandığı takdirde ızarar görürse, teyemmüm edip öylece namaz kılması
caizdir. Aynı zamanda mal ve can tehlikesi söz konusu olduğu yerlerde de teyemmüme
cevaz verilmiştir.[406]
Abdestsiz veya cünüp
kimse birtakım sebeblerden dolayı teyemmüm eder:
1. Suyun
yokluğu. Yolculuk halinde bulunan kimse, kesinlik-!le suyun bulunmadığını biliyorsa,
o takdirde aramaya lüzum görmeden teyemmüm eder. Ama kendi eşyası arasında,
arkadaşlarının yanında veya çevresinde olduğunu tahmin ederse, yüksekçe bir
yerde bulunuyorsa çevresine bir göz atar; çevreyi gezip dolaşmaya ihtiyâç
duyarsa, arazi de engebeli ise, eşyasından ve arkadaşlarından uzaklaşmamak
kaydıyla etrafı kolaçan eder de buna rağmen su göremez veya bulamazsa teyemmüm
eder. Yolcunun ulaşabileceği bir su biliyorsa, yarım fersah (yaklaşık ikibuçuk
kilometre) kadar bir uzaklıkta ise, mal ve canına bir zarar geleceğinden de
endişe etmiyorsa, o takdirde gidip abdest alır; cünüb ise gusleder, öylece
namazım kılar. Bir zarar geleceğinden endişe ediyor veya belirtilen uzaklığı
aşacak bir mesafede ise, teyemmüm eder. Vaktin sonuna doğru kesinlikle su
bulacağını biliyorsa, teyemmüm etmeyip bekler, beklemesi afdaldır. Sadece öyle
sanıyorsa, vakti geciktirmeden teyemmüm etmesi afdaldır.
Abdest veya gusle
yetmiyecek kadar su bulursa, en zahir kavle göre, onu kullanması vâcibdir;
yetmediği takdirde teyemmüm ederek tamamlar,
2. Muhterem
bir canlının susuz kalması söz konusu olduğu takdirde yanındaki suyu abdest
veya gusül için kullanmaz, onun yerine teyemmüm eder.
3. Suyu kullandığı takdirde mevcut hastalığın artacağından veya bir
organını kaybetmesinde endişe duyduğu takdirde teyemmüm eder.
4. Şiddetli soğukta, suyu herhangi arızalı bir
azasında kullana-mıyorsa, üzerinde de bir örtü yoksa, teyemmüm etmesi vâcib olur. Üzerinde örtü,
sargı varsa, teyemmüme gerek yoktur, ıslak elle üzerini meshetmekle yetinir.
Sağlam azasını ise yıkar. Abdestsiz kim-senin iki azası yaralı ise, her biri
için bir teyemmüm eder.[407]
Teyemmümün caiz olması
için sadece yolculuk halinde bulunmak şart değildir, evinde eyleşik olan kimse
için de belirtilen şartlar gerçekleşince teyemmüm etmesi caiz olur. Şâfiiler bu
hususta bir ayrım yapmamışlardır.
c)
Hanbelîlere göre:
Yolculuk kısa olsun,
uzun olsun her iki halde de şartlar müsait olduğu takdirde teyemmüm edilir.
Uzun yolculuktan maksat, dört rek'atlı farz namazların iki rek'at olarak
kılınmasının Ramazan ayında ise iftar etmenin mubah olduğu seferdir. Kısa olan
yolculuk ise, bu ölçüde olmayanıdır. Ancak öyle de olsa, yolculuk yaptı, sefere
çıktı denebilecek bir anlam taşımalıdır. Meselâ, birbirine yakın iki kasaba arasında
yolculuk yapmak bu cümledendir. el-Kadî diyor ki : «Kendisine ait araziye
gitmek üzere evinden çıkıp bulunduğu kasaba veya köyün binalarından ayrılan
kimse de sözü edilen manayla yolculuk yapıyor, demektir ve bu durumda sebebler
zuhur ettiği takdirde isterse elli adım atmış olsun, teyemmüm etmesi caiz
olur. Aynı zamanda binek üzerinde namak kılabilir ve zaruretten dolayı ölmüş
hayvan eti yiyebilir. Nitekim İmam Mâlikle îmam Şafii'nin içtihadı da bu anlam
ve hükümdedir.
Bazısına göre,
teyemmüm ancak uzun yolculukta mubahtır. Oysa 6/5 sûre ve âyette mutlak sefer
denilmiştir.
Bu hususta meşru
seferle, gay-i meşru sefer arasında fark yoktur, yola çıkan ister günah, ister
sevap için çıkmış olsun, gerektiğinde teyemmüm edebilir.
Hazarde, kişinin evinde,
memleketinde eyleşik bulunduğu halde su kesilir veya su bulunmayan bir yere
hapsedüirse, o takdirde namaz için teyemmüm etmesi gerekir. Nitekim İmam Mâlik,
îmam Sevrî, îmam Evza'i ve îmam Şafiî de aynı görüştedirler. Bir rivâyete göre,
evinde hapsedilen bir kişi su bulunmadığı takdirde, İmam Ahmed'e göre, teyemmüm
edemez... Fetva bunun hilafınadır.[408]
Namaz vakti girince
muhtaç olduğu suyu bulamazsa ne yapar?
Bu durumda teyemmümün
sıhhatıyla ilgili üç şartın gerçekleşmesi gerekir:
a) Namaz
vaktinin girmiş olması,
b) Suyu
araştırıp bulmaya çalışması,
c)
Araştırdıktan sonra da suya iyice ihtiyâç duyması...
Cünüp kimse bazı
azasına yetecek kadar su bulursa, onunla yettiği kadarıyla vücudunu yıkar,
yetmeyen yerler için teyemmüm eder. Bu konuda Ahmed b. Hanbel'in kesin içtihadı
şöyledir : Bir kimse abdest alacak su bulur, ama gusledecek bulamazsa, mevcut
su ile abdest alır ve gusül için de teyemmüm eder.[409]
d)
Mâlikîlere göre:
Yolculuk kısa olsun,
uzun olsun fark etmez, her iki durumda da gerektiğinde teyemmüm caiz olur.
Evinde veya memeleketinde su kesilir veya hapsedilerek susuz bırakılırsa,
teyemmüm etmesi keza caiz olur. (x)
Yahya Mâlik'den, o da
Abdurrahman'dan, o da babasından, o da Hz. Aişe (r.a.)'dan rivayet etmiştir.
Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: «Seferlerinden bir seferinde Resûlüllah (a.s.)
Efendimizle birlikte bulunuyorduk. Tâ ki, ıssız bir yere vardık veya ordunun
gelip geçtiği bir kesime vardık, gerdanlığım koptu. Resûlüllah (a.sj Efendimiz
de onu bulmak için kalınca beraberindeki insanlar da kaldılar, ne su başında
bulunuyorlardı, ne de beraberlerinde su vardı. İnsanlar kalkıp Ebûbekir'e
(r.a.) başvurmuşlar ve «Aişe'nin yaptığını görüyor musun? Resûlüllah Ca.s.) ile
kaldıkları için arkadaşlarımız da kaldılar, oysa su başında olmadıkları gibi,
beraberlerinde de su bulunmuyordur. Bunun üzerine Ebubekir (r.a.) geldi, o sırada
Resûlüllah (a.s.) başını kucağıma koyup uyumuş bulunuyordu. Ebubekir (r.a.)
bana sert bir dille: «Resûlüllah'ı alıkoydun ve insanları da alıkoymaya sebep
oldun. Oysa ne su üzerinde bulunuyorlar, ne de beraberlerinde su vardır!»
Hz. Aişe (r.a.)
devamla diyor ki: Ebubekir (r.a.) beni iyice azarladı, Allah'ın dilediği kadar
sözler söyledi ve bu arada eliyle böğrüme dürtüp beni hırpaladı, ama
Resûlüllah'ın (a.s.) başı kucağımda bulunduğu için yerimden kıpırdamamaya
çalıştım. Resûlüllah (a.s.) sabah oluncaya kadar uyudu, sabahleyin kalkınca su
namına bir şey bulunmuyordu. Bunun üzerine şanı yüce Allah teyemmüm âyetini
indirdi.[410]
îmam Mâlik'e soruldu:
— Adam vakti giren namaz için teyemmüm ediyor,
sonra diğer bir namazın vakti giriyor, o teyemmümle ikinci vaktin namazını
kılabilir mi?
— Hayır, her namaz için bir teyemmüm eder, diye
cevap vermiştir. Çünkü her namaz vakti suyu araması gerekir, bulamayınca da
teyemmüm etmesi caiz olur,
— Teyemmüm eden bir kimse, su ile abdest
alanlara imamlık yapabilir mi? Diye sorulmuş. Ona da şu cevabı vermiştir :
— Başkasının imamlık yapması bence daha uygun
ve iyi olur. Bununla beraber onun imamlık
yapmasına bir sakınca görmüyorum.[411]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
953 no'lu İmrân b.
Husayn hadisi, teyemmümle kılman namazın su bulunduktan sonra iade edilmesine
gerek olmadığına delâlet etmektedir. Ayrıca su bulunmadığında abdestsiz ile
cünüb kimse arasında teyemmüm hususunda bir fark olmadığı da hadîsten anlaşılıyor.
Nitekim ilim adamlarının bu hususta icma'ı vardır.
Şevkanî'nin tesbitine
göre, Hz. Ömer ve îbn Mes'ud'a (Allah ikisinden de razı olsun) göre, cünüb
kimse için teyemmüm caiz değildir. Buna benzer bir görüş de İbrahim
en-Nahaî'den rivayet edilmiştir. Bazısına göre, Hz. Ömer'le îbn Mes'ud (r.a.)
bu görüşlerinden rücu' etmişlerdir. Çünkü bunun cevazına delâlet eden hayli sahih
hadîsler rivayet edilmiştir. Ancak cünüb kimse teyemmüm edip namaz kıldıktan
sonra su bulacak olursa, âlimlerin icma'ıyla gusletmesi vâcib olur.[412]
954 no'lu Cabir hadîsini aynı zamanda İbn Mace de
rivayet et-liştir. Ancak râvîlerden Zübeyr b.
Hurayk bunu rivayette yalnız almıştır ki bu zât kaviy sayılmamıştır.
İbn Hibban onu
sıka (güvenilir) olarak kaydederken,
Darekut-î onu zayıf olarak vasıflandırmıştır.[413]
Ebu Dâvud ise aynı
hadîsi Evza'î'den rivayet etmiştir. Hâkim Bişir'den, o da el-Evza'î'den rivayet
etmiştir. İbn Ebî Davud ise, übeyr hadîsi, Evza'î hadîsinden daha sahihtir,
demiştir. îbn Huzay-ıe İbn Hibban ve el-Hâkim ise Velîd b. Ebî Rebah'dan, o da
Atâ' ı. Ebî Rebahdan, o da İbn Abbas'dan rivayet etmiştir. Hadîs bu esbitiyle
merfu'dür. Darekutnî'ye göre, râvi Velîd zayıftır.Bu hadîs, sağlığa zarar verme
tehlikesi bilindiği takdirde teyemmümün caiz olduğuna delâlet eder. Nitekim
İmam Mâlik, İmam îbu Hanîfe ve İmam Şafiî'nin de içtihadı bu doğrultudadır.
Ancak mam Şafiî'den değişik rivayetler yapıldığını da unutmamak gerekir.
955 no'lu Amir b. Âs hadîsini Buharı talikan
rivayet etmiş, îbn iibban ile Hâkim tahrîc etmişlerdir. Ancak ravî Abdurrahman
b. Zübeyr hakkında ihtilâf söz konusu olmuştur: Kimine göre, o, Ebû £ays'den, o
da Amır'dan rivayet etmiştir. Kimine göre ise, ondan, ) da Amır'dan vasıtasız
olarak rivayet etmiştir. Evzâî ise bu kıssayı Hasan b. Atiyye'den rivayet
etmiştir.
956 no'lu Ebû Zerr (r.a.) hadîsini Nesâî ve İbn
Mâce de tahrîc etmişlerdir. Râvîleri arasında Ebu Kalabe hakkında ihtilâf
edilmiş-:ir. Ayrıca hadîsi İbn Hibban, Hâkim ve Darekutnî rivayet etmişler ^e
Ebu Hatim ise hadîsi sahihlemiştir.
957 no'lu hadîsin aslı Buharı ve Müslim'de geçer.
958 no'lu Ebû Ümame hadisinin isnadı ise Müsned-i Ahmed'de şöyle geçmektedir:
Muhammed b. Adiy bana haber verdi, o da Süleyman et~Teymî'den, o da Yesar'dan,
o da Ebû Ümame'den rivayet etmiştir. Râvilerinin hepsi sıka (güvenilir)dir.
Yesar ise sadûk (çok doğru) bir kişidir.
Ayrıca bu konuda
Bezzar, Hz. Ali'den (r.a.), Müslim ve Tirmizî ise Ebu Hüreyre'den (r.a.)
rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel ise, İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet etmiştir.
Tirmizî bu hadîsin hasen ve sahih olduğunu belirtmiştir. Taberânî ise isnad-ı
ceyyid ile naklet-miştir. Bezzar da îbn Ömer'den...
Ancak râvileri
arasında İbrahim b. İsmail b. Yahya b. Seleme bulunuyor ki, bu zat zayıftır.
Ebu Zür'â, onu yumuşak bulmuş, Ebu Hatim ise metruk saymıştır.[414]
«Yeryüzünün teiniz
toprağı müslümanm abdestidir, isterse —su bulamadığı takdirde— on yıl sürsün...
Su bulduğu zaman ise onu tenine dokundursun.»
Ebu Dâvud bunu biraz
daha uzun bir sözle rivayet etmiştir. Tirmizî ise bunun hasen ve sahîh olduğunu
belirtmiştir. Nesâî Ey-yub'dan, o da Ebu Kalabe'den iki tarikle rivayet
etmiştir. İbn Hibban ise kendi Sahîh'inde 1/30 bölümünde, el-Hâkim ise
el-Müsted-rek'inde rivayetle sahîh olduğnu kaydetmiştir. Buhari ile Müslim bu
hadîsi Amır'dan, Ebu Kalabe'den başkası rivayet etmediği için tahrîc
etmişlerdir, Darekutnî iki tarikle kendi Sünen'inde rivayet etmiştir. İbn
Kattan ise el-Vehm ve'1-İhâm adlı eserinde bunun zayıf olduğunu söylemiştir.
Çünkü râvileri arasında Amir b. Bücdan bulunuyor ki, bu zatın durumu
bilinmemektedir. Aynı zamanda onun yerine «bir adam'dan» diye nakledenler
olmuştur. Oysa Tirmizî bu hadîsi sahihlemiştir.
«Yerüstü toprağı
müslümanm abdestidir, isterse on yıla kadar su bulmuş olmasın. Bulduğu zaman ise
Allah'tan korsun ve onu tenine dokundursun.» Bezzar, bu hadisin Muk-dim b.
Muhammed el-Mukdimî'den, o da Kasım b. Yahya b. Atâ' b. Mukdim'den, o da Hişam
b. Hesan'dan, o da Muhammed b. Sirîn'den, o da Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet
etmiştir. Hadîsin bundan başka bir tarikinin tesbit edilmediğini Bezzar
söylemiş ve ancak Mukdim'den işitüdiğini belirtmiştir. Mukdim ise sıka
(güvenilir) bir râvidir. Taberânî ise bunu kendi Mu'cemü'l-Vüsta'smda rivayet
etmiş ve ravî zincirini şöyle belirtmiştir: Bize Ahmed b. Muhammed b. Sadaka
haber verdi, o da Mukdim b. Muhammed el-Mukdimî'den, o da İbn Sirîn'den, o da
Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etmiştir ki: Ebu Zerr el-Gıffarî Medine'ye
(yakın bir yerde) ganimeti (gözettiği bir sırada) çıkagelmişti. Peygamber (a.s.)
Efendimiz ona «Ya Ebâ Zerr!» diye seslenmiş, o susup cevap vermemiş, Peygamber
(a.s.) aynı sözü tekrarlamış, o yine susup cevap vermemişti. Bunun üzerine
Peygamber (a.s.) : «Anan seni yitirsin ya Ebâ Zerr!..» diye seslenince, o ,
«doğrusu ben cünübüm» demişti.
Peygamber (a.s.) Cariye'ye ona su getirmesini söylemiş,
getirilince, Eb uZerr
bineğini siper edinerek gusletmişti. Bunun [zerine Peygamber (a.s.) ona :
«Yerüstü toprağı sana kâfi gelirdi... bterse suyu on yıl bulmuş olma...
Bulduğun zaman ise onu tenine [okundur.»
îbn Kattan bunun
isnadının sahîh olduğunu kaydetmiştir. Ebu İüreyre'den yapılan rivayet ise
gariptir. Meşhur olanı Ebu Zerr'den lakledilen yukarıdaki şeklidir.[415]
Yine bu konuda Câbir
b. Abdullah (r.a.)'dan yapılan rivayette, lesûlüllah'm şöyle buyurduğu tesbit
edilmiştir:
«Bana beş şey
verilmiştir ki, onlar benden önce hiç kimseye ve-•ilmemiştir: 1. Bir aylık
mesafeden {düşmanlarımın içine) korku (salmak) ile nusrata erdim. 2. Yeryüzü
benim için mescid ve temizleyici kılındı. Hangi adama namaz vakti gelip
çatarsa namaz kılsın. 3. Ganimetler bana helâl kılındı. 4. Şefaat (yetkisi)
bana veril-ii. 5. Daha önce peygamber yalnız kendi kavmine gönderillirdi. Ben
ise bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.»
Bu hadîsi Buharı ve
Müslim ittifakla rivayet etmişlerdir.
Müslim'in bu anlamda
Huzeyfe (r.aj'dan yaptığı rivayette şu Lâfza yer verilmiştir : «Yeryüzünün
toprağı bizim için temizleyici kılınmıştır, su bulamadığımız sürece (onu kullanabiliriz).»
İttifakla rivayet
edilen hadiste, yeryüzü cinsinden, yani toprak cinsinden her şey ile teyemmüm
edilebilir, hükmü çıkarken, Huzey-fe'den yapılan rivayette sadece toprak ile
teyemmüm edilir, hükmü çıkıyor. Ne var ki,. cumhur toprak cinsi her şeyle
teyemmüm cevazına kaildir.[416]
1-
Vakit daralır da su bulunmazsa, o
takdirde teyemmüm edilir. Bu bir ruhsattır.
2- Su
bulunur da bir milden fazla uzaklıkta olursa, o takdirde namaz için
teyemmüm edilmesi caizdir. (Bu,
İmam Muhammed'e göredir).
3- Su yakın
yerde olur da onu bir özürden dolayı kullanma imkânı olmazsa, o takdirde
teyemmüm caiz olur. Bu özür bir has-
talik olabileceği
gibi, mal ve can tehlikesi de olabilir.
(Bunlar Ha-nefüere göredir).
4- Yolculuk
halinde olan kimsenin kendi yükünde ve arkadaşlarında su bulunmadığı takdirde
çevresini gözleriyle tarar, görebi-lirse gidip abdest alır, göremezse teyemmüm
eder. Ancak düz bir arazide ise veya az tümsek bir yerin üzerinde bulunuyorsa,
hüküm böyledir. Su, yarım fersah
(yaklaşık iki buçuk kilometre)
mesafede olursa, gidilir, daha uzak olursa, teyemmüm caiz olur. (Bu hüküm, Şâfiîlere göredir).
5- Abdest
veya gusle mevcut su yetmediği
takdirde, yettiği kadarıyla kullanılır,
geriye kalan kısım için teyemmüm edilir. Ha-nefîlere göre, o suyu kullanmaz
teyemmüm eder. Şâfiilerle Hanbe-lîler hem suyu yettiği kadar kullanmaya, hem de
kalan kısım için teyemmüm etmeye cevaz vermişlerdir.
6- Şiddetli soğukta —bir zarar dokunur endişesi
olursa— teyemmüm edilir.
7- Toprak ve
toprak cinsi şeylerle teyemmüm edilir.
8- Hem abdest için, hem gusül için teyemmüm caizdir.
Her ikisi için de aynı şekilde bir işlem yapılır.
9- Gusül
için teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra su bulunursa, gusletmesi
gerekir. Çoğu müctehidlerin içtihadı
bu doğrultudadır. Bazısına göre vakit içinde su bulunursa hüküm böyledir,
îadesi gerekmez diyenler de olmuştur. [417]
Kur'ân-ı Kerîm'de
teyemmüm âyetinde iki tabire yer verilmiştir: said ve tayyib... [418]
Saîd:
a) Katade'ye
göre, üzerinde ağaç ve bitki bulunmayan yerdir.
b) Îbn
Zeyd'e göre, düz arazidir. Leys de aynı görüştedir.
c) Ferra'a göre, toprak demektir.
d) Zeccac'a
göre, yeryüzünün üstündeki toprak tabakası
delktir. Bazısına göre ise, bu tabaka ister toprak, ister taş olsun, Spsine birden saîd denilir. Çünkü bu kelime sadece yeryüzüne [lâlet eder.
e) İmam
Şafiî'ye göre, üzerinde ince toz bulunan topraktır. iş ve çakılla örtülü olan
toprağa saîd denilmez. Ancak bunlara in-
toprak karışır da bir
toz tabakası oluşursa, o takdirde saîd de-llebilir.
f) İbn
Abbas'a (r.a.) göre, toprak demektir.
Şüphesiz ki kelimenin
farklı mânalara delâlet etmesinden fark-I hükümler çıkarılmıştır.
Tayyib : Temiz
demektir. O halde ancak temiz bir toprakla te-emmüm caiz olur, hükmü ortaya
çıkar. İleride bu husus yeterince çıklanacaktır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Hz. Ali niz'in şöyle
(r.a.)'den yapılan
rivayette, Resûlüllah (a.s.)
Efendi-buyurduğunu söylemiştir :
«Hiçbir peygambere
verilmeyen şeyler bana verildi; Korku sal-nakla yardım gördüm (düşmanları O'ndan
korkmakta idi). Yeryüzünün anahtarları bana verildi. Ahmed diye adlandırıldım.
Toprak bana temizleyici kılındı. Ümmetim de ümmetlerin hayırlısı olarak
belirlendi.»[419]
Hz. Huzayfe (r.a.)'den
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s.) Efen-dimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir :
«Biz, insanlar üzerine
üç şey ile üstün tutulduk : (Namazdaki) saflarımız meleklerin safları gibi kılındı, yerin hepsi
bizim için
mescid (namaz kılınacak, secde edilecek yer) kılındı, yerin toprağı da —su bulamadığımız
zaman— bize temizleyici kılındı...»[420]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- İslâm,
cihan dinidir, bütün insanlara hitap kudretini taşımaktadır. Düşmanlarının
çokluğu, ondan duydukları korku ve endişenin
mahsûlüdür. Nitekim Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, Arap Ya-rımadası'nda idi, ama
İran, Bizans O'ndan korku içinde yaşıyorlardı.
2- İslâm'ın
kıtalar üzerinde yayılacağında şüphe
yoktur. Nitekim üç kıtaya yayılmış durumdadır. Gelecekte İslâm, bütün
ülkelere yayılacak ve İsa Peygamber'in inmesiyle birçok hıristiyan ülke
İslâm'a girecektir. Çünkü yeryüzünün anahtarları Resûlüllah'a (a.s.)
verilmiştir.
3-
Peygamberimiz (a.s.) herkesten çok
övülmeye lâyık ve çok beğenilmiş olduğundan Allah ona Ahmed ismini
vermiştir. Ondan önce hiçbir peygambere
bu isim verilmemiştir.
4- Toprak
temizleyici olarak belirlenmiştir. Su
bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanmaya
engel haller olduğu takdirde
onunla teyemmüm caizdir
5- Muhammed
(a.s.) ümmeti, Kitap ve Sünnet'e bağlı
olduğu sürece diğer ümmetlerden üstündür. Çünkü onlara verilmeyen birçok
hasais bu ümmete verilmiştir.
6- Cemaat
halinde namaz kılınırken saf oluşturmak müekked sünnettir. Meleklerin de
Cenâb-ı Hakk'm huzurunda ibâdetleri saf halinde yerine getirilir.
7- Bir
müslümamn mutlaka cami veya mescidde
namaz kılması şart değildir. Temiz olduğu ve başkasının koruluğu içinde bulunmadığı
takdirde yeryüzünün her yanı bu ümmete mescid kılındığından, nerede namaz
vakti girerse orada kıbleye dönüp namaz kılmak caizdir.
8- Abdestin hem
ruhi hem de bedeni temizlik üzerinde olumlu te'sirleri şüpheye yer
verilmeyecek kadar belirgindir. Su bulunmadığı takdirde sözü edilen manevî
temizlik toprak ile yerine ge-
ftirilir. Ayrıca su
bulunmadığı yerde beden veya elbiseye dokunan [pisliği toprağa sürtmek
suretiyle temizlemeye cevaz verilmiştir. Nitekim ayakkabılara dokunan necaset,
onun yere, yani toprağa sürtünmesiyle temizlenir.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların ictihad, istidlal ve ih-ticacları:
Hanefİlere göre:
olan her şeyle teyemmüm
caizdir. İmam Ebu Yusuf'a göre, sadece toprak ve kumla teyemmüm caiz olur.[421]
b) Şâfiilere göre :
îçine pislik
karışmayan ve said (toprak) ismini taşıyan her şeyle teyemmüm caizdir. Said
ismine perde (engel) olup onu (o vasıftan uzaklaştıran) bir toprakla teyemmüm
edilmez. Ansak «said» ismi ince toz taşıyan toprağa verilir. Taşlı, çakıllı
toprağa bu isim verilmez. O halde teyemmüm eden kimse elini toprağa vurduğunda
ona toz yapışıyorsa, onunla yani o toprakla teyemmüm caiz olur[422]
c)
Hanbelüere göre:
Teyemmüm ancak,
üzerinde toz bulunan ve dokunulduğunda ele yapışan temiz bir toprakla caiz
olur. Çünkü Cenâb-i Hakk, «Temiz toprakla teyemmüm edin; yüzlerinizi ve
ellerinizi (kollar ve dirseklerle birlikte toprağa dokundurduğunuz ellerinizin
içiyle) mesnedin!» buyurmuştur. Nitekim İbn Abbas (r.a.), «saîd, sürülmeye
elverişli topraktır» demiştir. Teyyib, ise temiz anlamına gelir, îmam Şafii,
îshak b. Rahuye, Ebu Yusuf ve Davud ez-Zahirî de ancak tozlu bir toprakla
teyemmüm caiz olur demişlerdir. İmam Ebu Hanîfe ile îmam Mâlik yeryüzündeki
toprak cinsinden olan her şey ile teyemmüm caizdir, demişlerdir. Evzâî, kum da
toprak gibidir, demiştir. Hammad b. Süleyman ise, mermer, alçıtaşı, kireçtaşı
da toprak cinsindendir, onlarla da teyemmüm caizdir demiş ve Buha-rî'nin
«Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı» mealinde rivayet ettiği
hadisle istidlal ettiğini
belirtmiştir. Bir başka rivayette
Ahmed b. Hanbel'inde
kum ile teyemmüm etmeye cevaz verdiği tes-bit edilmiştir.[423]
d) Mâliküere göre:
Saîd tabiri yer
cinsinden ortada olan her şeyi kapsamına alır. Ancak toprakla teyemmüm
afdaldır. Kum ve taş ile de teyemmüm edilir. Bunlar gibi, kar ve buz ile de
teyemmüm caizdir. Bu her ne kadar donmuş su sayılsa bile, taşa benzediği için
yer cinsinden sayılabilir. İnce çamur da böyledir, ancak elini hafifçe çamura
dokundurmak suretiyle teyemmüm eder. Kireçtaşı yanmadan önce teyemmüm için
kullanılabilir; yandıktan sonra artık caiz olmaz. Altın gümüş ve cevahir
(adını alan kıymetli taşlar) dışında diğer madenler de ateşle erimeden önce
teyemmüme elverişlidirler.[424]
Böylece toprakla
teyemmüm hususunda Şafiî mezhebiyle Han-belı mezhebi; Hanefî mezhebiyle Mâlikî
mezhebi bazı (nüans) farklarıyla aynı görüştedirler.
Konuyla ilgili diğer
rivayetler, görüşler ve tahliller -.
972 nolu Hz. Ali
(r.a.) hadîsi, beş hasletten söz etmekteyse de, bu hususta tesbit edilen
sahih rivayetlere bir göz atıldığında
bu hasletlerin yirmiye ulaştığı görülür.
Hattâ Ebu Saîd en-Nisabûrî Şerefü'l-Mustafa adlı eserinde bu hasletleri
altmışa yükseltmiştir.
Asıl üzerinde durulan
şey, toprak ile teyemmümün bu ümmetin hasaisinden olmasıdır. Teyemmüm için
toprağın belirlendiği bu ve diğer sahih hadislerden istidlal yollu
çıkarılmaktadır.
Hadîsin sahih olduğu
kabul edilmiştir.
973 no'lu Huzayfe hadîsinden de teyemmüm için
toprağın belirlendiği anlaşılıyor.
Toprak cinsi her şeyle
teyemmüm caiz olur diyenler ise, şu hadîslerle istidlal etmişlerdir:
«Yeryüzü bana mescid
ve temizleyici kılınmıştır.» (Buharı)
«Size gereken (teyemmüm hususunda) kendi toprağmızdır.»
(İbn Dakiyk) Ve 973
nolu Huzeyfe hadîsidir. Darekutnî ise bunu şu lâfızla rivayet etmiştir : «Yerin
hepsi bize mescid ve toprağı da temizleyici kılındı...»
Ancak râvîleri
arasmdaAbdullah b. Muhammed b. Akiyl bulu-uyor ki, onun rivâyetiyle ihticacda
ihtilâf vardır. Beyhâkî ise aynı lıadîsi, Kabus b. Ebİ Zabyan'dan, o da
babasından, o da İbn Abbas [r.a.Vdan rivayet etmiştir.
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde «(Teyemmüm için) toprağa erekli olun!» mealinde bir rivayete yer
verilmiştir. Râvileri arasında Müsnî b. Sabah bulunuyor ki bu zat hakkında
hayli ihtilâf var-fiır : Fellâs diyor ki : Hadîs bilginlerinden Yahya ve
Abdurrahman Dndan hadîs rivayet etmezler. Ahmed b. Hanbel ise, «onun hadîsi
(rivayeti) bir şeye (güvenilir rivayete) eşdeğerde değildir.»[425]
Zeylâî de bu zat
hakkında şunları nakletmiştir : «îbn Maîn, onun bir değer oîtnadığmı, Nesâî
ise, onun metruk sayıldığını kaydetmiştir.[426]
Bu konuda Seyyid Sabık
ise özetle şöyle diyor : «Teyemmüm temiz bir toprakla caizdir. Aynı zamanda yer
cinsi olan her şey, kum, taş, kireç ve alçı taşı gibi maddeler bunun kapsamı
içinde bu-lunuyordur. Çünkü Cenâb-ıhak, «Temiz bir saîdle teyemmüm ediniz!»
buyurmuştur. Lügat ehli, saîd'in yeryüzündeki şeyler, olduğunda icma'
etmiştir. Bu şeyler toprak da olabilir, başka şeyler de olabilir.»[427]
Böylece Seyyid Sabık,
her ne kadar müctehid imamlardan söz-etmemişse ie, bu görüşüyle Hanefî ve daha
çok Mâliki mezhebine uymuştur. [428]
1- Toprak ve
toprak cinsi sayılan taş, kum, çakıl, kireç ve alçı taşı gibi hör şeyle
teyemmüm caizdir. Çünkü « s a î d » tabiri bunların hepsini! kapsamına
almaktadır. (Bu, Hanefîlerle Mâliküerin
görüşüdür) .
2-
Üzerinde ince toz bulunan toprak, kum,
çakıl ve benzeri şeylerle teyemmüm caizdir. Üzerinde toz bulunmayan
taş, çamur ve benzeri! şeylerle caiz değildir.
(Bu, Şâfiüerle Hanbelîlerin görüşüdür) .
3- Altın ve
gümüş dışında diğer eritilmemiş madenlerle de te-temmüm caizdir. (Bu,
Mâliküerin görüşüdür).
4-
Sözünü ettiğimiz maddelerin temiz olması şarttır. İçinde veya üzerinde necaset ve pislik bulunan toprak veya benzeri bir maddeyle
teyemmüm caiz değildir.
5-
Müctehidlerin farklı görüşlerine
rağmen, teyemmüm için ince toprak veya kumu kullanmak afdaldır. [429]
Dinimiz her şeyi belli
kurallara bağlamış, ibâdetin resmiyetini kişilerin anlayış ve mantığına
bırakmamıştır. Abdestin nasıl bir takım farzları, hüküm ve sünnetleri varsa,
teyemmümün de bir takım farz ve sünnetleri vardır. Tabiatıyla Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz hangi ibâdetin nasıl yapılacağını hem sözleriyle, hem de davranışlarıyla
belirleyip göstermiştir.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Ammar b. Yâsir
(r.a.)'dan yapılan rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Teyemmümde, yüz ve iki el (kol dahil) için bir vuruş vardır.»[430]
Diğer bir rivayette
ise Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu belirlenmiştir. «Yüz ve
eller için teyemmüm gerekir.»[431]
Ammar (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki Cünüp oldum, ama su bulamadım. Toprak
üzerinde (soyunuk bir halde) eşindim
ie sonra da namaz
kıldım. Durumu Peygamber (a.s.) Efendimiz'e anlattığım zaman buyurdu ki: «Sana
şöyle yapman kâfi gelirdi.» Böyle derken elinin içlerini yere vurdu ve
(kaldırınca) üfledi, sonra da onlarla yüzüne ve ellerine (kollarına) mesnetti
(sürdü).[432]
Diğer bir rivayette
ise şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:
«Sana, iki elin içini toprağa vurduktan sonra
onları üflemen, sonra da yüzüne ve bileklerine kadar iki eline sürmen sana
yeter.»[433]
Ebû Davud'un taharet
bahsinde yaptığı rivayette ise, teyemmümün iki vuruş olduğu, birinciyle yüze,
ikinci vuruşla kollara !nıeshedildiği açıklanmıştır.[434]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler
anlaşılmaktadır:
1- Su
bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanmaya engel jbazı özür ve sebeplerin
ortaya çıktığı zamanlarda toprak ile teyemmüm caizdir.
2- Teyemmüm
için iki elin içini bir defa' toprağa vurup yüz ve iki ele meshetmek kâfidir.
3- Eller
toprağa vurulup kaldırıldıktan sonra üzerindeki tozları üfleyip öylece
meshetmek sünnettir.
4- Abdestsiz
kimse için olduğu gibi, cünüb kimse için de iki elin içini bir defa toprağa
vurup yüz ve elleri meshetmek yeterlidir.
5- İki eli
bileklere kadar meshetmek kâfidir.
6-
Teyemmümde elleri kollarla beraber meshetmek gerekir.
7- Eller iki
defa toprağa vurulur, birinci vuruşla yüze, ikinci vuruşla kollara
sürülür. (Altı ve yedinci hükümler Ebû
Davud'un rivayetinden anlaşılmaktadır).
Hadîslerin ışığında
rnüctehid imamların ictihad, istidlal ve İh ticaclan:
a)
Hanelilere göre:
Teyemmümün nasıl
yapılacağı şöyle belirtilmiştir: îki elini te
miz toprağa veya
toprak cinsi bir maddeye vurup kaldırdıktan sonra hafif silker, sonra da yüzünü
mesheder. Bunu müteakip yine iki elini toprağa aynı şekilde vurup silktikten
sonra her bir eliyle kolunun üst ve alt kısmını mesheder,
Hanefiler bu meselede
Hz. Peygamber'in (a.s.) şu hadîsiyle Ammar (r.a.) rivayetini dikkate alarak
hüküm koymuşlardır : «Teyemmüm iki vuruştur : Bir vuruş yüz için, bir vuruş da
dirseklere kadar iki kol içindir.[435]
Bu mezhebe göre, istâb
(yani yüz ve kollarda abdest suyunun dokunması gerekli olan her tarafı
meshetmek) şarttır. O kadar ki, îmam Muhammed el-Asıl'da parmak aralarının hil
allanmasını bile belirtmiştir. el-Hasan'ın Ebü Hanife'den yaptığı rivayete
göre, yüz ve kolların çoğu kısmının meshedilmesi kâfi gelir, çünkü her tarafına
dokundurmakta zorluk bulunduğu söz konusudur, denilmişse de birinci görüş ve
ictihad daha sahihtir.[436]
b) Şâfülere göre:
Teyemmümün rüknü,
toprağı meshedilecek azaya nakletmektir. Hattâ toprağı bir azadan diğerine
nakletmek bile kâfidir. Yüzü ve sonra da dirseklere kadar elleri meshetmek
vâcibdir. Meshi ince kılların köklerine kadar ulaştırmak vâcib değildir. En
sahih kavle göre, teyemmümde tertip vâcib değildir. O bakımdan toprağa vurduğu
iki elinin sağı ile yüzünü, solu ile sağ elini meshetmesi caizdir.[437]
c) Hanbelılere göre:
Ahmed b. Hanbel'in
yanında sünnet kabul edileni, teyemmümün bir tek vuruşla gerçekleşmesidir.
Bununla beraber iki vuruşla teyemmüm ederse, caizdir. el-Kadı diyor ki :
Teyemmümün yerine gelmesi bir vuruşla hasıl olur; kemâl derecesi ise, iki
vuruştur.» Ama \esin beyân (nass) yukarıdaki açıklamadır.
Hanbelî fukahasmdan
el-Esrem diyor ki: Ahmed b. Hanbel'e .ordum: «Teyemmüm bir tek vuruştan mı
ibarettir?» Cevap verdi: <Evet, yüz ve eller için bir tek vuruş yeter... Kim
iki vuruştur derse, ıu onun fazlalaştırdığı bir şey sayılır.»
Nitekim îmam Tirmizi
de, bu görüşün aynı zamanda Resûlül-
ah'ın Ca.s.)
ashabından birçok ilim adamının ve onlardan başka Yetkili fakiyhlerin kavlidir;
demiştir. Ali, Ammar, İbn Abbas, Ata', Şa'bî, Mekhul, Evzaî, Mâlik ve îshak
onlardan bir kısmıdır... Şafiî ise teyemmümün ancak, biri yüze, diğeri
dirseklere kadar kollara sürülmek üzere iki vuruşla kâfi geleceğini
belirtmiştir. Nitekim îbn Ömer, Salim, el-Hasen, Sevrî ve rey tarafdarlarmm da
görüşü bu doğrultudadır. Şafiî ve o görüşte olanların delîli, Ebû Ümanıe
(r.a.)'den yapılan şu rivayettir: Peygamber (a.s.) Efendimiz bir vuruşta
yüzünü, bir vuruşla da dirseklere kadar ellerini meshetmek suretiyle teyemmüm
etti...»[438]
d) Mâliküere göre:
Teyemmümde yüzü ve
bileklere kadar iki eli meshetmek farz, dirseklere kadar meshetmek sünnettir.
Hanbelüerin çoğu da bu görüştedir. Kollar için ikinci vuruşu yapmak da
sünnettir. Bir azada kalan tozu diğerlerine nakletmek caizdir, yeter ki o el
başka bir yere sürülmemiş olsun.[439]
Nitekim İmam
Mâlik'den, nasıl teyemmüm edilir ve azanın neresine kadar meshedilir? diye
sorulduğunda şöyle demiştir: «Bir vuruş yüz için, bir vuruş da eller için ve
elleri dirseklere kadar mesheder.»[440]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller:
Ebu Cafer et-Tahavî
teyemmümün keyfiyetiyle ilgili yirmibeş kadar rivayet toplayıp nakletmiş tir.
Biz onlardan önemli gördüklerimizi aşağıya almayı uygun bulduk:
Ammar (r.a.)'dan
yapılan rivayette, demiştir ki: «Teyemmüm âyeti indiği vakit Resûlüllah (a.s.)
Efendimizle beraber bulunuyordum. Bunun üzerine bir vuruş yüz için; bir vuruş
da bileklere kadar eller için vurduk ve ellerin iç ve dış kısmını mesnettik.»
Yine Ammar'dan yapılan
bir diğer rivayette, şöyle demiştir : «Biz, Resûlüllah (a.s.) Efendimizle
beraber toprak ile meshettik : Yüzümüzü ve bileklere kadar ellerimizi
meshettik...»
Bir cemaat bu
rivayetlerle istidlal ederek, teyemmümde bir vuruş yüz için, bir vuruş da
bileklere kadar eller için kâfi geleceğine hükmetmişlerdir[441]
Hadîslerde geçen darb
karşılığında vuruş kullanıyoruz. Bundan maksat, teyemmüm için elleri toprağa
veya toprak cinsi bir maddeye vurmaktır.
Belirtilen
rivayetlerin hilâfına başka rivayetlere dayanaraK, teyemmümde yüz ve dirseklere
kadar iki el meshedilir diyenler de hayli çoktur. Böylece teyemmümün keyfiyeti
hakkındaki istidlal ve görüşler ikiye ayrılmıştır :
a) Teyemmümde yüz ve bileklere kadar iki el
meshedilir,
b) Teyemmümde yüz ile eller dirseklere kadar
meshedilir.
Ammar'm (r.a.) hadisinde
bu keyfiyet tam olarak belirtilmemiştir. İnen âyette ise sadece, temiz
toprakla teyemmüm edin, emri vardır. Keyfiyetinden söz edilmemiştir. Sonra da
«O toprakla yüzlerinizi ve ellerinizi mesnedin!» âyeti inmiştir.
Ebû Cafer Tahavî, Hz.
Aişe'nin seferde kaybolan gerdanlığıy-la ilgili olayı ayrı bir delil olara.k
şöyle naklediyor: Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: «Resûlüllah (a.s.) Efendimizle
birlikte gazadan dönüyorduk. Medine yakınında «Maârras» denilen yere geldik ve
geceleyin orada hafif bir uykuya dalmışım derken Semat diye adlandırılan ve
göbeğe kadar ulaşan gerdanlığım her nasılsa boynumdan^ kayıp çıkmış. Resûlüllah
(a.s.) Efendimizle sabah namazı için (mah-fe'den) indiğimde, ya Resûlellah!
dedim. Gerdanlığım boynumdan kayıp çıkmıştır. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.),
«ey insanlar! Şüphesiz ki ananız gerdanlığım kaybetmiştir, onu arayıp bulmaya
çalışınız?» diye seslendi. Onlar aramaya başladılar, ama yanlarında su yoktu,
derken namaz vakti girdi, onlar da gerdanlığı bulmuş oldular. Su bulamadıkları
için de kimi ellerine kadar, kimi bileklerine kadar, kimi de bedenine
varıncaya kadar teyemmüm etti... Onların bu hali Peygamber (a.s.) Efendimiz'e
haber verilince Teyemmüm hakkındaki âyet indi.»
Bu rivayette
anlaşılıyor ki, teyemmüm keyfiyeti nazil olmadan önce teyemmüme ruhsat verilir
mahiyette emir inmiş bulunuyordu. O bakımdan herkes bir türlü teyemmüm etmiş
oluyor, biri diğerine uymuyordu. Keyfiyeti belirlenince de bu farklılık ortadan
kalkmıştır.
İkinci gurubun
görüşünü kuvvetlendiren rivayetler: Tahavî'nin Yunus'tan yaptığı rivayette Nâfi' şöyle demiştir
îbn Ömer tr.a.)
el-Cürf den gelirken Mirbed denilen yerde temiz bir toprakla teyemmüm etti,
yüzünü ve dirseklerine kadar ellerini mesnetti. Sonra da kalkıp namaz kıldı.»
Câbir (r.a.)'den
yapılan rivayette, demiştir ki : «Bir adam kendisine gelip, «ben cenabet oldum
ve doğrusu (su bulamadığım, için) toprağa eşindim» dedi. O da ona: «Sen eşek mi
oldun? dedi ve sonra da iki elini yere vurduktan sonra yüzünü mesnetti, sonra
tekrar ellerini yere vurup, dirseklerine kadar ellerini mesnetti. Sonra da o
adama: «İşte teyemmüm böyle olur!» dedi.[442]
Ebu Davud'un Zührî'den
naklen yaptığı rivayete göre, Ammar b. Yâsîr'in (r.a.) teyemmüm hakkında
Abdullah b. Atebe'ye şöyle dediği tesbit edilmiştir: Onlar Resûlüllah (a.s.)
Efendimizle beraber sabah namazı için toprak ile meshetmişler, şöyle ki,
ellerinin içini toprağa vurup onunla bir defa yüzlerini meshetmişler, sonra
tekrar ellerinin içini toprağa vurup ellerinin her tarafını bileklerine kadar
meshetmişler.»
Aynı hadîsi İbn Mace
de tahrîc etmiştir. Hadis munkati'dir, yani senedinden bir kişi düşmüş veya
mübhem biri anılmıştır. Çünkü Abdullah b. Atebe (veya Utbe), Ammar b. Yasir'e
ulaşmamıştır. Nesâî ise, bunu Abdullah b. Atebe'nin babasına kadar ulaştırıp
onun Ammar'dan rivayet ettiğini mevsûlen nakletmiştir. İbn Uyeyne'nin
Zührî'den, onun da Abdullah b. Abdullah'tan, onun da babasından, onun da
Ammar'dan aynı hadîsi rivayet etmesine gelince, bu sahih bir tesbittir.[443]
Böylece teyemmümün
keyfiyeti hakkında iki ayrı rivayet söz konusudur. Müctehid imamların farklı
görüş ve istidlalleri bundan kaynaklanmaktadır.
980 4°'lu Ammar b.
Yasîr (r.a.) hadîsine gelince, îbn Abdilberr'-in de decaği gibi, ondan merfu'ân
rivayetlerin çoğu teyemmüm için bir tek \*nruşu yansıtmaktadır. İki vuruşla
ilgili rivayetler ise muz-dariptir. j j
Taberânî'nin
el-Avsatu'1-Kebîr'de, Resûlüllah (a.s.) Ammar b. Yâsîr'e : «Senin için bir
vuruş yüze, bir vuruş da ellere kâfi gelir...»
Buyurmuştur. Ne var
ki, rivayet silsilesinde İbrahim b. Muhammed. b. Ebu Yahya bulunuyor ki, bu zat
zayıftır. Her ne kadar Şafiî onu
hüccet saymışsa da
üzerindeki ihtilâf zayıf olduğunu göstermiştir. Nitekim Zehebî onun için «Zayıf
kabul edilen âlimlerden biridir, diyor. Yahya b. Said ise onun hakkında Mâlik'den,
sıka (güvenilir) olup olmadığını sormuş, Mâlik şu cevabı vermiştir: «Ne
hadiste, ne de dindarlığında veya borcunda sıkadır...» Yahya b. Mâîn,
el-Kat-tan'dan şöyle dediğini işittiğini naklediyor: «îbrahim b. Muhammed b.
Ebî Yahya yalancıdır. Ahmed b. Hanbel'de; onun hadîsi terkedilir» demiştir.[444]
982 no'lu Ammar hadîsi
ise, sahihtir, buna muhalefet eden olmamıştır.
Diğer yandan
teyemmümde koltuk altlarına kadar meshedilir, rivayetine gelince, İmam
Şafiî'nin dediği gibi, bunların hükmü kaldırılmıştır. Aynı zamanda sıhhat
dereceleri de söz götürür mahiyettedir.[445]
l- Toprak
veya toprak cinsi bir maddeyle teyemmüm etmek caizdir.
2- Teyemmüm
için bir vuruş kâfidir, bununla hem yüze, hem ellere meshedilir.
3-
Teyemmümde yüzü ve iki eli de bileklere kadar meshetmek kafidir.
4-
Teyemmümde yüzü ve dirseklere kadar elleri meshetmek vâcibdir, bir kısmına göre
sünnettir. [446]
Bilindiği gibi, teyemmüm,
mü'minlere ruhsat mahiyetinde bir kolaylıktır. Şartlar elverdiği sürece bu
ruhsata gidilmez. Vakit içinde su bulunmadığı veya bulunduğu halde kullanma
imkânı olmadığı takdirde ruhsattan yararlanmak gerekir.
O halde vaktin
evvelinde su bulamadığından teyemmüm edip amaz kıldıitari sonra henüz vakit
çıkmadan su bulan kimsenin ildiği o naifıazı iade etmesi gerekir mi?
Bunun cevabını
vermeden önce ilgili hadîsleri ve sonra da müc-?hid imamların ictihad, ihticac
ve istidlallerini nakletmekte fayda ardır. Öyledje konu daha iyi açıklanmış
olur :
Ata' b.
"jfesar'dan, o da Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.)'den rivayet etmiştir. Ebu Şaîd
şöyle demiştir: «İki adam sefere çıkmıştı. Namaz rakti girdiği! halde
yanlarında su bulunmuyordu. Temiz bir toprak-a teyemmüm edip namaz kıldıktan
sonra vaktin içinde su buldu-ar. Onlardan biri abdest ve namazını iade etti,
diğeri ise iade etmedi. Sonra] Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelip durumu
arzettiler. 'eygamber (a.s.), iade etmeyen adama: «Sünnete uymakta isabet
itmişsin ve jnamazm da kâfi gelir sana». Abdest alıp namazı iade ;den adam ise
şöyle buyurdu: «Senin için de iki kere ecir vardır.»[447]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Su
bulamadığı için vaktin evvelinde teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra vakit
henüz çıkmadan su bulursa, o namazı
iadesdip etmemek hususunda serbesttir.
2- Abdest
alıp iade ederse, sünnete uymakta isabet etmiş, ya-
gerekli olan şer'î
ruhsata uyup ibâdetini yapmış sayılır.
3- Vakit
henüz çıkmadığı için abdest alıp namazı iade etmesinde iki ecir vardır: Biri
ruhsat gereği teyemmüm edip namaz kıldığı, diğeri su bulup abdest almak
suretiyle namazı iade etmesidir.
Hadîsin ışığında
müctehid imamların ictihâd ve istidlalleri :
a) Hanefîlere göre :
Teyemmüm her vakit
için geçerlidir, yani hemen her. vakitte teyemmüm caizdir. Öyle ki, vakit
girdikten sonra da, girmeden evvel de buna ruhsat vardır. Çünkü teyemmüm
mutlak bedel olarak abdest yerine geçer. Ancak Şâfiîlere göre, zarurî bir
bedeldir. O bakımdan vakit girmeden teyemmüm caiz olmaz.
Vakit içinde teyemmüm
etmek ise müstehabdır. Ancak vaktin sonuna doğru su bulma umudu söz konusu ise
vaktin sonuna, böyle bir umut yoksa vakit girdikten sonra geciktirmemek
müstehabdır. el-Asıl kitabında ise, vaktin sonuna geciktirmenin müstehab olduğu
belirtilmiştir. Nitekim Tabiînden Zührî, Hasen ve İbn Şirin de bu görüştedir.
İmam Mâlik ise, vaktin ortasında teyemmüm etmek müstehabdır; yolcu, hasta ve
korkan kimseler vaktin ortasında teyemmüm ederler, demiştir.[448]
Hanefîlerin bu
görüşüne delil olarak Hz.Ali'nin (r.a.) şu sözü gösterilmiştir : «Yolculuk
halinde olan kimse cünüb olursa, vaktin sonuna doğru teyemmümünü geciktirir.»
Ashab-ı Kirâm'dan bunun hilâfına bir rivayet yapılmadığına göre, icma' meydana
gelmiş oluyor. Çünkü namaz su ile abdest alınarak kılınırsa, daha üstün bir
anlam ifâde eder. Çünkü abdest asıldır, teyemmüm ise bedeldir.[449]
Teyemmüm ile namaz
kılındıktan sonra su bulunacak olursa, artık o namazı iade etmez. Çünkü
emredilen şeyi yerine getirmiştir. Ancak namaz esnasında su bulunursa, o
takdirde namazı bırakıp abdest alır ve öylece namaz kılar. Çünkü aslın yerine
geçecek, yani ona bedel olacak şeyi henüz tamamlamadan asılla edâ etmeye gücü
yetmektedir. Hem teyemmüm, suyu görmekle bozulur. Namaz esnasında böyle bir
durum ortaya çıkınca, abdesti bozulmuş olur.[450]
b) Şâfiîlere
göre;
Eyleşik halde olan
kimse su bulamadığı için teyemmüm edip namaz kılarsa, bilâhare su bulunca
abdest alır ve o kıldığı namazları kaza eder. Yolculuk halinde olan kimse ise,
teyemmüm ile kıldığı namazları, su bulunca kaza etmez. Ancak günâh işlemek
için çıktığı seferde teyemmüm ile kıldığı namazları su bulunca kaza eder.[451]
Yolculuk halinde
bulunan kimse yanındaki suyu unutur veya yükünün arasında kaybederse, teyemmüm
edip namaz kıldıktan sonra hatırlar veya bulursa, kıldığı namazı iade etmesi
gerekir. Ancak içinde su bulunan yükünü arkadaşlarının yükleri arasında kaybeder
ve teyemmüm edip namaz kıldıktan sonra yükünü bulursa, artık iade etmez.[452]
c)
Hanbelîlere göre :
Yaptığı teyemmümle
farz bir namaz kılmaya niyet etmişse, o yemmümle dilediği kadar vakit içinde
farz ve nafile namaz kıla-tlir. Ama nafile veya mutlak namaza niyet etmişse,
onunla ancak afile kılması caiz olur. İmam Şafii de aynı görüştedir. îmam Ebû
lanîfe ise onunla dilediği namazı dilediği kadar kılabilir. Çünkü jyemmümde bir
taharettir, yani bir nev'î abdesttir, onunla nafile e, farz da kılmak sahihtir,
demiştir.[453]
Namaz içinde su
görürse, namazını bozmayıp tamamlar ve ar-.k o teyemmümle başka bir namaz
kılamaz. Çünkü suyu görmekle ükmü kalkmış olur. Bu görüşe muhalefet edenler de
eksik değil.
Namaz kılarken vakit
sona erip başka bir vakit başlarsa, te-emmümü hükümsüz kalır, aynı zamanda
namazı da bâtıl olur. ;ünkü tahareti vaktin son bulmasıyla son bulmuştur.
Böylece na~ aazıda hükümsüz olmuştur.[454]
d)
Mâlikîlere göre:
Su bulunur veya suyu
kullanmaya kudreti yetmeye başlarsa, tamaza başlamanıışsa teyemmümü bozulur,
başlamışsa, hemen bo-:ulmaz. Namaza başlamadığı takdirde ise, abdest alıp bir
rek'ate ye-işecek kadar bir zamanın kalması şarttır, aksi halde yine de
bozul-nuş olmaz.[455]
îmam Mâlik'den yapılan
bir rivayette ise, şöyle demiştir = «Yolcu lasta ve korkan kimseler, teyemmüm
ettikten sonra vakit içinde su Dulurlarsa, yolcu namazı iade eder; hasta ile
korkan kimse iade etmez.»[456]
Namaz içinde su bulunur
veya mevcut suyu kullanma imkânı boğarsa, teyemmümü bozulmaz, dolayısıyla
namazı da bozulmuş sayılmaz ve namazını devanı ettirip tamamlar, isterse vakit
geniş olsun, abdest alacak, yeniden namaz kılacak kadar bir süre bulunsun... [457]
İlgili rivayetler ve
tahliller :
997 nolu hadisi Daremî
ve Hâkim de tahric etmiştir. Darekut-nî ise, mevsulen rivayet etmiştir. İbn
Mübarek ise, Beyhakî'ye muhalefet ederek hadîsi mursel olarak rivayet
etmiştir. Birincisinin rivayetinde râvilerden hiçbiri düşmemiştir, ikincisinin
rivayetinde bir sahabi'nin düştüğü söz konusudur. Taberânî'nin de tesbitine
göre, bu hadîsi sadece Abdullah b. Nâfi' muttasıl olarak rivayet etmiştir, İbn
Seken de kendi Sahîh'inde Ebu Velîd tarikıyla mevsulen rivayet ederek Beyhakî
ile bu hususta birleşmiştir.
Bütün bu farklı
rivayetlere göre, hadis istidlale mesned seçilmiş ve müctehidlerin çoğu onunla
ihticac etmiştir.
Ebu Zerr'den yapılan
rivayette, Peygamber (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğu tesbit edilmiştir:
«Şüphesiz ki temiz toprak müslü-manın temizleyicisidir, isterse suyu on yıla
kadar bulamamış olsun. Suyu bulunca da onu tenine dokundursun, çünkü böyle
yapması hayırlıdır.»[458]
Teyemmümle namaz
kılmakta olan kimse namazı henüz bitirmeden su bulursa, teyemmümü bozulur ve o
namazı iade etmesi gerekir, diyenler bu hadîse dayanmışlardır. Oysa hadîsin
açık delâletinden böyle bir hüküm anlamak çok zor. Çünkü namazını bıraksın,
abdest alıp yeniden kılsın diye ne sarih, ne de işaret yollu bir ifade vardır,
Buna karşılık, «Bir namazı bir gün içinde iki defa kılmayın!» diye açık beyân
varid olmuştur.[459]
İbn Seken bu hadîsi
sahîhlemiştir. Ancak râvileri arasında Ebû Kalabe hakkında ihtilâf edilmiştir.
Bununla beraber aynı namazın bir gün içinde iki defa kılınması men'edildiği
dikkate alınınca, teyemmümle kılman namazı kıldıktan veya o esnada suyun bulunmasıyla
o namazı iade etmiyeceği hükmü ortaya çıkıyor.
[460]
1-
Teyemmümle namaz kılarken, su bulunur veya mevcut suyu kullanma imkânı
doğarsa, hem teyemmüm bozulmaz, hem de
namaz hükümsüz kalmaz.
2- Namaz
kıldıktan sonra suya rastlar veya mevcut suyu kullanmaya imkân bulursa, vakit
müsait olsa bile, abdest alıp o namazı iade etmesi gerekmez.
3- Farz veya
nâfüe namaz için alman teyemmümle, îmam Ebû lanîfe'ye göre istenildiği kadar namaz kılmabilir. Vaktin çıkma-ıyla da
teyemmüm bozulmuş olmaz.
4- Farz
namaza niyet etmişse, vakit içinde o teyemmümle dile-Jiği kadar farz ve nafile
namaz kılabilir. (Bu, Hanbelîlere göredir).
5- Eyleşik
halde olan kimse, teyemmümle namaz kıldıktan sonra su bulursa, vakit içindeyse
o namazı yeniden kılar, vakit çık-tmşsa kaza eder. Yolculuk halinde olan kimse,
iade etmez. (Bu, Şâ-fiîlere göredir). [461]
Abdest namazın
şartlarından biridir. Şart yerine gelmeyince meşrut da yerine gelmez. Ancak
şartlardan birinin ortadan kalkmasıyla diğer şartlar da ortadan kalkmış
sayılır mı? Meselâ 45 dereceden sonra gece ve gündüzde anormal bir değişme
meydana gelir, daha da yukarı çıkıldığında üç ay, dört ay ve hattâ altı ay
gece ve altı ay gündüz devam eder. Vakit namazın şartlarından, yani
farzlarından biridir, o olmayınca namaz kalkar mı? kalkmaz, çünkü şartlardan
bilinin zarurî olarak ortadan kalkmasıyla ibâdetin farziyeti askıya alınmaz,
ona göre takdir edilip kılınır. Bunun gibi su ve toprak bulunmadığı zaruri
haller de namazın terkedilmeme-si gerekir, Kıyas budur. Ancak farklı görüşler
söz konusudur.
İlgili hadisler:
Hz. Aişe (r.a.)'dan
yapılan rivayette, o, kızkardeşi Esmâ'dan bir gerdanlık emanet almış ve
kaybetmişti. Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) Efendimiz onu buldurmak için bazı
adamları göndermişti. Onlar da arayıp buldular, derken namaz vakti girmiş
oldu. Yanlarında su da bulunmuyordu. Bunun üzerine abdestsiz namaz kıldılar.
Sonra Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'e geldiklerinde, durumu O'na anlatıp dert
yandılar. Bunun üzerine Aziz ve Celîl olan Allah teyemmüm âyetini indirdi. »[462]
Rivayetin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- Teyemmüm
âyeti inmeden önce, su bulunmadığı yerlerde namaz terkedilmiyor, abdestsiz bir
halde kılınıyordu.
2- O halde
buna kıyasla, bir yerde su ve toprak bulunmazsa, meselâ zindan ve benzeri bir
yerde tutuklu bulunan kimsenin yanında su ve toprak diye bir şey yoksa, o
vaziyette, yani abdestsiz bir halde namazını kılar. Çünkü Abdestsiz kılanlara
Peygamberimiz Ca.s.), niçin o vaziyette kıldınız? O namazı iade edin!
Dememiştir. Onun bu konuda susması, ruhsat ve cevaza delâlet eder.
Hadisin ışığında
müctehidlerin görüş ve ictihadları:
a) İmam
Şafii ve İmam Ahmed'e göre, su ve toprak bulunmadığı zarurî hallerde abdestsiz
namaz kılmak caizdir. Cumhur-i mu-haddisîn de
aynı görüştedir. İmam Mâlik'in
ashabından çoğunun da içtihadı bu anlamdadır.
b) îmam Ebû
Hanîfe'ye göre, namaz kazaya bırakılır. Bunun hilâfına bir rivayetten söz
ediliyorsa da sıhhatli kabul edilmemiştir.
c) Abdestsiz
namaz kılan kimsenin bilâhare su veya
toprak bulduğu takdirde o namazı kaza etmesi gerekir mi? İmam Şafiî ve
arkadaşlarının çoğuna göre, iade etmesi vâcibdir. Çünkü ona göre, bu nadir
özürlerden biridir. O bakımdan iadesi gerekir.
d) Ahmed b.
Hanbel, Müzeni, Sehnûn ve İbn Münzîr'e
göre, iadesi vâcib değildir. Onlar bu hususta yukarıdaki hadîsle istidlal
etmişlerdir. Çünkü namazı iade etmek
gerekseydi herhalde Peygamber (a.s.)
Efendimiz bunu söylerdi. -
e) Sevri' Evzâi ve İmam Mâlik'e göre de
abdestsiz bir halde namaz kılınmaz. Zarurî bir hal bile ortaya çıksa bu hükmü
değiştir-
aez. Ancak îmam Ebû
Hanife bu konuda, aynı görüşe katılmakla beraber, kılmadığı namazları su veya
toprak bulduğu zaman kaza itmesi vâcibdir, demiştir. Sevrî ile Evzâî de aynı
görüştedirler. İmam Uâlik'e göre, kazası
gerekli değildir.[463]
f) îmam
Nevevi ise el-Mühezzeb şerhinde şöyle demiştir : Şâ-ftî'nin kavl-i Kadîminde
sözü edilen durumda namaz kılmak müs-tehabdır, ancak iadesi vâcibdir. [464]
1- İmam Ebu
Hanîfe'ye göre, abdestsiz ve teyemmümsüz na-j maz kılınmaz. Su ve toprak
bulunmadığı zarurî hallerde namaz bı-1 rakılır, ancak su veya toprak bulduğu
zaman kılmadığı namazlar^ kaza etmesi vâcibdir.
2- îmam
Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel'e göre, zarurî hallerde abdestsiz namaz kılmak
caizdir.. Ancak su veya toprak bulduğu takdirde İmam Şafiî'ye göre iade
gerekir.
3- îmam
Mâlik'e göre de zarurî bir hal ortaya çıksa bile abdestsiz namaz kılınmaz.
Bununla beraber kazası da gerekli değildir. [465]
Kadın ve erkeğin
sağlığı ve temizliğiyle yakından ilgili olan bu konuya dinimiz yeterince
ağırlık vermiş, mezhep sahibi müctehid imamlardan herbiri buna ayrı bir bölüm
ayırarak aydınlatıcı bilgiler vermiştir.
Hayız konusu Kur'ân'da
belirtilmiş ve hadîslerle gereken açıklama yapılmıştır. Kaynaklarıyla İslâm
Fıkhı adlı dört ciltlik eseri-, mizde de bununla ilgili nakilleri yapmış ve
özellikle Hanefî mezhebinin görüş, ictihad ve istidlalleri belirtilmiştir.
Burada sadece
hadîslerin ışığında müctehid imamların görüşlerini ve istidlal yollarını,
ihticac ve ictihadlarmı nakletmekle yetineceğiz.
İlgili hadisler:
Hz. Aişe (r.a.)
Validemizden yapılan rivayette demiştir ki:
Ebû Hubays kızı
Fatıma, Resûlüllah Ca.s.) Efendimiz'e dedi ki:Doğrusu ben istihaza olan
(rahimden devamlı kan gelen] bir kailinim, hiç de temiz kalmıyorum; namazı
bırakayım mı?» Resûlüllah ta.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu: «Senin o durumun
bir clamar patlaması (bir damar rahatsızlığı) dır, hayız îayhali - âdet görme)
değildir. Ayhalin gelince namazı bırak, (belilenmiş süre) miktarı ge-?ince
kendinden kanı yıkayıp namaz kıl!» [466]
İbn Mâce dışında diğer
beş muhaddîsin rivayetinde ise, şöyle buyurmuştur: «Ayhalin gelince (süresi
başlayınca) namazı bırak. (Süresi sona erip) gidince, kendinden kanı yıkayıp
namaz kıl!« Tir-mizi ise bir rivayette şu fazlalığı nakletmiştir: «O vakit
(ayhali vakti) gelinceye kadar her namaz için abdest al!» Buharî'ye ait bir rivayette
ise şöyle buyurmuştur: «İçinde hayız (ayhali) olduğun günler sayısınca namazı
bırak, sonra da gusledip namaz kıl!»
Hz. Aiş1^ (r.a.)'daıı yapılan rivayette, demiştir ki:
Cahş ikzı Ümmu Habibe
(ki o Abdurrahman b. Avf'm eşi idi), Peygamberi! (a.s.) Efendimiz'e kandan (sık
sık rahminden akan kandan) şikâyet
etti. Resûlüllah (a.s.) Efendimiz ona şöyle buyurdu:
«Ayhalin seni
alıkoyduğu süre kadar bekle, sonra guslet!» Nitekim
o da her ıkamaz için
guslederdi.[467]
Aynı hadîsi Ahmed ve
Nesâî şu lâfızla rivayet etmişlerdir: «Ayhali olduğuln süre kadar bekle ve bu
süre içinde namazı bırak, bundan sonrasına dikkat et de her namaz için guslet
ve (öylece) namaz kıl.» !
Kasım'dan, o da Cahş
kızı Zeyneb'den rivayet etmiştir. Zeyneb (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz'e
müstehaza olduğunu söylemiş. Peygamberimiz (a.s.) ona şöyle buyurmuş : «Ayhali
günlerinde oturursun, sonra gusleder, öğleyi geciktirir, ikindiyi acele
edersin ve gusledip namaz kılarsın. Akşamı geciktirir, yatsıya acele edersin,
gusledip ikisini
birarada (ardarda) kılarsın. Fecir (sabah namazı) için de gusledersin.» [468]
Ümmu Seleme (r.a.)'den
yapılan rivayette, o, Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den kan akıtan (rahimden sık
sık kan gelen) bir kadın hakkında istiftada bulundu. Peygamber (a.s.) ona şöyle
buyurdu : «Ayhali olduğu gün ve geceler miktarına ve ayda (kaç gün devam
ettiği) kadarına baksın ve o süre içinde namazı bıraksın, sonra gusletsin ve
bir bezi katlayıp iyice orasına yerleştirsin, sonra da namaz kılsın.»[469]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1- îstihaza
olan (bir rahatsızlıktan dolayı rahimden sık sık veya devamlı kan
gelen) kadın, bu durumda özür sahibi sayılır ve namazını bırakmaz.
2- Bu
durumda olan kadın, her ay kaç gün ayhali oluyor ve ayın hangi bölümünde ayhali
kanı görüyorduysa, ona göre durumunu ayarlar, o
günler gelince namazı bırakır.
Geçince gusledip namazını kılar.
3- İstihaza
olan kadın, ayhali günleri dışında her namaz için bir abdest alır.
4- îstihaza
olan kadın (ayhali günlerini kesin tesbit edemiyor, iki kanı birbirinden ayırd
edemiyorsa) her namaz için gusletmesi
gerekir.
5- İstihaza
olan kadın, ayhali günlerinde oturup namaz kılmaz. O günler geçince, öğle ve
ikindi namazları için bir defa, akşam ve yatsı namazları için de bir defa
gusleder. Ancak öğle namazını vaktin sonuna, akşam namazım da vaktin sonuna
geciktirir ve iki namazı birarada kılar. Ayrıca sabah namazı için de gusletmesi
gerekir.
6- İstihaza
olan kadm, ayhali günleri geçtikten sonra yıkanır, rahminin üzerine kalınca bez
bağlar, öylece namaz kılar.
Bu konuya ayhalinden
dolayı gusletmek bahsinde yer vermiş, kısmen üzerinde durmuştuk. Önemine binaen
tekrar geniş biçimde yer verip açıklama yapmayı uygun gördük.
Hadîslerin ışığında
müctehîd imamların ve diğer jlim adamla-mn görüş, tesbit, istidlal ve
ihticacîarı:
a)
Hanefî'lere göre :
Ayhali, yani âdet
görme günlerinde kadın-, namaz kılmaz, oruç atamaz, Kur'ân okuyamaz, üzerinde
kesesi yoksa Mushaf'a doku-amaz, cami ve mescidlere giremez, Kabe'yi tavaf
edemez. Loğusa lan kadına da bunları işlemek yasaktır.
Müstehaza olan, yani
bir rahatsızlık veya damar çatlaması se-lebiyle rahminden sık sık veya devamlı
kan gelen kadına bunlar-lan hiçbiri yasak değildir, normal zamanlarda olduğu
gibi ibâde-ini yerine getirir. Ancak namaz vakti girince abdest alır, vaktin
iikmasıyla abdesti bozulmuş kabul edilir. Her namaz veya her na-naz vakti için
gusletmesine gerek yoktur.[470]
el-Mevsalî de bu
konuda şöyle diyor: «Müstehaza (rahimden ilk sık kan gelen), idrarını tutamayıp
akıntısı olan, devamlı yelle-len, devamlı burnu kanayan ve akıntısı kesilmeyen
yaralı her na-naz vakti için abdest alırlar ve o abdestle diledikleri kadar
namaz alabilirler, Vakit çıkınca da abdestleri hükümsüz kalır ve başka Dir
namaz için abdest almaları gerekir.»[471]
b) Şafiîlere göre t
Müstehaza da, idrarını
tutamayıp hep akıntı yapan kimse gibidir, namaz ve oruçtan men'edilmez. Bu
durumda olan kadın edep yerini yıkar ve kalınca bir bezle korunur ve vakit
içinde hemen abdest alır da namazını edâ eder. Eğer namaz konusuyla ilgili bir
sebepten dolayı, mahrem yerlerini iyice örtmek veya cemaatle namaz kılmak için
beklemek dışında geciktirirse caiz olmaz. Her farz namaz için bir abdest
alması vâcibdir. Aynı zamanda her namaz için kullandığı bezi de yenilemesi
gerekir. En sahih kavi de budur.[472]
c) Hanbelîlere göre:
Hayız kanını istüıaza
kanından ayırd edebilen kadın, ayhali günlerinde namaz, oruç, tavaf ve benzeri
ibâdetleri bırakır. Süresi dolunca gusleder ve her namaz vakti için bir abdest
alıp namazını kılar. Vaktin çıkmasıyla abdesti hükümsüz kalır. Nitekim Resûlül-
lah (a.s.)
Efendimiz Ümmu Seleme hadîsinde şöyle buyurmuştur.[473]
d) Malikîlere göre :
İmam Mâlik bu konuda
Hz. Aişe, Ümmu Seleme, Zeyneb bint Ebî Seleme ve Saîd b. Müseyyeb rivâyetiyle
istidlal etmiştir. Ayhali günlerinde sözü edilen ibâdetleri yapamaz. Süre
dolunca gusleder ve her vakit namazı için abdest alır. Akıntı fazla olursa,
kalınca bir bezi birkaç kat yapıp kullanır.[474]
1010 nolu Hz. Aişe
hadîsiyle ilgili tahlil ve açıklamayı daha önce yapmış bulunuyoruz. Hadîsin
açık delâleti bize şu bilgiyi veriyor: Kadın âdet görme kanıyla istihaza kanını
ayırd ettiği zaman, ayhali günlerini ona göre
itibar eder, süresi dolunca da
ondan dolayı gusleder ve artık istihaza
hükmü başlar. O bakımdan her vakit namazı için bir abdest alır ve o abdestle
ancak bir farz kılabilir.
Bu mes'eleyle ilgili
diğer hadîslerle her namaz için veya her iki namaz için gusletmesi gerektiğine
gelince, bu rivayetlerin hem zayıf olduğu, hem de sahih hadîsler karşısında bir
hüküm ifade etmediği bilinmelidir. Çünkü hiçbir sahîh hadîste müstehaza kadının
her namaz veya her vakit namazı için gusletmesinin vâcib veya sünnet olduğu
belirtilmemiş, sadece her vakit namazı için abdest almasının vücubu üzerinde
durulmuştur.
Yukarıdaki hadîste
hayız (kanı ve süresi) geldiği zaman, cümlesinden şu iki manâ anlaşılıyor: Ya
devamedegelen âdetini bilme-siyle, ya da ayhali kanını istihaza kanından ayırd
etmesiyle ilgilidir. Hamene binti Hubeyş hadîsinde ise, altı veya yedi gün
ayhali olarak say, denilmiştir ki bu, kadınlarda galib olan duruma delâlet
eder, o bakımdan ihticaca elverişli değildir.
1011 nolu yine Hz. Aişe (r.a.)
hadîsinden iki ayrı manâ anlaşılmaktadır : Birincisi, Peygamber (a.s.)
Ümmu Habibe'ye her namaz için guslet diye emretmiştir, ama o kendisi
her vakit namazı için gusletmeyi itiyad edinmiştir. İkincisi, hadîsten onun
böyle bir hüküm anladığını düşünürsek bu vücub anlamında değil, tatavvu'
anlamındadır; öyleki müstehaza her namaz
vakti için guslederse, daha çok temizliğe riâyet etmiş olur ve nafile sayılır.
Gusletmedi-
takdirde bir şey
gerekmez. Nitekim îmam Şafiî de bu ikinci yo-umu benimsemiştir.
1012 no'lu Kasım
hadîsinin isnadı, Nesâî'nin süneninde geçmekledir. Ricali sıkat (güvenilir)
kabul edilmiştir. Bununla beraber [mam Nevevî «gusül ile emreden hadîslerde
sağlıklı ve sabit bir tespit yoktur, demiştir. Nitekim Beyhakî bu ve benzeri
anlamda olan hadîslerin zayıf olduğunu belirtmiştir.
I 1013 no'lu Ümmu
Seleme hadîsini aynı zamanda İmam Şafiî de tahrîc etmiştir. İmam Nevevî bunun
tahrîcinin Buharî ve Müslim'in şartlarına göre olduğunu belirtmiştir. Sahih
olduğu ekser taralından kabul edilmiştir.
İstihaze \ kanı gören
kadın, istihazeden önce bilinen âdetini dikkate alır vej süreyi tamamladıktan
sonra bir defa yıkanır ki, bu, ay-lıalinden temizlenmeye yönelik bir vücubdur.
Hadis bu hükme delâlet ediyor ve aynı zamanda böyle olan kadınların iyice bez
kullanmaları ve sık sık değiştirmeleri emrediliyor.[475]
Istihaza olan kadının
ayhali kanıyla rahatsızlığından dolayı devamlı akıntı halinde olan kan arasını
tefrik etmesi, yani herbirmi kendi özelliğine göre tesbit edip ciddi bir ayrım
yapması gerekir. Aksi halde ,;gusül ve ibâdet hususlarında birtakım zorluklarla
karşılaşır.
Hz. UrVe'nin, Hubeyş
kızı Fatıma'dan yaptığı rivayette, Fatıma (r.a.) İstihaza olmuştu, yani
kendisinden devamlı kan geliyordu. Peygamber (a.s.) Efendimiz ona şöyle
buyurdu: «Gelen kan, hayız (ayhali) kanı ise, şüphesiz ki o siyahımsıdır ki
bilinir. Böyle olduğu zaman namazı bırak. Başka (renkte olunca) abdest al ve
namaz kıl, çünkü o artık bir damar çatlamasından dolayı akan kandır.»[476]
Hadîsini açık
delâletinden, istihaza ve ayhali kanlarını birbirine karıştırmamak, birini
diğerinden ayırd etmek için renklerine
dikkat edilmesinin
gereği üzerinde durulduğu anlaşılıyor. Ayhaii kanı siyahımsı, yani çok koyu
kırmızı renktedir. İstihaza kanının rengi ona nisbetle açıktır.
Böylece kadın, bu
ayrımı yapınca, ayhali süresini diğerinden ayırd etmesi kolaylaşır ve ona göre
ibâdetini sürdürür.
Ancak sözünü ettiğimiz
hadîs üzerinde bazı şüpheler söz konusudur. Ebû Hatim bunun münker olduğuna
dikkatleri çekerken delil olarak şunu ileri sürmüştür: Bu, Adiy b. Sâbit'den, o
da babasından, o da dedesinden rivayet etmiştir ki, dedesi bilinmemektedir.
Ebû Dâvud da bu rivayeti zayıflar arasında belirtmiştir. [477]
Genellikle kadınlar
ayda altı veya yedi gün ayhali kanı görürler. Bunun istisnası vardır. Ama
istihaza kanı da arayere girince böyle bir ayarlama, yani ayda altı veya yedi
günün ayhali kanının devam ettiğine hükmetmeye ihtiyâç vardır.
O bakımdan Cahş kızı
Hamene (r.a.)'den yapılan rivayette demiştir ki: Ben şiddetli istihaza kanı
gören bir kadın olduğumu Re-sûlüllah (a.s.) Efendimiz'e gelip anlatarak ondan
fetva taleb ettim. O sırada Resûlüllah'ı (a.s.î kızkardeşim Cahş kızı Zeyneb'in
evinde buldum. Gelen kanın çokluğu beni namaz ve oruçtan alıkoyduğunu söyledim.
Bunun üzerine aramızda şu konuşma geçti:
— Sana pamuk (kullanmam tavsiyeyle) vasfederim.
Çünkü pamuk kanı giderir.
— Akan kan ondan daha çoktur.
— O halde bir elbise tutun...
— Gelen kan ondan da çoktur.
— Kanı durduracak şekilde gemle (sıkıca bağlamaya bak).
— Ama ben akıttıkça akıtıyorum, durmuyor ki...
Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) şöyle
buyurdu:
— O halde sana iki tavsiyede bulunacağım, hangisini yaparsan senin için
yeterli olur. Ama her ikisini yapmaya gücün yeter-
se, onu da sen daha
iyi bilirsin! Doğrusu sendeki kan, şeytanın dürtmelerinden bir dürtmedir. O
bakımdan sen kendini altı veya yedi gün ayhali say (Allah'ın ilminde böyle
takdir edildiğini hesapla). Sonra guslet, tâ ki kendini iyice temizlenmiş ve
ayıklanmış görünce yirmidört gece ve gündüze ait veya yirmiüç gece ve gündüze
ait namazı kü ve oruç da tut. Şüphesiz ki bu sana kâfi gelir. Bunun gibi her
ay aynı şeyi yap, nasıl ki kadınlar ayhalleri ve temizlenmelerinde belli bir
vakit belirliyorlarsa, sen de öyle yapmaya bak. Ve eğer öğleyi (vaktin sonuna
doğru) geciktirmeye ve ikindiyi (vaktin evveline alıp) acele etmeye gücün
yeterse (vaktin buna müsait olursa), guslettikten sonra öğle ve ikindi
namazlarını bir-arada kılarsın, sonra akşam namazını geciktirip yatsı namazını
(vaktin evveline) alarak acele edersin. Sonra da gusledip bu iki namazın
arasını birleştirir (birarada) kılabilirsen, öyle yap! Sabah namazı için de
guslet ve öylece namaz kıl. İşte böylece namaz kıl ve oruç tut, eğer güç
getirebiliyorsan, belirtilen şekilde hareket et!»
Sonra da Resûlüllah
(a.s.) Efendimiz devamla, «İşte bu iki
husustan (ikincisi) en çok
beğendiğimdir...» buyurdu. [478]
Hadîsin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır:
1-
Kadınların kendileriyle ilgili
mes'eleleri ilim adamlarına sorup
öğrenmeleri vâcibdir. Kendileri bu
vücubu yerine getirmedikleri
takdirde başka birinin aracılığıyla sorup öğrenirler.
2- Ayhali
veya istihaza olan kadının pamuk
tutunması sünnettir. Özellikle istihaza olan kadının, kanı iyice zaptedip
dışarı sızmaması için daha başka bez ve benzeri şeyler kullanması
müste-habdır.
3- Kadın
özür sahibi olup devamlı rahminden kan
geldiğine göre, ayhali günlerini kesinlikle
bilmiyor ve iki kanı birbirinden ayırd edemiyorsa, her ay yirmi üç veya
yirmi dört gün namaz kılar, altı veya yedi gün âdet görme günleri kabul edip
namazı ve orucu bırakır. O kandan temizlendiğine kanaat getirince yıkanır ve
yine namaz ve orucuna devam eder.
4- Ayrıca
her namaz için gusletmesinin uygun olacağı belirtiliyor. Daha da kolaylık
sağlamak için, öğle namazını vaktin sonuna geciktirip ikindi namazını da
vaktin evveline almak suretiyle
her iki namaz için bir
gusül ve akşam namazını vaktin sonuna, yatsı namazını da vaktin evveline alıp
onlar için de bir gusül yaparak kılmak da müstehabdır. Ayrıca sabah namazı için
de ayrı bir gusletmesi tavsiye olunmuştur.
5- Bu son
şeklin daha uygun olduğu belirtilmiştir. Müctehid imamların görüş, istidlal ve
ihticacları . Daha önce de belirttiğimiz gibi, müctehid imamlar istihaza olan
kadının her namaz veya iki namaz için bir defa gusletmesi hakkın- , daki
rivayetlerle amel etmemiş, onları Ihtîcaca elverişli bulmamışlardır. Sadece
abdest almasının lüzumu üzerinde ittifakla durulmuş ve bu husustaki sahih hadislerle
istidlal ve ihticac edilmiştir. Yukarıdaki Hamene binti Cahş hadisini aynı
zamanda İbn Mâ-ce, Dârekutnî ve Hakim de
tahrîc etmişlerdir. Tirmizi bu hadisin hasen olduğunu Buharı'den nakletmiştir.
İsnadında ise îbn Akil bulunuyor ki, o bu hadîsle teferrüd etmiştir; ilim
adamları sözü edilen hususu dikkate alarak onun bu rivâyetiyle ihticac
edüemiyece-ğini söylemişlerdir.[479].
İbn Mende ise bu hadîsin hiçbir veçhile sahih olmadığını, çünkü ilim
adamlarının İbn Akîl'in rivayetinin
metruk olduğunda birleşmişlerdir. İbn
Dakik ise bu görüşe katılmamış ve İbn Akîl hakkında icma' ve ittifak
olmadığına dikkatleri çekmiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel, îshak b. Rahuye ve
el-Humey-dî onun hadîsiyle ihticacda bulunmamışlardır. İbn Ebi Hatim ise, adı
gQçQn zât hakkında babasından sorduğunu, onun pek kavî olmadığını söylediğini
nakleder.
Yukarıda belirttiğimiz
gibi, Tirmizî, Buharî'nin sözünü ettiğimiz hadîs için hasen dediğini nakletmiş
ve ancak Buharı, rivayet zincirinde İbrahim b. Muhammed b. Talha bulunuyor ki,
bu zatın îbn Akîl'den böyle bir hadîs işittiğini bilemiyorum» demiştir.
Şevkanî ise Buharî'nin
bu sözüne itiraz ederek şöyle diyor : «İbrahim b. Muhammed b. Talha; Ebû Ubeyd
el-Kasım b. Selâm ile Ali b. Medenî'nin tesbitlerine göre, hicrî 110 yılında
vefat etmiştir ve tahinidendir. Abdullah b. Amir b. Âs'dan, Ebû Hüreyre'den ve
Hz. Aişe'den (Allah hepsinden razı olsun) hadîs istima' etmiştir. îbn Akil ise,
o da Abdullah b. Ömer'den, Câbir b. Abdillah'dan, Enes b. Mâlik'den ve Rabi' b.
Muavviz'den rivayetler yapmıştır. Bu durum-
da Ibn Akif'in ibrahim
b. Muhammed'den işitmediği söylenemez.
Çünkü İbrahim ondan daha yaşlıdır.
el-Hattabî ise, ilim
adamlarının hadîsi metruk saydıklarını söyler. İbn Hazım ise, onu bütünüyle
reddeder. İbn Akü'dan şerik (veya Şüreyk) de zayıftır.
ve Züyer b. Muhammed
rivayet etmişlerdir ki bu ikisi
Zehebî, Darekutnî'nin
Züheyr b. Muhammed için zayıf dediğini naklederken Şerîk'in meçhul olduğunu
belirtmiştir.[480]
İbn Arabî ise bu
hadisi sahih kabul ederek her vakit namazı için veya iki namazı birleştirmek
suretiyle gusletmenin müstehab olduğunu söylemişse de onun bu görüşü ilgi
görmemiştir.
Netice lolarak şunu
söyleyebiliriz ki, gerek müctehid imamlar, gerekse haclîs âlimlerinin çoğu
Hamene hadîsiyle ihticacm uygun olmayacağını belirtmiş ve özellikle mezherj sahibi
müctehidler her namaz içini gusletmeyi müstehab bile saymamışlardır.
Çünkü! hadîsin zayıf
olduğunu söyleyenler çoğunluktadır ve bu görüş ve tösbit ağırlık kazanmıştır.
Diğer yandan aynı
konuyla ilgili Adiy b. Sabit rivayeti söz konusudur. Bu zatın babasından, onun
da dedesinden yaptığı rivayete göre, Resûlüllalı (a.s,) Efendimiz müstehaza
hakkında şöyle buyurmuştur : «Ayhali olduğu günler namazı bırakır, sonra
gusledip her namaz için abdest alır,
oruç tutar ve namaz kılar.»[481]
Tirmizî bunu tahsînlememiş,
yani «haseıı»dir, dememiştir. Çünkü Adiy b. Sâbit'den rivayet edenler zayıf
kabul edilmiştir. Ebul-Yakzan (Osman b. Umeyr b. Kays) onlardan biridir. Yahya
b. Marn, onun hadîsi kayde değer bir şey değildir. Ebû Hâtîm'e göre, İbn Mehdî
onun hadîsini terketmiştir. O bakımdan kendisi de bu hadîsin zayıf olduğuna
parmak basmış ve hattâ münker olduğunu söylemiştir. İbn Ahmed el-Hakim ise
onun kaviy olmadığını belirtmiş, Nesâî de aynı görüşte olduğunu ifade etmiştir.
Darekutnî onun zayıf olduğuna dikkatleri çekerken İbn Hibban onun hadîsiyle
ihticac caiz değildir, demiştir.
Nitekim Tirmizî diyor
ki: .«Buharî'den Adiy b. Sâbit'i, babasını ve dedesini sorduğumda şöyle dedi:
Dedesinin ismini bilmiyorum...»
Böylece ilgili konuda
bu hadîsle de istidlal ve ihticacm doğru olmayacağı, çoğu ilim adamlarınca
belirlenmiştir. Sadece her namaz için bir abdest ifadesi, diğer sahih hadislerle birleşmektedir.
Bu konuda çoğuna göre,
sahih rivayetlerden biri Hz. Aişe'nin (r.a.) naklettiği Fatıma bint Ebî
Hubeyş'in hadîsidir. Adı geçen kadın, Peygamber (a.s.) Efendimiz'e gelerek
dedi ki : «Doğrusu ben istihazali bir kadınım. Hiç de temiz kalmıyorum. Namazı
bırakayım mı?» Peygamber (a.s.) ona : «Hayır, ayhali günlerinde namazdan uzak
dur, sonra guslet ve her namaz için bir abdest al, sonra da namazı lal,
isterse kan hasır üzerine damlasın!»[482]
Bunu aynı zamanda
Tirmizî, Ebu Dâvud, Nesâî ve îbn Hibban tahric etmişler; Müslim ise kendi
Sahihinde rivayet etmiş ancak «her namaz için abdest alî» cümlesine yer
vermemiştir. Bu fazlalığı Daremî ve Tahavî de rivayet etmişlerdir. Buharî de
aynı fazlalığı tahrîc etmiş, ancak hadîsin muallel olduğunu, Habib'in Urve b.
Zü-Jbeyir'den işitmediğini; Urve el-Müzenî'den işittiğini belirtmiştir. Çünkü
isnadda ismi geçen Urve, eğer Urve b. Zübeyir ise o takdirde isnad
muııkati'dir Çünkü Habîb b. Ebû Sabit mudallistir. Yok Urve'den maksat, Urve
el-Müzenî ise, o da meçhuldür.
Hadîs başka
tariklerden de rivayet edilmiştir. O bakımdan müctehidlerin bir kısmı ihticaca
elverişlidir, diyerek her namaz için bir abdestin vücubunu belirtmiştir .Gusül
ise, ayhali günleri tamamlanınca bir defa gerekir. [483]
Kur'ân-ı Kerîm'de de
belirtildiği gibi, ayhali bir eza ve cefadır. Rahimdeki damarların uçlarının açılıp
kan zayi, ettiği dönemdir. Mikrop kapmaya en müsait vasatı oluşturduğu
söylenebilir. O bakımdan ayhali döneminde dinimiz cinsel teması yasaklayıp
haram kılmıştır.
Konuyla ilgili
hadîsler:
Enes b. Mâlik
(r.a.)'den yapılan rivayette, demiştir ki : Yahu-iler, kendilerinden bir kadın
ayhali olunca onunla birarada yemek emezler ve evlerde onunla beraber biraraya
gelmezlerdi. Resûlül-ah'ın (a.s.) ashabı bu hususu sorunca, Aziz ve Celîl Allah
şu âyeti ndirdi : «Sana kadınların ayhâlinden soruyorlar, de ki : O bir ezâ
kadım sıkıcı, erkeği tiksindirici, fakat kadın için yararlı bir şey-[ir. Bu
sebeble ayhâlinde iken kadınlardan uzak durun : temizlen-nelerine kadar onlara
yaklaşmayın. İyice temizlendikleri zaman Ulah'ın size emrettiği yerden (üreme
organından) onlara yaklaşın...» Bunun üzerine Resûlüllah (a.s.) şöyle buyurdu
: «Her şeyi rapın ancak cinsel temasta bulunmayın!» Diğer bir lâfızla
"cima" itmeyin!»[484]
İkrime'den, o da
Peygamber (a.s.) Efendimizin zevcelerinden oir kısmından rivayetle, şöyle haber
verdikleri tesbit edilmiştir : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz, ayhâlinde olan
kadından bir şey der yararlanmak) istediği zaman, onun ferci (edep yeri)
üzerine bir şey ıtardı.» [485]
Mesruk b. Ecda'dan
yapılan rivayette, diyor ki: Hz. Aişe (r.a.) validemizden, kadın ayhali iken
erkeğin ondan yararlanma hususunu sordum. Şöyle dedi : «Üreme organı dışında her şeyinden...
(yararlanabilirsin).»[486]
Hizam b. Hakîm'den, o
da amcasından yaptığı rivayette, amca sı Resûlüllah (a.s.) Efendimiz'den, eşi
ayhali iken ondan kendisin*
nelerin helâl olduğunu
sormuştu. Efendimiz şöyle buyurmuştur : «Entari (iççamaşm)nm üstü senin içindir
(yani arada bir elbise bulunduğu halde ondan
yararlanabilirsin).»[487]
Hz. Aişe (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki : «Bizden biri ayhali olunca, Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz de ona dokunmak (tenini onun tenine temas ettirmek istediğinde, onun
kullandığı bezin üzerine bir entari (iççamaşırı) giymesini (o şekilde
örtmesini) emreder, sonra da dokunur (yani onunla biraz oynaşıp eyleşirdi).»[488]
Hadîslerin açık
delâletinden şu hükümler anlaşılmaktadır :
1- Ayhali olan kadınla birlikte oturulur,
birarada yemek yenir ve aynı odada birlikte uyunur. Bunda bir sakınca yoktur.
2- Kadınla
ayhali süresinde cinsel temas kurmak haramdır.
3- O halde
iken onunla —cinsel temas dışında— sevişmek, oynaşmak mubahtır.
4- Ayhali
olduğu günlerde kadınla sevişirken,
cinsel organı üzerine iççamaşırı
bulundurulur.
Hadîslerin ışığında
müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve ihticacları:
a)
Hanefîlere göre:
Ayhali ve loğusa olan
kadına cinsel temasta bulunmak haramdır. Ancak onunla aynı döşekte yatmak,
öpüşmek, göbekle diz kapağı arasından başka bedeninin her yanından yararlanmak
caizdir.[489].
b) Şâfiîlere
göre :
Ayhâlinde iken kadının
göbeğiyle dizkapağı arasından yararlanmak, cinsel temasta bulunmak haramdır.
Ayhali süresi bitip kan kesildikten sonra kadın gusletmedikçe kocasının cinsel
temasta bulunması da haramdır.[490]
c) Hanbelîlere
göre:
Ayhâlinde olan kadının
bu hali devam ettiği sürece onunla üre-
ne organından
yaklaşmak suretiyle cinsel temasta bulunmak ha-,mdır.[491].
Bunun dışında arada bir örtü olmaksızın bedeninin jr yanından yararlanmakta bir
sakınca yoktur.[492]
d)
Mâlikilere göre:
Mâlikî'lerden bu
hususta iki rivayet vardır: Birincisi, Hanbe-lerin görüşü doğrultusundadır.
İkincisi, Şâfiîlerin görüşü doğrul-ısundadır.[493]
Mâlikîler bu konuda Zeyd b. Eşlem, Hz. Aişe r.a.) hadisleriyle istidlal
etmişlerdir. Ayrıca îmam Mâlik'in tes-itine göre, Salim b. Abdillâh ve Süleyman
b. Yesar'dan, kadının yhali süresi sona erip kanı kesildikten sonra henüz
gusletmeden .ocası onunla cinsel temasta bulunabilir mi? Diye sorduklarında,
Hayır, gusletmedikçe temasta bulunamaz» diye cevap vermişler-lir.[494]
Konuyla ilgili diğer
rivayetler ve tahliller :
1025 nolu Enes
hadîsinde, Yahudilerin sözü edilen konu hakkm-laki davranışlarını Peygamber
(a.s.) Efendimiz'e soran zatın Useyd 3. Hudayr, diğer bazılarına göre, Ebu
Dahdah olduğu tesbit edil-niştir. İlgili hadîs iki önemli hüküm taşımaktadır :
Âdet görme gün-erinde kadına cinsel temasta bulunmak haramdır. Bunun ötesindeki
şeyler helâldir. Birinci hüküm, hem Kur'ân'm kesin beyanıyla, tıem sarih
hadisle, hem Müslümanların icma'ıyla
sabit olmuştur.
Bu hükmü bildiği halde
temasta bulunan kimse, şüphesiz ki büyük bir günah işlemiş olur. İkinci hükme
gelince, o da iki kısma ayrılır : Göbekle dizkapağı arası dışındaki yerlerinden
yararlanmakta bir sakınca yoktur. İlim adamlarının bu meselede ittifakı
vardır. Dizle göbek arasından yararlanmak ancak cinsel temasta bulunmamak
kaydıyla mekruhtur, diyenler olduğu gibi, mubahtır, diyenler de var... Mubahtır
diyenlere göre, üreme organı üzerinde bir elbise (iççamaşırı) bulunması şartı
söz konusudur. Nitekim Ik-rime, Mücahit, Şa'bî, Nahaî, Sevrî, Evzaî, Ahmed b.
Hanbel ve Mu-hammed b. Hasan bu görüştedirler. Ishak b. Ruhuye, Ebû Sevr, İbn
Müzir ve Davud ez-Zahirî'nin de ictihadları bu anlamdadır. Nitekim hadîsin
zahiri buna delâlet etmektedir.
Göbekle diz arasından
yararlanmayı tahrimen mekruh sayanlara gelince, onlar, «Koruluğun etrafında
davarını otlatan kimse, çok sürmez koruluğun içine girebilir» açısından
hareketle sonuç çıkarmışlardır.
1026 nolu İkrime
hadîsinin isnadı sahihtir, ricali sıkat
(güvenilir kimseler) dir. Ne var ki, bu hadîs hakkında Ebû Dâvud ve
el-Mün-zirî susup bir şey söylememişlerdir. Ama İbn Salâh ve Nevevî gibi iki
değerli ilim adamı onunla ihticacm sahih olduğunu belirtmişlerdir. Zaten Ebu
Dâvud da hangi hadis hakkında susarsa, onun ihti-caca elverişli olduğuna bir
işaret sayılır. Diğer sahîh hadîsler
de bunun taşıdığı hükmü kuvvetlendirmektedir.
Böylece İkrime hadîsi,
üreme organı dışında kadının her yanından yararlanmanın cevazına delâlet
etmektedir.
1027 nolu Mesruk
hadîsiyle, 1028 noiu Hizam hadîsi de bu mâna ve hükmü taşımakta, yani İkrime
hadîsini kuvvetlendirmektedir.
1029 nolu Hz. Aişe
hadîsi ise, hem îkrime, hem Hizam hadîslerini kuvvetlendirmekte, hem de sahih
olduğunda şüphe edilmeyen bir düzeyde bulunmaktadır. [495]
1- Âdet
görme günlerinde kadına cinsel temasla yaklaşmak haramdır.
2- Kadının
kanı kesildikten sonra henüz gusletmeden kendisiyle cinsel temasta bulunmak
Hanefîlere göre mubah, Şafii ve Mâ-likHere göre, haramdır.
3- Adet
görme günlerinde kadının üreme organı dışında her yanından yararlanmak, yani
öpmek okşamak mubahtır. Bu, ekserin
görüşüdür.
4- Adet
görme günlerinde kanının dizkapağıyla göbek arasından başka yanından
yararlanmak mubahtır, diğer yerlerinden yararlanmak mekruhtur. Bu,
akallin (yani azınlıkta olanların) görüşüdür.
5- Adet
görme günlerinde kadıria ancak üzerinde iççamaşır bulunduğu halde dokunmak, yani onu
sevmek, öpmek ve okşamak caizdir, çıplak tenine dokunmak mekruhtur. Bu, dört
mezheb imamının dışında olanlardan bir kısmının görüşüdür.
6-
Hadîslerin zahirine dikkat edilince, kadına ayhalinde bulunduğu günlerde çok
ölçülü yaklaşmak, cinsel temasa yol açacak kadar aşırı gitmemek daha uygundur.
Peygamber (a.s.) Efendimiz, Böyle zamanlarda kadının üreme organı üzerinde bir
örtü bulunduğu halde ondan yararlanırdı; ancak Hz. Aişe'nin (r.a.) da dediği
gibi, «hangimiz Resûlüllah (a.s.) Efendimiz kadar uçkuruna sâ-hib olabilir?[496]
İslâm ibâdetle ahlâkı,
ibâdetle yardımı; Allah'a kulluk ile fakir ve muhtaçları koruyup gözetmeyi
birleştirmiştir. O bakımdan Allah'ın bir süre haram hıldığı cinsel teması,
nefsine hâkim olmayarak gerçekleştiren kimse hem büyük bir günah işlemiş olur,
hem de bundan dolayı fakir ve muhtaçlara bir keffaret vermesi emredilmiştir.
Gerçi keffaret hususunda hayli farklı ictihad ve görüşler ortaya çıkmışsa da
meselenin temelinde böyle bir hükmün bulunduğu da bir gerçektir.
İlgili hadisler :
İbn Abbas |(r.a.)'dan
yapılan rivayette, Resûlüllah (a.s. ( Efendimizin, ayhali iken eşine cinsel
temasta bulunan adamın bir veya yarım dinar tasadduk etmesini söylediği,
bildirilmektedir.[497]
Ebû Dâvud ise şöyle
demiştir : Sahih rivayet böyledir: «Bir dinar veya yarım dînar...
Hadîsin açık
delâletinden şu hüküm anlaşılmaktadır:
1- Eşiyle
ayhali günlerinde cinsel temasta bulunan kimsenin bir dinar veya yarım dinar
tasadduk etmesi vâcibdir.
2- Aynı zamanda konulan yasağa riâyet etmediği
için büyük günâh işlemiş olur.
Hadîsin ve
rivayetlerin ışığında müctehid imamların görüş ve ictihadları:
a) îmam Ebû Hanife ile İmam Mâlik'den ve îmanı Şafiî'den de
nakledilen iki rivayetten en racih olanına ve İmam Ahmed'den yapılan iki
rivayetten birine göre, ayhalinde bulunan eşiyle cinsel temasta bulunan kimseye keffaret gerekmez, sadece
tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. îmam
Ahmed'den yapılan ikinci rivayette ise, ayhali kanının gelmeye başladığı günde
cinsel temasta bulunursa bir dinar, son
günlerine doğru ise yarım dinar
keffaret vermesi müstehabdır. Muhit-i Serahsî'de, bir veya yarım dînar tasadduk vermek müstehabdır,
denilmiştir.[498]
b) İmam Şafiî'nin Kavl-i kadîminde ise keffaretin
gerekli olduğu belirtilmiştir. Ancak miktarı üzerinde iki kavi (görüş)
vardır, meşhur olanı, bir dinar verilmesinin vâcib olduğuyla ilgili bulunanıdır.[499]
Hanbeli fukahasmdan
İbn Kudama diyor ki:
«Ayhali günlerinde
eşiyle cinsel temasta bulunan kimse günahkâr olur ve Allah'a istiğfar edip
bağışlanma dilemesi gerekir. Keffaret ödemesi hakkında ise iki rivayet vardır,
birincisi; Keffaret ödemesi vâcibdir. Çünkü Ebû Dâvud ile Nesâî'nin İbn
Abbas'dan (r.a.) yaptıkları rivayete göre, eşi ayhali bulunduğu halde onunla
cinsel temasta bulunan kimse bir dînar veya yarim' dînar tasadduk eder,
buyurulmuştur. İkincisi: Keffaret gerekmez şeklindedir. Nitekim îmam Mâlik,
îmam Ebû Hanîfe ve ilim adamlarının çoğu bu görüştedir. Çünkü Resûlüllah (a.s.)
Efendimiz, «Kim bir kâhine (gaibden haber verip büyücülük yapan) gider de onu
tesdîk eder veya eşine dübüründen yaklaşıp münasebette bulunursa veya ayhali
lan eşiyle cinsel
temasta bulunursa, o, gerçekten Muhammed'e in-ırileni inkâr etmiş olur.»[500].
Buyururken keffaretten söz etme-liştir.»[501]
Rivayet ve tahliller :
Aynı hadîsi Darekutnî
ve ibn Carûd da nakletmiştir. Hakim ile
bn Kattan hadisi
sahîhlemişler; İbn Dakiyk de aynı görüşü belirtmiştir. Ahnied b. Hanbel,
«Abdulhamid'in Muksim'den, onun da bn Abbas'dan Er.a.) rivayet ettiği -hadîs ne
güzel hadîstir!» Demiş-iir. Ebu Dâvud da bu rivayeti sahih olarak
vasıflandırmıştır.
İbn Hacer, hadîsin
isnadında ızdırap vardır ve değişik metinler-e hayli rivayetler mevcuttur,
diyor. Ancak ona itiraz edilmiş ve İbn Kattan'm hadîsi sahîhlemesi ve her
lâfızla ilgili râvilerin durumuna bakılınca şüphelerin kalkacağı delil olarak
gösterilmiştir. Bir iinar ve yarım dînar tabirleri kanın rengine göre bir hüküm
olarak tonulmuştur. Kan henüz kırmızı ise bir dinar, sararmış ve kesilmek üzere
ise yarım dinar keffaret tasadduk edilir. Aynı zamanda bu, ayhalinin ilk ve son
günleriyle ilgili bir takdirdir.
Ne var:ki, ilim
adamlarının çoğu sözü edilen hadîsin mursel veya mevkuf olduğunu iddia etmişlerdir.
Çünkü çoğu rivayetlerde İbn Abbas'a ulaşıp durulmuştur. el-Hattabî ise, hadîsin
merfu' olduğunu söylemiştir.
Ebubekir el-Hatib ise,
rivayetlerin ihtilâfı, yani merfu' ve mevkuf oluşuyla ilgili farklı
rivayetler, hadîsin zayıf olduğunu ortaya koymaz, yani böyle bir te'sir meydana
getirmez. Nitekim Usûlcula-rm da görüşü böyledir, demiştir. Çünkü iki
rivayetten biri diğerini yalanlamamaktadır.
Müctehid imamlar ise
hadîsin zayıf olduğunu dikkate alarak onunla istidlal ve ihticacda
bulunmamışlardır. Ancak İmam Şafiî ile îmam Ahmed bir rivayette hadîsle ihticac
etmişlerse de sonra bundan vazgeçtikleri tesbit edilmiştir. İmam Şafiî, Kavl-i
cedîd'de keffarete gerek olmadığını zaten belirtmiştir. Nitekim el-Ümm'de, «Eşi
aynalı iken ona cinsel temasta bulunması haramdır; kan kesildikten sonjra
kadın gusletmedikçe, su yoksa teyemmüm etmedikçe
ona yaklaşması helâl
olmaz, demiştir.[502]
Keffaret'ten söz etmemiş, söz etmeye de lüzum görmemiştir.
Tirmizî'nin yaptığı
rivayette hadis şu lâfızla nakledilmiştir : «Kan kırmızı olduğu zaman bir
dînar, sarı olduğu zaman yarım dînar tasadduk edilir.»
Ahmed bin Hanbel'in
yaptığı bir rivayette ise, şöyle denilir : «Peygamber (a.s.) Efendimiz,
ayhalinde iken cinsel temasta bulunursa bir dînar, kan kesilip hayız süresi
sona erince gusletmeden cinsel temasta bulunursa yatım dînar tasadduk eder...»
Tirmizî'nin rivayet
ettiği hadîsi aynı zamanda Beyhakî, Tabe-rânı ve Darekutnî de rivayet
etmişlerdir. Ebu Ya'lâ ile Daremi de aynı rivayeti nakletmişlerdir. Ne var ki,
bir kısmı Süfyan, bir kısmı da Ebu Cafer er-Râzî tarikiyle rivayet etmiştir.
Ebu Cafer ise Abdülkerîm'den rivayet etmiştir ki bu zat hakkında ihtalâf
edilmiştir. Hattâ onun «metrukü'l-hadîs» olduğunu söyleyenler çoğunluktadır.
Süfyan ise Hasîf den o da Ali b. Sezîme'den rivayet etmiştir ki, Ali hakkında
hayli görüşler ve sözler ortaya konmuştur.
O halde Tirmizî'nin
rivayet ettiği bu hadîsle ihticac uygun değildir. Nitekim müctehid imamlar ona
itibar etmemiş ve ihticaca sâlih görmemişlerdir. Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği
de öyle...
Nitekim rivayetlerin
çokluğu karşısında keffaret nisbeti hakkında da farklı görüşler ortaya
çıkmıştır: el-Hasan ve Saîd'e göre, bir köle azâd edilir, bazısına göre, bir
dinar, bazısına göre yarım dînar O bakımdan da şu ilim adamları ve müctehidler
bu rivayetlerin hiçbirini delil ve mesned seçmemişlerdir: Atâ', ibn Ebî
Müleyke, Şa'bî ,Nahaî, Mekhûl, Zührî, Rabı'a, Hammad b. Ebî Süleyman, Eyyub
Sahtiyanı, Süfyan Sevrî, Leys b. Sa'd, İmam Mâlik, İmam Ebu Ha-nîfe ve Sahih
tesbite göre, îmam Şafiî ve iki rivayetten birine göre, îmam Ahmed b. Hanbel
ve Seleften önemli bir cemaat...
Vâcib olan tek şey,
adamın işlediği bu büyük günâhtan dolayı tevbe ve istiğfar etmesidir.[503]
Yeni ççicuk doğuran
kadına «loğusa» denir. İslâm, bu durumda olan kaçjınlar için birtakım şer'i
hükümler koymuştur, bir kısmı koruyucu hekimlikte, bir kısmı ibâdetle
ilgilidir. O bakımdan İslâm fıkhında gerek ayhaliyle ilgili meselelere, gerekse
loğusayla alâkali konulara geniş yer verilmiş ve özel bablar konulmuştur.
İlgili hadîsler :
Ali b. ;Âbdülalâ'dan,
o da Sehl'den (ki bu zatın asıl adı, Kesir b. Ziyad'dır), o da Messe
el-Ezdiyye'den, o da Ümmu Seleme'den (r.a.) rivayet etmiştir. Ümmu Seleme
demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz zamanında loğusa olan kadınlar kırk
gün otururlardı. Bizler de yüzümüzde kırmızıyla siyah arasında susam taneleri
gibi beliren (allerjiden dolayı) yüzümüzü v e r s ile sıvardık, (yani yüzümüze
versjsürerdik).»[504]
Enes (r.a.)'den
yapılan rivayette demiştir ki : «Resûlüllah (a.s.) Efendimiz,' loğusa olan
kadınlara kırk gün vakit belirledi. Ancak bu süreden önce temizlenirse o
başka...»[505]
Hadîslerin açık delâletinden şu hükümler çıkmaktadır :
1- Loğusa
kadın en çok kırk gün bekler. Yani bu süre içinde namaz kılmaz, oruç tutmaz,
tavaf yapmaz, Mescide gidip oturmaz ve cinsel temasta bulunmaz.
2- Loğusa
kadınların yüzünde beliren bir takım allerjik belirtiler üzerine güzel kokulu
vers veya kimyasal maddeler sürmekte bir sakınca yoktur.
3- Kadın
doğum yaptıktan sonra kırk günden Önce kan kesilir temizlenirse, o takdirde
gusledip namazını kılmava, orucunu tutmaya başlar.
Hadîslerin ışığında
müctehici imamların görüş, tesbit ve ihticac-lari:
a) Hanefîlere göre:
Loğusalığın en azı
için belirlenmiş bir vakit yoktur. En çoğu ise kırk gündür. Kırk günden önce
kan kesilip temizlenirse, gusledip namazını kılar, orucunu tutar. Ancak dikkat
edilecek bir husus var:
Loğusa'nın kanı kırk
günü aşar da daha önceki doğumlarda belirlenmiş bir süresi varsa, ona
çevrilir, yani ona göre amel eder. Adetini aşan günleri istihaza kanı sayılır.
Belli bir âdeti yoksa, kırk günü loğusalık dönemi sayılır, fazlası istihaza
olarak hesaplanır.[506]
b) Şâfiîlere göre:
Loğusalığın en az
süresi bir lahza, birkaç dakikadır, en çok süresi ise, altmış gündür.
Genellikle kırk gün sürer. Ayhali günlerinde kadına neler haramve yasaksa,
loğusaya da aynı şeyler haram ve yasaktır. Altmış günü aşarsa, artık loğusa
kanı değil, istihaza kanı kabul edilir ve ona göre amel edilir[507]
c) Hanbelilere göre:
Loğusalığın en az
süresi için belirlenmiş bir vakit yoktur, bu birkaç dakika da olabilir. En çok
süresi kırk gündür.
Loğusa kırk gün
dolmadan kanı kesirlirse, hemen temizlenmiş sayılmaz, bu bir tam gün devanı
ederse, o takdirde loğusalığın sona erdiğine hükmedilir. Kırk günü aşarsa,
artık aşan süre loğusalık değil istihaza kanı sayılır. Kırk gün dolmadan kan
kesilir ve bir gün devam ederse, o takdirde kadın gusledip namazı kılmaya,
ramazan ise oruç tutmaya başlar; ancak kırk günü dolmadan kocasının onunla
cinsel temasta bulunmaması müstehabdır.[508]
d)
Mâlikîlere göre :
Loğusalığın en az
süresi bir lahzadır, en çok süresi altmış gündür. Ondan fazlası istihaza
kanıdır.[509] îbn Kasım'm tesbitine
göre İmâm Mâlik, loğusalığın en çok süresine bir sınır koymaktan vazgeçtiği
anlaşılıyor.[510]
e) Leys b.
Sa'd'a göre, en çok süresi yetmiş gündür.
Hanbelîlerin dışında
diğer üç mezhebe göre, ençok süresi dolmadan kan kesilirse, o takdirde
kocasının onunla cinsel temasta bulunmasında bir kerahet yoktur. Ahmed b.
Hanbel'e göre, kırk gün geçmedikçe temasta bulunması caiz değildir.[511]
Diğer rivayetler ve
tahliller :
Ümmu Selem'den Cr.a.)
yapılan rivayette, demiştir ki :
«Resû-lüllah (a.s.) Efendimiz loğusa kadınlar için kırk gün
belirledi.»[512]
Yukarıdaki hadîsi Ebu
Dâvud, Tirnıizî ve İbn Mâce, Kesir b. Ziyad Ebi Sehl hadîsinden rivayetle,
Kesir şöyle demiştir: «Messe el-Ezdiyye bana haber verdi, o da Ümmu Seleme'den
rivayet etmiştir; Ümmu Seleme şöyle demiştir: «Peygamber (a.s.) Efendimiz'in
kadınlarından bir kısmı loğusalıktan dolayı kırk gün veya kırk gece
otururlardı ve biz de yüzümüzü, beliren allerjiden dolayı vers ile sıvardık.»
Ebu Dâvud burada şu
fazlalığa yer vermiştir: «ResûlüUah (a.s.) Efendimiz loğusanın kılamadığı
namazları kaza etmesini emret-mezdi...»
Tirmizî, Buhari'nin bu
hadîsle ilgili şöyle dediğini kaydetmiştir: «Ebu Sehl sıka (güvenilir) dir, bu
hadîs ise ancak onun rivayetinden bilinmektedir.» Hakim de kendi Müstedrek'inde
rivayet etmiş ve «isnadı sahihtir» demiştir. Buharı ve Müslim bu hadîsi tahric
etmemişlerdir. Darekutnî ile Beyhaki kendi Sünen'lerinde rivayet etmişlerdir.
Abdulhakk, kendi
Ahkâm'mda diyor ki: «Bu baptaki hadîslerin hemen hepsi ma'lüldür, ancak Messe
el-Ezdiyye'nin hadîsi müstesna...»
îbn Kattan ve diğer
birkaç ilim adamı, Messe el-Ezdiyye'nin hadisi üzerinde durmuş ve ResûlüUah
(a.s.) Efendimiz'in eşlerinden sadece Hz. Hatice doğum yapıp loğusa olmuştur.
Bir de Mısır'dan gönderilen Mâriye, İbrahim adında bir erkek çocuğu doğurmuş ve
dolayısıyla loğusa olmuştur. Hz. Hatice (r.a.)'nin nikâhı, yani ResûlüUah
(a.s.) Efendimizle evlenmesi, Hicret'ten öncedir. Mâriye ise Hicret'ten
sonradır. O halde hadiste «ResûlüUah'm kadınları» sö-
zünden maksat, kızları
olabilir, demişlerdir. Bu bakımdan hadîsi malûl saymışlar, İbn Hibban ise
Kitabu'Duâfaa'da sözü edilen hadîsi malûl olarak vasıflandırmıştır ki, sebebi
Kesir b. Ziyad'dır. Çünkü bu zatın düzensiz birtakım rivayetler yaptığı
bilinmektedir. O halde yalnız kaldığı rivayetlerinde onun hadîsiyle ihticac
etmemek daha uygundur, şeklinde bir ifade kullanmıştır.[513]
Diğer bir tesbite göre, «onun münferid kaldığı rivayette mücanebete (çekilip
uzak durma), müstahik olduğu» şeklinde bir anlatıma yer vermiş-tir.
1044 nolu Enes (r.a.)
hadîsine gelince, Darekutnî onu kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve Humayd'den
ancak Selâm rivayet etmiştir ki o da zayıftır, demiştir. İbn Mâce de kendi
Sünen'inde Se-lâm'dan sadece bu hadîsi rivayetle tahrîc etmiştir.
Ebû Bilâl el-Eş'ârî,
Ebu Şihab'dan, o da Hişam b. Hasan'dan, o da el-Hasen'den, o da Osman b. Ebî
As'daıı rivayet etmiştir. Osman diyor ki «ResûlüUah (a.s.) Efendimiz, kadınlara
loğusalıklarında kır gün belirlemiştir.»
Hâkim diyor İd : «Eğer
bu isnadın Ebu Bilâl'dan yapıldığı kabul edilirse, o halde hadîs mursel ve
sahihtir. Çünkü el-Hasen, onu Osman b. Ebî As'dan işitmemiştir.»
Darekutnî ise, kendi
Sünen'inde Ebu Bilâl el-Eş'ârî'nin zayıf olduğunu belirtmiştir.[514]
ibn Adiy'yin
el-Kâmü'de yaptığı rivayette, Mekhul'den, onun da Ebu Derdâ ile Ebu Hüreyre'den
yaptığı rivayette, ResûlüUah (a.s.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemişlerdir
: «Loğusa kadın kırk gün bekler. Ancak bundan önce temizlenirse (beklemesine
gerek yok.) Kırk güne ulaştığı halde temizlenmezse» o takdirde gusleder ve o
kadın müstehaza sayılır.»
Alâ! b. Kesîr'in zayıf
olduğu, Buharî'den duyulmuştur. Nesâî de aynı görüştedir. İbn Maîn ve İbn
Medenî gibi Hadıy âlimleri de onun zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir.
Zehebi, Mîzan'da bu
zat üzerinde durup geniş bilgi vermiştir. Hadîs âlimlerinin çoğuna göre,
«münkerü'l-hadîs» olduğu kesindir. O bakımdan yaptığı rivayetle ihticac
edilmez.[515]
Şevkanî de
sıraladığımız rivayetlerden üçü üzerinde durup ge-Iş bilgi vermiş ve hadîsler
üzerinde yapılan araştırma ve tesbitleri smen açıklamıştır.[516]
1- Loğusalığın en az süresi için bir sınır, bir
vakit belirlenme-iştir, bu bir lahza veya birkaç dakika da olabilir.
2- Kadın doğum yaptıktan hemen sonra kan kesilir de gel-Lezse, o
takdirde şer'î loğusalık süresi sona
ermiş kabul edilir ve adın guslederek namazını kılmaya, orucunu tutmaya başlar.
3- Loğusalığın en çok müddeti kırk gündür. îmam Şafiî bu-un altmış gün olduğunu
söylemiştir.
4- Kırk günü aşarsa, o takdirde aşan kısım
istihaza kanı sa-ılır ve kırk günün bitiminden sonra kadın gusledip namazını kuraya,
orucunu tutmaya başlar.
Kadın daha Önce iki
doğum yapmış ve. loğusalık süresi her kişinde de kırk günden az bir süre devam
etmişse, üçüncü doğu-nunda loğusalık süresi önceki süreyi aştığı takdirde,
kadın ilk iki loğumundaki süreyi esas kabul edip ona göre gusleder ve namazını
olar. Ancak kırk gün dolmadan cinsel temasta bulunmaz. (Bu 'mam Ahmed'e
göredir).
6- Loğusa
kadının loğusalık süresinin en çok altmış gün ve-fa yetmiş gün olduğu hakkında
sahîh bir rivayet tesbit edüememiş-:ir. Ibıı Kudame bu mesele üzerinde durmuş
ve kırk günle ilgili rivayetleri sıraladıktan sonra bunda icma' vaki olmuştur,
diyerek isabetine dikkatleri çekmiştir.[517]
[1] Buharî / Vudû' s 35, 48. Salat : 7,25. Cihâd; 90.
Mağazî: 81. Libas i 10,11 Ahmed: 2/358.
4/139,179,239. 6/12,13,15,27.
[2] BuJıari / Vudû' ■. 35,48. Salat ; 7,25. Libas :
10,11. Müslim (Taharet: 12,57,60, fi.1.66. Tirmizî /Taharet: 70,71,73. Nesâî /
Taharet: 15, 16,23,85,85.8?,93 98. İbn Mâce / Taharet •. 39,84,86,87,89. Dâremî
/ Mukaddime j 32 Vüdü' : 3. Ahmed : 1/14,15,20,29,32,33,44,49,54,96.100,113*118,120,133,146,149,169,170.
[3] Ebû Dâvud / Taharet t 63. Ahmed t 4/247,254.
[4] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'-ş-Şerayi': 1/7.
[5] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'-ş-Şerayi' 11/7.
[6] Haşiyetü'l-Tahtâvî Alâ Merald'I-Felâh : 68,69.
[7] el-Ümm: 1/33.
[8] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/15
[9] Bu£yetü'l-mtisterşidîn» 24.
[10] eş-Şerhü'1-Kebir , 1/148. el-Muğni. 1/283.
[11] Bedayi'u's-Sanayi'
Fi-Tertibi'ş-Şerayi' t 1/7.
el-Fikhu
Alâ'l-Mezahibi'l-Ar-baa t 1/137,138,139.
[12] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik ,
1/59,60.
[13] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Ala Muvtta'i Mâlik .. 1/60.
[14] NeylÜ'l-evtar. 1/210.
İmam Şafiî'nin el-Ümm
kitabında îmam Mâlik'in mestler üzerine meshin cevazını inkaâr ettiğini
belirtir anlamda bir kayde rastlayamadım. (Müellif)
[15] Fazla bilgi İçin bak •. Müslim Şerhi Nevevî'ye,
mestleri mesh babana, el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa kitabının birinci cilt
ilgili bölümüne ve Ney-lü'1-evtar'ın birinci cilt 209,210,211,212,213.
sahifelerine... NOT, s îbn Ömer'den yapılan bu rivayeti başka bir tarikla
konunun bag kısmında nakletmişdik, arada kelime ve cümle farkı var, mana farkı
yoktur,
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/2.269-274.
[16] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/2.274-275.
[17] Ahmed : 4/131 -5/281,288,439,440- 6/12,13,14,15.
[18] Ebu Dâvud - Ahmed : 4/244,248,250,251- 6/13,14.
[19] Sünen-i Sa'd b. Mansur
[20] Ebû Dâvud/Taharet : 61. Tirmizi/Taharet : 74,75. îbn
Mâce/Taharet : 88. Âhmed : 4/252.
[21] Bedayi'u's-Sanayi Fi Tertibi1 ş-Şeray i1: l/ıo.
[22] Bedayi'u's-Sanayi': 1/10,11.
[23] Fethülvahhab bi-Şerhi1 Menheci't-Tullab : 1/16,17'den
özetlenerek....
[24] eş-Şerhü'l-Kebir : 1/149.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/274-279.
[25] eş-Şerhü'l-Kebir ; 1/150,151
[26] el-MuğîÛ : 1/ 297.
[27] el-Muğru : i/298'den özetleyerek...
[28] el-Fıkhu
Alâl-Mezahibi'1-Arbaa : 1/136'dan iktibas edilmiştir
[29] Fazla bilgi için bak : Nasburraye : 1/188,189.
[30] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/279-280.
[31] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/280-281.
[32] Buhari/Vudû' ■: 33,34,49; Salat : 25, hacc •.
23,libas : ıı. Müslim/Taharet :79, cenâiz: 13. Ebû Dâvud/Taharet ■.
60,63, menasik : 31.
[33] Müsned-i
Hümeydî: Muğîre b. Şu'be (r.a.)'den.
[34] Ahmed ; 4/247,254. Ebû Dâvud/Taharet: 63.
[35] Ahrned : 1/33, 118, 213- 6/110
[36] Hâşiyetü't-Tahtavî Ala Meraki'1-Felâh : 68
[37] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' : 1/9.
[38] Fethülvahhab bi-Şorhi Menheci't-Tullab : 1/16. -
esSiracü'l vahhac :. 18
[39] eş-Şerhü'1-K.ebîr 11/152.
[40] el-Muğni :
1/284,285'den özetlenerek nakledilmiştir. Muvatta' : 1/58.
[41] el-Fıhu alâ'I-Mezahibi'l-Arbaa : 1/139
[42] Neylü'l-evtar : V215'den özetlenerek...
[43] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/281-284.
[44] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/284.
[45] Müslim/Taharet : 85. Ebû Dâ-vud/Taharet : 61.
Tirmizi/Taharet -. 71. Nesâî/ Taharet e 96,97,98,112,113. îbn Mâce/Taharet :
86. Dâremî/Vudû' : 42. Ahmed 1/96, 100. 113, 118, 120, 133. 146,149-2/27 -
4/240 - 5/213,214.
[46] Ahmed :
1/96, 100, 113,
118, 120, 133, 134, 146, 149; 2-27,
4-240 5-213 Ebû Dâ-vud / Taharet: 85 Tirmizi / Taharet: 71.
[47] Bedayi'u's-Sanayi' Fi T,ertîç Şerayi' , 1/8
HâçiyetÜ't-Tahtâvî Alâ Meraki! -felah - 70
[48] Hâşiyetü't-Tahtâvî * 69,70
[49] Fethülvahhab
bi-Şerhi Menheci't-TuHâb <
1/16,17'den özetlenerek
iktibas edilmiştir
[50] el-Muğnî ı289
[51] el-Fıklıu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa . 1/144
[52] Ebû Dâvud — el-Muğnî ı 1/289.
[53] Fazla bilgi için bak : Bedayfu's-Sanayi ; 1/8. — eş-Şerhü'1-Kebîr
•. 1/156,157.
[54] Şerhu Meâni'1-Asâr 11/79.
[55] Şerhu Meâna'1-Asâr 11/80.
[56] Şerhu Meâni'1-Asâr ı .1/81.
[57] Neylü'l-evtar , 1/216'dan özetlenerek...
[58] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/2285-291..
[59] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/291.
[60] Ebû Dâvud / Taharet: 63. Tirmizî / Taharet: ? Ahmed :
4/247, 254.
[61] Ebû Dâvud / Taharet: 63. Nesâî / Tahareti 58. İbn Mâce
/ Taharet -. 52. Ahmed: 1/95,114.
[62] Nesâî dışında beşler bunu rivayet etmiştir. Tirmizî /
Taharet s 72'de rivayeti nakledip hadîsin ma'lûl olduğunu söylemiştir
[63] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa * 1/142
[64] el-Pıkhu Alâ'l-Meahibi'l-Arbaa, 1/142.
[65] Fethü'l-allâm
1/36.
[66] Zahirî
itibariyle kusursuz gibi
görünse de sıhhatini zedeleyen bir veya birkaç
kusuru olan hadîs'e,
«muallel hadîs» denir.
[67] Fazla bilgi için bak • Fethü'l-allâm : 1/37
[68] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/291-295.
[69] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/295.
[70]Buhaıl/Hiyel : 2, vudû' : 2. Müslim/Taharet : 2. Ebû
Dâvud/ Taharet , 31.
Tirmizî/Taharet: 56. Ahmed = 27308,318.
[71] Ahmed b. Hanbel - Tirmizî/Taharet s 64.
[72] İbn Mâce/îkaamet; 137. Dâre-Kutnî.
[73] Dâre-Kutnî ■. Enes (r.a.)'den.
[74] Kâsânî'nm naklettiği bu hadîs üzerinde hayli
durulmuştur. Bak : Bedayiı 1/24.
[75] Ahmed»1/256. Taberânî/Taharet 110
[76] es-
Siracülvahhac ŞerhÜn Alâ Metni'I-Minhac ı
11,12. Fethü'l-vahhab Şerhi
Menheci't-Tullab t 7'den özeltlenerek
[77] eî-Muğnî * 1/160,161'den özeltlenerek...
[78] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa * 1/80,81.
[79] el-Muğnî ,, 172,173,174'den Özetlenerek...
[80] Geniş bilgi için bak : Mîzanü'I- î'tidal ■,
2/196-3427 nolu Süleyman...
[81] Mîzanül-İ'tidal; 4/6 - 8056 Nolu Muhammed
[82] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/295-302.
[83] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/303.
[84] Ebu Dâvud/Taharet : 79. İbn Mâce/Taharet : 62. Dâremî/Vudu' . 48. Ahmed
: 4/98.
[85] Ahmed t 1/111. Dare-Kutnî.
[86] Tirmizî/Taharet s 71. Nesâî/Taharet s 97. İbn
Mâce/Taharet ; 62. Ahmed b.
[87] Bedayi'u's-Sanayi fi Tertibi'ş-Şerayt' 11/30,31
[88] el-Fıkhu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa, 1/80,81
[89] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa»1/80,81.
[90] Ebû Dâvud/Taharet ı 79. Ahmed : 3/239.
[91] Beyhakî...
[92] Neylü'l-evtâr * 1/225,226
[93] Müsned-i Ahmed.
[94] Fazla bilgi için bak : Nasburraye j 1/44,45
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/303-308
[95] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/309.
[96] Nisa, Süresi .43
[97] Ebu Dâvud - Nesâî/Taharet •. 120. Ahmed : 6/62.
[98] Alımed b. Hanbel - Dâre-Kutnî : Muâz b. Ceb&l
(r.a.) 'den
[99] Nesâî/Taharet. 119, Kıble : 10.
Ayrıca bu hadîsi az değişik lafızla/Buharî/Salat ■ 22,103, vitir :
3. Müslim/ Salat : 267. Ebû Davud/Salat : 111. îbn Mâce/İkaame : 40. Ahmed -.
6/37,102, 199,200,231
[100] Bedayi'u's-Sanayi' Fi Tertibi'ş-Şerayi' 11/30'dan
özetlenerek
[101] el-Üntm : 1/15,16.
[102] Fethülvahlıab bi-Şerhu Menheci't-Tullab , 1/7,8.
[103] el-Muğnî
1/186,187.
[104] eş-Şerhü'I-Kebîr : 1/186.
[105] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa (1/83'den
Özetlenerek...
[106] Geniş bilgi için bak : Neylü'l-evtar >
1/230,231,232,233,. Nesburraye t 1/60-70
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/309-314.
[107] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/314-315.
[108] Buharî/Ilİm : 53, salat s 9, hacc , 21. Müslim. Ebû
Dâvud/Taharet : 69. Tir-mizî/Taharet i 61. Nesâî/Taharet -, 117. îbn
Mâce/Taharet * 63. Ahmed : 2/223. 5/194, 6/406,407.
[109] Nesâî (Gusüı ; 30, İbn Mâce/Taharet > 63.
Dâremî/Vudu' , 50. Ahmed ı 5/194 6/406.
[110] Nesâî/Gusül 130.
[111] Ahmed ■. 2/223,333. 4/220. 6-107. 5/194. 6-406
[112] ibn Hibbân
kendi Sahih'Mde, Tirmizî kendi Sünen'inde rivayet etmiş ve «bu babda bu hadis
rivayet edilenlerin en güzel ve en sahihidir,» demiştir. Ebu Cafer Tahavî bu
hadis için : «isnadı doğru bir hadistir,
muztarib değildir. Büsre'nin hadisiyle çatışırsa da tercîha daha
uygundur. Çünkü erkeklerin rivayeti daha kuvvetli kabul edilir. Fazla
bügi için bak : el-Bahrü'r-râik Şerhu
Kenzi'd-dakaik ■. 1/45,48.
[113] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab : 1/8.
[114] Fazla bügi için bak i Fethülvahhab - 1/8.
es-Siracü'lvahhac : 12
[115] Geniş bilgi için bak : el-Muğnî ı 1/178,179.
[116] el-Muğnî .;.. 1/180
[117] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezâhibi'l-Arbaa s 1/85'den
Özetlenerek...
[118] Tenvîrü'I-Havâlik • 1/64,65.
[119] Şerhu Mâânf 1-Asâr 11/76
[120] Fazla bilgi için bak ı Neylü'l-evtâr s 1/234,235
[121] Darekutnî...
[122] Fethü'l-allâm 11/42'den özetlenerek
[123] Darekutnî tahrîc etmiştir.
[124] Mîzanü'l-İ'tidal k 2/571 - 4900 nolu Abdurrahman...
[125] Neylü'l-Evtar i l/236'dan özetlenerek...
[126] Mİzanü'I-I'tidâl 11/331 -1250 nolu Bakıyye
[127] Şerhu Maâni'1-Asâr ■. 1/79.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/315-322.
[128] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/322.
[129] Müslim/Hayz ■. 97. Ahmed : 5/106
[130] Ebû Dâvud/Taharet. 71. Ahmed
:5/86,88,92,98,100,106,108.
[131] Müsned-İ Ahmed •. 5/86,88,92,98,100,101,106,108
[132] el-Muğnî t 1/187
[133] Beyhâkı kendi Sünen'inden : tbn Abbas (r*a.) 'dan
[134] Neylü'l-evtar t 1/237 İmam Şafiî, deve etinden ve
diğer ateşte pişirilmiş yemeklerden dolayı abdestin bozulmayacağını söylerken
Süfyan b. Uyeyne tarikiyle rivayet edilen şu hadîsi hüccet olarak göstermiştir
■. «Resûlüllah (a.s.l koyunun kürek kısmını yedikten sonra kalkıp namaz
küdı, abdest almadı» (el-Ümm t 1/21.
[135] Fethü'l-allâm ı 1/44.
[136] Müslim/Hayz ■. 90. Ebû Dâvud/Taharet i 75.
Tirmizî/Taharet : 58. Nesâî/Ta-haret : 121,122. İbn Mâce/Taharet , 65.
Dâremî/Vudû' s 59. taharet : 22. Ah-med : 1/264, 272. 2/285, 271, 427,
470. 5/184, 188, 189, 190.
[137] Fethü'l-allâm : 1/44
[138] Neylü'levtar * 1/239.
[139] Fıkhü's-Sünne »1/55.
[140] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/62,63.
[141] Şerhu Maâni'1-Asâr » 1/63,64.
[142] Şerhu Maâni'1-Asâr s ı/67-7l
[143] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa , 1/87.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/323-329.
[144] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/329.
[145] Müslim/Taharet :
1. Ebü Dâvud/Taharet t 31. Tirmizî/Talıaret : 1. Nesâi/ Taharet : 103.
zekât • 48. İbn Mâce/Taharet : 2. Dâremî/Vudû' . 21. Ahmed: 2720,39,51,57,73,
5/74,75.
[146] el-Esrem Dârekutni.
[147] Hakim, Beyhakî, Taberani
[148] Nesâî/Menasik :
138. Dâremi/Menasik : 32. Ahmed s 3/414. 4-64. 5-377.
[149] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi, j 33.
[150] Vâkı'a süresi t 79.
[151] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi' ,, 33, 34
[152] Hakim bu mealdeki hadîsi Müslim'in şartı üzere rivayet
etmiştir.
[153] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb , 1/8.
[154] Fethülvahlıab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb : 1/8. -Minlıacü't-Tâlibîn : 3.
[155] el-Muğnî i 1/147.
[156] el-Muğnî . 1/14.7,148'den özetlenerek...
[157] Ebû
Dâvud/T^haret - Müsned-i Ahmed =
Abdullah b. Hanzele el-Ansârî'- den.
[158] Buhari/Vudû1 : 54. Ebû D&vud/Taharet : 65.
Tirmizi/Tahar&t : 100. İbn Mâce/Taharet
: 12. Dâremi/Vudû' : 3,46.
Ahmed : 3/132,154,260. 5/301.
[159] Ahmed : 1/80, 120, 214, 221, 366 - 2/28, 94, 231, 245,
250, 259, 287, 313, 384, 400, 429, 433, 473, 496, 502, 517, 531 - 3/442 -
4/114, 116 - 5/193, 410 - 6/150, 325, 429.
[160] Fazla bilgi için bak
: Nastmrraye li-Ahadisi'1-Hidâye
: 1/197, 198.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/329-336.
[161] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/336-337.
[162] Buhari/Gusül : 23,27. Hayz : 2. Ezan : 25. Savm :
22,25. Müslim/Taharet : 97, hayz : 21,24,115,116. Ebû Dâvud/Taharet :
87.79,100. Tirmizî/Savm : 62. taharet : 87. ibn Mâce/Taharet : 80,89,103,104.
Siyam - 27. Nesâi/Taharet : 138,162,165,171. Ahmed ;
1/25,35,44. 2/17,36,102.
[163] Kütüb-i sitte...
[164] Müslim/Ahmed b. Hanbeî , 6/102,119,192,279.
[165] Ebû Dâvud/Taharet: 88. Tirmizî/Tabaret: 78. Müsned-i
Ahmed...
[166] Beşler rivayet etmiştir. (Buhari hâriç).
[167] Bedâyi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi'. 1/38'den
özetlenerek...
[168] el-Muğnî . 1/146.
[169] el-Muğnî : 1/146.
[170] Muvatta' (Vudu'ü'I-cünüb faslı. Tenvîrü'l-Havâlik -.
1/67,68.
[171] Neylü'I-evtar 11/254.
[172] Fethü'l-allâm li~Şerhi Bülûği'I-meram ; l/6l.
[173] Mîzanü'14'tidal Fi-Nakdi'r -rical, 4/488- 9941 nolu
Ebu shak...
[174] Ebû Dâvud/Taharet : 87,88. Müslim/Hayz : 22.
Nesâî/Taharet : 162,164. İbn Mâce/Taharett 103,104. Taberânî/Et'ime : 36, vudû
: 79. Ahmed . 6/102,119, 192, 279.
[175] Müsned-i Ahmed - Ebû Dâvud - Tirmizî...
[176] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/337-343.
[177] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/343.
[178] Buhan/Ilim : 51, vudû' : 34, gusül , 13. Müslim/Hayz -
17. Ebû Davudi/Taharet » 82. Nesât/Taharet :
111,119, gusül t 28. Ahmed
s 1/80,82,87407,111, 129,145.
6/5.
[179] Ahmed : 1/107.
[180] Buhari /Him : 50. tefsîr : 33, edeb : 93. Müslim/Hayz
: 29,32,33. Ebû Dâvud/ Taharet : 95. Nesâî/Taharet : 130, nikâh - 52. İbn
Mâce/Taharet : 107. Da-remi/Vudu' : 76.
Taberanî/Taharet 84. Ahmed : 3/81,302. 6/309.
[181] Fetâvâ-yı
Hindiyye : 1/14'den özetlenerek... Şerhu Fethi'l-Kabîr : 1/40,41.
[182] Şerhu Fethi'l-Kedir
1/41
[183] Bu tarif, şâfM
fukahasma aittir. Müfessirler ise bu iki
tabir üzerine çok farklı görüş ve
yorumlar ortaya koymuşlardır.
[184] Fethülvahhab
bi-Şerhi Menhecn-Tullâb :
ü/ia. Minhacü't-tâlibın ve
um-detü'l-muftîn : 5.
[185] Fetfmlvahhab
bi-Şerhi Menheci't-Tullâb :
1/18. Minhacü't-talibin ve um-detü'l-Müftîn :. 5.
[186] el-Muğnî; l/199'dan özetlenerek...
[187] el-Fikhu Alâl-Mezahibi'1-Arbaa -. 1/109."
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/344-347.
[188] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/347-348.
[189] Buharî/Gusül : 28. Müslün/Hayz : 87,88. Sbû
Dâvud/Taharet : 83. Nesâî-Taharet : 128. îbn Mâce/T&haret : 111.
Dâremî/Vudu' : 75. Ahmed ; 2/234, 383,347,471,520. 6/47,112.
[190] Buharî/Gusiü : 28.
Müslim/Hayz : 87,88. Ebû Dâvud/Taharet ; 83. Nesâi-Taharet : 128. îbn Mace/Taharet : 111.
Dâremî/Vudu' : 75. Ahmed • 2/234, 393,347,471,520. 6/47,112.
[191] Şerhu Fethi'l-Kadir 11/43.
[192] Yukarıdaki hadîsi tbn Mace/Taharet .
lll'de, Ahmed s 2/178'de rivayet etmiştir.
[193] es-Siracti'1-vahhac Ala Metni'l-Minhac t 20.
[194] el-Muğnî i 204,205'den özetlenerek...
[195] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa * 1/106.
[196] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhtin Alâ Muvatta'i Mâlik :
86'67'den özetlenerek...
[197] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/53.
[198] Şerhu Maâni'1-Asâr :. 1/54.
[199] Şerhu MaânTl-Asâr i 1/54.
[200] Tahavî-Şerhü Maani'l-Asâr: 1/55.
[201] Tahavî - Şerhü Maâni'1-Asâr. 1/55.
[202] Tahavi- Şerhü maani’- Asar :1/57
[203] Nasburraye li-Ahadîsi'1-Hidâye * l/82,83'den
özetlenerek...
[204] Şerhu Maâni'1-Asâr 11/56.
[205] Fethülâllam li-Şerhi Bülûği'I-Meram t 1/58'den
özetlenerek...
[206] Müslim/Hayz : 81. Ebû Dâvud/Taharet : 83.
Tirmizî/Taharet -. 81. Nesâî/Ta-haret = 131. İtan Mâce/Taharet . 110. Dâremî/Vudu' -. 74. Ahmed : 3/29,36-
5/115,116,416.
[207] Sahîh-i Müslim
[208] Müsned-i Alımed.
[209] Müsned-i Ahmed.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/3.48-354.
[210] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/355.
[211] Nesâi - Ahmed b. Hanbel ( Havle (r.a.)'dan.
[212] Ahmed -. 6/309.
[213] Ahmed : 6/256. Ebû Dâvud/Taharet -. 94.
Tirmİzi/Taharet : 82. İbn Mâce/Ta-haret: 112. Daremi/Vüdu' t 77.
[214] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şevayi' (1/36.
[215] Şerhu Fethi'l-kadîr ı 1/42.
[216] Fethüivahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullab 11/18.
[217] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa ı 1/109,
[218] el-Muğnî , 1/202. Fikhü's-Süiuie : 1/65,66.
[219] el-Muğnî t1/203.
[220] Fethü'l-allâm : 1/59.
[221] Mîzanü'l-Î'tldal : 2/465 - 4472 nolu Abdullah
maddesi...den\özetlenerek...
[222] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/355-359.
[223] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/359.
[224] Buharî/Salat = 76. Müslim. Nesâî/Taharet : 125,126.
Tirmizî/Cumua : 72. Sidir, güzel kokulu buharlardan bir cinstir
[225] Ahmed s 5/161.
[226] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-Tertibi'ş-Şerayi, i 1/35.
[227] Fetâvâ-yı Hindiyye : 1/18 - Guslü gerektiren sebebler
bölümü
[228] el-Bahrü'r-raik : 1/68. Gusül bahsi...
[229] el-Ümm 11/38 - Guslü gerektiren sebebler bölümü...
[230] el-Muğnî
1/207-208'den özetlenerek...
[231] el-Muğnİ
1/207.
[232] el-Müdewenetü'l = Kübrâ ı 1/32,
[233] Ahmed * 4/199204,205
[234] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/359-363.
[235] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/363.
[236] Bulıarî/Vudu' : 63, hayız : 8,1». Müslim/Hayız •.
62,63. Ebu Dâvud/Taharet: 107,108,109,110,
Tirmizî/Tftharet : 93,96. Nesâî/Taharet ■ 133,134, hayız : 2,
4,0. İbn Mâce/Taharet ı 115,116.
Taberânî/Taharet s 104. Ahmed j 6/82,187, 194,464.
[237] Bakara Sûresi î 222.
[238] Bedayfu's-Sanayi, fi-Tertibi'ş-Şerayi', 1/38.
[239] Fethülvahhav bi-Şerhi Menheci't-Tullâb : 1/24.
[240] el-Ümm : 159'dan Özetlenerek...
[241] el-Muğnîı 1/209.
[242] el-Muğnîı 1/209.
[243] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :, 1/109...
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/363-365.
[244] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/365-366.
[245] Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Mâce : Ali (r.a.)'den,
[246] TİTOlizî/Taharet: 111. Ahmed : 1/83,84,398,403.
[247] İbn Mâce/Taharet
10S. Ttrmİzî/Taharet: 98.
[248] Dârekutnî t Cabir (r.a.) 'den.
[249] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi': 1/37.
[250] Bedayi'u's-Sanayi1 Fi-T:ertibi'ş-Şerayi': 1/44.
[251] es-Siracü'-lvahhac Alâ Metni'l-Minhac t 1/31.
[252] el-Muğnî î 1/143,144.
[253] Geniş bilgi için bak : Mîzanü'M'tidal t 1/240,241 -
923 numaraya...
[254] Geniş bilgi için bak ; Neylü'l-evtar : 1/266.
[255] Mizânü'l-rtidal ı 4/6- 8056 nolu Muhammed b. Fazıl...
[256] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/366-369.
[257] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/369.
[258] Müslim/Hayız >. 11,12. Ebû Dâvud/Taharet i 103:
Timıizî/Taharet: 101. Ne-sâî/Hayız ; 18. İbn Mâce/Taharet: 12. Daremî/ Vudu' (
82,108. Ahmed i 2 /70-3/103-6/45,101,106112,114,173,179,214,229,243.
[259] Müsned-i Ahmed — Nesâî/Taharet; 173, hayız : 19.
[260] Sünen-i Saîd b. Mansûr ı Cabir (ı\a.) 'den.
[261] îbn Münzir :. Zeyd b. Eslem'den...
[262] Ebû Dâvud/Taharet î 92. İbn Mâce/Taharet: 126.
[263] İbn Mâce/Taharet. 127.
[264] Fetevâ-yı Hindiyye
1/38.
[265] es-Siracü'I-vehhac » 31
[266] Nisa sûresi; 43.
[267] Ebû Dâvud s Hz. Ayşe (r.a.)'den.
[268] el-Müdevvenetü'I~Kübrâ i Mürürül-Cünüb 11/32.
[269] Fazla bilgi için bak -. Neylü'l-Evtar s 1/265-270
Nasburraye , 1/194,195
[270] Ftkhü's-Sünne: 1/67,68.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/370-374.
[271] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/375.
[272] Buhari/Cumu'a : 2,3,5,6,12,26 -ezan : 161, şahadet:
18. Müslim/Müsafirîn 26,27 -cumu'a ı 1,2,4,6,8. Ebû Dâvud/Talıaret , 127,128.
Tiı-mizî/Cumu'a : 29. Nesâî/Cumu'a : 7,8,11^3 -siyam: 81. îbn Mâce/İkamet :
78,80,83. Dâremî/ Salat : 190. Ahmed i 1/15,46,265,268,269,330
2/3,9^5,37,41,42,51,53,57. 3/60,66. 4/35. 5/363 6/289,310.
[273] Buharı - Muslini. Ebû Saîd (r.aJ'den...
[274] Buharî/Cumu'a :, 12, Enbiya . 54. Müsüm/Cumu'a ; 9.
Ahmed ; 2/342
[275] BedayiVs-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi1 * 1/35-269,270.
[276] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tırllâb -. 1/77.
[277] el-Ümm * l/196;197'den Özetlenerek
[278] Nesâi ve Tjrmizî -. Semure b. Cüdeb'den (r.a.)
[279] Buharî ve Müslim j Ebû Hüreyre (r.a.Vden...
[280] el-Muğnî i 2/345,347.
[281] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibî'l-Arbaa . 1/403'den
özetlenerek...
[282] el-Müdavvenetü'l-Kübrâ/Gusl'ü-Cumu'a < 1/145,146.
[283] Buharı ve Müslim s İbn Ömer (r.a,)'dan...
[284] Buharî/Vudu,
: 46. Müslim/Taharet -.
8,12. Ebû Dâvud/Taharet -. 32,57,128. Tirmizî/Taharet : 45, cumu'a ı 5.
Nesâî/Cumu'a : 9. İbn Mâce/Taharet : 6, 47,73,139 İkamet -. 81,193.
Daremî/Vudu1 ; 43. Ahmed : 2/98-
5/1,11,15.16,22.
[285] Buharî ve Müslim -. Urve'den...
[286] Ebû DâVud/Taharet i
125,127. Tirmİzî/Cumu'a s 4. Nesâî/Cumu'a : 10,12,19. îbn Mâce/îkamet , 80. Daremî/Salat
, 195. Ahmed -. 2/209. 4/8-9.10,104.
[287] Altmed « 2/229,232,260,329,331,472,484.
[288] Sahîh-i Müslim t Ebû Hüreyre (r.a.)'den.
[289] Fethü'l-aliâm li- Şerhi Bülûği'l-Merâm :. 1/205.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/375-381.
[290] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/381-382.
[291] Müsned-i Ahmed - İbn Mâce t el-Fakih tr.a.)'den.
[292] Fetâvâ-yı Hindiyye ı 1/149.
[293] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb . 1/83.
[294] el-Ümm : 1/231'den özetlenerek...
[295] el-Muğnî : 2/370,371,
[296] Tenvirü'l-Hevâlik
; 1/189. -eI-Müdewenetü'l- Kübrâ/Saiatü'lideyn t 1/187-
[297] Neylü'l-evtar: 1/287.
[298] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/382-385.
[299] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/385.
[300] Ebu Dâvud/Cenâiz ; 35. îbii Mâce/Cenâiz i8,
Ahmed: 2/280,433,454,472. 4/246.
[301] Ahmed, Dârekutnî, Ebû Dâvud : Mus'âb b. Şeybe
(r.a-,)'den.
[302] Meraku'l-f elâh s 18.
[303] el-Ümm: 1/38.
[304] Beyhaki. İbn Hacer bu hadîsin hasen olduğuna
dikkatleri çekmiştir.
[305] Beyhakî tahrîc etmiş, îbn Kacer haseıı olduğunu
söylemiştir
[306] el-Hattb, Ömer (r.a.) hadîsi.
[307] Darekutnî, el-Hâkim, İbn Abbas (r.a.) 'dan merfu'ân
rivayet etmiştir
[308] Darekutnî ve el-Hâkim tahrîc etmiştir.
[309] Mizanü'l -Ttidal j 2/301- 3830 nolu Salih b.
Mukatil...
[310] imam Mâlik, el-Muvatta'dan rivayet etmiştir. Cenaze
bahsi...
[311] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/385-389.
[312] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/389.
[313] Tirmizî/Hacc :, 16. Dâremî/Menasik » 6.
[314] Ahmed : 2/25,59. 6/236. Müslim'de az değişik bir
lâfızla rivayet edilmiştir; Müslim/Hacc i 44,
[315] Müslim, Ebu Dâvud, tbn Mâce : Aişe (r.a.)'dan...
[316] îmam Şafiî rivayet etmiştir.
[317] Buharî» Müslim, Muvatta' ı İbn Ömer (ra.) 'dan...
[318] Bedayi'u's-Sanayi' fi- Tertibİ'ş-Şerayi, ı 2/143,144.
[319] Fetâvâ-yı Hindiyye : 1/224.
[320] Fetâvâ-yı Hindiyye : 1/228.
[321] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayf 2/151.
[322] Fethü'l-vahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb, 1/138,139.
[323] el-Muğnî i 3/271,272'den özetliyerek...
[324] el-Mufcnîı 3/368.
[325] el-Muğnîî 3/409.
[326] el-Fıkhu
Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa :
1/642. el-Müdewenetü'l-Kübrâ
-. 1/360.
[327] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibil-Arbaa , 1/651, 652.
[328] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa * 1/664.
[329] Mizanü'M'tidal. 2/527 4708 nolu Abdullah...
[330] Mîzanü'I-i'tidal ( 4/453-Ö821 nolu Yakub b. Atâ'...
[331] Nasburraye li-Ahadisi'l- Hidâye 3/17.
[332] Ibn Ebî Şeybe kendi Musannef'Inde : İbn Ömer'den...
[333] Geniş bilgi için bak j Nasburraye , 3/18.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/3.390-395
[334] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/395.
[335] Ebu DâvudVTaharet * 107,113,116,118 Savm : 80.
[336] Ebu Dâvud/Taharet t
107,113,116,118. Müsned-i Ahmed t 6/83,119,128,187,237.
[337] Ebu Dâvud/Taharet s 107,113,116,118. Savm -. 80.
[338] Bedayi'us-Sanayi' Fi-Tertibı'ş-Şerayi' t 1/44.
[339] Fetâvâ-yi Hindiyye 11/39.
[340] el-Ümm t 1/60.
[341] es-Siracü'l-vahhac: 31.
[342] el-Muğnî: 1/310,331 l'den Özetlenerek, el- Fıkhu
Alâ'l-Mezahibi'l Arbaa.: 1/119,120'den Özetlenerek..
[343] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa: 1/120.
[344] el-Müdewenatü'l-Kübrâ/Hayız: 1/49.
[345] Fazla bilgi için bak : Neylü'l-evtar : 1/285.
Mîzanü'I-i'tddal i 2/243- 3604 nolu Süheyl b. Salih...
[346] Fazla bilgi için bak: Şerhu Meâni'1-Asâr. 1/98-107...
[347] Fazla bilgi için bak s Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye
: 1/199-204...
[348] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/396-402.
[349] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/402-403.
[350]Fıkhü's-Sünne
1/86,89'dan özetlenerek...
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/403-404.
[351] Buharî/Ezan. ■. 51. Müslim/Salat . 90,92,95.
Dâremî/Salat -. 44, Ahmed ( 2/52 6/251.
[352] Meraku'l-felâh s 18. Fetâvâ-yı Hîndiyye : 1/16- Gusül
bahsi...
[353] el-Ümm -, 1/38. Guslü gerektiren şeyler bölümü...
[354] Buğyetü'l-müsterşidîn / Sünnet olan gusüller faslı:
28.
[355] el-Muğnî/Taharetİ bozan sebebler faslı: 1/172.
[356] el-Fikhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa/Guslün sünnet olduğu
umur faslı s, 1/119,120.
[357] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arljaa/Guslun sünnet olduğu
umur faslı :, 1/110,120.
[358] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/404-406.
[359] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/406.
[360] Buharî - Müslim/Hayız ; 35, 37,57. Ebû Dâvud/Taharet
-. 130. TabSrânî/Ta-haret : 70, cihâd i 50.
[361] Buharî/Gusül ■ 6, savm : 65, büyü' ; 98. Müslim/Hayız t 39, mesacid ; 223, Ebû
Dâvud/Taharet : 98. Nesâî/Gusül * 19. Ahmed : 1/321,346,367 - 2/19,116
[362] Bulıarî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, Nesâî, Ahmed.
Buharî/Gusül : 5,10 Ne-sâî/Taharetî İli
[363] Tirmizî/Taharet = 79. Nesâî/Taharet i 159, gusül :
24. tbn Mâce/Taharet :
96. Ahmed: 6/68,192,253,258
[364] Nesâî/Gusül •. 28. Taberânî/Taharet : 58. Ahmed i 3/24,149 - 4/0,7,44.-5-80, 105 -
6/51.
[365] Petâvâ-yı Hindiyye / Guslün sünnetleri bölümü ; 1/14
[366] Fethülvahhab bi-Şerhİ Menheci't-Tullâb/Gusül babı i
1/18'den kısaltılarak..
[367] el-Muğnî/Gusül faslı -. V217.
[368] Tenvirü'l-havâlik Şehün Ala Muvatta'ı Mâlik t 1/66.,.
[369] Tenvîrü'l-havalik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik , 1/66.
[370] Geniş bilgi için bak : Neylü'l-evtar : 1/287
[371] İbn Ebi Şeybe ; İbn Ömer'den...
[372] Sahîh-i Müslim •. Ümm Seleme (r.a.)'dan...
[373] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/407-413.
[374] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/413-414.
[375] Müslim/Hayız •. 58, Ebû Dâvud/Taharet -. 99.
Tirmizi/Taharet : 77. Nesâî/ Taharet i
149,160,
[376] Müslim/Hayız : s». îbu Mâce/Taharet s 108. Ahmed i
6/43.
[377] Dâremî/Vudu': 115,
[378] Ebû Dâvud/Taharet > 97. İbn Mâce/Taharet , 106.
Ahmed -. 1/94,101,133. Dâ-remî/Vudû': 69. Ebû Dâvud/Tai med s 6/111,254
[379] Ebû Dâvud/Taharet = 97. Tirmizî/Taharet ; 78. İbn
Mâce/Taharet ■. 106
[380] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tedtibi'ş-Şerayi' 11/34
[381] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb »1/19
[382] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahib'il-Arbaa»1/114.
[383] el-Muğnîî 1/228
[384] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa * i/113'den
özetlenerek
[385] Mîzanü'l-i'tidal t 3/70,71- 5641 nolu Atâ*dan
özetlenlerek...
[386] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/414-419.
[387] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/419-420.
[388] Ebu Dâvud/Hammaın : İ, vitir; 23. Nesâî/Gusül: 7.
Ahmed : 4/224.
[389] Buharî/Gusül : 20. ^üslim/Hayiz j 75^ fezâil j
155,156. Ahmed : 2/315,515.
[390] Ahmed i 3/262
[391] Fetâvâ-yı Hindiyye i 5/327-329'dan özetlenerek...
[392] Sahîh-i Müslim...
[393] el-Muğnîs 1/231'den özetlenerek
[394] SaMh-i Müslim; Ümmu Hâni' (r.a.)'dan.
[395] Ebû Dâvud ; Behz b. Hakîm'den...
[396] Mîzanü'l-ı'tidal» 3/127 - 5844 nolu Ali b. Zeyd...
[397] Geniş bilgi için bak -. Neylü'l-evtar : 1/298
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/420-425.
[398] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/425.
[399] Buharı/Teyemmüm i 6,9. Nesâî/Taharet: 198,202. Ahmed ı
4/319,434.
[400] Ebû Dâvud/Talıaret *, 125. İbn Mâce/Taharet : 93.
Ahmed : 1/370.
[401] Ahmed b. Hanbel, Dârekutnî, Ebû Dâvud ■. Amir b.
Âs (r.a.)'dan
[402] Buharı/Teyemmüm ■. 5,6. Ebû Dâvud/Taharet ; 123. Tirmizı/Taharet *
92. Nesâİ/Taharet : 2,3. Ahıned . 5/146,147,155,180.
[403] Buharî/Teyemmüm : 1, salat : 56. Müslim/Mesacid ;
3,4,5. Ebû Dâvud/Sa^ lat : 24. Tirmizî/Mevakit -. 119, siyer : 5. Nesâi/Gusül s
26. İbn Mâce/TaJıa-ret ; 90. Dâremî/Salat ı 111, siyer : 28. Ahmed : 1/250,301.
2/222,240,250,412, 442,502. 3/304. 4/416.
5/145,148,161,248,259,383
[404] Müsned-i Ahme.d ı Ebu Ümame (r.a.) 'den.
[405] Bedayi'u's-Sanayi' fi-Tertibi'ş-Şerayi' -. 1/46'dan
Özetlenerek...
[406] Bedaşjf'u's-Sanayi'
fi-Tertibi'ş-Şerayf % i/48'den kısaltılarak...
[407] es-SiracÜ'1-vahlıac
Alâ Metai'l-Minlıac : 24,
26'dan kısaltılarak...
[408] el-Muğ^ıî • 1/233,234'den özetlenerek...
[409] el-Muğnî : 1/238,239'dan kısaltılarak...
Mu'cemu'l-Fıkhî'l-Hanbeli : 1/17S.180. ( X )
el-Müdevvenetü'l-Küforâ/Teyemmüm: 1/44.
[410] Tenvirü'l-havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik •.
1/74,75
[411] Tenvîrü'l-havâlik Şerhün Ala Muvatta'i Mâlik : 1/75.
[412] Neylü'I-evtar: 1/301.
[413] Mîzanü'l-i'tidal: 2/67-2834 nolu Zübeyir b. Hurayk.
[414] Mîzanü'l-i'tidal; :l/2O-39 nolu İbrahim b. îsmail...
[415] Nasburraye Ii-Ahadisi'1-Hidâye s 149,150'den kısaltılarak...
[416] Geniş bilgi için bak * Fethülallâm ; 1/65-67.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/426-436.
[417] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/436-437.
[418] Nisa sûresi ( 43 - Mâide sûresi s 6.
[419] Buharî, (Cenâiz -. 72, menakıb : 21, mağâzî : 27,
cüıad s 122, ta'bîr , 11,22,40, i'tlsam
i. Müslim/Rü'ya: 22.
[420] Müslim/Mesâcid * 4,
[421] Şerhu Fethi'i-kadîr »1/8
[422] el-Ümm 11/50'den kısaltılarak.
[423] el-Mugnî t 1/247,248. Mu'cemü'I-Fıkhi'l-Hanbelî .
1/178.
[424] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'I-Arbaa . 1/160. -
Lüfcabu't-Tevîl i 1/356,357.
[425] Mizariü'l-i'tidal ; 3/435 - 7061 nolu Müsnî b.
Sabah...
[426] Nasburraye * 1/109.
[427] Fıkhü's-Sünne
1/79.
[428] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/437-442.
[429] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/442-443.
[430] Ahmed : 4/263. Ebû Dâvud/Teyemmüm. İbn Mâce/Taharet ı
91.
[431] Tirmizî/Taharet
110.
[432] Buhari/Teyemmüm : 8. Müslim/ Hayz : 110. Ebû
Dâvud/Taharet s 121. Ne sâî/Taharet, 198,201. Ahmed . 4/264,319,396.
[433] Darekutnî ı Ammar (r.a.)'dan.
[434] Ebû Dâvud/Taharet ı 122.
[435] Beyhakî rivayet etmiştir
[436] el-İhtiyar li-Ta'lil'il-Muhtar » 1/21.
[437] es-Siracü'1-vahhac Alâ Metni'l-Minhac t 29.
[438] el-Mugni :
1/244,245. - Mu'cemü'l-Fjkhi'l-Hanbeli : 1/177.
[439] el-Fiklıu Ala'l-Mezahibi'l-Arbaa : 1/163,164.
[440] Tenvirü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik
: 1/76. -
el-Müdevvenetü'l-Kubrâ:l/42.
[441] Şerhu ,;Maani'L-Asâr: 1/110,111.
[442] Şerhu Maâni'1-Asâr : 1/112,113,114'den iktibasen...
[443] Nasburrâye 11/155,156'den Özetlenerek...
[444] Fazla bilgi için bak = Mîzanü'l-İ'tidal, 1/57 - 189
nolu İbrahim
[445] Fazla bilgi için bak -. NeylÜ'l-evtar : 1/310,311.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/443-449.
[446] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi:
1/449.
[447] Ebu Dâvud - Nesâî/Taharet: 204 - Taberânî/Sefer : 78.
[448] el-Müdewenetü'l-Kübrâ/Teyemmüm 11/42.
[449] Bedayi'u's-Sanayi' Fî-Tedtibi'ş-Şerayi' Sı 1/53,54'den
özetlenerek...
[450] el-İhtiyar U-TaÜli'l-Muhtar »1/21.
[451] es-Sİracü'I-vahhac
30.
[452] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tjıllab ı 1/22.
[453] el-Mu&ni : 1/252
[454] el-MuğnÎ! 1/272.
[455] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa . 1/165.
[456] el-Müdevvenetü'l-Kübrâ/Teyemmüm : 1/42.
[457] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa • 1/165.
[458] Müsned-i Ahmed -- Tirmizî. Hadîs sahihtir.
[459] Müsned-i Ahmed - Ebû Dâvud - Nesâî - îbn Hıbban.
[460] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/449-453.
[461] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/453-454.
[462] Müslim-Ebû Dâvud - Nesâî - îbn Mâce •. Buharî/Tefsir :
4,10, Libas : 58.
[463] Ne^lü'I-evtar: 313,314.
[464] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/454-456.
[465] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/456.
[466] Buharî/Vudu' ; 63, hayz -. 8. Müslim/Hayz t 62,63. Ebû
Dâvud/Taharet : 107,108,109,110. Tirmizî/Taharet ı 93,96. Nesâî/Taharet i 133,134, hayz : 3,4,6.
Talak ı 74. Ibn Mâce/Taharet
s 115,116, Taberânî/Taharet 104. Ahmed
-. 6/82,187,194,464. Darenıî/Stmnet: 1.
[467] Müslim/Hayız
: 66. Ebû Dâvud/Taharet •. 107.
Nesâî/Taharet : 134. İbn-Mâce/Taharet : 115,116.
[468] Ebu Dâvud/Taharet . 107,109. Nesâi/Hayız 5.
[469] Ebu Dâvud/Taharet : 107. Nesâî/Taharet t 133, hacc :
57. İbn Mâce/Mena-sik s 12. Daremî/Vudu1
: 84. Taberânî/Taharet ■.
105. Ahmed -. 6/293,304,320 323,464.
[470] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi'»1/44.
[471] el-İhtiyar Li-Ta'Mi'l-Muhtar . 1/29.
[472] Minhacü't-Talibîn ve Umdetü'l-Müftîn = 7.
[473] el-Muğnîî 1/315.
[474] Tenvîrü'l-Havâîjk . 79-82'den özetlenerek...
[475] Geniş bilgi için bak , Neylü'l-evtar : 1/314-317.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/457-462.
[476] Ebu Dâvud/Taharet. 109,, 115. Nesâî/Taharet: 137,
hayız , 6.
[477] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/462-463.
[478] Ebû Dâvud/Taharet :
109, 119. Tirmizî/Taharet : 95.
îbn Mâce/Tabaret 115. ;Ahmed : 6/439
[479] Neylü'l-evtar î 1/318.
[480] Mizanü'l-ftidal : 2/8S - 2919 nolu Züheyr. 2/269 -
3694 nolu Şerik.
[481] Ebu Dâvud/Taharet t 107,109,112,114. Tirmizî/Taharet
i 94. Nesâî-T&haret: 134, hayz : 4.
İbn Mâce/Taharet : 115. Dâremî/Vudu1 t 84,94.
[482] Ebû Dâvud/Taharet * 112,115. Taberani/Taharet =
107,lob Tirmizi/Taharet:
[483] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/463-467.
[484] Müslim - Nesâî - Ibn Mâce - Ebû Dâvud/Taharet s 102,
nikâh : 46.
[485] Ebû Dâvud/Taharet
106.
[486] Buharı kendi tarikinde...
[487] Ebû Dâvud/Taharet •, 82. Ahmed = 1/14.
[488] Buharî-Müslim - Ebû Davud/Nikâh : 46 - Ibn
Mace/Taharet: 121.
[489] Bedayi'u's-Sanayi' Fi-Tertibi'ş-Şerayi : 1/44 - Fetâvâ-yi Hindiyye ; 1/39.
[490] Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tullâb * i/26.
[491] el-Muğnî : 1/306. EI-Fikhu Alâ'l-Meezahibi'I-Arbaa -.
1/134.
[492] el-Fıkhu Alâ'l-Mezahibi'l-Arbaa i 1/134.
[493] Tenvîrü'l-Havâllk Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik s 1/77.
[494] Tenvîrü'l-Havâlik Şerhün Alâ Muvatta'i Mâlik -. 1/77.
eI-Müdeweaetü'l-Kübrâ/Hayy: 1/52.
[495] Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal
Kitabevi: 1/4467-471.
[496] Geniş bilgi için bak ; Neylü'l-evtar = 1/323,325.
Fethülallâm : 1/74,75. Fık-hü's-Sünne:
1/85,06.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/471-472.
[497] Ebu D&vud/Taharet
; 103,105, salat : 205. Müslim/Taharet : 47. Tirmizi/ Taharet :
102,103. Nesâî/Taharet : 181, hayız : 9. Ibn Mâcre/Taharet : 123, 129.
Daremî/Vudu1 : 112. Ahraed : 1/230,247,249. 5/8,14.
[498] Fetâvâ-yı
Htndiyye/Ahkâmtil-Hayz ve Nifaa : 1/39
[499] Mîzanü'l-Kübrâ; 1/107.
[500] îbn Mâce...
[501] el-Muğnî/Hayız: 1/335.
[502] el-Ümm: 1/59.
[503] Fazla bilgi için bak , Neylü'l-evtar , 1/326,327.
Fethülallah/Hayız . 1/74,75.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/472-475.
[504] Ebu Dâvud/Taharet : 19. Tirmizî/T.aharet % 105. İbn Mace/Taharet ' 128-Daremî/Vudu' * 99. Ahmed *
6/300,304,309.
[505] îbn Mâce/Taharet -. 128.
[506] Bedayi1 -Fetâvâ-yı Hindiyye i 1/40-
el-îhtiyar I-iTa'Iîlf 1-Muhtar t 1/30.
[507] es-Siracü'1-vahhac
, 33. Fethülvahhab bi-Şerhi Menheci't-Tuîîâb : 1/29,,
[508] Mu'cemÜ'I-Fıkhi'l-Hanbelî ı 2/984 - Nifas maddesi...
[509] Mîzanü'l-Kübrâ/Hayiz : 1/108.
. el-Müdewenetü'l-Kübrâ î 1/53
[510] el-Müdevvenetü'1-Kübrâ/Nifas : 1/53.
[511] Mîzaıjü'l-Kübrâ/Hayiz
1/108.
[512] İbn. Mâce/Taharet 1128. Dâremî/Vudû' 198.
[513] Nasburraye Ii-Ahadisi'1-Hîdâye î Faslti'n-nifas ;
1/204,205.
[514] Nasburraye li-Ahadisi'1-Hidâye / Faslü'n-nifas »1/205.
[515] Mîzanü'l-I'tldal: 3/104 - 5740 nolu Ala'...
[516] Fazla bilgi için bak > Neylü'l-evtar 11/331,332.
Celal Yıldırım,
Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/476-480.
[517] el-Muğnît 1/345,346.
Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Uysal Kitabevi: 1/480.